Ahoy! 4. sayımızla, sizlerle birlikte olmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Finallerle kapıştığımız, bütlerden dodge ettiğimiz ve başımıza çok şeylerin geldiği bu ay, dergiyi mümkün olduğunca erken çıkartmaya çalistik (Aykut'un ağladığını biliyorum.). Tabi biz iki elimiz bir kanda dergiyi yetiştirmeye çalışırken, bir Allah'ın kulu da çıkıp “Ayın 5'i oldu, nerede bu dergi la ?”demedi diye azıcık üzülmedik de değil. Bu ay ara tatili fırsat bilip, Erhun'un da gaza getirmesiyle uzun zamandır yapmak istediğimiz bir şey olan, Minecraft serverını açtık. Kiraladığımız serverda kendi köyümüzü kurup barış içinde -pek de öyle sayılmazyaşamaya başladık, ve oldukça da eğleniyoruz -kale dışında-. Sizleri de köyümüze bekliyoruz, konuksever ve yardımsever köy halkı, size yardım kollarını açmış bekliyorlar. Topluluk grubumuz: http://www.facebook.com/groups/437609839646075/ Bu ay, kulübümüz 1 yaşına bastı, kırmızı ejderha gücün bizimle oldugu birinci yılını doldurdu. Bu konuda duygusala bağlayıp gözyaşları eşliğinde sizlere bahsetmeyi bir sonraki aya saklıyoruz. Bu ay ve gelecek aylar, gelecek yeni üyelerimizle birlikte, hepimizi çok eglenceli etkinlikler bekliyor, twitter'dan -@mubkfk- ve ya facebook'tan bizi takip edebilirsiniz. Görüsmek üzere, http://www.facebook.com/mu.bkfk http://www.facebook.com/groups/marmara.bkfk/ Çağlar&Aykut
oyun
Bir Öksüz Nephelim'in hikayesi
Capcom'un marka olmuş serilerinden Devil May Cry(DMC)
Eğer 2 silah yetmezse 5 silah kullanırız
serinin hikayesini devam ettirmek yerine radikal bir kararlar baştan yaratarak yeniden bizlerle buluştu. Bir çok DMC fanı yeni Dante'nin kişiliği ve tarzından hoşlanmaması hatta yapımcıların bu konu yüzünden tehdit almasına rağmen bir cesaret örneği sergileyip oyunu değiştirmeden çıkaran Ninja Theory'i başta tebrik etmek istiyorum. Ezberleri bozmak bu devirdeki video oyunları için çok önemli.
Eski oyunlarda olduğu gibi Dante tam bir silah ustası. Oyunun ilerledikçe bir çok silaha sahip oluyoruz ve bu silahlar arasında dinamik bir şekilde geçiş yaparak kombo şöleni verebiliyoruz. Oyun sonuna doğru 3 menzilli 2 Melek 2 İblis 1 adette kendi kılıcınız olan Rebellion ile birlikte toplam 8 silah kullanıyoruz.Hatta objeleri kendinize çeken ve kendinizi objeye çeken "Ophion" uda sayarsak 10 tane kullanılabilir silahınız oluyor. Gerçekten hepsini sırayla kullanmanız gereken durumlarla karşılaşıyorsunuz çünkü her silah farklı iblis e karşı etkili olurken bazen sadece iblis veya sadece melek silahından hasar alan iblisler karşınıza çıkıyor.Silahlar ve özellikleri ise şöyle: Rebellion Dante'in baba yadigarı ana kılıcı.Tekil düşmanlara karşı en etkili silahınız.Özellikle hızı çoğu durumda işe yarıyor.Arbiter ve Eryx 2 iblis silahınız. Bunlar ile kalkanlı birliklerin kalkanlarını etkisiz hale getirebilirsiniz. Diğer silahlara göre daha ağır atak hızına sahipler.Osiris ve Aquila 2 melek silahınız. Açıkcası Aquila gelene kadar Osirisle oynadım genelde. 2 silah da zayıf olan kalabalık guruplara karşı çok etkili. Özel atakları güçlü olan iblislere karşı da etkili olunca gerçekten
Evet oyunumuz asıl amacı diğer oyunlarında olduğu gibi aksiyonun dibine vurup çılgınlarca kombo yaparak iblis avlama zevkine varmak. Bu konuda harika bir iş başarmış Ninja Theory stüdyosu. Gerçekten akıcı ve eğlenceli bir oyun mekaniği sunmuş bize. Oyunun mekaniğinden bahsetmeden önce içeriğiyle ilgili bilgilere bir göz gezdirelim.
Yeni Dante Evet oyunda DMC3 e gönderme yapan bir sinematikle ile başlıyoruz. Dante kendi ve geçmişi hakkında bir şey bilmeyen bir genç olarak oyuna başlıyor. Evet daha önceden iblislerle çok kez savaşmış hatta kendisine iblis avcısı diyecek kadar ama geçmişi ve iblislerin neden buna dadandıkları ile ilgili bir fikri yok.Bu oyunda yanımızda yan karakterler olarak Kat ve Vergil var. Bildiğiniz gibi Vergil Dante'nin kardeşi. Kat'in hikayesini yazmıyorum spoiler olmasın.Hikaye boyunca Dante geçmişini ve güçlerini keşfederek bildiğimiz Dante olma yolunda ilerliyor. Ama Eski Dante'ye göre daha bir insancıl olmuş yeni versiyonu. Gene de oynadıkça kanım ısındı sayılır.
zevk veriyor. Özellikle Aquila'yı edindikten sonra kombolaranız 1 kademe gelişecek. Menzilli silahlarınız olan Ebony&Ivory Dante'nin diğer serilerde de kullandığı klasik çift tabancası.Revenant yakın mesafeden etkili olan bir shotgun ve iblissel bir silah olan Kabooey de rakibinizin üzerine yapışan bir bomba atıp onu istediğiniz zaman patlatmanızı sağlıyor.Kalabalık ve zor guruplara karşı hayat kurtaran bir silah.Ayrıca hasar seviyesi de iyi.Kullanımları hakkında örnek verecek olursam Ophion ile uçan harpylerden birini kendime çekip Eryx ile yumruklayarak patlattıktan sonra Ophion ile kendimi iblis gurubunun içine çekip Osiris ile hepsini havaya uçurup havada Aquila ile hepsine bir dizi hasar verdikten sonra Arbiter ile yere mıhlayıp hala hayatta kalanlarıda (ki yüksek zorluk seviyelerinde kalıyorlar) rebellion ile temizlemek tarzı birçok yaratıcı kombo yapabiliyorsunuz. Bence dövüş mekaniği açısından en iyi DMC olmuş.
Limbo Oyun genel olarak "Limbo" denilen iblislerin paralel bir evrende geçiyor.Gerçek dünyada olan bazı şeyler limboyu etkilerken limbodan şeylerde gerçek dünyayı etkiliyor. Tam olarak limbo ile gerçek dünya arasındaki etkileşimi anlamak güç. İblislerin yaptıklarına akıl sır ermiyor.İblisler gerçek dünyadan bizi limbo ya çekerek öldürmeye çalışıyorlar.Bizde genelde limbodan kaçmaya çalışıyoruz. Oyunda ilerleyiş sürekli iblisler tarafında değişen limboda objelerin yerlerini değiştirerek yada kendimizi objelere çekiğ zıplayarak ilerlemekten ibaret.Oyunda ilerledikçe havada kendinizi öne doğru itip süzülmek yada hızlıca zıplayıp kısa mesafe uçmak tarzı güçler kazanıyoruz. Oyunda 1-2 tane basit bulmaca mevcut ama ciddi olarak düşünmenizi gerektiren bir olay olmuyor oyun boyunca.
Cehennem Kapısına Doğru İlerlerken. Oyunda 6 tane "Boss Fight" var. Hepsinin kendi çapında zorlukları olsa da genel olarak doğu zamanda saldır doğru zamanda kaç olayını iyi uygulayabiliyorsanız zorluk çekmezsiniz. Zaten atak yelpazeleri sınırlı ne zaman ne yapacağını kestirmeniz zor olmuyor. Bölümlerin içinde bazı bulunabilecek itemler ve gizli görevler mevcut. Gizli görevlerin yerlerini bulsanız bile yapabilmek için anahtarına sahip olmanız gerekiyor. Eğer oyunun hızına kapılırsanız bu anahtarları bulmanız zor. Açıkcası benim gizli görevleri yapmak gibi bir isteğim olmadı o nedenler oyunun hızlı akışını bozmadan sadece yakında kolay ulaşılabilecek yerlere gidip itemleri topladım.. Bölüm puanı dövüşte yaptığınız kombolar, topladığınız ruhları ve anahtarlar, bölüm süresi, kullanılan itemler ve ölüm sayınıza göre hesaplanıyor. Her kategori D den SSS e kadar gruplanmış
ranklarla çarpılıyor. Yani bölümü ne kadar hızlı bitirip ne kadar çok kombo yapmışsanız o kadar çok puan topluyorsunuz. Bu puanlar sonucu size yetenek puanı ve marketten item almanıza yarayan puan veriliyor. Marketten aldığınız itemler ile sağlığınızı kalıcı bir şekilde arttırabilir,yada sağlığınızı iyileştirmek için kullanabilirsiniz.Yetenek puanını ise sahip olduğunuz silahlara yeni özellikler ekleyip yeni hareketler kazanmak için kullanıyoruz. Ve artık önceden verdiğimiz yetenek puanlarını hepsini resetlemek zorunda kalmadan bir yetenekten alıp diğerine aktarma şeklinde değiştirebiliyoruz. Böylece yeni bir silah aldığınızda tam gücüyle kullanabiliyorsunuz.
Mundus'u Kızdırmayın. Evet yazıyı size bir öğüt vererek bitiriyorum .Vergil'in her dediğini yapmayın(keske seçme imkanı olsaydı) ve Mundus'u kızdırmayın.Sakat işler bunlar... Gökberk Düzgündikiş Artılar; +Hızlı Oynanış +Doyurucu İçerik +Güzel Grafikler +Silah Çeşitliliği Eksiler; -Dante(ne kadar kanım ısınsada eski karizması yok) -Kolay Boss dövüşleri -Oyun süresi çok uzun değil Sistem gereksinimleri; İşletim Sistemi: Windows Vista/XP, Windows 7, Windows 8 işlemci: AMD Athlon X2 2.8 Ghz veya daha iyisi, Intel Core2 Duo 2.4 Ghz veya daha iyisi Bellek: 2 GB RAM Boş Disk Alanı: 8 GB boş alan Ekran Kartı: ATI Radeon HD 3850 veya daha iyisi, NVIDIA GeForce 8800GTS veya daha iyisi DirectX: 9.0c veya yükseği
2003’den beri
Call of Duty serisini ilk oyununu oynadığımdan bu yana yaklaşık 8 yıl geçmiş.8 yılda 8 pc oyunu çıkartan bir seri ve benim görüşümce gayet başarılı ve istikrarlı serinin son oyunu olan Call of Duty Black Ops 2 serinin belki en çok sansasyon yaratan, devrim yapan oyun olmasa da serinin başarısını devam ettiren bir oyun olmuş. Call of Duty(CoD) serisi son yıllarda bir çok oyun sever tarafından kendini tekrar etmesi, Grafik motoru ve oynanış açısından yenilikçi içerikler sunmaması açısından ağır eleştirilere maruz kaldı.Gerçekten eleştirilerin büyük kısmı yerinde. Fakat bir oyunu sadece bu yönlerinin mi gelişmesi gerektiği tartışılır.
Lets Do This! Bu sene oyunu edindikten sonra önceki senelerden farklı olarak single player modu yerine multiplayer modunu oynayarak oyuna başladım. Ne kadar CoD serisine aşina olsam da bilmediğim silah ve haritalar karşısında şaşkına dönüp etkisiz kalmamla single playerdan başlamam gerektiğimi fark etmiş oldum. Single Player modunda geçen oyunun ana karakteri olan Alex Mason’ı geçmişte geçen bölümlerde kontrol ederken gelecekte geçek bölümleri ise oğlu David Mason’ı kontrol ederek ilerliyoruz. Gelecek ve geçmişte bu 2 ana karakter hariç süpriz bazı karakterleri de kontrol ettiğimiz bölümlerde mevcut. Ayrıca bir bölüğü kontrol ettiğimiz taktik bölümleri
gerçekten ilginç ve güzel bir yenilik katmış oyuna. Gelecekte geçen bu bölümlerde uydu üzerinden birliklerinize komut verebildiğiniz gibi istediğiniz birimi kontrolünüze alıp kullanabiliyorsunuz. Zorluk seviyesi arttıkça yeni nesil silahlar ve taktiklerle savaşları komuta etmenin zorluğunu fark etmenizi sağlayan bir içerik olmuş. Son senelerde çıkan her oyununda çok iyi hazırlanmış ve işlenmiş bir hikaye içeriği geleneğini bu senede bozmamış CoD.Gerçekten güzel hazırlanılmış, emek verilmiş ve muhteşem sunulmuş bir single player hikayesi var.Belki bir çok oyuna göre hikayeyi zayıf bulan oyunseverler olabilir ama sunum ile birlikte oyunun atmosferi ve hikayesi sizi çok iyi havaya sokup hikayenin içine çekiyor. Ayrıca oyun sırasında yaptıklarınız ve seçimleriniz hikayenin değişimine etki ediyor. Düşünerek oynayın.
Kaçamayacaksın Menendez! Hikayenin akışı Raul Menendez’in Abd üzerindeki planlarını engellemek ve geçmişte yaşanan olaylarla bugünkü olayların bağını kurmak üzerine geçiyor. Bu dönemde çıkan bir çok oyunda olduğu gibi CoD:BO2’de de bir çok sosyal içerikli mesaj var. Her görev başında görev ile ilgili bilgi ve ekipman seçeneklerini içeren bir menü bizi karşılıyor. Bu menüde görevde hangi ekipmanları kullanacağımızı ayarlayabiliyoruz. Oyun ilerledikçe sizin görevlerdeki başarımlarınıza göre ekipman çeşitliliğiniz artıyor.Diğer CoD’lerde olmayan bu özellik sizin görevleri istediğiniz tarzda yapabilmenizi ve oyundan daha çok zevk almanızı sağlıyor.Böylece oyunu farklı şekillerde bitirebiliyorsunuz. Çölde at sürerken 10 dk sonra havada paraşütle süzülmek Görevler alışıla gelmiş bir şekilde partnerinizi takip etmek yada bir noktaya ulaşmak şeklinde ilerliyor. Tabi her seferinde bu ilerleyişi farklı bir eylemle süslemişler. Yeri geldiğinde savaş jet i kullanıp düşman jetlerine karşı savaştığınız gibi yeri geldiğinde sular altında kalmış bir şehirde casusluk yaparken buluyorsunuz kendinizi.Lineer gibi görünen bu oynanış böylece bu durumdan sıyrılmış oluyor.
Ne kadar gider bu oyun birader? Single Player modnun hikayesi yaklaşık 5-6 saatte bitirilebilecek uzunlukta. Her başarımı kazanıp her seçeneği denerim diyorsanız en fazla 15 saat oynama süresi sunar. Pek doyurucu değil fakat tek atımlık oyun düşünmek lazım. Dolu dolu bir 5 saat sunuyor kısaca. Single Playerdan sonra multiplayerı deneme şansı yakaladım azda olsa. Oyunun Multiplayer bölümünü Turgut arkadaşımız bu yazıdan hemen sonra size anlatıyor.Lafı uzatmadan sistem gereksinimleri ve notları yazıp multiplayer bölümüne doğru alalım sizi.
Gökberk Düzgündikiş
Artılar; +Hikaye ve Sunumu +Müzikler +Atmosfer Eksiler; - Oyunun kısa sürede bitmesi - Ölümsüz karekterler(evet 15 kurşun yemesine rağmen yanınızdaki npc ölmüyor hala) - Bazı buglar Minimum Sistem Gereksinimleri; Intel Core2Duo E8200 2,66 GHz veya AMD Phenom X3 8750 2,4 GHz İşlemci nVidia Geforce 8800 GT veya ATI Radeon HD 3870 512 MB Ekran Kartı 2 GB RAM 15 GB Harddisk Alanı
CALL OF DUTY BLACKOPS 2 MULTIPLAYER
Aha orda bir adam var, peşinden gideyim...
-
-(Dı dı dı dıt!! BOOM! - Hunter Killer Drone) (Press F to respawn) Hay senin gibi killer drone'a! -Yine aynı adam, bu sefer bittin sen oğlum! -(Bzzzzzt.. BOOM! - Bouncing Betty)... Ah betty, yaktın beni.
Call of Duty serisini diğer fps oyunlarından daha cazip kılan kısmı singleplayer kısmının hikayesi dışında oynanışı hızlı olan multiplayer kısmı. Multiplayer kısmında mantık yine aynı, hangi oyun modu olursa olsun, silahlarını seç ve rakip tarafa karşı üstünlük sağla.
Ohh! Sonunda server aramaktan kurtulduk Bops II'de , Bops I'den farklı olarak serverlar yerine, Modern Warfare II ve III'teki gibi hostlara geçilmiş. Bu sayede Treyarch, hem ping sıkıntımıza biraz çözüm oldu hem de Bops I'deki serverların kendi kurallarının olmasından kurtarmış oldu.
Seç, Beğen , Kullan... Bops II'nin arayüzünden önce
direk customization (özelleştirme) kısmına geçeceğim. Bops II'de, CoD serisinin geçmiş oyunlarında olmayan "10 tane seç" mantığı var. Serinin önceki oyunlarında silah, eklenti ve perklerden birer tane seçme hakkımız varken Bops II'de en fazla on tane olmak üzere silah, silah eklentisi ve perk seçebiliyoruz. Bu tabiki 10 tane silah seçebilirsiniz anlamına gelmiyor. Bir silah seçip üstüne iki tane eklenti ekleyebiliyoruz, bunu yaptığımız zaman on hakkımızdan üçünü kullanmış oluyoruz. İkinci bir silah seçtiğimizde bir hakkımızı daha kullanmış oluyoruz. Yani kısaca, her perk, silah ve eklenti bir hakkımızı kullanıyor (Ne güzel değil mi ? Pazar mantığı, seç beğen al).
Harbi harbi customization olmuş kardeşim Bops II'nin customization yeniliklerinden birisi de wildcard (joker) mantığı. Arkadaşım madem on tane seçme hakkımız var, ben iki tane perk , üç tane eklenti istiyorum demiş olabilirsiniz. Burada seçme hakkınızdan bir tanesini kullanarak bir wildcard seçip silahınıza üçüncü bir eklenti veya aynı perk sınıfından ikinci bir perk kullanmanızı sağlıyor (en fazla üç tane wildcard kullanabiliyorsunuz.). Wildcard mantığı yeni olduğu için wildcardları açıklama gereği duydum: - Primary Gunfighter - Ana silahınıza üçüncü bir eklenti yapmanızı sağlıyor (yetmedi suyundan da koy). - Secondary Gunfighter - İkincil silahınıza, ikinci bir eklenti yapmanızı sağlıyor (Git eline aynı tabancadan bir tane daha al, üstüne daha fazla hasar vermeni sağlayan eklentiyi de al. Oldu başka ? Anaaaa... Valla oldu). - Primary Gunfighter - İkincil silah yerine ana silah seçebilmenizi sağlıyor bu wildcard. Ben tabanca kullanmam bana tüfek verin diyorsanız, buyrun tam size göre. - Danger Close - Seçtiğiniz öldürücü patlayıcıdan bir tane daha almanızı sağlıyor. İki tane bouncing betty alarak milleti deli etmek elinizde. - Perk 1 Greed, Perk 2 Greed ve Perk 3 Greed - Seçtiğiniz wildcarda göre, o aynı sınıftan ikinci bir perk almanızı sağlıyor (Erkek adam silah kullanmaz! Bana bıçak ve perklerim yeter. Değil mi Gökberk ?)(tabiki ! single playerda kullandığımız
palayı verseler bana silaha filan bakmam açıkcası-Gökberk) - Tactician - El bombası yerine, öldürücü olmayan bir patlayıcı almanızı sağlıyor. İsterseniz aynı taktiksel patlayıcıdan bir tane daha alırsınız, isterseniz de farklı bir patlayıcı alırsınız. Seçim sizin.
