MENEKŞELER AÇARKEN - ÖN OKUMA

Page 1


Menekşeler Açarken Nagihan Gedik 1. Baskı: Ocak 2016 ISBN: 978-605-348-892-7 Yayınevi Sertifika No: 12330

Bu kitabın Türkçe yayın hakları Martı Yayın Dağ. San. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. Baskı İlhan Ergül Matbaası Davutpaşa Çifte Havuzlar Yolu No:8/A. Zeytinburnu/İst Sertifika No:29030 Tel: (212) 674 37 23

MARTI YAYINCILIK Martı Yayın Dağıtım San. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Davutpaşa Cd. Yılanlı Ayazma Sk. No: 8 Zeytinburnu/İstanbul Tel: 0 212 483 27 37 - 483 43 13 Faks: 0 212 483 27 38 www.martiyayinlari.com info@martiyayinlari.com

Yayın Yönetmeni: Şahin Güç Yayına Hazırlayan:Handan Kılıç Editör : Sıla Durukan Redaksiyon : Bahar Çağla Güç Sayfa Tasarımı : Elif Yavuz Kapak Tasarımı : Rüzgâr Atölyesi


Menekşe gözlüm, ‘Menekşe kokusuz bir çiçektir’ demişlerdi, oysa benim için evlat kokusuydu menekşe. Annen olarak gidişine engel olamıyorum ama sen benim hakkımı yüreğindeki cömertlikle çoktan ödedin. Şimdi tek dileğimdir ki; gözlerine baktığında yüreğinde menekşeler açan bir adam tarafından sevil ve yalnız onu sev. Babanın hep söylediği gibi: “Önce Allah’a sonra o adama emanet ol.” -Annen, Margery ŞAHİNER


.


Birinci Bölüm

A

şkın yeryüzündeki tanımını yapacak olsaydım muh-

temelen sözlerime şöyle başlardım; aşk, gözlerin birbiriyle raks etmesiydi. Bir kadın âşık olduğu erkekle göz göze geldiğinde utançtan yanakları kızarabilirdi, bir erkek sevdiği kadının gözlerine baktığında onu hayatı boyunca koruyacağına ant içebilirdi. Âşık insanlar konuşma ihtiyacı duymazdı. Lakin âşık insanlar muhakkak dokunma ihtiyacı duyardı. Âşık olmuş

5


atz|{tÇ Zxw|~

tenlerin birbirine dokunması, tıpkı gözlerin gözlerle, sözleri yalnız irislerde saklı şarkılarla serenat yapması gibi kelimeleri kullanmaktan çok uzaktı. Kelimeler, düşünceler ve fikirler dünyevi tatlara çok daha yakındı. Oysa sessizliği aşklarının simgesi yapmış yürekler, dünyada olduklarını dahi hissedemeyecek kadar birbirlerinin rüyalarına dalmakla meşgul olurdu. Hal böyleyken ve ben aşka sonsuz bir inançla bağlıyken, onu reddetmem asla mümkün olamazdı.

Kurduğum hayaller çoğu genç kızın hayalleri gibi aşk ve kariyer üzerineydi. Ünlü bir sanatçı, oyuncu olmayı hedefliyordum. Ayaklarımın üzerinde durmaya başladığımdaysa da aşkıma karşılık verecek o yegâne adamı bulacaktım. Bana göre aşk, karşılıklı olmalıydı, değilse aşk olamazdı zaten, çünkü aşk aynı zamanda nefesi anne karnında üflendiğinden bu yana birbirlerinin kaderine yazılmış insanların yaşayabileceği sevda işiydi. Karşılıksız sevda yaşayan arkadaşlarıma bunun aşk olmadığını söyler, unutmaları için kendilerine fırsat vermelerini öğütlerdim. Aşk üzerine yaşanmış hiçbir tecrübem olmasa da bu inancıma derinden bağlıydım. Hiçbir kuvvetin beni bu inançtan döndürebileceğine inanmıyordum. Buna rağmen haya6


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

tımda, “Bu benim başıma asla gelmez,” dediğim olaylar bir bir belirmeye başladığında, büyük bir boşluğun içine düştüm. Güvendiğim her kapının yüzüme kapandığını hissediyordum. İnançlarıma öfkelendim. Ne yazık ki kurulan her hayal, yaşanılacak her hayal kırıklığının mimarıydı. Yıkılan hayallerimden kalan kırıklarla günümü geçirmeye başladığımı fark ettiğimde, hayallerimle yaşamayı ilke edinmiş olan ben, onları reddetmekten başka bir çare bulamadım. Her felaketten sonra kaderine küsmek her insanın kolayca düşebileceği tuzaklardan biriydi. Ben de bir gece boyunca kaderime isyan etmekle zamanımı tüketmiş, ikinci geceyse kadere lanet okumanın boş ve anlamsız olduğunu anlamıştım. Bana soracak olsalardı, kaderin insanın elinde olmadığını söylerdim. Bazıları kaderin bir seçim olduğunu, insanın kaderini değiştirebileceğini söyler, oysa ben, değiştirildiği sanılan kaderin dahi insanın kaderi olduğuna inananlardanım. Cinsiyetinize karar verebiliyor muydunuz? İnsanın kaderi de işte tam burada başlıyordu. Kadere lanet okumanın anlamsız olduğunu anladığım geceyse hayallerime savaş açmaya başladım. Hayatım tozpembe denilebilecek kadar güzel gidiyordu. Hayallerimi gerçekleştirme yolunda adım adım ilerliyordum. 7


