TOZ - ÖN OKUMA

Page 1


Toz Sam Hawksmoor 1. Baskı: Şubat 2016 ISBN: 978-605-348-916-0 Yayınevi Sertifika No: 12330 Copyright©SAM HAWKSMOOR Bu kitabın Türkçe yayın hakları, Hodder Children's Books aracılığıyla Martı Yayın Dağ. San. Tic. Ltd. Şti.’ne aittir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. Baskı İlhan Ergül Matbaası Davutpaşa Çifte Havuzlar Yolu No: 8/A Zeytinburnu / İst. Sertifika No: 29030 Tel: (0212) 674 37 23

MARTI YAYINCILIK Martı Yayın Dağıtım San. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Davutpaşa Cd. Yılanlı Ayazma Sk. No: 8 Zeytinburnu/İstanbul Tel: 0 212 483 27 37 - 483 43 13 Faks: 0 212 483 27 38 www.martiyayinlari.com info@martiyayinlari.com

Orijinal Adı : The Repossession Yayın Yönetmeni : Şahin Güç Çeviren : Eda Aksan Editör : Gamze Tuncel Demir Sayfa Tasarımı : Özgür Balpınar Redaksiyon : Zerrin Özalp Öztarhan Kapak Tasarımı : Filiz Odabaş



.


SPURLAKE GAZETESİ TOPLUM HABERLERİ Spurlake/Cedarville bölgesinde iki yıl içinde otuz dört çocuk kayboldu. Yeterince dikkatli misiniz? Bir gencin başının dertte olduğunu gösteren işaretlerin farkında mısınız? Çocuğunuzun okuldan sonra nereye gittiğini biliyor musunuz? Yardıma mı ihtiyacınız var? Akşam yedide, Fir ve Geary caddeleri arasındaki Princeton Parkı’nda, Rahip A.C. Schneider’ın yönetiminde yapılacak kasaba toplantısına gelin. Belediye Başkanlığı önerilerde bulunacak ve birlikte dua edilecektir. Tüm endişeli aileler davetlimizdir.


BU ÇOCUĞU GÖRDÜNÜZ MÜ? Denis Malone Doğum tarihi: 8 Ağustos 1996 Kayboluş tarihi: 16 Ekim 2009 Cinsiyet: Erkek Irk: Kafkas Saç rengi: Kahverengi Göz rengi: Mavi/Yeşil Boy: 146,3 cm Kilo: 40,8 kg Kaybolduğu yer: Spurlake Olası neden: Kaçırılma

BİLGİ SAHİBİ OLANLAR AŞAĞIDAKİ ADRESLE İRTİBATA GEÇEBİLİRLER Kanada Kraliyet Atlı Polisi Uluslararası Kayıp Çocuklar Servisi Ücretsiz Hat: 1-555-318-3576 Telefon: (555) 993-1525 Faks: (555) 993-5430


1 MUNBY KIZI Altı hafta, dört gün, on altı saat ve yirmi dakika önce hapishane kapısı Genie’nin üzerine kapandı. Okul yaz tatiline gireli yedi hafta oldu. Tanrı onu bu odaya hapsetti ama onu buradan kurtarmak için duadan daha fazlası gerekiyor. Tanrı’ya karşı nasıl dua edebilirsiniz ki? Rahip Schneider yılan yağı sürülmüş o saçlarıyla her gün geldi ve Genie’nin ruhu için dua etti. Adeta engizisyon mahkemesinin en büyük üyesi olan annesi, Genie’yi uyuşturmuş; o ve rahip birlik olup Genie’yi, demir parmaklıklı bir hapishane kapısı taktıkları bu odaya taşımışlardı. Söylediklerine göre bu, onun iyiliği içindi. Şeytan onu ele geçirmiş, onu almış, ona sahip olmuştu. Bu büyük yüce rahip onu temizleyecek, içindeki şeytanı çıkaracaktı. Özgür Ruh Kilisesi bu işi sağlama almak için bir dindar ordusu gönderecekti. Genie Magee’nin kısa yaşamında bu felaketi hızlandıran üç temel olay olmuştu. Acımasız bir mantıkla ilerlemişlerdi

7


Sam Hawksmoor

ve Genie’nin onları engellemek için yapabileceği hiçbir şey yoktu. Genie’nin hesaplarına göre birinci ve en önemli olay, lisenin ilk yılında Rian Tulane’e âşık olduğunu fark etmesiydi. On beş yaşında, muhteşem gözleri ve çarpık bir gülüşü olan * Rian, Genie’nin kalbinin bir kolibri gibi pır pır atmasına neden oluyordu. Rian, sessiz, sakin, biraz içine kapanık ve o yıl en iyi notları alan bir çocuktu. Hiç kimse ona sataşmazdı, herhangi bir sorun yaşamadan ve lakap takılmadan bir inekle sohbet edebilir, onlardan biri olmadığı halde havalı sporcu tayfasıyla gülüp şakalaşabilirdi. Ona sadece uzaktan bakarak zihninde çok fazla şey olduğunu anlayabilirdiniz. Şimdiden hangi üniversiteye gideceğini planlamıştı ve dersleri gerçekten ciddiye alıyordu. Tabii kendisini daha normal göstermek için buz hokeyi takımına girmeyi denedi ama onu reddetmeleri için bir deneme maçı yetmişti. Genie tribünlerden bu oyunu izlemiş, Rian oyundan sonra soyunma odasına doğru giderken onu rahatlatmak için birkaç kelime söylemişti. Rian da gerçekten durup onu dinlemişti. Yaşamı boyunca Genie’ye bir tek kelime etmemiş olsa da, orada keyifsiz ve mutsuz bir halde dikilmişti. Genie’nin ona söyleyecekleri vardı. “Bence seni takıma almaları gerekirdi. Gerçekten de çok hızlıydın.” Rian omuz silkti. “Bu utanç verici durumuma hiç kimsenin tanık olmasını istemezdim ama teşekkürler, Genie,” dedi. “Sanırım yeterince hızlı değildim, ha?” Şişmeye başlayan morluklarını işaret etti. Oyun sahası gerçekten de vahşi -----------------------------------------------------* Kanatlarını çok hızlı çarptığı için havada asılı duran küçük bir kuş türü, sinekkuşu. (e.n.)