Scorestreaklerden ne haber ? Scorestreak mantığı kill sayısı yerine puana dönüştürülmüş. Yani 4 kill aldım hadi UAV açayım değilde 350 puan topladım hadi UAV açayım diyeceğiz bundan sonra. Öldürdüğünüz her düşman, yaptığınız her asist veya tamamladığınız her bir görev size puan veriyor. Değişmeyen scorestreakler, care-package, UAV ve air strike. Bunların dışına fazlaca yeni streak ödülleri var. Bunlardan en dikkat çekenler; hunter killer drone, guardian, dragonfire ve swarm. Havaya, haritanın üstünde dolaşan ve açıkta gezen bahtsız arkadaşları hedef alıp kamikaze stili ile havaya uçuran bir uçak attığınızı düşünün. İşte bu hunter killer dronedur. UAV'den sonra en sık kullanılan streak ödülüdür. Şimdi, bunu hep biz kullanmıyoruz ya başkaları da kullanacak , bundan kaçamaz mıyız ? Kaçarız tabii ki. Kafanızı açığa çıkarmayacaksınız, drone kendine başka bir eş bulana kadar. Eee, açıktaysak ne yapacağız ? Eğer hunter killer drone sizi hedef almışsa bir sinyal sesi duyacaksınız bu da demektir ki ya öleceksin ya da dronun hedefinden kaçacaksın. Kaçabilirsen ne ala kaçamazsan elin respawn tuşuna doğru yol alsın. Guardian (ismi de kendi de karizma), yerleştirilebilen ve bir koni içinde mikrodalga radyasyon yayan, düşmanın hareketini sınırılayan ve ona hasar veren bir streak reward. İçinde 2-3 saniye kaldığınızda sizi öldürüyor. Eğer hardcore mod ise sizi anında bir ölüm bekliyor.
Dragonfire, dört pervaneli, kontrol edilen ve üstünde makineli tüfek olan bir drone'umuz. Patlatılmadığı sürece 60 saniye kadar havada kalıyor. Ufak olduğu için her yerden karşınıza çıkma ihtimali var. Bu nedenle eğer karşı takımda dragonfire varsa dikkatli olun derim. Ve geldik swarma. Size hunter killer drone'u anlatmıştım. Peki bu killer dronelardan bir ordu olduğunu söylesem ve 50 saniye boyunca havada kaldıklarını söylesem. Gerisini anlatmama gerek yok sanırım.
Tamam güzel, güzel. Oynanış nasıl ? Malesef oynanışta ufak sıkıntılar var. Bunların en önemlisi düşman ayak seslerini duymanın çok zor olması. Awareness almama rağmen (ayak seslerini duymayı kolaylaştıran bir perk), ayak sesini duyupta öldürdüğüm pek kişi olmadı açıkçası(6. His ayak sesinden daha çok işe yarıyor cidden bu oyunda-Gökberk). Garip olsa gerek bir sıkıntı ise, koşarken pek koştuğunuz hissini vermiyor. Koşuyorsunuz fakat, sanki 200 kiloluk biriymiş gibi koşuyorsunuz (ayak sesinizde öyle geliyor). Ayrıca, çok sık olmasa da respawn olduğunuz anda ölme ihtimaliniz hala var. Bunların dışında ne kötü ne de iyi birşey yok, serinin diğer oyunlarına kıyasla.
Bu divisionlar sizin hangi seviyede olduğunuzu gösteriyor. Divisionlar azalan sırayla : Masters, Platinum, Gold, Silver, Bronze ve Iron. Kazandığınız her maç league level'ınızı 1000 artıracak ve kaybettiğiniz her maç ise 500 azaltacak.
Arayüz demiştik sanki yukarıda Bops II'nin arayüzü Modern Warfare 3'e benziyor. Oyunu açtığımızda karşımıza sol tarafta Public Games , League Play ve Custom Games olarak oyun seçeneklerimiz çıkıyor. Theater ve CoD TV'yi denemedim bu nedenle birşey söyleyemeyeceğim. Barracks kısmında ise oyun istatistiklerimizi ve oyunda iken ismimizin üstünde yazdığı calling cardları seçebilir ve kendi amblemimizi yaratabiliriz. Sağ tarafta ise o an grubumuzda olan oyuncuları ve oyunu oynayan arkadaşlarımızı görebiliyoruz. İsimlerine sol tıklayarak, istatistiklerini görebilir, oyuncu profillerini inceleyebilir, oyuna davet edebilir veya oyunlarına katılabiliriz ayrıca. Turgut Bilgiç
Multiplayer Puanı : 8.5/10
Bana modlarla gel arkadaşım... Önceki oyunlarda bulunan modların hepsi Bops2'de bulunmakla beraber, Multi-Team Team Deathmatch ve Hardpoint adlı yeni modlarımızda var. Multi-team Team Deathmatch adından da anlaşılabileceği gibi çok takımlı TDM. En fazla 18 oyuncu ve 6 takımla oynanıyor. Hali hazırda normal TDM'miz dururken neden bunu oynayalım diye düşünüyor insan. Diğer yeni modumuz Hardpoint ise haritada belli bir noktayı elinizde tutmaya çalışıyorsunuz. 60 saniyede bir değişen bu noktayı elinizde tuttuğunuz her saniye takımınız bir puan kazanıyor. Headquarterstan farklı olarak hardpointte, takımınız hardpointi elinde tutuyor olsa da öldükten sonra respawn olabiliyorsunuz. Bunların dışında Bootcamp ve Objective adlı Combat Training modları da var. Botlar ve oyunculardan oluşan karışık takımlarda oynuyorsunuz. Kısacası oyuncuların oyuna alışmasını sağlamak amaçlı olan modlar.
League Play'mi ? O da ne ? League Play, Bops II'nin getirdiği yeni matchmaking sistemi. Sizi kendi seviyenizde oyuncularla karşılaştırıyor. Bütün silahlar, eklentiler, perkler ve scorestreak ödülleri açık league play'de. League Play sisteminde 6 adet division bulunmakta.
Artılar; +Arayüz +Hızlı oyun +Hardpoint ve Multi-Team TDM +League Play +Yeni Customization +Call of Duty Eksiler; - Ayak seslerinin zor duyulması - Hunter Killer Drone ve Bouncing Betty (sinir katsayılarınızı fırlatmaya birebirler) - Party kurma ve davet etme sisteminde hala sıkıntı var - 59.99$ - Call of Duty
Ni-kin-tla-kwa-ltiː-s-neki*
Eski antik uygarlıklara üzülüyorum. Sen gel koskoca medeniyet kur, yüzyıllarca barış içince yaşa, sonra elin kolonileri çıksın “vay efendim bu toprak bizim”,“vay efendim buradaki nehri de beğendik bu da bizim olsun”diye diye ellerinden alsınlar. Sonra aradan yıllar geçsin, koskoca medeniyet tarih kitaplarında yerini alsın. Bir avuç insan dışında da kimse bilmesin(tabi biraz cinlik yapıp birdenbire biten bir takvim yapıp toprağa gömerseniz durum başka.) Gelelim bunların bizlerle alakasına. Şu an incelemekte olduğum oyun pek az oyunun yaptığı bir şeyi yapıyor ve bütün oyunu Aztek mitolojisi üzerine kuruyor. Genelde oyunlarda eski uygarlıkların mitlerini çok görmüyoruz. Gördüğümüzde de Yunan, Uzakdoğu arada bir de İskandilav mitolojisinden oluyor. Bu yüzden Citeremis Inc’i orijinalliğinden ötürü tebrik ediyorum. Her ne kadar hikayesi basit olsa da(kötü bir rahip köye yıkım getirir ve köyün seçilmiş kişisi olarak peşine düşüyoruz) Aztek uygarlığının ve mitolojisinin oyuna kattığı çeşitlilik oldukça güzel.
Ne! platform ve rpg mi? Gelelim Citeremis Inc' i tebrik ettiğim ikinci noktaya oyunun türüne. Aztaka side scroll platform türü ile rpg yi birleştirmiş. Burada rpg derken basit bir 2 3 farklı güçten birini seçme gibi günümüz aksiyon oyunları mekaniklerinden bahsetmiyorum. Öncelikle ana görevleriniz var, yan görevleriniz var ve ayrıca haritada istediğiniz zaman geçtiğiniz eski yerlere dönebiliyorsunuz. Bu önemli çünkü oyunda ilerledikçe karakteriniz yeni güçler elde ediyor ve bu elde ettiğiniz güçler sayesinde daha önce geçtiğiniz bölümlere geri dönüp oralardaki giremediğiniz yerlere girebiliyorsunuz. Bunların dışında çeşitli
büyüleriniz ve skilleriniz mevcut. Level atladıkça kazandığınız puanlarları skill ve büyülerinize dağıtıyorsunuz. Ayrıca level atladıkça birde karakter puanı kazanıyorsunuz bunu da atak, defans, kritik hasar gibi özelliklere dağıtıyorsunuz. Gördüğümüz üzere oyunda platform öğeleri ve rpg öğeleri oldukça güzel kullanılmış. Ancak bir diğer önemli rpg mekaniklerinden olan eşyalar kısmı biraz zayıf kalmış, yaratıklardan eşyalar düşüyor olsa da çok çeşitli değiller.
Al sana Aztek büyüsü. Oyunda 4 adet enerji var bunlar; life energy, pure energy, divine energy ve elemantal energy. Bunlar öldürdüğünüz yaratıklardan düşerken size çeşitli avantajlar sağlıyorlar. Mesela life energy can vermeye yarıyor. Bu enerjiyi kendiniz için kullandığınızda canınız doluyor veya bir ağacın dalında kullandığınızda o ağaçtan kocaman bir dal uzayabiliyor. Burada dikkat etmeniz gereken bir nokta var. İlk bölümden itibaren her bölümde ulaşılması gereken gizli yerler olduğunu görüyorsunuz, oyunda ilerledikçe kazandığınız yeni özelliklerle buralara tekrar dönmeniz gerekiyor ancak ortalama 20 bölüm olduğundan hangi bölümde ne vardı unutabiliyorsunuz ve tekrar tekrar dolaşmanız gerekebiliyor. Bu yüzden tavsiyem oyunu oynarken giremediğiniz yerleri aklınıza kazıyın.
Kazandığınız yeni özellikler oldukça çeşitli. Karakteriniz ilk başta sadece tek bir düz saldırı yapabilirken oyunda ilerledikçe yeni saldırı tipleri, hızlı koşma, çift zıplama gibi bir platform oyununda olmazsa olmaz yetenekler kazanıyor. Ancak bu öğrenme çizgisi çok uzun tutulmuş, öyle ki ancak oyunun sonlarına geldiğiniz zaman tam oturmuş bir karakteriniz oluyor.En azından kimi önemli yetenekler oyunun başlarında verilse daha eğlenceli olabilirdi.
Her Yer Yeşillik.. Oyunun grafikleri oldukça güzel, arka planlar neredeyse bir tablo güzelliğinde. Aztek etkilerini en çok buralarda hissediyorsunuz. Bir tapınağa girdiğinizde duvardaki oymalar, bir ormanda gezerken etrafda bulunan yıkıntılar olsun oldukça detaylı. Sadece görsel olarak değil müzikler konusunda da çok iyi bir iş yapıyor Aztaka. Oldukça çeşitli ve hoş müziklere imza atmışlar. Oyunun olumsuz yanlarına gelirsek daha önce de söylediğim gibi öğrenme çizgisinin gereğinden uzun olmasının dışında birde oyun pek elinizden tutmuyor. Herhangi bir quest takibi yok, oyunu dikkatle oynayıp kendiniz bulmanız lazım. Nerede ne yapmanız gerektiğini de söylemiyor. Kendimden örnek vereceğim; oyunun sonlarına doğru bir mağarada atlamam gereken oldukça büyük bir boşluğa denk geldim. Saatlerce atlamayı denememe rağmen atlayamayınca internetten araştırdım. Meğersem orada uçan bir yarasanın üstünden sekip atlamam gerekiyormuş ve oyun boyunca öyle bir hareket yapabildiğimiz söylenmiyor.
Oyundaki büyü sistemimiz oldukça farklı işliyor. O yüzden yardımcı olması açısından burada değineyim dedim zira ben çözene kadar oyunun yarısına gelmiştim .Büyü yapmak için önce istediğiniz büyüye tıklayıp ardından eğer hasar veren büyüyse atmak istediğimiz yaratığa, defans büyüsüyse kendimize tıklıyoruz. Ardından ekranda bir sembol çıkıyor ve ona tıklıyoruz ve aynı şekilde tekrar sembol çıkıyor. Bu şekilde semboller bitene kadar üstlerine tıklıyoruz ve büyüyü yapıyoruz. Biraz meşakatli bir iş özellikle alan etkili büyülerde 5 6 kere tıklamamız gerekiyor ve tıklayamazsak falan büyü bozuluyor. Size tavsiyem oyunda elemantal energy’i alır almaz daha önce haritada göreceğiniz hayalet gibi olan at adamlara gidin ve onlardan quest alın o questi tamamladığınızda büyü yapmanız oldukça kolaylaşıyor.
Artıları; + Farklı konsept + Zengin oynanış elementleri + Çevre tasarımları ve müzikleri Eksileri;
Ak koyun kara koyun. Aztaka oldukça orijinal fikirleri olan ve üzerinde uğraşılmış bir oyun. Ufak tefek eksiklikleri olmasına rağmen verdiğiniz parayı hakediyor. Citeremis’in ilk oyunu olmasına rağmen bu kadar özenilmiş bir oyun yaptıkları için tekrardan tebrik ediyorum ve bundan sonraki oyunlarını da merakla bekliyeceğim. Aykut Kekeç *Onlari beslemek istiyorum (Aztek dili)
Büyü nasıl yapılıyor?
- Yetersiz tutorial Oyunun gelişme eğrisi çok uzun - Zayıf hikaye Sistem gereksinimleri; Intel Pentium 2.0 GHz 2 GB Ram 256 MB (512 MB önerilen) DirectX 9.0c video card with Shader Model 2.0 1.6 GB Alan
-
MüzİK
Selam arkadaşlar. Yeni bir bölüm ile karşınızdayız. Bundan sonra kimi aylarda belli başlı müzik türlerinin tanıtımını yapacağız. Hem tür hakkında bilgi vereceğiz. Hem de belli başlı gruplarını tanıtıp albümler önereceğiz. Böylece türü merak edenler fikir sahibi olabilir, sevenleri ise yeni gruplar keşfedebilir. Tür tanıtımımıza ilk olarak Post-rock ile başlamaktan oldukça memnunum. Çünkü en çok sevdiğim türlerden biri olmasının yanında, melodik zenginliği ile pek çok kişiye hitap edebilecek bir yapıya sahip. Neyse lafı fazla uzatmadan bakalım neymiş bu Post-rock; Post-rock tahmin edeceğiniz üzere rock un alt türlerinden birine verilen isim. Alt türleri dediğime bakmayın kendisi oldukça büyük bir janra sahiptir ve 20 den fazla kendi içinde alt türü barındırmaktadır.
Ancak hala tam olarak Post-rock denilecek bir sounda ulaşılmış değildir mevcut gruplar daha çok Rock’ın Jazz ve Krautrock ile harmanlanmış türünde müzikler yapmaktadırlar. Ve tarihler 1996’yı gösterdiğinde sonunda beklenen olmuş ve Amerikalı grup Tortoise ikinci albümleri ile türe resmen adını koymuştur. 1994’deki kendi adını taşıyan albümleri yine Post-rock etkileri taşısa da ağırlıklı olarak Jazz etkileri taşıyordu. Ancak ikinci albümleri Millions Now Living Will Never Die tam olarak bir Post-rock albümüdür ve gerek oldukça kaliteli bir albüm olması, gerek farklı sound’u ile Amerika’da büyük yankı uyandırmış ve post rock türünün doğup gelişmesine ön ayak olmuştur. Bu tarihden sonra pek çok Post-rock grupları kurulup oldukça başarılı işlere imza atmışlardır.
Post-rock’ın temelleri 1970’lerin sonlarına doğru atılmıştır. Abd’li grup The Velvet Underground’un drone tarzı müzikleri ve ingiliz temelli Public Image Ltd grubunun klasik punk yapısının dışındaki deneysel müzikleri post-rock’ı oluşturacak kıvılcımları çıkarmıştır diyebiliriz. Daha sonraları 80’lerin sonu 90’ların başlarında Amerikalı rock grubu Slint ve ingiliz rock grubu Talk Talk son albümleri ile post-rock’a oldukça yakın denilebilecek bir sound yakalıyorlar. Slint’in Spiderland ve Talk Talk’ın Spirit of Eden albümlerinin postrock’ın doğmasını sağladıkları kabul edilir.
Tortoise
Nasıl doğduğu hakkında kısa bir önbilgiden sonra gelelim asıl kısma; Post-rock nedir? Öncelikle kesin bir tanım olmamakla beraber Rock enstrumanları ile yapılan, ancak Klasik-rock’dan oldukça farklı bir sound’u olan, çoğu zaman deneysel ve farklılaşan bir müziktir Post-rock daha çok kulağa değil, duygulara hitap eden bir müziği vardır. Bu yüzdendir ki hemen hemen bütün Post-rock parçaları sözsüz, enstrumantal yapıdadır. Bir diğer önemli özellikleri ise düzensiz yapıda olmalarıdır. Çoğu Post-rock parçası huzurlu yavaş ritimlerle ilerlerken birdenbire hızlanıp agresif bir yapıya geçerler bir süre kreşendo da devam edip sonra tekrar huzurlu yapıya dönerler. Bu yapısı itibarı ile Post-rock Klasik müziğe oldukça benzer. Zaten pek çok yerde Post-rock için Klasik müziğin Rock enstrumanları ile yapılmış hali ibareleri görebilirsiniz. Açıkcası benim de Postrock ‘a olan sevgimin altında bu yatar. İki sevdiğim türün birleşip oldukça farklı, ama ikisinin de tadını alabildiğiniz bir müzik türü olması. Tıpkı Oreo ve süt gibi…(yazıdaki derinlik de buraya kadarmış.) Ancak tabi ki bu yukarıda anlattıklarım çok genel. Oldukça geniş ve deneysel bir sound olduğu için pek çok farklı türüne rastlamanız mümkün. Ki zaten dinleyerek deneyimleyebileceğiniz bir olguyu size yeteri kadar kelimelerle anlatmaya çalıştım. Artık daha elle tutulur, somut örneklere geçmemizin vakti geldi bence. Buyrun aşağıda en sevdiğim ve farklı alt türlerde pek çok grup. Elbet listede mutlaka olması gereken ve benim unuttuğum gruplar vardır. Eğer ki kıdemli Post-rock dinleyicileri olarak listede eksik grup görürseniz mail atmaktan çekinmeyin biraz da ben yeni gruplar keşfetmiş olurum
God Is An Astronaut 2002’de kurulan İrlanda’lı grup, türün en iyi temsilcilerindendir. Genelde biraz daha rock’a yatkın bir müzikleri vardır. Bu yüzden yeni başlıyacaklar için doğru bir tercih olur. Toplamda 5 albümü olan grubun All Is Violent, All Is Bright, God Is an Astronaut albümlerini öneririm. Özellikle All Is Violent, All Is Bright, Fragile, Echoes parçalarına mutlaka göz atın.
Godspeed You Black Emperor Yine post rock denildiğinde ilk akla gelen gruplardan GY!BE. 1994’de Kanada’da kurulan grup, 4 albüm yayınlamışlardır. Çoğu Post-rock severin favori grupları arasındadır. Biraz daha progressive’e kayan bir post rock icra ederler. Lift Your Skinny Fists Like Antennas to Heaven albümünden başlıyabilirsiniz. Yalnız grubun şarkılarının minimum uzunluğu 10 dakika falan, ancak kesinlikle baymıyor. The Dead Flag Blues, East Hastings, Sleep adlı parçaları öneririm.
Lift Your Skinny Fists Like Antennas to Heaven albüm kapağı.
Do Make Say Think 1995’de kurulan Kanadalı bu grup hafif caza yatkın bir müzik yapmaktadırlar. 6 albümleri bulunan grubun Winter Hymn Country Hymn Secret Hymn, You, You're a History in Rust albümlerini öneririm. Şarkı bazında ise Fredericia, Horns of a rabbit’i dinliyebilirsiniz.
Explosions in the Sky
Gregor Samsa
Gelelim bir diğer türün öncülerine. 1999’da Texas’da kurulan grup sadece Post-rock alanında değil geniş bir çevrede tanınmıştır. Bunun en önemli sebebi yaptıkları müziklerin pek çok film ve televizyon şovunda kullanılmasıdır. 6 albümleri 2 de soundtrack albümleri olan grubun All Of A Sudden I Miss Everyone, The Earth Is Not a Cold Dead Place albümlerini öneririm. Catastrophe and the Cure, The Only Moment We Were Alone, The Birth and Death of the Day şarkılarına da bir göz atın
2000 yılında kurulan Amerikalı grup çoğu Post-rock grubundan farklı olarak şarkılarında vokal kullanılmı ile öne çıkıyor. Toplamda 3 albümü olan grubun ilk albümleri 55:12’yi deneyebilirsiniz. Even numbers, Young and old şarkıları albümün öne çıkan parçalarından
, The American Dollar
All Of A Sudden I Miss Everyone albüm kapağı.
İsminden anlaşılacağı üzere 2005’de kurulan Amerikalı grup Ambient, Post-rock icra etmektedirler. 5 albümü bulunan grubun Atlas albümünü öneririm. Oil and Water, Anything You Synthesize parçalarına bakabilirsiniz.
65daysofstatic 2001’de kurulan ingiliz grup Math rock ve Post-rock arası bir müzik yapıyorlar. Agresif tonlar, hızlı ritim sevenlere özellikle öneririm. 5 albümleri olan grubun One Time for all Time, The Fall of Math albümlerini öneririm. 65 doesn't understand you, Retreat! Retreat!, This Cat Is A Landmine şarkıları favorilerim arasındadır. Bir göz atmadan geçmeyin.
Yndi Halda 2001 yılında kurulan İngiliz grup Post-rock ve Modern Classic tarzda müzik yapıyor. Şarkıları uzun ancak hiçbir şekilde uzun olduklarını hissetmiyorsunuz. Sadece tek bir albümleri olan grubun Enjoy Eternal Bliss adındaki albümü mutlaka öneririm. Zaten 4 parçalık bir albüm hepside güzel
ancak albümün incisini sorarsanız Illuminate My Heart, My Darling! derim kesinlikle.
Alcest 2001 de kurullan Fransız grup aslında ilk olarak Black Metal yapmayı planlıyordu, ancak daha sonraları Post-rock a kaydı. Yine de müziklerinde o black atmosferini hissetmek mümkün. Toplamda 3 albümü olan grubun her ne kadar son albümleri daha bir Post-rock havasında olsa da ben ilk albümleri olan Souvenirs D'un Autre Monde’yi öneriyorum. Parça bazında ise Là Où Naissent Les Couleurs Nouvelles ve Souvenirs D'un Autre Monde ye bakabilirsiniz
This Will Destroy You 2005 yılında kurulan Amerikalı grup(zaten ya Amerika ya İngiltere bu post rock grupları.) 2 albüm çıkarmıştır. Kendi adlarını taşıyan ilk albümlerini başlamak için öneririm. Threds adlı parçaya dikkat.
If These Trees Could Talk
Maybeshewill 2005 yılında kurulan İngiltereli grup müziklerinde Postrock’ı elektronik öğelerlerle birleştirmesi ile diğerlerinden ayrılıyor. Elektronik sevmeseniz bile gruba kesinlikle şans vermelisiniz. Çok güzel bir müzikleri var. 3 albümleri olan grubun Not For Want of Trying adlı ilk albümlerinden başlıyabilirsiniz birde grup hakkında ilginç bir bilgi genelde şarkılarında ünlü filmlerde geçen diyalogları kullanıp şarkı isimleri popüler olaylarla ilgilidir dinlemeniz için önereceğim parçaları ise He Films The Clouds Pt. 2, The Paris Hilton Sex Tape (Evet şarkının ismi bu bakmayın öyle.)
Not For Want Of Trying albümü.
2006’da kurulan Amerikalı grup şimdiye kadar iki albüm yayınladılar. 2009 albümleri olan Above the Earth, Below the Sky’ı başlamak için öneririm Thirty-Six Silos What's in the Ground Belongs to You parçalarına da göz atın
Mogwai
Oceansize
Yine popüler bir Post-rock grubu. Daha önce ülkemizde Rock’n Coke festivalinde çıkmış olan grup 1995 yılında İskoçya’da kuruldu. 8 albümleri olan grubun Hardcore Will Never Die, But You Will albümü başlamak için oldukça güzel bir albümdür. Parça olarak Rano Pano, San pedro’yu da dinlemeden geçmeyin.
1998’de kurulan bu ingiliz grup Post-rock ve Progressive Rock yapıyor(bir diğer favorim, ilerliyen aylarda onun tanıtımını da yaparız umarım .). Bu yüzden biraz daha agresif ve deneysel bir tarz arıyorsanız bu grubu çok seviceksiniz. 4 albümleri olan grubun Effloresce albümlerinden başlıyabilirsiniz örnek parçalar olarak Ornament, The Last Wrongs, Women Who Love Men Who Love Drugs sizlere grup hakkında güzel fikirler verecektir.
Everyone into Position kapağı.
Mono Biraz da uzak diyarlardan(sanki Amerika uzak değilmiş gibi.) örnekler verelim. Japonyalı bu grup 1999 yılında kurulmuş. 6 albümleri bulunan grubu daha cok Experimantal Rock sevenlere öneririm. One Step More And You Die albümünden başlayabilir, Com(), Pure As Snow parçalarına bakabilirsiniz.
Pelican 2001 yılında kurulan Amerikalı grup buradaki en sert Postrock’ı icra etmektedirler. Hatta yaptıkları müzik için daha çok Post-metal diyebiliriz. Sert birşeyler arıyorsanız Pelican’dan veya hemen bir alttaki grupdan başlamanızı öneririm. 4 albümleri bulunan grubun The Fire in Our Throats Will Beckon the Thaw albümünden başlıyabilirsiniz. The Creeper’ı da dinleyin
Russian Circles
Té
Her ne kadar ismi sizi yanıltsada Amerikalı olan bu grup 2004 yılında kuruldu. Aynı Pelican gibi Post-metal yapıyorlar. Bir de pelicandan biraz daha melodik bir yapıları var. Bu yüzden benim daha çok hoşuma gitmiştir hep. 4 albümleri bulunan grubun Enter albümünü kesinlikle öneririm parça olarak Death rides a horse, Melee yi dinliyebilirsiniz.
2004’de kurulan bir diğer Japon grubumuz 3 albüm çıkarmıştır. Albüm ve şarkı isimleri çeşitli özlü sözlerden oluşmaktadır. Increasing If Heart and Senses Agree All Best Change It Is Sly in Music (evet albümün ismi bu ) albümünü başlamak için öneririm. Also Love and Faith Keep Up With a Daily Small Deed, Most of the Reliance Which Is Moved Aside to Other Things Is Born from the SelfConfidence Which Is Held Among Oneself ‘i (daha uzunları da var ) de dinlemeden geçmeyin.
Sigur Rós Belki de buradaki gruplardan en çok bilineni Sigur Rós. 1994’de kurulan İzlandalı grup, müziklerinde Post-rock ve Ambient’ı birleştirirler. İlginç bir vokal tekniğine sahip olan grup Vonlenska dedikleri yarı anlamlı, yarı anlamsız bir dil ile şarkılarını icra ederler. 6 albümü bulunan grubun () adlı albümlerini öneririm. Albümle ilgili ilginç bir bilgi; albümün ne adı vardır, ne kapak resmi, ne de şarkı isimleri var. Grup albümü yayınladıklarında “Biz şarkı ismi koymadık siz nasıl bir ismi olmasını istiyorsanız öyle yazın.” demişlerdir. benim önereceğim albüm de budur. Şarkı olarak ise Hoppipolla(klibini izleyin mutlaka), untitled 1’ı öneririm.
Toundra Gelelim sonuncu ancak en sevdiğim bir diğer gruba. 2007’de İspanya’da kurulan grup şimdiye kadar 3 albüm çıkardı. Pek bilinmeyen bir grup olmasına rağmen son albümleri ile dikkatleri üzerine çekmeye başlayan grubun ikinci albümleri çıktığı zamanlarda youtube da 200 izlenme sayısına sahipken, son albümleri ile 30000 e yaklaşmaktadırlar. Açıkcası grubun bu şekilde büyüdüğünü görmek beni oldukça sevindiriyor. İyi bir tanıtım ile Mogwai, G!YBE, God is an Astronaut kadar popüler olabilecek bir kaliteye sahipler. Umarım o günleri de görürüm. Her ne kadar tüm albümleri güzel olsa da son albüm ayrı bir aşmış, ondan başlıyabilirsiniz. Şarkı olarak ise Zanzíbar, Requiem’i dinleyin, dinletin. II albüm kapağı.
Valtari albümü.
Vay be ne çok grup olmuş. Halbuki daha dinlemeye fırsatım olmadığı, bu yazıya yetişmeyen gruplar var(bir aydır sürekli post rock dinliyorum yeter, bünye bir yerden sonra kaldıramıyor ). Ancak az çok fikir sahibi olmuşsunuzdur. Gelecek sayıda başka bir tür ve tanıtımıyla görüşmek üzere. Aykut Kekeç
METALİN KÖKLERİ
Metal müzik şu anda pek çok alt türlere ayrılmış durumda ve bu alt türlerde de binlerce grup var. Şöyle açıklayayım günümüzde metal müzik adı altında yaklaşık 10 tane genel alt tür bulunmakta ve bunların da bir o kadar alt türleri var. (Örnek vermek gerekirse Metal 'in alt türü olan Death Metal'in kendi altında Teknik Death Metal veya Melodik Death Metal gibi alt türlerinin olması.). Bir embriyonun bölünerek büyüyüp insana dönüşmesi gibi Metal müzik de yıllar geçtikçe bölündü ve giderek büyüdü.Peki bu büyüme nereden başladı ? Bu insanın embriyosu neydi ? Bu sorunun cevabı Heavy Metal'dir ve Heavy Metal'in çıkış noktası bu ayki tanıtacağım grup olan Black Sabbath'tır. Sabbath'ın ortaya çıktığı 60'ların sonunda birçok İngiliz Rock Grupları mevcuttu. (Led Zeppelin , Deep Purple vs.) . Sabbath'ı bunlardan ayıran nokta ise müziklerinde sadece Rock kullanmayıp Amerika'dan gelen bir müzik olan Blues ezgilerini de müziklerine yedirerek ve bunu da yetiştikleri çevrenin kötü koşulların etkisi ile diğer rock grupları gibi iyilik, dünya barışı gibi konuların aksine savaşlar,satanizm,ölüm gibi karanlık konuları işlemişler bunu da kasvetli bir altyapı ile pekiştirmişlerdir. Sabbath o zamanının müziğine göre çok daha karanlık bir müzik yapıyordu. Bu yüzden de halk tarafından tepki de aldılar.Fakat bu müziğe tepkili olanlar gibi bu müziği seven , gençlik heycanlarını bu müzikle yaşayan gençler vardı. İşte o gençler daha sonra NWOBHM(New wave of British heavy metal) akımını oluşturan İron Maiden, Motörhead , Saxon gibi gruplara ilham verecekti. Şimdi grubun geçmişten günümüze olan yolculuğunu incelemeye başlayalım.
Kuruluş 1968 yılında eski gruplarından ayrıldıktan sonra gitarist Tony Iommi (büyük reyis) ve baterist Bill Ward blues tarzında fakat daha sert bir müzik yapmak isterler. Bu isteklerine diğer grup elemanları olarak Terence Butler bass gitarist ( Geezer olarak anılır sonradan ) ve vokal olarak da genç John
Michael Osbourne (sonraki solo kariyerinde Ozzy olarak) katılır.Kurulan gruba The Polka Tulk Blues Band adını verirler.Ayrıca grupta bir slide gitarist (Jimmy Phillips) ve saksafonist (Alan Clarke ) bulunmaktaydı.(Blues ezgileri kullandıklarından saksafon gerekliydi o aşamada. ) . Daha sonraları grubun adını sadece Polka Tulk yaparlar. İsim değişikliğinden sonra Jimmy ve Alan gruptan ayrıldılar.Ayrılıklardan sonra grup tekrar ismini değiştirir ve Earth adını alır. Earth adı altında birkaç demo yayınladıktan sonra aynı yılın Aralık ayında gitarist Tony Iommi Jethro Tull 'a katılmak için gruptan ayrılır. Iommi'nin Jethro Tull ile olan birlikteliği fazla sürmez ve 1969 Ocağında Earth ' e geri döner. İngiltere de çeşitli konserler verdikleri dönemde aynı isimli başka bir Rock grubu olduğunu öğrenen grup ismini değiştirme kararı alır.1963 yapımı Boris Karloff imzalı Black Sabbath filmine o sıralar pek çok kişinin gittiğini farkeden bas gitarist Butler “ İnsanların korku filmlerine bu kadar para vermeleri çok garip ” demiştir. Bunu takiben Butler ve Osbourne okültist yazar Dennis Wheatly 'nin karanlık eserinden etkilene Black Sabbath isimli bir şarkı yazarlar . Ayrıca şarkı kilise tarafından yasaklanmış olan tritonu (Şeytan'nın melodisi) ilk kez kullanan gruptur şarkılarında ki bu melodi metal müziğin ortaya çıkışında önemlidir.
Uyuyan Kasaba Sabbath ismini aldıktan sonra grup 1969 'da Philips Records ile anlaşır ve “Evil Woman” isimli (Crow adlı grubun şarkısı) cover parçası ile ilk singlelarını yayınlarlar. Daha sonra stüdyoya giren grup ertesi yılın 13. Cuma'sında Black Sabbath isimli kendi adlarını taşıyan ilk albümlerini yayınlarlar. Albümün kapaüı çok kasvetli bir karanlık havaya sahiptir fakat esas karanlık albümün kendisidir.(Klasik Rock şarkıları da var tabi.). Black Sabbath şarkısı başlangıç riffinden son melodisine kadar tümüyle gelmiş geçmiş en karanlık şarkılardan biridir.(Kasvet kokar resmen buram buram. Depresif şarkı sevenlere önerimdir.) . Black Sabbath karanlık müziğiyle müzik piyasasının ilgisini toplamayı başarmış ve yükselmeye başlamıştır. Albümün çıkışından kısa bir süre önce Tony Iommi bir kaza geçirip sağ elinin parmak uçlarını yitirdi. Solak gitarist bunun üzerine parmaklarının uçlarına plastik eklenti parmaklık takarak ve gitar tonunu değiştirerek müzik hayatına devam etti. Bu ton değişikliği ve çalış tarzı değişikliğinin grubun Doom havasında etkili olduğu söylenebilir. Black Sabbath bir başlangıç albümü olarak piyasa göre çok karanlık olmasının yanında çok iyi bir ilk albümdür. Daha önce yapılmayanı yaparak ileride müziğin geçireceği değişimlere ön ayak olan bu albüm tam bir mihenk taşı, bir milattır diyebiliriz bu bağlamda.Ozzy'nin isyankar ve acı dolu vokalleri, Iommi'nin bize ilk defa gösterdiği Metal Riff 'i yazma üstadlığı, Butler'ın enfes bas yürüyüşleri , Ward 'un davulla arkadaki boşlukları doldurması gerçekten bir başlangıç albümü olarak grubun müzikal kariyerinin önünü açmıştır. Albümü dinlemeniz için Metal müzik sevmenize gerek yok. Herhangi bir müzik sever Black Sabbath – Black Sabbath dinleyebilir. Bu albüm tamamen 70 'ler kokan bir albüm. 70'ler Rock müziği sevenler zaten dinlemiştir diye düşünüyorum bu albümü.Dinlemeyenler varsa da itinayla öneririm albümü. Albümde şahsen önereceğim parçalar ise ; Black Sabbath (mükemmel atmosferik bir parça) , The Wizard (Girişindeki Mızıkayı çok severim ) ve N.I.B. (Eşlik etmesi çok güzel bir şarkı) olur bu albümden. Grup ilk albümleriyle listelerde büyük başarı yakaldıktan sonra 1970 Haziran'ında yeni albümleri için tekrardan stüdyoya girerler.
Demir Adam O dönemlerde olan Vietnam savaşından dolayı albüme War Pigs adı verilecekti fakat albüm şirketinin isteği üzerine albümdeki şarkılardan biri olan Paranoid ile albümün ismi Paranoid olarak değiştirildi. Paranoid isimli single albümde yeterli şarkı olmamasından ötürü son dakikalarda Iommi'nin aklına gelen bir riff'in üzerine sözler yazılması ile ortaya çıkan bir son dakika ürünüdür. Paranoid single olarak yayınlanır ve büyük bir liste başarısı göstererek 1 numaraya yerleşir. İlk albümleriyle müzik piyasasına güzel bir giriş yapan grubun esas efsaneleşmesini sağlayan albüm Paranoid albümüdür. Bugün bile pek çok metal müzik yapan müzisyenler bu albümden çok etkilendiklerini söylerler. İçinde kötü parça olmayan efsane albümlerden biridir Paranoid.. Basit riffler vardır fakat bu riffler inanılmaz vurucu şarkı sözleri ise bir o kadar etkilidir. Bugün bile Sabbath dinlemeyen pek çok kişinin Iron Man isimli şarkıyı bilmesi tesadüf değildir. (Kötü bir şey değil tabiki bu ama diğer şarkıları da dinleyin tabi.). Şahsi fikrimce Sabbath 'ın yaptığı en iyi iştir Paranoid. Şarkıları milyonlarca kişi tarafından söylenmiş ve pek çok grup tarafından coverlanmıştır. (Megadeth – Paranoid, Metallica – Iron Man, Pantera – Planet Caravan vs . Gibi) Bu albüm ile beraber tarzlarını oturtmaya başlayan grubun albüm içinde önereceğim parçaları; Iron Man, War Pigs, Fairies Wear Boots , Planet Caravan ve Paranoid olur fakat dinleyebiliyorsanız bütün albümü dinleyin bence.
Mezarlık Çocukları Yüksek başarı yakalayan Paranoid 'in ardından 1971 Şubat'ında tekrardan stüdyoya dönen grup yeni albüm çalışmalarına başlar. Bu sıralarda gruptaki kokain bağımlılığı ortaya çıkmaya başlar.1971 Nisan ayında stüdyo çalışmalarını bitiren grup Temmuz ayında 3. stüdyo albümleri olan Master Of Reality'i yayınlar. Bu albüm de hem İngiltere hem Amerika 'da ilk sıralarda kendine yer bulur. Altın ve Platin plak ile ödüllendirilen albüm Sabbath'ın yükselişinde önemli bir basamaktır.
Bu albümde grup kendi uyuşturucu bağımlılıklarını anlatır aslında. Supernaut çok deneysel bir şarkıdır o döneme göre. Keza Under The Sun güçlü şarkı sözleri barındırır. Cornucopia albümdeki en sevdiğim şarkıdır ve çok melodik yönü olan bir şarkıdır. Laguna Sunrise ise albümdeki enstrümental şarkı olarak çok farklı bir noktadadır.
Master Of Reality Paranoid 'in kaldığı yerden devam eden çok güzel bir albümdür.Kişisel olarak da severim bu albümü. Albümün tüm bu başarılarının yanında tutucu insanlar ve gruplar tarafından nefret söylemlerine mağruz kalması her zaman olduğu gibi insan doğasının sonuçlarıydı. Sonuçta herkesi memnun edemezdin eserlerinle. Tepkilerin aksine Church Of Satan (Şeytan'ın Kilisesi ) grubu desteklemiştir. Albüme geçersek müzikal açıdan son derece başarılı bir albümdür Master of Reality. Şarkı bazında önereceklerim ise; Sweet Leaf (baştaki öksürük :D , Children Of The Grave (LoL'deki Mordekaiser 'in ultimate skill'i), After Forever, Into The Void olur albümden. Albüm turnesini takiben grup 3 yıldır aralıksız çalışmaktan dolayı bitkin düşer.Dinlenmek ve enerji toplamak için yoğun çalışma programına ara verirler.
Sen kimsin Volume 4 albümünün turnesinden sonra grup Los Angeles 'a geri döner ve yeni albümleri için çalışmalara başlar. Grup geçen albümün getirdiği başarıdan memnun bir şekilde stüdyoya girer. Müzikal anlamda tarzlarına yenilik katmak için synthesiser eklerler. Yorgunluk ve çeşitli problemlerden ötürü şarkıları tamamlamakta sıkıntı çekmeye başlar grup. Bunun üzerine taze fikirler edinmek amacıyla İngiltere'ye dönen grup korkunç fikirler edinmek için Clearwell Şatosunu kiralayıp albüm kayıtlarına burda devam ederler.Ve kayıtların ilk günlerinde daha sonra efsane olan Sabbra Cadabra 'nın riffleri aklına gelir Iommi'nin .