atz|{tÇ Zxw|~

İngiltere’de oyunculuk eğitimi aldıktan sonra, bir tiyatroda çalışmaya başlamıştım. Kız kardeşimin de tıpkı benim gibi büyük hedefleri vardı ve biz her fırsatta birbirimize destek olmaktan geri durmuyor, adım adım kariyerimizde adım adım yükselirken seveceğimiz ve sevileceğimiz adamın da hayalini kuruyorduk. Lakin hayallerimle bir kez daha galip çıkamayacağım bir savaşa girmem çok uzun sürmedi. Düşlediğim o erkeği istemez olmuştum. Kariyerimde yükselebileceğime dair umudum kalmamıştı. Kendi akılsızlığıma ve hayalperestliğime lanetler okuma zamanıydı artık. Hayal kırıklıkları cam kırıklarına benzemiyordu; sadece etini değil, iliklerini de paramparça ediyordu insanın. Ben iflah olmaz bir hayalperesttim. Sadece geceleri değil, yemek pişirirken, temizlik yaparken, hatta yürürken bile hayaller kurardım. Hayallerim de sadece kendimle ilgili olmazdı. Kafamda hikâyeler yazmayı severdim. Mesela bir gün tiyatro çıkışı eve gidiyordum. Tiyatroyla evin arasındaki mesafe kısa olmamasına rağmen yürümek istemiştim. Önümden bir çift gidiyordu. El ele tutuşmuşlardı. Ne konuştuklarını duymuyordum, fakat kadın birden elini çekip yüksek sesle, “Hep aynısını yapıyorsun! Bıktım artık, anlıyor musun? Bıktım!” demeye başlamıştı. 8


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

Onlara çok yakındım ve benden utanmalarını istemediğim için adımlarımı hızlandırıp yanlarından uzaklaşmıştım. Daha sonra ağır ağır yürümeye devam ederken genç kadının niçin böyle dediği üzerine düşünmeye başlamıştım. Erkeğin alkol bağımlısı olabileceği aklıma gelmişti. Bu fikir eşliğinde kavgalarının devamını hayal ederken bulmuştum kendimi. Kadın eve gidene kadar bağırmış, kocasının ona dokunmasına ve onunla konuşmasına izin vermemişti. Eve geldiğinde özgür olmanın verdiği cesaretle bağırmaya devam etmiş ve kocasına olan hırsını evdeki tüm içki şişelerini duvarlara fırlatarak çıkarmaya başlamıştı. Her şeyi düşlüyordum. Kadının öfkesi yatıştığında erkek kadından belki daha önceden de onlarca kez dilediği gibi özür dileyecek ve bu sefer alkolü gerçekten de bırakacaktı. Hatta belki çocuk yapmayı bile düşünebilirlerdi. Hayallerim her zaman gelecekle de ilgili olmazdı. Geçmişi düşlemeye de istekliydim. Hayatımda iz bırakan olaylara dair her türlü seçeneği de değerlendirirdim. Ya böyle olsaydı diye düşünür ve “eğer”leri bir hayale dönüştürerek kendime yeni bir gelecek çizerdim. Örneğin babama benzeyen bir kız olsaydım ne yapardım diye düşünürdüm. Saçlarım siyah olurdu, gözlerim kahverengi… Ciddi ve gülümsemeyi sevmeyen, huysuz bir kız olurdum. Hiç kimse benimle arkadaş olmak istemezdi. Belki de tıpkı bizde olduğu gibi, biri

9


atz|{tÇ Zxw|~

benim içimdeki şefkati de keşfedebilirdi. Elbette bunlar imkânsızdı. Geçmişi değiştirmek, geleceği şekillendirmeye benzemiyordu. Lakin sizin kahramanınız ulaşamayacağı bir geleceği düşleyerek kendine işkence edebilecek kadar hayallerinin esiri olmuş bir kadın…

Yaşamıma İngiltere’nin başkenti Londra’da başladım. Londra’nın kuzeyinde Harringay semtinde doğdum ve bu yaşıma kadar da hep orada yaşadım. Burası Türklerin çoğunlukta olduğu semtlerden biriydi, yani İngiltere’de Türklerden çok da uzakta yaşamıyorduk. Babam buradan taşınmayı hiç istemiyordu. Annemse İskoçyalıydı. Bazen oraya taşınmamız için babamı ikna etmeye çalışıyor, fakat bir türlü başarılı olamıyordu. Babam sürekli işi gereği Londra’da kalması gerektiğini söyleyip duruyordu. Bir lojistik firmasının ortaklarından biriydi. En başta Türkiye olmak üzere, dış ülkelerle yapılan ticari taşımacılıkla ilgileniyordu. Bir ada ülkesi olan İngiltere’deyse ulaşım gemi ve uçaklarla sağlanıyordu. Babamın işi ne yazık ki hiçbir zaman ilgimi çekmemişti. Çoğu zaman Meryem’le beni kastederek, “Bir evladımız yok ki ardımızdan işleri devralsın,” diye yakınıyordu. 10


