Müjde Fanzin Sayı 3

Page 1

Müjde:.3

“Size söyleyeceklerimiz var!”


Müjde Fanzin Güz 2018. Sayı 3. Editör/Tasarım: Can Barlas zeynep coşansu Yazarlar: might Yağmur Can Barlas Osman Duru Burak Sander Tolga Gökçen zeynep coşansu Hüseyin Bilgehan Güven Görseller: Afşar (sf. 19) Görkem (sf. 18) might (sf. 6, 23) Dilara Yavuz (sf. 5, 17) Can Barlas (sf. 3, 7, 8, 12) Bize ulaşın, yazılarınızı atın, yayımlayalım mujdefanzin@gmail.com Instagram/ @mujdefanzin

2


Önsöz

Can Barlas John Lennon öldürüldü ve geri gelmeyecek. Bazı şeyler vardır hayatta, ne yaparsan yap onları değiştiremezsin. Geçmiş olmuş bitmiştir, gelecek daha gelmemiştir, belki de hiç gelemeyecektir. Ne yaparsam yapayım onları değiştiremem. Ben bir erkek doğmuşumdur ve anneannem ölmüştür. Hayat adil değildir, üniversite okumayanlar artık iş bulamaz, yaş 70 ve çalışmak zorundasınızdır. Bazen çaresiz hissetmek kaçınılmazdır. Ne olursa olsun bu hayatta, önemli olan ileri gidebilmektir. Bir anlam katabilmektir, sadece sürüklenmeden ibaret hayatımıza. İçinde bulunduğumuz ortamı değiştiremeyiz belki ama bakış açımızı değiştirebiliriz. Biz, bu fanzini hazırlarken bir idealle atıldık. İdealimiz halen aynı ve onun uğrunda çalışmaya devam ediyoruz. Yılmıyoruz. Bu fanzini okuyan herkes farklı bir bakış açısına sahip olabilsin diye uğraşıyoruz. Geçmişi değiştiremeyiz ama ondan ders çıkartabiliriz. John Lennon öldürüldü ve geri gelmeyecek Ama aynı hataları yapmamayı öğrenebiliriz.

3


Notlar Bölüm 1 Burak Sander

İki tane balığım vardı bir zamanlar. Her başarısızlığım gibi, onların da üzerine sifonu çektim. Aynaya baktığımda boynumdaki yaranın hala geçmediğini fark ettim. Bir hafta önce, gecenin sarhoş zamanında bir grup evsizden dayak yemiştim. İçlerinde bir tanesi vardı, bir kolu eksikti. Olan kolunu da kullanmayı iyi biliyordu. Özellikle elinde annesinin 2 gün önce elma soyduğu bıçak varsa.

Duştan çıkan Şans, yaraya baktığımı fark etti. “Pansumana ihtiyacın var gibi duruyor.” “Hala ölmediysem gerek yoktur.”

Daha önce ölmek ya da ölmemek arasında seçim yapmam gereken zamanlar olmuştu. Ama akşamdan kalma bir evsiz bu seçimi yapmama sebep olursa annesinin meyve bıçağını onun götüne sokarım. Yemekte makarna ve bira vardı. Şans yanıma taşındığından beri başka bir şey yememiştik. Bense annemin evinden ayrıldığımdan beri mutfağa girmemiştim. Keyfimiz yerinde olduğu zaman çok konuşurduk. Sanırım o yüzden az konuşuyoruz. zayıf.”

“Su kesildi.” ağzını bıçak açmıştı. “Çok uzun süre suyu açık bırakma demiştim sana. Borular çok

Yemekten sonra kavga ettik.

“Tamirci için paramız kalmadı.” “Eşyalarını topla, yemekten sonra taşınıyoruz.”

