.
DERKENAR
DERKENAR Edebiyat-Kültür dergisi Ýki ayda bir çýkar ISSN 1304-6667 Yıl:2
Sayı:10
Temmuz-Ağustos 2005
Sahibi ve Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü Ahmet Kırtekin
Genel Yayýn Yönetmeni Seyfullah Aslan
Yayýn Danýþmanlarý Mehmet Ali Başaran Furkan Çalışkan Atanur Memiş
Son Okuma Abdullah Sami
Basýn ve Halkla Ýliþkiler Aynur Kulak
Ýdare Yeri Merkez Mah. 4. Sk. Yiğitoğlu Apt. B Blok No:44/13 Bağcılar - İST
Yazýþma Adresi P.K. 29 Bağcılar - İST
Ýletiþim www.derkenar.gen.tr dergi@derkenar.gen.tr derkenardergi@yahoo.com (0212) 610 89 25
Abonelik Yıllık: 24.000.000 TL / 24 YTL Abonet (0212) 210 0 110 www.abonet.net
Genel Daðýtým Pentimento (0212) 293 39 59
Baský - Cilt Bayrak Matbaası (0212) 638 42 02 K.Ayasofya Cad. Yabacı Sk. Birlik Han No:2/1 Sultanahmet / İSTANBUL
Ýçindekiler Merhaba..............................................................2 Sibel Topçu, Karikatür........................................3 Mustafa Akar, Ýhtimal teyze.....................................4 Atakan Özen, Münzevi...........................................5 Abdullah Harmancý, Karþýlaþma.............................6 Cihan Aktaþ ile söyleþi..........................................8 Furkan Çalýþkan, Cevapsýz arama......................15 Kâmil Yeþil, Mesaj alýndý......................................16 Ýsmail Alper Kumsar, Melih Cevdet’in kara kutusu....18 Aynur Kulak, Yaðmurlu günler...............................22 Ünsal Ünlü, Aðýr düþler......................................24 Yasin Onat, Üç günün yorgunluðu.........................25 Mustafa Uysal, Ýstifa günlüðü...............................26 Dylan Thomas, Brember......................................30 Said Yavuz, Bir dilin kývam tarihi...........................31 Hümeyra Yargýcý, Ekran þoku.............................34 Ali Emre, Yakup Kadri’nin Kiralýk Konak’ý................38 Atanur Memiþ, Cemal Süreya’nýn kiþilik anlayýþý......40 Abdullah Sami, Ayrýntýlar......................................44 Dosya, Bilge Karasu...........................................47 Aynur Kulak, Bilge’nin Karasu’larýnda....................48 Ömer Aksay, Eskiz Defteri / VII-Bilge Karasu...........52 Serkan Türk, Göçmüþler bahçesinde bir yazlýk sevi...55 Yakup Öztürk, Bilge Karasu’nun Gece’si................58 Bahadýr Cüneyt, Biz hepimiz deplasmandayýz...........60 M. Ali Özdoðan, Akþama doðru Harran’a varmak.....61 Tuncay Efeoðlu, Yüzük ve acý................................62 Ömer Yalçýnova, Aþksýz Ýliþkiler.............................65 Ömer Aksay, Bilâl Cerîr’in ta kendisi.....................68 Yasin Onat, Cahit Zarifoðlu...................................71 Mehmet Öztunç, Kendine ait bir oda....................73 Yakup Altýyaprak, Ece Ayhan, Ýkinci Yeni ve iktidar....76 Mehmet Ali Baþaran, Okumayýn lan!......................80 Fatma Pekþen, Ayten de yok artýk..........................82 Furkan Çalýþkan, Barbarosoðlu öyküleri.................88 A. Hikmet Akan, Hiç kimseye mektuplar................91 Çiðdem Can, Yaþanmamýþ bir dün.......................92 Mehmet Þah Erincik, Ýntiharý düþleyen.................96 Seyfullah Aslan, Adam........................................98 Kütüphane......................................................100 Sabah Dükancý, Fotoðraf...................................104
Baský Tarihi: 12.07.2005
Yayýn Türü Yerel, süreli, iki aylık
Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez. Reklamlarýn sorumluluðu reklam verene aittir. Ýlan pazarlýða tâbidir. Yayýn politikasýna uymayan ilanlar alýnmaz.
www.derkenar.gen.tr Adresimiz güncellendi / yenilendi! 1
.
alkým kitabevi/beþiktaþ
istanbul
.
2
kitabevi/beyoðlu
pandora kitabevi/beyoðlu
ERÝÞÝM NOKTALARI
pentimento kitabevi/beyoðlu
. caban kitabevi/beþiktaþ-sinanpaþa . beyaz adam kitabevi/bakýrköy . mephisto/beyoðlu . simurg . robinson kitap kafe/beyoðlu . aðaç kültür merkezi/fatih . sýla kitabevi/fatih . inkilâb kitabevi/fatih . n-t kitabevi/fatih . mekan kitabevi/vezneciler . pýnar kitabevi/vezneciler . söylem kitabevi/vezneciler . kocav kitabevi/beyazýt . sahaflar kitap sarayý/beyazýt . birey kitabevi/caðaloðlu . meksikalý kitabevi/baðcýlar . genç mephisto/kadýköy . final kitabevi/kadýköy . khalkedon kitabevi/kadýköy . alkým kitabevi/kadýköy . nezih kitabevi/kadýköy . imge kitabevi/kadýköy . eminönü iskelesi gazete bayii/kadýköy . nemesis kitabevi/kadýköy . n-t kitabevi/libadiye . izgi kitabevi/üsküdar . n-t kitabevi/üsküdar . kýz kulesi kitabevi/üsküdar . eminönü iskelesi gazete bayii/üsküdar . inkilâp kitabevi/beylikdüzü migros . inkilâp kitabevi/ümraniye carrefour . inkilâp kitabevi/levent metrocity . inkilâp kitabevi/ataþehir migros . inkilâp kitabevi/baðdat caddesi . inkilâp kitabevi/maltepe carrefour . adana zend kitabevi . ankara galeri kültür merkezi . turhan kitabevi . ilhan ilhan kitabevi . birleþik kitabevi . dost kitabevi . vadi kitabevi . antalya joys-D&R . elt kitabevi . bursa inkilâp kitabevi-nilüfer carrefour . gaye kitabevi . kaynak kitabevi . can kitabevi . can kitabevi . ezgi kitabevi . kitabevi kitabevi . bolu barok-masmavi kitabevi . çanakkale or-ka kitabevi . denizli yaprak kitabevi . diyarbakýr frida kitabevi . erzincan üniversite kitabevi . erzurum üniversite kitabevi . eskiþehir kitapçi&kitapçý . hatay yener kitabevi . izmir iskenderiye kitabevi . ilpa kitabevi . kabile kitapçýlýk . pan kitabevi . yakýn kitabevi . inkilâp kitabevi/çiðli kipa . inkilâp kitabevi/bornova kipa . inkilâp kitabevi/balçova kipa . kayseri akabe kitabevi . kýrþehir düþün kitabevi . gül kitabevi . ahi kitabevi . kocaeli fýrat kitabevi . konya nüve kültür merkezi . enes kitabevi . kütahya as ajans . üniversite kitabevi . denbay kitabevi-tavþanlý . malatya fidan kitabevi . mardin mnc kültür sarayý . mersin kitapsan kitabevi . turunç kitabevi . antik sahaf kitabevi/tarsus . ütopya kitabevi . samsun ebabil kitabevi . trabzon çaðrý kitabevi . derya kitabevi . denge kýrtasiye/akçaabat . zonguldak merdiven kitabevi . ezgi kitabevi .