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

Babam katı kuralları olan, her etkinliğin belirli bir saatte gerçekleşmesi gerektiğine inanan disiplinli bir adamdı. Kendisine itiraz edilmesinden hoşlanmazdı. Eleştirilmek istemezdi. Annem bunun kibirli olmasından kaynaklandığını söylüyordu. Aynı zamanda oldukça heybetli bir adamdı. Meryem’le ikimiz küçük bir çocukken bizi iki ayrı omzunda taşıyabiliyordu. Onu görenler asker emeklisi olup olmadığını soruyor, babamsa bir asker oğlu olduğunu söylüyordu. Sesi çok gür ve kalındı. İnsanlar zaman zaman onun fikirlerine itiraz etmek istese bile, babamın katı ve karşı konulmaz duruşundan çekinip vazgeçerlerdi. Saçları kırlaşmaya başlamış olsa da elli altı yaşındaki bir adama göre oldukça dinçti. Alnı geniş, kaşlarıysa göz hizasına kadar uzanıyordu. Dudakları çok ince sayılmazdı, fakat altdudağıyla üstdudağı her zaman birbirine sertçe yapışmış birer çizgi halinde dururdu. Babam her ne kadar sert bir adam olarak insanları korkutuyor olsa da çocukluğumuz boyunca bizi sıcaklığıyla şefkatinden hiç mahrum bırakmamıştı. Evcilik bile oynasak, o da bizimle oynamak isterdi. Lakin başka insanların yanında bu neşeli ve enerjik halini göstermezdi. İnsanların kendisini despot ve karşı çıkılmaz biri olarak görmesini isterdi. 11


atz|{tÇ Zxw|~

Biz büyüdükçe neşeli hallerini kaybeder olmuştu babam. Annem bunun sebebini artık çocuk değil, birer genç kız olmamıza bağlıyordu. Koruması gereken üç kadın vardı ve babama göre bu kadınları korumanın ve gözetmenin tek yolu kuralcı davranmaktı. Ben daha çok anneme benziyordum. Kızıl saçlarım onun geninden geliyordu. Mavi gözlerinden bana da bahşetmişti. O iri gözleri her zaman şefkatli bakardı. Zayıftı. Uzunca bir yüzü, kavisli kaşları vardı. Kaşları biz çocukken daha biçimli ve kalındı, fakat şimdi incelmeye başlamıştı. Yumuşak huyluydu. Babamın aksi hallerine hoşgörüyle karşılık verecek kadar geniş bir hayat görüşüne sahipti. Bize daima bencil olmamamızı öğütlerdi. Okuldan geldiğimiz her günün sonunda, o gün neler olduğunu anlatmamızı isterdi. Eğer o gün çevremizdeki insanlara veya herhangi bir şeye karşı yanlış bir tutum sergilediğimizi öğrenmişse, bu yanlışı düzeltmemiz için bize fırsat sunardı. Böylece şu anda bizi biz yapan pek çok şeyi annemden öğrenmiştik. Meryem benden bir yaş küçüktü. Saçları ve gözleri tıpkı annemle benim gibiydi. Onun bizden farklı olarak çilli bir yüzü vardı. Bu onu genç bir kızken bile daha çocuksu gösteriyordu. Fakat şimdilerde çilleri onu kadınsı yapan özelliklerinden biri olmuştu. 12


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

Ağırbaşlı olmaktan çok uzaktı. Her zaman tez canlıydı. Karar verdiği her şeyin o anda gerçekleşmesini dilerdi. Bana nazaran daha inatçıydı. Bir şeye hayır dediyse onu “evet”e çevirmek mümkün değildi. Babam bu özelliğini kendisinden, Karadenizli olmasından aldığını söylerdi. Fakat Karadeniz’e sadece akrabalarımızı ziyaret etmek için iki yılda bir gittiğimizden babamın bu düşüncesi Meryem’e hiç mantıklı gelmezdi. Karadeniz insanına kendimizi hiç yakın hissetmezdik. Sanırım onlar da bizimle aynı duyguları paylaşıyordu. Onlarla iyi anlaştığımız söylenemezdi. Bizi kabullenmekte zorluk çekiyorlardı. Kardeşim ya da ben babama benzeseydik bize çok daha çabuk ısınabilirlerdi, fakat biz dış görünüş olarak bir Samsunlu olmaktan çok uzaktık. Buna rağmen biz her zaman Samsun’da olmaktan mutluyduk. Bir yanımızın oraya ait olduğunu bilmek bizi sadece birer İngiliz olmaktan uzaklaştırıyordu. Samsun’un diğer Karadeniz yörelerine benzemeyen bir tabiatı vardı. Etnik yapı olarak çok çeşitlilik gösteren bir şehirdi. Her sokağında farklı bir gelenek işliyormuş gibiydi, buna rağmen Karadeniz’in esintisi vücudunuzu çepeçevre sardığında kimlerle olursanız olun, Karadeniz’de olduğunuzu hissediyordunuz. 13


atz|{tÇ Zxw|~

Benim kadar olmasa da kardeşim de hayalperestti. Yatarken hayal kurmayı severdi. Ona neleri hayal ettiğini sorduğumda, “Ünlü bir model olduğumda beni nelerin beklediğini… Hangi şehir ya da ülkede olacağımı mesela… Orada nelerle ve nasıl insanlarla karşılaşacağımı,” derdi. Onun en öncelikli hedefi istediği kariyere ulaşarak başarılı olmaktı. Benimkiyse âşık olmaktı, çünkü bana göre hayattaki en büyük başarı bir gün aşkı bulabilmekti. Âşık olduğum adam yanımda olursa başarılı bir oyuncu olmak daha anlamlı gelecekti. Anlatacağım hikâye, benim aşk hikâyem. Anlatmaya elbette hayatımın en büyük hatasından bahsederek başlayacağım.

