Kasabada Bir Cadı ~ ÖN OKUMA

Page 1


Kasabada Bir Cadı Ruth Warburton 1. Baskı: Ekim 2015 ISBN: 978-605-348-821-7 Yayınevi Sertifika No: 12330 Copyright©RUTH WARBURTON Bu kitabın Türkçe yayın hakları Hodder Children's Books aracılığıyla Martı Yayın Dağ. San. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. Baskı Ezgi Mat. Teks. Pors. İnş. San. Tic. Ltd. Şti. Matbaa Sertifika No: 12142 Sanayi Cad. Altay Sok. No: 14 Çobançeşme-Yenibosna/İstanbul Tel: 0 212 452 23 02

MARTI YAYINCILIK Martı Yayın Dağıtım San. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Davutpaşa Cd. Yılanlı Ayazma Sk. No: 8 Zeytinburnu/İstanbul Tel: 0 212 483 27 37 - 483 43 13 Faks: 0 212 483 27 38 www.martiyayinlari.com info@martiyayinlari.com

Orijinal Adı : A Witch in Winter Yayın Yönetmeni : Şahin Güç Çeviren : Eda Aksan Editör : Gamze Tuncel Demir Redaksiyon : Özlem Atar Son Okuma : Zerrin Özalp Öztarhan Sayfa Tasarımı : Özgür Balpınar Kapak Tasarımı : Alla Özabat


Annem Alison iรงin... Sevgilerimle...



BİRİNCİ BÖLÜM Burnuma çarpan ilk şey, nemli ve keskin kokuydu. Bu uzun zamandır kapalı kalan evin fare, kuş pislikleri ve çürümeyle karışık kokusuydu. “Wicker Evi’ne hoş geldin,” diyen babam elektrik düğmesine dokundu. Hiçbir şey olmayınca söylendi. “Herhalde elektirik bağlantısı yoktur. Gidip bir bakayım. Şimdilik bunu al,” dedi ve bana bir fener uzattı. “Ben arabadan diğerini alırım.” Kollarımla kendimi sarmaladım, fenerimi gölgeli ve örümcek ağlarıyla kaplanmış kirişlere doğru çevirirken ürperdim. Evin içindeki hava, dışarıdaki geceden daha soğuktu. Babam arabadan, “Sen devam et,” diye seslendi. “Beni bekleme, git ve keşfet! Neden gidip odana bakmıyorsun? Merdivenlerin üstündeki oda hoşuna gider, diye düşündüm. Harika bir manzarası var.” Keşfetmek istemiyordum. Ben evime gitmek istiyordum. Peki ama evim neresiydi? Londra değildi. Yani artık değildi.

7


Ruth Warburton

Sağımdaki odanın kapısını açmamla birlikte toz tanecikleri uçuştu ve fenerin ışığında parladı. Karanlığın içine adım attım. Fenerin dar ve yuvarlak ışığı karşımdaki kırık pencereden bana geri yansıdı, ardından rutubet lekeleriyle dolu sıvada ilerledi. Sanırım burası bir zamanlar oturma odasıydı. Oysa bu derece ölü ve sevimsiz bir yer için “oturma” ve yaşam alanı sözünü kullanmak çok tuhaf geliyordu. Şöminenin karanlık deliğinde bir şey hareket etti. Zihnimin içinden fareler, sıçanlar ve dev örümceklere dair görüntüler hızla akıp geçti. Ama fenerin ışığını o tarafa tutma cesaretini bulduğumda, görebildiğim tek şey karanlıkta kaçan her neyse ondan geriye havalanan küllerdi. Aklıma, bir fareyi düşündüğünde bile yüzü kirece dönen en iyi arkadaşım Lauren geldi. Çoktan bir sandalyenin tepesine fırlamış çığlık atıyor olurdu. Lauren’ın bu yere verebileceği tepkiyi düşünmek, beni biraz daha rahatlatmıştı. Elim cebimdeki telefonuma gitti ve ona mesaj yazmaya başladım. Merhaba Lauren, Winter’a geldik. Karşılama partisi yarım düzine fareden ve… Vazgeçtim. Sinyal yoktu. Bu yerin ıssız olabileceğini tahmin etmeliydim. Babam bunun “büyünün bir parçası” olduğunu söylemişti. Ama yine de… Belki üst katta bir sinyal yakalayabilirdim. Basamaklar çatırdadı ve sahanlığa çıkıncaya dek her bir adımımı protesto etti. Karanlığa doğru uzanan bir koridor ve 8


