Aşktan Başka Her Şey Elin Hilderbrand 1. Baskı: Kasım 2015 ISBN: 978-605-348-832-3 Yayınevi Sertifika No: 12330 Copyright©ELIN HILDERBRAND Bu kitabın Türkçe yayın hakları Onk Ajans aracılığıyla Martı Yayın Dağ. San. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. Baskı Ezgi Mat. Teks. Pors. İnş. San. Tic. Ltd. Şti. Matbaa Sertifika No: 12142 Sanayi Cad. Altay Sok. No: 14 Çobançeşme-Yenibosna/İstanbul Tel: 0 212 452 23 02
MARTI YAYINCILIK Martı Yayın Dağıtım San. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Davutpaşa Cd. Yılanlı Ayazma Sk. No: 8 Zeytinburnu/İstanbul Tel: 0 212 483 27 37 - 483 43 13 Faks: 0 212 483 27 38 www.martiyayinlari.com info@martiyayinlari.com
Orijinal Adı : The Love Season Yayın Yönetmeni : Şahin Güç Çeviren : Deniz Topaktaş Editör : Gamze Büyükkaya Sayfa Tasarımı : Özgür Balpınar Redaksiyon : Merve Akıncı Kapak Tasarımı : Alla Özabat
Her mevsim dostluğuyla yanımda olan Margie Holahan’a...
.
BİRİNCİ BÖLÜM MALZEMELER
19 Ağustos 2006, 06.30 Marguerite nereden başlayacağını bilmiyordu. Yirmi yıl boyunca her yaz akşamında insan dolu bir restoran için yemek pişirmişti; ancak o kristal parlağı sabahta kendi mutfağında, oldukça basit bir görev için –akşam yedi buçukta iki kişilik akşam yemeği– bulunuyordu ve nereden başlayacağını bilmiyordu. Zihni, frenleri tutmayan bir bisikletin pedalları gibi dönüp duruyordu. Candace oraya geliyordu; hem de onca yıldan sonra. Marguerite hemen kendini düzeltti. Candace değil. Candace ölmüştü. Renata geliyordu. Bebek. Kahve kupasını dudaklarına götürürken Marguerite’in elleri titredi. Büyükbabasından kalma saat her on beş dakikada bir yaptığı gibi çaldı; ancak bu kez Marguerite sesle yerinden sıçradı. Marguerite saatin içinde, elinde iki büyük zil tutan küçük bir maymunun kendisine seslendiğini hayal etti. Marguerite! Dünyaya dön, Marguerite! 9
Elin Hilderbrand
Marguerite kıkırdadı. Ben yaşlı bir kurdum, diye düşündü. Bir liste yapmakla başlayayım.
O malum telefon bir gece önce, saat on birde gelmişti. Marguerite yatağına uzanmış, Hemingway okuyordu. Her ne kadar Marguerite bir zamanlar yemeğe takıntılı olsa da –tarla domatesleri, kuzu kol ve çiftlik peyniri, tezgâhta hâlâ zıplayan balıklar, yumurta, çikolata ve siyah trüf, kaz ciğeri ve az bulunur beyaz şeftaliler– artık sahiden zevk duyduğu tek şey okumaktı. Nantucket sakinleri, Quince Caddesi’ndeki evinde inzivaya çekilmiş, meraklı gözlerden kaçınan Marguerite’in bütün gün ne yaptığını merak ederdi. Ah evet, Marguerite bundan emindi. Her zaman çamaşır, bulaşık, bahçe ve her cuma Calgary gazetesine makale yazmak gibi işleri olsa da cevap aslında her zaman aynıydı: Okuyordu. Marguerite bir seferde üç kitap okurdu. İçindeki şef burada kendini gösteriyordu. Bir başka deyişle, ocakta her zaman birden fazla tencere kaynar. Sabahları çağdaş kurgu kitapları okurdu, lakin epey seçiciydi. Philip Roth, Penelope Lively severdi. Kural gereği, elli yaş altı kimseyi okumazdı. Hem zaten gençler ona bilmediği neyi anlatabilirdi ki? Öğleden sonraları kendini biyografiler ya da çok ağır olmamak şartıyla Avrupa tarihi kitaplarıyla meşgul ederdi. Akşamlarıysa klasiklere rezerve edilmişti ve o telefon çaldığı sırada Marguerite, Hemingway okuyordu. Gece geç saatler için Hemingway biçilmiş kaftandı çünkü cümleleri netti ve anlaması kolaydı. Yine 10