Beyaz örtülü, ortasında rengârenk çiçeklerin olduğu bir nikâh masasında oturuyordum. Üzerimde sade ve kabul etmek istemesem de şık bir gelinlik vardı. Çok zekice olmayacak bir varsayımda bulunursak evleniyordum. Şimdi zekice olanına gelirsek sevmediğim bir adamla evleniyordum. Aşkla ilgili kurallarımın arasında âşık olduğum kişiyle muhakkak evlenmek vardı. Âşık olmadığım birisiyle evlenmekse inançlarımı sorgulamama neden olmuştu. Evleneceğim adamın gözlerine baktığımda kendimi raks ediyormuş gibi hissetmiyordum. Gözlerim güneşi kıskandı14


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

racak şekilde parlamıyor, ellerim tenine dokunmak için ürkekçe gezinmiyordu. Aksine ardıma bile bakmadan kaçmak istiyordum. Bu adamın adı Orhan’dı. Babamın çalışanlarından biri ve genç bir ahbabıydı. Birlikte çok kâr getiren anlaşmalar yaptıklarını biliyordum. Ayrıntıları öğrenecek kadar can kulağıyla onları dinlemediğim için bu noktada aydınlatıcı bilgiler veremeyeceğim. Onların ne gibi zekice planlarla ne türden kazançlı ihalelere girdiği zerre kadar umurumda değildi. Lakin bu birikimlerin dönüp dolaşıp benim başıma çorap öreceğini bilseydim, yemez içmez, rakiplerine tüm gizli şirket kararlarını yetiştirirdim. Çünkü babam yapılan bu anlaşmalardaki katkısından dolayı Orhan’a, minnet duyuyordu. Orhan’a her zaman değerli katkılarından dolayı iltifatlar ediyor, ona ne kadar prim verirse versin, bunların yetersiz kaldığını söylüyordu. Ve bu durumda benim de bir nevi prim olduğumu söylemek hiç de yersiz olmazdı. Bir gün Orhan, babamın karşısına geçmiş ve benim hakkımda bir dolu güzel lakırdı ettikten sonra, eğer yakışık alırsa ve babamın rızası olursa benimle görüşüp hayatını birleştirmek istediğini söylemiş. Aynen de demiş: Hayatını birleştirmek. Babam bunun kendisini çok mutlu edeceğini söyledikten sonra, onu bir akşam yemeğe davet etmiş. 15


atz|{tÇ Zxw|~

Tahmin edersiniz ki o günün akşamında da babam evde bize tüm bunları gayet sakinlikle ve olağan bir ses tonuyla anlattıktan sonra, bana dönerek Orhan’la evlenmemizi istediğini belirtti. Bir insan nefes almadan kaç saniye durabilirse, ben de sınırları zorlayacak kadar nefessiz bir halde bekleyip hareket etmeyi akıl edebildiğimdeyse kafamı babama çevirerek ağzımdaki lokmayı yutabilmek için göğsüme vurdum, sertçe öksürdüm. Kardeşime ve anneme baktım ağır ağır. Onlar da en az benim kadar büyük bir şaşkınlık içinde babama bakıyordu. Babama ciddi olup olmadığını sordum. Gayet ciddi olduğunu, kararının kesin olduğunu, Orhan’a ret cevabı veremeyeceğini, ona büyük bir minnet borcu olduğunu söyledi. Hatta kendisine bir şey olduğunda şirketi bu denli zeki ve yetenekli bir damada bırakacağı için içinin rahat olduğunu da ekledi. Şu zamana kadar babama karşı hiçbir saygısızlıkta bulunmamış olan ve ağırbaşlılığıyla tanınan ben Menekşe Şahiner, sandalyemi büyük bir gürültüyle yere devirdikten sonra bunun asla mümkün olamayacağını söyleyerek koşar adımlarla odama çıktım. Kendimi yeterince savunamamış olduğumun farkına varıyordum. İnsan bir şeye mecbur bırakılmadan acizliğinin farkına varamıyordu. Ne yapacaksın Menekşe diye kendi 16