Kasabada Bir Cadı

her iki yanda da sıra sıra kapılar vardı. En yakındaki kapı yarı açıktı, kapıyı elimle ittim. Bir an için odanın içine giren ay ışığıyla gözlerim kamaştı. Sonra gözlerim ışığa alıştı. Bu kez de yüksek tonozlu tavana, taş pencere önüne ve açık camdan hafifçe içeri giren deniz kokusuna hayran kaldım. Pencere kanadından, kilometreler boyunca uzanan ormanı görebiliyordum. Onun ötesindeki küçücük kalan dolunay, gece kadar simsiyah denizin üzerinde gümüş dalgalar yaratıyordu. Bu çok etkileyici bir manzaraydı ve o kısacık anda babamı buraya neyin getirdiğini az da olsa görebildim. Orada hiç kıpırdamadan dikildim ve uzaktaki dalgaların sesini dinledim. Sonra aniden odanın içinde sert ve bir insana ait olamayacak kadar acı bir çığlık yükseldi! Gölgelerin içinden karanlık bir şey çıktı. Başımı eğdim ve telaşlı bir çift siyah kanat tepemde çırpındı. Yaratık pervazda bir saniye durunca onun cam gibi gagasını, buz gibi siyah gözlerini görebildim. Ardından kanatlarını açtı ve gecenin içinde kayboldu. Kalbim deli gibi atıyordu, birdenbire bu evi tek başıma keşfetmek istemediğime karar verdim. Babamı istiyordum. Bir de sıcaklık ve ışık. Sanki bu bir işaretmişçesine küçük bir patlama sesiyle birlikte gözleri kör eden bir ışıkla koridordaki lamba yandı. Gözlerim karanlığa alıştığı için bir anda gelen parlak ışıkla altüst oldum. “Hey, orda mısın?” Babamın sesi merdivenlerde yankılandı. “Anlaşılan sorun elektriklerde değil, sigortadaymış! Hadi aşağıya gel ve büyük bir tur yapalım!” 9


Ruth Warburton

Babam beni holde, yüzü heyecanla parlayarak bekliyordu. Yüzümdeki ifadeyi onunkine yakın bir şekilde düzeltmeye çalıştım. Ama anlaşılan işe yaramadı çünkü babam kolunu omzuma attı. “Biraz kâbusu andırdığı için üzgünüm, tatlım. Uzun zamandır burada kimse yaşamamış, her şeyi kapatmış olabileceklerini tahmin etmeliydim. Eve dönüş için çok da harika bir karşılama olmadığını kabul ediyorum.” Eve dönüş. Bu kelimelerin içi boştu, korkutucu bir tınısı vardı. Evet, burası artık evimizdi. Buna alışsam iyi olurdu. “Hadi gel.” Babam hafifçe omzumu sıktı. “Sana etrafı gezdireyim.” Babam bana etrafı gezdirirken, elimden geldiğince olumlu şeyler söylemeye çalıştım. Ve bu oldukça zordu. Her yer dağılıyordu. Pirizler ve elektrik düğmeleri bile eski püsküydü ve onlara dokunduğunuz an patlayacaklarmış gibi duruyorlardı. Babam oturma odasında dikilip, “Şu kirişlere bir bak,” dedi. “Eski Georgia tarzı evimizi ikiye katlıyor, öyle değil mi? Şu izleri görüyor musun?” Tepemizdeki siyah ahşabın üzerinde yer alan derin çizgileri işaret etti. Bu çizgiler neredeyse V ve W harfleri oluşturacak kadar derin yarıklardı. “Bence bunlar, cadı işaretleri. Evi şeytani ruhlardan ve diğer şeylerden korumak için yapılmış.” Ama ahşaptaki yarıklara dikkatlice bakmak için zamanım olmadı çünkü babam çoktan beni bir diğer keşfine doğru sürüklemişti. “Peki ya bu şömineye ne demeli? Burada bir öküzü bile 10