Yarınların Hayali Verilen molanın ardından grup 1972 Haziran'ında yeni albüm çalışmaları için Los Angeles'ta toplanır. Albümdeki şarkı sözleri uyuşturucunun rahatlatıcı etkisinden bir anda Kokan'in deliliğini anlatmaya dönüştü. Hatta Cornucopia isimli şarkıyı kaydederken şarkıyı sevmeyen Bill Ward ile yollar ayrılma noktasına gelmişti neredeyse. Albüm orijinal isim olarak Snowblind ismi adı altında yayınlanıcaktır fakat yapımcı şirket şarkının kokain bağımlılı ile olan alakasından ötürü ismini beğenmez. Son dakikada albümün ismi “Volume 4” olarak değiştirilir.
1973 Kasım ayında 5. albümleri olan Sabbath Bloody Sabbath yayınlanır. Bu albümleriyle beraber ilk defa genel basın organlarında yankı bulurlar. Çeşitli dergi ve gazetelerden övgüler alan grup kariyerinin zirvesindedir. 1974 yılında çıktıkları turnede 200000 e aşkın seyircinin önünde konserler verirler. Sabbath Bloody Sabbath albümü genel açıdan bu kadronun son iyi albümü olarak görülür. Öne çıkan şarkılar Sabbath Bloody Sabbath, Sabbra Cadabra, Spiral Architect , Fluff 'tır benim gözümde bu albümde.
Woodruffe'u eklerler. Aslında Sabotage 'da da kısmen bulunmuş olan Woodruffe bu albümde tamamen kadroya girer. Grubun 7. albümü olan Technical Ecstasy 25 Eylül 1976 'da yayınlanır. Bu albüm öncekiler kadar liste başarısı yakalamamış , müzik dergileri tarafından düşük puanlarla değerlendirilmiştir. Ayrıca bu albümde eski albümlerde olan Doom tarzı kasvetli şarkılar yerine daha yumuşak ve eski tarz Rock ezgileri olan şarkılar tercih etmişlerdir. Ayrıca It's Allright isimli şarkıda Ozzy Osbourne yerine vokallerde baterist Bill Ward vardır.
Gokteki Delik Sabbath Bloody Sabbath albümünün turnesinin ardından 1975 yılının Şubat ayında grup yeni albüm hazırlıklarına geçen sefer olduğu gibi İngiltere'de başlarlar. Bir önceki albümde geldikleri çizgiyi teknik ve orkestral anlamda daha ileri götürmek isteyen grup albüm hazırlanırken bu noktalar üzerine eğilir. 1975 yılının Temmuz ayında grubun 6. albümü olan Sabotage yayınlanır. Albüm başlarda çok iyi tepkiler alsa da daha sonraları grubun içinde bulunduğu dağılmaya yakın durumun albümde de hissedildiği gözlenir.Albümün turnesi devam ederken Osbourne' un motorsikletten düşmesi üzerine turne yarıda kesilir.Bunun hemen sonrasında ise gruba haber vermeksizin plak şirketi tarafından “ We Sold Our Soul For Rock 'n ' Roll ” isimli bir toplama albüm çıkarır.
Albüm öncekilere göre tarz değişikliği gösterip önceki çizgisine göre biraz kayma yaşasa da yine fena şarkılar yoktur içinde. Dirty Women , You Wont Change Me gibi hoş şarkılar da barındırmaktadır fakat bu albümden bir Paranoid veya Volume 4 beklemeden kendinizce sevmeye çalışmanız daha kolay olur gibi. 1977 'nin Kasım ayında yeni albümün provaları sırasında Osbourne gruptan ayrılır.Bu grup tarihindeki ilk ayrılıktır ve Osbourne buna neden olarak son Sabbath albümlerindeki kötü performans ve plak şirketi olarak gösterir. Osbourne' nun ayrılmasının ardından yeni vokal arayışlarına giren grup eski Fletwood Mac ve Savoy Brown gruplarının vokalisti Dave Walker ile anlaşır. Yeni vokal ile albüm hazırlıkları sırasında solo projesi sırasında fikrini değiştirip gruba geri dönme kararı alan Osbourne yeniden Black Sabbath elemanı olur.
Sabotage grubun o zamana kadarki standartlarının altında kalsa da çok da kötü bir albüm sayılmaz. Genel anlamda harika diyemeyeceğimiz albümde ; Hole In The Sky , Symptom Of The Universe gibi daha sonra grubun klasiklerinden sayılacak şarkılar bulunmaktadır.
Zinciri Salla Osbourne geri dönmüştür gruba ama yeni yazılan şarkıların hepsi eski vokal olan Dave Walker ile yazıldığından Osbourne için uygun şarkılar bulunmamaktadır. Bunun üzerine grup yeni stüdyolarının bulunduğu Kanada 'da yoğun bir yazım sürecine girerler fakat uyuşturucu kullanımı ve çeşitli etkenlerden ötürü albümün çıkış tarihi gecikir En sonunda 1978 Eylül'ünde 8. Stüyo albümleri olan Never Say Die ! yayınlanır. Albüme eleştri olarak uyuşturucu ve yoğunlaşma eksikliğinin bütün albümde hissedildiği belirtilir albümde.
Beni Değiştiremeyeceksin Yeni albümleri için bu sefer tekrardan Amerika'ya dönen grup bu sefer Los Angeles yerine Miami'de sürdürür stüdyo çalışmalarını. Tarzlarını daha da genişletmek isteyen grup farklılık oluşturması gruba klavyeci olarak Gerry
Never Say Die ! Bütün bu problemleri ile beraber gerçekten ortalama bir albüm olarak göze çarpar. Etkiliyici parçalar yoktur ve geçen albümde olduğu gibi idare eden parçalar vardır. Bunlar; Never Say Die, Junior's Eyes olarak söylenebilir.
Albümün turnesinin ardından yeni albüm için materyal bulmak için Los Angeles'ta ev kiralayan grup burada 1 yıl geçirir. Daha sonra plak şirketinden yeni albüm için baskı gelir ve Osbourne 'un aklına hiçbir fikir gelmemesi ve sorunlar yüzünden Tony Iommi zor bir karar vererek Osbourne' u gruptan atar.
25 Nisan 1980'de grubun 9. albümü olan Heaven and Hell yayınlanır. Bu albüm uzun bir aradan sonra Sabbath 'ın başarılı albümlerinden biri olarak görülür. Yeni vokal olan Dio 'nun gelişi gruba taze kan olarak yaramış ve başarılı günler biraz olsun geri dönmüştür. Albüm genel olarak iyi eleştiriler almış ve iyi liste başarıları yakalamıştır. Bu albümde parçaların geneli çok iyi ve Dio'nun Rainbow ve kendi solo projelerinden hatırladığımız hükmeden vokali çok iyidir. Heaven and Hell, Die Young, Neon Knights gibi parçalar albümün öne çıkanlarıdır. 1980 yılı içerisinde grup turlarken Ağustos ayında bir konser sonrası baterist Bill Ward gruptan ayrıldığını açıklar. Neden olarak ise Ozzy olmadan sahnede olmanın çok kötü bir durum olduğunu ve bu sebeple alkolikliğinin arttığını gösterir. Ward'un yerine gruba Vinny Appice dahil olur.1981 yılında turnesini tamamlayan grup yeni albüm çalışmalarına başlar.
E5150 Cennet ve Cehennem Osbourne 'un gruptan atılmasının ardından yeni vokal arayışı içinde olan gruba grubun menajerinin kızı olan Sharon Arden (Daha sonraları Ozzy Osbourne ile evlenip onun solo kariyerine menajerlik yaparak ne kadar başarılı bir iş kadını olduğunu gösterir. Hatta Ozzy uyuşturucu ile boğuşmasına rağmen Sabbath 'dan daha başarılı bir kariyere sahip olduğunu söyleyebiliriz bu kadın sayesinde.) 'in tavsiyesi üzerine eski Rainbow vokali Ronnie James Dio (Metal God. Huzur içinde yatsın.) gruba dahil olur. Dio'nun gruba katılışı ile beraber grubun müzikal yaklaşımında değişiklikler meydana gelir. Çünkü Ozzy ve Dio'nun vokal tarzları çok farklıdır. Ozzy daha çok riffi takiben söylerken Dio riff ile beraber şarkı söylerdi. Bu da tabiki Sabbath'ın müzikal tarzında değişikliklere yol açarak farklı sulara da yelken açmalarını sağladı.
1981'de turnelerini tamamladıktan sonra grup yeni albüm çalışmaları için tekrardan stüdyoya dönerler. Aynı yılın Ekim ayında Dio'lu 2. albüm olan Mob Rules yayınlanır. Önceki albüm kadar başarılı görülmeyen Mob Rules beraberinde grup içi pek çok sorunu da getirecektir. Albümün kayıt sürecinde Dio'nun Butler ve Iommi'ye haber vermeksizin albümdeki vokallerinin sesini açtırması için Mixing mühendisi ile gece konuştuğunu öğrenirler. Buna ek olarak Dio albüm içerisindeki fotoğrafından da rahatsızdır. Bu durumdan rahatsız olan Tony Iommi Dio 'nun çok şey istediğini düşündü. Bunun üzerine Dio yanına Vinny Appice'ı da alarak kendi solo grubuna başladı. Mob Rules Heaven and Hell 'in umut verici müziğinin aksine ortalama bir albüm. Bunda biraz yukarıda bahsettiğim grup içi sorunlar etkili olabilir. The Sign Of The Southern Cross , The Mob Rules albümün öne çıkan parçaları.
1979 Eylül ayında Geezer Butler gruptan geçici olarak ayrılır ve Quartz grubundan Geoff Nicholls dahil olur. Yeni kadroyla beraber albüm çalışmalarına başlayan grup çalışmalar sırasında 1980 yılında Butler 'ın tekrar gruba geri dönmesi ile beraber Nicholls 'ı klavyeye kaydırarak yeni kadroyu kesinleştirir.
Rahibi Rahatsız Etmek 2 albümdür beraber çalıştıkları önemli elemanlarının ayrılmasından sonra onların yerlerini doldurmak için arayışlara giren Iommi ve Butler vokal olarak ilk önce Samson'dan (Bruce Dickinson'ın ilk grubudur) Nicky Moore ve Lone Star'dan John Sloman'ı vokal olarak düşünürler
fakat daha sonra eski Deep Purple vokali Ian Gillian (reyiz) ile anlaşırlar. Bu yeni gruba farklı bir ad koymak isterler fakat plak şirketinin ticari kaygıları vs. derken Black Sabbath adı altında çalışmalar devam eder. Grup Oxfordshire'da albüm çalışmalarına başladıktan sonra eski bateristleri olan Bill Ward ayık bir şekilde gruba tekrardan dahil olur ve albüm çalışmaları Ward ile devam eder. 1983 Ağustos ayında Ian Gillian ile beraber ilk albümleri olan Born Again yayınlanır. Albüm satış açısından listelerde iyi gözükse de müzik otoriteleri tarafından grubun doom tarzının Gillian 'ın blues tonlamalı vokali ve esprili şarkı sözleri ile uyumsuz olduğu belirtilir.
Yılın geri kalanını kayıtlar için stüdyoda geçiren grup albümün ismini Seventh Star olarak düşünür. Iommi ismi altında yayınlanacak olan albümü Warner Bros şirketi kabul etmez ve Black Sabbath isminde diretir. Sonunda albümün ismi Tony Iommi ve Black Sabbath ismiyle 1986 Ocak ayında yayınlanır. Albüm turnesinin başlamasına kısa bir süre kala vokalist Glenn Hughes giriştiği bir bar kavgasında yaralanır ve turneye başlayamaz. Bunun üzerine Ray Gillen turne vokali olarak gruba katılır.
Albümün çıkışından sonraki turnede Ward gruptan turlamak istemediğinden dolayı tekrardan ayrılır. Grup turne için Electric Light Orchestra grubundan Beb Bevan ile anlaşır. Şahsen Ian Gillian'ın vokallerini çok beğensem de Black Sabbath 'ın tarzı ile uyumlu olmadığını düşünüyorum. Zaten çöküş içerisinde olan Sabbath 'ın son çırpınışları olan bu albümde Zero The Hero ,Born Again ve Disturbing the Priest öne çıkan parçalar.
Sonraki Albumler Grup Seventh Star ve sonrasında Iommi'nin tek kişilik projeleri tarzında yürüdüğü ve Sabbath' ın altın devri çoktan geçtiğinden sonraki albümlere biraz kısa paragraflarla değineceğim.
Yedinci Yıldız Born Again turnesinin ardından Ian Gillian Deep Purple'a geri dönmek için gruptan ayrılır. Gillian ile beraber Bevan'ın da ayrılmasıyla sanki grubun bu iki elemanı kiraladığı gibi bir izlenim çıkar ortaya. Ayrılıkların sonunda yeni vokal olarak daha önce bilinmeyen bir isim olan David Donato ile kayıtlara başlarlar. Fakat kayıtlar başladıktan bir süre sonra performansı beğenilmeten Donato ile yollar ayrılır. Bu çeşitli eleman değişikliklerinden rahatsız olan Geezer Butler gruptan ayrılma kararı alır.Orijinalv tek üye olarak tek başına kalan Iommi yanına klavyeci Geoff Nicholls'u da alarak kendi solo projesine başlar. Kendi solo projesinde bas gitarist Dave Spitz ve baterist Eric Singer ile anlaşır. Vokal olarak pek çok kişiye teklif götüren Iommi (Rob Halford , Ronnie James Dio gibi) bunlardan sonuç alamaz. Daha sonra eski Deep Purple ve Trapeze vokali Glenn Hughes ile anlaşır.
Grup 1986 'da yeni albümleri için stüdyoya girer. Bir süre sonra bas gitarist Dave Spitz gruptan kişisel sebeplerden dolayı gruptan ayrılır . Spitz yerine eski Rainbow bas gitaristi Bob Daisley gruba dahil olur. Albüm materyalinin çoğunu yazdıktan sonra Gary Moore Band'e katılmak için ayrılan Daisley baterist Singer'ı da yanına alarak gruptan ayrılır.Daha sonra vokalist Ray Gillien de yeni bir grup kurmak için ayrılır. 1 yıllık bir kayıt süreci sonunda grubun yeni albümü olan The Eternal Idol Aralık 1987 'de yayınlanır. Albüm çeşitli yayın organlarından farklı geri dönüşler alır. Beğenen de vardır beğenmeyen de. The Eternal Idol' ün turnesinden sonra 1 yıl ara veren grup 1988 Ağustos ayında yeni albüm çalışmalarına başlar.Bir önceki albümün kayıt sürecindeki sorunlardan ötürü Iommi bu albümü yeni bir başlangıç olarak görür. Yeni albüm için eski Rainbow bateristi Cozy Powell , klavyeci Nicholls ve bas gitarist Laurent Cottle (albüm için sezonluk eleman ) ile stüdyoya giren grup daha sonra Tony Martin 'e vokalleri emanet ederek yeni albümü tamamlar Nisan 1989' da Headless Cross çıkar. Albüm Ozzy veya Dio olmayan Sabbath 'ın en iyi albümü olarak görülür.Listelerde de iyi bir başarı yakalayan albüm beklentileri aşmıştır. Cottle albüm çıkışından sonra gruptan ayrılmasıyla beraber turne için eski Whitesnake bas gitaristi Neil Murray ile anlaşılır.
Dio 'nun ayrılışının ardından Vinny Appice da Dio' nun solo projesine katılmak için gruptan ayrılır. Bunun üzerine yeni albüm çalışmaları için grup eski Rainbow bateristi Bobby Rondinelli ve eski vokalistleri olan Tony Martin ile anlaşır. Plak şirketinden gelen baskı sonucunda grup 17. stüdyo albümleri olan Cross Purposes 'ı 1994 Şubat' ında yayınlamak zorunda kalır. Albüm ortalama yorumlar alır ve listelerde de ortalama başarılar elde eder. Albümün 94'deki turnesinin ardından Rondinelli gruptan ayrılır ve Bill Ward tekrar gruba dahil olur.
1989 yılının tamamı turnelerle geçtikten sonra grup bir sonraki albümü için 1990 Şubat'ında stüdyoya girer. Albümün ismi Tyr (Nordic Tanrı) 'dir. Albüm teknik açıdan konsept olmasa da biraz olsun Nordic Mitoloji içerir şarkı sözleri bakımından. Tyr Ağustos 1990 'da yayınlanır.Albüm o zamana kadarki en kötü liste sıralamasını elde eder ve tam bir hayal kırıklığı olarak görülür. 1990 yılında Dio kendi albümü olan Lock Up The Wolves turnesinde iken eski Sabbath bas gitaristi olan Geezer Butler sahneye çıkar ve beraber Neon Knights'ı çalarlar. Birlikte çalmalarından aldıkları gaz sonucu ikili tekrar Sabbath'a katılmak istediklerini belirtirler Iommi'ye. Iommi'de bunun sonucu olarak vokalist Martin ve bas gitarist Murray 'i gruptan kovmak zorunda kalır. (Sonuçta gelen kişiler namları belli olan insanlar karşı koyamıyosun.). Yeni kurulan kadro ile beraber 1990 sonbaharında albüm çalışmalarına başlayan grup kayıt sırasında baterist Powell'ın rahatsızlık geçirmesi ile eski bateristleri Vinny Appice'ı tekrar gruba dahil ederler ve Mob Rules kadrosu tekrar kurulur. Albüm çalışmaları yaklaşık 2 yıl kadar sürdükten sonra 1992 Hazira'ında Dehumanizer isimli albümleri yayınlanır.
Fakat bir süre sonra Geezer Butler kendi solo projesi olan GZR için gruptan ayrılır. Geezer Butler 'ın gruptan ayrılmasıyla Bill Ward da gruptan ayrılır.(Yalama oldu eleman değişiklikleri) Bunun üzerine Iommi eski elemanlar olan bas gitarist Murray ve baterist Powell ile tekrardan anlaşır. Yeni albüm olan Forbidden uzun çalışmalar sonucu Haziran 1995 'te yayınlanır. Albüm müzik otoritelerine göre sıkıcı sözler ve kötü prodüksiyon nedeniyle başarısız olarak değerlendirilir. 1995 yılını albüm turnesinde gruptan Cozy Powell sağlık sorunları sebebiyle ayrılır. Bunun üzerine turne bateristi olarak eski baterist Rondinelli gruba katılır. Turneyi tamamladıktan sonra Iommi grubu askıya alıp kendi solo projesine devam eder. (Eski Sabbath vokali Glenn Hughes ve eski Priest bateristi Dave Holland ile) . 1997 yılında Iommi grubu dağıtır Ozzy ve eski Sabbath elemanları ile tekrar birleşir.Aynı yılın yazında Ozzfest (Ozzy 'nin kendi festivali, pek çok grup katılır) 'e co-headliner olurlar Ozzy'nin kendi solo grubuyla beraber.Bill Ward 'un kendi solo projesi dolayısıyla gruptan ayrılmasıyla Ozzy 'nin kendi grubundaki baterist Mike Bordin gruba dahil olur (Bill Ward da çocuk oyuncağı gibi girip çıkıyo gruptan ) . 1997 Aralık ayında Bill Ward tekrar gruba geri döner ve orijinal kadro tekrar toplanır. Grup tekrar birleşmelerinin ardından Ekim 1998 'de bir live albüm yayınlar. Reunion isimli bu albüm “Psycho Man” ve “Selling My Soul” isimli 2 yeni şarkının yanı sıra eski klasikleri de içermektedir.
Fakat bu kadronun ömrü de çok uzun sürmez. 1992’deki Dehumanizer turnesi sırasında emekliliğini açıklayan Ozzy son kes Sabbath'la çalmak ister ve grup bunu kabul eder fakat Dio kabul etmez.(Ozzy ile Dio'nun araları bozuktur Dio Sabbath'a katıldığından beri.) Dio bu olayla beraber gruptan ayrılır.Grup orijinal kadro olarak Ozzy'nin grubuyla çalacaktır .(Bill Ward dahil.) Sabbath kendi turnesi de olduğundan vokal olayını kurtarmak için Rob Halford imdatlarına yetişir.
1998'deki Avrupa turnesinden kısa bir süre önce Bill Ward kalp krizi geçirir ve gruptan ayrılır. Bunun üzerine eski baterist Vinny Appice gruba dahil olur. Daha sonra Ward iyileşir ve Amerika turnesinde gruba dahil olur. (Ozzfest turnesinde, alt grup Pantera :D ) .Bu turneyi takiben grup bir süre ara verir ve Iommi kendi solo albümünü yayınlar. (Iommi adı ile) . Bu sırada Ozzy de kendi solo albümü olan Down to Earth üzerinde çalışmaktadır.