8


Toz

bir yer olmuştu. Erkekler ve sopaları. “Sanırım basketbol bana daha iyi gelecek, en azından hiç kimse ölümcül bir silah taşımıyor.” Rian, Genie’ye gülümseyerek arkasını döndü, üzerini değiştirmeye gitti. Gülümseyişinin Genie üzerindeki müthiş etkisinden kesinlikle haberdar değildi. Genie bir süre daha orada kaldı ve bu durumun göründüğü kadar aptalca olmamasını diledi. Dışarı çıktığında büyük bir olasılıkla yanından geçip gidecekti. Ama Rian sonunda dışarı çıktığında, utangaç bir şekilde gülümsedi. Genie’nin onu beklemiş olmasına gerçekten de şaşırmıştı. O öğ- leden sonra yağan yağmurun altında Genie’nin evine kadar birlikte yürüdüler. Genie, Rian’ın da kendisinden hoşlandığını fark etti. Rian, sınıfta onun tarafından izlediğini anlamıştı ama bir şey söyleyemeyecek kadar utangaçtı. Oysa bugün bir şeyler farklıydı. Genie’nin buz pistinde olması önemli bir şeydi. Ayrıca Genie, takımın Rian’ı reddetmiş olmasını umursamıyordu. Birlikte birçok derse girmişlerdi ve şu ana kadar tek kelime etmemiş olmaları aptalcaydı. Başka bir şey konuşmadan yürümeye devam ettiler. Ama o eylül akşamı Rian, Waterfall ve Fraser caddelerinin kavşağında Genie’nin elini tuttuğunda birbirlerine âşık oldular. Ortada bir tek öpücük bile yoktu. Ama Genie biliyordu. O andan itibaren Rian, her sabah onu Fraser’ın köşesinde bekledi. Birlikte okula yürüdüler ve öğleden sonra eve döndüler. Birlikte ellerinden geldiğince çok zaman geçirdiler. Rian ona kitap setleri verip okumasını istediğinde, öğrendikleri konular üzerine tartıştıklarında bile Genie, onun istediklerini 9


Sam Hawksmoor

yerine getirdi. Böylece notları yükselmeye başladı. Düşük notlar alan o aptal kızdan zeki kıza geçiş yapmıştı. Bu da yalnızca okuduğu kitaplar sayesinde olmuştu. Eski okul arkadaşları da bu değişimi kabul etmek zorunda kalmışlardı. Genie artık “eğlenebilecekleri” bir kız değildi. Bugüne kadar eğlenmesine asla izin verilmediği için Genie bunu biraz tuhaf buluyordu. Annesinin evindeki kural buydu; sadece okula gidecek ve eve gelecekti. O kadar çok çocuk kaybolmuştu ki artık son zamanlarda çocuklara elektronik izleme cihazları takmaktan bile söz eder olmuşlardı. * Spurlake’te salgın halindeki metamfetamin kullanımı yüzünden öğrencilerin okulu bırakmaları, aileleri zaten yeterince endişelendiren bir durumdu. Şimdi de çocukların tamamen ortadan kaybolmasından korkuyorlardı. Genie’nin annesi onu pek düşkün olmasa da, kızının kaçırılmasını istemediği açıktı. İşte bu yüzden eve dönerken bir yere uğramak, arkadaşlarını ziyaret etmek, DQ’ya takılmak ve partilere gitmek kesinlikle yasaktı. Hiçbir şeye izin yoktu. Özgür Ruh Kilisesi tüm bunları yasaklamıştı ve Genie kiliseye pek gitmese de, Tanrı’nın kurallarına uymak zorundaydı. Tanrı’nın ona hitap etmeyen kurallarına. Tabii doğal olarak annesine Rian’dan da hiç söz etmemişti. Ne de olsa Tanrı gerçek bir erkek arkadaşı olmasını da ona yasaklamıştı. Bir cumartesi günü, öğle yemeğini hazırladığı sırada o ölümcül an geldi. Genie annesine döndü, “Büyükannem öldü. Biraz önce. Bunu biliyorum,” dedi. Bu sıradan, güneşli bir gündü. Ama sanki annesinin kal-----------------------------------------------------* Uyarıcı ve halüsinasyon özelliği olan, sentetik bir madde. (ç.n.)

10


Toz

bine bir yıldırım düşmüştü. Ona bağırmaya, korkunç şeyler söylemeye başladı ve yaşama karşı saygısızlık ettiği için odasına gitmesini söyledi. Gerçekten de, bir saat sonra Hope’taki klinikten büyükannenin öldüğünü bildiren bir telefon geldi. Cooper’s Food dükkânında yığılıp kalmıştı, kalbi durmuştu. Genie’nin annesi çılgına döndü. Onu, Genie’nin öldürdüğünü iddia etti. Ne de olsa her zaman büyükannesinden nefret etmişti; onu öldürmesi için şeytani ruhlarını göndermiş olacaktı. Bu sözler Genie için daha da şaşırtıcıydı çünkü annesi ve büyükannesi neredeyse hiç konuşmazdı. Onu eski tren yolunun yakınındaki kütük evinde sadece üç ya da dört kez ziyaret etmişlerdi. Büyükannesi turuncu renkli, terk edilmiş CNR* vagonundan bozma bir yerde fal bakarak geçiniyordu. ** Kızılderili kilimleri, rüzgâr çanları, sedir ağacından yapılmış sepetler ve tarihleri yüzlerce yıl öncesine dayanan sanatsal objeler, 1917’de inşa edilmiş bu vagonu sihirli bir yere dönüştürmüştü. Munby büyükanne de yarı yarıya Stó:lō kabilesinden sayılırdı. Her zaman bunun iyi yarısı olduğunu söylerdi. Bu kör hat üzerindeki tren seferleri otuz yıl önce durmuştu. Büyükannesi bir bahar günü onu paslı tren yolunda yürüyüşe çıkarmış, birlikte rayların etrafında yetişen yabani çiçekleri toplamışlardı. Büyükannesi neredeyse her çiçeğin adını ve faydasını biliyor gibiydi. Mührüsüleyman otu (karacaot ile karıştırılmamalıydı), yakıotu, kırmızı çayır üçgülü (parlak, kırmızı çiçekleri savaş boyaları için kullanılırdı), eğreltiotu, çayır pa-----------------------------------------------------* İng. Canadian National Railway – Kanada Ulusal Demiryolları, (ç.n.) ** Kanada’da yaşamış Kızılderililer. (ç.n.)

11


Sam Hawksmoor

patyası gibi birçok çiçeği ve otu tanıyordu. Genie bu çiçeklerin isimlerini öğrenmeyi ve büyükannesinin tuhaf kütük evini seviyordu. Umutsuzca kendi falına bakılmasını istemiş ama annesi bunu yasaklamıştı. Büyükannesinin evi tüyler, ne olduğu anlaşılmayan tuhaf objeler, nehrin kenarında bulduğu altın damarlı taşlar, sallanan kristallerle doluydu. Dışarıdaki hafif meltemde neredeyse elli rüzgâr çanı sallanırdı. Büyükannesi bir rodeo kraliçesi gibi giyinirdi, yüksek sesle konuşur ve kahkahalar atardı. Ev yapımı şarap ve puro içer, asla hiçbir şeyden utanmazdı. O gün Genie’nin elini sımsıkı tutmuş ve ona çok özel ve eşsiz olduğunu söylemişti. Sahip olduğu yetenekten asla korkmamalıydı. Genie o zamanlar büyükannesinin ne demek istediğini anlayamamıştı. Annesi bu konuda konuşmasına asla izin vermez, hatta elinden gelse büyükannesinden asla söz etmezdi. Sanki ondan utanıyor gibiydi. Genie, büyükannesinin boynundaki büyük kırmızı yakutu, onun yanındayken kendini ne kadar sıcak ve güvende hissettiğini hatırlıyordu. O, soğuk yapılı, endişeli annesinin tam da tersiydi. Ama artık büyükannesi ölmüştü ve bu tamamen Genie’nin suçu gibi görünüyordu. Annesi, Genie’nin ruhu için dua etmek üzere koşarak Rahip Schneider’ın kilisesine gitmişti. Kendi büyükannesini öldüren şeytani kızına yardım etmesi için dua etmeliydi. Bu olay bir yığın çılgınlığın başlangıcı oldu. Genie’nin cenazeye gitmesi yasaklandı. Ardından, geceleri kiliseden insanlar gelmeye, oda kapısının önünde diz çökerek ruhu için dua etmeye başladı. Genie ilk başlarda eğleniyordu. Dünyada 12


Toz

annesinin yanı sıra bu kadar çok çılgın insan olabileceğine inanamıyordu. İçlerinden en çılgın olanıysa arkaya doğru taranmış saçları ve itici bıyıklarıyla Rahip Schneider’dı. Kadınlara her şeyin içinde şeytanı görmeyi öğretmişti. Kasabadan her çocuk kaybolduğunda, Özgür Ruh Kilisesi, ailesinin evinin önünde toplanıp çocuğun sağ salim eve dönmesi için dua ederdi. Üstelik çocukları kaybolan aile istese de istemese de bunu yaparlardı. Genie’nin annesi şeytanın kızını almaya geleceğini söyleyip duruyordu, yani Genie’yi. Şeytanın Genie’yi “gelin”i olarak almasından korkuyordu. Şeytanın on beş yaşındaki gelini, Genie’yi. Bazı günler Genie, şeytanın gelip onu alması için adeta sabırsızlanıyordu. Ne olursa olsun, bu çılgın evde yaşamaktan çok daha iyi olacağı kesindi. Bu çılgın dünyada aklını yitirmemesini sağlayan tek şey, tüm bu saçmalıklar başlamadan önce onun elini sımsıkı tutan ve işler kötüye gittiği takdirde onu oradan çıkartacağına içtenlikle söz vermiş olan Rian’dı. Onu öptüğünde Genie, uzay boşluğuna doğru kayıp gittiğini hissetmişti. Rian her zaman buna çok gülerdi. Mutluluktan uçtuğu anı görür, onu sımsıkı tutar ama bir yandan da içgüdüsel olarak bunun Genie’nin mutlu olma biçimi olduğunu bilirdi. Bazen bu trans hali on dakikayı bile bulabilirdi, ama zaten Rian, Genie’yi bu yüzden seviyordu. Kendisine bu şekilde sonsuz güven duymasına hayrandı. Ona karşı derin bir sevgi duyuyor ancak her gün saat beşte eve bırakması gerektiğini, aksi halde sorun yaşanabileceğini de iyi biliyordu. Dokuz ay 13


Sam Hawksmoor

boyunca bir tek gerçek randevuları olmamıştı. Ne bir filme ne de buz patenine gidebilmişlerdi. Genie’nin bir şeyler yapmasına asla izin verilmiyordu. Ama bu Rian’ın umurunda değildi. Her gün orada olduğu, sıcak elini tutabildiği ve evden okula giden yolu yürüdükleri sürece mutluydular. Rian yaşamının geri kalanını onunla geçirmeyi planlıyordu. Genie de öyle. Alay konusu olmaktan korktukları için birbirlerine bundan söz etmeseler de, ikisi de aynı şeyi düşünüyordu. Okulun son günü Rahip Schneider, odasına demir parmaklıklı bir hapishane kapısı taktı. Bayan Magee’ye şeytanın kendisine bir mesaj gönderdiğini söylemişti. Bu mesaj onu derinden üzmüş, kalbinde korkunç bir yara açmıştı. Şeytan ona Genie’nin ele geçirildiğini söylemişti. Şeytanın bir sonraki alacağı kişi oydu. Bu olaydan bir gün sonra annesi çılgına dönmüş bir halde Genie’yi odasına hapsetti. İlk iki hafta boyunca onu yirmi dört saat gözetim altında tutup içindeki şeytanı çıkartmak için korkunç şeyler haykırdılar. Dizüstü bilgisayarını, ceptelefonunu, eskiz defterini ve kalemlerini aldılar. Genie’nin tek eğlencesi, bir şeyler karalamaktı ve artık o bile şeytan aleti sayılmıştı. İlk gün Genie umutsuzca camdan kaçmayı denedi ama onun da dışarıdan çivilenmiş olduğunu gördü. Bir gün sonra tedbiri arttırıp cama demir parmaklık taktılar. Fanatik kadınlar kapısının önüne gelip ona tükürüyor, küfürler savurarak bağırıyorlardı. Kadınlardan biri yemek getirdiği sırada Genie’nin kolunu yakalayıp kızgın bir haçla Genie’nin çıplak kolunu dağlamaya çalıştı. Yüzüne karşı, “Şeytanın fahişesi!” 14


Toz

diye bağırıyor, bir cadı gibi yakılması gerektiğini söylüyordu. Genie sert bir hareketle kadından kurtuldu, intikam almak istediği halde parmaklıklar ona engel oldu. Bir hafta boyunca yarasını iyileştirmeye çalıştı ve iz kalmamasını umut etti. Elinde olmadan bunu kişisel algılıyordu. Dua edenlerin yüzlerindeki nefreti görüyor, sözde “Hıristiyan” bir insanın, haykırdığı bu sözlere nasıl olup da inanabildiğini aklı almıyordu. İçlerinde şeytanı gören var mıydı? Hayır. Peki ya Rahip Schneider? Bundan gerçekten şüpheliydi. Ama Genie, onların yüzlerinde şeytanı her gün görebiliyordu. Hepsinin gözlerinden adeta yılanlar çıkıyordu ve Genie daha önce hiç böyle şeytani bir şey görmemişti. Tüm bunların nedeni, sadece büyükannesinin öldüğünü her nasılsa bilmiş olmasıydı. Bu onun hatasıydı. Yani annesine söylemek. Büyükannesinin yere yığılan görüntüsü gözlerinin önüne gelmiş, şaşkınlık içinde bu duyguyu bastırmayı akıl edememişti. Oysa bu ilk kez olmuyordu. Altı yaşındayken yan komşularının Doberman cinsi köpeği Henry’nin ölmek üzere olduğunu da bilmişti. Henry ona, “Ben gidiyorum. Seni özleyeceğim,” demişti. Genie bundan hiç kimseye söz etmemişti. Bir köpeğin konuşabilmesi bir yana, ne zaman öleceğini bildiğine kim inanırdı ki? Rian’ın tehlikede olduğunu da bilmişti. Bir haftalığına amcasıyla birlikte Kamloops’a gitmesi gerektiğini ve orada bir kaza olacağını bilmişti. Rian’ın sahte bir grip bahanesiyle kalmasını istemişti. Rian başlangıçta neler olduğunu anlamamıştı. Genie’nin bu isteğiyle zaten her şeyin çok hassas olduğu ilişkilerini zorlamaktan da çekinmişti. Ama 15


Sam Hawksmoor

Rian tıpkı onun dediği gibi hasta numarası yapmış ve amcası da tek başına gitmek zorunda kalmıştı. Amcası sağ salim Kamloops’a varınca Rian, bu yüzden Genie’ye birkaç gün kızmıştı. Ama pazartesi sabahı annesi ceptelefonundan aradığında çılgına dönmüştü. Dönüş yolunda, tam da Spuzzum’ın çıkışında amcasının arabasına bir kamyon çarpmış ve amcası ölmüştü. Rian şoktaydı. Eğer gitmiş olsaydı o da aracın içinde olacaktı. Genie bu konuda tek kelime bile etmemiş ve bunu hiç konuşmamışlardı. Çünkü Rian bu tür konulardan biraz korkuyordu. Ama onun bakmadığı bir sırada Genie’nin defterine, “Hayatımı kurtardığını asla unutmayacağım,” yazmıştı. Bu Genie için yeterliydi.

