MART 2015 / Sayı: 1
34
OSCAR ÖDÜLLERİ HAKKINDA BİLMEDİKLERİNİZ
54
DİĞER KARADENİZ: BATUM
42
KADIKÖY’ÜN BOĞASININ 150 YILI
EDiTO İLK MERHABA
Erdem Yaşar
Bundan birkaç ay önce oturup konuştuğumuzda temellerini attığımız dergimizin ilk satırlarını yazmanın heyecanını yaşıyoruz. Tiyatrocuların deyimiyle iki kalas bir heves adım attığımız bu işte dergiyi hazırlama sürecinde yaşadığımız keyif ve heyecanı okurlara da yansıtabileceğimizi umduğumuz ilk sayı ile karşınızdayız. Ayrıca bu ilk sayıyı son 2 yıldır adından daha çok söz ettirmeye başlayan yeni jenerasyondan diyebileceğim çok değerli dostlarımla gerçekleştirmiş olmanın gururunu yaşıyoruz. Kültürün sanatın temellerinden yola çıktığımızı vurgulaması için seçtiğimiz latince “Cultura” kelimesine ufak bir yerelleştirme nüansı ekleyerek adını seçmiş olduğumuz dergimizde kültürün kelime anlamına uygun olarak sınırlarımızı geniş tutarak bizimle ortak zevkleri paylaşan herkesin içerisinde bir şeyler bulabileceği bir içerik hazırladık. Bu açıdan Kultura’nın ilerleyen dönemlerde bir jenerasyonun belirli bir kesiminin ortak paydalarını temsil eden bir dergi olacağı inancını da taşımaktayız. Bu kadar yeni nesil dedikten sonra dergiyi okumak isteyen herkese ulaştırabilmek gibi bir sorumluluğumuz olduğunu düşünerek dergimizi sadece dijital platformlarda yayınlama kararı aldık. Yakın zamanda farklı platformlarda daha fazla kişiye ulaşmayı hedeflediğimiz dergimiz internet erişimi olan herkesin bir tık uzağında ve ücretsiz olarak yayında olacak. Bütün bu süreçte içerik hazırlamaktan sayfa tasarımına kadar birçok noktada odak noktamızda yer alan siz değerli okurlarımızın da ilk sayımız ile ilgili bütün eleştiri ve önerilerini de duymanın bizim için son derece önemli olduğunu bilmenizi isteriz. Keyifli okumalar...
Genel Yayın Yönetmeni: Erdem Yaşar Yazı İşleri Müdürü: Özgür Aydoğan
Görsel Yönetmen: Gülay Sağ
Editör: Hakan Karakullukçu, Emir Bozkurt, Emin Eren, Gülşan Karademir
İletişim: info@kulturadergi.com bulten@kulturadergi.com
iÇiNDEKiLER MART 2015
34
OSCAR’IN PERDE ARKASI Sinema dünyasının en prestijli ödülü oscar, önümüzdeki ay 87. kez sahiplerini bulacak.
4
20
PİNTİ PANDA İLE GERÇEK ALEMDE
BOĞA’NIN 150 YILI
YouTube’da bulunan 100 bin abonesinin yanında her hafta Twitch üzerinden binlerce kişiye canlı yayın yapan Tuna Akşen ile oyunlar, internet yayıncılığı ve televizyon üzerine Kadıköy’deki Sarnıç Suits & Kitchen’da keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Kendisini buluşma noktası olarak kullandığımız, adres tariflerinde referans verdiğimiz, önünde fotoğraf çekildiğimiz Kadıköy’ün Dövüşen Boğa’sı tam 150 yıldır öfkeyle bizi izliyor.
13
44
20
54
HABERLER !F İSTANBUL’DAN TIM BURTON SÜRPRİZİ
HABERLER GAME OF THRONES 5. SEZONA HAZIRLANIYOR
HABERLER YIKILDIKTAN SONRA KÜLTÜREL MİRAS OLDU
KAPAK KONUSU PİNTİ PANTA İLE GERÇEK ALEMDE
10 11
HABERLER ALTIN KÜRE ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU
42
34
DOSYA KONUSU OSCAR’IN PERDE ARKASI
DOSYA KONUSU 2014 YILINDA KAYBETTİKLERİMİZ GEZİ BAMBAŞKA BİR KARADENİZ ŞEHRİ: BATUM
58
SİNEMA
KULTURA
3
!F İSTANBUL’DAN TIM BURTON SÜRPRİZİ 14. kez sinemaseverlere kapılarını açacak olan !f İstanbul, bu yıl açılış filmi olarak ünlü yönetmen Tim Burton’ın yeni filmi Büyük Gözler’i perdeye taşıyor. Her yıl merakla beklenen !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali bu yıl da birbirinden güzel yapımları izleyicilerle buluşturacak. Büyük buluşmadan gelen en önemli haber ise açılışın Tim Burton’ın yeni filmiyle yapılacak olması. Büyük Gözler (Big Eyes) adlı yeni Burton filminin hikayesi ise herkesin merakını cezbedecek cinsten. Film 50’li yıllarda geçiyor. Filmde eşinin çizdiği büyük gözlü kız tablolarının üzerine konan Walter ve tabloları çizen Margaret Keane çiftinden bahsediliyor. Tablolardan ciddi para kazanan çiftin üzerine kurulu hikayenin başrollerinde American Hustle’dan tanıdığımız Amy Adams ve Django Unchained’den akıllarımızda kalan Christopher Waltz yer alıyor. Film müziklerinde ise iki adet muhteşem Lana Del Rey şarkısı kulaklarımızın pasını silerken tabii ki yönetmen koltuğunda Tim Burton olduğunu bilmenin keyfi kalıyor seyircilere. Geçtiğimiz hafta Amerika’da vizyona giren film Türkiye’de ilk olarak !f İstanbul’da gösterilecek.
4
COACHELLA’DA YİNE YILDIZLAR GEÇİDİ VAR
RAMBO 5 Mİ ÇEKİLİYOR?
Her yıl merakla beklenen ve müzik dünyasının en önemli festivallerinden biri olmayı başarabilmiş Coachella bu yıl yine ünlü isimleri hayranlarıyla buluşturacak.
Sylvester Stallone’un en ünlü filmlerinden olan Rambo serisine bir yenisinin daha ekleneceği konuşulmaya başlandı.
Müzikseverlerin merakla beklediği ve her yıl California’da düzenlenen Coachella bu yıl kimlerin sahne alacağına dair programını yayınladı. Listedeki isimlerin hepsi birbirinden dikkat çekici. Festivalin ilk günü Rock dünyasının en önemli isimlerinden Ac/Dc sahne alacak. Yine ilk gün Tame Impala ve Interpol gibi ünlü gruplar sahnede olacak. İkinci gün ise Jack White ve Alt-J’i göreceğimiz sahnede daha birçok ünlü müzisyen yer alacak. Üçüncü günün en dikkat çeken isimleri ise Drake, Florence + The Machine, Ryan Adams ve David Guetta. Tabii ki bu gruplarla birlikte birçok ünlü müzisyen de sahneyi paylaşacak, hayranlarıyla buluşacaklar. 2001 yılından beri süren ve bu yıl 15. yapılacak festival 10-12 ve 17-19 Nisan tarihlerinde iki hafta sonu boyunca gerçekleşecek.
Sylvester Stallone adı duyulduğunda akla gelen John Rambo karakteri Stallone’un sinema hayatı için şüphesiz en önemli yapıtaşlarından. Aksiyon sahneleriyle dolu ve yürekleri ağza getiren Rambo filmleri izleyenleri her dönem ekran başına kilitlemişti. Beşinci filmde 68 yaşındaki aktörün aksiyon sahnelerinde yer almasının oldukça zorlayacı olacağını düşünmekten kendimizi alamıyoruz. 2016’da vizyona gireceği konuşulan ve Rambo V: The Savage Hunt adı verileceği söylenen filmde bu kez Rambo’nun geçmişine yolculuk yapacağını askerleri denek olarak kullanan ve vahşi bir ölüm makinası haline getiren deney laboratuvarlarına karşı mücadelesini izleyeceğiz. Filmle ilgili pek fazla açıklama yapmayan yapımcı firma Nu İmage/Millennium Films, Rambo sevenleri meraklandırmaya devam edecek mi, yoksa filmden başka detaylar aktaracak mı bilmiyoruz.
KULTURA
NICK CAVE İMZALI KAYKAYLAR Müzik dünyasının en özel isimlerinden Nick Cave artık kaykaylarıyla da anılıyor.
THOM YORKE YİNE TEK BAŞINA 2014 yılının Eylül ayında albüm çalışmalarına başladıklarını söyleyen ancak bir türlü albüm çıkarmayan Radiohead’e rağmen Thom Yorke bir single daha yaptı. 2014 sonundan beri beklenen Radiohead albümünün çıkmayışıyla birlikte üzülen Radiohead hayranlarını geçtiğimiz aylarda Thom Yorke ikinci single albümü olan Tomorrow’s Modern Boxes ile mutlu etmişti. The King of Limbs albümünden sonra birbirinden iyice kopan ve farklı farklı işlerle uğraşmaya başlayan Radiohead üyelerinin bir daha bir araya geleceğini düşünmezken yeni bir albüm yapmaya karar verdiklerini açıklamalarıyla 2014 sonunu albüm bekleyerek geçirmiştik. Ancak bir türlü Radiohead albümü haberi gelmemişti. Bu sırada Thom Yorke da Bittorrent üzerinden Tomorrow’s Modern Boxes’ı yayınlamış, hayranlarını sevindirmişti. Geçtiğimiz günlerde de yine Bittorrent üzerinden You Wouldn’t Like Me When I’m Angry isimli şarkıyı sevenleriyle buluşturdu. Ardından bir de Tomorrow Modern Boxes albümünden A Brain In a Bottle adlı şarkıya çektiği klibi yayınlayan ünlü sanatçının bu albümden 20 milyon dolar kazandığı iddia ediliyor.
Müzisyenliği, yazarlığı hatta senaristliği ile değişik işlere imza atan Nick Cave şimdi de ünlü kaykay markası Fast Times ile bir araya geldi. Nick Cave’in şarkı sözlerinin yer aldığı kaykayda Chuck Sperry’nin çizimleri kullanıldı. Nick Cave gibi kendisi de Avusturalya’lı olan kaykay firması Fast Times, yaptığı kaykaylarda Nick Cave’in şarkı sözlerinden faydalandı. San Francisco’lu sanatçı Chuck Sperry’nin çizimleriyle birlikte Nick Cave & The Bad Seeds’in Nature Boy adlı şarkısının sözlerini kaykayda bir araya getiren Fast Times, ürettiği kaykayı 120 dolardan satışa sundu. Durumla ilgili açıklama yapan Fast Times çalışanları, “Nick Cave mağazamızın son zamanlarda daimi ziyaretçilerindendi. Avusturalya müziğinin en önemli isimlerinden biriyle birlikte çalışmak bizim için gurur kaynağı oldu” şeklinde konuştu.
LANA DEL REY’DEN YENİ ALBÜM Ultraviolence ile büyük başarılar elde eden Lana Del Rey yeni albüm hazırlıklarına başladığını duyurdu.
Halihazırda üç stüdyo albümüne sahip olan ünlü şarkıcı Lana Del Rey dördüncü albümü için stüdyoya gireceğini açıkladı. Honeymoon adını verdiği albümünün 2015 yılında piyasaya çıkacağı ancak tam tarihin henüz kesin olmadığı söyleniyor. Albüm için dokuz şarkı yazdığını söyleyen Lana Del Rey, ayrıca bir de Nina Simone’dan kulaklarımızın aşina olduğu Don’t Let Me Be Misunderstood’u yeniden yorumlayacak. Albüm için birkaç şarkı daha yazmayı planladığını, şarkıların tamamı bittiğinde albümün piyasaya sürüleceğini söyleyen ünlü şarkıcının ayrıca Tim Burton’ın yeni filmi Big Eyes için iki soundtrack yaptığı biliniyor.
KULTURA
5
STAR WARS OYUNCULARI BELLİ OLDU Yılların efsanesi Star Wars’ın yeni filminde yer alacak oyuncular belli oldu.
2014’TE TORRENTTEN EN ÇOK HANGİ FİLMLER İNDİRİLDİ? 2014 yılı boyunca torrent üzerinden korsan olarak birçok film indirildi. En çok hangi filmin indirildiği ise merak konusu.
Bu yıl yedincisi çekileceği açıklanan Star Wars’ın altıcı filmde neredeyse herkes bittiğine kanaat getirmişti. Fakat yeni bir filmle döneceği ortaya çıkan ve seride ilk defa episode olarak değil de ismiyle anılacak olan Star Wars’ın yönetmen koltuğunda J.J. Abrams oturuyor. Filmde oynayacak oyunculardan ilk açıklanan Harrison Ford’un Han Solo’yu canlandıracağı oldu. Ardından cast listesi açıklandı ve listede yer alan isimler ise şöyle: Mark Hamill, Carrie Fisher, Daisy Ridley, John Boyega, Adam Driver, Oscar Isaac, Domhnall Gleeson, Andy Serkis, Peter Mayhew, Anthony Daniels, Kenny Baker, Lupita Nyong’o, Gwendoline Christie, Warwick Davis ve Max Von Sydow. Adı Star Wars: The Force Awakens olarak belirlenen ve çekimleri hala devam eden filmin senaryosu ise Lawrance Kasdan’a ait.
2014 yılını geride bıraktık. Aralık ayında ve ocak ayında da yılın enleri yayınlanmaya son sürat devam etti. Şimdi de yılın en çok indirilen filmleri açıklandı. Geçtiğimiz yılın en çok indirilen filmleri arasında Leonardo Di Caprio’nun başrolde olduğu The Wolf of Wall Street başta geliyor. Listenin geri kalanı ise şu şekilde: 1. The Wolf of Wall Street (30.035 milyon) 2. Frozen (29.919 milyon) 3. RoboCop (29.879 milyon) 4. Gravity (29.357 milyon) 5. The Hobbit: The Desolation of Smaug (27.627 milyon) 6. Thor: The Dark World (25.749 milyon) 7. Captain America: The Winter Soldier (25.628 milyon) 8. The Legend of Hercules (25.137 milyon) 9. X-Men: Days of Future Past (24.380 milyon) 10. 12 Years a Slave (23.653 milyon) 11. The Hunger Games: Catching Fire (23.543 milyon) 12. American Hustle (23.143 milyon) 13. 300: Rise of an Empire (23.096 milyon) 14. Transformers: Age of Extinction (21.65 milyon) 15. Godzilla (20.956 milyon) 16. Noah (20.334 milyon) 17. Divergent (20.312 milyon) 18. Edge of Tomorrow (20.299 milyon) 19. Captain Phillips (19.817 milyon) 20. Lone Survivor (19.130 milyon)
6
KULTURA
BUZDAN HEYKELDE DORUK NOKTASI: HARBIN ICE FESTIVAL
Bu yıl otuz birincisi yapılan ve buzdan heykellerle, kardan sanatlarla dolu Harbin International Ice and Snow Sculpture Festival Dünya’nın her yerinden sanatseverlerin ilgisini çekti. Dünyanın her yerinden heykeltıraşların katıldığı ve 1985’den beri her yıl düzenlenen festival, 5 Ocak’ta kapılarını açıyor ve Şubat sonuna kadar kapatmıyor. Yerel halkın da oldukça ilgi gösterdiği festival yarışmalara, karnavallara, kayak, buz hokeyi, yüzme, balık tutma resim ve fotoğraf sergilerine de ev sahipliği yapıyor. En önemli kültürel aktivitelerden birine dönüşen festivalin bu yılki teması ise Charming Chinese Dream. Çin’in kuzeydoğusunda bulunan Heilongjiang’da düzenlenen festivalde ortaya büyüleyici eserler çıkıyor. Dev buzdan otel çalışmaları, dev tren lokomotifleri, dev portreler ve daha birçok eser şubat sonuna kadar Çin’de ziyaretçileri bekliyor.
THE PRODIGY’DEN YENİ ALBÜM HABERİ Doksanların sevilen elektronik müzik gruplarından The Prodigy uzun bir aradan sonra yeni albüm yapacağını duyurdu. 2009 yılında piyasaya çıkan Invaders Must Die albümünden bu yana albüm girişimi olmayan The Prodigy resmi Instagram hesabından yeni bir albüm çıkaracağını duyurdu. Geçtiğimiz günlerde de albümden Nasty adlı parçayı paylaşan grup, albümün geleceği günün yakın olduğunu gösterdi. 30 Martta raflardaki yerini alacak olan albümün de ön siparişe açıldığı görüldü. Albümün adı ise The Day Is My Enemy olacak. Rave kitleleri tarafından Fatboy Slim, Crystal Method ve Chemical Brothers ile birlikte Big Four içerisinde sayılan The Prodigy’nin sevenleri albümü sabırsızlıkla beklemeye başladı.
TUMBLR’IN EN ÇOK PAYLAŞILAN ŞEHİRLERİ Büyük bir kullanıcı kitlesine sahip blog sitesi Tumblr 2014 yılının en çok paylaşılan şehirleri listesini açıkladı. Birçok kullanıcısı olan, ilk kurulduğu zamanlarda çok fazla tutulmayan ancak blogger arayüzüne göre daha kolay olması ve görselliği nedeniyle şimdilerde bir kültür haline gelen Tumblr, 2014 yılının en çok paylaşılanları listesi ni yayınlamıştı. Bu liste hayli uzunken bir de buna 2014 yılında en çok paylaşılan şehirleri ekledi. Blog sitelerinin en güçlülerinden olan Tumblr’ın hazırladığı listede ilk sırayı New York aldı. Ardından gelen Paris ise ancak ikinci olabildi. İlginç listenin tamamı ise şu şekilde: New York Paris Londra Los Angeles Chicago
Tokyo Praia San Francisco Toronto Hong Kong
GQ GERGİSİ 2014 YILININ EN STİL SAHİBİ ERKEĞİNİ SEÇTİ Amerika’da ve 18 ülkede yayınlanan dünyanın en ünlü erkek dergilerinden GQ yılın en stil erkeğini seçti. Modadan tarza, kültürden yiyeceğe erkeklerin akıl danıştığı dergilerden olan GQ dergisi de yılın enleri akımına dahil olarak yılın en stil sahibi erkeğini seçti. Derginin açıkladığı isim ise Kanye West oldu. Yakın zamanda Grammy ödülü de alan West’in marka giyinme tutkusu ve tarzına özen göstermesi de GQ’nun dikkatinden kaçmadı. 2009 yılında kendi moda markasını çıkarmayı planlayan West’in, bu planının ertelenmesi ve bu yıl bunu gerçekleştirecek olması da ünlü şarkıcının modayla ne kadar ilgili olduğunu gösteriyor.
Kanye West
KULTURA
7
LEICA’DAN 100. YIL SERGİSİ Fotoğrafçıların en eski dostlarından biri olan Leica 100. yılını kutlamak için bir sergi düzenledi. Oskar Barnack’ın icat ettiği fotoğraf makinesi 100. yılını doldurdu. Leica da 100. yılın şerefine önce 35 kült fotoğraftan oluşan bir video hazırladı. Ardından da Leica Müzesi’nde bir sergi düzenledi. Ünlü fotoğrafçıların Leica ile ilişkilendirildikleri fotoğrafları sergiye alan Leica aynı zamanda çok ünlü fotoğraflara da yer veriyor. Tabii tahmin edilebileceği gibi sergideki tüm fotoğraflar Leica ile çekilmiş. Ünlü Kızıl Ordu’nun zaferini sembolize eden bayraklı fotoğraftan Che Guevara portresine, James Dean’den İspanya İç Savaşı’na kadar birçok önemli fotoğrafa ev sahipliği yapan sergi fotoğraf meraklılarının büyük ilgisini cezbetti.
U2 HAYRANLARINA KÖTÜ HABER U2’nun solisti Bono geçtiğimiz kasım ayında geçirdiği bisiklet kazası sonucu kolunu kırdı ve bir daha gitar çalamayabileceğini açıkladı. 2015 turnesi öncesinde bisiklet kazası yaşayan ve korkunç kaza olarak tanımladığı olayda el tarak kemiğini, kürek kemiğini ve göz çukurunu çatlatan Bono aynı zamanda kolunu da kırmıştı. Tedavi sürecinin ardından yaptığı açıklamada bir daha hiç gitar çalamayabileceğini, turne öncesi iyileşmeye çalıştığını söyleyen ünlü solist 2015 yılının ilk yarısındaki tüm etkinlikleri iptal ettiklerini sevenleriyle paylaştı. İyileşme sürecinin oldukça zor geçtiğini de ekleyen Bono, zamanını şarkılar mırıldanarak geçireceğini söyledi.
8
KULTURA
OSCAR’DAN NEIL PATRICK HARRIS’Lİ VİDEO Sinema dünyasının en saygın ödülü olan Oscar Ödül Töreni’ne dair ilk reklam videosu yayınlandı. Oscar Ödül Töreni’nin ilk reklam videosu geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Videoda bu yıl Oscar’ı sunacağını anladığımız Neil Patrick Harris yer aldı. 22 Şubat 2015’te yapılacak olan törenle ilgili yayınlanan kısa videoda Neil Patrick Harris izleyenleri güldürmeyi başardı. “Bu yeni yılda sevdiklerinize geleneksel bir hediye almayın, Oscar Ödül Töreni’ni benim sunacağımı söyleyin” diyen Harris, How I Met Your Mother’daki başarılı oyunculuğunun ardından yine güldüren bir dönüş yaptı. Geçtiğimiz aylarda uzun zamandır birlikte olduğu David Burtka ile evlenen Harris, daha önce de Tony ve Emmy Ödül Törenleri’ni sunmuştu.
DİRENÇİZGİROMAN RAFLARDA Gezi Direnişi hakkında bir çizgi roman projesi olan Dirençizgiroman sonunda raflardaki yerini aldı. Sydney’de yaşayan Can Yalçınkaya’nın başlattığı ve yaklaşık bir buçuk senedir üzerinde çalışılan DirenÇizgiRoman artık kitapçılarda. Yalçınkaya’nın projesi için hazırladığı Kickstarter sayfası ile toplanan bağışlar da çizgi romanın çıkması için etkili oldu. Gezi direnişini ve daha başka birçok olayı anlatan çizgi roman Alp adında bir gencin Gezi Parkı Direnişi’ne gelmesi üzerine gelişen olayları anlatıyor. Anlattıklarının ve anlatacaklarının sadece Gezi Direnişi’yle sınırlı kalmayacağını çizgi romanın çıkış sürecinde daha birçok olay gerçekleştiğini, muhalif bir tavır sergileyeceklerini açıklayan 30 kişilik ekip, “Umarız biz daha çok anlatırız, siz de bizimle olursunuz” şeklinde okuyucularına seslendi.
MİLLİ KÜTÜPHANE İNTERNETTE Yıllardır yayınlanan ve Milli Kütüphane arşivinde bulunan yazılar, makaleler artık internet ortamında araştırmacıların hizmetinde. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana yazılan makaleleri Kültür ve Turizm bakanlığı internet ortamına aktardı. İnternet ortamında bilgilerin daha kolay ulaşılabilir hale geldiğini ve milli hafızanın daha etkili bir yolla halka sunulduğunu belirten Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik “Cehalete ve karanlığa karşı aralıksız çalışan araştırmacı ile akademisyenlerin önünü açmak için akılcı ve sağlam adımlarla ilerliyoruz” dedi. Bakanlığın yaptığı bu çalışma ile artık tüm makalelere tek tıkla, aynı arayüz üzerinden ulaşılabilecek.
FAZIL SAY’DAN 40. YIL PARTİSİ Piyano başındaki 40. yılını kutlayan Fazıl Say, İKSV’de yaklaşık 100 sanatçının katıldığı bir parti verdi. 40 yıl önce bu zamanlarda sanata yeteneğinin keşfedilmesi sebebiyle henüz beş yaşındayken Mithat Ferman’ın öğrencisi olmuştu Fazıl Say. O günlere ithafen yapılan partide Fazıl Say’ın başarılı sanat hayatına dair belgeseller izlendi, sahneye Say çıktı ve “CD’den çalmak yerine kendimiz müzik yapalım istedik” dedi. Ardından Serenad Bağcan ile İlk Şarkılar albümünden üç şarkı seslendirildi. Say yeni albümünün tamamlanmasından sonra albümde yer alan parçaları da ilk defa partide arkadaşlarına dinletti. Ardından üzerinde Fazıl Say’ın resmi olan bir pasta kesildi.
KULTURA
9
YIKILDIKTAN SONRA KÜLTÜREL MİRAS OLDU 100 yıllık tarihi olan Emek Sineması 2013’de yıkılmasının ardından şimdi kültürel miras kabul ediliyor.
