Kultura Dergi Temmuz 2015

Page 1

TEMMUZ 2015 / Sayı: 5

“Müziğimi çal, emeğimi çalma”

28

ERKAN ŞAHİN

36

FANTASTİK TÜRK SİNEMASI

60

FOTOĞRAFÇILIĞIN İPUÇLARI


EDiTO SIKICI GÜNDEMDEN FANTASTİK KAÇIŞ

Erdem Yaşar facebook.com/kulturadergi twitter.com/KulturaDergi

Geride bıraktığımız bir ay, tahmin ediyorum ki bizim için olduğu gibi sizin için de bol siyaset konuşmalı, koalisyon hesaplı ve hatta sandık sayımı takibiyle geçmiştir. Hepimizin 1 oyluk etkisi olduğu siyasi gündemin tartışmaları devam ederken, sanat yine bu güncel tartışma bombardımanından kaçıp altına saklanabileceğimiz en güzel korunak olarak hayatımızdaki yerini bir kere daha kanıtlamış oldu. Ben bu satırları yazarken arka planda açık olan haber sitesinde yine koalisyon hesapları haberleri görüyorum, yani bu tartışmalar daha da sürecek gibi. Umarım biz de bu ay size bu yoğun gündemden kaçabileceğiniz, keyifle okuyup ufkunuzu genişletebileceğiniz bir sayı hazırlayabilmişizdir. Bu sayıda biraz farklı olarak daha fazla röportaja yer vererek daha çok insanı yakından tanıyabilmek istedik. Özellikle röportaj teklifimizi kırmayıp bize zaman ayıran Burhan Şeşen’le gerçekleştirdiğimiz röportajı okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum. Hem kendisini daha yakından tanımak bizim için büyük bir keyif oldu, hem de müzik dünyasının mutfağıyla ilgili aldığımız bilgiler, bu alandaki bakış açımızı genişletmeyi başardı. Yazın gelmesiyle her ne kadar İstanbul sokakları bir anda tenhalaşsa da yakın zamanda birçok eğlenceli festival ve etkinliğin olduğunu da hatırlatmak isterim. Mümkün olduğunca dergimizde de bahsetmeye çalıştığımız bu festivaller yazın İstanbul’da etkinlik alternatifleri arayanlar için ideal. Biz de ekip olarak yeni sayı hazırlıklarına başlamadan önce yüksek dozda maruz kaldığımız siyasetin detoksu için şahsi etkinlik takvimlerimizi çıkarmaya başlıyoruz. Yeni sayımızda tekrar birlikte olabilmek dileğiyle...

Genel Yayın Yönetmeni: Erdem Yaşar Yazı İşleri Müdürü: Özgür Aydoğan Editör: Hakan Karakullukçu, Emir Bozkurt, Emin Eren, Gülşan Karademir, Tuna Akşen

Görsel Yönetmen: Gülay Sağ İletişim: info@kulturadergi.com bulten@kulturadergi.com


iÇiNDEKiLER TEMMUZ 2015

28

20

BURHAN ŞEŞEN

Ünlü müzisyen Burhan Şeşen’le müzik dünyası, telif hakları ve yönetim kurulu başkanlığını yaptığı MÜYORBİR üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

4

ERKAN ŞAHİN

Festival ödüllü Film’in yapımcısı, yönetmen, kurgucu ve goril sevdalısı Erkan Şahin’le yaptığımız röportaj, sizlere farklı bir kişiliğin enteresan dünyasının kapılarını aralayacak.

20

DOSYA KONUSU FOTOĞRAFÇILIĞIN İPUÇLARI

HABERLER RIDDLEY SCOTT MARS’A ÇIKIYOR

RÖPORTAJ BURHAN ŞEŞEN

HABERLER BAYKAL SARAN OYUNCULUK ÖDÜLÜ SAHİBİNİ BULDU

Dünya sinemasından birçok örneği Yeşilçam’a uyarlamış olan Türk sinemasının böylesine önemli bir malzemeye el atmaması da elbette düşünülemezdi. Bu sayımızda Türk sinemasındaki en çok bilinen fantastik film örneklerini sizler için derledik.

50

HABERLER ATATÜRK OTO SANAYİ’DE “ATÖLYE MASLAK

16

FANTASTİK TÜRK SİNEMASI

18

HABERLER SKRILLEX EYLÜL’DE İSTANBUL’DA

7

36

28

RÖPORTAJ ERKAN ŞAHİN

36

DOSYA KONUSU FANTASTİK TÜRK SİNEMASI

RÖPORTAJ TUĞBA ÜNAL

60 66 70

KİTAP

SİNEMA

KULTURA

3


SKRILLEX EYLÜL’DE İSTANBUL’DA Dubstep müzik türünün dünyada yaygınlaşmasında en büyük pay sahiplerinden biri olan Skrillex, 11 Eylül’de İstanbul’da Küçükçiftlik Park’ta sahne alacak. Daha önce 30 Ocak 2015 tarihinde Garajistanbul’da yapılması planlanan konser, Atina konseri ile birlikte ileri bir tarihe ertelenmişti. 29 Haziran’da Biletix’te satışa çıkacak olan biletlerin fiyatları ise 80 TL ile 350 TL arasında değişiyor.

HEROES REBORN’UN İLK FRAGMANI YAYINLANDI

SALON İKSV’NİN YENİ SEZON PROGRAMI GÖRÜCÜYE ÇIKTI Bir dönem dizi sektörünü kasıp kavuran Heroes, reenkarnasyonla Heroes Reborn olarak aramıza dönüyor. 24 Eylül’de NBC kanalında yayınlanmaya başlayacak olan dizinin daha önce yayınlanmış 10-20 saniyelik görüntülerinin ardından ilk uzun fragmanı da sonunda görücüye çıktı. Kadrosuna Zachary Levi, Ryan Guzman, Robbie Kay, Danika Yarosh, Judith Shekoni, Kiki Sukezane, Henry Zebrowski ve Gatlin Green gibi isimleri katacak olan dizide, Masi Oka’yı Hiro Nakamura, Jimmy Jean-Louisas’ı The Haitian, Greg Grunberg’i Matt Parkman ve Jack Coleman’ı ise Noah Bennet rolüyle tekrar izleyeceğiz.

4

KULTURA

Yaz sezonu biter bitmez başlayacak olan Salon İKSV etkinliğinin yeni sezon programı açıklandı. Etkinlikte perdeyi 10 Eylül’de The Soft Moon açacak. Ardından 12 Eylül’de Angel Olsen, 3 Ekim’de Soley, 9 Ekim’de East Inda Youth, 10 Ekim’de Great Lake Swimmers, 13 Ekim’de Hiatus Kaiyote, 14 Ekim’de Sons of Kemet, 15 Ekim’de Sebadoh, 16-17 Ekim’de CéU, 29 Ekim’de Zola Jesus, 30 Ekim’de Neneh Cherry with RocketNumberNine, 3 Kasım’da Rhye, 5 Kasım’da Colin Stetson & Sarah Neufeld, 11 Kasım’da Fabrizio Paterlini, 12 Kasım’da Dawn of Midi, 14 Kasım’da Christian Scott, 16 Kasım’da Unknown Mortal Orchestra, 19 Kasım’da Norwegian Oud – Yinon Muallem, Daniel Herskedal, Arild Hammero, 20 Kasım’da Hidden Orchestra, 26 Kasım’da Waxahatchee, 28 Kasım’da Suuns & Jerusalem in My Heart ve 11 Aralık’ta Jacco Gardner’sahne alacak.


TRAINSPOTTING 2 GELİYOR

SIMPSONLARDAN AYRILIK AÇIKLAMASI

Geçtiğimiz günlerde ABD’li senarist Al Jean’in yaptığı açıklamalarla gündeme gelen The Simpsons, ayrılık söylentilerini yalanlayan bir video yayınladı. Programın yapımcısı Al Jean yaptığı “Yeni sezonda Homer ve Marge Simpson ayrılacak” açıklamasının yanlış anlaşıldığını söyleyerek, “Ben ayrılacaklar demedim, İsa’dan bile daha ünlüler dedim.” diyerek geri adım atmıştı. Yayınlanan “Homer and Marge, Together Forever” isimli videoda ise Homer ve Marge ebeveynleri, evlilikleri ve basında çıkan söylentiler hakkında konuşuyorlar.

VE HANNIBAL BİTİYOR… Üçüncü sezonuna yeni başlayan Hannibal, NBC yetkililerinin yaptığı açıklamaya göre bu sezonun ardından sona eriyor. NBC’nin dizi ekibine ve dizinin yapımcısı Bryan Fuller’a, dizi ekibinin ve Fuller’in ise NBC’ye teşekkürlerini sunmasıyla birlikte dizinin veda etmesi artık resmiyet kazanmış oldu. Dizinin hayranlarına 3. Sezonu izlerken, son sezonu izlediklerini bilerek, tadını çıkara çıkara izlemelerini tavsiye ediyoruz.

1996 yılının kuşkusuz en çok ses getiren filmlerinden biri olan Trainspotting, 20 yıl sonra devam filmiyle yeniden gündeme oturdu. Irvine Welsh’in aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan Trainspotting’in devam filminin de yine Welsh’in bir diğer romanı Porno’dan uyarlanması bekleniyor. İlk filmin senaristi John Hodge’un yine senaryosunu yazdığı filme, iddialara göre yine ilk filmin yönetmeni Danny Boyle can verecek. Filmin yıldızı Ewan McGregor da Edinburgh Film Festivali’nde soruları yanıtlarken, Trainspoting’in devam filminde oynayabileceğini açıkladı.

KULTURA

5


CHRISTIAN BALE İLE OSMANLI FİLMİ

GUY RITCHIE’NİN YENİ FİLMİ THE MAN FROM U.N.C.L.E. MERAKLA BEKLENİYOR Madonna ile yaptığı evliliği ve Snatch, Lock, Stock and Two Smoking Barrels gibi mizah yüklü filmleri ile dünyaca tanınan Guy Ritchie, yeni filmi The Man From U.N.C.L.E. ile oldukça iddialı geliyor. 1960’lı yıllarda NBC’de 105 bölüm yayınlanan kült diziyi sinemaya uyarlanan, James Bondvari bir casusluk hikayesi anlatan filmin başrollerini Tom Cruise, Henry Cavill, Hugh Grant ve Armie Hammer gibi ünlü isimler paylaşacak.

Çekimlerine bu yıl başlanacak olan ve Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemini, 1. Dünya Savaşı’nın dramatik günleriyle birleştirerek anlatan The Promise, başrolünde Christian Bale ve Oscar Isaac gibi isimlerle dikkat çekiyor. Hotel Rwanda, In The Name Of The Father gibi klasikleşmiş filmlere imza atan Terry George’un yönetmenliğini yapacağı filmin 2016 yılında gösterime girmesi planlanıyor.

FARGO’DAN İLK FRAGMANLAR Önümüzdeki Eylül ayında ikinci sezonuna başlayacak olan Fargo, yeni sezonunda da FX kanalında yayınlanacak. 1996 yılında Coen Kardeşler tarafından çekilmiş olan Fargo filminden esinlenerek TV serisi olarak uyarlanan dizinin ikinci sezonunun ilk kısa fragmanı da yayınlandı. İlk sezonunda 2006’da Minnesota’da yaşanmış olan gerçek bir olaydan esinlenilen dizinin ikinci sezonundaki olaylar 1979 yılında geçecek.

6

KULTURA


RIDDLEY SCOTT MARS’A ÇIKIYOR

JAKE GYLENHAAL AĞUSTOS’TA RİNGLERDE Yeni jenerasyonun en gözde oyuncularından, Donnie Darko ile kalbimizi kazanmış olan Jake Gylenhaal, bu kez Southpaw adlı filmde karşımıza boksör olarak çıkıyor. Bir kazada karısını kaybederek kariyerindeki en kötü dönemlerini yaşayan boksör Billy Hope’u canlandıran Gylenhaal, bu rol için tıpkı Christian Bale gibi inanılmaz bir vücut değişimi gösterdi. Yönetmenliğini Training Day ve Shooter gibi filmlerden tanıdığımız Antoine Fuqua’nın yaptığı film, Ağustos ayında ülkemizde vizyona giriyor.

BRAD PITT VE MARION COTILLARD BİR ARADA Ünlü yönetmen Robert Zemeckis’in son filmi The Walk henüz gösterime girmemişken, ismi açıklanmayan bir diğer projesinin başrol oyuncuları şimdiden belli oldu. II. Dünya Savaşı sırasında geçecek bir casusluk hikayesini anlatan filmde, Brad Pitt ve Marion Cotillard bir Alman subayını öldürmek için görevlendirilen ve bu esnada birbirlerine aşık olan iki casusu canlandıracak. Filmin çekimlerine 2016 yılının ilk aylarında başlanması planlanıyor.

Birbirinden farklı tarzlarda çektiği filmlerin hemen hepsiyle büyük yankı yaratan ancak son filmi Exodus: Gods and Kings’le bekleneni veremeyen Ridley Scott, yeni filmi The Martian ile hayranlarının gönlünü yeniden kazanmayı deneyecek. Andy Weir’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmin kadrosunda, Matt Damon, Kate Mara, Kristen Wiig, Jeff Daniels, Sean Bean, Chiwetel Ejiofor, Donald Glover ve Jessica Chastain yer alacak. Film 25 Kasım’da vizyona giriyor.

KULTURA

7


BOHEMIAN RHAPSODY, BİRA OLDU İnternette binlerce farklı versiyonuna erişebilmenin mümkün olduğu Queen’in kült şarkısı Bohemian Rhapsody, sadece kulaklara değil midelere de hitap edecek. Şarkının 40. Yılına özel olarak Çek Cumhuriyeti’nde üretilen biranın şişe tasarımında Queen’in efsanevi solisti Freddie Mercury’nin öğrencilik hayatı sırasında tasarladığı bir çizimin kullanılacak olması, bu birayı biraz daha özel kılan detaylardan birisi. Birçok metal ve rock grubunun daha benzerlerini geçtiğimiz yıllarda hayata geçirdiği alkollü içecek projelerinden birisini önümüzdeki yıllarda ülkemizde görüp göremeyeceğimiz merak konusu.

ETERNAL SUNSHINE OF THE SPOTLESS MIND 8-BIT

Jim Carrey’nin olağanüstü performansı ve özgün senaryosuyla sinema severlerin gönlünde ayrı bir yere sahip olan Eternal Sunshine of the Spotless Mind, vizyona girmesinden 11 yıl sonra bambaşka bir format ile karşımıza çıkıyor. Film, 80’li yılları andıran Atari oyunlarına benzeyen görünümüyle 8-Bit olarak Cinefix tarafından baştan yaratıldı. Birçok kişinin tekrar tekrar izlediği filmin orijinalinden sıkılanlar için hem filmi hatırlamak hem de alışılmışın dışında bir şeyler izlemek isteyenler için ideal bir alternatif…

8

KULTURA

PHOTOSHOP’TAN 25. YILINA ÖZEL TEST İnternetin en büyük tartışma konularından birisi olan “fotoğrafın photoshop’lu olup olmadığı” sorunsalı, kendi uzmanlarını yaratmaya devam ederken Photoshop, bu konuyu netleştirmeye kararlı gibi görünüyor. 25. yılına özel olarak web sitesinden yayınladığı test ile kullanıcıların fotoğrafların photoshop’lu olup olmadığını anlayabilme kabiliyetinin test edildiği bu uygulamada sizin de fotoğraf gözünüzü test etmenizi öneririz. Şimdiden uyaralım, fotoğrafların bazıları gerçekten bir hayli kafa karıştırıcı görünüyor.


IRON MAIDEN’DAN YENİ ALBÜM Yaklaşık 5 yıllık bir aradan sonra yeni stüdyo albümü olan The Book Souls ile yeniden dinleyicileriyle buluşmaya hazırlanan Iron Maiden, ufak bir sürpriz yaparak yeni albümün 2 cd’den oluşacağını duyurdu. Toplamda 92 dakika uzunlukta olan 11 şarkılık yeni albüm, 4 Eylül’de müzik marketlerdeki yerini alacak. Kayıtları Paris’te gerçekleştirilen albümde Iron Maiden’ın 5 seneden sonra ve Paris ruh halindeyken yaptıkları şarkılar şimdiden büyük bir merak konusu olmayı başardı.

KUBRICK’IN SENARYOSU MARC FORSTER’A EMANET

Sinema tarihinin en önemli yönetmenleri arasında yer alan Stanley Kubrick’in 1950’li yıllarda kaleme aldığı The Downslope adlı senaryonun beyaz perdeye ulaşabilmesi için çalışmalar, yönetmenin ölümünden yaklaşık 15 yıl sonra başladı. Yönetmenliğini Marc Forster’ın üstleneceği açıklanan film, ABD iç savaşında General George Armstrong Custer ve Albay John Singleton Mosby arasındaki savaşı, Kubrick’in anlatım diliyle sinemalara taşıyacak. Üçleme olarak yayınlanacağı açıklanan filmin çekimine ne zaman başlanacağı ve ne zaman vizyona gireceği henüz netlik kazanmadı.

SAĞLIĞINIZ İÇİN METAL DİNLEYİN Metal müziğin genel kanının aksine sağlık üzerinde olumlu bir etkisi olduğu University of Queensland’deki psikoloji uzmanlarının yaşları 18-34 arasındaki denekler üzerinde yaptığı araştırma sonucunda ortaya çıktı. Araştırmaya göre metal müzik, insanları sakinleştirmek ve ilham vermek için son derece ideal. Araştırmacılar, katılımcıların hayatlarındaki önemli olaylardan bahseden insanların biraz sonra metal müzik dinlediklerinde stresten kolay bir şekilde kurtulabildiğini ortaya koydu. Bol stresli pazartesiler için reçetenize birkaç metal şarkı eklemeyi unutmayın.

KULTURA

9


THE PEANUTS MOVIE’DEN YENİ FRAGMAN

WIKIPEDIA ARTIK KÜTÜPHANENİZDE İnternetin yaygınlaşması ile yaygınlığını kaybeden ansiklopedilerin internetteki en büyük rakibi olan Wikipedia, dünyanın en büyük dijital ansiklopedisi olma ünvanını elinde bulunduruyor. Artık New York’lu sanatçı Michael Mandiberg sayesinde bu dev dijital arşiv, basılı olarak da erişilebilecek durumda. 3 yıllık bir çalışma sonucunda ortaya çıkan Print Wikipedia, 11.5 milyondan fazla Wikipedia konusunu içeriyor ve yaklaşık 7.600 ciltten oluşuyor. From Aaaaa! To ZZZap isimli bir sergi ile tanıtılacak olan ansiklopediyi satın almak isteyenler ise 500.000 doları gözden çıkarmak durumunda.

NBA LIVE 16’DA CEM KARACA İMZASI

1950’li yıllardan beri popülerliğini korumayı başaran Snoopy ve arkadaşları, beyaz perde de karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. 21 Aralık’ta vizyona girecek olan The Peanuts Movie, ikinci fragmanla da nostalji severlerin ve tabii çocukların gönlünü fethetmeyi başardı. Charles M. Schulz’un oğlu Craig Schulz ve torunu Bryan Schulz tarafından senaryosu yazılan film, Ice Age: Continental Drift’in yönetmeni Steve Martino yönetmenliğiyle sinemalardaki yerini alacak.

10

KULTURA

Spor oyunlarının dünyadaki en popüler isimlerinden birisi olarak kabul gören EA Sport, 29 Eylül’de PS4 ve Xbox One kullanıcıları için piyasaya sürmeye hazırlandığı NBA Live 16’nın yayınlanan ilk fragmanında Cem Karaca hayranlarını ufak bir sürpriz bekliyor. Cem Karaca’nın Obur Dünya şarkısında kullandığı, aslen Fashawn’a ail olan melodi, fragmanın şarkısının ana melodisini oluşturuyor. Sosyal medya da büyük ilgi gören fragman, şimdiden Türk oyun severlerin büyük bir kısmının ilgisini çekmiş durumda.


WALTER WHITE’IN ŞEREFİNE Son 10 yıla damgasını vuran diziler arasında başı çeken isimlerden birisi olan Breaking Bad, finalinden sonra da ticari ürünler olarak yapımcılarını güldürmeye devam ediyor. Dizideki mavi meth’e gönderme yaparmışçasına mavi bir şişe ile raflardaki yerini alan Heisenberg Blue Ice Vodka, şişe tasarımında White’ın silüetini, “Say my name” “I’m the one who knocks” ve “Tread lightly” gibi cümlelerle diziye göndermeler yapmayı da ihmal etmiyor.

CHRISTOPHER LEE HAYATINI KAYBETTI Birçoğumuzun Lord of the Rings serisindeki Saruman rolü ile hatırladığı 93 yaşındaki oyuncu ve müzisyen Sir Christopher Lee, solunum problemleri sebebiyle aramızdan ayrıldı. Kont Dracula ve Star Wars gibi birçok kült filmde de önemli rollerde oynamış olan Lee, heavy metal’e duyduğu sevgi ile de birçok farklı kesimin gönlünde taht kurmayı başaran bir isim olarak anılacak.

EURO 2016, GUETTA’YA EMANET

Önümüzdeki yıl Fransa’da düzenlenecek olan ve yılın en önemli futbol olayı olarak görülen Euro 2016’nın açılış şarkısı David Guetta’ya emanet. Türkiye A Milli Futbol Takımı’nın gidemeyeceği kesinleşen turnuva bizim için artık daha az şey vaat ediyor olsa da David Guetta hayranları en azından sanatçının yeni şarkılarını ve açılış performansını canlı izleyebilecek. Ayrıca turnuva boyunca çalacak tüm şarkılar da yine sanatçının onayından geçecek. Futbol turnuvalarında artık Shakira’nın şarkılarını dinlemekten sıkılanlar için güzel bir alternatif olabilir.

KULTURA

11


HUNGER GAMES UFUKTA GÖRÜNDÜ

BIPOLAR OTEL ODALARI Kiev’li sanatçı Pavel Vetrov tarafından hayata geçirilen Sunday isimli proje, bir otel odasına iki farklı dünyayı sıkıştırmayı başarıyor. Bir tarafında beyaz ve sade bir dekorasyonun kullanıldığı odaların diğer yarısı ise grafitiler ve renkli objelerle dolu. Bu keskin bölünmeyi tamamen dekorasyon marifetiyle vermeyi başaran sanatçının bu projesinin herhangi bir otelde hayat bulup bulmayacağı şimdilik merak konusu olsa da birçok kişinin bu odalarda kalmak istediği gelen yorumlardan anlaşılabiliyor.

Ünlü roman serisinin beyaz perdede adından bir hayli ses getirmeyi başaran Hunger Games’in ikincisi The Hunger Games: Mockingjay Part 2, ilk fragmanı ile ilk kez görücüye çıkmış oldu. Uzun bir süredir sadece fotoğraflarla yetinmek zorunda kalan filmin hayranları, fragmanla ilgili de olumlu tepkiler verse de filmin akibeti, vizyona girdiği 20 Kasım tarihinde netleşecek. Yönetmenliğini Francis Lawrence’ın üstlendiği filmde Jennifer Lawrence, Woody Harrelson, Elizabeth Banks, Julianne Moore, Philip Seymour Hoffman, Jeffrey Wright ve Stanley Tucci oyuncular arasında dikkat çeken isimler.

THE WALL 29 EYLÜL’DE Dünyaca ünlü müzik grubu Pink Floyd’un vokalisti ve baş gitaristi Roger Waters’ın 2010 ve 2013 yılları arasında, içerisinde İstanbul konserinin de bulunduğu 219 gösteride kaydedilmiş olan görüntülerden ortaya çıkan “Roger Waters The Wall” filminin dünya çapındaki tek gösterime 29 Eylül’de yapılacak. İlk gösterimi geçtiğimiz Eylül ayında Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapılan film, tüm dünya ile aynı anda Türkiye’de, İstanbul’da Zorlu Center, Caddebostan’daki Cinemaximum Budak ve Ankara’daki Cinemaximum Panora’da gösterilecek.

12

KULTURA


MARCUS MILLER İSTANBUL’DA

SADBERK HANIM MÜZESİ’NE MÜKEMMELLİK ÖDÜLÜ Türkiye’nin ilk özel müzesi olma özelliğini taşıyan Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, Tripadvisor 2015 Ödülleri’nde ‘Mükemmellik Sertifikası’ aldı. Tripadvisor, her sene olduğu gibi bu sene de sektörün en iyilerini seçti. Sarıyer’deki Azaryan Yalısı’nda sanatseverleri tarihin derinliklerindeki eserlerle buluşturan Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, Tripadvisor Mükemmellik Sertifikası’nı almaya hak kazandı. 1980 yılında kurulan Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi; Sadberk Koç’un kişisel koleksiyonunda yer alan geleneksel kıyafetler, işleme, tuğralı gümüş ve porselen gibi eserlerden oluşan koleksiyonun yanı sıra dönemsel sergilere de ev sahipliği yapıyor.