Aşktan Başka Her Şey
de Marguerite birkaç sayfada bir duraksayıp, sadece bunu mu kastediyor? Başka bir anlamı da olabilir mi? diye kendine soruyordu. Bu güvensizliğin sebebi, düzgün bir üniversite yerine Aşçılık Enstitüsü’ne gitmesinden kaynaklanıyordu ve Porter’la geçirdiği bütün o yılların da pek yararı dokunmamıştı. Porter öğrencilerine, eğitimle kendinizin en iyi arkadaşı olursunuz, demekten hoşlanırdı ve Marguerite’i Gastronomi Ansiklopedisi dışında bir şey okumaya ikna etmek için de aynı sözleri kullanırdı. Şimdi görse nasıl da gurur duyardı. Telefon, birkaç saniye önce çalan saat çanı gibi Marguerite’in ödünü koparmıştı. Marguerite nefesini tutmuş, kitap da elleri arasından kayıp yere, kaburgası kırık bir insan gibi sayfalar altta kalacak şekilde düşmüştü. Marguerite komodindeki saati el yordamıyla aradığı sırada, çevirmeli telefon düzensiz ve mekanik iniltisini sürdürmüştü. Saat on birdi. Marguerite son on iki ayda aldığı telefonları tek tek sayabilirdi: Calgary gazetesindeki editör asistanından bir-iki arama, her bahar Aşçılık Enstitüsü’nden bağış isteği araması, doğum günü olan 3 Kasım’da Porter’ın telefonu. Hiçbiri de onu gece on birde aramayı aklına bile getirmezdi. Porter sarhoş bile olsa (sonradan evlendiği çekici öğrencisiyle ayrılmış bile olsa) Marguerite’i o saatte aramaya cesaret edemezdi. Demek ki yanlış numaraydı. Marguerite açmamaya karar verdi. Telefonunu bu sefaletten kurtaracak bir sesli mesaj sistemi yoktu maalesef; o yüzden telefon ağlayan bir bebek ısrarcılığında çaldı da çaldı. Sonunda Marguerite telefonu açtı ama 11
Elin Hilderbrand
önce boğazını temizledi. Arada sırada, bir hafta boyunca kimseyle konuşmadığı olurdu. “Efendim?” “Papatya Teyze?” Karşıdaki ses sakin ve neşeliydi. Arkadan da başka sesler geliyordu; konuşan insanlar, caz müzik, bardak ve tabakların o bilindik şakırtısı, bir restoran olabilir miydi? Marguerite başının döndüğünü hissetti. Bir de şu lakap vardı: Papatya. Sadece üç kişi ona böyle seslenmişti. “Evet?” “Ben Renata.” Beklenmedik bir duraksama yaşandı. “Renata Knox.” Marguerite’in bakışları odanın karşısındaki masaya yöneldi. Üzerinde Renata Knox’un e-posta adresi yazılı duruyordu. Marguerite her gün internette dolaştığı sırada, kâğıdı utana sıkıla eline alırdı ama bir mesaj bile göndermemişti. Ne yazacaktı ki zaten? Sıradan bir merhaba anlamsız olurdu, daha fazlası da tehlikeliydi. Marguerite’in bakışları masasından dolabına kaydı. Dolabının üzerinde iki tane değerli çerçeve duruyordu. Her hafta çerçevelerin tozunu dikkatle alırdı ama orada fazla oyalanmazdı. Yıllar önce fotoğraflar zihnine kazınmıştı zaten. Fotoğrafları, Paris’teki altıncı bölgeyi ya da suflenin derecesini nasıl biliyorsa öyle ezberlemişti. Fotoğrafların birinde Marguerite ve Candace, Renata’nın vaftizi sırasında Les Parapluies’deydi. O fotoğrafta Marguerite, vaftiz kızı Renata’yı kucağında tutuyordu. O anı nasıl da iyi hatırlıyordu. Dan’in yeni doğmuş kızını kucağından bırakması 12
