MART 2011
ISSN 1309 5382
8 TL
K.K.T.C 10 TL
vogue+değer
Mert Alaş & Marcus Piggott
Mert Alaş ve Marcus Piggott, moda dünyasının en çok konuşulan fotoğrafçıları. Kapakta gördüğünüz muhteşem Gisele’i New York’ta onlarla fotoğraf ladık. Çalışmadıkları dergi, ünlü ya da marka hemen hemen yok: Vogue’un tüm edisyonları, Vanity Fair, V, Love, W, Interview, i-D, Cavalli, Miu Miu, Giorgio Armani, Tom Ford, Gucci, Chanel, Bulgari, Madonna, Kate Moss, Lara Stone, Penelope Cruz, Kate Hudson, Vanessa Paradis, Naomi Campbell... Görüyorsunuz, saymakla bitmiyor. Bugüne kadarki en eğlenceli çekiminiz hangisiydi? Geçen seneki Madonna çekimimiz! Madonna ile çalışmak insanı hem zorluyor, hem de çok eğlendiriyor. En unutamadığınız moda fotoğrafları kimin? 1970’lerin Guy Bourdin fotoğrafları. Modanın sert ve karanlık tarafını cazip kılmayı başardığı için. Hayatınızdaki en önemli dönüm noktası? 90’ların başıydı. Planımız New York’ta restoran açmaktı. O günlerde yolumuz bir fotoğraf ajansıyla kesişti. Ve her şey değişti. Gisele Bündchen ile çalışmak nasıldı? Gisele tanıyabileceğiniz en eğlenceli, pozitif ve sıcakkanlı insanlardan biri. Zaten onu 15 yaşından beri tanıyoruz. Çekimlerimiz hep bir parti havasında geçiyor.
Yaptığım hiçbir şeyi cüret ya da cesaret olsun diye yapmadım doğrusu. Ben yalnızca kendi bünyemin gereklerini yerine getirmeye çalıştım. Murathan Mungan —
Georgina Graham
“Hayat sana limon veriyorsa, limonata yap” sözü hayat felsefesi. Sophia Loren, Lily Allen, Jennifer Lopez başta olmak üzere sayısız ünlünün makyajını yapan, Vogue, Dazed & Confused, i-D, Numero gibi dergilerin moda çekimleri için çalışan Georgina, Londra ve Paris’te yaşıyor. Vogue Türkiye için fotoğrafçı Hans Feurer’le Brezilya’ya gitti, Frida’nın Bavulu’nu renklendirdi. Rio de Janeiro’daki çekim hakkında birkaç cümle alalım. Bugüne kadar gördüğüm en güzel setlerden biriydi. Müthiş bir ekip, müthiş bir fotoğrafçı. İnsan daha ne ister ki? Sizi en iyi tanımlayan kıyafet ne? Tam da şu an üstümde olanlar: JBrand’den bir jean, Equipment’tan ipek bir bluz, Margiela kaşmir kazağım, Acne’den pistol botlarım.
98 vogue.com
Murathan Mungan Oyun, şiir, hikaye, roman, deneme, eleştiri, şarkı sözü... Sayısız eser, çoğu dünya dillerine çevrilen. 35 yıldır yazıyor. Murathan Mungan bu ay Vogue Türkiye için yazdı. Hepimizi cüret terazisine çıkararak yüzleşmeye davet etti. En cüretkar adımınız, seçiminizi düşününce hemen aklınıza gelen ne? Yaptığım hiçbir şeyi cüret ya da cesaret olsun diye yapmadım doğrusu. Ben yalnızca kendi bünyemin gereklerini yerine getirmeye çalıştım, ama kitaplarımın basılmadığı, zor ve sıkıntılı günler yaşadığım dönemlerde yazıda sebat etmemin, aşk ve ısrarla yazmayı sürdürmemin, para ve makam kazanmak için başka işlere bulaşmamak konusunda gösterdiğim direncin cesaret gerektiren bir seçim olduğunu söyleyebilirim. Vogue Türkiye birinci yılı için sizden bir “kutlama” cümlesi istesek çok mu “cüretkar” davranmış oluruz? Kutlu olsun. Sürekliliğiniz olsun. Her zaman kendinizi geliştirmeye, yenilemeye, aşmaya nedenleriniz, malzemeniz, zenginliğiniz olsun... Yakında çıkacak romanınızdan okuyucularımıza küçük ipuçları verebilir misiniz? Üzerinde on beş yıldır çalıştığım bir roman bu. Adı Şairin Romanı. İlk bölümünü 2005 yılında tek baskı olarak yayımlanan Elli Parça içinde tadımlık olarak okura sunmuştum. Başka bir gezegende geçen ama dünya kültürlerinden izler taşıyan, şiirsel bir dille yazılmış fantezi bir roman. Yolculuk, büyüme, kimlik değiştirme, aşk, intikam, cinayet, kısacası roman sanatının hemen bütün temel izleklerine yer vermeye çalıştığım hacimli bir roman oldu. Vogue dergisi okuru olan modacılar için şöyle bir fantezi de önerebilirim: Romanımın kahramanları için giysiler tasarlayabilir, dekoratör ve mimarlar betimlediğim yapılar ve kentler için çizimler geliştirebilirler. Takı tasarımcıları için de iş var: Romanın kadın kahramanları Ümma, Zeheyra, Avona ve Lelalu’nun takıları belki de onların elinin değmesini bekliyordur.
vogue+değer Pınar Yiğitoğulları
New York’ta Marina Abramovic'le röportaj yapan Pınar, iletişim okuduktan sonra Londra’da belgesel ve kısa metraj film kurslarına katıldı. 2008’de eğitimi ile sanatı birleştiren www.art-core.tv ‘yi kurdu. Halen bu sitenin yöneticisi ve editörü. Sizce kimler neye cesaret ederek bu dünyada bir şeyleri değiştirdiler? Martin Luther King’in hümanizmi gündeme getirerek Amerika’da insan hakları ve savaş karşıtlığı için sesini yükseltmesi ve Simone de Beauvoir’ın, kadınların sadece çocuk doğurmakla ve ev işleriyle sınırlı olmadığını söyleme cesareti.
Christian Witkin
İngiliz fotoğrafçı Christian Witkin, sıradışı performans sanatçısı Marina Abramovic’i New York’taki loft’unda bizim için fotoğrafladı. Witkin, New York Syracuse Üniversitesi Fotoğraf Bölümü mezunu. 1993’ten beri başta Vogue olmak üzere önemli dergi ve gazeteler için moda ve portre fotoğrafları çekiyor. Hayattaki en zor şey ne sizce? Bence kendini tanımak. Sınırlarını, zayıflıklarını ve gücünü bilmek. Bu, hayatın karşınıza çıkardığı en zor ve en bitimsiz şey. Peki, en güzel tecrübe? Kızımın dünyaya gelişini izlemek! Kelimelerle anlatılmayacak kadar yoğun bir duyguydu.
Bence hayattaki en zor şey kendini tanımak. Christian Witkin —
Nihat Odabaşı
Pek bilinmez ama Odabaşı, kariyerine bir reklam ajansında metin yazarı olarak başlamış. 1999’a kadar da bu alanda çalışmış. Gerisini zaten biliyorsunuz. Kampanyalar, dergi çekimleri, ünlüler... Nihat Odabaşı, Kaybedenler Kulübü filminin başrol oyuncuları Nejat İşler, Ahu Türkpençe, Yiğit Özşener’i elinizdeki sayı için fotoğrafladı. En cesur seçiminiz neydi? İstediğim gibi bir “ben” olmaya karar vermem. Bunu eve, sokağa, dünyaya ve kendime söylemem... Hayatınızdaki en unutulmaz kutlama hangisiydi? Doğum günümde ufak bir kutlama yapacaktım. Ama programı tamamen unutup Alaçatı’ya gittim! O günün doğum günüm olduğunu da gazeteden öğrendim. Unutulmaz bir doğum günü oldu haliyle!