BODRUM’DAN AĞUSTOS’TA İKİ YENİ FESTİVAL Bodrum Ağustos ayında iki büyük sanat ve kültür etkinliğine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 15-21 Ağustos tarihleri arasında düzenlenecek olan “Bodrum Art Fair” birçok farklı sanat disiplinin sergilendiği, uluslararası düzeyde bir araya getirdiği sanat galerileri, sanatçılar ve sanata ilgi duyanlarla birlikte yeni paylaşımlar, başlangıçlar ve kazanımlar sağlamayı hedefliyor. Hemen ardından 25-30 Ağustos tarihleri arasında ilki düzenlenecek olan “Bookcity Bodrum Kitap Fuarı” yerli ve yabancı yayınevlerini, yazarları ve kitap severleri bir araya getirerek kitapseverler için önemli bir buluşma noktası haline gelecek. İKSV’nin 22. kez düzenlediği İstanbul Caz Festivali kapsamında, ünlü müzisyen Marcus Miller İstanbul’a geliyor. Akasya Acıbadem’in gösteri sponsoru olduğu etkinlikte, bas dehası Marcus Miller, 2 Temmuz Perşembe gecesi saat 21.00’de, Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde konser verecek. Miller, müzikal mirasın kaynağına döndüğü son projesi “Afroodeezia” ile müzik severlerin kulaklarının pasını silecek. Miller’a, İstanbul konserinde, saksafonda Alex Han, gitarda Adam Agati, tuşlu çalgılarda Brett Williams ve davulda Louis Cato eşlik edecek.

KULTURA

13


RAMAZANDA CAZ Ramazanda Caz, 4 Temmuz’da Okay Temiz ve Roman Orkestrası’nın Uniq Açıkhava Sahne’sinde vereceği konserle başlayacak. Bu konserle, Türkiye’deki Roman Caz akımının öncülerinden efsanevi Okay Temiz ve Magnetic Band topluluğu yeniden bir araya gelecek. Ramazanda Caz’ın bu açılış konserinde kimse yerinde duramayacak. Merakla beklenen, “Only Lovers Left Alive” filminde söylediği şarkıyla ün kazanan ve büyük beğeni toplayan Yasmine Hamdan konseriyse 5 Temmuz Pazar günü Uniq Açıkhava Sahnesi’nde gerçekleşecek. UNIQ İstanbul’da caz keyfi, 9 Temmuz günü, Fransız Roman Caz geleneğinin en iyi temsilcilerinden ünlü kemancı Pier Blanchard & Gypsy Jazz Quartet konseri ile devam edecek. Ramazanda Caz’ın geçtiğimiz sene müzikseverlere kazandırdığı bu harika mekanda, 10 Temmuz’da Andre Manoukian Quartet konseri gerçekleşecek.

AGATHA CHRISTIE’NIN 125. YAŞI VENEDİK’TE KUTLANACAK

Pera Palace Hotel Jumeirah, “Doğu Ekspresinde Cinayet” romanının efsanevi yazarı Agatha Christie’nin 125. doğum yılı kutlamaları kapsamında Venice Simplon-Orient Express Trenleri ve Belmond Hotel Cipriani ile birlikte Venedik’te özel bir davet düzenliyor. Otellerin ve Orient Express trenlerinin şefleri 1 Temmuz Çarşamba günü Venedik’te Belmond Hotel Cipriani’de gerçekleştirilecek akşam yemeğinde misafirlere çok özel lezzetler hazırlayacak.

14

KULTURA

İSTABUL’DA ULAŞIM KİTAP OLDU İstanbul’da toplu ulaşımın miladını atlı tramvaylarla başlatan ve bu yıl 144. yaşını kutlayan İETT, “Fotoğraflarla İstanbul’da Ulaşım” adlı iki ciltlik kitapta İstanbul’un toplu ulaşım tarihinde iz bırakan olaylar ve İETT’nin ilkleri yer alıyor. İstanbul Kent İçi Ulaşım Tarihçisi Akın Kurtoğlu tarafından hazırlanan ve İETT Fotoğraf Arşivi’nden seçilen fotoğraflardan oluşan “Fotoğraflarla İstanbul’da Ulaşım” adlı iki ciltlik eserde İstanbul’un otobüslü yılları konu ediliyor.


%42 daha ince Rakip

Dünyadaki en ince 2 TB’lik taşınabilir disk Slim

Seagate Dashboard’la sosyal medyadaki fotoğraf ve videolarınızı anında yedekleme ve yükleme Tek tıkla cep telefonu ve tabletlerinizdeki dosyalarınızı yedekleme Otomatik ve manuel yedekleme seçenekleri Dosyalarınızı bulut servislerine yükleme

Seagate SeagateTR

İNSAN DENEYİMİNE YER AÇIYORUZ

KULTURA

15


ROMEO&JULIET YENİDEN İSTANBUL’DA

BAYKAL SARAN OYUNCULUK ÖDÜLÜ SAHİBİNİ BULDU

Türk tiyatrosunun unutulmaz ismi Baykal Saran anısına, bu yıl dokuzuncusu verilen Baykal Saran Yılın Tiyatro Sanatçısı Ödülü’nün sahibi, 9 Haziran günü Akün Sahnesi’nde düzenlenen basın toplantısıyla açıklandı. Lemi Bilgin, Atila Sav, Rüştü Asyalı, Selçuk Yöntem ve Erkal Saran’dan oluşan seçici kurulun kararıyla, Baykal Saran Oyunculuk Ödülü’nün 9. sahibi, Dario Fo’nun yazdığı, Ferdi Değirmencioğlu’nun yönettiği Ankara Sanat Tiyatrosu’nda sergilenen “Tesadüfen Kadın Elizabeth” oyunundaki performansıyla Fulya Koçak oldu.

SIFIR KARBON KONSER William Shakespeare’in binlerce yıllık hayalini bugünün hayal gücüyle sahneleyen “Romeo e Giulietta, Ama e cambia il mondo” müzikali, Şubat ayında büyülediği İstanbullulara Kasım ayında bir kez daha merhaba diyecek. 4 - 8 Kasım 2015 tarihleri arasında sadece 8 gösteriyle Zorlu Center PSM’de sahnelenecek Romeo ve Juliet, İtalyan David Zard’ın modern yorumu ve 3 boyutlu dijital sahne düzenlemesiyle bir kez daha romantik rüzgarlar estirecek. Bugüne kadar sayısız kez bale, film, müzikal ve opera olarak sahnelenen Shakespeare’in ölümsüz eseri, Giuliano Peparini’nin özgün rejisi, Gérard Presgurvic’in besteleri ve Vincenzo Incenzo’nun sözleri ile bir kez daha hayat bulacak.

16

KULTURA

Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB), 19 yıldır kesintisiz olarak destek verdiği, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen İstanbul Müzik Festivali’nde bu yıl ‘Paris Dans Ediyor’ isimli konserin gösteri sponsorluğunu üstlendi. Türkiye’nin ilk karbon-nötr bankası olma özelliğini taşıyan TSKB, İstanbul Müzik Festivali kapsamında ilkini geçen yıl gerçekleştirdiği ‘Sıfır Karbon Konser’ uygulamasını bu yıl da sürdürdü. 8 Haziran 2015 Pazartesi günü saat 20.30’da Kadıköy’deki Süreyya Operası’nda geçekleşen konser özelinde TSKB, organizasyondan ve müzikseverlerin ulaşımından doğan karbon ayak izinin tamamını, temiz enerji yatırımı yapan bir kuruluştan satın aldığı Gold Standard Karbon Kredisi’yle sıfırlayarak, sanatın yanı sıra çevreye de katkı sağladı. İlk kez 2007 yılında İstanbul Müzik Festivali’ne konuk olan Alliage Quintet, bu yıl konuk solist Jozsef Lendvay ile birlikte ‘Paris Dans Ediyor’ başlığı altında müzikseverlere seslendi.


HARD ROCK CAFE, 44. YILINI KUTLADI

14 haziran 1971’de Isaac Tigrett ve Peter Morton Londra’da ilk Hard Rock Cafe’yi açtı ve böylece simge haline gelmiş bir marka doğdu. Marka kurucularının onurlandırıldığı ve Hard Rock Cafe’nin 44. yılının kutlandığı bu günde, takvimler geriye döndürüldü ve Classic Burger’ler sadece 3 TL’den satışa sunuldu. İlk Hard Rock Cafe’nin 1971’deki menü fiyatı baz alınarak saat 12:00-15:00 saatleri arasında öğle yemeği servisi boyunca Classic Burger’ler 3 TL’den satışa çıkıldı. Hard Rock Cafe kuruluş yıldönümlerinde tüm dünyada çeşitli sivil toplum örgütleri ve hayırsever gruplarla işbirliği içerisinde hareket ediyor. Bu bağlamda, Hard Rock Cafe Istanbul, kuruluş yıldönümünü Düşler Akademisi ile birlikte kutladı.

DOĞU’NUN MERKEZİNE SEYAHAT Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü sergi salonunda düzenlenen, “Doğu’nun Merkezine Seyahat” sergisi, gezginlerin 18. yüzyılda başlayan ve sonraki yüzyılda dönüşerek devam eden, Doğu topraklarına yolculuklarının İstanbul merkezli öyküsünü anlatıyor. Ekrem Işın ve Catherine Pinguet eş küratörlüğünde gerçekleşen sergi, kitle turizmi ve seyahat kültürünün 1850-1950 yılları arasındaki değişimine odaklanıyor. Sergide, Osmanlı dönemi fotoğrafları ve efemera alanında dünyanın önde gelen koleksiyoncularından biri olan Pierre de Gigord’un koleksiyonundan derlenen, aralarında fotoğraf, kartpostal, afiş, ilan, broşür, yemek mönüleri ve objelerin bulunduğu 160 parça civarında eser izleyiciyle buluşuyor.

ŞARKILARI EN ÇOK BEĞENİLEN DİZİ BELLİ OLDU Sadece hikayeleri değil, müzikleri ile de hafızalara kazınan Türk dizilerinin soundtrack albümlerini inceleyen Spotify, müziği en çok dinlenen dizileri sıraladı. Spotify analizlerine göre Halit Ergenç ve Meryem Uzerli’nin canlandırdığı Sultan Süleyman ve Hürrem’in destansı aşkını anlatan tarihi dönem dizisi Muhteşem Yüzyıl, romantik sahnelerine eşlik eden “Dönmek” adlı kompozisyon ile müziği en çok dinlenen Türk dizisi. İzleyicilerine “Tutku mu, sadakat mi?” ikilemini sorgulatan bir diğer rekortmen dram dizisi Aşk-ı Memnu ise “Tüm İzlerini Sildim”, “Yasak Aşk” ve Ajda Pekkan’ın seslendirdiği “Bir Günah Gibi” gibi manidar müzikleri ile listede ikinci sıraya oturuyor. Son zamanlarda seslendirdiği dizi müzikleri ile adını sıklıkla duyuran Toygar Işıklı imzalı suç ve aşk dizisi Kara Para Aşk, “Bırak Sende Kaybolayım” adlı şarkısı ile listede üçüncü sırada. Geçtiğimiz günlerde ekranlara veda eden Med Cezir dizisinin yine Toygar Işıklı imzalı jenerik müziği de Spotify’da en çok dinlenen dizi müzikleri arasında yer alıyor.

KULTURA

17


ATATÜRK OTO SANAYİ’DE “ATÖLYE MASLAK

Ali Bakova ve Gökhan Karakuş’un küratörlüğünü, 42 Maslak’ın ana sponsorluğunu üstlendiği ‘Atölye Maslak’, Maslak Oto Sanayi’de oluşan zengin yaratıcı kültürü sanatseverlerle bir araya getiriyor. Mekanik ve otomobil ustalarının bir uzantısı olan yaratıcı kültür, teknoloji, zanaat ve tasarım kombinasyonuyla kendi kimliğini yaratıyor. ‘Atölye Maslak’ kapsamında 3 boyutlu yazma teknolojisiyle buluşturulan yetenekli topluluk, yaratıcılıklarını tasarım objeleri, fotoğraflar, heykeller, resimler ve grafikler aracılığıyla ifade ediyor. İşlerden bazıları da seçilerek galeride bulunan 3 boyutlu yazıcılar tarafından küçük ölçekli 3 boyutlu yazım objeleri olarak üretiliyor.

34. ULUSLARARASI İSTANBUL KİTAP FUARI TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile düzenlenen Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı bu yıl otuz dördüncü kez 7-15 Kasım 2015 tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi- Büyükçekmece’de kapılarını açacak. Kitap Fuarları Danışma Kurulu tarafından alınan kararla karikatürist Sayın Tan Oral 34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı “Onur Çizeri” olarak belirlendi. Bu yıl Fuar’ın teması ise “Mizah: Hayata Gülümseyerek Bakmak” olarak belirlendi.

AKBANK CAZ FESTİVALİ’NİN İSİMLERİ AÇIKLANMAYA BAŞLADI Bu yıl 25.’si düzenlenen ve caz dünyasının saygın isimlerini Türk izleyicisi ile buluşturan Festival, 21 Ekim – 1 Kasım 2015 tarihleri arasında şehri cazın farklı renkleriyle kucaklayacak. 25. Akbank Caz Festivali’nin bu seneki yıldız isimleri arasında yer alan Manu Katché, Bill Frisell, John Scofield & Joe Lovano’nun biletleri satışa sunuldu. Manu Katché, 22 Ekim 2015, Salı günü Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda sahne alacak. Fildişi sahillerinden gelen aile köklerinin kendisine kazandırdığı ritim yeteneğini akademik eğitimiyle birleştiren Manu Katché, Afrika ritimleri ile klasik davulu birleştirerek yarattığı özgün tarzıyla dünyanın sayılı davulcuları arasında gösteriliyor. John Scofield & Joe Lovano, bu kez 25. Akbank Caz Festivali için aynı sahneyi paylaşıyor.

18

KULTURA


FAST AND FURIOUS 8 ŞEKİLLENİYOR 7. filmi ile Avatar ve Titanic’in ardından en çok hasılat elde eden 3. film olma ünvanını elinde barındıran ve bugüne kadar 1.52 milyar dolarlık hasılat elde eden filmin bir devamı için çalışmalara başlandı. Daha önce New York’ta geçeceği konuşulan filmin ekibinde Vin Diesel ile birlikte Jason Statham’ın da yer alacağı kesinleşmiş gibi görünüyor. Çekimlerine önümüzdeki yıl başlanması beklenen filmin 14 Nisan 2017’de vizyona gireceği açıklandı.

PARANORMAL ACTIVITY 5 FRAGMANI YAYINLANDI

YENİ BATMAN FİLMLERİ YOLDA

Geçtiğimiz yılı pas geçen Paranormal Activity serisinin yeni filmi, Paranormal Activity 5: Ghost Dimensions, fragmanıyla dikkatleri çekmeyi başardı. Göründüğü kadarıyla ilk filmin çizgisinden bir hayli uzak bir seyir izleyen filmin bütçesinin de önceki filmlere göre çok daha yüksek olduğu anlaşılabiliyor. 23 Ekim’de vizyona girecek olan filmin umduğu ilgiyi görüp göremeyeceği şimdilik merak konusu.

Yakın zamanda Hollywood’un ortaya koyduğu çizgi roman uyarlamaları arasında en başarılılardan birisi olarak gösterilen The Dark Knight Trilogy’ye gösterilen ilgi, Warner Bros için can simidi olacak. Sızan bilgilere göre önümüzdeki sene vizyona girecek olan Batman v Superman: Dawn of Justice dışında başrolünde Ben Affleck’in Batman’i canlandıracağı birkaç film daha sonraki yıllarda vizyona girecek. Senaristliğini Chris Terrio’nun üstleneceği konuşulan filmlerle ilgili bir diğer ilginç iddia ise Ben Affleck’in hem başrolde oynayacağı, hem de filmin yönetmenliğini üstleneceği.

KULTURA

19


Emir Bozkurt

Eray Evren

E.B.: Burhan Bey, öncelikle hoş geldiniz. Teşekkür ederiz bizi kırmadığınız için. B.Ş.: Merhaba, ben teşekkür ederim, sağ olasın.

20

yapmasından, söz yazmasından ama uzun süre müzikle ilgilenmedim. Ne zaman ki lise yıllarının başlangıcında, ilk aşkı yaşadık, genelde herhalde öyle başlıyor. Babam da bir akustik E.B.: Nasılsınız? gitar almıştı bana yurtdışından, öyle yavaş yavaş B.Ş.: İyidir valla koşturmaca işte. Telif hakları zor başladık. işlermiş, onunla boğuşuyoruz üç senedir. E.B.: Babanızın da müziğe karşı bir eğilimi E.B.: Burhan Bey, öncelikle şöyle başlayalım. var mıydı? Herkesin malumu zaten, sizi biliyorlar. B.Ş.: Babamın çok ilgisi vardı. Zaten Ankara’dan Ufaktan da olsa, tekrardan sizi bir tanısak. gelen ağabey de odur işte, amcamın B.Ş.: 1959 Eskişehir doğumluyum ben. İlk ve şarkısındaki. Babam müziğe çok meraklıydı. ortaokulu Ankara’da bitirdim. Liseyi İstanbul’da Yurtdışına falan giderdi pilot olduğu için. Hep 50. Yıl Yeşilköy Lisesi’nde bitirdim. Ondan bavullar dolusu plak getirirdi o yıllarda. Onun sonra, sırasıyla sinema-televizyon, makine çok büyük etkisi ve katkısı olmuştur. Hatta mühendisliği ve iktisat bölümlerini okudum, Gökhan ODTÜ’de elektrik mühendisliği okuyor, iktisat bölümü mezunuyum. Yaklaşık 30 senedir ben makine mühendisliği okuyorum Yıldız’da. profesyonel müzisyenim. Bir buçuk senedir de O zaman, “Tamam çocuklar üniversiteyi bitirin Müzik Yorumcuları Meslek Birliği Yönetim Kurulu ama şarkılarınız çok güzel, mutlaka müzisyen Başkanlığı yapıyorum. olun.” diyen bir babanın evladıyım ben. Onun için çok şanslıyım. E.B.: 30 senedir müzisyenim diyorsunuz, müziğe başlama serüveniniz biraz ailenin E.B.: Tam destek vardı yani. müziğe yatkın olmasıyla alakalı galiba. B.Ş.: Çok, çok… Bir de o yıllarda müzik B.Ş.: En büyüğümüz amca tabii, İlhan Şeşen. böyle değildi. Müzikten para kazanmak gibi 1971 yılında bir kırkbeşlik yapmıştı “Kavga ve bir beklentimiz zaten yoktu. Ama tabi çok Dua” diye. Ben o zamanlar herhalde ortaokul seviyorduk. Onun için, babam çok özel bir öğrencisiydim. Tabi ben çok etkilenmiştim adamdır benim için. amcamın hem sesinden hem de beste KULTURA


KULTURA

21


sürü isim katıldı sağ olsunlar. Ve sonra Anadolu Grubu orada termik santral yapmaktan vazgeçti. En çok gurur duyduğum hikayelerimden birisi odur. Ama şimdi başımızda bir nükleer santral belası var. Onu ne yapacağız bilmiyorum şimdi, ona biraz kafa yormamız lazım. Ama dediğin gibi, en azından bir sonuca ulaştı, o bakımdan çok mutluyum. Zaten bana göre müzisyenin, hatta sanatçının diyelim biraz muhalif olması lazım. Yapılan her şeye gözünü yummaması lazım. Herhalde onun bir karşılık bulması bendeki bu hikaye. E.B.: Bir de bildiğim kadarıyla, artık İstanbul dışında yaşamaya karar verdiniz. B.Ş.: Belki ilk aşamada tamamen değil ama evet yıllardır hayalini kuruyordum. Gümüşlük’te bir ev tuttum. Kontratı falan hazırladım, hepsini yaptım. Şimdi önümüzdeki günlerde oraya gideceğim. Kışını açıkça daha merak ediyorum. Çünkü yazın Bodrum’da çok kaldım ama hiçbir dönem kış kalmadım. O tür yazlık yerlerin kışı daha cazip olur benim için. Bakalım öyle bir maceraya girdim. Orada daha çok kitap okumayı, daha çok müziğe vakit ayırmayı düşünüyorum. Bakalım göreceğiz.

E.B.: Harika… Bildiğim kadarıyla bir de sosyal sorumluluk projelerine dahil oluyormuşsunuz. B.Ş.: Olmaya çalışıyorum, olabildiğimce. Şimdi hatırladığım, Uçan Süpürge Derneği’yle birlikte Çocuk Gelinler Olmasın Projesi’ne bir şarkı vermiştim. Kızım o zamanlar 12 yaşındaydı, o söyledi, “Lütfen Sesimi Duyar mısınız?” diye. Sonra “Ben Kızımı Vermem” diye bir

22

KULTURA

proje vardı, yine onda fotoğraf çekiminde destek oldum. 2010 yılında, aslında bence yaptığım en önemli işlerden biri odur bu anlamda, Sinop’ta termik santral karşıtı bir konser düzenledim. Orada bütün sanatçı dostlarım hiçbir ücret talep etmeden, Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Moğollar, Erkan Oğur, Bülent Ortaçgil, Grup Gündoğarken, Şevval Sam, Fuat Saka, Taner Öngür, Serap Yağız gibi bir

E.B.: Peki İstanbul’dan uzaklaşmanın asıl sebebi, kalabalık bir metropol olması mı? B.Ş.: Evet, aynen öyle. Herhalde insanın bir doyma noktası var. Tabii ki bizim sektörün kalbi burası ama bir de baktım son yıllarda bir sürü müzisyen dostum, yazar dostum, oyuncu dostum hep oralarda yaşıyorlar ve havaalanı olduğu için zaten bir saatlik de bir yol. Bir denemekte fayda var. Gerçekten İstanbul çok şişirdi. Yurtdışına gittiğimiz zaman, gerek konserler, gerek müzik fuarları için, oradaki en önemli şey benim için sakinliği, sessizliği, metrekareye düşen insan sayısı, herhalde o artık bizi biraz şişirdi. Gerçi İstanbul’da çok güzel bir yerde, Kanlıca’da oturuyorum. Ama demek ki artık biraz şişmişiz ki, 55 yaşından sonra gidip biraz kafa dinlemek istiyoruz. E.B.: Biraz da tabi sanatçı için daha iyidir oradaki huzur. B.Ş.: Şimdi göreceğim, orada depresyona mı girerim artık bilmiyorum (gülüşmeler). Onu çok


merak ediyorum. O hüznü biraz severim, özellikle yazlık yerlerde kış daha hüzünlü geçer. Onu az çok gittiğim yerlerden biliyorum, konserlerden falan. O hüznü merak ediyorum ama –Kanlıca’daki ev de duracak zaten- bir denemek istiyorum, bakalım ne olacak? E.B.: Şimdi biraz yönetim kurulu başkanlığı yapmış olduğunuz Müyorbir’den bahsetmek istiyorum ama önce hiç bilmeyenler ya da kulaktan dolma bilgiye sahip olanlar için, Müyorbir nedir onu anlatır mısınız? B.Ş.: Çok kısaca bilgi vereyim fazla teknik olmadan. MÜYORBİR, Müzik Yorumcuları Meslek Birliği’dir. Yani ne demek müzik yorumcuları? Türkiye’deki şarkıcıların, enstrümanistlerin meslek birliği. 5846 sayılı kanuna göre kurulmuş Türkiye’deki dört meslek birliğinden biri müzikle ilgili. Diğerleri de MESAM, MSG ve MÜYAP’tır. İkisi eser sahipleri meslek birliği, MÜYAP da yapımcıların meslek birliğidir. Biz MÜYAP’la birlikte komşu hakları temsil ediyoruz, bağlantılı hakları temsil ediyoruz. Ve yaklaşık bir buçuk senedir de dört meslek birliği ortak hareket ediyoruz. MÜYORBİR kısaca budur. Yönetim kurulumuz çok değerli isimlerden oluşuyor. Hep diyorum, Türkiye’nin en meşhur yönetim kuruluna sahibiz. Benim dışımda Edip Akbayram, Kubat, Onur Akın, Tolga Sağ, Metin Özülkü, Suavi, Belkıs Akkale, Hüseyin Turan’dan oluşan bir yönetim kurulumuz var. Dediğim gibi, ne yapıyoruz biz, yorumcuların haklarını, hem umum mahallerdeki, hem temsili haklarını, hem dijitaldeki haklarını topluyoruz ve belli bir hakkediş dağıtımı yapıyoruz. E.B.: Peki, en kısa anlatımla, MÜYORBİR’e nasıl üye olunabiliyor? B.Ş.: Şimdi MÜYORBİR’e üye olmak için, bir takım üyelik kriterlerimiz var, genel kuruldan geçen, ona uyulması gerekiyor. Şu anda 5.000 download dediğimiz ve 100 temsili, 100 temsil de şu demek, en az 100 kere radyo ve televizyonlarda çalınması

gerekiyor. Ama şu anda üzerinde çalışıyoruz bunu daha nasıl iyileştirebiliriz ve daha nasıl hak eden insanlar MÜYORBİR’e üye olur diye. Şu anda da üyelik kriterleri hakkında çalışmalar yapıyoruz. Onun için de özel bir komisyonumuz var zaten. E.B.: Peki her müzisyen MÜYORBİR’e üye olabilir mi? B.Ş.: Hayır olamaz. Az önce söylediğim kriterleri sağlaması gerekiyor. Ama sanırım yeni kanunla birlikte, 5846 ile birlikte, üç senedir bekliyoruz, yeni müzisyenleri de bünyemize alacağız büyük ihtimalle, ama henüz net değil o. E.B.: Telif konusunda yöneticilerin tutumu ne, halkın tutumu ne? B.Ş.: Çok güzel bir noktaya parmak bastın (gülüşmeler). Şimdi bir defa şöyle bir handikapımız var: Telif konusunda meslek birliklerine üye insanların bile bilgisi yok, bırak kullanıcıları. Biz belki korsan diyerek bunu sevimli bir hale getiriyoruz ama birebir hırsızlık aslında. Onun için de Türkiye’de telif bilinci hiç yok. Ama tabi bu belli bir yaştan sonra olacak bir hikaye değil. Onun için bizim kafamızdaki proje ilkokuldan itibaren bunun bir hırsızlık olduğunu çocukların kafalarına aşılamak. Ancak bu bilinçle olur. Almanya’da 1 milyar 200 milyon avro toplanırken, bizde 50 milyon TL toplanıyorsa bu kadar büyük bir ülkede, bunun bir sebebi olması lazım. Bu da hakikaten telif kültürünün oralarda çok daha geçmişe dayalı olması, Türkiye’de ise en fazla 20-25 yıllık bir geçmişi olması. Onun için işimiz çok zor, özellikle kullanıcılara karşı çok zor. Ama biraz önce de bahsettiğim gibi dört meslek birliği olarak birleşmemizin en büyük sebeplerinden birisi de bu. Artık kullanıcı karşısında tek muhatap duruyor. Eskiden dört meslek birliğiyle ayrı ayrı anlaşmalar yapacaktı. Biz de ayrı ayrı tespitler yapıyorduk, hukuki yollara başvuruyorduk. Bu çok masraflı bir işti ve kullanıcıya artık gına gelmişti, biri gidiyor biri geliyor gibi. Onun için bunu da çözdük. Şimdi dört meslek birliği uyumlu bir şekilde