Aşktan Başka Her Şey
için bir şişe Veuve Clicquot şarabı ve birkaç kadeh otuz yıllık Porto şarabı içmesi gerekmişti. Bebeği bırakınca da Candace, bebeği kucaklamıştı. Etraflarındaki parti hızla devam ederken Marguerite batı tarafındaki banklarda Candace’le beraber oturmuştu. Marguerite bebekler ya da emzirme hakkında çok az bilgi sahibiydi. Her gün insanları besliyordu ama çok az şey, Candace’i kızını beslerken izlemek kadar büyüleyiciydi. Candace işini bitirdiğinde, bebeği geğirene kadar omzuna yaslayıp sırtını sıvazladı. Sonra da Candace, bebeği gelişigüzel biçimde Marguerite’e uzattı; sanki bir somun ekmeğini uzatıyordu. Git de vaftiz annenle tanış bakalım, dedi Candace, bebeğe. Vaftiz anne, diye düşündü Marguerite. O andan önce bir kilisede bulunduğu son sefer de Candace ve Dan’in düğünü içindi, ondan önce de Porter’la tanıştığı yıl Paris’teki NotreDame Katedrali’ne gitmişti. Yani vaftiz anne kavramına daha çok peri masallarından aşinaydı. Marguerite, bebeğin emme eylemini hâlâ sürdürmekte olan küçük, pembe ağzına baktı ve, sana ilk salyangozunu ben pişireceğim. İlk şampanyanı bardağa ben koyacağım, diye düşündü. “Papatya Teyze?” dedi Renata. “Evet, canım,” dedi Marguerite. Zavallı kız, Marguerite’in adalıların dediği kadar deli olduğunu düşündü muhtemelen – kendini sakatlama, psikiyatri biriminde geçen aylar, restoranını bırakma– ya da daha kötüsü, Marguerite’in onu tanımadığını sandı. Halbuki onu ve annesini her gün düşündüğünü bilse nasıl 13
Elin Hilderbrand
da şaşırırdı. Anılar Marguerite’in damarlarından akıp geçti. Yeter artık! diye düşündü Marguerite. Kız beni aramış, telefonda bekliyor! “Affedersin tatlım. Biraz şaşırdım da.” “Uyuyor muydun?” diye sordu Renata. “Saat epey geç.” “Hayır,” dedi Marguerite. “Uyumuyordum. Yatağa uzanmış kitap okuyordum. Neredesin tatlım? Okulda mısın?” “Üç hafta daha okulum yok,” dedi Renata. “Ah, doğru ya,” dedi kadın. “Benim aptallığım.” Marguerite şimdiden, sanki aralarındaki diyalog, gezdirmeyi kabul ettiği bir köpekmiş de tasmasına asılıp kadını çekiştiriyormuş gibi hissetti. Aylardan ağustostu, Renata okula döndüğünde ikinci sınıf mı olacaktı? Marguerite o son seferde lise mezuniyeti için Renata’ya beş bin dolar göndermişti; aşırı bir miktardı ama parasını başka neye harcayacaktı ki? Renata okulu birincilikle bitirmişti, Yale ve Stanford’a kabul aldığı halde Columbia’ya karar vermişti. Porter da orada tarih bölümünün kürsü başkanlarındandı. Renata bozuk bir yazı ve pek çok ünlem işaretiyle dolu bir teşekkür notu göndermişti, Dan de ofisinden yazdığı belli bir not karalamıştı. Her zaman olduğu gibi Margo, çok fazla şey yapıyorsun. Umarım iyisindir. Marguerite aslında Dan’in teşekkür etmediğinin farkına varmıştı ama bunu beklemek de fazla olurdu zaten. Bunca yıldan sonra Dan onu hâlâ affetmemişti. Muhtemelen parayı suçluluk sebebiyle gönderdiğini sanmıştı, halbuki Marguerite sevgiyle göndermişti. “Neredesin peki?” diye sordu kadın. Yılbaşı mektubunda Dan, Renata’nın edebiyat derslerine tutkusunu, kayıt ofi14