KÜÇÜK PRENS’İ MİRGÜN CABAS SESLENDİRİYOR Can Yayınları ve Seslenen Kitap’ın yaptığı iş birliği sonucu seslendirilen kitaplardan biri de Küçük Prens oldu. En çok okunan hikayelerden biri olan Küçük Prens, Türkiye’de ilk olarak Tomris Uyar ve Cemal Süreya’nın çevirisiyle 1981 yılında yayımlanmıştı. Seslenen Kitap adlı projeyle kitapları sesli kitap haline getirmeyi amaçlayan çalışma sonucunda Can Yayınlarından çıkan Tomris Uyar ve Cemal Süreya çevirisi Küçük Prens’i seslendiren isim de Mirgün Cabas oldu. Seslenen kitap adı proje ile Nebil Özgentürk ve Murat Menteş gibi isimler kitaplar seslendirmişlerdi. Küçük Prens ise Seslenen Kitap kütüphanesinin şimdilik son üyesi oldu. Aynı zamanda Küçük Prens’in çekilmekte olan filminin de 7 Ekim’de vizyona gireceği konuşuluyor.
Hukuki süreç devam ederken Kamer İnşaat tarafından yerine AVM yapılmak amacıyla yıkılan Emek Sineması için yargıdan geç de olsa karar geldi. Mahkeme, Emek Sineması’nın ve bu gibi yapıların yıkılmasının Türkiye’deki kültürel miras sayılabilecek yapılar adına telafisi güç zararlara neden olabileceği için yürütmeyi durdurma kararı aldı. Kamer İnşaat’ın şu anda AVM inşaatına devam etmesinin suç olduğunu belirten Mimarlar Odası Avukatı Can Atalay, “Artık kesin sonucu bekliyoruz” şeklinde konuştu. Ayrıca olayla ilgili olarak aralarında Beyoğlu Belediye Başkanı’nın da bulunduğu dört kişi için soruşturma başlatıldı.
DJ HODOR Game Of Thrones’dan Hodor olarak tanıdığımız Kristian Nairn Aralık ayında İstanbul’da konser verdi. Game of Thrones’un yıldızı Hodor olarak bilinen Kristian Nairn Aralık ayının ve aynı zamanda yılın son hafta sonunda İstanbul Blue Night kapsamında Garajistanbul’da konser verdi. Türkiye’deki ilk konserini veren Dj Kristian Nairn, 27 Aralık’da Rave of Thrones etkinliğinde sahne aldı. Elektronik müzik tutkunlarıyla birlikte Game of Thrones hayranları da konsere akın etti. Büyük ilgi gören dj konser sonrasında Türkiye’yi çok sevdiğini de belirtti. Dizinin koca yürekli devini oynayan ve büyük ilgi gören Nairn yaptığı müzikle de adeta “Dizide kulüp olsa ne çalardı?” sorusunun cevabını verdi. Kostümle katılmanın serbest olduğu etkinlikte dinleyiciler Hodor Müziği’nin keyfini çıkardı.
10
KULTURA
ALTIN KÜRE ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU
Sinema dünyasının en prestijli ödülleri olarak gösterilen Oscar’ın habercisi olarak da adlandırılan Golden Globe (Altın Küre) Ödülleri California’ta düzenlenen törenle bu sene de sahiplerine kavuştu. 72. Altın Küre Ödülleri California Beverly Hills’de düzenlenen görkemli törenle sahiplerine kavuştu. 11 Ocak 2015’de yapılan töreni NBC kanalı canlı olarak yayınladı. Aynı zamanda töreni Amy Poehler ve Tina Fey sundu. Önceki iki yılda da yine Poehler ve Fey ikilisi törenin sunuculuğunu yapmıştı. 1944 yılından beri her yıl yapılan törenle sahiplerini bulan Altın Küre Ödülleri, filmler ve televizyon dizilerine veriliyor. Her yıl Oscar’dan sonra en çok izlenen ödül töreni olan Altın Küre ödül töreninde alınan ödül; filmler, diziler, aktörler, aktrisler ve yönetmenler için referans kabul ediliyorlar. Önemli bir elemeden geçtikten sonra sahiplerini bulan ödülleri kazananların belirlenme aşamasında ise 93 kişiden oluşan bir jüri bulunuyor.
SİNEMA
En İyi Film (Drama): Boyhood En İyi Film (Müzikal veya Komedi): The Grand Budapest Hotel En İyi Erkek Oyuncu (Drama): Eddie Redmayne, The Theory Of Everything En İyi Erkek Oyuncu (Müzikal veya Komedi): Michael Keaton, Birdman En İyi Kadın Oyuncu (Drama): Julianne Moore, Still Alice En İyi Kadın Oyuncu (Müzikal veya Komedi): Amy Adams, Big Eyes
En İyi Yönetmen: Richard Linklater, Boyhood En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: JK Simmons, Whiplash En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Patricia Arquette, Boyhood En İyi Yabancı Film: Leviathan
TELEVİZYON
En İyi Drama Serisi: The Affair En İyi Erkek Oyuncu (Drama): Kevin Spacey, House Of Cards En İyi Kadın Oyuncu (Drama): Ruth Wilson, The Affair En İyi Komedi Dizisi: Transparent En İyi Erkek Oyuncu (Komedi): Jeffrey Tambor, Transparent En İyi Kadın Oyuncu (Komedi): Gina Rodriguez, Jane the Virgin En İyi Televizyon Filmi veya Mini Seri: Fargo En İyi Erkek Oyuncu (TV Filmi veya Miniseri): Billy Bob Thornton, Fargo En İyi Kadın Oyuncu (TV Filmi veya Miniseri): Maggie Gyllenhaal, The Honourable Woman En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (TV Filmi veya Miniseri): Matt Bomer, The Normal Heart En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (TV Filmi veya Miniseri): Joanne Froggatt, Downton Abbey
KULTURA
11
YILIN EN ÇOK KAZANANLARI BELLİ OLDU 2014 yılında en çok kazanan filmler, oyuncular ve müzisyenler de belli oldu. 2014’ün sona ermesiyle yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan “Yılın Enleri” listelerine yenileri eklenmeye devam ediyor. Bunlardan bazıları ise en çok kazanan filmleri, oyuncuları ve yılın en çok kazanan müzisyenleri. Yılın en çok kazanan filmi 333,145 milyon dolar ile Guardians of the Galaxy. James Gunn’ın yönetmen koltuğunda oturduğu film 40 milyonun üzerinde bilet satmayı başarabilmiş durumda. Yılın en çok kazanan oyuncusu ise 75 milyon
dolar ile Robert Downey Jr. oluyor. Son olarak David Dobkin’in yönettiği The Judge adlı filmde rol alan ünlü oyuncunun kazancının sebebini Marvel filmlerindeki başarısına bağlayanların sayısı hayli fazla. Müzik dünyasında yılın en çok kazananı ise prodüktörlüğü ve kendine ait firmasıyla bilinen Dr. Dre. 2014’teki 620 milyon dolarlık kazancının ise markasını Apple’a satmasından kaynaklandığı söyleniyor.
En Çok Kazanan Oyuncular Robert Downey Jr. (75,000,000$) Dwayne Johnson (52,000,000$) Bradley Cooper (46,000,000$) Leonardo DiCaprio (39,000,000$) Chris Hemsworth (37,000,000$) Liam Neeson (36,000,000$) Ben Affleck (35,000,000$) Christian Bale (35,000,000$) Will Smith (32,000,000$) Mark Wahlberg (32,000,000$)
En Çok Kazanan Filmler
Guardians of the Galaxy (332,862,030$) The Hunger Games: Mockingjay Part 1 (316,174,548$) Captain America: The Winter Soldier (259,746,958$) The Lego Movie (257,784,718$) Transformers: Age of Extinction (245,439,076$) Maleficent (241,407,328$) X-Men: Days of Future Past (233,921,534$) Dawn of the Planet of the Apes (208,545,589$) Big Hero 6 (206,452,220$) The Amazing Spider-Man 2 (202,853,933$)
12
KULTURA
En Çok Kazanan Müzisyenler
Dr. Dre (620,000,000$) Beyonce (115,000,000$) The Eagles (100,000,000$) Bon Jovi (82,000,000$) Bruce Springsteen (81,000,000$) Justin Bieber (80,000,000$) One Direction (75,000,000$) Paul McCartney (71,000,000$) Calvin Harris (66,000,000$) Toby Keith (65,000,000$)
MŞŞ’DEN YENİ KİTAP Kargo grubunun bas gitaristi ve söz yazarı olarak bilinen ayrıca yeraltı edebiyatının önemli isimlerinden Mehmet Şenol Şişli, nam-ı diğer MŞŞ yeni bir kitap çıkardı. Günümüzün hem yazan hem söyleyen isimlerinden biri olan ve daha çok Kadıköy Kültürü ve Kargo Grubu ile anılan Mehmet Şenol Şişli “Masa Tenisçisinin Güncesi ve Savaşın Yolu” adlı yeni bir esere imza attı. Kitapla ilgili 2010 yılında tekrar masa tenisi oynamaya başlamasıyla tuttuğu notların sonunda Gezi Direnişi ile bittiğini söyleyen MŞŞ, 2015 sonbaharında da meşhur şarkısı Bad’lik Amiri’nin çizgi roman olarak Esen Kitap etiketiyle yayınlanacağı haberini de verdi. Kesmeşeker ile konserlerin ve çalışmaların devam ettiğini de ekleyen ünlü müzisyen, Mavi Sakal’ın tekrar toplanmasının da kendisine güç kattığını dile getirdi.
MARK ZUCKERBERG’İN ÖNERDİĞİ KİTAP TÜKENDİ Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’in önerdiği Moisés Naím kitabı 24 saat içerisinde tükendi.
GAME OF THRONES 5. SEZONA HAZIRLANIYOR İzlenme rekorları kıran ünlü dizi Game of Thrones’un yeni sezonu sevenleri tarafından merakla bekleniyor. Dünyanın her yerinden izleyiciye sahip olan ve izlenme rekorları kıran Game of Thrones 4. Sezonda merak uyandıracak bir şekilde final yapmıştı. Yeni sezonda neler olacağına dair ipuçları görmek isteyen izleyicilerine yalnızca 5-15 saniye arasında değişen kısa fragmanlar sunan dizi merakları gidermemek için elinden geleni yapmaya devam ediyor. 12 Nisan’da başlayacağı söylenen yeni sezonda yeni oyuncuların da diziye katılacağı konuşulmaya başlandı. Sevenlerinin diziden şu sıralar beklediği tek şey ise böyle bilgilerden ziyade uzun ve doyurucu bir fragman.
Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, geçtiğimiz günlerde Facebook üzerinde bir kitap kulübü kurdu. Kendisinin bu yılki hedeflerinden birinin iki haftada bir kitap bitirmek olduğunu söyleyen Zuckerberg, online kitap kulübünde önerdiği kitabın da 24 saat içerisinde tükenmesine neden oldu. Kurduğu online kitap kulübüne A Year of Books adını veren Zuckerberg kısa süre içerisinde 71 binin üzerinde grup üyesine ulaştı. Ardından kitap kulübünde Moisés Naím’in The End of Power adlı kitabını öneren Zuckerberg, takipçilerinin kitaba akın etmesine sebep oldu. 24 saat içerisinde Amazon.com dahil her yerde tükenen kitap, bulunamaz hale geldi.
KULTURA
13
2015 OSCAR ADAYLARI AÇIKLANDI Sinema dünyasının en önemli ödülleri kabul edilen Oscar Ödülleri’nin adayları açıklandı.
Sinema Dünyası’nın en prestijli ödülleri olan Oscar Ödülleri bu yıl 87. kez verilecek. 2015 Oscar Ödülleri her zamanki gibi yine Kodak Tiyatrosu’nda düzenlenen törenle sahiplerini bulacak. 22 Şubat 2015’de yapılacak töreni ise How I Met Your Mother’dan tanıdığımız, Tony Tiyatro ve Emmy Televizyon Ödülü Törenleri’ni sunan Neil Patrick Harris sunacak. 2015’de Oscar almaya aday olabilen filmler konusunda ise bazı şaşırtıcı gelişmeler var. Birdman ve The Grand Budapest Hotel dokuzar adaylıkla adaylar listesine girmeyi başardı. Bu iki filmin ardından ise sekiz adaylıkla The Imitation Game geliyor. Ancak birçok dalda aday olması beklenen filmlerden David Fincher yapımı Gone Girl yalnızca En İyi Kadın Oyuncu kategorisinde aday olabildi. Şaşırtıcı bir diğer gelişme ise yılın en iyi yapımlarından biri olarak gösterilen The LEGO Movie’nin animasyon kategorisinde aday olamaması oldu. En İyi Film American Sniper Birdman Boyhood The Grand Budapest Hotel The Imitation Game Selma The Theory of Everything Whiplash En İyi Yönetmen Alejandro G. Inarritu (Birdman) Richard Linklater (Boyhood)
14
KULTURA
Bennett Miller (Foxcatcher) Wes Anderson The Grand Budapest Hotel) Morten Tyldum (The Imitation Game) En İyi Erkek Oyuncu Michael Keaton, (Birdman) Eddie Redmayne, (The Theory of Everything) Benedict Cumberbatch, (The Imitation Game) Steve Carell, (Foxcatcher) Bradley Cooper, (American Sniper)
En İyi Kadın Oyuncu Julianne Moore, (Still Alice) Felicity Jones, (The Theory of Everything) Rosamund Pike, (Gone Girl) Reese Witherspoon, (Wild) Marion Cotillard, (Two Days One Night) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu J.K. Simmons, (Whiplash) Edward Norton, (Birdman) Ethan Hawke, (Boyhood) Mark Ruffalo, (Foxcatcher) Robert Duvall, (The Judge) En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Patricia Arquette, (Boyhood) Emma Stone, (Birdman)
Julianne Moore Keira Knightley, (The Imitation Game) Meryl Streep, (Into the Woods) Laura Dern, (Wild) En İyi Özgün Senaryo Birdman Boyhood Foxcatcher The Grand Budapest Hotel Nightcrawler En İyi Uyarlama Senaryo American Sniper The Imitation Game Inherent Vice The Theory of Everything Whiplash Yabancı Dilde En İyi Film Ida Leviathan Tangerines Timbuktu Wild Tales En İyi Animasyon Big Hero 6 The Boxtrolls How to Train Your Dragon 2 Song of the Sea The Tale of the Princess Kaguya
En İyi Belgesel Citizenfour Finding Vivian Maier Last Days in Vietnam The Salt of the Earth Virunga
En İyi Ses Miksajı American Sniper Birdman Interstellar Unbroken Whiplash
En İyi Görüntü Yönetimi Birdman The Grand Budapest Hotel Ida Mr. Turner Unbroken
En İyi Ses Kurgusu American Sniper Birdman The Hobbit: The Battle of the Five Armies Interstellar Unbroken
En İyi Prodüksiyon Tasarımı The Grand Budapest Hotel The Imitation Game Interstellar Into the Woods Mr. Turner En İyi Kostüm Tasarımı The Grand Budapest Hotel Inherent Vice Into the Woods Maleficent Mr. Turner En İyi Kurgu American Sniper Boyhood The Grand Budapest Hotel The Imitation Game Whiplash En İyi Makyaj ve Saç Foxcatcher The Grand Budapest Hotel Guardians of the Galaxy En İyi Özgün Müzik The Grand Budapest Hotel The Imitation Game Interstellar Mr. Turner The Theory of Everything En İyi Özgün Şarkı Everything is Awesome (The Lego Movie) Glory (Selma) Greatful (Beyond the Lights) I’m not Gonna Miss You (Glen Campbell… I’ll Be Me) Lost Stars (Begin Again)
En İyi Görsel Efekt Captain America: The Winter Soldier Dawn of the Planet of the Apes Guardians of the Galaxy Interstellar X-Men: Days of the Future Past En İyi Kısa Film Aya Boogaloo and Graham Butter Lamp Parvaneh The Phone Call En İyi Animasyon (Kısa Film) The Bigger Picture The Dam Keeper Feast Me and My Moulton A Single Life En İyi Belgesel (Kısa Film) Crisis Hotline: Veterans Press 1 Joanna Our Curse The Reaper White Earth
GRAMMY ÖDÜLLERi SAHiPLERiNi BULDU
1957’den bu yana gerçekleştirilen ve Amerikan müzik endüstrisinde büyük bir öneme sahip Grammy Ödülleri yine birbirinden ünlü isimleri sahneye taşıdı... Geceye damga vuran isim ise şüphesiz Sam Smith oldu. 57 yıllık efsaneleşen Grammy Ödül Töreni bu yıl da büyük bir organizasyonla gerçekleştirildi. Amerikan müzik endüstrisinde büyük bir öneme sahip Grammy Ödülleri, 1957’den bu yana gerçekleştiriliyor. Grammy Ödülleri 108’den farklı kategoriyi ve 30 farklı müzik türünü kapsıyor. Bu yıl 57’incisi Los Angeles’taki Staples Center’da düzenlenen Grammy Ödülleri’nde yine birbirinden ünlü isimler sahne aldı. Beyonce, Usher, Sam Smith, Beck, Madonna, Gwen Stefani, AC/DC, Hozier, Ed Sheeran gibi 34 ünlü isim ve grup performans sergiledi. Sunucular arasında Taylor Swift, Miley Cyrus, Barry Gibb, Jemie Foxx, Keith Urban ve Enrique Iglesias gibi 23 isim vardı. ABD Başkanı Barack Obama’da törene bir video mesajı gönderdi. Bu videoda aile içi şiddete dikkat çekerek sanatçılardan bu konuyla mücadelede duyarlılık oluşturulması için desteklerini esirgememelerini istedi. Geceye damga vuran isim ise şüphesiz Sam Smith’ti. Altı dalda aday gösterilen Sam Smith, “Yılın Kaydı”, “Yılın Şarkısı”, “En İyi P o p Vokal A l -
Sam Smith
bümü” ve “En İyi Sanatçı” kategorilerinde dört ödülle geceyi bitirdi. 23 yaşındaki genç İngiliz şarkıcısı Sam Smith, ödül konuşmasında eski aşkına seslenerek “Kalbimi kırdığın için çok teşekkür ederim, çünkü bana dört Grammy getirdin.” dedi. Sam Smith Ekim 2012’de Disclosure’un “Latch” şarkısı ile ünlenmiş, Naughty Boy’un “La La La” şarkısı ile de Mayıs 2013’te ilk kez İngiltere’de bir numara olmuştu. Smith 2014 BRIT Ödülleri’nde Critics’ Choice ödülünü kazanmış ve BBC’nin Sound Of 2014 anketinde ise birinci olmuştu. Pharrel Williams, Rosanne Cash ve Beyonce da geceyi üç ödülle bitiren isimler oldu. Pharrel Williams, dünyada büyük yankı uyandıran “Happy” şarkısıyla “En İyi Müzik Videosu”, “En İyi Pop Solo Performansı” ödülünü alırken “Girl” albümüyle de “En İyi Çağdaş Albüm” ödülüyle geceye veda etti. Beyonce ise Jay Z ile düeti “Drunk İn Love” ile “En İyi R&B Performansı”, “En İyi R&B Şarkısı” ödüllerine layık görüldü. 8 Şubat’ta gerçekleştirilen 57. Grammy Ödülleri gecesinde Kanye West az kalsın ikinci bir Taylor Swift vakasına imza atıyordu. İngiliz Şarkıcı Beck’in “Yılın Albümü” ödülünü şarkıcı Prince’ten almak üzereyken Kanye West sahneye fırladı. Mikrafona kadar gidip “Neyse” diyerek geri dönen Kanye West akıllara 2009 yılında VMA’de Taylor Swift’e yaptığı müdahaleyi getirdi. Taylor Swift VMA’de “En İyi Video” müzik ödülünüaldığında henüz ödül konuşmasını bitirmeden sahneye fırlayan Kanye West, “Sözünü bitirmene izin vereceğim, ama şunu söylemeliyim, gelmiş geçmiş en iyi müzik videosu Beyonce’nindir” demiş-
ti. Bu olayın ardından Kanye West çok eleştiri almıştı. Kanye haksızlığa dayanamadığını, kendini bir tür “Kültür askeri” olarak gördüğünü ve sanata saygı duyulmasını istediğini söylemiş ve bir daha asla ödül törenlerine katılmayacağını da açıklamıştı. 83 kategoride verilen Grammy ödüllerini kazanan isimler, müzik branşından 13 bin uzmanın oylarıyla seçiliyor. Bugüne kadar Grammy’yi en çok kazanan ünlülerin başında 22 Grammy ödülü ile U2, 19 Grammy ödülü ile Beyoncé, 18 Grammy ödülü ile Michael Jackson gelir. Miley Cyrus, Rihanna,Eminem, Alicia Keys, LeAnn Rimes, Norah Jones, Taylor Swift ve Madonna gibi ünlüler Grammy rekorcularından birkaçı oldu. 2015 Grammy Ödülleri Kazananları Yılın Kaydı Kazanan: Sam Smith, “Stay With Me
(Darkchild Version) Iggy Azalea ft. Charli XCX, “Fancy” Sia, “Chandelier” Taylor Swift, “Shake It Off” Meghan Trainor, “All About That Bass”
John Legend, “All of Me (Live Version)” Sia, “Chandelier” Sam Smith, “Stay With Me” Taylor Swift, “Shake It Off”
Little Big Town, “Day Drinking” Tim McGraw feat. Faith Hill, “Meanwhile Back at Mama’s” Keith Urban feat. Eric Church, “Raise ‘Em Up”
Yılın Şarkısı Kazanan: Sam Smith – “Stay With Me (Darkchild Version)” Meghan Trainor – “All About That Bass” Sia – “Chandelier” Taylor Swift – “Shake It Off” Hozier – “Take Me to Church”
En İyi Düet/Grup Performansı Kazanan: A Great Big World and Christina Aguilera, “Say Something” Iggy Azalea feat. Charli XCX, “Fancy” Coldplay, “A Sky Full of Stars” Jessie J, Ariana Grande, and Nicki Minaj, “Bang Bang” Katy Perry feat. Juicy J, “Dark Horse”
En İyi Country Şarkısı Kazanan: Glen Campbell, “I’m Not Gonna Miss You” Kenny Chesney, “American Kids” Miranda Lambert, “Automatic” Eric Church, “Give Me Back My Hometown” Tim McGraw feat. Faith Hill, “Meanwhile Back at Mama’s”
Yılın Albümü Kazanan: Beck, Morning Phase Sam Smith, In The Lonely Hour Beyonce, Beyonce Ed Sheeran, X Pharell Williams, Girl
En İyi Yeni Sanatçı Kazanan: Sam Smith Bastille Iggy Azalea Brandy Clark HAIM En İyi Pop Vokal Albümü Kazanan: Sam Smith, In the Lonely Hour Coldplay, Ghost Stories Miley Cyrus, Bangerz Ariana Grande, My Everything Katy Perry, Prism Ed Sheeran, x En İyi Pop Solo Performansı Kazanan: Pharrell Williams, “Happy”
En İyi Geleneksel Pop Vokal Albümü Kazanan: Tony Bennett and Lady Gaga, Cheek to Cheek Annie Lennox, Nostalgia Barry Manilow, Night Songs Johnny Mathis, Sending You a Little Christmas Barbra Streisand, Partners
En İyi Çağdaş Albüm Kazanan: Pharrell Williams, G I R L Jhene Aiko, Sail Out Beyonce, Beyonce Chris Brown, X Mali Music, Mail Is
En İyi Müzik Videosu Kazanan: Pharrell Williams,“Happy” Arcade Fire, “We Exist” DJ Snake and Lil Jon, “Turn Down for What Sia, “Chandelier” Woodkid feat. Max Richter, “The Golden Age” En İyi Country Albümü Kazanan: Miranda Lambert, Platinum Dierks Bentley, Riser Eric Church, The Outsiders Lee Ann Womack, The Way I’m Living Brandy Clark, 12 Stories En İyi Country Solo Performansı Kazanan: Carrie Underwood, “Something in the Water” Eric Church, “Give Me Back My Hometown” Hunter Hayes, “Invisible” Miranda Lambert, “Automatic” Keith Urban, “Cop Car” En İyi Country Düet Grup Performansı Kazanan: The Band Perry, “Gentle On My Mind” Miranda Lambert with Carrie Underwood, “Somethin’ Bad”
Beyonce
KULTURA
17
na Know?” Beck, “Blue Moon” The Black Keys, “Fever” En İyi Metal Performansı Kazanan: Tenacious D, “The Last in Line” Anthrax, “Neon Knights” Mastodon, “High Road” Motorhead, “Heartbreaker” Slipknot, “The Negative One”
Kanye West En İyi R&B Albümü Kazanan: Toni Braxton & Babyface, Love, Marriage & Divorce Bernhoft, Islander Aloe Blacc, Lift Your Spirit Robert Glasper Experiment, Black Radio 2 Sharon Jones & The Dap-Kings, Give The People What They Want En İyi R&B Performansı Kazanan: Beyonce feat. JAY Z, “Drunk in Love” Chris Brown feat. Usher & Rick Ross, “New Flame” Jennifer Hudson feat. R. K e l l y, “It’s Your
World” Ledisi, “Like This” Usher, “Good Kisser” En İyi Geleneksel R&B Peformansı Kazanan: Robert Glasper Experiment Featuring Lalah Hathaway & Malcolm Jamal Warner, “Jesus Children” Marsha Ambrosius & Anthony Hamilton, “As” Angie Fisher, “I.R.S.” Kem, “Nobody” Antonique Smith, “Hold Up Wait A Minute (Woo Woo) En İyi R&B Şarkısı Kazanan: Beyonce feat. JAY Z, “Drunk in Love” Usher, “Good Kisser” Chris Brown feat. Usher & Rick Ross, “New Flame” Luke James, “Options” Jhene Aiko, “The Worst” En İyi Rock Albümü Kazanan: Beck, Morning Phase Ryan Adams, Ryan Adam The Black Keys, Turn Blue Tom Petty and the Heartbreakers, Hypnotic Eye U2, Songs of Innocence En İyi Rock Performansı Kazanan: Jack White, “Lazaretto” Ryan Adams, “Gimme Something Good” Arctic Monkeys, “Do I Wan-
Pharrel Williams
En İyi Rock Şarkısı Kazanan: Paramore, “Ain’t It Fun” Beck, “Blue Moon” The Black Keys, “Fever” Ryan Adams, “Gimme Something Good” Jack White, “Lazaretto” En İyi Rap Albümü Kazanan: Eminem, The Marshall Mathers LP 2 Childish Gambino, Because the Internet Iggy Azalea, The New Classic Common, Nobody’s Smiling Schoolboy Q, Oxymoron Wiz Khalifa, Black Hollywood En İyi Rap Solo Performansı Kazanan: Kendrick Lamar – “I” Childish Gambino – “3005″ Drake – “0 to 100/The Catch Up” Eminem – “Rap God” Lecrae – “All I Need Is You” En İyi Rap Şarkısı Düeti Kazanan: Eminem feat. Rihanna, “The Monster Common Featuring Jhené Aiko, “Blak Majik” I Love Makonnen feat. Drake, “Tuesday” Schoolboy Q feat. BJ The Chicago Kid, “Studio” Kanye West & Charlie Wilson, “Bound 2″ En İyi Rap Şarkısı Kazanan: Kendrick Lamar, “I” Nicki Minaj, “Anaconda” Kanye West & Charlie Wilson, “Bound 2″ Wiz Khalifa, “We Dem Boyz” Drake – “0 to 100/The Catch Up”
En İyi Dans/Electronik Müzik Albümü Kazanan: Aphex Twin, Syro Deadmaus, While (1<2) Little Dragon, Nabuma Rubberband Röyksopp & Robyn, Do It Again Mat Zo, Damage Control
En İyi Komedi Albümü Kazanan: “Weird Al” Yankovic, Mandatory Fun Jim Gaffigan, Obsessed Louis CK, Oh My God Patton Oswalt, Tragedy Plus Comedy Equals Time Sarah Silverman, We Are Miracles
En İyi Dans Müziği Kaydı Kazanan: Clean Bandit feat. Jess Glynne, “Rather Be” Basement Jaxx, “Never Say Never” Disclosure feat. Mary J. Blige, “F for You” Duke Dumont feat. Jax Jones, “I Got You” Zhu, “Faded”
En İyi Müzikal Tiyatro Albümü Kazanan: Beautiful: The Carole King Musical Aladdin A Gentleman’s Guide To Love & Murder Hedwig and The Angry Inch West Side Story
Taylor Swift En İyi Reggae Albümü Kazanan: Ziggy Marley, Fly Rasta Lee ‘Scratch Perry, Back on the “Slam Dunk” – Gerald Albright Controls “Nathan East” – Nathan East Sean Paul, Full Frequency “Jazz Funk Soul” – Jeff Lorber, Shaggy, Out of Many, One Music Chuck Loeb, Everette Harp Sly & Robbie & Spicy Chocolate, The Reggae Power En İyi Latin Pop Albümü Soja, Amid the Noise and the Haste Kazanan:“Tangos” -Rubén Blades “Elypse” – Camila En İyi Alternatif Müzik Albümü “Raíz” – Lila Downs, Niña Pastori, Soledad Kazanan: St. Vincent, St. Vincent “Loco de Amor” – Juanes alt-J, This Is All Yours “Gracias Por Estar Aqui” – Marco Antonio Arcade Fire, Reflektor Solis Cage the Elephant, Melophobia Jack White, Lazaretto En İyi Gospel Albümü Kazanan: “Help” – Erica Campbell En İyi Çağdaş Enstrümantal Albüm “Amazing” – Ricky Dillard & New G Kazanan: “Bass & Mandolin” – “Withholding Nothing” (Live) – Chris Thile & Edgar Meyer William McDowell “Wild Heart” – Mindi Abair “Forever Yours” – Smokie Norful “Vintage Worship” – Anita Wilson En İyi Spoken Word Albümü Kazanan: Joan Rivers, Diary of a Mad Diva James Franco, Actors Anonymous Jimmy Carter, A Call to Action John Waters, Carsick: John Waters Hitchhikes Across America Elizabeth Warren, A Fighting Chance Gloria Gaynor, We Will Survive: True Stories of Encouragement, Inspiration and the Power of Song
Rosanne Cash En İyi Amerikan Albümü Kazanan: Roseanne Cash, The River & The Thread John Hiatt, Terms of My Surrender Keb’ Mo’, Bluesamerica Nickel Creek, A Dotted Line Sturgill Simpson, Metamodern Sounds in Country Music En İyi Müzik Filmi Kazanan: Darlene Love, Merry Clayton, Lisa Fischer & Judith Hill, 20 Feet from Stardom Beyonce & Jay Z, Beyonce & Jay Z: On The Run Tour Coldplay, Ghost Stories Metallica, Metallica Through The Never Pink, The Truth About Love Tour: Live From Melbourne
KULTURA
19
PİNTİ PANDA İLE GERÇEK ALEMDE YouTube’da bulunan 100 bin abonesinin yanında her hafta Twitch üzerinden binlerce kişiye canlı yayın yapan Tuna Akşen ile oyunlar, internet yayıncılığı ve televizyon üzerine Kadıköy’deki Sarnıç Suits & Kitchen’da keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. İnternetin Pinti Pandası, online yayıncılığın bilinmeyen yönlerini bizimle paylaştı.