DERKENAR
Merhaba, Edebiyat dergilerinin bir çoðunun tatil havasýna girdiði yaz aylarýnda, yayýn hayatýmýzýn en hacimli, en doyurucu sayýsýný sunuyoruz. Bu sayýmýzda, Derkenar sayfalarýnda ilk defa imzalarýný gördüðümüz birçok isim var: Ali Emre, Kâmil Yeþil, Abdullah Harmancý, Mustafa Akar, Said Yavuz, Ünsal Ünlü, Yakup Altýyaprak, Ýsmail Alper Kumsar, Ömer Aksay, Atakan Özen, A. Hikmet Akan, M. Ali Özdoðan, Ömer Yalçýnova, Yakup Öztürk, Tuncay Efeoðlu, Mehmet Öztunç. Tüm yazarlarýmýza hoþ geldiniz diyoruz ve yazýlarýyla, þiirleriyle, öyküleriyle dergiye zenginlik kattýklarý için teþekkür ediyoruz. Önümüzdeki sayýlarda aramýza katýlacak arkadaþlarýn da olacaðýný þimdiden müjdeleyelim. Bilge Karasu dosyasý, bu sayýmýzýn en dikkat çeken çalýþmalarýndan biri. Karasu, bizim için fethedilmemiþ bir ada olarak, zor tanýmlayabildiðimiz bir dil iþçiliðiyle karþýmýzda duruyordu. Eserlerinde dili kullanýþý belki daha geniþ zamanlarda tartýþýlmasý gerekir. Bu sayýdan itibaren çeviri metinler yayýnlamaya Nurullah Koltaþ’ýn çevirdiði Dylan Thomas’ýn bir öyküsüyle baþlýyoruz. Cihan Aktaþ’la Taha Ayhan’ýn konuþmasý, bu sayýmýzýn önemli metinlerinden biri. Ýran’da yaþayan Aktaþ’ýn edebiyat, modernizim ve Müslümanlarýn duruþuyla ilgili önemli tespitleri var. Geçen sayýmýzda Cemal Süreya’nýn kelime anlayýþýný ele alan Atanur Memiþ, bu sayýda Süreya’nýn þiirde nasýl bir kiþilik anlayýþýna sahip olduðunu, Süreya’nýn eserlerinden yararlanarak ortaya koyuyor. Cahit Zarifoðlu’nu yazan Yasin Onat’ý, Ece Ayhan’ý yazan Yakup Altýyaprak’ý, Melih Cevdet’i yazan Ýsmail Alper Kumsar’ý, Yakup Kadri’yi yazan Ali Emre’yi, Samuel Beckett’i yazan Ömer Yalçýnova’yý, Fatma K. Barbarosoðlu’nu yazan Furkan Çalýþkan’ý ve Türkçe’nin kývam tarihini yazan Said Yavuz’u unutmamak lazým. Her bir yazýnýn, büyük bir dikkatle defalarca okunmasý gerekiyor. Dergimizde bir görev deðiþikliði oldu. Ýmtiyaz Sahibi ve Yazý Ýþleri Müdürümüz Aynur Ulutaþ görevini Ahmet Kýrtekin’e devretti. Aynur Ulutaþ’a bu zamana kadar vermiþ olduðu emeklerinden dolayý teþekkür ediyor, Ahmet Kýrtekin’e yeni görevinde baþarýlar diliyoruz. Ve son olarak kötü bir haber verelim: Derginin fiyatý, bu sayýdan itibaren dört YTL olmuþtur. Maliyetlerin artmasýndan dolayý zorunlu olarak aldýðýmýz bu kararý anlayýþla karþýlayacaðýnýzý umuyoruz. Derkenar’ýn daha iyi; daha hacimli, daha kaliteli olmasý için çalýþýyoruz. Önümüzdeki sayýlar çok daha iyi olacak: bunu görüyoruz. Yeniden buluþmak umuduyla...
Sibel Topรงu
DERKENAR
Mustafa Akar Ýhtimal teyze 1 Uzun bir kýþtan çýkýlýnca herkes birbirini tanýr Uzakta begonya bahçeleri açar, kýr savaþlarý ve tahtadan bacaklar Bir abla bir anne olaðanlýðýyla çay demler arka bahçede Komþunun kýzý için Venüsler falan bulunur Çevirir çarký yaz, muþtular açtýrýr fidanlýkta Evde düðün hazýrlýðýnda oynak komþular, yengeler, baldýzlar Üzüntü bahçesinde bir ansýmadýr ihtimal teyze Kar yýlý, çirkin piyade, esrik yalýmlarla Ýlkyazýn ilmeðini geçirip lalelere þefkat ana Su týðýyla su örer kýraç topraklara Uzakta bir ülkedir ve onun pembe bulutlarýdýr bazan Pencereden görünen arka bahçenin hissettirdikleri Alicengiz en iyi oyununu unutur, karpuz sergisi kapanýr 'Ve yaklaþýr kuþlar, suskun kuþlar, incinmiþ uçuþlar' Cumbalý evlerde zordur çünkü arka pencere ispanyol Olaðan öðlemizdiniz, saçlarýnýzý ýsrarla tarar gibi olurdunuz Bir kapý kapanýr arkasýndan dökülür güz fallarýydý Ýki çocuk muyduk ne, karanfil koklar samba yapardýk Sabahlarý irkilmez bir kýz kardeþ miydi ölüm Ki ölü evlerinde kolonya sürülürdü bolca Kolonya sürülüp afili durmak için o zamanlar Biri ölsün diye hep dua ederdik Ýki kiþilik masa ama Sibir ya kadar uzakta olmasýn Derdi ihtimal teyze, onun saksýlarý vardý Saksýlarý kavrayýnca göðe alýþmalarý Kalbine planlý bir kuþ da konmazdý Her yerini ayrý bir þehre býrakýrdý giderken Fransýz romanlarý þu sýrada, çið deðmiþ saçlarýyla Proust amca Cibinlik, manolya, uzun pencereler ve semender Ve ihtimal teyze, çocukluðun zamansýz þimdisi gibi Bir pencere kölesi, süreðen bir süsen olurdu sokaða karþý Ýspinoz gelirdi, gizli uzaklýk gelirdi, gelirdi çok biçimli elleriyle Pan Bahçenin dilbilgisi sararýk sardunyalarla bir çalgý: rembetiko Þimdi ey ölümlerle sevinçleri birbirine baþlayan esrar, nerdesin 2 Eksik kalmýþ bir geceyi yeniden onaramýyorum Sokakta sabahlarý gezer yazlarý bir sarhoþ görsem Uzakta 'bir gün' varmýþ sürsün böyle bir süre ne çýkar Ben size de alýþýrdým, kendisini arayan kiþi midir Hep ayný yollarda kaybolan, kaybolan ihtimal teyze Sokaklar günbatý yeliyle, tramvaylar tanrýyla uyum içinde
4
DERKENAR
Atakan Özen Münzevi Benimle baþlayan benimle biten bir þey söyleyin bana Cennet kuþundan kuzey yýldýzýna kadar ne varsa söyleyin Bir hevesi korkuyu gizler gibi çýkýn karþýma n'olur Eðer ben geçersem yanýnýzdan poplin gömlek Ýþ göremez birinin elinden kurulsun daraðaçlarý Bir çocuk çember çevirmekle baþlasýn anne demeye Bakanlarla görenler arasýnda gidip varýlan bir yol mudur, insan Hep içimdeki koridorlardan bir gürültüyle uyanacaðýmý beklerdim Ayný þarkýya takýlýp takýlýp semaverleri boþluða düþürmek olmasa Kim bilecek okyanuslarý kýyýya çekip yürüdüðümüzü Doðrudur, önüme konulan viþne bahçeleri benzin istasyonlarý Sizin yerinize konuþan þeytanýn bir gözü kördür Durup durup gülü sormayýn isyanýma hoyratlýðýma bakýp Benim bildiðim her þey bir açmaza sürükleniyor Kabuðuna çekilen manalardan baþý boþ ritimlerden Dilimle yaralarýnýza küs duran bir çizgide Herkes yeniden dünyaya gelince mi kýyamet kopacak Hadi, baþlayýn kutsal kitaplardan çarmýhlardan sonra sapan taþlarýndan Benimle beraber dövüþen kim varsa önce biz göreceðiz bilgeliði Aðzýmýzdan týrnaklarýmýza toplu tabanca gibi düþtüðünde gölgemiz Üst üste konulmuþ kitaplarýnda kalbine bir iþarettir, ölüm sözünü bileceðiz Ben bunu bir köþeye yazýp söylendim, durdum Daha ötede ne varsa gidip orda pustum Nere gitsem nere dönsem kim bilir Bütün dünya üzerime geliyor
5
DERKENAR