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

kendime sorduğumda, aklıma hiçbir parlak fikir gelmiyor, öylece tavana bakıyordum. İlk gece bunun gerçek olamayacağını düşündüm, sabah uyandığımda babam vazgeçtiğini söyleyecek ve her şey yine eskisi gibi olacak sanıyordum. Oysa hiç de beklediğim gibi olmadı. Bunun yerine babam bana öğütler vermeye başladı: Orhan’ı tanırsam çok sevecekmişim, onunla istediğim kadar dışarı çıkıp gezebilirmişim, birbirimizi tanımak için fırsat vermeliymişim, zaten sonunda ben de onunla evlenmek isteyecekmişim. Ben babama karşı çıkıp asi tavırlar içine girdikçe, babam annemi sıkıştırmaya başladı. Annemin benim aklıma girmesini, beni ikna etmesini, ne kadar uğraşırsam uğraşayım kendisinin de bir o kadar kararlı olduğunu söylemesini istiyordu. Hatta annemin buna yeltenmediğini fark edince onu tehdit etmekten bile geri durmadı. Eğer beni ikna edemezse kendisini boşayacağını, çok ciddi olduğunu, onun sözüne itimat etmeyen bir eşle evlatları istemediğini belirtti. Annem bu tehditlere kulak asmayacak kadar güçlü bir kadındı. Annem ataerkil zihniyetle yetiştirilmiş bir kadın değildi. Eşinden korkmuyor, kendini ona bağımlı hissetmiyordu. Kendi ayakları üzerinde durabileceğini biliyor, hiçbir erkekten farkı olmaksızın her işi başaracağına inanıyordu. 17


atz|{tÇ Zxw|~

Babamın bu atfına rağmen annem, elinden geleni ardına koymamasını, benim zorla evlendirilmeme asla müsaade etmeyeceğini, gerekirse bizi alıp gidebileceğini söyledi. Herkes tarafından bilinmeliydi ki Margery, yani annem yapamayacağı hiçbir şeyi dile getirmezdi. Bunun bilincinde olan bense, Orhan’la evlenmeyi annemle babamın ayrılmasına yeğ tuttum. Orhan’la bir akşam yemeğinde tanıştık. Benden biraz uzun, esmer ve ciddi bir adamdı. Çenesi göze çarpacak kadar büyüktü. Dudakları ince görünüyordu. Gözleri karaydı. Bir atmacanın gözleri gibi zeki ve atak bakıyordu. Hızlı hareket ediyor, hızlı konuşuyordu. En göz alıcı yanıysa bıyıklarıydı. Oldukça gür bıyıkları vardı. Bıyık ya da sakala karşı biri değildim, ama onu dünya üzerindeki en itici insan gibi gösteriyordu. Yakıştığını söylemeye dilimin varmaması bir yana, bakmaya bile tahammül edemeyeceğim kadar çirkin duruyordu. Annemle Meryem’in de aynı şeyleri hissedip hissetmediğini anlamak için onlara baktığımda, gözlerinde tiksinti dolu bir ifadeyle Orhan’a baktıklarını gördüm. Tiksinmelerinin sebebi önyargıları mı, yoksa bıyıkları mıydı bilmiyordum. Diğer taraftan emin olduğum bir şey varsa, o da Orhan dünya yakışıklısı olsa bile, bizim onu sevemeyeceğimizdi. İnsanlığın garip huylarından biri de buydu: Önyargı. 18


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

Orhan benden hoşlanmış ve babamdan beni isteme cesaretini göstermiş olabilirdi. Beni daha önce nerede gördüğünü de bilmiyordum, ama muhakkak bir yerlerde dikkatini çekmiş olmalıydım, yine de bunların hiçbiri ondan nefret etmemize sebep değildi. Bıyıkları bile bu duygu için yeterli gelmiyordu. Ziya Şahiner’in, kızını bu evlilik için zorlayacağını nereden bilebilirdi ki? Yemekten sonra çaylar içildi. Annem Türk çayına oldukça alışmış olduğundan doldurulan bardakların da ardı arkası kesilmiyordu. Meryem’le bense ince belli bardaklarımızda soğuttuğumuz çayımızla birbirimize şaşkın ve ürkekçe bakarak öylece oturuyorduk. Ara sıra Meryem dudak hareketleriyle onun ne kadar itici ve dayanılmaz bir adam olduğunu söylemeye cüret ediyordu. Sinirden yanakları kızarmıştı. Meryem’in heyecanlandığında, öfkelendiğinde veya utandığında hep yanakları kızarırdı. Öfkeli ve heyecanlı olduğunda, aynı zamanda elleri titrerdi. Özellikle söyleyecek içi dolu sözleri olduğunda elleri terleyerek titremeye, kalbi küt küt atmaya başlardı. Şu anda öfkesini sadece yanakları ele veriyordu. Lakin zaman zaman sohbetin seyrine göre, Orhan’a laf kondurduğunu duyuyordum. Onun söylediğinin aksini düşündüğünde yakıcı bir dille, sözünü hiç esirgemeden karşılık veriyordu, hatta babam tarafından birkaç defa lafı kesildi. 19


atz|{tÇ Zxw|~

Ben daha sonra Meryem’e, onun yalnızca benden hoşlandığını, babamın beni zorlamasında hiçbir payı olmadığı için ondan nefret etmeye hakkımızın olmadığını söyledim. Önyargılarından kurtulmasını tembihledim, zira ben de öyle yapacaktım. O akşam Orhan’la uzun soluklu bir sohbete girme imkânım oldu. “Beni nerede gördünüz?” diye sordum. “Babanın yanına gelmiştin. Asansörden çıkarken seni görme şansını yakaladım. Seni gördüğümde öylesine…” “Evet, evet… anlıyorum. Keşke kendinizi tanıtsaydınız. Hatta babama açılmadan evvel benimle görüşmeyi deneseydiniz, o zaman size fikrimi açık açık söylerdim.” “Nedir fikrin?” “Sizden hoşlanmak için hiçbir sebebim yok. Fakat ailemin huzuru için evlenmeyi kabul ediyorum. Pek tabii şartlarımı kabul ederseniz…” “İlk olarak İngiltere’de yaşamak istemiyorum,” dedim. İngiltere benim doğduğum ve büyüdüğüm yerdi. Yaşadığımız şehrin sokaklarında pek çok anım vardı. Bu ülkeye derinden bağlıydım. Hayal kurduğum çoğu anda şehrin manzarasına bakıp iç geçirirdim. Benim için o nefes alan bir canlıdan farksızdı. Bazen içimden bu şehirle konuşurdum. Bana ne cevap vereceğini bilirdim. Onun sözcüsü ve kadim dos20