Ellen Von Unwerth Emre Doğru
Emre, Yeditepe Üniversitesi’nde iç mimarlık, Marmara Üniversitesi’nde fotoğraf okudu. İspanya’da, Mallorca Adası’nda fotoğraf asistanlığı yaparak deneyim kazandı. Bugün, freelance olarak reklam ve moda fotoğrafçılığı yapıyor. Pek çok kez olduğu gibi, bu sayıda da Düşeş sayfalarını o çekti. Hayatınızdaki en cesur seçim neydi? Dört yıl iç mimarlık okuduktan sonra, fotoğrafçı asistanı olarak küçük bir stüdyoda hayata atılmam olabilir. Sizce kimler fotoğraf sanatında bir şeyleri değiştirmeyi başardı? Nan Goldin, Juergen Teller, Terry Richardson, Ryan McGinley. Fotoğrafa samimiyet getirdiler. Tıpkı Danny Boyle’un sinemada yaptığı gibi.
100 vogue.com
Ellen Von Unwerth’le Vogue Türkiye’nin yolu, Victoria Beckham ve Hürrem 2010 çekimlerinde kesişmişti. Bu sayıda, Paris’in ünlü gece kulübü VIP Room’da yaptığımız punk-rock temalı Blondie ve Ötesi çekimi, Ellen’in bizim için yaptığı üçüncü iş. Moda ve güzellik çekimlerinde kadının erotik ve oyunbaz tarafını ortaya çıkaran Unwerth’in kariyerinde, Vogue, Vanity Fair, i-D, The Face gibi dergiler de var; Duran Duran, Britney Spears, Rihanna, Dido gibi müzisyenler ve Guess, Miu Miu, Chanel gibi dev markalar da.
vogue+değer Sedef Delen
Sedef bugün en çok aranan moda fotoğrafçılarından biri. Kariyerini Fabrika Görsel fotoğraf ajansı bünyesinde sürdürüyor. Cüret Kulübü çekimindeki 18 cüretkar ünlüyü o fotoğrafladı. En gözükara adımınız sizce neydi? Birkaç yıl önceydi. İki sene ortalardan toz olmaya karar verdim. Sonra, fotoğrafta tam da dijitale geçilen dönemde dönüp buna adapte olmaya çalıştım. Hayatınızdaki en unutulmaz kutlama hangisiydi? 35. yaşgünüm. Bozcaada’da yakın arkadaşlarımla upuzun bir masada kutlamıştık. Bir arkadaşım, şarap şişelerine, üstünde adım ve çocukluk fotoğrafım olan etiketler basmış. Şişelere baka baka içmiştim bütün gece.
Zeynep Yener
1iki3 kreatif ajansının kurucusu ve editörü. Vogue Türkiye Mart sayısının Nostalji sayfası için Diana Vreeland’ı yazdı. Sizi en çok etkileyen moda çekimi hangisiydi? Helmut Newton’ın Le Smoking fotoğrafı. Ayrıca Diana Vreeland ve Richard Avedon işbirliği ile ortaya çıkmış, Avedon’un 60’lardaki tüm çekimleri. Hayatınızdaki en cüretkar adımı sorsak? Kendi işimi yapmayı seçmek. Sizce kimler neye cüret ederek bu dünyada bir şeyleri değiştirdiler? Dünyayı bilmiyorum ama Oscar Wilde benim edebiyata bakış açımı kesinlikle ve tamamen değiştirdi.
Lansman kampanyasında adını yanlış telaffuz eden bir derginin bile neler yapabileceğini gösterdi bize Vogue Türkiye. Demek ki çalışırsak oluyor. Burak Şuşut —
Burak Şuşut
Kendi sözleriyle Burak: “Ekonomi okudu ama hiç oralı olmadı. Editörlükle başlayan yayıncılık macerası, Yapı Kredi Yayınları’nda devam etti. Daha sonra reklamcılık dünyasının parlak ışıkları onu cezbedip kandırdıysa da, 15 yıldan bu yana kitap okuma işinden para kazanıyor.” Kitap sayfalarımızı ilk sayıdan beri Şuşut yazıyor. Sizce kimler neye cesaret ederek değişim getirdiler? Eskilerden bir örnek: Bir kısım maymunun, etraf ne der diye aldırış etmeksizin “Arkadaşlar, ufaktan insana evriliyoruz, hadi bakalım” demesi mesela. Yenilerden bir örnek: Mısır’da insanlar en değerli şeylerini, yani hayatlarını kaybetme pahasına “asla değişmez” denen bir şeyi değiştirdiler. Hayatınızdaki en güzel kutlama hangisiydi? 6 ay önce ajanstaki arkadaşlarım bana sağlam bir “bekarlığa veda” partisi düzenledi. Hatta bir dansöz bile vardı. Dansöz partinin sonunda ‘Doğum gününüz kutlu olsun’ dedi bana. Güldürürken düşündürdü.
102 vogue.com
Naz & Şerifcan Özcan
Naz ve Şerifcan Özcan, bu sayıyı hazırlarken New York’tan bize katkıda bulunmaya geldiler. Kapak ve moda sayfalarının tasarımlarını yaptılar, derginin tasarımına birtakım yenilikler getirdiler. Bilkent Üniversitesi’nde grafik tasarım okuduktan sonra master yapmak üzere New York’a gittiler. School of Visual Arts’ta tasarım üzerine yüksek lisans yaptıktan sonra New York’a yerleştiler. İlk sayımızda da bizimleydiniz, birinci yaşımızı doldurduğumuz sayıda da. Sizce aradaki sürede Vogue için neler değişti, gelişti? O zamanlar masalarınızın üzeri bembeyazdı, bomboştu. Bu durum şimdi çok değişmiş. Her yer kalabalık. Belli ki arada çok sıkı çalışmışsınız. Aynı işi yapıyorsunuz. Bu durum ilişkinize faydalı mı zararlı mı? Faydalı. Akşam işten eve döndüğümüzde, birimiz ‘Kerning’i çok açtılar bugün’ diye şikayet ederse, diğeri ‘Ne diyorsun’ demiyor, karşısındakinin ne demek istediğini anlayabiliyor.
envogue
Takıya dönüşüm
Taşın sırrı Beril’de
Beril Beşer, Türkiye’nin sayılı gemologlarından, yani taş uzmanlarından biri. Amerika’da aldığı eğitimin ardından Türkiye’ye dönen Beril, şimdi kendi markası için mücevherler tasarlıyor. Bitmeyen bir heyecan ve hevesle.
