,
Zafer Bayramı Agustos 2017
Kavaklıderem Derneği’nin Sanal Yayınıdır. 30 Ağustos Zafer Bayramı Özel Sayısıdır.
Türkiye’nin Gücü ve Saygınlığı Bugün Seni Daha İyi Anlıyorum... Kızılca Gün Türk Büyük Saldırısı 1
bana bir şimşek çak sâlâ veriliyor görünmez minarelerden izmir’de ‘istirdat’ı yaşamaktayım
bir yangın soluğu sokak içlerinden
kordonboyu’nda muzaffer atlılar
fahrettin paşa’nın süvarisi
bana bir şimşek çak
yolumu aydınlatacak
gazi’nin gözlerinden
mavi bir şimşek
kuva-yı milliye mavisi
aynı emaneti taşımaktayım ‘hürriyet ve istiklal benim karakterimdir’
çünkü hain sinsi ve korkak
aynı düşmana karşı
savaşmaktayım Attilâ İlhan
2
Türkiye’nin Gücü ve Saygınlığı Ülke gündemi her sakinlemede, yerini bir başka siyaset dışı ve diplomasiye yakışmayacak gafa bırakıyor. Gün geçmiyor ki, siyasilerin dudaklarından dökülenlere hayretle bakmayalım; mevcut huzursuzluğumuzu yutup hayatımıza devam etmeye çalışırken, gelecek kaygımızın açtığı yaralara tuz serpilmesin.
Bunu bana gösteren en şerefli hikayelerden birini sizlerle, Şevket Süreyya’nın “Tek Adam” kitabından da alıntılar yaparak, tüm içtenliğimle tekrar paylaşmak isterim;
Limana gelince: Orada en küçüklerinden en büyüklerine kadar bütün gemilerde bir hareket hali vardır. Her zincirini alan gemi, selam toplarıyla şehri selamlar, limanın ağzına yönelir. Açık de“...Limanda müttefiklerin 64 nize açılmak için rotasını alır. Her parça harp gemisi ve asker nakliye yolunu alan gemi; yalnız onu segemileri yatar. Bu gemiler, Gazi lamlayarak değil, biraz da başını Mustafa Kemal’i tedirgin etmekteöne eğer gibi Anadolu kıyılarından dir. Atay’ın anlatımı ile: Bugün yöneticilerimiz, “Kimsenin Akdeniz’e doğru uzaklaşır, gider.” benim adıma racon kesmesine ihti“Köşkün holünde oturuyorduk: yacım yok, bizzat kendim keserim.” 1922 yılında, 20. yüzyılın ilk ba-Ne işi var bu donanmanın İzmir der. Racon, yol, yöntem, usul diye ğımsızlık savaşını veren ve savaşlimanında? dedi, geçmekte, Türk Dil Kurumu sözlütan alnı ak çıkan bu millet, mevcut Sonra aramızda ev sahibi hanıma: ğünde. Sokak dili ile, bazı ‘çürük vaziyeti ve gücü ile o zamanın en -Siz Fransızca yazar mısınız? diye yumurtalara’ uyarı niteliğinde bir kudretli devletlerini bile tek bir ültisordu. açıklama bu. Ama diplomasi tarihi matomda dize getirebiliyor ise, buEvet, cevabını alınca: üzerinde biraz düşününce, devletin nun altında yatan yegane sebep, bu -Yirmi dört saat içinde İzmir birilerine yol, yöntem ve usul gösülkenin kurucu kadrosunun gerçek limanından çıkıp gitmesi için filo termesinin günlük siyasi söylemlermemleket sevdalılığı ve ülke menkumandanına bir ültimatom yazıle değil, caydırıcılıkla, diplomatik faati için yaşamaya olan tutkusudur. nız! dedi. itibarla, güçle olacağını görüyoruz. Günümüz siyasetçilerine, özellikle Etrafındaki kıvranmalara ve harp dünyanın alev almasına çeyrek kalkorkusuna rağmen; ev sahibinden mış bu zamanlarda, kocaman bir onayı alınca, bir dostuna önem- örnek ve diplomasi ilhamı olmasını siz bir şey yazdırıyormuşçasına diliyor; 30 Ağustos Zafer Bayradikte eder. Ültimatom gönderilir. mı’mızı en içten arzularımla, büyük bir neşe ve gururla kutluyorum. Nihayet 24 saat geçer ve Gazi’nin Efe Dinler maiyetindekiler yanına koşarlar: -Paşam, donanma çekiliyor!
