Derkenar 17

Page 1

derkenar

iki aylýk edebiyat ve kültür dergisi Sayý: 17

Temmuz-Aðustos 2006

Þiirleriyle Hüseyin Akın Muharrem Tuğrul Ahmet Edip Başaran Mustafa Akar Cafer Keklikçi

Görüntüler ve Görüþler Hüsrev Hatemi Süheyl Ünver Hoca’nýn Çiçeklername’si İbrahim Tenekeci Özet yaþam(ak)lar Kâmil Yeşil Malcolm X ve George Bush’tan çeviri metinler

4 YTL Kýbrýs 4.25 YTL

17

Hüsrev Hatemi: Ben hep ölümle þakalaþýrým

Hüseyin Avni Ulaþ’ý Suavi Kemal Yazgýç yazdý

Ýsmail Kýlýçarslan’dan Amerika’ya öfke þiiri


.


Su nuþ

ÝÇÝN DE KÝ LER Halil Eser, Çizgi.....................................................................2 Hüsrev Hatemi, Görüntüler ve görüþler.................................3 Ýbrahim Tenekeci, Çiçeklername..........................................4 Hüseyin Akýn, Haydar ve Ergülen..........................................5 Ýsmail Kýlýçarslan, Amerika..................................................6 Hüseyin Akýn, Þey................................................................8 Muharrem Tuðrul, Gece karanlýktý içi kadar kafirin................9 Cafer Keklikçi, Son oðul.....................................................10 Furkan Çalýþkan, Kitle imha çocukluðu..............................12 Ahmet Edip Baþaran, Ýnce bilekliler için bir þarký...............13 Mustafa Akar, Kuþ haritasý..................................................14 Kâmil Yeþil, Özet yaþam(ak)lar............................................16 Hüsrev Hatemi ile söyleþi................................................18 Ünsal Ünlü, Yaðmur lekesi...................................................26 Bahadýr Cüneyt, Ayaz þehir................................................27 Esra Elönü, Dik oturan ölü...................................................28 Yusuf Armaðan, Zývana......................................................29 F. Zehra Kalkan, Beyaz çukur.............................................30 Mehmet Aycý, Dere berrak ve çakýllar sayýlýyor......................31 Suavi Kemal Yazgýç, Hüseyin Avni Ulaþ neye muhalifti?.....32 Coþkun Ongun, Beklerken.................................................38 Nurettin Durman, Býçak aðzý..............................................39 Malcolm X, Sýradan insanlara mesaj....................................40 George W. Bush, Jr., Büyük Amerikan þiiri.........................46 Mehmet Þah Erincik, Git dediysem gitsin diye deðil..........50 Yasin Onat, Kaybedilmiþ bir künye.......................................51 Mehmet Aycý, Eþli batak......................................................52 Fatma Pekþen, Cebi iþli hýrka..............................................55 Ýskenderiye Feneri............................................................58 Tarassut Kulesi...................................................................60 Kütüphane..........................................................................62

derkenar Ýki aylýk edebiyat ve kültür dergisi ISSN 1304-6667 Yýl:3 Sayý:17 Temmuz-Aðustos 2006 Ýmtiyaz Sahibi Ýbrahim Özbay

Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü ve Genel Yayýn Yönetmeni Seyfullah Aslan

Yaz aylarýnýn bunaltan sýcaklarýnda içinize ferahlýk verecek bir sayýyla karþýnýzdayýz. Bu sayýmýza birbirinden güçlü on altý þiir var. Ýsmail Kýlýçarslan Amerika’ya öfke dolu bir þiirle karþýlýk verirken; Hüseyin Akýn dilimize pelesenk olacak, defalarca okuyacaðýmýz þiiriyle sayfalarýmýzda. Muharrem Tuðrul, uzun bir aradan sonra Derkenar’da þiire devam ediyor. Bu þiirini okuyunca önümüzdeki sayýlarda Muharrem Tuðrul þiirini sabýrsýzlýkla bekleyeceðinizi tahmin ediyoruz. Cafer Keklikçi, Furkan Çalýþkan, Mustafa Akar, Ahmet Edip Baþaran, Ünsal Ünlü, Bahadýr Cüneyt, Esra Elönü, Yusuf Armaðan, Nurettin Durman, Mehmet Aycý, Mehmet Þah Erincik ve Yasin Onat bu sayýmýzýn diðer þairleri. Kâmil Yeþil ilginç bir öyküsüyle yer alýrken, Coþkun Ongun ve Fatma Pekþen diðer öykücülerimiz. Suavi Kemal Yazgýç, Osmanlý Mebusan Mec li si’nin ve Bi rin ci Mec lis’in önem li muhalif ismi Hüseyin Avni Ulaþ’ý ve Ulaþ’ýn muhalefetinin arka planýný yazdý. Bu sayýmýzýn en büyük sürprizi Hüsrev Hatemi Hoca’nýn “Görüntüler ve Görüþler” köþesini dergimizde devam ettirecek olmasý. Ayrýca, kendisiyle “Karakavak Þiirleri” dolayýsýyla yaptýðýmýz söyleþiyi keyifle okuyacaðýnýza eminiz. Malcolm X ve George W. Bush’tan yaptýðýmýz çeviriler ise, dergiye ayrý bir okuma tadý katýyor. Tarassut Kulesi’nde, geçen aylar içinde yapýlan þiir festivaline ve gazetelerin kültür sayfalarýna büyük bir teleskopla bakýlýyor.

Gelecek sayýda buluþmak üzere... Kapaktaki çiçek çizimi A. Süheyl Ünver Hoca’nýn “Çiçeklername” adlý albümünden alýnmýþtýr.

Adres Osmanlý Sk. Alara Han No: 27- A Taksim - Ýstanbul

Danýþmanlar Furkan Çalýþkan Osman Toprak

Merkez Daðýtým

Baský Ýnternet www.derkenar.gen.tr derkenardergi@yahoo.com

Kilim Matbaacýlýk Baský Tarihi: Temmuz 2006 Yayýn Türü: Yaygýn süreli

Telefon / Faks (0212) 243 61 99 / 243 62 36

Editörler Hüseyin Akýn Kâmil Yeþil

Genel Daðýtým

Abonelik Koþullarý Yýllýk: 24 YTL / Kurumlara: 60 YTL Öz bay Ya yýn cý lýk - Ýb ra him Öz bay adý na Ya pý Kre di Ban ka sý Taksim Þubesi: 1105003 Pos ta Çe ki He sap Nu ma ra sý: 5002965

Der ke nar der gi si, La mu re Ya yý ne vi’nin bir kül tür ya yý ný dýr. www.la mu re ki tap.com

Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez. Ýlan pazarlýða tâbidir.


Ha lil Eser

2


Görüntüler ve Görüþler Hüsrev Hatemi Balkan Harbinde, Çanakkale Savaþlarý sýrasýnda da birleþtirici yan yollar açýlmýþ ve zor zamanlarý atlatmakta yardýmcý olmuþtur. Cumhuriyet döneminde, Atatürk ve ardýndan Ýnönü, birleþtirici yan yollarý tahrip etmemeye özen göstermiþtir. Cumhuriyetin ilk yýllarý geçtikten sonra ne Atatürk ne Ýnönü artýk eski günleri anmamýþ, sadece yaptýklarýndan ve yapacaklarýndan bahsetmiþlerdir. Atatürk'ün nutkunun baþlangýcýný hatýrlayalým. "Beceriksiz Enver, þaþkýn Cemal, gafil Talat" gibi sözler var mýdýr? Ben Ýnönü döneminde doðdum. Ondan da tahrip edici ve gereksiz, küfürlü ifadeler iþitilmedi. Bu "es ki de vir ter bi ye si" Menderes ve Bayar tarafýndan da, az çok devam ettirildi. Sonra "afyonu patlamýþ tiryaki" tipinde yarý nazik yarý sinirli dönem geldi. 1980'li yýllardan sonra ipin ucu elden kaçtý. Fakat yine de, ip þimdilik ülke içinde. Davranýp yakalamazsak, yakýnda ipsiz takýmýndan olabiliriz. Mütedeyyin amcalar, laylaylom âbi ve ablalar, züppe yurtdaþlar, solcular, saðcýlar edebiyatta, tarýmda, vatan savunmasýnda "asgari müþtereklerimiz" olmazsa halimiz fena demektir. Cep telefonumuz, kredi kartýmýz, dijital kameramýz, özel arabamýz olmadan da 1970'li yýllarýn ortalarýna kadar yuvarlanýp gidiyorduk. Fakat dilimize, ordumuza, edebiyatýmýza sevgi duyardýk. Orhan Veli ile yaþlýlar, Yahya Kemal ile bazý gençler alay ederlerdi. Üniversite öðretim üyelerine bazan "Kara cübbeliler" denirdi. Yani ortalýk yine gülistanlýk deðildi. Fakat nefret veya birbirlerinden tamamen kopma da söz konusu deðildi. Ufukta gaspçýlar, bugünkü güçlülükte ve yüzsüzlükte hortumcular, satanistler hiç görülmüyordu. Derkenar'ýn bir edebiyat dergisi olduðunu biliyorum. Ey okuyucular! Bundan sonra nutuk atmaktan uzak tutmaða çalýþacaðým. Ýlk yazýda bu durumu "dolu" olmama baðýþlayýn.

"Görüntüler ve Görüþler" baþlýðý altýnda kýsa notlar yazmaða, 1970'li yýllarýn baþlarýnda, arkadaþým Ezel Erverdi'nin çýkardýðý Hareket dergisinde baþlamýþtým. 1985'ten sonra Türk Edebiyatý Vakfý'nýn, günümüzde de çýkan dergisinde ayný baþlýkla devam ettim. Ahmet Kabaklý Hoca'nýn vefatýndan sonra biraz aralýklý yazmaya baþlayarak, nihayet durdum. Þimdi "Görüntüler ve Görüþler" baþlýðý üçüncü bir dergiye taþýndý. Mev la na, Mesn evi'nin üçüncü cildine "Ey Tanrý ýþýðý Hüsamettin! Üçüncü cildi getir, bir þeyi üç defa yapmak sün net tir" di ye rek baþ lý yor. 1980'li yýllarda Sandoz firmasý kültür yayýnlarýný hediye olarak gön de rir di. Dol ma bah çe Sa ra yý, Kum Sa at le ri gi bi… Çok hoþlandýðým bu yayýnlarýn üçün cü sü ge ci kin ce San doz mensuplarýndan rahmetli dost, Yahya Kemal Dr. Hüsamettin Canöztürk'e Mevlana'nýn diliyle "Ey Ziya-i Hak Hüsameddin biyâr, an sevüm defter ki sünnet þod se bar" pusulasýný göndermiþtim. Görüntüler ve Görüþler sütunu üçüncü defa yer deðiþtiriyor. Ahmet Kabaklý Hoca'ya ve Dr. Hüsamettin Canöztürk'e Tanrý'dan rahmet dilerim. Yan Baðlantýlar Bir milletin kültüründe, daha doðrusu kültürü oluþturan öðeler arasýnda, yan baðlantýlar olmasý gerekli ve doðaldýr. Bir zamanlar bizde de böyleydi. Askerlik, tarým, üniversiteler, din, edebiyat birbirlerinden ayrý alanlar gibi görünürse de, zor zamanlarda yan yollar açýlýr, kültür öðeleri arasýnda, hayat verici bir kan dolaþmaða baþlardý. Osmanlý devrinde böyle olduðu gibi, Cumhuriyet devrinde de böyleydi. Örnek olarak Namýk Kemal'i alalým. Devletine muhalif, yurtdýþýnda olduðu halde, Renan'dan gelen Ýslam peygamberine yönelik bir eleþtiriye karþý derhal "Renan Müdafaanâmesi"ni yazmýþtýr. Tesalya Harbinde, 3


Süheyl Ünver Hoca'nýn Çiçeklername'si Ýbrahim Tenekeci Hep okunacak kitaplar hakkýnda yazýlar kaleme alýyoruz. Bu kez, bakýlacak kitaplardan bir tanesini konu edinelim. A. Süheyl Ünver Hoca’nýn Çiçeklername isimli kitabýný… (Albüm de denilebilir, fakat ben kitap demeyi tercih ediyorum.) Çiçeklere muhabbet duyan biri olarak, çiçekle ilgili her türlü yayýný ilgiyle karþýlýyor, karýþtýrýyorum. Gerçi, artýk hakiki çiçeklerin yerini plastik çiçekler alýyor. Çaðýn ruhunu yansýtan bu tatsýz durum, çiçek meraklýlarýný fazlasýyla üzüyor. Öyle ya, her þeyin plastiði çýktý; þimdilerde popüler olan birçok sanatçýnýn ve edebiyatçýnýn da plastik olduðu söyleniyor... Ýmam-ý Azam, balýk yiyen askerleri görünce, onlara "bir balýðýn kaç yýl yaþadýðýný" sormuþ. Ben de onlarca çiçeðin ziyan edildiði bir çelenk görünce, ayný duyguya kapýlýyorum. Aklýma hep o dize geliyor: "Koparma gülleri, dalýnda kalsýn…" Dert yanmayý býrakýp kitaba dönelim. Teknolojinin el becerimizi köreltmediði devirlerde, seyyahlar ve bilim adamlarý, gördükleri tarihi eserlerin, bitki ve hayvanlarýn resmini çizerlermiþ. Þimdi fotoðraf makinesi vb. þeyler var. Diyelim ki pikniðe gittiniz, orada güzel bir çiçek gördünüz. Hemen cep telefonunuzu çýkarýyor, tuþa basýyor ve çiçeðin görüntüsünü elde ediyorsunuz. Sýfýr emek… Prof. Dr. Süheyl Ünver Hoca, imkaný olmasýna raðmen fotoðraf makinesi kullanmamýþ. Gittiði yerlerde gördüðü çiçeklerin, yaprak ve meyvelerin resmini büyük bir itina ile tek tek defterine çizmiþ, boyamýþ. Bir anlamda, þimdi esamisi okunmayan bir geleneði tekrar diriltme çabasýna giriþmiþ. Çiçeklername, iþte bu defterlerde yer alan resimlerden oluþuyor. Çilek de var, çiçek de… Süheyl Ünver'in çiçeklerle olan iliþkisini, Ýsmail Kara söyle anlatýyor: "Hocamýzýn Peygamber Efendimizi sembolize eden gül çiçeðine, tasavvufi olarak Yüce Allah'ýn en güzel tecellilerinden biri kabul edilen diðer çiçeklere meþrep olarak özel bir yakýnlýk ve sevgi beslediðine þüphe yoktur." Sayýn Kara, yazdýðý önsözde Çiçeklername'nin çýkýþ gerekçesini de açýklýyor: "Vefatýnýn yirminci yýlý münasebetiyle zaten Cennet çiçekleri arasýnda yaþayan Hoca'nýn hatýrasýný taziz için yapýlacak iþlerden en güzelinin, onun yýllarca göz nuru dökerek, severek, okþayarak çizdiði, boyadýðý nadide çiçeklerden bir demetini kitaplaþtýrmak olacaðýný düþündük."

Yine, kitabýn ilk sayfalarýný, çiçek çizimleri kadar güzel olan Süheyl Hoca'ya ait iki yazý süslüyor. "Türklerde çiçek zevki" ile "Türk sanatýnda çiçekler ve buketler" baþlýðýný taþýyan yazýlar, sadece Türklerde çiçek kültürü ve çiçeklerin Ýslam medeniyetindeki yeri hakkýnda bilgi vermiyor, Hocamýzýn o ince ruhunu da yansýtýyor. Sanki yazý yazmýyor, çiçekleri okþuyor… Çiçeklerin Türk milletinin hayatýndaki yerini anlamak ve anlatmak için, þu iktibasý yapmak sanýrým yeterli olacaktýr: "Sapanca'da evlerin caddeye bakan cephesinde saksýlar içinde açýlmýþ çiçek bulundurmak, 'burada evlendirecek kýzýmýz var' anlamýna gelir. Eðer kýzýn talibi çýkar da iþ kesinleþirse, bu sefer saksýlar bahçe tarafýndaki bahçeye taþýnýr." Balkonunun ve penceresinin bir köþesinde çiçek yetiþtirmeyen biri; parkta, kýrda veya bir yol kenarýnda gördüðü çiçeði tereddüt etmeden koparabilir. Çünkü onun bu hale nasýl ve kaç günde geldiðini gözleriyle görmemiþtir. Çiçek yetiþtirmenin meþakkatini bilen biri ise, o çiçeði koparmaz, eðer almak isterse, köküyle birlikte çýkarýp saksýya diker. (Cumhuriyet ile Osmanlý arasýndaki fark da biraz böyledir. Osmanlý dikmiþ, Cumhuriyet koparmýþtýr.) Çiçek yetiþtirmenin sanat olduðunu düþünenlerdenim. Nasýl insanlarýn bir dili varsa, çiçeklerin de var. O dili bilmek, ayrýca her çiçeðe adýyla hitap etmek gerekiyor. Çiçekler, topraðýndan suyuna kadar özen istiyorlar. Her birinin farklý huyu ve özelliði var: Mesela ortanca gölgeyi seviyor, karanfil güneþi; küpe çiçeði yerini kolay kolay beðenmiyor, sardunya ise hemen ortama ayak uyduruyor. Çiçeklername'nin sayfalarýný bir þölen havasýyla ziyaret ettikten sonra, saksýdaki çiçeklerimin deðeri gözümde daha bir arttý. Mesela dört yýl önce Maraþ daðlarýndan tohumunu getirdiðim gelincik, gözüme daha güzel göründü. Saksýnýn bir kenarýnda kendine yer bulmuþ bir dal papatya da öyle… Çiçeklername'nin matbaadan çýkýþ tarihi de çok anlamlý: Baharýn ilk günleri… Ýstanbul Büyükþehir Belediyesi Kültür Müdürlüðü Yayýnlarý, Editör: Ýsmail Kara

4


Haydar ve Ergülen Hüseyin Akýn kýrabilir belki ama gözünüze kestiremediðinizi gönlünüze yerleþtirme sükûneti bahþedebilir. Hayatýn içerisinde ayaklarýnýn ucuna basar gibi gezinmek neyse, yazýnýn içerisinde sözcüklerin arasýný açmadan ve anlamý üzmeden sessizce dolaþmak yani mýrýldanmak odur Ergülen'in kaleminde. Tantanasýz, debdebesiz ve gösteriþsiz rindane ve derviþane bir yürüyüþ... Bu üç kelimeyi (he ves, id dia sýz lýk, mý rýl dan ma) se ver se niz, trenleri, trendeki Kore gazisini, terzileri, küme düþen takýmlarý, kedileri ve kuþlarý ve hatta "gibi"leri ve "sanki"leri de seveceksiniz artýk. Bugün yazýyý da yazarý da bitiren þey, hevesin üzerine çýkýp, iddialý savruluþlarla bir adým ötesi mýrýldanýþ olan sükûtu gürültüye dönüþtürmektir. Gürültüyü duymanýn yolu içe doðru susmaktýr. Haydar Ergülen de aylar önce duyduðu bu gürültüden irkilerek mýrýldanmanýn karþý kaldýrýmýna geçip söz almýþtý: "Þairlerden býktým. Bundan böyle arkadaþlarýmý öykücülerden seçeceðim." Biliyorum, þairlerden býkacak adam deðildir o. Þikâyeti, þiirsizlik iklimine doðru gidip adeta piyasa haline gelen edebiyat ortamýdýr. Yani haddini bilen bir heveskârlýðýn yerini alan gözünün önünü göremeyen bir ihtirastan yana dertlidir Ergülen. 100 yazýyý kucaklayan düzyazý kitabýnda geçen mekân ve insan isimleri de okuyanýn içini ýsýtacak cinsten, aþina olduðunuz bir þehre girer gibi giriyorsunuz kitaba. Ayak basar basmaz þehre de bir davranma biçim olduðunu kavrayýveriyorsunuz. Dostlarýnýz ve akrabalarýnýz karþýlýyor sizi terminalde. Farzedin ki Meram Ekspresi'nden inen sizsiniz. Ýstasyonda Þeyh Galip'ten Hüsrev Hatemi'ye, Ziya Osman Saba'dan Safa Kaplan'a, Cemil Meriç'ten Nabi Avcý'ya birbirinden sýcak dost yüzüne rastlýyorsunuz. Kitap bittiði zaman anlýyorsunuz ki kitabýn her sayfasýnda aslýnda siz varsýnýz. Ýyisi mi bu satýrlar bir hayali andýrsa da, siz yine derinden içe çekilen bir "heves" kabul edin.

Geçen haftalarda üç günümü Sakarya'nýn þirin mi þirin bir kasabasýnda geçirdim. Büyü daðýlmasýn, sizin de yüreðinizde bir þeyler kalsýn diye kasabanýn adýný söylemeyeceðim. Ýnsanýn kendisi kendisine fazla geldiðinden midir ne, bu yükü azaltmak için herkes bir yere giderken yanýnda bir þeyler götürür. Baþkalarý tarafýndan tayin edilen gezi ihtiyaç listesine boyun eðmek hiç bana göre deðil. Eðer illa ki yanýmda bir þeyler götürmek gerekliyse, o niye kendim olmasýn? Þöyle bir toparlandým, kendimi kendime hazýrladým ve zihnimi iyice yokladýktan sonra insaný yolculuðunda en iyi temsil edecek þeyin bir kitap olduðunda karar kýldým. Yolculuklarda þiir okumak çok isabetli bir tercih deðil. Bindiðiniz aracýn hýzý ile þiirin belli bir sükûna ayarlý akýþkanlýðý birbirlerine refakat edemezler. Þiir mi mesafelere ayak uydursun, yoksa mesafeler mi þiire? Cemal Süreya her ne kadar düzyazýyý uçaða bindirmeye kalksa da burada biraz durup: "Aðýr ol Bay Cemal Süreya" deme hakkýna sahibiz elbet. Kuþkusuz düz bir yola en güzel düzyazý gider. Uzun lafýn kýsasý, üç gün boyunca Haydar Ergülen'in yeni deneme kitabý "Düzyazý: 100 Yazý"yý okudum. Ýnsanýn bir yazarýn kaleminden kendi hallerini görmesi bambaþka bir duygu... Baþkasýnýn aynasýnda kendi saçýný taramak gibi bir þey... Ya da kendini baþkasýnýn gözüyle görmek diyebiliriz buna. "Yazarken kelimeleri incitmemek" ya da "yazarýn yazdýðýna yabancýlamamasý" bu olsa gerek. Yazar olmayý insan olmanýn ötesinde bir statü belleyenler için buraya kadar söylediklerim hiçbir þey ifade etmeyecektir elbet. Ama yazmanýn âna tanýklýk ve sorumluluk gerektiren bir çaba olduðunu bilenler bir kitabýn giriþ kapýsý önünde neden bu denli beklediðimi gayet iyi anlayacaklardýr. Haydar Ergülen'i niçin severiz? Þu üç kelimeyi sevdiðimiz için: Heves, iddiasýzlýk ve mýrýldanma. Gürültüden kimsenin kimseyi iþitip anlamaya çalýþmadýðý gittikçe kirlenen yazýn ortamýnda sýðýnacaðýmýz saçak altý gibi bizi kendine çekiyor bu üç kelime. Birilerinin 12'den vurma hevesini

Düzyazý: 100 Yazý, Haydar Ergülen, Merkez Kitaplar, Deneme

5


Ýs mail Ký lý çars lan Amerika giriþ amerika sen busun, nokta nokta çocuðusun bitmeyen bir bitmeyen iki bitmeyen üç buluþlu çok uluslu çok egemen çok yapýþkan bir denbire politik bir denbire bomba ve havariyyun son yemekte son dansta mister sean penn ne iþin var iranda adam kameraya bakmayý biliyor bundan sebep kür tçe öðreniyor her þey sahte bir sahte iki sahte üç allahýn hakký gibi de düþünebiliriz demek ki condaliza su böreði yapmayý öðrense ne alakasý var demeyin er zurumun air for cela

geliþme tamam tamam tamam tamam

peki peki peki peki

on bir eylül tamam peki usame müdahale tamam peki felluce chavez tamam peki kum mollalarý eminem tamam peki hispanik

þimdi durup düþünelim þimdi kimyevi gübreden bomba yapmayý ölmeseler bile üstleri baþlarý anladýnýz mý espri anlayýþý var adamlarýn süper herolarý por no dükkanlarý yeþil kar tlarý özkökleri çandarlarý çandarlý halil paþa çýkarýp masanýn üstüne aman allah ben ne diyorum türk þiiri politiktir türk þiiri düz ayak yazýlmaktadýr kýzgýndýr türk þiiri tamam peki bomba tamam peki güneþ enerjisiyle çalýþan telekinezi uzmanlarý

er zurum üzerinden tahran, tahran üzerinden türkiye anlamadýnýz mý sayýn baþbakan siz anlayana kadar atlar ve atý alanlar üsküdar dan ulan ben kýzkulesine bakarak kýzkulesinin herasýna leandrosuna bakarak küfür sallayan kýzgýn adamým kemal tahirim bir bakýma, bir bakýma otuz yaþýndayým, ismet özelim anlayana

meseleye dönelim meseleye dönelim meseleye dönelim müslüm gürses sen o çýtkýrýldým herifle raks ederken yalýlar da, amerika bitirecek dünyamýzý hümanist olalým müslüm baba yeni raký bulalým beyaz peynir ve kavun polatlýdan alalým kavunlarý, ensesi siyah ve yaðlý çocuklar dan alalým bizi kandýr malarýna izin verelim tar týda hile yapsýnlar o çocuklar dan alalým

6


ciddi geliþme los angeles clippersý çýlgýnca destekleyen bir avuç yeni yetme gibi uyandým kafam zonkluyor du jimin yerinde içtiðim üçüncü sýnýf zeytinli tekilalar dan kendimi tanýtmama izin verin: bendeniz birinci sýnýf deniz piyadesi mor rison adalet savaþçýsý büyük or dumuzun adalet daðýtan þerefli bir üyesi öyleydim yani eskiden þimdi bir bar da ölmeye çabalayan bir bar da bir barbar beyaz tenli beyaz topuklu beyaz kýzlarý babalarýnýn önünde çok beyaz michael, jackson, elton, john ve ben, çok beyaz çok barbar çok þizofren ah sevgili dostlarým böyle anlatmamýþlar dý ki bize üç kralda orayý bir akþam, çölde bir akþam, kýzgýn çölde bir akþam, kýzgýn kumlu çölde bir akþam lanet olsun dostum tam da müthiþ bir par tinin or ta yerinde tam da flash royal bir dendire flash, bir denbire hastane ve uzun bacaklý amerikan hemþireleri þimdi bir bar da bir barbar, bacaðý yok, sevgilisi yok, umudu yok bir bar da bir barbar lanet olsun dostum ha, barýþ ve adalet götür meye gitmiþken, lanet olsun o çöle sonuç amerika sen busun, nokta nokta çocuðusun

7


Hü se yin Akýn Þey mýzraðý boþluða fýrlatýyorum çünkü atým yok yok çünkü adýmdan baþka kaybedecek bir þeyim öyle bir aðzým var iþte, lafa tutulan tam öpmeye giderken ayrýksý bir aðzým, kanayýp durur þimdi içimde bir sürü akrep ben ona sürünmezsem, kimse kimseye, o benim atým olur uzaktan el sallarým kýþ gelir üþür herkes en çok da kendine dilinde kamçý yemiþ gibi bir söz, dur madan dinlerim, o benim atým olur gitmez kimsenin dünyada demir den arabasý, çünkü yol bitmez benim atým kaybolur sular da, benim atým izini belli etmez bir o kalýr, alýnmadýk öcü avluda kýstýrýlmýþ yaralý bir elmanýn ne düþer dibine gökten? belki bir ölüm, bütün dallarý penceremize deðen tepesine salýncaklar kur duðumuz, bir de sen, ey ihanet yaþarken unuttuðumuz karanlýklara, türbelere ve burçlara kanýp geceleyin tuttuðumuz el kimin kaldýysa dilinde duadan þemsiyesi hepsine gök yetiþti hepsine kara haber, hepsine bir at, hepsine bir imdat, hepsine gelip çarptý iki gülüþ arasý gecikmeli bir tren, sona sakladým ben sana yenilgimden ar da kalan yankýmý, ses sese çarpýnca aðlar, sen de yen sen de aðlat, sar gecenin kanayan boþluðunu, sar günleri aylara süngülere ve savaþlara, daha bilmedik þeylere çalaganlara ve abraþ atlara atýmý yokuþa sürüyorum bir okþayýþa, bir þarkýya bir güver cin aramaya bu or mandan, buradan ötesi dünya, oraya söndürür avcýlar bütün acýlarýný þimdi nasýl öpülsün bu þair, asfaltýn dilinde kör bir nacak, yani ben þey diyorum þeyy, ya düþerse bir çocuk içindeki boþluða, aklýmdan bu mýzraðý kim çýkaracak?

