DERKENAR
DERKENAR Edebiyat, kültür ve sanat dergisi Ýki ayda bir çýkar
Yýl:1
Sayý:1
Ocak-Þubat 2004
Sahibi ve Yazý Ýþleri Müdürü Aynur Ulutaþ
Genel Yayýn Yönetmeni Seyfullah Aslan
Yayýn Danýþmanlarý Mehmet Çelik Mehmet Ali Baþaran
Yayýn Kurulu Emine Öte Abdullah Sami Serhat Bakýr Süheyl Ünlü
Düzelti Emine Öte
Sayfa Düzeni Mehmet Çelik
Yazýþma Adresi Merkez mah. Güngören cd. 4.sk No:48/13 B blok 34560 Baðcýlar - Ýstanbul
Ýletiþim Seyfullah Aslan 0536 511 99 02
Elektronik Posta derkenardergi@hotmail.com
Abonelik Bedeli Yýllýk (6 sayýlýk): 12.000.000 TL
Posta hesap çeki Seyfullah Aslan 160 32 41
Baský - Cilt Bayrak Matbaasý (0212) 638 42 03
Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Reklamlarýn sorumluluðu reklam verene aittir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz.
2
EDİTÖR'DEN Hayata dair notlarý paylaþabilmek ve önemsemeyip kenara düþtüðümüz notlarý hatýrlatmak adýna yayýn hayatýmýza baþlýyoruz. Köklü bir dil birikimi ve edebiyat geçmiþimiz olmasýna raðmen bir türlü öðrenemediðimiz hayatý dillendiren dilimizi, kültürümüzü ve edebiyatýmýzý saðlam temeller üzerinde yükseltip yozlaþmadan ve katliamdan kurtarmak için, geçmiþimizle de saðlam baðlar kurarak geleceðe yürümek için yola çýkýyoruz. Biliyoruz, daha yolun baþýndayýz ve dile, edebiyata "müþteri" olanlarýn sayýlý olduðunun farkýndayýz. Ama biz okuyucu olan herkese hitap ediyoruz. Ayrýca, okuyucunun sadece niceliðini deðil, niteliðini de artýrmayý hedef edindik ve bu yolda yayýnlarýmýzý ciddiyetle sürdüreceðiz. Bu ilk sayýmýzda, biraz da edebiyat anlayýþýmýzýn iþaretleri olsun diye çeþitli ipuçlarý içeren þiirler, yazýlar yayýnlýyoruz. Bu sayýnýn, bir manada önsözümüz niteliðini taþýdýðýný düþünüyoruz. Prof.Dr.Ýskender Pala ile yapýlmýþ bir söyleþiyi sayfalarýmýza taþýyoruz. Pala divan edebiyatý, þiir, Türk dili, edebiyat dünyasý hakkýnda önemli konulara deðiniyor. Semih Duyarlý'nýn Divan Edebiyatýndan Günümüze; Tarýk Kürtünlü'nün Dil, Kitap ve Okuyucu Üzerine Düþünceler ve Ali Karýnca'nýn Nesir, Nazým ve Ýlham Notlarý baþlýklý yazýlarý bu sayýmýzýn incelemeleri. Serhat Bakýr'ýn Emre Miyasoðlu'nun hikâye kitabý Olmaz Hayal hakkýnda yazdýðý yazý okunmaya deðer diðer bir yazý. Bu sayýmýzda Seyfullah Aslan'ýn Yol öyküsünü yayýnlýyoruz. Bu sayýnýn þairleri ise Atanur, Melik Külekçi, Seyfullah Fatih, Mustafa Günay, Mehmet Ali Baþaran, Özgün Feride Özgan ve Mustafa Ýlhan. Ayrýca Abdullah Sami'nin ve Mehmet Çelik’in denemelerini de sizlerle paylaþýyoruz. Çizgileriyle de Hakan Demirtaþ sayfalarýmýzda yerini alýyor. Sizi daha fazla yormadan sayfalarý çevirmeye davet ediyoruz. Daha iyi sayýlarda buluþmak umuduyla...
DERKENAR
Hakan DemirtaĹ&#x;
3
DERKENAR
Atanur
DUVARLAR açýldýðým yerden kapanýyorum çivilenmiþ ellerim vücuduma kalp çeperlerine attýðým çentiktir iç çekiþlerine saðýr tuðla bir çocuk gömdüm kaleme çýkamam harçlandým kireç yuttum aþk benim için içten atýlan çýðlýk içte dolanan çýkmaz soluma yüzeye çýkmasý yýllar süren inilti rahim üstünde rahim matruþka dünyanýn kenarýna gittim oturdum konuþamam beni duymazlar balçýklarý geç çok derindeyim hatýralar üstünden geçiyor sýða kapýlar çelik köprüler yýkýk gördüðüm her yüzde varlar kendi ýþýðýnda parla dururlar
4
DERKENAR
Melik Külekçi
DİLEKSİZ YAZA AĞIT Yazýk oldu o geçen yaza Solgun bir vapurun sýrtýnda Dalga dalga yayýlan ölüm haberleri Okyanuslarý aþarak geldiler yanýma Ben böyle olsun istemezdim Bütün yazlarýmý bir anda tüketip Ortasýnda kalmayý kara kýþýn Kimden öðrenmiþtim Sarýkamýþ hatýrýmda bir beyaz giysi Dedemden kalan son piþmanlýk belki Bir yaz geçerken Elini kolunu sallaya sallaya Nerden gelir böyle ölüm haberleri Yazýk oldu o geçen yaza Gemiler üþür Karada ya da kar yaðýnca, Bir kýzýn Düðüm düðüm olmuþ saçlarýna Miras kalýr aþk Titrek elleriyle Selpak satan çocuklarýn ceplerine Bir yazdan geriye
5
DERKENAR
Seyfullah Aslan
ÝSKENDER PALA ÝLE SÖYLEÞÝ Prof. Dr. Ýskender Pala ile Divan edebiyatý, þiirin geçmiþ ve bugünü, þairin vasýflarý, okumama alýþkanlýðýmýz, edebiyat dünyamýzýn ve Türk dilinin geleceði üzerine hoþ bir söyleþi yaptýk. Önemli konularý konuþunca da hayli uzun bir söyleþi çýktý ortaya. Her kelimesini bütünden bir parça gördüðümüz için olduðu gibi yayýnlýyoruz. SEYFULLAH ASLAN: Divan edebiyatýný sevdiren adam olarak tanýnýyorsunuz. Bu ifade ile ilgili neler söylemek istersiniz? ÝSKENDER PALA: Evet, bana böyle söylüyorlar: Divan þiirini sevdiren adam. Doðrusu ben Divan þiirini sevdirmek gibi bir gaye ile yola çýkmadým, hiçbir zaman! Divan þiirini tanýtmak için yola çýktým. Fakat, Divan þiirini tanýyan herkes seviyor. Onun için Divan þiirini tanýtmaktan kendimi yükümlü buluyorum. Tanýyan insanlar sevdiði için böyle bir lakap takmýþlar bana. Uzun zamandýr böyle söylenir. Ben hep bundan gurur duyuyorum. Yani, kaç kula nasip olur böyle bir þey. Allah bana lütfetti diyorum.
-Sizce, Divan edebiyatý Türk þiiri, genel anlamýyla Türk þiirinin neresinde duruyor? -Türk þiiri ta baþlangýcýndan itibaren elbette ki her dönemde kendini ifade etmiþ, her dönemde Türk'ün þiir, Türk milletinin ifade biçimi olmuþtur. Bunun için þu edebiyat milli edebiyat, bu edebiyat halktan uzaktýr, bu edebiyat yüksek zümreye aittir, bu edebiyat þudur budur diye onlarý tasnif etmenin bir anlamý yoktur. Bu tasnifler bilimsel çalýþmalarda kolaylýk olsun diye yapýlýr. Ýþte denir ki Ýslamiyet öncesi Türk edebiyatý, Halk edebiyatý, Tekke edebiyatý; Saz þiiri, Divan þiiri gibi isimlendirmeler bilimsel çalýþmalar içindir. Yoksa herhangi bir edebiyat sözü, hangi tarzda söylenmiþ olursa olsun o milletin aynasý
6
gibidir, onu yansýtýr. Bu bakýmdan bugünün edebiyatý ile Divan edebiyatý arasýnda, yahut da Orta Asya Türk edebiyatý ile Osmanlý edebiyatý arasýnda sadece bir çaðýn gereði ortaya çýkan deðiþiklikten söz edilebilir. Yoksa taþýdýðý ruh ve gen yapýsý itibariyle o, o milletin bizatihi kendisini ifade biçimidir. Bu bakýmdan Divan edebiyatýný iþte þu edebiyat daha iyi, bu edebiyat daha kötü gibi diðer baþka bir tür tasniflerle karþýlaþtýrmak yanlýþ olur. Söz gelimi Tanzimat edebiyatý ile Divan edebiyatýný, yahut da Fecr-i Âti edebiyatý ile Milli edebiyatý karþýlaþtýrmak ne kadar bilimsel kalýplarýn dýþýnda, insanlara bir þey kazandýrmayacak ise, bu da öyledir. Bilim adamlarý bu konuda karþýlaþtýrmalar yaparlar. Derler ki “toplum buradan buraya doðru geliyor. Bu geliþ içerisinde edebiyat da çehresini deðiþtiriyor.” Bunu sadece o çaðý anlamamýz için söz konusu edebiliriz. Aksi takdirde onu, bu edebiyatlarý suçlamak için söyleyemeyiz.
-Günümüzde, Divan edebiyatýnýn gücünü yakalayabilir diyebildiðiniz þair var mý? -Tabii var. Bence þu þu þairler bu güçtedir diye sayarak bir kýsým insanlara paye vermek, bir kýsmýný da gücendirmek istemem. Ama þiir, daha doðrusu edebiyat bir bütündür ve o toplumun ifade tarzýdýr ve bir arz-talep dengesidir. Siz nasýl bir toplum iseniz o topluma göre sözcü seçersiniz. Þairler o toplumun duygu planýndaki sözcüleridir. Þimdi bu toplumun ihtiyaçlarý, bu toplumun argüman-
DERKENAR larý yahut da ilgileri ne ise, bu toplumun þairi de onlarý dile getiren adam olacaktýr. Mesela savaþ döneminde olsaydýk kahramanlýk þiirlerini çok yazýyor olacaktýk. Ama þimdi hiç kimse kahramanlýk þiiri yazmýyor. Yazsaydý þair toplumun ihtiyacýný vermemiþ olurdu. Arztalep dengesi bozulurdu. Bunun gibi, her þiir kendi çaðýnda bir ihtiyacý karþýlar ve o çaðý dile getirir. Bu, hiçbir zaman þairlerimizin mutlak surette falanca çaðda daha büyük þairler yetiþmiþ, filanca çaðda daha büyük þairler yetiþmiþ diye onlarý tasnif etmemize kapý açmaz. Ancak bu tasnifi þöyle yapabiliriz; filanca çaðda medeniyet birikimimiz daha çok idi deriz. Yüksek kültür seviyesi içerisinde yetiþen þair, elbette ki daha aþaðýdaki kültür seviyesinde yetiþen þairden daha önde olacaktýr. Yahut da geniþ bir medeniyet birikimi ile þiir söyleyen þair, elbette ki sýð düþünceler içerisinde sýkýþýp kalmýþ þairden daha büyük bir þair olacaktýr.
-Ufku geniþ… -Evet, þairler arasýndaki büyüklük yahut da deðerlilik medeniyetin, kültürün büyüklüðü ve deðerliliði ile ölçülebilir. Yoksa bugün öyle þairler vardýr ki eðer 16.yy'da yaþasaydý Fuzûli olabilirdi, Bakî olabilirdi. Ama Fuzûli de bu çaðda yaþasaydý belki X bir þahýs olur kalýrdý.
-Baþta, her þiirin devrinde incelenmesi gerektiðine vurgu yaptýnýz. Ancak günümüz þiiri ile Divan þiirini karþýlaþtýrdýðýnýzda nasýl bir tablo görülüyor? -Þu bakýmdan karþýlaþtýrma yapabiliriz. Bir defa Divan þiiri soyut olaný ön plana koyar, soyut olaný anlatmak için somut olandan yararlanýr, örnekleri somut olan dünyadan seçer. Belki bugün Divan þiiri hakkýnda tenkit ettiðimiz noktalardan biri de odur. Ýkincisi; Divan þiirinin belli kurallarý vardýr, olmazsa olmazlarý vardýr. Bugünden faklýlýklarýný sayýyorum. Bugün bunlar yok. Bugün konular mutlaka þöyle olacak demiyoruz. Bugün illaki her þiirde þu vezin, þu kafiye, þu ölçü bulunacak gibi bir kaygýmýz yok. Divan þiirinin belirli prensipleri ve kurallarý vardý. O kurallarýn dýþýnda þairler þiir söyleyemezdiler. Þöyle düþünebiliriz; Divan þiirinin
belirli kurallarýnýn Divan þairlerinin elini kolunu baðlamýþ olmasý, onlarýn þahsîliklerini yani ferdî düþüncelerini, kiþisel hayallerini daha fazla ön plana çýkarmalarýna neden olmuþtur. Bugünkü þiirden farklý tarafý budur. Toplumsal bir þiir deðildir. Biçimsel olarak sadece bireyin düþüncelerini anlatýr. Bireyin de soyut yanýný anlatýr, somut yanýný anlatmaz. Þair, diyelim ki falanca aç kalmýþ çocuktan, filanca düþkün insandan yahut da falanca süvarinin yaþadýðý zorluklardan deðil ama, o insanlarýn duygularýndan bahseder. O insanlarýn acýlarýndan, sevinçlerinden, hüzünlerinden bahseder. Soyut olmasý bu bakýmdan önemlidir.
-Sizce iyi þiirin nitelikleri nelerdir? -Ýyi bir þiir, bir defa her þeyden önce insaný baþka bir iklime götürebilmeli. Ýyi bir þiir insana pencereler açabilmeli. Ýyi bir þiir bizi can evimizden vuracak þekilde etkilemeli. Ýyi bir þiir, bizim onu okuduðumuz ve anlamlandýrdýðýmýz biçimde, baþkasýnýn onu okumasýna ve anlamlandýrmasýna müsaade etmeli. Yani her okuyucuya farklý bir yüzünü göstermeli. Bir þiir bütün bu kadar özellikleri üzerinde bulundurabilir, bu çok zor deðil. Þiir benim mesleðim þiirin âlâsýný bilirim. Arapçasýný tanýrým. Hangi þairin ne zaman, nasýl söyleyeceðini üç aþaðý beþ yukarý
7
DERKENAR kestirebilirim. Bir þiirden sonra nasýl bir þiirin daha anlamlý durabileceðini anlayabilirim. Ýþte bunun için diyorum ki, þiirde gerçek olan okuyucudur. Bazý þairler ben kendim için yazarým der; doðru, þairler kendileri için yazarlar ama kendileri okumazlar onu, baþkalarý okur. O zaman þiir kendisi için yazýlsa bile baþkalarýnýn hizmetine verilmiþtir. Þiir þairin çocuðudur ama baþkasýna hizmet etmeye gider. Böyle düþünmek lazým. Ýyi bir þiir çok çeþitli yönlerden iyi bir hizmetkarlýðý en iyi yapan þiirdir. Yanýna gittiði insanýn bütün hizmetlerini görmelidir.
