MİMARİ ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 3.SAYI

Page 1



editörden

Merhaba Kıymetli Okurlarımız

Deniz KARAALİOĞLU Ömer Faruk ÇETİN Muhammed DENİZ

3

Bu sayımızda, mekânı ve mimariyi farklı bir bağlamda ele alıyor ve sizleri ‘Mimarlık ve Çocuk’ dosyamız ile bir araya getiriyoruz. . Mimarlık ve mekan, kırsal veya kentsel alan fark etmeksizin yaşamımız üzerinde bu kadar etkiye sahipken, hiç kuşkusuz mekanın en önemli kullanıcılarından olan çocuklar, mekânsal yapılanmanın da merkezinde olması gereken bir kitle. Bu bağlamda, çocukların ihtiyaçları ve öncelikleri kentsel planlama açısından önemli bir referans noktası olmalı. Herkes için yaşanabilir şehirler tasarlanması, sürdürülebilir bir şehir hayatının en temel unsurları olan insanı ve doğayı odak alarak üretilen politikalar ile doğru orantılı ve burada da yine çocuk dostu şehirler büyük öneme sahip. Bu sebeple, katılımcı bir yaklaşımla, çocukların kendi ihtiyaçlarını ve sorunlarını tartışma zeminine sahip olmaları gerekiyor. Ancak burada bir diğer önemli nokta ise çocuklara mekânsal farkındalık kazandırılması hususu. Bu bağlamda, çocuklara içinde yaşadıkları yapılı çevreyi analiz etme, sorgulama, eleştirme ve çözüm üretme potansiyelinin kendilerinde var olduğunu ifade etmek büyük önem taşıyor. Çocuklar mimarlığı ne kadar erken yaşta keşfederlerse, okul bahçesi, oyun alanları ve mahalle gibi kendilerine ait çevreleri dönüştürme şansına sahip olabilir. Mimarinin çocuk dünyası ile kesiştiği bu yolculukta ilk olarak çocuk ve mekan ilişkisinin temeline eğiliyor ve ‘Çocuklara Tasarım Bakış Açısı Kazandırmak’ yazısı ile başlıyoruz.

3


Akabinde, bir çevrimiçi platformda 3 boyutlu düşünme ve bunun bir çıktısı olarak “teknik çizim” eğitimi ile hem çocukların zihinlerinde açılım yapmalarına imkan vermeyi amaçlayan, 7-13 yaş aralığındaki yaklaşık 100 çocukla beraber birkaç seviyeden oluşacak şekilde gerçekleştirilen eğitim dizisinden hareketle, ‘Çocuklarla 3 Boyutlu Düşünme ve Teknik Çizim’ yazısıyla devam ediyor ve çocuklardaki mekana yönelik algıyı bunun teknik çizimle somutlaştırılmasının fevkalade sonuçlarına göz atıyoruz. Bir sonraki yazımız ise çocuk dostu bir mekânsal planlamanın önemi üzerinde durarak, öneriler ortaya koyması bakımında öne çıkan ‘Çocuk Dostu Şehir Planlaması’ adlı makalemiz. Dergimizin zengin içeriğine Jaques Tati’nin kült filmi ‘Mon Oncle’ ile devam ediyor ve filmin çocuk karakteri Gerard üzerinden modern ve geleneksel kent kurgularının özgürlük alanlarını anlamaya çalışıyoruz. Çocuk-kent ilişkisini müthiş bir şekilde ele alan bu yazımızı mutlaka okumalısınız. Ardından çocukların mekanla kurduğu ilişkinin ana faktörü sayılabilecek olan çocuk parkları

konusuna değiniyor ve ‘Ülkemizdeki Çocuk Oyun Parkları Tasarımının Geliştirilmesi’ yazısı ile sizi baş başa bırakıyoruz. Ve teorisi anlatılan çocuk dostu mekanın uygulanmış bir örneği olan Fuji-Anaokulu Projesi ekseninde, projenin mimari Prof. Takaharu Tezuka ile söyleşimize yer veriyoruz. Çocukların mekanla kurduğu ilişkiyi en yüksek seviyede gerçekleştiren ve tüm dünyaya çocuk bakış açısı ile bakarak “yalınlık” üzerinden maksimum kazanımla bir anaokulu tasarımının mümkün olduğunu kanıtlayan usta bir mimar Tezuka, bu keyifli söyleşi ile ufuk açıyor… Ve son olarak kitap bölümümüzde, çocukların mimarlık alanında faydalanabileceği önemli bir serinin analizini yapıyor ve ‘Mimarlık ve Çocuk Üzerine Kitaplar: Küçük Mimarlar’ yazımıza yer veriyoruz. Geleceğin şehirlerinin ve mekânlarının bugünkülerden daha iyi olma şansı var. Bu kapsamda, mekânı ve mimariyi çocuk bakış açısı ile nasıl kurgularız, çocukların mekân bilincini ve farkındalığını arttırarak daha kaliteli yapay çevre üretiminde proaktif bireyler olarak süreçlere nasıl dâhil ederiz sorularına cevap aradığımız, büyük emek ve keyifle hazırladığımız bu sayımızı keyifle okumanızı diliyoruz.

Mücella Ateş

4


İÇİNDEKİLER

ÇOCUK VE TASARIM

6

ÇOCUKLARLA “3 BOYUTLU DÜŞÜNME & TEKNİK ÇİZİM”

9 13

Çocuklara Mimari Tasarım Bakış Açısı Kazandırmak

ÇOCUK DOSTU ŞEHİR PLANLAMASI MODERN ŞEHİRLERE DAİR BİR OKUMA

16

ÜLKEMİZDEKİ OYUN PARKLARI TASARIMININ GELİŞTİRİLMESİ

18

FUJI ANAOKULU VE PROF. MIMAR TAKAHARU TEZUKA

21

MİMARLIK VE ÇOCUK ÜZERİNE KİTAPLAR:

26

Jaques Tati’nin Çocuk Karakteri Üzerinden

Söyleşi

Küçük Mimarlar


ÇOCUK VE TASARIM

Çocuklara Mimari Tasarım Bakış Açısı Kazandırmak

YÜKSEK MİMAR

ESRA ÇELEBİ

M

imari tasarım dediğimizde hepimizin aklında bir tanım oluşur. Yaşadığımız çevreden yola çıkarak kısaca özetlersek, hayatımızı kolaylaştırmak ve barınma, dinlenme, çalışma, eğlenme gibi eylemleri sürdürebilmemizi sağlamak üzere gerekli mekânları, yapıları, objeleri, yolları, ağaçları, bitkileri; ekonomik ve teknik imkanlar dahilinde estetik ve işlevsellik algısıyla inşa etme sanatıdır diyebiliriz. Peki çocuklar için tasarım nedir? Mimari tasarımdan onlar ne anlıyor? Çocuklara mimari tasarım bakış açısı nasıl kazandırılır? Hedef kitlenin neden çocuk olduğunu açmak gerekirse; onlar, yaşadığımız mekânın içinde o mekâna en masum bakan varlıklar. Gelecek için kendi hayal ettiklerimizi yapamadığımız anda umudumuz çocuklar. Doğru desteklendiklerinde içlerindeki cevhere hayran kalacağımızı bildiğimiz için çocuk diyoruz. Onların gözünden, yani her şeye oyun gibi bakmak, yanlarında olmak onlara destek olmak anlamına gelse de bize de iyi hissettiriyor. Burada Küçük Prens’ten alıntılar yapmadan duramam; “çünkü büyüklerin hepsi birer çocuktu, sadece çocuklar ne aradıklarını biliyorlar”

6

ve “çölü güzelleştiren bir yerlerde bir kuyu saklıyor olmasıdır”. Onların tecrübe alanları bize unuttuğumuz şeyleri hatırlatıyor, onların yardımı olmadan o kuyuyu asla bulamayız. Aslında çocuklara mimari tasarım bakış açısı vermekten ziyade çocuklarda olan hayal gücü ile beslenmiş bakış açısını daha ileriye taşıyabilmektir konsantre olmamız gereken nokta. İşte çocuklardaki o zengin hayal gücünü kaybetmeden aynı zamanda tasarım mantığını çocuklara yerleştirerek hem işlevsel hem de tasarım harikası diyebileceğimiz ürünler, mekânlar, yaşam alanları ortaya çıkarabiliriz. Çocukların doğumdan itibaren 1 yaşına kadar, aynı zamanda gelişimin bir parçası olan en etkili keşif aracı ağızlarıdır. Bu yüzden her bulduklarını ağızlarına götürür, bu sayede çevrelerinde olup bitenleri, nesneleri keşfederler. Daha sonra yavaş yavaş ağıza götürme yerini, sadece dokunmaya, parmakları ve elleri ile tanımaya bırakıyor. Ebeveynlerin meraklı çocuklarına, mağazalarda, müzelerde, tarihi eserlerin veya kırılacak eşyaların bulunduğu yerlerde sayısını örneklerle artırabileceğimiz pek çok mekânda en çok söylediği cümledir belki de “aman