Karþýlaþma Abdullah Harmancý Bir insanýn yaþayabileceði her þeyi yaþamak istemiþ ve yaþamýþtý. Yaþamak istemenin hiçbir þey olmadýðýný bildiði içindi belki de yaþayabilmiþ olmasý. Yaþanýlasý her þeyi yaþamalýyým, demiþ, yaþanýlasý her þeyi yaþamak için hamletmiþ ve yaþamýþ ve yaþamýþ ve yaþamýþtý. Ama o gün, o çocukla karþýlaþtýðýnda... Futbolcularý merak etmiþti. Ülkenin en büyük takýmýnda oynayan futbolcularý izlerken, onlar gibi olmayý, onlardan biri olmayý arzulamýþtý. Neler hissederler, neler düþünürlerdi? "Oraya" yükselmeleri kolay olmamýþtý elbet. Bir kere, kendilerinin de öngörmediði bir þeyi baþarmýþ olmalýydýlar, bu noktaya yükselerek. Sersefil bir yaþam sürüp antrenman sahalarýna belediye otobüsüyle gidip geldikleri amatör takýmlarda oynadýklarý günlerde. Çalan bir telefonla. Vurulan bir kapýyla. Soyunma odalarýnda farelerin cirit attýðý bir kulübün kantininde cýgara tüttürürken. "Hadi gene yaþadýn Mustafa! Seni deneyeceklermiþ... Telefon ettiler..." cümleleriyle... Sevinçten uyuyamadýklarý günler olmuþtu mutlaka. Ancak zaman ilerledikçe kanýksamýþlardý bu mutluluðu da. Önlerine yeni hedefler açýlmýþtý. Yeni üzüntüler, yeni kýskançlýklar, yeni acýlar, ama onlarý da yok eden yeni baþarýlar kazanmýþlardý mutlaka. Ki buradaydýlar. Fakat yüzlerinde, "burada" olmalarýnýn bedelini pek aðýr ödediklerini belgelercesine donuk çizgiler de vardý. Biliyordu. Artýk biliyordu. Yaþamýþtý çünkü. Tecrübe etmiþti. O da onlardan biri olmuþtu. Onun da antrenmanlarýný tel örgülerin ardýndan seyredenler olmuþtu. O da televizyon kameralarýný gördüðünde hiçbir þey hissetmemeye baþlamýþtý. O da binlerce insanýn ýslýklar, küfürler yaðdýrdýðý deplasman maçlarýnda, taç çizgisine yaklaþtýðýnda tepesine pet þiþeler ve teneke kutular inerken, hiçbir þey hissetmemeyi, yahut hissettiklerini belli etmemeyi öðrenmiþti zamanla. Koþa koþa yanýna kadar gelip de vakit harcadýðý için kendisini uyaran hakeme bile (kýzýl tüylerini kabartmýþ, tavuklarýna doðru koþturan bir horoza benzetirdi böyle durumlarda hakem-
6
leri) aldýrýþ etmemeyi öðrenmiþti. Yaþamýþtý evet. Denemiþ, izlemekle yetinmemiþti. Ýçine girmeyi, künhüne ermeyi amaçlamýþ ve amacýna ulaþmýþtý. Gönlü rahattý. Ama o gün, o karþýlaþmadan sonra... Aktörleri de merak etmiþti. Sinema salonlarýnýn o çok sevdiði karanlýðýnda, seyrettiði hemen tüm filmlerin oyuncularýný, fakat canlandýrdýklarý karakterleri deðil, karakterleri canlandýran oyuncularý merak etmiþti. Karanlýklarýn içinde oturduðu o dakikada, oyunculardan biri oluverseydi, tam da o dakikada, neler hisseder, neler düþünürdü? Onca insanýn önünde kimseleri umursamadan rol yapmayý öðrenmiþ olmak mýydý en önemlisi? Bir role konsantre olmak. Bir ezbere yumulmak. Suflörün sözlerini bir yandan anlamaya çalýþýrken bir yandan hareketleri, sözleri yetiþtirmeye çalýþmak. Televizyonu açýverdiðinde kendi yüzünle karþýlaþmak. Bir markette dolaþýrken tanýnmak. Gülümseyenlere gülümsemek. Ýstemiþti ve baþarmýþtý. Olabilirliklerin ötesinde, çok ötesinde gibiydi bütün bunlar. Ama olmuþtu. Yaþanmýþtý. Denenmemiþ hiçbir þey kalmasýn istemiþti çünkü. Bir zamanlar. Ve baþarmýþtý. Yüzlercesi gibi, siyah döpiyes giyip havalý gözlükler takan uzun ince bir muhabir, aktörlükten yönetmenliðe geçmeyi düþünüp düþünmediðini sorduðu an, yönetmenliðin zorlu odalarýnda dolaþmanýn zamanýnýn geldiðini anlamýþ ve yüzlerce senaryo yazýp onlarcasýndan vazgeçtiði bir gün, eline o muhteþem fýrsat geçmiþ, göçmelere karþý nefret besleyen ýrkçý gençlerin baþlarýna gelen felaketleri anlattýðý filmi "iyi iþ yapmýþtý." Ardýndan garip bir film çekmiþti. Ýçinde tek bir sözcüðün bile geçmediði, eleþtirmenlerin biçimsel bir manifesto olduðunu söyledikleri "Sessizlik"... Ardýndan insanlarýn durmadan dinlenmeden konuþtuklarý tuhaf bir film daha çekmiþti. Tuhaftýlar, gariptiler ama "iþ yapmýþtýlar." Ýþ yapmýþtý. Baþarmýþtý. Ruhunun boþluklarýndan birini daha doldurmuþtu. Böyle diyor, iyi hissediyordu kendini. Yaþama bir yumruk daha sallamýþtý. Bir kuleyi daha fethetmiþti. Hamle
DERKENAR
etmiþti. Hamlesi boþa çýkmamýþ, yumruðu havaya toslamamýþtý. Fakat o çocukla karþýlaþtýðý gün. Çocuðun söyledikleri. Çocuktan iþittikleri... Ne çok þey yaþamýþtý. Ne çok þey istemiþti. Ne çok þey elde etmiþti. Ticarete atýlmýþ, iyi paralar kazanmýþtý. Altlarýndan ýrmaklar akan Çin evlerinde dualar etmiþti. Mevlevi olmuþ, sema etmiþti. Bir mezar taþýný andýran külâhýný deðil ama bir mezarý andýran siyah cübbesini boþluða savurduðunda, mezarlarýndan boþanmýþ ruhlarýn mahþer yerine doðru yürüyüþlerini andýrýrcasýna, dönmüþ, dönmüþ, dönmüþtü. Muhabir de olmuþtu. Köþe yazarý da. Ahçý yamaðý, terzi çýraðý, debbað kalfasý da olmuþtu. Resim yapmýþ, þiir yazmýþ, inþaat mühendisliðini denemiþti. Bir barajýn inþaatýyla uðraþýrken dizginlenmiþ sularý seyretmiþti. Sularý sakinleþtiren insanoðlunu, tuhaf bir uzay yaratýðýný düþünür gibi ürpererek düþünmüþtü. Bütün renkleri görünceye, bütün hazlarý tadýncaya, bütün naðmeleri duyuncaya kadar... demiþti. Dediðini yapmýþtý. Yaptýðýný düþünmüþtü. Bütün boþluklarý doldurduðuna, yaþanýlasý her þeyi yaþadýðýna inanmýþtý. Bir insanýn yaþayabileceði her þeyi yaþadýðýna inanmýþtý. Mutmaindi. Emindi. Fakat o çocukla karþýlaþtýðý gün. Neredeyse hiç kimselerin kalmadýðý o ýssýz köyde. Tiyatro sahnelerinden fýrlamýþ kadar düzenli, temiz, o köy meydanýnda. Bir pýnarýn yaný baþýnda. Kýnalý elleriyle bakýr helkelere su dolduran o kýz çocuðunu gördüðü zaman. "Senin adýn Zeynep mi?" diye soruverdiðinde. Kýz þaþýrmýþ görünerek "Evet!" dediðinde. "Nerden bildin?" dediðinde. Garip bir gurura kapýlarak kýza anlatmaya baþladýðýnda. "Ben her þeyi biliyorum. Güzel çocuk, o kadar çok yer gezdim, o kadar çok insan tanýdým, o kadar çok yol yürüdüm, o kadar çok þeyi merak ettim ve o kadar farklý 'göz'ün içinden baktým ki dünyaya..." diye baþlayýp tüm yaþadýklarýný anlattýðýnda. Heyecanýný bastýrýncaya, acýlarýný unutuncaya kadar anlattýðýnda. Tuhaf bir gurura kapýlýp da konuþmaktan yoruluncaya kadar anlattýðýnda. Bütün bunlarý neden anlattýðýný kendine hiç sormadan anlattýðýnda. Onun bir anlýk soluklanmasýný fýrsat bilen çocuk. "Ben hiçbir þey bilmiyorum." demiþti. "Doðdum, büyüdüm, burdayým. Mektebe neye de göndermediler, uzaktýr diye. Nenemin davarlarýný güderim, helkelere su doldururum. On beþ
senedir bu daðlara bakar dururum." demiþti. Bu birkaç cümleyle karþýsýndaki maðrur adamý zehirlediðinin farkýnda deðildi. Hiçbir þey bilmiyordu demek. Hiçbir yer görmemiþti. Hiçbir tecrübenin içine girmemiþ, bu ýssýz köyün yollarýndan baþka yollarda yürümemiþti. Acaba bu nasýl bir þeydi? Hiçbir þey bilmemek, hiçbir yer görmemek... Bunu yaþamamýþtý iþte! Terk edilmiþ bir köyde, nenesinin davarlarýný otlatýp helkelerine su dolduran çocuk olmak! Bu nasýl bir þeydi? Yaþanan onca þeyden sonra, bütün dehlizlere girdiðini, bütün sokaklarý arþýnladýðýný sanýyorken... Bunu bilmiyordu iþte! Ve hiçbir zaman bilemeyecekti. Yaþananlarý yaþanmamýþ kabul etmek, bir ýrmaðý, yayýndan fýrlamýþ bir oku geriye çevirmek, söylenen sözü söylenmemiþ saymak mümkün deðildi. Yaþamý bütün kanatlarýyla ele geçiremeyecekti. Bu uzun yolculuðun sonunda bilip bileceði buydu iþte. Gözleri, hayatý gerçekten tanýmýþ insanlarýn gözleri gibi hüzünle doldu. Odasýnda olmayý diledi o zaman. Bu yolculuða çýkmadan önce, henüz hiçbir þeyi denemeden