5 minute read

ÇOCUK VE TASARIM

ÇOCUK VE TASARIM Çocuklara Mimari Tasarım Bakış Açısı Kazandırmak

YÜKSEK MİMAR ESRA ÇELEBİ

Advertisement

Mimari tasarım dediğimizde hepimizin aklında bir tanım oluşur. Yaşadığımız çevreden yola çıkarak kısaca özetlersek, hayatımızı kolaylaştırmak ve barınma, dinlenme, çalışma, eğlenme gibi eylemleri sürdürebilmemizi sağlamak üzere gerekli mekânları, yapıları, objeleri, yolları, ağaçları, bitkileri; ekonomik ve teknik imkanlar dahilinde estetik ve işlevsellik algısıyla inşa etme sanatıdır diyebiliriz. Peki çocuklar için tasarım nedir? Mimari tasarımdan onlar ne anlıyor? Çocuklara mimari tasarım bakış açısı nasıl kazandırılır? Hedef kitlenin neden çocuk olduğunu açmak gerekirse; onlar, yaşadığımız mekânın içinde o mekâna en masum bakan varlıklar. Gelecek için kendi hayal ettiklerimizi yapamadığımız anda umudumuz çocuklar. Doğru desteklendiklerinde içlerindeki cevhere hayran kalacağımızı bildiğimiz için çocuk diyoruz. Onların gözünden, yani her şeye oyun gibi bakmak, yanlarında olmak onlara destek olmak anlamına gelse de bize de iyi hissettiriyor. Burada Küçük Prens’ten alıntılar yapmadan duramam; “çünkü büyüklerin hepsi birer çocuktu, sadece çocuklar ne aradıklarını biliyorlar” ve “çölü güzelleştiren bir yerlerde bir kuyu saklıyor olmasıdır”. Onların tecrübe alanları bize unuttuğumuz şeyleri hatırlatıyor, onların yardımı olmadan o kuyuyu asla bulamayız. Aslında çocuklara mimari tasarım bakış açısı vermekten ziyade çocuklarda olan hayal gücü ile beslenmiş bakış açısını daha ileriye taşıyabilmektir konsantre olmamız gereken nokta. İşte çocuklardaki o zengin hayal gücünü kaybetmeden aynı zamanda tasarım mantığını çocuklara yerleştirerek hem işlevsel hem de tasarım harikası diyebileceğimiz ürünler, mekânlar, yaşam alanları ortaya çıkarabiliriz. Çocukların doğumdan itibaren 1 yaşına kadar, aynı zamanda gelişimin bir parçası olan en etkili keşif aracı ağızlarıdır. Bu yüzden her bulduklarını ağızlarına götürür, bu sayede çevrelerinde olup bitenleri, nesneleri keşfederler. Daha sonra yavaş yavaş ağıza götürme yerini, sadece dokunmaya, parmakları ve elleri ile tanımaya bırakıyor. Ebeveynlerin meraklı çocuklarına, mağazalarda, müzelerde, tarihi eserlerin veya kırılacak eşyaların bulunduğu yerlerde sayısını örneklerle artırabileceğimiz pek çok mekânda en çok söylediği cümledir belki de “aman

çocuğum elini sürme, kırılmasın, bozulmasın…’’ Ancak çocuklar yine de her şeye dokunmayı seviyorlar, kendi çocukluğumuzu hatırlasak yeter. Bugüne kadar yapılan araştırmalara göre, dokunma duyusu tüm türler üzerinde ilk gelişen duyudur. Mekâna dokunmak, mekânla etkin bir ilişki kurmak ve bütünleşmek, duyguları ve düşünceleri mekâna iletmektir. Küpeşteyi tuttuğumuzda küpeştenin ısısı, pencerelere çizilmiş desenler, döşemelerdeki ayak izleri, duvarlardan yankılanan sesler ve benzer etkiler mekânla dolaylı veya doğrudan dokunsal alışveriş, duyguları ve tasarım gücünü harekete geçirir. Aynı şekilde ilk mekân algısı da bebeklik döneminde kendi bedenleriyle başlıyor. Boşluk olmadan mekân olmaz, boşluğu işlevsel hale getirerek mekân oluşturabilir, yine bu mekânın içinde boşluklar oluşturabiliriz. Bebeklik döneminde burun ve kulaklarına parmaklarını sokma merakı ile birlikte ilk boşluk algısı da oluşmaya başlıyor. Mekân algısının gelişmesinde çocuğun fiziksel becerileri ve çevresiyle kurduğu ilişkinin rolü yadsınamaz. İşte daha çocuklukta hatta bebeklik döneminde temelleri atılan bu bağ ne kadar kuvvetliyse, gelecekte yaşadığımız mekânlarla oluşacak ilişkimiz de o kadar sağlamlaşıyor. Bu sebeple çocuklara vermeye çalıştığımız bakış açısını onların yöntemine göre vermek en verimli metotlardan biridir. Örneğin tak-çıkar yapı oyuncaklarını bütün çocuklar çok sever. Kimi kılavuz kitapçıklardan takip ederek sunulan nesneyi oluştururken, kimi yardım almadan hayalindekini ortaya çıkarmaya çalışır. Her iki durumda da yeni bir şeyler üretmek ve mekânla iletişime geçmek onlara büyük bir haz verir. Buradan yola çıkarak sunduğumuz oyuncakların ölçeklerini değiştirerek hayal güçlerinin boyutlarını büyütebiliriz. Aman dokunma yerine “gel çocuğum bu mekân senin buradaki her şeye dilediğin gibi dokun ve üret” diyebiliriz. Mimari tasarım ile geometrinin et ve tırnak gibi ayrılmaz bir bağı olduğunu düşününce aklıma Van Hiele teorisi geliyor. Van Hiele’ye göre okul öncesi sınıflarındaki çocuklar, temel geometrik şekillere yönelik becerilerini kâğıda dökebilirler. Eğitim, bu becerilerini inşa ederek çocukların daha ileriye gidebilmelerini sağlamalıdır. Öğrencilerin görsel düzeyden öteye geçememelerinin sebebi, küçük yaşlarda geometriyle alakalı problemlerin sunulmamasından kaynaklanmaktadır. (Van Hiele Hollanda’lı bir matematikçidir. Eşi Dina van Hiele-Gelfod ile birlikte 1957 yılında Ultrehct Üniversitesi’nde doktora çalışmasında van Hiele teorisini geliştirmiştir.) Mimari Araştırmalar Enstitüsü ile birlikte özellikle çocuk ve mimarlık ilişkisi üzerine gerçekleştirdiğimiz projelerin yanı sıra halen oluşum sürecinde olan projelerin hazırlık aşamalarında gördüm ki; mimarlık, anaokulu yaşından ilkokul çağına, ortaokuldan liseye kadar her yaştan çocuk ve gencin ilgisini çekiyor, ruhuna dokunuyor. Van Hiele’den de ilham alarak, öğrencilerin görsel düzeyden öteye geçememelerinin erken yaşlarda mimari tasarıma ilişkin problemlerle karşılaşmamalarından kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebilirim. İster bilim diyelim ister sanat, mimarlık erken çocukluk döneminden itibaren okul programlarına entegre edilebilecek, okul öncesinden lise eğitiminin sonuna kadar, mimari tasarımla ilişkili atölyeler; tüm derslerin programları ile rahatlıkla bütünleştirilebilecek bir alandır. Erken yaşta mimari tasarım eğitimi almak ileride mimarlık mesleğini seçmeyecek çocuklar için de oldukça kıymetlidir. Daha önce bahsettiğim, çevrelerinde olup bitenleri ve nesneleri