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

tuydum. Düşlerimi onunla cömertçe paylaştıktan sonra, bu düşlerin ellerimin arasından uçup gittiğine tanıklık etmesini istemiyordum. Orhan bu şartım karşısında bana bakıp, “Bu karar senin babana bağlı, seninle memleketime, yani Ankara’ya gitmeyi çok isterim,” diye düşüncelerini belirtti. Babama bunu söylediğimizde benden uzaklaşma fikrine pek sıcak bakmadı. Lakin beni fazla zorlamak istemediğini biliyordum. Orhan’a kendini ne kadar borçlu hissediyorsa, bana karşı da borçluymuş gibi hissediyor olmalıydı. Kararlaştırıldığı üzere iki hafta sonra evlenecek ve Ankara’ya gidecektik. Bu karar benim için elbette hiç kolay olmamıştı. Babamın annemi tehdit etmesinden kaynaklanan korkudan daha öte şeyler vardı. Zaten annem sırf bu nedenle evlenmeyi kabul ettiğimi düşünürse müsaade de etmezdi. Hissettikleriminse izah edilecek bir yanı yoktu. En önemlisi mantıklı değildi. Biliyordum. Sadece biliyordum: Eğer evlenmeyi kabul edersem herkes daha mutlu olacaktı. Hani olur ya, bazen sevdiğiniz biri için yapabileceğiniz pek çok iyilik vardır. En iyisini yapmak istersiniz. Kahraman olmak istersiniz, onun gözünde müthiş biri olmak istersiniz… Babamın gözünde müthiş biri olmak istiyordum, hepsi 21


atz|{tÇ Zxw|~

buydu. Ne kadar kötü olabilirdi? Aşk belki de bu kadar basitti. Ayağıma gelen bir fırsattı belki benim için aşk. İnanmak istedim. Denemek istedim. İçimde yeşeren bir umut vardı. Gözlerimle görmek istedim. Bunun için ise Orhan’ı daha fazla tanımam gerekecekti. Babam da bir an önce evlenmemizi istiyordu. Ben de Orhan’a kimsenin bilmediği bir şart daha sundum. Yalnız kaldığımızda, kendimden beklemediğim bir performansla bana mühlet vermesini talep ettim. “Ne için?” diye sordu kara kaşlarını çatarken. “Karı-koca olacağımız günden bahsediyorum. Sana alışabilmem için bana zaman vermelisin. Bir ay kadar…” “Bir ay mı? Bir kocanın sabredebileceğinden çok daha fazla bir süre olduğunu düşünmüyor musun? Sana on gün vereceğim. Görüyorsun ya, seni memnun etmeye halihazırda çok istekliyim. Otuz gün gururumu zedeleyecektir,” diye açıkça düşüncelerini dile getirdi. Konuşurken bıyıklarına bakmamaya çalışıyordum, çünkü onu bıyıklarıyla yargılayacak olursam içimdeki umudu daha ilk adımda öldürmüş olurdum. Ne var ki bıyıklarına bakmıyor olsam da söyledikleri umutlarımı yerle bir etmek için yeterliydi. O süre zarfında kadının kalbini kazanmak varken, bir erkek niçin kadınla birlikte olmadığı her günü onur kırıcı bulurdu ki? 22


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

Ben yine de derin bir nefes alıp eninde sonunda kaçınılmaz olanla karşılaşacağımı bildiğimden itiraz etmedim. Onunla on yıl da beraber yaşasak mutlu olamayacağımıza dair bir fısıltı yüreğimi kaplasa da göz ardı etmeyi başardım. Orhan gittikten sonra, aile içinde bir kriz yaşadık. Önce annem odama hışımla girerek, “Evlenmeyi nasıl kabul edebildin? Sen daha iyilerine layıksın Menekşe, bunu bilmiyor musun?” diye ateş püskürmeye başladı. “Babanın bunu görmüyor olması salt kibrinden! Başka bir açıklaması olamaz! Fakat ben buna müsaade etmeyeceğim, anlıyor musun? Kızımın bu kaderi yaşamasına tahammül edemem!” Konuşmasını bitirdiğinde nefesinin düzene girmesini bekledim. Esasında benim de kendimi hazırlamam lazımdı. Üzüldüğümü ona belli etmemeliydim. “Böyle davranmaya devam edersen babamdan hiçbir farkın kalmayacak anne,” dedim yatağımdan kalkıp karşısına geçerek. “Bu kararı tamamen hür irademle verdim. Lütfen, ama lütfen, üsteleme artık.” Sesim çok net ve emin çıkıyordu. Onu etkileyebileceğimi biliyordum. Öyle de oldu. Yüzümü dikkatlice inceledi. Burnundan solurken göğsü inip kalkıyordu. Gözlerinin dolmuş olduğunu yeni fark ediyordum. “Sen beni öldüreceksin,” dedi odamdaki tekli koltuklardan birine çökerek. 23