önce bulunduðu eve dönmeyi diledi. Döndüðündeyse hiçbir þey bulamadý orada. Kütüphanesi haddinden fazla sýradan ve sýnýrlýydý. Þehir yoksul ve sessizdi. Bütün insanlýk birden yaþama umudunu yitirmiþ gibiydi. Bir zamanlar görüþebilmek için ne diller döktüðü arkadaþlarý heyecansýz ve umutsuzdular, susuluyordu. Küçük bir mescide girip namaz kýldý. Dua etti. Kurtuluþ, dedi, Allah'ým, kurtuluþ mümkün mü? "Bu sefalete aldýrmayarak. Bu yalnýzlýða tahammül ederek. Bu sýradanlýða katlanarak yaþamalýsýn!" denildi ona. "Bekle, bekleyenler için kurtuluþ yakýndýr." Kendisine denileni yaptý. Çalýþma odasýnýn yalnýzlýðýnda Allah'ý ve sessizliði düþündü. Yaþadýðý onca þeyi. O uzun serüveni. Aylar sonra kapýsýný aydýnlýk yüzlü bir genç çaldýðýndaysa, konuðunu derin bakýþlarla süzdü. "Hayatý bütün kanatlarýyla kucaklamak, bütün renkleriyle yaþamak istiyorum." diyordu genç. "Öylesine yoðun yaþamalýyým ki, haritamda bir tek boþluk kalmamalý. Bütün yollarý denemeli, bütün hazlarý tatmalýyým. Öyle bir kaybolmalýyým ki hayatýn içinde..." Kendisinden bir þeyler söylemesini isteyen genci suskunlukla karþýladý. En gerçek ve en keskin cevabý hayatýn verdiðine inananlardandý çünkü o. 7
DERKENAR
Cihan Aktaþ: Kendimi feminist olarak tanýmlayarak sýnýrlamam Söyleþen: Taha Ayhan Yazar mý, kadýn yazar mý, baþörtülü kadýn yazar mý? Bu sorunun cevabý, baðlamýna göre deðiþebilir. Esas olarak ilki, bazen de diðerleri. Yazarlýk kalitesi, yetkinliði açýsýndan bakýlacaksa, sadece 'yazar.' Hangi þartlar altýnda yazdýðý, ne neyi niçin yazdýðýnýn anlaþýlmak istenmesi durumunda ise, zaman zaman ikinci ve üçüncü tanýmlar kullanýlabilir. 'Kadýn yazar' olarak adlandýrýlmak beni rahatsýz etmez, çünkü kadýnlarla erkeklerin dünyasýnýn, algýlarýnýn farkýnýn deðerine inanýyorum. Yazýnýn uçsuz bucaksýz enginliðinde karýþmalar, kaynaþmalar, kavuþmalar olabilir ama iki farklý dünyadan yükselen seslerin ayýrt edilmesi hiç zor deðil. Yazýnýn bir cinsiyeti olabilir ama yazarlýk kalitesinin cinsiyeti olamaz. Þu var yalnýz, yazarlýk niteliði açýsýndan 'kadýn yazar' tanýmlamasýyla sýnýrlandýrýlmak da istemem. Sonra, ister istemez 'baþörtülü kadýn yazar' olarak da adlandýrýlýyorum. Bu adlandýrma bazen bir iþaretleme ve sýnýrlama anlamýna geliyor ama bazen de benim için, yazarlýkta yapmak istediðim þeyleri, almak istediðim yolu ne kadar zorlukla, aykýrý bir þekilde gerçekleþtirmeye çalýþtýðýmý hatýrlatýyor. Baþörtülü yazar olarak iþaretlendiðinizde, bir yazar olarak baþörtüsü alanýyla sýnýrlanmanýz da beklenebiliyor. Bunun önemi yok gerçi. Sonuçta eðer rol yapmýyorsanýz, dürüst bir þekilde iletmelisiniz algýlarýnýzý okuyucunuza. Dolayýsýyla sizden bekleneni deðil, beklenmeyeni de deðil, sizin açýnýzdan yazýlmadan edilemeyeni anlatmanýz yeter. Oluþturduðunuz öykü dünyasýyla kapalý devre yayýn yaptýðýnýz söylenebilir mi? Yoksa bu, özellikle sergilediðiniz bir tavýr mý? 'Kapalý devre' derken, belki yazarýn kendi dünyasýyla sýnýrlanan, belli temalarýn etrafýnda dönüp dolaþýn bir öyküyü kastediyorsunuz. Bence doðru olan zaten bu: Her yazar kendi tarzýný geliþtirmeli, kendi temalarýný her açýdan yeniden ve yeniden ele alabilmelidir. Olaydan, konudan
8
baðýmsýz bir öykü ya da hikaye yazmaya çalýþmýyorum aslýnda, tam tersi doðru: Olaysýz, kiþinin kendi 'ruhsal' diye nitelendirilebilecek durumlarýnýn etrafýnda devinip durduðu, aslýnda devinmeyi de baþaramadýðý hikayeyi sevmiyorum. Ayrýca yazarla hikaye arasýndaki o yapmacýk anlatýma yol açan tuhaf perdeyi de sevmiyorum. Öyleyse 'kapalý'dan kastedilen ne olabilir diye düþünüyorum... Çeþitli zamanlarda yazýlmýþ birkaç öykümü ele alalým: 'Seçilen' öyküsüyle 'Ýlk ve Son Fotoðrafýn', 'Bal Festivali', 'Þemsiyenin Altýnda', 'Boþluk', 'Daðýn Öteki Yüzü', 'Boþ Koltuk', 'Halama Benzediðim Ýçin', 'Mantar Çocuk', 'Nesimi'nin Ölümü', 'Dað Yolcularý', 'Uzun Cümle', 'Baþka Türlü Bir Aþk' ve son olarak da 'Kuzu Kayboldu' arasýnda, o kapalý dediðiniz þeyi oluþturan hangi ortak noktalar var diye düþünmek gerekiyor belki... Emin deðilim. Hem bir yazar neden dönüp dönüp ayný þeyi yazmasýn, o þeyi her açýdan, ama her açýdan görmek ve göstermek istiyorsa... Ve bu 'kapalý devre' denilen þey olmaktan çok, bir þeyi açýða vurmak, dýþa vurmak, dolayýsýyla kurtarmak anlamýna gelmez mi... Bir kurgudan, önceden tespit edilmiþ bir imajlar bütününden yola çýkarak yazýyor deðilim; içimde geliþen, büyüyen, beni çarpan veya bana çarpan þeyleri yazmaya devam etmek istiyorum. Kadýn-erkek ve insan iliþkileri baðlamýnda, sizce modern dünyanýn sorunu nedir? Kadýnlar ve erkekler gerçekten kadýn ve erkek, bunun için de gerçekten insan olmalýlar diye düþünüyorum. Bu da insanýn tarihin, toplumun ve tabiatýn kendisine yüklediði bütün yükleri sürekli sorgulamasýyla mümkün. Modern öncesi zamanlarýn tarihi, kadýnýn en azýndan dil olarak ortada olmadýðý dönemlerin tarihi. Bu kadýnlarýn var olmadýðý, varoluþsal sýkýntýlar yaþamadýðý, sanatla ilgilenmediði, eserler vermediði anlamýna gelmiyor. Ama eðer güçlü deðillerse, güçlü ailelere mensup deðillerse, kadýnlarýn kolayca ezilmesini, bastýrýlmasýný, kendilerini yitirmesini,
DERKENAR
dolayýsýyla da çarpýklaþmasýný ve zayýf düþmesini saðlayan bir iliþkiler düzeneði hala mevcut. Bunu sorgularken giderek meseleyi piyasaya, dolayýsýyla ayaða döken söylemlerin, kadýnlarýn ezilmiþliðine katkýda bulunmaya devam ettiðini düþünüyorum. Baþka bir ince ayrým daha var burada: Radikal feminizmin avami bir yorumunun yol açtýðý bir 'erkek yorgunluðu bu.' Erkekler, gerçekte nasýl olmalarý gerektiðine karar veremeden, bulunduklarý durum ya da olmaya çalýþtýklarý haller konusunda sürekli þüpheye düþürülüyor ve sürekli baský altýnda tutuluyorlar. Dolayýsýyla yakýn zamana kadar cinsel açýdan özellikle kadýnlarý kontrol eden ve baský altýnda tutan piyasa, artýk erkeklere de ayný baskýyý uyguluyor. Vahþi kapitalizm ve modern kent içinde erkekliðin yaþadýðý bir paradoks var: Hýzýný ve hayal gücünü sýnýrlayan modern kentte baþarmak için kendi sýnýrlarýný zorlamasý gerekiyor. Bunun sonuçlarýndan biri, bir tür yenilgiyle 'erkeklikten düþmek', yani bir tür yozlaþmayla 'diþileþme.' Baþka bir sonuç ise zahirde baþarýyla gelse bile asaletten yani kahramanlýktan vazgeçerek yozlaþmak. Wordsworth'un þiirlerini yorumlarken Camille Paglia'nýn dediði gibi: “Kadýnlýk yerleþik zamanýmýzýn insaný sanki bile bile emek harcahayatý kapladýðýnda, erkeklik bu hayattan sürgün mak istemiyor. edilir. Hayat üzerinde hiç bir hak iddia edemez.” Bu sabýrsýzlýkta ya da hevessizlikte, ayrýca Benzeri bir paradoks kadýnlar için de geçerli: kararsýzlýkta özellikle kadýn açýsýndan, belki Daha fazla kadýn olmak artýk sanki daha fazla