3
Bugün Seni Daha İyi Anlıyorum... Bir bayram arifesinde, bugün, içimizde biraz burukluk, biraz kaygı, çokça umut ve coşku ile, geriye dönüp bakıyorum. 1994’de ODTÜ’den mezun olduğumda on beş yıllık eğitim hayatımın ne kadar dolu dolu, sağlam geçtiğini görüyorum şimdi. Bizleri hayata ne kadar doğru bir şekilde hazırlamış o dönemin öğretmenleri. Nasıl da saygı ve minnetle anıyorum her birini şimdi… Hayatın gerçek değerlerini ve onlara sahip çıkmanın önemini o kadar sağlam ve iyi öğretmişler ki, hala bu değerlere tutunuyoruz. Atatürk. Cumhuriyet. Hak, hukuk, eşitlik, adalet. Devrimler. Okumanın ve eğitimin önemi. Hele ki kitap okumanın yaşamın vazgeçilmez bir parçası olması! Küçükleri sevmenin, büyükleri saymanın önemi. Yurtta ve dünyada barış. Hedefe ve başarıya nefretle değil, sevgi ile ulaşılabileceği. Şu an aklıma gelenlerin bazıları. İlkokul sıralarında gülen yüzlerini ve şefkat dolu yaklaşımlarını hiç unutmadığım öğretmenlerimden öğrendiğim Atatürk’ü daha o zamanlar çok iyi anladığımı düşünürdüm. Bir çocuğun penceresinden yaşamı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken ilk karşılaştığımız cümlelerinden biri şuydu:
Çocukluğa ilk veda edişim üniversite yıllarında dünyada sürüp giden savaş fotoğrafları ve haberleri ile karşılaştığım ilk anlardı. Onun barışa dair sözlerini ve ülkenin geleceğini barış yönünde çizen politikalarını hatırlarken, “Bugün seni daha iyi anlıyorum” diye geçirmiştim içimden. Sağduyusuna ve ileri görüşlülüğüne ilk hayran olduğum zamanlardı. Sonrasında televizyonda, gazetelerde ruhuma saplanan Sivas katliamı, Uğur Mumcu’nun katledilişine dair görüntüler, çocukluğumun kalan kırıntılarını da aldı götürdü. Bir insanın başka bir insanı “Allah Allah” çığlıkları ile yakmak istemesini, düşüncelerinden dolayı bir insanın başka bir insanı öldürmesini aklım almamıştı, çocukluktan yetişkinliğe geçmeme neden olan o dehşet günlerde. Aklım şiddetin ve nefretin hiçbir türünü hiçbir zaman anlamayı kabul etmedi. Çünkü bize verilen eğitimde bunlara yer verilmemişti. Yıllar geçiyordu. Savaşın, şiddetin ve nefretin var olduğu her toplumsal haberde, bunları içeren her adımda, her uygulamada, içimden aynı cümleyi tekrarlıyordum: “Bugün seni daha iyi anlıyorum”…
Eğitim hızla dönüşüyordu, çocuklar daha az kitap okuyor, daha az seviyor, daha az seviliyor, daha az gülüyordu. Ülkenin “Beni görmek demek mutla- her yerinden taciz ve tecavüz haka yüzümü görmek demek de- berleri geliyordu. “Bugün seni ğildir. Benim fikirlerimi, benim daha iyi anlıyorum” diyordum… duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.”
4
“Aydın” sandığımız insanlar dün söylediklerini bugün inkâr ediyor, bugün söyledikleri dünle çelişiyordu. Her gün şaşırmaktan vazgeçmiyordum. Vazgeçersem inandığım, tutunduğum tüm değerlerden uzaklaşacağımı düşünüyordum. “Bugün seni daha iyi anlıyorum” diyordum.
Bugün, her şey daha mı kötü? Daha mı iyi? Daha mı kötüye gidecek? Çaresiz miyiz? Yolun sonu göründü mü? Daha kaç gün daha “Bugün seni daha iyi anlıyorum” diyeceğim?