8


Mu har rem Tuð rul Gece karanlýktý içi kadar kafirin Ve ikindi gecikmiþti yaklaþýk yüz yýl Sararan yalnýz kadýn yüzleriydi o zamanlar Ocakta unutulmuþ onca þey Bir ömür mesela Bu yanýk kokusu kimden

Gece karanlýktý içi kadar kafirin Ses geçir miyor du cümleler Isý geçir miyor Bu durak, bu beklemeler Uçsuz bucaksýz susuzluk Dili damaðýnda kudurarak…

Yanýyor du güneþin altýnda ne varsa Bir ikindi yanýyor du mesela ezansýz Gözlerini arýyordu bu defa körebe Bu kýyý bu köþe Bunca þeyden sonra kaybolan ikindi. Etraf kararýyordu ya da cehennem böyle bir þeydi…

9


Ca fer Kek lik çi Son oðul inkâr ediyor bir kýlýcýn bir meydanla münasebetini inkâr ediyor bir böcek göðü iptal ederek iptâl ederek bir þemsiye tutuyor ayaklarýma külrengi bir anlaþma anlaþýlmýþtýr bu ayaklarým anlaþýlmýþtýr kýrkbir numara kýrkbir hâtýra kýrkbir kere maþallah: çekiyor doksanlý yýllar çeksin bakalým ahýr dan çýkýþýk bir çalý yýr tarsa ufku bir çalý kapkara sabýr dan çýkýþýk kapkara kaynýyor kapkara inanýyor kapkara bir mektuplaþma þahidim yok bu huylarýmý körelten bir mevsimde þahidim yok mektup yazmadýðýma þahidim yok hatice duran veya dur mayan avcýlar'da bayramda samsun'un çarþambasýnda çatýr týsýnda kalbimin aklýmýn kamaþmasýnda kasým ayýnda ramazanda toplantýda istanbul'da her gün göçtüm ben: fark etsem de yazgýyý gücensem de gülsem de telleri muhatap bilip gülümsesem de kabul ederek kanýn þer rini kar deþlerim mecnunu fer hatý kadersiz kamberi býrakmadan or tada býrakmadan par maklarýmla oruç oruç par maklarýmla görünmeden oluyor herþey görünmeden iki kiþiyiz ikiciðiz iklimler bana çalýþýyor ve bu hep böyle oluyor böyle oluyor bir gözün baþka bir gözü böyle oluyor yavaþ yavaþ bulmasý samsun'un elmasý çarþambanýn hur masý teraziden ter ziden olmaz nedense üç günlük yasý teraziden ben dikiþ dikmesini biliyorum sol ellerimle ben yemeðe çýkamam ben kýrlangýca çýkamam ben alýç toplarým güzü kýstýrýp bir yerler de bir mevsim devrediyor baþka bir mevsime or manlarýn kokusunu korkusunu sularýn or dusunu karýncalarýn kancýklarýn da bir saati var dýr: bana iþlemez bana iþleyecek gibi bir saat bulun ve býrakýn geliyorum: bakýn aðaçlar yýkýlýyor aðaçlar aðaçlar gerçeðe ererken gerçeðe eriklerin yemyeþil gerçeðine kýrkým çýkmasa da seni sularým oðlum seni burarým bohçasýyla ikindisularýnýn karþýnda bir dað karþýnda bir sapað karþýnda kýþlarýn onulmaz buzlarý susýzmalarý birkaç yaranýn yangýnýn giriþim benim ekinlerin sapsarý sýr rýna sýr malarýna aldanýrken oðlum: ben çapalar da yazýlar da oðuldum koyuldum sebeplerin en üst köþesine koyuldum güneþlerin en üst neþesine neþrine bir sülâlenin ezberimden ayrýlmaz bu çalpara bu çotur çopur bu çimdiklerin nesebi serisi bu yazgününün bu yanlýþanlaþýlmanýn kitabý kravatsýzý sevilmeyiþin benim öðür memden kaç kent çýkar sen say ben bilmiyorum sen say benim çýtýr dým ne geberik gebeler büyütür kar nýnda

10


kamaþmasý bir zýbar manýn zýkkým gibi iþleyiþi kaygan tüllerin düþüyor þimdi bir fersiz daha azarlayýp kuluçkasýz gezmiþ keskinkýlýçlar var ellerimde erken vereme dünür cü edilen eklemleri sokaklarýn soluklarýn alýnýpverilmesi tar zý tazýsýyla dangýl aksesuar: ama bu büþrasý bezenmiþ eniklemiþ erken eksisiyle ezberlenen bir çadýr aðýtý ahlâkýyla susaya susaya suya giden sineklerin elbet sebebi var dýr beni pestillemeye gelen sineklerin iþ olsun diye deðil caným bu ciddi ciddi gelen sineklerin bir düðün der nek kur muþ beni karþýlamaya gelen sineklerin sîneleri yoktur: nerede beni tozutan dað beni tozutan rüzgâr beni har manlayan cinnet beni har manlayan kar kar deþim: kemiklerimin ýslýðýdýr ýsýr masý bir aþkýn en yerinden yetim kaldým ben bir kayýp kavmin son oðlu olarak

bu dünya böyledir kýz yontarsýn sabahýn köründe bu dünya böyledir paslý demirler iþler billûr dan diline öpüþlerim ýssýzdýr benim kimsenin beðenesi gelmez bir söðüt arýyorum kimsenin beðenesi gelmez yükünü tutmuþ gidiyor adam: her halde ölüme bu sefer krom deðil bu sefer nikel deðil bu sefer kemiklisi gelmez

kazýlacak çok bahçe var bunu sen anlamazsýn yavrum kýlýçlar da kýrýlýr bir gün ben bunu meydanlar dan anlýyorum

11


Fur kan Ça lýþ kan Kitle imha çocukluðu Ulaþabileceðim bir yere koy ilaçlarý Senin sýcaklýðýnda sakla…

Geliyorsun benimle evinden ayrýlmayan biri gibi Yaþayýp ölünceye kadar gidip gelebiliriz bir solukta Gözlerimde böðür tlen kan ikilemi Metrekareye kaç yalan düþer, bir aþka kaç nokta Bu rüyadan tahliye olmak çok der tli çok terli

Bunca sevdikten sonra emekli olmanýn boþluðu Yanýna kalmaz bir hayatla doymamýzdandýr Cinayetler tasarlamalý belki sinir gazý, zeplin soluðu Merkezi kalpte þubeleri deride kýzarýklar olduðunda hazmedebilirim gücü, senin için aptallaþabilirim Kitlelere yýlan atabilirim o eþsiz panik anýnda Nasip diyebilmenin ringine çýkarým baþka ne bilim Sen söyle her zaman iþe yaramaz mý ilk öðrendiðin dua

O geldiðinde yani ölüm yani primadonna Semerkant'ta yedi cüce uyuduðunda, bir prenses Müslüman bir akrobatla kaçtýðýnda Su istemenin masumiyetiyle geldin bana Kirli jalûzilerimize bir pazar gününü sarýp Dünyayý ele geçir me planlarý yaptýðýmýza þaþýrarak Bir acýyý tekrar minör den almak ne ayýp Bir gölgeyi güneþten korumak…

Bir sülüðün kan emme kapasitesi kadar aþký bir arada gör mek için bakmamak lazýmdýr.

12


Ah met Edip Ba þa ran Ýnce bilekliler için bir þarký hey! monologlar dan býktýk, biz atlara tezatlara ve elbette düþününce düþülen kuyulara kaçýyoruz kaçýþýmýz yanlýþ anlaþýlmasýn, yanlýþ anlaþýlmasýn rüyalarýmýzý bozan o kýzlarý bir kez olsun öpmüþ deðiliz bir kez olsun bakmýþ deðiliz tarihe hem de muhafazakâr bir körlükle ama gidiyoruz iþte üzgünüz yüzümüzün iþlek caddesinde bir isli kavga!

ingilizce söylesek daha fiyakalý olur du aslýnda ama bir bileði taþýyla bileklerimizi inceltmeye ayýr dýk onca vakti, düpedüz söyleyelim: korkuyoruz çünkü yüzlerimizi kazýdýkça ürüyor hýzla sevgili þeytan çünkü siz onu tanýrsýnýz çünkü yüzlerimizde her yüzden bir yüz var gitmemiz gerek baþýmýz aðrýyor çok düþünmekten, patronlar kýzýyor kurallara uymuyoruz üç günlük sakalla þiirler yazýyoruz, müdürler kýzýyor isli kavga dedik biraz önce düþmanýmýz kimdi sahi; mendebur þeytan mý? yoksa koðuþ nöbetinde tar týþtýðýmýz solcu arkadaþ mý, sýð politika mý? mý mý mý mý mý mý mý? sahi düþmanýmýz kimdi?

yaþýmýz da geçiyor hýzla nasýl desek kýzýmýz büyüyor yüreðimiz kabarýyor tül per deleri indirip gizlice bileklerimize bakýyoruz ince mi ince dostoyevski olsa ince bileklilerin kar deþliði der di kýrçýl sakallarýný avuçlayarak biz de öyle yapalým olmazsa, canýmýz yanýyor uzaktan bakýnca kendimize inanýn canýmýz yanýyor hicri bindör tyüzyir miyedide ekmekler hâlâ güzel kokuyor hâlâ âþýk oluyoruz demir tokmaklar demir kapýlarý dövüyor: güm güm! yüzümüz kýzarýyor günahtan, yüzümüz kýzarýyor biz biraz uzaklaþalým dünyadan ama durup dururken uyanýyoruz yataðýmýzda sabah olmasa da.

biz ince bilekliler! dupduru akarak göðün altýndan kemiklerimizin altýndan sene bindör tyüzyir miyedi ekmekler usulca kesilirken usulca kýmýldarken tarih sene bindör tyüzyir miyedi kukla deðiliz açýp pencereleri haykýrýn ve üç kez: heeeey!

- Bitti mi? - Evet. - O halde daðýlalým!

13


Mus ta fa Akar Kuþ haritasý 1 apansýzlýðýn kýþý

bir dünya bu iþitiyor musun kocaman Attar gölleri eðitir miþ kýþýn nisan yaðmuru biriktirir miþ ellerinde Mevlana iðri büðrü sokaklar deðil mazi kýþýdýr þimdi hýzla kapanan tavan arasý kapýlarý eðik pencereler, su birikintileri dilimde aðaç çileði tadý: demek kýþ gelmiþ bitkin kapý önlerinin sýkýlgan kedileriymiþ bana þimdi biliyor musun büyük tedir gin soðuklar gerek turuncu bir kazak, jelatini açýlmamýþ dör t kutu eyüp sabri kolonyasý bir de gönül utandýran, aþýk söken o kar, o büyük kar, o sevgilerin mahreci

o büyük kar kývrýlýp cýr tlak beyazýyla yaðdýðýnda ufak yaþlý kadýnlar mazý gibi parlak düþleriyle yor gan altlarýna sýðýnacak kara, diþbudak meyveler çýtýr dayacak dallar da evler kapanacak, kuleler, kiliseler silinecek ezan sesleri topraðýn altýndan gelecek Rus-japon savaþý gibi, devrimin ilk ayak sesleri gibi hep biraz daha isteyeceðiz geçmiþi bol nikelaj, kiþi yýðýnlarý ve iþ çýkýþý insanlarýyla kar bir sele zeytini gibi yerleþecek aramýza arkadaþým

2 ve her acýnýn buruþacak dudak bulmasý kendine

ama sözün bittiði yer de baþlayan da ne yazýlacak olan kendi imgesini dür tüyor yalnýzca anlamý tanýyorsun eski serin dokunuþun o senin oysa talihsizin biri diyorlar sana çalmakta demir kýþ çanlarý 14


aya bakýp aðla, býktýr herkesi bir çelik rüzgar da esen ve destan olan hoþ geldin çocuk herkes kapkara, þiirleri gör dün mü yer altý der gilerini bir kahraman olabilir dik dünkü þiirlerin gölgesinde mayýþarak adýn neydi senin bir kuru dalýn baþka bir kuru dala eklendiði ufarak kýþ kýrlarý mý

ve ruh kilitlidir maroken bir sandýkta ama eller çalýþýr kadýnlar girer çýkar salondan kadýnlar soðukla dokunamayacaðý uzaklar edinir kendine çocuk kimse kimsenin kimsesi olmuyor yazýk

gel arkadaþým çok üzgünüz þimdi hiç bilmediðimiz bir dilde susalým daha iyi

15


Özet yaþam(ak)lar Kâmil Yeþil "Her ayrýntýyý sen anlatma, býrak da geri kalan tasviri biz tamamlayalým zihnimizde."

öykücünün çözümü deðildi. Öykücü, belki bize baþka bir öykü anlatýr diye korkuyor, ondan þüpheleniyorlardý dinleyiciler. Sana niye baþka bir öykü anlatayým? Ben zaten bir tek o öyküyü bilirim, baþka bir þey bilmem, dese de inanmýyorlardý ona. Çünkü Öykücü, öyküyü her anlatýþýnda serimi deðiþtiriyordu. Baþka bir öykü bilmediðini fark ettirmemek gibi bir sebebi yoktu bunun. Zira o da düþünüyordu ki öykünün baþý kendine aittir ve o yeteneðini burada göstermektedir. Zaten ezberlememiþtir öykünün serimini. Bir yeri ve o yerdeki þeyi, ayný sözcüklerle betimlemekten sýkýlýyordu sadece. Tekrar yok, diyordu. Düzende tekrar yok, yaratýmda tekrar yok. Öyleyse ne diye ben de orijinaliteye takýlmayayým? Ben ne diye tekrar edeyim öykünün giriþini? Ýskelet ayný idi; ancak iskelete giydirdiði et, ete verdiði renk, baþa takýlan saç, saça geçirilen taç, yüzde bitirilen sakal farklýydý. Öykünün aslýna uyan en önemli yaný düðüm bölümü idi. Bu bölüme gelince nedense öykü aðýrlaþýyordu. Hastalýklar, açlýk ve susuzluk, hayal kýrýklýklarý, kazalar, cinayetler, boþanmalar, umutsuzluklar, aþklar ve ayrýlmalar, rakiple yarýþmalar, atýþmalar hep burada çýkýyordu karþýlarýna. Öyküye müdahale söz konusu deðildi. Dinleyicinin iþi kulaða aitti ve bu iþ iki dudak arasý ile sýnýrlandýrýlmýþtý. Ýki dudak arasýnda olup bitiyordu her þey. Büyüklerin huzurunda, çalgýcýlardan baþkasýnýn kendi define, davuluna el vurmasý kimin haddineydi. O mecliste sesi çýkmasý gereken biri varsa o da; tokmaðý ve davulu omzunda taþýyan öykücüye aitti. Nasýl anlatýlýrsa anlatýlsýn serimdeki yeþillik, kuþ cývýltýlarý, su þýrýltýsý, güneþ ýþýðý, böcek výzlamalarý yerini; silah patlamalarýna, egzoz dumanlarýna, uykusuzluða, strese, havasýzlýða, hastaneye, çýldýrmaya, tezip gitmeye, keçileri kaçýrmaya, zehirlenmeye, intihara ve ölüme býrakýyordu. - Hep ayný, hep ayný... Bu söz dudaklardan dökülmeye baþladýðýnda

Söylemesini beklesek de o konuþmamakta ýsrar etti. Dedi ki: Asýl önemli olan öykünün kendisidir. Sözün kýsa oluþu özün uzatýlmamasý içindir. Çaya su katarsan çay hem soðuyup hem demini, tadýný kaybetmez mi? Tiryakinin hasý kahveyi sürahi ile deðil, fincan ile içer ve aðzýný, dudaðýný yalar. Ýkinci fincaný ise baþka bir zamana saklar. Ýþi, yaptýðýný, söylediðini meselle süslemek olan adam ne yapar? Baðlama uygun bir mesel bulur ve irat eder. Ben onu mesel arayan olarak deðil de bildiði mesellere baðlam bulan adam olarak betimliyorum daha çok. Gene öyle yaptý. Ýçinde gezdirdiði zaman zaman da içinde gezdiði bir meseli irat etti bu babta: "Davut az söyledi; ama sesi ile ölümsüzleþti, sözünün uzunluðu ile deðil. Az konuþtuðu için sözü kýymetli oldu; o kadar ki bütün kurtlar kuþlar onu dinliyordu bu az ve öz sözü kaçýrmamak için." Öyküyü uzatmakta mânâ yok; söz uzarsa öykü (mânâ) kendini gizler. Keçiboynuzu yemek istediðinizi sanmýyorum. Adýmý tekrar etmeyi býrak, dedi bir dinleyici; sen bize öyküyü anlat! Öykücü ise O'nun adýný söylemeyi seviyor ve öykü bir zaman sonra hep O'nun adýndan meydana geliyordu. O'nun adýný tekrarlamayý da býrak, dedi dinleyici. Öyküsünü anlatýrsam sevgilimin adýný söyleyeceðim diye düþün. Böyle olursa biz de söyleriz onun adýný. Onun kendi adýný, baþkalarýnýn aðzýndan duymayý sevdiðini de unutma. Hak veriyordu öykücü itirazcýlara. Çünkü dinleyicileri -sonra buna okuyucularý da eklendi- o güne kadar hep özet yaþamýþlardý ve artýk özet duymak istemiyorlardý. Ama serimin tasvirini dinleyiciye býrakýrsa öykünün düðümü deðiþtireceklerini düþünüyordu Öykücü. Deðiþen düðümden zaten çözüm çýkmazdý; çýksa bile o çözüm, 16


gözler süzülüyor, vücudu bir rehavet kaplýyor, kanýn deveraný yavaþlayýp göz kapaklarýna paradoks bir þekilde bir balyoz aðýrlýðýyla vuruyor ve ortada anlatýcýdan baþka kimse kalmýyordu. Anlatýcý öykünün sonuna geldiðinde kendinde baþka öyküsünü dinleyen bulamadýðýndan sinirlenip baðýrýyordu: - Size dedim, serimi özet geçeyim; düðümün kývrýmlarýný, birbirine geçiþini anlatayým ki o zaman bu düðümü beraber çözebiliriz belki. Öykücü, ayna gibi kusurlarý yüze vurmada birinci idi. Ve fakat itirazcýlar aynanýn gözünü kör etmek için aðýzlarýnýn içinde buhar biriktiriyorlardý. - Mum nasýl ayakta durduðu için baþ ve el üstünde gezerse siz de öykünün ve öykücünün huzurunda divan durmayý becerin ve öykünün sonunu getirin. O zaman herkes sizin huzurunuzda ayakta duracaktýr. Bu tavsiyesine uyan çýkmadý bu zamana kadar. Dostlarý bir iyilik yaptý: sözü kestirmeden götürdüler menzile. Demek sözü uzatmak bir iþkence ve düþmanlara verilen bir ceza idi. Hele bu bir de sesi oldukça kýstýktan sonra yapýlýrsa. iþte peteðin altýgenleri üzerinde dolaþan birtakým ince ayaklar… Bu arýlar zaten her yerde ayný þekilde dolaþmaz mý? Evet, görülen bu idi. Ama gözle kaþ arasýnda arý iþini çoktan yapmýþtýr. Aradan üç hafta, bir ay geçer; bir de bakarsýnýz sapsarý balla doldurmuþ peteði. Onlar da öykücüyü hep bu yönüyle gördü. Nereye giderse orada rastladýlar. Elinde kitap, kaðýt, kalem görmediler hiç. Ama o her zaman elinde bir, zihninde birkaç öykü ile çýkageldi. Öykü anlatacaktý; ama dinlenecek miydi? Onun hep hayranlarý oldu; ama anlayaný olmadý. Bundan sonra olacak mýydý? Dinlenmek istiyordu ve fakat itirazlar yüzünden bir türlü düðüme, düðümden çözüme gelemiyordu Öykücü. Öykücü körün önünde dansözün kývýrmasýna benzetiyordu serimsiz öyküyü. Ama ayrýntýya gelince bu kez dinleyici kaldýramýyordu ayrýntýyý.

Karanlýktan korkan onun içindeki bengisuya ulaþamazdý. Nitekim kimse öykünün sonuna ulaþamadý. Çünkü öyküyü sonuna kadar dinleyebilen çýkmadý. Öykü her seferinde serim bölümünden baþ la dý ðýn dan; kim se so nu na ye ti þe mi yor du onun. Ey öykücü, sen sermeyi, serpilmeyi ne yapacaksýn, ben onu biliyorum dese de dinletemedi sözünü dinleyici - sonralarý buna okuyucunun da eklendiðini söylerler-. Sultanlar sefere çýkacaklarý zaman aðýrlýklarýný nasýl önceden gönderirlerse sen de öykünün aðýrlýðýný öncü kuvvet olarak gönder, ileride bizi beklesin, deseler de defalarca; onlara verilen cevap hep ayný oldu: - Öykünün sancaðýný harekete geçirmeliyim; sancak yürürken daha ihtiþamlý görünür çünkü. Ýnsanlar, kendilerine baþ eðmeyenin baþýna külah geçirmiyorlardý. Ama bir iþte maharet göstermeyegör; o zaman da hemen adýný çýkarýveriyorlardý. Öykücünün baþýna gelen de bu idi. Peteðin üzerinde dolaþan arýya benziyordu o. Bir hareket görülüyordu peteðin üstünde. Nedir,

Düðüm, öykücünün boðazýnda; çözüme giderken dolanmýþ bir yumak dil olarak kaldý hep. Peki öykünün gerisi. Onu sormayýn. 17


Hüsrev Hatemi: Ben hep ölümle þakalaþýrým. Söyleþi: Hüseyin Akýn Oldum olasý doktora gitmeyi sevmem. Hastalýk gelip çatsa bile yine bir bahane bulup onu savuþtururum. Doktor önlüðü, ilaç kokusu, hastane koridorlarý, sedyeler, ambulanslar, acil ser vis ve koþuþtur malar sanki yaþamý dur duk yer de yavaþlatan þeyler miþ gibi gelir bana.Yine de bunun bir istisnasý yok deðil elbet. Ýki sene boyunca hiç git me di ðim ka dar has ta ne ye git tim. Har bi ye semtindeki Diabet hastanesine. Çünkü orada iç hastalýklarý uzmaný þair Hüsrev Hatemi var dý. Ne zaman gitsek (çoðunlukla Ýbrahim Tenekeci ile beraber) Hüsrev hocanýn bize mutlaka ayýracak vakti olur du. Evet ben ona 'iç hastalýklarý mütehassýsý' diyorum. Çünkü kalbin bütün hallerinden anlayan nadir kiþiler den biridir o. Yanýna kim gitse onun kalbine yüreðiyle dokunur. Ýbrahim'in deyiþiyle: "ne zaman gitsek TRT-2'yi gösteren" renkli olduðu halde nedense siyah beyaz olarak algýladýðýmýz televizyonu ve yediðimiz leziz ke-

pekli tostlarý da unutmuyoruz tabi. Son günler de Diabet ziyaretlerimi aksattýðýmýn farkýndaydým. Nasýl yapsam da bu devamsýzlýk durumumu belli etmeden Hüsrev hocayý ziyaret etsem diye düþünürken Seyfullah Aslan'la birlikte soluðu Alman Hastanesi'nde aldýk. Ayný hastanede yatan ve ikinci kez kalp ameliyatý olan Tenzile halayý ziyaret ettikten sonra hastane kafe'sinde Hüsrev Bey'in muayene saatinin bitmesini bekledik. Bu bekleyiþ esnasýnda neler konuþmadýk ki. Þair hastalýklarý mý dersiniz, yoksa þiirsel soðuk algýnlýklarý ve þairler arasý soðuk savaþ mý? Hüsrev bey doktor önlüðüyle yanýmýza geldiðinde en çok merak ettiðim þey: Acaba Hüsrev Hoca, Çaðdaþ Türk Edebiyatý hakkýnda ne teþhis koyacaktý? Teþhis adýna direkt bir þeyler söylemedi ama yazdýðý ilaçlar dan biz hastalýðýn adýný koymakta zorlanmadýk. Bakalým sizler de bu prospektüsü çözebilecek misiniz?

Hüsrev Bey sizi gayet iyi gördük. Þiir nasýl gidiyor, desek? (Her zaman ilk soruyu sormanýn bir zorluðu vardýr. Zira söyleþiyi sürükleyen ilk sorudur biraz da. Ýlk dize gibi, kendinden sonra gelen cevaplarýn heyecaný bu soruya baðlýdýr. Bu soru, soru olmanýn ötesinde söze kapý açmak içindi. -H.A.-) Benim bazen susan, sonra birden bire açýlan zamanlarým vardýr. 2005 baþýndan beri suskun vaziyetteyim. En son "Soðan Kokulu Apartman" þiirini yazmýþtým. Hocam, ordan baþlayabilir miyiz? Beyoðlu'ndayýz, uyuyor deðil mi? Sana olan sevgim/ Yapýldýðý yýllarda muhteþem/ Ve sonra küf ve soðan kokan/ Bir apartman... Beyoðlu apartmanlarýný düþünmüþtüm. Mesela Zeðoros Paþa saðken, o Yunan konsolosluðunun olduðu Hamam sokaktaki Apartman kim bilir, týbbiyenin önemli hocalarýndan Zeðoros Paþa'nýn üç kýzý, hanýmý orada yaþýyordu. Sonra ben bir görmeye gittiðim zaman, oradaki apartmanlar küf ve idrar kokuyordu.

Diyor ki þairin biri, þimdi ismi aklýmda deðil: "Ben þiiri kokusundan tanýrým, koklayarak anlarým." Ýsmet Özel de buna katýlýyor. Soðan Kokulu Apartman vs. koku sizde de geçiyor. Yani þiirin kokusu, koklayarak anlamak… Þiirin kokusu olur mu sizce? Kardeþimle çok erken baþlamýþtýk. Rahmetli aðabeyimi çok sinirlendirirdik. Onunla zevkleniyoruz zannedip bayaðý otoriter olmaya çalýþýrdý. Bize çok kýzardý. Biz, daha ilkokul birde iken, eve gelen Müslüman kitaplarýnýn, etik yolda olan kitaplarýn kaðýdý saman kaðýdý olurdu. Müslüman yayýnlarý ancak 85'den sonra güzel kaðýt ve güzel Avrupai baský gördü. En fazla böyle ucuz yaldýzla da kapaklarýna karton ciltle doldurunca güzel baský sayýlýrdý. Ama Müslüman kitaplarýn kenarýndan koparýp biraz yediðimiz zaman kaðýdý çok tatlý olurdu. Eve ara sýra giren parimaç filan gibi 2. Dünya Savaþý izleyen babamýn ara sýra fotoðraflarýný görmek için eve aldýðý Ýngilizce, Almanca dergilerin kenarýný acý bulurduk. Kaðýt çok güzel ama acý. Ondan sonra biz Müslüman ve ahlakî kitaplara kaðýdý tatlý kitap demeye baþ18


ladýk. "Ulan ne diyorsunuz?" diye rahmetli aðabeyim bize çok kýzardý. "Ulan bunlarý da nerden çýkartýyorsunuz!" diye kýzardý. Koku noktasýnda da var mý böyle bir þey? Ýþte tat ve koku. Saman kâðýdý güzel ve tatlýydý. Ýçerik de oldukça saf gelirdi bize. Naif saman kâðýdý kitaplar. Öteki kitaplar bizim anlamadýðýmýz Avrupai kitaplar ama kâðýdý acý. Onun için “kâðýdý tatlý kitaplar” derdik. Bir de “Mürüvvet Hanýmýn evinin önündeki karýnca kokuyor.” dediðimiz zaman aðabeyim çok kýzardý. Karþýmýzda Mürüvvet Hamýnýn evi vardý. Yalnýz, Mürüvvet Hamýnýn evinin önünden kýr saç renginde büyük karýncalar çýkardý. O karýncalar da elde tutulduðu zaman ele pis bir koku býrakýrlardý. Çok asitli bir koku. Formik asit karýncalarýn toprakta tünel kazmak için Allah'ýn onlara verdiði kimyasal madde. Formi karýnca demek, formik asit karýnca aðzý asiti demek. Herhalde Mürüvvet Hanýmýn evinin önündeki gri renkli karýncalar, formik asiti bol karýncaydý. Biz de kötü koku duyduðumuz zaman bazen birbirimize dönüp "Mürüvvet Haným teyzenin kapýsý önündeki karýnca kokusu geldi." derdik. Gene aðabeyimi çok kýzdýrýrdýk. O þiirinizdeki "apartman" neyi temsil ediyor, neyin metaforuydu? Yapýldýðý yýllarda muhteþem/ þimdi küf ve soðan kokan bir apartman Bir nevi nostalji deðil mi? Görüntüden ziyade… Hayýr, o biraz kýrgýnlýk. "Sana olan sevgim yapýldýðý yýllarda muhteþem. Þimdi küf ve soðan kokan bir bina gibi. Son gün yeraltýna gidiþte ben ve yüreðim Tanrýya, o soðan kokulu apartman sana yönlendirilecektir, unutma. O biraz acý hissi. Þöyleydi sanýrým: (Burada hafýzamýn gücüne güvenerek 'kýrgýnlýk' þiirini önümde kitap olmasýna raðmen ezberimden okuyorum. Hüsrev bey bundan memnun kalýyor ama hiç yanýlmadan okuyuþum onu þaþýrtmýyor. H.A.-) "Kýrgýnlýk Beyoðlu'nda bir ara sokakta / yapýldýðý yýllarda muhteþem/ þimdi küf ve soðan kokan bir bina gibi/ kime sitem etsem ve yakýnsam bütünü sana gibi…" Bu mýsralar kýrgýnlýðýn bir nevi tanýmlamasý. Yani size dönük tarafý. Yapýldýðý yýllarda muhteþem/ Þimdi küf ve soðan kokan bir bina gibi/ kime sitem etsem veya yakýnsam bütünü sana gibi/ bir yol tutturup kendiliðinden hepsi sana yükseliyor./ bedenim top-

Prof. Dr. Hüsrev Hatemi

rak üstünde kaldýkça/ benden ne selam ne sitem ne de yakýnma bekleme/ yollara bakýnma/ son gün yeraltýna gidiþte/ ben ve yüreðim Tanrýya döneceðiz ve kýrgýnlýðýn/ yani o soðan kokulu apartman sana döndürülecek/ unutma... Ben ve yüreðim tanrýya dönderilecek. Soðan kokulu apartmaný da öbür dünyaya götürmeye lüzum yok. Bu dünyaya kalan kýrgýnlýk hislerini sana göndereceðim. Ben demin arkadaþlarla konuþurken dedik ki Hüsrev Bey “Karakavak Þiirleri”nde ölümle þakalaþýyor. Yanlýþ bir ifade mi kullandým? Ben hep ölümle þakalaþýrým. Ölümle þakalaþma dedin mi o kadar ilginç þeyler var ki. “Ah ölüm ah…” Eski þiirlerden beri hep ölümle þakalaþýrým. Boðazýna dursun ham çökelek diyorsunuz mesela. (gülüþmeler) Asistaný: Hocam diyorsunuz ya, "babalar da paltolar gibidir" orda da kokudan bahsediyorsunuz. Ha evet, bu arada “babalar da paltolar gibidir.” Çok güzel bir tespit. Bunu ben yazdým bir yazýmda. Asistaný: Orda mesela soðuk var, kar kokusu var. Kýþýn soðuk kokardý paltosu peder beyin/ so-