20
KULTURA
E.B: EMİR BOZKURT T.A: TUNA AKŞEN E.B.: Önce bir seni tanıyalım mı? Genel
hayatta. T.A.: İşte Tuna Akşen, kendi halinde, mutlu mesut bir adam. 30 yaşındayım. Bekarım (Gülüşmeler). Altını çizmem lazım, kalın puntolarla. Buradan dişi pandalara selam (Gülüşmeler). Çocukluktan beri oyun oynayan bir adam. Okulunda, liseye kadar başarılı diyelim. Tek kuvvetli olduğu alan İngilizce, az çok tahmin edileceği üzere. Liseden itibaren, tamamen, hani şu arka sıradaki çocuk konumuna düşen, bitse de gitsek durumu, ondan sonra Bursa’da üniversite, Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler… Bir şekilde, tam olarak nasıl olduğundan emin olmadığım bir biçimde mezun olmayı başardım. Ondan sonraki hayatım abi, yaklaşık 6-7 senelik ticaret. Bayağı 6-7 sene ticaret yaptım. Oyun o sırada benim için, arada toplanıp oynadığımız, kafa dağıttığımız bir şeydi, herkesin şu anda olduğu gibi. Ondan sonra askere gidip geldim. Sonra oyun oynadığım çevreden uzaklaştım, geri kaldım. Oyunlardan uzaklaşınca da izlemeye başladım oyunları. Hani, şu oyun çıkmış, nasıl bir oyun, şöyle böyle, ben de herkes
gibi Youtube’dan, oyun dergilerinden, CD’den şuradan buradan takip ederken, Starcraft 2’yi severek oynamaya başlamıştım. Ama şöyle; oyunda çok üst düzey oynayamıyordum ama oyunu çok seviyordum. Lan ne yapacağım dedim. Seviyorum, oynuyorum, yeniliyorum sürekli. En son dedim ki, “Tamam, ben de ufaktan şunu yapayım, Amerikalıların yaptığı gibi bu maçları yorumlayayım, kendimden bir şeyler katayım.” Turnuva maçlarının tekrarlarını, şu bildiğimiz futbol programlarındaki gibi yorumlamaya başladım. Yaklaşık bir sene böyle gittikten sonra bir yere varamadım tabi (gülüşmeler). Türkiye pek gerçek zamanlı strateji memleketi değil. Bizde daha çok Counter olacak, Call of Duty olacak, LOL olacak falan filan. Ondan sonra yine bir sene boşluğum var benim. Bayağı işe güce verdim kendimi. O sırada Çerkezköy, Tekirdağ’a gittim. Yine deli gibi bir iş hayatı… Bu arada tüm Tekirdağlıları, Çerkezköylüleri çok seviyorum, baştan belirteyim. Abi o kadar sıkıcı bir memleket ki... Yapacak bir şey yok. İşten geliyorum, yok, yapacak hiçbir şey yok. Gezemezsin, tozamazsın… Kızlara baksan, herkes evli. Yani 23-24’ünde kapılmış bütün kızlar, en geç. Ne yapayım dedim, o zaman oyun oynayayım ben. Yapacak bir şey yok. İşte
orada video çekmeye başladım. Önce birkaç ufak seri. Sonra Donstar dediğimiz Müco, halk kahramanına dönüşen. Bizim palabıyık amcamızla ufak tefek videolar çekmeye başladım ve ondan sonra bir şekilde, o 2-3 yıldır tanınamayan Panda, Starcraft’la falan tanınamayan Panda, o seriyle bir anda daha bir göz önüne çıkmaya başladı. Bir noktadan sonra da, size detayları dışarda verdiğim, burda veremeyeceğim sebepten (gülüşmeler) Ankara’ya dönüp, daha sonra da birkaç ay sonrasında da Multiplayer’a çağırıldım. Yani İstanbul’da Multiplayer ofisine çağırıldım ve bir anda hobim işim oldu. Hatta hala hem işim oyun oynamak hem de hobim oyun oynamak. Ama şöyle; işim olan oyunları ofiste akşam 6’ya kadar oynuyorum, hobim olanları evde oynuyorum. O yüzden dünyanın en rahat işine sahibim.
E.B.: Şunu soracağım peki, bu video olayı ilk sıkıntıdan mı başladı? T.A.: Sıkıntıdan, bayağı başladı.
sıkıntıdan
E.B.: Sonra iş olunca tekrar sıkıcı oldu
mu peki? T.A.: Bazı noktalarda. Oyunu oynamak, video kaydetmek değil ama artık eskisi gibi yüz-ikiyüz kişilere değil de binlere yapmaya başlayınca, yani sevenleriniz arttığı kadar, haliyle o “hater” denilir ya hani, ne yapsan yaranamayacağın bir kitle vardır. Onlar da artmaya başladı ve bazı eleştiriler şu hale dönüştü; benim pek alışık olmadığım, kendimi tutamadığım bir hastalığım vardır, emredilmesine, emir kipi kullanılmasına dayanamam. İstediğin kadar, tırnak içerisinde söylüyorum, yapıcı eleştiri yap, kötü oynadığımı söyle –ki kötü oynarım, ben gerçekten oyunları kötü oynarım, sen de onaylıyorsun zaten (gülüşmeler). Ben masal anlatırım oyun oynarken, hatta oyunu unutup masal anlattığım oluyor. Ama şuna gelemiyorum; bana ne kadar kötü oynadığımı söyle, hatta tatlı tatlı ezebilirsin de ama böyle emredici ya da yaralayıcı bir üslupla haka
KULTURA
21
ret yorumları gelmeye başladığı zaman anlık da olsa “Ulan ne yapıyorum ben? Topla pılını pırtını, kapat dükkanı kendine oyna.” dediğim anlar oluyor. Sıkıcılık değil, asla sıkıcı olmaz. Çünkü benim yerimde olmak isteyen belki binlerce insan vardır -bu oyunu oynayıp, bu işi yapıp, hem bir kitleye sahip olan hem de bu işten para kazanabilen. Buna ben hiçbir zaman “Bundan sıkılınır.” diyemem. Sıkılmıyorum da. Ama anlık öfkelerim oluyor. Bir anlık hiddet, bir cinnet geliyor, geçiyor ondan sonra. Ama onun dışında çok keyifli.
E.B.:
Bütün eleştirileri ciddiye alıyor musun yoksa ne yapsam yaranamayacağım insanlar var deyip onları göz ardı ediyor musun? T.A.: Şöyle, başlarda bütün eleştirileri kafaya takıyordum. Çok kötü bir eleştiri de olsa, tamamen hakaret bile olsa onun içinden asıl eleştiriyi çekip kendimi geliştiriyordum bir şekilde. Bu başlarda, benim üslubumdu. Ya da çok “ee öö”, hani vardır ya böyle “ıılamak”… Rahmetli Birand geldi aklıma. O tarz mesela eleştiriler gelirdi. Bir şekilde geliştirirdim kendimi. Hatta kendi kendime pratik
22
KULTURA
yapardım. Şarkı söyler gibi konuşurdum. Hızlanayım ya da es vermeyeyim, arada itici sessizlikler olmasın diye. Benim 2011’de attığım videom vardır, 30 saniyeden fazla dinleyemiyorum. İlk videomdur ve açtığım zaman kulaklarım kanamaya başlıyor (gülüşmeler). O kadar kötü yani, inanılmaz. Düşman düşmanı anlatmaz yani, öyle (kahkahalar). İşte, yavaş yavaş tabi kendimi geliştirdim ama o dediğim kitleden çok güzel yapıcı eleştiriler gelir, benim kitlemin %99’u beni çok sever, sahiplenir ve daha iyi olmam için itekler beni. Ama o %1’lik kitle, eskiden gerçekten içinden eleştiriyi çekerdim ama maalesef artık “Haa, tamam, niyet belli” deyip görmezden geldiklerim de oluyor. Çünkü ne yaparsan yap, %100’e, herkese yaranmak diye bir
şey yok. Yaranmaya kalktığım an ben zaten kendimden taviz vermeye başlarım. O zaman da ne Panda’nın bir esprisi kalır ne oynadığım oyunun, ne de vereceğim eğlencenin. E.B.: Bu alanda gördüğüm, en az hakkında olumsuz konuşulan adamsın. Yani çok fazla kişi çok seviyor. Bir de yüz bine ulaşmak, bu kadar hızlı… Zaten başka yok herhalde yüz bine ulaşan oyun yorumu yaparak. T.A.: Evet, nerdeyse bir senede ben inanılmaz bir sıçrama yaptım, yirmi binlerden, hatta on binlerden bir anda yüz bini yakaladım. Herhalde 2014 Panda’nın senesi olmuş olabilir. E.B.: Peki bunun en büyük sebebi samimiyet midir, yoksa başka bir ipucu mu vardır bu kadar yükselmenin? T.A.: Bunu aslında sadece samimiyetle açıklayabilirim. Çünkü başka bir şey
Bir oyunun ne kadar iyi oynandığını görmek isteyen ya da takıldığı yeri geçmek isteyen adam beni izlemez. Çünkü ben ondan daha çok takılıyorum oynadığım oyunda.
düşünmeye çalışıyorum: Oyunu desen iyi oynayamıyorum, zaten beceriksizim. Şöyle, mesela bir oyunun ne kadar iyi oynandığını görmek isteyen ya da takıldığı yeri geçmek isteyen adam beni izlemez. Çünkü ben ondan daha çok takılıyorum oynadığım oyunda. En fazla muhabbete gelir. Ben küçükken, benden 6 yaş ufak kardeşim vardır, biz oyunları hep beraber oynardık. Onun oynayamadığı oyunlarda da ben bilgisayarın başına geçer ona anlatırdım. Şu anda aslında ben seyirciyi kardeşim yerine koyuyorum. Kendisi eşek kadar oldu şimdi, Bursa’da makine mühendisi falan oldu. Ona anlatamadığım için, aslında genç bir kitleye de hitap ediyorum sonuçta, o genç kitleyi kardeşimin yerine koyuyorum ben. Küçükken ona anlatırdım, şimdi büyüdüm binlerce kişiye anlatıyorum. Belki de kardeşimle yakaladığım samimiyet seyirciye geçiyor diye tahmin ediyorum.
E.B.: Kitle demişken, şunu görebiliyor
musun; ne kadarı kadın, ne kadarı erkek, yaş ortalaması nedir? T.A.: Aşağı yukarı şu an 100-102 bin abone var. Tam net rakam veremem ama 10 bine yakını dişi, ben dişi panda diyorum onlara, hatun izleyici. Yaklaşık %40’ı, hatta yarısına yaklaştı, yarısına yakını da 18 yaş üzeri kitle.
E.B.: Sadece liseliler izlemiyor demek ki.
İşi gücü olup da izleyen adam da çok var. T.A.: Bana mesela Ekşi Sözlük’ten ya da ne bileyim, Donanım Haber’den mesajlar geliyor ya da bazı benim üye olduğum forumlardan. Az evvel de söyledim, oradaki avukatlar, barodan bilmem kimler, operatör doktorlar, öğretmenler, hani bunları birleştirsek bayağı bir yönetim kurulu toplarız. Böyle bir kitle de var. Şöyle bir şey de var; adını vermeyeyim, Ayşegül diyelim, Ayşegül diye bir hayranım bana şiir yazmış, kendi Facebook sayfasında. Alttaki yorum annesinin, “Aa benim kızım şiir de mi
yazarmış, ellerine sağlık.” (gülüşmeler) Bunu gördüm zaten, insan inanılmaz seviniyor. Sırf öyle bir şeye sebep olmak bile harika bir şey.
E.B.: Bir de şiir olayı vardır, Müco serisinde de çok vardı. T.A.: Evet.
E.B.: Ama izleyiciyle aranızda garip,
başka bir kimya var. Diğer yayıncılarda olmayan, enteresan bir samimilik durumu var. O gelen yorumlardan, şiirlerden ötürü falan… T.A.: Evet. Orada memleketteki gizli şairleri ortaya çıkarıyorum (gülüşmeler). Posta gazetesiyle kapışırız bu konuda. Her fırsatta bayağı, edebi kimlik olarak bir şey yapıyoruz. Herhalde o da ilginç bir konudur, yani Panda kiminin abisidir, kiminin kardeşidir, kiminin arkadaşıdır. Müco da ayrı bir şey oldu, o bir halk kahramanı oldu. Bir ara adına şiirler yazıldı dediğin gibi, yok otobüs arkalarında, kenarlarında, Müco, Kurtuluş Müco’da yazıları falan görmeye başladık. Ben o karaktere isim verirken şunu düşündüm; bende bir de o vardır, oynadığım oyunu biraz kişiselleştirme vardır. İsim veririm; Skyrim’de bunun adı Elvan’dır, bilmem nerde Babür’dür, orda Müco’dur, şudur budur… Hep bir isim verme huyu var bende. Çünkü oyunları zaten ben oynarken olabildiğince Türkçeleştirmeye çalışıyorum, bütün muhabbetleri. Hatta bayağı ses tonumu dahi değiştirmeye başladım son zamanlarda, diyalogları çevirirken. Hatunla erkeğin diyaloğunda falan… Olabildiğince çünkü izleyiciye kendini yakın bulacağı bir şeyler vermeye, aktarmaya çalışıyorum. O konuda da sanırım izleyici de ona böyle karşılık veriyor. Yani karakteri ya da beni kendine ne kadar yakın görürse, o da böyle kendine ait şiir olur, yazılar olur, ne bileyim bana resim yollayanlar çok fazla. Bu son dönemin modası var ya, capsler. Capsler çok fazla. Onlar da öyle karşılık
veriyor. Güzel bir alışverişimiz var.
E.B.: Sana özel caps sayfası var
değil mi? Senin yönetmediğin ama hayranların yönetiyor. T.A.: Ben onlara hiç karışmıyorum. Onlardan birkaç ricam oldu benim sadece. Siyasi içeriktir falan onlara girmeyin dedim. Bir de özel hayatıma girmeyin. Çünkü ilk capslerden birinde bayağı benim eski patronumla fotoğrafım vardı (gülüşmeler). Patron bir görse -ki o zaman çalışıyordum, şu anda eski patronum diyorum, müdürüm daha doğrusu- bir görse ayvayı yedim ben yani. Bayağı bloklamıştım falan kadıncağızı, denk gelmesin bir şekilde diye. Onun dışında ama tamamen kendileri giderler, bayağı da güzel işler yapıyorlar. Kıskanıyorum. Hatta bazıları şunu yapıyor bana, özel resimler, youtube videolarını koymam için özel klipler hazırlıyorlar. Maşallah, helal olsun.
E.B.: Bir de seçenek sunar ya oyunlar.
İşte Far Cry’da olduğu gibi Amita’nın peşinden gidersin ya da Sabal’ın peşinden gidersin. Bayağı oturup onu düşünüyorsun, hangisi daha haklı, hangisi daha doğru bir şey yapıyor falan filan diye. Bunu gerçekten, oyundur bu düşüncesinden sıyrılarak doğruyu yapmalıyım diye mi düşünüyorsun yoksa izleyicilerinin çoğunun yaş aralığı belli, küçük, onlara yanlışı göstermemek adına da bir otokontrol sistemiyle de hareket ediyor musun? T.A.: Aslında bilmiyorum, belki de bilinçaltımda olabilir öyle bir otokontrol sistemi ama…
E.B.: Mesela yalnız oynasan, Amita
hep uyuşturucu peşinde koşan bir tip olduğu için, yayın olduğundan acaba doğruyu yapmakta mı fayda var diye düşünüyorsun? T.A.: Aslında yok, yalnız oynasam da ben aynı karardayım. Çünkü oyunu
KULTURA
23
oynarken, videoyu çekerken ya da bir seriye başladığımda, olabildiğince seyirci faktörünü yan sandalyeye oturturum. Oyuna müdahale ettirmem ama anlatırım ona her zaman. Çünkü onun da benimle ilerlemesini, hakim olmasını isterim ve o tarz kararlarda diyelim ki o karar on beşinci videoda verilmiştir ama o ilk on dört video içinde ben zaten kimin doğrusu, kimin yanlışı, bunları sürekli vurgulamışımdır. Çünkü dediğim gibi, oyunu iyi oynayamayınca bir insan, gidip senaryosuna vurgu yapmaya başlıyor. Senaryolara, manzaralara… O karar anı geldiğinde aslında zaten alttan alttan birikmiş bir şeyler oluyor. Ben o düşünme anında sadece o daha evvel verdiğim kararları hatırlayıp ona göre hareket ediyorum. Şimdi sen deyince düşündüm, yalnız oynasam da ben yine aynı kararları verirdim.
E.B.: Bu arada az önce siyasi içerik
demişken, sert bir soru soracağım biraz. Bu Gezi olayları zamanında her videodan önce o konuyla ilgili ciddi, önemli bir konuşma yapıyordun. Ciddi, taraf belirterek, yanlışları ifade ederek daha doğrusu, bir konuşma yapıyordun. Bunun için ayrı bir podcast ya da blog tarzında bir şey yapmayı hiç düşünmedin mi? T.A.: Bunu canlı yayınlarda, aslında senin dediğin tarzda yapsam çok daha etkili olur. En azından düşünceleri bir araya getirip bir şey yapsam… Ama tabi burada hep mazeretler mazeretler… İşten, güçten deyip bir ton mazeret sunacağım. Onu yapmak yerine, canlı yayınlarda ya da videolarda biraz kırıntılar veriyorum. Ha çok işe yaradığını sanmıyorum. Tabii çok dikkatli izleyenler yakalıyor o detayları ya da verdiğim mesajları ama ne kadar etkili olduğunu bilemiyorum. Çok da tabi etki etmek istemiyorum, sonuçta her bireyin kendi kararı. Ama şuna gelemiyorum, ortada yanlış bir şey varsa ve insanlar, çocuklardan bahsediyoruz burada. Onbeşinde, onsekizinde , onüçünde her neyse… Daha doğru
24
KULTURA
düzgün dünyayı anlamadan kendilerine denilen şeylere inanmaya başladıkları için, orada en azından onlara bir alternatif sunmaya çalışıyorum. Benim fikirlerim kesindir, zaten bunu belli ederim. Ama hiçbir zaman dikte etmeye kalkmam. Zaten dinleyen adam aklı başında karar verebiliyorsa ya da kendi düşüncesiyle benimkini yan yana koyup en azından karar vermesini istiyorum. Tabi bu daha parça parça oluyor.
E.B.: O günün olayını sadece o gün
vurguluyorsun. T.A.: Mesela bende şu çok yaşanır. Twitter’ı Panda’dan ayrı tutmaya çalışıyorum. Orada daha sert yazdıklarım
oluyor, çok tepki alıyorum. Genelde şunu diyorlar: “Abi seni çok seviyorum ama sana hiç yakıştıramadım bu lafı.” Ya da ne bileyim, “Vay be abi sen de böyle böyle çıktın…” Tabi olumsuz tepkilerden bahsediyorum, genelde olumlu oluyor zaten. Mesela onlarla da oturup konuşuyorum. Diyor ki, “Abi hiç beklemezdim bunu.” diye üzülüyor. Gerçekten de üzülüyor çünkü sevdiği bir adamla fikir ayrılığına düşmek doğal olarak üzüyor onu. Sonra oturup konuşuyoruz mesela. Anlaşıyoruz, uzlaşıyoruz, uzlaşamıyoruz ama gerçekten o an ayrı düşsek bile ikimiz de fikrimizi ortaya koyabiliyoruz. Bu mesela harika bir şey.