çocuğum elini sürme, kırılmasın, bozulmasın…’’ Ancak çocuklar yine de her şeye dokunmayı seviyorlar, kendi çocukluğumuzu hatırlasak yeter. Bugüne kadar yapılan araştırmalara göre, dokunma duyusu tüm türler üzerinde ilk gelişen duyudur. Mekâna dokunmak, mekânla etkin bir ilişki kurmak ve bütünleşmek, duyguları ve düşünceleri mekâna iletmektir. Küpeşteyi tuttuğumuzda küpeştenin ısısı, pencerelere çizilmiş desenler, döşemelerdeki ayak izleri, duvarlardan yankılanan sesler ve benzer etkiler mekânla dolaylı veya doğrudan dokunsal alışveriş, duyguları ve tasarım gücünü harekete geçirir. Aynı şekilde ilk mekân algısı da bebeklik döneminde kendi bedenleriyle başlıyor. Boşluk olmadan mekân olmaz, boşluğu işlevsel hale getirerek mekân oluşturabilir, yine bu mekânın içinde boşluklar oluşturabiliriz. Bebeklik döneminde burun ve kulaklarına parmaklarını sokma merakı ile birlikte ilk boşluk algısı da oluşmaya başlıyor. Mekân algısının gelişmesinde çocuğun fiziksel becerileri ve çevresiyle kurduğu ilişkinin rolü yadsınamaz. İşte daha çocuklukta hatta bebeklik döneminde temelleri atılan bu bağ ne kadar kuvvetliyse, gelecekte yaşadığımız mekân-

larla oluşacak ilişkimiz de o kadar sağlamlaşıyor. Bu sebeple çocuklara vermeye çalıştığımız bakış açısını onların yöntemine göre vermek en verimli metotlardan biridir. Örneğin tak-çıkar yapı oyuncaklarını bütün çocuklar çok sever. Kimi kılavuz kitapçıklardan takip ederek sunulan nesneyi oluştururken, kimi yardım almadan hayalindekini ortaya çıkarmaya çalışır. Her iki durumda da yeni bir şeyler üretmek ve mekânla iletişime geçmek onlara büyük bir haz verir. Buradan yola çıkarak sunduğumuz oyuncakların ölçeklerini değiştirerek hayal güçlerinin boyutlarını büyütebiliriz. Aman dokunma yerine “gel çocuğum bu mekân senin buradaki her şeye dilediğin gibi dokun ve üret” diyebiliriz. Mimari tasarım ile geometrinin et ve tırnak gibi ayrılmaz bir bağı olduğunu düşününce aklıma Van Hiele teorisi geliyor. Van Hiele’ye göre okul öncesi sınıflarındaki çocuklar, temel geometrik şekillere yönelik becerilerini kâğıda dökebilirler. Eğitim, bu becerilerini inşa ederek çocukların daha ileriye gidebilmelerini sağlamalıdır. Öğrencilerin görsel düzeyden öteye geçememelerinin sebebi, küçük yaşlarda geometriyle alakalı problemlerin sunulmama-

sından kaynaklanmaktadır. (Van Hiele Hollanda’lı bir matematikçidir. Eşi Dina van Hiele-Gelfod ile birlikte 1957 yılında Ultrehct Üniversitesi’nde doktora çalışmasında van Hiele teorisini geliştirmiştir.) Mimari Araştırmalar Enstitüsü ile birlikte özellikle çocuk ve mimarlık ilişkisi üzerine gerçekleştirdiğimiz projelerin yanı sıra halen oluşum sürecinde olan projelerin hazırlık aşamalarında gördüm ki; mimarlık, anaokulu yaşından ilkokul çağına, ortaokuldan liseye kadar her yaştan çocuk ve gencin ilgisini çekiyor, ruhuna dokunuyor. Van Hiele’den de ilham alarak, öğrencilerin görsel düzeyden öteye geçememelerinin erken yaşlarda mimari tasarıma ilişkin problemlerle karşılaşmamalarından kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebilirim. İster bilim diyelim ister sanat, mimarlık erken çocukluk döneminden itibaren okul programlarına entegre edilebilecek, okul öncesinden lise eğitiminin sonuna kadar, mimari tasarımla ilişkili atölyeler; tüm derslerin programları ile rahatlıkla bütünleştirilebilecek bir alandır. Erken yaşta mimari tasarım eğitimi almak ileride mimarlık mesleğini seçmeyecek çocuklar için de oldukça kıymetlidir. Daha önce bahsettiğim, çevrelerinde olup bitenleri ve nesneleri

7


keşfetme duyusu ile mekân algılarının kuvvetlenmesi sayesinde çocuklar hayal güçleri ile desteklenen farklı kazanımlar elde ederler. İşte bu kazanımlarla diğer disiplinlerin bütünleşmesi; dünyaya öncekinden çok daha geniş bir çerçeve ile bakmalarını, problem çözme becerilerinin artmasını ve karşılarına çıkan engellerle eğitimini aldıkları disiplinlerdeki bilgileri sentezleyerek başa çıkmalarını sağlar. Çocuklar, içinde yaşadıkları mekâna ilişkin harikulade bir bakış açısına sahiptirler. Geometriden bahsedip geometri hayranı ve modern mimarinin en son uzmanı olarak bilinen Ieoh Ming PEİ’den bahsetmemek olmaz. I.M.Pei çocukluğunu geçirdiği Dünya Miras Listesi’nde yer alan Classical Gardens of Suzhou (Suju’nun Geleneksel Bahçeleri)’da, yapıların doğa ile nasıl birleştiğini, özellikle ışık ve gölge hareketlerinin yapılarda nasıl izler bıraktığını küçük yaşta tecrübe etmiş ve her ne kadar mimarlık eğitimi aldığı yıllarda Bauhaus ekolüyle olan ilişkisinden etkilenen bir geometri sevdalısı olarak görülse de; mekân ile kurulan ilişkinin temellerinin çocuklukta atıldığını bize göstermiştir. Ludwig Mies Van Der Rohe’nin öğrencisi olan ve aynı zamanda Walter Gropius ile çalışma fırsatı bulan I.M.Pei gerek Bank of China’da gerek Nationally Gallery için yaptığı ek yapı ile geometrik desenleri sevdiğini açıkça yansıtıyor. I.M.Pei gezerek öğrenmenin önemini “Gezen daha çok bilir’’ sözünü hayatının temeline oturtarak bize göstermiştir.

8

Eserlerinin üretim aşamasında da bu düşünceden yola çıkmıştır. Benim ve belki pek çoğumuzun hayranlıkla defalarca ziyaret edebileceğimiz, içinde sergilenen eserlerin her birini ait olduğu çağ ve kültürle koparmadan ziyaretçisine sunan İslam Sanat Müzesi’nin (Islamic Museum of Art) tasarımından önce İslam müzesi bağlamını kavramak icin 3 yıl boyunca birçok İslam ülkesini gezdiğini, Louvre Müzesi piramidi için 2 yıl müzeye sıradan bir ziyaretçi gibi bazen de gizlenerek girdiğini öğrendiğimde işte en sarsılmaz yöntem demiştim kendi kendime. Üzerimize düşen; çocukların hayal gücünü beslemek, onların mekânı deneyimleme sürecinde kurduğu ilişkiyi, bu ilişki neticesinde oluşan görsel ve bedensel hafızayı dikkate alarak mekânı sadece görerek değil, tüm duyuları ile deneyimlemelerine imkan sağlamak yani gözlemlemelerine ve dokunmalarına izin vermek, mekân algısını kuvvetlendirmek, geometri ile olan ilişkilerini basit şekillerden öteye taşımak, mimari tasarıma, eğitimini alacakları diğer derslerin mutlak destekleyicisi olarak bakmak diye yan yana sıralayabileceğim pek çok yöntem yanında; en çok sevdiğim ve benimsediğim, şartlar elverdiğince çocuklarla gezmek, mekânın üzerimizde yarattığı hissi ve mekânın kültürünü anlamaya çalışarak gezmek, sonrasında olacakları keyifle seyretmek.


ÇOCUKLARLA “3 BOYUTLU DÜŞÜNME

& TEKNİK ÇİZİM” “Her çocuk bir sanatçıdır. Bütün sorun, büyüdüğü zaman nasıl sanatçı kalacağındadır.” Linus Pauling YÜKSEK MİMAR

İNCİ

DİLAVEROĞLU

3

boyutlu düşünme ve modelleme, lisans eğitimi sırasında öğrencilerin en çok zorlandığı konulardan biridir. Nesnelerin görmediğimiz yüzeylerini hesap edebilmek, ya da zihnimizde canlandırdığımız nesneleri yine zihnimizde döndürerek yüzey görünüşlerini tasavvur edebilmek geniş bir hayal gücü, baktığını dikkatli görmek ve analitik düşünmenin bir eylemidir. Bu düşünsel gelişimin bir yetenek olarak görülmesine karşın, modernist düşüncenin rasyonel bilim referanslı 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan söylem ve eylemlerinde “tasarım”ın artık öğretilebilir ve öğrenilebilir olduğu gerçeğinden yola çıkarak, 3 boyutlu düşünmenin de öğretilebilirliği kabul edilmesi gereken bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Bu gibi eğitimlerin küçük yaşlarda alınmasının da, arzu edilen hedefe varma ihtimalini kuvvetlendirdiği de kaynaklarda ifade edilmiştir. Çevremizde gördüğümüz ya da fiziksel gerçekliği olduğunu bildiğimiz nesneleri, zihin gördüğü kadarıyla ve göremediği alanları da bilgilerini referans alarak tamamlayarak algı-

lar. Ancak her şeyin göründüğü gibi olmama ihtimali, nesnel sandığımız algılarımızın öznel boyutu aşamadığı gerçeğini göz önüne sererek, doğru algılamak için varsayılan gerçekliğe aykırı bir durum olup olmadığına dair farklı deneyimlere ihtiyacı var eder. Bu deneyimleme en basit boyutuyla, var olan bir nesneye ait görülmeyen yönlerini eldeki verileri değerlendirerek hayal etme üzerine kurulur, bunun da en temel eğitimi “teknik çizim” adı altında verilen eğitimdir. Bu eğitim de nesneleri farklı yönlerden görünüşleri sayesinde çizgisel ifade etme öğretisi ile başlar ve bahsi geçen öğreti önce basit daha sonra karmaşık 3 boyutlu şekillere ait sınırlı veriler üzerinden nesneyi zihinde tanımlayıp, bunu gerçek ölçülerine bağlı bir oranda perspektif içermeyen, tek düzlemde çizgisel bir çıktıya dönüştürme üzerine kuruludur. Kısacası, bir 3 boyutlu şeklin farklı açılarından görünüşlerini çizebilme eğitimidir. Günümüzde gelişen teknoloji ve makinalar sayesinde bu eğitim türüne dair ihtiyaç neredeyse hiç kalmamış olsa bile; bir nesneye dikkatli bakarak, onu anlatmak üzere bize verilen çizim üzerinden şekli zihinde 3 boyutlu hayal edip, verilmeyen yönlerini görmek için onu zihinde çevirip, farklı açılara ait yeni görünüşler çıkarıyor olmanın zihin