19


ðuðun da kokusu mu olurmuþ demeyin/ babalar paltolardýr siyah, gri, lacivert/ her pederin pederi kendi yüreðine dert/ her anne yüreðinde kendi annesi aný/ bilinç okyanusunun köpek balýklarýysa/ parçalar anýlarý/ biraz derin dalalým/ Yani, köpek balýklarý 200 metre derinliðin üstüne çýkmayý pek istemezlermiþ. 200 metreden daha az derin denizlerde yüzmeyi sevmiyorlarmýþ. Nadiren sahile yaklaþýyorlar. Karaya oturmaktan korkuyorlarmýþ. Þimdi derine dalanlar daha çok sayýda köpek balýðýyla karþýlaþýyor. Bilincinin derinliðine dalan, annesine bir saygýsýzlýk yapmýþtýr. Babasýna bir konuda yardým etmemiþtir. Ya da babasýnýn ölüm halinde olduðu sýrada kendinin baþka bir özel derdi vardýr, gitmemiþtir. Gereken kadar ilgiyi göstermemiþtir. Bilinç okyanusunda "her pederin pederi kendi yüreðine dert/ her anne yüreðinde kendi annesi aný/ bilinç okyanusunun köpek balýklarýysa parçalar anýlarý/ biraz derin dalalým./ Onun için yüzeyde yaþarýz. Fazla ilerisine gitmeyelim, vicdan azabýyla karþýlaþýp parçalanýrýz diye korkarýz. Biraz yüzeyde yaþýyoruz. Þunu çok merak ediyorum. Emekli oldunuz, meslek olarak. Þiir de yaþla beraber geri çekilir mi? Çekilmez zannediyorum ama… Yani mesela gençlik, olgunluk ve yaþlýlýk ve

þiir… Artar mý, eksilir mi, geri mi çekilir? Þiir hislerinin, þuur kaldýkça, insan parkinson olmadýkça, bunamadýkça geri çekilmesine imkan yoktur. Þuur kaldýkça, þiir de kalýr. Þiir yazmak þu bakýmdan azalýr. Þeyden korkar; bir zamanlar þu kadar iyi bildiðimiz þiirleri yazan, þimdi ne hale gelmiþ, denmesinden korkar. Onun için azalýr þiirin sayýsý. Mesela Attila Ýlhan'ýn þuuru vardý, þiiri de vardý. Ama durup dururken birileri ona hep ayný þiiri yazýyor diye vurup haksýzlýk etti. Halbuki hep ayný þiir yazýlýr zaten. Bence has þair, kendi markasýný çýkarýr. Malzemesi deðiþmesin demiyorum. Ama þiirin havasý hep ayný olur bence. Fuzulî hep ayný þiiri yazmýþtýr. Yahya Kemal ayný þiiri yazýyor. Nazým Hikmet ayný þiiri yazýyor. Peki Hocam, nesir yazmak þiire zarar verebilir mi? Siz de çeþitli dergilerde nesir yazýyorsunuz, akademik çalýþmalarýnýz var; Yunus, Mevlana vs. Sizce bunlar þiiri köreltmiyor mu? Ýmkan ve ihtimal yok. Þiire ancak faydasý olur. Ýnsan ayný dili kullanýyor malzeme olarak. Nesrini güzelleþtirmeye çalýþanýn þiiri de daha olgunlaþýr. Evet, yani bir arka plan mý diyorsunuz? Çok doðal bir þey. Buzla suyun iliþkisi. Nesir buzsa, su eriyip akmaya baþlar. Þiir eriyip akmaya baþlar. Ýyice uçuk þiir, iyice lirik þiirdir suyun 20


buharlaþmasý. Nesir dilin buzu, þiirse akan ýrmaðýdýr. Akar boz bulanýk selli dereler gibi. Uçuk ve çok lirik, çok coþkulu þiirlerde suyun buharlaþmasýdýr. Þiirsel yoðunluk yaþadýðýnýz halde onlarý yazma vakit ve imkaný bulamadýðýnýz anlar oluyor mu hiç? Hayýr. (Hüsrev Bey'in bu soruya daha uzun ve bu konuda dertli bir insan tonuyla cevap vereceðini umuyordum. En azýndan bu soruyu sorarken bir þeyi göz ardý ettiðimi anladým. Hüsrev Hatemi’nin edebiyat çalýþmalarýyla çalýþma edebinin arasýný açmamýþ bir insan olduðunu bir kez daha anladým. Hayat içerisinde edebiyata ayrý bir zaman ayýrmak diye bir þey yok onun yaþam düzeninde, yazmakla yaþamanýn arasý açýk deðil. Ama ben yine de söyleþi yaptýðýmý bir an için unutup kiþisel merakýmý gidermek maksadýyla belki ortak bir zaaf yakalarým diye inadýna sormaya devam ediyorum. -H.A.-) Mesela iþte ah keþke zaman olsa… Þiirler zaman arasýnda bir ilgi var mý? Yani, þiir yazmakla zaman arasýnda... Þiir yazmaya oturmadýðým için þiir geleceði varsa asýl meþguliyet ortasýnda geliyor. Köþemde gelmiyor. Benim þiirlerimin çoðu dolmuþ devrinde, benim arabam olmadýðý devirde, dolmuþun arka koltuðunda, þoförün yanýnda olmadýðým zamanlar, birisi beni konuþturmadan arkada mesela Aksaray'a, Cerrahpaþa'ya, Haseki'ye gitmeyi beklediðim asistanlýk yýllarýnda hep dolmuþun arka koltuðunda veya uçak yolculuðunda ya da þehirler arasý otobüs yolculuðunda yazýlmýþtýr. Þiir bana masa baþýnda gelmiyor. O, masa baþý þairlerin sorunu, diyorsunuz. Hayýr, onlarý da küçümsemiyorum. Onlarýn metodu da odur. Ben masa baþý þairi derken þunu kastediyorum. Yani böyle hayatla kopuk, iþte sadece… Benim uçuk benzetmelerim, birini bundan on beþ yýl önce yapmýþtým. Çünkü 1976 veya 1977 yýlýnda ilk defa Behçet Necatigil ile karþýlaþtýðým zaman, Behçet Necatigil, bir coþku içinde bana þunu söyledi: "Boþuna ilham beklemiþim. Baktým ki dil bir malzemedir, biz de ustayýz, heykeltýraþýz ya da mimarýz. Mimar, inþaat mühendisi ilham mý bekler. Ben malzeme olan dile her zaman sahibim diye, artýk daktiloya bir kaðýt takýyorum, bir þiiri inþaa ediyorum. Ben artýk ilhamcý deðilim, inþacýyým." demiþti. Sonra dü-

þündüm bazý þiir metodlarý için, yani bazý þiirler için böyle de yapýlabilir. Ama ben daha çok ilhamcý kalmayý tercih etsem daha iyi olur. Behçet Necatigil'in bu buluþu enteresan. Böyle bir görüþ de var zaten þiirde. Ama ben bunu almayayým dedim. Ben gene ilham bekleyeyim, içimden taþsýn. O sýrada benimle bir röportaj yapýlýnca, peki siz hangisini daha önde tutarsýnýz, nasýl, hangisini tavsiye edersiniz, diyen röportajcýya da birden aklýma geldi, o anda, daha önce düþünmemiþtim. Bu þuna benzer: “kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayý/ binayý kurar iken gördüm Leyla'yý.” Ýlham Leylasý bazen bizi önce ziyaret eder, kýzcaðýz açýkta kalmasýn diye, onu ziyaret eder gördükten sonra biz ona ev kurmaya, þiir binasý kurmaya baþlarýz. Bazen de gelsin kýzcaðýz otursun. Evim barkým olmayan bir adamým, nerden bana ilham gelecek dememek için bina kurarýz, sonra ilham Leyla'sý gelir, onun içine oturur. Ýki metot da yapýlabilir. Ama ben önce kýzý garantiye alýp, sonra ona ev yapmayý tercih ederim. “Karakavak Þiirleri”ni okudum. Bir kýsmý zaten Kýrklar'da da yayýnlanmýþtý. Oradan da aþinayým. Size þimdi Karakavak nedir diye soracaktým, sonra bir an deðiþtirdim, Karakavak kimdir? Ben. Benim iç halim. Bu Karakavak'la teþbih, yani karakavakla aranýzda nasýl bir yakýnlýk görüyorsunuz? Þeyin geliþmiþi. Benim içimde 85'ten beri yerleþmiþ olan “uzun kavak gýcým gýcým gýcýlar/ anne benim sol yanýmda sancý var/ ben ölürsem benden daha genci var/...” Aþýk Garip imajýnýn dýþýnda olan bir aðaçtýr. Benim o türkünün güftesine birden bire vurulmamla baþlamýþtýr. "uzun kavak gýcým gýcým gýcýlar/ anne benim sol yanýmda sancý var" Bir çok kentimizde uzun kavak kalmadý ki gýcýrdasýn. "Ama benim sol yanýmda sancý var ki, anne ne olur ki, sýram gelmiþ olsun varsýn, ben ölürsem benden daha genci var." Tabii, ama Aþýk Garip olmadý hiç biri, ben de olamadým, yokmuþ kýsmette, yaþadýkça Tebriz'e Tiflis'e hiç gitmedim, gitsem de bulamazdým, eminim" diyen maðlubiyeti kabul etmiþ, elli yaþlarýnda çuvallamýþ Aþýk Garip düþlemiþtim kendimi. Kavak onun dýþýnda bir imajdý. Ama sonra 2000'li yýllar gelince ve bir gün uçak beklerken akþam saatinde dönecektim. Katýldýðým toplantý erken bitmiþti. Antalya'daki arkadaþla denizi seyredip çay içen insan kalabalýðýyla dolu bir Antal-

21


mi þiiri neye tekabül eder diye bir takým notlar alýyorum. Ölüm acýsýný ve yok olma kederini ikna eden þiirler. Bunlarý iþliyorsunuz ama en sonunda bir þey var. Ýkna ediyorsunuz, o duygularý ikna ediyorsunuz. Teslimiyet var. Bir yerde akl-ý mesut'un olduðundan bahsediyorsunuz, rubailerinizin bir tanesinde. Fakat girdaptan da bahsediyorsunuz. Girdap da var. Tuna kýyýsýndayken içime birden doðmuþtu. Tuna'nýn çok girdaplý bir yerini görüyordum, biraz yüksekçe bir otel kulesinden. Akýyordu ortada birden. O sesin de, kelimelerin girdap sesi vermesini istedim. Yani orda kelimelerle bir girdap taklidi. Kelimeleri ses olarak mý? Ölüm acýlarýn son buluþudur/ Ölümün güzelliði bundan/ Ölüm, sevgilerin de son buluþu,/ Burada ölümün korkunçluðu.../ Son buluþudur acýlarýn ölüm/ Bunda güzelliði ölümün/ Son buluþudur sevgilerin ölüm/ Ölümün korkunçluðu burada./ Burada ölüm acýlarýn,/ Son buluþu sevgi ve ölüm/ Her yerde girdap, hayatýmýzda... Bir girdap havasý deðil mi? Þiirin baþýndan buraya kadar girdap yok. “Uzak kentlerde, gözler... birlikte götürülen/ Sýcak ya da soðuk bakýþlý gözler,/ Bakmaða baþlayýnca ruhumuza/Anýlar yüklenir kadýrgalara/ Korsanlý ve tehlikeli denizlere,/ Gönderirler ve dönmez çoðu/ -Dönmemelerini biz istedikti-/ Bütün girdaplara sebep kendimiz.../ Sevgiler Tanrýdan armaðan ise,/ Kavgalar sâde bizim eserimiz;/ Girdaplarý, siyah giyinmiþ biri,/ Sordu bana, döndü ve dinlemeden,/ Cevabýmý duymak bile istemeden,/ Düðün derneðe koþar gibi/ Duygudan yoksun bir diyâra/ Bu cümleyi bitirecek fiili bile/ Yanýna alarak birden… (Seyfullah'la ikimiz Hüsrev Hoca'nýn ezberden hiç teklemeden, rahatça þiir okumasý karþýsýnda nerdeyse bir sonraki soracak olduðumuz soruyu unutuyoruz. -H.A.-) Yani bir diyara uçtu demiyorum, çünkü girdap baþlýyor. O siyahlar giyinmiþ biri, uzak bir diyara cümlesini bitirecek uçtu, gitti fiilini bile vakitsizlikten yanýna alýp kayboluyor sonra girdap baþlýyor. Ölüm acýlarýn sonu. O siyahlar giyinmiþ þahýs da ölüm. Þiirlerinizdeki musiki Türk Sanat Musikisi… Öyle olsun istedim. Bir de Halk Müziði. Gesi baðlarýnda dolanýyorum…/ Uzun kavak gýcým gýcým gýcýlar…

ya'da deniz kenarý, Haziran sýcaðý Antalya'nýn… Beni biraz sinirlendiriyordu, huzursuz ediyordu. Uçaða yetiþme, eve gitme dertleriyle dolu, denizi seyreden insanlarý görünce, bu kýyý kentlerinin denizi seyreden insanlarýndan olamadým. Ben Çatalca taraflarýnda Sultan Aziz'den kalma bir tren istasyonunda üzgün saksaðanlarýn konduðu bir kanepe… Mesela hep ölümle ilgili... Ölüm ve acý kitapta en çok geçen kelimeler. Mesela iþte bir de gece kelimesi. Þimdi doktorsunuz. Doktor olarak size söylüyorlar mý, fazla duygusalsýnýz diye. Doktorluk sanki duygusal olmamayý gerektiren bir þeymiþ gibi. Ölümle acýyý çok fazla dillendiriyorsunuz. Þakalaþmak adýna da olsa. Ýçerisinde tabii ki bir acýyý da barýndýrýyor. Bir doktor olarak fazla duygusal görülüp eleþtirildiðiniz oldu mu? Ne de olsa doktor dediðin duygularýný içine gömen realist biridir, ne dersiniz? Eskiden þeyle kendimi korurdum. Bana þiirlerimden bahsetmeyin, ben gece 12'den sonra Firankeþtayn gibi þairleþiyorum. Burada hiç þiir hatýrlamýyorum. Hastanede çalýþýyorum, bana hastanede þiir sormayýn, derdim. Bana birisi, "siz þiir de yazarmýþsýnýz, geçen gün öðrendim" der demez, ben kurulmuþ plak gibi kaseti birden bire koyup devreye sokar gibi hep ayný þeyi söylerdim. “Þimdi gecenin 12'sinden önceki saatlerdeyiz. Gece 12'de canavarlaþýp þair olurum. Gündüz insaným.” Böyle kendimi avutuyordum. Sonra 83'de kitap fuarlarý baþladýðý yýldý. Evren Paþa'nýn "anarþi gitti" devriydi. Yavaþ yavaþ Ýstanbullularýn o zamana kadar alýþýk olmadýklarý, ilkleri Etap Oteli’nde filan yapýlan ama o sýrada kitaplarýn yasaklandýðý, toplatýldýðý devir yeni yeni arkada kalýyor gibi herkes yeniden bir kitap okumaya acýkmýþ þekilde okullular, öðretmenler Etap Oteli’ne taþýndý. O kitap fuarlarý furyasý dýþýnda ben artýk þair deðilim diyemedim. Baktým týbbiyeliler de Dergâh Yayýnlarý'nýn stadýndan benim kitaplarý alýp imzalatmaya geliyorlar. Ondan sonra daha iþi yumuþattým, ben o deðilim veya ben ancak geceleri duygulaþýyorum demeden meslekle karýþtýrmamak þartýyla... Ama baþlýklarda ilaç isimleri, bir takým þeyler geçiyor. Mesela “Non dolet…” Ama “Non dolet” ilaç adý deðil. Acýtmýyor diye Latince bir kelime. Tabii ben þiirlerinizi okuduktan sonra Hate-

22


Ama yoðun olarak Halk Müziði duyarlýlýðý mý desek, türkü tonu çok daha baskýn sanki?.. “Uzun kavak gýcým gýcým gýcýlar/ gesi baðlarýnda dolanýyor/ ve yetirdiklerimi yitirmediklerime aranýyorum.” Çünkü insanlarý arasýnda engel yalnýz daðlar deðildir. “bazý anýlar bazý ölüler ve saðlar/ göz önündekileri bile ayýrabilir birden” Gesi baðlarý bazen Taksim, bazen Limnad kýyýlarý, bazen Berlin veya baþka þehir olabilir. Ben bugün beynimin gesi baðlarýnda bir tek selamýna güveniyorum. Selam geliyor ara sýra ölümden, senden bir ses geldiði yok. Bir de türkülerden uyarlama yapýyorsunuz. 'Sana yaptýrayým ey zaman, aman. Ýnsan kemiði tarak' gibi. Sana yaptýrayým Naciyem aman, fildiþi tarak Böyle uyarlamalarýnýz da var. Tara kakülleri Zamana uyarlama aslýnda bu deðil mi? Bir, þarkýnýn, türkünün zamanýný, günümüz kelimeleriyle yeniden onarmak. Mesela "Sýrtlanlar Seranadý" þiirim var, 'I.Körfez Harekatý'na yazýlmýþ. Hafýzanýzda varsa okuyabilir misiniz o þiiri? Dilruba sýrtlanlar sýrýtýyor, bak/ Kamyonlar seni ezer çocuk, muhakkak/ Kelli felliler yasalarýyla, yarasalarý serçelerden çok daha fazla koruyacak/ Sel gider, kum kalýr diyorsun çocuk/ Kum kalýr, bu doðru fakat/ Gül kalmaz, güller kalmaz/ kuþlar kalmaz inan ki çocuk/ sýrtlarý saðlam yere dayalý sýrtlanlar/ pek dilruba sýrýtýrlar çocuk/ canavarlar ve cinayetler çoðalýr/ ortada seni seven tek kul kalmaz/ bir ürkek kumrudur ki senin ruhun/ yakýndýr yokluðundan yakýnan bir kul kalmaz/ kalmaz inan ki çocuk/ iskete iskeletleri aðaç dibinde/ dilruba sýrtlanlar sýrýtýr çocuk. Körfez Harekâtýndaki acýmýz... Ayrýca þiirlerinizde yoðun nostalji var. Ýþte Esther Williams'lý ayna, plastik tarak, Fahrettin Kerim’li ve dolunaylý bir yaz, Ceyhun Atýf Kansu çocuklarý, Safiye Ayla var þiirlerinizde ayrýca. Hassaten acýlý ve hüzünlü ellili yýllarda geziniyorsunuz. Hatta bir þiiriniz var, ellili yýllarla ilgili. Günümüze baktýðýmýzda nostaljinin tükenmesi diye bir kaygý verici bir durum hissediyor musunuz? Modern zamanlar nostaljiye giremeyecek bir hayatý servis yapýyor insanlara, bugünün bir özlem olarak geleceðe kalmayacaðý noktasýnda ümitsizlik yaþýyor musunuz hiç?

Olabilir. Yani bir elli yýl sonra hakikaten bugünlerden hiç malzeme söylemeyecek miyiz? Çocuklarýmýza, torunlarýmýza falan… Ýþte siz güzel þeyler buluyorsunuz. Bize aktarýyorsunuz. Safiye Ayla'yý tanýmýyorum mesela ama bana efsane gibi geliyor. Anlatýldýðý þekilde. Ceyhun Atýf Kansu da ayný þekilde. Bunlar þimdi… Nostaljisi olmayan bir kuþak mý doðuyor? Olabilir. Ýnþallah olmaz da. Düþünmemiþtim. Þimdi siz söyleyince düþündüm. Böyle bir þey olabilir. Tabi çok kötü bir durum. Nostalji çocukluðunu iyi hatýrlayanlarýn harcýdýr. Çocukluðunda bedbaht olanlarýn sayýsý çok artarsa, gününü seven þahýþ, gününü bile duygusal ve etik bir þekilde sevmez. Günü gün etmeyi, yalnýz kendini düþünmeye çalýþýr. O fena bir þey. Bir de yani, hafýzanýn geriye doðru iþlememesi. Geriye doðru iþlememesi, gününden de geçmiþten güzel modeller bulamadýðý için gününden de yalnýz bedenî zevkler, yalnýz kendi kazancý, yalnýz kendi doygunluk hissini anlamasý… Ama nostaljide eski güzel günlerden ihtiyarlar hatýrlayan, güçsüzler hatýrlayan biri, onlarý sevgiyle hatýrlayan biri, gününde de onlarý düþünerek zamanýnýn güçsüzlerine yardým hisleriyle dolu geçirebilir. Geçmiþini nefretle hatýrlayan biri, gebersin gitsin, ben mi onlarý düþüneceðim havasýnda yaþayabilir. Düþünmemiþtim nostaljinin yok olacaðý bir zaman geleceðini ama nazari olarak mümkündür ve çok fena bir þeydir. Yani nostaljinin yok olmasý, ayný zamanda þiirin de hayattan çekilmesi gibi bir durumu da ortaya çýkarabilir. Daha böyle tecimsel bir hayat. Daha böyle menfaat iliþkileri üzerine kurulu bir hayat. Soyut kavramlarýn yok olmuþ olmasý vs. vs. Böyle bir þey. Siz ayný zamanda bir takým edebiyatýn çok önemli mihenk taþlarý dediðimiz, insanlara hayat aþýsý aþýlayabilecek kiþileri incelediniz. Yunus Emre gibi, Mevlana gibi… Bunlarý incelediniz, araþtýrdýnýz ve kendi üslubunuz içinde yansýttýnýz. Çok kitap var elbette ki Yunus Emre'yle ilgili, Mevlana'yla ilgili ama Hüsrev Hatemi'nin yazmasý baþka bir þey. Bana göre en azýndan bu böyle. Çünkü Hüsrev Hatemi eðer bahsederse 'bizim Yunus'tan bahseder. Bizim Yunus'u incelediðiniz, araþtýrdýðýnýz zaman, bugün biz Türklerin Yunus anlayýþýnda bir deformasyon

23


yapmýþ: Dil nehri. Mýsýr'ýn Nil nehri varsa, Yunus'un Dil nehri var. Türkçe'nin Dil nehri. Kafasý karýþýk bir adam deðil Yunus Emre ama bazý þiirlerine baktýðýmýzda onun deðil. Dizelere bakýyorsunuz bir takým sahipsiz dizeler altýna Yunus Emre yazýlýyor. Özellikle kader konusunda Tanrý iliþkileri konusunda. O zaman bakýyorsunuz Yunus Emre'nin kafasý karýþýk gibi… Hayýr ama naz mertebesi, niyaz mertebesi ayrýmýný yapmadan bakarsak ayný adam ne deðiþik þeyler söylemiþ ama öyle deðil. Önceleri niyaz mertebesinde "erte namazýna dur" filan gibi böyle þeyler söylüyor. Ýyice mertebesi yükselince artýk Mevlana'yý taklit eden, sanki Mevlana'nýn Farsça þiirlerini Türkçe'ye çevirmiþ gibi, Mevlana niyaz mertebesini aþýp mertebesi yükselince Tanrýyla naz mertebesinde konuþmaya baþlayýnca "Ey mutriban, Ey mutriban, defu purzar kona, ben hem kiragým gevger kiragým" "Ey çalgýcýlar, ey çalgýcýlar, Ben topraðý kýymetli taþ haline getiririm, ey mutripler, ey mutripler, aðzýnýzý altýnla doldururum" diye sanki kendini beðenmiþ gibi bir adamýn söyleyeceði ama öyle deðil. Coþkudan. Artýk Tanrýya çok yaklaþtým coþkusuyla nazlanma cümleleri. Yunus Emre'de önce bir hamlýk devri var, yolun baþýnda olduðu devirler var. Allah korkusu, kýyamet korkusu, erte namazý, sabah namazýný ihmal etme. "dur erte namazýna" gibi þiirler de Yunus'un. Ondan sonra da gene saygýda hiç kusur etmeyen devresi Allah'a ama nazlý konuþan "sen buyur, sen ayýrttýn ey padiþah, neftullahi limen yeþa, þerikin yok senin haþa, suçlu kimdir, azap nedir" Ey padiþah sen Allah dilediðini hidayete erdirirsin, kendin söylemedin mi? Senin þerikin de olmadýðýna göre, o halde suçlularý niye hidayete erdirmiyorsun? "Suçlu kimler, azap nedir, çün aybý yok görklü yüzün üstündeki nikab nedir?" Güzel yüzünün hiçbir ayýbý olmadýðýna göre, niye kendini bizden gizliyorsun ey Tanrý. Bunlar naz mertebesi sözleri. Ben bir de "kaz mertebesi" buldum. O nasýl? (gülüþmeler) Ne niyaz ne naz mertebesi ile alakasý olmadýðý halde, Yunus'u, Mevlana'yý falan içki sofrasý malzemesi yapýp "Allah'a ne güzel kafa tutuyor." demek. Bunlar da kaz mertebesi. Hocam, Mevlana'yý da yazdýnýz; Göðe giden Kervanlar… Bir söyleþide herhalde veya bu kitabýn önsözünde mi okumuþtum; “Mevlana'yý an-

olduðunu düþünüyor musunuz? Hakkýyla tanýmlanmamýþ, ifade edilmemiþ bir Yunus mu var? Þimdi ben Yunus Emre denildiði zaman bakýyorum, faklý farklý Yunus'la çýkýyor karþýma. Bizim Yunus'un, sizin incelemeniz içinde en göz ardý edilen ama en önemli þeyi sizce nedir? Birkaç yönü var. Bir, hiç kendimizi zorlamadan hiç biraz özenti sözler söylemeden inançla söyleyebiliriz ki, þaþýlacak bir Türkçesi var. Ýnsan þaþýrýyor. Ben o kitabýn önsözünde þöyle demiþtim: "Bir zamanlar Erenler, yüce kiþiler, bu hayatý, iki yüzlülükle yaþamadýlar sözü bana bir kompozisyon gibi bir mýsrada anlat denseydi hiç yapacaðým diye kara kara düþünüp iþin içinden çýkmazdým. "Erenler bu dirliðe riya dirilmediler." Þaþýlacak bir beceri. Dirlik orada hayat. Erenler bu hayatý riya ile yaþamadýlar demeyi hemen hallediyor. Riya dirilmediler. Oradaki 'dirilme' yaþamak. Öldükten sonra dirilme deðil. 'Erenler bu dirliði riya dirilmediler.' Ýki yüzlülükle bu hayatlarýný sürdürmediler. Þaþýlacak güzel ve duru bir dil, Türkçe'yi eðip bükmesi yok. Aklý selim… Yani Yunus Emre'den 200-300 sene sonra yaþamýþ birçok halk þairi hiç Yunus kadar güzel kývrak bir dil kullanamýyor. Mesela Niyazi Mýsrî… Yunus kadar güzel bir dili yok. Daha geliþmiþ bir Tükçe olduðu halde Yunus Emre þaþýlacak bir dil nehri yani. Türk edebiyatýna, Türk þiirine, Halk þiirine hiç olmazsa… Nil nehrinin Mýsýr'a yaptýðýný

24


lama açýsýndan en büyük engel onu hümanist göstermektir. Bu kalýba sokmaktýr.” diyorsunuz. Mesela ne gibi bir sakýncasý olabilir, hümanist kalýba sokmanýn? Hümanizmden geçmeden sanki bir insan sevilmezmiþ gibi… Zorlamaya lüzum yok diyorum. Mevlana evet, hümanist de görülebilir ama önce olduðu gibi incelersin, sonra hümanist de denilebilir ona. Peki bundan sonra ne var hocam sýrada? Yunus Emre, Mevlana… Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler. Ama sanki bana þey geliyor; bir þiir saðnaðý baþlayacak gibi geliyor. Bir Leyla bekliyorum, sonra bina yapacaðým. Kredi almaya çalýþýyorum. Mortgage… Þiirde de mortgaga varsa o kanunun çýkmasýný bekliyorum. Kredi alacaðým. Þimdilik müflis durumdayým. Peki Dergâh'ta yazdýðým yazýda da deðinmiþtim. Son dönemlerde týbbiyeli þairlerde bir artma var. Ýlham doktorlarýn çevresinde mi dolaþýyor yoksa? Bir dönem ara vermiþti. Þimdi artmaya baþladý. Osmanlý devrinde Cenap Þahabettin, Rýza Tevfik…. Ama bu modern zamanlarda daha dikkat çekici bir þey… 90'lý yýllar mezunlarýyla týbbiyeli þairler arttý herhalde. Teknolojiyle aranýz nasýl hocam? Az. Birçok kiþiden iyi ama az. Bu mesafeli yaklaþma mý? Hayýr hayýr. Ýstek var da biraz ürkeklik… Yoksa mesela ben biraderimin çok önlerindeyim. Yani biraz modern çaðla, bir protest yaklaþma hali. Hayýr hayýr. Protestim yok. Mesela Aykut Kazancýgil benden 7 yaþ büyük. Týp tarihiyle uðraþan, benim de çok sevdiðim, tuttuðum bir adam. Aykut Kazancýgil, cep telefonunu kullanmaya bu sene baþladý. Ama o biraz da þey hocam, beceri unsuruyla alakalý deðil mi? E-mail hiç kullanmýyor, bilgisayar baþýna oturmuyor. Evde üç emekli profesör oturuyoruz. Haným, ben, bir de baldýz. Ýkisi de profesör. Mesaj atmýyorlar, "Biz telefonu konuþmak için aldýk, onunla uðraþamayýz." diyorlar. Mesajlarýný açýp bakmýyorlar. Mesaj kutularý çöküyor falan.