23 Ağustos 2012 'de grup yeni albümleri için çalışmaların gayet iyi gittiğini ve hatta “God Is Dead ” isimli bir şarkının hazır olduğunu söyler. 13 Ocak 2013 'te grup yeni albümlerinin isminin “13” olduğunu açıklar ve albümde davulcu olarak eski Rage Against the Machine davulcusu Brad Wilk 'in olacağını açıklarlar.
2001'de grup orijinal kadrosuyla albüm çıkarmak için çalışmalar içerisindeyken Ozzy 'nin kendi solo albümü için şarkıları tamamlaması gerekmektedir. Bu nedenle grup beraber çalışamayacaklarını anlayınca albüm yazımını sonlandırırlar ve ancak Ozzfest sebebiyle bir araya gelirler.Ayrıca Sabbath 2005 te Birleşik Krallık ve 2006 'da ABD Rock 'n Roll şöhretler salonuna girer.
Yeniden Dio ve Heaven & Hell
Evet bu dev grubu, metal müziğin temellerini atmış bu insanları kısaca elimden geldiğince sizlere anlatmaya çalıştım. Sabbath Metal müzik açısından bir temel taşıdır.Sözlerimi burada noktalıyor ve sizlere bu aylık War Pigs ile veda ediyorum Çağlar Durmaz
Ozzy'nin kendi solo çalışmaları dolasıyla yeni albüm çalışmalarını iptal eden Sabbath elemanları (Iommi ve Butler) yanlarına Dio ve Vinny Appice'ı da katarak Black Sabbath:Dio Days isimli bir toplama albüm çıkarırlar. Bu sırada orijinal Sabbath kadrosu aynı kalarak bu yeni gruba Heaven & Hell ismini vererek yollarına devam ederler.
Stüdyo Albümleri
Grup 2009 Nisan'ında The Devil That You Know isimli bir albüm çıkarır. 26 Mayıs 2009'da Ozzy Black Sabbath isminin telif haklarını almak için dava açar.Fakat Iommi 41 yıldır grupta olan tek elemanın kendisi olduğunu belirterek bu durumun karşısında durur.
Black Sabbath Vol. 4 (1972)
16 Mayıs 2010'da Dio mide kanseri dolasıyla aramızdan ayrılır. Ayrıca aynı yıl yukarda belirttiğim telif davası da sonlanır fakat 2 taraf da bundan bir şey elde edemez.
Never Say Die! (1978)
Yeniden Birleşme ve 13
Born Again (1983)
15 Ağustos 2011'de grubun yeniden birleştiği duyurulur ve provalara başladıklarını ve belki yeni bir albüm gelebileceği söylentileri yayılır. Daha sonra Sabbath bu birleşmeyi resmi olarak duyurur ve grubun gelecek seneki Download festivalinde sahne alacağını söyler.
Black Sabbath 1970) Paranoid (1970) Master of Reality (1971)
Sabbath Bloody Sabbath (1973) Sabotage (1975) Technical Ecstasy (1976)
Heaven and Hell (1980) Mob Rules (1981)
Seventh Star (1986) The Eternal Idol (1987) Headless Cross (1989) TYR (1990) Dehumanizer (1992)
Ve daha sonra grubun yeni albüm çalışmalarında başladığı öğrenilir fakat 2 Şubat 2012 'de Bill Ward grubun yeniden birleşmesi dolayısıyla aldığı payın yeterli olmadığını söyleyip gruptan ayrılır. Grup yollarına devam etmekten başka seçenekleri olmadığını söyleyip kayıtlara başlarlar.
Cross Purposes (1994) Forbidden (1995) 13 (2013)
INCANTATION – VANQUISH IN VENGEANCE Sanatçı:Incantation Albüm Adı:Vanquish In Vengeance Tür:Death Metal/Old School Death Metal Çıkış Tarihi:26 Kasım 2012 Şirket:Listenable Records
Death Metal metalin çok özel bir türü olmasının yanısıra pek çok yöne çekilebilen bir tür. Başlarda Thrash Metal'den etkilenen gençlerin daha agresif ve yırtıcı işler yapması ile ortaya çıkan Death Metal günümüzde ise Melodik, Progresif, Teknik, Blackened, Viking, Brutal gibi alt türlere ayrılmış durumda. Bu türlerin çoğunu takip etmeye çalışıyorum şahsen(Özellikle Melodeath ve Teknik Death). Genelde bu türlerde iyi işler çıkaran grupların albümlerini severek dinlesem de 80'lerin sonu 90'ların ortasına kadar olan şimdiki tabirle Oldschool Death Metal kadar doyurucu gelmemiştir bana. Müzikteki çiğlik, vokallerdeki guttural tarz, ağır tempolu fakat kafaya balyoz gibi inen rifflerle Oldschool Death Metal hala en sevdiğim metal türlerindendir. İşte 1989 yılından beri Death Metal yapan Incantation'ın son albümü olan Vanquish In Vengeance tam bir Oldschool Death Metal albümü. 90'lardan gelen Death Metal havasını daha modern stüdyo ve temiz kayıtlarla yapan Incantation bu albümde harika bir iş yapmış. Albüm Invoked Affinity isimli şarkıyla açılıyor. Blast beat ve guttural vokallerin eşliğinde hızlı bir tempoda ilerleyen şarkının sonunda eski albümlerde sıkça gördüğümüz hızlıca atılan agresif sololardan mecvut. Sıradaki şarkı olan Ascend Into The Eternal 'ın introsunu çok beğendim. Tekdüze ilerlemesine rağmen şarkıda iyi bir gerilim unsuru yaratmış daha başlarda. 1:25 civarı giren melodik kısmın ise hayranı olduğumu söyleyebilirim. Fakat şarkının esas vurucu yeri 2:10 civarı başlayan kısım .Gerçekten efsane ve tamamiyle oldschool. Vokal McEntee'nin guttural çığlıklarıyla beraber tavan yapıyor şarkı. Progeny Of Tyranny ise dinamik bir şarkı baştan sonra aralıksız sizi yumruklara boğuyor. Oldschool Death Metal'in tam bir örneği diyebiliriz bu şarkı için. Sıradaki şarkı olan Transcend Into Absolute Dissolution ise albümde en sevdiğim şarkı. Ağır tempolu riffler, headbang yaptırıcı ritmler ve gırtlaktan gelen Death Metal vokalleri. Haruspex ara melodisini sevdiğim bir şarkı oldu. Uzun ve agresif bir soloya sahip şarkının en ön plana çıkan yanı melodilerden sonra giren tempolu kısım oldu benim açımdan. Albüme adını veren parça olan Vanquish In Vengeance blast beat barındıran bir girişten sonra biraz Morbid Angel vari bir kişiliğe bürünüyor. Soloyla beraber giren blastbeatlerden sonra tekrar aynı melodi ile tempo kazanan şarkı albümün iyilerinden(zaten hepsi iyi şarkıların da lafın gelişi dedim.). Profound Loating'in introsu gerçekten
inanılmaz. Şarkının solosu albümde genel açıdan en sevdiğim solo oldu. Ara melodiler de çok hoş gerçekten. Yer yer Slayer – Mandatory Suicide benzerliği uyandırsa da bu benzerlikten memnunum ben şahsen.6:20 civarı tempo düşüren ve daha sonra nakarata bağlanan şarkı bu şekilde sona eriyor. The Hellions Genesis yine o gerginlik verici melodileri kullanarak atmosfer yaratan şarkılarından albümün. Yine blastbeatlerle dolu şarkının sonuna doğru yine bir atmosferik çalışma var. Gelelim albümdeki en sevdiğim ikinci şarkıya From Follow Sands. İntrosundan ana riffine oradan da outrosuna kadar Old School Death Metal'i hissettiren bir şarkı. 2:15 civarında giren ve soloya bağlanan kısımlar beraber gerçekten mükemmel bir şarkı olmuş. Gelelim albümün son ve en uzun şarkısı olan Legion Of Dis'e. Yine atmosferik bir gerginlik oluşturulmuş bu şarkıda fakat bu gergin atmosfer diğer şarkılara oranla daha fazla Legion Of Dis'te. 1:47 'de giren süper bir melodi ve daha sonra şarkıya dahil olan vokallerle beraber yükselen parça 3:55 gibi tekrar atmosferik haline dönüyor ve bence bu değişiklikler parçanın tekdüze olmasını engelleyip aynı zamanda daha da güzelleşmesini sağlıyor. McEntee'nin gırtlaktan gelen vokalleriyle beraber atmosfer gerçekten çok iyi bu şarkıda. Sonlarda kullanılan konuşma sesleri de gergin müziğe iyi oturmuş. Son söz olarak bu albümü çok beğendiğimi söyleyebilirim. Oldschool Death Metal'den çok iyi işler çıkmadığı günümüzde(Morbid Angel'ın son hali ortada) parlayan bu albümü türü seven herkese öneririm. Çağlar Durmaz Şarkı Listesi 1. Invoked Infinity – 3:17 2. Ascend into the Eternal – 4:34 3. Progeny of Tyranny – 3:45 4. Transcend into Absolute Dissolution – 6:49 5. Haruspex – 3:56 6. Vanquish In Vengeance – 3:15 7. Profound Loathing – 8:01 8. The Hellions Genesis – 4:17 9. From Hollow Sands – 3:08 10. Legion of Dis – 11:17 Grup John McEntee– gitar , vokal Kyle Severn – davul Alex Bouks – gitar Chuck Sherwood – bas gitar
8,5/10
PARADOX – TALES OF THE WEIRD Sanatçı:Paradox Albüm Adı:Tales Of The Weird Tür:Thrash Metal/Power Metal Çıkış Tarihi:14 Aralık 2012 Şirket:AFM Records
Aralık ayı içinde pek albüm çıkmadığından ve çıkanlar da daha önce dinlemediğim grupların albümleri olduğundan bunların içinden bir seçim yaptım ve Paradox ' un yeni albümü olan Tales Of The Weird 'ı seçtim.İyiki de seçmişim çünkü Paradox Almanya'dan çıkan köklü gruplardan birisi ve ayrıca bu albümde Necrophagist (10 yıldır albüm bekliyoruz hala Muhammed reyiz) ve Obscura' dan tanıdığımız yeni nesil gitar üstadlarından Christian Muenzner bulunmakta.Bu iki unsur gerçekten albüme hem eski hem de modern bir sound katmış. Albüme geçmek gerekirse Paradox'un müziğini sizlere şöyle açıklayabilirim. Iced Earth ile Nevermore sevenler bu albümü seveceklerdir çünkü o gruplardan duyduğunuz güçlü clean vokaller ve alttaki thrash metal gitar riffleri ile hem power metal hem thrash metale göz kırpan bir albüm. Albüme adını veren parça ile giriş yapıyoruz albüme. Güzel bir arpej melodisi ile başlıyor şarkı. 2:07' den itibaren şarkı ana riffine bağlanıyor. Hızlı, tempolu ve agresif. Tam bir thrash şarkısı Tales Of The Weird. 5:10 civarı giren melodik kısımda Muenzner etkisi hissedilmeye başlanıyor. Sıradaki parça olan Day Of Judgement'ın albümdeki beğendiğim parçalardan olduğunu söyleyebilirim. Buram buram thrash kokan bir parça. 2:04'te başlayan kısım bana Metallica'nın The Four Horsemen parçasının 3:01 'den sonrasını hatırlatmadı değil. Brutalized melodik bir girişle açılan ve daha sonra tempolu thrash rifflerine bağlanan bir şarkı. Basit sözlerden oluşan ve eşlik etmesi kolay olan bir nakarata sahip bu parça. Melodik ve virtüöze tarzı bir solodan sonra ana riffe geri dönen parçada eksik olarak değerlendirebileceğim tek şey nakaratın fazlaca tekrarlanması.Huzur veren bir outro ile sonlanıyor parça. Fragile Alliance ise daha çok Heathen tarzı bir parça olmuş. Slow girişten sonra vokalle beraber tempo yükselip alçalarak çeşitlilik oluşturuyor. Heathen en sevdiğim gruplardan olduğu için bu şarkıyı da çok sevdiğimi söyleyebilirim. 80'ler thrash girişiyle agresif bir tokat gibi çarpıyo yüzümüze Escalation. Bir anda nasıl başlayıp bittiği belli olmuyor. Su gibi akıp gidiyor resmen. Sıradaki parça olan Brainwashed çok güzel bir introyla açılıyor ve klasik thrash rifflerine bağlanıyor. Slow bir nakarata sahip olan şarkı melodik solosu ile beraber albümün iyilerinden. Slashdead ise daha modern bir thrash sounduna sahip. Headbang yapılabilecek bir şarkı.Sıradaki parça ise Zeitgeist isimli albüm içinde yer alan kısa bir melodik geçiş
parçası. The Downward Spiral tam moshpit yapılacak parça. İnanılmaz tempolu,agresif enerji dolu bir şarkı. Klasik bir thrash solosu barındıran (bence güzel bir solo olmuş) şarkının davul ve gitar varyasyonları çok iyi. A Light In The Black albümdeki bonus parça. Rainbow coverı olan şarkı (geçen sayıdaki Destruction albümünde de Saxon coverı vardı. Thrash gruplarının heavy metal şarkı coverlaması hoşuma gidiyor. Çünkü daha tempolu yapıp daha iyi işler çıkarabiliyorlar bazen. ) orjinaline göre daha hızlı çalınmış ve bir thrash parçasına dönüştürülmüş. Vokal tabiki bir Dio (saygılar) değil ama fena iş çıkarmamış şarkıda. Ritchie Blackmore'un güzel solosunu atari müziği gibi yapmaları bu parçadaki eksiklik benim için (kullandıkları ton çok kötü klavyede ). Neyse ki devam eden soloda durumu biraz kotarıyorlar. Albüm için son söz etmek gerekirse Paradox yılın en iyi Thrash albümlerinden birini yapmış Tales Of The Weird ile. Kötü noktalar yok mu, tabiki var fakat albümdeki iyi noktalar bunu örtmeye yeterli bence. Çağlar Durmaz Şarkı Listesi 1. Tales of the Weird - 9:19 2. Day of Judgement - 4:15 3. Brutalized - 5:27 4. Fragile Alliance – 6:24 5. Escalation – 4:16 6. Brainwashed – 7:33 7. Slashdead – 4:54 8. Zeitgeist – 1:53 9. The Downward Spiral – 3:42 10. A Light in the Black – 7:17 Grup Charly Steinhauer – vokal , gitar Christian Muenzner – gitar Olly Keller – bas gitar Daniel Buld – davul
8/10
KİTAP
Gaiman karakter yaratma konusunda çok başarılıdır. Kitapları birbirinden orijinal karizmatik karakterlerle doludur. Terry Pretcett ise durum komedileri konusunda mükkemmeldir. Size kitap okurken kahkaha attırabilecek bir yazardır kendisi . Kıyamet gösterisinin en can alıcı tarafı da bu işte. İki yazarın en iyi tarafları iç içe geçmiş ve ortaya muhteşem bir kitap çıkmış. Genelde ortak bir eser yaratılırken zaman zaman özgünlükten taviz vermek gerekebilir. Ancak Neil Gaiman’ın ve Terry Pretchett’ın kendi tarzlarını koruyarak ortaya böyle bir eser çıkarabilmeleri için aralarında müthiş bir uyum olsa gerek.
Kıyamet Gösterisi
Daha önce pek çok kez bu sayfalarda Neil Gaiman ın eserlerinden bahsettim. Terry Pretchett’den ise bahsetmeye pek fırsatım olmadı. Kendisi oldukça başarılı bir ingiliz yazar olup, fantastik komedi türünde kitaplar yazmaktadır. En meşhur serisi Diskdünya serisini de yakın zamanda bu sayfalarda incelemeyi umuyoruz. Kendi alanlarında oldukça başarılı bu iki yazarın beraber bir kitap yazdığını duyduğumda oldukça sevinmiş ve heycanla çıkmasını beklemiştim. Ve nihayet çıktıktan biraz geç de olsa kitabı okumuş bulunmaktayım. İncelememize gelmeden son söylemem gerekeni en başta söyliyeceğim kitap muhteşem. Zaten yazının kalanı bir incelemeden çok kitaba dizdiğim övgüler niteliğinde baştan uyarayım. Kıyamet 4 gün sonra kopacaktır. İyilik ve kötülük orduları son bir kez çarpışacak, mahşerin dört atlısı yer yüzünde gezecek, bütün insanlar ölecek, günahkarlar cehenneme, iyi insanlar cennete gidecek ve sonsuz hayat başlıyacaktır. Ya da başlamasa daha mı iyidi sanki? Aslında rahatımız yerindeydi, geçinip gidiyorduk bir şekilde. Şimdi kim uğraşıcak kıyametle, yargılanmayla falan. Hem lcd televizyonun son taksidi de yeni ödenmiş. Eh madem böyle düşünüyorsunuz sizi Aziraphale ve Crowley ile tanıştırıyim. Biri melek diğeri ise cehennemden gelen bir iblis. Kendileri de pek kıyametin kopması taraftarı değil. Eh, sizin kıyametin kopması konusunda yapabileceğiniz herhangi bir şey olmasa bile bir melek ve bir iblisin belki bir şansları olabilir. Her ne kadar o şans çok ufak olsa da. Gördüğünüz gibi orijinal bir hikayemiz var, ki yukarıda anlattıklarım sadece hikayenin başı. Olayların daha oldukça ilginçleşeceğini söyliyebilirim. Ancak sadece orijinal olmakla kalmıyor, yazının başında bahsettiğim gibi iki yazarın beraber yazdığı bir kitap Kıyamet Gösterisi. Dolayısıyla iki yazarın da karakteristik özelliklerini taşıyor kitap. Neil
Kitabın bir diğer sevdiğim tarafı ise oldukça hoş göndermelere sahip olması. Popüler alt kültüre aşina olan herkesin yakalıyabileceği hoş detaylar var kitapda. Çoğu zaman bunlar alt not olarak düşülmüş sayfalara, ancak bu alt notlarda kitabın esprili dilinden nasibini almış. Kitabı okurken saçma bir durumu okuyup gülümsüyor, ve daha sonrasında ise o saçma durumun daha da saçma bir şekilde açıklayan notu okuyup kahkaha atabiliyorsunuz. Peki kitabın hiç mi göze batan bir tarafi yok? Öncelikle biraz daha uzun olabilirmiş. Bir de kitabın baş karakterlerinden olan Aziraphale ile Crowley’e daha çok yer verilseymiş demeden edemiyorsunuz. Ancak bunlar olumsuz özellikten ziyade okurun şımarıklığı. Bir de çok hoşuma giden bir detay da kitabın sonunda bir reportaj ve iki yazarin birbirlerine yazdığı kısımlar var. Böylece hem yazarlarin kitap ve birbirleri hakkında düşündüklerini okuma şansınız oluyor, hem de aralarındaki samimiyeti görüp nasıl böyle başarılı bir kitap yazdıklarını anlıyabiliyorsunuz. Kıyamet gösterisi uzun zamandır beklediğim, iyi olucağından emin olduğum bir kitapdı. Ve beklentilerimi fazlası ile karşıladı. Daha önce fantastik komedi türünde kitap okumadıysanız başlamak için mükemmel bir kitap. Okumuş olanlarınız ise şimdiye kitapçının yolunıu yarılamıştır. Aykut Kekeç
duyunca hem karaktere daha çok bağlanıyor, hem de daha rahat bütünleşiyorsunuz. ancak tam bu noktada şunu farkediyorsunuz; Kitap oldukça karamsar. Hatta o kadar ki kitabın türüne fantastik dram desek sırıtmaz. Şimdiye kadar pek çok farklı fantastik kurgu hikayesi okumuş olsam da içlerinde en acımasızları Farseer(evet Buz ve ateşin şarkısı dahil.) ancak bunu olumsuz taraf olarak görmeyin kesinlikle. Yazar Robin Hobb kitabı yazarken sıradan bir insanın kahramana dönüşmesini değil, sıradan bir insanın kahraman olabilmek için neleri feda edebileceğini anlatmayı seçmiş. Eh kitaba nasıl bir hikaye anlatacağını söyliyemeyiz değil mi?
Farseer Serisi
Az bilinen, ama oldukça farklı bir seri ile karşınızdayım. Farseer serisi, daha doğrusu Farseer üçlemesi, Robin Hobb’un yazdığı, Elderling evreninde geçen bir ortaçağ fantezisi. Bir piç olan kahramanımız FitzChivalry Farseer, kalede yetişmesine rağmen konumu dolayısı ile dışlanır. Ancak sadece kalede büyüyen bir piçten fazlasıdır Fitz. Bir suikaastçi olarak eğitilen Fitz, Akıncılar 6 dükalığı tehdit etmeye başladığında belki de krallığın tek ümidi olacaktır.
Yazar demişken Robin Hobb yazarın yazdığı takma isim. asıl adı Margaret Astrid Lindholm Ogden. Sanırım bir bayan olduğundan olsa gerek bu kadar duygusal bir hikaye yazabilmiş. 3 kitapdan oluşan serinin ilk kitabı karakterin çocukluğuna odaklanıyor. 2 ve 3 de de genç hallerini görüyoruz. Açıkcası 3 kitap da oldukça başarılı. Bu arada ek bir not; Seriye başlamaya karar verirseniz ilk kitap haricinde sakın ola kitabın arkasındaki konuyu anlatan kısımları okumayınız. Hangi zeki arkadaş yazdıysa arka tarafı, büyün hikayeyi anlatmış. Alıcağınız keyfi baltalıyor direk. Farseer üçlemesini farklı bir şeyler okumak isteyen her fantastik kurgu severe öneririm. Ancak uyarmadı demeyin. Bu destansı, güçlü ve karizmatik bir kahramanın değil, sıradan bir çocuğun ülkesine hizmet etmesi için feda ettiklerinin öyküsüdür. Aykut Kekeç
Şimdi bu noktaya kadar klasik bir fantezi hikayesi gibi dursa da, aslında olay çok farklı. Kitap hem yapı olarak, hem de konusu olarak diğer fantastik kitaplardan sıyrılıyor. Öncelikle yapıdan bahsedeğim; Kitaba başladığımızda ilk dikkatimizi çeken kitabın baş karakterin ağzından anlatılması. Bu da okurken size oldukça farklı bir deneyim sunuyor. Bunun dışında yazarın yaratttığı evren de oldukça detaylı ve derin. Örneğin büyü yerine irfan dedikleri bir çeşit zihin gücü mevcut. Bir de izan var, bu ise hayvanlar ile iletişim kurabilmeyi sağlıyor. Ancak her büyük güçte olduğu gibi bunların da bir bedelleri var. Yalnız kitap boyunca bunlar çok detaylı bir şekilde anlatılmıyor. Yani neyin ne olduğunu ilk kitabın sonlarına doğru çözseniz de yine de arada kalan noktalar oluyor. Bir de 6 dükalık ve bunların işleyişi hakkında pek bir bilginiz olmuyor. Özellikle akıncıların hakkında daha çok bilgi verilebilirmiş. Konuya gelince başta da bahsettiğim gibi Fitz bir suikastçi, ve açıkcası şimdiye kadar gördüğüm en gerçekci suikastçi olmuş. Ne öyle 20 kişiyi birden alabilen bir ölüm makinası. Ne de hemen hemen her şeyde ustalaşan ideal kahraman. Fitz Hata yapıyor, çelişkiye düşüyor, çaresiz durumlarda kalıyor. Bir de bunları karakterin kendi ağzından
Serinin diğer kitapları.
Altay Öktem 'Oyun', Arzu Çur 'Ellerinizi Arkanızda Tutun!', Ferhan Ertürk 'Helena', Yiğit Değer Bengi 'Son Kahraman', Gündüz Öğüt 'Ölümsüz Kağan', Orhan Duru 'Kadınlar', İzzet Yasar 'Çalışkan Ruhlar', Evren İmre 'Sfenksin Doğuşu', Levent Şenyürek 'Çiçekler Dondu', Çiler İlhan 'Vulgata', Sadık Yemni 'Bekleme Odası', Levent Mete 'Sınırsız Düşünce Özgürlüğü',
1002. Gece Masalları
Fantastik Edebiyat, Türkiye’de yapılması en verimli/rahat edebiyat türü değil-di maalesef. Eskiden daha da zor olan bu tür, son yıllarda –ki bu da çok büyük bir zaman aralığını kapsamıyor- bu alanda aktif kişilerin, topluluğun da büyümesiyle, biraz daha rahat kıldı sanıyorum. Her ne kadar hala zor olsa da. Yakın zamanda kurulan FABİSAD (Fantazya ve Bilim Kurgu Sanatları Derneği) da bu alanda çalışmalar / etkinlikler yapmakta. 1002. Gece Masalları, Türkiye’de ‘Fantastik Edebiyat’ alanının sınırlarnını zorlayan –ve kesinlikle yalnızca bu alanla sınırlı kalmayan- Yiğit Değer Bengi tarafından hazırlanmış, ve başarılı kapak tasarımı Kenan Yarar tarafından yapılmış bir öykü seçkisi. Öykü Seçkisi niteliğinde olan bu kitap, 2005 yılında Metis Yayınları’nda ilk baskısını yapmış. Kitapta tam 19 yazarın, 19 öyküsü bulunuyor. Öyküler dışında, kitabın girişinde Bülent Somay’ın sunuş yazısı ve Yiğit Değer Bengi’nin fantastik edebiyat hakkında açıklayıcı bir önsözü bulunuyor. Öyküler şöyle;
Barış Müstecaplıoğlu 'İksir Ustaları', Giovanni Scognamillo 'Kâbuslar Mağarası', Nazlı Eray 'Harita', Ümit Kireççi 'Kıyamet Işıkları', Kadir Aydemir 'Kara Uyku',
Muammer Yüksel 'Oyundan Çıkmak İster misin?’, İhsan Oktay Anar 'İnşaat İşçisi Rıfkı'nın Dehşet Verici Akıbeti’.
Çok farklı yerlerden, çok farklı isimler bir yanında fantastik öğeler bulunan öyküleriyle bir araya gelmişler. Ve bu da, aslında Yiğit Değer Bengi’nin kitabın başında söylediği şeye değinmekte. Her bir öykü, fantastik yanının dışında, apayrı bir ana öğe daha bulunduruyor kendisine özgü. Bu da öykülerin her birinin sizde uyandırdığı etkinin farklı olmasını sağlıyor. Çünkü yalnızca lordlu kılıçlı, büyülü hikâyeler değil bunlar, kimi bize çok yakın, kimi bize çok uzak hikâyeler. Bizi bu dünyadan alıp, çok farklı yerlere çeken ve büyülü bir dille yazılmış on dokuz öykü. Umarım yakın zamanda 1003. ve 1004. Gece Masalları’nı da görebiliriz, iyi okumalar. Çağlar Bozkurt
DİZİ FİLM
Dünyanın henüz yabancı sayıldığı bu soruşturma dalında faaliyet gösteren elemanlarımız bir yanda işlerini yaparken diğer yandan da kendi iç sorunları, geçmişteki problemleri ve birbirleri arasındaki sosyal sorunları da aşmaya çalışıyor, elbette ki bunlar işleri daha da zorlaştırıyor.
Alfalarımız gayet sıradan, sıradan mı dedim? Nedir bu “Alfa Fenomeni”?
Özel insanlar ve onların hayatları üzerine bir seri daha mı? Yok artık? Sıktı bu konu!
Durun durun panik yapmayın, bu öyle bildiğiniz seriler gibi değil. Kendi içinde gerilim ve aksiyon unsurları barındıran bir seri. Bazen çoğu aksiyon filmlerine taş çıkartan sahnelere şahit oluyorsunuz bazen de senaristlerinin kurgusuna ağzınız açık bir şekilde şaşırıyorsunuz. Şimdiden beklentilerinizi bu denli yüksek tutmanıza sebep olmak istemem ama izlerken, eğer bu türün seveni iseniz, zevk alacağınıza garanti verebilirim. İsterseniz biraz bu işin köküne inelim.
Sıradan yemek, sıra dışı bir servisle masanızda. Öncelikle bir yazar kadrosuna bakmak gerek ki birazdan söyleyeceğim isim size çok aşina gelen bir isim olacak, Zak Penn. Kendisini The Avengers ve X-Men: The Last Stand gibi yer aldığı yapıtlarla tanıyoruz. Diğer bir yazar ise Michael Karnow. Karnow’u da birkaç yapıtta hem yazar hem de diğer alanlarda görmüştük. Mesela “Aaahh!!! Real Monsters “ serisinin birkaç bölümünün altında imzası bulunuyor. Peki bu iyi kadro bize nasıl bir hikaye sunmuş. Seride beş sıradan insanın “sıra dışı” bir birim kurmak üzere bir araya gelmesini anlatıyor. Ama bu kişilere sıradan insan dediğime aldırmayın elbette ki dışarıdan bakanlar için sıradan, fakat hepsinin kendi içlerinde onları birer süper insan kılan fiziksel ve zihinsel yetenekleri var. Amerikan Savunma Bakanlığı Suçla Mücadele birimine bağlı olan ekibimizin başında nörolog ve psikiyatrist olan ve aynı zamanda Alfa Fenomeni uzmanı Dr. Lee Rosen bulunuyor. Ekip, diğer yetenekli alfaların karıştığı olaylara bakıyor.
Alfalar aslında gayet sıradan insanlar sadece tek farkları “Alfa Yeteneği” olarak bilinen sıra dışı yeteneklere sahip olmaları. Her yeteneğin olduğu gibi Alfa Yeteneklerinin de bir sınırı mevcut. Sürekli veya sınırsızca kullanılmasını imkansız kılıyor. Bu halleriyle bile hayran olunacak yetenekler olduklarını da belirtmek gerek.
Gelin bir de ekibimize göz atalım; Dr. Lee Rosen; Nörolojik hastaları tedavi etmeye çalışan ve Alfa Fenomeni ve Alfalar konusunda da engin bir bilgiye sahip bir doktor. Bu bilgisi ise onu Alfaların karıştığı olayları çözen ekibin başı yapmaya yetiyor bile. Kendisinin bir Alfa Yeteneği olmamasına rağmen ekip için ideal bir lider portresi çiziyor. Sağlam kişiliği ve babacan bilgeliği ile grubu en zorlu anlarda bir arada tutmayı başarıyor. Dr. Lee Rosen rolünde David Strathairn var. Daha önce Bir kere Emmy ödülüne layık görüldü ve bir de Akademi Ödülü adaylığı var. Bu karakter için çok doğru bir oyuncu seçimi bence. Bill Harken, Bill, emekli bir FBI ajanıdır. Alfa yeteneği ise hiperadrenalite. İçindeki inanılmaz gücü açığa çıkarıyor “vur-kır-parçala” moduna geçiyor. Bu yüksek dozdaki adrenalin onun ne acıyı ne de başka bir şeyi hissetmesine engel oluyor. Taş taş üstünde bırakmıyor. Fakat çok uzun
süre kendisini zorlayamıyor, bu yüzden yeteneği dakikalar ile sınırlı.Bill Harken karakterini Malik Yoba canlandırıyor. Daha önce New York Undercover ve Why Did I Get Married adlı yapımlarda karşımıza çıkmıştı. Cameron Hicks; En zor hayatlardan birine sahip bu karakterimiz. Ordudan keskin nişancı olarak emekliye ayrılmış eski bir beyzbol oyuncusu olan Hicks’in otoritelerle arası pek iyi değildir. Alfa Yeteneği “Hiperkinezi” olarak adlandırılıyor. Zihnin algısı ve kas kontrolü motor yetilerle birlikte mükemmel bir uyum yakalıyor ve sonuç olarak kusursuz bir nişancılık, denge ve yüksek derecede motor yetenek sağlıyor. Seri boyunca yapabildikleriyle bizi birçok kez şaşırtacak olan bir karakter. Cameron Hicks olarak October Road ‘ta gördüğümüz Warren Christie’yi görüyoruz. Nina Theroux; İyi giyimli, çekici, zeki, karmaşık ve baştan çıkarıcı; işte bu kelimeler Nina’yi tanıtmaya yetiyor. Kısaca “Kadın istediğini alır” deyiminin vucüt bulmuş hali. Tabiki de istediklerini bir tek çekiciliğiyle değil, alfa yeteneğini de konuşturarak daha rahat elde ediyor. İnsanlara bakışlarıyla istediklerini yaptırabiliyor. –Açık konuşmak gerekirse bunun için yeteneğini kullanmasa da olur. İstediği bilgileri ona her şekilde veriyorsunuz. Bir ekibi için çok iyi bir üye, değil mi? Nina Theroux rolünde Laura Mennell’i görüyoruz. Gary Bell; İşte geldik dizideki favori karakterime, amacım sizi manipüle etmek değil sadece görüşümü bildirmek istedim. Gary 20’lerinde bir genç adam. Duygusal bir yapısının yanı sıra günlük rutinlerine aşırı bir bağlılığı var. Gerçekten “özel” bir genç. Alfa yeteneği ise “transducer” diye tabir edilen bir yetenek, daha açık olmak gerekirse Gary ayaklı bir insananten. Etraftaki telefon sinyalleri, gizli kamera görüntülerini, tv yayınları vs. her şeyi yakalayabiliyor, gözlemleyebiliyor ve bunları bir yerlere aktarabiliyor. Ve bütün bunları sadece bir bilek hareketiyle yapıyor. Fakat yeteneğinin sürekli aktif olması onu birazcık rahatsız etmiyor değil. Gary’e Ryan Cartwright can veriyor.
Rachel Pirzad; Ekibimizin beşinci üyesi. O da Gary gibi yirmilerinde, ve genç, narin bir genç bayan. Biraz korumacı bir aile ortamında yetişmiş olduğundan oturmasını kalkmasını tam anlamıyla biliyor diyebiliriz. Rachel ise ekibimizin detayları seven kızı oluyor. Alfa yeteneği sayesinde istediği detaylara duyusunu yöneltebiliyor. Çok uzaktaki iki kişinin diyaloğunu net bir şekilde dinleyebilir ya da mikroskoba ihtiyac duymaksızın bir hücreyi gözlemleyebilir. Fakat bunu yaptığı sürece diğer duyuları geçici bir şekilde kullanım dışı kalıyor, ki bu dezavantaj onu sık sık tehlikeli durumlarla karşı karşıya bırakıyor.
Ekip tamam, e aksiyon? Şimdi bundan sonra daha fazla detaya girmemeyi seçtim, çünkü nereden tutsam elimde kalıyor. Vereceğim her bir bilgi sizin seyir zevkinizden çalabilir bu sebeple gerisini size bırakıyorum, izleyin ve görün. Başından kalkamayacağınızın garantisini verebilirim. Aykut Hacıoğlu
Bu garip dizi için garip bir giriş oldu, kesinlikle
Yoldan çıkmışlardı, şimdi sıradan da çıktılar!
Beş gencin toplum hizmeti sırasında bir fırtınaya yakalanması ve devamında gelişen olaylar silsilesi “Mistfits” için kısa ve öz bir tanım olabilir. İngiliz televizyonlarının tozunu attıran bu enteresan süper insanlı dizi olaya çok farklı bir açıdan yaklaşarak rakipsiz bir kulvarda koşmayı başarıyor.
Süper güce kavuşsak ilk yapacağımız şey ne olurdu? İnsanlara yardım etmek mi? Güç peşinde koşmak mı? Yoksa zengin olmak mı? Bu gençlerin bunları düşünmesi için aşmaları gereken engeller var, hepsi sorunlu ve dışlanmış olmanın doğurduğu meselelere boğazlarına kadar batmış durumdalar. Önce kendi sorunlarını aşmaları gerek. Tabi o iş o kadar da kolay olmuyor, bu yönde attıkları her adımda işler daha da karışıyor ve kontrol altına alınmaz hale geliyor. İşin koptuğu kısım ise kendilerinin aslında o kadar da “özel” olmadıklarını anladıkları zaman büyük resme odaklanmayı akıl ediyorlar, sanırım işler arapsaçına dönmüş bu gençler için.
Hadi biraz daha yakınlaşın. Fırtına sonrası ekibin sert kızı Kelly aniden insanların düşüncelerini duyabilme yeteneğine kavuşuyor, utangaç kahraman sporcu Curtis ise pişman olduğu vakit zamanı geri alabileceğinin farkına varıyor, ortam kızı Alisha kendine dokunan herkesi bir “sex manyağı”na dönüştürmek gibi bir süper güce kavuşuyor. Grubun en ağır utangacı Simon ise başkaları tarafından yok sayıldığında görünmez olabiliyor. Ekibin çılgını ve seyirciyi daima güldürebilen Nathan ise bu olanları hazmedememiş olacak ki her türlü çabaya rağmen bir türlü özel gücünü keşfedemedi, üstelik Simon bile bir güce kavuşmuşken Nathan’ın etkilenmeden kalmış olması bu işi onun için daha da can sıkıcı hale getiriyor. Nathan’ın özel gücü olup olmadığı hala muamma fakat bu arayış sürecinde bol bol eğlenceksiniz. Girişte de belirttiğim gibi olanların tadını çıkarmak yerine arkadaşlarımız hiç istemedikleri özel güçleriyle başa çıkmaya çalışırken her şeye rağmen normal “yoldan çıkmış” hayatlarına devam ediyorlar.
Olaylar gelişmeye başladığında her adımda ağzınız açık kalacak Bir önceki kısımda adları geçen kahramanlarımız (Nathan, Kelly, Curtis, Alisha ve Simon) farklı suçlardan dolayı mahkum edildikleri toplum hizmeti cezasını çekmek için tulumlarını giyip gözetmenin karşısındaki yerlerini aldıklarında oldukça sıkıcı geçecek bir güne kendilerini hazırlamışlardı. Bir anda gökyüzü bulutlanıp fırtına başladığında ise günün beklediklerinden farklı geçeceğini anlamaları pek de zaman almadı. Bulutlar dağıldığında kendilerini özel güçlere kavuşmuş olarak yerde buldular. Bu birbirinde oldukça farklı beş gencin güçlerinin tadını çıkarmaktan çok daha fazla endişelenecekleri şey var, üstelik fırtına ile özel insanlara dönüşenler bir tek onlar da değil. Aslında talihsizlik, kaos ve karmaşa zinciri güçlerini elde ettikleri ilk andan itibaren onların hayatlarına bağlanıyor. İşin içinden çıkmak için kimsenin onlara destek olmadığı gibi, diğer süper güçlü insanlarla da her defasında yolları kesiştiğinde karmaşanın dozu bir kat daha artıyor.
Zaman içerisinde sırlar açığa çıkıyor, yeni dostluklar, yeni ilişkiler filizleniyor ve hayat olduğu gibi devam ediyor, hatta düzenli olarak toplum hizmeti görevlerini de yerine getirmeyi de ihmal etmiyorlar. Peki ya toplum hizmeti bitip hayatlarına döndüklerinde ne olacak? Siz rahat koltuklarınızda bu bir bakıma eğlenceli sayılabilecek karmaşayı güzel seçilmiş müzikler eşliğinde zevkle izleyeceksiniz. Yeri gelecek kahkaha atacak yeri gelecek gerileceksiniz, bazen hafif hüzünlere kapılacak sonrasında yine kendinizi aksiyonun ortasında bulacaksınız. Günümüz dizi dünyasında güzel bir yeri olan bu diziyi kaçırmak istemezsiniz. Aykut Hacıoğlu
Ne kadar da sıkıcı bir başlangıç değil mi? Ama filmin geri kalanının da aynı şekilde devam ettiğini düşünmeyin. hikaye bu noktadan sonra adeta bir masala dönüşüyor. Bu arada bahsedilen kitap Book of Kells diye tanınan gerçek bir eser. Dolayısıyla filmdeki olayların bir kısmı da gerçek.
The Secret Of Kells Hikayemiz M.S. 800 lü yıllarda İrlanda sınırları içinde yer alan bir kasaba olan Kells'te geçiyor. Eski kelt adetlerinin ve yeni yeni yayılmaya başlamış hristiyanlığın bir arada yaşandığı bir dönem. Bütün Britanya'nın korktuğu şey ise altın arayışında olan Vikingler. Durdurulamaz öfkeleriyle köyleri yerle bir etmekte, kaçabilenlerden başka hiç bir canlı bırakmamaktadırlar. Kells'in yöneticisi olan Başrahip Cellach çareyi Kells'in etrafına devasa bir duvar örmekte bulmuş, bu amaç uğruna ömürlerini kitaplara adamış keşişleri dahi işe koşmuştur.
Değinilmesi gereken bir nokta da filmin müzikleri. İrlandalı Kíla grubu tarafından yapılan müzikler filmin atmosferine o kadar uyumlu ki neredeyse farketmiyorsunuz. Özellikle sözleri Tomm Moore tarafından yazılmış Aisling Song muhteşem. Tomm Moore aynı zamanda filmin yazar, yönetmen ve yapımcısı. Yönetmenlik yaptığı ilk film olmasına rağmen filmin aldığı tepkilere bakılırsa ait olduğu mesleği bulmuş. En iyi animasyon dalında oscar adaylığı bulunan film, çeşitli kurumlarca verilen yedi başka ödülün de sahibi. Özellikle mistik konuları sevenlerin izlemesi gereken bir film.
