Müjde:2
“Size söyleyeceklerimiz var!”
Müjde Fanzin Yaz 2018. Sayı 2. Ücretsizdir. Editör/Tasarım: Can Barlas zeynep coşansu Yazarlar: d. Ahçik might Görkem Can Barlas Emir Bolat Hasan Sarıçam zeynep coşansu Hüseyin Bilgehan Güven Görseller: Afşar (sf. 6) Ceren (sf. 16) might (sf.11, 12, 19) Dilara Yavuz (sf. 18) Can Barlas (sf. 2, 8, 10, 14) Bize ulaşın, yazılarınızı atın, yayımlayalım mujdefanzin@gmail.com Instagram/ @mujdefanzin
2
Önsöz
Hüseyin Bilgehan Güven İşin aslı uzun süredir edebiyat ile pek iç içe değildim. Eskiden yazdığım şiirleri toparlamak ve şarkılar yazmakla yetiniyordum. Bir Ahmet Kaya şarkısı dinlerken yazmış olduğum benim için özel ve güzel olan yakın tarihli şiiri gece sularında Can’a fanzine koyması için mail attım. Şimdi burada Can’a mail attığım gerçeğini gizleyip size beyaz kaplı ve üzerinde 1978 yılından kalma pullu bir mektup zarfı içinde şiirimi verdiğimi söyleyebilirdim ancak bu edebi olduğu kadar bir yalan olurdu ve ben bunu kıpkırmızı harfler ile reddediyorum. 21.yüzyılda yaşıyoruz dostlar. Günümüz şiirlerinde kola kelimesinin geçmesinden nefret ediyor olsam da edebiyatımızdaki kavram değişikliklerine hazırlıklı olmalı ve şaşırmamalıyız. Edebiyat yapacağım diyip yaşanmamışı anlatmaktansa yaşanmış olan şeyleri doğrudan ya da imgeler, benzetmeler aracalığı ile anlatmayı yeğlerim. Neyse aradan günler geçti Can dedi Bilgehan fanzin tamamdır. Bastırdık, alabilirsin dedi. Allah diyerek ilk tepkimi verdim. Alır almaz anın coşkusu ile sınıfa girdim. Maalesef ders çoktan başlamıştı. Hevesi kursağında kalanlar derneğinin kurucu üyesi olmam böyle gerçekleşti. Dedim bu fanzini evde okurum artık. Benim için özel ve güzel olan şiirin yanında diğer birkaç yazı adeta Tevfik Fikret, Ahmet Haşim tarafından yazılmış gibiydi. Bir hayli fazla bulandırılmış ve edebi hale sokulmaya çalışılmış yazılar sebebiyle hepsini beğendim diyemem. Benimkini de kim bilir kimler beğenmedi. Beğenmemeleri sorun değil, asıl sorun bazılarının okumaya tenezzül etmeyecek olmaları. Fanzini okumayı bitirdiğimde ne mi oldu, bunları yazdım.
3
90’a Taktığımız Gençliğimiz d.
Ve daha fazla deviremezdim cümleleri… Eskiden... çok eskiden.. eti cin’ler bu kadar küçük değildi... hatta utanmadan onlara “lokmalık” diyen bir zihniyet de yoktu. Eti puf pasta taklidi yapmazdı. Gordon Milne vardı. Hülya Avşar kazağını yüksek belli kotunun içine sokardı. Jon Bon Jovi şimdikinden daha yaşlı görünürdü. Saçlar kabarık pantolonlar dardı. Biz işte o zamanlarda, üç yumurtayı sütle çarpan kuzucuklarıydık Adile Teyze’nin.. her gece 9’da yatmaya programlı. Hisseli harikalarının kumpanyasında oyuncuyduk fark etmeden. Örgütlenebilme güdüsü ta o zamanlardan kalmadır bizde; biz Voltran’ın kolu bacağını birleştiren bedenlerdik çaktırmadan. Clementine’in balonunda savaştık, uçan kaz’ın sırtında yüktük. Aramızdan “adam gibi erkek” çıktıysa He-Man etkisi vardır elbet bir yerlerde. Her kız hala biraz Erol Evgin’e aşık – ve ben yaşlandım bu adam hala aynı der – ve o kızın kulağına taktığı kirazları küpe sanmışlığı vardır elbet o zamanlarda. Bir ağaçtan düşmüşlük vardır o kızda. O kız illa ki en çok babasına aşıktır. O kızın babası illa ki ölmüştür. Kız ve erkek demeyelim, feminist bir kimlik almayalım, hiç gerek yok. “İnsan” diyelim unisex olsun. Acıtmayalım kadın kısmını, öldürmeyelim babaları, gerçekten hiç gerek yok. Sil baştan şimdi –şarkıdaki gibi– dönelim düştüğümüz ağaçlara kız erkek demeden. Ne de olsa aynı dönemin erkeklerinin de bir ağaçtan düşmüşlüğü vardır değil mi? (evet her cümlede bir mecaz yatmakta ama anlamayın diye açmıyorum, yoksa ağaçtan düşmenin sonu yok, biliyorum)
4
“Eski” diyorum... Memleketin illerinin 67’den ibaret olduğu yıllar. Trenlerin daha pis, uçakların daha pahalı, ama kamyoncu lokantalarının en güzel fasulyeyi sunduğu zamanlar. İşte o zamanlar eti cinler gerçekten daha büyüktü. Çokomel kağıtları tırnakla düzleşir defter aralarına girerdi. Herkesin defteri işte o yüzden – ve sırf o yüzden işte – hep biraz çikolata kokardı. Üstüne yazılıp çizilen bir “içi ağlayan kırmızı burunlu palyaço” idolü vardı. Kimilerinin çikolata kokulu defterlerinde o palyaçoların resimleri vardı. O imgenin sadece defterlerinde kaldığı çocuklar şanslıydı. Defteri çikolata kokan o çocukların daha önceden “kalpleri kadar beyaz sayfalarla” dolu hatıra defterleri vardı. Sepet sepet yumurtalarla doldu, biz birbirimizi unutmadık. En fazla büyümüş olabiliriz bilemiyorum. Derler ki 40 -45 olduk. Biraz yaşlandık, biraz da yaş aldık. Dere tepe gidebilenlerimiz şanslıdır biraz daha, düz gidebilmek garantisi olmasa da. Can sıkıcı Nasreddin Hoca fıkralarıdır sebep, hala amaçsızca göle maya çalıyorsak bir yerlerde. İki arada bir derede kalmış, bencilliğiyle dost, “x generation” tadında, ne öncenin ne sonranın anlayabildiği bir nesil olmuşuzdur. En yabancımız bile iyi tanırız birbirimizi, tek kar da bu olsa gerek. Bir de bizim yediğimiz eti cinler gerçekten çok büyüktü. Domatesler biraz daha domates gibi kokardı, benim o zamanlar çileğe alerjim vardı, bayramlar biraz daha bayramdı ve ben o zaman da sevmezdim bayramları. O zaman babam da vardı. Göztepe parkında bir lunapark, o parkta bir de dönme dolap vardı. Enginar sevmezdim o zaman, aptaldım. Tek derdim optik okuyucuya taşırmamak için kastığım cevap şıkları, bir üçgende görmeye çalıştığım paralellik idi. Sanırım annem babamı severdi. Sanırım İstanbul o zaman daha güzeldi. O zaman en büyük şeyler eti cin idi. Düşün şimdi, senin kalbin hala defterinin sayfaları kadar temiz mi...
5
6
Hem de Çok Görkem
Aynı o gözlerim kapalıyken çalabildiğim konçertonun pasajı gibi artık dik durmak daha kolay geliyor karşında. Ya da konu sana geldiğinde kalbim hızlanmıyor ve senin adın geçtiğinde yapmacık bir tebessüm yerine, evet ya güzel zamanlardı, diyebiliyorum artık. Sana alışmak kolay şey olsa da şu garip alışkanlıktan vazgeçeli çok uzun zaman oldu. Hem de çok. İşte günlerce çalıştığım, rüyamda bile gördüğüm o pasajdın sen. Artık profesyonel edasıyla çalabildiğim. Garip şeydir ki şu an kendimde takdir ettiğim çoğu şeyi senden öğrendim. Bu hem ağır geliyor hem de gurur veriyor desem yalan olmaz ama kendime kabul ettiremediğim bir gerçek varsa, şu kahpe bencilliğimin sensizliğe bir çözüm bulamayacağıdır. Ondan da başka bir zaman bahsedeyim istersen. Sen gidince çok şeyin değiştiğini söyleyemem nitekim sen de bunu biliyorsundur. Orduları terhis edilmiş bir imparatorluk gibi bekliyorum. Her an stratejik bir bölgem işgal edilebilir ve bir sömürüye dönüşebilirim. Değişen tek şey ise, sen hariç herkes işgal edebilir bu sefer. Uzun, ama çok uzun zaman geçti. Artık dışarı çıktığımda seni görmeyi beklemiyor ve senin için hazırlanmıyorum. Bu, herkes için bir gelişme olsa da maalesef hayatım boyunca hissettiğim o “saf ” duygunun yok olması eksik hissettirmiyor değil. Sonuçta hayatımda her yer rezerve edilmişken sen çat kapı gelmiş, ben ise çoktan rezerve edilmiş bir masayı sana vermişim. Fakat artık etrafıma baktığımda seni değil de başka birisini bekliyorum. Senin baktığın gibi etrafıma bakıyorum. Gözlerimi kısıyor, boynumu gevşek bırakıyor ve hafifçe dudaklarımı aralıyorum. İşte bahsettiğim şey tam da bu. Ben, sen olmak istiyorum. Çat kapı geldiğinde bile yer bulabilen, fakat hayatından hiç eksilmeyecek birisi.