Ama ben bunu beceri eksikliði olarak anlamýyorum, sanki kuþaklarýn refleksleri deðiþmiþ. Ben "Deneme Yanýlma" kitabýmda þöyle bir ifade kullanmýþtým: "Þairin eli eþyaya yakýþmaz, þair dilini eli gibi kullanýr." Aslýnda elin yapamadýðýný diliyle yapýyor. El tabii ki çekinik kalýyor. Ýþte araba kullanýrken veya bilgisayar kullanýrken veya teknik iþlerde falan. Dilin sanki baskýnlýðý var. Þimdi bakýyorsunuz, harika bir dil, inceden ince hayatý gergef gergef iþleyen, ama öte yandan elin eþyaya çekinikliði. Siz tabii ki hekimsiniz, hasta var, þudur budur. Yani teknolojiye belki böyle açýk bir þekilde tavýr alma meselesi deðil ama, çok fazla bir kanýksama, benimseme durumlarý da söz konusu deðil herhalde. Son olarak þöyle bir soruyla bitirelim isterseniz. Þimdi içinde yaþadýðýmýz Türkiye, iþte ekonomi politikasý var, siyaseti var falan filan ama en az konuþulan þey þiir ve edebiyat. Yani idareciler, bürokratlar vs.ler planýnda kitleselleþmesi veya tabandan tavana kadar edebiyatýn ve þiirin konuþulmasý gibi bir özlem barýndýrýyor musunuz? Bu fantezi midir yoksa? Veya bunun için bir þey yapýlabilir mi? Necip Fazýl'ýn dediði gibi gün gelecek ekmek gibi azizleþecek midir þiir? Bakýn iþte üç kiþiyiz. Bir dördüncü kiþi yok. Hatta bazen þiir konuþmalarýndan sýkýlýyorlar insanlar. Þiirin kitleye dönük geleceðinden ümit var mýsýnýz? Türkiye bu devreyi az çok görmüþtür. Halkýn bir çok kiþisi “Otuzbeþ Yaþ” þiirinden bahsedebilirdi. Orhan Veli'yle alay edenler vardý, beðenenler vardý ama hiç olmazsa Orhan Veli bir konuþma mevzuuydu. Ellili yýllar Türkiye'si böyleydi. Yahya Kemal'in “Endülüs’te Raks”ý banka memurlarý, devlet memurlarý, üniversite sekreterleri de okurdu. Birbirlerine söylerlerdi. Yunus Emre'den hiç olmazsa bir iki cümle söylerlerdi. Yani þiir biraz konuþulurdu. Þu an için belki katsayýlarý, bazý hesap düzeltmelerini yaparsak o kadar kötü deðiliz. Çünkü bütün bu söylediðim devirlerde herhangi bir kitap 2500 basýyordu. Yani bu Türkiye'de bir þiir kitabýnýn yüz binlerle satmasý diye tarih boyunca olmamýþtý. Kitaplarýn sayýsý da çoðaldý. Onlarý basým sayýsýyla çarparsak, yine de ellili yýllardan çok daha büyük rakamlara ulaþýrýz. Hocam bu güzel sohbetiniz için teþekkür ederim. Ben de teþekkür ederim.

25


Ün sal Ün lü Yaðmur lekesi Her gece bir ölü adresimi soruyor benden Bütün düzlükler den kaçýp isyana varýyorum. Kum, çakýl, çimento; harç karýyor bir adam Bir özür beyanýnýn har cýdýr her günah Yosunlu göl, yontulmuþ taþ, yor gun insan Ölesiye hain çekilmedikçe kan damar dan.

Ýncir yapraklarýný hatýrlýyor Adem dediðinde Yataklarýnda bulduklarý düþleri kaybediyorlar Uçuþuyor yapraklar; ür yanlýk baþtacý rüyalarýnýn. Zamana tutunmuþ yarý resmi bir resim ellerinde Bir karede bir kere dondurulmuþ bir an Unutulsa da o an, kalýr orada tanýklýk için.

Belli ki, kanýksandý bir kullanýmlýk hayat Umulmadýk zamanlar için biriktirilmiþ paralar gibi Ola ki, bir köþeye atýlmýþ olmak bile bir þey Gün olur har canmýþ olmanýn silikliðini unutturur. Gündelik sevincimiz acýyla soluduðumuz terimizdir Her gün yýkansak yine yaðmuru eksiksiz isteriz.

Bir akþamüstü yaðan yaðmura küsen var dýr Ýnsanýn sýr týnda insaný omuzlayanlar var dýr. Býkmadan hayat aðacýný emziren toprak Bir ananýn göðsünde uyuyan çaresiz bebek Akþamýn ilk ýþýklarýyla geceye hazýrlanan þehir Kanla ýslandýðýnda yaðmurla yýkanmayý isteyecektir.

26


Ba ha dýr Cü neyt Ayaz þehir Belgeleriyle konuþur Memur çocuðu þehir Omzundaki yýldýzlar Gecesinden çok

Taþ binalar çok Ve cenaze çok Taþlar içinde ölüler Kur t gibi kaynaþýr

Yaðmur altýna defter açar Çocuk tiyatrosu Þubat tatilinde bile Metin üzerinde çalýþmalar

Ankara'da þapka çok Ankara'da köprü çok Ve ayakkabý çok Ve lojman çok Kapý önünde entari az Dükkan eþiðinde bar dak Paçalar da güver cin Tepeler de hafýz az

Yükselde kitap okuyan kýz Ýnsan haklarý heykeliymiþ Oysa yanlýþ yer de otur muþ Kim bakar ki dizlerindeki tuðlaya? Belki bir Agatha Christie romaný Doðu ekspresinde insan haklarý

Ankara'da kara çok Karasal adam çok Ankara'da lan çok Ve ulan çok Ve yalan çok Muavinin cebinde selam az Tekerlekte sabýr Yolda gelincik Kaldýrýmda boncuk az

Kar bu þehre alçaktan düþer Elmadað'daki rahmet Ayrancý'da un helvasý olur Kavurur da kavurur Kauçuk ayaklar

Ulus'taki þalvarlý kadýný Kýzýlay'a sokmazlar Güvenpark'ta çiðnenen sakýz da Çankaya'da yutulmaz

Bu þehir ne kadar çok Ne kadar az Oniki ay çatýk Oniki ay ayaz

Karanfil sokakta karanfil yok Keçiören'de de boynuz Etlikte et yok Gençlik parkýnda dönmedolap yor gun Yeþil bir havuz var dý or da Sandallar var dý

27


Es ra Elö nü Dik oturan ölü Tilki damar dan girer kan kur nazlýðýna. Þeytan mar garin fabrikasýnýn içine atýk. Bir sürü kafa kopmasý. Bir sürü güçsüzlük. Ayakkabýsýyla gömülen patavatsýz us bekçileriyle Tutturuldu tize çýkamayan bir ýslýk.. Topraðýn býçakladýðý kafa sesleri Dize gir meyi seven aðrýlarýn çamuruna batýk. Yamuk duruyorum bu mezarýn içinde. Dilimi kefenleyen cetveller Evrenin ayakta saklandýðý salamura kabinler de.. Açýkta satýlan sessizlik Kolay dökülen saçlarýn bitiminde. Biliyorum Tanrýnýn söze ner den baþladýðýný Ve külahlar da toplanmýþ vanilya morglarýný.. Bir tar týþma gir di þimdi Bozukluðu çýkmayan tabut kasýklarýna.. Bak sen bu þarkýyý seversin Koy kenara Bulunsun yanýnda.. Köpeklerin yediði kurþunla önlemlerin etleri Abuk baðlanýr.. Ýþe yaramaz gürültüler aðýrlanýr Hur dasý komik kapýlar da.. Dik oturan ölünün suratýna bak suratýna…

28


Yu suf Ar ma ðan Zývana daha kaç el yutacak saçlarýn ellerimin huzuru adýna sor malýyým içim berbat bir rahatsýzlýk çoðalacak biliyorum nasýl biliyorsam biliyorum: gözlerim bir yukarýdan da bakmayý bilecekler bu kulaðýmdaki kaçýncý kesiktir ve birazdan biliyorum: gözlerim gör mez benim duman Ur fa'ya çöker etraf daðdýr, dedelerim tanýþ da deðil heyhat daðlar anneannemin babaanneme güvenmesinin adýdýr hey týlfýndýr sokak senden derin bakan gözler gideli sene devrildi babamýn ilk oðluyum annem maviden ve yeþilden düzdüðün por tfolyalarýnda karabasaným kaçmak için hayatýndan sek sek çizgileri çizmiþtim, hiç sekemedim yaþým otuz üç, gönlü yok asfaltlarýn beni taþýmaya yaþým otuz üç, baba dostum hizasýný bozmayana adam demiyor ve birazdan biliyorum: bir kez raydan çýkmaya cesaret etmeliyim çok þey farkeder kaldýrýmdaysan her bir þey tek tek ve saya saya yolundadýr ve yoldan çýkarsýn kaldýrýmdasýndýr gözlerim kýsýk, suratým asýk dör t bir yaným, dör t bir kuþ, dör t bir kafes kaþlarým çatýlmýþ: gene de benzemiyorlar bir tüfeðe nedense yüzüme hiç bakmadýn sen, ondandýr, en çok ondan aþkýn plastik bir þey olarak var çünkü, sevdan kara yerlisin yabansýn ve köylü ve kasabalýsýn aðzýnda sakýzdýr son moda global cümleler þu sarýþýn kýza, hani caddeden geçen, ona sor sen adýmý bilirse yazý tura atalým, etlerimize bahse girelim anla ki meþhurum ben, hani sarýþýn kýz bilemezse meþhurum: medineli ve müþfiðim, yusufum ve kuyuyum az önce yok saydýðýma göre seni, sen aslýnda hiç yoksun yaksam da kendimi hani yoksam da adýmdandýr korkun adým onüçler den ve altýlý dizinler den kombine kabusun tepem atýk nutkum tutuk: namýma var sen söv ismail çaylar üç oldu necati ve birazdan biliyorum: bize bir imam gerekecek

29


F. Zeh ra Kal kan Beyaz çukur Ufacýk bir masal kýrpýyor gözleri Çocuktan saatlere bakýp saçlarýmý döküyorum Anlatmasam geçecek Çelimsiz uykular da kaybolacaðým

Mevsim gelmiþtir Kýyýya vur muþtur denize nâzýr terk ediþler Ceplerimize çiçek dolusu bir kucak doldur mak isterken Yakalanmanýn zamaný gelmiþtir Yüzlerimizden er guvan renkli kuþlar uçur manýn Ve bakýþlar da sevinmek modasý çýkar manýn da Oysa tam bu esnada Bir ihtiyar yumruðu ki hani ýslýk ýslýk tüketir söylenecekleri Hani gölgemin karanlýkta hýçkýr masý gibidir Ve yüzüne su çarpan gençlik Ýtmektedir þehrin arkasýndan Düþünde kýrýk bir okul kapýsý, düþünde kýrýk… Sesler kabýna yine dar gelir Evlerin kapaklarý küçük…

Yüzünden okumalý geçmiþ günleri Sinemalar özgür ce öksürürken Çünkü iþte ezberine güven olmuyor Aný defterlerinin bile Duvar da Kâbeli bir kilim Dalýp gidiyor pamuk nine Gurbet kadar büyüyor elleri Siz sokaða çýkmak için dayanýlmaz bir istek duyuyorsunuz Sokaklar yalýnayak geziniyor, sokaklar yalýn…

Gülüyorum Güldüðümde geçiyor Denizler ayaklarýmda yürüyor Kalabalýðý sevmekliðinde barýþýn Çoktandýr esnemekliðinde Çocuk mavisi bir çýðlýk vuruyor yalnýzlýðýma Yaný baþýmda bir ezan… Kýsalýyor þehrin boyu

30


Dere berrak ve çakýllar sayýlýyor… Mehmet Aycý Ayaðýnda "40 numara bir Ýstanbul" vardýr. Ýstanbul'da yaþar, Ýstanbul Beyefendisi midir? Kahve içip tavla oynadýðý, arada bir yazýdan ve hayattan bahsettiði, acýnýn koyu, hayatýn renkli hallerini paylaþtýðý arkadaþlarýna sormalý; bana kalýrsa yazýnýn hem beyi hem efendisidir. Ýnanýlmaz bir aþkla anlatýr anlattýklarýný, öylesine rahat ve coþkulu. Sözcüklere elbise giydirirken ruh da üfler; yahut sözcüklere ruh üflediði için bir endam, ne bileyim, bir iþve bir naz kazanýr yazý onun kaleminde. Yazma tutkusu onda Ýstanbul'u gezmek gibi bir þeydir. Evet, arkadaþýmýzýn ayaðýnda 40 numara bir Ýstanbul! Ökçesine basmýþtýr! Yürür… Nerdeyse on beþ yýldýr yazýlarýný/þiirlerini okurum, -üretken sözcüðünü soðuk buluyorum- velut bir yazarýmýzdýr. Kalem sahibidir. Kale gibidir kalemi. Muhkemdir. Mazgallarýndan içinde yaþadýðýmýz kent, dünya ve hatta öbür dünya ayný anda görünür. Aklýn kalbe, düþüncenin aþka akraba çýktýðý yazýlar yazar. Yeni, tadýlmadýk bakýþlarla bakar dünyaya; tanýnmadýk pencereler açar. Sevmekten, karanfilden ve kirazdan usanmaz. Dener ve yanýlýr; yanýlýr ve dener. Denemeyi kurt yemez hesabýnca edebiyatýn her kuyusuna taþ atar, baþkalarýnýn kuyuya attýðý taþlarý çýkarýr. Ne yaptýðýný, ne yapacaðýný bilen bir edebiyatçýdýr o. Þiirlerindeki hava, yazýlarýndaki rahatlýk erbabýný kýskandýracak güzelliktedir. O güzellik bazýlarýnca görülemeyecek inceliktedir, bazýlarýnca görülmeyecek kýymette… Hatta bazýlarý görmediði için kýymetlidir. Gel geç heveslerin, çýtkýrýldým akýmlarýn, göstermelik ortamlarýn yazarý deðildir o. Gel geçi, çýtkýrýldýmý ve göstermeliði bile kalýcý kýlmasýný bilen bir üslubu vardýr. Her yazýsýnda, her yazdýðýnda olmasa bile, evet, bir üslubu vardýr. Refik Halid gibi, Ahmet Rasim gibi yazýyla nefes alan zümrenin mirasçýlarýndandýr; yastýðýnda yorganýnda, üstünde baþýnda, beni de bir alýþýlmadýk baðdaþtýrma harikasýna "alet" etse diyen kelimeler gezinir. Ayýn tanýklýðýna ihtiyacý olmasa da varsýn ay tanýðý olsun. Yine de ay'ý tanýklýða çaðýrdýðý iyi olmuþtur. Çölde vaazlar verdiði de. Neler söylediðini kum tanelerine, fýrtýnaya, gündüz sýcaða ve

gece ayaza sormalýdýr. Kumaþtan çalan terzinin bize, dünyaya, dünyamýza çektiði "dikili numara"nýn varsa bir numarasý onun þiirleri himmetiyledir. Þiiri düzyazýdan ayýrmasýný iyi bilir; hatta düz'ü yazý'dan ayýracak kadar ince bakýþ sahibidir. "Þairin bu dünyada bulunuþ hali, yanlýþ yerde indirilmiþ bir yolcunun hali gibidir" cümlesi ona aittir. Ýndiði bütün yerler yanlýþ olsa bile hiçbir dolmuþa binmeyecek kadar güçlüdür sezgisi. Ördek avcýlarýna nanik yapar… Tanrýtanýmazlara Tanrý'yý ve Tanrýnýn dilini, elini, gölgesini… hasýlý ayetlerini tanýtmak/göstermek için zorunlu din dersleri ayarlar. Herkesi kendi bedeninin ve ruhunun farkýna varmaya çaðýrýr. Arabesk bir ayindir yapýp ettiði lakin bu ayini pek güzel icra eder. Semtlere, sokaklara göre duasý vardýr bir de; Tanrým, ne muhteþem þey, her semtin, her sokaðýn bir duasý olmasý. Sinoplu olduðundan mýdýr nedir, dalganýn her tonunu, her kývamýný, her mevsimini mizaç haline getirmiþtir. Anlatýmý bozmayalým, dalga onda mizaç haline gelmiþtir. Her telden çalmaz; bildiði tellerden iyi çalar. "Âdem" olduðu gündeki o herkesin aradýðý perdeyi bulmaktýr muradý. Her dili bilmez; bildiði dili iyi konuþur. Diline sahip olduðuna tanýklýðýmýz vardýr. Dostlarý onu þen þakrak tanýsa da, neþesi hüznündendir; o hüznü þiirlerine, ince bakýþýný yazýlarýna saklamýþtýr? Saklamýþ mýdýr? Galiba doðru söyledik; yoksa nerden Hüseyin Akýn olacaktý? "Yazar dediðin biraz da yazdýðýna benzemeli deðil mi? Kitap gibi içine kapalý olmalý." Beklemediðiniz bir sonuca doðru gidiyoruz; ben de beklemiyordum, niyetim sevgili Hüseyin Akýn'ýn "Kitabým Çýktý Alýnmayýn" kitabýna dair yazmaktý, bilgisayarýn baþýna geçtim, tuþlara dokundum ve okuduðunuz yazýyý yazmýþ bulundum. Ýyi mi ettim? Evet, iyi ettim! Hüseyin Akýn'ýn yeni bir kitabý çýktý, ister alýn ister almayýn, ister alýnýn ister alýnmayýn. Kitabým Çýktý Alýnmayýn, Hüseyin Akýn, Lamure Yayýnlarý, Deneme

31


Cumhuriyetin ilk demokratý:Hü se yin

Avni Ulaþ

Suavi Kemal Yazgýç Muhalif olmak hiç þüphesiz baþlý baþýna bir meziyet deðil. Öyle olsa siyasi tarihte iktidarý elde ettikten sonra ya da muhalif odaðýn içindeki iktidar çatýþmalarý dolayýsýyla despotluk taslayan muhaliflere hiç rastlanmamýþ olmasý gerekirdi. Hüseyin Avni Ulaþ'ýn unutulmuþluðu, resmi tarihin onu yok sayma çabalarý kadar, despotluktan arýnmýþ muhalif duruþundan kaynaklanýyor belki de. Ýhsan Çolak'ýn tespitiyle: "Hüseyin Avni Ulaþ, bürokrasinin otoritarizmine bulaþmadan, halkýn devrimine, deðerlerine ve en önemlisi milli iradenin tecellisi olan demokrasi ilkesine sadýk kalýnmasý için mücadele vermiþ bir þahsiyettir. Fransýz Devrimi'nin Danton'una benzetilen Hüseyin Avni; Danton'un ihtilâlciler karþýsýna dikilip, insanlarýn kanýnýn akmamasý için ihtilâlci terörün önüne geçmeye çalýþmasý, devrimin kendi kendini aþmamasý için bir sýnýr konulmasý gayretlerine mukabil, þahýs istibdadýnýn önlenmesi, kanun hakimiyetinin saðlanmasý ve demokrasinin tesisi için, birinci mecliste muhalefet saflarýnda mücadele etmiþtir." Ön ce lik le, Hü se yin Av ni Ulaþ'ýn, Tan zi mat'tan itibaren Osmanlý siyasi hayatýna yön verenler, Dersaadet kökenli ve çoðunluk itibariyle asker olan bürokratlardan olmadýðýný vurgulamamýz gerekiyor. Ulaþ'ýn damadý olan Nurettin Topçu'nun "En büyük korkusu þark despotizminin yeniden hortlamasýydý" yorumunun arka planýnda bu "eksikliðin" de payý olsa gerek. (Nurettin Topçu, Birinci Devre Er zurum Milletvekili Hüseyin Avni Ulaþ, Ýstanbul: Milliyetçi Derneði Neþriyatý, 1958.) Hüseyin Avni Ulaþ'ý farklý kýlan özelliklerinden birisi 'dersaadetten' ya da zamanýn büyük þehirlerinden birinden olmamasýdýr. 1887 yýlýnda Erzurum'un Kümbet köyünde (Bugün söz konusu köy Bingöl sýnýrlarý içinde) doðan Hüseyin Avni Bey, gizli cemiyetlerin cirit attýðý; komita faaliyetlerinin örgütlediði isyan, protesto ve ayaklanmalarýn sarstýðý bir þehir olan Erzurum'da ilk gençlik yýllarýný geçirdi. Mülkiye Ýdadisi'nin Ziraat Bölümü'nde okuyan Hüseyin Avni, Prens Sabahattin ve arkadaþlarýnýn Paris'ten yönettikleri ünlü 1906 Erzurum Jöntürk Kýyamý'ný bir lise tale-

Sivas Kongresi Heyeti

besi olarak adým adým izledi. Ýkinci Meþrutiyet'ten sonra Kümbet köylü Gençaðazade Hüseyin Avni Bey, liseyi Vefa Ýdadisi'nde tamamladýktan sonra Hukuk Mektebi'nden mezun olur ve Ýstanbul'da avukatlýða baþlar. Hüseyin Avni Bey, Birinci Dünya Savaþý'nda Doðu Cephesi'nde yedek subay olarak savaþtýktan sonra Erzurum'da Hazine Avukatý olarak çalýþtý. Milli Mücadele'yi ateþlendiren ilk kývýlcýmlarýn ortaya çýktýðý Erzurum ve Sivas kongrelerine katýlarak Anadolu Hareketi'nin önde gelen isimlerinden biri oldu. Misak-ý Milli'yi kabul eden son Osmanlý Mebusan Meclisi'nde mebus olan Hüseyin Avni Bey ile daha sonra TBMM kürsüsünden son Osmanlý Mebusan Meclisi'nin silâh zoruyla daðýtýlmasýna atýfta bulunan Mustafa Kemal Paþa arasýnda geçen ve meclis zabýtlarýna yansýyan þu konuþmaya bu anlamda dikkat etmemiz gerekiyor: Mustafa Kemal Paþa: - Bir Heyet-i Vekile ki; irade-i milliyenin mümessili olacaktýr, ispat edeceðim; onun eline salâhiyet verdiðiniz zaman, o istediðini yapacaktýr ve haberiniz olmayacaktýr. Sorarým size; Heyet-i Vekile sizin buradan daðýtýlmanýza karar verirse ne yapacaksýnýz? Hüseyin Avni Bey: - Güleriz! Mustafa Kemal Paþa: 32


- Gülemezsiniz! Ýstanbul Meclis-i Mebusaný'na giden zatýaliniz, o zaman da güleriz demediniz, ama o zaman bunu yapamadýnýz, kulaklarýnýzdan tutup kapýdan dýþarý atmýþlardý. Hüseyin Avni Bey: - Yapanlar Saray kumandaný idi. Halbuki bizi tutanlar milli kuvvet ve milli kumandanlardýr. Binaenaleyh kimse atamaz. (Ahmet Demirel, "Birinci Meclis'te Muhalefet" adlý kitabýnda bu bölümü TBMM Zabýt Ceridesi, Cilt 14, s. 425'den aktarýyor.)

Ulaþ neye muhalifti? Hüseyin Avni Bey'in muhalefetinin odak noktasýnda, yönetimin bazý konularda otoritarizme kaymasý vardý. Hüseyin Avni'nin amacý muhalif olmak deðil, milli iradenin meclis eliyle iþletilmesi ve yönetimin tarafsýzlýðýnýn saðlanmasý, Ýstiklâl Mahkemeleri adýyla ve özel yetkilerle donatýlmýþ mahkemelerin mahzurlarýnýn anlaþýlmasý ile temel hak ve özgürlüklerin saðlanmasýdýr. Nitekim Milli iradenin meclis elinden alýnýp önce Heyeti Vekile'ye, daha sonra da Baþkumandanlýk Kanunu ile Mustafa Kemal Atatürk'e verilmesi karþýsýnda ekibi ile birlikte þiddetli bir muhalefet ataðýna giriþmiþtir. Bu noktada Hüseyin Avni Ulaþ'ýn muhalefetinin, kiþiler deðil ilkeler bazýnda olduðunu vurgulamakta fayda var. Nitekim Ahmet Demirel, Hüseyin Avni ve ekibinin bu kanun hakkýndaki görüþlerini þöyle dile getirmektedir. "Muhalif mebuslar Mustafa Kemal Paþa'nýn baþkumandanlýða getirilmesine karþý çýkmamýþlar, hatta destek vermiþlerdir. Buna karþýlýk, kanunla Baþkumandan'a, kanun yürürlükte olduðu süre boyunca meclis yetkilerini kullanma hakký verilmesini hiçbir zaman kabul etmemiþler, baþýndan beri buna karþý çýkmýþlardýr." (Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet, s. 260, Ýletiþim Yay., Ýstanbul, 1995.) Nitekim Mustafa Kemal Paþa'nýn þu sözleri de meselenin fevkalâdeliðini vurgulamasý bakýmýndan önemlidir: "Ýtiraf etmek lâzýmdýr ki, bu yetki büyük bir yetkidir. Meclisin yetkisidir ki bana veriyor. Böyle olmakla beraber, üç ay sonra elbette ya yenilersiniz veya yürürlükten kaldýrýrsýnýz. Böyle bir yetki vermek doðru deðildir. Bunun için üç ay gibi kýsa bir zamanla sýnýrlayýnýz." O dönemde Fevzi Çakmak iki görüþün arasýný bulan bir teklifi de meclis gündemine getirme ihtiyacý duymuþ ve verilen yetkilerin geri alýnmasýnýn dýþarýya karþý zaaf teþkil edeceði kaygýsýna binaen,

Hüseyin Avni Ulaþ

Avrupalýlar'ýn karþýsýna reþit bir millet olarak çýkmanýn gereðini vurgular ve asýl zaafýn meclis üstünlüðünden taviz vererek gösterileceðini iþaret ede rek baþ ku man dan lý ðýn ge re ði ko nu sun da, "Gayemiz, düþmaný kovmaktýr. Emr-i kumanda gerekliyse o baþka kanundur. Fakat bu kanundur. Fakat bu kanun muhteva itibariyle tamamen baþkadýr. Baþkumandanlýða gerek varsa ayrý bir kanun yapalým" ifadeleriyle, konuyu meclis yetkisi hususundan ayýrarak, askeri uygulamalarla sýnýrlý bir baþkumandanlýk teklifi yapmýþtýr.

Ýnkýlâp fikirle yapýlýr Hüseyin Avni Ulaþ, Ýstiklâl Mahkemeleri hakkýnda, bu mahkemelerin el uzatmadýðý alanýn kalmadýðý, hükümetin bütün icraatlarýný eline aldýðý ve meclis adýna hükümler verdiðini vurgular ve eðer bir mahkeme teþkil edilecekse bunun da hukuk kurallarý içinde iþletilmesi gerektiðini belirtir. Milli Mücadele dolayýsýyla yaþanýlan olaðanüstü durumun, konunun sakýncalarýný büsbütün devre dýþý býrakmadýðýný Hüseyin Avni Bey þu sözlerle ifade etmektedir: "Efendiler, siz memleketi kurtarmak istiyorsanýz, siz mahkemeleri yaþatmak istiyorsanýz, iþte burada üç yüz elli mahkememiz var. Onun kudretini artýrýn; onun kud33


reti olmazsa dört mahkeme, beþ mahkeme devletin bütün teþkilâtýný yürütemez. Ýhtilalin de hukuku vardýr. Olaðanüstülüðün de hukuku var. Fakat böyle kendi oyuyla hüküm verecek maddi ve manevi suç, zarar takdiriyle hüküm verecek bir kuruluþ dünyada mevcut deðildir. Bu, dünyanýn adaletine sýðacak þeylerden deðildir. Asker kaçaklarý için gerekli ise, yalnýz onunla sýnýrlayalým. Böyle maddi, manevi zarar takdirine yetkili; genel cümlelerle, sýnýrsýz yorum ve tersyüz etmeye müsait cümlelerle verilen yetkiyle ve kendi oyuyla her þeyi hüküm altýna almak, her þeye hüküm verme yetkisini artýk ortadan kaldýrmak, üzerimize farzdýr." (Demirel a.g.e. sayfa 372) Nitekim onun bu tespitine karþýlýk "Cepheler kan aðlarken bunlar da ne oluyor?" sorusuna verdiði cevap onun bu konuda da sergilediði hassasiyeti özetler: "Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir!" (Demirel a.g.e. sayfa 375) Hüseyin Avni'nin de içinde bulunduðu muhalefet karþýsýnda o günlerin "medyasýnýn" tavrýný görebilmek için, gelin Yunus Nadi'nin Yenigün gazetesinde yayýnlanan Yeni Bir Cidal Devri baþlýklý makalesine bakalým. Yunus Nadi, muhalefet hakkýnda "Bazý maksatlar için kamuoyuna tereddüt teþevvüþler aþýlamak isteyen beþ on kýlýç artýðýnýn gayretleri" ifadelerinin yanýsýra, "Türk Milleti kendi Ýstiklâlini korumaya ve kurtarmaya çalýþýrken karþýsýna çýkan düþmanlarýn en þeni'i Halife ve Sultan olduðunda elbette karar kýlmýþtýr. Hâl böyle iken bu memlekette Sultan ve Padiþah isteyen sefil ruhlar bulunabildiðini farzettirecek bazý emare ve alâmetler eksik deðildir. Biz biliriz ki onlar vardýr, ve biz biliriz ki onlar kendi kanlarý içinde boðulacaklardýr. Bize diyecekler bulunabilir ki: Hani ya, yahu hürriyet ve serbesti? Millet emrediyor ki bu iþte hürriyet ve serbesti yoktur. Kokmuþ ve muzýr fikirlere serbest gezmek ve serbest söyleyebilmek mesaðý yoktur. Ýsterse onu söylemek iddiasýnda bulunacaklar Büyük Millet Meclisi azasýndan bulunsunlar!" demektedir. Buna cevaben Hüseyin Avni'nin yapmýþ olduðu meclis konuþmasý, onun duruþunun tutarlýlýðýný göstermesi bakýmýndan çarpýcýdýr: "Biz inkýlâbý fikirle yapacaðýz ki, payidar olabilsin. Eðer kabadayý usulünü takip edersek, korkarým ki o zaman inkýlâptan mahrum kalýrýz. Kanla deðil fikirle inkýlâp yapacaðýz. (...) Ýnkýlâplar fikir teþkilâtýyla, mektebiyle geliþir. Yoksa 31 Mart hadisesi

gibi bu memlekette inkýlâp yapýlamaz. Bizim inkýlâbýmýzý bu gibi fikirler çürütmektedir. Ýnkýlâp fikrinin münevver öncüsü olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, halka hakk-ý hükümranisinin fazilet ve meziyetini öðretmelidir. Onun tercüman-ý efkârý olan gazeteler, onun alemdarlýðýný ilân eden arkadaþlarýmýz, ilmi münakaþa ile bu vazifeyi yapmalýdýr, ölüm tehdidiyle deðil efendiler. Bu yetki kimsede yoktur. Zaten gülerim ben; Yunus Nadi Bey'in sözüyle memlekette bir býçak kýmýldayacak olursa, evvelâ beni vursun. Telâþým þu ki; eðer bu iþ ölümle sonuçlanacaksa inkýlâp da ölecektir" (Muammer Asaf, "Hüseyin Avni Ulaþ", Hareket, sayý 14, Nisan-1948.) Nitekim yýllar sonra Muammer Asaf, Hareket Dergisi'nde dönemin Bahriye Vekili Ýhsan Yavuz'un þu sözlerini aktaracaktýr: "Bizim en büyük hatamýz, Hüseyin Avni'nin kapatmaya çalýþtýðý kapýyý açýk tutmakta endiþemiz oldu. Bu yüzdendir ki inkýlâbýn mev'ud meyvesini çürüttük." (Bekir Sýtký Baykal, , "93 Meþrutiyeti", Belleten, 1942, C. VI, s. 63-65.)