Brendan bu keşişlerin en küçüğü ve başrahibin yeğenidir. Daha önce Kells'in dışına hiç çıkmamış olan bu çocuk keşişlerin meydana getirdiği sanat eserleriyle amcasının duvarları arasında sıkışıp kalmıştır. Tam da bu sırada Vikingler'in saldırısından kaçmayı başarmış olan başka bir keşiş Kells'e sığınır. Bu kişi herkesin övgüyle söz ettiği Ionalı Aiden'dir. Yanında ise yazımına ikiyüz yıl önce başlanmış tam bir şaheser olan Iona'nın kitabı vardır. Hala tamamlanmamış bu kitabın yazımına devam edemeyecek kadar yaşlandığını söyleyen Aiden, Brendan'a kitabı tamamlaması gereken kişinin o olduğunu söyler. Burak Bayın
Vidocq (Dark Portals)
1830'ların Paris'inde geçen gizemli bir hikaye. Görsel açıdan sizi kesinlikle memnun edecek 2001 yapımı bu fransız filminin yönetmenliğini Jean-Christophe Comar'ın (Pitof) yapıyor. Gérard Depardieu'nun canlandırdığı Vidocq karakteri ise Fransa'nın Sherlock Holmes'u olarak görülen gerçek bir karakter: Eski suçlu, dedektif Eugène François Vidocq. Olayların gerçekliği tartışılsa da senaryonun bir kısmı onun anılarına dayanılarak oluşturulmuş. Film bir dövüş sahnesiyle başlıyor. Vidocq maskeli düşmanıyla bir yeraltı mahzeninde savaşıyor. (Gérard Depardieu'yu dövüşürken görmek de bir acayip) Dövüşü kaybeden ve yanan bir ocağın kenarına son anda tutunmuş olan Vidocq, ölmeden önce düşmanına yüzünü görmek istediğini söylüyor. Ardından alevlerle dolu çukura kendini bırakarak gözden kayboluyor. Ertesi gün gazete manşetlerinde benzer başlıklar var "Vidocq öldü!". Vidocq'un biyografisini yazmak isteyen genç gazeteci Etienne Boisset, ölümünün ardındaki gizemi ortaya çıkararak intikamını almaya karar veriyor. Yazının başında da belirttiğim gibi muhteşem görselleriyle öne çıkan bu yapıt aynı zamanda, baştan sona dijital kamerayla çekilmiş ilk film olma özelliğini taşıyor. Genel anlamda hikaye bakımından pek tatmin edici olmasa da filmin sonunda şaşırıcağınıza eminim. İzlemekten keyif alacağınızı umarım. Burak Bayın
What's Eating Gilbert Grape
Bahsi geçen filmi ancak geçen yılın ortalarında izleme fırsatı buldum. Oysa listemdeydi hep, fakat ben sürekli erteliyordum. Bu filme bu kadar geç kalmışlığım için, hala içten içe kızmaktan alamıyorum kendimi. Filmi izlemeden önce bir yazarın romanından; Lasse Hallström yönetmenliğinde, beyaz perdeye uyarlandığı ve başrollerini Johnny Depp, Leonardo DiCaprio ve Juliette Lewis'in paylaştığı bir dram filmi olduğu dışında, konusu ve içeriği hakkında herhangi bir bilgiye sahip değildim; araştırmamıştım da. İzlemeye başladığım anda Leonardo DiCaprio'nun küçük yaşta (19) zihinsel engelli bir çocuğu canlandırdığı rolden fazlasıyla etkilendim ve gözlerimi kırpmadan filmi izlemeye devam ettim. Filmde; mutsuz ve obez bir anne, sorumsuz kız kardeşler ve zihinsel engelli bir kardeş ile birlikte yaşayan ve hayatını ailesine adamış; bu sebeple de kendi hayatını eksik yaşayan bir abinin (Johnny Depp) her yıl kasabayı ziyaret eden karavanlardan biriyle yolculuk eden (Juliette Lewis) ile yollarının kesişmesi sonucunda gelişen olaylar anlatılıyor. Eğer aranızda izlememiş olanlar varsa sakın ola ertelemeyin, hazır aklınızın bir köşesindeyken filmi edinin ve izleyin. Son sahnesi ile beni hem şaşırtan, hem hüzünlendiren, hem de fazlasıyla etkileyen bir film olduğu için; daha önce izlediğim filmler arasında hep özel bir yere sahip olacak. İyi seyirler. Ece Gündüz
ÇİZGİ ROMAN
hikayesi için babasını ziyaret ettiğinde aralarında geçen konuşmalar, ailesinin hayatı, yazarın babası hakkında düşündükleri… en ufak bir şeyine dokunmadan olduğu gibi aktarılıyor. Yazarın hikayeyi anlatırken bu kadar dürüst olması gerçekten taktir edilesi. Kitabı okurken beni en çok rahatsız eden nokta da bu acı gerçeklikti. Kitapda yaşanılanlar zaman zaman o kadar acımasız, o kadar adaletsiz ve insanlıktan uzak oluyor ki, bir filmde bile olamıyacak şeyler olduğunu düşünüyorsunuz. Ve sonra okuduklarınızın gerçekten yaşanmış şeyler olduğunu, hatta sadece ufak bir bölümü olduğunu farkediyorsunuz. Başta da dediğim gibi yaşananlar tamamen tarafsız ve yorum katılmadan anlatılıyor. Bu yüzden herhangi bir propaganda söz konusu değil(Bir tek çizimlerde biraz kalıplaştırma var birazdan ona değineceğim.) zaten kitap boyunca ülkelere ve taraflara değil insanlara odaklanılmış. Her ne kadar kitap savaşın başlagıcı ve bitişindeki dönemi anlatıyor olsa da, yazarın babası ve çevresi ile olan diyaloglarının anlatıldığı bölümlerde bolca mevcut. Ve bütün bunlar oldukça başarılı bir şekilde iç içe.
Maus
Uzun zamandır çizgi roman okurum. Pek çok türde de okuduğumu söyliyebilirim. Klasik süper kahraman olanlardan tutun, metni ağır olan edebi içerikli çizgi romanlara kadar. Hepsi de ayrı bir tat vermiştir. Ancak Maus’u okurken hissetttiklerim çok ama çok farklıydı. İlk defa bir çizgi romandan bu kadar etkilendim, ilk defa bir çizgi romanı okurken sık sık durup düşünmek zorunda kaldım. Peki nedir bu çizgi romanı bu kadar farklı ve özel yapan? Maus 1980 yılında Amerikalı çizer Art Spiegelman tarafından yazılan bir çizgi roman. Çizgi roman dediğime bakmayın aslında biyografi türüne daha yakın. Konu 2. Dünya savaşında Polonya’da bir yahudi ailesinin başından geçenleri anlatıyor. Şimdi aklınızdan şu geçiyor olabilir “Bu konu ile ilgili onlarca film, doküman, belgesel varken neden bir çizgi roman? Nedir bunu bu kadar orijinal yapan?” Hikayemiz yazarın babasını ziyaret etmesi ile başlıyor. Babasına bir çizgi roman projesi olduğundan ve onun hayatını ikinci dünya savaşında başından geçenleri anlatmasını istiyor. Bunun üzerine savaşın da öncesine, babasının annesi ile tanışmaları ile başlıyor hikayemiz ve savaş bitene kadar ailesinin başından geçenleri okuyoruz. Ancak yazar bunları ne klasik bir şekilde anlatıyor, ne de anlatımı dramatizleştirmek için değişiklere gidiyor. Hikayenin tamamı aynen olduğu şekilde aktarılıyor. Yazarın
Çizimlerden bahsetmek gerekirse öncelikle ilk dikkat çeken nokta insanların hayvan şeklinde çizilmeleri. Kitapda Yahudiler fare, Almanlar kedi, Polonyalılar domuz, Amerikalılar köpek ve Franızlar kurbağa olarak resmedilmiş. Bu şekilde sembolleştirmenin hikayeyi biraz yumuşattığını düşünüyorum. Çünkü gerçekçi bir şekilde çizilseydi çok daha sert bir çizgi roman olabilirdi. Açıkcası ben bu halinin yerinde olduğunu düşünüyorum. Kitap zaten mevcut haliyle de yeteri kadar ağır. Bunun dışında çizimlerin pek bir özelliği yok. Siyah beyaz yalın bir çizim tarzı mevcut. 1980 yılında başlayıp 1991 yılında biten Maus oldukça büyük yankı uyandırdı. 30’dan fazla dile çevrilen Maus 1992’de Pulitzer ödülünü kazanan ilk çizgi roman oldu.
Aynı yıl Eisner ve Harvey ödüllerinin dışında pek çok ödül daha alan Maus uluslar arası bir başarıya imza attı. Sadece yayın başarısı olarak değil, akademik olarak da pek çok ödül aldı ve okullarda tarihden sosyolojiye, piskolojiye pek çok alanda ders konusu olarak incelendi. Maus benim üzerimde oldukça büyük bir etki yarattı. Daha önce de pek çok kez rahata alışmış hayatımızın ve günlük dertlerimizin, koşturmacalarımızın aslında ne kadar önemsiz olduğunun yüzümüze vurulduğu eserleri okumuş, izlemişsinizdir. Ancak Maus’un olayı bunu anlatmak, sizin gözünüze sokarcasına bağırmak değil. O sadece kendi hikayesini anlatıyor ve sizin görüp görmemenizi çok da önemsemiyor. Zaten kitabı bitirdiğinizde de göreceksiniz ki bazen doğruları ne kadar göstermeye çalışırsanız çalışın, insanlar daima görmek istedikleri doğruyu göreceklerdir.
Aykut Kekeç Kitap boyunca yazarın yaşadığı sıkıntıları, iç çatışmalarını görebiliyorsunuz.
Grand Duc
Yine bir ikinci dünya savaşı konulu bir çizgi romanla karşınızdayım. Ancak bu sefer ki daha çizgi roman standartlarında ve biraz da farklı bir hikaye anlatıyor. Eh bir ayda iki ağır çizgi roman biraz fazla olurdu zaten. Grand Duc senaryosunu Yann çizimlerini Romain Hugault’un yaptığı bir Fransız çizgi romanı. Konusu 1943 yılında Luftwaff(Alman Hava Kuvvetleri) Rusları ezip geçmektedir. Ancak Rus tarafı kolay pes edecek değildir. Kendilerine gece cadısı diyen pilotlardan biri olan Lilya Almanlar’a yaptıklarını ödetmekte kararlıdır. Alman tarafında ise asi, ancak inanılmaz bir pilot olan Wulf göklerde kan kusmaktadır. Hikayemiz bu iki karakter arasında gidip geliyor. Ancak ana karakterimizin Wulf olduğunu söyliyebiliriz. Wulf savaştan nefret etmesi ve nazi karşıtı olmasına rağmen Almanların en iyi pilotlarından olması sebebiyle davranışları tolere edilmektedir. Lilya ise cephede kadın olmanın getirdiği zorluklarla mücadele etmektedir. Hikayemiz klasik bir tarzda ilerliyor. Bir yandan savaş devam ederken bir yandan karakterlerin iç dünyasına tanık oluyor sırayla iki tarafın da başından geçenleri izliyoruz. Buraya kadar senaryo biraz bilindik şekilde ilerliyor. Ancak çizgi romanı orijinal yapan yanlar da yok değil mesela hikaye de hafif mistik öğelere değinilen bölümler var ki o kısımları oldukça başarılı buldum. Ancak hepsi bu değil. Çizgi romanın asıl orjinalliği, neredeyse asıl karakterler kadar ön planda olan uçaklar. Öncelikle hikaye boyunca bol bol dönemin uçaklarından ve özelliklerinden bahsediliyor. Hatta kimi zaman oldukça teknik bile olabiliyor. Açıkcası 2. Dünya Savaşı uçaklarını çok sevsem de, teknik özellikleri
veya modelleri hakkında pek bir bilgim yok. O yüzden çizgi romanda bahsi geçen uçakları pek bildiğim söylenemez. Ancak yine de okurken oldukça keyif aldım. Eğer ki dönemin uçakları ile az çok ilgileniyorsanız oldukça keyif alacağınızı söyliyebilirim. 3 sayıdan oluşan Grand Duc çizimleri olarak da oldukça başarılı. Özellikle uçaklara gösterilen detay inanılmaz. Eğer meraklısıysanız sınırlı sayıda basılan tek ciltlik versiyonunu da öneririm. Ancak normal fiyatına göre oldukça pahalı olduğunu belirteyim. Grand Duc konusu ve çizimleri olarak oldukça beğenimi kazandı. Her ne kadar klasik bir hikaye gibi gözükse de ufak tefek farklılıkları ile oldukça orjinalleşmiş bir çizgi roman. Umarım Çizgi Düşler bu gibi mini seriler getirmeye devam eder. Aykut Kekeç
Bouncer
Marmara Çizgi’yi severim hem yarım bırakılan Örümcek Adam’ı kaldığı yerden yayınlamaya devam etmesi ve belli başlı diğer Marvel serilerine el atması hem de Bone, Yürüyen Ölüler, Lone Wolf gibi kült çizgi romanları türkçe olarak bastıkları için(bu arada Yürüyen Ölüleri çıkarmaya başladıklarında ortada ne dizi vardı, ne de doğru düzgün çizgi roman satılıyordu. Yine de aksatmadan yayınlamaya devam ettiler.) kendisi ilgi ile takip ettiğim bir yayınevidir. Bouncer ise yine Marmara Çizginin en son çıkardığı çizgi romanlardan biri(diğeri Lone Wolf bir sonraki sayımızda inceleyeceğim onu da.). Peki bakalım diğer yayınları ile yarışabilecek bir çizgi roman mı? Bouncer bir vahşi batı çizgi romanı. Ancak vahşi batı diyince coğumuzun aklına aslında iki tane vahşi batı olduğu gelmez. İlk vahşi batı cesur kovboyların kol gezdiği, kasabalarda barlarda eğlencelerin olduğu, şerifinin adaleti dağladığı Red Kit vari bir vahşi batı iken, ikinci vahşi batı ise kanunun olmadığı, güçlünün güçsüzü ezdiği, cinayetin akşam yemeği gibi normal sayıldığı vahşi batıdır ve gerçek vahşi batıdır. Bizim hikayemiz ikinci vahşi batıda geçiyor. Güneyli bir yüzbaşı olan Ralton savaşın bitmesi ve kaybetmelerine rağmen askerleri ile mücadeleyi sürdürmektedir. Ancak bütün kaynakları kesilmiş ve yardımsız kalan Ralton’un paraya ve kaynağa ihtiyacı vardır. Bu size anlattığım kitabın ilk 2 3 sayfasını oluşturuyor. Daha fazla bahsetmek isterdim ancak konu oldukça farklı şekilde ilerlediği için spoiler olmaması adına burada kesiyorum. Ancak her ne kadar konu farklı yönlere ilerlese de birkaç nokta dışında orijinal olduğunu söyliyemiyeceğim.
Bir fransız çizgi romanı olan Bouncer’ı okurken zaman zaman oldukça sert sahnelere denk geliceksiniz, hatta rahatsız bile olabilirsiniz. Onun dışında çizimler oldukça farklı, tonlar sanki sarı bir filtreden bakılıyormuşcasına soluk. Birde herşeyin tozlu bir görüntüsü var, vahşi batı temasına oldukça yakışmış. Ancak her ne kadar çevre, arkaplan çizimleri oldukça başarılı olsa da karakter yüzleri için aynışeyi söyliyemiyeceğim. Tipler birbirine çok benziyor ve karakterler biraz çirkin çizilmişler. Açıkcası Bouncer’dan daha fazlasını bekliyordum. Şu an için klasik bir karanlık vahşi batı hikayesi sunmaktan öteye gidemiyor. Belki bu durum ilerliyen ciltlerde değişir. Şu an için tek cilt olan Bouncer’ı vahşi batıya özel bir ilgi duyuyorsanız öneririm. Olumsuz özelliklerine rağmen Bouncer güzel bir çizgi roman, ancak çok daha iyisi de olabilirmiş. Aykut Kekeç
Evet hikâye okuyunca kulağa mükemmel gelmiyor belki, ancak 2011 yılında, hala hammadde arayışıyla Dünya’yı istilaya gelen uzaylıları işleyen filmler üretiliyorsa, bence 1987 yılında bu hikâyeye sahip Contra’ya şapka çıkartmak gerek. Oyunda 8 bölüm var, ve o zamanki bir çok NES/Atari oyunundan daha farklı bir multiplayer deneyimi sunuyor; coop. Nitekim zaten oyunu tek başına bitirmek zor, ayrıca başka biriyle oynamak son derece keyifli. O zamanki diğer 2D aksiyon oyunları gibi, Contra’nın da lineer bir akışı var. Ayrıca 2 bölümde, o zamanki aksiyon oyunlarından farklı olarak, karakterleri arkadan gördüğümüz ve 3D etkisi yaratılmaya çalışılmış sahneler var. Ana silahımız, baloncuk atan bir tüfek. Lakin ara sıra yukarıdan geçen pod’ları vurduğunuz zaman; alev silahı, lazer, makineli tüfek gibi silahlar gelebiliyor, ve bu silahlar sınırsız mermi ile geliyorlar, o da olmasa oyun ne halde olurdu düşünmek istemiyorum.
Contra
NES (Nintendo Entertainment System) sahibi değildim küçükken, Aterim vardı. Ve tabi ki bir kaç yüz tane kaset. Super Mario Bros., Snow Bros, Olympics, Goal 3 ve bir kaç milyon oyun daha –tabi tabi. Bir gün bir kaset geçti elime komşumuzdan, çok güzel silahlı bir oyun var demişti içinde. Taktım ateriye, bir kaç kez kasetin bozuk olduğunu düşündüren saçma sapan piksel görüntüler aldım. Bir kaç deneme ve üfleyişten sonra, kaset çalıştı. İçinde bir kaç oyun vardı, Contra da dahil. Kaçıncı sıradaydı hatırlamıyorum listede, ama başlarda olması gerek ki, Contra’yı hızlı keşfettim. Sabahtan akşama kadar oynamıştım, ve ikinci bölüme ancak geçebilmiştim koca günün sonunda defalarca deneme sonrası. Ama şimdi doğruya doğru, Contra çok zor bir oyundu kabul edin. Oyunu komşumuzun çocuğu ile bitirmiştik bir gün, sabah bize gelmişti ve akşama kadar oynamıştık defalarca. Hikâyesi hakkında bir bilgim yoktu oyun ile ilgili, askerlere, tanklara ve uzaylılara ateş ediyorduk sadece. Oyunun hikâyesi şöyle; 1957 yılında Amazon’a bir UFO düşüyor, ve çok insan yaşamamasından dolayı çok insan görmüyor bu olayı. 30 yıl sonra, Red Falcon adındaki bir uzaylı, askerleriyle birlikte bölgeyi işgal ediyor. Red Falcon’un Dünya’yı işgal etmesi ise yalnızca ilk basamak, çünkü ana planı evreni ele geçirmek. Pentagon; Lance ve Bill’i yani Mad Dof ve Scorpion’u Red Falcon ve askerlerini silip süpürmeleri için görevlendiriyor.
Kontroller müthiş, 8 yöne ateş edebiliyorsunuz. Sudan giderken yukarıdaki düşmanları öldürmek ve kurşunlardan kaçmak için manevralar yapmak oldukça rahat oluyor. İki kişilik moddan sayfalarca bahsetmek istiyorum, çünkü gerçekten çok zekice tasarlanmış, o zamanki yapılmış bu moda saygıyla yaklaşıyorum. Aynı ekranda kalma zorunluluğunuz iyice vurgulanmış, arkadaşınızdan hızlı ilerlediğinizde eğer ekran dışı kalırsa ölüyor. Aynı şey ileri gitme için de geçerli. Contra çok zor, çok zor ve çok zor. Devamlı ölmenizden dolayı, her zaman oyunu bitirmek için bir kez daha oynuyorsunuz. Tek başınıza bitirdiyseniz lütfen mubkfk@gmail.com adresine mail atın, bize deneyimlerinizden bahsedin. Söylenecek çok şey var Contra hakkında, Cpt. Tsubasa ve Contra, Ateri’de en çok muhabbeti yapılan oyunlardı, ve muhtemelen 90’lı yıllarda çocuk olmuş ve Ateri tadı almış insanlarda her zaman ufak bir yerleri olacak. Ve her rastlanıldığında, pes ettirene kadar yüzlerce defa kendini oynattıracak Çağlar Bozkurt PS: http://www.oyun sofrasi.com/atari/ 310/contraatari.html adresinden oyunu oynayabilirsiniz. Bilgisayarınızda Java kurulu olması gerekiyor.