Genie, altı hafta, dört gün, on altı saat ve kırk dakikadır ve görünüşe bakılırsa yazın geri kalanında odasında hapisti. Onu besliyor, parmaklıkların arasından güçlükle yemek veriyorlardı. Genie çoğunu bırakıyordu. Çok kilo vermişti. Bu başlarda çok harika bir şeydi çünkü kilo vermesi gerektiğini biliyordu. Oysa artık çok zayıflamıştı ve odasına asla güneş girmediği için solgun olduğunu biliyordu. Neyse ki küçük bir banyosu vardı. Sadece sıkıntıdan, eskisinden çok daha fazla banyo yapar olmuştu. Televizyonu yoktu çünkü anlaşılan, şeytan iletişim ağlarından yararlanıyordu. Rian, annesinin bir tek bu konuda haklı olduğunu söyleyip oldukça çok eğlenmişti. Sahip olduğu tek şey sadece eski bir transistörlü rad16


Toz

yoydu. Ne yazık ki annesinden çok daha kötü bağırıp çağıran öfkeli bir sunucunun kanalına ayarlanmıştı. Spurlake’teki her şey nefret saçmakla ilgili gibi görünüyordu. Bir adam, “Çocuklarımıza uyuşturucu satan o canavarlar için darağacını geri getirelim! Eski zamanlarda halkın birkaç meşaleyle evinde güvenle yaşadığı o günlerin nesi kötüydü ki?” diye bağırıyordu. Bu radyo sayesinde linç etmeye yatkın ayaktakımıyla ilgili çok daha fazla şey öğreniyordu. Kendisi için ne zaman geleceklerini merak etmeye başlamıştı. Cadıları yakıyorlardı, öyle değil mi? Kanını akıtmak için haykıran öfkeli kalabalığı, caddenin aşağısına yönlendiren annesini hayal edebiliyordu. Radyonun pili bittiğinde çok mutlu olmuştu. Okulun başlamasına fazla zaman kalmamıştı. Büyük olasılıkla o zamana dek annesi kadar çıldırmış olacağını tahmin edebiliyordu. Dua eden kadınların da haykırdığı gibi o da çoğu zaman kendi canına kıyıp kıymaması gerektiğini düşünmüştü. Böylece şeytan onu ele geçiremeyecekti, en azından “canlı” bir haldeyken. Bunu takıntı haline getirmiş gibiydiler. Genie aslında bu kadınların çoğunun kocaları bakmadığı sırada şeytan tarafından gerçekten ele geçirilmek istediklerini fark etmişti. Seçilen kendisi olduğu için neredeyse ona karşı kıskançlık besliyorlardı. Ama çılgınlığa giden yol da zaten buradan geçiyordu, bunun mümkün olabileceğine inanmak bile yeterliydi. Genie, Rian’ın kollarında olmayı, dudaklarını dudaklarında hissetmeyi özlemişti. Onun güven veren sesiyle, “Genie, mezun olduğumuzda Spurlake’ten kaçacağız ve asla geri dönmeyeceğiz,” deme17


Sam Hawksmoor

sini özlemişti. Gerçekten ciddi miydi? Peki, bu sözü hâlâ geçerli miydi? Şimdi gidebilirler miydi? Gidip başka bir yerde mezun olamazlar mıydı? Çünkü Genie’nin emin olduğu bir tek şey vardı. Bu hapishanenin kapısını açtıkları an bir daha dönmemek üzere buradan çıkıp gidecek ve yaşadığı sürece annesiyle bir daha asla konuşmayacaktı. Her gün Rian’ın gelip onu kurtarmasını diliyordu ama bu nasıl olacaktı? Camlarında demir, kapısında da sağlam çelik parmaklıklar vardı. Rian’ın ona ulaşması için evin tamamını yıkması gerekiyordu. Ayrıca Genie’yi sürekli izliyorlardı. Yine de aşkına güveniyordu. Dışarıda, tüm kızlar yaz boyunca nehir kıyısında ve havuzda bronz tenli vücutlarını sergilerken elbette çekici etkileri olacaktı. Ama Rian tüm bunlara karşı koyabilir, onu ve okulun başlamasını bekleyebilirdi. Bu konuda içi neredeyse rahat sayılırdı. Ama bazı günler onu başkasının kollarında hayal ediyordu. Memeleriyle sürekli hava atan ve Rian’ın çok tatlı bir poposu olduğunu söyleyen şırfıntı Sylvie gibi. Bazı günler tüm inancını ve güvenini kaybediyor, Rian’ın başka birini öptüğünü, onu tamamen unuttuğunu düşünüyordu. İşte o anları yaşadığı günlerde Genie gerçekten de kendini öldürmek istiyordu. Buna benzer günler artık sıklaşmaya başlamıştı. Zaman bu evin içinde çok yavaş akıp gidiyordu. Buzul Çağı gelip geçebilir ve Genie bu odanın içinde şeytanın kendini göstermesi için beklemeye devam edebilirdi. Hatta sabır konusun* da Genç Bayan Havisham” ödülünü bile alabilirdi. -----------------------------------------------------* Charles Dickens’ın Büyük Umutlar romanında geçen güneş ışığından uzak, harap bir evde yaşayan ellili yaşlarda bir cadı. (ç.n.)

18


Toz

Dışarıda bir yerlerde genç bir kızın attığı kahkahayı duyabiliyordu. Sokağın aşağısında bir çocuk sanki daha yeni öğrenirmiş gibi bisiklete biniyor ve bisikletin zilini çalmaya doyamıyordu. Uzakta bir yerlerde bir köpek havlıyordu. Arka bahçedeki köknar ağaçlarının yaprakları rüzgârda hışırdıyordu. Dışarıda bir yerlerde, insanlar yaşamaya devam ediyorlardı.

19


.


2 SAÇMA BİLİM Rian salatayı uzattı ve francalasından bir parça kopardı. Aslında aç değildi ama öyle görünmesi gerekiyordu. Annesinin ısrarı yüzünden Tulane’ler, yemeği hep birlikte yerlerdi. Annesi genellikle Spurlake’te iletişim kurabilen son aile olmalarıyla övünürdü. Oysa bunun nedeni sadece koşullardı. Bay Tulane geçen kıştan bu yana artık masada yoktu. Karlı otobanda bir araç çarptığı sırada babası körkütük sarhoştu. Enkazdan bir tek yara almadan çıkmıştı. Oysa annesinin iki ayağı birden kırılmıştı ve günün büyük bölümünü hâlâ tekerlekli sandalyede geçiriyordu. Sigorta hasarı karşılamıştı. Şans eseri babası alkol testine girmemişti, en azından ilk kırk sekiz saat boyunca. Etrafta dolanıp durmuş, doktorlardan biri, bunun kazadan kaynaklanan bir hafıza kaybı olduğunu söylemişti. Tekrar ortaya çıktığındaysa artık ayılmıştı, temizdi ve kaza nedeniyle onu suçlayan Rian’ın annesi dışında hiç kimse bu durumu sorgulamayı akıl edememişti. Annesinin hiç kimseye ihtiyaç duymadan yaşayabile21


Sam Hawksmoor

ceği ve sigorta işini sürdürebileceği, daha iyi ve uygun bir eve taşınmışlardı. Yaşamlarının geri kalanında Bay Tulane’e ihtiyaçları kalmamıştı ve o da çekip gitmişti. Rian alkolik babasını özleyip özlemediğinden emin değildi. Ev, onun naraları olmadan çok daha sessizdi. Babasının yerini Bay Yates dolduruyordu. Pazartesinden cumaya kadar her gece yemekte onlarla birlikteydi, bazen başka geceler de. Muhasebeciydi. Rian, annesinin kırmızı yüzlü ve aşırı kilolu bu adamda ne bulduğundan pek emin değildi. Her konuda zıt fikirliydi ama annesinin ona ve onun “sayısız iyilik”lerine ihtiyacı vardı. Dediğine göre bu durumuna çok az erkek sabır gösterirdi. Böylece Rian onu bir aksesuvar olarak kabul etmişti. En azından içki içmiyordu. Ama her zaman son sözü o söylüyordu. “Söylemeye çalıştığım tek şey, Rian, sadece birileri bunu düşündü diye, gerçek olduğu anlamına gelmez. Işın* lanma sadece saçmalık. Tam bir saçmalık. Kimse Scotty’yi bir yerlere ışınlamayacak. Bu mümkün değil. Gelecek böyle olamaz. Uzaylılar yok ve uçan arabalarda seyahat etmeyeceğiz. Uzay Yolu saçma sapan bir bilimkurgu. Saçma sapan!” Sıradan bir yemek sohbeti. Rian bir konu açar, Çokbilen Bay Yates bunun üzerine atlar, kendini zeki göstermeye çalışır ve annesi de buna inanırdı. Yine de Rian tavrını korudu. “Sadece iklim değişikliğini kaçınılmaz kabul ediyorsak, o halde ışınlanmanın da hava yolculuğunu devre dışı bırakacağını söylüyorum. Böylece çevre kirliliği büyük ölçüde azalabilir. Kutuplardaki buzulları ve ayıları kurtarabiliriz.” Bay Yates bir an için ona bakakaldı. Rian onun geçerli -----------------------------------------------------* Uzay yolu dizisinden bir karakter. (e.n.)

22


Toz

bir yanıt ararken kalın kırmızı boynundaki damarların attığını görebiliyordu. “Bay Yates’i kışkırtmamalısın, Rian,” dedi annesi. “Bilimkurgunun sadece kurgu olduğunu sen de biliyorsun.” Bay Yates sonunda tekrar konuşmaya başladı. “Bilimkurgunun sorunu ‘insanların her şey için bir çözüm olduğuna inanmalarını’ sağlaması. Oysa öyle değil. Işınlanmayı ele alalım. Bu düşündüğün sadece sihir. Gerçekleşmesi mümkün değil. Trilyonlarca atomdan oluşan bir insanın moleküllerinin ayrılması için gerekecek enerji miktarı, en az on nükleer reaktörün verimine eşit olacaktır. Ayrıca o atomları yeniden aynı şekilde bir araya getirmek muazzam sayılabilecek lojistik bir görev. Bu, herhangi bir yazılım programının yapabileceğinin çok ötesinde. Burada bedenini tamamen dijital bir forma, fotonlara dönüştürüp ışın dalgalarıyla kasabanın diğer ucuna göndermekten ve sonra da tıpkı senin olduğun gibi bir araya getirmekten söz ediyoruz. Giysilerinle birlikte. Mümkün değil. Bir tek hesaplama hatası ya da bir kod eksikliği olursa kolun kafanda çıkabilir ya da büsbütün jöleye dönüşebilirsin. Deri, kemikler ve gözlerin yeniden yerleştirilmesi gerekebilir. Hedef noktasında bir araya gelebilmeleri için temel karbon materyalleri gerekir. Gözlerinin ne kadar karmaşık olduğuna dair en ufak bir fikrin var mı? Seni ayaklarının üzerinde yeniden birleştirecek bir makine için daha çok uzun yıllar gerek. Uzun yıllar.” Rian tam, “Biliminsanlarına göre…” diye söze başlamıştı ki Bay Yates sözünü kesti. 23


Sam Hawksmoor

“Kuantum fiziği her hangi bir tek parçanın konum ve hızının tam olarak ifade edilemeyeceğini söyler. Daha da önemlisi, Rian, ışınlanmanın gerçekleşebilmesi için –diyelim ki birilerinin elinin altında trilyonlarca atomu saklayabilecek kadar güçlü bilgisayarları var– yani bir e-posta dosyası gibi ışınlanabilmen için parçalara ayrılma sürecinde aynı zamanda yok da olursun. Kasabanın diğer ucundaki yeni sen, sadece bir kopya olur ve her ileri gidişinde başka bir kopya yaratmış olursun. Bir bilgisayar aynı zamanda hafızanı da parçalara ayırıp saklayabilir mi? Hayal gücünü? Eğer tüm bunları yapamıyorsa o zaman hiçbir şey hatırlamayan on altı yaşında bir bebeğe dönüşürsün. Her ışınlandığında hafızan temizlenecektir.” Bayan Tulane konuşmaya devam ederek, “Ruhunu kaybedecek olmanı da unutma, Rian,” dedi. Bay Yates ona gülümsedi. “Kesinlikle. Her insan eşsizdir. Bunun her zaman imkânsız olarak kalacağını düşünüyorum. Tanrı’yla oyun oynamamalıyız.” Rian, adama, şişko parmaklarına ve kendini beğenmiş ifadesine baktı. “Ama eğer yapabiliyor olsaydınız, ”diye ısrar etmeye devam etti. “Daha zeki bir hafıza gibi DNA ekleyebilirdiniz. İnsanlar bu hafızayı kendilerini daha iyi, daha sağlıklı ve ince yapabilmek için kullanabilirdi.” Annesi gülümsedi. “Bak işte bu popüler olabilir.” Bay Yates ise kaşlarını çattı. “Onu cesaretlendirme. Rian, bu yapılamaz. Bunu, zamanda yolculuk ve Mars’ta 24


Toz

yaşam fikirlerinle birlikte çöpe at.” Kocaman bir lokma alıp çiğnemeye koyuldu. Ansızın esen rüzgârla uçuşan perdelere ve camdan dışarıya baktı. “Panjurları bağlayıp camları kapatsak iyi olacak. Bu gece sağlam bir fırtına çıkacağını söylüyorlar.” Konuşma bitmişti. Rian, annesine ve Bay Yates’e baktı. İkisi de kendini beğenmişti, ondan daha zeki oldukları için son derece mutluydular. Oysa iyi oldukları tek şey, bir şeylerin nasıl asla olmayacağı üzerine fikir yürütmekti. Günün birinde Genie’nin olağanüstü yeteneğiyle ilgili sohbet edebileceği birilerini bulacaktı. Burada soluğunu boşa harcıyordu. Bay Yates her şeyin saçmalık olduğunu söyleyip duracaktı. Ona göre her şey saçmalıktı. Bir saat kalmıştı. Her şey değişmek üzereydi. Bir daha asla yemek yerken Bay Yates’i seyretmek zorunda kalmayacaktı. Annesinin onunla ilgili umutsuzluklarını ve babasına ne kadar benzediğini dinlemesi de gerekmeyecekti. Lokmasını çiğneyip oradan ışınlanmayı düşünerek hafifçe gülümsedi. Annesi birden, “Bugün bir çocuk daha kayboldu,” dedi. “Haberlerde duydum. Yine senin okulundan bir çocuk. Anwar gibi tuhaf bir adı vardı. Söylediklerine göre okullar tatil olduğundan bu yana on altı çocuk kaybolmuş. Rahip Schneider bu akşam Princeton Parkı’nda çocuk için bir dua grubunu yönetecek.” Rian kaşlarını çattı. Rahip Schneider her zaman bir dua grubunu yöneten ve Spurlake’te çocukların umutsuzca 25


Sam Hawksmoor

kaçma isteklerine neden olan bu trajediyle ilgili yerel radyoya konuşan ilk kişi olurdu. Tabii, rahibin herkesin sandığı gibi bir aziz olup olmadığını bir de Genie’ye sormak gerekirdi. Onu yerel radyoya çıkartsalar bazılarının gözünün açılacağı kuşkusuzdu. Annesi hâlâ konuşmaya devam ediyordu. “Bu kadar çok çocuğun kaybolmasına hâlâ inanamıyorum. Geary Sokağı’ndaki duyuru panosunun yanına bırakılmış bir demet çiçek var ve sayısız mum yanıyor. Bu kasabada neler olduğunu anlamıyorum. Aileler bizim yaptığımız gibi çocuklarıyla birlikte yemek yeseler, onların aklından neler geçtiğini bilebilirler. Bu çok korkutucu. Eğer, ‘Bir şey biliyorsanız 1800’i arayın,’ gibi bir çağrı daha duyarsam kriz geçireceğim. Sürekli Bay Harrison’ın elinde feneriyle dolaştığını duyuyorum. Bir yıldır tepeleri arıyor. Oğlu gitti ve bir daha hiç aramadı. Gidenlerin hiçbiri dönmüyor, buna alışmak gerek.” Bay Yates bir parça daha peynir aldı. “Haklısın, tatlım. Bu çocuklar gitti. Bu kasaba onlara yetmedi. Doğruca Okanagan’a gidiyor olmalılar. Ailelerine verebilecekleri acıları düşünmeden öylece çekip gidiyorlar. Bence suç, metamfetamin gibi uyuşturucularda. Toplumumuzu mahvediyorlar. Çocuklar bir kez ona alıştı mı yaşamları zaten bitmiş sayılıyor. Hükümet yetkililerinin kontrol için geleceğine dair dedikodular var ama sence bu, çocukların ortadan kaybolmasını durduracak mı? Hiç sanmıyorum.” “Metamfetamin kullanan hiç kimseyi tanımıyorum,” dedi Rian. 26