Bir süre sonra bavulu ve arabayla uzaklaştı. Nereye gittiğini biliyordum ama yola çıkmam için apartmandaki polislerin gitmesini

4


beklemem gerekiyordu. Zira boynumdaki yarayı görmelerini hiç istemezdim. Hayatıma Şans’ın girmesi polislerin gözünde karanlık geçmişimi unutturamamıştı. Apartmanda çok uzun duracaklarını sanmıyordum. Aptal bir koca yeni aldığı elektrikli testereyi çalıştırmaya uğraşırken karısının kafasını paramparça etmişti. İzmir’e giden ilk otobüse bindim. Dedesinin evinde içki içerken bulacaktım onu. Bir yıldır beraber yaşıyorduk. Onu ilk gördüğümde Taksim’de karanlık bir barda erkeklerin ona bakan gözlerinden zevk alarak içki içiyordu. O benim için hayatında hiç kuş görmemiş bir adamın kafasına sıçan talih kuşuydu. Bunu ona hiç söyleyemedim. Zaten tanıdığım herkesi isteyip de söyleyemediklerim yüzünden kaybettim. İzmir’de bir bara oturdum. Zamanında bir kız, sonu Hint Okyanusu’na varan bir yokuşta bana “Kendin olmaya devam et.” demişti. O kıza kadeh kaldırdım ve kendim olmaya gittim. Eve gittiğimde sevişmeyi planlıyordum. Onun yerine son vapur sessizliği karşıladı beni. Şans’ın odasına girdiğimde uyuduğunu gördüm. Sigarasını söndürmemişti. Bavulu dağınıktı. Sigarasını söndürdüm. Ucunda rujunun izi vardı. Cebime attım izmariti. Kendim olmaya çalıştım. Öptüm. Uyanmadı.

5


Sayın Tanrı Tolga Gökçen

Kafatasımın içinde intihar eden insanlar var. Gözlerimin önüne serilmiş karanlığın bile kapatamadığı kan kırmızısı insanlar var. Şimdi anlıyor musun beni sayın Tanrı? Kontrol altında olan bedenimde, kontrolsüz davranışlarım var.

6


bazen

zeynep coşansu birçok konuda birçok sonuca ulaşmamın gerekli olmadığının farkında olmakla beraber ulaştığım birçoktan da çok sonucun yine de boşuna olmadığı kanısındayım. bu sonuca da neden ulaştığımı bilmiyorum, belki de bu düşünceler boşunadır. yine de, bu düşünce ipliklerinin sadece bana ait olmaması gerektiğine inanmaktayım. bu dünyada nefes almakta olan bir birey olarak bireyliğimi ve bireyselliğimi sorgulamak, kendimi defalarca suçlamak ama bencillikle vurularak bundan uzaklaşmak veya varoluşçuluğun ağır etkisini ne kadar olumlu ve masalsı kitap okursam okuyayım silememek bana normal gelirken sürdürdüm hayatımı ve ancak yeni yeni farkına varabildim herkesin bu kadar “üzgün” olmadığını. tırnak işareti kullanımım doğru kelimenin üzgün olmaması, ancak “hüzünlü”nün bile bu yaşam ağırlığını ve anlamsızlığını karşılayamaz olmasındandır. yaşamanın anlamını bulmaya gerçekten de uğraştım. bazen bulduğumu sanrıladım ve bazen nihilizmin derinliklerinde anlamsızlıkla kucaklaşarak ağla(yama)dım. anlamsızlığın insanı intihara sürüklediği doğrudur; bu boşlukta yaşanır ve yaşanmamasını sağlamak için yapılabilecekler oldukça kısıtlı görünür, hatta tektir. ama sorun şudur ki aslında tek değildir. çünkü bir tek bile değildir. boşlukla yaşamanın yolu yoktur ama boşlukla ve boşlukta ölmek, onunla yaşamaktan beterdir. ölmekten de vazgeçtiğimize göre ne yapılabilir? bu soru oldukça tartışılır; cevap yine hem tek, hem de hiçtir: bir şey yapılamaz. insan yaşamak zorundadır. insan hep mutlu veya hep mutsuz olmaktan kaçınmak zorundadır. insan kimya derslerinden anısı kalmış denklemleri denkleştirdiğinden daha da ustaca kendini denkleştirmek zorundadır. işte