piyasanýn, modanýn, modern hayatýn her þeyi kadýna iliþkin reklamcý ve modacý imgelerine yerhýzla tüketmeye dönük temposuna ilaveten, leþmekle mümkün. Oysa esasýnda bu imgeler, romantik aþkýn veremden solduran marazi etkimedyatik sublimasyonlarla var edilen plastik bir sine karþý bir tepkiden de söz edilebilir. “Yirmi kadýnla ilgili. Aslýnda akýlcý ve fetihçi baþlangýyýllýk aþk kadýný harabeye çevirir, yirmi yýllýk cýyla 'eril' bir niteliði olan modern uygarlýk diþil evlilik ise kadýný devlet dairesine dönüþtürür” bir evreden geçiyor. demiþti, Wilde. Kadýn ve erkek iliþkisinde yitirilen aþk boyutuna da iþaret etmek gerekiyor belki. Aþkýn ödevMüslümanýn modern hayatla çeliþkileri nasýl leri yok, sadece haklarý var; týpký insan haklarý giderilebilir? gibi, ödevin git gide önemsizleþtiði bir manifesMüslümanlýðýmýzý oluþturan þeyleri korumaya tosu var günümüz aþklarýnýn. Burada da aþkýn bir çalýþarak yaþamalýyýz, çeliþkigösteriyi gerçekleþtiriyormuþ Yakýn zamana kadar lerimiz bazen zorlar bizi ama gibi yaþamanýn ötesinde neden ayný zamanda da bizi biz yapar. cinsel açýdan özellikle hissedilemediðine bakmak gekadýnlarý kontrol eden ve Belki anakronik olmamaya rekiyor. Ýnsan bir zamanlar aþýk çalýþmalý, Hazreti Ali'nin dediolduðu kiþiye emek vermek baský altýnda tutan piyasa, ði gibi; “Ýçinde yaþadýðýmýz istemiyorsa, aþk da biter. Aþký artýk erkeklere de ayný zamanýn ayýrdýnda olmalýyýz.” besleyen, yeniden üreten sadaModernliðe ve geleneðe baskýyý uyguluyor. kat ve özveri gibi deðerlere ise 9
DERKENAR
merkezinden bir geleneksellik savunusunun iliþkin, insaný kapalý devre düþünmeye ve yaþavaracaðý en mantýklý sonuç ise, müzecilik ve maya zorlayan kullanýþsýz taným ve kabullerden müzayedecilik olabilir. vazgeçilerek iþe baþlamakta yarar var. Canlý ve Müslümanlar modernlik tartýþmalarýnda artýk yaþayan bir gelenek, içinde bulunulan zamaný da günümüz toplumlarýnýn gezegen, sýnýrlandýrýlakuþattýðý, çözdüðü ve kapsadýðý ölçüde modernmayan, baskýya ve dayatmaya ya da oldu bittiye likle bütünleþir. Gündelik hayatýn eleþtirisini getirilemeyecek denli deðiþmiþ yapýsýný dikkate dikkate alan bir eleþtirinin hem ciddiye alýnacak almalýdýr. Bu özellikler dikkate alýnmadýðý takhem de yapýcý bir etkisi olacaðý kanýsýndayým. tirde önceki toplumlarda düzeni ve bütünleþmeMüslümanlar aslýnda Batý uygarlýðýna ve modern yi saðlamaya dönük önlemler, günümüz toplumhayat tarzýna doðru eleþtirilerde bulundular ama larýnda ancak kaosa ve parçalanmaya yol açabilirbu eleþtirileri kullanýþlý üsluplar ve araçlarla öne ler. Ya da önceki toplumlarda cemaate güç veren sürmekte yeteri kadar baþarýlý olamadýlar. Bu birliktelik tarzlarý, günümüzde gettolaþmanýn nedenle de sözgelimi hýzlý yaþanan hayata ve problemlerini sergileyebilirler. Bugün Allah'ýn tüketime yönelik eleþtiri Batýcý bir kiþilikten dindar kullarý bir cemaatin üyesi olmanýn rahatyükseldiðinde övgüye deðerken, müslümanlarlýðýna sahip olamazlar, önce o cemaate hayatiyet dan yükseldiðinde köylü nostaljisi sayýlmýþtýr. kazandýrmakla mükelleftirler. 'Kahraman (ya da Varoluþun biraz daha derin ve ön anlamlarýný özne) nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsýn, keþfetmeye dönük hayat tarzý arayýþlarý Batý kendi özünün huzurundadýr; çünkü görebilen dünyasýndan ya da bu dünyayla iliþkilendirilen kusursuz göze sahiptir', diye kiþiliklerden geldiðinde yüceltilirken, bu yöndeki keþif “Yirmi yýllýk aþk kadýný yazýyor Campbell. Laik devletin evrensel planda oluþturduhatta koruma çabalarý müslüharabeye çevirir, yirmi ðu bir tür sürü bilinci karþýsýnman toplumlar ve kiþiliklerle yýllýk evlilik ise kadýný da kul, kurtuluþu artýk toplumirtibatlý olduðunda neden devlet dairesine dan beklememelidir, belki tam kötülenirler ki? Bu bir anlaþýltersi doðrudur, yani topluma ma zorluðu olmaktan öte, dönüþtürür” demiþti, rehberlik edecek olan sahiden Türkiye gibi çaðdaþ uygarlýðý Wilde. de sürüden ayrýlmýþ birey ya da yakalama sendromu olan bir bireyler toplamýdýr. (Joseph Campbell, Kahramanýn ülkeye has, çaðdaþ uygarlýk konusunda soru ve çekinceleri olan müslümanlarýn iliþki biçimlerini, Sonsuz Yolculuðu, Kabalcý, sf. 434.) seçim ve kararlarýný da etkilemekte olan bir dil Vasat ümmet ya da sýrat-ül müstakim ne tam ve algý problemidir. olarak geçmiþtekine benzeyen ya da ondan Demek ki dil ve edebiyat insanlara göründükopuk, ne de kendisini içinde bulduðumuz staðünden daha önemli, tabiatýyla dil ve edebiyatýn tik, baskýn yapýnýn iþaretleri ile anlaþýlýr bir kapsadýðý, kuþattýðý her þey. Bu durumda siz de toplum, bir yol olarak mümkündür. Cemaat eski bana, dil ve edebiyat neyi kuþatmýyor ki diye sogörünümleriyle varlýðýný sürdüremeyebilir, rarsanýz, haklý olduðunuzu kabul etmem gerekir. mümin kendi birey derinliðinin içinde kaybolmakta olan biri gibi görünebilir. Ama cemaat ve Müslüman mý modernleþmeli, modernleþme kul -yadýrgamalara yol aça aça- uygulamada geçermi müslümanlaþmalý? li olan biçimlerden bir kýsmýyla bir þekilde Niye bu þekilde kesin iki seçenek olmalý ki bütünleþirken ayný zamanda Asr-ý Saadet'le, önümüzde... Gerçekten de dinsel olan bir dolayýsýyla Kur'an'la da bir bütünleþme saðlamayý gelenek, bir akýþ halinde içine ala ala, önüne kata baþarabilir; bunun anlamý ayný kurtuluþun kata ama ayný zamanda içindekileri süzerek, deðiþmiþ gibi gözüken ama özde ayný kalan önündekileri eleyerek 'gelen' paradigma ise, mosimgelerle ortaya çýkmasýnýn mümkün olduðu. dernlikle yeni açýlýmlar kazanmaktan kaçamayacaðý ölçüde hayatýn içinde, tarih dýþýna düþmeyeMüslüman dünyanýn modernleþmesinde cek kadar çaðdaþtýr. Modern bir hayatýn model, Türkiye midir, yeni Irak mý? Yoksa bam10
DERKENAR
baþka bir tasavvur mu gerekir? Irak'tan bir model olarak niye söz etmemiz gerektiðini hiç anlamýyorum. Sadece ironik bir deðinme olabilir bu. Suni doðumla hayat bulmuþ bir ülke Irak. Türkiye her zaman için, bütün olumsuz tecrübelerine raðmen bir çekim merkezi, kendisinin bile dýþlayamayacaðý kadar etkili ve istemese bile etkin, bunu söylemek pekala mümkün. Keþke politikacýlarýmýz da günlük ya da kýsa vadeli hesaplar yapma, bu hesaplara dayalý projelerle oyalanmanýn ötesinde, bu zorunlu role açýlým kazandýran bir vizyona sahip olabilselerdi.
pazarlanýyor. Zýtlarýn birliðine inanýyorum; biri ötekini gerektiriyor, biri çarpýldýðýnda diðeri de çarpýlýyor. Tüketici kültür tarafýndan oluþturulan kadýnca duruþun ötesinde, bir kiþilik arayýþýný önemsiyorum. Erkekliðin de benzeri bir þekilde, kahramanlýkla ilgili, dolayýsýyla uzlaþmacýlýktan ve gemisini yürüten kaptandýr tavrýndan öte asil bir duruþla, emek verilmiþ bir 'ekmek parasýyla' alakalý yanýna inanýyorum.