Ýkinci Grubun tasfiyesi Ayrýntýlarýný kendisiyle ilgili bölümde iþleyeceðimiz Ali Þükrü Bey cinayetinden sonra 1 Nisan 1923'te meclis seçim kararý aldý. Ancak Mustafa Kemal Paþa'nýn ayný yýlýn ocak ayýnda Ýzmit'te gazetecilerle yaptýðý bir görüþme sýrasýnda, meclisin seçimlere karar vermesinin zorunlu olduðunu söylediðini de hatýrda tutmak gerekir. Çünkü meclisin o dönemdeki durumuyla Lozan'da imzalanacak muhtemel bir anlaþmayý reddetmesinden endiþe ediliyordu. Nitekim Mustafa Kemal Paþa'nýn bir gazeteciye "Her þeyden evvel kýz gibi bir meclis yapalým da ondan sonra istediðiniz gibi yazýnýz." dediði kaydedilmiþtir. Seçimlere Ali Þükrü Bey cinayetinin muhasebesi yapýlmadan gidilmemesi gerektiðini söyleyen Saruhan Mebusu Reþat (Kayalý) dýþýnda itiraz eden olmaz. Seçim kararý alýndýktan sonra yapýlan son toplantýda Hýyanet-i Vataniye Kanunu'nda yapýlan bir deðiþiklikle muhalefetin eli biraz daha daraltýlýr. Esat Öz'ün Tek Parti ve Siyasal Katýlým adlý kitabýnda belirttiðine göre Ýkinci Meclise Birinci Grubun yüzde 97'si tekrar seçilirken, bu oran Ýkinci Grup için yüzde 3'te kalmýþtýr. (Esat Öz, "Tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katýlým", Gündoðan Yayýnlarý, Ankara, 1992, s. 7879.) 34


Birinci Meclis Binasý

rý astýnýz. Bende ne gibi namussuzluk gördünüz ki, bu þerefli ölümden esirgediniz?" cevabýyla yakýn siyasi tarihimizin en açýk sözlü politik þahsiyetleri arasýnda yer aldý.

Ýkinci Grubun tasfiyesini anlayabilmek için seçim sistemine göz atmakta fayda var. Hakký Uyar, Toplumsal Tarih Dergisi'nde yayýnlanan makalesinde dönemin seçimlerinin yapýsýný þu sözlerle anlatýyor: "Seçimler iki dereceliydi (1877'den 1943 yýlýna kadar yapýlan seçimler iki dereceliydi). Halk ikinci seçmenleri seçiyor, ikinci seçmenler de milletvekillerini seçiyordu. Aslýnda yapýlan, seçimden ziyade iki dereceli bir onaylamadan ibaretti. Ýkinci seçmenler CHP üyesiydiler ve parti tüzüðü gereði, parti üyelerine oy vermek zorundaydýlar. Baðýmsýz olarak ikinci seçmenliðe ya da milletvekilliðine soyunanlarýn þansý yoktu. CHP'li ikinci seçmenler, partinin olur verdiði 'müstakil' milletvekili adaylarýna oy verebiliyordu." (Hakký Uyar, Tek Parti Döneminde Seçimler, Toplumsal Tarih, S. 64, s. 21-31, Nisan 1999.) 17 Kasým 1924'te Terakkiperver Cumhuriyetçi Fýrka kuruldu. Yeni fýrkanýn kurucularý arasýnda yer alan Hüseyin Avni Bey, Ýstanbul Ýl Kongresi Ýdare Heyeti üyesi oldu. Önce Þeyh Said isyaný, ardýndan gelen Takrir-i Sükun Kanunu ile TPCF ve muhalefet tasfiye edilirken, Hüseyin Avni de idamlýklar arasýnda, Aliler mahkemesinin önüne çýkarýldý. Ama onu mahkûm edecek uydurma da olsa bir delil ortaya koyamadýlar. Hüseyin Avni Ulaþ, kendine beraat ettiðini bildiren Kel Ali'nin yüzüne karþý "Bugüne kadar namusumdan emindim, fakat þimdi þüphe ediyorum" diyor. Kel Ali'nin "Niçin?" sualine karþý verdiði "Hepsi de benden bîgünah ve namuslu arkadaþla-

Ceddinden ne devralmýþtýn, ahfadýna ne býrakmaktasýn? Böyle bir durumda, bütün muhalifler gibi Hüseyin Avni'nin de gözaltý hayatý baþlamýþ oldu. Tek parti siyasi komiserleri onu zaman zaman yokluyor, siyasi alâkalarýný ölçmeye çalýþýyordu. Nitekim Ali Ýhsan Sabis Paþa hatýralarýný kaleme aldýðýnda, kendini yargýç önünde buldu. Bu gözdaðý operasyonunda yargýcýn Hüseyin Avni'ye yönettiði "Ali Ýhsan Paþa, bu kitaplarý ne maksatla yazmýþ olabilir?" sorusuna verilen cevapta bir siyaset mualliminin ruhlarý dirilten nefesi vardýr: "Bana Ali Ýhsan Paþa bu kitaplarý niçin yazdý diye sormayýn. Sen niçin böyle kitaplar yazmadýn, diye sorun." Hüseyin Avni Ulaþ Ýkinci Meclis'e seçilemeyince Ýstanbul'da Mahmutpaþa'da 5. Noter olarak çalýþmaya baþladý. 1945'te Ýnönü ara seçimlerde, önceki seçimlerden farklý olarak resmi CHP adayý göstermeyince isteyen herkesin aday olmasýna imkân saðladý. Hüseyin Avni Ulaþ aday oldu fakat, bu seçimi kazanamadý. Daha sonda Nuri Demirað baþkanlýðýndaki Milli Kalkýnma Partisi kurucularý arasýnda yer alan Hüseyin Avni Ulaþ, kýsa bir süre sonra bu partiden istifa etti ve 23 Þubat 1948'de Ýstanbul'da vefat etti. Hareket Dergisi, Hüseyin Avni Ulaþ'ýn vefatýnýn 35


birinci yýlýnda dostlarýnýn onunla ilgili hatýralarýný yayýnladý. Asaf Muammer Bey, Ulaþ'ýn fikri yapýsý ve karakteri hakkýnda da önemli ipuçlarý vermektedir: "Cerrahpaþa Hastanesi'ndeyim. Hüseyin Avni'nin yattýðý karyolanýn ayak ucunda rahat bir koltukta oturuyorum. Oda hususi, bizbizeyiz. Bermûtad, dünya hadiselerini gözden geçirerek saða sola çata çata konuþuyoruz. Fakat onda da, bende de sevimsiz bir sohbet dermansýzlýðý var. Ben dermansýzlýðýn menþeini biliyorum. Ertesi sabah saat sekizde Hüseyin Avni'ye ameliyat yapýlacak. Müfekkirem, bütün mevzûlarýn sathýndan bir topaç gibi sekip geçerek hep bu nokta üzerinde fýrýl fýrýl dönüyor. Yüreðime doðru bir sýzýnýn derinleþtiðini duyuyorum: "Bu iþ nasýl olacak? Vakýâ "þeker" sýfýra düþtü; fakat ya kahpece gizlendiyse? Ya hasta kalbi bu sert ameliyata dayanamazsa?! Ya bir aksilik oluverir de bu, her gönlü harap, âmâli periþan dosta mülteca olan âþinâý dert adam, göçüp gidiverirse? Ýþte bendeki dermansýzlýk hep bu endiþelerden sýzýp geliyor; bütün varlýðýmý istilâ ediyor. Ne düþünüyor? Bilmiyorum! Gözlerimi süze süze olanca mümaresemle düþüne düþüne, yüz hatlarýný müþahededen geçiriyorum. "Mutlaka, diyorum kendi kendime, o da bunu düþünür. Biliyor ki, kalbi hastadýr; þekeri var. Bu iþ ihtimâl bir þeametle neticelenebilir: bu yüzden kahýrlanýyor muhakkak. O halde ben baðrýma taþ basmalýyým; maneviyatýný kuvvetlendirmeliyim." Endiþesiz, âvâre bir sesle soruyorum: "Nen var senin ya hu? Dalýp dalýp gidiyorsun! Yarýnki ameliyata ehemmiyet veriyorsun galiba? Hiç endiþelenme; basit bir ameliyat imiþ. Geçiren birçok kimselere sordum ben, "Duymadýk bile" diyorlar. Nihayet arzuna baðlý bir þey, istemiyorsan yaptýrmazsýn. Hiç beklemediðim bir kahkaha atýyor: "Benim öyle bir þey düþündüðüm yok. Dalgýnlýðýmýn esbabýný þimdi sana anlatýrým." Hoþ bir menkýbe anlattý. Bir hayli gülüþtük. Kasvetli hava biraz hafifledi. Kendimize gelir, canlanýr gibi olduk. Hüseyin Avni yatakta baðdaþ kurdu. Kopa kaybola, sayýsý sekize, ona inmiþ Hacýmezat tesbihini bir avcundan bir avcuna ata oynaya, diri bir sesle konuþmaya baþladý: "Desene ki beni býçaktan korkan bir tabansýz sandýn? Týbbýn býçaðýndan korkar mýyým hiç! Ancak tabibin cehlinden, soysuz gururundan korkarým! Birçok baylarýmýz (Bu vasfý hiç sevmez: daima istihza makamýnda kullanýrdý) gibi kendini ehil zanne-

der de "yapýyorum" diye insaný büsbütün kör eder maazallah... Hayýr azizim, bunlarý düþünmüyorum, haddizatýnda ölümden de pervam yoktur. Kemali teslimiyetle bilirim ki bu âlemde beka yoktur; her gelen, günün birinde göçer gider. Benim için korkunç olan asýl seyyiatým, günahlarýmdýr birader. Beþ on gün þurada dinlendim de biraz, selâmet-i akýl ile, huzur-u vicdan ile ömrümün bilançosunu gözden geçirdim: Baþtan baþa hüsran! Medâr-ý teslimiyet veya neþe olsun için: "Senin ne seyyiatýn olacak? Geç. Mübâlaða ediyorsun, tevazua kaçýyorsun bir hayli." dedim. Yüzünde nahoþ bir iþmizaz belirdi. Mahzun bir sesle: "Gel" dedi. "Bugün gafil ve maðrur nefislerimize uyarak özsüz lâf etmeyelim. Seninle birçok konuþacaklarým var. Hakikat þu ki, hepimiz gýrtlaklama kadar seyyiat içindeyiz! Halbuki, geçmiþ bizden bekler, âti bizden bekler, biz ise nâdan nefsimizin peþinde bir ihtiras bataðýndan diðer bir ihtiras bataðýna dalmaktayýz: ne hayrýmýz var, ne hasenadýmýz." Birdenbire hiddete kaçan bir sesle mevzudan atladý: "Dün buraya bir ziyaretçi gelmiþti. Ýsmi lâzým deðil, kahramanlýk mahramanlýk diye bir sürü riyakâr lâf etti, kafamý patlattý. Zannýnca can siperâne çalýþmýþ, mecliste çekinmeden söz söylemiþim, elbette kahraman imiþim. Ne semahat... Ne beleþ kahramanlýk bu! Kendi teseyyübümüz yolundan ocaðýmýza sel basmýþ da, elbirliði etmiþ, bir oturum yer kurtarmýþýz! Bu kadarcýk da yapmasaydýk hangi sûretle "Bu ülke bizim, þu muhteþem taç, þu muazzam tarih bizim." diyebilecektik acaba? Kurtardýðýmýz bir avuç toprak için kahramanýz, âlâ, ya verdiðimiz bin dönüm toprak için istihkakýmýz nedir? Bunu sorunca muhatabým sustu. Susar elbet. O da bilir ki hakikatin sillesi, riyânýn kahpe dudaðý gibi yumuþak deðildir. Bir karýþ yer kurtardýk, bin dönüm yer býraktýk, dede tâcý elimizde parçalandý. Bugün her parçasý bir krala taç oldu, bunun esbabýný âtî araþtýrýr, cürmü bize sorar, günahý bize yükler. Sanma ki ben cihâdýmla, varlýðýmla müftehirim. Haþa! Ancak aczimin teseyyübümün hayâsýný duymaktayým, yarýn geberir gidersem, ceddim katýna hangi suratla varýrým? "Ömrüm devâm eder de kalýrsam ahfâdýma ne yüzle bakarým?" diye kaç gündür þu yatakta titriyorum. Hüsran acýsýn halimize birader, hüsran! 36


Hüseyin Avni'nin bu derece teessür ve tuðyan hâlini hiç görmemiþtim. Bembeyaz kireç kesilen rengine, coþkun çaðlayanlar gibi inleyen sesine, gözlerinden ýþýldayan habbe habbe damlalara dayanamadým. Yerimden fýrladým. Feragati, tevazuu, tevekkülü ve hakperestliði namýna, tertemiz anlýndan öptüm. Göðsümden itti. Amir bir eda ile: "Otur yerine! Dedi, öpülecek þâyeste arýyorsan, git, fetihten fethe koþar o mübarek kahramanýn, Fatih'in ayak taþýný öp... Asýrlarca ecdat mirasý ile geçindik, kendi kazancýmýzla deðil paþam. Sen de benim gibi diz çök de vicdanýn huzuruna, hayrýnla seyyiatýný tarta tarta bir lâhza düþün: "Ceddinden ne devralmýþtýn, ahfadýna ne býrakmaktasýn?"

Hüseyin Avni Bey'den þifresi

demokrasinin

Son yýllarda, hemen her ölüm yýldönümünde Hüseyin Avni Ulaþ'ýn anýsýna bir yazý kaleme alan Mehmet Altan, Ulaþ için þöyle diyor:: "Cumhuriyet'in demokratik hâle getirilmesi için hukukun üstünlüðünü savunan ve Birinci Meclis'te, Ýkinci Grup'un önderlerinden olan Cumhuriyet'in ilk demokratý sayýlabilecek, Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Ulaþ'ý 23 Þubat 1948'de kaybetmiþtik. Hüseyin Avni Ulaþ, sivil ve hukukçu olduðu için muhalif konuma düþmüþtü. Hukuk egemenliðini kurmak... Hukukun üstünlüðünü savunmak... Ankara'nýn seksen yýldýr istemediði ve tehlikeli bulduðu bir öneri… Genç kuþaklara, Hüseyin Avni Ulaþ, Ýkinci Grup filân öðretilmiyor. Ömrünü Türkiye için heba eden Hüseyin Avni Ulaþ'ýn memleketi Erzurum'da bir tek büstü bile yok." Ankara'nýn bir baþka muhalifi olan Ali Þükrü Bey'in faili meçhul bir cinayete kurban gitmesi üzerine Hüseyin Avni Ulaþ'ýn yaptýðý o tarihi konuþmada "Ali Þükrü'yü öldüren, hoca mýdýr, aða mýdýr, paþa mýdýr, bey midir, her kimse bulup cezalandýracaðýz" demiþti. Prof. Dr. Orhan Okay ise Silik Fotoðraflar adlý kitabýnda (Ötüken 2001, s: 2630) ilk mecliste memur olarak görev yapan Ord. Prof. Dr. Hýfzý Veldet Velidedeoðlu'nun Ulaþ'ýn "Ali Þükrü'yü öldüren bilekleri kýracaðýz, o bilekler isterse sýrmalý paþa bilekleri olsun" dediðini hatýrladýðýný, fakat bu sözlerinin meclis zabýtlarýnda yer almadýðýný anlatýr. Ne dersiniz? Türkiye'de demokrasinin þifresini bu tarz eksikliklerde arayabilir miyiz?

ilan kısmı

37


Beklerken Coþkun Ongun giden yok ki." Yatak odasýnýn açýk penceresinden giren serin bir yel, lavanta kokusuyla yüzlerini okþuyor. Sarý parlak tüylü bir tekir, çekingen miyavlamalarla sofra bezinin baþýna kuruluyor. Onun çanaðýna süt dökerken söyleniyor, konaðýn hanýmý. "Ah, bir biçtireydik þu tarlalarý." Açýk duran salon kapýsýndan güneþ ýþýklarý içeri yansýyor. Kapý eþiði ile yer sofrasý arasýnda üç dört metrelik mesafe ya var, ya yok. Bir süre sonra konaktaki, sessizliðin yerini yeller alýyor. Bey, dýþarý çýkýyor. Köyün bekçisiyle karþýlaþýyorlar meydanda. Konuþa konuþa uzaklaþýyorlar, bayýr aþaðý. Konakta yalnýz kalan kadýn, camlarý açýyor. Ortalýðý kaplayan serinlik, anlýk sýkýntýsýný alýyor. O da bunun farkýnda. Derin bir iç çekiyor. Mutfaða adým attýðýnda görüyor, yoðurdun kapaðýný açýk býraktýðýný. Yüreðini bir ürperti; dinç bedenini bir titreme kaplýyor. Mayalanmýþ yoðurdun kapaðýný açýkta býraktýðý için kýzýyor kendine. Bunun uðursuzluk getireceðine inanýyor çünkü. Hem de bütün kalbiyle. Uzaktan gelen bir uðultu çalýnýyor kulaðýna. Ardýndan bir iki el silah sesi duyuluyor. Uðultu azalacaðýna gittikçe artýyor, az sonra belirgin bir gürültüye dönüþüyor. Tepenin ardý uzunca bir yokuþ. Gürültü de yokuþu týrmanmakta olan araçlardan geliyor belli ki… Birbiri ardý sýra dizilmiþ üç biçerdöver görülünce, konaðýn hanýmý bir ok gibi aþaðý fýrlýyor. Ayaklarýna pabuç almadan, çýplak topuklarla koþturuyor. Adýmlarý telaþ içinde. Yüreðindeki coþku gittikçe artýyor. Kalbi kapana sýkýþmýþ bir kuþ gibi durmadan atýyor. Bostanda olmalý, beyi. Oraya yöneliyor. Bekçiyi görüyor. Beyi yok ortalarda. Bekçi aðlamaklý sesler çýkarýyor. "Gözünüz aydýn ola, biçerler girdi köye," diyor kadýn. Bekçi hoyrat, aldýrýþ etmiyor. Derin bir yalnýzlýk hissi sarýyor hanýmý. Bekçinin bu tutumu ona hiç de iyi þeyler çaðrýþtýrmýyor. Topraða, bostanlarýn arasýnda, yatan biri var. Yer gibi, kýpýrtýsýz o da. Topraða kapanmýþ halde

Ýki katlý, ahþap kerpiç karýþýmý bir köy konaðý. Meydana oldukça yakýn. Ýkinci katý, üç odaya, geniþ bir hole ve büyükçe de bir salona sahip. Bir de mutfak ile oradan eksik olmayan taze peynir kokusuna. Hele hele yazlarý, sürekli açýk duran pencereden esen rüzgar, içeriye dolduðu zamanlarda. Salonun tabanýnda boydan boya, cicimler. Duvarda, atlarýn dere geçiþlerini resmeden, yolluklar duruyor. Canlý ipler sayesinde yaðlý boya bir tablodan farklý deðil hiçbiri. Giriþ kapýsýnýn tam karþýsýnda duran vitrin camýna, siyah beyaz fotoðraflar sýkýþtýrýlmýþ. Yer kalmayanlarsa yapýþtýrýlmýþ. Kimi yaþlý kimi genç onca yüz mü, yorgun gözlerle bakmýþlardý fotoðraf makinesine, yoksa makine mi yüzlere bakmaktan yorgun düþmüþtü bilinmez, ama bakýþlarý silik her birinin. O sabah da diðer günlerin sabahýndaki gibi, bardaklara düþen kaþýk sesleri, kahvaltýnýn hazýr olduðunu müjdeliyor, tüm konaða. Cam kâselerde, kekik serpilmiþ siyah zeytinler, kare dilimi beyaz peynirler, keçi sütünden elde edildiði aklýðýndan belli, tereyaðý parçacýklarý… Gümüþ iþlemeli þekerlik de onlarýn ortasýna konulmuþ. Kurulmuþ da denebilir. Konaðýn hanýmý çaylarý doldurmak için yere çömeliyor. Baþýna geçirdiði oyalý yemeninin kenarlarý gözlerinin önüne düþüyor. Bir yandan örtüyü þakaðýnýn yanýna sýkýþtýrýyor, bir yandan da aþaðýya sesleniyor; "Çay hazýr ha, soðutmayasýn." Konaðýn beyi, aþaðýda kümes hayvanlarýyla oyalanýyor. Yem kabýný kenara býrakýp kendisi gibi yýllanmýþ ahþap merdivenleri gýcýrdatarak yukarý çýkýyor. Düþünceli. Fazlaca dalgýn. Sabah mahmurluðundan öte bir hal var, yüzünde. Deri ayakkabýlarýný çýkarýp içeri giriyor. Ayakkabýnýn topuðu ezilmiþ ama kýrýlmamýþ. Pazar malý olmadýðý buradan belli. Usul adýmlarla giriyor içeri. Duvara yaslý minderi alýp sininin baþýna býrakarak, çömeliyor sofraya. "Muhtarla konuþ bugün, Hiç bu zamana kaldýðý oldu muydu biçerin?" diyen hanýmýný, baþýný kaldýrmadan yanýtlýyor: "Muhtar ne yapsýn, gelen 38


Selçuk lular

duran kocasýnýn hasýr þapkasý çarpýyor gözüne. Sahi, onun þapkasý mý toprakta duran? 'Yok caným,' diyor. 'Olmaz böyle. Beyi, biçerlerin geldiði gün yatar mýymýþ bostana, öyle.' Suyu yýllar önce kesilmiþ bir pýnarýn, yalnýzlýðýna benzer bir duyguya kapýlýyor o an. Aðladýðýný duyumsuyor yitik gözyaþlarýyla. Güneþ gözlerine vurdukça, yerde yataný seçmesi güçleþiyor. O an seçebildiði bir hasýr þapkayla yaný baþýnda duran, dallarýnda asýlý domatesler oluyor. Her biri kan kýrmýzý. Saatlerce bakardý öylece, býraksalardý.

Selçuklular dönemi ile ilgili olarak Türkiye’de bugüne kadar or taya konulmuþ olan eserler, Sovyetler Birliði’nin “demir per de”sine mahpus kalmýþ olan çalýþmalar dan yeterli derecede nasibini alamamýþtý. Demir-per denin or tadan kalkmasýyla birlikte, o dönem hakkýnda yazýlmýþ eserler ve eriþilmesinde güçlük çekilen kaynaklar ar týk önümüzde açýlmýþtýr. Prof. Dr. Osman Turan, Prof. Dr. Ýbrahim Kafesoðlu, Prof. Dr. M. Altay Köymen baþta olmak üzere Selçuklu tarihinin tetkikine ömürlerini vakfetmiþ bulunan tarihçilerimizin yaný sýra, Rusça yazmýþ ve Oðuzlar’la Selçuklular konusunda dünyanýn önde gelen mütehassýslarýndan olan Aðacanof’un eserleri de Türkçe’ye kazandýrýlmaya baþlanmýþtýr. Bu eser, tarihe ve özellikle Selçuklular’a bakýþýmýza yeni açýlar kazandýrýyor ve þimdiye kadar yeterince dikkatimizi çekmeyen noktalar da görüþ ve kanaatlarýmýzý etkileyecek açýlýmlar getiriyor. Selçuklu iktâ sisteminin Or ta Asya kaynaklý olduðunu, Oðuz göçlerinin sistemini ve Orta ve Yakýn Doðu için hayatî önemini, Oðuz ayaklanmasý ile Horasan ve Or ta Asya siyasi tarihinin özellikle XII. yy’daki seyrini zengin kaynaklara dayanarak or taya koymaktadýr.

Nu ret tin Dur man Býçak aðzý Yaratýþtan ne kaldýysa üstümde Söz gibi uçmak kadar yapyalnýz Suya býrakýlan mahcup bir düðüm Kanasýn diyedir zamanýn aðzýnda Kendini ayrýþtýran zer reciklerin Hepsi bir aðýzdan çýkarýr nefesini Ruhunu yoðuran aþkýn hamuruyla Bakýþsýn diyedir dünyanýn aðzýnda Sar dým desem ne varsa uzaðýmda Sular yürüsün diye ýr maðýnda Sanki bir þey var sanki bir maðara Bütün kötülükleri toplamýþ aðzýnda Gene de baþtan beri söylenen Bir his ile doðuyor güneþ Dönsün dönsün diye etrafýnda Bir per vane ile bir alevin aðzýnda.

Selçuklular, Sergey Grigoreviç Agacanov, Ötüken Neþriyat, Tarih

39


Sýradan insanlara mesaj Malcolm X 10 Kasým 1963'te Detroit'te yaptýðý konuþma Mütercim: F. Zehra Kalkan

Bu gece, Amerika'nýn çok ciddi bir probleminin bulunduðu konusunda hepimiz ayný fikirdeyiz. Amerika'nýn problemi bizleriz. Amerika'nýn bu probleminin tek nedeni, bizi burada istememesidir. Ve sizler, sözde Negro1 olarak -siyah, kahverengi, kýrmýzý veya sarý olarak- istenmediðiniz için Amerika aþýsýndan ciddi bir sorun teþkil ediyorsunuz. Bizim yapmamýz gereken þey, farklýlýklarýmýzý unutmaktýr. Siz bir Baptist veya Metodist2 olduðunuz için suçlanmazsýnýz. Siz bir Demokrat veya Cumhuriyetçi olduðunuz için, ya da bir Mason olduðunuz için ve de bir Amerikalý olduðunuz için kesinlikle suçlanmazsýnýz. Fakat bir siyah olduðunuz için suçlanýrsýnýz.

nükleer silahlarý, jet uçaklarý, aðýr silahlarý yoktu. Fakat birliktelikleri vardý. Ban dung kon fe ran sý na ka tý lan lar, önem siz farklýlýklarýný topraða gömerek bir þey üzerinde anlaþabildiler: Orada Kenya'dan gelen ve Ýngiliz adam tarafýndan sömürgeleþtirilen bir Afrikalý; Kongo'dan gelen ve Belçikalýlar tarafýndan sömürgeleþtirilen bir Afrikalý; Gine'den gelen ve Fransýzlar tarafýndan sömürgeleþtirilen bir Afrikalý; Angola'dan gelen ve Portekizliler tarafýndan sömürgeleþtirilen bir Afrikalý vardý. Konferansa katýlanlar þunu fark etmiþti: Kenya'da insanlarýmýzý sömürgeleþtirenlerle, Kongo'da, Güney Afrika'da, Gü ney Ro dos ya'da, Bur ma'da, Hin dis tan'da, Afganistan'da ve Pakistan'daki insanlarýmýzý sömürgeleþtirenler ayný kiþiydi. Onlar, tüm dünyadaki koyu tenli insanlarýn beyazlar tarafýndan zulüm gördüðünü, dýþlandýðýný fark ettiler. Onlarýn ortak bir düþmaný vardý.

Hepimiz siyah insanlarýz, sözde Negro'yuz, ikinci sýnýf vatandaþýz, eski köleleriz. Siz buraya göçmen gemisiyle gelmediniz. Siz buraya bir köle gemisiyle geldiniz. Zincirler içinde geldiniz bir at gibi, bir inek, bir tavuk gibi. Sizler buraya, sözde hacýlar ya da Kurucu Babalar3 tarafýndan getirildiniz.