7


böyle denkleştirilen ve ustaca katlar arasında saklanan kişilikler devam etme hakkını kazanır. kişilikler kaybolur ve sığlaşır, ancak sığlaşan sulara yeni güzellikler de katılır. güzel ve kötü aynı evi paylaşır, kirayı biz ödemek zorunda kalırız. zıtlıkları kabullenmekte yaşadığımız zorlukları okumayı öğrenirken yaşasaydık şimdi hepimiz özel eğitim merkezlerinde tıkılı kalırdık ve ben eskiden umduğum olguları bırakmayı başaramasaydım belki de hiç kaçamazdım. zıtlıkları kabullenme isteğimiz ve reddedişlerimiz aynı anda yaşanır ve ben ikiliklerden çok hoşlanırım. bir şeyi kontrol edemiyorsam bunun bir açıklaması olmasını istemek suç olmamalıdır. evet bazen her şey istenilenin tersi olur, insan yaşama amacını bulamaz, afrikada çocuklar (hala) açtır, hayvanların soyu (hala) tükenmektedir. evet insanlar hala işsizdir, çocuklar hala unutulmuştur, elimdeki kesik hala iyileşmemiştir. evet anneler hala kanserdir, aşklar hala karşılıksızdır ve bu yazı hala klişelerle yüklüdür.

evet, hayat hala anlamsızdır; ama anlamlı olması gerekmez de.

bunu yazan ben veya okuyan herhangi bir ruh akşam yelini hisseder, içlerine açıklanamaz bir huzur dolar ve bu huzur ev sahibi olan açıklanamaz korkunçlukları maskeler. evet bazen her şey istenilenin tersi olur, ama akşam yeli hala esebiliyor.

8


GadFly Can Barlas

I. Ben kimdim? Seni salak buluyordum orası kesin. Hepiniz sahteydiniz, terbiye edilmiş Terbiyeli insan dedim kendi kendime, Bilge insanlar arasında en çok götü kalkık, Ezberlediği bilgi dışında bir şey bilmeyen insandır Korkulmalıdır bilgili insandan, terbiyeli insandan Onlar seni yola sokabilir çünkü: O yolda kimsenin aklı yoktur Bilge dediğiniz kimse bilge değildir Hepsinin gözünün derinliklerinde o aynı korku vardır: Ölüm korkusu. Peki ben bir bilge miydim? Olamazdım Ama en azından sizin gibi sahte bilgelerden değildim

9


II. Özgürlük konuşulduğunda kaçardım eskiden, Şimdi fark ediyorum ki siz sadece özgürlük hakkında Oyalamak için konuşuyorsunuz Biz sizi dinlerken, gizlice terbiye ediyorsunuz Bir bakmışız biz de sizin gibi kendimizi bilge sanıyoruz Ama hepimiz bir diğerimizden daha salağız, korkak III. Sadece insanları kontrol etmek istiyordunuz, biliyorum Bir düzen istiyordunuz, savaşı teşvik eden Ve düzeninize karşı çıkanlar bile bu düzenin bir parçası olduğunun farkında değildi Siz gerçek bilgenin sizi ısırmasına izin vermediniz Ve yüzyıllardır, şimdi, kendi bildiğinizi yapıyorsunuz Kendinize kötülük ediyorsunuz, herkese

10


IV. Keşke o bilgeyi dinleseydiniz, o bilge kendine bilge demezdi Bu yüzden o gerçekti -sizin aksinizeSiz, düzeni yönetenler ve biz, koyunlarınız Hepimiz aynı yerdeydik Siz terbiyeyle bizi kontrol ediyordunuz Ama birileri de sizi terbiye etmişti Kimse o gerçek bilgeyi dinlemediği için ama Özgür değildi: Hepimiz terbiye edilmiştik V. Ben kimdim o zaman? Sizin gibi bir salak daha 8 milyar salaktan sadece birisi Ama ben salak olduğumu biliyordum, Siz kendinizi halen bilge sanıyordunuz Acıyorum.