atz|{tÇ Zxw|~

“Üzülmen için hiçbir neden yok anne. Niye anlamıyorsun?” Bu avuntunun yeterli olmayacağını düşündüm ve daha da ileri giderek, “Orhan’dan hoşlandım anne, tamam mı? Onun da benden hoşlandığı zaten aşikâr. Benim de ondan hoşlanmamam için bir neden yok. Sadece bıyıklarını keserse iyi olacak,” dedim. Gülümsemeye çalıştım. Başarılı da oldum. Kafasını hafifçe bana doğru eğdi. Daha fazla “Bu kız beni öldürecek!” demedi. Suratımı inceledi. Yüzümde herhangi bir yalan emaresi ya da üzüldüğümü gösteren bir şeyler arıyor olmalıydı. Göz ardı ettiği şey şuydu ki; ben oyunculuk eğitimi almıştım. Annemin ardından odaya yanıma gelen kardeşimse sandığımın aksine hiç ağzını açmadan, suratıma anlamsızca bakarak yüzünü buruşturup yanımdan ayrıldı. Meryem’le aramızdaki bağ sadece kardeşlikle bağdaştırılacak bir şey olmamıştı hiçbir zaman. Birbirimize kişilik özelliklerimiz dahil çok benziyorduk. Sadece o bana göre daha enerjik ve konuşkandı. İnsanları eğlendirirdi, onlara enerjisinden bahşedip morallerini yerine getirecek bir potansiyele sahipti. Üzgün olduğum her an onu yanımda bulurdum. Neyim olduğunu söylememe gerek bile kalmazdı. Yan yanayken çok fazla konuşurduk. Babam bizim çok gürültücü olduğumuzdan yakınırdı. Özellikle Meryem’in 24


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

seçtiği meslek babamın sınırlarını bir hayli zorlamıştı. Meryem modellik yapıyordu. Türk bir baba için kabul edilmesi zor bir meslekti. On dokuz yaşında ajanslara başvurmaya başlamıştı. Babama itiraf etmek çetin işti. Lakin Meryem’in çok inatçı ve hırslı bir tabiatı vardı. Babam yine bu özelliğini de kendisinden aldığını, yani Karadenizli olmasından ileri geldiğini söylerdi. Ben rehavete kapılıp bir şeylerden vazgeçmeye yeltenirken, beni kendime getiren hep o olurdu. Babam zaman zaman şikâyet etse de küçük kızının bu meslekten asla vazgeçmeyeceğini çok iyi biliyordu. Meryem bu evliliği niçin kabul ettiğimi büyük ihtimalle anlamıştı. Yoksa kafamın etini yiyip razı gelmezdi, ses çıkarmamasının en mantıklı nedeni sadece bu olabilirdi. Meryem birkaç gün sonra yanıma gelip, “Mutlu olacağına gerçekten emin misin abla?” dedi. Gözleri buğulu bakıyordu. Yüzünü okşamak için elimi kaldırmamla ağlayacaktı sanki. Kısa bir süre düşündüm. Boğazıma yerleşen yumruyu zorlukla yutarak, “Niçin mutlu olmayayım?” dedim. “Aşka inanıyorum, Meryem ve… ve aşk bana bu surette görünmüş olamaz mı? Babam bu evliliği istiyor. Benimse umudum var. İtiraz etmem için bir neden yok, geride bıraktığım kimse yok.” 25


atz|{tÇ Zxw|~

“Ben. Ben varım. Ankara’ya gitme fikrini sen attın öne. Hiç düşünmedin mi kardeşim ne yapacak diye?” diyerek itiraz etti kırgın çıkan sesiyle. Ellerine yapıştım hemen. Sımsıkı kavradım. “Yeni bir hayata başlıyorum. Sen de yeni bir hayata başlayacaksın. Sonsuza kadar İngiltere’de yaşamayı mı düşünüyordun?” “Elbette! Sen de öyle düşünüyordun. Bunu inkâr edemezsin. Seni anlamaya çalışıyorum, ama… ama olmuyor. Ben asla senin yaptığını yapmazdım. Asla bunu kabul etmezdim. Asla kendimi feda etmezdim. Belki İngiltere’den giderdim, fakat bu sebeple değil,” dedikten sonra kızgınlıkla ellerini ellerimin arasından çekerek gitti. Onun gidişini izlerken midem sancılanıyordu. Orhan’la evleniyor olmam önemsizdi o an. Meryem’in bana kırgın olması beni çok daha fazla ürkütüyordu. Hazırlıklar tüm hızıyla devam ediyordu. Meryem’in gönlünü almaya ve onu ikna etmeye çalışmaktan başka bir şey yapamıyordum. Birbirimize asla dayanamazdık. Beni anlayacağını biliyordum. Onu yumuşatmaya başlamış olsam da Orhan’la buluşmaya gideceğim günler benden olabildiğince uzaklaşıyordu. Sanırım onu görmeye tahammül edemiyordu. Orhan’la iki hafta boyunca görüştük. Görüşmelerimiz gün geçtikçe kötüye gidiyordu. Ben bir robotmuşum gibi 26