Aşktan Başka Her Şey
sindeki işini ve oda arkadaşını yazmıştı fakat yaz tatili planlarından söz etmemişti. “Burada, Nantucket’tayım,” dedi Renata. “21 Federal Caddesi’ndeyim.” Marguerite aniden ateşlendiğini hissetti, alnından ve koltuk altlarından ter süzülüyordu. Halbuki menopozu Clinton yönetimi sırasında bir ara sona ermişti. “Sen, burada mısın?” dedi Marguerite. “Hafta sonu için. Pazara kadar. Nişanlımla birlikteyim.” “Neyinle?” “İsmi Cade,” dedi Renata. “Ailesinin Hulbert Caddesi’nde evi var.” Marguerite yazlık pikesinin saten kenarını çekiştirdi. On sekiz yaşında nişanlı mı olurdu? Ve Dan buna izin mi vermişti? Çocuk zengin olmalı, diye düşündü alaycı biçimde. Hulbert Caddesi. Yine de daha bu yaşta Dan’in Renata’yı gönderdiğine inanamıyordu. İnsanlar kökten değişimleri böyle ani yaşamazdı. Daniel Knox, küçük kızına her zaman takıntıyla bağlı bir baba olacaktı. Kızını paylaşmaktan asla hoşlanmamıştı. Kadın, Renata’nın cevap beklediğini fark etti. “Anladım.” “Ailesi senin hakkında her şeyi biliyor,” dedi Renata. “Eskiden senin restoranında yemek yerlermiş. En iyisi olduğunu söylüyorlar. Özlediklerini de.” “Ne hoş,” dedi kadın. Cade’in ailesinin kim olduğunu merak etti. Müdavimlerden mi yoksa yazda bir kere gelenlerden mi? Marguerite isimlerini ya da yüzlerini hatırlayabilir miydi? Ne bildikleri ya da neyi bildiklerini sandıkları hak15
Elin Hilderbrand
kında Renata’ya bir şey söylemişler miydi? “Seni görmek için yanıp tutuşuyorum,” dedi Renata. “Cade de seninle tanışmak istiyor ama ona yalnız gitmek istediğimi söyledim.” “Elbette canım,” dedi Marguerite. Kadın yatakta duruşunu dikleştirdi, tıpkı altmış yıl önce bale dersinde Madam Verge’ün, öğrencilerden kafalarından tavana bağlı kablolar olduğunu hayal etmelerini istediği zamanlardaki gibi. Çeneler yukarı, mes choux!* Marguerite öyle mutluydu ki uçabilirmiş gibi hissetti. Kalbi hızla çarpıyordu. Renata orada, Nantucket’taydı ve Marguerite’i görmek istemişti. “Yarın akşam gel. Akşam yemeğine. Olur mu?” “Elbette!” dedi Renata. “Saat kaçta gelmemi istersin?” “Yedi buçuk,” dedi Marguerite. Les Parapluies’de bar her akşam altı buçukta açılır ve yemek servisi yedi buçukta başlardı. Marguerite yıllar boyunca pek az istisnayla ve kâr gütmeksizin restoranı bu çizelgede işletmişti. “Orada olacağım,” dedi Renata. “Beşinci Quince Caddesi,” dedi Marguerite. “Bulabilecek misin?” “Evet,” dedi Renata. Arka tarafta bir kahkaha koptu. “O zaman yarın akşam görüşürüz Papatya Teyze, değil mi?” “Evet,” dedi kadın. “İyi geceler canım.” Böylece Marguerite ağır, siyah ahizeyi yuvasına koydu ve düşündü. Sadece onun için. Marguerite on dört yıldır hiç yemek pişirmemişti. -----------------------------------------------------* (Fr.) Benim bebeklerim. (ç.n.)
16