11


12


On Altı Yıl Yağmur

Eğer o gün her şey daha farklı olsaydı, belki de bu gün, 16 yaşındaki kızı ve 45 yaşındaki eşiyle bu meşe masada yemek yiyen 47 yaşında, mutlu bir adam olacaktım.

eşyalara kaydı. Bir kaç aile fotoğrafı, eşime ait biblolar ve işte o mini minnacık ayakkabılar. O ayakkabılar da 16 yıl önce alınmıştı. O günü hala anımsayabiliyorum.

Ancak şu an, 16 yıl önce eşimle oturduğum aynı meşe masada tek başıma oturuyorum.

Bir kız...

Eşim hamileydi ve sonunda bebeğimizin cinsiyetini öğrenmiştik.

Bir kızımız olacaktı. Şu iki katlı evde, 16 yıldır hiçbir şey değişmedi belki de O kadar heyecanlıydık ki... ama hayat yok bu evde. Hastaneden çıktığımız gibi henüz Etrafa bakıyorum doğmamış bebeğimize bir şeyler ve gözüme almaya gittik. salonun köşesindeki piyano çarpıyor. Çok paramız yoktu, Siyah, ufak bir piyano, haliyle, çok güzel gözükebilir çoğu insana ama evli çiftlerin şaşırtıcı olmayan benim için sadece hüzün o 16 yıldır ekonomik sıkıntılarından çekiyorduk. dokunulmamış piyano. Her şeyi alamıyorduk gördüğümüz Eşim, ne severdi bu piyanoyu. ancak o ayakkabılar, İlk evlendiğimiz senelerde evimizi o pembe bebek ayakkabıları aldıktan sonra piyano almak istemişti. ikimizin de içinde tam olarak tanımlayamadığımız hisler Piyano çalmayı ona ablası öğretmişti doğurmuştu. ve ah, ne kadar severdi çalmayı. O ufak ayakkabıları almış evimize O piyano çalarken sanki bütün dünya yürürken mutluluğumuzun haddi dururdu. hesabı yoktu. Öyle bir tutku ve narinlikle gezerdi ki “Gerçek olamayacak kadar güzel...” elleri siyah beyaz tuşların üzerinde... demişti. Ve gerçek olamadı bu güzelliklerin On altı yıldır duymadığım o notalara hiçbiri... nasıl hasret kaldığımı anlatmaya yetmiyor kelimeler... Benim yüzümdendi tüm bunlar belki Gözlerim piyanonun üzerindeki de.

13


3 Kasım 2001 Cumartesi. koşarak sürücü koltuğuna geçip Haftanın yorgunluğu üzerimdeydi ve sürmeye başladım. eşimle beraber güzel bir gün geçirmeyi planlamıştım. Benzinimizin bitmek üzere olduğunu fark ettiğimde ise Belki de iki kişi geçireceğimiz son evden henüz çok az uzaklaşmıştık. cumartesi sabahı olacaktı o gün çünkü doktor bir kaç hafta içinde Çaresizdim. doğumun gerçekleşeceğini söylemişti. Eşim yanımda derin nefesler alıp Üç kişi olacaktık, verirken gözyaşları yanaklarından tam bir aile. süzülüyordu. Gün boyu oturup sohbet ettik, konuştuk daha önce sık bahsetmediğimiz konulardan uzun uzun. Piyano çalmıştı ben de dinlemiştim. Ve de doğacak kızımıza isim bulmuştuk o gün, son kararımızı vermiştik: Melodi. Melodi olacaktı kızımın ismi. Annesinin piyano çalış sesleriyle dünyaya gözlerini açmayı bekleyen bir bebeğe başka hangi isim bu kadar yakışabilirdi? Akşamüstü salonumuzda oturur karşılıklı çay içerken, eşimin birden sancıları başladı.

Arabayı kenara çekip dışarı çıktım. Tam tanıdığım bir taksicinin numarasını telefonumda tuşlayacakken yaklaşan bir taksi gördüm. Ellerimi kaldırıp o yönde sallamaya başladım. Taksi yavaşlayarak arabamızın arkasında durdu. Durumu izah edip en yakın hastaneye gitmemiz gerektiğini söyleyip eşimi taksiye bindirdim. Ona yardım etmek, acısını dindirmek istiyordum fakat elimden ufak avutmalar dışında bir şey gelmiyordu. Bıraksanız ben de onunla beraber ağlayacaktım.

Hastaneye vardığımızda genç taksici, durumu evden ilk çıktığımıza kıyasla Hiçbir şey almadan evden çıkıp çok daha kötü olan eşimi hastanenin arabaya bindik hiç vakit kaybetmeden, girişine kadar taşımama yardım etti. ancak bu bile zaman aldı çünkü eşim artık yürürken bile zorluk çekiyordu, Bizi gören bir kaç hemşire o basamakları inmesi dakikalarımızı durumu anlamış olacaklar ki almıştı. koşarak yanımıza geldiler. Onu yolcu koltuğuna yerleştirip olabildiğince hızlı ama sakin bir şekilde emniyet kemerini bağladıktan sonra

14

Durumu çok kötüydü. Onu daha önce o şekilde hiç görmemiştim. Onu bir sedyeye yatırıp bana bir şey


demeden uzaklaştılar. Peşlerinden gittim ancak bir odaya girdiklerinde kapının önünde beklemekten başka şansım yoktu. Bana günler gibi gelen bir sürenin ardından odadan orta yaşlı bir doktor çıkıp hastanın yakını olup olmadığımı sordu. Eşi olduğumu söylediğimde ise göbek bağının kızımızın boynuna dolandığını ve normal doğumla bebeği çıkaramayacaklarını anlatmaya başladı.

iki doktor oraya gidemeyeceğimi söyledi. İlerlemeye çalışıyordum. Yanına gitmeliydim yanında olmalıydım. İzin vermediler. Bağırıyordum ama beni tutmaya devam ediyorlardı. Ne kadar debelendiğimi bilmiyorum fakat sonunda yere çöktüm.

Hiçbir şey yapamıyordum. Beni yerden kaldırıp bir tür bekleme alanına götürürlerken hiçbir şey demedim. Direnmedim. Sezaryen yapılacağını söyledi ve odaya Beni bir koltuğa oturttular. geri girdi. Çaresizlik her yanımı sarmıştı. Bir süre oturduktan sonra Orada kalmıştım. volta atmaya başlamıştım. Sonra da bir duvarın yanına Donmuştum sanki. çökmüştüm. Zaman geçmiyordu. Kıpırdayamıyordum. Bağırmak istiyordum. Bir süre sonra kapı açıldı Ağlamak. ve sedyedeki eşim, yanında birkaç hemşire ve benimle Her şeyi durdurmak konuşan doktorla birlikte dışarı çıkıp veya hızlıca ilerlemeye başladı. geri almak. İsmini bağırıyordum arkasından. Her şeyin yoluna gireceğini Bir şeyler yapmak istiyordum. söylüyordum. Göz göze geldiğimizde Ama orada öylece durdum. bana ufak bir gülümseme gönderdi. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Arkalarından koşuyordum artık ve gözyaşlarımı tutamıyordum.

Elim kolum bağlı gibiydi. Sırtımı yasladığım soğuk duvarı parçalamak istiyordum.

Büyükçe bir kapıdan geçtiler ve arkamdan geldiğini fark etmediğim Tekrar ayağa kalktım.

15


Soluk ortamda volta atmaya devam ettim.

Belki kapıdan biri çıkar ve bir yanlışlık olduğunu söyler diye. Ama kimse çıkmadı. Her şeyin yolunda olacağını söyledim Kimseye haber vermedim. kendime. Hiçbir şey yapmadım. Bir taksi çevirip eve gittim. Her şey yolunda olacaktı, Ne yapacağımı bilmiyordum. olmak zorundaydı. Saat sabaha karşı dörttü ve her şey çok sessizdi. Ne kadar sürmüştü bilmiyorum, Saatler önce eşimin elinde tuttuğu çay konuştuğum doktor yanıma geldi. bardağı sehpada duruyordu. Yüzündeki ifadeden kötü bir şeyler olduğunu anlamalıydım. Ama içimdeki umut bunu görmeme bile izin vermemişti. Ne demişti eşim, ‘Gerçek olamayacak kadar güzel...’ gerçek olamamıştı işte hiçbir şey... Bebek kurtulamamıştı eşimi ise kan kaybından kaybetmişlerdi. Çok uğraşmışlardı, kalbi ilk durduğunda tekrar çalıştırmayı başarmış olsalar bile ikinci sefer başaramamışlardı. Orada öylece duruyordum. Doktor benden bir tepki bekliyor gibiydi. Ne dememi bekliyordu? Bunu hak etmiyorlardı. O küçük bebeğin ne suçu vardı da daha açamadan kapamıştı gözlerini hayata. Gitmişlerdi ama. Ölmüşlerdi işte. Doktor gitmişti ben ise hala orada duruyordum. Geceyi hastanede geçirdim.

16

Nasıl mümkün olabilirdi bu? Gerçek miydi? Oturup çay bardağına baktım. Kapının çalmasını bekliyordum. Çalmadı. Kimse gelmedi. Gözlerim eşimin büyük bir neşeyle piyanonun üzerine yerleştirdiği ayakkabılara kaydı. Hani giyecekti kızımız onu? Hani aile olacaktık? Hani güzeldi her şey? Hani iki kişi son hafta sonumuz olacaktı? Öyle oldu tabi. O günden sonra her cumartesi sabahına tek kişi kalktım, iki değildik ve üç hiç olamadık. O gün bir ilan verdim. O ayakkabıları satmak zorundaydım. Her gün onları göremezdim. Dayanamazdım. “Satılık: Bebek ayakkabıları, hiç kullanılmamış.”


Kimse ilana cevap vermedi. Akşamüstü, ilanı kaldırdım. Pişman olmuştum çünkü.

Mutsuzum. Ama yaşıyorum.

Kendimden nefret etmiştim bu yüzden.

Üzülürdüm.

Ve düşünüyorum, Eşimi ihanete uğratmış gibi hissettim. eğer benim yerimdeki o olsaydı, Nasıl düşünebilmiştim satmayı? hayatını mahvettiği için ona çok İnanılmazdı. sinirlenirdim.

Ertesi günlerden birinde kızımın ve eşimin cenazesini aynı anda kaldırdılar.

Ben biliyorum ki o da bana kızıyor. Üzülüyor. Hiç istemiyorum ama elimden bir şey gelmiyor.

O ufak narin bedenlerin toprakla buluşmaları için çok erkendi daha ama elimden bir şey gelmemişti. İnsanlar gelip baş sağlığı dilemişti. Hiçbir anlamı yoktu oysaki bunların.

On altı senemi böyle geçirdim. Hiçbir şey yapmadan, her gün işe gidip gelerek.

Hiçbirinin.

Yokluğu bana çok zor geldi ancak hayatımı böyle geçiremem.

Cenazenin, çiçeklerin, gelen insanların... Her şey gösteriş içindi. O kadar sinirlenmiştim ki erken çıkmıştım. Her şey o kadar öfkelendirmişti ki beni. Haftalarca kimseyle konuşmadım. Her gün mezarlarına gidip ağladım. Nefret ettim hayatımdan. Ve bitmesini istedim. Her şeyin sona ermesini. Ermedi.

Galiba deliriyorum.