-Ýyi bir þiirin nasýl olmasý gerektiði üzerinde durdunuz. Pekala, o iyi þiiri ortaya çýkaracak iyi þair nasýl yetiþir? -Evet, çok düþünerek durdum bunun üzerinde; iyi bir þair nasýl yetiþir? Onun için bazý teoriler de geliþtirdim, onu anlatabilirim. Bugünün þairi eðer kalýcý þiirler yazmak istiyorsa, eðer 150 yýl sonra, 200 yýl sonra, 500 yýl sonra hâlâ þair olarak anýlmak istiyorsa yapmasý gereken þeyler vardýr. Bunlardan bi-rincisi; önce þair olmak isteyen bir insanýn þairâne bir ruh verilerek yaratýlmýþ olmasý lazýmdýr. Yaratýlýþýnda þairânelik olmayan bir insan istediði kadar þair olmak istesin; bir defa zorlama þair olunmaz, þair doðulur. Þair doðduktan sonra da "hadi gel sen þair doðdun, þiir yaz" denilemez. Ýkinci olarak þiir eðitimi lazýmdýr. Þiir eðitimi herhangi bir yerde þiir üzerine fakülte yahut da lise okumak demek deðildir. Þiir eðitimi þiiri okumaktýr. Pek çok þairin þiirini bilmektir.
-O þiirlerin içinde erimek…. -Doðru. Benim öngördüðüm þiir eðitimi þudur: bu günün þairi mesela Yunus Emre'yi, Bakî'yi ve Karacaoðlan'ý okumalýdýr. Satýr satýr, dize dize okumalýdýr. Onlarýn neden böyle söylediklerini, nasýl böyle söyleyebildiklerini, hangi þartlarýn onlara bunu söylettiðini, kendisi olsaydý nasýl söylemesi gerektiðini irdelemelidir. Yahut da Pir Sultan Abdal'ý, Fuzûli'yi, Þeyh Galip'i okumalýdýr; siz ismini deðiþtirin. Burada saydýðým þairler þudur: biri Tekke þairi, biri Divan þairi, biri de Saz þairidir.
8
Yani bugünün þairi kalýcý olmak istiyorsa arka plandaki þiir geleneðini hazmetmelidir. Divan þiiri, Tekke þiiri, Saz þiiri nasýl bir þiirdir; bunu öðrenmelidir. Ondan sonra kendi þiirini yazmalýdýr. Onlar gibi yazmamalýdýr. Hayýr, gazel yazmamalýdýr, koþma, ilahî yazmamalýdýr. Ama onlarý bilerek geleceðe yönelik þiirini oluþturmalýdýr. Yani þiirine ruh vermelidir. Þiirine ruh üflerse o zaman o þiir kalýcý olacaktýr. Þöyle düþünelim; bugün dünyada bir þiir sergisi açýlsa, her millete "siz, kendinizi ifade edecek iki tane þiir gönderin bize, bu sergide o iki þiirle yer alacaksýnýz" denilse; bütün milletler oraya þiirlerini gönderseler… Bütün dünya milletleri oraya iki þiir gönderirken acaba Türk milleti kendini ifade edecek iki þiir göndermek durumunda kalýrsa, bu iki þiir kimin þiirleri olurdu? Cevap aradýðýmýz zaman hiç kimse Nazým Hikmet'in yahut Necip Fazýl'ýn olurdu demez. Yunus'un þiiri olurdu, Fuzulî'nin þiiri olurdu; yahut da Galip'in, Karacaoðlan'ýn olurdu der. Bu kalýcýlýktýr. Bu 500 yýl, belki 1000 yýl, belki daha ileriki asýrlarda da yaþamaktýr. Bugünün þairi böyle þair olursa; þairâne bir yaratýlýþý var ise, þiir eðitimi almýþ ise o zaman þair olur. Þiir eðitimini kendi alýr, bir yerden okumaz.
-Günümüzde þiirde þekilden kaçýþ var. Bu durumu nasýl deðerlendiriyorsunuz? -Bu, çaðýmýzýn gereðidir. Tabii bir þeydir. Ama bu þairin iþini zorlaþtýrmaktadýr. Eðer bir þaire siz vezin ile kafiyeyi sunarsanýz, onun iþini kolaylaþtýrmýþ olursunuz. Çünkü söyleyeceklerini güzelleþtirmek için bir vezin, bir de kafiye vardýr. Bu, bir kuþun iki kanadý gibidir. Zaten onunla uçabilir. Manzume ortaya çýkabilir, þiir ortaya çýkabilir ama vezni ve kafiyeyi kaldýrdýðýnýz zaman þair, eðitim kýsmýný bir kenara koymuþ, sadece þairâne yaratýlýþýyla söylemeye baþlamýþ olur. Þiir eðitiminden istifade edebilecek konumu kalmaz. Sadece þairâneliðiyle; yani yüreðiyle, yüreðini kanatarak söylediði için bugünün bazý mýsralarý Divan þiirinden daha büyüktür. Çünkü, Divan þairi elindeki argümanlarla söyler. Ama bugünkü, o argümanlarýn dýþýnda, adeta sesinden parça keser gibi… -Bugünkü daha özgürdür belki de…
DERKENAR -Bugünün þairi daha özgür olmanýn acýsýný, daha fazla ona kendinden bir þeyler katarak çeker. Çünkü, serbest bir þiirde, yazdýðýnýz þiir üzüm salkýmý gibi de durabilir, çok güzel bir estetik tablo gibi de durabilir. Eðer onu tablo haline getirebilecekseniz renkleriniz olmalý. Kan rengi olmalý, acýnýn rengi olmalý, sevincin rengi olmalý orada. Eðer onu estetik bir tablo haline getirebilecekseniz çizgileriniz olmalý; yüreðinizde çizik çizik, baðrýnýzda ezik büzük. Onlarla ancak þair olunabilir. Onun için baþlarda da, bugünün þiiri ile Divan þiirini karþýlaþtýrdýðýmýz zaman görüyoruz ki, aslýnda çaðýmýzýn gereðini yerine getiren büyük þairlerimiz var. Gençlerden de büyük þairler yetiþiyor, ben umutluyum.
anlamý-yoruzdur. Þiir bir yabancý dilde eser gibidir. Ve biz þiirin karþýsýnda yabancý dili öðrenmeye çalýþan insanlar gibiyiz. Hepimiz bildiðimiz ölçüde þiire yaklaþabiliriz. Benim bugün acýlar içerisinde kývrandýðým bir anda okuduðum þiirle, se-vinçten uçtuðum bir günde okuduðum þiir farklýdýr, yahut da ayný þiiri bugün okumamla yarýn okumam arasýnda bir fark vardýr. Bugün okursam böyle anlarým, bu perspektiften görürüm. Yarýn okursam baþka türlü anlarým, baþka bir perspektiften görebilirim. Yarýn benim farklý bir yönüme hitap edecek ayný þiir, bugün çok daha deðiþik yönüme hitap eder. Onun için þiirde anlaþýlmak gibi bir kaygý söz konusu deðildir. O okuyucunun problemidir.
-"Divan þiiri anlaþýlmýyor, bize çok uzak" deni-yor. Bu konudaki görüþünüzü öðrenebilir miyiz? -Ben bu konuda sayýsýz soruya cevap verdim. Bu soruyu cevaplandýrmaktan da yoruldum desem yeridir. "Divan þiiri anlaþýlmýyor" demek Divan þiirini suçlamak gibidir. Halbuki soruyu þöyle sormak lazým; "Divan þiirini neden anlayamýyorum?" "Anlaþýlmýyor" dersek baþkalarýný suçlarýz. "Ben bunu neden anlamýyorum, bende bir eksiklik mi var?" dersek, o zaman kendimizdeki eksikliði görürüz, ona göre bu soruya yaklaþýrýz. Biz þimdi, Divan þairleri neden bu kadar yüksek þiirler söylemiþler diye onlarý suçluyoruz. Hayýr! Kendimize sormamýz lazým; "bu kadar güzel þeyler söylediler de adamlar, peki ben bunu neden anlayamýyorum?" Ýnsanlarýn kendilerine böyle sormalarý gerektiðine inanýyorum.
-Günümüz þiiri anlaþýlýyor mu? Anlaþýlýyorsa, anlaþýlýrlýk þiirin kalitesi için bir ölçü müdür? -Þiirde anlaþýlýrlýk da, anlaþýlmazlýk da ölçü olamaz. Þiir ruha hitap eder, þiir gönlün yeridir. Gönlün bir þeyi anlamaya deðil, hissetmeye ihtiyacý vardýr. Anlamak zihnin iþidir. Zihin nesirle düþünür. Halbuki gönül þiirle, kafiyeyle, uyakla, ahenkle, ritimle hisseder. Onun için, bir þiirin zihnen anlaþýlmasýndan öte, o þiirin bize kattýðý duygularý önemsemek lazým. Þiir anlaþýlmazsa o þiir suçlanamaz. Biz
-Günümüz þairlerinin Divan þiirinden et-kilendiðini düþünüyor musunuz? -Etkilenenler var tabii. Etkilenenlerin iyi þairler olduðunu da görüyoruz ayrýca. Mesela Attila Ýlhan, Hilmi Yavuz, Beþir Ayvazoðlu… Bu isim-
9
DERKENAR leri çoðaltmak mümkün. Bu isimlerin toplum içerisindeki yerlerine bakarak bile onlarýn gelenekten yararlanmanýn faydasýný nasýl gördüklerini anlamýþ oluruz. Onun için gelecek kuþaðýn þairlerinin de ayný yolu takip etmeleri gerektiðini pekiþtirebiliriz. Onun için söylüyorum, geleneði bilen bir þair iyi þair olabilir. Gelenekten kopuk bir þair, havada þeyler söyleyecektir. On yýl sonra unutulur, hiçbir þiiri hatýrlanmaz. Ama belirli düþünceleri özümsemiþ þair daha kalýcý þeyler söyleyecektir.
sokakta, hayat reklam panolarýnda, hayat sinemalarda ama, þiir buralardan uzak; sokakta þiir yok.
-Kültürünü verebilen olmak…
-Þiirin, edebiyatýn durumundan elbetteki okuyucu fazlasýyla etkileniyor ve bilindiði üzere, toplumumuz okumayý sevmiyor. Sizce bu kaliteli eser vermemekten mi kaynaklanýyor?
-Evet evet. Ýçine sindirebilen, genlerinde taþýdýðý o kýymetleri, o cevherleri þiirine sindirebilen.
-Þiir üzerine epeyce konuþtuk. Geçmiþi irdeledik, biraz da geleceðe baktýk. Bu noktadan hareketle, sizce yaþadýðýmýz þu devirde þiir için yapýlan çalýþmalarý yeterli buluyor musunuz? -Hayýr. Ben mesela þiir lisesi açýlmasýný çok lüzumlu görüyorum. Sadece þiir öðreten bir lise açýlmalý. Bu coðrafyada herkes þairdir. 17 yaþýna gelince hepimiz þiir yazarýz. Ama þiir okumak hiçbirimizin alýþkanlýðý deðildir. Onun için þiir kitaplarýnýn tirajlarý çok düþüktür. Ama eðer bir þiir lisesi açýlýrsa; o þiir lisesinde gerçekten þiir eðitimi verilip, þiir tanýtýlýp, þiir okunup, þiirle ilgili yeteneði olan insanlar geliþtirilecek olursa; o zaman bu iyi bir edebiyat lisesi olabilir. Birincisi budur. Ýkincisi, þiir adýna yapýlan ne vardýr? Hiçbir þey yoktur. Sadece þiir hepimizin vazgeçemediði bir öðedir, buna raðmen þiire hiçbir yatýrým yapmayýz. Mesela þiir geceleri düzenlemek bizde yaygýn deðildir. Gittikçe yaygýnlaþýyor ama yeterli deðil. Mesela þairleri sponsorlarýn korumalarý gibi herhangi bir gelenek bizde oluþmamýþtýr. Eskiden öyleydi. Mesela, þairler bir araya gelip bir etkinlik yaptýklarýnda yer yerinden oynamaz bu ülkede ama, eskiden oynardý. Bir de, þiiri reklam panolarýnda görmediðimiz müddetçe, TV reklamlarýnda þiirlerin yer aldýðýný görmediðimiz müddetçe þiire yeterli ilgiyi göstermiþ sayýlmayýz. Hayat böyle yönlendiriliyor, þiir bunun dýþýnda kalýyor. Hayat
10
-Bunun nedeni ne acaba? -Fazla maddeci bir toplum olmamýzdan. Eskiden biz bir gönül medeniyeti idik, gönlümüzle mutlu olurduk. Þimdi mutluluklarýmýzý paranýn peþinde koþturmakta, midemizin arkasýnda zannediyoruz.
-Doðru. Ben de aynen bu þekilde düþünüyorum. Çok iyi bir tespit sizinkisi. Ben Türkçe'nin korunmasý için de ayný þeyi düþünüyorum. Türk dilini korumanýn yolu, kelimelere pasaport vermek yahut da þunlar yasaklansýn, þunlar kullanýlsýn demek deðildir. Türk dilini korumanýn yolu, çocuklarýn ellerine bu dille yazýlmýþ güzel kitaplar vermektir. Þimdi ben gençlere hiç gücenmiyorum. Türk Edebiyatýnýn bugünkü durumu için kendi neslimi suçlu buluyorum. Anarþi döneminde yetiþmiþ nesli suçlu buluyorum. Bizim de zamanýmýzý öyle harcadýklarý için biz de belki bir nebze mazur görülebiliriz. Ama yine de suçluyuz. Neden? Çünkü gençler çeviri romanlar okumak zorunda kaldý. Gençler, çeviri televizyon dilini Türkçe diye öðrenmek zorunda býrakýldý. Halbuki bu ülkenin yazarlarý çok güzel eserler yazmýþ olsaydý, gençler de Türkçe'yi televizyondan deðil de, okuyacaklarý o kitaplardan öðrenmiþ olsalardý böyle olmayacaktý toplum; 350 kelimeyle konuþuyor olmayacaktýk. Daha da önemlisi, biz gençlere okuma alýþkanlýðýný bu yüzden veremedik. Gençlerin okuma alýþkanlýðý, bu dilde güzel eser yazýlamamasýndan dolayýdýr.
-Bu biraz da arz-talep meselesi deðil mi? Zira biraz önce söylediðiniz, "toplumda þiire, yazara yer ayrýlmýyor" ifadesinin uzantýsýnda yazarý küstüren bir durum ortaya çýkýyor herhalde. -Evet doðru. Ama buna raðmen, bir politika
DERKENAR olarak bile yazara, þaire yeterli deðeri bu ülke vermeliydi. Bu ülke onlara o deðeri vermediði için, onlar da bu ülkeye kitaplar veremediler. Tamam bu bir kýsýr döngü, iç içe geçmiþ vaziyette. Ama ne olursa olsun þairler, yazarlar ülkeden daha suçlu. Büyük yazarlar yetiþtirebilseydik, devam ettirebilseydik… Mesela, Cumhuriyetin ilk yýllarýna bakýn, ne kadar büyük yazarlar var. Ondan sonraki dönemde ayný bollukla, gürlükle gelmedi. Gelmeyince ister istemez, bir Barbar Katland'ýn eserlerini tercüme edip, Jack London'ýn eserlerini tercüme edip çocuklarýn önüne attýk. Hem de ucuz tercümelerle. O çevirmenin bildiði Türkçe'yi biz, Türk dili þaheseri gibi sunduk. Televizyonlara film getirdik, onlarý seslendiren adamlarýn dilini Türkçe diye sunduk. Türkçe bu hale gelince, Türkçe ile de güzel eser yazýlamaz oldu. Güzel eser yazmaya kalkýnca seni anlamadýlar. Anlamayan nesil seni okumamaya baþladý. Hepsi birbirinin içine girmiþ vaziyette. Ama bu düzeliyor. Ýyi yazarlarýmýz yetiþmeye baþladý. Artýk Türkçe'nin gücünü de hisseden yazarlar var. Bazý kafalar hâlâ hissetmese de Türkçe'nin eser verme dönemi baþlamýþtýr. Bundan sonrasý kolaydýr.
-Son olarak okuyucularýmýza neler söylemek istersiniz? -Çok okusunlar, çok okumazlarsa geleceðe hazýrlanmýþ olmayacaklar. Bir yabancý dili mutlaka bilsinler. Yabancý dille eðitim alsýnlar demiyorum. Bir yabancý dili öðrensinler. Eðer bundan onbeþ, yirmi yýl sonra bir yabancý dil bilmiyorlarsa, hele hele Ýngilizce'yi bilmiyorlarsa; gençlerimiz kendilerini eskimiþ, pörsümüþ, bir kenara itilmiþ hissedecekler. Yabancý dil bilen, çok okuyan ve kendi kültürüne sahip çýkan insanlar; iþte geleceðimizin insaný budur, dünya insaný budur. Geleceðimizin Türk insaný deðil, geleceðimizin dünya insaný mesleðinde baþarýlý, yabancý dil bilen, kendi kültürüne sahip olan kiþidir. Çünkü dünya küçülüyor ama farklýlýklar öne çýkýyor. Bu nedenle gençlerimiz kendilerini, ait olduklarý kültürün içinden öðelerle beslemeliler.
Necatî
GAZEL Çýkalý göklere âhum þereri döne döne Yandý kýndîl-i sipihrün ciðeri döne döne Ayaðý yir mi basar zülfüne ber-dâr olanun Zevk u þevk ile virür cân ü seri döne döne Þâm-ý zülfünle gönül Mýsrý harâb oldu diyu Sana iletdi kebûter haberi döne döne Sen durub raks idesin karþuna ben boynum eðem Ýne zülfün koça sen sîm-beri döne döne Kâ'be olmasa kapun ay ile gün leyl ü nehâr Eylemezlerdi tavâf ol güzeri döne döne Sen olasýn diyu yir yir asýlub âyineler Gelene gidene eyler nazarý döne döne Ey Necâtî yaraþur mutribi þeh meclisinün Rak urub okuya bu þi'r-i teri döne döne
11
DERKENAR
Semih Duyarlı
DÝVAN EDEBÝYATINDAN GÜNÜMÜZE Divan edebiyatý, 13. ve 19. yüzyýllar arasýnda Anadolu'da oluþan, geniþ ölçüde Arap ve Fars edebiyatýnýn etkisini taþýyan yazýlý edebiyat türüdür. Bu edebiyatýn yaþadýðý yüzyýllar arasýnda özellikle Türk þairleri divan edebi-yatýnýn önemli örneklerini vererek günümüze hem eserlerini hem de divan edebiyatýný ulaþtýrmýþlardýr. Divan edebiyatýnda baþlangýcýndan beri þiir, düz yazýdan daha önde gitmiþ ve daha geliþmiþtir. Bunun belki de en önemli nedeni, þiirin sanatçýnýn özgün eserler ortaya koymasýna daha uygun olmasýdýr. Divan þiiri, söz ve anlatým sanatlarýný kullanarak, yeni manzumlar bularak okuyucusunu daha kolay etkiledi. Düz yazý dalýnda ise aðýr basan, öne çýkan öðe "öðretici" olmaktý. Bu nedenle anlam gözardý edildi ve anlatým üslubu önem kazandý. Divan edebiyatýnýn bu þekilde bir anlayýþý benimseyip yüzyýllardýr geliþmesi dýþýnda hiçbir deðiþime uðramamasýnýn çeþitli nedenleri var ancak bilmek gerekir ki o zamanýn þartlarý içinde kültürlü insanlarýn söz söylemesine izin veren bir edebiyattý. Böyle olunca da, hem tutturduðu çizgiyi hiç aþaðý çekmedi hem de söylediði þeyleri hep daha üst perdeden söylemeye çalýþtý. Bu noktada, divan edebiyatýnýn anlaþýlýp anlaþýlmamasý tartýþmalarýna uzun uzadýya girmek sanýrým fazladan bir þey olur. Ancak belirtmekte yarar var ki, o edebiyatý anlayamýyorsak suç bizde; kaliteli eser vermiþ divan þairlerinde deðil. Suç, o þiirleri anlayabilecek kültür birikimine sahip olmaktan aciz olan bizlerde. Buradan tekrar divan edebiyatýnýn geliþme 12
ortamýna oradan da günümüze dönecek olursak; edebiyat oluþurken toplumdan da etkilenir, geliþkinlik göstermiþ olduðu ortamýn kültür seviyesinden de. Bu nedenle divan edebiyatýnýn oluþtuðu devrin kültür seviyesini göz önüne getirdiðimizde ortaya koyduklarý eserlerin öyle çok da iddia edildiði gibi garip eserler olmadýðýný anlarýz. Onlar, hem dil birikimleri ile hem de hayata bakýþlarýndaki geniþlik ile þiir söylüyorlardý. Ayrýca onlarýn þiir anlayýþlarýnda bugünkü anlamda bir esneklik olmadýðý için, þiirin eðitimini almadan da þiir yazmaya kalkýþmýyorlardý. Bugün bizim hiçbir surette þahit olamadýðýmýz þiir akþamlarýný, onlar hemen hemen her gece tertip edip hem þiirin halk arasýnda yer bulmasýný saðlýyorlar hem de þiirlerini dinledikleri baþka þairlerden gizliden gizliye bir usta çýrak iliþkisi ile ders alýyorlardý. Yine o zamanlarda, þairlerin þiirleri -bugün biz nasýl ki "soytarýlýða" deðer veriyorsak- deðer görüyor ve padiþahlar tarafýndan þairler ödüllendiriliyordu. Tabii ki, þairlerin padiþahlar tarafýndan ödüllendirilmesini bir tartýþma konusu yapmaya çalýþanlar var. Evet, doðrudur. Onlar yazdýklarý eserler karþýlýðýnda padiþahlardan ya da devrin büyüklerinden iltifat ücreti almýþlardýr. Ancak, geçimini saðlayacak baþka bir uðraþý olmayan sanatçý için bundan doðal ne olabilir. Sanýrým bu tip tartýþmalarý ortaya atanlar þu durumu gözden kaçýrýyorlar; bir çini sanatçýsý eserini padiþaha sunduðunda eserinin, emeðinin karþýlýðýný alýr, þair de emek verdiði, üzerinde göz nuru olan þiirlerinden dolayý padiþahtan para alýyorsa bunun neresi tartýþma yapýlabilir ki.
DERKENAR Sonuçta her ikisi de emeðinin karþýlýðýný alýyor ve her ikisi de sanatkar; biri el emeði ile diðeri söz iþçiliði ile; farký sadece burada. Bizler bugün anlamadýðýmýz þeylere karþý, kedinin uzanamadýðýna murdar demesi gibi bir tavýrla hareket edip, o edebiyata karþý ne kadar sözümüz, ne kadar karalama malzememiz varsa kullanýyoruz. Halbuki iþi düzden okuyup hatanýn nerede olduðunu tespit edersek anlamamýz da daha kolay olacaktýr. Örneðin Necatî'nin aþaðýdaki beyitini ele alalým; Sen durub raks idesin karþuna ben boynum eðem Ýne zülfün koça sen sîm-beri döne döne Yukarýdaki beyit biraz kelime taramasý sonucunda anlaþýlabilecek nitelikte. Kaldý ki divan edebiyatýnýn tüm beyitleri, tüm þiirleri de bu durumda. Yani sadece, bizim biraz kelime haznemize ve bu anlamda kültürümüze baký-yor. Bugünkü edebiyat ortamýnýn durumuna gelmeden önce, uzun bir atlayýþ olmasýn diye divan edebiyatýnýn hemen sonrasýndaki tabloya da göz atmakta yarar var. 19. yüzyýlýn ortalarýna doðru etkisini yitirmeye baþlayan (bu yitiriþin sebebi halkýn içinde bulunduðu durum ve batýnýn edebiyat anlayýþýnýn yavaþ yavaþ yerleþmeye baþlamasýdýr) divan edebiyatý kendine yeni yollar bulmaya çalýþmadý. Zira divan edebiyatýnýn yüzyýllardan gelen bir duruþu vardý ve o duruþu kaybolursa ona divan edebiyatý zaten denemezdi. Devrin edebiyatçýlarý her ne kadar divan edebiyatýnýn meyvelerinden beslenip yetiþseler de, daha sonrasýnda çeþitli etkenlerle divan edebiyatýnýn duruþunun dýþýnda bir duruþla eser vermeye çalýþtýlar. Özellikle Tanzimat edebiyatýnda bu durumu görebiliyoruz. Tanzimat edebiyatýyla birlikte aruz vezninin Türk aruzu haline getirme çalýþmalarý yapýldý. Bu çalýþmalar zamanla zemininden kaydý ve bugünkü edebiyat anlayýþlarýnýn temelleri atýlmýþ oldu.
Tanzimat dönemi edebiyatý ile baþlayan aruz deðiþtirme çalýþmalarý yukarda da deðindiðimiz gibi zaman içinde divan edebiyatýna karþý çýkýþ halini aldý. Öyle bir zaman geldi ki tüm edebiyat birikimini divan edebiyatýndan almýþ yazarlar bile, divan edebiyatýnýn halka hitap etmediðini, divan edebiyatý ile bir yerlere gidilemeyeceðini söylemeye baþladýrlar. Bu tavýr deðiþikliði, aruz vezninden kopup batýdan gelen serbest vezni kabullenmemize ve Türk geleneðinden gelen hece veznini hatýrlamamýza neden oldu. Artýk þairler hece vezni ile ya da serbest tarzda þiir yazmaya baþladýlar. Ýþte tam bu noktadan sonra, divan edebiyatý eserleri artýk okunmamaya baþladý ve unutuluþun baþlangýcý oldu. Tanzimat edebiyatý sonrasýnda ortaya çýkan Servet-i Fûnun edebiyatý ve Fecr-i Âti edebiyatý, edebiyatýmýzýn biraz daha deðiþmesine önayak oldular. Edebiyatýmýzdaki köklü deðiþmeler ta ki Harf Ýnkýlâbýna kadar süratle devam etti. Harf Ýnkýlâbýndan sonra dilde bir deðiþme olduðu için deðiþim þiiri söyleme tarzýyla ilgili deðil de dili kullanma tarzýyla alâkalý olmaya baþladý. Artýk, dilin yeni Türk diline uygun kullanýmý ya da eski Osmanlýca ile sözü söylemek tartýþma konusu olmaya baþladý. Bu tartýþmalar neticesinde Milli Edebiyat ortaya çýktý ve ateþli savunucularýný bulmakta da gecikmedi. Bu edebiyat akýmýyla beraber konularda bir deðiþme olduðu gibi söyleyiþte de daha sadelik tercih edilmeye baþlandý. Milli edebiyat sonrasý için çok da geliþkin bir edebiyat tarzýndan bahsetmek mümkün deðil. Maviciler, ikinci yeniciler gibi çeþitli akýmlar oluþmuþsa da üzerinde çokça konuþulacak bir farklýlýk ortaya çýkmadý. Velhasýl gelelim günümüze… Günümüz için konuþmak belki de en zor olaný ama ayný zamanda en kolayý. Zira bugünü objektif deðerlendirememe ihtimali-miz var, ancak bu devride yaþadýðýmýz için de eskiye 13
DERKENAR nazaran duruma daha net hakim olabi-liriz. Bu iki ucu sivri iðneyi elimize batýrmadan baþýmýzýn örgüsünü dikebilirsek ne âlâ. Divan edebiyatýný anlamak için emek vermediðimiz üzerine yukarýda yeterince deðindik. Sözün özeti, Divan edebiyatýný anlamak istiyorsak o seviye çýkmamýz gerekiyor. Bugünkü eserleri anlamamak gibi bir problemimiz yok. Her yazýlan -her ne kadar içine ucube yabancý kelimeler karýþmýþ olsa daTürkçe olduðu için anlayabiliyoruz, ama nedense bu anlamak bizde divan edebiyatýnda olduðu gibi bir irkilmeyi, bir hayranlýðý ortaya çýkarmýyor. Divan edebiyatýndan bir beyit okuyoruz, ruhumuzla eriyip þiirin içine akacaðýmýzý hissediyoruz. Yani þiir, kendine müptela ediyor bizi, baðlýyor. Bugünkü þiire bu derece baðlanabilmek için baþka vesileler arýyoruz. Zamanýmýzýn yazýn eserlerinin içerik olarak da bir deðerlendirmesini yapacak olursak, bugünkü yazýnlar sadece kelimeleri bir sýraya dizip adýna roman, adýna þiir demekten öteye gidemiyor. Kelimeler bir eðreti gibi de durabiliyor, bir düzenlilik içinde de. Bu durum yazarýný rahatsýz etmediði gibi okuyucusuna da "farklý bir tarz okuyorsunuz düþüncesiyle" sunuluyor ve dilin içine düþmüþ olduðu durum hiç mi hiç önemsenmiyor. Halbuki sunulan "eser"de ne bir edebiyatçý duruþu ne de bir dil bilgisi ve birikimi sezilebiliyor. Bugünün yazýnlarýnda içeriðin fakirliðinin yanýnda sözü söylemedeki cahillik de ön plana çýkýyor. Yazar ya da þair yazdýðýna ilham deyip geçiþtirirken, yazdýðýnda bir derinlik bir söz söyleme -ustalýðý boþ verin- çýraklýðý bile gösterecek seviyede olmadýðýnýn farkýnda deðil. Yani bir anlamda cahilin en karasý; yaptýðýnýn cahillik olduðunun farkýnda bile deðil, bir bilgelik adýna yapýyor. Edebiyat adýna yaptýðýný zannettiði þeylerin bir çoðunun edebiyatý ve onun ana malzemesi dili körelttiðini fark etmiyor bile. Bu sadece kýsa sürede anlayabildiðimiz bozukluklar. Bir de zamanla içimize iþleyen 14
aksaklýklar var ki, yaptýklarýmýzýn yanlýþ olduðunun farkýna varmamýz için bile bizi sarsan bir þey olmasý gerekiyor. Dilin susuz býrakýldýðý bir devirde, edebiyatçýnýn deðer görmediði bir devirde edebiyat ne kadar geliþebilirse, bizim edebiyatýmýz da o kadar geliþiyor. En usta yazarlar bile yabancý kelimeleri -ciddi anlamda farkýna varmadan- kullanýyorlar ve bu tutumlarýný deðiþtirmek için en küçük bir giriþimde dahi bulunmuyorlar. Ýþte devrimizin edebiyat anlayýþý, edebiyatçýsý böyle. Evet, ama böyle olmayan; diline, kültürüne, edebiyat nimetlerine sahip çýkan yazarlarýmýz da var. Ne yazýk ki bu duruþu ortaya koyan yazarlarýmýzýn sayýsý oldukça az. Onlara da bir deðer olarak verdiðimiz hiçbir þey yok. Son olarak, divan edebiyatýnýn oluþtuðu zamanla, bu devrin kültür haritasýný çýkarýrsak her geçen gün biraz daha gerilere gittiðimizi görürüz. Gerilediðimiz için de elbetteki edebiyatýmýz da, dilimiz de fazlasýyla nasibini alýyor. Edebiyatýmýzýn yabancý kelimelerin etkisinde kalmýþ olmasý bir yana, dili doðru kullanmaktan bile aciz hale geldiðimizi üzülerek görü-yoruz. Sokakta kullandýðýmýz dili edebiyat eserinde kullanýyoruz; en ucube tamlamalarý, en berbat ifadeleri edebiyat eseri kavramýnýn altýna gizleyip sunuyoruz. Kendi hesabýmýza elbette yarýnlara kalmanýn hesaplarýnýz yapýyoruz. Çok kaliteli eser ve-rerek buna ulaþmaya çalýþýyorsak ne mutlu bize. Aslýna bakýlýrsa bu cümleyi þöyle düzeltmeliyiz; yazarken yarýnlara, yüzyýllara kalabilmenin kaygýsýyla deðil, daha kaliteli, daha nitelikli eser nasýl verebilirimin endiþesiyle yazmalýyýz. Ancak o zaman, yazdýklarýmýz yüzyýllara seslenebilecek ses kabiliyetine ulaþacaktýr. Evet, öyle þeyler söylemeliyiz ki yüzyýllar sonrasýna da seslenebilsin. Farklý söyleyiþlerle, farklý imgelerle ama edebiyatýn, dilin aslýna ihanet etmeden…
DERKENAR
Seyfullah Fatih
DÜÞ(ÜN)ÜLEN MANZARA bu düþ bizi kaybedecek bu kentte çünkü ateþ gibi soyunuyor geceden ve düþecek gibi sarkmakta aralanmýþ uykulardan… oysa sabah için vakit çok erken daha yýldýzlar düþecek Babil kuyularýna belki gecenin de bir bahtý vardýr ölümlü öyküleri tekrar tekrar dirilten… bu kýþ bizi üþütecek bu kentte mevsim dediðimiz yekpare bir örtü ve yalnýzca kendine sarýlan zaman… oysa ciddi bir gökyüzü olabilir mesela biraz daha düþ(ün)ülecek manzara elbet mevsimlerin de bir kalbi vardýr düþebilmek için umut veren yollara… bu kuþ bizi düþürecek bu kentte çünkü hicrana yakýn yavrularý olmalý ve her hicrette yapýlacak bir sürü iþi yani bahar taþýnacak öteki þehirlere daha afetlerden korunacak çocuklar aðaçlarýn da uðranacak özlemi vardýr düþlerine sarýlýp uyudukça sokaklar…
15
DERKENAR
Abdullah Sami
HER MEVSİM SICAK YAŞANMALI YA DA MERHABA "Sevgili Dostum...!" diye baþlar þair..."Öyle göreceðim geldi ki seni/ burnumda tütüyorsun/ Ha...onu soracaktým/ Sen hiç lohuk yedin mi?/ ben ki tatlý sevmem/ nefis bir þey..." diye devam eder, o güzel mektubumsu þiirine... Zaten önemli olan baþlamaktýr... Hayýr hayýr, bu doðru olmayabilir... "Önemli olan baþlamaya hazýr bir ruh taþýmaktýr." belki de doðrusu...
sayan, ister-istemez bu þartlara þartlanarak istemediðimiz yönlere doðru koþar adým sürüklenen bizler, sizler, onlar... Hayýr, hayýr... kesinlikle aðlama duvarýna çevirmeyeceðim yazýyý... Asýl söylemem gereken sözlere giriþ olsun diye bunca tekerleme... tamam... þimdi baþladým... Hayatý kendime yaþamalýyým...
Doðumuyla birlikte Ahiret yolculuðuna baþlayan insanýn önünde kaç mevsim vardýr ki kendine ait olan?... ve kim hangi mevsimi kendine yeþerir? Kaçýmýz yaþadýðýmýz ortamda severek yaþar, yaptýðýmýz iþi severek yaparýz ki? Ya da hangimiz yaþadýðýmýz evden-eþyadan memnunuz ki? Yiyeceklerin kederden, içeceklerin baldýrandan olmadýðý kaç mevsim kendini amorti eder yüreðimizde? Ya da pul pul olur dökülür mü her mevsim baþlangýcýnda, bir önceki mevsim yeþerttiðimiz umut aðacýnýn soluk benizli yapraklarý? Þikayet ettiðimiz halde, "hayat normudur" diye, "bu iþin kuralý budur" diye, damak zevkimize hoþ düþmediði halde yiyip-içmiyor muyuz? "ayýp olmasýn", diye, "yadýrgamasýnlar" diye ve daha nice naneler olmasýn diye adýný dahi bilmediðimiz pek çok þeyi takýptakýþtýrmýyor muyuz? Hayat þartlarý... çevre þartlarý... mevsim þartlarý... vs.vs.vs. yaþamýmýzýn tamamýný kap16
Mevsim kýþ bile olsa, müsamaha göstermemeliyim ömrümün herkesin gittiði yere yönelmesine... filizlenmeli, yeþermeli, yemiþ vermeli benim fidaným bahara kadar... kýpýr kýpýr yüreðim... ve sýcak... varsýn mevsim kýþ olsun... býrak sobalarýnda kuru meþe yansýn, sefer tasý kýlýklý ve her tasýn arasý çelik duvarlarla örülü apartman dairelerinin... benim, bu kýþ daha çok harlandýrmam gerek alev aðacýmý... bu kýþ daha çok yemiþ vermeli... ve bu mevsim daha çok düþ fakiri nasiplenmeli bu hasattan... Her mevsim, soðuk bir kýþ günü sýcak bir eve girmiþ gözlük buðusu aceleciliðinde olmalýyým hep... bir daha kýþ yaþayamayabilirim... bir daha aþýk olamayabilirim... çimenin yeþilini, yayla çiçeðinin hafif hafif esen meltemin ritmiyle raks eden ahengini göremeyebilirim... Öyleyse; bir daha aþýk olmak için neden mevsimi erteleyeyim ki??? çimenin yeþermesi, yayla çiçeðinin hafif hafif esen meltemin ritmiyle dansetmesini seyredebilmek için
DERKENAR neden ilkbaharý bekleyeyim ki??? Sevgiye soðuk kalma/ er ya da geç/ yaþlý ya da genç/ ecel kapýný çalacak.../ Madem ki ölümü tadacaksýn/ hayatý dolu dolu/ aþkla yaþayacaksýn./ O halde kalk... hareketlen... miskinliðini at bir kenara... kýmýlda biraz... aç yürek pencereni... korkma sakýn, oraya soðuk iþlemez... her yürek aþka baðýþýk yaþar... her yürek her mevsim aþka amadedir... aþk o kadar arsýz bir nebattýr ki; her yürekte yeþerir... her yüreði yeþertir... bedenini sýcak tutmasý için giydiðin paltonun kalýnlýðý ne olursa olsun, yüreðine, bütün durumlarý dumura uðratacak kadar þeffaf esvaplar giydir... Unutma! Hiç bir þey için geç kalýnmýþ deðildir...
Aþk ki en çok mahrum kaldýðýmýz... Aþk ki en çok muhtaç olduðumuz... Aþk ki en çok susadýðýmýz... Yosun baðlamasýn duygularýmýz... mekanik kentin sokaklarýnda aþksýz kalmasýn yüreðimiz... Öyleyse, beklemek ya da ertelemek için çok geç... düþmeli yola.... "Kalk ey aþýk kalk/ Acele et biraz/ Bak su sesi geliyor/ Sense susuzsun ve uyuyorsun/ Çarp gönlünü, ko savrulsun bu tarumar aþklara/ Vur aþkýnýn hicranýný firar yolculuklara..." der, bir baþka þair. Yüzümüzden gülücükler, gönlümüzden þefkate-merhamete, sevgiye-aþka dair güzel hasletler eksik olmasýn...
17
DERKENAR
Mehmet Ali Başaran
08.05.'03 Odamýz fazlasýyla öðrenci eviydi. Yalnýzdýk. Bazý bazý þikayetçiydik bundan. Bütün cephelerde hüsranken bu ordu, yanlýþ anlaþýlýyorduk. Siyahtýk. Seviyorduk. Beyaz. Bembeyaz..
Rade'ye... inþâsý süren bir kitap bu harikulade sýrtlarýnda anlardan çevirisi henüz yapýlamamýþ sen'in sonrasý hep o noktalý virgül; anlata anlata bitirebilme gayreti içindeki güzellikleri bir seferberlik hali sözlükte Türkçe'den benceye sensizliðe zorunlu göçü iþliyor zaman kaðýtlarda durumu izah çalýþmasý var mevcut saman kaðýtlarda ve özür diliyor düþük cümleler metne verdiði rahatsýzlýktan ötürü zamandan arta kalan bir el yazýsý teþekkür adýn bu kitaba boþ ilk sayfada
18
DERKENAR
Mustafa İlhan
BOÐAZÝÇÝNDE ZAMAN / AKÞAMÜSTÜ
Akþamüstü güneþ Boðaziçi'nde Omuzlarýna konuyor Arnavutköy'ün Kandilli'de ahþap yalýnýn Camlarý tutuþuyor Tutuþuyor el ele Aþiyan'la Küçüksu Rumeli Hisarýnda ay Saçlarýný Güzelcehisar'a çözüyor Boðaz'ýn sularý tuval Iþýktan tüllerden tablo çiziyor Akþamüstü gurub / hüzün Yüreðimi eziyor Küçüksu Kasrý yaslanmýþ Otaðtepe'ye Esniyor Aþiyan'da bülbül sabahý -akþam olmadanMezarlýkta ruhlar kýyameti bekliyor Yuþa tepesi azametli Kýzlar Kalesi mahzun Tellibaba'ya bakýyor Zaman akýyor Dokuyor bir ömrü deveran Martýlar feveran ediyor Fener'de Kuru-bakýr yapraklar yerde Sarýyer'de
Kýzkulesi teþrifatçý Akþama da sabaha da Ada Kurçeþme'de iþveli Deli rüzgarlara aþufte Akþamüstü güfte yazýyor þair Bir meçhul besteciye Geceye Kuleli kalyon yoluna bakýp Tarihe kayýt düþüyor Kayýp düþüyor Bir yýldýz Samanyolu'ndan Ürperen sularýna boðazýn Sazýn nameleri ney çýðlýðýna karýþýyor Kanun taksimi Emirgan'dan Hepsiyle yarýþýyor Fuzuli Bebek'te bir çýnara yaslanmýþ Nedim'le,Baki'yle atýþýyor Boðaziçi hala her devirden Yüzlerce izler taþýyor
19
DERKENAR
Serhat Bakır
OLMAZ HAYAL ve ÖYKÜ Emre Miyasoðlu'nun ilk hikâye kitabý kabiliyetini de yitirecektir. Böyle bir durum "Olmaz Hayal" konak yayýnlarý arasýndan da "eser" vermek niyetinde olan, en azýndan çýktý. bunun için uðraþ veren yazar için iyi "Yalnýzlýk Rüyasý" adlý romanýyla bir durum olmasa gerek. Beyan Yayýnlarý 2002 Ýlk Romanlar "Olmaz Hayal"deki dilin, Osman Yarýþmasýnda ikincilik alan Emre Akkuþak'ýn ifadesiyle "arý duru" Miyasoðlu, yazdýklarýyla ilerisi için olmasý her ne kadar görüntüyü daha -öykü adýna- umut veren bir isim net görmemizi saðlasa da, ayaklarý olarak karþýmýza çýkýyor. yere basamayan diyemeyeceðim Birbirinden farklý insan ve toplum ama, ayaklarý zayýf bir görüntü veriykesitlerinin yer aldýðý hikâyelerle or. kitap, bir ilk olmanýn ötesinde de Emre Miyasoðlu'nun öykülerdeki bir anlam taþýyor. "Olmaz kurgulamasý yukarýda da belirtHayal" içindeki onsekiz tiðim gibi dilin karþýlaþtýðý probOlmaz Hayal öyküde genel anlamýyla hep lemi bir nebze olsun hissettirEmre Miyasoðlu ayný sade dili görüyoruz. Bu miyor. Hikâyeler gündelik hayKonak Yayýnlarý sadelik bir ilk kitap için atýn içinden ama, kurgularý o tehlikeli yönleri barýndýrsa da, kadar alýþýlmýþ, gündelik deðil; Emre Miyasoðlu, olay kurgularýyla dile olan yazarýn bakýþýyla þekillenmiþ ve bambaþka bir bakýþýmýzdaki yanýlsamayý az da olsa ortadan hal almýþ. Bunu da genelde olayýn içine biraz kaldýrýyor. Ancak bu noktada bir durumu da mistik, biraz meraklandýrýcý ufak tefek göz ardý etmeden ifade etmeliyiz, dildeki bu unsurlar ekleyerek yapýyor yazar. Örneðin sadelik her ne kadar kurguyla giderilmeye "Saz" adlý hikâyede Ýstanbul'a gelen saf çalýþýlmýþ desek de öykülerin anlatýmýndaki Anadolu insanýný hiç beklenmedik bir þedüz mantýk örgüsü öykünün tüm ayrýtlarýný kilde hýrsýz olarak görüyoruz. Böyle olunca, hemen açýklý-yor. hikâyenin sonuna geldiðimizde beklenmedik Edebiyatta anlaþýlýrlýk ya da anlaþýlmazlýk sonla yüzümüze biraz þaþkýnlýk, biraz bir ölçü müdür; bunun üzerinde fazlasýyla tebessüm yerleþiyor. Olmasý gereken de bu tartýþma yapýlýyor ama bir gerçek var ki, eðer bence. Zira öykü böyle olmalý ki, okuyucuyu dili-nizi bakkal defteri kývamýndan kurtaraher zaman içinde tutsun. Bu anlamda kurmaz da tüm hesaplarý açýkça yazarsanýz, yani gusuyla ve bitiþiyle en baþarýlý olarak okuyucuya irdeleyecek, anlayacak, gördüðüm "Saz" öyküsüdür. düþünecek bir þey býrakmazsanýz okunan Kitabý okuyup bitirince, kitaptaki öyküleri öykü bir müddet sonra etkisini yitirdiði gibi üç bölüme ayýrma gereði hissettim. Ýlk okuyucuyu tekrar öyküye davet etme öykülerde - yukarýda bahsettiðimiz- arý duru-
20
DERKENAR luk, kendini ele verirlik fazlasýyla göze çarparken, ortalardan sonlara doðru öykülerin dilinde ve kurgusunda bir aðýrlýk, bir düzen içinde karmaþa göze çarpýyor. Üçüncü ve son olarak ayýrdýðým bölümde ise sadece kitabýn son öyküsü "Karakterler Galerisi" var. "Karakterler Galerisi"nde olay gündelik hayattan deðil. Kurgusu diðer öykülere hiç benzemiyor ve anlaþýlmasý için okuyucunun satýr aralarýna kadar girmesi gerekiyor. Ve bu anlamda, ilk öyküden son öyküye doðru baktýðýmýzda bir "kendini bulma" eylemi görebiliyoruz. Tabii ki biz bu deðerlendirmeyi öykülerin yazým sýrasýna göre kitapta yer aldýðýný varsayarak yapýyoruz. Ýsmet Özel anlaþýlmazlýk hakkýnda sorulduðunda; "Ben yazarken çaba gösteriyorsam, siz de okurken çaba sarf edin" diyor. Ýþte tam da benim öykü için -þiir için de- iþaret etmek istediðim nokta burasý. Kitabýn öykülerini tek tek incelediðimizde, sürükleyicilik olgusu -ilk iki öykü hariç- ilk öykülerde çok çok diplere kaçarken, son öykülere doðru sürükleyicilik gözle görülür bir yakýnlýktan bize bakýyor. Ayrýca, hikâyelerin genel bir özelliði de gözüme çarptý; siz zihninizde öyküyü devam ettirmek isteseniz de, ya da devam edecek derken "tak" diye hikâye bitiyor. Mesela, "Kaybolan Künye"de son iki cümle ile tüm öykünün aktýðý nehrin önü birden kesilmiþ ve "Bakkal her þeyi çoktan unutmuþ, neþeyle peynir dilimliyordu" denilmiþ. Sanki zoraki bir bitiriþ var. Elbette her öykünün bir þekilde sonu olacaktýr ama böylesi de bana ilginç geldi. Emre Miyasoðlu öykülerinin konularýný kendi hayatýndan eklemelerde bulunabileceði noktalardan seçmiþ. Hayat görüþünü, gençlik duygularýný, çocukluk duygularýný ve þu durumda bizim için en önemlisi de yazarlýk, yazmak üzerine düþüncelerini çeþitli ipuçlarýyla -biraz derine inersek þayetgörebilir, anlayabiliriz. "Ayraç" bir gazete editörünün gazetedeki yalancýlýða oradan da topluma ulaþan sitemi
anlatýlýrken, "Kara Kutulu Ev"de bir ailenin kendi içerisindeki iletiþim kopukluklarýna vurgu yapýlýyor ve yazarýn sosyal dünya görüþü ortaya çýkýyor. "Karakterler Galerisi" üzerine sanýrým uzun uzadýya cümleler yazmak gerekiyor. Ancak birkaç cümleyle anlatmak gerekirse, bir rüyanýn anlatýlmýþ olmasýna raðmen olabildiðince canlý bir tablo çizilmiþ. Tablo çizilirken renkler birbirine katýlmýþ, labirentler kurulmuþ. En sonunda tüm bunlarýn bir rüya olduðunu anlasak da hâlâ öykünün o karýþýk tünelinde hissediyoruz kendimizi ve buna da sanki seviniyoruz. Emre Miyasoðlu "Olmaz Hayal"de bir üslup denemesi de sayýlabilecek farklý tavrý ve diliyle kendini bizlere epeyce tanýttý. Bundan sonrasý için de bize kendini epey zaman okutacaða benziyor. Umarým ki, Emre Miyasoðlu dilindeki arý duruluðun içine attýðý zayýflýðý bir an önce terk eder ve daha kuvvetli, daha açýlýmlý öykülerle okuyucularla buluþur. Tüm bu yazdýklarým, eleþtirilerim bir tarafa; Emre Miyasoðlu okunmayý, incelenmeyi, bir yazar olarak okuyucusunu bekletmeyi hak ediyor. Son olarak belirtmek isterim ki, ben kitaplarýn, ürünlerin deðer biçicisi deðilim. Gördüðüm kadarýyla, okuduðum kadarýyla ve edebiyat anlayýþým çerçevesinde irdelemeye çalýþtým. Siz okuyun, siz karar verin; siz okuyun!
Abone olacaklarýn dikkatine! Aboneliðinizin baþlamasý için;
* Abonelik ücretini Seyfullah Aslan 160 32 41
no'lu posta çeki hesabýna yatýrmanýz * Posta çeki alýndý belgesinin fotokopisini ve adresinizi yazýþma adresimize göndermeniz yeterlidir.
21
DERKENAR
Tarık Kürtünlü
DÝL, KÝTAP VE OKUYUCU ÜZERÝNE DÜÞÜNCELER Edebiyat, bir toplumun kültür seviyesiyle, diline deðer vermesiyle yaþadýðý yüzyýldaki yerini alýr. Toplum ve o toplumun sözcüleri konumundaki edebiyatçýlarý ne kadar ait olduklarý dilin nimetlerinden yararlanýrsa, o devirdeki edebiyat da o kadar geliþmiþ, o kadar saðlamlaþmýþ olur. Ancak bu durum tam tersi istikamette iþler, edebiyatçýlar edebi kaygýlarýndan uzaklaþarak yaþadýklarý toplumun etkilerine fazlasýyla kapýlýr, eserlerini ait olduklarý dille deðil de, baþka dil kalýntýlarýyla yazarlarsa o edebiyat bu yanlýþlýðýn nispetince çürümeye yüz tutar. Edebiyat dediðimiz kavram, bir dili doðru kullanmaktýr. O dili korumak, yaþatmak ve gelecek nesillere doðru bir þekilde aktarabilmektir. Ne yazýk ki, bugünkü yazarlar, çizerler böyle bir düþünceyle "ürün" vermiyorlar. Daha çok okunmak için, liste baþý olmak için dili kesip biçmekten, dilin kelimelerinin arasýna çerçöp niteliðindeki yabancý unsurlarý atmaktan hiç çekinmiyorlar. Bunu da bir övünç kaynaðý olarak gösterip; "Biz globalleþiyoruz, dilimiz de bu globalleþmeye ayak uydurmalý" diyorlar. Elbette deðiþen dünya þartlarý içinde dilin deðiþmemesi beklenemez. Ancak kendilerini edebiyatçý sanan yazarlarýn, daha doðrusu sadece yazan adamlarýn; yazdýklarý, konuþtuklarý dilin nimetlerinden haberdar olmadan, çala kalem yazmalarý dili köreltiyor ve bir deðiþimden çok, dili tamamen ortadan kaldýrmaya neden oluyor. Dilin katliama uðramasýnda, yozlaþtýrýlmasýnda yazar-çizerlerin ne kadar suçu varsa, okuyucularýn, bizlerin de bir o kadar suçu var. Zira yazar, toplumun ihtiyacýna, daha doðru bir ifadeyle talebine göre yazar. Toplum ma-
22
gazin kültürünün içinde ne kadar körelmiþ, düþünsel anlamda ne kadar düþmüþ bir hal alýrsa; yazar da yatak odasýný anlatacak kabiliyeti (!) kendinde bulur ve edebiyat kavramýnýn aslýnda olan "edebilikten" uzaklaþýr. Prof.Dr. Ýskender Pala'nýn da söyleþisinde ifade ettiði gibi dil, yazar ve okuyucu arasýnda iç içe geçmiþ durumlar söz konusu. Bir anlamda arz-talep meselesi var. Yine de edebiyatçý toplumun düþtüðü yerden deðil de, kalkmasý gereken yerden seslenmelidir ve edebi-yatçýlarýn geneline yayýlan bir durum oluþtuðunda da toplum mecburen üst seviyeden -olmasý gereken noktandan- eserlerle muha-tap olacaktýr. Burada bir noktayý da gözden kaçýrmamak gerekiyor. Okur sayýmýz az olduðu gibi bu sayýnýn içinden nitelikli okur da çok az çýkýyor. Alýþmýþýz, reklamlar hangi kitabý önümüze atýyorsa hemen onu okuyoruz. Yazarlardan hassasiyet göremediðimiz halde, okurdan hassasiyet gösterip "edebiyat eserini" okumasýný beklemek sanýrým biraz hayalcilik olur. Ýyi kötü herhangi bir þey okuyan okur sayýmýzýn da azaldýðýný gözümüzle de rakamlarla da görebiliyoruz. Halk kütüphanelerine 1995 yýlýnda 1 milyon 96 bin kiþi üyeyken, 2002'de 424 bine düþmüþ. Kütüphaneler kitaplarla doluyken biz kitaplarýn pahalýlýðýndan yakýnmayý çok iyi biliyoruz. Okumak isteyen okur; okumak istemeyene kamyonla kitap da hediye etseniz, yine okumayacaktýr. Zira o beyin, uyuþturucusu olan televizyondan ve magazinden kurtulamamýþtýr. Karþýmýza çýkan bu tablo son on yýlýn ürünü deðil elbette. Biraz daha gerilere,
DERKENAR Cumhuriyetin ilk yýllarýndaki edebiyat ortamýna ve topluma göz atmak gerekir. Türk dili yüzyýllardan gelen birikimiyle bu çaðýmýza da seslenmeye devam ediyor. Ama çatallý, ürkek bir ses… Cumhuriyetten sonraki dönemde eskiye olan linç duygusuyla yapýlan bazý giriþimlerin neticelerini bugün daha iyi görüyoruz. Tabii ki o dönemde Tevfik Fikret, Yahya Kemal gibi Osmanlý edebiyatýnýn meyvelerinden beslenmiþ ve beslendiði kültüre, edebiyata baðlýlýðýný göstererek eser vermiþ yazarlar da var. Yukarýda adlarýný andýðýmýz yazarlarýn dýþýnda ta ki 1970'lere kadar diline sahip çýkan yazarlar azýmsanmayacak bollukla gelip edebiyat ortamýnda yerlerini aldýlar. 1970-1983 yýllarý arasýnda soðuk savaþ rüzgarlarýyla ve baskýlarla geçen bir dönem yaþandý. 83 sonrasý dönemde kapitalizmin tüm dünyada gücünü iyice kabul ettirmesiyle ve yýllardýr susturulan insanlara insan haklarý, düþünceyi ifade özgürlüðü gibi kavramlar sunulmasýyla herkes bir þeylerin ifadesini kaðýda dökmek istedi. Tabii bu insanlarýn çoðu, eðer Türkiye'de yaþamýþsa okumadý, okuyamadý; dýþarýda okuyanlar ise oranýn kültürünü, dilini buraya bilerek ya da bilmeyerek getirdiler. Diline "havalý" Ýngilizce, Fransýzca kelimeler katarak konuþmaya baþladý. Ýnsanlarýn geneli de o zamana kadar doðru dürüst eðitim almadýðýndan (hâlâ bu eðitimsizlik devam ediyor) yazan herkesi kültürlü, biraz yabancý dille yazaný aristokrat, aydýn olarak gördü. Kaliteli eser bulamayan ne varsa onu okudu; yazar, toplum ne istediyse onu kaleme aldý;
okur baþkasýný bulamayýnca da okuduðunu þahaser, yazarýný dahî olarak gördü ve böylece deðiþti; buna paralel yazarýn da dile uygun yazmak gibi bir kaygýsý kalmadý. Buraya kadar yazdýklarýmýzý özet mahiyetinde maddeleyecek olursak; 1-Edebiyatçý bu toplumun içinden biri, uzaydan gelmiyor. Ancak edebiyatçý toplumun önünde durabilecek hassasiyeti, bilinci kazanmýþ olmasý gerekir. Yazdýklarýný bu hassasiyet içinde yazmalý ve kültürümüze kitap çöplüðü deðil þaheser armaðan etmeli. 2-Yayýncýlar, bir edebiyatçýnýn sahip olmasý gereken bilincin asgarisine sahip olmalýdýrlar. Bu bilinç doðal bir süreç içinde oluþmalý ve zamanla yerleþmeli. Çok satmak için deðil, "doðru" kitabý satmak için hareket etmelidirler. (Tabii yayýncýnýn çok satmak istemesinin çok çeþitli nedenleri var ama bu baþka bir konu.) 3-Ýnsanýmýz kendini bir okuyucu olarak geliþtirmeli ve her önüne sunulaný okumamalýdýr. Seçici olmalý, okuyucu olarak da eleþtirmesini bilmelidir. Ancak bu eleþtiri ile yayýncý da yazar da yürümesi gereken çizgiye geleceklerdir. 4-Tüm bu tablonun nedeni; diline, kültürüne ve en önemlisi de kendine yabancýlaþtýrýlan insanýn zafiyetidir. "komplike yapý", “of günüm" “pley tuþu" gibi ifadeler bu yozlaþmanýn en bariz ve en acý örnekleridir. Varýn gerisini siz düþünün!
23
DERKENAR
Nazım Hikmet Ran
JAPON BALIKÇISI Denizde bir bulutun öldürdüðü Japon balýkçýsý genç bir adamdý. Dostlarýndan dinledim bu türküyü Pasifik'te sapsarý bir akþamdý. Balýk tuttuk yiyen ölür. Elimize deðen ölür. Bu gemi bir kara tabut, lumbarýndan giren ölür. Balýk tuttuk yiyen ölür, birden deðil, aðýr aðýr, etleri çürür, daðýlýr. Balýk tuttuk yiyen ölür. Elimize deðen ölür. Tuzla, güneþle yýkanan bu vefalý, bu çalýþkan elimize deðen ölür. Birden deðil, aðýr aðýr, etleri çürür, daðýlýr. Elimize deðen ölür... Badem gözlüm beni unut. Bu gemi bir kara tabut, lumbarýndan giren ölür. Üstümüzden geçti bulut. Badem gözlüm beni unut. Boynuma sarýlma, gülüm, benden sana geçer ölüm. Badem gözlüm beni unut. Bu gemi bir kara tabut. Badem gözlüm beni unut. Çürük yumurtadan çürük, benden yapacaðýn çocuk. Bu gemi bir kara tabut. Bu deniz bir ölü deniz. Ýnsanlar ey, nerdesiniz? Nerdesiniz? [1956]
24
DERKENAR
Necip Fazıl Kısakürek
TAVAN Titrek mumlar yanýnca, bu asýrlýk aðaç, Mehtapta orman gibi gizli yollarla dolu. Dedi: Yastýða dayan, o cam gözlerini aç, Seyret çizgilerimde, neler geçti, ne oldu! Mânalarla çizgiler iç içe, bende hazýr; Her þey, her þey toz duman, zamanýn havanýnda. Arýyorsan, tarihin, hani kaybettiðin sýr? Çok eski bir konaðýn oymalý tavanýnda!... [1930]
25
DERKENAR
Seyfullah Aslan
YOL Ýçimde daralan yollarý geniþletemiyorum. Saçlarýma düþecek olan ilkbahar bulutlarýndan korktuðum için deðil bu telaþým. Kendime dönüyorum; yorgunum ve yalnýzým! Yürüyorum, kimi zaman koþuyorum; kendime rastlamaya çalýþýyorum. Saðlý sollu yükselen duvarlarý aþamamanýn çaresizliði ile bunalýyorum. Damarlarýmda kaynayan kanýn sýcaklýðý yetmiyormuþçasýna güneþten korunabilecek bir gölgeliðim bile yok; dar, patika, dümdüz, sonu her yere çýkýp hiçbir yere varamayan bir yol var içimde. Büyüklerin seslerine tumturaklý bir hava katarak söyledikleri ya da her öðüt verenin ilk cümlesi "hayat yolu" deðil (!) benim yolum. Ýnadýna uzaklara, inadýna yakýnlara bakan; kimi zaman karanlýk, kimi zaman þafak aydýnlýðýný yakalamýþ bir yoldayým. Ayaklarýmla ilerleyeceðime duygularýmla ve fikirlerimle ilerlemem gerekiyormuþ. Tecrübe sahibi olduðunu söyleyen birkaç ayaklarý nasýrlýya içimi döktüðümde, içimdeki yolu haber verdiðimde aynen böyle dediler; ayaklarýnla ilerleyemezsin, duygularýnla ve fikirlerinle... Uçsuz bucaksýz bir okyanusun ortasýndaymýþým gibi içim geniþliyor arada bir. Arada bir kaybolmuþluk hissine kapýlýp oradan buraya koþup duruyorum. Birini arýyor gibiyim!... Yolculuk baþlayalý bir saati aþtý ancak ben bunun farkýna yeni varýyorum. Yanýmdaki koltukta oturan adamýn saatinin alarmý çalýp da beni daldýðým bu yol sarhoþluðundan uyandýrmýþ olmasaydý, büyük ihtimalle hâlâ fark ediyor olamayacaktým. Adam saatinin alarmýný kapatýp, sanki konuþmak için saatin alarmýný bekliyormuþçasýna bir hava takýnarak, daha net bir ifadeyle "iþte þimdi konuþabilirim" dercesine dudaklarýný
26
heyecanla kýmýldattý. -- Bir saati biraz geçti, dedi. Ben yüzüme þaþkýnlýk ifadesi yerleþtirmeme raðmen, yüzümde anlamama ifadesi varmýþ gibi adam yarým bir nefesi aceleyle tamamlayýp biraz da sýrýtarak sözüne devam etti: -- Yani yolculuk baþlayalý diyorum. Hiç sesimi çýkarmadým. Sadece göz kapaklarýmla "evet" anlamýna gelebileceðini düþündüðüm bir göz açma-kapama yapma zahmetine katlandým. Yüzümü yine pencereden tarafa çevirip yol çizgilerini seyretmeye baþladým. Adamla þimdilik konuþma hevesinde deðilim. Adamýn yüzüne bakmýyorum ama eminim ki ýsrarcý bakýþlarla dudaklarýma bakýp heyecan içinde birkaç kelime mýrýldanýp, bu uzun seyahatte bütün yorgunluklar hafif geliyormuþ gibi bir de gevezelik yapmamý istiyordur, bundan bütün içtenliðimle eminim. Konuþmaya, hatta gözlerimi baþka baþka noktalarda, bir oradan bir buraya oynatmaya bile mecalim yok. Öðlenin bu sýcaðýnda bey-nim kaynamaya yüz tutmuþ ve alnýmdan hýçkýrýklarla göz yaþlarý boþanýrken ve üstüne üstelik zihnim bir bende bir baþkasýnda iken bu adamla ne konuþabilirim ki. Hangi ortak paydadan söz daðarcýðýmýzý geniþletebiliriz! Evet, bundan yaklaþýk bir yýl öncesine kadar çok konuþkan, yerinde duramaz biri olmuþ idiysem de, son zamanlarda konuþmayý pek sevmeyen, insanlarýn ses tellerinin yorulmasýna izin vermediðim gibi kendi ses tellerimi de yormamaya özen gösteren biri oldum. Bilmiyorum neden ama hep zihnimi dinliyorum ve bu dinleyiþten fazlasýyla yoruluyorum olsa gerek kimsenin gürültüsünü çekemiyorum. Ýçimde biriktirdiðim düþüncelerin, duygularýn ve çaresizliklerin aðýrlýðýyla her gün ezilirken elimden tutacak birini arýyorum sürekli. Beni
DERKENAR
kendime getirecek ve artýk bu buhranlara düþmemi engelleyecek biri!.. O bekleneni bulamamanýn sýkýntýsýyla, aramanýn telaþý ve ulaþamamanýn ýzdýraplarýyla boðuþurken kimseyle konuþmak istemiyorum. Uzaklara bakýyorum. Hýzla ilerleyen otobüsün camýna baþýmý dayamýþ, yanýmda uzanan geniþ ovalarýn düzlüklerinde dolaþýyorum. Biraz sonra, yol kenarýna yakýn sayýlabilecek bir bahçelikte, meyveli aðaçlarý taþlayan çocuklara kayýyor bakýþlarým. Ýçimden kýzýyorum. Neye, emek sarf ettiklerine mi, yoksa meyve veren aðacý taþladýklarýna mý kýzýyorum, bilmiyorum. Otobüs yavaþladý. Bir köyün içinden geçiyoruz. Bir ara birini, tanýdýðým, aradýðým kiþiyi köylülerin arasýnda görür gibi olup heyecanlanýyorum. Yanýlýyorum ve benzerliklere çok fazla dikkat edip farklýlýklarý görmediðim için bu sefer kendime kýzýyorum. Otobüs yavaþ yavaþ köyü geride býrakýrken, nedenini bilmediðim bir þaþkýnlýk arifesinin ardýndan dalgýnlaþýp, baþým koltukta, gözlerim yolun kenarýnda kalýyor. Gözlerim buðulaný-yor. Kendimi zor tutuyorum kendimce bir faciaya neden olmamak için. Düþünüyorum; beni alýp uzaklarda, getirip yakýnlarda dolaþtýran þeyi düþünüyorum. Öyle dalmýþým ki muavinin "kolonya" deme-
siyle uyandým. Daha doðrusu irkildim. Avucuma aldýðým kolonyayý yüzüme sürdüm, yaraya tuz basarcasýna. Kolonyanýn vermesi gereken ferahlýk bir yana sýkýntým iyice arttý. Derin bir hüzün kapladý çehremi. Yanýmdaki adamýn benimle konuþmayý býraktýðýný tam umut ediyor olacaktým ki, bana karþý yüzünü çevirdi ve kendisini ilgilendirmeyen bir çok mevzuyu konuþacaðýmýzýn sinyalini veren bayat bir cümle sarfetti: -- Çok dalgýn görünüyorsunuz? Yok hayýr, görünmüyorum, aslýnda þaka yapýyorum. Adamýn ilgilenecek baþka hiçbir mevzusu yokmuþçasýna, izlediði, kafa yorduðu iþi gücü ben oldum. Þimdi ne demeliyim diye düþünmeye bile gerek kalmadan ilk aklýma gelen cevabý verdim; gözlerimi küçültüp hafifçe, zoraki tebessüm ettim. Adam verdiðim cevabýn "olabilir ama ne yapabilirim ki, söylenecek bir þey yok!" demek olduðunu bilmiyor olsa gerek, tüm içtenliðini takýnmaya çalýþarak yine soru yöneltti: -- Konuþmak ister misiniz? Cevap vermedim. Baþýmý camdan tarafa çok az çevirip küçük bir muhasebe aný geçirdim. Sanki adamla konuþmak adýna içimde bir istek birikmiþti. Yine de dudaklarýmý büktüm. -- Olabilir, dedim.
27
DERKENAR Bilgiç yüz ifadesini tavýrlarýna da yansýtýp koltuðunda þöyle bir silkindi. Çok önemli bir þey soracaðý her halinden belli iken, hiç beklemediðim, içimdeki bütün konuþma hevesini yok eden bir soru sordu: -- Yolculuk nereye? Beni hayal kýrýklýðýna uðratan, bununla da kalmayýp içimde bir küçümseme hissi ya da "seninle konuþulmaz ki" dercesine bir savsaklama hissi hakim olmasýna neden olan mantýksýz ve düzeysiz, düþünülmeden sorulmuþ soruya dengi ile cevap verdim: -- Bu otobüs nereye gidiyor? Hepimiz bu otobüse bizi ............ þehrine götürecek diye binmedik mi? Bu yol bizim bilmediðimiz bir þehre çýkacak. Adýný duymaktan baþka hiçbir özelliðini bilmediðimiz bir þehre gidiyoruz. Acaba yolculardan .......... þehrinden baþka yere, mesela otobüs doðuya giderken batýya giden var mý? Sanmýyorum! Adam sorduðum soruyu o kadar derinlemesine düþünüyordu ki inceledi inceledi, yaklaþýk otuz saniye sonra biraz sevinç, biraz utangaçlýkla hatasýný kavradýðýný idrak etti. -- Ee, tabi bu otobüsün istikameti .......... þehri. Biraz önceki gafýn büyüklüðüne raðmen ve bu gafý suratýna vurmama raðmen benimle konuþmak isteyiþindeki inatçýlýðý geçmemiþe benziyordu. Bense konuþmak istemiyorum. Susmak, düþünmek ve yine konuþmamak. -- Yolculuða niçin çýktýnýz? Niçin mi yolculuða çýktým? Her gün uzaklara gidip dönmektense, ömrümde bir sefer uzaklara gidip bir daha hiç dönmemeye yemin ettiðim için çýktým yolculuða... Niçin mi çýktým yolculuða? Umutlarýmla yaþarken, mesafe olarak yakýn olan, hissî olarak uzak olan sevdiklerimle -sevdiðimlevar olan durumu deðiþtirip mesafeleri uzaklaþtýrmak istediðim için çýktým yolculuða... Niçin mi yolculuða çýktým? Aylardan beri beni meþgul eden ve içinden bir türlü çýkamadýðým, daha doðrusu içinden çýkmak istemediðim meselenin, son zamanlarda, buhran derecesine varan gerilimler yaþatmasý çýkardý beni bu yolculuða. Baþýmý cama dayamýþ yolu seyrederken beni bu yolculuða iten sebepleri düþünmeye çalýþýyorum. Kendime kýzýyor deðilim.
28
Düþünüyorum, düþünürken dalgýnlaþýyorum. Yolu seyrediyorum, düþünüyorum, dalgýnlaþýyorum; gözlerim hafif hafif aðýrlaþýyor, hatýrladýklarýmý göstermek istemiyor bana. ....................... Gece zifiri karanlýða bürünmüþ. Bir yol ayrýmýnda öylece, hareketsiz bekliyorum. Bir ara, tepemde bir yýldýzýn yandýðýný zannedip gökyüzüne bakýyorum. Hiçbir þey göremiyorum. Bakýþlarýmý yine yol ayrýmýna dikiyorum. Yollarýn karanlýða saplanan noktasýna dikkatlice bakýnca yollardan birinde "gider ama çýkmaz" diðerinde ise "gider ama gelmez" tabelalarýnýn asýlý olduðunu fark ediyorum. Biraz önce fark edemediðim bu tabelalarýn daha önce burada olmadýðýna, ben baþýmý gökyüzüne çevirince birinin onlarý yerleþtirdiðine kendimi inandýrýyorum. Kýmýldýyorum. Korkuyorum. Saðýma soluma bakýp bu yol ayrýmýnda benden baþka birileri de mi var diye bakýyorum. Kimse yok. Ýyi de tabelalarý kim dikti. Kendi çevremde tam bir daire dönüp her tarafa bakýyorum ancak kimse yok. Yine tabelalara bakýyorum. Yollara yaklaþmak üzere bir adým atýyorum ki birden gökyüzünü þimþekler kaplýyor. Geceye ayný anda birkaç fener birden tutuluyor. Her taraf bir anda aydýnlanýp sönüyor. Ýyice korkum artýyor. O korku içinde attýðým adýmýmý geri çekiyorum. Þimþekler, gök gürültüleri susmak bilmiyor. Sanki gökyüzü yýrtýlýyor. Sanki gökyüzünü kuvvetli darbelerle yýkmak isteyen var. Birkaç saniye içinde gelip geçen þimþeklerin ve gök gürültülerinin de sonu geliyor. Derin bir sessizlik... Ancak gökyüzü yeni bir gürültüye gebeymiþçesine korkuyla titriyor. Þimdi, burada böylece yýllar boyu kalamam. Bir þeyler yapmalýyým. Hareket etmeli, yollardan birini tercih etmeliyim. Korkmadan, hýzla, emin adýmlarla ilerlemeliyim. Düþünüyorum; "gider ama çýkmaz" yoluna mý girmeliyim, "gider ama gelmez" yoluna mý? Gidip, orada öylece bekleyip aradýðýmý gördüðüm halde ulaþamamak mý iyi, sonsuza dek orada razý olmak zorunda kalacaðým þartlar altýnda yaþamak mý? Hangisiiiii? Haykýrýþým gecenin kulaðýna gitmiþ olacak ki uyandý. Yýldýzlar teker teker uyuyan
DERKENAR gökyüzünün gözleri gibi açýldý. Gece biraz aydýnlandý. Korkum biraz hafifledi. Tereddütlerimden hasýl olan sarhoþluðu atlatamadým hâlâ. Ne tarafa gitmeli? -- Yeter! Koþ artýk! Arkamdan seslenen sesle irkildim. Hemen, aceleyle nefesimi yutarak koþmaya baþladým. Gökyüzü yine çýldýrmýþ; þimþekler, gök gürültüleri yine meydana çýkmýþtý. Yol ayrýmýna iyice yaklaþtýðýmda kararýmý aceleyle vermiþtim; "gider ama gelmez" yoluna girdim, koþuyorum. Nefes nefeseyim. Yol bir türlü sonlanmak bilmiyor. Yaklaþtýkça uzaklaþan bir ýþýk var. Adýmlarým da iyice yoruluyor bu koþuþturmadan. Ulaþmak, beni kendime getirecek kiþiye varmak istiyorum. Dakikalarý sýrtýma yükleyip ilerliyorum. Her adýmda biraz daha dizlerimin baðý çözülüyor. Ara sýra rüzgarýn kuvvetli esintisi benden yana esince zorlanýyorum. Aðaçlarýn ýslýklarý altýnda durmaksýzýn, karanlýk, bilinmez bir yolda koþuyorum. Sendeliyorum. Ayaðým bir taþa takýlýyor. Yere yüzüstü kapaklanýnca yüzümü yerdeki su birikintisinin içinde buluyorum. Baþýmý yerden
kaldýrdýðýmda suya akseden görüntüme hayretle, korkuyla bakýyorum. Hayýr ama, bu ihtiyar adam ben miyim!? Bu saçý baþý aðarmýþ, gözleri çukuruna gömülmüþ ihtiyar ben miyim? Biraz önce gençtim! Ne oluyor! Hayýýýýýýr! ......................... Çýðlýk çýðlýða, korkuyla uyanýyorum. Alnýmda biriken terleri elimin tersiyle siliyorum. Gözlerim fal taþý gibi açýk. Korkudan dizlerim titriyor. Gördüðüm bu kâbus da neyin nesi? Yaþlýlýðýmdan mý korktum? Karanlýktan mý? Neydi beni böylesine korkutan? Nasýl bir yola girdim ki biraz sonra yaþlanýverdim? Neden sonra yanýmdaki adamdan baþka otobüsteki bir çok kiþinin de hayretle bana baktýðýný fark ediyorum. Onlar bana "ne oldu?" dercesine bakarken, ben bana ne olduðunu anlamaya çalýþýyorum. Ýçim doluyor. Yüreðim titriyor. Bakýþlarýmý pencereden dýþarýya çeviriyorum. Donup kalýyorum. Susuyorum, susuyorum. Nedensellikler içinde cevabýný bulamadýðým hatýralarýmý hatýrlýyorum. Düþlerimi ve hayallerimi satýn aldýðým zeytin gözlüyü de... Gözlerim doluyor. Aðlýyorum. Aðlýyorum.
29
DERKENAR
Özgün Feride Özgan
SULTAN'A VII
Sensiz geçen her gün aþýða dert sultaným En yakýn mesafeler aþýlmaz daðlar olur Sensiz geçen her gece gönüle yük sultaným Doðan gün batana dek ýstýrapla doludur Baharý hiç görmedim, yaz baþka diyarlarda Niçin gönlümde hep kýþ uðultuyla dolaþýr Seni sayýklýyorum sultaným her uykuda Niçin baktýðým her yer gül yüzünle doludur Benziyorsun açýlan rengarenk çiçeklere Her rengin ayrýlýktýr, vuslatýn rengi yoktur Dolaþýrsýn usulca kan dökerek sinemde Niçin avuçlarýmda dikenler saplý durur
30
DERKENAR
Mustafa Günay
GÖZÜMDE TÜTÜYORSUN
Delmesem de senin için daðlarý Olsan da bana sen, benden de yakýn Kýskanýrým seni bazen kendimden Buram buram, sýcacýk gönlüme doluyorsun Düþersin bazen aklýma, anarým seni Düþersin bazen gönlüme, sararým seni Baktýðým her yerde görürüm seni Hasretle, özlemle ufkuma düþüyorsun Bir yýldýz kayar, tutarým seni Þifa niyetine yutarým seni Benzettim bazen, sana kendimi Sýr olup içimde aynama düþüyorsun Bir sigara yakar, çekerim seni Gönül bahçemde bulur, koklarým seni Hasretle, özlemle yakarsýn beni Ýçimde bir sýzý, gözümde tütüyorsun
31
DERKENAR
Ali Karınca
NESÝR, NAZIM VE ÝLHAM NOTLARI 1. Nesirde belli bir söz dizimi kuralýna uymak gerekir. Ancak nazýmda böyle bir gereklilikten söz etmek pek mümkün deðil. Zira nazým, nesre göre daha serbest yazým özelliklerine sahiptir. 2. Manzum eser olarak aklýmýza ilk gelen þiirdir. Ve þiir etkileyicilik açýsýndan nesirden bir adým öndedir. Ancak bu öndelik her iki türde yazýlmýþ eserler için farklýdýr. Örneðin, bir þiirde bulamadýðýnýz duygu yoðunluðunu ve büyüleyiciliði, bir öyküde pekala bulabilirsiniz. 3. Sözlü edebiyatýn baþlangýcýna bakarsak, bugünkü anlamda tanýmladýðýmýz þiirler gibi olmasa da þiirimsi denilebilecek söyleyiþlerin kullanýldýðýný görebiliriz. Kulaktan kulaða dolaþan tekerlemeler, deyiþler bu ifademize örnek olabilecek niteliktedir. 4. Nazým nesre göre insanlýk tarihinin eski yazýn türlerinden biridir. Yazýnýn bulunmasýyla insanoðlu isteklerini kýsa cümlelerle ama etkili olabilecek bir tarzda yazmak istedi. Bu çabanýn neticesinde de þiir yerini daha da pekiþtirip önem kazandý. Bu durumun bir göstergesidir ki; kitabeler, destanlar, hatta aþk hikâyeleri nazým tarzýnda yazýlmýþtýr. 5. Birinci maddede belirttiðimiz, nazým yazarýna bir serbestiyet býrakýr ifadesini biraz daha açarsak sanýrým daha iyi anlaþýlýr. Þair þirinde istediði tarafa bakmakta serbesttir. Ýstediði yargýyý istediði yerde keser. Ýsterse ifadenin bir kýsmýný baþka bir mýsraa alýr. Dil 32
üzerinde bu þekilde aklýnýza ne kadar çok daðýtma, ekleme gelirse, bunlarýn bir çoðunu yapma hakkýna sahiptir þair. Ama þair bu daðýtma, ekleme iþlemlerini yaparken ister istemez dilin belirli kurallarýyla sýnýrlý kalýr. Sanýrým böylesi de dilin geleceði açýsýndan daha iyi olmaktadýr. Burada unutulmamasý gereken bir nokta var. Þair dil bütünlüðü üzerinde ne kadar fazla oynarsa, dili o kadar çok sulandýrmýþ olur. Evet, dil bir imkan veriyor ama þair bu imkaný sonuna kadar deðil gerekli olduðu kadarýyla kullanmalý, dilin bozulmalara yönelmesine izin vermemelidir. 6. Nazmýn sunduðu serbestiyet nimetini ayný þekliyle nesirde görmek mümkün deðil. Nesir, yazarý dil kurallarýna azamî derecede uymasý noktasýnda uyarýr; metnin herhangi bir yerinde yaptýðýnýz hata sýrýtýr. Nesrin de sunduðu farklý bir imkan vardýr ki bu imkaný nazým sunmaz. Nesirde konunuzu olabildiðince uzatabilirsiniz. Bir baþka ifadeyle konuyu ya da olayý istediðiniz kadar dallandýrýp budaklandýrabilirsiniz. 7. Yukarýdaki maddelerde bahsettiðimiz þiir daha çok serbest þiir diye adlandýrýlan kafiyesiz, uyaksýz þiirdir. Zira bu þiirin dýþýndaki þiirler, yani uyaklý ve kafiyeli þiirler, ister istemez þairine daraltýlmýþ bir alan býrakýr. Þair, kafiyeli yazmak zorundadýr, uyaklý yazmak zorundadýr. Ayrýca þair, uyaklý ya da kafiyeli þiir yazmaya kalktýðý zaman ilhamýnýn çoðunu çöpe atmak zorunda kalacaktýr. Ýlhamý onu bir tarafa yönlendirse dahi, þair
DERKENAR kafiyesinin ya da uyaðýnýn peþinden gitmek zorunda kalmaktadýr. 8. Aslýna bakýlýrsa, nesir ve nazýmý sýnýrlýlýk ve serbestlik gibi konularda karþýlaþtýrmak sadece bizim daha iyi inceleyebilmemiz içindir. Zira, þair ya da yazar böyle bir ayrýmýn içine düþmeden hareket eder. Onlar, yazacaklarý eserlerinde anlatmak istediklerini en güzel nasýl anlatacaklarýnýn, en etkili nasýl anlatacaklarýnýn kaygýsýna düþerler. Þairse nazmýn, yazarsa nesrin nimetlerinden, dilin nimetlerinden sonuna kadar yararlanmaya bakarlar, karþýlaþtýrmaya hiçbir zaman gitmezler.
bile zaman zaman ilhamýn varlýðý ile ilgili tartýþmalar yapýlýrken, nesirde ilhamýn olup olmadýðýný konuþmak ne kadar yerinde olur bilinmez. Ancak nesir, sadece bir yazmak, sadece bir karalamak olarak ele alýnýrsa; burada ilhamdan bahsedilemez. Þiir için de ayný þey geçerlidir; karalama bir þiirde ilhamdan söz edilemez. Eðer, yazýlan metinde edebîlik anlamýnda bir þeyler varsa ve duruþuyla, okuyucuya sesleniþiyle sýradan olmadýðýný belli ediyorsa, ilhamýn varlýðýndan bahis açýlabilir.
9. Bazý nesir yazarlarý, okuyucuya hoþ gelsin, metnin aðýrlýðýný alsýn diye yazdýklarý metinlerin aralarýna þiirsel cümleler serpiþtirirler. Devrik ya da eylemi olmayan þairane söylenmiþ cümlelerle sanki bir kýskançlýðý garip bir þekilde göstermiþ oluyorlar. Halbuki, nesir yazarý da kendine has deyiþlerle, kendine has bir üslupla pekala okuyucunun gözünde bir þairin edinebileceði yerden daha iyi bir yer edinebilir. Ancak bu çabasý bir þaire özenmek olarak tezahür ederse okuyucu onu hemen fark eder ve tabir yerindeyse o anda yazarýn bileti kesilmiþ olur. 10. Þiirin bir ilham ile yazýldýðý konusunda birkaç cümle yazmaya gerek var mý bilmiyorum ama, yine de bu konuda azýmsanmayacak kadar edebiyatçýdan farklý sesler çýkýnca ben de yazmak gereði duydum. Þiir, ilhamsýz asla düþünülemez. Ýlham, þiirin baþlangýç noktasýdýr ve bir anlamda satýrlarýn arasýnda þairin sürüklenmesine vesile olan da ilhamdýr. Evet, þairane bir yaratýlýþ, ilhamýn geliþi, þiir eðitimi eli ayaðý düzgün bir þiir için gereklidir. Ama ilhamý buradan alýn, artýk þiir yoktur. Artýk sadece, birkaç kelimenin peþ peþe sýralanýþýný görebilirsiniz. 11. Nesrin ilhamdan kaynaklanýp kaynaklanamayacaðýna gelince. Þiirin üzerinde
12. Nesirde de, þiirde de ilham olmazsa bir anlamda zorlama metinler ortaya çýkar. Þiirin mýsralarý birbirinden tamamen kopuk, biri Þam'da biri Halep'te iken; mensur eserde de cümlelerin bir aþaðý bakarken biri yukarý bakarsa, biri bitirirken diðeri bir yolunu bulup baþlatýyorsa; yani tezatlýk ve bu tezatlýðýn içinden çýkma bir zorlanmýþlýk seziliyorsa bu hem ilhamdan yoksundur hem 33
DERKENAR de zorla yazdýrýlmýþ izlenimi verir. Ýlhamla yazýlmýþ bir eser, her þeyden önce sürükleyiciliði ile kendini belli eder.
aramak bir anlamda olmayanýn peþinde gitmektir. Þiir için gerekli olan þairânelik, þairi þair yapan en önemli özelliktir.
13. Yukarýdaki tespitlerimize raðmen, nesrin ilhama ihtiyaç duymadýðýný, duymamasý gerektiðini iddia eden edebiyatçýlarýn sayýsý azýmsanmayacak kadar fazla. Derler ki; "Nesrin ilhama ihtiyacý yoktur. Nesir, bilindiði üzere düzyazýdýr yani þiirle görsellik açýsýndan da bir baðlantýsý yoktur. Hem nesrin ilhama muhtaç olduðunu söylemek, onu þiire yaklaþtýrmaktan baþka bir iþe yaramaz."
18. Bu noktaya kadar, nesir ve nazým üzerine, bunlarla ilhamýn baðlantýsý üzerine epeyce yazdýk. Ama üzerinde bu kadar söz söyleyebildiðimiz yazýn türlerine ne kadar sahip çýkýyoruz. 17 yaþýnda þair olup 20 yaþýnda þiirin "þ"sinden haberi olmayanlarýmýzýn sayýsý eminim ve üzülerek ifade ediyorum fazladýr. Þiire hak ettiði deðeri nasýl verebileceðimizi hepimiz kendi çapýmýzda üç aþaðý beþ yukarý kestirebiliyoruz. En azýndan ayda bir tane þiir kitabý alarak, þiire verdiðimiz desteði açýktan da gösterebiliriz. Yine, öyküye ve romana da ayný þekilde hak ettiði deðeri vermeliyiz.
14. Nesirle ilhama bu þekilde bakan edebiyatçýlar sanýrým bir noktayý gözden kaçýrýyorlar. Öykü yazmak ya da bir romana baþlamak bile bir hayal gerektiriyor. Hem de öyle sýrdan bir hayal deðil. Baþý sonu olan, kendi içinde bir mantýk ve olay örgüsü bulunan bir hayal olmalý. Ýlham olmadan kurguladýðýnýz hayalin vücut bulmasý mümkün deðildir. Kelimelerle, cümlelerle hayalinize bir elbise giydirirsiniz; eðer elbiseniz hayalinize ters olursa ya da çekiciliðini kazanamazsa ilhamdan da yoksun demektir. 15. Bir öyküde geçen "Ben kendime ne zaman rastlayacaðýmý bilemezken, onlar bana, beni ne zaman bulabileceklerini soruyorlar" cümlesi ilhamla yazýlmýþ izlenimi veriyor ya da en hafifletilmiþ ifadesiyle ilhamýn gölgesini taþýyan bir görünümü var. Bunun gibi daha nice seçkin öykü ve romanlardaki kurgulama, ilhamýn nesirdeki varlýðýnýn en büyük örnekleridir. 16. Hayal kurmak bir eser ortaya koyabilmek için önemli bir aþama. Hayal bazen eserin baþlangýcýný oluyor, bazen de eserin kendisi tamamen hayal ürünü olup çýkýyor. 17. Baþta ifade etmemiz gerekeni sona sakladýk; öncelikle, bir þey yazabilmek için þairânelik, yaratýlýþtan gelen bir yetenek ve eðitim gereklidir. Ancak nesirde þairâneliði 34
19. Þiire, öyküye ve romana deðer verelim derken; hiçbir edebiyat deðeri olmayan, sadece ve sadece meþhur edildikleri için, pohpohlandýklarý için kitap alýyorsak yazýk verdiðimiz emeklere! 20. Nesir de nazým da kendi baþlarýna edebiyatýmýzýn içinde birer ifade biçimleri olmuþlardýr. Birinden aldýðýmýz tadý, diðerinden bulamýyoruz. Birindeki duygusallýk diðerinde yok. Her yazýn türü kendi içinde farklýlýklarý taþýyor. Meseleye biraz da bu yönüyle bakmak gerekiyor. Bir nazým eserini incelediðimiz gözlükle nesri incelersek içinden çýkýlmaz hatalara düþeriz. 21. Bu yazýnýn macerasýndan da biraz bahsedersek, yukarýda saydýðýmýz onca maddedeki nesrin, nazýmýn oluþumu ve ilham meselesi biraz daha açýlým kazanacaktýr. Nesir, nazým ve ilhamla ilgili birkaç not almýþtým. Zamanla bu notlar çoðaldý ve bu yazý meydana geldi. Merak etmeyin, bu yazýnýn da ilhamdan kaynaklandýðýný söylemeyeceðim ama þu kadarýný söyleyeyim; bu yazýnýn bir ucunda da ilham var.
DERKENAR
Mehmet Çelik
ÜÇ NOKTALI BÝR HAYAT SERÜVENÝ Belki görünüþ itibariyle üç nokta olarak, lügatlarda belli bir boyutu olmayan leke olarak yad edilse de üç nokta, hayatýmýzýn, yaþam serüvenimizin büyük bir bölümünü teþkil etmekte… Belki görünüþ itibariyle yan yana sýralanan noktacýklar olarak görünse de, o noktacýklarý sýralayan yazar anlatabilir sadece üç noktanýn esrarýný… O anlatabilir sadece yüreðindeki bitmemiþliklerin sembolü olarak sýraladýðý üç noktayý… O anlatabilir sadece ömrünün çizelgesi olarak, yüreðinden beyaz kaðýda sýraladýðý üç noktayý… Evet birinci nokta doðumum, ikinci nokta yaþamýn, üçüncüsüyse ölümüm… Birinci nokta atýldýðýnda, bembeyaz hayatýma kondurulduðunda; ben aðladým, etrafýmdakiler güldü.. Ýkinci nokta; onu ben attým yarý beyaz, yarý kirli olan yaþantýma… Üçüncü nokta; onu bekliyorum, mazimde atýlmadý, þimdide atýlmadý, ama atýlacak er ya da geç. Üçüncü nokta da kondurulacak benim kirli mi beyaz mý olduðunu bilmediðim hayatýma… Evet onu bekliyorum, haddi müntehamý bekliyorum sabýrsýzlýkla… Avutuyorum diðer iki noktayý, bir gün diyorum, evet bir gün gelecek üçüncü nokta; onlar da sabýrsýzlanýyor benim kadar… Evet dostum bu bahri ummanda, avare geçirdiðim dalýþlarla bekliyorum belki de onu… Bekliyorum diyorum, belki de ben kendimi avutuyorum… Beklediðim için ne yapýyorum.. Hiçbir þey… Kocaman bir hiçle bekliyorum… Oysa insan beklediði için bir þeyler yapmalý, onun için bazý fedakarlýklarda bulunmalý...
Dostum aslýnda ben kendi kendimi bekliyorum… Ben özümdeki vuslatýmý bekliyorum… Serseri dalýþlar yapýyorum bu soðuk kýyýlardan hayat denilen uçsuz bucaksýz, kocaman ama çok küçük, upuzun ama kýsacýk olan denize… Her seferinde baþýmý sudan çýkartýþýmda masum bir balýk gibi, artýk iyiyim zannetsem de dostum, biliyorum ki hala aðýr bir uykuda yüreðim… Her ne kadar bekliyorum desem de son noktamý uyuyorum, umarsýzca hem de… Oysa ne kadar çok isterdim haddi müntehamý çok güzel bir þekilde çok güzel biri olarak karþýlamayý… Bir kelebeðin kanadýna yavaþça süzülen, muhteþem güzelliðiyle beni büyüleyen yaðmur damlacýðý olmak isterdim, yüreklerdeki uykuya bir hamlede süzülüp yok etmek, temizlemek için… Yaðmur damlacýðý olmak isterdim tüm dostlarýmýn amel defterinin kötü kýsmýný silip, berraklaþtýrmak için. Berraklaþtýrmak isterdim, çünkü bizi Kevser ýrmaðýnýn baþýnda bekleyen Dürri Cana, beyaz alýnlarla ve hep birlikte kavuþabilmek için… Son nokta olmak isterdim dostum… Evet son nokta; güzel, dolu dolu bir serüveni bitirmek için kullanýlan masum bir son nokta… Ve ben bekleyeceðim üçüncü noktamý. Evet, iki nokta gibi sabýrsýzlýkla beklerken güzel þarkýlar terennüm edecek dudaklarým. Þairin dediði gibi “uzatma dünya sürgünümü Ey Sevgili, En Sevgili” diye söyleneceðim ben beklerken… Ve yürüyorum dostum, bu adýný bile koyamadýðým serüvende dinlediðim üç nokta masallarýyla beraber… Ta ki üçüncü noktam atýlana kadar… Kim bilir dostum, kim bilir belki yarýn atýlacak, belki daha da yakýn… 35
DERKENAR
K Ü T Ü P H A N E Prof.Dr. Ýskender Pala yeni bir divan þiiri araþtýrmasýyla daha okuyucularla buluþuyor. Hayriyye, Nabi’nin þiirlerininin bir kýsmýnýn toplandýðý bir eser. Ýskender Pala da bu güzide eseri, iþlek bir dille bugünün okurlarýna ulaþtýrýyor. Kitapta hem latin alfabesine çevrilmiþ asýl metin, hem de Ýskender Pala’nýn sadeleþtirdiði metin yer alýyor. Kitap, Divan þiirini ve özelde Nabi’yi anlamak isteyenler için bir baþucu kaynaðý niteliði taþýyor. Hayriyye, Yusuf Nabi, Hazýrlayan:Ýskender Pala, L&M, Ýnceleme-Araþtýrma, 223 sayfa Satýr Arasý Aþk, bir hüznün en yanýk duygularla ifadesi gibi yanýmýza gelip bize dokunuyor. Mehmet Naci’nin kaleminden süzülen satýrlar insaný uzaklara görürken, yanýmýzdaki resme daha yakýndan bakmamýzý saðlýyor. Birbirinden etkileyici denemelerle okuyucunun yolculuðu huzurlu bir yolculuktan, hüzünlü bir yolcuða dönüþüyor.
Satýr Arasý Aþk, Mehmet Naci, Birey, Deneme, 144 sayfa Þinasi, edebiyat tarihimizin mihenk taþlarýndan birisi. Kaknüs Yayýnlarý tarafýndan Bedri Mermutlu’nun kalemiyle yayýnlanan Sosyal Düþünce Tarihimizde Þinasi adlý inceleme-araþtýrma kitabý, Þinasi’nin hemen hemen her yönüne ýþýk tutuyor. Detaylý bir inceleme-araþtýrmayla hazýrlanmýþ olduðunu hem kitabýn hacmine bakarak hem de kaynakça bölümlerinden anlayabiliriz. Þinasi hakkýnda yazýlan nadir eserlerden biri. Sos. Düþ. Tarihimizde Þinasi, Bedri Mermutlu, Kaknüs, Ýnceleme-Araþtýrma, 575 sayfa Dünya klasiklerini yayýnlamak baþlý baþýna bir ciddiyeti gerektiriyor. Özellikle tercümesiyle Türk dilinin yapýsýna ve anlatým özelliðine uygun olmasý gerekiyor. Þûle yayýnlarý da tercümeyi önemsiyor. Martin Eden, Jack London’ýn otobiyografik eserlerinden biri. Yazarlýk, þairlik hayatý üzerine konularla bezenmiþ bu klasikte, bir edebiyatçýnýn sýzýlarýný ve sevinçlerini rahatlýkla duyabilirsiniz.
Martin Eden, Jack London, Þûle, Roman, 372 sayfa Þark kalsikleri, edebiyat anlamýnda da, kültür anlamýnda da bizlere daha yakýn duruyor. Hasan Aycýn, Esrarnâme adlý eseriyle Þark edebiyatýnýn güzelliklerini bugünün diliyle buluþturmuþ. Keloðlan hikâyesi öyle bir noktaya geli-yor ki, bir bakmýþsýnýz hikâye romana dönüþmüþ. Daha çok çizgileriyle tanýdýðýmýz Hasan Aycýn, bu kitabýnda bizi bir masalýn güzelliðiyle, bir hikâyenin tez canlýlýðýyla ve bir romanýn sürükleyiciliðle buluþturuyor. Esrarnâme, Hasan Aycýn, Timaþ, Roman, 160 sayfa
36
DERKENAR “Kelimeyle deðil, cümleyle düþündüðümü fark ettim ben.” Nazan Bekiroðlu’nun yeni kitabý Cümle Kapýsý deneme olarak sunuluyor ancak, kitabýn içlerine girdiðinizde þiirsel bir anlatýmla entellektüel ciddiyetini harmanlanmýþ halde buluyorsunuz. Farklý noktalardan seçilmiþ konular, özgün bir üslupla iþlenmiþ ve okuyucunun düþünce ufkuna, bakýþ açýsýna farklýlýk kazandýrýlmýþ. Cümle Kapýsý, Nazan Bekiroðlu, Timaþ, Deneme, 240 sayfa
1926’lý yýllarda kaleme alýnmýþ bir tarih kitabýný Birey yayýnlarý bugünün okuyucusuyla buluþturuyor. Yazar, 1915-1925 yýllarý arasýnda Anadolu topraklarýnda zaman zaman çeþitli görevlerle bulunmuþ. Diplomatlýktan muhabirliðe kadar farklý görevlerle Anadolu’yu inceleyen yazar, bugün bizim baktýðýmýz yere, daha yakýndan bakýyor. Böylece, gözlemlediði noktalarý daha net görebiliyor. Bir anlamda tarihe tanýklýðýný aktarýyor. Türkiye, Arnold J. Toynbee, Birey, Tarih, 283 sayfa Ýran edebiyatý, Divan edebiyatýna hem kelime hazinesi, hem de söyleyiþ yönüyle benzerlik gösteriyor. Þule yayýnlarýnýn Prof.Dr. Mehmet Kanar imzasýyla önceki yýllar yayýnladýðý Modern Ýran Þiiri Antolojisi, Ýran edebiyatýnýn bizdeki deðiþime benzer þekilde deðiþtiðini; Divan geleneðinden uzaklaþýldýðýný gösteriyor. Ýran þiirinin bugününe ýþýk tutan bu çalýþma, edebiyat araþtýrmasý yapanlar için de kaynak niteliðinde. Modern Ýran Þiiri Antolojisi, Mehmet Kanar, Þiir-Ýnceleme, Þule, 224 sayfa Her hikâyesi gülün baþka baþka hallerine ithaf edilen Gül Âyinleri, tam anlamýyla, güllerin bir halka etrafýnda dönerken aldýklarý farklý halleri bize sunuyor. Biraz sözlü geleneðimizden motifler taþýyan, biraz bugünün modern hikâye anlayýþýný sergileyen etkileyici bir kitap. Yanýk gülden, küskün güle, oradan da roman güle uzanan; kimi zaman acýklý, kimi zaman umut dolu hikâyelerle okuyucuya farklý bir yolculuk fýrsatý sunuyor. Gül Âyinleri, Emir Kalkan, Hikâye, Ötüken, 148 sayfa Dünya klasikleri arasýnda her yazarýn yeri elbette farklýdýr. Turgenyev, Çarlýk Rusya’sý zamanýnda çektiði sýkýntýlarla dolandýðý dünyasýnda, Babalar ve Oðullarý yazýyor. Hayatý, luzümsuz þeylerle doldurduðumuz bir sandýða benzeten Turgenyev, hayatýn içindeki durumlara ve iliþkilere farklý bir bakýþla yaklaþýyor. Bir babanýn oðluyla olan iliþkisinden, toplum içi iliþkilere uzanan örgüsüyle, bu klasik bugünü anlamak için de okunmalý. Babalar ve Oðullar, Turgenyev, Roman, Þûle, 220 sayfa Sadýk Yalsýzuçanlar’ýn yýllardýr yazdýðý öyküler bu kitapta toplanmýþ. Birbirinden farklý konularý, kendi pencerelerinden bizlere aktaran yazar, hayatýn renklerini kalemiyle þekillendirmiþ. Öykünün kalbinde yatan sýcaklýðý, insaný uzak yerlere götürme kabiliyetini ve uzaklardan buralara getirebilme becerisini biz bu öykülerde görebiliyoruz.
Öyküler Kitabý, Sadýk Yalsýzuçanlar, Öykü, Gelenek, 384 sayfa 37
DERKENAR Edward W. Said’in, son yüzyýlýn en büyün entellektüellerinden biri olduðunu söyleyebiliriz. Çeþitli kavramlar üreterek günümüz meselelerine ve geçmiþin açmazlarýna yeni bir boyut kazandýrdý. Filistin’de doðdu, Amerika’da eðitim aldý. Filistin meselesinin yerel bir mesele olmaktan çýkýp, evrensel bir mesele olmasýna katkýda bulundu. Bu kitap, yazarýn tüm bu süreçteki anýlarýný yazarýn kaleminden aktarýyor. Yersiz Yurtsuz, Edward W. Said, Ýletiþim, Otobiyografi-Aný, 440 sayfa Þehirlerin de bir yüzü olduðunu kaçýmýz biliyoruz? Yapýlarýyla, doðal güzellikleriyle her þehrin bir yüzü vardýr. Bazý þehirler geçmiþ zamanlaradan aldýðý ýþýkla bugüne bakarken, bazýlarý da bugünden aldýðý ýþýkla yaþarlar. Mustafa Armaðan, þehirlerin canlýlýðýný kendi üslubuyla bizlere tanýtýyor. Geçmiþin izleriyle modern dünyanýn keskin çizgileri, bu kitapta þehirlerin yüzlerinden okunuyor. Ýnsan Yüzlü Þehirler, Mustafa Armaðan, Gelenek, Gezi-Ýnceleme, 278 sayfa
Anadolu topraklarýnda kuzeyden güneye, batýdan doðuya savrulan bir yolcunun hikâyesi anlatýlýyor, Bir Yolcunun Halleri’nde. Mekan deðiþiyor, kiþiler deðiþiyor, zaman deðiþiyor ama, yolcunun halleri ayný devinim içinde harmanlanýp duruyor. Çilenin dolmasýný beklemek bir erdemdir belki de. Öykünün içinde kaybolmadan halleri anlamaksa baþka bir erdem...
Bir Yolcunun Halleri, Sadýk Yalsýzuçanlar, Gelenek, Öykü, 331 sayfa Zamanýn Kanatlarý, okurken kendinizi hikâyenin içine katývereceðiniz; insaný etkilerken kendinden saydýran hikâyelerin yer aldýðý zarif bir kitap. Zamanýn deðiþen þartlarýna ve insana, doðaya duyarlý bir bakýþla kaleme alýnmýþ öyküler... Zafer Altunkozaoðlu’nun kalemi edebî-estetik kaygýlar gözetirken okuyucunun yanýna inebilecek duruluðu yakalayabilmiþ. Belki de hikâye kahramanlarýndan birisi sizsiniz. Bunu Zamanýn Kanatlarý’ndan öðrenebilirsiniz. Zamanýn Kanatlarý, Zafer Altunkozaoðlu, Ötüken, Hikâye, 181 sayfa
BÝZE GELEN DÝÐER KÝTAPLAR Muhalif Þiirler Antolojisi, Hazýrlayan:Hüseyin Karaca, Birey, Þiir, 212 sayfa Bütün Þiirleri, Dilâver Cebeci, Ötüken, Þiir, 198 sayfa Bütün Þiirleri, Furûð-i Ferruhzâd, Þule, Þiir, 336 sayfa Sekiz Kitap, Sohrâp-i Sipihrî, Þule, Þiir, 253 sayfa
DEÐERLÝ YAYINCILAR! KÜTÜPHANE sayfalarýmýzda tanýtýlmak üzere kitaplarýnýzý bekliyoruz Ya z ý þ m a a d r e s i m i z e y a y ý n l a r ý n ý z ý g ö n d e r e b i l i r s i n i z 38
YAY I N L A R I
Çatalçeþme sk. No: 50 Caðaloðlu-Ýstanbul Tel: (0212) 511 25 04 Fax: (0212) 519 27 09 39