Türkiye'deki kamusal alan problemi için çözüm öneriniz nedir? Ýnsanlarýn ikiyüzlü davranmaya zorlanmayacaðý, kiþilik bölünmelerine uðratýlmayacaðý, dolaModern dünyanýn kadýn-erkek iliþkilerine yýsýyla kiþiliklerin saðlýklý ve tabii geliþimlerine getirdiði cinsellik algýsýna dayalý dar bakýþ açýsýnimkan tanýyan, bunu teþvik eden ve destekleyen dan nasýl kurtulunur? bir kamusal alan, biricik çözüm yolu olabilir. Yukarýda da söyledim bunu; onu karþýt, Kamusal alan deðerden arýndolayýsýyla ya fethedilecek ya dýrýlmýþ bir alan olamaz, önceda inkar edilecek öteki cins Kadýnlarýn kiþiliklerini likle bunun kabul edilmesi olarak görme yerine, bir insan çarpýtan baskýlarý ve bu gerekir. Bu durumda mevcut olarak görebilmeyi baþarmakla... Dolayýsýyla mesele tama- baskýlarý oluþturan zihniyeti olan deðerlerin bir tahakküm, men insana verdiðimiz anlama eleþtiriyorum ama kendimi saldýrý, baský ve dayatma aracý olarak kullanýlmamasý, yorumdönüyor. Ýnsan Sûresi'nin ilk ayetini bu açýdan çok önemli feminist olarak tanýmlayarak lanmamasý için neler yapýlabuluyorum: 'Ýnsanýn üzerin- sýnýrlamam. Feminizm insan- bilir sorusu üzerinde düþüden, henüz kendisinin bir in- lýk tarihine ya da yazýlý tari- nülmesi gerek. san olarak anýlmadýðý uzun bir Kamusal alan tarafýndan he eleþtirel bir bakýþ açýsý süre geçmedi mi?' þeklinde, yutulmamaya iliþkin baþka bir getiriyor ama bir dünya varoluþsal, sorumluluk yükledüþüncem de þöyle: Totaliter görüþü sunamýyor. yen, düþünmeye ve eylemeye yönetim ve toplum kurma çaðýran bir soru. Ýnsan her tecrübelerinin bize öðrettiði þeyden önce kendini bir eser gerçekleþtiriyormuþ bir þey var; kamusal alanda kaybolmamak, kiþisel gibi 'insan' yapmakla sorumlu. Cinsiyet kimliði bir maharetle, hünerle mümkün her þeyden anlamda bir bütünlenme, tamamlanma da, sahici önce. Yani mesela baþörtüsünü, geliþtirmekte ve ve düzgün bir insan olmanýn bir gereði, ayrýlmaz bütünlemekte olduðum kiþi olarak kendimi bir parçasý. imleyecek bir özgünlükle örtebilmeliyim. Bu 'Mahremiyetin Tükeniþi' isimli kitabýmda bu durumda kiþiselliðin vurgusu yayýldýkça, bakonuya iliþkin bir deðini vardý: Biri, ötekini þörtüsüne yönelik yasaklama ya da buna koþut yitirmemeli. Kadýnlarýn kiþiliklerini çarpýtan herhangi bir emir, bir yere kadar etkili olabilir. baskýlarý ve bu baskýlarý oluþturan zihniyeti eleþKendi deðerleriyle, deriyle et gibi bütünleþmedir tiriyorum ama kendimi feminist olarak tanýmlabu. Mao gömlekleriyle aynýlaþtýrýlan Çinlilerin, yarak sýnýrlamam. Feminizm insanlýk tarihine ya siyah çarþaflý fotoðraflarla kamusal alanda kayda yazýlý tarihe eleþtirel bir bakýþ açýsý getiriyor bolan Ýranlý kadýnlarýn bize öðrettiði bir þey var. ama bir dünya görüþü sunamýyor. Ve zaten tek bir Ýran'ý ele alalým: Devrimden sonra kadýnlar için kadýn bakýþ açýsý diye bir þey de yok. 'Kadýnca', kamusal alanda bir forma giyim tarzý dayatýldý. evet ama neye göre, kime göre 'kadýnca'. GünüAncak kadýnlarýn zaman içinde gösterdiði tepki, müzde kadýnlýk da erkeklik de hazýr giyim gibi bu dayatmanýn biçimini ve içeriðini deðiþtirdi. 11
DERKENAR
Erkekler, geleneðin kendilerine saðladýðý imtiyazlarý olduðu gibi sahiplenmeye devam ederken, ayný geleneðin yüklediði sorumluluklarý, gerekli bir titizlikle yerine getirmemeye baþladýlar. Ya da þu: Kadýnlara bir yandan geleneðin taþýyýcýsý olmalarý, dolayýsýyla da hiç deðiþmemeleri sorumluluðu yüklenirken, bir yandan da onlardan büyük deðiþmelere direnecek bir donanýma sahip olmalarý bekleniyor. Bir yandan evin sýnýrlarý içinde yaþarken ayný zamanda da toplumdaki hýzlý deðiþmelere direnecek, onlarý etkisiz hale getirecek kadar toplumsallaþmýþ olacaksýn... Toplatýlan, sonra da beraat eden ‘Bacýdan Bayana-Ýslamcý Kadýnlarýn Kamusal Alan Tecrübesi’ isimli kitabýmýn yazýlarýnýn konusuydu bu: Kadýn 'bacý' olsun istenirken, saygý ve itibarýn, katýlým imkanlarýnýn ve iþbirliði öneren projelerin 'bayan'a yöneltilmesi de bir baþka paradoks.
Takva ile gerçekleþmesi arzu edilmesi gereken deðerin emirle ve yasakla mümkün olamayacaðýný ortaya koyan bir deneyim bu. Þimdi kadýn kitleleri çoðunlukla bizde geleneksel olarak bilinen, Ýran'da 'örfi' olarak adlandýrýlan bir tarzda baþlarýný örtüyorlar. Forma tarzý giysinin kanunen var olduðunu ileri süren çevreler zaman zaman yakýnsalar ve baský yapma hakkýný savunmayý deneseler bile, o örtünme tarzý yukarýdan sunulan formanýn yerini aldý. 'Acý çekmiþ yüzünde' kitabýnýzda kadýn-erkek ve evlilik temelli öyküler var. Bu öyküleri yazmaya sizi iten sebep neydi? Bir süreçle alakalý hikayelerdir onlar, tek bir sebeple ya da kiþiyle ilgili olmakla sýnýrlý deðiller. O hikayelere dönüp baktýðýmda, yukarýda da deðindiðimiz bir köþeye sýkýþtýrýlma durumunu yansýttýklarýný görüyorum az çok: Hani, ya geleneksel olacaksýn ya modern, kadýn olarak ya evinde oturacaksýn ya da fitne-fesat kaynaðý sayýlmaya katlanacaksýn. Masumiyetini koruyarak sokaklarda dolaþmak imkansýz mý? Ayrýca, eskisi kadar geniþ ve ferah olmayan evlerde kadýnlarýn hiç bir deðiþme olmamýþ gibi üretimde bulunmalarýnýn beklenmesini de yadýrgýyordum. Bu konudaki sosyolojik tespitleri de þöyle sýralayabilirim: 12
Takdir ettiðiniz ya da beðendiðiniz genç yazarlar var mý? Az çok izlemeye çalýþýyorum, evet. Bazýlarýnýn eserleri elime ulaþýyor, ulaþmayanlarý da bir þekilde incelemeye gayret ediyorum. Dergileri de izlemeye çalýþýyorum. Eskisi kadar yeni çýkan dergilerin peþinde koþamýyorum ne yazýk ki ama internet bu alandaki açýðý az çok kapatmamda yardýmcý oluyor. Son yýllarda Dergah merkezli bir þair kuþaðý var özellikle, þiirleri bana yakýn geliyor, çeþitli dergilere daðýldýlar, dergiler çýkarýyor kapatýyorlar, þiir için, hikaye ve eleþtiri için. Bir adanmýþlýklarý var, bir uzlaþmazlýklarý, ayný zamanda þiiri ve yazýyý zorlayan ya da güdümlemeye çalýþan baskýlara karþý bir direniþleri; iþte onlarý elimden geldiðince izlemeye çalýþýyorum. Ýran ve Türk edebiyatlarýnýn batý-doðu yönelimini nasýl görüyorsunuz? Bu açýdan iyimserim aslýnda. Sinemada olduðu gibi edebiyatta da artýk giderek daha aðýrlýklý olarak yerli, canlý, sahici imgeler aðýrlýk kazanýyor. Televizyonun seyirciliðe alýþtýrmasýna karþýlýk insanlar okumaktan kopmuyorlar. Eskisine göre daha saðlýklý, kendi dili ve tarihiyle, geleneði ve kültürüyle barýþmaya çalýþan, ayný zamanda da gündelik hayatla ilgili bir edebiyat geliþiyor. Ýnsanlar genellikle bulunduklarý zaman
DERKENAR
diliminden yakýnma eðilimindedirler. Orta yaþlarda bu, kendi kuþaðýnýn altýn çaðýna dönük bir aðýt yakmaya filan dönüþür ve bazen, bir yas psikolojisiyle yýkýcý bir boyuta ulaþýr. Evet, eleþtiri alanýnda çok da mükemmel bir görünümü yok edebiyatýmýzýn, yani yazarlar kendi kendilerine kýymet vermeye mecbur býrakýlýyorlar. Buna karþýlýk kitap dünyasý canlý, kitaplar yayýnlanýyor, bazen yazarlar týpký televizyon yýldýzlarý gibi parlayýp sönseler bile, yazýya yönelik ýsrar, yayýnevlerinin editör odalarýnda yýðýlan dosyalar, yazmanýn ve okumanýn hayatýmýzda kazandýðý anlamýn asla küçümsenemeyecek ve ikame edilemeyecek yerini koruduðunu gösteriyor.