Kasabada Bir Cadı

pişirebilirsin. Sanırım bu eski bir ekmek fırını.” Şöminenin yanında ateşten kararmış fırının küçük tahta kapısına vurdu. “Bunu bir ara açtırmalıyım. Neyse, ben yeterince çene çaldım. Sen ne düşünüyorsun? Harika, öyle değil mi?” Ben cevap vermeyince babam, ellerini omuzlarıma koydu ve beni kendisine çevirdi. Gözleri adeta burayı sevmem, mutlu olmam ve heyecanını paylaşmam için yalvarıyordu. Kaçamak bir cevapla, “Şömineleri severim,” dedim. “Merkezi ısıtmayı derhal yaptırmazsam, kış geldiği zaman onları daha çok seveceksin. Peki ama tüm söyleyeceğin bu kadar mı?” “Yapılması gereken çok fazla iş var, baba. Tüm bunları nasıl karşılayacağız?” Bunları söyler söylemez, bu cümleleri daha önce hiç dile getirmediğimi fark ettim. Eskiden böyle şeyler söylemek zorunda kalmazdım. Zengin sayılmazdık ama babam her zaman ihtiyacımızı karşılayacak kadar para kazanırdı. Babam omuz silkti. “Burayı oldukça ucuza aldık sayılır. İşin çoğunu ben kendim yapacağım, bu da masrafları azaltacaktır.” Elimde olmadan ürkmüş bir halde, “Aman Tanrım!” dedim. Sonra babamla göz göze geldik ve gülmeye başladım. Babam bırakın evin bu büyük tamiratlarını yapmayı, bir ampulü bile zar zor değiştirirdi. Bir an için alınmış gibi göründü ama sonra o da gülmeye başladı. “Gaz ve elektriği halletmesi için birini bulacağım, en azından sana bunu söz verebilirim.” Bana sarıldı. “Bu yerle 11


Ruth Warburton

ilgili çok iyi şeyler hissediyorum, Anna. Senin için çok sarsıcı olduğunu biliyorum, inan biliyorum. Ama gerçekten de burada hayatımızı sürdürebileceğimize inanıyorum. Bir şeyler yazabilirim, sebze yetiştirebilirim. Belki paramız azalırsa buranın bir kısmını pansiyon olarak bile kullanabiliriz? Bu evin muhteşem görünmek için ihtiyacı olan tek şey biraz ilgi!” Biraz ilgi mi? Pisliği, fareleri ve bu yeri –sevimli olmaktan geçtim– en azından yaşanabilir hale getirmek için yapmamız gereken tüm o işleri düşündüm. Sonra babama baktım, onun Londra’daki halini hatırladım. Ardı ardına her gece oturup endişeli yüz ifadesiyle bize bir çıkar yol bulabilmek için o hesapları yaptığı anlar aklıma geldi. “Sanırım,” dedim ve durdum. “Evet?” “Sanırım… Başkaları yapabiliyorsa, sen de yapabilirsin baba.” Fenerimi şömine rafına bıraktım ve ona sımsıkı sarıldım. Sonra bir şey fark ettim. “Hey?” Boğazımı temizlemek için öksürdüm. “Bak.” Şöminenin etrafını kaplayan tozu temizleyip fenerimi daha yakına tuttum. Pisliğin altında kıvrılan sarmaşıklar ve yapraklar vardı. Oysa benim dikkatimi çeken şey bu değildi. Ortalarında üzerinde süslü “W” harfi olan bir taş vardı. “Winterson’ın W’si.” “Şuna bir bak!” dedi babam sevinçle. “Daha çok Winter ya da belki de Wicker Evi’nin W harfi de olabilir. Ama hoş bir işaret. Hadi şimdi gel bakalım.” Beni alnımdan öptü. 12


Kasabada Bir Cadı

“Gidip şu ocakla boğuşalım ve sana biraz çay yapıp yapamayacağımıza bakalım.”

Pazartesi günü yaz tatilinin ilk günüydü. Ama bunu perdelerin altından sızan gri ışıklardan anlamak mümkün değildi. Yorganı çeneme kadar çekerek yatağın içinde uzandım ve ağaçların arasından esen rüzgârın sesini dinledim. Vücudum bir tuhaftı. Sanki kaslarımdaki sinirlerin tamamı gerilmişti. Damarlarımda, çekilen kanımın yerine karbonatlı su yerleştirmişler gibi garip, gıdıklayıcı bir madde dolaşıyordu. On yıl boyunca aynı huzur verici ortamda bulunduktan sonra yeni bir okula başlıyor olmak dehşet vericiydi. Eski okulumun altıncı sınıfında tam kırk kız vardı. Winter Lisesi, onun yanında çok büyük kalıyordu. Ve korkutucu. Ve karma. Tüm bu stresime ek olarak altıncı sınıfta forma giyme zorunluluğu da yoktu. Bu da hayatımda ilk kez okula giderken ne giyeceğimi düşünmem anlamına geliyordu. Güç bela yataktan çıktım ve Ikea gardırobumun kapağını açtım. Dolabım bu büyük ve tonozlu odaya aitmiş gibi durmuyordu. Aynadaki halimi görünce inledim. Bu saçı bana miras bıraktığı için babamı asla affetmeyeceğim. Karışık, simsiyah, başa çıkılamaz ve en küçük fırsatta bozulmaya hazır... Sanırım geri kalanı, yani solgun cildim, mavi-gri gözlerim de annemden geliyor olmalıydı. Bunu bilemezdim. Ama aynadan bana bakan, kesinlikle babamın DNA’sı olamazdı. 13