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

davranıyordum, o da sanki bir robotla sohbet ediyordu. Robot gerektiğinde gülümsüyor, gerektiğinde de konuşuyordu, sadece bu kadardı. Her buluşmaya ondan etkilenebilme umuduyla gidiyordum, sohbet etmek için ufacık da olsa istek duyuyordum. Fakat o benim umutlarımı söndürecek cinsten, hoşuma gitmeyen fikirlerini benimle paylaşıyordu. Yine de onu üçüncü buluşmamızda tiyatroya davet etmeye karar verdim. Allahım, ne kadar da cömerttim! “Oyundan hoşlanacaksın. Hem böylece beni sahnede de izleme şansın olacak. Sonuçta evlendikten sonra da bu mesleğe devam edeceğim. Yeteneğimi görmek istemez misin?” “Evlendikten sonra gerçekten bu mesleği yapmayı düşünüyor musun?” dedi bir an için bütün ilgisini bana vererek. “Niçin düşünmeyeyim?” diye karşılık verdim. Şaşırmıştım. Hafifçe gülümsedi. “Ben bu mesleğe ne yazık ki sıcak bakmıyorum. Sahnede yabancı bir adamla el ele tutuşacak, belki de öpüşeceksin. Hangi koca bunu kabul eder ki?” Bir an için ne diyeceğimi bilemedim. Bedenimi beni terleten bir sıcaklık ele geçirdi. Bir taraftan da öfkelenmeye başlıyordum. “Birincisi, sahnedeki o adamlar benim için yabancı değiller. Onların çoğu benim uzun zamandır tanıdığım sahne arkadaşlarım. Hem ayrıca yeni tanıştığım biri bile olsa, ona

27


atz|{tÇ Zxw|~

asla yabancı diyemezdim. Aynı mesleği yaptığım ve benimle aynı sahneyi paylaşacak birine yabancı demem. İkincisi, senaryo ne gerektiriyorsa onu yaparım. Üçüncüsü, kocaların buna izin verme ya da vermeme gibi bir lüksü yok. Farkındaysan senden izin almadım, sana fırsat sundum. Gelip gelmemekte özgürsün,” diyerek içimdeki her şeyi bir çırpıda söyleyiverdim. Masanın üzerindeki elini kaldırıp elimin üzerine koydu. Bu cesareti kendinde nasıl bulmuştu? Hızla ellerimi onun kıskacından çektim. Gülümsedi. Ondan uzaklaştırdığım elime doğru bakarak, “Müstakbel kocanın elini tutmaktan çekiniyorsun. Oysa sahnede o adamlarla senaryo neyi gerektiriyorsa onu yapacaksın, öyle mi?” dedi imalı bir şekilde. “Dokunmanı istediğim zaman sana izin vereceğim. Biz tanışalı daha iki hafta oldu. Bunun yakınlaşmak için yeterli bir süre olduğunu düşünmüyorum. Ve evet, senaryo neyi gerektiriyorsa yapacağım. Çünkü orada mevzubahis olan benim hayatım değil. Hepimiz orada bir amaç için toplanıyoruz ve bizleri izleyenlere yaşamak istedikleri duyguları veriyoruz. Bu yüzden bu zihniyete ne yazık ki katılamayacağım,” diyerek açıkça tepkimi belli ettim. “Sabırlı bir adam olduğuma inanıyorum. İleride çok iyi anlaşan bir çift olacağımıza eminim.” Söylediklerimi resmen duymazdan geliyordu! 28


`xÇx~áxÄxÜ T†tÜ~xÇ :

Umutlarım bir bir başıma yıkılıyordu. Ondan nefret etmek istiyordum, böylelikle her şey daha kolay olurdu. Ona bakan gözlerimde nefret olmalıydı. Büyüyen nefretimi görmesini istedim, onu aşağılayan, kendisini bir böcek gibi hissetmesine neden olacak kin dolu bir bakış… Belki sadece kısa bir an için böyle hissettim, çünkü ne yazık ki karşımdaki Orhan bile olsa, bir insana bu türden hissiyatlar besleyen biri olamazdım. Birine bunu hissettirdiysem de üzülürdüm. Sonuçta o da benden hiçbir farkı olmayan Allah’ın kullarından biriydi. Kimseyi yargılamaya hakkım yoktu. Oysa o an böyle hissetmeyi ve bu hisle yaşamayı öylesine çok istiyordum ki delicesine bunu arzular hale geldim. Hoşgörülü olmanın yeri değildi, böyle düşündüğü ve söylediği için ona kin duymalıydım, ama ne yazık ki ne yaparsam yapayım, kin benim mizacıma uygun bir duygu değildi. Evet, nefret edebilirdim, ama kısa sürerdi, sadece bu kadar. İki hafta boyunca onu daha fazla tanıma fırsatım olmuştu. Öncelikle kendini çok fazla beğeniyordu. Her yaptığı şeyin insanlar tarafından hoş karşılanacağını sanıyordu. Bencil olduğunu da fark etmiştim. Babama gösterdiği hürmet sadece beni kazanabilmek içindi. Ve en nihayetinde başta da söylediğim gibi şık bir gelinlikle kendimi nikâh masasında buldum. 29



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.