OLB, Ortak Lisanslama Birimi’ni kurduk. Balmumcu’da bir ofisimiz var. Ortak bir şekilde çalışıyoruz. E.B.: Anladığım kadarıyla yöneticilerin tutumu dışında halkın da çok bilinçlendirilmesi gerekiyor. B.Ş.: Aynen öyle. E.B.: Peki müzisyenler telif hakları kavramına hakim mi? Yani sadece halkın da bilinçlendirilmesi yetmiyor galiba. B.Ş.: Hakim değiller evet. Onun için biz MÜYORBİR olarak yorumcular.org diye sadece MÜYORBİR üyelerinin girebileceği bir sosyal ağ yaptık. Orada telifle ilgili videolar, makaleler, bir telif kütüphanemiz olacak. En azından üyelerimiz o konuda bilinçli olsunlar. Hakkediş nedir, download nedir, temsili hak nedir, mekanik hak nedir, bunları en azından bilsinler istiyoruz ki haklarını takip ederken de bilinçli olarak takip etsinler. E.B.: Galiba bugüne kadar bunun yüzünden çok zarara uğrayan sanatçılarımız oldu haliyle. B.Ş.: Tabii ki oldu. E.B.: Hem bu bilgisizlik, hem de kanundaki boşluktan dolayı. B.Ş.: Yani aslında kanundaki boşluk dediğimiz zaman, ufak tefek ayrıntılarda çok büyük boşluklar var ama onun dışında asıl sıkıntı kanunun uygulanmaması. Nasıl bir işyeri açılırken, diyelim ki iki tane yangın merdiveni istiyorlar, bir yangın kovası istiyorlar, bu tür yerlerin öncesinde de bir müzik ruhsatının alınması lazım. Yani müzik çalınacak yerlerin lisanslanması lazım. Ama tabii ki buna ne belediyeler giriyor, oy kaybı olmasın diye, ne siyasi partiler giriyorlar. Ama tabi dünyadaki örnekleri var. Çünkü ancak yerindeyken çözebiliriz. Bir işyeri açıldıktan sonra oraya gidip tespit yapıp mahkemelik olmanın hiçbir esprisi yok. Bu kimseye fayda sağlamaz. İşte bunun için de çabalıyoruz, bunun için de bir lobi oluşturmaya çalışıyoruz. En azından her

KULTURA

23


Meslek birliklerinin kötü bir imajı var, hep kavgalarla mahkemelerle anılır olduğu için. Önce bu imajı düzeltmeye çalışıyoruz. açılan yeni işyerine böyle bir zorunluluk getirilmesini istiyoruz. E.B.: MÜYORBİR’de siz ve yönetim kurulu üyeleri emeğinin karşılığını alıyor mu? B.Ş.: Biz sadece huzur hakkı alıyoruz. En son genel kurulda huzur haklarında bir indirim yaptık, 7 kişiden 9 kişiye çıkınca. Ben yönetim kurulu başkanı olarak bir önerge verdim, yönetim kurulu başkanının maaş almamasını önerdik, oranın bir ranta dönüşmemesi için. E.B.: Aslında samimi bir durum söz konusu, bir maddi kazancınız yok aslında bakıldığı zaman. B.Ş.: Evet maddi kazancımız yok ama hakikaten çok büyük emeğimiz var. İçtihatlar, kanunlar, tüzükler okuyoruz ve ben Eylül ayından itibaren de iki sene fikri ve sinai haklar hukuku konusunda master yapacağım. En azından biraz daha bileyim, belki sektöre biraz daha faydam olur diye düşünüyorum. Ama hakikaten hiç kolay bir iş değil. Neredeyse dünyayı tarıyoruz genel sekreterimizin de yardımıyla. Çünkü dünya bizden çok daha önce keşfettiği için, Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Ama her ülkenin de ayrı şartları var bunu da göz önünde tutma lazım. Böyle biraz karmaşık bir iş ama okumayı seven insanlar için de bence fena bir iş değil. Ben bu bakımdan ilgi duyuyorum telif hakları konusuna. E.B.: Aslında yaptığınız iş biraz da ülkemiz için bir devrim sayılabilecek bir durum, sanatçılar açısından. 24

KULTURA

B.Ş.: Evet ama sürekli meslek birliklerinin kötü bir imajı var, hep kavgalarla mahkemelerle anılır olduğu için. Önce bu imajı düzeltmeye çalışıyoruz. Bir yandan imajı düzeltmek, bir yandan kullanıcılara karşı mücadele etmek çok zor bir şey. Onun için özellikle üyelerin bilinçlendirilmesini de o yüzden istiyoruz. Şimdi üye zannediyor ki en çok o dinleniyor, en çok o satılıyor. Diyor ki mesela, “X kanalda çıkıyorum, günde beş defa çalıyor.” Eğer o kanal lisanslı değilse, o kanaldan para alamıyorsak, mahkemelikse, ortada olmayan parayı dağıtma şansımız yok. Hep böyle yerlerle hukuksal bir süreç sürdürüyoruz, gidip radyoyu veya kanalı basmayacağımıza göre. Üye mesela bunları da bilmiyor. Bunları hep sitemizden duyuruyoruz, bu kanallara çıkmayın, bunlar telifsiz, bunlar emek hırsızı insanlar diye. Ama çok da etkili olduğu söylenemez açıkçası. E.B.: Etkili olabilmesi açısından başka bir düşünceniz var mı? B.Ş.: Bilinç. Ben sadece eğitim ve bilinç bekliyorum. Zorlama gibi zaten bir yaptırımımız olamaz üyelere karşı. Bu ancak bilinçle olabilecek bir şey. E.B.: Az önce söylediğiniz şey, kavgalar, gürültüler oldu falan. MÜYORBİR’le ilgili sıkıntılar da zaman zaman basına yansımıştı. Hala böyle bir şey var mı sizi rahatsız eden? B.Ş.: Yok şu anda ama hala o dalgalanış sürüyor. Hala bir takım celpler geliyor, hala şikâyetler geliyor, hala mahkeme kararları geliyor. Çünkü o hemen küt diye kesilecek


bir şey değil. Maalesef bir yandan da bunlarla uğraşıyoruz ama eğer böyle bir sorumluluk üstlendiysek, böyle bir göreve talip olduysak da göğüslemeye hazırız. Yapacak bir şey yok, bunlar gayet doğal. Yeter ki hukukla ilgili bir şey olsun, eleştiri sınırlarında olsun. Biz tabii ki bunları göğüsleyeceğiz.

B.Ş.: Ben senin kadar genç olmadığımdan senin kadar bu işe vakıf değilim. Tabi zamana uymaya çalışıyoruz ama ben hala dijital bir şeyden, atıyorum cep telefonundan çok nadir dinlerim. Benim için iyi bir sistem olacak, ya plak dinleyeceğim, ya cd dinleyeceğim, benim için hala öyle.

E.B.: Peki bu streaming meselesi günümüzde hangi boyutta yer alıyor size göre? B.Ş.: Eskiden download’du, şimdi streaming daha baskın çıktı. Çünkü insanlar artık bir yere kaydetmektense sadece dinlemeyi seviyorlar. Bir dönem tam tersiydi. Şimdi arşiv falan eski zamanlarda kaldı. Biz bir süre sonra arşivlerden de söz edemeyeceğiz. Özellikle gençliğin böyle bir alışkanlığı yok, sadece dinleseler onlar için kâfi.

E.B.: Her şey biraz küçüldü o anlamda. B.Ş.: Tabi ki. Burada tabi gençler yol gösteriyor, asıl kullanıcı onlar. Onun için onları takip etmeye çalışıyorum, benimsemesem bile. Belki de beş sene sonra cd diye bir şey kalmayacak ortalıkta. Bu yüzden bu yenilikleri de takip etmem lazım. Yurtdışı fuarların çok faydası oluyor. Ama dediğin doğru.

E.B.: Ama bu telif hakları konusunda gerekli başarı elde edildikten sonra streaming’in birazcık faydası olacak galiba. Yani şöyle, download bir kere edilir, adam belki binlerce kez dinleyebilir bilgisayarında ama streaming her defasında bir rating almış olacak ve ne kadar dinlenildiği görülecek.

E.B.: Yani şöyle düşünüyorum ben, çok bilmeyerek söylüyorum bunu da. Atıyorum bir sanatçı, bu kanun da gerekli statüyü kazandıktan sonra, bir milyon dinleniyorsa bir milyon dinlenildiği görülecek. O yüzden bu streaming gerekli şartlara uygun olunca çok faydalı olacak. B.Ş.: Doğru söylüyorsun. Şimdi meslek birlikleri arasında farklı listeler var. Tek bir yerden sağlıklı bir liste alınmıyor. Şu anda bunun altyapısını çözmeye

KULTURA

25


çalışıyoruz. O listeleri karşılaştırdığımız zaman, hem satıcılar hem alıcılar olarak, onların bir çıkması lazım. Şu anda öyle bir altyapımız yok açıkçası sektörde. İşte onu da oluşturursak daha güvenli bilgiler elde edeceğiz. Manipülasyona son vermiş olacağız. E.B.: OLB adında bir çatı altında toplandığınızı söylediniz. İşler bu anlamda kolaylaştı galiba değil mi? B.Ş.: Dediğim gibi, eskiden kullanıcı karşısında dört ayrı isimdik. Şimdi tek bir isimiz. Eskiden bir tespit yapıyorduk bir hukukçuyla veya bir polis memuruyla beraber ve birtakım masrafları vardı bunun. Şimdi bunu dörde bölüyoruz. Atıyorum, tuttuğumuz mekanın kirasını dörde bölüyoruz. Ama tek şu handikap var, şu anda onu çözmeye çalışıyoruz, hepimizin ayrı ayrı yönetim kurulları var, dokuz kişi, beş kişi, on bir kişi falan kalabalık bir ekip. Orada biraz hareket etme sürecimiz biraz yavaş. Tek handikapımız bu ama bunu da çözeceğiz. Bunun dışında gayet uyumlu çalışıyoruz. Garo Mafyan, Bülent Seyhan ve Arif Sağ diğer meslek birliği başkanları. Bülent Forta da MÜYAP’ın genel koordinatörü, o sektörde en bilgili isimlerden biri zaten. Onun için güven sorunumuz yok. Dediğim gibi biraz yapımız hantal ama çok yeni bir yapı. Onu da çözdükten sonra daha hızlı yol alacağımızı düşünüyorum. E.B.: Streaming’den bahsettik. Sosyal mecrada etkinizle ilgili ilerleyen zamanlarda bir planınız var mı? Üyeleriniz bununla ilgili bilgi sahibi midir? B.Ş.: Sosyal mecra derken Facebook, Twitter falan mı? E.B.: Facebook, Twitter, Youtube… Özellikle sizin için Youtube daha önemli sanırım. B.Ş.: Youtube daha önemli. Üyemiz şöyle bir yanılgıya düşüyor: Youtube’da gösterilen her şarkıdan para alınmaz. Reklam gelirine göre Youtube’dan para

26

KULTURA

alınır. Sen mesela bir şarkı yaptın, on milyon kere izlendin bir kuruş reklam geliri yok, bir kuruş para alamazsın. Reklam geliriyle ilgili bir şey. Henüz Youtube’la alakalı durumlar çok net değil. MÜYAP dijitalde devreden çıktıktan sonra birtakım yapımcılarla hep anlaşmalar yapıyoruz. O da biraz bu dönemde işleri zora soktu. Ama dijital de bir süreç. Üyelerimiz açıkçası teknolojiye çok vakıf değil. Genellikle pop müzik ve caz müzik ağırlıklı isimler daha çok teknolojiye hakim. Ama geleneksel müzik, halk müziği, arabeskfantezi tarzı isimler o kadar hakim değiller. E.B.: Peki on milyon da izlense reklam almıyorsa hiçbir anlamı yok dediniz. On milyon izlenmesi reklam alması için bir kriter değil midir ya da reklam alması için ne gerekiyor? B.Ş.: Tabii ki, kriterdir. Ben bunu bir örnek olarak verdim. Mutlaka on milyon izlenen bir şey reklam alır zaten. E.B.: Peki çok daha düşük izlenme oranına sahip olmasına rağmen reklam alabilme şansı var mıdır ya da var mı böyle örnekler? B.Ş.: İnan çok bilgim yok bu konuda. Bir şey dersem yanlış bilgi veririm. E.B.: Hep MÜYORBİR’den bahsettik, biraz da sizden bahsedelim. Ben sizin hayat hikayenizi okudum. Mesela müziğe babanızın ve ailenizin desteği dışında küçük yaşta galiba birilerini dinleyerek başlamış, sonradan Pink Floyd’a geçiş yapmışsınız. B.Ş.: Tabi tabi. Öncesinde Hakkı Bulut, Orhan Gencebay, Azize Gencebay… E.B.: O geçiş bana çok enteresan geldi. B.Ş.: Bir tane Beşir abimiz vardı, Allah uzun ömür versin, göz doktoru kendisi. O bizdeki müzik eğilimini anlamış, biz Gökhan’la mahallede şarkılar falan çalıyoruz. Bir gün turuncu bir kaset verdi, hiç unutmuyorum. Hayatımın

dönüm noktası odur. Kasetin bir tarafı Pink Floyd, bir tarafı Cat Stevens. Şimdi düşünsene, o yılların Ankara’sı ve hep arabesk müzik dinliyoruz, halk müziği dinliyoruz ve birdenbire Pink Floyd ve Cat Stevens… Öyle büyük bir devrim oldu ki içimde anlatamam. Ondan sonra da zaten bütün albümlerini aldım hem Pink Floyd’un, hem Cat Stevens’ın. Albümlerinden seri yaptım. E.B.: Hala duruyor mu? B.Ş.: Duruyor, tabi. E.B.: Plak mıydı bunlar kaset mi? B.Ş.: Plak. Ama çok büyük kırılma noktasıydı o. Ondan sonra da bir sürü isim dinledim tabi. Son yıllarda da hep caz ağırlıklı şeyler dinliyorum. Onun için Beşir Abi’ye çok dua ederim. Bu arada fırtına mı var dışarda? E.B.: Biraz evet… B.Ş.: Benim de motosikletle gelmem iyi olmuş (kahkahalar). E.B.: Artık hayırlısı diyelim. B.Ş.: Bekleyeceğiz demek ki burada. E.B.: TÜROFED’le ilgili yaptığınız anlaşmayı biraz anlatabilir misiniz? B.Ş.: Bunlara biz çatı anlaşmalar diyoruz, bu tür kuruluşlarla yaptığımız anlaşmalara. RATEM olsun, TVYD olsun, TÜROFED olsun, yani tek tek kurumlarla anlaşmak yerine, onların dernekleri veya bağlı bulunduğu ticari kuruluşlarla anlaşmalar yapıyoruz. TÜROFED de bunlardan birisi. Hemen hemen Türkiye’deki, özellikle Akdeniz ve Ege Bölgesi’ndeki bütün oteller TÜROFED üyesi. Onlarla büyük bir kampanya yapıyoruz. Normal tarifelerimiz üzerinden indirim yapıp bütün otelleri lisanslamak istiyoruz. Bu kampanya 31 Ağustos’ta son bulacak, Mart ayında başladık. Şimdi onun kampanyasını ben yürütüyorum bütün OLB adına. Ben ve Merve, bizim genel sekreterimiz. Böyle bir kampanya. Mühim olan bu otelleri az önce konuştuğumuz o listenin içine almak, lisanslamak hepsini.


E.B.: Bir de az önce motosikletle geldiğinizi söylemiştiniz. Pek iyi olmadı, yağmur yağdı demiştiniz. B.Ş.: Yaklaşık on yıldır motosiklet kullanıyorum. E.B.: Var mıdır bunun özel bir tercih nedeni? İstanbul trafiği mi? B.Ş.: Öncelikle İstanbul trafiği olarak başladı ama ondan sonra bir televizyon programı yaptım, bir motosiklet firması sponsor oldu. İyi Haberler diye sadece Türkiye’deki iyi haberleri bulup ortaya çıkardığım bir program. Herkes “Manyak mısın nereden bulacaksın?” falan dedi (gülüşmeler). Ben bayağı uzun program yaptım ama. Bir banka ve motosiklet firması sponsor oldu. Motosikletle gezdim Türkiye’yi. İyiliğin teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyordum, hala da öyleyimdir. Bayağı köylere kadar gittim, bir sürü özel insanla tanıştım. Mesela bir örnek vermek gerekirse Koray Sazlı, dünyadaki tek görme özürlü kompozitör. Tabii ki görme özürlü olması belki üzücü ama bir kompozitör olması da bence sevindirici bir şey. Hep böyle haberler. İşte ne bileyim, bir köyde kadınlar biçki dikiş kursu kurmuşlar, o parayla köylerine çeşme yaptırmışlar.

Hep buna benzer haberler yaptık. O da motosiklet duygumu pekiştirdi. E.B.: Şahane… İstanbul trafiğinden dolayı motosiklete geçip ondan sonra televizyon programı olarak devam etmişsiniz (gülüşmeler). B.Ş.: Evet evet… Hep dediğim gibi, iyiliğin teşvik edilmesi gerektiği konusunda ısrarcıyım. Tamam kötü şeyler çok var ama iyi şeyler de var, tırnak içinde. Hala da öyle hayatımız, öyle bakmakta fayda var. E.B.: Grup Gündoğarken ne zaman başladı? Nasıl başladı? B.Ş.: 1983 yılında başladı. Ben 1976’dan beri günlük tutuyorum. 1976’da şöyle bir not var: Uçaktan indiğimde her nedense Gökhan’ın son şarkısı dilimde, gün doğarken ufukta yeni bir can taşır elinde. Bu şarkının sözleri bizim hayat felsefemize çok uygun olduğu için “Gündoğarken” ismini koyduk. 1983 yılında Levent Kırca’nın “Kadıncıklar” isimli oyunuyla profesyonel olduk. E.B.: Oyunda mı çalınmıştı şarkı? B.Ş.: Evet, Kadıncıklar isimli bir oyunu vardı Levent Abinin, ona oyun müzikleri yaparak

ilk kez sahneye çıktık. 32 senede dokuz Gündoğarken albümü, iki tane solo albüm, bir de şimdi onuncu Gündoğarken albümü geliyor. Datça’da yaptık, Fuat Saka’nın stüdyosunda. Şimdi mix, mastering işlemleri var, kısa bir sürede o albüm de çıkacak. E.B.: Gündoğarken’in yeri bende ayrıdır. B.Ş.: Öyle mi? E.B.: Benim öyle eskittiğim bir kasetim var. B.Ş.: Hangisi acaba? E.B.: Ellerimde Çiçekler’in olduğu albüm. B.Ş.: İstanbul Atina İstanbul, çok güzel bir albümdür. Onu Atina’da yaptık. E.B.: Şahane bir albümdü. Ben açıkçası çok bilgi sahibi olmadan böyle bir kaset elime geldi ve dinledikçe dinleyesim geldi. En sonunda artık kaset iflas etti, bozuluncaya kadar dinledim. Sizin anlatmak istediğiniz başka bir şey var mı? B.Ş.: Yok, çok teşekkür ederim. Çok memnun oldum. E.B.: Biz teşekkür ederiz.

KULTURA

27


E.B.: Hayat hikayeni senden bir dinleyelim mi? E.Ş.: Hayat hikayem radyoculukla başladı. Gebze’de bir yerel radyoda başladım. Ondan sonra Akademi İstanbul maceram başladı. Akademi İstanbul’un ilk kurulduğu, şaşaalı olduğu dönemler. Orada Okan Bayülgen bizim derslere geliyordu, ünlülerin hepsi geliyordu. Beyaz’ından tut, Nedim Saban, Güler Kazmacı, bir sürü sayabileceğim isim var. Okan bir gün bizim derse geldi. Biz kamera önü eğitimi alıyorduk. Şöyle bir şey söyledi: “Bu işi öğrenmeniz için kamera

28

KULTURA

arkasını öğrenmeniz gerekiyor.” Ben de kamera arkasına girdim, işin mutfağı kısmı ve orada kaldım. Ondan sonra televizyon kanallarında çalıştım. TV8’in ilk kuruluş döneminde, TRT Türk kuruluş döneminde, reji yönetmenliği, yapımcılık, prodüksiyon gibi bir sürü işle uğraştım. En sonunda televizyonlara veda edip kend işimi yapmaya karar verdim, şu anda freelance çalışıyorum. Genel anlamıyla 16 yıldır video işiyle uğraşıyorum. E.B.: Şu anki projelerin nedir? E.Ş.: Şu an önümde o kadar çok

proje var ki. Billur TV diye bir internet televizyonu için çalışıyoruz. Billur TV Billur Kalkavan ve Buğra Bahadırlıyla birlikte çok çekirdek bir kadroyla hareket ediyoruz. Ben açıkçası biraz underground işleri severim. Bundan önce de 2010 yılında “Film” adında bir tane sinema filmi yaptım. Atlanta Underground Film Festivali’nde en iyi yabancı film ödülü aldı. Avustralya’da en özgün senaryo ödülü aldı. Kültür Bakanlığı’ndan yapım sonrası destek aldı. Festivallik bir işti. uluslararası F3J yarışlarının çekimlerini yapıyorum. Dediğim gibi televizyonu bıraktım,


Emir Bozkurt

Eray Evren

Sevdiğim ve keyif aldığım işleri yapmaya çalışıyorum. Onun dışındaki bütün işleri de reddediyorum.

biraz sinemaya dönmek istiyorum. Belgesel hiç aklımda yoktu, bu Rwanda işi çıkana kadar. Rwanda İnanılmaz bir tecrübe oldu benim için, iyi ki de gitmiş görmüşüm. İşinde profesyonel insanlarla beraber çalıştım. Süha Derbent, vahşi doğa fotoğrafçısı, elinde şu anda Türkiye’de hiç kimsede bulunmayan belgelere sahip dünya çapında bir insan. Murat Esibatır, fotoğraf sanatçısı. En son Venedik Maske Festivali’nde fotoğraf çekimleri yapmış. Ekip olarak Ruanda’ya gittik. Genel anlamda geleceğe dönük de derdim sinema yapmak aslında.

E.B.: İlk filminin hakettiği karşılığı bulduğuna inanıyor musun? E.Ş.: Bence fazlasıyla buldu. Aslında bugünün de filmi değil, bundan elli yıl sonra kült film olacak bir film. Çünkü underground bir iş Türkiye’de kabul edilmeyecek. Sekiz sekanstan oluşan, subjektif kamerayla çekilmiş, Taksim’de üç tane gencin başından geçen bir hikâyeyi anlatan bir filmdi. Biz zaten filmin en başından beri bir yere gitmeyeceğini biliyorduk. Ama yönetmeni iyiydi, ekibi iyiydi… Türkiye’de anlaşılmayan aslında şu: Dünyada sinemada ekip diye bir şey var ama Türkiye’de bu yok. Çünkü herkes bir şeyler yapmak istiyor. Herkes kendince haklı ama sen bir hedefe yürürken emek harcamazsan karşılığını alamazsın. Sizin derginizin bütünleşmesi de bununla alakalı bir

şey mesela. Siz bu kadar insan biraraya gelip bu işi yapmaya çalışmasanız bugün bu iş olmayacaktı. Bizim hikâyemiz de biraz böyleydi. Bir sinema filmi yapalım dedik ve bir sürü arkadaş biraraya gelip bir sinema filmi yaptık. Hepimizin hayatında şu an bir sinema filmi var. Bana soruyorlar, hayatta ne yaptın diye. Bir tane sinema filmim var kenara koyabileceğim. Bundan sonrasında da daha güzel şeyler yapmak istiyorum ama ben klasik şeyler yapmak istemiyorum. Çünkü onları yapan zaten var, biraz da onlara dokunmak istemiyorum açıkçası, gişe filmi falan… Bir film yap, evet gişe filmi yap ama gerçekten insanlara dokunan bir şey olsun. Fetih 1453’ü bizler bir araya gelip çekseydik, sırf İstanbul’un fethi diye o filmi satardık. Önemli olan şu, doğru ekibin doğru zamanda, doğru yerde bir araya gelmesi. Benim hayatım hep böyle geçti, doğru insanlarla doğru zamanda, doğru yerde oldum.