13 yaşındaki genç kız, ailesiyle beraber kayak yapmak için gittiği İsviçre’nin St. Maurice kasabasında, bundan sonraki hayatının akışını belirleyecek bir deneyim yaşar. Karla kaplı dağlar ve buzlu sokaklar zaten yeterince masalsıdır, ancak bu beyazlığın içinde karşılaştığı küçük mücevherci dükkanları ve vitrinlerindeki pembe beyaz, ışıl ışıl taşlar, atmosferi daha da gerçeküstü kılar. Beril, duyduğu bu müthiş heyecan ve hayranlık karşısında kendini tutamayarak ağlamaya başlar. Bugün 26 yaşında, Erenköy’deki mağazasında, karşıma oturmuş, 13 yıl önce yaşadığı o günü anlatırken de gözlerinden yaşlar boşalıyor. Zaten kendini bildiği günden beri yaşıtları oyuncakçı dükkanına giderken o takıcılara gider, aldığı taşları yıkar, yan yana dizer, parlatır, biriktirir. Onun oyuncakları taşlarıdır. Işıltıları karşısında duyduğu hayranlık, İsviçre’deki bu manzarayla da birleşince, taş bilimi konusuna iyiden iyiye merak duyar. Kitaplar alarak elindeki taşları gördüğü resimlerle eleştirmeye, bilgilenmeye başlar. Liseyi İsviçre’nin Lozan kentinde okur. Üniversite için bir karar vermesi gerektiğinde kendini bilgisayar karşısında şu kelimeleri google’larken bulur: Taş bilimi ve okul. Karşısına çıkan Gemological Institute of America’da (GIA), değerli ve yarı değerli taşlar üzerine müthiş disiplinli bir eğitim alır ve Türkiye’nin sayılı gemologlarından biri olarak ülkesine döner. Hikayesinden de anlaşıldığı gibi Beril Beşer, tutkusunu mesleğine çevirmeyi başaran şanslı azınlıktan biri. Bedesten’in en eski kuyumcularından Hasan Beşer’in torunu olduğundan,
172 vogue.com
kanında bu tutkunun dolaşıyor olması da garip değil. Beril, Ankara yakınlarındaki Sarıyar beldesinde yapılan Juliopolis Nekropolü kazılarında ortaya çıkan mücevherlerden 12 tanesini seçerek yeniden yorumladığı Juliopolis 2011 koleksiyonu ile ilgimizi çekti. Her birinden onar adet olmak üzere toplam 120 parçadan oluşan butik koleksiyonda kolye, yüzük, küpe ve kol düğmesi gibi farklı takılar var. “Kazı sırasında ortaya çıkan mücevherlerin hepsi çok güzeldi ancak özellikle 12’si benimle konuştu. Mesela minicik bir lapis taşının üstüne altın gömülü olan bir bileklik vardı. Görür görmez, bu küpe olmalı, dedim. Etkilendim.” Beril, çalışmalarını İstanbul’un iki yakası arasında sürdürüyor. Mağazası Erenköy’de, atölyesi Kapalıçarşı’da. Yeri geliyor bir ay boyunca satışlarla ilgileniyor. Bazen de atölyesine kapanıp bir hafta boyunca çizim yaparak bir koleksiyon bitirebiliyor. “Çizimin ve ilhamın sonu yok. Bazen bir ağaç bile beni etkileyebiliyor, bir restoranın dekoru kafamda takıya dönüşebiliyor. Mücevher tasarımındaki idolüm Boucheron. Sadece pırlantayı değil, amatist, savorit, akuamarin gibi daha az bilinen taşları da kullanıyor. Çizimde ise gündelik hayatı takıya dönüştürme ustası. Isırılmış bir makaronu alıp mücevhere çeviriyor, bir kirpiyi yüzüğe, bir baykuşu küpeye dönüştürüyor.” Beril’in en güçlü tarafı taş bilgisi olunca, ondan bizi taş konusunda biraz bilgilendirmesini istiyorum: “Pırlanta, yakut, zümrüt ve safir en önemli ve değerli taşlar. Kaşmir’in safiri, Kolombiya’nın zümrütü, Burma’nın yakutu meşhurdur. Pırlantanın esas evi Hindistan olsa da, bazen Kanada’dan bile çıkar. Yarı değerli taşlarda ise Güney Amerika, özellikle de Brezilya başı çeker. Akuamarin, turmalin ve topaz gibi harika taşlar gelir oradan. Avustralya’da da pembe pırlanta madenleri var.” Beril, şimdi Juliopolis 2011’in satışlarıyla ve kendi logosu üzerine tasarımlar yapmakla meşgul. Bir yandan da Sarıyar’daki kazıları izlemeye devam ediyor: “Öyle müthiş şeyler çıkıyor ki toprağın altından, ikinci bir seri hazırlamayı düşünüyorum. Bir de önümüzdeki aylarda Juliopolis’i daha iyi anlatmak için basın toplantısı ve lansman planlarımız var. Taş konusunda yapılacak o kadar çok şey var ki!” IŞIK CANSU CANAYAK
FOTOĞRAF: DİNÇER DİNÇ
Beril, New York, İsviçre ve İstanbul’dan topladığı taşlarını dev bir cam kavanoz içinde biriktiriyor. Artık mücevher olmasının zamanı geldiğini düşündükleri için çizimler yapıyor, onları takıya dönüştürüyor. Favorisi yüzük. Kaç tane yüzüğü olduğunu sormuyorum bile.
voguestİl
Mücevher sanatı Marzia ve Daniela Banci, mücevheri bir sanat dalı gibi gören, 30 yıldır bunun üzerinde çalışan iki kız kardeş. Markaları Banci Gioielli ise bu aydan itibaren Harvey Nichols’ta satışta. Röportaj Işık Cansu Canayak
O
nların Banci markasının +Banci serisi, 10 Mart’tan itibaren Türkiye’de. Üstelik Marmara Denizi ve İstanbul’un gökyüzünden esinlenilerek, sadece bizim için tasarlanmış yeni modellerle. Bir haber daha var: Banci Haute Couture koleksiyonundan oluşan sergi, Nichols’ın VIP müşterileri için iki hafta boyunca mağazada yer alacak. Mücevherleri kıyafetin bir parçası olarak değil, kendi başlarına birer varlık olarak tanımlayan Marzia ve Daniela, bunu özellikle tasarımlarındaki hacim üzerinden anlatıyor. Müşterileri arasında pek çok İtalyan gazeteci, mimar, modacı var. Hepsinin ortak noktası, kendi adlarına karar verebilen güçlü kadınlar olmaları. Bu yaratıcı kız kardeşler, en çok doğadaki manzaralardan ve insan denen varlığın kendisinden etkileniyorlar. Bildiğimiz gerçekleri, felsefe ve mimari üzerinden kendilerince yeniden yorumluyorlar. Marzia, sonsuzluk kavramı üzerine 30 sene düşündüğünü, bir cevap bulduğu anda ise onu bir kolyeye dönüştürdüğünü anlatıyor. Zaten onlara göre moda, mücevherle ilişkisini yeniden tanımlamalı.
Editörün önerisi
Banci Gioielli tasarımları aksesuarın kendisini giysiden daha az değerli görmüyor. Tasarımların kendisi gerek hacim, gerek taş seçimiyle yeterince yüksek sesli olduğundan minimal kombinasyonlarla kullanmak için daha uygun. Banci koleksiyonundan gece için seçiminiz koleksiyonun karakteristik yüzüklerinden biriyse algıyı dağıtmamak için bilezik yerine dirsek üzerinde bir kelepçe kullanmayı tercih edin.
Banci Gioielli’nin hikayesi İtalyan Marzia ve Daniela Banci kardeşlerin Banci Gioielli markasından iki parça, Floransa Pitti Sarayı Gümüş Müzesi’nin müdürünün onları sanat eseri olarak nitelemesi üzerine müzenin sürekli koleksiyonuna seçildi. Mimar kardeşler, teknik mimari bilgilerini, mücevher tasarımının gelenekleriyle birleştirdi. İtalya’nın Padova kentinde 1982’de açtıkları atölyelerinde onların tanımıyla ürettikleri değil yarattıkları eserler, son 20 senedir Avrupa ve Japonya’daki sanat galerilerinde, mücevher sergilerinde yer aldı. Bugün onları Harvey Nichols İstanbul’a çıkaran yol da yine Pitti Sarayı’ndan geçti. Türkiye’nin İtalyan Büyükelçisi Gianpaolo Scarante, Bancilerin tasarımlarından etkilenerek, hem İtalya’nın birleşmesinin 150. yılını hem de Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamak üzere onları İstanbul’a davet etti. 8 Mart’ta Venedik Sarayı’nda düzenlenecek gecenin konsepti The Sky for a Star / Her Yıldıza bir Gökyüzü. Üzerinde üç sene boyunca çalıştıkları altıncı koleksiyonları Firmament- Gökkubbe’nin öne çıkarılacağı gece için, Marzia Banci şöyle diyor: “Amacımız her zaman şiirsel bir meseleyi somut bir obje üzerinden anlatabilmek.” Harvey Nichols’taki Banci mücevherleriyle tanışın. Tasarımların hemen hepsinde, hareket eden bir parça göreceksiniz. Bu böyle, çünkü Marzia Banci için kadın da, ışık da mücevher de dinamik. Ve hepimizin içinde ışığa ihtiyaç duyan bir yer var.