9


gelişimine ve bilişsel fonksiyonlara katkısı çeşitli araştırmalarla ortaya konmuş kabul edilegelen bir gerçektir. 1920’den itibaren özellikle çocukların bilişsel gelişimleri ile ilgili çalışmalar yapan İsviçreli bilim adamı Piaget ; zekayı, bir kişinin ne kadarına sahip olduğundan çok bir süreç veya işlem olarak algılayarak, hem olgunlaşmanın, hem de öğrenmenin etkisini kabul etmek gerektiğini ifade eder. Algılanan bilgilerin bilişsel fonksiyonları değiştirdiği ve geliştirdiği; böylece yeni ve bilinmeyen durumlarla karşılaşan bireyin, eski tecrübelerinden faydalanarak karşılaştığı problemleri daha kolay ve etkili çözebildiği”1 görüşü de Piaget’in söylemleri ile örtüşmektedir. Zekanın, birçok işlemi ve zihinsel büyümeyi içeren bilişsel bir gelişim süreci olduğu varsayıldığında2 , insan zihninin, belli fonksiyonların artmasından çok, bu fonksiyonların başkalaşması ve yeni fonksiyonlar kazanılması yoluyla geliştiği öngörülmektedir.3 Bu çerçeveden bakıldığında da ağırlıklı olarak tasarım, mimarlık, mühendislik gibi alanlarda ihtiyaç duyulan, çeşitli programlar aracılığıyla da günümüzde oldukça yaygın ve artık kolayca kullanılagelen bahsi geçen “teknik çizim eğitimi”, özellikle bilişsel gelişimleri hızla devam eden çocuklar için yenilikçi bir çizim türü olduğundan çocukla-

10

rın hayal ve zihin dünyasında açılacak yeni bir kapı ile gözün gördüğünün dışında nesnelere ait görüntüleri çizebilmenin şüphesiz zekalarının gelişimine katkısı da yadsınmamalıdır. Bu kazanıma paralel başka muhtemel kazanımları da mevcuttur ki; • Analitik düşünme becerisi, • Geometri bilgisi, • Bir nesneyi tam olarak anlayabilmenin yolunun, o nesneye çoklu bakış açılarından bakmakla mümkün olabileceği algısı, • Dolayısıyla dikkatli bakmayı ve baktığını iyi görmeyi, • Sadece nesnelere değil olaylara da birçok açıdan bakma gerekliliği gibi daha birçok fayda saymak mümkündür.

Araştırılarak ortaya konan bu bilgiler dışında, çeşitli zamanlarda herhangi bir şekilde teknik çizimle karşılaşmamış çocukların, bir tarife ihtiyaç duymaksızın çizimi algıladıklarına hatta hiçbir eğitim almaksızın, yönlendirme olmaksızın kendi istekleri ile oyuncaklarına ait teknik çizim çalışmaları yaptıklarına dair (fotoğraf 1) şaşırtıcı bireysel gözlemler neticesi ortaya çıkan, bu alanda

çocuklara eğitimler verme motivasyonunun, bahsedilen ön kabulleri aşan farklı bir deneyime dönüşmesi sonrası edinilen kıymetli tecrübeleri aktarmak için verilerin ve sonuçların iyi işlenmesi gerektiğinden, kaleme alınan bu makale edinilen tecrübenin küçük bir kısmını içeren örneklerin aktarımını içermektedir. Lisans eğitimine başlanan 18-19 yaş aralığına kadar gerek ezberciliğe maruz bırakılan, gerekse eğitim sistemi nedeniyle stresle baş etmeye çabalayan zihinlerin, hayal etmeyi ve çevresine dikkatli bakmayı unuttuğu ama küçük yaşlardaki çocukların dimağlarının daha taze, farkındalıklarının daha geniş olduğu bilinen bir gerçektir. Bu önkoşulla yola çıkılarak, 3 boyutlu düşünme ve bunun bir çıktısı olarak “teknik çizim” eğitimi ile bahsedildiği üzere hem çocukların zihinlerinde açılım yapmalarına imkan vermek, hem de bu alanda çocukların gençlere göre başarı durumunu gözlemleyerek bir sonuca varma hedefi ile 7-13 yaş aralığındaki yaklaşık 100 çocukla beraber bu alanda birkaç seviyeden oluşan eğitim dizisi gerçekleştirilmiştir. Eğitimlerde, önceliklerde teknik çizimin ne olduğu, hangi alanlarda kullanıldığı üzerine çeşitli çizim örnekleri üzerinden yapılan anlatımın


ardından teknik çizim için gerekli olan şeyin yetenekten ziyade “baktığını iyi görmek” ve “dikkatli bakmak” olduğu ifade edilmiştir. Bu açıdan çocukları eğitim öncesinde basitçe genel bir değerlendirmeye tabi tutma amaçlı; dersin başında bir süre anlatıcının elinde tutmuş olduğu nesneyi fark edip fark etmedikleri üzerine bir deneme yapılarak; o nesnenin ne olduğu sorulduğunda, çoğunun tam olarak (aynı nesneyi yakın renkteki birebir aynı başka çeşidi ile bile karıştırmaksızın) nesneyi fark etmiş olduğu görülmüştür. Çocukların ne kadar dikkatli oldukları ve yetişkinlere oranla detayları ne kadar çabuk fark eden bir zihin yapısına sahip oldukları sözde bilinmesine rağmen beklenenin üzerinde bu denli bir farkındalık, yapılacak çalışmada çocukların yetişkinler kadar zorlanmayacakları izlenimini vermiş olup nitekim çalışmanın ileriki aşamalarında bu noktada izlenimleri haklı çıkarır sonuçlar elde edilmiştir. Çizim çalışmalarına geçildiğinde ise her bakı noktasından aynı görünüşe sahip olan tek 3 boyutlu geometrik şekil olan küre ile başlanmıştır. Küre çiziminden sonra bir tam küre ile bir yarım kürenin birbirinin aynı olan yüzeyleri önden çocuklara gösterilmiş ve bu iki nesnenin ne olduğu sorulmuştur. Aynı görünüşten hareketle bütün çocukların, tereddütsüz bir şekilde iki nesnenin de aynı şekilde küre olduğunu ifade etmelerinin ardından nesnelerin yandan bakıldığında birinin tam küre diğerinin ise yarım küre olduğunu gördüklerindeki şaşkınlıklarının beklenmesi ile beraber, bu örneklemenin onlarda uyandırdığı etkinin

şüphesiz daha derin olduğu düşünülmektedir. Eğitim kapsamında, öncelikle bir nesnenin tek açıdan görünüşünün o nesnenin tamamı hakkında doğru ve yeterli bilgiyi veremeyeceği, nesnenin doğru tanımlanabilmesi için çok yönlü bakının gerekli olduğu algısını bu şekilde görerek tecrübe etmişlerdir. Ve bu tecrübenin sadece nesnelerle sınırlı kalmayacağı, bundan sonraki yaşamlarında karşılaştıkları olaylara ve olaylardaki nesnelere de , onları doğru algılayabilmek için farklı açılardan bakmaları gerektiği algısının zihinlerinde yer etmesi hedeflenmiştir. Nitekim eğitimin ileri aşamalarında yapılan etkinliklerde çocukların aynı problem karşısında, kısa süre önceki deneyimlerinden yola çıkarak daha doğru sorular ile nesneleri anlamlandırmaya çalıştıkları, doğru kanıya varmak için başka bir bakıya daha ihtiyaç duydukları görülmüştür. Bu da “algılanan bilgilerin bilişsel fonksiyonları değiştirdiği ve geliştirdiği; böylece yeni ve bilinmeyen durumlarla karşılaşan bireyin, eski tecrübelerinden faydalanarak karşılaştığı problemleri daha kolay ve etkili çözebildiği” 4 görüşünü destekleyen bu çalışma kapsamında hedeflenen amaca ulaşıldığını işaret etmektedir. Bu şekilde önce basit 3 boyutlu şekle sahip nesneler (fotoğraf 2), sonra daha karmaşık şekilli nesneler üzerine önden, alttan, yanlardan, üstten olacak şekilde görünüş çizme çalışmaları yapılmış olup (fotoğraf 3), görsel üzerinden nesneleri hiç zorlanmadan kolayca algılayıp, farklı açılardan görünüşlerini çizebildikleri görülmüştür. Sonraki örnekte ise sıradan bir masaya ait görünüşleri yine aynı şekilde başarıyla birçoğunun çizdiği görülmüştür. Zihinlerinde canlandırdıkları masayı yine zihinlerinde döndürüp, teknik çizimde olması gerektiği gibi perspektife sokmadan nesneye ait önden ya da yanlardan görünüşte çakışmakta olan masa bacaklarını tekil olarak çizmeleri gerektiğini anlayıp anlayamayacakları üzerine verilen bu örnekte, şaşırtıcı bir şekilde ilk seferde bile birçoğunun doğru

11


Fotoğraf 4: Ahmet Taha MENEVŞE – 12 yaş

çizim yapmış olduğu; detay bilgi verilmeden alttan görünüşte bile masa bacaklarına ait çizimi yine başarı ile algılayıp çizdikleri görülmüştür.

nın ne denli zor olduğunu görerek; sahip olunanı kaybetmeden onları geleceğe hazırlamanın yollarının araştırılması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.