E.B.: Tabi insanların saygı duyduğu bir
figür olarak bunu anlatması… T.A.: Gidip de bu böyledir diye çizmenin de bir manası yok. Ya da ne bileyim, yalandan sağa sola Türk bayrağı çakıp, Atatürk rozeti çakıp, hörölö hörölö demenin de bir esprisi yok, karşındakine doğru düzgün bir şey sunmadıktan ya da anlatmadıktan sonra.
E.B.: Şunu soracağım, çok merak ettim:
Sen videolarında da çok söylemiştin, televizyonla hiç alakam yok diye. Türkiye’de televizyonun bu kadar niteliksiz olması ve gençlere bir şey sunmaması internet yayıncıları açısından büyük bir avantaj mı sence? T.A.: Büyük bir avantaj. Yani ben kendi adıma söyleyeyim, genele de yayabiliriz tabi, kime sorsanız aynı şeyi söyler çünkü şu harika bir şey: İnsanların, gençlerin seçim şansına sahip olması. Eskiden şöyle düşünürdük, çok basit düşünürdüm ben; “Ya on dakika dizi izliyorsun beş dakika reklam izliyorsun, bunu izleyene kadar internetten izle.” Şimdi öyle bir şey oldu ki, günümüzdeki dizilerin %90’ı ya Halit Ziya Uşaklıgil’in ölümsüz eseri ya da bilmem neyin uyarlaması, çok yaratıcılıktan uzak. Güzel eserler ama zaten var olan şeyler. Ya da işte x birinin çok güzel yakaladığı ama bizi aptala çevirdiği formatlar. Ben de izledim zamanında o programları. Ama bir noktadan sonra çocuk şunu yapmak istiyor, sıkılıyor, eskiden şuydu; annesi babası ne izlerse onu izlemek zorunda kalıyordu. Şimdi geçiyor bilgisayarın başına seni izliyor, senden sıkılırsa onu, ondan sıkılırsa beni… Böyle bir şey varken, o çocukların böyle bir seçme hakkı varken bir daha televizyona dönme şansları yok. Çünkü aradığı, sevdiği, özdeşleşebildiği, abisi, kardeşi yerine koyabildiği ya da onun zevkine uygun şeyleri bulduğu yer internet. Zaten televizyonlar da herhalde bunun farkında ki bayağı yatırım yapıyorlar, sitelerine bilmem nelerine falan. Yani bu dönüş kaçınılmaz olacak.
E.B.: Bu arada şunu da sorayım,
Multiplayer’ın televizyon programı da bayağı ilgi görüyor galiba. Televizyon herhalde ilk defa internetten bir şeyi gördü, bu ilgi çekiyor, bunu biz de yapalım diye ilk defa bir televizyon internetten görüp yaptı. Daha önce hiç hatırlamıyorum böyle bir şeyi. T.A.: Yani çok eskiden MTV zamanında vardı Multiplayer ama çok küçük ölçekteydi. Şimdi bu kadar mainstream olmasında internetin de çok büyük etkisi var çünkü şunları çok takip ediyorlar; kanalların sitesinden bu program ne kadar izlenmiş, ne kadar yorum almış, sosyal medyada ne etki yapmış… Bir hashtag atıp onun etkisine bakıyor ve bu tarz internette yürüyen formatı direk televizyonda çekmeye başlıyorlar.
E.B.: Peki şunu tahmin eder misin, yakın
zamanda internetten televizyona birebir transfer olacak bir program gibi bir şey? T.A.: Valla o potansiyel çok yüksek.
E.B.: Sen interneti mi tercih edersin, televizyonu mu? T.A.: Ben her zaman interneti tercih ederim. Ama televizyon da olmazsa olmaz bir şey.
E.B.: Teklife bağlı değil mi? T.A.: Tabi, para konuşur (gülüşmeler).
Memleketteki gizli şairleri ortaya çıkarıyorum. Posta gazetesiyle kapışırız bu konuda. Yani şöyle, mesela annem beni izlemiyor, televizyon izliyor. Bizim valide devlet memurudur, izlemesini de beklemem ama her ne kadar yeni nesil bunu kavrasa da belki de %60-70 hatta %80 televizyon alışkanlığını sürdüren kitle var. Oraya ulaşmak için o televizyona ihtiyaç var hala. Ama şu var, televizyona da geçsem orda da ben Panda’nın reklamını yaparım. Yine hepsini oraya toplamaya çalışırım, çünkü özgür olduğum yer orası. En azından şimdilik. Bilmiyorum RTÜK oraya karışabiliyor mu ama.
E.B.: RTÜK değil, direk kapatıyorlar şimdi.
KULTURA
25
T.A.: Ha doğru doğru, adam düğmeye bağladı o işi.
E.B.:
Genç kitlenin internette izleyebileceği Twitch var, Twitch de sadece oyunlar üzerine. T.A.: Evet.
E.B.: Gençlerin bir çoğu oyunlarla alakalı
ama oyunlarla alakalı olmayan gençlerin internetten temas halinde izleyebileceği bir şey yok. Atıyorum müzikle ilgilenen bir gencin canlı birini izleme gibi bir şansı yok. Bu bir eksiklik midir yoksa internet yayıncılığı sence hala gelişme aşamasında olan bir şey midir? T.A.: O da gelişme aşamasında aslında. Örneğin, Cold Play’in bir konseri olacak. Adamlar önce şunu hesap ediyorlar; bu bir event olduğu zaman, bir mekanda yapıldığı zaman –her şeyin başında maddiyat var tabi- gelirlerine bakıyorlar, tamamen onun üzerinden yürüyorlardı. Şimdi şu oldu, Youtube son bir iki senede büyük konserleri canlı vermeye başladı. Bir anda bakıyorsun 150 bin kişiye ulaşıyor, 1 milyona ulaşıyor o konser. Bu defa şu daha ön plana geçti; önceden bir kasetin kaç sattığına bakılırdı ya da albümün kaç defa download edildiğine bakılırdı, şimdi o videonun, o konserin kaç izlendiğine bakılıyor, kaç kişiye ulaştığına ya da Twitter’daki etkisine, Facebook’taki paylaşım sayısına. Bizim için nasıl o beğenme şekilleri değiştiyse, işin diğer tarafında para kazanmak isteyen gruplar, organizasyonlar için de insanları tanıma şekli, o ölçüm şekli değişti. Her şey şu anda sosyal medya üzerinde ve yavaş 26
KULTURA
yavaş o geçiş de başlayacaktır.
E.B.: Peki firmalar şu an internet
yayıncılığının öneminin farkında mı yoksa hala eski medya organları gibi mi düşünüyor? T.A.: Şimdi, Türkiye için ayrı soruyorsan (gülüşmeler)… Türkiye’de henüz yok, yani çok ufak var ama o çok ufaklar da işi gücü oyun, teknoloji olan firmalar. Onlar da çok ufak bütçelerle. Örnek vereyim, X bir marka, çok da büyük bir markadır, basın bültenine bütçe ayırıyorlar. Mail la o, neyine bütçe ayırıyorsun, kimse okumuyor ki onu (gülüşmeler). Basın bülteni bilmem ne falan filan 8x bütçe ayırıyor, çıkardığı oyun konsolunun tanıtımına 1x bile ayırmıyor, 0,2x bütçe ayırıyor. Oysaki o eventte, diyelim ki büyük bir bilgisayar satın alım merkezinde, yaklaşık 2000 kişi geliyor, canlı oynuyorlar, kurcalıyorlar, alışveriş yapıyorlar, bu internetten canlı 3-4 bin kişiye ulaşıyor ki eş zamanlı olarak, toplamda çok daha yüksek, müthiş bir tepki alıyor, ama yine de o mail olan haber bülteninin bütçesi bu tanıtımın 5 katı falan oluyor. Bu verilen desteğin 5 katı falan oluyor. Hala eski usul, televizyonlar, dergiler, yazılı basın ve görsel basın hala %95’ini alıyor o pastanın.
E.B.: Peki internet yayıncısının sadece
internetten elde ettiği gelirlerle hayatta kalması o zaman imkansız. T.A.: %5’lik bir kesimde olmanız lazım. Ben mesela, geçen sene sorsan imkanı yoktu. Sıfırdan başlayacak biri için söyleyeyim, Youtube’dan kazanamazsın. Niye? Zaten ağamız istediği zaman açıp
kapatıyor, e reklam veren de korkudan veremiyor. Çünkü reklam verecek, site patlıyor, koskoca Youtube’u patlatıyor adamlar bir anda. Benim mesela aylık 1,5 milyon izlenmem var kanalımda. 1,5 milyon izlenmenin, örnek veriyorum Amerika’da ya da Avrupa’da bir yerde kaba bir hesapla bana 6-7 bin dolar getirmesi lazım. 6-7 bin dolarla ben yaşarım aga, babalar gibi yaşarım yani (gülüşmeler). Cayır cayır yaşarım hem de. Ama Türkiye’de bunun onda biri, yirmide biri bile değil. Çok saçma rakamlar getiriyor çünkü yok bir şey. E Twitch’te de aynı durum var, reklam arada gelir gider. Twitch’in tek avantajı şudur, orada izleyen kişi size abone olabilir ufak bir ücret karşılığında ya da donation dediğimiz bağış atabilir destek olmak için. Ama bu da tabii hayatınızı idame ettirmeye yetmez. Şu anda belki de binden fazla Türk yayıncı var Twitch’te, bunların içinde on kişiyi bulmaz bu işten ciddi anlamda, ciddi dediğim en azından asgari ücretin üzerinde diyeyim, asgarinin üzerinde para kazanıp öğrenci haliyle de olsa yaşayabilecek, çok çok düşük bir rakam. Bunun uzun vadede artacağını biliyorum çünkü çok yavaş da olsa eğilimler buraya yöneliyor ama bunu düşünüp bizi dinleyen ya da okuyan biri sıfırdan bir kariyer kurmak istiyorsa en azından bir 2-3 senesini gömmeli. E.B.: Ben de tam şunu soracaktım, bu internet yayıncılığının geleceği o kadar karanlık mı Türkiye’de diye. T.A.: Türkiye’de maalesef… Mucizelere tabii inanmak lazım ama mesela Türkiye’deki reklam veren platformlar
da bunun farkında ve asıl internet yerine şunlara yöneliyorlar, bilmemne magazinin ortasındaki bir sayfaya yönelmek onlar için daha garanti geliyor. Onlar da farkında Youtube’a vereceği bir reklamın ne kadar etkili olacağının. Ama oraya vermiyor, Facebook’a veriyor, yarın orası riske girdiği zaman başka bir platforma taşıyor ve haliyle aslında bir yerde toplanıp birikmeye başlayacağına sürekli oradan oraya azalarak reklam bütçeleri yer değiştiriyor internette. En sonunda da çok da büyük sayılamayacak rakamlar kalıyor geriye. Bin yayıncı, iki bin yayıncı, Youtube’u da katarsan beş bin yayıncı belki, onların bundan para kazanma olasılığı düşük.
E.B.: Çok fazla yayıncı olması da
dezavantaj o zaman. T.A.: Dezavantaj. Bir açıdan güzel bir şey tabi, avantaj.
E.B.: Çünkü seçenek çok. T.A.: Tabii, en azından izleyen açısından
büyük avantaj. Ama işte kendisini bu işe gerçekten adamadığı sürece, adamaktan kastım da oturup sadece oyun oynamak ve video çekmek değil, güzel iş yapmak. Beş günde beş video çıkarmazsın, beş günde bir video çıkarırsın ama uzun vadede belki de birkaç milyon izlenir ve seni ön plana çıkarır emek verdiysen. Güzel bir şeyler, güzel bir fikir ya da güzel bir format yakaladıysan. Çok seçici olman lazım çünkü artık izleyenler de şunu yapıyor, binlerce yayıncı dedik, eskiden belki yirmi taneydi ve herkes izleniyordu. Artık öyle değil, artık yüzlerce binlerce
yayıncı var ve izleyen o genç arkadaşın çok fazla alternatifi var. Bir şekilde öne çıkacaksın ama nasıl çıkacaksın Allah kolaylık versin.
E.B.: Peki şuna nasıl bakıyorsun;
internetten oyun yayıncılığı yapanların %90’ı aynı oyunu oynuyor. T.A.: Maalesef ya… Ben oynamıyorum o oyunu, alerji yapıyor, kaşıntı yapıyor bende (gülüşmeler) LOL’de (League of Legends)’de Riot Türkiye ofisini açtığında şunu başardı; zaten yürüyen bir iş formuydu ve onu Türkiye’de çok güzel yürüttüler. Gerçekten çok sağlam bir ekonomi kurdular oyunun üzerine, milyon liralardan ya da milyon dolarlardan bahsediyoruz. Öyle ilginç bir oyun ki, oyun bedava, direk oynuyorsun ve sonra sana hayatında ödemediğin parayı ödettiriyor bir şekilde. Aa o etek çok güzelmiş, sanki Barbie giydiriyoruz (gülüşmeler). Ben yaptım bunu ya. Bir tane karakter çıktı, okçu Ash diye, Ayşe diyorum ben ona, sevgililer gününde pembe bir kıyafeti çıktı gittim aldım. Ulan ne onla oynarım doğru düzgün ne de pembe kıyafet takıntım var ama gittim aldım. Sonra durdum her şey bittikten sonra, ne yaptım oğlum ben dedim (gülüşmeler). Yani öyle bir ekonomi kurdu ki, insanların oyuna meyletmemesi imkansız. Benim bayağı şu anda evli olan eski sevgilim oynuyor oyunu. Ama haliyle de insanlar da, herkes bunu oynuyor, herkes izlemek istiyor, alan razı veren razı, işte o bin yayıncının 950’si de gider bunu oynar. Ama bir noktada dediğim gibi insanlar seçmeye başlıyor, biraz da bunu izleyeceğim bari adam gibisini izleyeyim ya da belki de tam ters tepiyor, sıkılıp uzaklaşıyorlar benim gibi.
O zaman bana geliyorlar. E.B.: Bu da seni butikleştiriyor haliyle. T.A.: Evet, ben mesela çok net orada tepki koydum, artık dayanamadım çünkü. Biraz da kitleden dolayı. Çok genç bir kitle var orada, bayağı genç, 8 yaşına kadar inen bir kitle var. Ama nasıl küfürler, önünü de alamazsın çünkü artık çok geç. Genç nüfusumuz inanılmazdır o konuda. Ben dayanamadım, özellikle canlı yayınlarda, yorumlarda o yorumları görmeyi. Çünkü bir noktada kaç bin kişinin seni izlediği önemli değil. İzleyen az olsun, öz olsun, orada huzur ve güzel bir muhabbet olsun. Biri gelip “Hoaaa memee” diye girdiği zaman, orada atıyorum üç yüz tane hatun izleyici var ve bundan rahatsız oluyorsa ben istemem onu. O yüzden kesin bir tepki koydum ve uzak durdum o oyunlardan. Ama ne olursa olsun önümüzdeki üç beş sene League Of Legends yürümeye devam edecek ve sürekli onun yayını yapılacak, onun kaçarı yok. Gerçi Riot kendi kesecek gibi oldu onun önünü de onu da ayrı anlatırım.
E.B.: Nasıl, ekonomik olarak mı? T.A.: 7/24 yayına geçiyor Riot. E.B.: Kendi yayını? T.A.: İki yüz bin dolara stüdyo kurdular, canavar. Biz gittik gördük.
E.B.: Türkiye’de mi? T.A.: Türkiye tabii, Riot Türkiye. Fox’un
bilmem ne yönetmenini getirdiler, onun başına koydular. 7/24 yayın yapacaklar. Turnuva-tekrar-turnuva-bilmem ne formatımahallenin muhtarları formatı… Bir sürü bir şey, durmayacak adamlar.
KULTURA
27
E.B.: League of Legends’ın final maçı
yapıldığında tribünler doldu, binlerce kişi geldi, bunu nasıl görüyorsun? T.A.: Şimdi o konuda Riot’u hakikaten alkışlarım (alkışlar). Neydi, Ülker Arena mıydı? O basket sahasına on bin kişiyi tamamen doldurmuşlar, inanılmaz bir ambiyans. Oraya gelenler oyunda gördüğümüz o toksik, küfreden tipler değil. Bayağı efendi adamlar, sevgilisini almış gelmiş. Ne bileyim sevgilisi kucağında, sırtında birlikte izliyorlar. Çok da güzel bir ambiyans, ışıklandırma, müzikler… Oyunda ilk kan döküldüğünde, hani NBA’da dijital bir pano vardır tribünlerin arasında, orada score yazar defence yazar, çaat ilk kan yazıyor falan.
E.B.: Ciddi bir prodüksiyon var. T.A.: Bayağı prodüksiyon var. Zaten
onun yayını da elli-altmış bin izleniyordu, eş zamanlıdan bahsediyorum, toplamda yine milyonlar demek o. Bunu yapmayı başardılarsa –ki güzel bir kitleyi de getirmişler oraya- bu sadece alkışlanır. Yarın bir gün deseler ki, örnek veriyorum İnönü ya da bir futbol stadı doldurulacak deseler doldururlar.
E.B.: E tabi, on bini yaptılar zaten. T.A.: On bini yaptıysa, otuzu da yapar. Çünkü karaborsaya düşen ya da dışarda kalan ya da “Abi sende bilet vardır, sen Panda’sın” diyenler vardı. Oysa ben de başkasının biletiyle girmiştim (gülüşmeler). Her türlü gider o iş.
E.B.: Peki Türkiye’de bu kadar ilgi
görecek ya da böyle prodüksiyonu yapılacak başka bir oyun var mı? T.A.: Yok, şu anda yok. Türkiye’de kemikleşmiş iki üç tane oyun vardır; biri Knight Online’dır –dedelerimiz oynardı hala oynuyorlar-, Counter Strike turnuva bazında arada parlar, iner, WOW gençlerin güzide oyunu, adamlar öyle bir ekonomi kurmuş ki, Genç Turkcell’den beş liraya üyelik alıyorsun, oyunda avantajlı hale geçiyorsun. Pay to Win denir buna, kitleyi
28
KULTURA
Benim mesela aylık 1,5 milyon izlenmem var kanalımda. 1,5 milyon izlenmenin, örnek veriyorum Amerika’da ya da Avrupa’da bir yerde kaba bir hesapla bana 6-7 bin dolar getirmesi lazım. 6-7 bin dolarla ben yaşarım aga, babalar gibi yaşarım yani. Cayır cayır yaşarım hem de. Ama Türkiye’de bunun onda biri, yirmide biri bile değil. Çok saçma rakamlar getiriyor çünkü yok bir şey.
sürekli paraya yönelttiği. Bunlar var ama League of Legends o dengeyi güzel kurmuş. Bedava bir oyun, para vermek sana bir şey kazandırmıyor, sonuçta kitlesi nasıl olursa olsun o kitleyi yönetmeye çalışan profesyonel bir ekip var. Buna yetişmesi çok zor şu anda diğer oyunların. Ya da piyasaya gelecek yeni oyunların.
E.B.: Şu an yeni başlayan bir yayıncı için
mucize dedin çok ciddi para kazanacak seviyeye gelmesi için. Sen başladığında bugünleri hiç öngörmüş müydün ya da sadece eğlence için oynarım, birkaç yüz kişi beni seyreder diye mi bakmıştın? T.A.: Bunların yanından bile geçmezdi benim hayallerim. Benim hayalimdeki şey bir gün turnuva sunmaktı. Hani dedim ya, maç anlatmak, o kanserojen ilk videomda denk gelirler arkadaşlar. Benim hayalim maç anlatmaktı. Ne yüz bini? Günde üç abone geliyordu. Hatta o gün kardeşimle, ikinci gün videoları koymuştum, üç abone gelmişti ve her abone için bir bira içmiştik (gülüşmeler). Bugün yapmaya kalksam bayağı maaşı bırakırım gelen aboneyle (gülüşmeler).
E.B.: Ya da alkol koması (gülüşmeler)… T.A.: Doğru doğru (gülüşmeler). Ben
aslında bu işe başlama hayalimi bir sene sonra gerçekleştirdim Starcraft’ın Starcraft Türkiye diye bir ekibiyle. Taksim Demirören’de GGCup diye bir kupamız vardı bizim. Yaklaşık altmış-yetmiş kişi izliyordu orada sandalyelerde. Orada maç anlatmıştım. Ondan beş altı ay sonra GameX Fuarı’nda, bu sene değil de evvelki seneki, orada iki yüz üç yüz kişiye maç anlattım. Bayağı sıkıntıları atlatarak, kendi sesimi duyuyordum maç anlatırken. Çok zor. Kendi sesini duyarak konuşmak dünyanın en zor şeyi. Orada ben hayallerimi gerçekleştirmiştim. O hayali gerçekleştirdiğimde sekiz bin abonem vardı. Düşün oradan yüz bine çıkmak ne demek. Ben hatta şunu yaptım, yüz bin oldum, metroya bindim o gün. Metrodan çıktım, ev arkadaşımla
yürüyoruz. “Lan,” dedim “Bir yüz bin çayı demleyelim. Ne bileyim yüz bin pizzası yiyelim, yüz bin bir şeyi yapalım.” Hayatta hiçbir şey değişmiyor belki ama psikolojik olarak o kadar etkiliyor ki, ulan duruyorum, “Yüz bini toplasam il olur,” diyorum, “En kötü kasaba olur başına geçerim.” (gülüşmeler). “Ne bileyim toplasak bir yere meclise sokarlar beni” diyorum falan (kahkahalar). Ya o hissiyat çok güzel ama öyle bir rakama ulaşacağını bugün bu konumda olan kimsenin de tahmin ettiğini sanmıyorum.
E.B.: Şu an zaten teksin değil mi? Ama bu
konuda da bir çıta koymuş oldun aslında. T.A.: Yani, nasıl söyleyebilirim onu… Tabi bir noktadan sonra kolaylaşacaktır bu rakamlara ulaşmak. Her gün Youtube’u tanıyan, Twitch’i tanıyan, internet yayıncılığı diyelim topluca, bunları tanıyan kitle artıyor. Bugün sen tanıdın, yarın arkadaşını çağırıyorsun, o kız arkadaşını çağırıyor. Mesela fotoğraflar geliyor, dört kız ellerinde cipslerle falan benim yayını izliyorlar. O kitle de arttığı için daha yüksek aboneye ulaşma süresi eskiden bir yılsa bu defa altı ay, bir sonraki sene üç ayda da ulaşabilirsin. Ama dediğim gibi, bir farklılık yaratman lazım. Benim avantajım belki insanlara samimi gelmemdi, belki ses tonumdu, belki berbat oynayıp başımı türlü türlü belalara sokmamdı.
E.B.: Ben biraz da şunu düşünüyorum,
sinemada ve oyunculukta bir tabir vardır: Kameranın sevmesi. Eğer kamera bir oyuncuyu sevmezse, ne yaparsa yapsın şansı yoktur. Kötü görünür, kötü fotoğraf verir, oyunculuğu kötü yansır falan filan gibi… Oyunların seni sevdiğini düşünüyorum, bilmiyorum sen de aynı fikirde misin? Bir örnek vereceğim, helikopter örneği gibi. Bu sana bir şekilde bir espri olarak bir puan kazandırıyor. Ya da Alice’i oynarken, Alice’e ilanı aşk ettiğin bir an vardı. “Alayım mı seni kız?” dedikten sonra Alice’in animasyon olarak şöyle omuz kırıp geriye dönmesi… Yani oyun da karşılık
veriyor. Bu böyle tek tük olan bir şey değil, çeşitli versiyonlarına farklı videolarda üç beş kere denk gelebiliyorsun. O zaman gördüğümde ve bunu fark ettiğimde başta bahsettiğim oyuncular için olan kameranın sevmesi muhabbetine benzetmiştim. Bunun da çok fazla artısı olduğunu düşünüyorum, senin samimiyetinin. Aslında başlık genel olarak samimiyet. Kötü oynaman ve kötü oynadığını kabul etmen bile ve hala insanların sana abi demesi ya da benim arkadaşımı izliyormuş gibi hissetmemin sebebi tamamen samimiyetten kaynaklanıyor. Oyunların da sana cevap vermesinde bir katkı görüyorum ben. Sen de öyle düşünüyor musun? T.A.: Zaten oyunlarla aşkımız karşılıklı bizim. O bahsettiğin Alice sahnesi zaten benim hala sürekli sırıtarak hatırladığım bir şeydir. Aslında ben gayet de ciddi sormuştum ama bayağı tersledi kız beni ne yapayım (gülüşmeler)? Olabilir, tipi değilimdir, sonuçta güzel kız. Renkli gözlü, böyle çakır kocaman gözler, incecik kız. Olabilir herkes yağız Anadolu genci sevecek diye bir şey yok (gülüşmeler). Oyunlar da gerçekten bana yardımcı oluyor o konuda. Çünkü şu zordur, mesela bir oyun vardır, zaten harika bir senaryosu vardır Last of Us gibi, sen sadece onu aktarırsın. Ama oyunların çoğunda senin bir şeyler yapman, izletecek bir şeyler bulman gerekir, bir ambiyans yaratman ya da kendi senaryonu yaratman gerekir. O konularda oyunlar bana güzel paslar atıyor, ben de onları gole çeviriyorum.