Film gerçekten eğlenceli. Hikâye böyle evet, filmin kalan kısmı vahşet, yaratıcılık –gerçekten var- ve garip ama komik sahneler ile devam ediyor. Filmde çokça aptalca karakter, ve eğlenceli bolca sahne var. Film bu açıdan verdiği sözü tutuyor. Palyaçoların tasarımları ve görünüşleri oldukça başarılı, palyaçonun sevimililiği ile içindeki pisliğin ve kötülüğün gösterimini insanda uyandırıyor. Çok kötü efektler de yok değil tabi.
Killer Klowns from Outer Space
Normalde burada 1968 yapımı Planet of the Apes filminin
Spoiler ve benzetme vermeden daha fazla şey söyleyemeyeceğim gibi. Unutmadan, filmi izlememeyi düşünüyorsanız da tema müziğine ve soundtrack’ine bir şans vermelisiniz.
uzuuuuun bir incelemesini görecektiniz, ancak internette olan bir sorundan dolayı yazılar uçtu. Diğer bir kaç yazı gibi. Dropbox’un da etkisi yok değil tabi. Ben de, Planet of the Apes gibi bir kült filmin yerine Killer Klowns from Outer Space gibi başka bir kült filmi inceliyorum.
Ben filmi sevdim, sıkmadı ancak bazen garip geldi tabi bu kadar fantastik öğe. İzleyin, bir de siz deneyin. Komedi, korku, uzay, abuk, subuk ve palyaçoların harmanlandığı bu filme bir şans da siz verin.
Filmimiz Mike ve Debbie isimli iki genç sevgilinin etrafında başlıyor. Mike ve Debbie’nin yaşadığı yerde genç sevgililerin ilişkilerini daha ileri götürmek için gittikleri –daha ne kadar döndürebilirim cümleyi bilemiyorum- yer olan ‘Top of the World’e gidiyorlar bir akşam. Aslında her ne kadar üniversiteli gençler olmaları gerekse de genç değiller, ve yeni evli çiftlere daha çok benziyorlar. Yıldızları seyrederlerken, gökyüzünden kayan bir göktaşının yakındaki ormanda yakın bir yere düştüğünü görüyorlar. Tabi ki burada korku filmlerindeki genel mantık sistemi devreye giriyor ve herşeylerini bırakıp, ormana doğru gidiyorlar. Çünkü düşen şeyin ne olduğunu öğrenmek zorundalar. Sistem burada kırılıyor, çünkü gittiklerinde gördükleri şey büyük bir karnaval çadırı. Gökyüzünden bir sirk düşmüş gibi gözüküyor. Karakterlerimiz ORMANIN İÇİNDE GECEYARISI GÖKYÜZÜNDEN DÜŞEN BİR METEORUN DÜŞTÜĞÜ YERDE OLAN SİRKİ gerçekten merak ediyorlar, ve bir süre uyanmıyorlar. Ancak, büyük ve çirkin palyaçolar ile bazı çevresel etkenler onları sonunda burada bir şeylerin ters olduğuna inandırıyor ve polisi arıyorlar.
Çağlar Bozkurt
frp
Bu yazıyı yayınlamamıza izin verdikleri için bütün Babil Kulesi ailesine sevgiler.
Zırh tipleri için ayrı skiller verilmesi gereken bu sistemde, eğer yeterince skill vermezseniz zırhınız sizi koruyacaktır, ancak çevikliğiniz ve bütün hareketleriniz yavaşlayacaktır. Örnek; üzerinizde kullanmayı bilmediğiniz astronot kıyafetiyle yere düşürdüğünüz şarjörü almaya çalışmak gibi. Combatlerde fumble ve critical tabloları mevcut; özellikle combat critical tabloları, çok yüksek zarda, düşmanınızın ve sizin anında ölmenize yol açabiliyor ve combatten çıkışınız sadece hitpoint eksiği değil, uzuv kaybı, kanama, kemik kırığı, yanıklar vb. gibi ek hasarları da içerebiliyor. Ayrıca, o anki hitpointiniz maximumdan az olursa, belli yüzdelerine göre ataklarınıza eksi puan alıyorsunuz. Gerçekçiliği ile combat de, combatten çıkışınız da, kesinlikle diğer sistemlerden farklı olacaktır. Ayrica bu bilimkurgu sisteminde Psionic yetenekler de listeleriyle bulunuyor, isteğe bağlı olarak oyuncular bu Psionic özelliklere skill puanı vererek sahip olabiliyorlar.
Space Master
BilimKurgu bir RPG sistemi ararken ICE firmasının Spacemaster adlı bir sistemi olduğunu öğrendim. Sistem ilk olarak 1985 de çıkmış, 1988 de de ikinci sürümü yayınlanmış. Yine bir ICE klasiği olarak, her GM in ihtiyacını karşılayabilecek settingsiz generic bir sistem çıkartmışlar. Sistem daha önce tanıtımını yaptığımız RoleMaster(bağlantı) sisteminin hemen hemen aynısı. Yine aynı şekilde tehlikeli combatler; her hareket için başarım, critical ve fumble tabloları içerirken, hemen hemen yapılabilecek her hareket için xp alma tanımları yapılmış. Ürün aynı anda 3 farklı kitapla geliyor. Players Book, Gm’s Book ve Tech Book şeklinde. Ayrıca bir de bizim galaksinin güneşimiz merkez olmak üzere haritasını da vermişler. Rolemaster tanıtım yazımızda anlatmıştım, ancak yeni okuyanlar için kısa bir açıklama vereyim; Statlar potential ve temporary olarak da ikiye ayrılıyor, ve statlarınızda level atlayınca artma gibi durumlar sözkonusu. Primary Statlarınız ne kadar yüksekse o kadar becerikli olurken, development statlarınız ne kadar yüksekse her level aldığınızda daha fazla skill puanı alıp, kendinizi daha çok geliştirebiliyorsunuz.
En önemlisi ise, bu sistemde “yapamazsın” diye bir kavramın olmaması. Sistem her türlü çeşitliliğe izin verirken, imkansıza yakın olan durumlar için bile bir çözüm getiriyor. Level kavramı bu sistemde var, ama XP sadece combatten gelmiyor. Yani uzayda korsanların gemilerini havaya uçurarak da, laboratuarında çalışan bir fizikçi olarak sadece bilimsel araştırma yaparak da level atlayabilirsiniz. Combat xp almak için tek seçenek değil kesinlikle.
Türler Irklar ve Sınıflar Spacemaster, GM ve settinglerini zorlamadan birkaç alien ve özellikle insanlar (hominid) ırkları için tavsiye ırk oluşturmuş ve de sisteminin içinde bunları açıklamış. Günümüzden 9000 yıl sonrası için bir settingi GM Book unda bulunuyor ve buna göre insan ırkını şekillendirmişler. İnsan ırkı 5 e ayrılmış durumda: dünya insanları (biz), neo-insanlar (doğal 9000 yıllık gelişim), mutasyon geçirmiş insanlar, kontrollü anne baba eşleştirmesi sonucu ortaya çıkan trans-human ve alterant diye geçen fetüs öncesi genetik mühendisliği ürünü insanlar. Ve bunların da alt ayrımları var. Örnek vermek gerekirse;trans-humanlar ın 12 farklı çeşidi var, alterantlar ise işlere göre üretildikleri için 5 çeşit. Tabi bunlar stat artı ve eksileriyle karakter oluşumunda etkili. Ama tabii ki bunlar öneriler, isterseniz siz de daha farklı insansı ırkları yaratabilirsiniz. Bu insansı ırklara ve farklılıklarına en iyi örneklerden biri, sanırım normal insan ve alterant arasındaki farkı gösteren “Soldier” filmi.
Bunun dışında 6 uzaylı türü de örnek olarak verilmiş. Verilirken de toplumsal bilgileri ile artı ve eksileri de anlatılmış. Bunlara bakarak yeni uzaylı tasarlayabilirsiniz. Türünüz ve ırkınıza göre çeşitli sayıda background option seçebilirsiniz. Başka sistemlerdeki bir çeşit advantage paketi gibi geliyor. Irkınız ne kadar iyi statlara sahipse, bunlar da o kadar azalıyor. Oyuncular; özel skiller, özel itemler, özel statü veya özel zenginlik seçeneklerini seçip, zardan gelen sonucu tablosundan okuyarak karakterini yaratıyor. Sınıflar bu sistemde 15 adet ve 5 farklı başlıkta toplanmışlar. Bunlar; Astronaut: Armsman, Pilot, Explorer. Savaşçı-vari sınıflar. Explorer, yarı pilot, yarı armsman gibi. Technician: Systems Tech, Electrical Tech, Arms Tech. Teknisyen sınıfları, belli alanlarda uzmanlar. Ancak, medikal ve mühendislik kapsamı dışındalar, endüstriye çalışan teknisyenler. Research Scientist: Researcher, Physician, Engineer. Bilim sınıfları, genelde hastane, enstitü gibi kapalı bir yerde çalışıyorlar. Field Scientist: Criminologist, Medic, Planetologist. Arazide çalışan bilim sınıfları. Criminologist yalnız hem hırsız, hem de dedektifleri içeriyor. Communicators: Administrator, Entertainer, Theologist. Toplumsal (beşeri) işlerle ilgilenen sınıflar. Bunların yanında, True-Telepath ve Semi-Telepath adı verilen psionic classları da var. Semi-telepathlar, yukarıdaki sınıflardan biri ile geliyor. Mesela Starcraft Ghostlarını Armsman-Telepath veya Explorer-Telepath olarak yaratabilirsiniz. Telepathların kullandığı Psionic özellikleri için toplam 24 farklı psionic list var. True Telepathlar haliyle bütün listeleri öğrenebilirlerken, semi-telepathlar duruma göre en fazla 1 veya 2 liste öğrenebilip, ikinci listelerinin hepsini öğrenemiyorlar. Yalnız tabii ki bir ICEklasiği olarak, her class, diğer classların skillerini de skill puanı ödeyerek alabileceği için, Non-Telepath olan sıradan insanlar da psionic öğrenebiliyorlar, tabii ki bedeli daha yüksek olarak. Ancak onların psionic listeleri de semi-telepathlardan daha da kısıtlı. Telepath da isterse “2-handed repeating plasma cannon” skillini alabiliyor, ama bedeli Armsman a göre daha fazla. Ayrıca, oyun dengenizi dikkate alıp, yıkıcı özelliği daha fazla olan psionic büyüleri de optional olarak vermiş. Karar tamamen GM e kalmış durumda.
Combat ve Skiller Combat kısmı bayağı detaylı, ama hızlı. 100 lük bir zar atıp, skill puanınızı ekleyerek “açık”bir roll atıyorsunuz. 95 ve üstü gelirse bir daha atmak şeklinde toplanarak gidiyor. En son bulunan rakamı, silahın ilgili tablosundan okuyorsunuz ve de eğer yanında bir de harf görürseniz, bu sefer ayrıca bir de critical tablosuna bakıyorsunuz. Sonuçlar feci olabiliyor, yalnız tabii ki düşmanlarınız da bunu size yapabiliyorlar. Zırh koruyucu bir şey ve ayrıca enerji kalkanlarınız da sizi korumaya yardımcı oluyor. Eğer settinginizde kişiler için enerji kalkanı yoksa, combate dahil etmiyorsunuz. Her silah tipinin de ayrı critical tabloları var (heat, disruption vb.) Sistemde sadece silahlar yok. Psionic dışında, brawling (boks vb.) ve de martial arts için ayrı tabloları var. Yani canınız ister de, gelecekte psionic ninja oynatmak isterseniz, bu da sistemde belirtilmiş. Tabii bir bilimkurgu settingi olduğu için bazı silahlar autofire/burst fire seçeneklerine de sahip, 3 farklı çeşit kullanımı var, daha çok hedefe ateş etmek, bir hedefe vurma şansını arttırabilmek için daha çok ateş etmek veya bir hedefe daha çok hasar vermek için ateş etmek gibi. Bir bilimkurgu settingi olduğu için, tabii ki araç kullanımları da verilmiş. Tekerlekliden tutun da, hyperspace yeteneği olan gemilere kadar hepsinin ayrı skilleri ve de bu işlemlerin çözümlendiği sonuç tabloları var. Normal driving, denizaltı, orbital, atmospheric, normal space ve hyperspace piloting gibi çeşitlilikleri ve de bunların astrogation skilleri var, değişik koşullara göre tablodan okuyorsunuz. Çok imkansız durumlarda bile bir çıkış yolunuz var, bunlar da aynı combatteki gibi “açık” roll ile çözümleniyor. Yani, imkansıza yakın bir durumda olsanız da kurtulmak için bir şansınız, veya tamamen açık rotada giderken bile başınıza tuhaf belalar gelme şansı var.
Sistemde özellikle empath ların çok az bulunduğuna da dikkat çekilmiş. (sanırım Medic leri ezmesinler diye)
Bilimkurgu Setting Durumları
Araçlarda combatlerin çözümlenmesi de sistemde bulunuyor. Bir damage alınca, aynıpersonal combat teki gibi critical sonuçlar alabiliyorsunuz, ancak tabi mürettebat olarak, hasarın durumuna göre tamir edebilme şansınız var, ve bunların da tablosu bulunuyor. Bu durum sadece uzay gemileri için değil, denizaltı ve tankları bile kapsıyor. Diğer skiller ilginç. Normalde diğer sistemlerde combat skilleri ana skiller iken,Spacemaster da construction, repair, medical item use, research, malfunction, sensor, robotics skilleri için de ayrı tablolar bulunması gibi durumlar var. Yani combat kadar önemli olabiliyorlar, tabii ki bunların da critical success veya fumble tabloları bulunuyor. “Buna ne gerek var” diye düşünebilirsiniz, ancak sadece combat değil bütün diğer skillerin de detaylı olması, hem GM ler, hem de oyuncular için derinlik sağlamakta. Bu durum da generic bir sistem olmasına rağmen içinin bayağı da dolu olmasını sağlıyor. Bu da I.C.E ın ürünlerinin bir ortak özelliği. Psionicler de burada çeşitli listelerde verilmişler. Yalnız listeler çok farklı. Bazıları haste gibi alterationlar içerirken, ileriki safhalarda geminin etrafında enerji kalkanı bile koyabilme, kendini iyileştirme, karşındakininin bilincini ele geçirme, teleport, illusion, cloaking, energy dispersal, telepathy,data copy,coma, choke, energy bolt, truth sense gibi artık Star Wars veya Dune dakine benzer güçleri de sistem içinde barındırıyor. Bir nokta ilginç, healing psionic de az ve başkasını heal edebilme sadece Empath listesinde var.
Spacemaster ın içinden çıkan GM Book içerisinde değişik Bilimkurgu setting veya oyunlarınız için, değişik zaman veya çağlara sistemi nasıl uygulayabileceğiniz sistem kuralları uygulaması yorumlarıyla belirtilmiş. Şimdiki zaman için gizli örgütler, yakın gelecek için nükleer felaket sonrası (Fallout gibi) veya Bladerunner gibikaranlık gelecek durumları, Rama gibi birleşmiş dünya durumu, yıldızlarda ilk koloniler, Alien filmindeki gibi hyperspace in aylar aldığı gezegen konfederasyonu gibi durumlar, Dune , He-Man veya Flash Gordon gibiScience-Fantasy (ilk defa burada okudum), koloni gemisindeki seyahatler, zaman yolculukları ve ötesi gibi çok değişik durumlar ele alınmış ve GM ler içinSpacemaster sistemi içinde hangi teknolojiyi nereye ve ne zaman koyabileceği konusunda bilgiler verirken; yıldız sistemi, gezegen, atmosfer, canlı durumları ve içindeki medeniyetler, yönetim şekilleri ve ticaret durumları gibi yaratıcı tabloları ve random eventleri ile verilmiş. Setting olarak da, Spacemaster için, günümüzden 9000 yıl sonrası için Dünyamız merkezli bir imparatorluk, feodal lordları, ana endüstrileri ve güç odaklarını anlatan bir setting verilmiş. Bunun yanında biriki örnek oyunla birlikte, Samanyolu galaksisinin güneşler haritası ile sistem tamamlanıyor. Uzay ve gezegenler için de, critical tabloları yalnızca silahlar veya combat için değil. Bir güneş patlamasına veya reaktör arızasına bağlı olarak radyasyon; bir anda uzaya maruz kalırsanız vakum, büyük yerçekimi ortamında ezilme durumlarınızın bile critical damage tabloları mevcut. Bir uzay veya yabancı gezegen ortamlarının tehlikelerini de içerisinde barındırıyor.
Daha Da Fazlası “Beni bunlar ilgilendirmiyor, ben uzay gemileri savaşı istiyorum” diyorsanız, Spacemaster ın StarStrike eklenti kitabı/sistemi var, sitemizde tanıtıcı yazısını bulabilirsiniz. Eğer uzaygemisi dışındaki araçların combatini isterseniz, Armored Assault adlı bir eklentisi/sistemi var, ancak sizi uyarayım, o sistem ÇOK detaylı. Ama lazer tankları, plazmalı
helikopterler veya zırhları içinde disruptor silahları olan piyade müfrezelerini kontrol etmek istiyorsanız, altıgen bir ortamda bunu nasıl çözümleyebileceğiniz mevcut. Meraklısına tavsiye ederim. “Neredeyse Battletech e yaklaşmışlar” diyesim geliyor. Kısa oyunlarınız için basic, detay istiyorsanız da, standartve advanced combatleri bu eklentilerde bulabilirsiniz, ancak bu iki eklenti için şunu söyleyeyim; bu iki eklenti kitap / sistem Roleplay den daha çok taktik oyunlar için. Ama tabii ki Spacemaster ile birebir uyumlu ve campaign oynatırsanız, karakterleri bir sistemden öbürüne hızlı geçirebilirsiniz, aynı FASA nın Battletech veMechwarrior sistemleri gibi.
Nereden Edinebilirim Spacemaster eski bir sistem ve net de bile zor bulunuyor, ancak I.C.E. son yıllarda tekrar kendini toparladı ve bu eski kitapları pdf olarak satınalabilmeniz mümkün. RPGNOW sitesinde 15$ a alabilirsiniz. Her nedense, GM Book, Tech Book ve Player Book ayrı ayrı satılıyor. (bağlantı). NOT Spacemaster : Privateers ise ayrı bir sistem, dikkat ediniz. Bu arada yine bir I.C.E. klasiği olarak bu sistemin ÇOK fazla eklenti kitapları var, onlara değinmedim bile. Bana meraklısı için detay gibi gözüktüler.
Son Olarak Spacemaster, I.C.E. ın Rolemaster sisteminin bilimkurguya adapte edilmiş bir şekli diyebiliriz. Her I.C.E. sistemi gibi; settinginin normalde olmaması (içinde gelmiş olsa bile),“yapamazsın” gibi durumların olmadığı ve de combat yapmadan da çok çeşitli yollardan xp alabileceğiniz, combatlerinin critical sonuçları içermesinden dolayı gerçekçi ve ölümcül, skillerinde de critical success veya fumble durumlarının olduğu ve hemen hemen her detayın “elle tutulur” bir şekilde işlendiği bir sistem. Sadece gelişmiş silah teknolojileri değil, Psionic gibi özel güçleri de içinde barındıranSpacemaster da, GM ler hayal güçlerini istedikleri gibi oyunlarına yasıtabilirler ve de oyunlarının mekaniğini rahatça kontrol edebilirler. Uzay Kovboyları mı yaparsınız, fütüristik uzaylı büyücülere karşı
marine mi oynarlar, zaman gezgini mi olurlar, Titan yüzeyine sadece üs kurdurup, combat yaptırmadan mı oynatmak istersiniz, yoksa Satürn ün yörüngesinde biyokimya deneyi mi yaptırırsınız, bilinmeyen gezegenleri maden için mi tararlar,vb tamamen size kalmış. Ancak, bu sistem hemen hemen her bilimkurgusal oyun atmosferi için ölçülebilir ve yönetilebilir durumları bünyesinde toplamış. Eğer hayalgücünüzün sınırlarında bir oyun yazar ve bunu gerçekçi bir şekilde oynatmak isterseniz, veya bir bilimkurgu oyununuzu oynatabilecek bir sistem bulamazsanız , bu sistemi kullanmanızı kesinlikle öneririm. Görüşmek Üzere, Alp Yoğurtçuoğlu