Yaş aralıkları ile uyumlu bir şekilde büyük yaş grubuna en son 4.seviye eğitim verilerek, teknik çizime ait detay konular üzerinde çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Örnek vermek gerekirse, lisans eğitimi sırasında bile öğrencilerin görünüş çiziminde zorlandığı merdivene ait beklenen çıktıya bile çocukların tek seferde zorlanmadan başarı ile ulaştıkları gözlemlenmiş olup (fotoğraf 5), çalışma öncesi beklenenin üzerindeki bu algılama performanslarının eğitimlerin daha da ilerletilebileceğine dair somut bir veri olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşü hâkim olmuştur.

Makaleye konu eğitim gibi farklı disiplinlerde de bu tarz eğitimlerin erken yaşlarda çocuklara verilmesi ve gerek eş zamanlı gerekse (öncesi-sonrası) kıyaslamalı bir şekilde çocukların gözlemlenmesine dayalı çalışmalar yapılmasının çocuklardaki bilişsel gelişime olan katkısının da gün geçtikçe önemi artacak bir araştırma alanı olacağı öngörülmesi gereken bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

(fotoğraf 4)

Sonuç olarak, verilen çizim örneklerinden de görüleceği üzere; bu kadar küçük yaş aralığındaki çocukların lisans öğrencilerine kıyasla bile zor bir çizim türünü bu kadar kolay algılamış olmasından hareketle; eğitim sistemi üzerine ciddi düşünülmesi gerekliliği; çocukların sahip oldukları cevher niteliğindeki yeteneklerini ve algılarını kaybettiklerinde, lisans eğitiminde bunları tekrar kazanma-

12

Fotoğraf 4: Nazlı Betül AKSAKALLI - 10 yaş

N – 10 y

DOĞA Taha AY r e m Ö : f5 Fotoğra 1 Gİngsburg ve Opper, 1998. Akt:Özbay, 2004:80 2 Owen, Blount and Moscow, 1978:81 3 Günçe, 1973:28 4 Gİngsburg ve Opper, 1998. Akt:Özbay, 2004:80


ÇOCUK DOSTU ŞEHİR PLANLAMASI

YÜKSEK MİMAR

HANİFE

BAHAR

S

okaklarda saklambaç oynamak, çamurdan eşyalar yapmak, derede ıslanmak, kurbağaları kovalamak, gölde yüzmek, bisiklet sürmek, özgürce mahallede gezmek… Bunlar modern şehirlerde yaşayan çocukların hayalini bile kuramayacakları günlük aktivitelerden sayılmaya başlayalı çok oldu. Çocukluk, insan yaşamının en değerli zamanıdır. İnsanın kişiliğinin, sosyal becerilerinin, tutum ve davranışlarının temellerinin atıldığı bu dönemde, serbestçe hareket etmek, doğayı keşfetmek, mekânı deneyimlemek, çocuk gelişimi için çok önemlidir. Çocuklar, dünya ile ilgili bağlantısını deneyimleyerek elde eder ve bunu işlevsel hale getirir. Çocuklar içinde yaşadığı toplumla ve çevreyle olan deneyimsel ilişkiler sayesinde gelişir ve öğrenmek için harekete, dokunmaya, tatmaya, görmeye, denemeye yani deneyimlemeye ihtiyaç duyarlar. Kentin sokaklarını, oyun ve keşif alanı olarak özgürce kullanabilen çocuklar bu şekilde kendilerini, toplumu, doğayı ve hayatı tecrübe etme imkânı elde ederler. Şehirlerin, her yaştan insanın ihtiya-

cına göre tasarlanması ve toplumun her kesimine eşit fırsatlar sunması, toplumsal refahı artıracak önemli bir etkendir. Bu bağlamda, sağlıklı bireyler yetiştirmenin önemli şartlarından biri de; çocukların zihinsel, fiziksel ve sosyal gelişim ihtiyaçlarını karşılayan ve destekleyen çocuk dostu kentler planlamaktır. Çocuk dostu şehirlerin hayata geçirilmesi, planlama aşamalarında görev alan bütün katılımcıların birlikte çalışmasıyla mümkün olabilir. Toplumun yaşam kalitesinin artırılması için şehir plancıları ve politikacılar çocukların ihtiyaçlarını ekonomik kazancın ve yatırımların önünde bir engel olarak görmekten vazgeçip, çocuk dostu ve sürdürülebilir projeleri desteklemelidirler. Çok katlı konut alanları, geniş trafik alanları ve araç odaklı bir kentsel gelişim, insanlar ve diğer canlılar için doğal yaşam alanlarının yetersiz kalmasına sebebiyet vermektedir. Bu şekilde planlanan bir kentsel alanda, çocukların kaybettiği doğal oyun ve keşif alanlarının yerine, yapay ‘parklar’ planlanarak kentsel alanlara serpiştirilirken, motorlu araçlar için düzenlen-

13


miş trafik yolları ise çocukların oyun parklarına kolayca ulaşmalarını ve serbest hareket etmelerini engellemektedir. Bu noktada ‘çocukların ihtiyaçlarını ve ilgi alanlarını, bu yapay ve izole oyun parkları ile karşılayabiliyor muyuz’ sorusu karşımıza çıkıyor. Bu soru kentin bütün sakinlerini doğrudan ilgilendiriyor. Dolayısıyla toplumun her kesiminin, özellikle de ebeveynlerin, yerel yönetimlerin, yatırımcıların ve şehir plancılarının sorumluluk alması büyük önem taşıyor. Her yaştan çocuğun kamusal alanda görünür olması çocuk dostu bir şehir tasarımının amaçlarından biridir. Çocukların dışarıda geçirdikleri zamanlarda bağımsız olarak hareket edebilmeleri, doğayla ve sosyal çevreyle direkt olarak ilişki kurma imkânı bulmaları, sadece çocuklar için değil herkes için yaşam kalitesi demektir. Oyun ve keşif alanı olarak kentsel mekân Planlanmamış doğal boş alanlar

Yerleşim alanlarına yürüme mesafesinde, inşa edilmemiş boş alanlar ayrılması şehir sakinlerinin hayat kalitesinin artırılmasında önemli bir rol oynar. Bu doğal alanlar belediyeler tarafından düzenlenir ve bakımı yapılır. Yerleşim alanlarından bu alanlara motorsuz araçlarla ve yürüyerek kısa mesafelerde ulaşılması sağlanır. Yetişkinler tarafından ‘tasarlanmamış’, kullanıcının doğal olarak dönüştürdüğü bu alanlar çocukların yaratıcılığını, bağımsız hareket etme kabiliyetlerini ve sosyal ilişkilerini geliştir-

14

mek için fırsatlar sunar. Tabiatı gözeten bir şehir planlaması çevreye ve tüm canlılara karşı sorumluluk bilinciyle hareket eden bireylerin yetiştirilmesini destekler. Bu alanlar şehir sakinlerinin bir buluşma noktası olduğu için sosyal ilişkilerin gelişmesinde de önemli bir etkendir. Sosyal bir oyun alanı olarak sokak

Çocuk dostu şehirlerde kapı önleri, ortak bahçeler ve sokaklar mahalledeki çocukların buluştukları, birlikte vakit geçirdikleri, oyunlar oynadıkları çok fonksiyonlu alanlardır. Sokaklarda motorlu araçların hızları çocuklara göre düzenlenir. Sokak çok amaçlı kullanılabilir bir şekilde tasarlanır. Bu tasarım, yaratıcı ve çocuk odaklı bir konseptle çocukları oyuna davet eder. Örneğin kaldırım kenarlarına yerleştirilebilecek ağaç kütükleri, sokağın köşesine yapılacak bir çeşme, yol kenarlarına döşenmiş irili ufaklı taşlar, yüzeylere çizilmiş seksek oyunu hem sokağın tasarımına hareket katacak hem de çocukların kentsel mekânı aktif olarak kullanmalarını sağlayacaktır. Güvenli bir okul yolu

Çocuk dostu kentlerin bir diğer önemli özelliği de ilkokul çocuklarının yürüyerek, orta ve lise

çağındaki çocukların ise yürüyerek ya da motorsuz araçlarla okula ulaşım imkânına sahip olmalarıdır. Yerleşim yerleri planlanırken, okulun konumu planlamaya yön verir. Örneğin taşıtların hız limitleri okula göre düzenlenir. Böylece çocuklar okul yolunda kenti ve çevreyi deneyimleme fırsatı bulurken aynı zamanda da sosyal ve fiziksel gelişimleri de desteklenmiş olur. Daha kaliteli oyun parkları

Kent içerisinde, planlamanın gereği bir kamusal alan elde etmek için kurgulanan ‘izole’ oyun parkları, genel olarak küçük yaşlardaki çocuklara oyun ve hareket imkânı sunmakta ve büyük yaşlardaki çocukların ihtiyaçlarını karşılama konusunda büyük ölçüde yetersiz kalmaktadır. Bu da, çocukların ve gençlerin şehri yeterince deneyimleyememe, kentsel mekânın kullanımına katılamama, doğayı keşfetme imkânı bulamama ve dolayısıyla sosyal ilişkiler kurmaktan mahrum kalınması gibi sonuçlarını doğurmaktadır.