E.B.: İyi bir yayıncı olmanın yüzde ne kadarı
iyi oyuncu olmaktır ya da bir etkisi var mı iyi oyun oynamanın? T.A.: Şöyle, bu başta kendinize çizdiğiniz role ya da edindiğiniz kimliğe bağlı. Öyle arkadaşlar var ki, yabancılarda daha çok, adam muhteşem oynuyor. “Sen konuşma kardeşim, sen sus oyun konuşsun.” diyeceğiniz adamlar ve çok yüksek rakamlarda izleniyor. Bunlar Pro Gamer diye geçiyor zaten, oyunu artık belli bir seviyenin üzerinde oynayan ve izleyene de oyunla ilgili
KULTURA
29
bir şeyler gösteren insanlardır. Ama benim tarzım daha casual’dır, herkese hitap eden oyunları oynarım, rekabetçi oyunlara hiç gelemem, çok yaşlıyım rekabet için. İyi bir oyuncu olmak çok önemli değil ama oynadığın oyunu hissederek ya da severek oynamak önemli. Büyük bir yanlış vardı bugüne kadar. Mesela bizde Minecraft çok meşhurdur, League of Legends çok meşhurdur. Bir yayıncı istemese bile, oyunu sevmese bile kitleye en kolay giden ve en çok izlenen oyunlar olduğu için oynamak zorunda hisseder kendini. Bunu yaptığı zaman çok büyük bir hataya düşer çünkü eğreti durur üzerinde. Orada senin iyi oyuncu olman ya da çok muhteşem oynaman da bir anlam ifade etmez. Çünkü başta zaten o oyunu oynamak istemiyorsundur, seyirci bunu çok hızlı anlar. Ses tonundan anlar, mimiğinden anlar, oyuna bakmaz bile öyle bir durumda. Ben bu tarz durumlarda hep şunu söylerim: Oyun oynamaktan keyif alan adamım ve önümde hiçbir şey duramaz. Berbat da oynasa yürür, ben yürüdüm, o niye yürümesin?
E.B.: Oynayacağın oyunları seçerken
genel önerileri dikkate alıyor musun yoksa sadece görüp beğendiğin oyunları mı dikkate alıyorsun? T.A.: Diyelim ki bana haftada dört-beş oyun önerisi geliyorsa, bunların hepsini ben bir izliyorum. Ama hepsini oynamak istesem bile aralarından bir tanesini seçiyorum. Mesela şöyle bir şey oldu; çok meşhur survivor oyunları; Forest, The Long Dark ve Lone Star, üçü de aynı anda geldi. Zaten birini oynuyordum, diğer ikisini de oynamak istiyorum ama oynayamam. Aynı tarzda oyunlar olduğu için hem bir tarafta Forest’ta ıssız adada can çekişeceğim, ertesi gün buzlu oyunda can çekişeceğim, bunu ben de kaldıramam. Aynı tarzda oyunu üst üste oynamak istemiyorum o yüzden çünkü bir yerden sonra büyüsünü kaçırır. Mesela oyun elimde olmasına rağmen bir ay birini oynuyorum, sonra onu durduruyorum, yeter tadında bırakalım
30
KULTURA
deyip diğerine geçiyorum. O konularda da öneri geliyor, onların içinden tercih ediyorum. Yoksa bütün oyunları tarama gibi bir durumum yok benim. Çünkü çok güzel oyunlar var, bana bıraksan ben hepsini oynarım. Ama o konularda seyirciler çok iyi. Hem Youtube yorumlarında, hem Twitter’dan ya da forumlardan bana ulaşıyorlar. “Abi şuna bak, şuna bir göz at,” diyorlar. O benim işimi kolaylaştırıyor. Çünkü zaten seçenekler kitleden geldiği zaman seçmesi çok kolay. Tamamen sıfırdan bir oyun bulmak yerine seyircilerin sana sunduklarından tercih yapmak her zaman daha avantajlı. Benim için de daha keyifli zaten.
E.B.: Bu işe ilk başlamadan önce
yurtdışında görüp örnek aldığın ya da hala izlediğin, ilham veren, farklı işler yapan yayıncılar var mı? Türkiye’de yoktur herhalde. T.A.: Yok, Türkiye’de en fazla kendi arkadaş çevremdeki yayınları arada izliyorum. Yurtdışında Toddle Biscuit diye bir eleman vardır. Bu adam benim reisim. Çok fazla
let’s play çekmez ama her oyun için kırkkırk beş dakikalık inceleme yapar. Ama çok hardcore, çok acımasız incelemeler yapar. Çünkü adam o konuda oyun firmalarına boyun eğmemeye yeminli bir adam, yanlışsa yanlış, doğruysa doğrusunu yapar. Mesela ben bir oyun alacağım zaman, eğer oyuna para vereceksem çok elim kolum titrer, bana zangırdama gelir (gülüşmeler), ayılırım bayılırım o kredi kartıyla o parayı ödeyene kadar, mutlaka gider o adamı izlerim. Onun okeyi olmadan yok. Kendim de beğensem o adamı dinliyorum mesela. Çünkü mutlaka benim görmediğim bir şeyi görmüştür o oyunda, eğer olumsuz bir şey söylüyorsa. Diyelim ki aynı fikirdeysek, zaten adam İngiliz, tok sesli böyle, zaten otomatikman etkiliyor, o okey demişse ben de beğenmişsem daha az titreyerek parasını ödüyorum ama o titreme hep var, ona yapacak bir şey yok (gülüşmeler). Onun dışında çok fazla yok. Ben daha çok canlı yayınlarda rasgele izliyorum. Mesela Twitch’i açıyorum, popüler olmayan, mesela ben Metal Gear Solid hayranıyımdır, onu oynayan bir kanal var
GameX Fuarı’nda, bu sene değil de evvelki seneki, orada iki yüz üç yüz kişiye maç anlattım. Bayağı sıkıntıları atlatarak, kendi sesimi duyuyordum maç anlatırken. Çok zor. Kendi sesini duyarak konuşmak dünyanın en zor şeyi. Orada ben hayallerimi gerçekleştirmiştim. O hayali gerçekleştirdiğimde sekiz bin abonem vardı. Düşün oradan yüz bine çıkmak ne demek.
adam konuşmuyor bile, oynuyor sadece. Ben de oturup film gibi izliyorum, zaten oyun film gibi. Daha çok o tarz takip ediyorum, oyun içerikli.
E.B.:
Twitch’ten önce Youtube’da yayın yaparken ciddi bir disiplinle yayın yapıyordun. Günleri belliydi, saatleri belliydi, bir televizyon kanalındaki bir program gibi yani. Salı-Perşembe şu saatte o yayının geleceği belliydi mesela. Zor değil miydi, bunun motivasyonunu sağlamak nasıl oldu? T.A.: O gerçekten çok zor bir şey çünkü o duyuruyu yaptığınız an, ağzınızdan “söz” lafı çıkmasa bile oradaki sizi bekleyen on bin kişi, yirmi bin kişiye bir söz vermiş oluyorsunuz. Belki o adam diyelim Perşembe günü kız arkadaşıyla sinemaya gidecekken ya da arkadaşlarıyla çıkacakken “Yok aga,” diyor, onları ekiyor ya da kızı yolluyor, oturup senin yayınını bekliyor. Aslında motivasyon da oradan çıkıyor. Yani ben kendime bıraksam ben oynarım o oyunu, yarına belki yüklerim, belki hafta sonunu beklerim, kısmet. Ben mesela tıraş olacağım diye iki ay beklediğim oluyor, iki ay tıraş olmadığım oluyor. Dediğim gibi motivasyon da zaten o duyuruyu yapmamın sebebi. Her Salı sekizde, her Perşembe sekizde ya da Pazar günleri Skyrim’in videosu gelecek
diye duyurmamın sebebi o motivasyonu sağlamak. Bir noktada diyorum ki, “Bugün de kıçını devirip yatma, kalk şu videonu çek çünkü sen bu sözü verdin.” Kendi kendimi motive etmiş oluyorum aslında o duyuruyu yaparak, en büyük avantajı o bana.
E.B.: PintiPanda ve Makyavelist Panda,
bu nicklerin hikayesi ne? T.A.: Dedim ya, uluslararası ilişkiler okudum diye Uludağ’da. Orada politika ödevimde Niccolo Machiavelli’nin Prens’ini yapmam gerekiyordu. Bir de panda dünyanın en tatlı hayvanıdır, panda sevmeyen kimse yoktur. Atıyorum, atı sevmeyen çıkabilir, karıncayı sevmeyen çıkabilir ama pandayı herkes sever. Ben de seviyorum zaten. Bir de benim Çin’e gidişim vardır. Bir fuar için Çin’e gitmiştik, orada da tabi klasik olarak “Aa Türk kafilesi, ne yapalım Çin Seddi’ne gidelim”. Ben otobüsten kaçtım, hayvanat bahçesine… “Çin Seddi’ne ben bir ara uğrarım, siz takılın.” dedim, ben hayvanat bahçesine panda görmeye gittim mesela. Öyle garip bir şey var bende. Hatta oradan çıktım, oyuncakçıya gidip panda aldım, oyuncakçının çıkışında da Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’le karşılaştık. Manzara şu: Benim elimde iki tane panda, onun elinde iki tane panda (gülüşmeler). Ulan ben otuz defa
Oyunların seni sevdiğini düşünüyorum, bilmiyorum sen de aynı fikirde misin? Bir örnek vereceğim, helikopter örneği gibi. Bu sana bir şekilde bir espri olarak bir puan kazandırıyor. Ya da Alice’i oynarken, Alice’e ilanı aşk ettiğin bir an vardı. “Alayım mı seni kız?” dedikten sonra Alice’in animasyon olarak şöyle omuz kırıp geriye dönmesi… Yani oyun da karşılık veriyor. Eskişehir’e gittim belediyenin yanına bir kere görmedim adamı, Allah’ın Çin’inde elimizde pandayla karşılaştık (gülüşmeler). “Hocam hayırdır,” dedim, “Yengene,” diyor. “Ben de hocam, hatuna aldım,” dedim, “ben de yengene aldım,” diyemedim tabi. Öyle garip bir şey. Pandaların garip bir yeri var benim hayatımda. İşte Makyavelist Panda da şurdan geliyor; Ekşi Sözlük’e nick almam gerekiyordu o sırada. Dedim “Panda çok yalnız kaldı.” Makyavelist de hoşuma gitmişti aslında, çok da üzerinde durmamıştım. Zaten yazar olacağımı da düşünmüyordum. 2006 mıydı neydi?
E.B.: Toptan alımlar. T.A.: Hah, yani daha onun haberi yoktu.
Herhalde bir ara yaparlar diye almıştım. PintiPanda nicki, Quake’ten. Biz sözlüğe girdikten sonra, Boşluk’la tanışmam da
KULTURA
31
Ben kayıt yapıyorum sanıyorum. Kendi kendime oynuyorum aslında ama meğerse canlı yayındaymışım. “Bekleyin geliyorum,” dedim. Canlı yayın chat’ini açtım, baktım orada herkes gülüyor. “Nihayet anladı,” falan diye bayağı yirmi beş dakika izleyip alay etmişler benimle. o zamandır. Bayağı çete halinde oyun oynuyoruz. Ben saçmalamaya başladım. Oyunda bir şey öğrendim, nickinizi renkli yazabiliyordunuz. Ben bir başladım, pembe panda, mavi panda, gundi panda, pinti panda, finti fanta yaparken o pinti panda çok hoşuma gitti, tekerleme gibi. Yoksa pintilik bir tek oyun alırken var bende, onun dışında gerçek hayatta bayağı sığır adamım ben (gülüşmeler). Çok kolay kaptırırım elimdeki parayı falan. O aslında kelime esprisi gibi durmasından dolayı, PintiPanda güzel yani.
E.B.: Çin dışında Türkiye’yi bayağı bir
gezmiştin bildiğim kadarıyla. Onun bir katkısı oldu mu yayıncılık açısından? T.A.: Çok. Benim yayınlarda anlattığım hikayeler, mesela oyunlarda öyledir, bir noktada oyunu da unutup ben bir hikaye anlatmaya başlıyorum. Onlar benim Türkiye’yi gezerken yaşadığım anılardır. Ben yaptığım işten dolayı acayip konumlara da düştüm. Dağda bir buçuk ay kalıp mantar da aradım, çam ağacı da kestim, Diyarbakır’da jet üssüne bir makine satacağım diye komandolar beni yolda
32
KULTURA
çevirdi, yere yatırdı takım elbiseyle. Bagajı aç dediler, bagajı açtım, bizim alet de ufak kompresörle çalışan bir delgi aletiydi, siyah bond çantada. “Bu ne?” dediler. “Pnömatik…” dedim. “La bırak pnömatiği aç şunu.” dediler (gülüşmeler). “Buyurun komutanım,” dedim, açtım. “Bu ne?” dedi. “Komutanım bu hani sıva kazıma…” dedim. “La bırak sıvayı bu ne silah mı?” dedi. Adamlar aldı bizi helikopterle hava üssüne götürdü falan ama sonra ben onun intikamını aldım. Çünkü direk komutan bekliyordu zaten görüşme için beni. Şikayet etmedim o komutana da, saçma sapan bir şey. Kimin başına gelir? Çok salakça bir şey, gelmemesi lazım. Ne bileyim, o çam ağacı kestiğimiz dönemde beni ayı kovaladı tuvaletimi yaparken (gülüşmeler). Bayağı pantolonumu toplayamadan kovalamaya başladı beni çalıda (kahkahalar). Askerlik anıları var, beş ay askerlik yaptım on beş ay anısı çıktı. Çünkü askerde de vır vır milletle konuşuyordum ben. Nerelisin hemşerim, oralıyım, otur anlat, sen nerelisin, buralıyım, otur anlat… İşte o hikayeler aslında benim oyunlarda, muhabbetlerde, yayınlarda yaptığım hikayelerdir. Ha üzerine üç beş
mutlaka katıyorumdur ama onların temeli hep bu gezilerde yaptığım sohbetlerden geliyor.
E.B.: Peki yayın sırasında falan başına
gelen çok ilginç bir şey var mı? T.A.: Mesela, oyunu bilgisayara kaydedeceğime canlı yayın yapmışım haberim yok. Daha dün oldu bu. Oturdum, “PintiPanda TV ekranlarına hoşgeldiniz.” dedim, başladım oynamaya. Aradan bir on beş yirmi dakika geçti, bir de kendi bilgisayarım olmadığı için, biraz tedirgin oluyorum. Çünkü ev arkadaşımın bilgisayarı, adam duşa girdi, dedim ki “Sen duştan çıkmadan ben hallederim bunu.” Aradan yirmi dakika geçti, göz ucuyla göstergelere baktım, çünkü belli bir kalitede kaydetmem gerekiyor Youtube için. Ulan gerekenin üçte biri kalitede bu. “Allah Allah,” dedim bunda bir terslik var. Sonra durdum, “Ben şu anda canlı yayındayım değil mi?” dedim (gülüşmeler). Çünkü iki gün evvel o makineden canlı yayın yapmıştık biz, benim makine olmadığı için unutmuşum ben. Ben kayıt yapıyorum sanıyorum. Kendi kendime
oynuyorum aslında ama meğerse canlı yayındaymışım. “Bekleyin geliyorum,” dedim. Canlı yayın chat’ini açtım, baktım orada herkes gülüyor. “Nihayet anladı,” falan diye bayağı yirmi beş dakika izleyip alay etmişler benimle.
E.B.: Peki internetten oyun yayını yapmak
için çok çılgın bir teknik donanım lazım mı, herhangi bir bilgisayarla yapılabilir bir şey mi? T.A.: Maalesef lazım. Çünkü, ben mesela herhangi bir bilgisayarla olabilir diye düşünmüştüm. İşte o herhangi bilgisayarın üzerine yaklaşık iki buçuk milyar para harcadım şu anda. Bir buçuk daha harcayacağım görünen o ki. Demek ki herhangi olmuyor. Kafadan, üç dört bin minimum gerekir. Gerçekten üst düze bir sistem kurmak lazım. Çünkü olay şu; oyunu çalıştırması dert değil, oyunu çalıştırırsın. Ama bir de onu renderlayacak, yani edit işlemi yapacak ve yayınını verecek. Yani oyun bilgisayarının iki katı güçte bir makineye ihtiyacın var senin. O da maalesef sağlam bütçe istiyor –ki hani bunun kamerası var, mikrofonu var, arka planı var, bahçesi var bağı var… Onun sonu gelmiyor. Ama tabi, başta küçük küçük videolar için normal bir makine de yeter. Ben de öyle başlamıştım. Mesela Don’t Starve çok güç istemeyen bir oyun, normal bir makinede de yapılabiliyor. Ama ciddi düşünen bir arkadaşsa, “Ben buradan yürüyeceğim,” ya da uzun vadede bir kariyer olarak düşünüyorsa ona göre de parasını harcayacak. Yoksa benim gibi acılı bir şekilde öğrenir.
E.B.: Türkiye’de yayın yapmanın negatif
yönlerinden bahsettik. Artısı nedir? T.A.: İşte o bizim memleketin güzelliği. İnsanlar öyle bir sahipleniyor ki seni… Bana mesela üç hafta önce Antalya’dan greyfurt, limon ve portakal geldi. Hastayım, her yayında burnumu çekiyorum. Çocuk dayanamamış, Anıl diye bir arkadaş, adam bahçesinden bana narenciye yollamış. Ne bileyim, o bahsettiğim şiir muhabbeti
vardı, ufacık kızın şiir yazması. Mesela bana biblolar geliyor, Alice’in biblosu geldi, Müco’nun, Chester’ın bibloları geliyor. Onun dışında insanların sürekli üzerine titremesi var mesela. Bir yayında hapşuruyorum ya da gözüm kanlanmış mesela –ki o bende ufaklıktan beri vardır. “Abi aman, yat dinlen, sen bize lazımsın, hiç yayına çıkma, çorba iç.” diyorlar. Zencefilli, karabiberli, atomik bir şeyler söylüyorlar bana, onu yap iç diyorlar.
E.B.: Sadece Türkiye’ye özel şeyler tabi… T.A.: Tabi, bu gerçekten Türkiye’ye özel.
Yani gidip de Amerika’da on binlerce kazanan adama bunu demezler. En fazla “Get well soon” (“iyileş”) derler. Ama bizim içimizdeki o anaç duygu var ya, o abi kardeş ilişkisi, “Aman abi, aman oğlum, aman kardeşim.” Bu harika bir şey.
E.B.: 2014 yılından aklında kalan en iyi
kitap, film oyun, nelerdir sence? Ama iz bırakan hakikaten. T.A.: Oyun olarak, Panda olarak bireysel olarak soruyorsan o kesin Far Cry’dır 2014 için. Çünkü röportajdan önce de söylemiştim, tekrar söyleyeyim, deli gibi oynadım. Kendimden geçerek oynadım oyunu. İzleyiciler çok beğendi. Oyun tabi ki 3’ten iyidir, kötüdür, şudur budur o tartışmaya giremeyiz ama bende ve izleyende yarattığı his; harika bir oyundu. Zaten bizim Multiplayer’da yaptığımız seyirci oylamasında da birinci seçildi. 2014’ün oyunu dersen, Far Cry derim kendi adıma. Mutlaka çok daha keyifli oyunlar da oynadık irili ufaklı. Mesela Nidhogg diye bir oyun oynadık biz, dünyanın en saçma oyunu. Cin Ali’ler kılıçla oynuyor (gülüşmeler) ama böyle bir keyif olamaz. Ben bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum bir oyunu oynarken. Benzeri Cat Lady dediğimde de olmuştu. Oyunun grafiği 800x600 ya. Sonradan yamayla yükseliyordu falan da siyah-beyaz, hiçbir aksiyonu yoktu ama tablolar içinde bir adventure yaşıyordun. O yüzden herhalde Far Cry derim, Nidoc derim, bir de 2013
sonu 2014 başı için Cat Lady derim.
E.B.: Kitap, film? T.A.: Ben hep eski kitapları okudum ya. Mesela ben Puslu Kıtalar Atlası’nı okudum, ondan çok etkilendim. Bu sene okuma fırsatı bulabildim. 2014’te çıkan kitaplardan hiç okumamış olabilirim. Son okuduğum iki kitap Puslu Kıtalar Atlası ve Kürk Mantolu Madonna’ydı. İkisini de çok sevdim ama eski. Bu soruya iki sene sonra cevap versem olur mu (gülüşmeler)?
E.B.: Filmleri sorsam şimdi Matrix falan diyeceksin o zaman (gülüşmeler)? T.A.: Matrix çok iyiydi mesela işte. İkinci filmi hele, bir eski (gülüşmeler). Yakında üçüncüsü çıkacakmış (kahkahalar).
E.B.:
Röportajdan önce Reddit muhabbeti geçti, ciddi takip ediyor musun Reddit’i. T.A.: Çok hardcore değil de Gaming’i, Gone Wild’ı falan. Ama takip edeceğim, çünkü bayağı seviyorum Reddit’i. Şimdilik bana kadar ediyorum da orada biraz öneri lazım. Bir sürü subreddit var abi, nereye gireceğimi bilmiyorum.
E.B.: Benim listeyi göndereyim sana. T.A.: Gönder valla. E.B.: Çok çok garip şeyler gördüm. Akşam atayım onu sana. T.A.: Zaten Reddit’in keyfi o, yoksa yemişim ana sayfasını, banane.
E.B.: Tabi canım ana sayfa zaten o fan bilmem ne falan gibi milyonlarca kişinin olduğu sayfaların özelliği yok. T.A.: Kedi resimleri falan…
E.B.: Klasik onlar. T.A.: Bize o subreddit’ler lazım, hazine olan.
E.B.: O zaman mıç mıç. T.A.: Hadi mıç mıç (gülüşmeler). KULTURA
33
SİNEMA DÜNYASININ EN PRESTİJLİ ÖDÜLÜ OSCAR, ÖNÜMÜZDEKI AY 87. KEZ SAHİPLERİNİ BULACAK. BİZLER DE BU SAYIMIZDA OSCAR ÖDÜLLERININ TARİHÇESİNİ, BİLİNMEYENLERİNİ VE REKORLARINI İNCELEDİK.
34
KULTURA
Hakan Karakullukçu
İlk olarak 1929 yılında 250 kişinin katılımı ile gerçekleşen törenle, Hollywood Roosevelt Hotel’de verilen Akademi Ödülü, yaygın kullanımla Oscar Ödülü, tam 86 yıldır sinema dünyasının en iyilerinin ellerinde havaya kalkıyor. Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi (Academy of Motion Picture Arts and Sciences) tarafından verilen ödülün orijinal ismi Academy Award of Merit’tir ve ödül heykelciğine neden Oscar adı verildiği tam olarak bilinmemektedir. Bir efsaneye göre Oscar ödüllü aktris Bette Davis’in, heykelciği kocası Harmon Oscar Nelson ile özdeşleştirmesi, başka bir efsaneye göre ise Akademi’nin kütüphanesinde görevli Margaret Herrick’in heykelciği amcası Oscar’a benzetmesi ile ödülün adı Oscar olarak kaldı. Akademi de bu ismi 1939’dan sonra benimseyerek resmi olarak kullanmaya başladı. Oscar adını bir şekilde sahiplenen bu altın adamcığın da bir öyküsü var elbette. Heykeli ilk kez MGM sanat yönetmenlerinden Cedric
Gibbons tasarladı. Heykeltraş George Stanley ise dünyanın en kariyerli oyuncularını, yönetmenlerini ve yapımcılarını gözyaşlarına boğan, nutuklar attıran küçük heykelciği 24 ayar altınla kaplı, 34 cm yüksekliğinde, 3.85 kg ağırlığındaki son haline getirdi. Peki dilimize dolanan bu “Akademi” nedir, bu adamlar kimdir ve nasıl girmişler bu akademiye? Akademi, 1927’de Los Angeles’ta 36 oyuncu, yönetmen, yazar, teknisyen ve yapımcı tarafından Academy of Motion Picture Arts and Sciences (AMPAS) ismiyle kuruldu. Hali hazırda 5.830 üyesi vardır ve bu üyeler her sene yönetim kurulu tarafından sinema alanında kariyerli ve seçkin insanlar arasından seçilir. Oscar’ın tarihçesini kısaca inceledikten sonra şimdi gelelim bu küçücük heykel üzerinde kopan fırtınalara ve kırılan rekorlara. Şimdi sizi Oscar ödülünü en çok kazanan sinema insanlarıyla, ardından da Oscar ödülleri hakkında pek bilinmeyen gerçeklerle baş başa bırakıyoruz.
İlginç Bilgi Ödül sahipleri, Oscar heykelciğini hiçbir şekilde satamıyor ancak 1 Dolar karşılığında Akademi’ye iade edebiliyorlar. KULTURA
35
1
3 4
2
Heykelciliğin Rekorları 1. Walt Disney: Listenin bir nu-
marasında tüm zamanların en büyük yapımcılarından çocukluğumuzun hemen hemen tüm çizgi filmlerinin babası Walt Disney bulunuyor. Yapımcısı olduğu çizgi filmlerden 59 kez heykelciği kazanmaya aday gösterilen Disney, 22 kez bu ödülü kazanmış ve bu alanda kırılması çok zor bir rekora imza atmış.