202 vogue.com
Costellazioni’yi Art Jewellery olarak tanımlıyorlar. Haute couture line’larında çok lüks ve pahalı tasarımlar var. Üçüncüsü ise +Banci. Burada en pahalı tasarım 2000 Euro.
voguestİl MODEL PROFİLİ
Podyumda iki femiman Cinsiyetin sınırlarını esneten modeller, modanın dört bir yanını etkisi altına almış durumda, yeni deyişle iki ‘femiman’. Lea T ve Andrej Pejic bu akımın en cüretkar temsilcileri.
Kadınlık nerede biter, erkeklik nerede başlar? Bu sorunun cevabı, cinsiyetler arasındaki tarafsız bölgede, androjen kavramında. Androjen son zamanlarda podyumdan sokak stiline, makyajdan model seçimlerine kadar modanın pek çok alanına nüfuz etmiş bir stil. Kasım sayımızda yer alan Androjen çekiminden aşina olduğunuz ve bu sezon Marc By Marc Jacobs’ın yüzü olan Sırp model Andrej Pejic, kadın erkek sınırındaki bu muğlaklığı en iyi yansıtan modellerden biri. Givenchy’nin baş tasarımcısı Riccardo Tisci’nin 2010 reklam kampanyasında büyük bir cesaretle öne çıkardığı Lea T ise, ilk transeksüel model olarak işi bir adım daha ileri taşıyan isim. Vogue Paris, 2010 Eylül sayısında Mert & Marcus’la gerçekleştirdiği çekimde, Pejic ile Lea T’yi yan yana getirmişti.
Androjen stil karşımıza bu kadar sık çıkmaya başlayınca, onu ifade eden kelimeler de hızla türedi: Handsome beauty (yakışıklı güzellik) ve feminen ile man kelimelerinin birleşiminden oluşan femiman... Bu yeni terminolojinin podyumdaki en net karşılığı ise şüphesiz 19 yaşındaki Andrej Pejic. 2011 İlkbahar/Yaz Marc By Marc Jacobs’ın reklam yüzü olarak seçtiği Andrej, uzun sarı saçları, dolgun dudakları ve ince beliyle podyumdan size doğru yürürken, onun kadın mı erkek mi olduğunu anlamanız sahiden zor. Ve tam da bu uç androjen görünümü onu modacılar arasında paylaşılamaz yapıyor. 2010 Paris Men Fashion Week’te, daha yolun en başındayken, Paul Smith, Gaultier ve Galliano gibi markalar için yürümeyi başaran Pejic, bunun hemen ardından Dazed & Confused Japonya ve Vogue Paris gibi önemli yayınlarda yer alınca herkes aynı soruyu sordu: Kim bu çocuk? Steven Meisel, Juergen Teller ve Mert & Marcus gibi ünlü moda fotoğrafçıları Andrej’i fotoğrafladı, Jean Paul Gaultier ise hem 2011’deki defileleri hem de reklam kampanyasında Karolina Kurkova’nın yanında yer alacak isim olarak onu seçti. Hırvat bir baba ve Sırp bir annenin oğlu olarak Bosna-Hersek’te dünyaya gelen Andrej’in ailesi, savaşla altüst olmuş topraklarından kaçarak Avustralya’ya sığındı. Pejic de burada büyüdü, 2010’da Melbourne’deki Storm Models ajansına kaydolunca, bu uzak kıtadan çıkıp dünyanın geri kalanına açıldı. Andrej, podyumda sonuna kadar temsil ettiği androjenliği gündelik hayatına da taşıyor, kadın ve erkek gardırobunu birbirine katarak giyiniyor. Vintage ve ikinci el dükkanlara ise yaz kış uğramaktan vazgeçmiyor.
FOTOĞRAF: MATTHEW BROOKES, WWD
Andrej Pejic
Andrej Pejic, Jean Paul Gaultier 2011 İlkbahar / Yaz Couture defilesinde gelinliği andıran beyaz bir elbiseyle podyumdaydı.
voguestİl
Androjenliği bir adım öteye taşıyan Lea T, en büyük desteği Riccardo Tisci ve Carine Roitfeld’den gördü.
En provokatif moda dergilerinden biri olan Love’ın androjenliğe ayırdığı İlkbahar/ Yaz 2011 sayısının kapağı, görenlere “cüret böyle bir şey olsa gerek” dedirtti. Kate Moss ve Lea T’nin dudak dudağa olduğu, Kate’in erkek, Lea T’nin ise kadın rolüne büründüğü bu fotoğrafta, kadın ile erkek arasındaki çizginin silinip yok olduğu bir an var. Givenchy’nin 2010 reklam kampanyasında yer alarak olay yaratmasının ardından 400’den fazla röportaj teklifi alan Lea T, bu konuda çok seçici davrandı. Sadece Vanity Fair İtalya, Vogue Paris, Lurve ve Interview dergilerine konuştu. Riccardo Tisci’nin cesareti ile öne çıkıp Carine Roitfeld’in desteğiyle moda dünyasındaki yerini sağlamlaştıran Lea’nın, transeksüel olduğunu bilmesek, maskülen ve güçlü güzelliği ile onu kusursuz bir Brezilyalı kadın da sanabilirdik. 2011 İlkbahar/Yaz sezonunda Paris ve Milano Moda Haftaları’nda yürüyen Lea T, androjenlik ile özdeşleşen isimlerden biri oldu. Günlük hayatında en çok Givenchy’i tercih eden Lea, Tisci’nin siyah deri pantolonlarını sıkça kullanıyor. Tercihi her zaman çabasız şıklıktan yana. Comme des Garçons’un belinde el detayı bulunan pembe kalem eteğini üzerinde sanki sıradan bir jean varmış gibi taşıyarak bunu kanıtlıyor. Vivienne Westwood ve Ann Demeulemeester da Lea’nın üstünde sık sık gördüğümüz tasarımcılar. IŞIK CANSU CANAYAK
FOTOĞRAF: GIVENCHY BY RICCARDO TISCI, WWD
Lea T
rubric
FLAS¸ Popüler hayat rehberiniz
O-Kız
Mila Kunis
Black Swan’ın öteki kuğusu Ukraynalı Mila Kunis, oyunculuğu ve güzelliği ile bu yıl adına en sık rastlayacağımız kadınlardan biri.