Bu cümleyi daha çok söyleyeceğim, biliyorum. Umutsuzluktan deBirileri sürekli yalan söylüyor- ğil, her seferinde başka başka pendu. Bilim ve akıl yerini hızla batıl cerelerden hayata bakarken, başka inançlara bırakıyordu. “Bugün seni başka deneyimlerden yola çıkarak… daha iyi anlıyorum” diyordum. Onun hep hatırlayacağımız Dün asla bir araya gelmeyecek sözlerinden “Umutsuz durum insanlar, bugün Atatürk ve devrim- yoktur, umutsuz insanlar varlerini ortak düşmanları ilan etmiş dır” ile 30 Ağustos Zafer baybir araya geliyorlardı. “Bugün seni ramımız kutlu olsun diyorum… daha iyi anlıyorum” diyordum. Şule Tüzül Ama en çok bir kadın olarak her gün yeni baştan şaşırıyordum, kızıyordum, hayal kırıklığına uğruyor, çaresiz hissediyor, isyan ediyordum. Ama o dememiş miydi “Hayat mücadeleden ibarettir”, aynı inanç ve azimle hayata devam etmekten başka ne yapılabilirdi? “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, her cismin yarısı toprağa zincirle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?” Ben yine “Bugün seni daha iyi anlıyorum” diyordum.
5
Kızılca Gün 1919… Saatte 20-25 kilometre yaparak, karlara ve çukurAma son günleri. Soğuk. Ama yalnız Ankara’yı değil, tüm Anadolu’yu ısıtacak Millî Mücadele’nin me- lara batıp çıkarak, zar zor bulunan tenekelerdeki benşalesi yanmaya hazır. Kimse tahmin bile edemiyordu zinle buraya kadar gelmiş. ama meşale, işgal ordularını fazla ısıtacaktı. Canlarını Ankara görür mü otomobillerin halini? İçinde rütbeyakacak, heveslerini kursaklarında bırakacaktı. lerini sökmüş ama gönüllerden zor sökülecek Mustafa Ankara, bir küçük bir yerdi. Milli Mücadele’nin Kemal vardır. Tellal Ali Dayı dünden beri gür sesiyle ilk protesto mitingi yapan, valisini İstanbul’a rağmen Paşa’nın geldiğini duyurmaktadır. değiştirip, kendi atayan küçük bir yer. Tiftik keçisinin Ankara’nın tekelinde olduğu yıllar, tarihte bir kez Bugün… daha gözde olduğu yıllardı. Tiftiğini ele kaptırmış, büyük darbe yemişti. Olsun! Ankara, binlerce yıllık Dikmen sırtlarında o coşkulu günü yansıtan güzel çok gün görmüş tarihini canlandırmakta, küllerinden bir heykeller grubu var. Dikmen Keklikpınarı’ndaki Atatürk Parkı’nda. Memleketimizin pek alışık olmadoğmaktadır artık. dığı türdedir. Parka yayılmış. 44 figürlü. Seğmen ağırDikmen sırtları, bir daha ne zaman görür bilmem, lıklı, genç-yaşlı, kadın-çocuk-erkek figürleri. Mustafa bir cümbüşe mekân olur ki, sormayın gitsin. Tarih Kemal ve arkadaşları karşılanan, Müftü Rıfat Hoca ve hakkını vermek için, o günü Kızılca Gün olarak kay- Vali Muavini Yahya Galip Bey karşılayanlar arasındedecektir. Kızılca Gün; Oğuz töresidir. Seğmen Ala- dadır. Atlılar, kağnı, hatta otomobil de vardır anıtta. yı düzülür. En zor zamanlara aittir. Devleti ve milleti Mutlaka gidin. Aralarında gezin. Soğuk 27 Aralık gübuhrandan kurtaracak bir lider seçilir… Ey Ankara, nünü hatırlayacaksınız ama içiniz ısınacak. büyüksün. Cihan Harbi’nin ocaklarını söndürüp, evlerini talan ettiği bir memleket şahlanmaktadır artık. 3 otomobil. Karpit fenerli, dolma lastikli, körükleri parçalanmış.