2. Cedric Gibbons: Oscar
heykelinin de ilk tasarımcısı olan ve The Wizard of Oz (1939), Pride
36
KULTURA
And Prejudice (1940) ve Romeo And Juliet (1936) gibi filmlerin sanat yönetmenliğini yapan İrlanda asıllı Cedric Gibbons bu alanda toplam 39 kez aday gösterilmiş ve 11 kez kendi tasarımı olan heykeli havaya kaldırmış.
3. Alfred Newman: 1901-1970
yılları arasında yaşayan, Modern Times (1936) ve Grapes of Wrath (1940) gibi büyük filmlerin müziklerini yapmış olan Amerikalı besteci, En İyi Film Müziği ve En İyi Özgün Şarkı
5
dallarında en çok ödülü toplamış olan kişidir. Tam 45 kere heykeli kazanmaya aday olmuş, bunların dokuzunda da altın adamı evine götürmüş.
4. Edith Head: Roman Holiday
(1953), Sabrina (1954), The Sting (1973) gibi birçok büyük klasiğin ve Vertigo (1958), Rear Window (1954), To Catch A Thief (1955) gibi Hitchcock filmlerinin de kostüm tasarımını yapan Edith Head, En İyi Kostüm Tasarımı Ödülü’ne 27 kez aday
gösterilmiş ve sekiz kez kazanarak bu alanda rekor kırmış.
5. Alan Menken: Listemizin
beşinci sırasındaki isim yine bir müzisyen. Daha çok animasyon filmleriyle bilinen Menken, The Little Mermaid (1989), Beauty And The Beast (1991) ve Pocahontas (1995) gibi efsanelerin de içinde bulunduğu animasyonlara yaptığı müziklerle sekiz kez En İyi Orijinal Müzik/Orijinal Şarkı dallarında Oscar Ödülü’nü kazanmış.
6. Gary Rydstrom: Sonuncusu
2012 yılında çekilen Lincoln (2013) filmi ile olmak üzere 17 defa En İyi Ses Miksajı ve En İyi Ses Efekti dallarında Oscar’a aday gösterilen 55 yaşındaki Rydstrom, Terminator 2: Judgement Day (1991), Jurassic Park (1993), Titanic (1997) ve Saving Private Ryan filmlerinde En İyi Ses Miksajı ve En İyi Ses Efekti dallarında toplam yedi kez Oscar Ödülü’nü kazanmış.
10. John Williams: ABD’nin
kazanan Wilder, En İyi Film ödülünü bir kez, En İyi Yönetmen Ödülü’nü iki kez, En İyi Senaryo Ödülü’nü ise üç kez olmak üzere Oscar Ödülü’nü toplamda altı kez kazanmış.
yaşayan en büyük film müzisyenlerinden biri olarak gösterilen Williams, Fiddler on the Roof (1971), Jaws (1975), Star Wars (1977), E.T. the Extra-Terrestrial (1982) ve Schindler’s List (1993) gibi büyük filmlerin müzikleriyle ödüle layık görülmüş. En fazla Oscar adaylığı olan yaşayan insan rekorunu elinde bulunduran ünlü müzisyen En İyi Orijinal Film Müziği/ Orijinal Şarkı dallarında tam 49 kez Oscar’a aday gösterilmiş ve beş kez ödülü kazanmış.
9. Dennis Murren: Hangi büyük bilim-kurgu filminin jeneriğine baksak görsel efekt başlığı altında adını göreceğimiz Murren, kariyerinin ilk ödülünü Star Wars: Episode V (1980) ile kazanarak Oscar dünyasına görkemli bir giriş yapmış. Daha sonra E.T. the Extra-Terrestrial (1982), Star Wars: Episode VI (1983), Indiana Jones and the Temple of Doom (1984), Terminator 2: Judgement Day (1991) ve Jurassic Park (1993) gibi kült eserlerle Oscar ödüllerini toplamaya devam eden ünlü efekt sanatçısı bu alanda 15 kez ödüle hak kazanmaya aday gösterilmiş, altı kez heykeli havaya kaldırmış.
11. Francis Ford Coppola:
Sinema tarihinin en meşhur serilerinden biri olan The Godfather filmlerinin usta yönetmeni, sadece yönetmenlik dalında değil, senaryo ve prodüksiyon dallarında da ödüller kazanmış. İlk ödülünü Franklin J. Schaffner’in yönettiği Patton (1970)
7. Rick Baker: Sırada meşhur
Star Wars serisinin ilk filmi olan Episode IV’ün renkli karakterlerinin de makyajlarını yapan, Men In Black, King Kong, Batman Forever gibi filmlerde de çalışan bir isim var. 1950 New York doğumlu makyör, ilginçtir ki çalıştığı en meşhur film olan Star Wars’tan ödül kazanamadığı gibi aday bile gösterilmemiş. Ancak bunun haricinde toplamda 12 kez En İyi Makyaj dalında Oscar’a aday gösterilip yedi kez heykeli evine götürmüş.
6
7
8. Billy Wilder: Avusturya
doğumlu Amerikan asıllı yönetmen, yazar, yapımcı Wilder, En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo olmak üzere üç büyük dalda ödül kazanan nadir isimlerden. The Aparment filmi ile bu ödüllerin üçünü birden
8
9
KULTURA
37
filminin senaryosuyla kazanan Coppola, kendi yönettiği The Godfather (1972) filmiyle En İyi Uyarlama Senaryo dalında ikinci ödülünü kazanmış. The Godfather: Part II (1974) filmiyle En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Uyarlama Senaryo dallarında üç ödül daha kazanarak 14 kez aday gösterildiği ödülü beş kez evine götürmüş.
12. Irene Sharaff: 1910-1993
yılları arasında yaşamış olan Sharaff,
listemizin bir diğer kostüm tasarımcısı. 16 kez En İyi Kostüm Tasarımı Ödülü’ne aday gösterilen ünlü tasarımcı, An American in Paris (1951), The King and I (1956), West Side Story (1961), Cleopatra (1963), Who’s Afraid of Virginia Woolf (1966) ile beş kez ödülü almaya hak kazanmış.
13. John Barry: Listemizin bir diğer müzisyeni, meşhur James Bond serisinin müziklerinin bestecisi olan John Barry. 2011 yılında
12
11
13 15
hayatını kaybeden Barry’nin yaptığı film müzikleri, bizim efsanevi kült filmimiz Dünyayı Kurtaran Adam’da bile kullanılmış. En İyi Film Müziği ve En İyi Orijinal Şarkı dallarında yedi kez Oscar’a aday gösterilen İngiliz besteci, sonuncusu Kevin Costner’ın bol ödüllü filmi Dances with Wolves (1993) olmak üzere tam beş kez bu prestijli ödülü evine götürmüş.
14. Richard Taylor: Sinema
tarihinin en epik destanlarından biri olan The Lord of the Rings serisinin görsel efektlerini, kostümlerini ve makyajlarını yaratan isim Richard Taylor, aday gösterildiği altı Oscar’ın beşini kazanmış. Sadece serinin ilk filmi olan The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (2001) filminde En İyi Kostüm Tasarımı Ödülü’ne aday gösterilip heykelciği Moulin Rouge! filminin kostümcülerine kaptırmış.
15. Woody Allen: Hollywood’un dahi komedyenlerinden, yönetmen, senarist, oyuncu, on parmağında on marifet olan 1935 Brooklyn doğumlu Allen, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu dallarında toplam 24 kez Oscar’a aday gösterilmiş. Aynı zamanda çok usta bir caz klarnetçisi de olan usta sinemacı, En İyi Yönetmen dalında bir kez, En İyi Senaryo dalında üç kez olmak üzere altın heykeli dört kez havaya kaldırmış.
16. Leon Shamroy: 1901-1974
14 16 38
KULTURA
yılları arasında yaşayan Planet of the Apes (1968) filminin de sinematografisine imza atan New York’lu görüntü yönetmeni, The Black Swan (1942), Wilson (1944), Leave Her to Heaven (1945) ve Cleopatra (1963) filmleriyle dört kez En İyi Görüntü Yönetmenliği dallarında Oscar almaya hak kazanmış. Bu dalda en çok ödül alan kişi
olma rekorunu da hala elinde bulunduran Shamroy, ayrıca 14 kez daha bu ödüle aday gösterilmiş.
17. Henry Mancini: 1994 yılın-
da pankreas kanserinden hayatını kaybeden meşhur müzisyen Enrico Nicola Mancini, Breakfast at Tiffany’s (1961), The Pink Panther (1963), The Big Lebowski (1998) gibi klasikleşmiş, müzikleriyle de sinemaseverlerin aklına kazınmış filmlerin bestecisidir. En İyi Film Müziği ve En İyi Orijinal Şarkı dallarında 18 kez Oscar ödülüne layık görülmüş, bunların dördünde mutlu sona ulaşmış.
20
18. Joel Coen - Ethan Coen:
17
19
Listemizin bu sırasını işgal eden kardeşleri aynı maddede anma sebebimiz, ikisinin de kazandıkları ödüllerin ortak olması. Filmlerini birlikte yazıp-yöneten, film endüstrisinde “iki kafalı yönetmen” olarak bilinen, 13 kez heykelciği almaya aday gösterilen kardeşler, Fargo (1996) ile En İyi Senaryo, No Country for Old Men (2007) ile En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo dallarında toplamda dört kez Oscar’ı havaya kaldırmışlar.
19. Katharine Hepburn: Bir
başka Hollywood yıldızı Audrey Hepburn ile soyadı benzerliği olan ancak herhangi bir akrabalığı bulunmayan Katharine Hepburn, Akademi tarihinin en çok Oscar kazanan oyuncusu. Toplamda 12 kez En İyi Kadın Oyuncu ödülüne aday gösterilen sinemanın first ladysi, ilk Oscar’ını ilk adaylığında Morning Glory (1933) ile kazandı. Daha sonra Guess Who’s Coming to Dinner (1967) ve The Lion in Winter (1968) filmleriyle iki yıl üs tüste En İyi Kadın Oyuncu ödülünü havaya kaldıran Hepburn, son olarak On Golden Pond (1981) filmiyle bu ödülü toplamda dört kez kazanmış oldu.
18 20. Clint Eastwood: Western
filmlerinin en bilindik yüzlerinden biri olan asırlık çınar Eastwood, hiç oyunculuk ödülü alamamış ancak yönetmenliğe başladıktan sonra adeta kariyerinin ikinci baharını yaşamaya başlamış. 1950’li yıllarda sinema kariyeri başlayan ünlü oyuncu-yönetmen-yapımcı ilk olarak 1992 yılında Unforgiven filmiyle En İyi Film, En İyi
Yönetmen ve En İyi Oyuncu dallarında Oscar’a aday gösterilerek ilk ikisini havaya kaldırmış, ilk kez aday gösterildiği oyunculuk ödülünü ise alamamış. Daha sonra Million Dollar Baby (2004) filmi ile yine En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerini de kazanarak toplamda 10 kez kazanmaya aday gösterildiği altın heykeli dört kez kazanmış.
KULTURA
39
Oscar’ın Bilinmeyenleri • 1929 yılından 1941 yılına kadar Oscar ödülleri dağıtılmadan önce kazananlar açıklanıyordu. Bu yüzden törenler çok kısa sürüyordu. 1941 yılından itibaren bu uygulama değiştirildi ve kazananlar tören esnasında açıklandı. • İlk Oscar ödül törenine 270 kişi katılırken, bilet fiyatları da 5 dolar gibi komik bir rakamdı.
dinleyebilmeleri için tören ilk kez radyodan canlı yayınlandı. 1943’ten 1953 yılına kadar Oscar ödül töreni radyodan, 1953’ten sonra ise televizyondan Bob Hope’un sunumuyla yayınlandı. 2003 yılında 100 yaşında hayatını kaybeden Bob Hope, 17 kez Oscar ödül töreninin sunuculuğunu yaparak bu alanda kırılması zor bir rekora imza attı.
• Oscar heykelciğini reddeden ilk isim, Dudley Nichols oldu. Nichols, 1935 yılında The Informer filmi ile kazandığı En İyi Senaryo ödülünü, sendika haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle reddetti.
• Ünlülerin tören alanına girerken üzerinden geçtiği, poz verdiği o meşhur kırmızı halının uzunluğu tam 75,5 metre. Akademi’nin malı olan kırmızı halı, Valencia’da bir depoda saklanıyor.
• Dudley Nichols’tan başka George C. Scott ve Marlon Brando da Oscar ödülünü almayı reddetti. Marlon Brando, The Godfather filmindeki rolüyle layık görüldüğü Oscar ödülünü Kızılderili soykırımını protesto ederek reddederken, ödül törenine Kızılderili kökenli aktris Sacheen Littlefeather’ı gönderdi. Littlefeather törende Brando’nun kaleminden çıkmış olan uzun bir konuşma metnini okuyarak 1973 yılının Oscar ödül törenine damgasını vurdu. • 1943 yılında, 2. Dünya Savaşı’ndaki Amerikan askerlerinin de töreni
40
KULTURA
• Bir filmin Oscar’a aday gösterilebilmesi için bazı şartlar var. Öncelikle film en az 40 dakika olmalı (kısa film kategorileri hariç), ayrıca ödülün verileceği yıldan bir önceki yıl Los Angeles sınırları içerisinde en az bir sinemada ücretli olarak en az bir hafta boyunca gösterime girmiş olmalı (yabancı film kategorisi hariç). Oscar heykelciğini kazananlar ödülü satamıyorlar ancak bir dolar karşılığında Akademi’ye iade edebiliyorlar. Fakat Orson Welles’ın varisleri bu kuralı bozdular. Ünlü yönetmenin 1941 tarihli Citizen Kane filmi ile kazandığı En İyi Senaryo Ödülünü, Welles’in
heykelciği satmayacağına dair hiçbir anlaşma imzalamadığını öne sürerek Akademi’ye dava açtılar ve 2011 yılında mahkemeyi kazanarak bir açık artırmada altın heykelciği 861.500 dolara sattılar. • Oscar ödülünü en kısa performansla kazanan oyuncu, Network filmindeki beş dakikalık performansıyla Beatrice Straight oldu. • Oscar’ı en uzun performansla kazanan oyuncu ise, Gone With The Wind filmindeki iki saat 23 dakikalık performansıyla Vivien Leigh oldu. • Oscar ödülünü kazanan en yaşlı oyuncu Beginners filmindeki performansı ile 82 yaşındaki Christopher Plummer, en genç oyuncu ise Paper Moon filmindeki performansı ile 10 yaşındaki Tatum O’neal oldu. • Son maddemiz bir başarısızlık üzerine: Oscar ödülüne en fazla aday gösterilen fakat ödülü bir kez bile kazanamayan isim Kevin O’Connell. Top Gun, Armageddon, The Bourne Ultimatum ve Spider-Man gibi filmlerin ses düzenlemesine imza atan O’Connell 20 kez aday gösterildiği ödülü bir kez bile kazanamamış.
KULTURA
41
Boğa’nın 150 Yılı
Kendisini buluşma noktası olarak kullandığımız, adres tariflerinde referans verdiğimiz, önünde fotoğraf çekildiğimiz Kadıköy’ün Dövüşen Boğa’sı tam 150 yıldır öfkeyle bizi izliyor. Önünden geçenlere kırmızı bayrak sallayan birer matadormuş gibi bakan bu boğanın başından bakın neler neler geçmiş…
Hakan Karakullukçu
Kadıköy dendiğinde akla ilk gelen sembollerden biridir boğa. Nasıl ki Beşiktaş’ın kartal heykeli, Taksim’in Cumhuriyet Anıtı bulunduğu semtlerin referans noktası haline gelmişse, Kadıköy’de de Altıyol ve Bahariye’nin birleşim noktasındaki boğa heykeli Kadıköy’e gelenlerin referans noktası olmuştur.
42
KULTURA
Peki önünden belki yüzlerce kez geçtiğimiz, önünde fotoğraflar çekildiğimiz, kimi zaman eylemlere ev sahipliği yapan bu kızgın bakışlı hayvan nerelerden geçti ve buraya nasıl geldi? Boğa’nın heykeltıraşı 1827 Bordeaux doğumlu Isidore Jules Bonheur’dur. Bonheur’un boğa heykeli de dahil
birçok eseri, 1855 yılından sanatçının ölümüne kadar L’exposition Universelle de Paris fuarında sergilendi. Bu fuarın bizi ilgilendiren kısmı ise, 1867 yılında Sultan Abdülaziz tarafından ziyaret edilmiş olması. Avcılığa özel ilgisi bulunan Sultan Abdülaziz, III. Napoleon’un L’exposition
Universelle fuarına özel daveti üzerine 120 metrelik yatıyla Fransa’ya hareket ederek, Avrupa’ya sefer dışında giden ilk Osmanlı padişahı unvanını aldı. Pehlivan sultan fuarı gezdikten sonra, yöneticilerine içerisinde Boğa Heykeli’nin de bulunduğu 24 hayvan heykelinin siparişini verdi. Diğer bir hikayeye göre ise, Boğa Heykeli, heykeltraşı Bonheur’a, Almanlar ve Fransızlar arasında sürekli el değiştiren Alsace-Lorraine bölgesinin hakimiyetinin simgesi olarak yaptırıldı. 1860’lı yıllarda bölge Fransızlar’ın eline geçtiğinde, heykeltıraşlar Bonheur ve Rouillard Fransızların Almanları tıpkı bir boğa gibi ezip geçtiğini göstermek için bu heykeli ortaya çıkardı. Ardından yine bir Alman-Fransız savaşı sonrasında bu kez Almanlar Fransızları ezerek yendi ve bölge bu kez de Almanların eline geçti. Boğa Heykeli savaş ganimeti olarak Berlin’e götürüldü. 40 yıla yakın bir süre Alman topraklarında misafir olan heykel, Alman-Türk ilişkilerinin güçlenmesi sonrasında 1917 yılında imparator II. Wilhelm tarafından dönemin başbakanı, İttihat ve Terakki Fırkası Başkanı Enver Paşa’ya hediye edildi. Öyle ya da böyle bir şekilde Türkiye topraklarındaki serüveni başlayan Dövüşen Boğa Heykeli’nin ilk olarak Beylerbeyi Sarayı bahçesindeki Diklenen Boğa Heykeli’nin yanına konduğu bilinmektedir. İttihat ve Terakki Fırkası’nın iktidara geçmesiyle birlikte ülkedeki birçok heykel İttihatçılar tarafından farklı farklı yerlere kaçırıldı. Bu esnada Dövüşen Boğa Heykeli’nin de Enver Paşa tarafından Beylerberi Sarayı’ndan alınıp, Belgrad Ormanlarında bulunan Bilezikçi Çiftliği’ne, ardından da Kadıköy Kız Lisesi’ne, bir diğer adıyla Mermer Köşk’e taşındığı söylenir. Ancak nasıl olduysa
Beylerbeyi Sarayı’ndaki diğer boğa heykeli kimsenin ilgisini çekmemiş olacak ki hala bahçede diklenmiş bir şekilde durmaktadır, Boğaz’dan geçerken kafanızı uzatıp dikkatlice bakarsanız kendisini görebilirsiniz. Uzun yıllar boyunca Mermer Köşk’ün bahçesinde durduğu bilinen Boğa heykeli, 1940’lı yıllarda Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nın önünde tekrar meydana çıktı. Ardından 1950’lerde Hilton Oteli’nin önüne götürüldü, bir süre burada durduktan sonra 1970’li yıllara kadar yerinden kıpırdamamak üzere tekrar eski yerine, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nın bahçesine getirildi. Bazı kaynaklarda ise 1950’ler ile 1960’lar arasında Taksim Gezi Parkı ve Divan Oteli’nin kesişimine taşındığı, bir süre de burada beklediği geçer. Derken 1971 yılından itibaren Boğa’nın Anadolu yakasındaki hikayesi başlar. Öncelikle şu anda Kadıköy Belediyesi Tarih, Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi olarak kullanılan Kadıköy Şehremaneti (yani o zamanın Kadıköy Belediyesi) önüne getirilen Boğa, son olarak da şu anki ikametgahı olan Altıyol’a taşındı ve kısa zamanda Kadıköy’ün en önemli sembollerinden biri oldu. Görüldüğü üzere Boğa Heykeli, çoğunluğun sandığı gibi Kadıköy’ün bir simgesi değildir. Ancak Kadıköy’ün Khalkedon isminde bir ticaret şehri olduğu antik dönemlerdeki sikkelerinin üzerinde de boğa figürüne rastlanır. Yine M.Ö. 400’lü yıllarda Atina ve Girit’te bulunan sikkelerde İmparator Augustus’un kendi adına bastırdığı sikkelerde de boğa figürü bulunur. Heykelin ülkemize gelmesinden sonra yurtdışında birçok yerde replikası da
görüldü. bu replikaların Bonheur’un orijinal heykellerinin kalıpları alınarak çoğaltıldığı söylenir. Hem Diklenen, hem de Dövüşen Boğa heykellerinin örnekleri, ABD’de, Rhode Island eyaletinde bulunan Colt State Park’ın girişinde, Brüksel’deki Cureghem sığır mezbahasının önünde, İngiltere, Cambridge’de bir iş merkezinin girişinde çift halinde hala bulunmaktadır. Ayrıca Eskişehir Anadolu Üniversitesi Kampüsü’nde Kadıköy’deki Dövüşen Boğa Heykeli’nin; Paris, Venezuela, Uruguay ve Guatemala’da ise Beylerbeyi Sarayı’ndaki Diklenen Boğa Heykeli’nin kopyaları mevcuttur. Boğa heykelinin, kiminin buluşma noktası, kiminin adres bulmada referans noktası olsa da, yerinde çok rahat olduğu söylenemez. Zira zaman zaman futbol fanatizmine kurban giden Boğa, holiganlar tarafından sık sık boyanır, vandalizme kurban gider. Kimi zaman da farklı farklı takımların formalarının giydirildiği heykele, kışın kazak giydirildiği bile olmuştur. Haziran 2013 Gezi olaylarında da önemli bir simge haline gelen Boğa, sadece halk tarafından değil, ara sıra da yöneticiler tarafından taciz ediliyor. 2013 yılında TBMM Müzeler ve Tanıtım Müdürlüğü, heykeli Beylerbeyi’ndeki eşinin yanına taşınmayı aklından geçirdiyse de, halkın tepkisinden çekindiğinden olacak, proje iptal edilmiştir. Sanat tarihçisi Haldun Hürel tarafından asıl yerinin Bizans’taki Boğa Meydanı, (şimdiki Beyazıt Meydanı) olması gerektiği söylense de heykel şimdiki yerinden, Kadıköylüler de ondan memnun. 150 yıllık serüvenini geride bırakan Boğa’yı önümüzdeki yıllarda nelerin beklediğini kendisi gibi biz de merakla izleyeceğiz...
KULTURA
43
20
KA
44
KULTURA
A D N I L I Y 4 01 Z i M i R LE
K i T T E AYB
larda n a r k e e v e d r Sahnele tçıların a n a s z ü m ü ğ gördü ayranları h a t ş a b , ü m ölü irçok olmak üzere b Ama r. li e g r o z e iy kiş önemli n e k a r la o e netic birisi n a d ın r la n o y motivas bırakmak r le r e s e z ü s ölüm tçılar a n a s k ü y ü b olan en san gibi in r e h n ü g ir da b Biz de r. o ıy ıl r y a n a aramızd ettiğimiz b y a k a d ın ıl y 2014 ez daha k ir b ı r a ıl ç t a n sa mak la ır t a h e v k a anm istedik.
KULTURA
45
1 / Gabriel García Márquez 20. yüzyılın en önemli yazarları arasında gösterilen Gabriel García Márquez de 2014 yılında hayatını kaybeden en önemli insanlar arasında. 1927 yılında Kolombiya’da dünyaya gelen, tam adıyla Gabriel José de la Concordia García Márquez, Güney Amerika’da Gabo takma adıyla biliniyordu. Eğitim alanında önce hukuğu seçen Márquez, daha sonra bir gazetede köşe yazarlığı yapmaya başladığı için eğitim hayatına son verdi. Gazetecilik yıllarında siyasi eleştiri yazıları ve kısa öyküler yazan Márquez’e en büyük başarıyı romanları getirdi. Yüzyıllık Yalnızlık ve Kolera Günlerinde Aşk kitaplarının yazarı olarak adından bir hayli söz ettiren Márquez, 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Doğum yeri olan Aracataca’da esinlenerek kurguladığı Macondo adındaki hayali kasabada geçen öyküleri ile de edebiyat severler için önemli bir yeri bulunan Márquez, yalnızlık temasını sıkça kullanan bir yazar olarak biliniyor. 87 yaşındayken zatürre nedeniyle 17 Nisan’da hayatını kaybeden yazar, ölümünden sonra dönemin Cumhurbaşkanı Juan Manuel Santos tarafından “Yaşamış en büyük kolombiyalı” olarak nitelendiriliyor.