NAME LASTNAME FOTOĞRAF: STARTRAKS/REX FEATURES
D
arren Aranovsky’n n tüyler d ken d ken, ruhları da huzursuz eden f lm Black Swan’de N na (Natal e Portman) ne kadar çek ngen ve ürkekse, M la Kun s’ n canlandırdığı L ly de b r o kadar cüretkar ve tek ns zd . B z bu karaktere nandıran se M la’nın 67. Vened k Uluslararası F lm Fest val ’nde En İy Genç Aktr s dalında Marcello Mastro ann Ödülü’nü alan ve aynı ödüle Golden Globe Awards’da da aday olan müth ş performansıydı. Buğulu ses , Husky lakabıyla anılmasına neden olan b r mav d ğer yeş l gözler yle Kun s, yıllardır öneml şlere mza atıyor. Ama yıldızının Black Swan’le parladığını söylemek yanlış olmaz. 27 yaşındak oyuncu, lk bakışta Lat n kadınlarını andırsa da aslında b r Ukraynalı. A les n n yeş lkart çek l ş n kazanmasıyla Los Angeles’a taşındıklarında sadece yed yaşında olan ve tek kel me İng l zce b lmed ğ ç n b rkaç yıl boyunca mecburen “sağır ve d ls z” yaşayan M la’ya çözüm babasından geld : Boş zamanlarında, b r yandan da sosyalleşmek ç n Beverly H lls’tek b r oyunculuk stüdyosuna kaydolacaktı. Önce reklamlar, sonra yardımcı roller derken That 70’s Show d z s nde Ashton Kutcher le k ergen olarak paylaştıkları başrol le şöhret bulan Kun s’ n kar yer adım adım lerled . St l de öyle. Kamera önünde büyüyen bütün çocuk yıldızlar g b M la da st l n bulana kadar pek çok şey dened . Ama artık kend n bulmuş görünüyor. Kırmızı halıda yürürken genelde tek parça elb seler g ymey terc h eden m nyon oyuncu, en son Altın Küre Ödüller ’nde yeş l Vera Wang elb ses n Lorra ne Schwartz mücevherler yle tamamlamıştı. Chanel, El e Saab, Dolce&Gabbana, J. Mendel ve Matthew W ll amson M la’nın üstünde en sık gördüğümüz markalar. 1.60 boyunda ufak tefek b r kadın olan M la, Black Swan’dek rolü ç n 10 k lo ver nce, başta a les , herkes pan k olmuş. “Ekranda har ka olab l r ama gerçek hayatta berbat görünüyordum. Ne göğsüm ne de şekl m kalmıştı. Çek m b ter b tmez verd ğ m tüm k loları ger aldım” d yor, o dönem anlatırken. Oyuncu Macaulay Culk n le sek z yıllık l şk s n geçt ğ m z aylarda noktalayan M la, f lmograf s ndek Get Over It, Forgett ng Sara Marshall, Max Payne ve The Book of El g b f lmler n arasına, Just n T mberlake le başroller n paylaştığı ve yakında göster me g recek Fr ends w th Benef ts’ de ekled . Kun s’ n karşımıza çok daha sık çıkacağına şüphe yok. IŞIK CANSU CANAYAK
vogue.com
241
FLAS¸
BULUŞMA IWC’nin CEO’su Georges Kern, markanın dostları Kevin Spacey, Paulo Coelho, Elle Macpherson ve Peter Lindbergh gibi ünlüleri Cenevre’de SIHH fuarında ağırladı.
IWC VE DOSTLARI Ünlü oyuncu Cate Blanchett ve futbol yıldızları Luis Figo ve Zinedine Zidane’la birlikte, IWC’nin yenilenen Portofino saatlerinin Cenevre’deki tanıtımına katıldılar. Boris Becker ve Ronan Keating de, markanın Peter Lindbergh’le gerçekleştirdiği projenin önemli bir parçasıydılar.
CENEVRE
Cenevre’de Portofino sıcağı
İsviçre’nin prestijli saat markası IWC, Cenevre’de düzenlenen uluslararası saat fuarında son koleksiyonu Portofino’yu tanıttı. Peter Lindbergh’in Portofino’da fotoğrafladığı markanın arkadaşları Cate Blanchett, Jean Reno, Elle Macpherson, Zinedine Zidane ve Matthew Fox gibi isimler de Cenevre’de bizimle birlikteydi.
C
enevre, yarım milyonluk nüfusu ile sessiz sakin bir şehir izlenimi veriyor. Salon International de la Haute Horlogerie, yani SIHH Saat Fuarı’nın yapıldığı dönem ise sükunetin istisnası. Nasıl ki Dünya Kupası’nın yapıldığı şehirlerde otellerde yer bulunmaz, taksiler dolu ve restoranlar normalden daha geç saate kadar açıktır, Cenevre de saat fuarı süresince böyle bir şehre dönüşüyor. 16-21 Ocak arasında bu sene 21.’si yapılan, prestijli saat markalarının en son koleksiyonlarını dünyanın dört bir yanından gelen basın mensubu ve alıcılara tanıttıkları SIHH, zamanın sadece saatler için aktığı bir dört gün demek. Bundan tam 143 sene önce, Amerikalı saatçi Florentine Ariosto Jones tarafından Zürih yakınlarındaki Schauffhausen kasabasında kurulan International Watch Company’nin (IWC) bu sene öne çıkardığı koleksiyon, İsviçre’nin saat yapımındaki ustalığı ile İtalyan hayat tarzının birleşimini yansıtan Portofino’ydu. Tembelliğin tadıyla ve lüksle özdeşleşen imajından 1950’lerden beri hiçbir
254 vogue.com
şey kaybetmeyen İtalyan balıkçı kasabası Portofino, IWC’nin 1953 yılındaki ilk koleksiyonunun da, 2011’de yenilenmiş halinin de, adı üzerinde çıkış noktası. Peki, küçük bir kasaba ve bir yaşam şekli, saat ile nasıl ilişkilendirilir? Bu ilişki en iyi hangi dilde anlatılır? IWC ailesi, dünyanın en önemli moda ve portre fotoğrafçılarından Peter Lindbergh’i ve markanın dünyaca ünlü “arkadaşlarını” yanlarına katıp Portofino’da üç gün üç gece geçirerek, bu sorunun yanıtını verdi. Fotoğraflarda ve çekimin kamera arkası görüntülerinden oluşan siyah beyaz kısa filmde, Cate Blanchett ile Kevin Spacey kol kola geziyor, Matthew Fox ile Eric Dane Akdeniz’e karşı laflıyor, Jean Reno ile Zidane, aniden bastıran yağmur yüzünden sığınacak bir saçak arıyor. Bu görüntüler “dolce vita”yı size öyle tatlı tatlı hissettiriyor ki, onun bir parçası olmayı hayal etmeden duramıyorsunuz. SIHH fuar alanının içindeki IWC köşesi de aynı hayalin devamı. İçine girdiğiniz anda sizi İsviçre’den İtalya’ya, 2011’den 1950’lere götüren minyatür Portofino’da, bir gün puantiyeli ertesi gün kiraz desenli
FLAS¸ elbiseleriyle cappuccino servis eden yanık tenli, kırmızı rujlu kızlar, seyyar arabasından limonlu dondurma ikram eden güler yüzlü bir İtalyan, park etmiş Vespa’lar, amaretto aromalı kurabiyeler var. Dekor ve müziğin de etkisiyle kendimizi pekala Elizabeth Taylor ve Richard Burton’un kol kola yürüdüğü Piazzetta Meydanı’nda da sanabiliriz. Hemen solumuzdaki küçük sinema salonunda da Federico Fellini’nin filmi La Dolce Vita oynuyor. Birazdan kırmızı kadife perdeler açılacak ve film salona dolacak.
SAATLER Giuseppe Santoni’nin aile geleneğini sürdürerek imal ettiği deri kayışlar Portofino’ların klasik şıklığının en önemli parçası. CEO Georges Kern, Peter Lindbergh’le birlikte saat denerken (yanda). Portofino Dual Time (altta) .
İsviçre'nin ustalığı ve Akdeniz yaşam stili
NOSTALJİ Peter Lindbergh’in Portofino’da fotoğrafladığı ve adını bu liman şehrinden alan saatler, SIHH 2011 fuarında Akdeniz ruhunu yansıtan bir ortamda sunuldu. 1950’li ve 60’lı yıllarda Elizabeth Taylor ve Grace Kelly gibi stil ikonlarının vazgeçemediği şehir, IWC tarafından yorumlandı.
İsviçre’nin şüphesiz ustası olduğu saat, hem kadın hem de erkek için önemli aksesuarlardan biri. Hem mekanik hem estetik, hem rasyonel hem de duygusal bir söz söylüyor. İçinde gece gündüz durmadan işleyen minik bir fabrika var. Ama dışarıdan bakılınca içeride canla başla çalışan bir makine olduğu hiç hissedilmiyor. Portofino koleksiyonundaki saatlerin zarif dış cepheleri, işte bunun en iyi örneklerinden. 70’li ve 80’li yıllarda, saat piyasasında gösterişli saatler ön plana çıktığında, IWC trendlerden uzak klasik saat anlayışından ödün vermemişti. 2011 yılında karşımıza çıkan Portofino ailesinde de aynı mantık var. İkisi yenilenmiş, ikisi ise tamamen yeni toplam dört modeli ve on beş çeşidi ile yine sade, yine zarif. Portofino Dual Time ve Portofino Hand-Wound Eight Days iki yeni model. Dual Time, dünya vatandaşı olan, aynı anda birden fazla ülkenin zamanını bilmek isteyenler için. Hand-Wound Eight Days ise Portofino ailesinin amiral gemisi. Üstelik her iki modelde de ünlü İtalyan ayakkabı ve lüks deri markası Santoni’nin IWC için özel olarak hazırladığı kayışlar kullanılmış. Portofino Automatic ve Chronograph ise yenilenenler. Bu modellerin hem deri hem de 50’li yıllarda çok tercih edilen, gümüş örgüden yapılmış bilezik biçimindeki kayış seçenekleri var.