6
30 Ağustos Zaferi’ne giden günler ve sonrasında… Ankaralılar alır Dikmen sırtlarından, Ulus’taki Vali Konağı’na kadar görülmemiş bir cümbüşle getirirler konuklarını. Baş konuk, o günden sonra Ankaralı olacaktır. Sadece savaşmak veya memleketinin diğer yerlerini ziyaret için çıkacaktır. İşte o savaşlardan sonuncusu. Ayrılması gerekir yine Ankara’dan. Çankaya’daki henüz genişletilmemiş bağ evinin ikinci katındaki odasında, yatağında rahatsız uzanan Anacığının elini öper. Çay partisine gidiyorum diyerek izin ister. Anacığı çaya değil, savaşa gittiğini anlayacaktır elbet…
Bugün… O ev bugün Atatürk’ün en uzun yaşadığı ev olarak duruyor. Çankaya Başbakanlık Yeşleşkesi’nde. 5 numaralı kapıdan giriş yapılıyor. İçinde Atatürk’ün kullandığı tüm eşyalarıyla. Paha biçilmez bir müze olarak. 30 Ağustos zaferine giden Başkomutan’ın Anneciğinin elini öptüğü oda, yatak ve oturma grubuyla ikinci katta. Gidin. Çoluk-çocuk. Eş-dost... Güler yüzlü ve bilgili 3 rehberi var. Biri size yardımcı olacak. Yaşananlardan örneklerle sizi o günlere götürecek. İçinizi ısıtacak keyifli geziler dileklerimle Zafer Bayramızı kutluyorum.
Gel zaman, git zaman, Çankaya’daki bağ evi Cumhurbaşkanı’nın evi olarak küçük kalır. Büyütülür. Yine yetersizdir. Yenisini yapılacaktır. Atatürk, yenisini yapacak Mimar Holzmeister’ladır.
Necati Yalçın
“Profesör, bu evi yıkıp köşkü onun yerine mi yapalım?” “Aman Ekselans, siz yeni Türkiye’yi burada kurdunuz, bu bina bir abide olarak kalmalıdır.” “Öyle ise ne yapalım?” “Bu evin yanında güzel ve geniş bir arazi var, yeni köşkü orada yapalım, eskisi kalsın.” Yeni köşkün mimarının tavsiyesine uyan Atatürk, eskisinin kapısına kilidi vurur. Bırakır…
7
Türk Büyük Saldırısı 29 Ağustos 1922’yi 30 Ağustos’a bağlayan gece, Batı Cephesi Harekat Şubesi Müdürü Tevfik Bey, Karahisar’daki belediye binasında kendine ayrılan odada yatmakta olan Mustafa Kemal’i uyandırdı. Başkomutan, kendisine gösterilen haritaya bir göz attı ve hızla yataktan fırladı. Türk ordusundan kaçmakta olan Yunan ordusunun ana kütlesi, Dumlupınar bölgesinde, ilerleyen Türk birliklerince kuzeyden, güneyden, doğudan ve batıdan kuşatılmak üzereydi. Eğer kuşatma tamamlanabilir ve kesin bir vuruş yapılabilirse, Yunanlıların Anadolu’daki varlığı kesin olarak sonlandırılabilecekti. Mustafa Kemal’i ‘yataktan fırlatan’ şey, kuşkusuz yalnızca bir savaşın sıradan gelişimi değildi. 29 Ağustos’u 30’una bağlayan o gece haritalardan anlaşılan, iki yüz yıldır Türkiye’nin çevresini saran, gitgide daralan kuşatmanın en güçlü kolunun kırılacağıydı. Bu, Türkiye’nin
önünü bambaşka, yepyeni bir geleceğe açmak demekti. Mustafa Kemal’in tasarladığı bir geleceğe… Anadolu’daki Yunan ilerlemesi, Türkiye’yi baştan aşağı parçalayan ve sömürgeleştiren, Osmanlı yönetimini ise bir anlamda ülke içindeki Batı çıkarlarının jandarması durumuna getiren Sevr’in uygulanması için Batılı devletlerin biricik umuduydu. 1918’de başlayan emperyalist işgal, Osmanlı’nın bütün boyun eğişine karşın Anadolu içlerine uzanamamış; Türkler önce yerel çetelerle ve dağılmamakta direnen küçük askeri birliklerle yabancılara karşı koymuş, ardından tüm dünyanın gözleri önünde Ankara’da yeni bir devlet kurmuştu. smanlı İmparatorluğu, O İstanbul’a sıkışıp kalmış, varlığını sürdürmek için Batı’ya yaranmaya uğraşan bir hanedana indirgenmişti. Saltanatı ve hilafeti korumak için İngiltere’ye 15 yıllık işgal davetiyeleri sunuluyor, İngilizler, 8