2 / Robin Williams 2014 yılında aramızdan ayrılan sanatçılar arasında belki de en sansasyonel vedayı sinemanın gülen yüzü olarak hafızalarımıza kazıdığımız Robin Williams’tan aldık. Aslında Günaydın Vietnam ve Ölü Ozanlar Derneği, Patch Adams gibi filmlerde hayata tutunma, yaşam ve insanlık gibi pek çok konuda önemli mesajlar veren karakterleri canlandıran Williams, intiharı ile insanın ne kadar karmaşık bir yaratık olduğunu bir kez daha bize gösterdi. 1951 Chicago doğumlu olan Amerikalı aktör, benzerine zor rastlanan bir filmografiye sahip. 1970’li yıllarda Los Angeles’ta yaptığı tek kişilik şovu ile ilk kez sahneye adım atan Williams, kamera karşısına ise ilk kez 1980 yılında Popeye filmi ile geçti. İlerleyen yıllarda sahne aldığı Aladdin, Hook, Jumanji ve Night at the Museum gibi filmlerde de birçok çocuğun hafızalarına kazınmayı başardı. 1997 yılında yayınlanan Good Will Hunting ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında hayatının ilk ve tek Oscar ödülünü almayı başaran Williams, iki Emmy, altı Altın Küre, aldı Grammy ve iki Sinema Oyuncuları Derneği ödülüne de layık göründü. Hayatına son verdiği yıla kadar aktif çalışma yaşamına ara vermeyen Williams, 11 Ağustos günü 63 yaşındayken
46
KULTURA
birçok kişiyi şaşkınlıkta bırakarak kendisini asarak yaşamını sonlandırmayı tercih etti. Ölümünün ardından yayınlanan raporda bir çeşit demans hastalığı bulunduğu ve bunun alzaymır olarak algılanmış olma ihtimaline dikkat çekilirken doktorlar bu tip demansın ünlü aktörü intihara götüren en önemli faktör olabileceğine dikkat çekiyor. Robin Williams’ın naaşı yakılarak külleri, San Francisco Körfezi’nden denize döküldü.
2
3 / Çolpan İlhan 1936 İzmir doğumlu olan Çolpan İlhan, Türk sinema ve tiyatro tarihinin en önemli isimleri arasında yer alıyor. Şair Atillâ İlhan’ın kardeşi ve Sadri Alışık’ın eşi olan Çolpan İlhan, Sadri Alışık Kültür Merkezi’nin de kurucusu olarak tiyatro alanında da birçok gencin önünü açtı. 300’e yakın filmde yer alan sanatçı 1970’li yıllarda sinemaya bir süre ara vererek moda çizimlerine yoğunlaştıktan sonra 2000’li yılların başında tekrar televizyon dizileri ile kamera karşısına geçti. Bu pırıltılı kariyerin ardından Çolpan İlhan 77 yaşındayken 25 Temmuz günü geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti.
4 / Murat Göğebakan
3
1968 Adana doğumlu olan Murat Göğebakan, Türk Rock müziği söz konusu olduğunda akla gelen isimlerin başında yer alıyor. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvar’ını başarı ile tamamlayan göğebakan, bir süre memleketi Adana’da yer alan Çukurova Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak yer aldı. 1995 yılında İstanbul’a gelerek aktif sanat yaşamının ilk adımını atmış oldu. İmzasını attığı 10’dan fazla albüm ile ülke çapındaki birçok ödüle layık görülen Göğebakan, 45 yaşındayken lösemiye yenik düşerek 31 Temmuz günü hayata gözlerini yumdu.
5 / Altan Günbay
4
1931 Konya doğumlu olan Altan Günay, Yeşilçam’ın geniş oyuncu kadrosunda olan isimlerden biriydi. Türk sinemasının bu kötü adamı kariyerine Ankara Devlet Konservatuvar’ını bitirdikten sonra başrol oynadığı ve aralarında Othello, Carmen, Salome gibi önemli eserlerin de yer aldığı operalarda sahne alarak başladı. 1964 yılında yayınlanan Şehrazat filmiyle yüzünü ilk kez beyaz perdeye taşıyan Günbay, 250’den fazla filmde yer alarak Yeşilçam emektarları arasına adını yazdırmayı başardı. 2000’li yıllarda birçok televizyon dizisinde de oynayan Günbay, 3 Mart günü bir süredir devam eden sağlık sorunları sebebiyle 83 yaşında hayata gözlerini yumdu.
KULTURA
47
5
7
6
Süheyl Eğriboz, judo çalıştığı yıllarda tesadüf eseri dahil olduğu sinema hayatı boyunca kavga sahneleriyle anıldı. 48
KULTURA
6 / Süheyl Eğriboz 1927 Balıkesir doğumlu olan Süheyl Eğriboz, sinema kariyerine denk geldiği bir film setinde rol alarak tesadüf eseri adım attı. Kötü adam rolleriyle akıllarda kalan Eğriboz, uzunca bir süre boyunca Türk sinemasındaki aksiyon filmlerinin kavga sahnelerinin aranan isimlerinden birisi oldu. Bulgar kökenli olan oyuncu, beynine giden iki damarın tıkanması üzerine kaldırıldığı hastanede 10 Ocak günü 86 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.
7 / Tuncay Gürel 1939 doğumlu olan sinema ve tiyatro oyuncusu, birçoğumuzun hafızalarına Tosun Paşa filmindeki Küçük Enişte rolüyle kazındı. Sinema ve tiyatronun dışında oyunculuk kariyerine televizyon dizilerini de ekleyen Gürel, sağlık durumu elverdiği sürece tiyatro sahnelerinden kopmadı. 40 yılı aşan aktif sanat hayatını 2010 yılında sonlandıran sanatçı, 29 Ağustos günü akciğer hastalığına yenik düşerek aramızdan ayrıldı.
8 / Ciguli 1957 yılında Bulgaristan’ın Hasköy şehrinde dünyaya gelen sanatçı, takma ismi olan Ciguli’yi o yıllarda Bulgaristan’da çok popüler olan AvtoVAZ adlı otomobil firmasının ürettiği ve halk arasında Ciguli olarak bilinen araba modelinden almıştır. Ailesi sanatçının adının Ahmet olmasını istemişse de o dönemki baskılar sebebiyle bu mümkün olmamıştır ve resmi kayıtlara Angel Jordanov Kapsov adıyla geçmiştir. 1990 yılında Türkiye’ye gelen Ciguli, kısa sürede gazinolarda çalışmaya başlayarak Hülya Avşar, İbrahim Tatlıses ve Sibel Can gibi önemli isimlere akordiyonuyla eşlik etti. 1999 yılında klarnetçi meslektaşı ve arkadaşının eşinden esinlenerek yazdığı Binnaz şarkısı ile ülke çapında üne kavuştu. 2014 yılında yayınlanan Olur Olur filmiyle ikinci kez bir sinema filmi için kameraların karşısına geçen Ciguli, 31 Ekim günü 57 yaşındayken akciğer rahatsızlığı sebebiyle Sofya’da aramızdan ayrıldı.
8 9 / Pete Seeger Folk ve country müziğin önemli isimlerinden olan Pete Seeger, 1919 yılında New York’ta dünyaya geldi. Harvard’da yüksek öğrenim hayatına başlamasından kısa bir süre sonra okuldan ayrılarak ülkeyi dolaşmaya ve müziğine odaklanmaya başladı. Müzisyenliği kadar aktivist kişiliği ve protest şarkılarıyla da dikkat çeken Seeger, bu yüzden birçok kez mahkemeye gitmek zorunda kaldı. Birçok önemli folk müzik topluluğunda banjo çalmasının yanında aktif müzik hayatını da yaşama gözlerini yumduğu 2014 yılına kadar sürdürdü. Aynı zamanda önemli bir söz yazarı da olan sanatçı, 24 Ocak günü 94 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.
9
10 / Philip Seymour Hoffman 1967 New York doğumlu olan aktör, kariyerine 1991 yılında Broadway’de sahne alarak başladı. 90’lı yılların sonunda adından sıkça söz ettirmeye başlayan Hoffman, 2005 yılında yayılanan ve başrolünde yer aldığı Capote filmi ile En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar heykelciğini kazanmayı başardı. Aynı rol ile toplamda 4 ödül alan aktör, ölümüyle geride birçok soru işareti bıraktı. 2 Şubat günü kolundaki şırıngayla evinde ölü bulunan aktörün ölüm nedeni uzun süre bulunamadıktan sonra uyuşturucu sebepli olduğu açıklandı.
10
11 / Selçuk Uluergüven 1941 yılında İstanbul’da hayata gözlerini açan Selçuk Uluergüven, sanat yaşamına 1962 yılında Ankara Meydan Sahnesi’nde başladı. Aralarında Dormen Tiyatrosu’nun da olduğu birçok önemli toplulukla çalışan Uluergüve, birçok film ve dizide de yer aldı. Bizimkiler dizisinde canlandırdığı Davut Usta karakteriyle ülke çapında üne kavuşan sanatçının meslektaşı olan oğlu 21 yaşındayken bir sahne kazası sonucu hayatını kaybetti. 2011 yılına kadar aktif sanat hayatını sürdüren Uluergüven, kalça protezinin yerinden çıkması ve iltihaplanması üzerine üç ay boyunca Aydın’da tedavi gördükten sonra 8 Ocak günü yaşamını yitirdi.
KULTURA
49
11
13
12
12 / Shirley Temple ABD sinema tarihinin en ünlü çocuk oyuncularından birisi olan Temple, 1928’de dünyaya geldikten kısa bir süre sonra adından ülke çapında söz ettirmeyi başardı. Altı yaşındayken o dönemki ödül kategorilerinden birisi olan En İyi Çocuk Oyuncu dalında Oscar ödülüne layık görülmesiyle en genç yaşta bu ödülü alan isim olma ünvanını da ele geçirdi. Yedi yaşındayken oynadığı müzikaller ile Hollywood’un en popüler isimlerinden birisi olmayı başardıysa da 21 yaşındayken sinema dünyasına veda ederek Gana ve Çekoslovakya’da büyük elçilik görevini üstlendi. Son yıllarında kronik akciğer rahatsızlıklarıyla mücadele eden Temple, 10 Şubat günü aramızdan ayrıldı.
13 / Paco de Lucía Flamenko müziğiyle özdeşleşmiş olan Paco de Lucia, ya da gerçek adıyla Francisco Gustavo Sánchez Gomes, 1947 İspanya’da doğdu. Gitarla harikalar yaratmasıyla bilinmesinin yanında farklı müzik türlerine girebilecek önemli bestelere de sahip. 1965 ve 2004 yılları arasında birçok albüme imza atan ünlü gitarist, 2007 yılında kültürel katkılarından dolayı fahri doktora ünvanına layık görüldü. 25 Şubat günü çocuklarıyla kumsalda oynarken geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.
14 / Hans Rudolph Giger 1940 İsviçre doğumlu olan Giger, listemizdeki diğer isimlerden farklı bir alanda Oscar ödülüne layık görüldü. Alien filminin sembol yaratığını tasarlayan heykeltıraş ve sürrealist ressam olan sanatçı, bu tasarımıyla Oscar ödülüne uzanmayı başardı. Eserlerinde insan bedeni ve makinaları başarılı bir şekilde harmanlamasıyla bilinmesinin yanında sinema ve tiyatroda yönetmenlik ve oyunculuk da yaptı. Sanatçı 12 Mayıs günü 74 yaşındayken düşmeye bağlı yaralanmalar sonucu hayatını kaybetti.
50
KULTURA
Hans Rudolph Giger, hafızalarımıza kazınmış olan Ailen yaratığına şekil verdi.
14
15
15 / Nadine Gordimer 1923 Güney Afrika doğumlu Nobel Edebiyat Ödüllü yazar, kalemi eline 9 yaşındayken aldı ve genç yıllarda yazdığı birçok öykü dergilerde yayılandı. Yazılarında yalın bir dil kullanan Gordimer, yazılarında özgürlük ve insanlık öğelerini ön plana çıkardı. Uzun bir süre boyunca Ulusal Parti hükümeti tarafından uygulanan ırkçı ayrımcılığa karşı birçok alanda mücadele etti. Gordimer, 90 yaşındayken doğduğu şehir olan Johannesburg’da 14 Temmuz günü hayata gözlerini yumdu.
16 / Richard Attenborough Sinema ve tiyatro alanında İngiltere’den çıkan önemli isimlerden birisi olan Attenborough, 1923 yılında Cambridge’de dünyaya geldi. 1983 yılında yayınlanan Gandhi filmiyle En İyi Yönetmen ve En İyi Yapımcı Oscar ödüllerine layık görüldü. 1993 yılında Lord ünvanını alan Attenborough 1942 ve 2007 yılları arasında birçok filmde aktör ya da yönetmen olarak görev aldı. 24 Ağustos günü, 91. doğumgününden 5 gün önce hayata gözlerini yumdu.
16
17 / Gordon Willis 1931 New York doğumlu olan Willis için Hollywood tarihinin isimsiz kahramanlarından birisi dememiz yanlış olmaz. Başta Godfather serisi olmak üzere Woody Allen’ın birçok filminin görüntü yönetmenliği görevini üstlenerek çalıştığı filmlerin beyaz perdeye çok daha görkemli bir şekilde yansımasında önemli rol oynadı. 2003 yılında yapılan bir araştırmada sinema tarihinin en önemli 10 görüntü yönetmeni arasında gösterildi. 18 Mayıs günü kanserle verdiği mücadelede yenik düşen kameranın dahi ismi 82 yaşındayken aramızdan ayrıldı. KULTURA
51
17
20
19
18
Eli Wallach, 95 yaşındayken Oscar ödül
töreninde Onur Ödülü’ne layık görüldü.
52
KULTURA
18 / Luise Rainer Sinema tarihinin emekleme döneminde çok önemli işler başaran oyuncu 1910 yılında dünyaya geldi. 1936 ve 1937 yıllarında kazandığı iki Oscar ödülüyle üstüste iki yıl bu ödülü alan ilk kişi ünvanını elinde bulunduran Rainer, aynı zamanda birden fazla Oscar alan ilk kişi, Oscar ödülü alan ilk Alman ve Oscar ödüllü oyuncular arasında en uzun süre yaşayan isim olarak da biliniyor. Oyunculuğa 16 yaşındayken başlayan Rainer, 104 yaşındayken Londra’da 30 Aralık günü zatürre rahatsızlığı yüzünden aramızdan ayrıldı.
19 / Joe Cocker 1944 İngiltere doğumlu olan Cocker, rock ve blues müziğin en önemli isimleri arasında yer alıyor. Birçok cover parçasıyla bilinen Cocker, 1969 yılında Woodstock’ta da sahne aldı. 1975 yılında yayınladığı “You Are So Beautiful” parçasıyla adından bir hayli söz ettiren şarkıcı, 1983 yılında da Grammy ödülüne layık görüldü. Rolling Stones dergisinin en önemli 100 şarkıcı listesinde 97. sırada yer alan Cocker, 22 Aralık günü 70 yaşındayken akciğer kanserine yenik düşerek hayata gözlerini yumdu.
22 / Eli Wallach
rihinin en , Hollywood ta an Eli Wallach ol lu m ğu yer alıdo da ın mleri aras 1915 New York devam eden isi a tın z ya ha t , na sa n Wallach ilk ke uzun süre aktif ’de sahneye çıka ay dw oa ’a Br ch da yılın çti. Walla yor. İlk kez 1945 Doll filmi ile ge 56 yılında Baby 19 ise The Good, na ısı na rş kamera ka ında yayınla n yıl 66 19 ise lü n uzun i getiren ro i oldu. 60 yılda en büyük şöhret ki Tuco karakter de in m fil birlikly Ug ile e Jackson the Bad and th ok kez eşi Anne rç bi da ın m şa t ya sağladığı kasüren aktif sana a endüstrisine em sin da ın yıl tçı, 2010 yık görüldü. te rol alan sana nur Ödülü’ne la O e nd ni re tö New Oscar ödül uğu şehir olan tkılardan ötürü şındayken doğd ya 98 nü gü n ira Wallach 25 Haz zlerini yumdu. gö ta ya ha York’ta
20 / Harold Ramis 1944 ABD doğumlu olan Ramis’in adı her ne kadar birçok kişinin hafızasına kazınmış olmasa da Holywood’a önemli katkılar yapmış bir isim. Bedazzled, Analyze This ve Analyze That filmlerinin yönetmenliğini ve senaristliğini yapan Ramis, birçoğumuzun çocukluk döneminde hayranlıkla izlediği Ghostbusters serisindeki Eagon Spengler karakterine hayat verdi. Vaskülit hastalığı sebebiyle yürüme yetisini kaybeden Ramis, tekrar yürüyebilmek için uzunca bir süre mücadele verdi. Ancak sonrasında tekrarlayan hastalığı 24 Şubat’ta ünlü ismi 69 yaşındayken aramızdan aldı.
21 / Bobby Womack 1944 yılında ABD’de dünyaya gelen sanatçı, müzik yaşamına kardeşleriyle kurduğu The Valentinos adlı grup ile adım attı. 50 yılı aşan bir müzik hayatına sahip olan Womack, solo kariyerine 1968 yılında çıkardığı single ile başladı. Müzik hayatı boyunca onlarca albüme imza atan sanatçı, 2010 yılında Gorillaz’ın Stylo adlı parçasına da eşlik etti. Uyuşturucu bağımlılığı bilinen sanatçı 27 Haziran günü 70 yaşındayken aramızdan ayrıldığında prostat ve kolon kanserinin yanında zatürre ve alzaymır hastalıklarından muzdaripti.
KULTURA
53
21
Bambaşka bir Karadeniz şehri: BATUM Yurt dışına çıkmak istiyor ama vize ve pasaport gibi masraflar size fazla geliyorsa işte bizden güzel bir öneri… Batum. Türkiye’nin doğusundaki Gürcistan’ın bu güzel kenti yenilenen yüzü, güzel caddeleri ve botanik bahçesiyle sizi bekliyor.
Özgür Aydoğan
Aklınızda nasıl bir Karadeniz imgesi var bilmiyorum ama çocukluğumda birkaç yılda bir kez gittiğim Samsun’dan ve genel imgesinden dolayı Karadeniz benim için gerçekten de kara bir denizdi. Hırçın dalgaları ile aklımızda hep öyle kalmıştı. Sonra 2012 yılında iki arkadaşımla beraber bir Doğu Karedeniz turuna katıldık. Turda Rize, Trabzon ve Artvin yanında günü birlik Batum ziyareti de dahildi. İşte bu gezide yaylaları ve soğuk denizi yanında aklımdaki Karadeniz imgesini sarsan Batum’u da görme fırsatım oldu. Yazının devamında ayrıntılarına girmeye çalışacağım ama tropikal bir iklime sahip olan Batum, eğer yurt dışına çıkmak istiyor ve bu iş için çok da bir bütçe ayıramam diyorsanız kaçırılmaması gereken fırsatlardan biri. Hem de daha uzak yerlere gitmek için iyi bir deneme olacak. Neyse sözü daha fazla uzatmadan yazımıza devam edelim.
Öncelikle Batum’a nasıl gidilir sorusunun yanıtını verelim. Gürcistan’ın güneybatı kesiminde yer alan Acara Özerk Cumhuriyeti’nin yönetim merkezi olan Batum’a hem uçak hem de kara yolu ile gidebiliyorsunuz. İnternette arama yaptığınızda çok değil şu anda 400-500 TL gibi fiyatlardan başlayan bir sürü tur bulmanız mümkün. Üç dört günden başlayıp bir haftaya kadar uzanan bu turlarda Doğu Karadeniz yanında günü birlik Batum turuna katılmanız da mümkün. Tur değil de kendi aracınızla gitmek istiyorsanız Sarp Sınır Kapısı’ndan geçmeniz yeterli olacaktır. Burada dikkat etmeniz gereken en önemli şey. Sınırdan geçerken TC Kimlik numarası bulunan nüfus cüzdanınızın yanınızda bulunması. Bir pasaporta ihtiyacınız yok. Dolduracağınız bir belge ile kolayca sınırdan geçebiliyorsunuz.
Batum birçok yönüyle Karadeniz’e kıyısı olan kentler arasında farklı bir çizgiye sahip.
54
KULTURA
Bambaşka bir Karadeniz
Sarp sınır kapısını geçince sizi ilk şaşırtan şey gerçekten farklı bir coğrafyaya geldiğinizi anlamanız oluyor. Sanki uzak bir yere gitmişsiniz gibi. Trabzon, Rize ve Artvin’i sahil boyunca geçip Sarp Kapısı’ndan Batum’a ayak bastığınızda bir turizm cennetinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Türkiye sınırları içinde sakin olan sahil şeridi sınırın Gürcistan tarafında ise adeta cıvıl cıvıl. Şortunu mayosunu kapan sahile koşmuş. Sanki Bodrum ya da Antalya sahillerinde olduğunuzu düşünüyorsunuz. Adeta bu sizi şok ediyor ve aklınızdaki Karadeniz imgesi yavaş yavaş param parça oluyor. Ve yerine yeni bir imge yaratmaya başlıyorsunuz. Yeri gelmişken sınırdan geçince ilk olarak yapılması gerekenlerden biri olan para değiştirme konusunu da açıklayalım. Sınır kapısını geçince pek çok yerde bizde olduğu gibi irili ufaklı döviz büroları görebilirsiniz. Yazıyı kaleme aldığımız sırada bir Gürcistan Larisi yaklaşık 1,25 TL idi. Önemli bir kriz çıkmazsa siz gittiğinizde de benzer bir seviyede olacağını umuyorum. Sınır kapısını geçtikten sonra eğer yüzmeyi seviyorsanız ve zamanınız varsa kesinlikle bu fırsatı kaçırmayın deriz. Neyse bu tavsiye ardından biz yazımıza devam edelim. Şehirde ilk ziyaret edilecek yerlerin başında Hz. İsa’nın Oniki Havarisi’nden biri olan St. Mathias`ın mezarının da bulunduğu Roma döneminden kalan ve en son Osmanlılar döneminde kullanılan Gonio - Apsaros Kalesi geliyor. Surların hala ayakta olduğu kalede bir yandan da restorasyon ve arkeolojik kazılar devam ediyor. Kale içinde yer alan müzeyi ziyaret ettiğinizde ise eski Yunan uygarlığı döneminde şehrin bir koloni olduğunu öğreniyorsunuz.
KULTURA
55
Ayrıca bu küçük müzede çeşitli sikkeler yanında eski dönemlere ait çanak çömleği görme şansınız da oluyor. Eğer arkeolojiye ilgi duyuyorsanız devam eden kazılarla ilgili olarak görevlilerden bilgi alma şansınız da var.
Avrupa’nın ikinci büyük botanik bahçesi
Batum’daki en ilginç yerlerden biri de şehir merkezine 9-10 km uzaklıkta bulunan ve Avrupa’nın el ile hazırlanmış ikinci büyük botanik bahçesi olan tropik bitkileri ile ünlü Batum Botanik Bahçesi. Hem kısa hem de uzun olmak üzere iki farklı tur seçeneği ile gezme şansınız olan bahçede bin bir çeşit bitki ile karşılaşıyorsunuz. Yeşilin her tonuna hakim olan 12.5 hektarlık alana kurulu bahçe büyüklüğü ve çeşitliliği ile de adeta sizi büyülüyor. Batum Botanik Bahçesi’nde, Kafkasya’ya özgü bitkilerin yanı sıra, Uzak Doğu, Yeni Zelanda, Güney Amerika, Himalayalar, Meksika ve Avustralya’dan getirilen 2.037 bitki türü bulunuyor. Birçok ağaç türü yer alan bahçede en ilginç ağaçlardan biri ise yatay ağaç. Devrilerek bir köprüye dönüşen, sağa sola budaklanan dalları ile bir ağaçlı köprü haline gelen bu mucizeyi kesinlikle görmenizi tavsiye ediyoruz. Yaklaşık bir bir buçuk saat kadar süren yürüyüşün ardından bahçenin sonunda soluklanıp sıcak ya da soğuk bir şeyler de içebiliyorsunuz. Batum’da hemen hemen her kafe ve restoranda karşınıza çıkan Armut Suyu’nu da denemenizi tavsiye ediyoruz. Tabii hem Batum gezisi boyunca hem de botanik bahçesini gezerken cep telefonu ya da fotoğraf makinenizi elinizden düşürmeyeceğinize de eminiz.
Şehir yeniden ayağa kalkıyor
Kale ve botanik bahçesinden sonra şehir merkezini de ziyaret etmenizi öneriyoruz. Eski Yunan uygarlığından bu yana bir koloni olan Batum’un doğal olarak en önemli yerlerinden biri kuşku-
56
KULTURA
suz limanı. Bunun yanında yaklaşık 180 bin civarında nüfusu olan Batum şehir merkezi sakinliği ile dikkat çekiyor. Bir dönem SSCB’nin bir parçası olan ve birçok yapının eski olduğu şehirde son birkaç yılda ortaçağ mimarisini andıran yeni yapıtlar da göze çarpmıyor değil. Şehir merkezindeki ana caddeler yanında geniş parkları ile de hayli güzel bir yer Batum. Özellikle akşam üstleri bu parklar ışıklı su gösterileri ile de apayrı bir güzelliğe bürünüyor. Hem deniz kıyısındaki hem de ana caddelerdeki birbirinden sevimli kafeler de şehirde dikkat çekiyor. Gürcü mutfağından lezzetleri tadabileceğiniz Batum’da çok sayıda Türk lokantasına da rastlayabiliyorsunuz. Hem Gürcü lokantalarında hem de Türk lokantalarında aşağı yukarı Türkiye ile aynı rakamlarda yemek yemeniz mümkün. Tabii, daha lüks yerlerde yemek yeme şansınız da var.