ti. 80'li yýllarda bir de ideolojik olarak bir özgüven kaybý yaþayan solcularýn bu alandaki bunalýmlarýný, ayrýca askeri darbe sonucu maruz kaldýklarý sýkýntýlarý, aydýnýn toplum karþýsýndaki tedirginliðinden kaynaklanan yalnýzlýðýný konu alan filmler çok gündemdeydi. Bu filmlerin dili, Uçurtmayý Vurmasýnlar gibi birkaç iyi film bir yana, genellikle solcu aydýnlarýn toplumlarýndan kopukluðunun anlaþýlmazlýðýyla maluldur. Gerçekçilik iddiasý taþýmakla birlikte, gerçekleri eklektik bir þekilde dillendirirler. 90'larda kýsmen solculuðun kendi içindeki hesaplaþmalar sonucunda yüzünü kendi toplumuna döndürmesinin etkisiyle, daha inandýrýcý ve iyi iþlenmiþ senaryolara dayanan filmler yapýlmaya baþlandý. Ayrýca ideolojik þartlanmalarla kendini kýsýtlamayan, görece olarak daha perdesiz bir bakýþa sahip yönetmenler ortaya çýktý. Ýran sinemasýnýn baþarýsýnýn bu yönetmenleri cesaretlendirdiðini söylemek mümkün. Bu yönetmenlerden biri olan Nuri Bilge Ceylan'ýn eserlerindeki Kiyarüstemi etkisi bunun bir göstergesi. Sinema pahalý bir sanat, dolayýsýyla da teknik. Bu açýdan Türk sinemacýlarýnýn kendilerini göstermeleri, devlet tarafýndan desteklenen meslektaþlarýna göre daha zor. Türkiye'de televizyon dizilerinin, usta yönetmenler ve sanatçýlarýn mesleki performanslarý açýsýndan bir handikap teþkil ettiði söylenebilir.
Ýran sinemasýnýn geliþim çizgisi Türk sinemasýndan daha mý üstün görünüyor? Ýran sinemasý bir ekol oluþturdu, bu açýk. Ýran sinemasýnýn yaptýðý sýçramayý borçlu olduðu açýlýmý son on yýldýr Türkiye sinemasýnda da izliyoruz gerçi. Her iki ülkede de sinema birbirine benzeyen süreçlerle ilerlediler, en azýndan 1979'daki Ýran devrimine kadar bu böyle oldu. Sözgelimi 70'li yýllarda bir tarafta toplumdaki gelir uçurumunu ve adaletsizliði yansýtan toplumsal gerçekçi filmler, diðer tarafta ise kliþe aþk hikayelerini iþleyen filmler vardý ve ayný yýllarda her iki ülkede de sinema seks filmleri tarafýndan felce uðratýldý. Devrimden sonra Ýran sineNiye Ýran'da yaþýyorsunuz? masý, sahip olduðu tecrübenin Ýran sinemasý bir ekol 1998'den bu yana Ýran ve olumlu boyutlarýndan yararoluþturdu, bu açýk. Ýran Türkiye arasýnda yaþýyorum. lanacak þekilde yeni bir baþlansinemasýnýn yaptýðý sýçra- Ýran'da yaþamak benim tercigýç yaptý ve ideolojik gerekçelerle belli bir yöne kanalize mayý borçlu olduðu açýlýmý him deðil, bana kalsaydý sürekli Türkiye'de, özellikle de edildi. Bu alandaki ideolojik son on yýldýr Türkiye kaygýnýn filmlerin üslubuna sinemasýnda da izliyoruz. Ýstanbul'da yaþamayý tercih ederdim. Kendimi bütünüyle yansýmamasýna dikkat edilmeyazmaya verebilmek için, Ýranlý eþimin kendini si, sanat sinemasýnýn teþviki, yerli hikayelerin ve daha rahat ve verimli hissettiði bir yerde yaþaduyarlýklarýn desteklenmesi, Hollywood filmmasýný onayladým. Bu bana bir iç huzuru getirileriyle rekabet gibi bir kaygý bulunmamasý gibi yor, yazmaya daha geniþ bir zaman ayýrabiliyoetkenler, yönetmenleri farklý arayýþlara sevketti. rum, bütün problemlere karþýlýk. Tatillerde Devrime kadar Ýran sinemasýyla neredeyse soluðu Ýstanbul'da alýyorum diyebilirim. Ýyimser parelel bir çizgi izleyen Türk sinemasý, 80'li yýlbir yaným var, bu hayat tarzýnýn getirdiði iyi yanlarda 12 Eylül'ün etkilerini taþýyan filmlere aðýrlarý görmeye çalýþýyorum. Hiç bir yere tam olarak lýk verirken, bu yýllarda hayli seyirci bulan video yerleþmediðimi görüyorum. Bu insaný bir açýdan filmlerinde Yeþilçam sinemasýný bir tür sosyal hafif kýlýyor. Derviþ gibi yaþýyorsunuz. Ýki evim gecekondulaþma olgusuyla birlikte yeniden üret-
13
DERKENAR
var ama aslýnda insanlarýn düzgün bir ev dedikleri þekilde bir evden, öyle bir eve has yaþantýdan, dolayýsýyla yerleþmeye has deneylerden ve tasarýlardan uzaðým. Tabii bir yere yerleþmeyi, aðýrlýklý olarak Ýstanbul'da yaþamayý da istiyorum. Aslýnda bunu hep istedim ama kýzlarýmýn tahsilleri baþka bir etken olarak karþýma çýktý. Oradan bakýnca Türkiye nasýl görünüyor? Benim için her zaman merkez, Türkiye; o nedenle de Türkiye'ye her zaman özlemle bakýyorum. Bu özlem geçen zaman içinde bir alýþkanlýða dönüþtü ama yine de yazarlýðýmýn beslendiði zemin hâlâ, orasý. Türkiye hâlâ canlý bir merkez ve hâlâ yine büyüklüðünün, öneminin farkýnda olmayacak kadar Doðu ile Batý, Ýslam ve laiklik, modernlik ve geleneksellik arasýndaki sýkýþtýrmalarýn, kurmaca tartýþmalarýn, zorlama bunalýmlarýn aðýrlýðýyla malûl. Bir sürü sosyal zelzele yaþýyor ama yine de ayakta, kökleri öylesine güçlü.
Edebiyatla, sinemayla ve sosyolojiyle ilgili planlarýnýz var mý? Planlarým hiç bitmez ki... Gerçek Hayat yazýlarýmý iki-üç ana eksen etrafýnda sürdürüyorum. Ýran yazýlarý, kadýnlar üzerine yazýlar ve þehir yazýlarý, zaman içinde kitaplaþacaklar kýsmet olursa. Daha önce, muhtemelen 2006 baþýnda Ýslamcýlýk üzerine oluþan uzun yazýlarýmdan, sempozyum ve atölye çalýþmalarý konuþmalarýmdan oluþan bir kitabým yayýnlanacak. Eylül’de yeni hikaye kitabým çýkacak, halihazýrda onu yayýna hazýrlýyorum. Bu arada iki-üç yýldýr ikinci romaným üzerinde çalýþýyorum. Roman neredeyse bitti ama iþlemeye devam etmek istiyorum. Allah kýsmet ederse o da muhtemelen 2007 yýlý baþlarýnda yayýnlanacak. Teþekkür ederiz. Ben de bu söyleþi için çok teþekkür ederim. Yayýn hayatýnýzda baþarýlar ve yeteri kadar uzun bir ömür diliyorum.