Markanın ünlü arkadaşları
DEKOR 1950’li yıllarda Hollywood yıldızlarının dondurma yediği ve şampanya yudumladığı kafelerde, artık Cate Blanchett, Matthew Fox, Kevin Spacey gibi oyuncular oturuyor. Ziyaretçilere Akdeniz yaşam stilini hissettirmek amacıyla dekore edilen IWC’nin Portofino setinde dönem kostümlerini sergileyen modeller, dansçılar ve Audrey Hepburn’le hafızalarımıza kazınan Vespa’lar vardı.
256 vogue.com
Markanın “arkadaşları”ndan söz etmiştik. Markanın arkadaşı olur mu diye sorabilirsiniz. IWC’nin var. Hem de çok ünlü arkadaşlar. Markayla olan gönül bağlarının birinci ve en basit sebebi, IWC’nin saatlerini sevmeleri. İkincisi ise markanın dahi CEO’su Georges Kern’in samimiyeti sayesinde onlarla kurduğu dostluk. Bu yüzdendir ki, Cate Blanchett, Elle Macpherson, Zidane, Boris Becker, Jean Reno, Matthew Fox, Eric Dane, Mariacarla Boscono, Kevin Spacey, Tim Jefferies, Hiroyuki Sanada, Marc Forster, Luis Figo, Ronan Keating gibi kendi alanındaki en iyi isimler hiçbir karşılık beklemeden, sadece iyi vakit geçirmek için Cenevre’ye geldiler. Hem IWC’nin fuardaki alanını ziyaret ettiler, hem de akşamki A Night in Portofino adlı gala yemeğine katıldılar. Elle Macpherson arkasından yaklaşıp Georges Kern’i yanağından dostça öptüğünde, Cate Blanchett Lindbergh’e sıkı sıkı sarıldığında, Kevin Spacey müthiş kabiliyetiyle CEO Georges’un taklidini yaptığında görüyorsunuz ki onlar sahiden iyi anlaşıyorlar. Oscar törenlerinden pek farklı olmayan gala yemeğinde sizi önce çekimin karelerinin ilk kez sergilendiği ve dünyanın belli başlı şehirlerini gezecek Lindbergh sergisi karşılıyor. Kırmızıbeyaz pötikareli masa örtüsüne kadar her şeyin en ince detayıyla düşünüldüğü alanda, tuvalet sırası beklerken önünüzdeki kişinin Cate Blanchett olması, sigara içerken Matthew Fox’tan çakmak istemeniz zaten işten değil. Aslında her şey bu samimiyetten ibaret. IWC saatleri Nişantaşı’ndaki mağazalarında uzun zamandır satılıyor. Portofino koleksiyonu da Temmuz’da Türkiye’ye gelecek. Üstelik yıldızları ve sürprizleriyle. Jean Reno’nun da sahnede söylediği gibi, “İnsan yapmayı sevdiği, uğraşırken iyi vakit geçirdiği şeyleri yapmalı hayatta.” IWC ve arkadaşları aynen böyle yapıyor. IŞIK CANSU CANAYAK
FLAS¸ Öne çıkan
Şehirde yaz ve Sienna Network, 2011 İlkbahar/Yaz
sezonuna oldukça güçlü giriyor: Arzu Kaprol’un tasarımlarını bu kez Sienna Miller giyiyor. Network kadını her zamanki gibi şehirli, sosyal ve güçlü.
N
etwork, modern şehirli kadını hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmaz. Zamansız olmayı, sıkıcılığa düşmeden başarır. Marka, 2011 İlkbahar/Yaz Kadın koleksiyonunda aynı bakış açısını koruyor. Üstelik bu kez arkasına Sienna Miller’ın rüzgarını da alıyor. Dünyaca ünlü oyuncu ve Twenty8Twelve markasının sahibi Sienna, Network’ün reklam kampanyasında yer almayı kabul etmiş. Bu işbirliğinde, Arzu Kaprol’un marka için tasarladığı koleksiyonun, Sienna tarafından beğenilmesinin de etkisi var. Network’ün sektördeki 11. yılına iddialı girmek istediğini düşünürsek, Sienna Miller gayet yerinde bir tercih. Çekim, Londra’daki ünlü Spring Stüdyoları’nda gerçekleşmiş. Özellikle I-D Magazine’e yaptığı işlerle bilinen Japon fotoğrafçı Takay ile çalışmışlar. Styling, Cameron Diaz, Megan Fox, Charlize Theron gibi ünlüler ile çalışan Jonas Hallberg’e teslim edilmiş. Kaprol 10 look seçmiş, aksesuarları ise Sienna ile ikisi kafa kafaya vererek belirlemişler. Sienna bu kadar alçakgönüllü, ekip de bu kadar uyumlu olunca, tüm çekim altı saat gibi kısa bir sürede tamamlanmış. Arzu Kaprol, Safari, Heritage-Miras, City Breeze-Şehir Esintisi ve City Marathon-Şehir Maratonu adlı dört ana gruptan oluşan ve Summer in the City adını taşıyan koleksiyonu hazırlarken, oldukça ilginç bir ilham kaynağı bulmuş kendine: En gösterişli ve ilginç balıklardan biri olan aslan balığı. Güçlü, renkli ve farklı aslan balığı, ana renklerde haki, bej, antrasit, lacivert, siyah ve beyaz; ara renklerde ekru, fıstık yeşili, turuncu ve gelincik kırmızısıyla koleksiyonda karşılık bulmuş. Tulumlar, trençkotlar, deri elbiseler, manşet detaylı takım elbiseler öne çıkanlar. İpek, şifon, jarse elbiseler ve uzun elbise şeklindeki pareolar ise yaz mevsiminin kurtarıcı, hafif parçaları. Ayakkabıda platform modası sürerken, şapkada hasır ve fiyonk var. Rengarenk şallar ise deniz kenarındaki bir yaz akşamında ürperdiğiniz zaman sırtınıza atmak için. Network’ün 2011 İlkbahar/ Yaz koleksiyonunda göreceğimiz tasarımlar, hem gündüze hem geceye, hem iş hayatına hem de sosyal tempoya yine uyumlu. Sienna Miller da böyle düşünüyor! IŞIK CANSU CANAYAK
258 vogue.com
SIENNA SETTE Londra'da Spring stüdyolarında gerçekleşen çekim, bir gün içinde tamamlandı. Sienna, çekimlerde giydiği Kaprol tasarımlarını çok beğendi.