Böyle olmamalı. O gün her şey daha farklı olsaydı, belki de bu gün, 16 yaşındaki kızı ve 45 yaşındaki eşiyle yaşayan 47 yaşında, mutlu bir adam olacaktım diyerek devam edemem. Ben 47 yaşında yalnız bir adamım. Evindeki piyanonun üzerinde bebek patikleri olan, yalnız bir adamım sadece...

Ve şu an buradayım. Şu meşe masada oturuyorum. On altı yıldır onsuzum, onlarsızım. Yalnızım.

17


uyanılmayan uyku dilekleri; 1 might

çünkü bütün gözyaşı ve baş ağrısı getirdi bana kendimi ben hala ne senden kaçıyorum ne de aranıyorum seni ölüm lavanta kokuyor ve deniz tadında bugün cildime kalitesiz kremlerin gibi dokunuyor ölüm, ölüm ki en kısa uyku kadifemsi kırık saçlarım sigaradan sararmış yapraklarım ağlamaktan şişen gözlerim ve kırışıklıklarım kalan zamane kahkahalarımdan ben ölümden korkarım bir yalan benimkisi ben sadece uyanmayacağım bir uyku istiyorum

18


*Puerto Natales, Chile

19


Armağan Osman Duru

Babamdan bana kalan iki mirastan birisi küçük ahşap ev, bir diğeri kahve kokan eski kitaplar. Sahaf olan babam ölmeden önce bir çok kitabını dağıtmıştı, bu yüzden evde yalnızca değerli gördüğü kitaplar bulunuyordu. Buna rağmen bu kitaplarla büyük bir kütüphane kurulabilirdi. Yine bir gün babamın kitaplarını incelerken Peyami Sefa, Namık Kemal, Ömer Seyfettin gibi üstatların kitapları dikkatimi çekmişti. Bu kitapları okudukça ufkum genişliyordu. Kitapların içinde kaybolmuşken gözüme eskilerden bir kitap çarptı, Ziya Gökalp’in 1923 yılında çıkardığı ve babamın kitaplığında ilk basımı bulunan “Altın Işık” kitabı. Kitabın ilk sayfasında bir not vardı, notta şunlar yazıyordu “Edip Usta’dan, kan kardeşine armağan” ve altında bir de adres bulunuyordu. Vakit kaybetmeden yazan adrese doğru hemen yola çıktım. İstanbul’a, adresin bulunduğu Soğukçesme Sokağı’na vardım. Çocukların oyunlar oynadığı, kıraathanesinde sohbetin koyu olduğu, hanımların kapı önlerinde dantel ördüğü, taklacı güvercinlerin uçuştuğu eskilerden bir sokak… Sokağın sonunda adresin yazılı olduğu küçücük bir ayakkabı tamircisi dükkanı, içeride sırtı dönük oturan bir ihtiyar… Hayırlı işler usta diyerek dükkana girdim, usta doğrularak, hoş geldin yeğenim dedi. Geç otur şöyle diyerek iskemleyi gösterdi ve yanında çalışan delikanlıya da iki çay koymasını söyledi. Beni tanıyormuş edasıyla, nerede kaldın yeğenim diye sordu. Şaşırdım beni nereden tanıyorsunuz diyerek cevap verdim. Elinde sımsıkı tuttuğun kitaptan tanıyorum deyince, demek hatırlıyorsunuz diye sözünü kestim. Başladım anlatmaya kitapta ismini gördüğümü, yazan adresten kendisini bulduğumu, babamın eski bir sahaf olduğunu anlatmaya devam ederken o da benim sözümü kesti ve dur yeğenim dur, ben de sana anlatayım baban benim çocukluk arkadaşım, ebedi dostum ve kan kardeşimdi. Demek babanın kitaplarından çıkan