Biz de burada, Amerika'da, ortak bir düþmana sahip olduðumuzu fark etmiþ bulunuyoruz. O ayný; mavi gözlü, sarý saçlý, soluk benizli adam. Bu yüzden beyazlarýn yaptýðý gibi, kendi aramýzdaki anlaþmazlýklara son vermeliyiz. Farklýlýklarýmýzý açýða çýkarmak yerine, hepimizin ayný aileden olduðumuzu fark etmek zorundayýz. Beyaz adamý toplantýlarýmýzýn dýþýna çýkarmalý ve oturup birbirimizle konuþmalýyýz. Ýþte yapmamýz gereken budur.

Biz ortak bir düþmana sahibiz. Bizim ortak bir zulmedenimiz, sömürücümüz, ayrýmcýlýk yapanýmýz var. Ama biz bir kez, ortak bir düþmanýmýz olduðunun farkýna varýrsak, sonra ortak olduðumuz ilkelerde birleþebiliriz. Bandung'ta, sanýrým 1954'te, siyahlarý bir araya getiren ilk toplantý yapýldý. Bandung konferansý, problemlerimizi çözmek için kullanabileceðimiz ayný prosedür için bir model teþkil etmektedir. Bandung'ta, Afrika ve Asya'dan tüm koyu tenli milletler bir araya geldi. Dini inanýþlarýndaki ya da ekonomik ve politik farklýlýklarýna raðmen onlar bir araya gelmiþti. Hepsi de siyah, kahverengi, kýrmýzý ya da sarýydý. Bandung konferansýna katýlmasýna izin verilmeyen bir numaralý kiþi, beyaz adamdý. Ancak onu dýþarýda býraktýklarýnda, birlikte olabileceklerini anladýlar. Bu, sizin ve benim anlamamýz gereken þeydir. Ve bu bir araya gelen insanlarýn, beyaz adamýnki gibi

Sizlere siyah devrimi ve Negro devrimi arasýndaki farka iþaret etmek istiyorum. Ýlk olarak, devrimin ne demek olduðunu açýklamak istiyorum. Ben birçoðumuzun bu kelimeyi rasgele, onun gerçekten ne anlama geldiðini ve tarihi özellikleri ni dü þün me den kul lan dý ðý na ina ný yo rum. 1776'daki Amerikan Devrimi'ne bakýn. Ne içindi o devrim? Toprak içindi. Ne istiyorlardý? Baðýmsýzlýk. Nasýl uygulandý? Kan dökmeyle. Fransýz Devrimi de, toprak sahiplerine karþý topraðý olmayanlarýn mücadelesiydi. Ne içindi? Toprak. 40


Nasýl aldýlar? Kan dökmeyle. Hiçbir uzlaþma, hiçbir müzakere olmadan. Size söylüyorum. Devrimin ne olduðunu bilmiyorsunuz. Eðer ne olduðunu öðrenirseniz, sokaða geri dönecek ve yoldan çýkacaksýnýz. Peki ya Rus Devrimi? Yine toprak için yapýldý. Nasýl gerçekleþti? Yine kan dökmeyle. Kan dökmeden gerçekleþen bir devrim bulunmuyor. Ve siz kana bulanmaktan korkuyorsunuz. Siz bundan korkuyorsunuz. Beyaz adam sizi Kore'ye gönderdiðinde kana bulandýnýz. Sizi Almanya'ya gönderdi, kana bulandýnýz. Japonlarla savaþmak için sizi Güney Pasifik'e gönderdi, yine kana bulandýnýz. Siz beyaz adam için kana bulandýnýz. Fakat kendi mabetlerinizin bombalandýðýný ve küçük siyah kýzlarýn öldürüldüðünü gördüðünüzde hiç elinizi kana bulamazsýnýz. Siz sadece, beyaz adam söylediðinde elinizi kana bularsýnýz. Kore'de þiddete baþvurduðunuz kadar Mississippi'de nasýl baþvurmayacaksýnýz? Mabetleriniz bombalanýrken, küçük kýzlarýnýz öldürülürken ve ayný anda sizler Hitler'e, Tojo'ya ve hiç tanýmadýðýnýz baþka birine karþý þiddet uygularken, Mississippi'de ve Alabama'da þiddetten uzak kalmayý nasýl haklý çýkarabilirsiniz?

Malcolm X

tarihi metotlarý incelemektir. Afrika'da devam eden bir devrim var: siyah devrimi. Kenya'da Mau Maular devrimciydi; onlarýn devrimi topraða dayalýydý, toprak istiyorlardý. Cezayir'de, Afrika'nýn kuzeyinde, yine bir devrim gerçekleþti. Onlar da toprak istiyorlardý. Fransýzlar onlara, Fransa'ya entegre olmalarýna müsaade edeceklerini söyleyerek bir öneride bulundu. Onlar biraz toprak istediler, biraz Fransa deðil. Ve kanlý bir savaþa giriþtiler.

Eðer þiddet Amerika'da yanlýþsa, diðer ülkelerde de yanlýþtýr. Eðer siyah kadýnlarý, siyah çocuklarý, siyah bebekleri ve siyah adamlarý savunarak þiddet uygulamak yanlýþsa, o halde bizi zorla askere alan ve onu savunmamýz için bize yurt dýþýnda þiddet uygulatan Amerika için de yanlýþtýr. Ve eðer Amerika için bizi zorla askere almasý ve bize, onu savunmamýz için nasýl þiddet kullanacaðýmýz öðretmesi doðruysa; o halde sizin ve benim için, buradaki, bu ülkedeki kendi insanlarýmýzý savunmak için ne gerekiyorsa yapmamýz da doðrudur.

Kardeþlerim, sizlere bu devrimleri iþaret etmemin sebebi, barýþçýl bir devrimin olmadýðýný göstermek içindir. Þiddet kullanmayan tek devrim çeþidi, Negro devrimidir. Amacý, düþmanýný sevmek olan tek devrim Negro devrimidir. Bu, devrim deðildir. Devrim topraða dayalý olur. Toprak, tamamýyla baðýmsýz olmanýn temelidir. Toprak; özgürlüðün, adaletin ve eþitliðin temelidir.

Çin Devrimi'nde de insanlar toprak istiyorlardý. Onlar, Çinli Tom Amca4 da dâhil olmak üzere Ýngilizleri ülkeden attýlar. Onlar iyi bir örnek teþkil ediyorlar. Çin bugün, dünyadaki en sert ve beyaz adamýn en çok korktuðu ülkelerden biri oldu. Çünkü artýk orada Tom Amca bulunmamaktadýr.

Siyahlarýn devrimi Asya'da ve Afrika'da çok kapsamlýdýr. Siyahlarýn devrimi Latin Amerika'ya da uzanmaktadýr. Küba Devrimi gerçek bir devrimdir. Onlar sistemi devirmiþlerdir. Devrim Asya'dadýr, devrim Afrika'dadýr. Ve beyaz adam feryat etmektedir, çünkü o Latin Amerika'daki devrimi görmektedir. Gerçek bir devrimin ne oldu-

Bir probleminiz olduðunu gördüðünüzde tek yapmanýz gereken, tüm dünyada sizinle benzer problemlere sahip olanlar tarafýndan kullanýlan 41


iþimdeki tek Negro'yum.", "Ben okulumdaki tek Negro'yum." Sen bir ev Negro'sundan baþka bir þey deðilsin. Eðer biri sana þimdi gelir ve: "Hadi onlardan ayrýlalým." derse sen ev Negro'sunun dediðinin aynýsýný dýþarýda söylersin: "Amerika'dan, bu iyi beyaz adamdan mý? Buradakinden daha iyi iþi nereden bulacaðým?" Ýþte sen böyle söylersin. "Ben Afrika'da hiçbir þey býrakmadým." dersin. Çünkü sen Afrika'da aklýný býraktýn. Ayný plantasyonda sokak Negro'su da vardý. Sokak Negrolarý çoðunluktaydý. Sokak Negrolarý daima ev Negrolarýndan fazla olmuþtur. Sokaktaki Negro suçlanýp aþaðýlandý. Artýk yemekler yedi. Ev Negro'su et yerken, sokaktaki Negro'nun, onun kalanlarýndan baþka yiyecek bir þeyi yoktu. Etin baðýrsaðýný yiyordu. O günlerde onlar, baðýrsak yiyenler olarak tanýmlanýyordu. Sokak Negro'su sabahtan gece yarýsýna kadar dövülüyordu. O bir barakada, kulübede yaþýyordu; eski, kötü giysiler giyiyordu. Efendisinden nefret ediyordu. Evet, efendisinden nefret ediyordu. O akýllýydý. Evde yangýn çýktýðýnda sokak Negro'su, yangýný söndürmeye uðraþmýyordu; rüzgâr esmesi için dua ediyordu. Efendi hasta olduðu zaman sokak Negro'su, onun ölmesi için dua ediyordu. Birisi sokak Negro'suna gelip de: "Hadi onlardan ayrýlalým, hadi kaçalým." derse o, hayýr demezdi. O derdi ki: "Herhangi bir yer, buradan daha iyidir."

Malcolm X, konferansýnda “Negro”yu anlatýyor.

ðunu öðrendiðinizde, size nasýl karþýlýk vereceðini düþünüyorsunuz? Siz devrimin ne olduðunu bilmiyorsunuz. Eðer bilseydiniz, bu kelimeyi kullanmazdýnýz. Devrim kanlýdýr; devrim saldýrgandýr; devrim hiçbir uzlaþma tanýmaz; devrim kendi yolunda giden her þeyi devirir. Siz ise: "Onlar benden ne kadar nefret ederlerse etsinler, ben bu halký seveceðim." diyorsunuz. Bir devrimci; kendi milletini, kendi baðýmsýz milletini kurabilmek için toprak ister. Bunu anlamak için eskiye, kölelik dönemine bakmalýsýnýz. O dönemde iki tip köle vardý: ev Negro'su ve sokak Negro'su. Ev Negrolarý evde efendileriyle yaþardý; iyi giyimliydiler; efendi ne yiyorsa onu -onun kalanlarýný- yedikleri için de iyi besleniyorlardý. Tavan arasýnda ya da bodrum katýnda kalýr, fakat yine de efendinin yakýnýnda yaþar ve efendiyi, onun kendisini sevdiðinden daha çok severlerdi. Efendi: "Bizim burada iyi bir evimiz var." dediðinde, ev Negro'su da: "Evet, bizim burada iyi bir evimiz var." derdi. Eðer Efendinin evinde yangýn çýksa, ev Negro'su yangýný söndürmek için efendisinden daha çok çalýþýrdý. Eðer ev Negro'suna gelir ve: "Hadi kaçalým, hadi kurtulalým, hadi ayrýlalým." derseniz, o size bakýp: "Adamým sen delirmiþsin. Bundan daha iyi giyinebileceðim, daha iyi þeyler yiyebileceðim bir yer var mý?" diyecekti. Ýþte ev Negro'su böyleydi.

Bugün Amerika'da, sokak Negrolarý vardýr. Ben bir sokak Negro'suyum. Çoðunluk da sokak Negro'sudur. Eðer onlar bu adamýn evinin yandýðýný görürse onlar: "Bizim devletimizin baþý belada." demezler. "Devletin baþý belada." derler. Bir Negro hayal edin. "Bizim devletimiz!" Ben hatta "bizim astronotlarýmýz" diyen birini bile duydum. Onlar o Negro'nun, plantasyona yakýn olmasýna bile izin vermeyecekler. "Bizim astronotlarýmýz!", "Bizim donanmamýz!" Bunu diyen, aklýný kaçýrmýþ olan bir Negrodur. Bu Negro, aklýný kaçýrmýþtýr. Bugün 20. yy’ýn modern Tom Amcalarý olan Ev Negrolarý, Sokak Negrolarýný kontrol altýna almak için, ayný eski efendiler tarafýndan kullanýlmaktadýr. Sizi ve beni kontrol altýna almak; bizi pasif, barýþçý ve þiddetten uzak kýlmak için. Ýþte Tom, sizi þiddetten uzak tutuyor. Bu týpký, diþçiye gittiðinizde bir adamýn diþinizi çekmesi gibi-

Etrafýmýzda hâlâ bazý ev Negrolarý bulunuyor. Bu modern ev Negro'su, efendisini çok sever. Onun yakýnýnda yaþamak ister. Sýrf efendisine yakýn olmak için, evinin deðerinin üç kat fazlasýný ödemeye hazýrdýr. Ve o þöyle övünür: "Ben 42


dir. Adam diþinizi çekmeye baþladýðýnda siz, onunla kavga edeceksiniz. Adam da, onlarýn size hiçbir þey yapmayacaðýný düþünmeniz için çenenize Novocain isimli bazý maddeler fýþkýrtýr. Böylece siz orada oturup huzur içinde o sýkýntýyý çekersiniz. Ýþte sizden istifade etmek istediðinde beyaz adam da, sokakta ayný þeyi yapýyor. Sizin karþýlýk vermenizi engellemek üzere -týpký Novocain gibi- sizi ve beni eðitmeleri için eski ve dindar Tom amcalarý getirir. Huzur içinde acý çekmeniz için. Acý çekmeyi býrakmayýn, sadece huzur içinde çekin.

mamýþtý. Onlar sizi kontrol eder, ama onlar asla sizi harekete geçirmezdi. King, Birmingham'da baþarýsýz olur olmaz Negrolar sokaklara çýktýlar. King, California'ya büyük bir miting için gitti ve orada binlerce dolar topladý. Detroit'e gelerek bir yürüyüþ düzenledi ve binlerce dolar daha topladý. Ve hatýrlayýn, hemen akabinde Roy Wilkins, King'e, karþý saldýrýda bulundu. Roy, her yerde sorun baþlatan ve sonra da NAACP (Siyahlarýn Ýlerlemesi için Ulusal Birlik)'nin onlarý hapisten çýkarmak için çok para harcadýðý King'i ve CORE (Irk Eþitliði Kongresi)'u suçladý. Çünkü King ve CORE, tüm parayý toplamýþlar ve geri ödememiþlerdi. Böylece Roy, King'e; King de Roy'a saldýrýda bulunmaya baþladý. Ve bu ulusal itibar Negrolarý, birbirine saldýrmaya baþladýðýnda, onlar Negro kitlelerinin kontrollerini kaybetmeye baþladýlar.

Bizim kitabýmýz Kuran'da, huzur içinde acý çekmemizi öðütleyen hiçbir þey yoktur. Bizim dinimiz bize akýllý olmayý öðretir. Gerçekte bu eski bir öðretidir. Annelerimizin ve babalarýmýzýn dediði gibi: göze göz, diþe diþ, baþa baþ ve cana can. Bu iyi bir dindir. Sizi öðünü yapmaya niyetlenen bir kurt dýþýnda kimse, bu dinin öðretilerine öfkelenmez. Bu, Amerika'daki beyaz adamýn yöntemidir. O bir kurttur ve siz koyunsunuz.

Negrolar dýþarýda, sokaktaydýlar. Onlar, Washington'da; Senato'da, Beyaz Saray'da, Kongre'de yürüyüþ yapacaklarýndan bahsettiler. Onlar havaalanýna gidip piste uzanmayý ve uçaklarýn iniþini engellemeyi bile düþündüler. Bu, devrimdi. Bu, siyah devrimiydi.

Efendi Tom'u aldý; onu iyi giydirdi; iyi besledi; hatta ona küçük bir eðitim de verdi. Ona uzun bir palto ve bir silindir þapka verdi ve diðer bütün kölelerin ona hayranlýk duymasýný saðladý. Sonra Tom'u, onlarý kontrol etmek için kullandý. Bugün de, o günküyle ayný stratejiyi kullanýyor. O sözde Negro'yu ön plana çýkarýr, ona þekil verir, onu ilan eder, meþhur yapar. Ve sonra o, Negrolarýn sözcüsü ve bir Negro lideri olur.

Caddedekiler sýradan insanlardý. O, beyaz adama, Washington DC'deki beyaz güç yapýsýna ölüm korkusu yaþattý. Ben oradaydým. Onlar, bu siyah ezici gücün, baþkentin üzerine çökeceðini öðrendiklerinde Wilkinsi, Randolph'ü, sizin saygý gösterdiðiniz bu ulusal Negro liderlerini çaðýrdýlar. Kennedy dedi ki: "Bakýn, siz hepiniz bunun çok ileri gitmesine izin veriyorsunuz." Ve yaþlý Tom amca dedi ki: "Patron, ben onu durduramýyorum, çünkü ben baþlatmadým. Onun baþýnda olmak þöyle dursun, ben onun içinde bile deðilim." Ve o yaþlý kurnaz tilki, dedi ki: "Eðer hiçbiriniz o hareketin içinde deðilseniz, ben sizi onun içine koyacaðým, onun baþýna yerleþtireceðim. Size yardým edeceðim. Sizinle birleþeceðim."

Bir baþka þeyden daha, hýzlýca bahsetmek istiyorum. Bu, beyaz adamýn kullandýðý bir metottur. Beyaz adam "büyük silahlarý" veya Negro liderlerini, Negro devrimine karþý nasýl kullanýr? Onlar, Negro devriminin bir parçasý deðildir. Onlar, Negro devrimine karþý kullanýlýrlar. Martin Luther King; Arnavutluk, Gürcistan ýrk ayrýmýný kaldýrmakta baþarýsýz olduðu zaman, Amerika'daki vatandaþlýk haklarý mücadelesi en alt seviyeye indi. King, bir lider olarak neredeyse iflas etmiþti. Bu baþarýsýzlýktan sonra, Negro vatandaþlýk haklarýnýn sözde ulusal itibar liderleri, devrilmiþ putlar haline geldiler. Onlar itibarlarýný ve etkilerini kaybetmeye baþladýklarýnda, yerel Negro liderleri, kitleleri uyandýrmaya baþladýlar. Bu, ulusal itibar Negrolarý tarafýndan hiç yapýl-

Onlar New York City'de, Carlyle Otel'de bir toplantý düzenlediler. Carlyle Oteli, Kennedy ailesine aitti. Yardýmsever derneðinin baþýnda bulunan Stephen Currier isimli beyaz bir adam, tüm vatandaþlýk haklarý liderlerini Caryle Otel'de bir araya topladý. Ve onlara: "Birbirinizle savaþarak tüm vatandaþlýk haklarý hareketini yok edi43


ken, artýk soðumuþtur. Güçlüyken, artýk zayýflamýþtýr. Sizi uyandýrmaktayken, artýk size uyku vermektedir. Ýþte onlarýn Washington yürüyüþünde yaptýklarý böyleydi. Onlar o yürüyüþe katýldýlar. Onu ele geçirdiler. Ve böylece yürüyüþ artýk kavgacýlýðýný kaybetti. Uzlaþmazlýðýný býraktý. Çünkü bir yürüyüþ olma özelliðini bile býrakmýþtý. Bir pikniðe, bir sirke dönüþtü. Hayýr, bu bir ihanetti. Bir ele geçirmeydi. Onlar yürüyüþü çok sýký kontrol ettiler. O Negrolara, þehre ne zaman gireceklerini, nasýl geleceklerini, nerede duracaklarýný, hangi yazýlarý taþýyacaklarýný, hangi þarkýyý söyleyeceklerini, hangi konuþmayý yapacaklarýný ve hangisini yapamayacaklarýný onlar söylüyorlardý. O bir sirkti, Hollywood'un þu ana kadarki performanslarýný alt edebilecek cinstendi. Yýlýn performansýydý. Reuther ve diðer üçü, Negrolarý gerçekten seviyor gibi rol yaptýklarý için en iyi aktör dalýnda Akademi Ödülü almalýlar. Ve altý Negro lideri de, oyuncularý en iyi destekledikleri için ödül almalýlar.

Malcolm X

yorsunuz. Birleþik Vatandaþlýk Haklarý Liderliði Konseyi'ni kuralým ki, tüm vatandaþlýk haklarý kuruluþlarý ona baðlý olsun. Ve biz onu fon artýrma amaçlarý için kullanalým." Bu beyaz adamýn ne kadar hilekâr olduðunu size göstereyim. Onlar konseyi oluþturur oluþturmaz, Whitney Young'ý baþkan seçtiler. Ve sizce baþkan yardýmcýsý olarak kimi seçmiþlerdir? Stephen Currier'i. Beyaz, milyoner adamý. Bu beyaz adam, konsey kurulur kurulmaz onlara söz verdi ve Altý Büyüklere paylaþtýrýlmasý için 800.000 dolar verdi. Ve yürüyüþ bittikten sonra onlara 700.000 dolar daha vereceklerini söyledi. Bir buçuk milyon dolar, arkalarýndan gittiðiniz, onlar için hapse girdiðiniz, sizin için timsah gözyaþlarý döken liderler arasýnda paylaþtýrýlacaktý.

1. Çev.: "Negro" kelimesi; "zenci" anlamý taþýmakla beraber, hakaret ve küçümseme ifadesi içermektedir. 2. Çev.: Baptistler, vaftiz etme töreninin sadece onun anlamýný anlayabilecek kadar olgun olan kiþilere uygulanmasý gerektiðini düþünen bir Hýristiyan grubu mensuplarýdýr. Metodistler ise, John Wesley'in öðretilerini takip eden bir Hýristiyan grubuna mensup olanlardýr. 3. Çev.: Pilgrim Fathers (Hacý Babalar), 1620'de Amerika'ya yerleþmek üzere gelen gruptur. Founding Fathers (Kurucu Babalar) ise, Amerikan Anayasasý'ný ve Ýnsan Haklarý Beyannamesi'ni yazan ve Amerika'yý bir ülke haline getiren bir grup erkektir. 4. Çev.: "Tom Amca" metinde, Amerikalý olmayan ama Amerikalýlarýn kendi çýkarlarý için kullandýðý kiþilerin simgesel adý olarak geçmektedir.

Onlar sistemi organize eder etmez, beyaz adam, en üst düzey halkla iliþkiler uzmanlarýný onlar için bulundurdu, tüm ülkedeki haber medyasýný kendilerinin emrine verdi ve sonra da bu Altý Büyükleri, yürüyüþün liderleri olarak tasarlamaya baþladý. Siz caddelerde yürüyüþ konuþmasý yapýyordunuz. Fakat beyaz adam, Altý Büyükleri baþa getirdi. Yürüyüþ onlarýn eline geçti. Ve onlarýn ilk hareketi, bir beyaz adamý, Walter Reuther'i davet etmek oldu. Ýþçi sýnýfý, Katolikler, Yahudiler, liberal Protestanlar; Kennedy'yi iktidara getiren hizibin aynýsý, Washington'daki yürüyüþte bir araya geldi. Bu týpký, çok siyah, koyu bir kahveye benzer. Çok siyah demek, çok güçlü demektir. Ne yaparsýnýz? Ona biraz krema katarak onu güçsüzleþtirirsiniz. Eðer çok fazla krema koyarsanýz, kahvenizin kahve olduðunu bile anlamazsýnýz. O sýcak-

44


ilan sayfas覺


Büyük Amerikan þiiri Geor ge W. Bush, Jr. Mütercim: Sakine Ulusoy

Tanpýnar'ýn, Ahmet Mithat için söylediði çok güldüðüm bir sözü vardýr: "Gerçek icattan mahrum olan herkes gibi kolayca uydurabiliyordu." der.Tanpýnar'ýn yargýsýný aþýrý ya da haksýz bulanlar elbette olacaktýr; ancak bir doðruluk payý da taþýdýðý su götürmez. Bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Türk halkýný temsil etmekte Ahmet Mithat, kesinlikle Tanpýnar'dan birkaç gömlek daha üstündür. Bu bakýmdan ben kendimi de Türk halkýndan saymakta hiçbir sakýnca görmüyorum; dolayýsýyla ABD konusunda da, Türk halkýnýn düþüncelerini, ortalama Türk insanýnýn gönlünden geçen her þeyi olduðu gibi paylaþýyorum.

ABD'nin büyüklüðü þiir yazmamýza elvermiyor; dolayýsýyla biraz aceleye getirilmiþ romanlarla idare ediyoruz. Benim açýmdan tek rahatsýzlýk þu: Savaþý tek baþýma çýkaramýyorum. Hani ilkel fatihler gibi ordumu at üstünde kendi baþýma yönetme olanaðým olsa daha keyifli olurdu. Okur açýsýndan da. Ama, her kararýmda New York'lu bir dýþ iþleri bakanýnýn, sonradan göre bir genelkurmay baþkanýnýn ya da mutaassýp lobilerin de parmaðý oluyor. Örneðin Wolfowitz, Irak savaþýnýn kendi fikri olduðunu iddia edecek ölçüde yüzsüzlük etmiþti; oysa fikir baþýndan beri bana aittir- evet, orijinal deðildi; ama zaten okurun beklediði orijinalite deðil, sadece kendi tahayyülünün, dolayýsýyla egosunun okþanmasýydý.

Önce þunu açýklýða kavuþturalým: Tanpýnar'ýn dediði "gerçek icat"a sahip bir adam olsaydým ABD'de pek tanýnmamýþ bir sanatçý olarak ýsýtmasýz, susuz bir karavanda yaþam mücadelesi veriyor ya da bir taþra üniversitesinin kayalýk kampüsünde þiir derslerine giriyor olurdum. Ancak babama raðmen þu anda ABD baþkanýyým. Pek sevdiðim bir meslek olduðu söylenemez; yine de bazý avantajlarý var. Mesleðini sevmeyen her insan gibi ben de hatalarýmla gülünç duruma düþebiliyorum.

Bir ankete göre Türk halký ABD'nin iþlerinden pek hoþlanmýyormuþ. Savaþa girmek konusunda Türk halkýnýn neden gönülsüz olduðunu, Irak'taki hýrgürden neden sýzlandýðýný az çok anlayabiliyorum. Birincisi, Türkler, fetih rüyalarýyla baþý dönmüþ insanlar olmalarýna karþýn üþengeç, alýnmazlarsa, biraz da tembeldirler. Kelle koltukta yaþamaktan çekinmezler; ama hazýrlýklarý tamamlayýp Irak'a bir sefer düzenlemeleri için gerçekten "ciddi" bir nedene ihtiyaç duyarlar. Ben aslýnda en baþýndan beri Türkiye'nin savaþa girmeyeceðini biliyordum; aklý havada bazý senatör ve bakanlarýn burnu yere sürtsün diye bunu denemelerine izin verdim. Ýsim vermek istemiyorum; ama insanýn boksör beyinli bir genelkurmay baþkaný olunca, böyle vakit kayýplarýný göze almak zorunda olduðu su götürmez.

Politikada kolay uydurmanýn bir meziyet olduðunu eklememe gerek yok sanýrým. Geçen zamanda aldýðým birçok kararda da Ahmet Mithat'ýn ölümsüz tekniðini kullandýðým doðrudur; Tanpýnar'ýn eleþtirisine kulak assaydým, Irak konusunda hâlâ sürüncemede olurduk. Uydurmak, aslýnda herkesin aklýndan geçen þeyi çok yeni ya da olaðanüstüymüþ gibi söyleyivermektir. Karþýnýzdaki de ayný düþüncede olduðu için sözlerinizin orijinal olup olmadýðýný tartýþmaz; aksi takdirde kendi dehasý da sarsýntýya uðrayacaktýr.

Amerika'da, kýsýtlý olanaklar içinde, dar görüþlü insanlardan oluþan bir kadroyla çalýþýyorum; istihbarat konusunda yaþadýðýmýz zaaflardan söz etmeyeceðim. Türkiye kamuoyunu izlemek için ben de yeni yöntemler geliþtirmeye karar verdim. Bir dizi önlem hazýrladýk; bir tanesi de Türk basýnýnýn A'dan Z'ye, ayrýntýsýyla izlenmesi yönündeydi; tüm basýnýn, en marjinal yayýnlara varýncaya kadar titizlikle incelenip raporlanmasýný istedim. Tahmin edebileceðiniz gibi kafasýz köþe ya-

Kendimi, politikacý olarak deðil de, Ahmet Mithat ayarýnda bir yazar olarak görmeyi tercih ederim: Irak savaþý, ABD iç politikasý, terörle mücadele, Ýran'la ilgili izlediðimiz politika aslýnda hepsi bir edebiyat yapýtý olarak okunabilir. 46


zarlarýnýn ABD yanlýsý yazýlarýndan oluþan bir çeviri derlemesini masama býraktýlar; köpürdüm, küplere bindim, bana bütün Türk yazýlý basýnýný birebir ingilizceye çevirip getirmelerini söyledim. Önce danýþmanlarým itiraz etmeyi denedi; epeyce masraflý bir iþti- üstelik yýðýnlarca sayfayý okuyup deðerlendirme iþi beni de yoracaktý. Hak verdim; bunun yerine bir örneklem oluþturmaya karar verdik. Gazeteleri umursamadýðýmý açýkça belirttim; çünkü Türkiye'de gazeteler, bir iki tanesini saymazsak, ben istemesem bile, ben ne istersem onu yazmaya çaba gösteriyordu. PC dergilerini ya da Elle, Esquire gibi zaten bizde çýkan dergilerin çevirilerini de istetecek deðildim; keza Türkçe'ye çevrilmiþ National Geographic'i yeniden ingilizceye çevirip masama býrakan adamý ilk atamada New Orleans'a sürdürdüm. Geriye sadece kültür-edebiyat-mizah dergileri kalmýþtý; epeyce bir yekun tutuyordu. George W. Bush, Jr.