İCAT ÇIKARAN KADINLAR Bir icat yapmak, neresinden baksanız cesaret ister. Elini taşın altına sokmak gerekir. Bir yandan da ciddiye alınmamak, alay konusu olmak vardır. Bu yazıda, bizi bizden önce düşünmüş kadınların hayatımızı kolaylaştıran icatlarını okuyacaksınız. Yazı Işık Cansu Canayak 320 vogue.com
r kadın düşünün, herhang b r kadın. Sabah uyanır. Hep yaptığı g b duşunu alır. Zor açılan kıvırcık saçlarını saç krem le yumuşatarak tarar. Duştan çıktıktan sonra sütyen ve külottan baret rahat ç çamaşırlarını g yer. B rkaç parça chocolate ch p cook e’y kahvaltı n yet ne ağzına attıktan sonra, düzenl olarak kullandığı doğum kontrol hapını alır. K rl tabak ve bardakları koyduğu bulaşık mak nes n çalıştırır. Ağlayan bebeğ n n bez n değ şt r p evden çıkar. Arabasıyla süpermarkete g derken b rden yağmur başlayınca hemen s lecekler çalıştırır. Kend n zar zor markete atar, alışver ş n yapar, aldıklarını kağıt torbalara doldurarak arabasına döner. Bu cümlelerde söz konusu olan kadın pekala hep m z olab l r z. Hep m z s lecekler çalıştırıyoruz, bulaşık mak nes kullanıyoruz, doğum kontrolü uyguluyoruz. Bu kadar sıradan b r günün böyle sıradan b r kes t nde b le onlarca kadının el ve f kr saklı. Bugün bulaşık mak nes n n, bebek bez n n, doğum kontrol hapının olmadığı b r hayatı hayal edem yoruz. B zden öncek kuşakların da benzer ht yaçları vardı. Onlar da kafalarını çalıştırıp kend çözümler n yarattı. Eller n taşın altına sokan bu tavırları, Eflatun’un şu sözünü doğruladı: “İht yaçlar, bütün buluşların yaratıcı gücü ve anasıdır.” İster ht yaçtan, ster meraktan doğsun, b r şeyler değ şt rmek ve b r yen l k get rmek ç n g r ş mc ruh ve cesaret şart.
FOTOĞRAF: EMMA SUMMERTON/TRUNKARCHIVE.COM
voguebakış
voguebakış Bulaşık makinesi “Kadınlar ç n k mse bunu cat etmeyecekse ben edeceğ m!” Bu sözler n sah b , bugün onsuz b r mutfağı hayal edemed ğ m z bulaşık mak nes n yaratan Joseph ne Cochrane. Amer ka’nın Ill on s eyalet n n kaymak tabakasına mensup Joseph ne, baktı k k mse yapmıyor, konu üzer nde var olan b rkaç çalışmayı gel şt rerek bugün b ld ğ m z anlamdak lk bulaşık mak nes n gel şt rd . 19. yüzyıl sonlarında, varlıklı a leler n d ğer varlıklı a leler evler nde verd kler yemekl davetlerle ağırlaması sosyal hayatın öneml b r parçasıydı. Joseph ne ve eş n n de sık sık kalabalık m saf rler oluyordu. Yemek b t p konuklar g tt kten sonra yığılan dağ g b bulaşığı elbette evler ndek yardımcıları yıkıyordu. Ama onlar da çok sakardı! Joseph ne’ n kıymetl porselen tabakları sürekl düşüp kırılıyordu. O da bu kadar vak t alan ve her gün tekrarlanan b r şey n daha kolay b r yolu olması gerekt ğ ne karar verd . Sene 1886’ydı. Ev n n arka tarafındak garajda çalışmalarına başladı. Tabakların boyutlarını ölçtü, araya koyduğu nce bölmelerle porselenler n b rb rler ne değmes n engelled . B r motor, b raz sabun, bolca da su püskürtmes mantığıyla çalışan bu mak ney , s par ş üzer ne d ğer sosyet k arkadaşlarına da yapmaya başladı. Hem üret m hem pazarlamayı kend s yapan Cochrane, pazarlamanın ürünü yaratmaktan çok daha zor olduğunu, bugünkü aklı olsa asla böyle b r şe g rmeyeceğ n söyled daha sonra. Başarısı gün be gün katlandı, 1893 yılında Ch cago’dak t caret fuarında mak nes n dünyaya tanıttı, oradan ödüllerle döndü. Cochrane’ n garajında başlattığı h kayes , bugün b ld ğ m z K tchenA d adlı ev araç gereçler satan ünlü ş rkete dönüşerek devam ett .
Chocolate chip cookie Ruth, el ndek malzeme b tt ğ ç n fırındak kurab yes n n ç ne evde bulduğu Nestle ç kolatayı küçük parçalar hal nde kırıp atmasaydı, chocolate ch p cook e d ye b r lezzet b lmeyecekt k. D yet syen Wakef eld ve eş , 1930’lu yıllarda Boston yakınlarında Toll House Inn adlı ufak b r restoran açtılar. Yol üzer nde, b r kulübe büyüklüğündek bu restoranda, tüm yemekler b zzat Ruth hazırlayıp serv s ed yordu. Zaman ç nde tatlıları özell kle cook e denen nce kurab yeler le ün kazandı. Yoğun b r günde kurab ye yaparken malzemes b t verd . Ruth da er yecekler n varsayarak Nestle Sem -Sweet Morsel ç kolatasını kırarak hamura karıştırdı. Oysa ç kolatalar er med , sadece b raz yumuşadı. Böylece tüm dünyanın tanıyıp b leceğ , süt le har ka b r k l olacak lezzet ortaya çıktı. Zamanla cook e’ler n ünü o kadar yayıldı k , Boston gazeteler Ruth’u ve kurab yes n haber yaptı. O sıralar Massachusetts’de senatör olan J. F. Kennedy de buranın müdav m hal ne geld . Nestle’n n sah b Andrew Nestle, ç kolatalarının bu meşhur cook e’lerle kullanıldığını duyunca Ruth’a ortaklık tekl f ett . Ruth’un tar f n ç kolatalarının ambalajına basacak, karşılığında Ruth’a ömür boyu ç kolata sağlayacaktı.
Sütyen Yaz, kış demeden, karnınızı ve göğsünüzü sıkı sıkı saran, nefes alıp vermen z zorlaştıran ağır b r korseyle dolaşmak zorunda olduğunuzu düşünün. Bu, Ortaçağ’dak şkence metodlarından b r değ l, 1900’ler n başında yaşayan kadınların ç çamaşırlarının tar f . Göğüs kafes ne yaptığı baskıyla nefes alıp ver ş zorlaştırarak kadınların sık sık bayılmasına yol açan korseler, rahatsız oldukları
322 vogue.com
kadar sağlıksızdılar da. 1889’da, Par s’tek Cadolle L nger e House adlı ç çamaşırı mağazası kadınlar ç n rahat ve haf f b r dönem n başladığını müjdeled : Herm n e Cadolle, korsen n alt ve üst olmak üzere k parçaya ayrıldığı ve ayrı ayrı da satılab len ç çamaşırı set yle, modern sütyen ç n lk adımı atmış oldu. B r sonrak adım Amer kalı Mary Phelps Jacob’dan geld . O sıralarda henüz 19 yaşında olan Mary, New York’un ler gelen a leler nden b r n n kızıydı. Akşam b r davete g decekt . Ama büyük göğüsler yüzünden korse b r türlü üzer ne tam oturmuyor ve elb sen n üstünden bell oluyordu. Bunun üzer ne Mary k tane pek mend l aldı, onları tel ve kurdelelerle b rb r ne tutturarak kend ne yen b r “şey” yarattı. Baktı k , tüm havalı New York kadınları bu yen ç çamaşırı ç n sıraya g r yor, 1914 yılında bunu b r şe dönüştürerek patent n aldı. Caresse Crosby adlı marka böylece doğdu. Modern sütyen n satış patlaması yaşaması B r nc Dünya Savaşı sırasında, Amer kan hükümet n n metaller boşuna harcamamak ç n, kadınlardan korse almamalarını stemes yle oldu. Bu arada Mary, buluşunun patent n çoktan Warner Bros Corset Company’e satmıştı b le.