‘Osmanlı hükümeti öyle çük, kedisinden, keçiİngiliz yanlısı ki, mah- sinden ve armudundan cup oluyoruz’ diyordu! başka şeyi olmayan kasaba bozması şehirde mec Ankara’da iki istencin, lis kuran, Anadolu’daki yani bağımsızlık ve öz- egemenliğini doğrudan gürlük isteyen bir ulusla, halk yönetimiyle sağulusal devrim isteyen bir layanlar kimdi böyle? önderin buluşması, Avrupa’nın paçalarını tutuş Koca bir dünya savaşıturmuştu. İki yüz yıldır nın ardından Türkiye’nin Batı’nın ağzına bakan, yalnız posası kalmış, sadrazamları elçilerin yoksulluk, ölüm ve hastakarşısında el pençe di- lık yaşamın gündelik bir van duran, göstermelik parçası olmuştu. ‘Üzerincentilmenliklerle aldatı- de güneş batmayan imlan Türkler neredeydi? paratorluk’, diğer büyük Kaç zamandır gözlerini devletleri de yanına alıp diktikleri, kendilerinin Boğaz’a donanmasını desaydıkları İstanbul’un mirlediğinde, yenilmiş bir Osmanlıları Sevr’i koşa ülkeye istediklerini yaptıkoşa imzalarken, bu kü- racağı inancındaydı. Öyle
ya, daha üç yıl önce bütün dünyayı siperlere döküp yine de kilidini kıramadıkları Çanakkale’den ellerini kollarını sallayarak geçmemişler miydi? Osmanlı’nın parası, silahı, komutanı, demiryolu, gemisi, topu mu vardı ki en ufak direniş göstersin?
Şimdi bu Türkler, yazgılarını ellerine almak için silaha sarılmıştı. Yalnız silaha değil, kaleme, bayrağa, telgraf maniplesine ve kürsüye sarılmıştı. Anadolu, yalnızca işgale karşı savaş sancağını açmıyordu; bunu ulusal bir meclisle yapıyor, yeni bir devlet kuruyor, İngiliz kuklası Yunan ordusuna lanet ettiği ölçüde İngiliz kuklası saltanata da lanet ediyordu. Bildirilerinde şunları söylüyorlardı:
ysa Türkler vardı. O Yoksuldular, yılgındılar, ümitsizdiler, çoğu kez umarsızdılar, kırılmışlar ve ölmüşlerdi, bilinçsizdiler, eğitimsizdiler, Osmanlı yüzyıllardır bir “Türkiye Büyük Millet kez sömürülüyorsa on- Meclisi hükümeti, ulusun lar iki kez sömürülmüş- yaşam ve bağımsızlığına lerdi, ama Türkler vardı. suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırılarına karşı savunma ve dış düşmanlarla işbirliği ederek ulusu aldatmaya ve karıştırmaya çalışan hainleri cezalandırmak için orduyu güçlendirmeyi ve onu ulus bağımsızlığının dayanağı bilmeyi görev sayar.”
9
u hainler, geçmişten B beri Türkleri ‘kavrayışsız, çirkin’ diye niteleyen kozmopolit Osmanlıların son temsilcilerinden başkası değildi. Büyük Millet Meclisi yalnız Batılılara karşı gelse bu denli zararlı olmayabilirdi. Osmanlı hanedanına karşı ulusal egemenlik sancağını açması da küçümsenebilirdi belki. Ama bu sözleri söyleyen Türkler, şu sözleri de söylüyordu: “Türkiye’nin bugünkü savaşımı yalnız kendi ad ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye çaba ve önemli bir uğraş harcıyor. Çünkü savunduğu dava, bütün ezilen ulusların, bütün Doğu’nun davasıdır ve bunu sonuçlandırıncaya kadar Türkiye, kendisiyle birlikte olan Doğu uluslarının, birlikte yürüyeceğinden emindir.”