Mizah dergilerinin vazgeçemediði konulardan biri olduðum için okumaya uzun süre dayanamadým; benim asýl dikkatimi çeken Türkiye'de çýkan edebiyat dergileri oldu. Edebiyattan anladýðýmý söyleyecek deðilim; bir bakýma edebiyattan anlamamak benim ABD'de yükseliþimin anahtar noktalarýndan birini oluþturuyor- ancak Türkiye'de çýkan edebiyat dergilerini gördükten sonra, edebiyattan anlamanýn da pek gereði yoktu: Çünkü Türkiye'de çýkan edebiyat dergilerini yönetmek, gördüðüm kadarýyla, bir süpergücü yönetmeye benziyordu.

ciddi bir baðýmlýlýk yarattý. Birçok edebiyat dergisini ben, ABD'de pek yaygýn olan terapi gruplarýna benzettim. (Üniversite yýllarýndan beri terapi gruplarýna sýk sýk katýldým; hatta bir tanesinde, yanýlmýyorsam þiddet eðilimli insanlarýn katýldýðý bir gruptu, bir Türk'le tanýþmýþ, adamýn tek amacýnýn gruptan bir kýz düþürmek olduðunu öðrenince çok þaþýrmýþtým.) Bana açýkçasý Türkiye'de edebiyat can sýkýntýsýný gidermenin bir yoluymuþ gibi geldi. Kýsa bir süre sonra, ne demek istediklerini daha doðru anlayabilmek için, kendimi zorlayarak þiirleri de okumaya baþladým. Kimi dergilerde hangi metinlerin þiir olduðu açýkça belirtilmiþ; ancak belirtilmeyenler için kendi kendime bazý ölçüler geliþtirmek zorunda kaldým, örneðin:

Türkiye'de en çok okunan edebiyat dergileri finans kurumlarý tarafýndan çýkarýlýyor -ya da sadece biri mi öyleydi tam anýmsamýyorum. Dergilerin kendisini görmedim; benim önüme sadece dosyalar halinde fotokopiler geldi. Þiirleri atladým; ama þiir üstüne yazýlarý þöyle bir gözden geçirdim. Dergilerin önem sýrasýný tirajlarýna göre belirlemek olanaðý olduðunu sanýyordum; ancak rakamlar birbirine pek yakýn ve düþük olduðu için bu düþüncemden vazgeçtim. Ayrýca, yüksek satýþ rakamý gösterenlerin pek çoðunun aslýnda çeþitli bakanlýk ya da kurumlarca büyük miktarlarda satýn alýndýðýný öðrenince dergiler arasýnda hiçbir önem sýrasý kuramayacaðýmý anladým.

. Þiirler, alt alta kýsa satýrlardan oluþuyor. . Çoðu þiirde, üç ya da dört satýrdan sonra bir boþluk býrakýlýyor. Kalýn þiirler, diyebileceklerim de var; bunlar da satýrlar çok daha uzun. Hatta bazýlarýnda bir alt satýra sarktýðý bile oluyor. Þiirlerde bütünüyle anlamsýz cümleler kurulduðu sýk oluyor; ya da belki çevirmen pek özenmiyordur. Çoðu þiir en fazla bir sayfa sürüyor; ya da bir sayfanýn küçük bir köþesini iþgal ediyor. Ama bir-

. . .

Edebiyattan anlamadýðýmý belirtmiþtim; ama iþin doðrusu, okuduðum dergiler bende zamanla 47


kararýna vardým. Ben bile birkaçýna þiir gönderebilirim. Yazmasý kolay bir þeye benziyor; Texas'ta, kolej yýllarýmda iki arkadaþým bir marijuana partisinden sonra sayýkladýklarýmý kaydetmiþti. Belki bunlarý yazýya geçirip bu dergilerden birine yollayabilirim. Sonucu merak ediyorum. Dergiler Türkiye'de, yanlýþ anlamadýysam, muhafazakar ve modern olanlar diye ikiye ayrýlabilir. Bazýlarý da, hep olduðu gibi, arada bir yerde kalabilmeyi baþarý sayýyor. Bu tür kimi dergiler arasýnda ciddi bir çekiþmenin olduðunu bilmiyordum; birkaç danýþmaným, dergileri birbirleriyle tezat görüþleri içinde ayýrabileceðimizi söyledi. Ýslami, laik, serbest, gelenekçi gibi bir düzine kategori çýkardýlar. Açýkçasý hiç ikna olmadým; çünkü dergilerin içerik bakýmýndan birbirinden hiçbir ayrýmý yoktu. Sadece yazarlarý ayrý dergilere kümelenmiþ gibi görünüyordu; buysa beni pek az ilgilendiriyor.

Ahmet Hamdi Tanpýnar

kaç dergide ýsrarla çok uzun þiirlere rastladýðým oldu; bir kýsmý kafiyesiz rap þarkýlarýný andýrdý; "ben..." diye baþlayan cümleler alt alta yýðýlmýþ, tekrarlar çok fazla.

Dergileri okudukça þiirleri daha doðru anlamaya baþladým; birçoðu açýkçasý benim kiþiliðimle birebir örtüþen mesajlar taþýyordu. Bunlarýn ne olduðunu ayrýntýsýyla vermeye kalkarsam kimsenin okumayacaðý bir þiir de ben yazmýþ olurum, diye çekiniyorum. Özünde hepsi 'ben' diye baþlayan liberal þiirlerdi; bu 'ben' neredeyse ABD kadar geniþ bir bendi, yani eline güç verilse, Dünya'da, 'ben' olmayan her þeyi söndürmeye kalkacak, vahþi, kudurgan, dizginsiz bir ben... Okuruna hiçbir þey vermiyordu; yargýlamaktan, kendi gücünün büyüklüðünü vurgulamaktan baþka bir þey düþünmüyordu. Ama þunu düþündüm; ben bu þairlerin hepsinin saklýca ya da istemeyerek aþýk olduðu gücün ta kendisiyim. Baþka da bir özelliðim yok.

Türkiye'de þiir yazanlarýn yoksulluk ve sefalet düþkünü þaþkýn insanlar olduðunu sanýyorum. Türkiye'nin bir üçüncü dünya ülkesi olduðunu söylemek istemiyorum; ama açlýkla ya da geçim tasasýyla gerçekten övünen adamlara rastladým. Yazýlan öykülerde de üç aþaðý beþ yukarý ayný hava hakim gördündü. Örneðin Büyük Türk Þiiri'nden söz eden birkaç dergide okuduklarýma tam bir yýlgýnlýk, miskinlik sindiðini sezdim; þiir Türkiye'de sanýrým sýzlanmadan öteye pek gitmiyor. En azýndan benim okuduklarým uzun þikayet listelerine benziyordu. Arasýra ABD'den de sýzlandýklarý, nefretlerini döktükleri satýrlara rastlýyordum; çoðunda tam olarak ne denmek istediðini anlayamadým, Türk halkýnýn da anlayacaðýný sanmýyorum- ya da belki ben her þeyin doðrudan söylenmesine alýþýk olduðum için sözü dolandýran bu þiirlerde kendime göre bir þey çýkaramadým. Aday olsam Türk halký beni baþkan seçerdi diye düþünüyorum. Bu þiirlerde gizli bir þeyler olduðunu düþünmedim. Bir þey þifrelemiþ olabilirler mi? Kendi kendilerine ne anlatmak istiyorlar? Hiçbir fikrim yok; sonuçta þiirin Türkiye'de böylesi varlýðýnýn ABD için hiçbir sakýncasý olmadýðý

Edebiyat serüvenim böyle baþladý; bu dergileri karýþtýrýrken rastladýðým isimleri okumaya baþladým. Türkçe öðrendim; birkaç antoloji karýþtýrdým. Dünya görüþüm baþtan aþaðý deðiþti diyebilirim; ama yaptýklarýmda deðiþen hiçbir þey olmadý. Ben kýsacasý mantýk olarak, eline nükleer güç verilmiþ, tam bir Türk þairinden farksýzým. Herkesin bir büyük þiiri olsa gerek; kendiminkini tamamlamak için de Ýran'ý, Kore'yi, ya da olur ya günün birinde Türkiye'yi kullanmaya kalkabilirim. Hoþ olmaz mý?

48


ilan sayfas覺

49


Meh met Þah Erin cik Git dediysem gitsin diye deðil Baþlýyoruz, tütsüler tatlýlar kekremsi sular akýyor oralar dan Oralar dan cennetin el deðmemiþ kýzlarý akýyor, biz günah bahçesindeyiz. Üzgünüz kitabýmýzýn sol yana yaslanmasýndan, dilimizi aralýyoruz karanlýk Ellerimizi göðe mi kaldýrsak gevþemiþ bir yaðmur düþer avuçlarýmýza Orada oturuyor dum, bir otur mak güzellikten baþka neydi ki Kocaman boþluktan fýrlayýp gözlerimi yalýyor du deniz. Gözlerimi ellerimle kapasam masmavi kalýr dým, neuzubillah Uzaktan sevilen bir þehir olur dum yana yaslansam, Yaþlý banklara otursam, dedemin hatýrasý taþýnýr durur du, otur madým Sonra gelip yanýma, karþýkonulmaz bir nefretle düþmanýz bak Diyerek, dileyerek sarýldý bana, aþk su kadar yakýndý. Öfkemi topladým Gezgin bir þarkýnýn nakaratýna gizledim hiç ummadýklarýný Rüzgarý ben mi sallandýr dým otur madým karþýkonulmaz bir nefretle Sarýlarak, uçurumun en sivri kenarýnda dur dum, otur madým Git dedim, kavgamýzdan kalanlarý da al, nedense gitti. Ama nedense gitti. Ben git dediysem gitsin diye deðil, öylesine maviler saçsýn diye Ve yüzlerimle karþýlaþsýn diye, gök hep gök kalsýn diye dur madan Öpsün þakaklarýmdan ve ben büyük olayým oturup çocuklarýmla Bahçeler er guvanlar canýmlar cicimler büyük sevinmeler Dönüyorsam biliyorum Geridönüþsüz bir yoldur gitmek Nedense gitti Ama nedense gitti

50


Ya sin Onat Kaybedilmiþ bir künye Künyesi: irticalen kayýp. En son bitmesiyle baþlar boðaza düðümlenen her cümle Ýlmektir kimine göre baðlanan, kimine göre ise yine kendisi Rüyalar görür bu yüzden gündüz ile gece arasýnda Ve sýrasý gelince öne çýkar tam tekmil boynunda bronz bir künyeyle.. Örüyor geceyi aðaçlarýn yapraklarýný saran kar taneleri Postallar beyazlar içinde.. Fotoðraflar sarar mýþ ve anýlar anýlar bir yara gibi dökülmekte gövdemden… Zaman, örselenerek doðuyor güneþin ar dýndan Þafak her yüzde baþka baþka izler býrakýrken günbatýmýnda hep ayný ifade: Demlenmiþ bir hüzün! Þef faf bir aynaya basýyor isimlerin aðýrlýðý Kýrýlmaktansa esniyor yere doðru. Suya yazýlmadý isimlerimiz; uçup gidecek deðil Sayfalarý sarar mýþ eski bir kitabýn satýraralarýnda koybolacak da deðil.. Ne var ne yoksa isimler üzerinde tar tamaz onu ne baþka bir isim ne de aðýrlýk ölçüm birimleri. Gökyüzünde renkler akýyor kendini damýtýr gibi Leylak desem deðil, karanfil desem deðil, gül desem hiç deðil Payýna düþeni alýyor dünya ve herkes fazlasýyla El deðmeden nasýl durulanýr ki yaþamak Efsunlu þarkýlarý hesaba katmazsak..

51


Meh met Ay cý Eþli Batak bir masa bir masa daha beyaz mý cinayet mi bir kaðýt bir kaðýt daha lan doðru dürüst daðýt bir kalem bir kalem daha dün özel kalemde bir çay bir çay daha evladým kerbela'ya… sekiz pas cümlemiz pas koz sinek kanadýný bir kanat bir kanat daha kýzlar uçuþa geçti bir sað bir sað daha vay yahudi dölü bir sol bir sol daha burasý tek yön lan bir kadýn bir kadýn daha harem mi kur can bir olta bir olta daha düþür düm oltaya bir göz bir göz daha aman nazar deðmesin

bir balýk bir balýk daha kýzýlýr mak bulandý bir þeytan bir þeytan daha þeytanýnýz bol olsun bir çay bir çay daha bar dakta olsun lütfen bir bomba bir bomba daha sibel can mý oðlum bu bir tavþan bir tavþan daha rüyanda görürsün yedi pas sekiz iyi aç or tak koz sinek bir papaz bir papaz daha herif keþiþ aðacý bir köfte bir köfte daha kur t musun mübarek bir çay bir çay daha benimki kaþýksýz bir kaþýk bir kaþýk daha oy dilim oy dilim

bir keklik bir keklik daha kekliði düz ovada bir koz bir koz daha nerende kýracaksýn bir sinek bir sinek daha düþtük mü bataklýða bir kupa bir kupa daha benim ki türk iþi bir maça bir maça daha kara dinli kafir bir piliç bir piliç daha bilirsin tadýný dokuz pas maaile koz karo bende yok bir çimdik bir çimdik daha kabus yarýda kaldý bir çay bir çay daha su koydum çaydanlýða

bir beyaz bir beyaz daha kurbaným kanatlandý bir yeþil bir yeþil daha derin devletsin oðlum bir sarý bir sarý daha sendikalar hep böyle bir çay bir çay daha evladým sýcak getir bir sýcak bir sýcak daha gavuru bilir misin mecburen yedi yemez sekiz pas koz kupa bir kupa bir kupa daha kavaklýdere mi ne

52


bir bilet bir bilet daha çýkarsa anasýný bir köprü bir köprü daha üçüncüsü zararlý bir polis bir polis daha komiserim hür metler bir piyon bir piyon daha mat olacaksýn oðlum yedi pas okumaz çocuk sekiz pas koz kupa bir kupa bir kupa daha alsan aldý kupayý bir ayna bir ayna daha karakolda ayna var bir damga bir damga daha abi tam kalçasýnda bir sibel bir sibel daha damat yabancý deðil bir zur na bir zur na daha zur nada peþrev olmaz bir çay bir çay daha imamýn abdest suyu bir türkü bir türkü daha bir dalda iki elma bir kadýn bir kadýn daha kadýnlar hamamý bir çay bir çay daha fincanda üç þekerli yedi pas sekiz pas dokuz oyna koçum koz maça bir kaçak bir kaçak daha mahpushaneler kevgir bir seçim bir seçim daha seçilsin koçlarým bir darbe bir darbe daha düz ada yassý ada bir ekmek bir ekmek daha aslanýn aðzýnda bir at bir at daha kiþne babam kiþne bir gol bir gol daha fenerbahçe þampiyon sekiz pas iyilik saðlýk benden de pas koz karo bir çay bir çay daha bir de dayýma söyle bir deli bir deli daha düþtük týmar haneye bir kýz bir kýz daha uy anam makasýný bir makas bir makas daha eder iki makas bir çocuk bir çocuk daha ikisi de uykuda bir sancý bir sancý daha bir sancý bir sancý yedi sekiz on onüç paranýn amýna bir hesap bir hesap daha oðlum hesabý getir

Azize’nin son günü

Türk Þiiri 2005 67 þairden 76 þiir

hikâye

Hazýrlayan

Cihan Aktaþ

Hakan Arslanbenzer

Kapý Yayýnlarý

Büyükharf Yayýncýlýk 53


ilan sayfas覺

54


Cebi iþli hýrka Fatma Pekþen olarak geliþinin ardýndan birer birer eksilir olmuþtu o sülün saçlar, o ince beller, o gamzeli gülüþler. Sebzesi, meyvesi, davarý, zeytini derken nefes almadan iþ yapýyorlardý üç elti. Hele zeytin hele zeytin... Tek tek dalýndan topla, sapýný çöpünü ayýkla, otur býkýp usanmadan çizik at, selelere, fýçýlara yerleþtir, günlerce sularýný deðiþtir; nefes almadan uðraþ dur. Ne biter ne tükenir. Didin dur, didin dur. Eltiler çalýþýrdý ya, kocalarý da boþ durmaz, her biri bir iþin ucundan tutarlardý. Mallar iklim þartlardan dolayý bir çoðalýr bir azalýr ama onca boðaza da yeterdi. Ana, baba, iki aðabey sýra ile gitmiþlerdi bu dünyadan. Altýyý bulan yeðenlere, -kendisininki yetmiyormuþ gibi- iki de kardeþ karýsýna, evin küçük oðlu olarak göz kulak olmak aðýr gelir olmuþtu yaþý ilerlemeye baþlarken. Yeðenlerin kýz olanlarý gelin olmuþtu olmasýna, iþler daha bir düzene girmiþti ya, bu sefer de oðlanlarýn her biri bir iþ tutmuþtu. Baðýn bahçenin, hele hele zeytinin yüzüne bakan yoktu. Onlara kalsa zeytinlikleri verirlerdi bir müteahhide, sýra ile yazlýklar dizilirdi üstüne. Aldýklarý para ile de yan gelip yatarlardý. Ne çalýþma ne bir þey. Yani uzun lafýn kýsasý, olanca iþ, bu fikre razý olmayan amcanýn, Ýzzet aðanýn omuzlarýndaydý. Ýki yenge, bir kendi karýsý, onca mal mülk, zeytinliklerin yükü aðýr olmasýna aðýrdý da, bir de kendisine arka çýkacak, yükünü hafifletecek bir oðlu olsaydý, hiçbir þeyi umuruna almazdý. Ýndirir, bindirir, terler, ama sýkýntýyý omuzlar kaldýrýrdý. Dünyayý yerinden oynatýrdý hatta. Üç sene, beþ sene, on sene derken yirminci sene aklýný çelen meze arkadaþý bir balýkçýnýn tavsiyesine uyup, cebinde yüzükle gezer, aklýna yatan bir baþka kadýn ile evlenmenin yolunu arar olmuþtu. "Arayan bulur, inleyen ölür" diye boþuna söylememiþ eskiler, bulmuþtu iþte ikinciyi de. Koskoca ellisine dayanmýþ, üstüne üstlük bir de karýsý olan adama terütaze bir kýzý da verecek deðillerdi ya. Azýcýk geçkince, eli yüzü düzgün, zeytinde çalýþan bir ailenin kýzýný alýp, çocuk sesi

Tam tamýna üç gün olmuþtu iþte. Üç koca gün. Üç kere yirmi dört saat. Yani parmak hesabýyla yetmiþ iki saat... Vardý bunda bir iþ. Yoksa o tavuk kýlýklý uyuþuk bu kadar sessiz kalamazdý. Neydi ki caným bu sünepelerden çektiði? Önce büyüðünün, sonra küçüðünün kahýrlarýna katlan... Olacak þey miydi hiç? Koskoca Ýzzet Aðaya yapýlýr mýydý bu? Güre'den, Naneli Pýnar'a, Hasanboðuldu'dan, Bergama'nýn ücra köþelerine kadar namýn iþitilsin, sonra da böyle bir baþýna... Otur da otur; o tavuk kýlýklýdan gelecek haberi bekle. Bir sokaðýndan bal, bir sokaðýndan yað akan Edremit'te adýn sanýn bilinsin, Hamdibey caddesinin en þatafatlý apartmanýnda dört dairen, Akçay'la Altýnoluk arasýnda altý tane zeytinliðin, bankada yatan þunca liran olsun, sabuncular, yaðcýlar elini öpsün, sonra da böyle bir baþýna... Neymiþ efendim, yaz kýþ buranýn kahrý çekilir miymiþ? Eller çoktan þehir karýsý olmuþken, kendileri gündelikçiler gibi zeytin mi toplayacaklarmýþ. Onca varlýðýn arasýnda, malýn davarýn pisliðiyle heba olunur muymuþ. Muþmuþ da muþmuþ. Çok yüz vermiþti bunlara çok. Ah ah! Þimdi gençliði olacaktý ki, yeri göðü birbirine katsýn, narasýyla kurdu kuþu sindirsin. Gençlik. Yýllar, yýllar ötesinde kalan sihirli hal. Bir kerecik olsun geri gelme imkaný olmayan durum. Rüya benzeri bir þey. Gençlik demiþti de, aklýna neler gelmiþti durduk yere... Asker arkadaþý Bigalý Halit'in düðününde ne zeybek oynamýþlardý ya efelerle... Anasýnýn Bursa ipeðiyle örüp baþlýðýna doladýðý karanfilli oyalarla düðünün en göz alan delikanlýsý olmuþ, diz vurup göðüs gererek, efeler içinde en usta oyuncu namýný kazanmýþ, günlerce konuþulmuþtu civarda. Ýþte o düðünde tanýmýþtý Neriman'ý. Ýri oyalarýnýn altýndan fýþkýran sülün gibi saçlarý, bir içeri bir dýþarý ceylan gibi sekmesi ile düðünün diðer kýzlarýndan daha bir ayrý görünmüþtü gözüne. Ýþte Allah da yazmýþ, birkaç ay sonra karýsý olmuþtu Biga'nýn güzel kýzý. Zengin, malý kadar iþi de çok olan eve gelin 55


duyuracak bir vasýta olarak, karý diye getirmiþti eve. Derler ki "ayný karýndan doðma bacý kardeþ anlaþamaz. El elle nasýl anlaþsýn?" Gençliðini Ýzzet aðaya harcamýþ, Biga'daki dillere destan güzelliðini Edremit'teki zeytinliklerde, mal davar peþinde heba etmiþ birisi olarak Neriman'ýn da önceleri dünyasý kararmýþ, yeni evlilerle günlerce tek kelime konuþmayýp küsmüþ, sonralarý da baðrýna taþý basýp, iþi oluruna býrakmýþtý. En zoruna giden de, vakti zamanýnda kendisini türlü dillerle alýp buraya getiren Ýzzet aðanýn, gönlünü alacak hiçbir harekette bulunmamasý, kendisini yok saymasý olmuþtu. Daðda bayýrda ýsýrgan otu, turp otu, suteresi, mercanköþk filan ararken, malýn davarýn sütünü saðarken, zeytinleri dallarýndan birer birer devþirirken kendi dünyasýyla konuþur olmuþ, tevekkülden gayri çýkar yol bulamamýþtý. Üç ay beþ ay geçmiþ, seneler senelere ulanmýþtý ya, eve, Ýzzet aðanýn istediði ses eklenmemiþti iþte. Kaldý ki, bir de dýrýltýlar, zýrýltýlar çýkmaya baþlamýþtý. Bazen biri bazen diðeri, bazen de ikisi birden söylenir olmuþtu. Konuþur da konuþurlar. Eller þehirli kadýnlar gibi rahatken, kendileri niye bekliyorlardý zeytinin, ineðin baþýný? Edremit'in orta yerindeki apartman katlarý niye baþkalarýna kiraya veriliyordu? Altta kalacak deðildi ya koskoca adam. Caný tez birisi olarak baðýrýr çaðýrýr, kötü söz söyleyerek, üçüncüyü alma tehdidi savurarak sindirirdi iki karýyý da. Yetmez o hýrsla ceza verir, ikisine de eli sýký davranýrdý. Hoþ eskiden de cömert sayýlmazdý ya, þimdiki daha bir türlüydü.

kendisine sayýp söverler, sonra da tavuk gibi kanatlarýný düþürüp bir kenara çekilirlerdi. Tam tamýna üç gün olmuþtu iþte. Doktora gitme bu kadar sürer miydi hiç? Yayan gitse dahi bundan erken gelirdi. Üstelik haspa evden çýkarken bir süslenmiþ bir süslenmiþti ki sorma gitsin. Bayram önü "ille de cebi iþli hýrka istiyorum" deyip aldýrdýðý sütlükahve renkli dýþarlýðýný giyinip, "ele güne rezil olmayayým" diye sesli sesli söylenip öyle adým atmýþtý dýþarýya. Eþikten geri dönüp, evi þöyle bir süzmüþ, "Neriman abla geliþin hakkýný helal etsin" deyip yürümüþtü yola doðru. Alýk karý. Bir daha geri gelmeyecekmiþ gibi konuþmuþtu boyuna bakmadan... Bir daha geri gelmeyecek gibi. Ne! Bir da-ha gel-me-ye-cek gi-bi mi? Gelmemek! Gelmemek ha! Sakýn ola?... Baba evine geri gitmiþ olmasýn bu aklý kýt? "Kayalýk yerde biten zeytin aðacý bile sizden verimli! Ýþe yaramazlar! Üçüncüyü getireyim de görün" diye baðýrýþýný, çitlerin ardýndan komþularýn duymasýna aldýrmadan ikisini birden azarlayýþýný hatýrladý birden. Aðýr mý konuþmuþtu ne? Yerinden heyecanla doðruldu adam. Bunu daha önce niye düþünmemiþti ki? Telefonun altýndaki küçük bloknotu çýkardý, etrafý halka halka kýrýþýklara bürünmüþ gözlerini kýsarak parmaðýyla tek tek isimleri aradý ve bulduðu numarayý tuþladý. Karþýdakiyle çehresi renkten renge girerek konuþtu ve gürültüyle kapattý ahizeyi. Donmuþ gibiydi. "Benim hiçbir þeyim yok ki? Safiye'yi bir aydýr görmedim" demiþti anasý. Nereye giderdi ki bu kadýn? Hadi büyüðü olsa neyseydi de, onca dil döküp evine getirdiði küçüðü giderse olmazdý. Ele güne rezil olurdu. Hem hâlâ çocuðunun olma ihtimali vardý. Gençti, kuvvetliydi, bir gün kendisini sevindirebilirdi. Odayý bir aþaðý bir yukarý dolandý. Birkaç kere açýp açmamak arasýnda bocaladýktan sonra, bir yerlere telefon edip küçük karýsýnýn ortadan kaybolduðunu anlattý uygun bir lisanla. Anasýný doktora götürmüþtü de, geri gelecek bir vasýta mý bulamamýþtý ne, bir bakýversindi çocuklar saða sola. Kendisi evde haber bekleyecekti. Ola ki gelirdi de kapýyý bacayý kilitli bulmasýndý. "Zeytin aðacý bile sizden verimli!" ha! Hakikaten de aðýr bir laftý. Kadýncaðýzlarýn kendi elle-

Silkindi adam. Elindeki külü uzamýþ sigarayý hýrsla bastýrdý tablaya. Son kavgalarýndan sonra, Neriman "Biga'ya kardeþimi görmeye gideceðim. Ameliyat olmuþ" bahanesiyle canýný dýþarý atmýþ, küçük karýsý Safiye de "annemi doktora götüreceðim" düzmecesiyle kaybolmuþtu ortadan. "Kendi baþýna kal, belaný bul; bizi niye bir araya getirdin?" tavrý çizmiþlerdi sanki. Hadi Biga'ya giden neyseydi de, bu yakýn köylerden birinde oturan anasýný doktora götürecek olanýn ne zoru vardý ki? Hazýr öbürü evde yokken sultanlar gibi keyif çatsaydý ya... Akýl yoktu akýl. Ýkisinde de akýl yoktu. Önce kabarýr birbirlerine, yetmez 56


rinde miydi bu durum? Kendisine deselerdi bu sözü kabullenir miydi hiç? Neriman da küskün bakýþlýydý evden çýkarken. Biga'nýn en güzel kýzý, ilk göz aðrýsý, sülün saçlý Neriman. Ürpertiyle doldu vücudu. Ya þimdi ikisi birden kendisini terk ederse? Büyük karýsý Biga'ya dönerse, hepten kardeþinin yanýna yerleþirse, küçüðü, küçüðü baba evine de gitmediðine göre, -zati onlar þu kadar nüfus, imkaný yoktu gitmesinin- bir baþkasýna gönül verirse, kaçarsa elin adamýna... Ele güne kepaze ederse kendisini. Korkunç bir düþünceydi bu; çarçabuk sildi zihninden. O kadar malýn mülkün içinde rezilliðin daniskasý olurdu. Ýtibarý zedelenirdi ki kimse eski haline getiremezdi bir daha. Daireler, zeytinlikler, baðlar bahçeler birer birer silindi gözlerinden. Sahi ya, bir baþkasýna gönül verir miydi Safiye? Delirecek gibi dolandý odanýn içinde. Beþ adým saða, beþ adým sola. Beþ adým ileri, beþ adým geri. Radyoyu açtý olmadý, televizyonu açtý olmadý. Gözü telefonda bekledi durdu. Üç gün daha müsaade isteyen Neriman'a da "hiç gelme istersen!" diye baðýrdý. Nihayet gün kavuþurken beklediði haber geldi Safiye'den. Zeytinlikteki alaçýktaymýþ. Yanýnda biri var mýydý ola? Þöyle gençten, yakýþýklýca. Aynada çillerle benlerle gölgelenmiþ, kýrçýl, gür býyýklý suratýna bakýp çýktý odadan. O dakika öldürürdü genci. Arkasýný düþünmeden öldürürdü. Ardýndan da Safiye'yi. * Ne de tez duymuþlardý insanlar. Daha kendisi arabadan inmeden gözüne iliþmiþti kalabalýk. Çoluk çocuk, eli böðründe kadýnlar, hýþýmla dolanan büyük kayný. Jandarma güvenlik kordonu çekmiþti alaçýðýn çevresine. Fýsýltýyla "kocasý geldi, kocasý geldi" sözü dolandý kalabalýðýn arasýnda. Elindeki tutanaðý imzalatan jandarma komutaný, iki yakýnýnýn içeri girmesine müsaade etti ancak. Büyük kayný ile birlikte içeri daldý Ýzzet aða. Kapý gibi kadýný nasýl tartmýþtý ki bilek kalýnlýðýndaki o sýrýk? Boylu boyunca, üzerindeki cebi iþli hýrka ile sallanýyordu Safiye. Ayaðýnýn altýnda, yan üstü yýkýlmýþ, zeytin toplarken kullandýklarý irice bir sepet vardý. Önce donakaldý, boþ bakýþlarla baktý etrafa; birkaç dakika öylece kalakaldýktan sonra derin

bir iç çekti adam. Geçirdiði ilk þaþkýnlýðýn ardýndan, yüzüne "oh be, yanýnda kimse yokmuþ. Tek baþýnaymýþ kadýn" rahatlýðý yayýldý. Hiç deðilse "bir baþkasýnda gözü varmýþ" demezdi kimse. Ciddi suratlý doktor, ipini kesip aþaðý indiren jandarmalar, halka halka sigara dumaný savuran kayný, dýþarýdaki uðultulu kalabalýk... Her biri bir þey konuþtu kendisiyle. Gençti... Güzeldi... Sýkýntýsý vardý... Sýkýntýsý yoktu, yediði önünde, yemediði ardýndaydý... Neydi ki derdi... Günaha girmiþti... Ýhtiyar anacaðý ne yapacaktý þimdi... Neriman sevinir miydi... O niye yoktu ki ortalarda... Kuma kavgasý mý olmuþtu... Çocuðunu mu düþürmüþtü yoksa... Gece karanlýða kavuþana dek kelimeler kelimeleri kovaladý, sorgular, tutanaklar, imzalar, baþsaðlýklarý, sigara ikramlarý derken, eski dostlardan balýkçý arkadaþý Hamdi girdi koluna. Onca mal mülk, þu boy bos varken, para babasý koskoca Ýzzet aða bekar kalacak deðildi ya. Ýkisi de cehennemin dibine gitsindi. Daha gencini, daha güzelini bulurdu kendisine. Elli beþ altmýþ yaþýnda ilk evliliðini yapan bir sürü adam vardý. Hem hiç de o yaþta göstermiyordu. Cebine üç beþ kuruþu koyunca, taptaze birisini daha bulurdu. Keyiflenir gibi olmuþtu taze dul. Kalan iþleri yapacak olan kaynýna bir tomar para uzatýrken, otopsi için sedyeyle götürülmekte olan Safiye'ye iliþti gözü. Siyah örtüsünün altýndan görünen mum gibi rengine öyle güzel uyum saðlamýþtý ki sütlükahve renkli, cebi iþli hýrka. Sahiden de iyi ki bayram önü o hýrkayý istemiþti Safiye. Yoksa, evdelikleriyle görünür, gazetecisiyle, fotoðrafçýsýyla bir alay insana rezil olurdu. Ýlle de yeni alacaðýna... Ýyi ki o cebi iþli hýrkayý giymiþti Safiye. Kimse, kendisi için "cimriymiþ" demezdi iþte.