KULTURA

29


şeyler yapmaya çalışıyorsunuz, güzel bir şey. İnşallah iyi yerlere taşırsınız. Çünkü artık sosyal medya, internet başka bir dünyaya gitti. Benim yeğenlerimin biri sekiz yaşında biri onüç yaşında, televizyon falan yok hayatlarında. Tamamen internet, bilgisayar, laptop, tablet, telefon… Biz kendi hayatımızda görmedik bunları. Ben 40 yaşımdayım, 1997 yılında teknolojiyle tanıştım. TV8’de benim önümde bir tane monitör vardı, canlı yayını benim monitöre verdiler. “Ne oluyor?” dedim. Evrim geçirmekle alakalı bu. Onun için birileriyle birlikte bir şeyler yapmak zorundasın. Hiç kimse tek başına bir şeyi iyi yapamaz. Biri fotoğrafı iyi çeker, biri editörlüğünü yapar, biri mizanpajını yapar, biri videoyu iyi çeker. Benim bir tane adamım var Kıbrıs’ta, fly cam’ci. Rahatsız bir herif. Türkiye’de böyle bir tane daha adam yok. Böyle video çekemezsin. Adam video çekmekten öte uçağı iyi kullanmayı biliyor. Uçağı nerede, hangi havada, hangi rüzgarda, hangi türbülansta uçuracağını biliyor. Hangi seviyede kaydıracağını biliyor. Türkiye’de bu yok, çünkü buna kafa yoran yok. Bu adam kafa yoruyor, işi bu çünkü. Bu adamları bir araya getirmek önemli olan.

E.B.: Seçtiğin bu yol Türkiye’de senin işlerini zorlaştırıyordur. E.Ş.: Evet, çok zorlaştırıyor. Ama düzgün insanlar Türkiye’de çok çok fazla var. Sadece bu insanlar biraraya gelmiyor. Bütün sıkıntı bundan kaynaklanıyor. Bu insanların biraraya geldiği noktada çok iyi işler ortaya çıkabiliyor. Mesela sizin geçen ayki Teoman Gelmez röportajınızı okudum, bir sinema filmi izler gibi okudum. Bunu yaratabilmek, sizin gibi insanların biraraya gelmesiyle alakalı aslında. Ama sürekli bir mazeret hayatı yaşıyoruz Türkiye’de.

30

KULTURA

Bizim hayatımız mazeret değil bence. Gerçek olan yaptığın şeyle alakalı. Ben en kötü dönemde, 2010 yılında bir tane sinema filmi yaptım. Underground bir iş yaptım, içinde dibine kadar uyuşturucu, alkol ve şiddet var. Bana dediler ki, “Kültür Bakanlığı’na başvurma sana hayatta destek vermezler.” Ben bu haliyle başvurdum para aldım. Eğer başvurmasaydım alamayacaktım. Şimdi bana gelip diyorlar ki “Kültür Bakanlığı bir şey vermiyor.” Kardeşim ne yaptın, ne koydun ortaya, adama ne verdin, ne istiyorsun? Sizin girişimizini beğenmemin sebebi de bu. Bir

E.B.: Doğru kişilerin bir araya gelmesinde, sinema için konuşursak, ortaya çıkan filmin başarısı gişeyle mi ölçülür yoksa başka bir şey mi? E.Ş.: Senin yaptığın filmle alakalı bir durum. Festivallik bir filme on yıl sonra kült bir film olacak diyebilirsin, “Ben festivallik bir iş yapacağım, festivallerden ne alırsam ondan sonraki ikinci filmime bakacağım.” diyebilirsin, “Vizyona çıkıp vizyondan para kazanacağım.” diyebilirsin. Hepsinin matematiği birbirinden ayrı. Burada da doğru adamları seçmen lazım. Oyuncusu, senaristi, yönetmeni, ben bunların hiçbirini ayırt etmem. Hepsi birbirinden değerlidir ve hepsi o projeye bir değer katar. Ben yapımcılık yaptım yıllarca, bahsettiğim o sinema filminde de yapımcılık yaptım. Eğer oyuncular o performansı göstermeseydi o film olmazdı. Biz o oyuncuları seçebilmek için tam üç ay uğraştık. Eğer kafandaki bir taş yerine oturmuyorsa on yıl uğraşabilirsin. Hepimiz için, bütün projeler için geçerli. İşte bak bugün


yarım yamalak işler yapıyorlar. Vizyona yılda kaç tane film giriyor, ne oluyor, kaç tanesi iş yapıyor? Hollywood da ölmeye başladı. Uzakdoğuyu, Asya’yı, orayı burayı sömürdüler sömürdüler bitti. Efsane kalmadı. Ne anlatacaklar şimdi bu saatten sonra? En son Hızlı ve Öfkeli 7 geldi, onun rüzgârı şu anda yürüyor. Onun dışında ne var? Bir de biz şu anda dünyanın elli yıl gerisinden geliyoruz. Charlie Chaplin diye bir adam var, biri bana bunu açıklasın. 1940’lı yıllarda adam çıkmış tek başına, bir tek kadraj üzerinde bir sürü hikayeyi anlatıp bunu tek bir film üzerinde sana sunmuş. Hiçbir şey yapmamış adam, sadece oynamış ve kurgulamış. Ama arkasında ekip var. Chaplin diye bir film var mesela, Chaplin’in hikayesini anlatıyor. Adamın hikayesini anlatıyor, ne zorluklarla o filmleri çektiğini, neler yaşadığını. 1940’lı yıllarda yaşamış, biz 2015’e gelmişiz, hala bu filmi

nasıl çekeceğimizi tartışıyoruz. Çünkü bireysel düşünüyoruz. Türk toplumu olarak bireysellikten vazgeçmemiz gerekiyor. Biz ekip olmayı öğrenebilirsek eğer, hareket etmeyi öğreniriz. Biz daha hareket etmeyi bilmiyoruz, hala emekliyoruz. E.B.: Peki 2001 krizinden sonra daha da kötüye mi gitti? E.Ş.: Evet daha kötüye gitti. E.B.: Bundan sonrasını da öyle mi görüyorsun? E.Ş.: Hayır bundan sonrasını öyle görmüyorum. 1997-1998 yılında internet Türkiye’de yaygınlaşmaya başladı ve şu anda en revaçta olduğu dönemi yaşıyoruz. Ben 40 yaşımdayım, benden önceki nesil, 20-25 yaşlarındaki gençler şu anda onu kurcalıyorlar. Onu daha üst seviyeye taşıyabilecek durumdalar fakat fark edilemiyorlar.

Bu fark edilirse bundan sonrasını açık görüyorum. Ama eski kafadaki adamlar hala bir yere gitmiyorlarsa, hala aynı yerde duruyorlarsa bir yere varamayız. Ali Kırca’lar, Levent Kırca’lar… Kötülemek amacıyla söylemiyorum, döneminin en iyi adamlarıydılar, biz onlarla büyüdük. Ama yeni şeylere ihtiyaç var, sizin gibi insanlara ihtiyaç var. E.B.: Söylediğin şeye destek olması açısından şunu anlatayım: Rahmetli Zeki Alasya ile de aynı şeyi konuştuk, Devekuşu Kabare’yle ilgili. Ben hala onun üzerine bir kabare izlemedim, varsa da çok azdır. Bana dediği tek laf şuydu: “Sizin hatanız.” Senin bu dediğini çok destekleyen bir şeydi bu. E.Ş.: Taksim’de Divan Otel’den aşağı inen yokuşun bitiminde bir kebapçı var, onun üçüncü katında Zeki Alasya ve

KULTURA

31


Metin Akpınar’ın o döneme ait bir şirketi hala durur. Arşivi de oradadır. Bir tane adam durur orada, gidin bakın oraya, görün bence. Hala duruyor mu bilmiyorum. O adam orada mesai yapıyor. Devekuşu Kabare’nin her şeyi orada durur. Biletleri, oyunları, kayıtları, dosyaları… Benim en çok beğendiğim kısmı oranın hala o şekilde durmasıydı. “Eskiyi kaldıralım yenisi gelsin” anlayışı da sakat. Eski olmadan yenisini alamazsın zaten. Onun ruhu dursun orada. Ben mesela kanala gidiyorum bir projeyle, yeni dönemden bana bahis açıyor, “Güldür Güldür”ün kopyası diyor. Kardeşim, Güldür Güldür de Zeki Alasya Metin Akpınar’ın kopyası. Ondan sonra arada Bir Demet Tiyatro vardı, ondan sonra bu oldu. Bu bir evrimleşme. O gün o şartlarda yapılıyordu, bugün bu şartlarda yapılıyor, değişen bir şey yok. Ben başka bir şey sunmaya çalışıyorum, yeni yetenekler sunmaya çalışıyorum. Çünkü Türkiye’de gerçekten çok yetenekli insanlar var. Ama bu insanlar gerçekten bir araya gelip, hareket edip, kendi imkanlarını değerlendirip bir şeyler yapmaya başlarsa işte o zaman değişim başlar. Ama ben şuna inanıyorum, yeni nesil bunları kullanmaya başlıyor. İnşallah da bundan sonrasında hep beraber güzel şeyler görürüz. E.B.: 20’li yaşlarda şu an interneti kurcalayan kesimin tüm Türkiye tarafından tanınma olayı olacaksa bu internet üzerinden mi olacak televizyon üzerinden mi? E.Ş.: İnternet üzerinden, çok açık ve net.

32

KULTURA

E.B.: O zaman internet önümüzdeki 10-15 yıl içinde kalite açısından televizyonun çok önüne geçecek. E.Ş.: Şöyle bir şey var: Ben 1997 yılında TV8’de profesyonel iş hayatıma başladığımda NVR sistemle çalışıyordum. Ben evrimleştim, şu anda bir tane laptop’um var, onda bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Yeni doğan çocuğun evrimleşmeye ihtiyacı yok çünkü onunla doğuyor. Şu anda 20’li yaşlardaki çocuklar, benim yapmaya çalıştığım işleri çok daha kolay yapıyorlar. Çünkü onunla doğmuş çocuk. E.B.: Yeni jenerasyon bir öncekinden daha bilgili mi olmuş oluyor? E.Ş.: Evet abi, fazlasıyla. İnternette

doğru bilgi var mı? Hayır, kesinlikle reddediyorum bunu. Eskiden kitap okunuyordu yeni şeyler öğrenmek için, şimdi internete bakılıyor. Ama internete bakarken de şunu yapıyor insanlar, bu taraftaki bir şey söylemiş, diğer taraftaki başka bir şey söylemiş, sonra kendi denkleminde bunu kurmaya çalışıyor. Doğru veya gerçek, bir sonuç çıkartıyor. Zaten çok kitap okumayı seven bir toplum değiliz, eskiden de okumuyorduk bugün de çok fazla okumuyoruz. Siz dergi çıkarmaya çalışıyorsunuz, biz video yapmaya çalışıyoruz. Biz sizden 1-0 öndeyiz. Şundan dolayı, biz insanların hiçbir şey okumadan bir şeyler öğrenmesini sağlamaya çalışıyoruz. Ama bazı şeyler var atlanmaması gereken, bazı kitapların internet karşılığı yok. E.B.: Türkiye olarak dünyanın hep birkaç on sene gerisinden geliyorduk, ama internetle şu an bütün dünyayla ortak bilgileri paylaştığımız için internet yayıncılığında dünyanın gerisinden gelme durumu ortadan kalktı mı? E.Ş.: Hayır, internette biz daha hızlıyız. Avrupa, Uzakdoğu, Afrika, benim gittiğim üç kıta, biz şu anda en hızlısını kullanıyoruz. Avrupa’da beş ülkeye gittim, şurada kullandığımız interneti orada kullanamıyoruz. Şunu demek istiyorum: Ben Avrupa’da yaşadığımı düşünerek bakıyorum olaya. İnternet üzerinden iş yapacağım, buradaki kadar yapamam, Afrika ve Uzakdoğu da keza aynı şekilde. Bu biraz


altyapıyla, ondan da öte zekâyla alakalı bir durum. Sen, neyi nasıl dünya çapında yapmak istiyorsun, bununla alakalı. Facebook’un kurucusu, bir üniversiteden başlayıp dünyaya bir iş yaptı. Herkes bu örneği gösterir. Sen de yarın öbür gün öyle bir şey çıkartırsın ki her şeyi yıkabilirsin. Bu Türkiye’den çıkabilir, çok açık ve net söylüyorum. E.B.: Peki internetteki gelişmişliğimizi üretkenlik açısından karşılayabiliyor muyuz? E.Ş.: Yeni nesilde biraz var. Sadece ekip olmayı bilmiyorlar. E.B.: İnternette bireysel yayıncılığa nasıl bakıyorsun? E.Ş.: Bireysel yayıncılığı seviyorum ama yine dediğim gibi, ben ekipçi bir adamım. Ekip olmazsa olmaz. Bireysellikte ancak kendi düşüncelerini aktarırsın. Ekipte bir sürü insanın fikirlerini harmanlayabilirsin. Mesela biz Billur TV diye bir iş yapıyoruz. Beş kurucu ortağız ama bizimle beraber bu oluşuma girmiş dışarıda altı yedi kişi daha var, fikir veren. Dünya çapında da

bireysellikle bir yere gelmiş kimse yok. Facebook’un kurucusu, Macintosh’un kurucusu, baktığımız zaman tek başına başarılı olmuş isimler değil. Sonuçta hepsi birer ekip işi. Tek başına ben bir yere varılacağını çok düşünmüyorum ama olmaz diye bir iddiam da yok. E.B.: Şu Ruanda hikayesini en baştan kısaca bir anlatabilir misin? E.Ş.: Ruanda hikayesi şöyle: Normalde ben backstage çeken bir adamım. Şu an bu sizinle yaptığımız röportajın çekilmesi bile benim için bir backstage’dir. Bunun bile bir hikayesi var, hepimizin bir yerlerden gelmesi, burada buluşmamız, fotoğraf çekilmemiz, buraya gelmemiz. Size de tavsiye ederim, yaptığınız röportajların backstage’lerini çekin, küçük hikayeler çıkar. Fotoğraf sanatçısı Murat Esibatır da bu yanımı bildiği için beni bu işe davet etti, “Backstage’lerimi

çeker misin?” diye. Kabul ettim. Çok keyifli bir süreç oldu benim için. Buradan çıkış anından itibaren çekmeye başladık. Evden çıkış anımızdan itibaren, havaalanında çekebildiğimiz her noktaya kadar çektik. Daha sonra Kigali’ye indik. Ruanda tuhaf bir ülke bu arada. Afrika’da sürekli salgın hastalıklar olduğu için sürekli bir kontrol var. Ateşiniz ölçülmeden ülkeye giremiyorsunuz mesela. Onun için Kigali’ye inmeden iki saat önce bir tane ateş düşürücü içiyorsun. Poşet sokamıyorsun ülkeye mesela, yasak. Ülkede poşet yok. İçeride pet şişede su satıyorlar turistler için, halk onları kullanmıyor. Kigali güzel bir şehir. Ama her şeye aç bir toplum. Avrupa görenleri var, göremeyenleri var, bunların arasında kalmış bir ülke. Oradan üç saat mesafede bir yola gittik. Ama orada bizdeki gibi köy mantığı yok. Yarım saat, bir saat gideceksin

KULTURA

33


köy göreceksin, böyle değil. Kigali’den çıktığından itibaren insan görmeye devam ediyorsun, üç saat boyunca da görüyorsun. Yol üstünde sürekli insanlar var; yürüyen insanlar, toplanmış insanlar, tarlada çalışan insanlar. Çünkü dağ, taş tarla ve herkes tarlacılıkla uğraşıyor. En önemli gelir kaynakları patates, muz ve kahve. Bunların da ayrı ayrı bölgeleri var. Sonra Volcanic National Park’a geliyorsun. Oradaki otellerin hepsi inanılmaz lüks oteller, öyle alt düzel otel veya pansiyon yok. Turizm için kurulmuş bir yer orası zaten. Oradan ülke gelir elde ediyor ve halk tarafından paylaşılıyor. Goriller çok başka bir dünya bu arada. Herkesin görmesini isterim. Ben gitmeden önce bir heyecana kapıldım ve sonrasında da gerçekten o heyecana değdi. Mesela Tayland’a da gittim, çok heyecanlanmadan gittim ve orada güzel şeyler yaşadım ama Afrika’ya heyecanlanarak gittim ve o heyecanı yaşayarak geri döndüm. Öyle bir ülke, herkesin gitmesi gereken bir yer. Sadece goril görmek değil tabi mesela, yaşam görmek, insan görmek, tabiat görmek. Çok başka bir coğrafya var. E.B.: Şuanda yakın tarihinde de çok acılar atlatmış bir ülke. Doğal yaşamı da var. Bunları bir arada görmek seni değiştirdi mi, değiştirdiyse ne açıdan değiştirdi? E.Ş.: Beni şöyle değiştirdi. İstanbul’da

34

KULTURA

yaşıyoruz, binaların arasında bir hayat yaşıyoruz. Orada saat kavramı diye bir şey yok. Ben orada zamanı ve günü unutmuş bir hayat yaşadım on beş gün boyunca. Keşke oraya para denen illet girmeseymiş. Şu anki hallerinden daha mutlu olabilirlermiş. Şunu da belirteyim, en lüks araç bisiklet. Onunla patates taşıyorlar, patatesi çuvallara koyup bisiklete koyuyor ve iterek götürüyorlar. Taksiler, bisiklet ve turistlerin geldiği offroad araçlar var. Halk bu off-road araçları para diye görüyor. Çünkü turistler para veriyorlar oradaki çocuklara. Buradaki insanları da paraya alıştırmışlar. Biz daha paragöz bir toplum olarak yaşıyoruz bu dünyada. Ama onlarda para olmasa daha mutlu olabilirlermiş çünkü bizdeki kadar karmaşa yok onların hayatında. Sabah erken kalkıyorlar, 5-6 gibi gün aydınlanıyor çünkü. Gün aydınlandığında ne yapacak, kalkacak haliyle çünkü hava kararınca uyuyor bu adamlar. Sokağa çıkacak bir şey yok, bizim gibi oraya gidelim, buraya gidelim, televizyon izleyelim, internete girelim, hiçbir şey yok. En büyük lüksleri şu: GSM operatörleri var ve GSM operatörlerinden en çok radyo, müzik dinleme konusunda yararlanıyorlar. Herkesin elinde bir telefon, müzik dinliyorlar. Başka bir kavram yok. E.B.: Orada yaptığınız işler nerede sergilenecek? E.Ş.: Ruanda’da özel bir sergi

açılacak, Ruanda hükümeti tarafından yapılacak bu. Süha Bey’in bu konuda çok gelişmiş bir arşivi var. Goriller üzerine yaptığı çok özel çalışmaları var. Bu çalışmalarla birlikte en son yaptığımız bu uzun soluklu çalışma da eklenip bir sergi düzenlenecek. EylülEkim ayında yapılması planlanıyor. Hükümet tarafından turizmi artırmak amaçlı planlanan bir iş bu. Çok iyi de kullanamıyorlar aslında, keşke kullanabilseler. Mesela Kigali’ye gidiyorsunuz, gorillerle ilgili hiçbir şey yok. Ben şu tişörtü Kigali’den almak isterdim ama hiçbir şey bulamadım. Ne bir anıt var, ne turizmle ilgili bir şey. Üç saat ötede goriller var, turizm var ama şehrin merkezinde, başkentte hiçbir şey yok. O konuda biraz zayıflar ve onu biraz düzeltmeye çalışıyorlar anladığım kadarıyla. Bu konuda da profesyonel insanlarla çalışmak istiyorlar. Dediğim gibi Süha Derbent bu konuda duayen insanlardan bir tanesi. Türkiye’de böyle insanlar olmasından dolayı da şeref duyuyorum. E.B.: Peki, Türk bir doğal yaşam fotoğrafçısının uluslararası bir iş yapmaktan başka bir şansı yok değil mi? Türkiye’de bu alanda yapılabilecek hiçbir şey yok mu? E.Ş.: Türkiye’de de bir şeyler yapılıyor ama uluslararası yapmadığı sürece


imkanlarımızla yaklaşık altı yüz küsür program çektik on ayda. Bu da bir başarıdır benim için. Hep farklı farklı mekanlarda yaptığımız işler bunlar. Normalde bu projeyi geçen sene Nisan ayında ilk konuştuğumuzda bu Nisan ayında açılışı planlarken bugün biz açılmış ve yayınlanmaya başladık, onuncu ayımıza geldik. Bu keyif verici tabii ki bizim için. Bundan sonrasında da daha ileriye gideceğimize inanıyoruz.

pek etkili olmuyor. Çünkü Türkiye çok farkedilememiş, bakir bir yer benim görüşüme göre. Türkiye’de o kadar çok güzel şey var ki henüz yapılmamış. Konuşulam ama yapılmayan. Efes’ten tut da Nemrut Dağı’na kadar, bunlar Avrupa’da olsaymış çok daha iyi satılırmış. Noel Baba’nın Antalya’daki mezarı mesela… Biz de bu konuda çok zayıfız aslında. Bir şeyler yapmaya çalışılıyor ama bu bireysellikle bir yere varılmıyor. Coğrafya olarak farklı bir konumdayız aslında. Avrupalı mıyız Asyalı mıyız ikilemi var hayatımızda. Bu topraklarda Alacahöyük var. Ben Alacahöyük’le ilgili bir şey görmüyorum. National Geographic geldi buraya, Ayasofya’yı çekti, Marmaray’ı çekti. Biz neden çekmedik, biz ne yapıyoruz? E.B.: Billur TV ile ilgili önümüzdeki zamanlarda neler olacak, şu an geri dönüşler nasıl? E.Ş.: Şu anda çok mutluyuz, güzel bir yere gidiyor. Çünkü beş sene sonra televizyonculuğun biteceğine inanıyoruz. Gerçek ve doğru bilgi peşindeyiz, Billur TV’de bunu yapmaya çalışıyoruz. Çünkü internette bir sürü saçma sapan bilgi var. Herkes fikrini doğru ya da yanlış bir şekilde açıklıyor. Fakat bu işin bilimsel yanı var. Biz bilimsel olmayan hiçbir şeyi içeriğimize almıyoruz. Bizim konuklarımızın hepsi

bu iş konusunda ihtisas yapmış insanlar. Astrolojiden tutun da cinsel sağlığa, ilişkilere, spora, her konuda bu işin ihtisasını yapmış insanlar fikirlerini açıklıyor. İnsanlar bu kişilerden fikirlerini parayla satın alıyor. Ama biz bunu Billur TV’de ücretsiz olarak yayınlıyoruz. Biz bunun bir level üstünü yapmaya çalışıyoruz aslında: Daha fazla konuda bilgi verebilmek derdindeyiz. Bu biraz insanların bu işe vakit ayırmasıyla alakalı. Bir konu hakkında bir şeyi iyi biliyorsan çık açıkla, bu kadar basit. Herkes bir şeyler biliyor bu hayatın içinde. Ama ben dergicilik konusunda çok şey bilmem, sen dergicilik konusunda bir şeyler biliyorsan, çık açıkla. Sende kalmasın. Biz bunu Türk toplumu olarak çok algılayamadık. Ben bu noktada ilerleyebileceğimize inanıyorum. Mesela programlarımın çoğunun montajını ben yapıyorum, hemen hemen hepsini izliyorum. İnanılmaz bir bilgiye sahibim; ilişkiler konusunda, astroloji konusunda, spor konusunda… Bizim bütün videolarımız 45’er dakika ve hepsindebiz bilgi aktarıyoruz, derdimiz bilgi aktarmak. E.B.: Videolar hak ettiği ilgiyi görüyor mu peki? E.Ş.: Bence görüyor. Onuncu ayımızı tamamladık. 2.148.000’deydik. Bu bizim için büyük bir rakam. Hiç reklam, promosyon, tanıtım yapmadan, kendi

E.B.: Yurtdışından gelen ödüller yapımcı olarak başka kapılar açıyor mu sinemada? E.Ş.: Aslında açıyor normal şartlarda, uğraşırsanız açıyor. Ben onunla uğraşamadım ama bundan sonra yapmak istediğim bir iş var, onun peşindeyim şu anda. Bitkisel hayatta yaşayan bir adamın hikayesi. Haluk Bilginer’in oynamasını hayal ettiğim, o olmazsa olmayacak bir film benim için. İnşallah bir gün çekerim o filmi de. Bunu yapabilecek ekip de hazır, sadece biraz hareket etmeyle alakalı. ama şevk veriyor festivallerden ödül almış olmak. Ben Robert Rodriguez hayranıyım. Tarantino’nun görüntü yönetmeni ve Sin City’nin yönetmenliğini yapan adamlardan biri. Benim filmim onun jürisinde olduğu bir festivalde ödül aldı, Atlanta Underground Film Festivali’nde jüri üyesi. Üstelik benim filmimin Robert Rodriguez salonunda yayınlanmış olması, Amerika’da gösterimi olması benim için keyif verici bir şeydi. E.B.: Son olarak bahsetmek istediğin bir şey var mı? E.Ş.: Sadece şunu söylemek istiyorum, genel anlamda Türkiye’de yapılabilecek bir sürü iş var. Ekip olmak her şeyi hallediyor. Ekip olmadığın sürece hiçbir şeysin, sıfır noktasındasın. Herkesin de gerçekten fırsat bulursa gidip o gorillerle bir saat geçirmesini tavsiye ediyorum. E.B.: Peki çok teşekkür ederiz. E.Ş.: Ben teşekkür ederim.