Ana yolların kenarlarında küçük adacıklar olarak ayrılan bu yapay oyun parklarının, çocukların gelişim ihtiyaçlarını ne kadar karşılayabildiği büyük bir soru işaretidir. Oyun parklarının tasarımında dikkat edilmesi gereken en önemli nokta; parkın doğal malzemeler kullanılarak inşa edilmesidir. Bu alanların, düşmelere ve çarpmalara karşı çocuk için güvenli bir şekilde ve olası riskler göz önüne alınarak tasarlanması gerekir. Yüksekliği tecrübe etme, denge egzersizleri, sabit olmayan yüzeylerde yürüme gibi birçok öğe düşünülmelidir. Kum havuzları, çamur ve suyla oynama imkânı sunmalıdır. Bunun yanında koşmak, top oynamak için boş alanlar bırakılmalıdır.

Genç dostu kentsel mekân

Modern şehirler küçük yaştaki çocuklara (en azından) izole oyun parklarını bir imkân olarak sunarken, genç nüfusun ihtiyaçları kent planlamasında genellikle göz ardı edilmektedir. Herkes için planlanmış kentlerde, gençlerin sosyal ihtiyaçlarını karşılayan buluşma noktaları ile onların fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişim ihtiyaçlarını karşılayan hem iç hem de dış mekânlar tasarlanmalıdır. Küçük uzmanlar

Gençleri ve çocukları, kendi ihtiyaçlarını yetişkinlerden daha iyi bilen alanlarında uzman bireyler olarak görmek, geleceğin şehirleri için hayati önemdedir. Şehir planlamasında çocukların ve gençlerin fikirlerinin alınması, hem yönetişim sistemlerinin işletiliyor olduğuna ve demokratik bir topluma hem de kaliteli şehir planlamasına işaret eder.

15


Jaques Tati’nin Çocuk Karakteri Üzerinden

MODERN ŞEHIRLERE DAIR BIR OKUMA MİMAR

ZEYNEP R.

SALTABAŞ

16

Ş

üphesiz çocukluk dönemi saf bir merakla etrafımızı keşfetmeye başladığımız, yaşadığımız mekânlara dair değer yargılarımızın oluştuğu, dünyayı anlamlandırmaya çalıştığımız zamanlardır. Yetişkinlerin üzerinden bir türlü atamadığı öğrenilmiş çaresizliklerin olmadığı ve içimizde hissettiğimiz sınırsız hayal gücü ile insan fıtratının en saf olduğu bu çocukluk döneminde mekânı özgürce deneyimlemek isteriz. Doğaya yakınlığımız kentsel mekânda da en doğal ve kendiliğinden olanı arayışımızla sonuçlanır. Çocukluk hatıralarımıza dönüp baktığımızda, oturduğumuz çevrede oyunlar oynadığımız mekânlara, sokak ve sokağın getirdiği ilişki ağına dair hatıralar buluruz. Henüz modernizmin şehirlerde egemenliğini tam olarak kuramadığı zamanlarda çocukluklarını yaşamış nesiller artık birer yetişkin olmuşken, bugünün çocukları gözlerini Marc Auge’nin üstmodern olarak tanımladığı, kimlik formlarından arındırılmış kentlere açmaktadır. Üstmodernitenin kentlerinde bulunan, havaalanları, süpermarketler ve otoyollar gibi yerler, bu mekânları deneyimleyen insanların ilişki ağları üzerinden tanımlanmamakta, bunun sonucunda günden güne yaşadığı kente kendini ait hissedemeyen kitleler oluşmaktadır.

Jaques Tati’nin kült filmi ‘Mon Oncle’ bugün ağır bir şekilde yaşamış olduğumuz bu yabancılaşma duygusunu 1953 yılında ikonik bir şekilde beyaz perdeye taşımıştır. Modern ve geleneksel kent kurgusunu büyük bir ustalıkla seyirciye aktaran ve ironik bir modern zaman eleştirisi yapan film, gösterime girdiği yıl hem birçok ödül almış, hem de aradan geçen yıllar boyunca güncelliğini kaybetmemiştir. Bu yazı vesilesiyle, filmi izlememiş olanlara tavsiye ederken, izlemiş olanlar için de filmin çocuk karakteri Gerard üzerinden modern ve geleneksel kent kurgularının özgürlük alanlarını anlamaya çalışacağız. Gerard’ın gözünden hayata baktığımızda, bugünün çocukları için paralel bir kent


okuması yapabilir ve korumak için az bir zamanımızın kaldığı geleneksel kent kurgularımızı geleceğe aktarmanın önemini bir kez daha anlayabiliriz.

ken bisiklet ile seyahat ederken mekânı daha iyi algılarız. Evden okula giderken babasının otomobili ile seyahat eden Gerard’ın şehre dair gözlemini göremeyiz. Ancak bisikletle giden Gerard, etrafı ile ilişki kurmakta ve mekânla bütünleşmektedir.

liğini yitirmektedir. Bugünün kent çocukları ya tasarlanmış kent ve oyun alanlarına ya da kendilerine daha güvenli bir oyun imkânı veren akıllı ekranlara mahkûm durumdadırlar. Şehir içinde yürüyerek ya da Fransız yeni dalga sinemasının bisikletle güvenli ulaşım imkânları öne çıkan yönetmenlerinden kısıtlanan çocuklar, otomobiller ve biri olan Tati, yarattığı Bay Hulot toplu ulaşım araçlarıyla ulaştıkları karakteri ‘Bay Hulot’un Tatili’ Film boyunca Gerard’ın gelenek- mekânları zihinlerinde birbirinden filmiyle (1953) dünya çapında sel kent kurgusundaki yaşadığı kopuk, topoğrafyası olmayan ve üne kavuşmuş, yönetmen daha deneyim ile doğal akış içerisinde bütüncül bağlamından uzaklaşmış sonrasında ‘Mon Oncle’ ve ‘Play- ilerleyen mahalle hayatının tüm bir şekilde algılamaktadır. Kentsel time’ filmlerinde de Bay Hulot’un aksaklıklarına rağmen sahip oldu- dönüşüm projelerinin hızlıca germaceralarına yer vermiştir. Mon ğu ilişkiler ağına ve göz merkezli çekleştirildiği bu dönemde, mahalle Oncle filmi geleneksel kent kurolmayan bütüncül mekân algısıkavramı ile geleneksel kent kurgugusu ile modern kent kurgusunun nın bir çocuk için önemine vurgu sunu tekrar incelemeli ve çocukkarşıtlıklar üzerinden gösterildiği yapılmaktadır. Doğal akışına bılarımız için özgür, adil ve güvenli ve Bay Hulot’a eşlik eden çocuk rakılmış kent kurgusunda Gerald, yaşam alanları sağlayabilmeliyiz. karakteri ile öne çıkmaktadır. yaşıtlarıyla maceralara atılırken, Küçük Gerard’ın ailesi modern baştan sona kurgulanmış evine Kaynaklar Murat, Perihan,Mon Oncle: Moderbir evde, bir dizi kurallar bütünü döndüğünde kendisini boyuna içinde yaşamaktadır. Bu kurallar göre düzenlenebilen sandalyesin- nizmin içinde bir insan, Erişim Tarihi: 13.06.2020 http://www.sinekolaj.com/ bütününe harfiyen riayet eden de mutsuz bir şekilde bulmaktamakaleler/63/Mon_Oncle_Modernizm_ anne ve baba figürünün yanında dır. Icinde_Bir_Insan_.html dünyayı anlamaya ve keşfetmeye Déry, Pascal, An Analysis of Filmic çalışan Gerarld, sınırları keskin Sayıları artan güvenlikli konut Satire: the Modern and Vernacular in hatlarla çizilmiş evinde kendisini sitelerinin kapladığı şehirlerimiz- Jacques Tati’s Mon Oncle, Erişim Tarihi: 13.06.2020 kısıtlanmış hissetmektedir. Gede, her geçen gün kaybettiğimiz rard’ın geleneksel mahalle ortamahalle olgusu, azalan yeşil alan- https://offscreen.com/view/modern_ and_vernacular mında vakit geçirmesini sağlayan larımız ve çocukların kendilerini Mon Oncle, Jaques Tati, 1953 kişi ise, dayısı Bay Hulot’dur. Bay özgür hissedebilecekleri alanlar Hulot ve yeğeni Gerard’ın ulaşım giderek azalmaktadır. Artık yeni aracı olarak bisikleti kullanması nesil kent çocuklarının büyük çoise dikkat çekmektedir. Hareket ğunluğu, tasarlanmış ve kontrol halindeyken çevremizi algılama- altında tutulan konut sitelerinde da hızın faktörü de burada ön büyümekte, geleneksel mahalle plana çıkmaktadır. Otomobille se- ise çocuklar için eski sakin ve yahat ederken algılanan mekânın tehlikesiz yapısını kaybetmekte, ayrıntıları zihnimizde yer tutmaz- sokak bir oyun alanı olma özel-