57


Ýskenderiye Feneri / þiir Jaromil Le Poète gel, dönemindeki ressamlar gibi azizlerle, iblislerle, büyük savaþçýlarla, cennet cehennem tasvirleriyle uðraþmadý. Yaptýðý þey tavuklar, kazlar, basit insanlar, günlük görüntüleri çizmekti. Fakat nasýl? Günlük görüntüleri yeni biçimlere, yeni imgelere, insan beynini farklý idraklere ve çaðrýþýmlara açarak yaptý. Evet sanatçý budur, hatýrlanýr, hâlâ etkiler, yaþatýr ya da götürüp öldürür. Sýradaný çekip alarak bir döngüye sokmak ve orada bir olaðanüstü çýkartmak yetenekli sanatçýlarýn iþidir, yeteneksizler ise olaðanüstüyü alýp öyle bir döngüye sokarlar ki oradan sýradan bir þey çýkar. Aþký bu negatif döngü içinde basitleþtirmeyelim lütfen...

Soðuk suda çarpa çarpa yýkadým Yüzümün niyeti bir aþk þiiri Ergin Günçe Merhaba sevgili dostlarým, Küçük bir çocukken mahalle maçlarý yapardýk, ara sokaklarda bolca "taþ üstü" tartýþmalarý arasýnda ve de en çok kim forvet olacak meselesi için didiþirdik. O yýllarda bir þey öðrenmiþtim "her Türk forvet doðar", hayat bana þimdi de her Türkün þair doðduðunu öðretti. Gelen bu kadar çok þiiri tartmak için nasýl bir terazi gerek ? diyerek çok düþündüm ve þunu aklýmdan hiç çýkartmadým" hayat herkes için bir rol biçer ve gerçek þairler pek azdýr." Þunu görüyorum ki gelen þiirlerin ekserisi aþk þiirleri, Ergin Günçe ustamýzýn mýsrasýný alýntýlamamýn sebebi de budur. Soðuk suda çarpa çarpa yýkayýn yüzünüzü, sýzlanmadan, ipleri elinizde tutarak yazýn...

Sýrada Orhan Özekinci var. Yaþýnýzý yazmasaydýnýz bile tahmin edebilirdim, çünkü buram buram bir lise duyarlýlýðý var þiirlerinizde. Üzerine notlar düþüp incelemeye gelmiyor, fakat þair olabilecek kapasiteniz var. Henüz çok erken fakat zamanla þiirin ne olduðunu daha iyi anladýkça, daha iyi olacaksýnýz. "Kuþlar uðramýyorlar buraya, yüksekten korkuyorlar", "Özgürlük hapishaneleri içinde titremeyle kalýyorum", "karanlýklara dalýp gidiyor þemsiyesiz", bana gönderdiðiniz bir çok þiirden seçtim bu dizeleri ki size siz yol gösterin diye, bu dizeleri takip edin, þiiri göreceksiniz...

Mahmut Celaloðlu ile yelken açalým; 4 þiiriniz var. Kenara ayýrdým en son düþünüp ilk yazdým. Eleðin üzerinde kalan þiirler sizin þiirleriniz. "Re defteri" ve "Tansiyon" iyi þiirler ve siz buluþlara açýk bir þairsiniz, "Kýsa kýsa" isimli þiirinizden bahsetmemin tek sebebi ise son mýsrasý "seni seviyorum KISA KISA kendimi", diðer mýsralarýnýz bu þiire yazýk etmiþ, bulaþýk suyu gibi bir imge þiir için þýk deðil. Derli toplu, çapaksýz bir þiiriniz var, ve lakin görsellik yaný eksik kalýyor. Arada sýrada okuyucuyu tokatlayýp uyandýrmak lazým. Bu çaðýn kelimelerini de þiirinizde kullanýn. Çok fazla tekrar var þiirlerinizde, artýk bu üslup ayrýntýsý kabak tadý verdi, siz daha iyisini yapabilirsiniz. Þiirlerinizde yarattýðýnýz dünya, içinde bulunduðumuz dünyadan çok farklý olmasýn, bu dünya yeterince malzeme barýndýrýyor merak etmeyin...

Begüm Maden, Can Yücel’i çoðaltýyorsunuz; bunu yapmayýn. Etkilenmeniz gayet normal, fakat çoðaltmak Begüm’ü kaybeder. Verdiðim okuma listesini okuduðunuzu söylüyorsunuz ve bunu bana yazdýðýnýz mektuptaki notlardan da anlýyorum. Büyük Türk þiirinin farkýndasýnýz; bu beni yeterince umutlandýrýyor, fakat daha çok þiir çalýþmanýz lazým. Gönderdiðiniz þiirleri es geçiyorum, çünkü biliyorum ki kendi sesiniz daha güzeldir. Devam edin... Aslý Bengisu, þiir deðil þiirsel metinler göndermiþ. Þiirsel kötü bir kelime ve cinsiyetsiz bir formdur. Tabii sizi mutlu ediyorsa neden olmasýn, fakat sizi þair yapmaz.

Nedense herkes büyük hislerin, en derin duygularýn ve kesinliklerin peþinde, daha doðru bir ifade ile kopya etme derdinde, neysek oyuz. Bir ressamý örnek vermek istiyorum; Pieter Brue-

58


Dumrul Dumrul (bu rumuz sanýrým) modern þiir nedir, biliyorsunuz; bir çok meseleyi de anlamýþsýnýz fakat, modern þiirin kimi zayýf noktalarýndan da faydalanmadan edemiyorsunuz. Nedir bu zayýf noktalar? Baþta anlamsýzlýk, ardý sýra çapak. Tek þiirinizden bu kadar hüküm çýkarabildim. Daha çok þiirinizi gönderirseniz daha teknik ayrýntýlara girebilirim. Sizde bir þeyler var sanýrým...Herkese yer veremediðimin farkýndayým; affedin. Bazý arkadaþlarý bir sonraki sayýda deðerlendireceðim. Bu sefer seçtiðim þiir Mahmut Celal'in "Re Defteri". Uzaklaþmayýn þiirden, bir yerlerde olun... Þimdi daðýlýn.

jaromil.lepoete@gmail.com

RE DEF TERÝ Rezil bir þarký gibi içtik bütün bir geceyi sabaha kadar Renkleri tar týþtýk tar týþýlýr mý sence diye diye tRen camýndan var vücut sarktýk birbirimize Re Defteri'ne böyle yaz hikayemizi benim güzel katibem Resimlerimizi yýr týp savur duk geleceðe Reçetelerin üzerine kustuk bütün hastalýklý ilaçlarý tRen camýndan baðýr dýk var dilimizle birbirimize Re Defteri'ne böyle yaz hikayemizi benim güzel katibem Rehin bir þiir gibi kimseye açmadýk sýr rýmýzý Rekat rekat kýldýk kendi yalnýzlýðýmýzý gizleyerek tRen camýndan var sesimizle kýzdýk birbirimize Re Defteri'ne böyle yaz hikayemizi benim güzel katibem Mahmut CELALOÐLU

Okuma listesi niyetine 1- Ergin GÜNÇE bütün þiirleri 2- Metin ELOÐLU "Horozdan korkan oðlan" 3- Erdem BEYAZID "Sebeb ey" 4- Osman KONUK "Tehlikeli belki" 5- Çýkýn dolaþýn

Ýskenderiye Feneri / hikâye Ebu Musa El-Tayr Yaz ayýyla birlikte baþýma gelenleri duysanýz herhalde yeni yeni hikâyeler yazardýnýz. Türlü sýkýntý ve gailelerim arasýnda ne bilgisayarýn baþýna oturabildim ne de internete girebildim. Yayýn yönetmeni arkadaþým arayýnca kýsa bir yazý yazabileceðimi söyledim. Bu sayýda böyle biraz dünyanýn sýkýntýlarýyla boðuþtuðum için hikâye deðer len di re me ye ce ðim ama önü müz de ki sayýda fazlasýyla telafi ederim diye düþünüyorum. Bu sayfaya hikâye gönderirken özgeçmiþinizi de gönderin dedik ama, herhalde zor geliyor. Arkadaþlar, eðer bu size zor geliyorsa, bana da sizin hikâyelerinizi evirip çevirmek zor geliyor. Ayrýca, bir tane deðil, en az iki hikâye gönderin. Bir tane mükemmel ya da kötü hikâye yazabilirsiniz. Ýki hikâyenizle sizi deðerlendirmek daha gerçekçi olacaktýr. Hikâye yazmanýn en temel tarafý iyi okumaktýr. Daha önce de belirtmiþtim; sadece kitabý kastetmiyorum, dünyayý da iyi okumak gerekiyor. Siyasî olaylarý ve ekonomiyi mesela... Futbolu ve mimariyi de... Bu, hikâyelerinizin tek düzelikten kurtulmasýný saðlar. Yani ayný konular, diyaloglar ve durumlara saplanýp kalmazsýnýz. Ufkunuz geniþler ve yazarken çok fazlasýyla zengin olduðunuzu hissederseniz. Genç hikâyecilerin buhranlý, kendi iç dünyalarýný anlatan, deneme-hikâye arasý metinleri son zamanlarda gözle görülür bir artýþ gösterdi. Bakýyorum dergilere, yeni çýkan kitaplara, çoðu içe dönük psikolojik öyküler. Bunalým ve intiharla örülü... Genç kalemlerin iþte bu nedenle dünyayý okuyup kendilerini farklý kýlmalarý gerekiyor. Görüþmek üzere... musaeltayr@yahoo.com

59


TARAS SUT KULESÝ

Aslý Ceyhun Türkali Burasý Abdullah kafe bar: Dikkat þair var!

raca tiyatrosu hariç bu etkinlikler kafe, bar ve kilise gibi masraf gerektirmeyen yerlerde yapýldýðýna göre belediye, sponsorlar ve hatta Adnan Özer bu uluslararasý festivalin neresinde duruyordu gerçekten? Cevap alamayacaðýmýzý bilsek de biz yine sormuþ olalým. Ne demiþler: Soranýn bir yüzü kara, cevaplamayanýn iki yüzü!

Geçtiðimiz günlerde Ýstanbul dünyanýn deðiþik yelerinden bir grup þairi aðýrladý. "Uluslar arasý Beyoðlu Þiir Festivali-Þiiristanbul" adýyla tertip edilen þiir festivaline Suriye asýllý Fransýz vatandaþý þair Adonis'in yaný sýra Makedonya'dan, Yunanistan'dan, Lübnan'dan Afrika'nýn Saotome adalarýna kadar bir çok ülkeden þairler ka týl dý. Ad nan Özer'in organizatörlüðüyle yapýlan festivalin Türkiye ayaðý tartýþmaya açýktý. Türkiye'den çaðrýlan þairlerin büyük ço ðun lu ðu nun Ad nan Özer beðenisiyle sýnýrlý kalmasý, böylesine iddialý bir programý daha baþ ta aka me te uð rat Adnan Özer maya yetiyordu. Nevzat Çelik, Sunay Akýn, Metin Üstündað… Ve ayýp olmasýn kabilinden sýralamaya sokulan "öteki þairler". Liste o kadar "ayýp olmasýn" mesajý kokuyordu ki iþin festival yaný adeta havada uçuþuyor gibiydi. Bu programa festival coþkusu katan neydi öyleyse? Bazý programlarýn "Abdullah Kafe Bar" da yapýlmýþ olmasý falan mý? Doðrusu Ýstiklal Caddesinin umarsýz ve duyarsýz kalabalýðý Galatasaray'a doðru þiire ve festivale sürünmeksizin, bir an bile duraksamamýþ, ne akýþýný ne de istifini bozmuþtu. "Seneye daha iyisi olacak" iyi niyetine sýðýnmak da aksaklýklarý örtmeye yetmiyor. Seneye iyi olmasý için bugünden iþaretler olmasý gerekir bir kere. Tanýtým bülten ve broþürlerinde bir sürü sponsorun ismi yer almasýna raðmen þiir programlarýnda katýlýmcý þairlere hiçbir telif ödenmemesi, ikram ve aðýrlama yapýlmamasý karþýsýnda Beyoðlu Belediyesi'nin ve bazý adý geçen kuruluþlarýn bu festivale katkýsý acaba neydi diye insan sormadan edemiyor. Muammer Ka-

Kültür mü yoksa kültür mantarý mý? Gazetelerin kültür-sanat sayfalarý birer ikiþer tahliye ediliyor. Bir zamanlar edebiyat dergilerinin bile dolduramadýðý boþluðu dolduran gazetelerin kültür-sanat sayfalarý yerini haftada bir ajans haberlerine býrakýrken bir yandan da sanatsever ve kültürlü okuyucularýn bek len ti le ri ni na sýl karþýlarýz arayýþýna girmiþ durumdalar. Þimdilerde perakende kültür haberciliðinin yerini paketlenmiþ ve sýkýþtýrýlmýþ toptan kültür yayýncýlýðý almýþ. Bu açýðý kapatmak için olmalý gün geçmiyor ki bir gazete, kitap eki vermeye soyunmasýn. Soyunmak tabiri iyi kaçmadý biliyorum. Ama bir gazetenin de entelektüel cazibesini gösterebilmesi için okuyucusuna kültürel anlamda soyunmaktan baþka bir çaresi de yok gibi. Kitap eki vermeyen gazete kaldý mý bilmiyorum? Ama bu gidiþle her çýkan neþriyatýn yanýnda bir þey vermesi adet haline geleceðe benziyor. Gazete yanýnda kitap eki, dergiler yanýnda kitap veriyor. Bakalým kitabýn yanýnda birer adet okuyucu vermek kimin aklýna gelecek. Kitabýn en muteber olduðu zamanlar okuyucusunun onu doðru adresinden arayýp bulduðu zamanlardý. Onu kimsenin tanýtýp teþhir etmesine ihtiyaç yoktu. Þimdi bakýyorum her gazetenin kitap eki kendi cemaatini ya da çetesini de yanýnda ek olarak veriyor. Oysa bilmezler mi ki her ekte bir eksik60


Baþýmýza gelenler

lik vardýr. Baksanýza nakýsa yok, eksik çok!

Üzücü çoðunluk için sevindirici bir adým Lisedeki edebiyat hocama çok þey borçluyum. Çekilmez ve sýkýcý tavýrlarýyla dikkatimi dersten ziyade ders dýþý mevzular üzerinde topladýðý için -bir anlamda dikkatimi daðýttýðý için- ona ne kadar müteþekkirim bilemezsiniz. Benim talebeliðimden bu yana çok þey deðiþmiþ sayýlmaz. Edebiyat öðretmenlerinin -istisnalar kaideyi bozsa ne olur- ezici ve üzücü çoðunluðu liseli gençlerin edebî zevkini yok etmek için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Orhan Veli Kanýk, Ümit Yaþar Oðuzcan ve þimdilerden Mu rat han Mun gan ve Su nay Akýn külliyatýný körpe dimaðlar üzerinde denemek suretiyle ders lik le ri la bo ratuar gibi kullaný yor lar. Ba zý okullarda ise öðrenciler arasýnda ödüllü kitap okuma yarýþmalarý bile düzenleniyor. Derece alanlara tam, yarým, çeyrek altýnlar veriliyor. Þüphesiz "okumama" alýþkanlýðýna karþý bu fazla kullanýþlý olmayan bir geçici önlem sayýlabilir. Ama gözden asýl kaçan þey, bu tür okuma seferberliðine öðrencilerden daha önce öðretmenlerin muhtaç olduðu gerçeðidir. Garip ama gerçek. Öðretmenler içerisinde Türk ve Dünya Klasikleri'ni okuyan bir elin beþ parmaðý kadar kiþi var mý acaba? Hiç sanmýyorum. Öyle olsaydý liseler fikren ve ruhen böyle çöle mi dönerdi? Saygýdeðer öðretmenim, lütfen vakit varken öðretmenler için bir þeyler yapalým. Onlarý edebiyat dergilerine abone yapalým. Etkinliklerden haberdar edelim. Yeni çýkan þiir kitaplarýyla tanýþtýralým. Eðer edebiyat öðretmeni isek kendi kendimize þöyle bir düþünerek soralým: Acaba dünden bugüne kaç edebiyatçýya edebiyat öðretmenini yazma coþku ve heyecaný katmýþtýr? Hayli karýþýk bir mesele deðil mi? Neyse biz derse dönelim. Nerde kalmýþtýk?...

“Ba þý mý za Ge len ler” adý ný ta þý yan bu eser, yazarý tarafýndan bizzat yaþanmýþ, büyük ve millî bir felâketin, “93 Harbi” diye bilinen 1877-78 Rus Harbi’nin birinci elden ve birçok bakýmdan hikâyesidir. Bir ilim ve fikir adamý olan yazar, kitabýna, savaþýn yalnýz görünen sahnelerini kaydetmekle kalmamýþ; bundan çok daha önemli olarak, olaylarýn, resmî tarihlere geçmesi mümkün olmayan per de arkasýný, oluþma sebeplerini, subaylarýn, erlerin, gönüllülerin ve harp sahasýndaki müslim gayrimüslim, dost düþman, her kavim ve kabileden muhtelif sivil halkýn ruh hallerini, inançlarýný, duygu ve düþüncelerini, hep beraber çekilen maddî ve beþerî güçlükleri; geçirilen buhranlý ve deðiþken ruhî durumlarý; kahramanlýkla korkaklýk, cesaretle bozgun arasýnda gidip gelen insanî duygularý, buna sebep olan eski ve yeni siyasi ve sosyal þar tlarýn mâhiyetini, gelenek görenek ve eðitim sisteminin bu hallere olan tesirlerini tespit etmeye çalýþmýþ; bu yolda çok isabetli teþhis ve tahliller de bulunmuþtur. Baþýmýza gelenler, Mehmed Arif Bey, Haz: M. Ertuðrul Düzdað, Ýz Yayýncýlýk, Tarih

61


KÜTÜPHANE Hazýrlayan: Levent Ýkiz

Zamanýn kaybolmuþu yoktur. Yaþanan her þey, müspet, menfi, bizi inþa eder. Yalnýz biÝþ Kültür - Nehir Söyleþi zi deðil, bizden sonraki kuþaklarý da... Yaþadýklarýmýzý anýnda belki en iyi þekilde inþa edemeyiz. Ama, onlarý deðerlendirdiðimiz vakit; gelecek daha emin olur. Hayat “gemi” mi bilmiyorum, “gemicilik” olduðu gerçektir. Yaþandýkça ve akýlda tutuldukça daha iyi seyrüsefer ederiz. Herkes kendi talihinin mimarýdýr. Yaþadýklarý, an be an insaný oluþturur ve arkasýnda býraktýklarý, farkýna varmadan önüne geçer. Kader, gaipten yazýlmaz. Ýnsan, kaderini kendi yazar. - Ýlber OltaylýSöyleþi: Nilgün Uysal

ZAMAN KAYBOLMAZ “Ýlber Ortaylý Kitabý”

II. Abdülhamid, Osmanlý sultanlarý içinde, en Necmettin Alkan kudretli padiþahlar arasýnda gösterilir. Özel- Avrupa Karikatürlerinde II. ABDÜLHAMÝD Selis - Tarih likle devletin zayýflýðýnýn iyice belli olduðu 19. asrýn sonlarýnda tahta çýkmýþ olmasý, Avrupa’nýn tüm hesaplarýný alt üst etmiþtir. 33 yýl gibi uzun bir zamanýn ilk bir iki yýlýný, Mithat Paþa’nýn zorlamasýyla girilen 93 Harbi’ni saymazsak, hep barýþ içinde geçirmeye gayret etmiþ II. Abdülhamid, baðýmsýzlýk mücadelesi içine giren ve Avrupa’nýn kýþkýrtmasýyla isyana meyleden Balkan halklarý arasýndaki ihtilaflardan yararlanarak, topluca Osmanlý’ya dönmelerini engellemiþtir. Avrupa’yý da uðraþtýran, istediklerini vermeyen bu kudretli sultan, onlarca “Kýzýl Sultan” ilan edilmiþ ve çarpýtýlmýþ Osmanlý imajýný basýn yoluyla halklara yaymaya çalýþmýþlardýr. Halil Ýnalcýk'tan Linda Darling'e, Ýlber Ortaylý'dan Douglas Howard'a, Cemal Kafadar'dan Rhoads Murphey'ye ve daha pek çok Osmanlý tarihçisine göre "Osmanlý gerilemesi" apaçýk bir olgu deðil, çözülmesi gereken bir problemdir. Hem sonra bir tarihçinin tarihte ilerleme ve gerileme olayýna "takmasý" ne kadar bilimsel bir tutumdur? Bir bilim adamý olarak tarihçinin "ileri" dönemleri kendisine yakýn bulurken "geri" dönemleri ihmal etmesi ne kadar anlamlýdýr? Osmanlý tarihi araþtýrmalarýndan tanýdýðýmýz Mustafa Armaðan'ýn hazýrladýðý Osmanlý Geriledi mi?, bu ve benzeri sorularý yetkin tarihçilerin kaleminden sunuyor sizlere. Ve bir tarih devriminden söz ediyor: Yeni bir Osmanlý tarihinin ayak sesleri duyuluyor kitabýn satýrlarý arasýndan... Haz: Mustafa Armaðan OSMANLI GERÝLEDÝ MÝ? Etkileþim - Tarih

Dünyaya gelmenin pek çok yolu vardýr. ÖrHaydar Ergülen neðin ön kapýdan gelirsiniz. Kapýyý çalar ve DÜZYAZI: 100 YAZI ev sahibinin rehberliðini beklersiniz. Kendi Merkez Kitaplar - Deneme keþif yollarýnýzý çýkarýrsýnýz dünyada. Dünyaya bir hýrsýz gibi de girebilirsiniz. Bir de bahçe kapýsýndan girebilirsiniz dünyaya. Bir karþýlayýcý yoktur. Bahçeyi tek baþýnýza keþfedersiniz. Çiçekleri, aðaçlarý, ancak ancak bir bahçeye has olabilecek kuytuluklarý görürsünüz. Evin içinde gizlenebilecekler, bahçede ayan beyandýr. Haydar Ergülen, dünyaya bahçe kapýsýndan gelenlerden. "Þiir Bahçesi" diyor. Ergülen bu bahçeye, dünyayý þiir üzerinden keþfediyor. Þiirin kuytuluklarýnda arýyor dünyanýn gizemini, çünkü þiir bahçesi, en görünmezlerini yalnýzca birbiri ardýna okumak, bu þiir bahçesinde soluksuz bir yolculuk yapmaya benziyor.

62


Truman Capote'nin öyküleri, onun mutsuz ve Truman Capote duygusal yoksunlukla geçen çocukluk ve GÜMÜÞ DAMACANA gençlik yýllarýný, trajik kavislerle dolu, iniþliSel - Öykü çýkýþlý yaþamýný resmediyor. Etkileyici bir sadelikle tartýþýlmaz yapýlarý olan bu öyküler, yazarýn yalnýzlýk acýsý, cinsel ve ailesel sorunlar karþýsýndaki þaþkýnlýðýnýn, bocalamasýnýn da güçlü bir dýþavurumudur. Düz yazýnýn mutlak duruluðu ve anlatýnýn sürüp giden ritmindeki muhteþem tasarrufla, Capote, daha özensiz, daha yeteneksiz ellerde kolayca 'mayhoþlaþabilecek' bir karakterler, eylemler ve duygular yelpazesini, olasý bütün duygu sömürülerinden arýtmýþ, temizlemiþtir. Bir konuyu böylesine yeterli ve arý bir ustalýkla ele almak denince, insanýn aklýna bir tek Çehov geliyor. Türk Milleti, devlet kurduðu her coðrafyada, ora da ki kül tür ve me de ni ye te dam ga sý ný vurmuþtur. Anadolu’da kurduðu beylikler ve devletler ise, daha yoðun bir faaliyet ve özen göstererek, Ýslâm ve Türk kültür motifleriyle birçok merkezlerde orijinal eserlerin ortaya konmasýna hizmet etmiþlerdir. Þehirlerde ve ticaret yollarý üzerinde Ahi dergâhlarýnýn, kervansaraylarýn, çarþýlarýn etrafýnda sosyal yapýmýzý; çeþitli tasavvufî kurumlar ve medreseler marifetiyle insanlarýmýzýn manevî yapýsýný þekillendirmiþ; darüþþifalar, imaretler, çeþitli hayrat ve vakýflarla yurt baþtan baþa donatýlmýþ, böylece orijinal bir Türk Kimliði oluþturulmuþtur. Bu kitap, kimlik arayanlara, özellikle XI.-XIII. Asýr kaynaklarýna, seyyahlarýna ve belgelerine dayanarak yol göstermek iddiasýndadýr. Prof. Dr. Mehmet Þeker ANADOLU’NUN TÜKLEÞMESÝ Ötüken - Tarih

Sören Kierkegaard (1813-1855): Topu topu Sören Kierkegaard / Çev: Türker Armaner KAYGI KAVRAMI 42 yýl süren yaþamýnda, 30'lu yaþlarýnýn baÝþ Kültür - Felsefe þýnda yayýmladýðý “Ya/Ya da ve Korku ve Titreme” gibi yapýtlarýyla sivrilen ve etkisini hem felsefeci hem de yazar olarak günümüze dek sürdüren önemli bir 19. yüzyýl düþünürüdür. 1843'te yayýmladýðý “Kaygý Kavramý”ysa, Kierkegaard'dan son yýllarda dilimize aktarýlanlar arasýnda özgün dilinden çevriliþiyle de farkýný oluþturan bir yapýttýr. Türker Armaner (1968); Kuþaðýnýn felsefeyle edebiyatý birbirini en iyi biçimde besleyerek sürdüren önemli üyelerindendir. Ýskandinav dillerinden çevirdiði yazarlar arasýnda Kierkegaard'ýn yaný sýra Sofi'nin Dünyasý yazarý Jostein Gaarder de bulunan Armaner'in, ilki 1997 yýlýnda yayýmlanan (Kýyýsýz) üç de öykü kitabý bulunmaktadýr. Suç nedir? Bir insan neden suç iþler? Peki, aile içi günahlarýn bedelini neden genellikle çocuklar öder? Hepimiz biliriz, kapalý kapýlarýn ardýnda hiçbir þey göründüðü gibi deðildir... “Birine mi Benzettiniz?” sýradan görünen yaþamlarýn arka planýnda kopan fýrtýnalarý baþarýyla yansýtan önemli kalemlerden biri olan Joyce Carol Oates'un son öykü kitabý. Gazetelerin üçüncü sayfalarýnda okumaya alýþkýn olduðumuz haberlerde yer alan sarsýcý olaylarý andýran konulara sahip bu öyküler, suçlu-masum-tanýk üçgeninde son derece çarpýcý saptamalar da barýndýrýyor. Kadýnlarýn, erkeklerin ve çocuklarýn tanýklýklarý, suçlarý ve sýrlarý... Birine mi Benzettiniz? insan ruhunu tüm çýplaklýðýyla gözler önüne seren öykülerden oluþuyor. Joyce Carol Oates BÝRÝNE MÝ BENZETTÝNÝZ? Everest - Roman

Gül, zaman zaman lale ve karanfil gibi zorlu Beþir Ayvazoðlu rakiplerle mücadele etmek zorunda kalmýþGÜLLER KÝTABI sa da, saltanatýný her zaman korumuþ, bütün Kapý Yayýnlarý - Deneme çiçekleri, hatta tabiatý özetleyen bir çiçektir. Aslýnda her çiçek "gül"dür ve gül, tabiattaki görüntü çokluðunun arkasýnda var olan gizli birliðe iþaret eder. Güller Kitabýnda Türk kültürünün "çiçek" macerasý, bu sebeple "gül" etrafýnda anlatýlmaktadýr. Sadece çiçek macerasý mý? Göçebelik devirlerimizden bugüne kadar çiçekler etrafýnda geliþtirdiðimiz incelikli kültür, derin duyarlýk, tabiata farklý bakýþýmýz ve bu bakýþ tarzýndaki deðiþmeler de Güller Kitabinin baþlýca konulan arasýnda yer alýyor.

63


ilan sayfas覺

64


.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.