keşfetme duyusu ile mekân algılarının kuvvetlenmesi sayesinde çocuklar hayal güçleri ile desteklenen farklı kazanımlar elde ederler. İşte bu kazanımlarla diğer disiplinlerin bütünleşmesi; dünyaya öncekinden çok daha geniş bir çerçeve ile bakmalarını, problem çözme becerilerinin artmasını ve karşılarına çıkan engellerle eğitimini aldıkları disiplinlerdeki bilgileri sentezleyerek başa çıkmalarını sağlar. Çocuklar, içinde yaşadıkları mekâna ilişkin harikulade bir bakış açısına sahiptirler. Geometriden bahsedip geometri hayranı ve modern mimarinin en son uzmanı olarak bilinen Ieoh Ming PEİ’den bahsetmemek olmaz. I.M.Pei çocukluğunu geçirdiği Dünya Miras Listesi’nde yer alan Classical Gardens of Suzhou (Suju’nun Geleneksel Bahçeleri)’da, yapıların doğa ile nasıl birleştiğini, özellikle ışık ve gölge hareketlerinin yapılarda nasıl izler bıraktığını küçük yaşta tecrübe etmiş ve her ne kadar mimarlık eğitimi aldığı yıllarda Bauhaus ekolüyle olan ilişkisinden etkilenen bir geometri sevdalısı olarak görülse de; mekân ile kurulan ilişkinin temellerinin çocuklukta atıldığını bize göstermiştir. Ludwig Mies Van Der Rohe’nin öğrencisi olan ve aynı zamanda Walter Gropius ile çalışma fırsatı bulan I.M.Pei gerek Bank of China’da gerek Nationally Gallery için yaptığı ek yapı ile geometrik desenleri sevdiğini açıkça yansıtıyor. I.M.Pei gezerek öğrenmenin önemini “Gezen daha çok bilir’’ sözünü hayatının temeline oturtarak bize göstermiştir.

Eserlerinin üretim aşamasında da bu düşünceden yola çıkmıştır. Benim ve belki pek çoğumuzun hayranlıkla defalarca ziyaret edebileceğimiz, içinde sergilenen eserlerin her birini ait olduğu çağ ve kültürle koparmadan ziyaretçisine sunan İslam Sanat Müzesi’nin (Islamic Museum of Art) tasarımından önce İslam müzesi bağlamını kavramak icin 3 yıl boyunca birçok İslam ülkesini gezdiğini, Louvre Müzesi piramidi için 2 yıl müzeye sıradan bir ziyaretçi gibi bazen de gizlenerek girdiğini öğrendiğimde işte en sarsılmaz yöntem demiştim kendi kendime.

Üzerimize düşen; çocukların hayal gücünü beslemek, onların mekânı deneyimleme sürecinde kurduğu ilişkiyi, bu ilişki neticesinde oluşan görsel ve bedensel hafızayı dikkate alarak mekânı sadece görerek değil, tüm duyuları ile deneyimlemelerine imkan sağlamak yani gözlemlemelerine ve dokunmalarına izin vermek, mekân algısını kuvvetlendirmek, geometri ile olan ilişkilerini basit şekillerden öteye taşımak, mimari tasarıma, eğitimini alacakları diğer derslerin mutlak destekleyicisi olarak bakmak diye yan yana sıralayabileceğim pek çok yöntem yanında; en çok sevdiğim ve benimsediğim, şartlar elverdiğince çocuklarla gezmek, mekânın üzerimizde yarattığı hissi ve mekânın kültürünü anlamaya çalışarak gezmek, sonrasında olacakları keyifle seyretmek.

This article is from: