Müjde::.5
“Size söyleyeceklerimiz var!”
Müjde Fanzin Bahar 2018. Sayı 5. Editör/Tasarım: Can Barlas zeynep coşansu might Yazarlar: Can Barlas Can Gülertan Hayriye Solak Hakan Yılmaz Erkan Batıgün zeynep coşansu Muhammet Baran Aslan Hüseyin Bilgehan Güven Görseller: Afşar (sf. 14) Can Barlas (sf. 11, 17) Dilara Yavuz (sf. 13) might (sf. 4, 9, 19) Bize ulaşın: mujdefanzin@gmail.com Instagram/ @mujdefanzin
2
Önsöz
Can Barlas
Kutlayalım, çünkü Müjde Fanzin 1. yaşına girdi! Tam 1 sene önce
çıkardığımız ilk sayımızdan bu yana çok yol kat ettik, çok şey öğrendik. Emin olun, çok sayıda yeni arkadaş edindik ve bizimle duygu ve düşüncelerini paylaşan çok fazla insan olduğunu gördük. Hiç tahmin edemezdim, hiç beklemediğim insanların içinde söylenmeyi bekleyen binlerce düşünce varmış...
Bu yola 1 sene önce çıktığımızdan beri Müjde Fanzin olarak toplamda
4 sayıda 16 yazar ve 6 sanatçı ile çalıştık ve şimdi bu elinizde tuttuğunuz 5. Sayımız’da da yeni yeni isimler ile çok daha farklı düşüncelere dalıyoruz.
İlk kez Müjde Fanzin’e başladığımızdan beri bir hedefimiz var ve
hala o hedef doğrultusunda yılmadan, yalnızca kendimizi geliştirerek devam ediyoruz. Amacımız belli, Türkiye’de herkese edebiyatın ölmediğini, yalnızca alışılagelmiş isimlerin değil, aynı zamanda gündelik Türk insanının içinde de ne tür kabiliyetler bulundurduğunu gösteriyoruz.
İlk başladığımız günden bu yana Müjde Fanzin İstanbul merkezli bir
yayın olsa bile yavaş yavaş dost fanzinlerin yardımlaşmasıyla ve okurlarımızın yardımlarıyla Türkiye geneli dağıtıma geçmekle kalmadık, 7 şehirde dağıtımımızı yaptık, aynı zamanda New York’a bile Müjde Fanzin’i ulaştırdık! Fanzinimizi
aynı zamanda online yayımlayarak fanzin erişimimizi herkese açtık. Fanzinimiz dağıtımla da kalmadı, ICAF 2018’de açılan standımız ile yepyeni okurlara ulaşma fırsatı yakaladı.
Kısacası çok dolu bir sene geçirdik ve daha yeni yeni ısınıyoruz. Müjde
Fanzin’i çıkartabiliyor olmanın heyecanı daha yeni yeni iliklerimize işliyor, o
yüzden daha da dolu bir sene bizi bekliyor! Umarım ki, gelecek sayfalarımızı her zaman keyifle okursunuz.
3
Anlamsızlıklar
Muhammet Baran Aslan Zordur anlatmak.
Kırmadan, yıpratmadan, kırılmadan. Kumlar takılırken saç diplerime. Ayın şavkı kaçıyor insandan. Çünkü insan. Bazen.
En kuytu köşesi olur dünyanın.
Bileklere değil ağızlara vurulmalı kelepçeler. Kafatasımın gıcırtısı ta uzaklardan,
Yüreğimin acısı dağdan taştan gelir. Yıkılır insan sözcükler arasında. Savrulur, sarsılır...
Meyleder mehtaba.
Yine sükut yetmez nadana. İşte asıl ihanet bu ya.
Kükreyen fareler gibi insanlar. Ve kalplerin çeperleri yırtık.
Çamurlu maziler gözlerimizde. Hayat üçgenin her köşesinde
Birer kurşundur boğazlarda kaynayan.
4
Yara
Hayriye Solak
Her sabah saat sekizde yalnız uyuduğu yatağından kalkıp kirli mavi
gömleğini geçiriyor üstüne. Bir de eski, solmuş bir gri kumaş pantolon. Evde başka hiçbir şeyi yokmuş gibi değil. Evde başka hiçbir şeyinin olmadığını
bilmenin ağırlığı ile... Yani mavi gömlek ve bir kumaş pantolondan çok daha
fazla ağırlık üzerinde. Elini yüzünü yıkıyor, eski kokulu sabun. Çok aralıklı da
olsa hem banyo yaptığı, hem saçlarını yıkadığı tek bir beyaz sabun. Başkalarının hayatında çeşit çeşit sabunlar olduğunun farkında mıydı? Ellerine ya da saçlarına başkaları gibi farklı davranmamasının nedeni ellerinin derin yarıkları, saçlarının beyazlığı mıydı? Yoksa ekmeğine katık edecek yiyeceği bile seçemiyor olması mıydı?
Hayatında tüm eksikleri mübah kılan şeye uyanırdı her sabah,
yalnızlığına... Yalnızlıktı onun tek arkadaşı, yıllardır ortağı. Hayatında kimse
olmadığından eksiği yok yaşlı adamın. Yemeği azmış ya da yokmuş. Herhangi bir şeyi olmuş ya da olmamış, kimsesi olmayan adamın neyi eksik olabilirdi ki?
Her sabah kalkar sekizde. Aynı kıyafetlerle ve yıllardır giydiği aynı ayakkabılarla
yürür doğruca sahile. Bir memur gibidir. Yaşlı adam, o adımlar, yerden bir türlü
kaldıramadığı o bakışları. Kimse sormaz kimsin diye, zaten bu aynılık, bu suçluluk duygusu kimse hiçbir şey sormasın diyedir. Her şeyi ölesiye aynıdır ve varlığı
öyle çekinmektedir ki bilinmekten. Sahile vardığında bile iyice kıyıya varmadan kaldırmaz bakışlarını. Aradan, yani denizle arasından kimsenin geçemeyeceği
mesafeye ulaşınca kıyıdan minik kulaçlarla açılan bir çocuk gibi uzaklaşmaya
başlar masmavi gözleri. Ardında bırakmak istediği her şey ve herkes ardındadır. Artık rahattır, nefes almaktadır. Ta ki...
“Merhaba amca! Su almak ister misin?” diyen ses ardında mıhlanıncaya
kadar. Bu ona mı diye tereddüt ediyor önce. Arkama bakmazsam gider diye düşünüyor, ama yok. Çocuk bu sefer bisikletin zilini çalıyor. Saat kurar gibi bir
5
ses. Tırt gırt yapıyor tuhaf tuhaf. Çınlamıyor, zil gibi değil saçma diyor yaşlı adam. Çocuk artık pedallara bassa uzaklaşsa diye geçiriyor içinden. Çocuğun
ısrarlı olduğunun ayırdına varınca tırt gırt yapan zilin tuhaflığından ayılıyor
yaşlı adam. Dalgınlıkla dönüp arkasına bakıyor ve aynı anda bin pişman oluyor birden. Bu görüntü, kimsesiz çimenler, ağaçlar, parka çökmüş miskinlik, tepedeki
yakıcı güneş, bu sıkıntılı hava... Bu yorgun çocuk, çocuğun bakışları, bu acıma duygusu... Tüm bunlar, bu pişmanlık hissini yaratan an. Bu neyin başlangıcıydı?
“Yok almak istemem” diyor yaşlı adam. “Amca al bir tane, hadi lütfen! Senden
başka kimse yok sahilde, sen de almazsan...”. “Almayacağım!” diyor tekrar yaşlı adam ve deviriyor mavi gözlerini bu sefer parktaki banktan yana. Ağır iki
adımla çocuğun yanından geçip oturuyor banka, çocuk da yaşlı adamın yanına. Artık aradan biri geçebilir diye denize bakmıyor, kucağına düşen yorgun, yaşlı avuçlarında gözleri. Sol avucundaki derin yarayı yokluyor boydan boya. Bu derin
kesik, her baktığında olduğu gibi, geçmişe götürüyor onu yine. Belki de her gün ve yine bu sahilde, bu parkta.
Yaşlı adam artık kayıtsız, şimdide mi geçmişte mi, gözleri ellerinde. Her
şey birbirine karışmış... Martıların çığlıkları dalgalara, miskin çimenler gölgelere,
boğucu sıcak kötü anılara, zaman duruyor mu, geçiyor mu? Yaşlı adam genç mi, geçmişte mi yoksa yorgun ve şimdide mi?
Çocuk ısrarlı. “Amca ilerideki bank var ya! O adam...” diyor. Duruyor
sonra. Donuyor çocuğun bakışları. Sanki çocuk da uzakta derin bir yaraya
bakıyor. Sonra devam ediyor, “eğer sen su almazsan, işte o adam...” diyor ve susuyor. Sessizliği paylaşıyorlar bir süre. Çocuk uzaktaki adamın ayağa kalktığını görünce birden bağırmaya başlıyor yaşlı adama “Paramı ver!” diye. Yaşlı adam
şaşkın izliyor. Çocuk ver paramı diyerek çekiştirmeye başlıyor adamın eski, soluk mavi gömleğini. Uzaktaki adamın adımları sıklaşıyor. Birbiri ardına koca
adımlarla çocuğun çekiştirdiği adamın dibinde bitiveriyor. Adam tuhaf bir
biçimde kendinden emin “ver çocuğun parasını” diyor, kaldırıyor yaşlı adamı ayağa. Yaşlı adam yere indirdiği bakışlarıyla yanıtlıyor aslında, bir cevap veriyor
6
ama onlar bunu işitmiyor, anlamıyor. Adam aslında “hayır” diyor dinginlikle, kargaşaya ortak olmayarak. Çocuk çekiştirmeye devam ederken adam da bu
sefer itiyor yaşlı adamı. Yaşlı adam daha da şaşkın ve ne yapacağını bilemeyerek
sanki bir filmi izler gibi... Her şeye şahit ellerine düşüyor gözleri... Yorgun
elleriyle tutuyor gömleğini çekiştiren çocuğun ellerini. Elleri yine çatlaklarla dolu ama bir tuhaflık var. Elleri yaşlı değil. Sol avucunu açıyor bu sefer. O
koskoca derin yara yok! Mavi gözleri avucundaki yarayı ararken onu göğsünden
yine itiyor adam, arkasına geçip boğazına geçiriveriyor kolunu, sıkıştırıyor. Çocuk telaşlı, “vermedi baba paramı” diyor. O baba diyince irkiliyor, bir inilti dökülüyor eksik dişlerinin arasından. Nefes almaya çalışırken neden avucunda yara izi olmadığını düşünüyor. Ellerini arkasına doluyor, bir şey arıyor kendini kurtaracak, kurtulacak. Kaybolan yaranın olduğu eli bıçak gibi soğuk bir şeyle
karşılaşıyor havada. Sonra hatırlıyor yarayı ve her şeyi... Tüm zamanlar birbirine geçmiş. Yaşlı adam bir daha asla hatırlamak istemediği bir şeye karışıyor.
Kimse ne olduğunu anlayamadan parktaki zabıta biniyor yaşlı adamın
ensesine, kıpırdama diye bağırıyor. Yaşlı adam zaten hiç istemiyor kıpırdamak, hatta yıllarca belki de. Yaşlı adamın başında birkaç insan en meraklısından, zabıta, su satan bir çocuk ve uzun süre gelmelerini bekledikleri iki polis. Birinin
elinde kelepçe. Bir an kendini görüyor yaşlı adam kelepçenin soğuk yüzeyinde. Yalnızca bir an, kısacık bir aralıkta. Ona zamanı hatırlatan kelepçe. Yaşlı adam
gençti o zaman. Kelepçenin yüzeyinde kendi suretini gördüğü anı anımsıyor. Asla hatırına getirmek istemediği o anda henüz oluşmamıştı kırışıklıkları, bir başlangıçtı her günü aynı ve yapayalnız geçecek olan hayatı için.
Yaşlı adam ardında bırakmak istediği her şey ardındayken, denizi
izlerken, mavi gözleri kulaç kulaç sahilden uzaklaşmaktayken, ısrarlı bir bakış ve
su ister misin diyen bir sesle yine geri dönmüştü gençliğine. Her şeyi hatırlatan, geçmişte her şeyi değiştiren o bakış, o acıma duygusu...
7
turuncu
Zeynep Coşansu pencere, akşam olmuş yatağımda uyuyamadığım için yere serdiğim örtülerden kafamı kaldıramıyorum; boynum yukarı bakmaya çalıştığım için acıyor başım ağrıyor,
yarısı dolu su şişesi,
çenemden akıp göğsüme damlayan su damlası
yerde çok fazla boş kase ve soğumuş kahveyle dolu kupa var, sanırım onları kaldırmalıyım
tek görebildiğim şey pencereden sızan koyu mavi akşam havası. dışarıda bulut yok, tavandaki gölgeleri izliyorum
karşıdaki apartmanın en üst katında turuncu bir ışık yanıyor, soğuk renklere bulanmış evreminde tek sıcaklık bu turuncu
kalan her şey koyu mavi koyu mavi
doğru, akşam olmuştu devrik camdan trafiğin sesi süzülüyor ve çok yalnız hisssediyorum
8
nefes alamıyorum tavandaki gölgeler yanaklarım hala kurumamış, gözlerim hala acıyor
ilaç kutusunu almak istiyorum ama içi boş olabilir boşluk neden her zaman bir boşlukla ilgili düşünüyorum? boşluk
kavramının fıtratı “boş” olmak, neden onu sonu bitmeyen cümlelerle
doldurmaya çabalıyorum? doldurabilirsem de boşluk-luğu kalır mı zaten?
böyle aptal sorularla kafamı meşgul ediyorum yine, uyusam iyi
olacak
ama uyusam da beynim meşguliyetlerine devam edecek, çarklar
dönecek, döner dönmesine, ama duygusal bir bilincin varlığı onların
arasına yağ olacak ve ezilecek, neydi o dize? evet, “makinalaşmak
istiyorum!” sadece düşünsem tamam da, hissedince işler biraz bozuluyor
ama boşluğu yenmişim gibi davranabilmenin tek yolu da
hissetmeye çalışmak; çok fazla zıtlık hoşuma gitmiyor, şu an loş olsa da gözlerimin acıması gibi hissettiriyor bu karşıtlıklar, başıma
9
ağrılar saplıyor yattığım yerden sivri gölgelerin kaçışmasını, yeni söndürdükleri
ışığı izliyorum
artık her şey karanlık ve soğuk,
zıtlığı sevmiş miydim az da olsa? gözüm turuncuyu arıyor
dışarıdan gelen sesler düşündüğümden yüksekmiş. içinde bulunduğum şey sonsuzluk mu, yoksa boşluk mu? ikisinin aynı şey olabileceğinden şüphelenmeye başladım
başımdaki ağırlık ve içinde dönenler bulanıklaşıyor “varolmanın
dayanılmaz hafifliği” aklıma geliyor,
hala hangi tarafa katıldığımı bulamadım; bizi kutsayan şey varlığın
hafifliği mi ağırlığı mı? evet, bir zıtlık daha(!!!) ama bu zıtlıkta kalbimdeki boşluk bedenimdeki ağırlığı dengeliyor sanırım karşıdaki ışık yeniden yandı cevaplarımı bulamayacağım gözlerim acıyor belki sola dönersem uyuyabilirim
10
11
10 Kocaman Bulut Can Gülertan
Havada asılı kaldım 10 kocaman bulut gibi Ufuktan sinsi bir umut yükseliyor Kendimi koyuyorum oraya Her şeyimi.
Ve öylece süzülürken gökyüzünde
Belki de bu çokluğun içindeki gövdem
Olduğum yerden sonsuza bakıldığında bir hiç oluyor İçimde büyüttüğüm duygular
Belki başka bir dünyayı dolduruyor sessiz sessiz
Usulca ve sakince yol çalışmaları yapıyor belki de Gülertan Belediyesi 10 kocaman buluttu gövdem
Bazıları kararmış bazıları pamuk beyazı Yağmur yağınca
Yerden yükseliyor 10 koskoca açelya
Güneş açıyor arkamdan tebessüm ediyor kuşlar Gelecek günler şimdi herkesin kendi ufkunda Şimdi sarf edecek iki kelimem var; Geleceğe şimdiden merhaba, Geçmişe eyvallah.
12
İyi ki Varsın Hakan Yılmaz
Karanlık gecemdeki yıldızımsın Yalnız değilim, biliyorum yanımdasın Hayattaki tek sırdaşımsın, arkadaşımsın İyi ki varsın ve iyi ki hayatımdasın Belki hiçbir şey bilmiyorum hayata dair Belki de hayat çok güzeldir kim bilir Belki ben biraz safım, biraz da cahil Ama anladım ki, hayat hata yapılarak öğrenilir Hayatın yolları dikenli biliyorum İster istemez bazılarına takılıyorum Canım da yanıyor evet, inkar etmiyorum Ama hayat bu işte, öğreniyorum Seni de çok üzdüm, özür diliyorum Kalbindeki yerimi biliyorum, mutluyum Üzerimdeki emeklerini unutmuyorum Sana sonsuz sevgi, saygı duyuyorum Her şey çok güzel olacak, söz veriyorum...
13
* To r r e s
14
Del
Pa i n e ,
Pa t a g o n i a ,
Chile
Güve Ercin Hikayesi Can Barlas
Bir varmış bir yokmuş Bir yerlerde bir zamanlar bir güve yaşarmış Bu güvenin adı Ercinmiş Bu güve kuşlara özenirmiş Özellikle de güvercinleri çok kıskanırmış Hayatı boyunca hep bir kuş olmak istemiş Kuş olmak istemiş Ercin çünkü o, Kuşların daha iyi uçtuğuna inanıyormuş Kuşlar her konuda daha iyiymiş güvelerden Özellikle de güvercinler, Kuşların arasında en kabiliyetlileriymiş Diğer güveler Ercin’in neden güvercinlere özendiğini anlamıyorlarmış Sonuçta güveler de kuşlar gibi uçabiliyorlar, Daha ne isteyebilirmiş ki Ercin? Ama hayır, Ercin hep daha iyisini istermiş, Ona güve olmak yetmez! Fakat bir fark etse ne kadar çok insanın Ercin’i gıpta ettiğini! Sonuçta Ercin uçabiliyormuş Ve çoğu insanın en büyük isteğidir uçmak Ama ercin bunu fark etmemiş Ercin kendi sahip olduğu yetenekleri görmüyormuş O hep kendinden daha iyileri görüyormuş Ercin bir gün güvercinleri kıskançlıkla seyrederken, Bir güvercin çıkmış karşısına Bu güvercin çok kuvvetli ve bütün güvercinlerin en güzeliymiş Bu güvercin, Ercin’e nasıl güvercin olunacağını öğretecekmiş Ercin tabiki bu fırsatı kaçırmamış ve hemen atlamış “Ben varım!
15
Ne yapmam gerek söyle bana bay güvercin!” Bay güvercin ona çok karmaşık talimatlar vermiş Demiş ki ona, Eğer tırmanırsan en yüksek dağa, Bulursun güvercin olmanın sırlarını Ercin, çok kararlı, hemen yola koyulmuş Binbir farklı yoldan geçmiş, Binbir farklı hayvanla karşılaşmış En sonunda dağın tepesine ulaşmış Bakmış etrafına, Burada bir şey yok “O güvercin beni kandırdı sadece!” Ercin dönmüş evine, Bay güvercin’i bulmaya Sinirlenmiş, “Sen beni kandırdın, O dağın tepesi bomboştu!” Bay güvercin sakince cevap vermiş: “O dağın tepesine sadece gerçek bir güvercin tırmanabilirdi Ve sen bu dağa tırmanmayı başardın, Öyleyse sen gerçek bir güvercinsin!” Bizim güve şaşırmış, Evet o dağı hiçbir güve tırmanamazmış Sadece bir güvercin kadar kuvvetli bir hayvan çıkabilirmiş Ercin, bay güvercine teşekkür etmiş Tam ayrılacakken bir şeyi fark etmiş: O aslında bir güvercin değilmiş, Hiçbir zaman olmamış, olmayacakmış O sadece inanmış bir güvercin olduğuna Öyleyse inanırsa o her şey olabilirmiş aslında Ve fark etmiş, Güve Ercin ilk defa mutluymuş
16
Eğer
Erkan Batıgün
Sevdiysen eğer ki gerçekten Bilirim seni Tuttuysan gönlünde beni eğer ki Ulaşılmaz Anlarım seni Rüyalarımdan tanırım Ve sümbüli kokundan Yaşarım izlerini silmeden Bilirim bazen bıraksam derim Eğer ki parçalanmasa yüreğin
17
Belirsiz İsim Tamlaması Hüseyin Bilgehan Güven Devam ediyor yaşam. Fotoğrafta kötü çıkmaktan Yazamamaktan korkuyorum. Birine sarılamayacak olmaktan Bir soğuk katliamda öleceğimden korkuyorum. Anlamayıp, öylece kalacak olmamdan korkuyorum. Derin korkuların, Dibine gittim ve gidiyorum, Ciğerim oksijenden çok kum doldu. Gözlemlerinden yaş değil kan akıyor Zaman dost gibi görünüp Kalleşçe vuruyor yanağıma Alevden sıcak bir kürek edasıyla Zorbalardan korkmuyorum Korkuyorsam ezilenden korkuyorum, Çünkü Her an Brütüs olabilirler. Boş vermek gerekmiyor Taşarcasına doluyken hayat.
18
LİSTELER Dınleme
Ringo Starr – Photograph
Lıstesı
Fa z ı l
O
k u m a
France Gall – L aisse tomber les fil les S a y
–
İ n s a n
İ n s a n
Odina – You L oved Me You Killed Me
Stefan Zweig – Geschiste Eines Untergangs F. Scott Fitzgerald – The Beautiful and Damned
Listesı
W illiam Burroughs – Naked Lunch
İ
K e i i c h i S i g s a w a - K i n o N o Ta b i
z l e m e
Lıstesı
Ta r ık
B u ğ r a
–
Ya l n ı z l a r
D a n G i l r o y – Ve l v e t B u z z s a w J o n A v n e t – Fr i e d G r e e n To m a t o e s S o n e r Ya l ç ı n – M e n e k ş e d e n Ö n c e
19
“Life is what happens to you while you’re busy making other plans.” –John Lennon