KULTURA

35


FANTASTiK TÜRK Si

Gülşan Karademir

Edebiyat ve sinema dallarında oldukça sağlam bir yere sahip olan “fantezi” türü, dünya üzerinde çok büyük bir hayran kitlesine sahip. Dünya sinemasından birçok örneği Yeşilçam’a uyarlamış olan Türk sinemasının böylesine önemli bir malzemeye el atmaması da elbette düşünülemezdi. Bu sayımızda Türk sinemasındaki en çok bilinen fantastik film örneklerini sizler için derledik. 36

KULTURA


iNEMASI

18. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan ve gelişen “fantastik” kelimesinin TDK’deki karşılığı “hayali”dir. Hayal gücüyle yaratılan ve gerçekliği ardında bırakan bu kelimenin sinemadaki kullanımında yararlandığı kaynaklar fantastik edebiyat ve çizgi romanlar olmuştur. Fantastik filmlerde genelde sihir, doğaüstü güçler, hayali dünyalar karşımıza çıkar. Bu tür filmlerde genelde, sıradan kahramanlar kendilerini sıra dışı bir durumun ortasında bulurlar, Örümcek Adam (Spider Man)’daki Peter Parker gibi…

Dünyada fantastik türde çok başarılı filmler üretilmiştir. Türk sinemasına gelirsek, fantastik sinema kendi başına varolamamış, genelde yabancı filmlerin uyarlamaları biçiminde hayat bulmuştur. Bunun sebebi olarak filmlerin, teknik olanaksızlıklar içinde dar bütçeyle çekilmeye çalışılmış olması gösterilebilir. B türü olarak bilinen bu tür Türk sinemasında, 1970’lerde yoğun bir şekilde üretim gerçekleşmiştir.

KULTURA

37


Drakula İstanbul’da 1953’de Turgut Demirağ’ın yapımcılığında Mehmet Muhtar’ın çektiği Drakula İstanbul’da adlı film, Ali Rıza Seyfi’nin Bram Stoker’ın Dracula romanından esinlenerek yazdığı, 1928 tarihli Kazıklı Voyvoda adlı romanının bir uyarlamasıdır. Dar bir bütçe ile o zamanların teknolojisine göre ustaca çekildi. Film İstanbul’da yaşayan Azmi adlı avukatın, Romanya’da yaşayan Drakula isimli bir kişinin avukatlığını üstlenmesiyle başlar. Romanya’ya giden Azmi otelde Drakula’dan bir mektup alır. Drakula onu şatosuna davet etmektedir. Otelde çalışanlar, kimsenin Kont Drakula’nın arazisine girmek istemediğinden, burada mahlûkların ve kötü ruhların olduğundan bahseder. Azmi ise elindeki tespihi göstererek “Ben Allah’ıma inanıyorum.”der. Azmi Drakula’nın şatosunda ilginç olaylar yaşarken Drakula bir kargonun içinde İstanbul’a gelir. Drakula İstanbul’da kendine kurban olarak Azmi’nin eşi Gülin’in yakın arkadaşı Şadan’ı seçmiştir. Drakula Şadan’ın kanını emdiği için, Şadan yataklara düşmüştür. Bu sırada Azmi bin bir güçlükle Romanya’dan kaçıp İstanbul’a gelmiştir. Film Azmi ve Güzin’in Drakula’yı öldürme çabalarını anlatır.

Görünmeyen Adam İstanbul’da 1955 yılında usta yönetmen Ömer Lütfi Akad, Henry George Wells’in The Invisible Man (Görünmeyen Adam) romanından uyarlanan Görünmeyen Adam İstanbul’da filmini çekti. Film 1933 yılında Amerikalı yönetmen James Whale tarafından çekilmişti. Filmin orijinalinde, İngiltere’nin küçük bir köyüne yerleşen yüzü bandajlarla kaplı, siyah gözlük takmış gizemli bir adamın hikâyesi anlatılır. Bu adam, görünmez olmanın formülünü kendinde denemiş bir bilim adamıdır. Bu adam kaldığı küçük köyde gizlice deneyler yaparak tekrar görünür olmanın yollarını ararken değişen ruhsal durumuyla ortaya çıkan olaylar filmin konusunu oluşturur. Türk sinemasındaki uyarlamasında film bir kimyagerin yanında çalışan Ali’yi konu alır. Ali karısının kendisini aldattığını öğrenince kimyager patronunun görünmezlik serumunu kullanarak karısından ve karısının sevgilisinden intikam alır. Akad o dönemin imkânlarını zorlamış ve filmin geneline melodram katmıştı fakat bu durum o dönem seyircilerinin hoşuna gitmemişti.

38

KULTURA


Keloğlan Cesur ve kendine güvenen bir Türk masal kahramanı olan Keloğlan’ın beyaz perdedeki ilk yansıması 1965 yılında göründü. Yavuz Yalınkılıç’ın yönetmenliğini, senaristliğini ve yapımcılığını üstlendiği film birbirinin tıpatıp aynısı olan Keloğlan ve Ateş Kerim adlı bir eşkıyanın yaşadıklarını konu alır. Keloğlan çoğu zaman güldürücü öğeler taşır. Zor durumlardan aklı ve şansı sayesinde kurtulur. Anadolu Türk masalları arasında önemli bir yere sahip olan Keloğlan, Türk sinemasında da önemli bir yere sahip olmuştur. Daha sonraki yıllarda Keloğlan Aramızda, Keloğlan, Keloğlan’la Can Kız, Keloğlan İş Başında gibi devam filmleri de çekildi.

Malkoçoğlu Malkoçoğlu 15. ve 16. yüzyılda nam salmış tarihi bir karakterdir. Ayhan Başoğlu tarafından çizgi roman karakteri haline getirilmiştir. Malkoçoğlu’nun gördüğü ilgi onu beyaz perdeye yansıtılmasını sağlamıştır. Türk sinemasında beğeni toplayan Malkoçoğlu serisinin ilk filmi 1966 yılında karşımıza çıkıyor. Yönetmenliğini Süreyya Duru’nun yaptığı film, Sırp kralının ölümünden sonra oğulları arasında çıkan taht kavgasına son vermek isteyen Fatih Sultan Mehmet bu iş için Akıncı Beyi Malkoçoğlu Ali Beyi görevlendirir. Ancak Sadrazam Mehmet Paşa, İshak Paşa ve Belusi gibi hainler Prens Greguvar yerine hain, zalim, gaddar ve Müslüman Türk düşmanı olan Prens Lazar’ın başa geçmesi için çalışmaktadır. Film bu olaylarla birlikte Malkoçoğlu ve arkadaşı Ejder’in yaşadıkları macerayı anlatır. Daha sonraki yıllarda Akbulut, Malkoçoğlu ve Karaoğlan’a Karşı (1967), Malkoçoğlu Krallara Karşı (1967), Malkoçoğlu Kara Korsan (1968), Malkoçoğlu Cem Sultan (1969), Malkoçoğlu Akıncılar Geliyor (1969), Malkoçoğlu Ölüm Fedaileri (1971) ve Malkoçoğlu Kurt Bey (1972) filmleri çekildi. İlk yedi filmde Malkoçoğlu rolünde Türk sinemasının önemli isimlerinden Cüneyt Arkın vardır.

KULTURA

39


Baytekin Fezada Çarpışanlar 1967 yapımı Baytekin Fezada Çarpışanlar filmi Flash Gordon çizgi romanından uyarlama olarak çekildi. Flash Gordon karakteri olabildiğince yerli bir kahraman olarak seyircilerle buluşmuştu. Flash Gordon, 1934’te Alex Raymond’un çizdiği bir çizgi roman karakteridir. Amerika’da çıkışından kısa bir süre sonra, 1935’te Çocuk Sesi adlı dergide Baytekin adıyla ülkemizde yayınlanmaya başladı. Uzay Yolu, Süpermen, Yıldız Savaşları gibi birçok bilimkurgu sinemasına öncülük etmiş olan bu karakterin uzay macerasını konu alan Baytekin Fezada Çarpışanlar filminin yönetmen koltuğunda ise Şinasi Özonuk var.

Kilink İstanbul’da Film Yılmaz Atadeniz tarafından, 1965’te İtalya’da yayınlanmaya başlayan Killing adlı çizgi romandan uyarlandı. Filmin yapımcılığını ve yönetmenliğini de üstlenmiş olan Atadeniz 1967’de, aynı anda iki film çekti. Filmin devamı Kilink Uçan Adama Karşı yine aynı yıl seyircilerle buluştu. Kilink, kurukafa maskesi ve iskelete benzeyen kıyafetiyle İstanbul’un süper kahramanı oluyordu. Sinema seyircisinin beğeniyle izlediği film ticari açıdan büyük bir başarı sağlamış ve bir ay içinde masrafının üç katı gişe elde etmişti. Film gişede büyük başarı sağlayınca Atadeniz, Kilink Soy ve Öldür adıyla bir devam filmi daha çekti. Atadeniz dışında, para kazanmak isteyen yapımcılar farklı yönetmenlerle, farklı Kilink filmleri ürettiler: Kilink Frankenstein’a Karşı, Mandrake Kilink’e Karşı, Dişi Kilink, Kilink Caniler Kralı, Kilink Ölüler Konuşmaz.

40

KULTURA


Kızıl Maske Filmleri Kızıl Maske 1936’da Lee Falk tarafından yaratıldı. Çizgi roman dünyasının “ilk özel kostümlü” kahramanıdır. Türk okurlarıyla 1939 yılında tanıştı. Çocuk Sesi ve Afacan dergilerinin birleşmesinden sonra oluşan yeni dergide Dev Adam adıyla okuyucularla buluştu. Kızıl Maske’nin ilk filmi 1968 yılında Tolgay Ziyal tarafından çekildi. Çizgi romandaki özelliklere nispeten sadık kalındı. Aynı yıl aynı adı taşıyan bir Kızıl Maske filmi de vizyona girdi. Çetin İnanç’ın yönettiği bu film ilk filme göre biraz daha farklı. Filmde bir çete İstanbul’da bazı kişileri öldürmekte ve bir profesörün bir formülünü ele geçirmeye çalışmaktadır. Bu işi çözmesi için Kızıl Maske çağırılır fakat bu iş için Kızıl Maske yaşlandığı için gelmez. Yerine Kızıl Maske’nin oğlu gelir ve bu işleri yapanları araştırmaya başlar. 1972 yılında Kızıl Maske ile ilgili bir diğer film çekildi. Kızıl Maske’nin İntikamı adını taşıyan filmin yönetmen koltuğunda Cahit Yürüklü vardı.

Köroğlu 1968’da usta yönetmenlerden Atıf Yılmaz’ın yönettiği film konusunu Köroğlu Destanı’ndan alır. Köroğlu Türk, Altay, Anadolu ve Azeri efsanelerinde ve halk öykülerinde yer alan söylencesel kahramandır. Goroğlu olarak da bilinen kahraman tüm Türk dünyasının ortak motiflerinden biridir. Film dağları mesken tutmuş Köroğlu’nun aşk ve kahramanlık hikâyesini konu edinir. Başrollerde ise Cüneyt Arkın ve Fatma Girik yer alır.

KULTURA

41


Maskeli Beşler Serisi Maskeli Beşler Yeşilçam’ın ender kovboy filmlerindendir. Hollywood’un Western filmlerinden The Lone Ranger’dan uyarlama olan filmin yönetmeni Yılmaz Atadeniz’dir. Serinin ilk filmi 1968 yılında çekildi. Filmde olaylar Amerikan iç savaşı sırasında geçer. Otorite boşluğundan faydalanan Ramon, kendisine General dedirterek, etrafına topladığı silahlı adamlarla çevredeki çiftçilere korku saçarak, onların topraklarına sahip olmaktadır. Tren basıp vali ve kızını kaçırmakla gücünü ispatlamak ister. Ancak bu arada çiftliğine sahip olmak için Korkusuz’un anne ve babasını öldürtünce Maskeli Beşler intikam için Ramon ve adamlarının peşine düşer. Filmin devamı olan Maskeli Beşlerin Dönüşü’nde ise Ramon, oğlu Rot’u öldüren Maskeli Beşler’den intikam almak ister.

Süpermen Fantoma’ya Karşı Fantoma, Pierre Souvestre ve Marcel Allan’ın 1911 ve 1914 yılları arasında kaleme aldığı polisiye roman serisinin kahramanıdır. 1960’lı yıllarda dünya sinemasında yeniden canlanan Fantoma’nın büyük ilgi görmesi Yeşilçam’a da uğramasına neden olmuştur. Süpermen ise bir çizgi roman kahramanı olarak Amerika’nın kültürel ikonudur. 1933 yılında yaratıldığında uzaydan üstün güçleri ile gelen kel kötü bir adam olarak düşünülse de bu konsepti satamayan Jerry Siegel ve Joe Shuster, 1938’de değiştirdikleri konseptle Superman’i ilk defa halka sundular. 1969 yılında bu iki kahramanını birbiriyle karşı karşıya getiren Türk yönetmen ise Kayahan Arıkan’dır.

42

KULTURA


Tarkan Tarkan, Sezgin Burak tarafından yaratılan kurgusal Hun savaşçısıdır. Bu çizgi roman karakteri 1969 yılında ilk defa Tunç Başaran yönetmenliğiyle beyaz perdeye aktarılmıştır. Tarkan serisinin tüm filmlerinde Tarkan’ı Kartal Tibet oynamıştır. İlk film Tarkan: Mars’ın Kılıcı olarak da bilinir. Film Tarkan üzerine yazılmış Mars’ın kılıcı isimli çizgi romandan uyarlanmıştır. Film tamamen çizgi romana sadık kalınarak çekilmiştir. Film Avrupa Hun İmparatoru Attila, Vandal Kralı Genseriko ve Roma İmparatoru Valentinianus’un Savaş Tanrısı Mars’ın sihirli kılıcını ele geçirme çabalarını konu edindiği için tarihsel film niteliği de taşır. Serinin diğer filmi Tarkan: Gümüş Eğer’in koltuğunda Mehmet Aslan vardır. Film yine Sezgin Burak’ın aynı adı taşıyan çizgi romanına sadık kalınarak çekilmiştir. 1970 yapımı film Alan Kumandanı Koskok’un Avrupa Hun İmparatoru Attila’nın beylerinden Altar’a ait gümüş eyeri ele geçirme ve Atlar’ın soyunu kurtarma çabalarını işlemektedir. Serinin üçüncü filmi olarak 1971’de Tarkan: Viking Kanı çekilmiştir. Yönetmen koltuğunda yine Mehmet Aslan vardır. Film ilk iki film gibi çizgi romana sadık kalınarak çekilmiştir. Film, Tarkan’ın Avrupa Hun İmparatoru Attila’nın kızı Yonca Hatun’u Viking Kumandanı Toro ve Çin Prensesi Lotus’un elinden kurtarma çabalarını işlemektedir. 1972 yılındaki Tarkan: Altın Madalyon adlı serinin dördüncü filminin koltuğunda yine Mehmet Aslan var. Bu sefer Sezgin Burak’ın aynı adı taşıyan çizgi romanından farklı konular işlenmekte. Çizgi romanda macera Roma İmparatorluğu’nda geçmekte iken filmdeki senaryo Vandallar üzerine yazılmıştır. Film Tarkan’ın Avrupa Hun İmparatoru Attila’nın nişanlısı Honoriyayı ve oğlunu, Vandal Kralı’nın elinden kurtarma çabaları işlenmektedir. Serinin son filmi 1973 yılında çekilmiştir. Tarkan: Güçlü Kahraman ya da Tarkan: Güçlü Kahraman Kolsuz Kahramana Karşı olarak bilinen filmin yönetmenliğini yine Mehmet Aslan üstlenmiştir. Bu filmde dördüncü film gibi çizgi romandan farklı konuları işlemiştir. Çizgi romanda macera Roma İmparatorluğu’nda geçerken filmin senaryosu Çin üzerine yazılmıştır. Tarkan serisinin bu son filminde Tarkan’ın Çin diyarındaki altın kılıcı ele geçirmek için Wang Yu ile olan mücadelesi işlenmektedir.

KULTURA

43


Zorro Filmleri Zorro asıl adıyla Señor Zorro adıyla 1919 yılında Plup dergisinde Johnston McCulley tarafından yaratılan hayali karakterdir. Don Diego De La Vega eski bir gazeteci, polisadliye muhabiridir. 18 yaşındaki Don Diego De La Vega, uzun süre sonra eğitim için gittiği Avrupa’dan, Kaliforniya’ya döner. Burada bir isyancının idamına şahit olur. Ailesine zarar vereceklerini bildiğinden kendisini züppe olarak lanse ederken, gizli kimliği El Zorro adıyla gerçek ve adalet için mücadele eder. Zorro Amerika’da 1998 yılında perdeye aktarılırken 1969 yılında Türk sinemasında Zorro ile ilgili dört film çekilmiştir. Bu filmlerden Zorro Dişi Fantoma’ya Karşı ve Zorro’nun Kara Kamçısı filmleri Feridun Kete’ye aitken, Zorro Kamçılı Süvari ve Zorro’nun İntikamı filmleri Yılmaz Atadeniz’e aittir.

44

KULTURA


Yılmayan Şeytan 1972 yılında bir diğer uyarlama Yılmaz Atadeniz’in çektiği Yılmayan Şeytan adlı filmdir. Sıradan bir adam olan Bakırbaş karakteri başına maskeyi geçirince bir süper kahramana dönüşür. Yılmaz Atadeniz’in, 1965’de Cevat Okçugil’in yönettiği Ölüm saçan Dudaklar filminde yarattığı Bakır Kafa’dan yola çıkarak yarattığı Yılmayan Şeytan karakteri, sonraki yıllarda Hollywood ve Hong Kong sinemalarının kullanacağı iskambil kâğıdını silah olarak kullanır. Filmde Kunt Tulgar, Mine Mutlu, Erol Taş, Muzaffer Tema, Yalın Tolga, Tijen Doray gibi isimler rol almıştır. O yıllarda telif yasası uygulanmayıp, sansürün kol gezdiği Türkiye’de, yapımcı ve yönetmen Yılmaz Atadeniz’in haberi olmadan film bir İtalyan şirketine satılmıştır. Daha sonra İtalyanlar aynı filmi Ölümsüz Şeytan adıyla Amerikan filmi diyerek Türklere satmaya çalışmışlardır.

Turist Ömer Uzay Yolunda 1964 yılında Sadri Alışık’ın canlandırmasıyla Türk sinemasının çok sevilen bir karakteri haline gelen Turist Ömer serisinin, 1973 yılındaki son filmidir Turist Ömer Uzay Yolunda. Senaryosu Ferdi Merter’in yazdığı filmin yönetmen koltuğunda Hulki Soner oturmakta. Film Gene Roddenberry tarafından yapılan Uzay Yolu (Star Trek) filminin 1966’da yayınlanmış The Man Trap adlı ilk sezon bölümünlerinden birinin uyarlamasıdır. Film aynı zamanda Uzay Yolu filminin ilk uyarlamasıdır. Film Yıldız tarihi 2520.1’de geçer. Atılgan mürettebatından Mr. Spak, Dr. McCoy, Darnell ve Glenn bilimsel raporları almak ve karısıyla birlikte muayene olmak için Profesör Krater’in yaşadığı Orin 7 gezenine inerler. Profesörün karısı Nancy aynı zamanda Dr. McCoy’un eski sevgilisidir. Mr. Spak ile Dr.McCoy Profesör ile birlikteyken Nancy ile beraber Darnell ölü bulunur. Darnell’i aslında Nancy, yani onun vücuduna giren yaratık öldürmüştür. Profesör ise gezegeni araştırmaktan çekinen Atılgan ekibine katil yaratık olarak, eski çağlardan bulup ışınlayacağı bir canlı formunu vermeye karar verir. Bu sırada Turist Ömer hiç tanımadığı bir kadınla zorla evlendirilmektedir. Işınlanarak Orin 7 gezegenine gelen Turist Ömer, Profesör tarafından Atılgan ekibine teslim edilir. Film Turist Ömer’in uzayda yaşadığı macerayı konu edinir.

KULTURA

45


Dünyayı Kurtaran Adam Cüneyt Arkın’ın en bilindik filmlerinden biri olan Dünyayı Kurtaran Adam 1982’de çekilmiştir. Senaristliğini Cüneyt Arkın’ın yaptığı filmin yönetmen koltuğunda Çetin İnanç oturmaktadır. Film Çetin İnanç’ı dünya çapında üne kavuşturmuştur. Bilim-kurgu/korku türünde bir film yapılmak için yola çıkılmış ancak teknik yetersizlikler yüzünden istenilen olmamış fakat film sinema tarihinin ilgi çekici başyapıtlarından biri haline gelmiştir. İki Türk uzay pilotu, rutin bir görev esnasında bilinmeyen bir gücün çekim alanına girerler ve uzay araçları bilmedikleri bir gezegene düşer. Bu gezegende dünyayı bekleyen büyük tehlikeyi öğrenirler. Filmde “Vücudundan kurtul, zihnin ve ruhunla yaşa, o zaman toprak altında nefes alabilirsin.” gibi seyirciyi etkileyen replikler bulunmaktadır. Film dünyanın en kötü filmleri arasında gösterilerek kült bir yapım haline dönüştü. Kısa sürede filmler çektiği için “Jet Rejisör” ünvanına sahip olan Çetin İnanç’ın bu filmi, 2013 yılında yeni müzikleri ve İngilizce dublajıyla California’da yeniden vizyona girdi.

46

KULTURA


Badi Dünyaca ünlü E.T.(1982) filminin Türkiye uyarlaması Badi filminin yönetmenliğini Zafer Par yaptı. Filmin senaristliğini ise Veysel Candari ve Barış Pirhasan üstlendi. E.T 1982 yılında usta yönetmen Steven Spielberg tarafından çekildi. Bilim-kurgu türünde çekilen film iki kere tüm zamanların en iyi 100 ABD filminin arasında yer aldı. Ayrıca film ABD Ulusal film arşivinde “kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli” filmler arasına seçildi. Türkiye’de 1983 yılında çekilen Badi ise, birçok seyirci tarafından orijinalinden önce izlendi. Badi uzayın sonsuz boşluğundan Beşiktaş Ihlamurdere’ye düştüğünde başına neler geleceğini bilmiyordu. Badi’nin Türk insanıyla olan imtihanı kendisine sunulan Türk lokumunu yemesi ile başlar. Badi’nin dünyadaki dostu da bilime meraklı Ali’dir. Film diyaloglarıyla “Bir uzaylı Türkiye’ye gelse ne olur?” sorusuna cevap niteliğine. Finalde zorla en büyük Fener dedirtme çabalarından bıkan Badi uzaya dönüyor. Yapımcılığı Şerif Gören’e ait olan filmin müzikleri ise günümüzde hala çok sevilen ve şarkıları dilden dile dolaşan grup Yeni Türkü’ye ait.

Arkadaşım Şeytan 1988 tarihinde usta yönetmen Atıf Yılmaz Arkadaşım Şeytan adlı bir fantastik film çekmiştir. Başrollerinde usta müzisyen Mazhar Alanson ile yılların oyuncusu Ali Poyrazoğlu var. Filmde Fatih (Mazhar Alanson) arkadaşıyla barlarda müzik yaparak geçimini sağlayan, içine kapanık bir gençtir. Yaptığı iş çevresindekiler tarafından önemsenmez. Onun hayali ise ünlü bir müzisyen olmaktır. Dertleştiği tek arkadaşı ise bir gelinlikçi vitrinindeki mankendir. Bir gün karşısına Şeytan (Ali Poyrazoğlu) çıkar ve ruhunu kendisine satması karşılığında Fatih’e istediklerini vereceğini söyler. Film Fatih’in Şeytan ile olan anlaşmasının yola koyulma çabalarını konu ediniyor. Film, konusu bakımından Goethe’nin Faust’unu hatırlatır.

KULTURA

47


G.O.R.A Senaristliğini ünlü komedyen Cem Yılmaz’ın, yönetmenliğini de Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı G.O.R.A 2002 yılında çekilmeye başlandı fakat seyircilerle 2004 yılında buluştu. Film Türk sinemasının en pahalı yapımlarından biridir ve 4 milyon seyirci tarafından izlenmiştir. Yapımcılığı Uzan ailesine ait olan filmin gecikerek yayımlanmasının nedeniyse, devletin Uzan ailesinin bankalarına el koyması oldu. Bunun üzerine film TMSF’nin kontrolüne geçti. Filmi BKM, Cem Yılmaz aracılığıyla satın alarak yayımlayabildi. Filmin müzikleri Ozan Çolakoğlu’na aittir. Film, Anadolu’nun turistik kentlerinden biri olan Antalya’da tüccarlık yapan Arif’in uzaylılar tarafından kaçırılarak G.O.R.A. isimli gezegene götürülmesiyle başlar. Arif, gezegende tutsakken gezegeni bir alev topundan kurtarır ve bu sırada Ceku isimli prensesle tanışır. Bütün bunlar olurken, G.O.R.A gezegeninin kötü kalpli komutano Logar, Ceku ile evlenerek gezegenin yönetimini ele geçirmek istemektedir. Arif bunu öğrenir ve gezegenden kaçarken Ceku’yu da yanında götürmek ister, fakat bunun için Komutan Logar’a karşı mücadele etmesi gerekir. Cem Yılmaz filmde 4 ayrı karakteri canlandırmıştır. Filmin en çok ağızlara dolanan repliği kuşkusuz, Arif’in gezegeni kurtarmak için 4 elementi (ateşi, su, toprak, hava) istediği repliktir: Arif: …Doğada bulunan dört element; ateş, su, toprak, tahta… Logar: Tahta mı? Arif: Tahta tabii zoruna mı gitti?

Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü? Karagöz ve Hacivat karşılıklı konuşmaya dayanan, iki boyutlu bir gölge oyunudur. Karagöz ve Hacivat karakterlerinin gerçekten yaşayıp yaşamadığı, yaşadıysa nerede yaşadığıyla ilgili kesin bilgiler bulunmamaktadır. Anlatılanlar rivayete dayanır. En çok bilinen rivayete göre Hacı İvaz Ağa ya da bilinen adıyla Hacivat ve Trakya’da bulunan Samakol köyünden demirci ustası Karagöz, Orhangazi devrinde Bursa’da yaşamış ve cami yapımında çalışmış iki işçidir. Kendileri çalışmadıkları gibi diğer işçilerin de çalışmasını engellemektedirler. Orhan Gazi’nin “Cami vaktinde bitmezse kelleni alırım” dediği cami mimarı, caminin vaktinde bitmemesine Karagöz ve Hacivat’ın neden olduğunu söyler. Bunun üzerine bu ikili başları kesilerek idam edilir. Karagöz ve Hacivat’ı çok seven ve ölümlerine çok üzülen Şeyh Küşteri, ölümlerinin ardından kuklalarını yaparak perde arkasından oynatmaya başlar. 2005 yapımı, Levent Kazak’ın yönetmenliğinde çekilen Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü? filmi de 13-14. yüzyılda yaşadığı rivayet edilen Karagöz ve Hacivat’ın hayatından yola çıkar.

48

KULTURA


A.R.O.G Cem Yılmaz’ın senaristliğini üstlendiği bir diğer film ise G.O.R.A.’nın devam filmi A.R.O.G filmi. Yönetmenliğini Ali Taner Baltacı’nın yaptığı film 2008 yapımı, bilim-kurgu, fantastik bir komedi filmidir. Filmde Arif karakteri, G.O.R.A. gezegeninde edindiği dostların yanında düşman da edinmiştir. Yaptıkları yüzünden düşmanlarının gazabını hissetme zamanı gelmiştir. Komutan Logar Arif’i bir zaman makinesiyle 1 Milyon yıl geriye, taş devrine ışınlar. Film Arif’in taş devrinde yaşadığı macerayı konu edinir.

Osmanlı Cumhuriyeti Komedyen ve dizi oyuncusu Ata Demirer’in başrolünde oynadığı filmin senaristleri Gani Müjde, Fatih Solmaz ve Emre Bülbül’dür. Yönetmenliğini Gani Müjde’nin yaptığı film 2008 yılında vizyona girmiştir. Filmin çekimlerinde Topkapı Sarayı, Yıldız Sarayı, Aya İrini, Sepetçiler Kasrı gibi tarihi mekânlar da kullanılmıştır. Film, 1888 yılında başak tarlasında koşan ve sonradan Mustafa Kemal olduğu anlaşılan çocuğun bir ağaca tırmanıp, kafesteki bülbülü alırken kafasının üzerine düşmesiyle başlıyor. Ardından filmin kararması ile 2008 yılına geliniyor. Bu tarihte Kurtuluş Savaşı gerçekleşmemiş ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmamıştır. Bununla birlikte Mustafa Kemal Atatürk adında bir önder de ortaya çıkmamış ve Ankara başkent olmamıştır. Osmanlı İmparatorluğu, yaşadığı ağır toprak kayıpları sonucunda Anadolu’nun batısına kadar gerilemiş, sonucunda Amerikan mandasına girmiştir. Sadrazam dâhil çevresindekiler AB yanlısıdır. Film esnasında Padişah 7. Osman âşık oluyor ve sonunda birtakım olayların ardından kendisinin başkaları karşısında bir kukla olduğunu trajikomik bir şekilde anlıyor. Film ikinci yarısında ise Atatürk’ün var olduğu bir cumhuriyet anlatılmaktadır.

KULTURA

49


50

KULTURA


Emir Bozkurt

Eray Evren

E.B.: Hoş geldiniz öncelikle, tanıyalım sizi. Kimdir Tuğba Ünal? T.Ü. : Efendim Tuğba Ünal. Ankaralı ve yaklaşık 4 senelik rehberlik eğitimi ve mezunluğu akabinde, İspanya, İtalya, Yunanistan, Safranbolu ve Amasra’da rehberlik yapmış bir gezgindi. Sonrasında kendinde bir şeyi fark etti ve iyi bir ekran yüzünün olduğunu düşünen insanlarla otura kalka, tiyatrocu, sanatçı dostlarla, kendinde bir şey fark edip televizyona atılıyor. İlk ekran tecrübem, Başkent TV’de Turizm Güncesi. Çok kısa bir program yaptıktan sonra kanalla

anlaşmamı bitirip festivalde konser sunmaya başladım ağırlıklı olarak. Sonra bunlar da bana yetmedi ve dedim ki “Benim bir projede olmam gerekiyor, yani yazmalıyım.” En çok etkileyen isim de sevgili Selçuk Yöntem’in ve Genco Erkal’ın yorumladığı şiirler, “Ben neden yazmıyorum?” dedim. Bunu diyince zaten Güzellik Zor Hikaye bir kitap haline geldi. İlk şiirimi de İspanya’da yazmıştım, “Güneşin doğuşu batışı, sen doğudasın ben batıda, sen batımdasın ben doğumda, nerdesin şimdi?” Sonra ilham gele gele bir bütün kitap haline geldi. Güzellik Zor Hikaye’nin

de, hem erkek hem kadın için yazmış olduğumu zaten Eskişehir’de ilk imza günümüzde söylemiştik medya aracılığıyla. Güzel bir kadına ulaşmada erkeklerin yaşamış olduğu sıkıntıları dile getirirken, bir kadın içinse dünyada kadınlığın zorluklarını dile getirmeye çalıştım dilim döndüğünce. Sonra yeni düzende kalabalıklaştıkça ne kadar yalnız kaldığımızı şiirsel bir ifadeyle dile getirdim. Aşk şiiri, birazcık romantizm… Ve kitabın şöyle bir özelliği daha var: Hiçbir noktalama işareti kullanmadım, olduğu gibi bıraktım. Şair zaten kendisi için değil, sizler için yazar.

KULTURA

51


E.B.: Kim nasıl vurgulamak istiyorsa öyle okusun diye. T.Ü.: Evet. Büyük üstat Cemal Süreya da “Şiir, şiirle öğrenilir.” der. Yani bir şiirden binlerce şiir çıkar. Bir yaşam biçimi haline geldi benim için şiir. Daha doğrusu, hani hep söyleriz ya, “Bir ihtimal daha var.” “Bir olasılık daha var,” diyemeyiz. Şiir de böyle bir şeydir. Yani hep o kendi içindeki tınıyla, melodiyle alakalı bir şeydir. Ben çok keyif aldım. Hatta arkadaşlarım çoğu zaman, “Tuğbacım şiir gibi konuşmaya başladın” derler. Her yerde uyak, redif kullana kullana bir proje haline geldi. Sonra İtalik’ten çıkarmış olduğum Güzellik Zor Hikaye kitabı Halil Kara ile tanıştıktan sonra bir albüm niteliğine geldi. Şu an TTNet Müzik’te ve Turkcell’de de dinleniliyor. Kitabın sesli hali. Bunda çok fazla müzik altyapısı kullanmadık. E.B.: Müzikli şiir albümü gibi olmadı yani? T.Ü.: Evet, sadece bol taksimli, biraz meyhane tarzında bir albüm haline geldi. Ayışığı Müzik Yapım’dan çıktı bu da. Hep dediğim gibi, sanat muhaliftir ve hep daha iyisi, daha güzeli olsun diye çaba sarf eder. Biz de böyle başlayalım istedik. Sonrasında zaten inşallah çok daha keyifli hale gelecektir. Aynı zamanda eğitmenlik yapıyorum ben. Gerçi şimdi bıraktım ama özel ders vermeye devam ediyorum. E.B.: Neyle ilgili? T.Ü.: Güzel konuşma, etkili iletişim ve diksiyonla ilgili. Güzel öğrenciler yetiştiriyorum. Hep deriz ya, herkes her şeyi yapabilir ama sanatçı olmak çok zordur diye. Şimdi insanlar bana, “Tuğba Hanım, sizi takip ediyoruz ve biz de şiir yazmak istiyoruz, kime başvuralım?” diyorlarsa demek ki bir şeyleri başarmışım ki insanlar

52

KULTURA

bana ulaşıyorlar. O yüzden çok fazla okumak, çok fazla yazmak gerekir, çok çok daha sorumluluk biniyor çünkü insanın üzerine. Tuğba Ünal’ı biraz uzun anlattım çünkü sese yönelik birçok şeyde varım dediğim gibi. Şiirle bilsinler, şarkıya da biraz zaman var diyorum. E.B.: Peki televizyonculuk döneminizi anlatabilir misiniz? Nasıl başladınız? Nereden nereye devam ettiniz ve sonra niye vazgeçtiniz? T.Ü.: Çünkü Ankara’da yaşıyordum ve Ankara medya anlamında, sektörel anlamda maalesef yeterli değil. En azından kendim için öyle. Sıkıntıları tek tek dile getirmeyeceğim ama konuklar olmadan iki saat boyunca program sundum. Tabi bunu da belki edinim ve tecrübelerime dayanarak gerçekleştirdim. Ben çok keyif alıyorum, aşkla yapılan bir şey çünkü bu. Ve şunu söyleyeyim, insan sevdiği işi yapmalı. Benim bir felsefem var, ünlü İtalyan yazar Sagopa Kajmer şunu söyler, onun çizgisi içindeyim: “Hayatta iki şeye önem veriyorum, biri aynada baktığımda gördüğüme, diğeri yukarı bakıp göremediğime.” Ben birazcık bu anlamda kendime güvendiğim için devamı geldi. İnşallah çok daha iyi yerlere geçilecektir. Bunlar küçük şeyler ve şunu da diliyorum Tanrı’dan: “Ah Tuğbacığım, sen bu kitabı nasıl yazarsın?” demeyi de bana nasip etsin ki daha iyilerini yazayım. Şu an ben Güzellik Zor Hikaye’yi beğenmiyorum açıkçası. E.B.: Beğenmeye beğenmeye hep daha iyisi, hep daha iyisi… T.Ü.: “Nasıl o kelimeleri sen bu kadar basit kurgularsın ya da o imgeleri nasıl böyle aşağılarda bırakırsın?” diye kendi kendime artık böyle söylenmeye başladıysam

demek ki devamı güzel gelecek diye ümit ediyorum. E.B.: Bir de galiba tiyatro oyununa dönüşecek bir projeniz var. T.Ü.: Evet. Yalnız o birazcık sürpriz. Bu tek kişilik bir oyun. Yani hem içinde şiiri, hem şarkıyı barındıran, hem de nasıl eğitici bir rol gerektiği hususunda tek kişilik bir oyun olarak düşünüyoruz şu anda. Senaryosunu sevgili Aydın Uysal yazacak, o da devlet tiyatroyu sanatçısı. Ama şu an dediğim gibi bir takvim belirleyemedik. Benim çok yoğun bir iş tempom var. Özel sunumlar, galalar, STK’lar, açılışlar falan hala devam ediyor. Sunum şöyle, bilindik sunumun aksine, birazcık şiirsel, daha renkli bir sunum eşliğinde çok keyifli bir şekilde yolumuza devam ediyoruz. E.B.: Normalde turizm mezunusunuz. Yaptınız mesleğinizi de? T.Ü.: Tabi, yaptım. Sonra hatta bir de kızım var, 5 yaşında. Bir de annelik ekledik üzerine. Sonra dedik ki, tamam bizim artık hayat çizgimiz değişiyor biz halka açılalım, sesimizi duyuralım. Böyle güzel projelerle başladık. Tabi çok uzun zamandan beri yazmıyorum. Edebiyatla çok küçük yaştan beri ilgilendim. Hep bir yoğunluğum vardı benim hayatımda. Bir de galiba çok sıkılgan bir yapım var, öyle kitapları çok yaladım yuttum diyemeyeceğim. Fakat küçük yerlerden küçük şeyler alıp, onu kendime göre tanımlayıp üzerine koyarak yazmayı çok seviyorum. Böyle de bir serüvenimiz var. İstersen önümüzdeki aydaki, Haziran dönemindeki büyük projemizi de anlatayım. E.B.: Olur, çok sevinirim.


T.Ü.: Benim ilk imza günüm Eskişehir’di. Şimdi yine Tepebaşı Belediyesi organizasyonu eşliğinde, 25’inde artık billboardlardayız ve öylesi güzel bir projede yer alacağım ki, ilk imza günümüz yine Eskişehir’de olacak. İlk imza günümdeki kastım, İnsancıl Kitabevi, Ahmet Bey organizasyonu gerçekleştiriyor. Bakalım, üniversite gençliği de çok büyük tepkilerini gösterdiler. Artık bakacağız, 25 Haziran’da neler oluyor Eskişehir’de. E.B.: Kitap ne zaman çıktı? T.Ü.: Kitap 2014 Ekim ayında çıktı. E.B.: Geri dönüşler nasıl size? T.Ü.: Geri dönüşler çok güzel. Hatta ikinci baskıya geçeceğiz yakın zamanda. Zaten kitabın sesli hali insanların bana sürekli “Lütfen o şiirleri sesli halde yorumlayın.” demesiyle ortaya çıktı. Yoksa benim düşüncem şöyleydi: Birazcık Esin Afşar tarzında teatral bir şey düşünüyordum. Onun vardır herkesin bildiği bir sözü: Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da. Şarkı ve şiir halinde. Ama böyle kısmetmiş. Devamında şiir ve şarkı halinde yine zaten Atakan Beyle de öyle bir projemiz var. Medyaya yönelik birçok şeyde varız. Oyunculuktan da istersen kısaca bahsedelim. E.B.: Var mı oyunculukla da ilginiz? T.Ü.: Evet. Unutma Beni’de konuk oyuncu olarak oynadım. Ankara’da bir iş kadını, patron bir karakteri canlandırdım. E.B.: Unutma Beni günlük dizi değil mi? T.Ü.: Evet, günlük dizi, Fox TV’de yayınlanıyor. Sonra bir de televizyon filmimiz oldu. Selahattin Taşdöğen,

KULTURA

53


Yalçın Dümer, Muhammet Cangören ile birlikte bir filmde kasabalı hayatı canlandırdık. Film benim üzerimde dönüyor, ben ondan habersiz kendimi ilk defa izledim. Bu arada ben hiçbir eğitim almadan hocalık yaptım. Bu benim için çok haklı bir duruştur. Çünkü demek ki o kadar çok şey öğreniyorum ki insanlardan gözlem yapa yapa, sen de bunun farkındasındır zaten. Çok seviyorum ben üslubu, konuşmayı, diksiyonu… İnsanlara bir şey anlatmak da bir sanat, konuşmak bir sanat, susmak da bir sanat yerine göre. Artık üç beş şiir yazdıysam şair değilim dediğim noktada, demek ki artık ben bir şairim. Çünkü insanlar beni örnek alıyorlarsa güzel yolda olduğumu düşünüyorum. E.B.: Oyunculukla ilgili hedeflerinizle ilgili gitmek istediğiniz bir nokta var mı? T.Ü.: Şöyle söyleyeyim: Çok başka

54

KULTURA

bir dava aslında oyunculuk. E.B.: Bu sadece bir duraktı, oraya uğradım sonra devam edeceğim diye mi düşündün? T.Ü.: Evet, yani bir şey olursa doğru bir projede neden olmasın? Zaten şiir yazan, o kadar duygu yüklü bir insan, mimikleriyle jestleriyle bir şekilde kendini zaten kanıtlamış… İyi bir proje olması gerekiyor. E.B.: Tiyatro düşünüyor musunuz? T.Ü.: Tiyatro olursa sadece tek kişilik oyun. E.B.: Kendi yaptığınız oyun yani. T.Ü.: Yoksa onun haricinde düşünmüyorum. Çünkü zaman çok önemli bir kavram benim için. Onun için gerçekten, o kadar çok dal var ki bölündüğüm. Seslendirme de yapıyorum aynı zamanda ben, belgesel, reklam metni… Onu

geçelim metin yazarlığı da yapmaya başladım şiirden sonra. Bir duyguyla geçilen dönemde herhalde yapmadığım bir şey kalmadı diye düşünüyorum. E.B.: Sanatın birçok dalında yer aldığınızı söylüyorsunuz. Bilmediğimiz bir şey var mı onu da bilmiyorum. T.Ü.: Henüz yok. Dansa da daha geçmedik, dans da var. E.B.: Birçok sanat dalında olduğunuzu söylediniz, bununla ilgili idol sayabileceğiniz insanlar var mıdır? T.Ü.: Eskilere bir baktığımızda, Cemal Süreya en başta, Nazım Hikmet çok derin,


Genco Erkal’ın ses tonu, Selçuk Yöntem… Orada şiiri başka bir türlü yaşıyorum. Ataol Behramoğlu’nun kalemini çok seviyorum ama başka birinden, mesela Genco Erkal’dan dinlemeyi istiyorum, ya da işte Selçuk Yöntem gibi. Sonuçta çok güzel şiir yazmak nasıl bir kavramdır? Sana göre güzeldir, bana göre değildir. Ama insanlara kendini sevdirmek önemli. Eleştiriyi çok seviyorum bir kere ben. Yani insan hep övgüden bahseder, övgüleri sever ama eleştiri benim için çok önemli bir kavramdır. Çünkü kendimde olan eksikleri görüyorum. Zaten hiçbirimiz tamam değiliz, olgunuz dediğimizde aslında en büyük yanlışı orada yaparız. Ben sanatla içiçe yaşamayı çok seviyorum, ruhumda onu hissediyorum. Hatta şapkalı şair derler bana. E.B.: Evet ona geleceğim ben. Neden şapkalı şair? Neden şapkasız çıkmıyorsunuz? T.Ü.: Ben çok seviyorum şapka takmayı. Kendimde hakikaten başka bir hal oluyor. Mesela şu anda stüdyoda olsam, bir fon müzik geldiği zaman deli deli yazmaya başlıyorum. O imgeler arasındaki geçişler, o cümlelerdeki sevişgen haller, sonra metaforlardaki düşüşler ya da imgeleri bitiştirdiğim noktada, ben şapkayı çok seviyorum. E.B.: Sanatınızı yaparken gerektirdiği müddetçe şapkayla olmayı tercih ediyorsunuz. Oyunculuk yaparsanız şapkayı çıkartmak gerekebilir ama şiir okurken şapka takıyorsunuz. T.Ü.: Tabi kapalı mekanlarda çok fazla tercih etmesem de ruhum ne hissediyorsa öyle yaşıyorum. Kıyafetim de keza ona göre oluyor. Hep nostaljik bir havaya benzetirler zaten.

E.B.: Aslında bir kostüm görevi görüyor ve o kostümle ruha giriyorsunuz diyebiliriz aslında. T.Ü.: Belki de. Bir de son zamanlarda saçlarım da çok kısa olduğu için Audrey Hepburn’e de çok benzetirler beni. E.B.: Şu andaki yoğunluğunuzun sebebi nedir? T.Ü.: Yoğunluğun sebebi kitap ve albüme endeksli yaşamak. Şöyle de bir artım var benim: Ankara’da yaşayıp İstanbul camiasını çok iyi biliyorum artık. Dolayısıyla doğru zaman, doğru proje, doğru insanlarla iş yapmak istiyorum. Çünkü medya böyle bir şeydir. Çok zorlu, çok dik yokuşu olan ve kaypak bir sektördür. Bugün varsın yarın yoksun, suya yazı yazmak gibi bir şeydir. Zaten sonuçta sevilsin ya da sevilmesin bu bir miras. Ama keyifli başladı. Tuğba şiirle kazanıyor mu? Evet Tuğba şiirle kazandı ve kazanmaya da devam ediyor. Güzel görüşmelerim, sohbetlerim, sanatçı dostlarla, sizler gibi değerli arkadaşlarla sohbet ediyor olmak, bugün rehber olsaydım, ya da başka bir sektörde olsaydım, memur, doktor, avukat olsaydım şu anda bu ortamı yaşayamayacaktım. İşte bu tamamıyla ruhla alakalı bir durum. Ben aslan burcuyum. Liderlik vasfı çok fazladır aslanda. Kafasına koyduğu her şeyi yapar. 25 yıldır tiyatronun içindeyim. Arkadaşlar bana, “Tebrik ediyorum seni, ilk ödülünü de aldın –bu arada Rotaryenler beni ödüllendirdiler, Meslek Onur Ödülü’ne layık buldular bundan bir ay öncesinde-, böyle keyifli bir kadının kısa zamanda neler başarabileceğini gösterdiniz bize.” diyorlar. Bunlar bizim için olmazsa olmazlardan, biz onlardan besleniyoruz.

E.B.: Ben tam kırılma noktasını merak ediyorum. Turizm rehberiyken sanat dünyasına nasıl girdiniz? T.Ü.: Mikrofonun gücüne aşinalıktan başladı zaten. Cinci Hamamlarını, Amasra Kalelerini anlatırken kendinde bir şeyi fark ediyorsun. İnsanlar da haliyle çok yoruyor seni. Derler ya, “Rehbersin, geziyorsun dünyanın her yerini.” Oysaki o kadar yükler, o kadar sorumluluklar vardır ki, otele gider oteli beğenmezsin. Hata olur, senin suçun değildir ama bir şekilde senin üzerine biner. Benim de yaşım çok küçüktü, 29 yaşıma kadar rehberlik yaptım. Sonra dedim ki “Artık yeter, mikrofon var, konuşabiliyorum, ben bunu neden ekrana taşımayayım?” Böylelikle başladık. E.B.: Nasıl başladı bu süreç? Bu kararı aldınız, nereye gittiniz? Televizyonculuk kariyeriniz rehberlikten sonra başladı anladığım kadarıyla. T.Ü.: Tabi, Başkent TV’de Turizm Güncesi programından sonra başladı. Dedim ya aslan bir türlü tatmin olmaz. “Burası bana ait değil,” dedim, “Ben başka şeyler yapmalıyım.” Sonra, 5-6 yıldır yazarların kitapları matbaalarda bekler, Tuğba’nın çok kısa bir zamanda çok kısa yazmış olduğu serüvenlerle birlikte şiir kitabı çıktı, akabinde albümü çıktı. Bunlar güzel şeyler. Tabi sanat destekle ilerler. Sanat bir sesi duymayı bekler, bir el bekler, bir göz bekler. Ben bir de cümlelerle böyle renklendirme yaptığım için de sunumda da çok tercih ediyorlar. “Çok huzur buluyoruz, çok seviyoruz sizin sunumunuzu.” diyorlar. Çünkü normal spiker edasıyla konuşmayı çok sevmiyorum, çok motamot geliyor bana.