17


ÜLKEMİZDEKİ OYUN PARKLARI TASARIMININ GELİŞTİRİLMESİ YÜKSEK MİMAR

F.ESRA

TANRIKULU

K

uş cıvıltıları ve çocuk sesleri… Hafif bir esintiyle hışırdayan yapraklar, cıvıl cıvıl kuşlar ve koşup oynayan çocuklar… Kentleşmenin hızla tırmandığı günümüzde ne çok hasret kaldık doğanın, kuşların ve çocukların iç içe geçmiş harmonisine. Beton bloklar arasında kısıtlı, dar alanlarda bir çocuğun ne kadar çocuk kalabileceği ve yarınlara ne kadar anı biriktirebileceği, üzerinde düşünülmesi gereken hassas konular arasında yer almaktadır. Kamusal alanda çocuklara sunulan mekânların başında oyun parkları yer alır. Oynamak çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimini sağlıkla tamamlayıp, onu hayata hazırlayan, gelecekte çözüm bulma, mücadele etme, fikir üretme, takım ruhuyla donanma ve özgüven gibi pek çok kazanım sunan bir eylemdir. Çocuk odaklı mimari bir anlayışın bu kazanımlara sunacağı katkı da elbette yadsınamaz. Özellikle çocuk-

18

ların çok küçük yaşlarda tanıştıkları mekânların başında yer alan parklar, her çocuk için vazgeçilmez birer çekim alanı olmuştur. Betonlaşan kentlerde mahalle kültürünün ortadan kalkması, imar planlarında yeşil alanların azalması, özellikle metropollerde kentsel açık alanların daralması daha fazla ve büyük oyun alanları ihtiyacını doğurmaktadır. Son yıllarda park ve bahçelerin yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar yürütülmüş olsa da, daha nitelikli, çocukların doğasına hitap eden alanlara ihtiyacımız olduğu aşikârdır. Bilhassa dijital oyunların çocukları evlere mahkûm ettiği son yıllarda, doğal oyun ortamlarının onlar için daha cazip ve davetkâr tasarlanması gerekmektedir. Ülkemizdeki çocuk parklarına baktığımızda, beton bir zemin üzerinde iki salıncak ve bir kaydıraktan oluşan rengârenk plastik oyun ünitelerinin binalar arasında sıkışıp kaldığını görmekteyiz. Oysa çocuk fıtratında olan doğallığın, özgünlüğün, yaratıcı ruhun ve özgürlüğün beslenip gelişmesi için daha organik kurgulanmış, doğal parklara ihtiyaç vardır. Öncelikle park alanı-


nın işlevsel kullanılması gerekmektedir. Arazi eğer eğimliyse bu alan doğal haliyle eğlenceli bir rampaya ya da küçük yeşil bir tepeciğe dönüştürülebilir. Böyle bir tasarımda da çocukların ebeveynlerince rahat izlenebilmesi gerektiği göz ardı edilmemelidir. Ayrıca her parkta mekânın güvenilirliği oldukça önemlidir. Parkların yerleşim bölgelerine yakın olmaları ve ulaşım araçları imkânıyla kolay ulaşılabilirliğinin gerekliliği kadar engelli çocukların da parka ulaşmalarını, oyun ünitelerini kullanabilmelerini sağlamak da gerekmektedir. Oyuncak kullanımını kolaylaştıracak, konforlarını sağlayacak ek tasarım düzenlemeleri getirildiği takdirde fiziksel engeli olan çocuk da akranlarıyla kaynaşıp daha verimli zaman geçirmiş olacaktır. Ülkemizde engelli dostu parkların çoğalmasıyla bu mekânlar tüm çocukların kaynaşmasını sağlayan ara yüzlerden biri de olabilir. Sürdürülebilirliği sağlamak adına parkl ardaki oyuncakların çabuk deforme olmasının önüne geçilmesi gerekir. Dayanıklılığı artırmak adına malzeme seçimi ve oyuncak düzeninin strüktürü önemlidir. Ayrıca parkta taşınabilir modüler oyun öğelerinin olması, kendi müdahaleleriyle ve hayal gücüyle zaman zaman doğadan ilham ala-

rak tasarlayacakları yeni kurgu çocukların yaratıcı yanlarını geliştirip onlara çeşitlilik sunacaktır. Bunun yanı sıra salıncak ve kaydırak gibi oyuncaklarla birlikte farklı tasarımlarla çocuklara yeni beceriler kazandırılması hedeflenmelidir. Oyun ünitelerinde kullanılan çok renkli sentetik boyalar yerine daha doğal ürünler kullanılabileceği gibi, ahşabın ham halinin ana malzeme olması çocukların gelişimine daha fazla katkı sağlayacaktır. Plastik oyuncakların sağlık açısından çocuklar için uygunluk arz etmemesinin yanı sıra çabuk deforme olması da büyük bir dezavantajdır. Çocuk parklarında gözlemlenen en büyük sorunlardan birisi de zemin malzemesinin doğru seçilmemesidir. Beton zeminler çocuğun düşmesi durumunda tehlike arz ederken, kaplama olarak genelde ülkemizde kauçuğun tercih edilmesi de farklı sorunları beraberinde getirmektedir. Her ne kadar görsel olarak çeşitlilik sunsa da, ülkemizdeki kauçuk kaplama kullanılan parklara bakıldığında estetik olarak göze hitap etmemektedir. Çocuğun parkta geçirdiği zaman içerisinde mümkün olduğunca doğayla buluşması ve temasının sağlanması duyusal algısının gelişmesine yardımcı olacaktır. Doğayla bütünleşmiş bir parkta sonbahar

19


geldiğinde yere düşen kuru yapraklar üzerinde yürüyen bir çocuk için o sesi işitmek, bir yağmurun ardından çamura bulanan ellerindeki o yumuşaklık

hissi çocuklar için unutulmaz deneyimlerdir. Benzer deneyimlerin artırılması adına talaş, çakıl taşı, ağaç kabuğu ya da kil gibi organik malzeme kullanımının yaygınlaşması sağlanmalıdır. Avrupa şehirlerinde sıkça görülen ağaç kabuğuyla döşenmiş park zeminler çocuklara kaygı duymadan güven içerisinde oynamalarını sağlamaktadır. Düşse bile canının fazla acımayacağını bilen çocuk daha özgür hareket edecektir.

20

Çocukların farklı deneyimler kazanmasına imkân sağlayan bir park, mekânın enerjisiyle de bütünleşen çocuk zihninin eğlenerek daha dikkatli, daha meraklı ve yüksek konsantrasyonla hareket etmesini olanaklı kılacaktır. Her çocuğun içinde var olan hareket etme dürtüsü doğru kanalize edil-

diği takdirde ince ve kalın motor gelişimine katkı sunacaktır. Çocuk parklarındaki oyun ekipmanları onları kısmen zorlayacak düzeyde kurgulanmalı ki zaman içerisinde oynayan çocuk beden kontrolü, uzuvlar arası koordinasyon gibi beceriler kazanabilsin. Parklarda çocuklara farklı maceralar sunabilen parkurların da yer alması gerekmektedir. Çeşitli parkurlardaki zorluklarla karşılaşan çocuk zamanla asılma, dengede kalma, tırmanma becerileri kazanacak ve birden çok duyunun organizasyonuyla beyninde de farklı bölgeler uyarılacaktır. Böylelikle zihnin daha aktif kullanılması sağlanıp, oynanan oyun nöronlar arası iletişim ve etkileşimle çocuk beyninin gelişimine olumlu etkiler yapacaktır. Şehirlerimizi planlarken çocuklarımız ve onların yaşam alanları önceliklerimiz arasında olmak zorundadır. Ebeveynlerle çocukların da yer aldığı kullanıcı katılımlı tasarım modelleri çocuk parkları planlanırken de verimli olacaktır. Ne gibi gereksinimleri olduğunun, gelişim süreçlerinin ne tarz ekipmanlarla desteklenebileceğinin belirlenmesi kaliteli parkların ön koşulları arasındadır. Verimli ve etkin bir çocukluk dönemi, sağlıklı bir ruh yapısına ve bedene sahip nesiller için atılan ilk adımlar arasındadır. Fıtratları gereği doğal olana meyleden çocuklarımızı göz önünde bulundurarak tasarlayacağımız parkların da mümkün olduğunca

tabii ve organik olmaları gerekir ki dışarıdan fazla destek almadan özlerine dönebilmeyi başarıp kendi yollarını bulabilsinler.

Kaynaklar:

Yönez, E. (2017). “Çocuk Parklarında Tasarım ve Güvenlik”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. Irmak, M.A., Külekçi, E., Bilge, C. (2018). “ Çocuk Oyun Alanları Tasarımında Farklı Ülkelerden Örnekler İle Yeni Yaklaşımların Belirlenmesi”, Uluslararası Kentleşme ve Çevre Sorunları Sempozyumu, Eskişehir. Duman, G., Koçak, N. (2013). “Çocuk Oyun Alanlarının Biçimsel Özellikleri Açısından Değerlendirilmesi (Konya İli Örneği) ”, Gazi Üniversitesi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 11(1). Sungur, A., Czaplinska, P. (2018). “Herkes İçin Çocuk Parkları Tasarlamak”, Megaron, 13(3). Uysal, A. (2013). “Bir Kamusal Mekân Olarak Çocuk Oyun Alanları”, Çanakkale İçinde Gazetesi, Çanakkale. Koçan, N. (2012). “Çocuk Oyun Alanlarının Yeterliliği Üzerine Bir Araştırma: Uşak Kenti Kemalöz Mahallesi Örneği ”, Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 28(4), Kayseri.