7
bugün
zeynep coşansu I. bugün ölüm günüm; hava hüzünlü ve donuk bir mavi de olsa, bahtiyarım. ölmeden önce hayatımızı düşünmemiz gerektiğini söyleyen kurallar silsilesini üzüntülerimi bir kenara atabilmek uğruna görmezden geleceğim. gerçi üzüntülerimi kiraz çekirdeği ayıklar gibi ayıklarsam kenara benden ne kalır bilmiyorum, ama ölümüne üzülmeyen değil, üzülemeyen biri zaten kendinden uzaklaşmak istemez mi? ölüm yalnızca anlamsız sarmallar içerisinde kaybolan bir ruhun bulunamayacağına inanarak bir köşeye kıvrılıp uyuması gibi geliyor bana; işte bu nedenle yıllarca her gece bilincim bilinmeyen bir boşluğa süzülürken, inanmadığım tanrıdan uyanmamayı diledim acınası bir şekilde. ama bu gün, elime az geldiği için tezgahın görünmeyen bir köşesine sakladığım güzel anılarımı düşüneceğim. normalliğin ağırlığını yüklendiğim bir günün aksine suçluluk hissetmeden, sadece anmak ve teşekkür etmek için. ölmek üzere olan biri hayatının son gününde bencil olabilmeli. II. dünyayı kurtarmaz, kendimizi geliştirmeye uğraşmazdık. mum ışığında antika fincanlarda kayısılı çay içerdik, şarap kadehlerinde meyve suyu; kanımızda akan saflık gençliğin getirisi, ruhumuzu burkan iplikler büyüme korkusu. serin bir bahar günü güneş kör kalbimi iyileştirirdi, persephone usulca kapardı göz kapaklarımızı. çiçekler açardı kıvırcık, kalın telli saçlarda; hayran olur bakakalırdım. bir insan fısıldayarak eski aşk şiirleri okurken daha güzel olabilir miydi? bu güzellik bile anlayabildiğim her şeye meydan okuduğundan bunu cevaplayamazdım.
8
birbirine bakan üç bank, etraflarında cam bir kubbe. etrafımda birleşen ruhları uzaktan izlerdim, bir de bulutları izlerdim. bu bulutlar düşüncelerim, ve böyle anlarda içime çöken huzur kadar hızlı dağılıp giderlerdi. zaten mutluluk denilen bir sözlük tanımının hissedilebilirliğine dair şüphelerim beni onun yerini başka bir şeyle doldurmaya itmişti: huzur. mutlu olmaz, huzur içinde usulca yüzerdim. nadiren gelirdi, yüzümü okşardı. önemsiz ve küçük yaşantımın akıntısı gibi değişmezdi, güvenilirdi. etrafıma bir katılımcıdan çok bir izleyici olsam da huzur bana kollarını açardı. odamın üç duvarı arasında değil, huzur akciğerlerimi doldurunca evde hissederdim. nefes alamama isteğimin kökleri halihazırda bu değişmezliğe aşkımdan geliyor olabilirdi. hüznümde de huzur bulurdum bazen; o kadar kırılgan ve saydam olurdu ki bundan zevk alırdım. küçücük bir odada eski bir şarkıya nasıl yapılacağını bilmeden dans ettikten sonra, zifiri karanlıkta yürürken gözlerimden akan yağmur damlaları hüzünden mi, özlediğim huzurun dönüşünden mi hiç bilemedim. bildiğim şey morarmış eklemler, acıyan gözler, kırılganlığın bahşettiği güçsüzlükle gelen bir günah çıkarma, ve vedanın çok ağır kokusuydu. sanırım bu ufak anları, yüzümdeki güneş çizgilerini, çok sevdiğim klor kokusunu, ve çok sevdiğim insanların nadiren gelen güzel kahkahalarını özleyeceğim. III. yok olan şeyler varoluşun dünyasından dışlanır; sonsuz, ama farkında ol(a)madıkları bir yalnızlığa sürüklenirler. hipotezde var olan mutluluğa ulaşmak için hipotezde yok olmayı istemekteyim, ve sonunda bu huzur dolu yalnızlığa kavuşacağımı fark etmek kalbimi titretiyor. evet, bugün ölüm günüm; ve ben, anılarımı da yavaşça arkamdan sürükleyerek sessiz adımlarla gitmeye hazırım.
9
Ücra Köşe Can Barlas
Sevginin ince uzun kolları Bana uzanıyor Ama ben onları tiksinç buluyorum Kolları itiyorum Her yere uzanan sevgi Bana uzanamıyor
10
11
Eski Ekim Ahçik
Dudağındaki ben gözündeki ışık Yoksun artık İlk şiirimsin, son şiirim. İlk mısralarım Ne güzeldir
Beşiktaş Sahili
Kız kulesi
Kırmızı ayakları ile adımını atmak üzere Bir Güvercin Dudağındaki Ben Gözündeki ışık Yoksun artık Ayrılalı tam oldu bir ay Sen başka omuzlarda Ben aydınlığa dönecek gecelerin Karanlığında Dudağındaki ben gözündeki ışık Yoksun artık
12
Bir mahzene girdim Duvarları öptüm Sen vardın Öptüm Öptüm ve Bir daha öptüm Boynun diyorum anne gibi kokardı Kokladım Annem vardı, kokladım Kokladım.. Şimdi? Kokar mı başka yâr’a,
Anne gibi..
100 yaşına kadar yaşayacaktık, Beraber Birlikte. 99da ölme, üşürsün Hava soğuktur, 99da ölme.. Bir yastığa koyduk başımızı Aktı kara gözlerinden iki damla yaş Biri bana Öteki ise ayrılığa Son mısralarım Dudağındaki ben gözündeki ışık Yoksun artık 29.01.18 / İstanbul
13
yalancı baharın bahtsız haini might
bana baharın geldiğini haber etti ışık yavaş yavaş yürüdü yanıma doğru, dantel saçları okşadı dantel hislerimi sanki bu eskimiş ve detaylardan uzak beni işlemek istermiş gibi yanaştı yanıma, baktı bana ve gördü beni dudakları aralandı, ama ne bir kelime dökülmeye tenezzül etti ağzından ne de bir çığlık kendisini özgür bırakmaya niyetlendi yankılandı sesi ağaçlarca, yıldızlarca; uzağa ve hissettim kalbimin tek bir salise içerisinde kırılıp iyileşmeyi beklediğini ama bir tık dahi duyulmadı ışık yanıma konup baharı müjdelerken bana ne bakmak istedim bu gri dolu dünyaya bir kez daha, ne kibirlenmek istedim gözümü yıldızlardan ayırmayarak ne kalmak istedim bu fanilerin yanında, bu boşa geçen senaryoda ne de gitmesini bildim o yıldızlı ama cehennemmiş gibi çığlıkların duyulduğu yoldan ama ne kaldığım günler iyileştiriyordu beni ne de gitmeyi düşlediğim pazartesiler ne bir aşık derdime deva olabiliyordu ne de bir anı ne kalmak istiyordum denlice ne de cesaretim vardı bu senaryonun dışına çıkıp o çıplak sokakta ince tül bir elbiseyle başıboş yürümeye sanki, sanki ruhumu sıkıştırmışlardı bu bedene ve korkuların kölesi olmuş ben ruhumu bu bedene harcıyordum
14
sanki herkes siyahtı ve ben beyazdım, ve kayıp oluyordum karıştığım her dakika şifamı bulamamamın tek sebebiydi belki de bir derdimin olmaması fanilerden uzaklaşma dürtümün tek açıklamasıydı belki içimde öldüremediğim o fani, uykusuz şeytan bir ağustos günü dondurma almıştım da, yiyemiyordum bitecek korkusundan, üst üste birikmiş dondurma topları düşebilirdi tek bir hamlemle ya da yemeye başladığım ilk saniyede zarar verebilirdim o güzel görüntüye. bırakmalıydım onu kendi haline, o ağustos günü ellerime eriyen, kumlara dökülen ve boşluğa harcanan bir dondurma olarak kalacaktı ama gözlerimi boyamalıydım ben, kapamalıydım göz kapaklarımı ve aklımda sadece o leziz görüntüsü kalmalıydı, o sıcağa rağmen hiç bozulmayacakmış gibi duran, sakin ve pastel renkleri konuk eden güzel bir dondurma, şahane bir anı olarak korkularımı yenmeye yeltenmemeliydim ve harcamalıydım saniyelerimi yanlış yerlere, kulaklarımı kesmeliydim şu ünlü ressam gibi, kulaklarım edinmeliydim bu dünyanın dediklerini dudaklarımı mühürlemeliydim ve ne bir hıçkırık ne bir hayıflanma dışarı kaçışmalıydı durmalıydım bu kaosun ortasında, o toz pembe perde kapanmalıydı oyunumun üzerine her gün, her gece. içimdeki fani şeytanı öldürmek değildi haddime benim, ona bıçak doğrultan ellerimi yakmalıydım o ağustos güneşinde, o şeytan olmalıydım belki de. baharı kendime bir yalan, ruhumu kendime bir hain bellemeliydim.