KULTURA

55


56

KULTURA


E.B.: Daha samimi bir üslup tercih ediyorsunuz. T.Ü.: Evet. Hatta sosyal medyayı çok iyi kullanırım ben. Şu anda ciddi bir rakama ulaştık videolarda da. Belki bir başkası yapsa çok rahatsız edici ve iğreti durabilir. Ama bende keyif aldıklarını söylüyorlar. Duyguları paylaştıkça büyüyen bir bebeğin serüveni… Güzellik Zor Hikaye şu anda artık çok güzel bir yol kat etti tek başına. Çok zordur ülkede tek başına bir şeyler yapmak. Şimdi basın ayağını da çok güzel kullanarak, sevgili arkadaşlarımı, dostlarımı, sanat camiasının herkesin bildiği ya da belki de uzaklaştığı insanlarla otura kalka, ne yapabilirim diye diye bugün bu serüven böyle devam ediyor. E.B.: Kendi yaptığınız projeler dışında gelen teklifler var mıdır? Varsa buna sıcak bakma durumunuz nedir? T.Ü.: Olmaz mı? Oyunculuk üzerine inanılmaz var zaten. Ama hep ben “bir şey olma” yolunu tercih ettiğim için şu an sadece bekleme aşamasındayım, bir şey olduğu zaman evet diyeceğim. E.B.: Peki bu bekleme durumu bir duruş sergilemek midir? Yoksa “Her projede yer almak istemiyorum, çünkü bu proje bana hitap etmiyor.” gibi bir durum mu? T.Ü.: Evet aynen. Benim öncemde, okuyucularım ve dinleyicilerimin, “Hayır Tuğba Hanım, biz sizi orada görmek istemiyoruz.” demesi vardır. Çünkü onlar benim için çok kıymetli, çok özel. Herkesle ilgilenmek durumundayım. Değer veriyorlar, zaman veriyorlar, emek veriyorlar benim için. Artık hashtag

yapıp, insanlar senin şiirlerini paylaşıyorlar. “Kalabalıklar arasında çığlık çığlığa yalnızlığı bile ağlatmak…” Böyle küçük küçük şeyler. Twitter’da olsun, Instagram’da olsun. Ben bir de hiçbir zaman küçük düşünmedim. Atakan Bey ile de sohbetimizde, “Tuğba neden Lara Fabian olmasın?” dedim. Ben biraz büyük düşünüyorum ve bunun için çaba sarfediyorum, bir emek veriyorum. Çünkü bana bazen kızarlar, “Tamam şiirde iyisin, neden şarkı?” diye. Çünkü onu da yapabiliyorum. Ama tek kadının bu kadar dala bölünmesi çok ciddi bir beyin performansını gerektiriyor. E.B.: Bir de annelik var. T.Ü.: Evet, bir de annelik var. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur üstelik. Biraz sükûnet, biraz hareketlilik, böyle bir hayatım var benim. Ama kendimizi sevdirmeyi başardık (gülüşmeler). E.B.: Peki, bu kadar işin üstesinden gelebilen Tuğba aynı zamanda bir anne, anne Tuğba nasıl biri ve anne Tuğba çocuğuyla ilgilenirken öteki tarafa yetişebilmeyi nasıl başarıyor? T.Ü.: Aşk anneliktir, aşk çocukluktur, aşk kutsallıktır. Anne Tuğba, tabi şu son zamanlarda yoğunluğundan dolayı kızıyla çok kaliteli zaman geçiremiyor. O kadar kıymetli, o kadar şahane bir eski eşe sahibim ki, hiç yokluğumu aratmıyor. Sürekli teknoloji sayesinde görüntülü konuşmalar yapıyoruz. Bizim onunla iki günlük geçireceğimiz zaman bile, bir ay görmüyorsam, ona o

KULTURA

57


kadar keyifli geliyor ki, “Anneciğim ben artık buna alıştım, böyle çok mutluyum.” diyor. Şunun gibi görüyor artık, hani yurtdışına gidersin, okyanus aşırı uçarsın, çocuğunu haftada bir görürsün. Hosteslerin böyle bir yaşam biçimi vardır, bavulunda yaşar hayatını. Böyle bir kadın Tuğba Ünal annelikte. İyi anne mi tartışılır. İyi ve kötü kavramı zaten tartışılıyor. Kendince sebepleri var ama bir şekilde kızının yanında olmayı tabi çok istiyor. Ama Ankara’da yaşıyor. Kendisi de kısa bir zamanda İstanbul’a yerleşecek. Annelik kutsal bir kavram ve iyi ki anneyim diyorum. Yetişmeye çalışıyorum bir şekilde. E.B.: Peki oyunculuğa nasıl bakıyorsunuz? “Başrol diye bir şey var mıdır?” diye bir durum var ya hani. T.Ü.: E artık insanlar beni jönfiye olarak görmek istiyorlar. Bu da demek oluyor ki hiç konuk oyunculuk yapmadan güzel bir projede bir karakteri canlandırmak. E.B.: Yani konuk oyunculuğa çok sıcak bakmıyorsunuz. T.Ü.: Çok sıcak bakmıyorum, baktırmıyorlar. E.B.: Sizinle alakalı bir durum değil yani. T.Ü.: Evet. Çünkü okurlarım beni hep en iyi yerde, en güzel yerde görmek istiyorlar. Sonra diyorlar ki, “Tuğba Hanım yapmayın ne olur?” Benim birkaç tane öyle hatam oldu. E.B.: İsim vermeden örnek bir hikaye alabilir miyim bununla ilgili? T.Ü.: Yoo isim verebilirim. E.B.: Tamam, peki. T.Ü.: Mesela, X bir kanaldı. Konuk partnerlik programında keşke orada olmasaydım dediğim bir durum yaşadım.

58

KULTURA

E.B.: Bununla ilgili tepkiler mi aldınız? T.Ü.: Evet. Çünkü o kadar belliydi ki her şey. Programı götüren bendim. Orada konuşulan konular bile o kadar aşağılarda durumlardı ki, “Sen orada nasıl olursun?” diye çok büyük tepkiler almıştım. Tabi bizler de hata yapa yapa veya başkasının hatasını göre göre doğruyu buluyoruz. Yani biz biraz daha büyük düşünüyoruz açıkçası. Büyük insanlar büyük düşünürler. E.B.: Anladığım kadarıyla gerçekten hatrı sayılır bir kitleniz var. Ama sizi ilk defa bu röportajda görmüş, tanımak isteyen biri ilk araştırdığında hangi Tuğba ile karşılaşır? Şair Tuğba’yla mı, oyuncu Tuğba’yla mı? T.Ü.: Çılgın mı diyeyim ne diyeyim? E.B.: Öyle mi? Yani Google’a yazsak Çılgın Tuğba olarak mı çıkacak? (gülüşmeler) T.Ü.: Özgüveni çok yüksek bir Tuğba’yla karşılaşırlar, ses tonuyla herşeyi yapabilecek bir kadınla karşılaşırlar. Kalemim belki şu an çok kuvvetli olmasa da yine de yorumculuğuma son derece güveniyorum. A, ondan bahsetmedim, sevgili Yılmaz Odabaşı iki gün öncesinde buradaydı ve kendisinin iki tane şiirini yorumladım, sayfamızda duyuracağız onları. Böylesi güzel bir üstadın, sanattan kendisini çekmişken, sağolsun benim için ta İstanbul’a kadar gelmesi beni hem onore etti, hem de başka bir duruş sergiletti üzerimde. Yorumculuğuma çok güveniyorum. E.B.: Bildiğim kadarıyla zamanında bir de öğretmenlik tecrübeniz oldu. T.Ü.: Evet, İngilizce öğretmenliği yaptım, Safranbolu Yenice’de. Orada çok güzel çocuklarla karşılaştım. Öyle sevimlilerdi ki. Ben birazcık hassasım

yemek konularında. Köy sütleri, yoğurtları getirirlerdi, ben alamazdım ve eve gidince neden almadım diye üzülürdüm. Çünkü onların kalbini kırdığımı o an anlayamazdım. “Hayır, çok teşekkür ederim.” demekle yetinirdim sadece oysaki onların küçük kalbine inemedim. Böyle kırgınlıklarım ve üzgünlüklerim var. Orada da o çocukların ilk İngilizceyle karşılaştığı anda bile öyle güzel şeyler yaşadık ki. Çocuklar gelirdi benden imza isterdi. Demek ki o zamandan beri bir sevgi var. Zaten baştacıdır öğretmenler. Ben edebiyat fakültesi ya da eğitim fakültesi mezunu değilim ama rehber olunca da bizlerin boş olan kontenjanlarda öğretmenlik yapma şansı oluyor. Hem rehberlik yapıp, hem de İngilizce öğretmenliği yaptım.


Ben sanatla içiçe yaşamayı çok seviyorum, ruhumda onu hissediyorum. Hatta şapkalı şair derler bana.

E.B.: Öğretmenliğin kutsallığına inanıyorsunuz yani? T.Ü.: Çok inanıyorum. E.B.: Niye öğretmenlikten vazgeçmek durumunda kaldınız? T.Ü.: Zaten o benim kendi mesleğim değildi. Dediğim gibi hep mikrofon, ışık, sahne, sanat var benim ruhumda. Biraz belki geç farkettik ama sonunda farkettik ve hayat böyle devam edecek benim için. Allah ömür verirse 20 sene sonra “Evet ben 20 senedir sahneyle içiçeyim” diyebilmeyi nasip etsin, çünkü böyle bir yola çıktık. Hiçbir zaman ben 9-5 çalışan bir insan yapısında olamam. Çok kanım hızlı akar ve çok hareketli bir yapım var. Kendim bile takip edemiyorum. Hatta okurlarım, “Tuğba Hanım siz orda koştururken

biz burda yoruluyoruz.” yazarlar. Yorulmadan, koşturmadan hiçbir şey elde edemezsin. Ben bebeğime sahip çıktım ve çok iyi yerlere geleceğime de inanıyorum. E.B.: Son olarak şunu sorayım: Güzellik Zor Hikaye’nin, ya da kendi üslubunuzun bir dili var mıdır? Evet “Şu akımı takip ediyorum ben,” diyebileceğiniz. T.Ü.: Hayır, çok kendine has, serbest ölçüde yazılmış bir şiir kitabı. Daha çok kadınları barındıran, platonik aşka da yer verdiğim, içimden geldiği gibi yazdım. Mesela “Sana bir İstanbul çiziyorum gözlerine,” dediğimde, aslında İstanbul’da böyle biri yok ama sadece o duyguya o an girebilip, “Sen şimdi Taksim Meydanı’nda belki

Boğaz’da dost ortamında” diye devam eden şiirlerim var kitapta. Albümdeki şiirler de yine kitaptan seçildi. Sekiz adet bana ait, üçü yapımcıya ait. Bunlarda birazcık daha oynamalar yapıp, birazcık daha uzatarak güzel bir albüm çıkarttık. E.B.: Yani belli idoller var, ama o idollere rağmen Tuğba Ünal kendi bambaşka biri. T.Ü.: Kendi başka bir tarzda, başka bir kadın. E.B.: Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı? T.Ü.: Hangi takımlıyım? 1992’den beri Fenerbahçeliyim. E.B.: Peki. Teşekkür ediyoruz.

KULTURA

59


Eray Evren

“Fotoğraf” kelimesi, ışık ile iz bırakmak, ışık ile yapılan resim anlamına gelmektedir. Hemen hemen her yerde fotoğraf çekimi yapılabilir ancak her zaman aynı kurallar geçerli olmayabilir. İyi bir fotoğrafın başarısı, konusu ne olursa olsun ister manzara ister portre ister bir ürün fotoğrafı olsun işlediği konudan bağımsız olarak fotoğrafa bakan kişiye ne anlattığıyla ve fotoğrafçının birikimi ışığında yaptığı doğru seçimler ile alakalıdır. Hafızalara kazınmış bir fotoğrafın şans eseri ortaya çıkmış olması nadir rastlanan bir durumdur. Gelişen teknoloji ile birlikte ortaya çıkan yeni nesil Kompakt, DSLR(Digital single-lens reflex) ve Aynasız DSLR fotoğraf makineleri ve aksesuarları bizlere her türlü kolaylığı sağlasa da, otomatik modda çekilen sadece iyi pozlanmış, net bir görüntü, iyi bir fotoğraf için tek başına yeterli değildir. Ortalama bir fotoğraf makinesi sahibiyseniz fotoğraf çekimi ile ilgili size yardımcı olacak temel kuralları, pozlama nasıl olmalı, iso, diyafram, enstantane üçlüsü ve fotoğrafçılık ile ilgili sık sık karşımıza çıkabilecek teknik terimlere değineceğiz. İyi bir fotoğraf, bir hakikati anlatan, ruha dokunan ve izleyiciyi bunu gördüğü için farklı kılan fotoğraftır; yani tek kelimeyle etkilidir. Irving Penn

60

KULTURA


KULTURA

61


IŞIK Güzel ve etkili bir fotoğraf ortaya çıkarmanın en önemli kurallarından biri ışığı, ışık kaynaklarını öğrenmekten geçiyor. Fotoğraf makinemizi alıp kendimizi sokaklara atmadan önce evde kendi başımıza, doğal ışık (güneş ışığı, ay ışığı, yıldızlar) veya yapay ışık (lamba, mum vs.) kaynaklarıyla çekim ve denemeler yapmamız, ışığın konuya nasıl etkili olduğunu anlamamızı ve dışarı çıktığımızda karşımıza çıkan ve fotoğraflamak istediğimiz olayları o anki en doğru açıda en doğru tercihi kullanarak çekim yapmamızı sağlayacaktır.

BEYAZ AYARI (WHITE BALANCE) Her ışığın kendi sıcaklığı ve o sıcaklığın bir rengi vardır. Beyaz ayarı ise fotoğraf makinesinin çektiğimiz konudaki ışığı, renkleri fotoğrafımıza işleyerek yorumlayış biçimidir diyebiliriz. İnsan gözü farklı ışık türleri arasındaki renk farklarını anlayamayabilir ancak fotoğraf makinemiz daha hassas olduğu için bunu algılayacaktır. Yanlış bir beyaz ayarı fotoğrafta istemediğimiz renklerin oluşmasına ve dolayısıyla fotoğrafımızın istenilen etkiyi yaratmamasına sebep olabilir. Mavi tonlarında çekilmiş bir fotoğraf soğuk bir etki yaratırken sarıya yakın ışıkla çekilmiş bir fotoğraf sıcak bir etki bırakabilir. Hemen hemen tüm yarı profesyonel ve profesyonel makineler otomatik olarak beyaz ayarı yapabilir. Ancak iki ya da üç farklı ışık kaynağından yararlanmak istediğimizde (gün ışığı ve lamba gibi) bunu manuel olarak yapmak çekeceğimiz fotoğrafın daha doğru renklerde çıkmasını sağlayacaktır. Renklerin sıcaklığı Kelvin ile ölçülür. Kelvin değerleri 0 değer ile 20000 arasında değişir, Kelvin değerini arttırdıkça rengimiz maviye, değeri düşürdükçe rengimiz kırmızıya yakın olacaktır. Örnek olarak güneş ışığında çekim yapmak istersek fotoğraf makinemizin beyaz ayarını yani Kelvin değerimizi gün ışığında 3500 Kelvin ile 5000 Kelvin arasında ayarladığımızda fotoğrafımız doğru renklerde çıkmış olacaktır.

Doğru renkleri alabilmemiz için beyaz ayarımız; 1000K - 2000K Mum ışığı 2500K - 3500K Tungsten Ampul (Evlerde kullanılan bildiğimiz akkor ampul) 3000K - 4000K Güneşin doğuşu ve batışı 4000K - 5000K Floresan lamba 5000K - 5500K Flaş 5000K - 6500K Açık havada gün ışığı 6500K - 8000K Kapalı gökyüzünde gün ışığı 9000K - 10000K Bulutlu havada gün ışığı

62

KULTURA

Bu değerler orta ve ileri seviye fotoğraf makinelerinde hatta bazı cep telefonlarında bile temel beyaz ayarı seçenekleri olarak bulunur. İleri seviye makinelerde ise değerleri manuel olarak ayarlayabileceğiniz bir seçeneğiniz vardır. Bu da bize bir ortamda farklı ışık kaynağı kullanmak istersek bize doğru renklerde bir fotoğraf çekme fırsatı verir. Işık kaynağımız, aydınlatma koşullarımız değiştikçe makinemizin beyaz ayarını güncellememiz gerekir aksi takdirde 2500K - 3500K Tungsten ayarladığımız makinemizle flaş ile bir şeyler çekmeye çalıştığımızda fotoğrafımız mavi tonlarda çıkacaktır.


FOTOĞRAFTA POZLAMA(EXPOSURE) NEDİR? DOĞRU POZLAMA NASIL YAPILMALIDIR? Günümüz teknolojisiyle birlikte dijital fotoğraf makinelerinin otomatik modları amatör ya da daha yolun başında olanların kolayca kullanabileceği, sizin yerinize teknik olarak olması gereken değerlerde pozlama (iso, enstantane, diyafram) değerlerini atayan fotoğraflar ortaya çıkarabilir. Ancak bazı durumlarda fotoğraf makinelerindeki otomatik atanan ayarlar ortamdaki farklı ışıklar yüzünden şaşırabilir veya istediğimiz etkiyi oluşturmamızda yardımcı olamayabilir. O yüzden doğru pozlamayı öğrenmek çekeceğimiz fotoğraflarda bize daha doğru bir fotoğraf çekme ve istediğimiz etkiyi yaratma fırsatını verecektir. Pozlama genel olarak filme veya görüntü sensörüne (CMOS) düşen ışık miktarını temsil eder. Görüntü sensörü veya film yeterli miktarda ışık aldığında “doğru pozlanmış fotoğraf” gerektiğinden daha az ışık aldığında “az pozlanmış fotoğraf” gereğinden fazla ışık aldığında “aşırı pozlanmış fotoğraf” elde edilir. Gerektiğinden fazla ışık almış fotoğraf çok aydınlık çıkarken, gerektiğinden az Doğru bir pozlama yapabilmek için fotoğraf makinelerinde bulunan ve fotoğrafın ne kadar ışık almış ışıkla çekilen fotoğraflar karanlık çıkacaktır. almasını, ne kadar sürede almasını kontrol edebileceğimiz üç farklı ayar bulunur. Bunlar;

1 – ISO (ASA, DIN)

ISO temel olarak dijital fotoğraf makinelerimizde bulunan görüntü sensörünün ışığa olan duyarlılığı için kullanılan bir terimdir. ISO değerini arttırdıkça makinemizin sensörünün ışığa duyarlılığı artacaktır. ISO, diyafram ve enstantaneye birlikte ideal pozlamayı yakalayabilmek için destek olacak bir biçimde kullanılmalıdır. DSLR kameraların ISO değerleri 50’den başlayarak 100, 200, 400, 600, 3200, 6400 hatta bazı düşük ışık kameralarda (low-light camera) 409, 600’e kadar çıkabilir. ISO değerleri tüm makinelerde sayısal olarak denk olmasına rağmen ISO başarımı makineden makineye farklılık gösterebilir. Yani X bir makine ile 200 ISO değerinde çekim yapmanız Y bir makine ile aynı koşul ve şartlarda 200 ISO değerinde çekim yapmanız arasında farklılık görebilirsiniz. En doğru seçeneği belirlemek için elinizde bulunan makinenizi tüm ISO değerleriyle test edip görmeniz, makinenizi daha iyi tanımanızı ve ISO başarımı konusunda ne kadar yeterli olabileceğini görmeniz açısından faydalı olacaktır. Az ışıkta ISO değerini yükselterek görüntü sensörünün daha fazla ışık almasını sağlayarak rahat fotoğraf çekebilirsiniz ancak yüksek ISO yüksek görüntü kalitesi demek değildir, tam aksine yüksek ISO değerleri kullandıkça görüntü kaliteniz bozulacak, detaylar kaybolacak ve fotoğrafta gürültü (noise) oluşacaktır.

KULTURA

63


DOĞRU ISO DEĞERLERİMİZ NE OLMALI? Eğer gündüz çekim yapacaksak ve yapay ışık kullanmıyorsak, ışık kaynağımız yeterliyse, mümkün olduğu kadar ISO ayarımız 50 ile 200 arasında olmalıdır. Bu bize ideal bir çekim sağlayacaktır. Gece çekim yapacaksak makinemizin limitlerine göre bu değer 3200’e kadar çıkabilir. ISO değerimizi yükseltmek bizim için her zaman son seçenek olmalı, ISO değeri her ne kadar ışığa olan hassasiyet ile ilgili olsa da özellikle dijital fotoğraf makinelerinde fotoğrafın kalitesini etkileyen unsurlardan biridir.

2-DİYAFRAM AÇIKLIĞI (APERTURE) Genelde diyafram olarak kullandığımız teknik terim aslında diyafram açıklığını (Aperture) temsil eder. Diyafram, doğrudan makinemizde bulunan objektif içine yerleştirilmiş, gözümüze benzer bir yapıda -bu yüzden birçok yerde İris olarak da geçebilir- çalışmak için tasarlanmış bir mekanik mühendislik harikasıdır. Objektif gözümüz ise diyafram göz bebeğimizdir. Diyafram dijital makinelerde görüntü sensörüne, analog makinelerde ise filme ne kadar ışık alacağımızı belirler, tıpkı gözümüzü kısıp tam açmak gibi. Karanlık ortamlarda diyaframı açmak fotoğrafımıza daha fazla ışık girecek demektir, çok aydınlık ve parlak ortamlarda ya da ışıkta diyaframı kısmak bazı detayları ortaya çıkaracak ve daha doğru bir pozlama yapmamızı sağlayacaktır. ISO’nun aksine

64

KULTURA

bir objektifin diyafram açıklık değerleri küçüldükçe içeriye daha fazla ışık alıyor anlamına gelir. Bu nedenle objektif satın alırken birçok objektifin üzerinde sadece en açık diyafram değeri yazılır ve “f” harfiyle sembolize ederler. Bir objektifin üzerinde “f1/8” yazıyorsa bu bize o objektifin kullanabileceğimiz en geniş diyafram açıklığını anlatır. Objektiflerde bulunan “f” değerleri f/1,4 f/2 f/2,8 f/4 f/5,6 ve böyle f/22’ye kadar gider tüm bu sayılar 2’nin karekökünün üsleridir ve “f stop” olarak adlandırılır, ancak bu “f stop” değerlerinin yarısına veya üçte birine denk gelen kademeler de mevcuttur. Diyafram açıklığını tam kademe “f stop” arttırdığımızda yani f/1,4’den f/2’ye çıkardığımızda objektiften geçen ışık miktarı iki katı artar.


Temel olarak daha geniş diyafram açıklığı daha fazla alan derinliği elde etmemizi sağlar. Arka planı bulanık bir portre ya da sadece ortaya çıkarmak istediğiniz bir nesne çekmek istediğinizde diyafram açıklığı önemli bir rol oynar. Ancak kimi zaman sadece diyafram açıklığı yeterli olmayabilir, bu gibi durumlarda çekeceğimiz insan, nesne ile olan arka plan uzaklığı da önemlidir. Arka plan, nesnemize çok fazla yakınsa arka tarafın alan derinliği etkisi istediğimiz gibi sonuç vermeyebilir. Arka tarafı bulanıklaştırmak istersek, yani alan derinliği oluşturmak istersek nesnemiz mümkün olduğunca arka plandan uzak mesafede olmalıdır.

ENSTANTANE ya da PERDE HIZI (SHUTTER, SHUTTER SPEED)

Nasıl ki diyafram açıklığı fotoğrafımıza girmesi gereken ışık miktarını kısıp açmamızı sağlıyorsa, enstantane ya da perde hızı diyaframa bağlı olarak o ışığın ne kadar sürede içeri gireceğini ayarlayabileceğimiz bir mekanizmadır. Yani deklanşöre bastığımızda makinemizdeki mekanizmanın (perde) ne kadar süre ile açık kalıp içeriye ne kadar ışık alacağını belirleriz. Perde hızı da makinemizde diyafram açıklığı gibi belli standartlarda dizilmiştir; 1/4, 1/8, 1/15, 1/30 gibi 1/8000’e kadar gidebilir. 1/1000, saniyenin binde biri anlamında perdemizin açılıp ışığı alıp kapanması demektir. Bunların dışında 1”,2”,4”, 8”,15”,30”,60” saniye gibi uzun pozlama yapabilmemizi sağlayan seçeneklerimiz de olacaktır. Gözümüzü kırpıp açmamızın saniyenin 20’de biri hızında olduğunu düşünürsek 1/8000’in ne kadar hızlı olduğunu anlayabiliriz. Perdemizin açık kalma süresi saniye olarak ne kadar yüksek ise içeriye giren ışık miktarımız o kadar artacaktır. Enstantane ya da perde hızı bize hareketli bir obje çekiminde, koşan bir insanın, ya da havadaki bir kuşun hareketini dondurmamızı havada durmuş ve size poz vermiş gibi ya da hareketliliğin belirli olmasını sağlar. Örneğin uçan bir kuşun hareketini dondurmak istersek hareket bulanıklığını engellemek için makinemizde bulunan perde hızını 1/1000, 1/2000 gibi yükseltmemiz gerekir. Gece çekimi yapacaksak ve ISO’muz yeterli gelmiyorsa perde hızımızı yükselterek içeriye daha fazla ışık girmesini sağlayarak uzun pozlama yapabiliriz. Peki doğru pozlamayı nasıl öğrenebiliriz? Doğru pozlamayı ya da istediğiniz etkiyi yaratacak olan pozlamayı yapabilmek için öncelikle makinenin manuel modunda

(pozlamayı etkileyen ISO,DİYAFRAM ve ENSTANTANE ayarlarını sizin yapabileceğiniz mod) bol bol fotoğraf çekip deneyim kazanmanız gerekmektedir. Unutmayın, nasıl emeklemeden yürümeniz imkânsızsa, uzun süre fotoğraf çekmeden, iyi bir birikim sahibi olmadan iyi bir fotoğrafçı olmanız da imkânsızdır.

KULTURA

65


Shakespeare’in Titremesi Orwell’in Öksürüğü John J. Ross Jack London’ın inişli çıkışlı hayatı, Swift’in saplantılı temizlik hastalığı ve James Joyce’un geçirdiği sayısız göz ameliyatı... Shakespeare frengi miydi? Öyleyse antibiyotiğin henüz keşfedilmediği bir zamanda nasıl tedavi ediliyordu? Oyunlarında ve şiirlerinde cinselliğe bu kadar fazla gönderme yapması nasıl açıklanabilir? Büyük yazarların hastalıklarının ve tedavi süreçlerinin yapıtlarına nasıl yansıdığını anlatan John J. Ross, ülkemizde de iyi tanınan Melville, Milton, Swift, Joyce, Orwell gibi yazarların yaşam öykülerine ve eserlerine çağdaş tıp açısından yaklaşarak yer yer kurmaca yer yer de gerçek karakterlerin çevresinde ördüğü öykülerle, okuru edebiyat ve tıp tarihinde eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyor. Merve Sevtap Ilgın’ın çevirdiği Shakespeare’in Titremesi Orwell’in Öpücüğü, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.