Fuji Anaokulu ve

Prof. Mimar Takaharu Tezuka

Söyleşi Yüksek Mimar Hatice Reçber

İnsanlık tarihi boyunca mimari yapı sitillerini incelediğimizde; mimari tasarım tercihlerimizin değişim ve gelişim süreçleri hakkında ipuçları yakalarız. Tarihsel veriler bizi insanın kendini doğadan, doğaldan tecrit eden, fıtri gereksinimleri yok sayan, daha ziyade modern yaşamın önceliklerine uygun katı ve lineer formların dominatif rolüyle yüzleştirir. Aynı durum eğitim yapıları özelinde de böyledir. “Çocuğun ihtiyacı ve önceliği” ile “eğitim ortamının sunduğu” arasındaki uçurumu gördüğümüzde eğitim yapılarının da tarihsel süreçte doğadan uzaklaşan değişimler gösterdiğine şahit oluruz. Eğitim mekânlarında mimari tasarım kisvesi altında oluşturduğumuz sınırların çocukların düşünme kabiliyetlerini olumsuz etkilediği, birbirinden farklı kapasiteye ve değere sahip çocukların tek tipleşmesine sebep olduğu yadsınamaz bir gerçek. “Önce bizler binaları şekillendiririz sonra onlar bizleri şekillendirir.” diyen Hathaway’in de kastettiği gibi, mekânların kullanım amaçlarına uygun olarak tasarlanmaları ve inşa edilmeleri

halinde, insanların da o amaçlar doğrultusunda fayda oluşturabilmeleri mümkün olacaktır. Bir eğitim yapısının eğitim çıktıları üzerinde maksimum olumlu etki sunabilmesi için de çocukların kendilerini gerçekleştirmelerine olanak sağlayacak şekilde tasarlanmaları oldukça önemli bir husustur. Bu maksimum etkinin oluşturulmasında şüphesiz yapıyı tüm dinamikleriyle birlikte ele almak gerekmektedir; sürdürülebilirlik, yerellik, doğal ışık için ideal konum ve tasarım, güneş kontrolü, az katlı yapılaşma, iç saydamlık, hızlı ve doğal havalandırma gibi hususlar sadece yapı kalitesi ölçeğinde değerlendirilerek değil; çocuğun fiziksel, zihinsel, ruhsal gelişimi üzerindeki etkileriyle eşleştirilerek kurgulanmalıdır. Doğal, holistik, yerel ve sürdürülebilir bir eğitim yapısı tasarlamak; ancak sorgulayan, gözlemleyen ve ihtiyaçlar üzerine düşünerek yerel değerlerle tasarım geliştirmenin önemini fark eden mimarlar aracılığı ile ortaya çıkabilmektedir. 21


Sonsuzluğun çemberinde Fuji-Anaokulu

İşte Fuji Anaokulu doğal kaynakların referans olarak kullanıldığı, insan doğasına tamamen paralel, klasik dinamiklerin aksine çocuğun kendini kendi iradesiyle, kendi tercihleriyle bulmasını sağlayan bir tasarıma sahip. Bu yapının mimarı Prof. Takaharu Tezuka bu konuda farkındalık oluşturan ve tüm dünyaya çocuk bakış açısı ile bakarak “yalınlık” üzerinden maksimum kazanımla bir anaokulu tasarımının mümkün olduğunu kanıtlayan usta bir mimar. Takaharu Tezuka ile son İstanbul ziyaretinde Tokyo City Üniversitesi mimarlık öğrencileri ile İstanbul’un muhtelif üniversitelerinden mimarlık öğrencilerini eşleştirerek yaptığımız saha atölyelerimiz esnasında, sonsuzluğun çemberinde tasarladığı bu mütevazı, bir o kadar da çocuk odaklı olan yapıyı, Fuji Anaokulu’nu konuştuk. Çocuklara çocuk olduğunu unutturmayan bu anaokulu tasarımında Takaharu Tezuka’nın çıkış noktası çember formu. Birçok ezoterik öğretide yaşam döngüsünün, dengenin ve bütünlüğün sembo-

22

lü olan ve kuşkusuz mimaride de oldukça önemli bir referans sayılan çember formunu daima etkileyici bulduğunu söylüyor Tezuka. Sultanahmet Camiinde kubbe altında oturarak yapı üzerine düşünmekten kendini alamayışında kubbenin ondaki tesirinin rolünün büyük olabileceğini düşündürüyor bu bilgi bize. Daima dairesel hareketlerle başlangıç noktasına varan çocukların üzerinde durmaksızın koşturduğu anaokulunun çatısı bir bakıma sonsuz bir yuvarlak diyor Takaharu Tezuka; “Eline kalem verilen çocukların hiç bıkmadan, sürekli çemberler çizdiğini biliyoruz”. Modern form arayışlarını bir kenara bırakıp tamamen insani içgüdüleriyle oluşturduğu biyomorfik bu yaklaşım temel mimari formunu oluşturuyor Fuji’nin. Çocukların çizdiği bu çemberlerin sonsuz bir döngü içerisinde çizilişi, bu çatının sonsuzluğuna ilham olan kısmı ve diğer enteresan tarafı ise; Fuji Anaokulu’nun sadece bu çatıdan oluşuyor olması.

Mekan algısında sınırsızlık ve Sakoya ağacı Çember formlu çatının altında eğitim mekânları yer alıyor. Ancak iç mekân


ve dış mekân arasında sınır oluşturan herhangi bir yapı elemanı yok. Okulun tipik kutu beton imajını ortadan kaldırıp çocuk gelişimine ve farklılıklarına önem veren duyarlı bir yapı haline gelmesi için iç ve dış mekân arasında diyalog kurması, tasarımı ölü formlardan sıyırması gerekmektedir. Fuji Anaokulu’nda sunulan sınırsızlık algısı, alışılagelmiş mekân duygusunun yerine yeni bir duyguyu tesis ediyor; bütünlük! Rudolf Steiner’in de “…renk, biçim ve diğer bileşenleriyle gözlerimiz ve kalbimizi duvarlarından içeriye nüfuz etmeye çağıran, tecrit edilmeden ayrılmış iç mekânlar oluşturmaya çalışmalıyız.” dediği gibi “dış ve iç” sınırsız bir bütünlükle iç içe. Sınırsız bir mekân algısı oluşturan iç ve dış mekândaki bütünlük aynı zamanda çocuklara sınırsız bir mekânsal deneyim imkanı da sunauyor. Ancak bu sınırsızlık mekânsal koordinatların yokluğunu da hissettirmiyor, bilakis tasarımda merkeze yerleştirilen Zekoya ağacı, mekânı tanımsızlaşmaktan alıkoyuyor ve çevresiyle tanımlı bir ilişki kurmasına da sebep oluyor. Bu ağacın Japonlar için önemi çok büyük. Bir tayfun etkisiyle yerinden

sökülüp başka bir yere dikilerek kurtarılan bu ağaç her zaman çocuklar için doğal bir oyun sahası olmuş ve Japon halk bu ağacın getirdiği oyun geleneğinin sürdürülmesini istemiş ve bu kutsal ağaç böylece Fuji’nin temel yapı elemanı olmuş. Sakoya ağacının yanısıra, kullanılan malzeme ve tasarım ilkeleri yapıyı, bütünün bir parçası haline getirerek sürdürülebilir mimarinin önemli örnekleri arasına alıyor. Tezuka iç ve dış mekân arasında sınır olmadığı gibi, tasarımında sınıfların arasında da bir sınır olmadığını söylüyor. Bu da bu anaokulunda herhangi bir akustik bariyer olmadığı anlamına da geliyor diyor. Peki, seslerin birbirine karışması ile öğrenme güçlüğünü beraberinde getireceği endişesi ile soruyoruz; “Seslerin kontrolü ve izolasyonu nasıl yapılıyor?”. “Çocuklar sessiz bir kapalı kutu içinde kaldıklarında gerginleşir ve gürültü yaparlar diyor, ama kendilerini kısıtlanmış hissetmeyen çocukların gerginleşmesi için hiçbir sebep yok, dolayısıyla bu okulda gerginliğe yer yok” diyor. Derse gelmek istemeyen bir öğrenci bir köşede bekler ama dönüp dolaşır yine gelir çünkü burada mütemadiyen başa dönen bir çember var.

23


ulu fuji anaok Tezuka Takaharu

Gürültü mucizesi Gürültü insan cinsine kendini güvende hissettirir diyor Tezuka, çocukların gürültüde daha iyi uyuduğunu hatırlatıyor. Homo sapiens ormanda gürültüyle büyüdü diyerek gürültünün fıtri bir ihtiyaç olduğunu savunuyor. Sessizlik insanı tembelleştirir diyor, “ve ses çocuklar üzerinde muazzam bir uyarıcıdır.” Kontrollü serbestlik Çocukları sürekli kontrol altında tutmayı severiz diyor Tezuka, oysaki bizim yaratılışımız -20 derecede kayak yapmaya, 50 derece sıcak kumda yatmaya uygundur, yağmur yağınca suyu içimize çekmiyoruz, sıcakta da erimiyoruz. İşte bu yüzden çocuklarımızın bunları tecrübe etmeleri gerekiyor ve bu yüzden de dışarıda kalmaları gerekiyor. Yaralanmaları ve sınıflarını bölerken

24

ahşap blokları kullanan öğretmenlerine yardım etmeyi öğrenmeleri, grup çalışmasını, gerçek sorumluluğu deneyimlemeleri gerekiyor diyor. “Bu onların hayata karşı hazır insanlar olmalarını sağlayacaktır.” 2 katlı görünen ama sadece çocuk bedeninin geçebileceği 1 m yüksekliğinde oluşturulan iç katlarla yapı 6 katı buluyor. Bu dar geçitler yine çocuğun heyecan, gayret, mücadele ve korku dürtülerini harekete geçirerek mekân aracılığı ile hayatı deneyimlemesini sağlıyor.