Bebek bezi Mar on Donovan, başlangıçta buluşunu k mselere nandıramadı. Çünkü erkek egemen dünyada, kadınların buluşları c dd ye alınmıyordu. Oysa Mar on’un el nde bebek bakım sektörünü sarsacak b r buluş vardı: Tek kullanımlık bebek bezler . İk nc Dünya Savaşı sonrası yaşanan ve sonradan Baby Boom/Bebek Patlaması adıyla anılan o dönemdek b nlerce anneden b r yd Mar on. B r yandan Vogue Amer ka’da güzell k ed törü as stanı olarak çalışıyor, d ğer yandan bebeğ yle lg len yordu. Günde pek çok kez tekrarlanan alt değ şt rme yöntem n kolaylaştırmak şarttı. Gözüne duş perdes n kest rd . D k ş mak nes n n başına oturdu, bebek bez n bu plast k ve su geç rmeyen materyalle kapladı. Sonradan, paraşüt kumaşını kullanmayı da akıl edecekt . Bu kumaşlar bebeğ n c ld n tahr ş etm yor, canını yakmıyordu. Boater adını verd ğ bu cadı, modern bebek bez n n protot p oldu. Ancak buluşunu anlattığı h çb r sanay c onu c dd ye almadı. O se pes etmed ve kend ş rket n kurdu. 1949 yılında lk kez New York’ta, Beş nc Cadde’de satışa çıkan bu yen bebek bez , ortalığı b rb r ne kattı.
Otomobil sileceği Otomob l kullanırken b rdenb re del g b yağmur bastırsa ve s lecekler n z çalışmasa ne yaparsınız? Muhtemelen otomob l n z b r kenara çek p yağmurun d nmes n beklers n z. Sürücünün çer den kontrol edeb leceğ , camı tem zlemek üzere hareket eden s lecek f kr Mary Anderson’ın aklına b r seyahatten sonra düştü. Otomob lle Alabama’dan New York’a yola çıkan Mary, bastıran yağmur karşısında zor durumda kaldı. Tüm sürücüler n kend s yle aynı durumda olduğunu gördü. Heps camlarını açıp kafalarını dışarıya doğru uzatarak yolu görmeye çalışıyordu. Eve döner dönmez çalışmalarına başladı. Konuyla lg l daha önce yapılan başka çalışmalar da vardı ama bunu etk l hale get r p k tlelere lk sunan Mary oldu. B r tasarımcı ve yerel b r ş rketten de yardım alarak s leceğ n model n hazırladı, 1903’te patent n aldı. Tasarımını satmaya çalıştığı fabr kalar, s lecekler n sürücüler n d kkat n dağıtacağını söyleyerek öner s n reddett . Ama sene 1916 olduğunda, artık tüm arabaların camında s lecek vardı.
voguebakış Saç kozmetiği Öneml buluşların ht yaçtan doğduğunu gösteren en y örneklerden b r , saç kozmet ğ n n h kayes nde g zl . 1890’lı yıllarda M ss ss pp ’de pamuk tarlalarında şç olarak çalışan Sarah Walker, Afr ka kökenl b r Amer kalıydı. Saçları oldukça kabarıktı. Sarah saçlarını taramada ve düzleşt rmede çok güçlük çek yordu. B r de der dek rahatsızlık yüzünden saçının b r kısmı dökülünce, Sarah ş n çares ne bakmaya karar verd . Ondan öncek nes ller saçlarını ütü masalarının üzer nde düzleşt r yordu ve bu yöntem pek çok kazaya sebep oluyordu. İşe buradan başladı. 1910 yılında, ısınan, ütü özell ğ olan, bugün b ld ğ m z saç düzleşt r c ler n n anası sayılab lecek b r tarak cat ett . Saçların kolay taranması ç n se evde türlü pomatlar ve merhemler yaptı. Denemeler n etrafındak d ğer kadınlarla paylaştı. İşler yolunda g d nce, Amer ka’yı dolaşarak ürünler n tanıtan satış elemanlarını şe aldı. 1910 yılında Ind anapol s’te b r fabr ka açtı, 1917’ye gel nd ğ nde tam üç b n kadına ş sağlayan Walker, saç kozmet ğ ndek mparatorluğunu lan ett . Pazarlama tekn kler gel şt rd , sem nerler ve elemanlarına eğ t mler verd . Madam Walker, kurduğu şle bu kadar zeng n olmayı başaran lk Afr ka kökenl Amer kalı kadın oldu. Walker Agents adı altında yet şt rd ğ elemanlardan b r olan Marjor e Joyner da patronunun yüzünü kara çıkarmadı: 80’l yıllarda z rves n yaşayan, bugün hala kullanılan perma mak nes n cat ett . Uzun süre kalıcılığını koruyan sıkı dalgalar yaratan bu mak ne, saç ç n devr m n tel ğ taşıyan buluşlardan b r yd .
Kağıt torba Margaret Kn ght, kadın Ed son olarak da anılıyor. İlk on k yaşında olmak üzere, tekst lden ayakkabıya, araba motorunun parçalarından ev eşyalarına kadar toplam 26 farklı ürün cat ederek patentler b r b r toplayan Kn ght’ın en öneml cadı, bugün hala kullandığımız kağıt torba. O sıralar Massachusetts’te b r kağıt fabr kasında çalışan Margaret, ç ndek yaratıcı dürtüye karşı koyamayarak yen b r mak ne tasarlamaya karar verd . Gündüz fabr kadak mak neler nceley p akşam evde bunları ç z me döken Margaret’ın tasarladığı bu mak ne, kağıtları kare şekl nde kes p yapıştırarak torbanın alt yüzey n oluşturan malzemey sağlıyordu. Bu şek lde yapılan torbalar hem devr lm yor, hem de kolay taşınıyordu. 1871 yılında mak nen n patent n aldı. Kağıt sanay n kökünden etk leyen bu cat, New York’tak en öneml mağaza z nc rler nden Macy’s ve Lord & Taylor tarafından heyecanla karşılandı. Böylece her müşter ç n uzun uzun paketleme yapmalarına gerek kalmıyor ve ş gücünden kazanıyorlardı. Bugün süpermarketten petshop’lara, mağazalardan pastanelere kadar her alanda kullanılan, kend ayakları üzer nde durab len bu kağıt torbaların yaratıcısı, catlar dünyasının en üretken kadını olarak b l n yor.
324 vogue.com
Hayatını kadınlara doğum kontrol f kr n aşılamaya, sadece sted kler zaman anne olmaları gerekt ğ b l nc n vermeye adamış b r kadın Margaret Sanger. Doğum kontrol hapını o bulmadı ama doğum kontrol f kr n kadınların aklına sokarak sonunda hapın yaratılmasına ön ayak olan s md . Manhattan’da hemş rel k yaptığı yıllarda ne kadar çok kadın ve çocuğun doğum sırasında hayatını kaybett ğ n , yoksulluk ve cehalet n kadınları düşürdüğü durumu gören Margaret, şe a le planlamasının önem n anlatan broşürler hazırlayıp dağıtmakla ve konuyla lg l b r derg çıkarmakla başladı. 1916’da Brooklyn’de lk doğum kontrol kl n ğ n açtı. Ancak çabaları ve kanunlara karşı verd ğ mücadele yüzünden, toplumun huzurunu kaçırmak suçundan hapse atıldı. Y ne de ödün vermed . 1921’de Ulusal Doğum Kontrol B rl ğ ’n kurdu, 1927’de Cenevre’de yapılan Dünya Nüfus Konferansı’na öncülük ett , 1953’te kurulan Uluslararası A le Planlaması Federasyonu’nun başkanı olarak, doğum kontrolünün yaygın olmadığı Uzakdoğu ülkeler ve H nd stan’a, kadınları eğ tmeye g tt . 1950’lerde, kend s 80’l yaşlarını yaşarken b le mücadeley elden bırakmadı, doğum kontrol hapı yapımı ç n gereken araştırmalara kaynak aradı. 1960’ta lk doğum kontrol hapı bu sayede p yasaya çıktı. New York’un en zeng n a leler nden Rockefeller’ın desteğ n de arkasına alan Sanger’ın çabaları, 1965’te en öneml sonuçlarından b r n daha verd : Evl kadınların doğum kontrol hakkı anayasaya g rd . Margaret Sanger, tüm bu çabaların yanında, ger de konuyla lg l ondan fazla k tap bıraktı.
FOTOĞRAF: EMMA SUMMERTON/TRUNKARCHIVE.COM
Aile planlaması