Ölümsüz bir aşk: Ali ve Nino
Şehir merkezinde Osmanlı döneminden kalma Tarihi Orta Camii yanında Batum Resim ve Güzel Sanatlar Müzesi, Tiyatro Binası ve Medea Heykeli’nin de yer aldığı çok sayıda yer ve mekanı ziyaret ederken gözümüze Tamar Kvesitadze imzasını taşıyan Ali ve Nino heykeli çarpıyor. Heykelin kendisi de hikayesi kadar ilginç. Kurban Said’in “Ali ve Nino” adlı öyküsünde anlattığı Azerbeycanlı genç ile Gürcü kızın ayrılık hikâyesini konu alıyor bu heykel. Bu yüzden heykel, bir platformda hareketli iki figürün kendi etraflarında dönerek birbirlerine kâh yaklaşıp, kâh ayrıldıkları bir mekanizmayı çalıştırıyor. Böylece birbirine uzak olan iki aşık yavaş yavaş birbirine yaklaşıyor, tam kavuştuk derken de ayrılmaya başlıyor… İşte Batum’u ziyaret ederseniz bu görsel şöleni de izlemenizi tavsiye ediyoruz.
KISACA BATUM TARİHİ
Batum’un tarihi eski Yunan uygarlığına kadar uzanıyor. O dönemde şehrin Batis adlı bir Yunan kolonisi olarak biliniyor. Şehir daha sonra Pers İmparatorluğu, Pontus Krallığı ve Roma egemenliği altında yer alıyor. Bir dönem Gürcü krallıklarının ve prensliklerinin yönetimlerinde kalıyor. 1564’e gelindiğinde ise Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlılar tarafından fethediliyor. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rusya’nın işgaline uğruyor. Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması ile şehir Rusya’ya bırakılıyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya’nın bölgeden çekilmesiyle Batum, Brest-Litovsk Antlaşması uyarınca tekrar Osmanlı Devleti’ne geri veriliyor. Mondros Mütarekesi ile ise önce İngilizlere, sonra Gürcistan’a bırakılıyor. Batum, 1918 yılına gelindiğinde kurulan Demokratik Gürcistan Cumhuriyeti sınırları içinde kalıyor. Misak-ı Milli sınırları içerisinde sayıldığı için, Akif Sümer, Ahmet Fevzi Erdem, Ali Rıza Acara, İmamzade Edip Dinç ve Hahutzade Ahmet Nuri Efendi, Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Batum milletvekilleri olarak katılıyor. 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması gereğince Batum yeniden, Bolşevik ordularının ele geçirdiği Gürcistan’a bırakılıyor. Moskova Antlaşması’nın teyidini sağlayan Kars Antlaşması sonucunda Sovyetler Birliği içerisinde yer alan Gürcistan’a bırakılması onaylanıyor. Gürcistan’ın 1991’de bağımsızlığını ilan etmesinden sonra ise Batum, Acara Özerk Cumhuriyeti’nin yönetim merkezi oluyor.
NE YAPMALI? NE YEMELİ?
Hızlıca kimilerinden yazımızda söz etsek de görülmesi gereken yerleri sıralamaya çalışalım. Şehir içinde sağa sola giderken görülecek olan Batum Bulvarı’nı öncelikle es geçmeyin deriz. Yine Tiyatro Meydanı ve Batum Piazza Meydanı da gezilecek mekanlar arasında yer alıyor. Şehir içinde gezerken göreceğiniz Medea Heykeli de yine görülmesi gereken noktalardan bir diğeri. Antik dönemdeki Yunanlılar için “dünyanın bittiği yer” olan Kafkaslar, Yunan mitolojisinde önemli bir yeri olan Jason ve Argonotlar efsanesinin de yaşandığı yer olarak da biliniyor. Yazının içinde söz ettiğimiz Ali ve Nino heykeli dışında sahilde gezerken gözünüze çarpacak heykellerden biri de Alfabe Kulesi (Alphabet Tower). Radisson Hotel’in yakınında yer alan ve Gürcü alfabesine ithafen yapılan kule de görülecek mekanlar arasında. Eğer şehri tepeden görmek isterseniz de Sputnik Tepesi’ni ziyaret etmenizi öneririz. Gün batımını izlerken akşam yemeği için de burayı tercih edebilirsiniz. Batum gece hayatı bakamından da öne çıkan bir şehir. Bir zamanlar Türkiye’de olduğu gibi kumarın serbest olduğu kentte sokak aralarında yer alan kumar makinelerini bulunduğu oyun salonları yanında casinolar da bulunuyor. Hatta sırf bu nedenle Doğu Karadeniz’den çok sayıda vatandaşımızın da Karadeniz’in Las Vegas’ına gittiği söyleniyor.
KULTURA
57
Kuralsız Fütüristik bir distopyada geçen öyküde, beş farklı fraksiyona bölünen bir toplumun tüm yaşantısını bu hiyerarşik yapı üzerine inşa ettiğini izlemiştik. Bu hiyerarşik yapılanmaya karşı çıkan Tris, hem çevresindeki insanları hem de işleyen bu düzeni değiştirecek güce sahip olduğunu keşfetmişti. Devam filminde Tris’in tercihinin sonuçlarının yanı sıra, çözülmeye başlayan düzenin dünyayı ne hale getirdiğine tanık olacağız! Mücadeleye kaldığı yerden devam edecek olan Tris’in yolculuğunun bu ikinci ayağını perdeye taşıyacak isim ise, Robert Schwentke olacak.
Fokus Nicky zamanının en usta dolandırıcılarından biridir. Bir gün Jess Barrett adında genç güzel ve çekici bir kadın ile yolları kesişir. Sıradan bir kadın olmayan Jess, soygun konusunda en az Nicky kadar önemli bir potansiyel barındırmaktadır. Acar dolandırıcı Nicky’nin, bir yandan acemi Jess’e işin inceliklerini öğretirken, diğer yandan da genç kadına tedirginlik verici bir şekilde yaklaşma girişimi başarısız bir biçimde sonlanır. Nicky ilişkiyi birdenbire keserek Jess’ten uzaklaşma kararı alır. Üç yıl sonra, Jess, artık başarılı bir femme fatale olmuş ve Buenos Aires’te yüksek bahisli araba yarışları camiasında sözü geçen biri haline gelmiştir. Jess, Nicky’nin en son ve oldukça tehlikeli tezgahının en kritik noktasında onun planlarını alt üst eder ve Nicky’nin dünyasını karartır. Will Smith’in acemi dolandırıcı Jess’e karşı duygular besleyen deneyimli aldatmaca ustası Nicky’yi canlandırdığı film, aksiyon dozu yüksek bir aşk öyküsüne ev sahipliği yapıyor.
Mandıra Filozofu İstanbul’da İlk filmin başarısı ardından gelen bu ikinci filmde Mandıra Filozofu bu kez de İstanbulluların kafasını karıştırmaya geliyor. Bodrum’un Çökertme köyünde, bir lokma bir hırka yaşayan Mustafali, İstanbul üzerinden modern dünya ile hesaplaşıyor. 13 Mart’ta vizyona girecek olan yapımın yönetmenliğini Müfit Can Saçıntı üstleniyor. Senaryo ise Saçıntı ile Birol Güven’e ait. Filmin oyuncu kadrosunda da yine Müfit Can Saçıntı, Kemal Kuruçay, Birol Güven, Mahir İpek ve Alper Düzen yer alıyor.
58
KULTURA
The Gunman Bir zamanlar emrinde çalıştığı örgüt tarafından ihanete uğrayan eski ajan Jim Terrier, tehlike dolu geçmişini ardında bırakıp yeni bir hayata başlamanın arefesindedir. Terrier, sevgilisi Anne ile evlenip sıradan bir adam olmanın planlarını yaparken eski iş arkadaşları ve patronları tarafından takip edildiğini fark eder. Peşindeki eski dostlarından kurulu dünyanın en güçlü örgütünün tek hedefi Jim Terrier’ı öldürmektir. Jim yeni düşmanlarıyla yüzleşip hayatta kalmaya çalışırken canı tehlikede olan tek kişinin kendisi olmadığını anlar. Artık sadece kendisini değil, tek varlığı Anne’i de korumak zorundadır. Jean-Patrick Manchette’nin romanından beyazperdeye uyarlanan yapıtın yönetmeni Pierre Morel. Filmin oyuncu kadrosundaysa Idris Elba, Javier Bardem, Sean Penn ve Ray Winstone gibi isimler bulunuyor.
Kingsman: Gizli Servis Gary “Eggsy” Price, çok küçük yaşta babasını bir askeri görevde yitirir. Bu gizli görev neticesinde ailesine bir madalya takdim edilir ve aileye bir kereye mahsus olmak üzere yardım istemeleri için bir telefon numarası verilir. Aradan 17 yıl geçer, işsiz Eggsy annesinin evinde yaşamaktadır. Bir gün trafikte kargaşaya neden olur ve tutuklanınca karakoldan kurtulmak için madalyayı kullanır. Onu bu olaydan kurtaran ajan Harry Hart ise hayatını Eggsy’nin babasına borçludur. Şimdi Harry, bu sıradan gibi görünen gence, gizli bir bağımsız istihbarat servisi ajanı olmanın yollarını öğretecektir. Eggsy’yi bu yeni hayatında ciddi bir sınav beklemektedir… Yönetmenliğini Matthew Vaughn’un yaptığı filmin senaryosunu Jane Goldman kaleme alıyor. Mark Millar’ın çizgi romanından uyarlanan filmin başrollerini Colin Firth ve Taron Egerton paylaşırken, kadroda onlara Samuel L. Jackson, Michael Caine, Mark Strong gibi yıldız isimler eşlik ediyor.
Yeni Dünya Türk sinemasının ikinci baharını yaşadığı bu dönemde bu hafta çokça yerli yapımdan biri de Yeni Dünya. 6 Mart’ta vizyona girecek yapımın kısaca konusu ise şöyle: Soner ve ailesi, taşranın kalbinden koparak metropole, İstanbul’a göç etme kararı alır. Fakat Soner’in tek yükü, taşrada yaşamanın sıkıntısı değildir. Ailenin çocukları down sendromludur ve hayat önlerine pek çok engel çıkartmaktadır. Soner ve ailesi bu engellere rağmen İstanbul’a taşınır. ‘Mar/ Yılan’ filmiyle dikkatleri üzerine çeken yönetmen Caner Erzincanlı’nın imza attığı ikinci uzun metrajlı yapımda başrolleri televizyon mecrasından tanıdığımız Erkan Petekkaya, Şükran Ovalı ve Soner Erzincan paylaşıyor. Ayrıca kadroda bu isimlere Volga Sorgu, Cenan Çamyurdu, Sinem Soner, Sennur Nogaylar, Bahar Türker, Yılmaz Erzincan, Yunus Erdem ve Ersin Erzincan gibi önemli isimler de eşlik ediyor.
KULTURA
59
Düşünen robot! Bilimkurgu ve komedi türlerini harmanlayan Chappie, bu türden hoşlanan sinema severler için vizyonda. BYakın gelecekte, baskıcı mekanik robotlardan oluşan polis güçleri sistemi ele geçirmiş ve insanları da baskı altına almaya başlamışlardır. Ancak, insanlar yavaş yavaş bu baskıcı robot kuvvetlerine karşı koymaya başlarlar. Bu robot polislerden birisi nihayet insanların eline geçtiğindeyse işin seyri değişir. İnsanlar, ele geçirdikleri bu robota yeni bir program yüklerler. Bu sayede ilk kez kendisi adına düşünen ve hisseden “Chappie” adlı robot ortaya çıkar. Ancak, kısa zamanda Chappie düzene ve insanlığa karşı tehdit olarak görülmeye başlar ve yetkililer onu durdurmak için her şeyi göze alırlar. Bilimkurgu ve komedi türlerini harmanlayan filmin yönetmen koltuğunda, ‘District 9’ adlı düşük bütçeli yapıtıyla bilimkurgu türüne bambaşka bir boyut kazandırdıktan sonra ‘Elysium’ filmiyle kendi bilimkurgu dilini oluşturan Neill Blomkamp oturuyor. Filmin başrollerindeyse Hugh Jackman, Sigourney Weaver ve Sharlto Copley gibi isimler yer alıyor.
Havana’ya Dönüş Amadeo hayatının tam 16 yılını Madrid’de sürgünde geçirmiştir. Aradan geçen bunca zamandan sonra yeniden Havana’ya dönmeyi başaran Amadeo bir gün batımı sırasında uzun zamandır görüşmediği 4 eski arkadaşıyla buluşur. Arkadaşlar bir taraftamn hasret giderirken diğer taraftan da bu süreç içerisinde başlarından geçen olayları birbirleriyle paylaşmaya başlarlar. Bu karşılaşma, hayatın bir yerlere sürüklediği bu beş adamın samimi bir hesaplaşmasına dönşmeye başlayacaktır ne de olsa Amadeo ve eski dostlarının şafak sökene kadar konuşacak çok şeyleri vardı. Kübalı edebiyatçı Leonardo Padura’nın sevilen romanından beyazperdeye uyarlanan filmin yönetmenliğini Altın Palmiye’li yetenekli sinemacı Laurent Cantet üstlenirken, senaryoya Cantet ile birlikte François Crozade imza atıyor. Havana’ya Dönüş; hem samimi bir hesaplaşma hem de beş eski dostun hayatının önemli dönüm noktalarını izleyiciyle paylaşıyor.
Prenses Kaguya Masalı Isao Takahata’nın 14 yıl aradan sonra çektiği ilk film olan The Tale Princess of Kaguya; yaşlı bir çiftin ormanda buldukları sihirli bir bebeği büyütme macerasını, masalsı ve şiirsel bir dille beyazperdeye taşıyor! Bir gün, yaşlı bir oduncu ve onun karısı tarafından bir bambu ağacının parıldayan sapında bulunan avuç içi büyüklüğündeki gizemli küçük kız, hızla büyüyerek, güzeller güzeli bir kadına dönüşür. Kendisiyle karşılaşan her insan bu esrarengiz kızdan etkilenir. Prensler bu gizemli prenses ile evlenebilmek için sıraya girer. Fakat Kaguya’nın aradığı çok daha kozmik bir aştır. Studio Ghibli’nin kurucularından da biri olan Takahata’nın 1999 tarihli Komşularım Yamadalar’dan beri yönetmiş olduğu ilk film olan Prenses Kaguya Masalı Ghibli usulü epik öyküleri özleyenler için duygusal bir şölen vadediyor. Her karesinden ruh fışkıran el yapımı suluboya çizimleri ile sinemaseverlerin gözüne de hitap eden film, eski bir Japon efsanesinden esinlenerek perdeye aktarılmış.
60
KULTURA
Bir rock yıldızı Dünya sinemasının en büyük aktörlerinden biri olan Al Pacino, eski bir rock yıldızını canlandırdığı Danny Collins filmi ile vizyonda. Yaşı kemale ermiş eski bir rock yıldızı olan Danny Collins (Al Pacino), 30 yıldır yeni bir beste yapmamıştır. Ancak dostu ve menajeri Frank (Christopher Plummer), 40 yıl önce John Lennon’ın ona gönderdiği eline ulaşmamış bir mektubu ortaya çıkarınca kendi hayatı için birşeyler yapması gerektiğini hisseder. Önceliği, yıllardır görüşmediği kızıyla, damadıyla ve torunuyla normal ilişkiler kurabilmektir. The Humbling ve Mangelhorn ile izleyeceğimiz Al Pacino, yeni filmi Danny Collins’in yönetmeni ise Dan Fogelman. Fogelman’ın ilk yönetmenlik deneyimi olan filmin Soundtrack’inde yer alan John Lennon’ın orijinal kayıtlarının da, filmin etkili bir drama hissi vermesinde payı olacak. Jennifer Garner, Bobby Cannavale, Christopher Plummer ve Annette Bening gibi isimlerin yer aldığı yapımı Al Pacino hayranları kaçırmayacaktır.
Love, Rosie Rosie ve Alex 5 yaşından beri birbirlerinin en iyi dostu olmuştur; bu yüzden aralarında aşka ve sevgili olmaya dair hiçbir ihtimal olmamıştır. Ama ne zaman olay sevgili seçimlerine gelse, birbirlerinin en büyük düşmanı olmuşlardır. 18 yaşında yapılan bir seçim, kaçırılan bir fırsat ise hayatlarını bambaşka yönlere sürükler. Ama aralarındaki bağ, kilometrelerce mesafeye, akıp giden zamana yenilmez. Bu arada hayal kırıklıklarıyla sonuçlanan ilişkiler, evlilikler, boşanmalar da cabası… Birbirlerini yeniden bulduklarında ikinci bir şansları olacak mı yoksa her şey için çok mu geç kaldılar? Cecelia Ahern’in “Where Rainbows End” adlı çok satan romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini Christian Ditter üstlenirken, oyuncularda Sam Claflin ve Lily Collins başrolleri paylaşıyor.
Son Mektup Tayyareci Yüzbaşı Salih Ekrem I. Dünya Savaşı sırasında gönüllü olarak Çanakkale cephesine gider. savaşın çetin koşulları altında askerlerin hayatta kalması için mücadele veren Nihal Hemşire ile burada tanışır. Salih Ekrem ve Nihal zorlu şartlar altında, bir de Fuat adından kimsesiz bir çocuğu sahiplenirler. İngilizler tarafından gelen bir hava baskınında Salih Yüzbaşı sayesinde kurtulan “Küçük Gazi Fuat”, yüzbaşı ve hemşirenin arasındaki ölümsüz sevdanın da şahidi olacaktır... Sepya Film’in yapımcılığında hayata geçen dönem filminin yönetmenliğini ve senaristliğini, 120 filmi ile övgü alan Özhan Eren üstlenirken, başrolleri Tansel Öngel ve Nesrin Cavadzade paylaşıyor. Çanakkale savaşını beyazperdeye taşıyan yapımın kadrosunda ayrıca Hüseyin Avni Danyal, Bülent Şakrak, Barbara Sotalsek, Ozan Gözal, Nuri Gökaşan, Kerem Arslanoğlu, Bulut Akkale ve Sibel Taşçıoğlu gibi isimler de yer alıyor.
KULTURA
61
Burton ile Büyülü Gözler Beter Böcek, Batman, Hayalet Süvari, Maymunlar Cehennemi, Charli’nin Çikolata Fabrikası, Makasa Eller ve Alice Harikalar Diyarında gibi pek çok yapımın yönetmenliğini üstlenen Tim Burton’ın, son yapımı Büyülü Gözler, 6 Mart’ta vizyona giriyor. Tim Burton hayranlarına bir müjdemiz var. Burton’ın en son olarak yönetmenliğine imza attığı Büyülü Gözler, 6 Mart’tan itibaren Türkiye’de vizyona giriyor. Ünlü yönetmen, Ed Wood’da olduğu gibi bu filminde de bir biyografiyi sinemaya taşıyor. Sanat tarihinin en sansasyonel olaylarından birine odaklanan film, 50’li yıllarda iri gözlü çocuk tablolarıyla meşhur olan Margaret Keane’in, eserlerini ve yeteneğini sahiplenmeye çalışan eşi Walter Keane’e karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor.
Evim Bir grup sevimli uzaylı peşlerindeki düşmanlarından kaçmaktadır ve onlardan kurtulabilmek için Dünya’da bir yerlerde saklanmaya karar verirler. Ancak uzaylılardan biri yanlışıkla düşmanlarına saklandıkları yeri ifşa ettiğinde büyük bir karmaşa başlar ve sevimli uzaylı tek çareyi bir genç kızdan yardım almakta bulur. Şimdi ikisini de dünyanın etrafında dolaşacakları son derece eğlenceli bir yolculuk beklemektedir. Tim Johnson’ın yönetmenliğini yaptığı filmin orijinal seslendirme kadrosunda Jennifer Lopez, Rihanna, Jim Parsons, Jennifer Lopez ve Steve Martin gibi ünlü isimler bulunuyor.
Lazarus Bir grup tıp öğencisi, ölen insanları yeniden diriltmeyi başaran bir proje üzerinde çalışmaktadırlar. Fakat işler kısa sürede çığırından çıkacaktır... Yönetmenliğini David Gelb’in üstlendiği gerilim filminin senaryosu ise Luke Dawson ve Jeremy Slater ikilisine ait. Oyuncu kadrosunu ise Evan Peters, Olivia Wilde, Mark Duplass, Sarah Bolger ve Donald Glover gibi isimler sırtlyor.
Murat Kaptan UK2911 3D Albatros uzay istasyonundan Savarona uzay mekiğiyle yola çıkan Murat Kaptan ve mürettebatının ölüm kalım mücadelesiyle dolu maceralarını izliyoruz filmde. Murat Kaptan’ın komutasında bulunan ve bilim adamlarından oluşan mürettebat, uzayın tehlikeli ve henüz keşfedilmemiş ve dokuzuncu sektör olarak bilinen bölümüne doğru yola çıkarlar. Yolculuğun amacı, dokuzuncu sektörde bulunan bir nebuladan partikül ve gaz örnekleri toplamaktır. Ancak bu göründüğü kadar kolay değildir ve evrenin kaderi bu mürettebatın yolculuğunu ve araştırmasını sağ salim tamamlayabilmesine bağlıdır.
62
KULTURA
Sindirella Klasik Cinderella hikayesinin bu modern uyarlamasında Cinderallayı Lily James oynarken, kadroda kendisine Cate Blanchett (Tremaine), Helena Bonham Carter (Koruyucu Peri), ve Richard Madden (Prens) eşlik ediyor. Yönetmenliğini Kenneth Branagh’ın üstlendiği filmin senaristleri ise Aline Brosh McKenna ve Chris Weitz. Hala bilmeyenler için ise kısaca senaryomuz şu şekilde işliyor: Ella’nın tüccar babası, annesinin trajik ölümü üzerine başka bir kadınla evlenir. Çok sevdiği babasına destek olmak için Ella yeni üvey annesi Tremaine’i ve üvey kız kardeşleri Anastasia ve Drizella’yı kabul eder. Fakat Ella’nın babası da aniden ölünce, genç kız bu zalim üvey anne ve kız kardeş ile baş başa kalacaktır. Kısa zaman içinde kendi evinde bu üç kadının hizmetçisi durumuna düşer. Umutsuzluğa kapılan genç kadının tek kurtuluşu, kentte düzenlenen ve tüm genç kızların katılacağı o balodur…
Pasolini 1975 yılında cinayete kurban giden İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini’nin hayatını anlatan Pasolini bu ay vizyona giren filmlerden bir diğeri… Decameron, Canterbury Tales, Salo ve Arabian Nights gibi bir çok yapıma imza atan yönetmenin filmlerini sevenler için kaçırılmayacak bir yapım olarak dikkat çekiyor Pasolini. 86 dakikalık film, ayın 20’sinde vizyona girecek. Yönetmenliğini ve senaryosunu Abel Ferrara’nın üstlendiği yapımın oyuncu kadrosunda ise Willem Dafoe, Riccardo Scamarcio, Maria de Medeiros, Adriana Asti ve Valerio Mastandrea yer alıyor.
Bir Varmış Bir Yokmuş Nehir bir gün tesadüfen bir şarkı dinler ve derinden etkilenir. O kadar beğenir ki notaların ardından şarkıyı yapan müzisyenin peşine düşer... Yolun sonundaysa şarkının sahibi Ozan’ı bulur. Ama Ozan çok gelgitler yaşayan, çıkmaz bir sokak gibidir... Bir tarafın kararlılığı ile diğer tarafın bocalamaları arasında sıkışıp kalan bir aşk hikayesi mutlu sonlu bir masala bağlanbilecek midir... Filmin yönetmenliğini İlksen Başarır üstlenirken, daha önceki projelerde olduğu gibi senaryo yine Mert Fırat ve Başarır ikilisine ait. Başrollerde Mert Fırat ve Melisa Sözen yer alırken kadroda onlara Hare Sürel, Mustafa Uzunyılmaz, Judith Lieberman, Onur Şirin, Anıl Altınöz ve Göktay Tosun isimleri eşlik ediyor.
Çekmeceler M.Caner Alper’in, gerçek karakter ve hikayelerden esinlenerek kaleme aldığı film; oyuncu bir annebabanın kızı olan Deniz’in etkileyici öyküsünü “oyun” motiflerinin yardımıyla beyazperdeye aktarıyor. 25 yıllık bir hayat hikayesini geriye dönüşlerle anlatan Çekmeceler, seyircisine; 70’lerden günümüze uzanan farklı dönemleri dans, dekor, kostüm ve makyajı harmanlayan görsel bir şölenle sunuyor. Yönetmenliğini Zenne filmiyle yurt içi ve yurt dışında pek çok ödül almış olan M.Caner Alper ve Mehmet Binay’ın beraber üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda Ece Dizdar Tilbe Saran, Taner Birsel ve Nilüfer Açıkalın, Pınar Töre, Tuğrul Tülek, Burak Altay, Gizem Erdem, Yekta Kopan ve Cengiz Coşkun gibi isimler yer alıyor.
Kenan K覺ran