15
Korkmayık Biz Gitmelerden Emir Bolat
Çok oldu gideli; efkarı sinmedi dudaklarıma. O kadar sensizdim ki, Kayalıklara anlattım derdimi, Kayıklar toslarken Hicaz’a. Sayıklar dururken hülyamda, Tren dağları deliyordu namüsait rüzgarla. Vızırtılı aşkın cızırtılı şarkısı çalıyordu radyoda, kızardı hisarda raylar; kesildi. Gazoz kapağından çıkan aşkın egzorsist aşıklarıydık oysaki. Efkar lanetidir dudaklarımızın. Cinci çingeneye denek ettik kendimizi.
16
Çok oldu sensiz trene binmeyeli. Ter döküyor peşinden koşan çingene… Hızına yetişilmiyor. Bir şekil beliriyor göz görmeyeli damlalarında. Damını çingeneler zapt etti; Zar tutmak yetmiyor. Sevmek gerekiyor zalim için. Zulmü hiçe sayar yarim. Sağ sağlim öğrenirse şayet kalbimi. Korkmayız biz abiden, kayıkçıyız sülaleden. Kürek satsa da abilerin, Salsa da bizi nehirlere yüreksiz… Kimsesiz yatırsa da raylara. Korkmayız biz demirden. Seninle hiç trene binmişliğimiz yokmuş bizim. Ay’da şişmanlamak istemişti çingen. Kurşun deliği olsa dizimde, babam pirincin suyunu eler. Kayıkçı tabakları dizer, Çingen baskülü ezerse eğer… Seninle hiç Ay’a gitmişliğimiz yokmuş bizim. Bilmez abilerin; vurur dizimden. Sesim yarım kaldı giderken. Erken sabahlar, kafiyeler zengin. Uyanamazsak, uyaklar duraklar boyu tahammül eder tahayyüllerimize. Fonetik aşkın dilsiz aşıklarıydık yol boyu. Hedef tahtası olduk çingenelere. Şaire denek ettik poetik ruhumuzu. Türkü bilmezdim ben. Ülküm uymazdı sana. Bir de ruhum vardı tabii. Sapıtana kadar yürür bu aşk içimizden biri. O da ben olmalıyım sanırım ama, Seninle hiç türkü çığırmışlığımız yokmuş bizim.
17
İsimsiz, Sonsuz Hasan Sarıçam
Hayatımın eksantiriği Aşkımın sembolü Gözlerimin farı İnan bana sevgilim Sana bu sözleri söylerken Kalbim 8 Watt 250 Volt vermiş Cadillac motoru gibi atıyordu Oysa şimdi Rampaya çıkan arabanın Su kaynatmış radyatöründen farksızım Peugeot’ya benzeyen dişlerin Şarj dinamosunun kablolarına benzeyen saçların Gözlerimin önünden gitmiyor Bir gün evinizin önünden geçiyordum Yeni çıkmış Mercedes’in hırıltısına benzer güzel sesinle Şarkı söylüyordun Senin o güzel sesin Kalbimin aküsüne şarj etti Sevmeden sevilmek varsa Durdurun dünyayı inecek var
18
LİSTELER Dınleme Lıstesı
O
k u m a
Listesı
İ
z l e m e
Lıstesı
Nat King Cole – Unforgettable Chuck Berry – Maybellene Wings – Silly Love Songs S u p e r t r a m p – S c h o o l
Oriana Fallaci – Doğmamış Çocuğa Mektup Mitch Albom – Tuesdays with Morrie M i c h e a l E n d e – M o m o L a o Tz u – Ta o Te C h i n g
Robert Frank – Pull My Daisy Fre dr ik B on d – Ch ar lie Count r y man R o m a n Po l a n s k i – R o s e m a r y ’s B a b y Ta ke h iko S h in jo – Your Lie in Apr il
19
All art is quite useless. -Oscar Wilde