Ebeveynlik ve mimari Baba olduktan sonra okul tasarımlarına dair önceliklerinin değiştiğini, ihtiyaçlar hiyerarşisinde çocukları üzerinde yaptığı gözlemlerden aldığı ilhamların büyük önemi olduğunu söylü-

yor ve ekliyor “baba olmasaydım böyle bir tasarım yapamazdım!” Çocuğun bireyselliğini ve yaratıcılığını doğal bir şekilde sergileyişi, bunun için herhangi bir araç kullanma ihtiyacı hissetmemesi aslında çocuğun eğitim mekanında da yalınlıktan başka herhangi bir kaotik tasarıma ihtiyacı olmadığını göstermektedir. Bu mucizevi tespit kuvvetle muhtemel hayran bırakan bir anaokulu tasarımının temelini oluşturmakta ve böylesi bir mimari tasarım mimar bir baba olan Takaharu Tezuka’nın içindeki çocuğu duymasıyla taçlandırılmış bir halde karşımıza çıkmaktadır.


Kitabın yanında defter Defterin yanında bardak Bardağın yanında çocuk Çocuğun yanında kedi Ve uzakta yıldızlar yıldızlar

Oktay Rifat

25


MİMARLIK VE ÇOCUK ÜZERİNE KİTAPLAR: KÜÇÜK MİMARLAR Mimarlık ve çocuk konulu bu sayımızda çocuklara, mimarlığı anlayabilmeleri için harika kitap tavsiyeleriyle geldik. Tübitak yayınlarının Küçük Mimarlar serisi; 8 kitaptan oluşan bu seri birbirinden farklı mimari ortamları çocuklarımıza çok güzel şekilde açıklıyor. Aynı zamanda kitapların içeriğindeki resimler ve planlar, çocukların mimarlığı anlamasını kolaylaştırıyor. Kitap kapaklarında +7 yaş yazmasına rağmen, resimli anlatım içeriğiyle 4 yaşından itibaren kullanılabilirler ve set sadece çocuklara değil aynı zamanda mimariye ilgi duyan herkese hitap ediyor. Mimari planların resimlendirilip renklendirilmesiyle, plan okuma işi mimarlık eğitimi almayan herkes tarafından rahatlıkla yapılabiliyor. Aynı zamanda her kitapta, kapakta bahsi geçen konuyla ilgili detaylı örneklere yer verilmiş. Bu kitaplardaki örneklere ve içeriğe bakarak,

kitap sonunda insanda eline bir kâğıt, kalem alıp yeni bir şeyler oluşturma heyecanı geliyor. Mimari terimlerin açıklamalarıyla birlikte, “Nasıl bir iştir?”, “Nasıl yapılır?” ve “Nasıl resmedilir?” sorularının cevabı bu kitaplarda veriliyor. Kitapta yer verilen mimarların açıklayıcı notları ile çocukların mimarlık ön eğitimi almış olması sağlanıyor. Hatta bir mimar olarak tavsiyem, mimarlık okuyacak olan öğrencilerin bu kitapları biran evvel edinmesi. Çünkü mimari terimler, mimarlık malzemeleri ve teknikleri, mimarlık tarihi gibi bilgilerle bu seri; mimari eğitimin temelini oluşturarak öğrenciyi eğitime hazır hale getiriyor.

Şimdi kısaca tek tek setin içerisinde yer alan kitapları inceleyelim.

HEM İŞ YERİ HEM EV Yel değirmenin ya da deniz fenerinin aynı zamanda bir ev olabileceğini hiç düşünmüş müydünüz? Ya da denizaltında çalışan ve uzun süre yüzeye çıkmayan insanların nerede yaşadığını? İşte bu kitapta “hem iş yeri hem ev” denince aklımıza en son gelecek ya da hiç gelmeyecek örnekleri buluyoruz. Hem de dünyanın her yerinden, hatta uzaydan. Uzay istasyonlarında çalışan insanların nerede yaşadığını biliyor musunuz? Bu soruların ve daha fazlasının cevabı bu kitapta.

HAYVANLARIN EVLERİ Dünyadaki ilk mimarlar kimlerdi biliyor musunuz? Evet bildiniz, hayvanlar! Hayvanların mimari tasarım yetenekleri birçok mimara ilham olmuştur. Peki, mimar hayvanlar deyince sizin aklınıza hangileri geliyor ve nasıl eserler ortaya çıkarıyorlar? Kuşlar gibi tek başına yuvasını inşa eden de var, kunduz ve karınca gibi koloni halinde çalışanlar da. Pek çok hayvanın ev yapma yöntemleri, ayrıntıları bu kitabın içerisinde.

YÜKSEK YAPILAR İnsanların iş ihtiyacı için bir araya gelerek şehirleşmesi sonucu, az bir mekânda

daha fazla yaşam alanı oluşturabilmek için apartman ismini verdiğimiz çok katlı yapılar ortaya çıkıyor. Apartmanlar insanlara sadece yaşam alanı değil, ortak kullanabilecekleri farklı alanlar da sunabiliyor. Ama bu kitapta sadece modern zamanın apartmanları ve gökdelenlerinden bahsedilmiyor. Daha ziyade tarihteki yüksek binalardan ve bu binaların nasıl ve hangi ihtiyaçtan dolayı ortaya çıktıkları detaylı şekilde teknikleriyle anlatılıyor.

26


YEŞİL EVLER Yeşil ev deyince aklınıza ilk olarak çatısı ya da etrafı yeşillendirilmiş, ya da rengi yeşil olan ev mi geliyor? Yeşil evler, çevre dostudurlar ve bolca hayal gücü barındırırlar. Çevremize zarar vermeyen hatta doğanın bize sunduğu olanakların geri dönüşümlü olarak kullanıldığı evlerdir. Güneş panelleri, rüzgâr tribünleri, yağmur suyunun toplanılarak kullanılması, ya da geri dönüştürülmüş malzemeler kullanılarak yapılan evler bu evlerin özelliklerine birkaç örnek teşkil etmektedir. Sürdürülebilir hayat tarzını benimseyen insanlar nasıl bir evde yaşıyorlar ya da bu işi nasıl başarıyorlar? Dünyadan pek çok örnekle birlikte hepsi ve daha fazlası bu kitabın içinde.

GELECEĞİN EVLERİ Hayal gücümüzü her zaman zorlayan, birçok filmde işlenmiş bir konu “geleceğin evleri”. Geleceğin evleri nasıl olacak? Teknoloji nasıl gelişecek ve nasıl evlerde yaşayacağız? Bilim insanları ve mimarlar bu konu üzerinde sürekli çalışmalar yapıyorlar. Peki, yapılan çalışmalardan nasıl sonuçlar çıkarılmış? Gelişen teknolojiyle, hayal edilen her evin yapılabilmesi bir gün mümkün olacak. Bu da bize, mimari tasarım yaparken hayal gücümüzü sonuna kadar kullanma imkânı veriyor. Teknoloji bize ne tür yeni malzemeler ve teknikler kazandırıyor? Denizde, suyun altında, gökyüzünde hatta uzayda yaşama hayalleri… Peki, bunlar nasıl mümkün olabiliyor? Ne tür örnekler var? Siz de geleceğin yaşam alanlarını ve iş yerlerini tasarlamak istiyorsanız bu kitapta sorularınıza cevap bulabileceksiniz.

ANTİK ÇAĞ EVLERİ

Bizden binlerce yıl önce yaşayan insanlar nasıl evlerde yaşamışlar? Bu evleri nasıl inşa etmişler? Yerleşme için nereleri tercih edip, ne tür malzeme ve teknoloji kullanmışlar? Birçoğu günümüze kadar gelmiş olan bu eserler nasıl inşa edildi? Antik çağın mimarisinden neler öğrendik ve günümüz mimarisinde bunlara dayanarak neleri kullandık? Antik çağın mimari ve mühendislik eserlerini içeren bu kitaptan siz de şehir planlaması, su mühendisliği, arkeoloji, kaleler ve daha fazlası hakkında birçok şey öğreneceksiniz.

SIRA DIŞI EVLER

Ev denince aklımıza ne geliyor? Bir apartman dairesi, bir müstakil ev ya da bir kır evi mi? Evet bunlar herkes için geçerli olabilecek sıradan evlerdir. Bir ağacın tepesinin, her defasında farklı bir yere taşınabilen arabanın ya da yüzen bir geminin ev olabileceğini düşündünüz mü? İşte bunlar sıra dışı evlerdir. Hadi hayal gücümüzü zorlayalım ve imkânlar el verse başka nerelerde yaşayabilirdik hayal edelim. Bizim için sıra dışı olan bu mekânlar, dünyadaki bazı insanlar için sıradan bir yaşam alanı. İnsanlar apartman ve müstakil evlerden başka nerelerde yaşıyorlar? İmkânlar dâhilinde ne tür yaşam alanları oluşturabiliyorlar? İşte bu kitapta bunların cevaplarını ve fazlasını bulacaksınız.

MASALLARDAKİ EVLER

Masallardaki evler ve kuleler birçoğumuzun hayallerini süslemiştir. Rapunzel’in kulesini hayal ettiniz mi? Hansel ve Gratel’in ormanda karşılaştığı o şeker kaplamalı evi, ya da diğer masallarda anlatılan evleri, sarayları? Bu evler tarihte yaşayan bazı insanların da hayallerini süslemiş ve bunlardan ilham alarak binalar inşa etmişler. Bu kitapta bunların örneklerini bulacak ve hayal gücünüzü zorlayarak kendinize “Ben nasıl bir masal evinde yaşamak isterdim acaba?” diye soracaksınız.

27



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.