e demekti bütün eziN len ulusların davasını savunmak? İngiliz imparatorluğu, Hindistan’da bir umut ışığına izin verebilir miydi? Afrika’da Batı karşıtı bir dalga kabul edilebilir miydi? Asya’nın Müslüman ülkelerinde dayanışma kıvılcımına göz yumulabilir miydi? u nedenle ne yaB pıp edip, Türkleri Ankara’dan sökmek ve bu yeni devleti doğduğu gibi boğmak gerekiyordu. Böylece hem Türkiye’deki çıkarlar, hem de bütün Asya’nın güvenliği sağlama alınabilirdi. ört yıllık büyük bir D savaştan çıkmış İngiltere’nin Anadolu’ya silahlı bir saldırıda bulunması olanaksızdı. Bunun için 29 tümenlik bir ordu gerekiyordu. Oysa İngiliz kamuoyu savaştan yılmış, Avrupa bitkinliğe yenik düşmüştü. Yenik devletlerin nasıl sömürüleceği tartışmaları bütün gündemi dolduruyordu.
unan ordusu, emperY yalizmin silahlı gücü olarak desteklendi, güçlendirildi ve Ankara hedefine doğru yönlendirildi. Megali Idea, büyük hedef, Anadolu’da İskender’in imparatorluğunu yeniden kurmaktı. 1921 yılında Yunan ordusu donatı ve asker gücü bakımından tarihinin en güçlü noktasına ulaştı. İngiliz seçkinleriyle Yunan iş adamlarının buluşmaları sıklaştı. Mustafa Kemal’in, bu büyük ordunun karşısında duramayacağına güven tamdı.
günlerde özellikle O meclisteki karşıtçıların isteği üzerine, Mustafa Kemal, ordunun başkomutanı olarak iki yıl önce ayrıldığı askerlik mesleğine geri döndü. Orduyu kilometrelerce doğuya çekti ve Sakarya Irmağı’nın doğusunda ırmağa koşut bir savunma oluşturdu. Bu, dünya savaşı sırasında Doğu Anadolu’da ve sonra Suriye’de yaptıklarından sonra üçüncü büyük stratejik geri çekilme hamlesiydi. Falih Rıfkı’nın dediği gibi, “Mustafa Kemal, her çeki Haksız da sayılmaz- lişte bir ordu kurtarırdı.” lardı. 1921 yılı yaz aylarında gerçekleşen büyük Ünlü ‘çizgi savunmaYunan saldırısı, Eskişe- sı yoktur, alan savunhir ve Kütahya’daki Türk ması vardır’ öğretisi, bu birliklerini dağıttı. Moral dönemde tüm birlikleüstünlüğü Yunanlılara re bildirildi. Büyük bir geçti, Meclis yasa bürün- seferberlikle tüm Türk dü, Kayseri’ye taşınma ulusundan donatı sağolasılığı kürsüye taşındı. landı, halkın mallarının önemli bir bölümü başkomutanlık emriyle orduya aktarıldı. Askerler toparlandı ve eğitildiler.
10
Türk ordusu Ankara’ya yaklaşırken, Yunan ordusu merkezinden uzaklaştırıldı, kapsaması gereken alan büyüdü, ikmal kolları uzadı ve saldırıya açık duruma getirildi. Bu koşullarda Sakarya Meydan Savaşı, 23 gün boyunca sürdü.
Büyük bir gizlilikle meclisten bile saklanan saldırı, 1922 yılının Ağustos ayına dek sarktı. Bu bir yıl içinde hazırlanan ordu, fırtına gibi esecekti. Gizlice Afyon güneyinde toplanan yaklaşık 100.000 kişilik ordudan Yunanlıların haberi bile olmadı.
büyük bir meydan savaşı olarak ilerleyen Büyük Saldırı, 29 Ağustos’u 30 Ağustos’a bağlayan gece, ikiye bölünen Yunan ordusunun asıl topluluğunu kuşatmaya dönüştü. Bu, öngörülen bir durumdu ve hemen Başkomutan’a haber verildi.