Toz

Annesi rahatlamış bir ifadeyle Rian’a baktı. “Bunun için çok mutluyum, Rian. Uyuşturucu kullanıyor olsaydın ne yapardım, bilmiyorum.” “Sen de beni evden atardın. Tıpkı hoşlarına gitmeyen bir şey yaptıkları için aileleri tarafından evlerinden kovulan diğer çocuklar gibi.” Bıçağıyla Rian’ı işaret eden Bay Yates, “Ve sen de bunu hak etmiş olurdun,” diye araya girdi. Rian ona öfkeyle baktı ama öfkesinin çabucak geçip gitmesine izin verdi. Tartışmanın bir anlamı yoktu, yakında gitmiş olacaktı. Anwar’ın adını daha önce hiç duymamıştı ama okulda tanımadığı yüzlerce çocuk vardı. Her şey planlandığı gibi giderse bu gece Genie’yle ikisi duyuru panosundaki isimlere ekleneceklerdi. Annesinin de onun için 1-800’lü bir numara organize edip etmeyeceğini merak etti. Onu araması için Bay Yates’i tepelere gönderip göndermeyeceğini de. Genie’nin tutsak olduğunu fark ettiği an plan yapmaya başlamıştı. Okulun kapanmasından sonraki gün onu görmeyi planlamıştı ama Genie gelmemişti. Ardından Maple Caddesi’nde şeytan tarafından ele geçirilmiş bir kızdan söz edildiğini duymuş, Rahip Schneider’ın arabasını Genie’nin evinin önünde gördüğü an onu ellerinde tuttuklarını anlamıştı. Genie’nin annesi bahçe hortumunu Rian’ın üzerine doğru çevirmişti. Evin yakınına hiçbir erkek yaklaşamazdı. Ve annesinin kullandığı dilin bir Hıristiyan’a ait olmadığı da çok belliydi. Planı haftalar almıştı ama bu gece her şey bitecekti. Genie özgür olacak, birlikte buradan gidecek ve başka bir yerde 27


Sam Hawksmoor

yepyeni bir hayata başlayacaklardı. Her şey hazırlanmıştı. Bay Yates onu, “Annen seninle konuşuyor,” diye uyardı. Rian tuhaf bir şekilde ona bakmakta olan annesine odaklandı. “Özür dilerim.” “Sana kaybolan çocukların içinde tanıdığın olup olmadığını sordum…” Rian başını iki yana salladı. “Hayır. Ama sanırım bazıları çok umutsuzdu. Herhalde başka seçenekleri yoktu, bazı aileler gerçekten korkunç.” Annesi keskin bakışlarıyla onu süzdü. Genie’yi ve Rian’ın ondan ne kadar hoşlandığını biliyordu. Tabii o kızla hiç tanışmamıştı ama bir anne, oğlunun dikkatini neyin dağıttığını rahatlıkla tahmin edebilirdi. “O zavallı kız. Onu özlediğini biliyorum.” Bay Yates, sanki hakkında bir şey biliyormuş gibi, “Şu Magee’lerin kızı mı?” diye atıldı. Rian, Genie’den hoşlandığını biliyor olmalarına şaşırmıştı. Hatta bunu tartışıyor olmalarına bile. “Annesi onu eve kapattı. Şeytan tarafından ele geçirildiğine inanıyor,” diye açıkladı Rian. Bay Yates öfkelenmişe benziyordu. “Ele geçirilmek diye bir şey olamaz. Tanrım, sanki Ortaçağ’da yaşıyoruz. Kasaba, o kızı hemen korumaya almalı.” “Rahip Schneider, İdare Meclisi’nin başında,” dedi annesi. “Ona göre şeytanın her şeyde eli var. Zavallı kız.” Acıyarak Rian’a baktı. “Zavallı oğlum, sonunda bir kız arkadaşın oldu ve o da şeytan tarafından ele geçirildi.” 28


Toz

Rian annesinin sesindeki gizli alayı fark etmişti. “Şansız bir soydan geliyor. Babası bir avukattı ama annesi bir Munby’ydi, bilirsin…” diye devam etti Bay Yates. Rian bu ayrıntıları bilmiyordu. “Munby mi?” “Bunu burada konuşmayın, yemek masasında olmaz,” diye ısrar etti annesi. Ama sonra konuşmaya devam etti. “Ne yazık ki bir Munby. Bu sadece onlara özel bir lanettir. Zavallı şey.” “Genie deli değil. Şeytan tarafından da ele geçirilmiş de değil. O evde aklı başında olan tek insan o,” diye karşı çıktı Rian. Öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu. Annesi neşeyle karşılık verdi. “Sen de onu kurtaracaksın, öyle mi?” Artık açıkça onunla alay ediyordu. “Bir Munby kızını asla kurtaramazsın.” Yukarıdaki pencerelerden biri rüzgârla kapandı. Rian çabucak ayağa kalktı. Patlamadan önce bu masadan uzaklaşmak istiyordu. “Ben bakarım.” Bay Yates arkasından, “Panjurları unutma!” diye bağırdı. “Ben artık gitsem iyi olacak. Fırtına yaklaşıyorsa, yolda yakalanmak istemem.” Rian sert adımlarla yukarı çıktı. Bu, yukarı son çıkışı olacaktı. Sadece bir saat sonra o ve Genie, bu kasabadan sonsuza dek kurtuluyordu. Bu özel Munby kızı kurtarılacaktı.

29


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.