Ruth Warburton

Elime bir saç fırçası alıp kıvırcıklarımı insanların okulun ilk günü beni işaret edip gülmelerine neden olmayacak bir şekle sokmaya çalıştım. Winter Lisesi’yle ilgili en büyük umudum beni kimsenin fark etmemesiydi. Önümüzdeki iki yılı atlatıp mezun olabilmek benim için yeterliydi. Onlara uyum sağlamayı isterdim ama çılgın saçlarım bana bu konuda yardımcı olmayacaktı. Babam aşağıdan, “Kahvaltı!” diye seslendiğinde saçlarımın sadece yarısını tarayabilmiştim. “Geliyorum!” diye karşılık verdim. Mideme ağır bir taş oturdu.

Kasaba üç kilometre kadar uzaklıktaydı ve babam beni bırakmak için ısrar etmişti. Araba evin önünde, açık alanın ortasındaki geniş kayın ağacının altına park edilmişti. Uzun çimlerin arasından geçerken çiy, kot pantolonumun paçalarını ıslattı. Ormanın derinliklerine bakınca yüksekteki tepelerde yıkık dökük bir yapı görülebiliyordu. Bakışlarımı yakalayan babam, “Orası Winter Kalesi,” dedi. “Tabii şimdi bir harabe ama kuleleri hâlâ görülebiliyor.” Kuleler denizin maviliği karşısında sade ve simsiyah kalıyordu. “Ve bu da senin okula yürürken kullanacağın patika.” Sık ormanın içinden bir çatlak gibi uzanıp ilerideki tepelere kıvrılan siyah, asfalt yolu işaret etti. “Hâlâ denizi görebildiğimize inanamıyorum,” diye karşılık verdim. 14


Kasabada Bir Cadı

Babam, “Kargalara bakılırsa pek de uzakta sayılmayız,” dedi. “Ormandan gitmek daha uzun gibi görünüyor. Her neyse yola çıksak iyi olacak. Okulun ilk gününe geç kalmak istemezsin. Eğer vaktimiz olursa sana balıkçı limanını da göstereceğim. Winter kasabasını seveceksin. Her zaman buranın sevimli küçük bir yer olduğunu düşünmüşümdür.” Anahtarı çevirip motoru çalıştırmasıyla kayın ağacının üzerinden sesten korkan bir grup karga havalandı. Babam manevra yaparken onlar da panik halde gökyüzünde daireler çizdiler ve sonra bizi ormanın yeşil gölgelerine doğru takip ettiler. Yapraklı, kıvrımlı tünelden geçip uçurumlu yolun güneş ışıklarına çıkıncaya kadar peşimizden geldiler. Babam, kaleyi ve Winter’ın banliyölerini geçti. Dar anacaddede okula yürüyen çocukların arasından geçip bir okuldan çok Victoria dönemine ait bir hapishaneyi andıran geniş bir binanın önüne geldik. Winter Lisesi. Çok büyüktü. Winter küçük bir kasabaydı ama yakın kasabaların çocukları da bu okula geliyordu. Sadece altıncı sınıfta bile beş özel öğretmen grubu vardı. Yutkundum, ardından babamın söylediği bir şeye karşılık benden cevap beklediğini fark ettim. “Özür dilerim, baba. Ne demiştin?” “İlk günü atlatmanı kutlamak için akşam yemeğinde özel bir şey ister misin dedim!” Başımı iki yana salladım. Yemek aklımdaki son şeydi. “Bana her şey uyar. Pekâlâ, tamam. Gitsem iyi…” Babam başını salladı ve beni yanağımdan öptü. Kalbim 15


Ruth Warburton

deli gibi atarken arabadan indim. Orada dikilmiş çantamın askılarıyla oynarken ceptelefonum çaldı. Lauren’dan mesaj gelmişti. Merhaba tatlım, merak etme sana bayılacaklar. Aksi halde onlara Nothing Hill’deki bir grup fahişenin hayatlarını cehenneme çevirebileceğini söyle. Bol şans, seni özledim. -L. Evime ve arkadaşlarıma ait bu beklenmedik anı, gözlerimin yanmasına neden olmuştu ama onları öfkeli bir şekilde kırpıştırdım. Yeni okuluma gözlerimde yaşlarla başlamak hiç de iyi bir yol değildi. Yanaklarımı ovuşturup sırtımı dikleştirdim ve oymalı ön kapıdan içeri yürüdüm.

16


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.