Boğaziçi’nde Balık Gündüz Vassaf Daha önce Cehenneme Övgü ve Cennetin Dibi ikilemesiyle algılarımızı temelinden sarsan Gündüz Vassaf, İstanbul’da Kedi kitabından sonra yeni ikilemesini Boğaziçi’nde Balık ile tamamlıyor. İstanbul’da Kedi kitabında insanın değerlerini kedilerin tarihi üzerinden sorgulamaya çalışan Vassaf, bu yeni kitabında “insanların unuttukları savaşların, intiharların, cinayetlerin tanığı” balıkların dilinden alternatif bir Boğaziçi tarihi yazıyor. “Boğaziçi’nde Balık”, Boğaz’ı ve Boğaz’ın sularında yaşayan balıkları başkahraman olarak seçiyor ve tarihten, mitolojiden, gündelik yaşamdan beslenen, insanoğlunun her yeri fethetme hırsını hicvedici bir dille anlatan, şiirli, gerçeküstü öykülerle okuyucuyu gerçekle düş sınırında canlı bir yolculuğa çıkarıyor. Kitapta ayrıca Komet, Balkan Naci İslimyeli, Argun Okumuşoğlu, Mehmet Güleryüz’ün kitaba özel çizdiği resimlerin yanı sıra; Oktay Anılanmert, Ali Arif Ersen ve Şiir Özbilge’nin de resimleri yer alıyor.

Puşkin Evi Andrey Bitov 9 Eylül Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra o zaman henüz çok yeni olan bilişim sektöründe “yazılımcı” ünvanı verilen kısa süreli bir eğitime katılan ve bugün hepimizin hayatını kolaylaştıran Elektronik Fon Transferi (EFT) programının da ilk yazılımcılarından olan Bahar Madazlı, ilk kitabı “Yoldan Çekilin Hedefteyim” ile 30 yıllık kariyer yolculuğunda engelleri nasıl aştığını tüm samimiyetiyle ve akıcı bir dille anlatıyor. İş hayatında öğrenirken de eğlenmenin ve hayatlarını kendi ışıklarını takip ederek yönetmenin mümkün olduğunu anlatan “Yoldan Çekilin Hedefteyim” kitabı, başarılı olmak isteyen gençlerin başucu kitabı olmaya aday görünüyor. Kurgusu çeşitli hikâyeler ve bilgilerle akıcı bir şekilde tasarlanmış olan kitap, bir sonraki maceranın ne olduğunu merak ettirerek bir solukta okunuyor. Bahar Madazlı’nın iş yaşamında ümitsizliklere yer vermeden daha cesurca yaşayabilmeleri için gençlere yol göstermek umuduyla yazdığı “Yoldan Çekilin Hedefteyim” kitabı, Haziran ayında raflarda yerini alacak.

66

KULTURA


Yabani Eva Hornung Avustralyalı ödüllü yazar Eva Hornung’un sıra dışı romanı “Yabani”, bir çocuğun sokak köpekleri arasındaki dönüşümünü gerçekçi ve dokunaklı bir üslupla anlatıyor. Pena Yayınları’ndan çıkan kitap, Moskova banliyölerinde yaşayan 4 yaşındaki Romoçka’nın aniden ailesi tarafından terk edilmesiyle açılıyor. Bir sokak köpeğini takip edip bir köpek çetesinin inine sığınan küçük çocuk, çetenin lideri dişi köpek Mamoçka’nın koruması altında onlarla birlikte yaşamaya başlar. Köpeklerle koşup avlanan, onlar gibi çiğ et yiyip uluyan Romoçka, köpek olmanın özgürlüğünü yaşamaya başlar. Ancak dünyada hâlâ insanlar vardır ve insanlar köpekler için bir tehdit olmaya devam eder. Dünya edebiyatında pek çok örneği bulunan “hayvanlar tarafından yetiştirilmiş çocuk” temasının izinden giden Eva Hornung, diğerlerinden farklı olarak romanına ilhamını Rusya’da yaşanmış bir olaydan almış. Hayal gücünün sınırlarını zorlayan, ama gerçekçilikten taviz vermeyen bir hayatta kalma öyküsü olan Yabani, sıra dışı ve dokunaklı öyküsüyle Pena okurlarının bir çırpıda içine dalacağı ve kolay kolay unutamayacağı bir okuma keyfi vaat ediyor.

Sultan Selim’in Ölümü Emre Günen Edebiyat dünyasına yeni atılan genç yazar Emre Günen’in “Modern Cinai Öyküler” teması altında topladığı öykülerden oluşan Sultan Selim’in Ölümü, beş muzır öyküde beş farklı kişiyi ve beş farklı cinayeti anlatıyor.Genç yazar Emre Günen, akıcı üslubuyla anlatmaya çalıştığı öykülerini okurken cinayetlerin perde arkasına saklanmış gizemleri çözecek ve “Asıl suçlu tetiği çeken mi, yoksa namlunun karşısındaki mi?” diye kendinize soracaksınız. Yazar kimi zaman gerilim dozajının arttığı, kimi zaman da temponun tavan yaptığı öykülerinde, cinayetlere yalnızca karamsar bir bakış açısı getirmek yerine, hiç umulmadık noktalara serpiştirdiği espriler ve ince dokundurmalarla da yüzünüze birer gülücük eklemeyi başarıyor. Emre Günen’in kendi deyimiyle “yeni yetme bir yazar” olması sebebiyle, Cinius Yayınları’ndan çıkan kitap şimdilik yalnızca online satış sitelerinde satışa sunuldu. Yazar ayrıca kitabını çok yakın zamanda e-kitap olarak Google Play Store’a ekleyeceğini de duyurdu.

8-9 Senedir Kendimi İyi Hissetmiyorum Feyyaz Yiğit Okuyan Us Yayınları’nın Üç Günlük Dünya Edebiyatı Dizisi’nden çıkardığı üçüncü Feyyaz Yiğit kitabı olan 8-9 Senedir Kendimi İyi Hissetmiyorum’un, kahramanları da Ekrem, Mustafa, Sezer, İsmet, Masis ve İkbal. Bu eser M.Ö 8000’lerde dilden dile anlatılan epik bir destan olabilirdi. O durumda tanrılar, kahramanlar, mucizeler ve büyük yıkımların öyküsünü okumayı bekleyebilirdiniz. Aslında bu kitapta bunların hepsi var. Sadece olaylar günümüzde, belirsiz bir şehrin belirsiz bir sokağında yer alan “Thunder & Shadows” isimli bir kahvehanede geçiyor. Dünyanın en saçma sapan mekanında, birbirinden acıklı karakterlerin etrafında akıp giden bu hikaye bizi hem gülmekten dehşete düşürüyor, hem de mikroskobik yaşamlarımıza dürüstçe bakmaya çağırıyor. Şu sıralar KAFA dergisinde de yazıp çizmekte olan Feyyaz Yiğit’in bu son kitabını okurken, bütün enerjisini “iyi” ve “doğru” olanı yapmak için harcayan, ancak ifrata kaçıp büsbütün deliren ve en sonunda birbirinin içine lağımlar akıtan insanların dramını çok tanıdık bulacaksınız.

KULTURA

67


İhanetin 5 Yüzü Harlan Coben Ilık, sakin bir gecede Will’in sevgilisi Julie’nin vahşice öldürülmesiyle Will ve ağabeyi Ken’in hayatı altüst olur. Çünkü bu cinayetin baş şüphelisi Ken’dir. Aleyhine onlarca kanıt olmasına rağmen ortadan kaybolan Ken, arkasında birçok soru işareti, parçalanmış bir aile ve büyük bir gizem bırakır. Ağabeyinden uzun süre haber alamayan Will ise artık onun öldüğüne inanır. Şimdi, on bir yıl sonra Will, Ken’in hayatta olduğuna dair bir iz bulur. Bu, Will’in ağabeyi ve kendisiyle ilgili sarsıcı gerçekleri öğreneceği olaylar zincirinin başlangıcıdır. Etrafını saran şiddet dolu gizem çözüldükçe, Will kendini sonuna kadar gitmek isteyeceği soluk soluğa bir maceranın içinde bulur. New York Times Bestseller listesine girmeyi başaran İhanetin 5 Yüzü, Derya Engin’in çevirisiyle Martı Yayınları tarafından piyasaya sürüldü.

Kavgam (Cilt 1) Karl Ove Knausgaard Norveçli yazar Karl Ove Knausgaard’ın tüm dünyada edebi bir sarsıntı yaratan altı kitaplık romanlar serisi Kavgam, 2009 yılında ilk cildinin yayımlanmasından hemen sonra beş milyon nüfuslu Norveç’te büyük bir sansasyon yaratarak yarım milyonluk bir satış hacmine ulaştı. Serinin etkileri dalga dalga yayılarak Amerika ve Avrupa’yı derinden sarstı. Kavgam, kısa bir süre içinde 22 dile çevrildi ve Knausgaard’ı dünyanın en sıradışı edebiyat fenomeni haline getirdi. İlk cildi geçtiğimiz ay Ebru Tüzel’in Norveççe’den çevirisiyle Monokl Yayınları’ndan okurla buluşan Kavgam, yazarın çocukluğunu, gençliğini, ailesiyle yaşadıklarını, evliliğini, aile sırlarını ve cinsel deneyimlerini anlattığı, hatta bu yüzden yazarın aile üyeleri tarafından dava edilmesine sebep olan otobiyografik bir roman.

En Derinde Sabine Durrant Kahramanımız Gaby, sahip olunabilecek her şeye sahip olan bir kadın gibi görünmektedir: yakışıklı ve başarılı bir eş, dünya güzeli bir çocuk, Londra’nın en elit kesiminde konforlu bir ev, kendisine hem şöhret hem de zenginlik sağlayan bir kariyer. Ancak Gaby’nin bir gün genç bir göçmen kadının cesedini parkta bulmasıyla bu güzel rüya nihayet bulur. Kısa süre içinde polis Gaby’yi sorgular ve cinayet şüphesiyle gözaltına alır. Artık Gaby için hem suçsuzluğunu kanıtlama hem de sahip olduğu bu kusursuz hayatı koruma vaktidir. Vicdanı, tutkusu, doğru ve yanlışları arasında gidip gelen bir kadının içsesi, Sabine Durrant’ın ustalıklı kalemiyle ete kemiğe bürünmüş. İlk kez bir eseri dilimize çevrilen yazar, akıcı anlatımıyla okurunu da maceranın kalbine çekiyor ve adeta katilin peşine düşürüyor. Durrant’ın bu yapıtının çevirisini Sıla Okur yaptı ve kitap Altın Kitaplar tarafından yayımlandı.

68

KULTURA


Dört Sarah Lotz Keyfine düşkün yüzlerce zengin, Hayalperest Dilber adlı transatlantikte üç gün boyunca tropikal coşkunun tadını çıkarır; havuz kenarında keyif çatar, barlarda içki içip çapkınlık yapar ve ünlü medyum Celine del Ray’in ruh çağırma seanslarına katılır. Ardından felaket gelip çatar. Yolculuğun dördüncü gününde elektrikler kesilir ve Hayalperest Dilber her türlü yardım çağırma imkanından yoksun bir halde denizin ortasında kalır. Gemideki yolcular esrarengiz bir virüs yüzünden hastalanmaya başlar, Celine del Ray birtakım tuhaf ve korkutucu belirtiler gösterir. Ve kamaralardan birinde cinayete kurban gitmiş bir kadının cesedi bulunur. Sinirler iyice gerilirken yiyecek stokları azalmaya başlamış, korku bütün gemiye yayılmıştır. Ve yolcular gemide birinin –ya da bir şeyin– Hayalperest Dilber’in karaya asla varmamasını istediğini anlarlar. Altın Kitaplar’dan yayımlanan ve Mehmet Gürsel’in dilimize kazandırdığı Dört, adından çokça söz ettiren Üç’ün devamı ama tek başına bir gerilim olarak da okunabilecek müthiş bir roman.

İstanbul & 100 Yıl Öncesine Bir Bakış Friedrich Schrader Sırada 100 yıl önce yazılmış ve tarihin tozlu sayfalarında unutulmuş bir kitap var. 18911918 yılları arasında İstanbul’da yaşamış olan Alman gazeteci Friedrich Schrader İstanbul’u karış karış gezer ve izlenimlerini İstanbul’da çıkan Osmanischer Lloyd gazetesinde, semt röportajları ve insan portreleri şeklinde yayınlar. Yazılarında suriçi semtlerini, camileri, türbeleri kendine özgü bir üslupla betimleyen Schrader, Haliç çevresinden fetih döneminin anlatılarını yansıtırken Bizans’ın da izlerini keşfeder. Gerçek bir İstanbul hayranı olan Schrader’in bu yazılarının derlendiği İstanbul kitabı, I. Dünya Savaşı yıllarının karmaşası içinde günümüze kadar tarihin karanlık sayfalarında kalmıştı. Kitap 100 yıl sonra Kerem Çalışkan’ın titiz çevirisiyle ilk kez Türkçe olarak Remzi Kitabevi’nden yayımlandı. Schrader’in bu ‘sürpriz’ kitabı, İstanbul’u seven herkes için gerçek bir armağan.

Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler Scott Lynch Usta hırsız ve dolandırıcı Locke Lamora ile ölümcüllüğünden hiçbir şey kaybetmeyen Jean Tannen, evlerinin ve geçmişlerinin enkazından kaçmış, Camorr’un Belası ise Camorr’suz kalmıştır. Ancak oradan oraya sürüklenmek Centilmen Piçler için bile bir seçenek değildir, onlar da en iyi yaptıkları işe geri dönerler… Bu kez hedefleri Tal Verrar şehir devleti ve şehrin en korunaklı, görkemli binası Günahane’dir. Görüp görülebilecek en büyük kumarhane olan ve oradan bir tek sikke çalıp hayatta kalanın olmadığı Günahane, Locke’un direnemeyeceği türden bir hedeftir fakat Locke’un kusursuz suçunun beklemesi gerekmektedir. Çoksatan serisi Centilmen Piç’in ikinci kitabında Scott Lynch, açık denizlerin ve en alçakçasından kurnazlıkların eksik olmadığı sürükleyici öyküsünü, kırılma noktasına kadar sınanan bir dostluğu anlatarak dokuyor ve sarsıcı kalemiyle okurların hayal dünyasını alabora etmeye devam ediyor.

KULTURA

69


Büyük Oyun (Big Game) Aksiyon, macera türündeki filmde, ormanda kamp yapan bir genç, bir uçağın kamp yaptığı alanın yakınına düşürülmesi sonucu Amerikan Başkanı ile tanışır. Amerikan Başkanı’nın bu durumdan kurtarılması gerekmektedir. Oskari, kontrolü ele geçirerek Başkan Moore’un kurtarılmasına yardım eder. Dan Smith’in Net Genç adlı eserinden uyarlanan filmin başrollerinde Samuel L.Jackson ve Ray Stevenson gibi isimler yer alıyor. Almanya’da büyüyen Türk oyuncu Mehmet Kurtuluş’un kötü karakter olarak rol aldığı filmin yönetmeni ise Fin asıllı Jalmari Helander.

İnsanlıktan Uzakta (Far From Men) Yönetmenliğini David Oelhoffen’ın üstlendiği Fransız yapımı bir drama filmi. Fransız-Cezayir savaşının devam ettiği yıllarda, Cezayir’in küçük bir kasabasında Fransız bir öğretmen, rejim karşıtı bir muhalif ile sıkı bir dostluk kurar. Fransız istihbaratı tarafından aranan adam ile aralarında sıradışı bir dostluk bağı gelişir. İspanyol asıllı öğretmenin koloniciler tarafından dışlanmasını konu alan film, zamanında Fransız ordusuna da hizmet vermiş olan Daru’nun çıktığı yolculuk sürecini anlatıyor. Albert Camus’nun Misafir adlı öyküsünden uyarlan ve Venedik’te Altın Aslan için yarışan film, 50’li yılların Cezayir’inde, bağımsızlık mücadelesinin verildiği dönemi ön plana almasına rağmen, western estetiğinden güç alan bir anlatı sunuyor. Filmde Viggo Mortensen, Reda Kateb, Vincent Martin ve Sonia Amori gibi isimler yer alıyor.

Kaçak Prenses 8 Mayıs 1945 tarihi, Zafer günü olarak kutlanmaktadır. II. Dünya Savaşı’nın resmen sona erdiği günün ertesinde yapılan bu büyük kutlama sayesinde, altı yıllık mücadele sonlanmış ve artık insanların geleceğe umutla bakmayı istedikleri bir dönem başlamıştır. Bu süreçten Prenses Elizabeth ve Prenses Margaret da etkilenmiştir. Kekemeliğiyle nam salmış olan Kral George ve Kraliçe Elizabeth, kutlamaların başlayacağı gece, kızlarını yanlarında görmek isterler ama o gece Prenses Elizabeth için, sokaktaki insanların arasına karışabilmek için de son şanstır. Tahtın varisi Elizabeth ve Margaret ebeveynlerini ikna ederek kutlamalara katılırlar. Oldukça eğlenceli bir maceranın ve her ikisinin de o zamana kadar yaşamamış olduğu duyguların yaşanacağı bir gece onları beklemektedir. Yönetmenliğini Julian Jarrold’un yaptığı filmde, Micheal Gartlan, Sarah Gadon, Bel Powley, Roger Allam, Emily Watson ve Jack Reynor gibi isimler yer alıyor.

70

KULTURA


Siccin 2 Türk korku ve gerilim filmi Siccin 2’nin yönetmenliğini, ilk filmin (Siccin) de yönetmeni olan Alper Mestçi yapıyor. Hicran ve Adnan çiftinin mutlu evlilikleri, iki yaşındaki çocuklarının kaza sonrası hayatını yitirmesiyle yıkılır. İkili aynı evde yaşayan iki yabancı olmuştur. Tüm bunların üzerine Hicran kısa bir süre sonra esrarengiz olaylar yaşamaya başlayınca psikolojisi tamamen bozulur. Hicran bir hocaya görünür ve burada birinin kendisine “41 dikiş” adı verilen bir büyü yaptığını öğrenir. Büyülerin en güçlüsü olarak bilinen bu büyü, 41 farklı niyetle yapılmaktadır. Genç kızın büyüden kurtulabilmek için yapan kişiyi bulup 41 niyetten hangisini yaptığını öğrenmesi gerekir. Filmin oyuncu kadrosunda Şeyda Terzioğlu, Bulut Akkale, Reyhan İlhan ve Ece Edibe Baykan gibi isimler yer alıyor.

Yüzündeki Sır (Phoenix) Alman sinemasının önde gelen isimlerinden Christian Petzold’un yazıp yönettiği film, II. Dünya Savaşı sonunda esir düştüğü toplama kampından kurtulan Nelly Lenz’in hayat hikâyesini konu alıyor. Nelly özgürlüğüne kavuştuktan sonra, aldığı kurşun yarası sonucu tamamen değişen yüzü için ciddi bir estetik operasyon geçirmek durumunda kalır. Her şeyin savaştan öncesi gibi olduğunu düşünmek ister ancak bu mümkün değildir. Arkadaşları ve akrabaları onun öldüğünü düşünmektedir ve Nelly’nin kamptaki günlerde kendisini ayakta tutan en önemli şey, çıktığı zaman kocasını yeniden görebilme umududur. Neredeyse yerle bir olmuş Berlin’de kocasının izini sürerken bir yandan da onunla ilgili korkunç bir dedikodu kulağına gelir: Kocası Johnny’nin Nelly’i gönderilmesi için Nazilere ihbar etmiş olması ihtimal vardır. Filmin başrolünde, yönetmenin bir önceki filmi Barbara’da başrolde yer alan Nina Hoss ve Ronald Zehrfeld, Nina Kunzendorf gibi isimler yer alıyor.

Ant-Man Edgar Wright’tan bir Marvel çizgi romanı uyarlaması. Dr. Hank Pym mesleğinde başarılı bir biyokimyacıdır. Altatomik partiküller üzerinde ilginç bir formül geliştirir. Bu formül daha önce testlerin hiçbirinde başarılı olamamıştır. Hank, cisimlerin boyutlarını değiştirebilen bu formülün denemelerini yapmaya başlar ancak işle umduğu gibi gitmez. Bir kaza sonucu, yeni bir yetenek kazanır. Artık çevresindeki tüm böceklerle iletişim kurabiliyordur ve onları kontrol edebiliyordur. Peyton Reed’in yönetmenliğindeki film de Paul Rudd, Michael Douglas ve Evangeline Lilly gibi isimler yer alıyor.

KULTURA

71


Kanlı Tatil Alastair Orr’un yönetmenliğindeki korku filmi, üç çocukluk arkadaşı Scott, Trevor ve Charlie’nin hikâyesini konu edinir. Aralarında güçlü bir bağ olan ve sörf yapmaktan hoşlanan bu üç arkadaş Panama’ya gitmeye karar verirler. Üç arkadaş, kız arkadaşlarıyla geldikleri tatilde hem uslu çocuk olmayı öğrenmeye çalışır hem de Latin ateşine karşı koymak için uğraşırlar. Carmen adındaki bir kadının cazibesine kapılmalarıyla birlikte, halk arasında tehlikeli söylentilerin olduğu ve Darian Ormanları’nda patlak veren gerilim dolu bir macera yaşayacaklardır. Filmin başrollerinde Zachary Soetenga, Lindsey McKeon ve Sofia Pernas yer alıyor.

Fırtınanın Ortasında (Strangerland) Kim Farrant’ın yönettiği filmde, Nicole Kidman, Joseph Fiennes, Hugo Weaving ve Maddison Brown gibi ünlü isimler yer alıyor. Film, Catherine ve Matthew Parker çifti çocukları ile birlikte bilinmeyen bir nedenle çöl kıyısındaki bir kasabaya taşınmak zorunda kalırlar. Evin çocukları Lily ve Tommy öldürücü çöl fırtınasının hemen öncesinde gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Kasabanın polisi David Rae’nin yürüttüğü geniş çaplı arama operasyonuna kasaba halkı da katılır. Operasyon devam ederken Parker çiftiyle ilgili bazı gerçekler ortaya çıkmaya başlar. Zaman ilerledikçe şüphelerin tırmanması ve dedikoduların yayılmasıyla kasaba halkı acımasızca Parker’lara karşı gelir. Çöl karanlığında yaşam şansı hızla azalmakta, Catherine ve Matthew için geçen her saniye çocuklarını ölüme daha da yaklaştırmaktadır.

Metegol (Foosball) 3d animasyon filmin yönetmen koltuğunda Juan José Campanella oturuyor. Amadeo çok utangaç ama yetenekli bir çocuktur. Futbol oynadığı takım zaferlerle dolu bir dönem geçirdikten sonra yenilgi üstüne yenilgi almış ve parıltısını yitirmiştir. Kendisinin de desteğiyle sahadaki en büyük rakibiyle karşı karşıya gelecektir. Takım kaptanlarının da rehberliği sayesinde, sağ açıkta oynayan Amadeo ve takımı büyük bir maceraya atılacaklardır. Aşk, arkadaşlık ve beraberlik duygularının karışımı olacak bu macera, grubun eski ağır toplarını da bir araya getirecektir. Film karakterleri David Masajnik, Lucia Maciel, Diego Ramos gibi oyuncuların seslendirmeleriyle hayat buluyor.

72

KULTURA


Görevimiz Tehlike 5 Her filmiyle seyircilerin gözdesi olan Görevimiz Tehlike serisinin beşinci filminin yönetmen koltuğunda bu kez Christopher McQuarrie var. Ethan ve beraberindeki ekibi şimdiye kadar en imkânsız göreve çıkacaktır. IMF’i ortadan kaldırmayı hedefleyen uluslararası dolandırıcılık örgütü Sendika’yı ortadan kaldırmak için yola çıkan ekip bu süreçte organizasyonun da hedefi haline gelecektir. Tom Cruise’un diğer filmlerdeki gibi başrolde olduğu filmde Rebecca Ferguson, Alec Baldwin, Simon Pegg, Ving Rhames, Paula Patton ve Jeremy Renner gibi isimler yer alıyor.

Yeni Kız Arkadaşım Fransız sinemasının yetenekli yönetmenlerinden François Ozon’un yazıp yönettiği film alışılmadık bir aşk hikâyesini anlatıyor. Çocukluklarından bu yana arkadaş olan iki kadının, Claire ve Lea’nın hikâyesinin ön planda olduğu filmde, iki yakın arkadaştan birinin ağır bir hastalığa yakalanmasıyla, ölmeden önce bebeğini en yakın arkadaşına emanet etmesinin hikâyesi anlatılıyor. Arkadaşına verdiği sözü tutarak, arkadaşının evine, arkadaşının kocasını ve bebeğini kontrol etmeye giden kadını bir sürpriz bekliyordur. Başrollerinde Anais Demounstrier ve Romain Duris’in olduğu filmde Raphael Personnaz, Isild Le Besco, Jean-Claude Bolle-Reddat, Aurore Clément gibi oyuncularda yer alıyor.

Victoria Berlin’e yeni taşınmış ve şehrin kurallarına ayak uydurmaya çalışan Victoria, Berlin’de bir gece kulübünde arkadaşıyla eğlenmekte olan Sonne ile tanışır ve aralarında bir çekim yaşanır. Ancak gece arkadaş grubunun ödemesi gereken eski bir borç nedeniyle bambaşka bir noktaya sürüklenir. Victoria, Sonne ve arkadaşlarına yardım etmeye karar verir. Ne var ki çılgın bir macera gibi başlayan bu olay kâbusa dönüşecektir. 2015 Uluslar arası Berlin Film Festivali’nde 3 ödül birden kazanan film, tam 140 dakikalık tek bir plandan oluşuyor. Yönetmenliğini Sebastian Schipper’ın üstlendiği filmde Laia Costa, Frederick Lau ve Franz Rogowski gibi isimler yer alıyor.

KULTURA

73



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.