20


yolun buraya kadar uzandı dedi. Ve bana babamla avlandığı ormanları, yaptıkları haylazlıkları, seyahat ettikleri yerleri kısacası tüm anıları anlatıyor bunun yanında bana öğütler veriyordu. Kendisine iki hafta boyunca her gün uğradım, her ziyaretimde koyu bir sohbete dalıyorduk. Edip Usta kitap gibi bir adamdı, insanın konuştukça dinleyesi geliyordu. Son ziyaretimde Edip Usta’yı pek iyi görmeyerek neyin var diye sordum ancak cevap alamadım, konuyu değiştirerek bana kitaplardan, hayattan bahsediyordu. Son konuşmamızdaki sözleri şunlar olmuştu: “Yapacağın işlerde asla pes etme, ümitsizliğe kapılma insan en derin sorun çukurlarından bile çıkabilir. Yeter ki en kötü çukura, yani ümitsizlik çukuruna düşme. İyilik yapmaktan geri durma. Sevmeyi bil, dokunmayı tenden ibaret sanma kalplere dokunabildiğinde gerçek aşkı tadacaksın.” diyerek bana sordu “Sen çok kitap okuyorsun, söyle bakalım dünyanın yedi harikası nedir?” Hemen, Ürdün’deki Petra Antik Kenti, Çin Seddi, Brezilya’daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Peru’daki Machu Picchu Antik Kenti, Meksika’daki Chichen Itza Piramidi, İtalya’nın Roma kentindeki Kolezyum ve Hindistan’daki Tac Mahal Anıt Mezarı’dır dedim. Edip Usta, değil yeğenim yanlış biliyorsun diyerek tebessüm etti ve şimdi burayı iyi dinle diyerek şunları söyledi: “Dünyanın yedi harikası şunlar: dokunmak, tutmak, görmek, işitmek, hissetmek, gülmek, en önemlisi de sevmek. Bunları aklından çıkarma yeğenim” dedi. Çok etkilenmiştim. Adeta Edip Usta beni eğitiyordu. Bir gün kendisini ziyaret etmeyerek boşladığım o küçük ayakkabı tamircisi dükkanına, ertesi gün vardığımda dükkan kapalı ve etrafta kimse yoktu. Tam bu sırada bir sesle irkildim “İyi adamdı”. Arkamdan yaklaşan Edip Usta’nın yanında çalışan delikanlıydı, gözleri dolmuş bir şekilde bana bir kitap uzattı, Cemal Süreyya’nın “Üvercinka” kitabı. Şaşırmıştım, kitabın kapağını çevirirken delikanlı’nın Usta’yı kaybettik demesiyle gözlerimden akan yaşlar kitabı ıslatmıştı. Kitabın ilk sayfasındaki notta şunlar yazılıydı: “Edip Usta’dan, yeğenine armağan” ve altı çizili bir not daha “Allahaısmarladık”

21


Bir Bölü İki Üzeri Eksi 1 Hüseyin Bilgehan Güven

Gözlerinin sadece bana bakarken Parladığını Fark etmedim mi sanıyorsun? Peki ya bitkin olmama rağmen Çiçekler açan tozpembe hayallerimde olduğunu Fark etmedin mi? Hadi onu da geçtim En azından şu şiirdeki seni Ve bir de uçurumun ucuna koşan beni Ölmeden önceki son cümlemin Öznesini, nesnesini ve yüklemini Bul. Avucumdan kayıp giden Kimselerin bulamadığı Kayıp yıllarımı Bul.

22


LİSTELER

~John Lennon’a~

Dınleme Lıstesı

O

k u m a

Listesı

İ

z l e m e

Lıstesı

P a u l M c C a r t n e y – H e r e To d a y George Harrison – All Those Years Ago Bob Dylan – Roll On John Elton John – Empty Garden

J o h n L e n n o n – I n H i s O w n Wr i t e C y nt h ia L e n n on – J ohn A l l e n G i n s b e r g – H o w l Padmasambhava – Bardo Thodol

Andre w S olt – Imagine: John L ennon S a m Ta y l o r - J o h n s o n – No w h e re B oy Richard L ester – A Hard Day ’s Night J u l i e Ta y m o r – A c r o s s T h e U n i v e r s e

23


“If the doors of perception were cleansed everything would appear to man as it is, Infinite.” –William Blake


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.