ürk ordusu alan savunT ması öğretisini sonuna dek uyguladı. Taktik önemi büyük olan Çaldağı için savaş, bütün çatışmanın önemli bir bölümünü oluşturdu. Yunanlılar bu önemli noktayı aldıkları koşulda Türk savunmasının yarılacağını düşünürken, Türkler birkaç yüz metre geri çekildi ve yeniden savunmaya başladı. Bütün gücünü Türk cephesini yarmaya harcayan ordu, cephe yarılmadığında sendeledi, savaşı sürdürecek gücü yitirdi. Yunan kolordu komutanları, “Eğer savaş sürerse, Başkomutan Ankara’ya tek başına girecektir,” diyordu. Böylece moral üstünlüğünü yitiren Yunanlılar, Sakarya’nın batısına atıldı ve cepheler yeniden kuruldu.
2 6 Ağustos 1922’de, Mustafa Kemal’in emriyle saat 5.30’da büyük saldırı başladı. Anadolu’nun tüm dünyayla bağlantısı kesilmişti. Türkler iki büyük ağırlık olarak Yunan savunmasına yüklendi. Eskişehir’in doğusundan oyalama saldırısı, Afyon’un güneyindense yarma saldırısı yapılıyordu. Hangisinin gerçek saldırı olduğu uzun süre Yunanlılarca anlaşılamadı.
ustafa Kemal, 30 M Ağustos gecesi uyandırılmasının ardından kuşatmayı kesinleştirecek emirleri verdi, Dumlupınar’da sıkıştırılan Yunan ordusu, yoğun top atışı ve süngü saldırılarıyla eritildi, parçalandı. Mustafa Kemal, doğrudan savaş alanından yönettiği çatışmada Yunanlıların son çırpınışları için, “Sanki mermilerinde öldürücü bir nitelik kalmamıştı,” diyecekti.
askın öğesini nereB deyse kusursuz işleten Türk ordusu, İngilizlerin “Türkler buraya 6 ayda giremez,” dediği Yunan savunmasını ikinci günde yardı ve Yunan ordusu bölünerek çekilmeye başladı. Sonraki günlerde
3 0 Ağustos’ta yok edilen Yunan ordusunun ‘kılıç artıkları’, İzmir’e doğru her yeri yakarak kaçmaya başladı. İlerleyen günlerde Yunan başkomutanı yakalandı ve tutsak alındı. Türk ordusu gürleyen, hızlı bir fırtına
Sakarya yengisi, Türk tarihinde bir dönüm noktası oldu. Hemen ardından, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal, ordu çapında bir seferberlik başlatarak büyük bir saldırıya hazırlanmaya koyuldu.
gibi Yunanlıları kovaladı ve 14 günde İzmir’e girdi. Piyadenin süvariyle aynı zamanda İzmir’e ulaşması, Türklerin işgali sonlandırmak için ne ölçüde coşkulu olduğunu gösterir. Büyük Türk saldırısı, yalnız Sevr’i yırtıp atmakla kalmadı, Osmanlı hanedanını da işlevsiz bir kalıntıya dönüştürdü. Padişah bir İngiliz zırhlısıyla yurttan kaçtı. Türk yengisi, Asya’daki Yunan düşlerinin, Anadolu’daki emperyalist amaçların sonu oldu. Batılıların korktuğu üzere Asya’da büyük bir gümbürtü kopardı, Sibirya’dan Afrika’nın en güneyine, Hindistan’dan Tokyo’ya dek geniş bir coğrafyada yankılandı. ‘Ulusal kurtuluş savaşları çağının’ haberciliğini üstlendi. Türkler, bu yengiyi büyük bir devrimle taçlandırdılar ve Anadolu’da özgür, bağımsız, uygar, halk egemenliğine dayalı bir ulus devlet kurdular. Bu devlet, bağımsızlık savaşının ilkelerini barış dönemine ve çağdaş bir topluma taşıdı. Can Güçlü
11
Ya y Bu Ta s
arı
ına
Sa
m
Ec
eG
aE
me
Ef Şu e Di Ne le T nler ca üzü ti Y l alç ın
üls
Diz
ay
ın
zır
lay
Ca Eg n G e G üçl üç ü lü
yıd
ve
Ha
gi
ği
Ge
çe
an
lar
nle
r
KAVAKLIDEREM Kavaklıdere Dayanışma ve Güzelleştirme Derneği
Güniz Sok. 12/4 Kavaklıdere/Ankara 0312 426 0206 0538 270 2304 destek@kavaliderem.org.tr
12
destek@kavakliderem.org.tr