Cihan Aktaþ: 1960’ta Refahiye’de doðdu. 1978’de Beþikdüzü Öðretmen Okulu’nu, 1982’de Ýstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlýk Fakültesi’ni bitirdi. Mimar, basýn danýþmaný ve gazeteci olarak çalýþtý. Yeni Devir gazetesindeki köþe yazýlardan oluþan Sömürü Odaðýnda Kadýn isimli kitabý 1985’te yayýmlandý. Hz. Fatma (1984) ve Hz. Zeynep (1985) üzerine yaptýðý biyografi çalýþmalarýný, Veda Hutbesi (1985) üzerine incelemesi izledi. Sistem Ýçinde Kadýn (1988), Tanzimat’tan Günümüze Kýlýk Kýyafet ve Ýktidar (1989), Tesettür ve Toplum: Baþörtülü öðrencilerin Toplumsal Kökeni Üzerine Bir Ýnceleme (1991), Mahremiyetin Tükeniþi (1995), Þark’ýn Þiiri: Ýran Sinemasý (1998), Bacý’dan Bayan’a: Ýslâmcý Kadýnlarýn Kamusal Alan Tecrübesi (2001) gibi, araþtýrma incelemeye dayalý çeþitli kitaplarý yayýnlandý. 1991’den itibaren edebiyata aðýrlýk vererek, Üç Ýhtilâl Çocuðu (1991), Son Büyülü Günler (1995), Acý Çekmiþ Yüzünde (1996), Azize’nin Son Günü (1997), Suya Düþen Dantel (1999), Aðzý Var Dili Yok Þehrazat (2001), Halama Benzediðim Ýçin (2003), isimli hikaye kitaplarý yayýmlandý. 1991 Körfez Krizi sýrasýnda tuttuðu günlüðü Turuncu Günler (2003) ismiyle kitaplaþtýrdý. Türkiye Yazarlar Birliði (TYB) tarafýndan 1995’te, Gençlik dergisi tarafýndan 1997’de “yýlýn hikâyecisi” unvanýna lâyýk bulundu. Ýlk romaný Bana Uzun Mektuplar Yaz (2002), TYB tarafýndan “yýlýn romaný” seçildi. Haftalýk ‘Gerçek Hayat’ dergisinde yazýyor. Evli ve iki çocuk annesidir.
Þark’ýn Þiiri: Ýran Sinemasý Kapý Yayýnlarý
14
Halama Benzediðim Ýçin Pýnar Yayýnlarý
DERKENAR
Furkan Çalýþkan Cevapsýz arama Bittik galiba. Koyu olmuþ buradaki bakýþýn, þimdi sen konuþtukça anlýyorum Konuþtukça perdeler daha çýplak býrakýyor, ölmeden kusmalýyým Huysuz dediklerini duydum hani ellerimi uzatýp þöylece Hani çenem düþük omzum dar hani zombi gibi baktým ya Caným buralarda kadýn kokusu kalýcý ve depresiftir Adam sende! Sancý, hýzlan artýk. Üzülebiliriz biraz, müsait bir yerde inebiliriz Arkamýza bakarak yürüyebiliriz, daha neler yapabiliriz, iki kiþinin olduðu heryer Her yer iki göz damýnda, nabzýný kaybeden doktor kadar uysal Ýkimiz kaldýðýmýzda hatýrlat bana Birader! uyudum mu bu durakta Sen þimdi meþgule düþürsem diyorsun bakýþlarýmý Acele etsem oysa ben, bir vaktinde istanbul kiþi gibi bakar düz düz Krem sürmüþ, anlayabiliyorsun hem koku hem düðüm olmuþken, Reyonlara geri býrakýr gibi çok rakamlý bir dünyayý, yumuþak. Sýramý kaybettim. Beni kollama. Kocaman açýp aðzýný, araya reklam alýp gülmekle ilgili bir anýda Sýrýtýrken herkes, fotoðraf gibi tarafsýz, benden yana bakma. Politik ve kurumsal, cebimde portakal dalamadýðým tek aðaçtýn Neyse iyilerden yana bir sýkýntýmýz olmadý, fosforlu ve sonuna yetiþen bir yaþýn Ve bir tatlý kaþýðý ve fazladan iki gün, fena deðil Ben gittim gördüm öyle anlattýklarý gibi deðil zaten anlatmasalardý gitmezdim Uykulu sayýlýrým, fena bile deðil, öpmekle geçmemesi gibi trajik ve yalan Sen bir þeyler demeye çalýþsan ben kessem olur olmaz Hayal iþte kahraman mý olmak gerek, herkes kapsýnýn önünü süpürse falan Kadife bir ceket görmüþtüm, yakýþmýþtý, aslýnda onu giymek gibi, fitilli Uyum yapmak, renkten renge, surat yapmak, Yaþayýp gitmiþ, el sallamýþ olmak için bile bir bahane lazým Belaya bulaþmak için, kangren olmak için Herkes bilir kahvaltýda ne olur az çok, bu da bir mesafedir aslýnda Gidip o ceketi alsa mýydým acaba?
15
DERKENAR
Mesaj alýndý Kâmil Yeþil Bir adam erkenden kalkmýþ cüzdanýný karýþtýrýyordu. Bir çocuk okul formasýný giymiþ, kahvaltý masasýnýn baþýnda anasýnýn önüne koyduðu yiyecekleri atýþtýrmakla meþgûldü. Bir kamyon þoförü, aðzýnda sönmüþ sigarasý ile tek eli direksiyonda, teybe takýlý kalmýþ kaseti deðiþtirmeye çalýþýyor, yolun ortasýnda bir saða bir sola yalpa yapa yapa ilerliyordu. Bir simitçi, sabah aydýnlýðý daha kendini göstermeden evinden çýkmýþ, fýrýna doðru seyirtiyordu. Ýçinde üç polis ve bir bekçi olan bir gece devriyesi, arabayý asfaltýn kenarýna çekmiþ nöbetleþe uyukluyordu. Bir nöbetçi eczacý; acilen kendisine gelen müþteriye bir antibiyotik, bir paket steril pamuk, bir aðrý kesici, bir paket hazýr aybaþý bezi, bir kutu diþ macunu, bir þiþe kolonyadan oluþan istekleri yeþil ve kalýn camlý masaya koymuþ, paket yapmaya çalýþýyordu. Bir doktor, doðumhanede sezaryenle karnýndan doðurttuðu anneye daha önce ultrasonografi ile öðrendiði bebeðin cinsiyetini çocuðun poposuna bir þaplak indirerek haber veriyordu: 'Erkek.' Bir hasta, hastane koðuþunda kolunda serum iðnesi, baþý sarýlý olaraktan hemþirenin gelmesini bekliyordu. Bir genç, evinin tuvaletine girmiþ ayakta bevlediyordu. Bir avukat, kaybettiði dava nedeniyle rüyada davacý ile kavga ediyor, eli ayaðý titreyerekten dosyalarý karýþtýrýyor; davalý, cebine bir tomar parayý doldurduktan sonra bu kez davalý ile birleþip davacýyý mahkûm ettireceðine dair yeminler ediyordu. Bir bekçi, sokak ortasýnda camlarýndan ýþýk sýzan pencerelere baka baka yürüyor, gecenin sessizliðini zehir gibi bölen düdüðünü öttürüyordu. Bir adam, ayný yatakta yattýðý karýsýnýn sayýklamalarýný bir kâðýda yazýyor, sabahleyin ondan hesap sormak için sabýrsýzlanýyordu. Bir gazete daðýtýcýsý, ayaðýný arabasýnýn gazýna olanca aðýrlýðýyla çökerek havadis yetiþtirmek için acele ediyordu. Bir þoför, arabanýn motoru ýsýnsýn diye gaz pedalýnýn üstündeki ayaðýný bir basýyor bir çekiyordu. Bir asker, nizamiyenin giriþinde elinde tüfek, sýrtýnda sorumluluk duygusu, içinde hasret, gözlerinde uykusuzluðun verdiði
16
kýzarýklýk ve acý olaraktan iki ileri bir geri nöbet tutuyordu. Bir þair, uyku ile uyanýklýk arasýnda þiirine çocukluk günlerinin anlamsýz korkularýný merak duygusunun içinde aksettirecek bir imge arýyor, bu arama esnasýnda bulduðu konu dýþý bir imgeyi, baþka bir þiirde kullanýrým düþüncesiyle not defterine yazmak için -masanýn üzerindeki kalemi görmediðinden- ceplerinde kalem aranýyordu. Yeni evli bir çift, kendilerinden geçmiþ bir vaziyette yatak odasýnda oynaþýyordu. Baþbakan, bir taraftan danýþmanlarýn kendisine sunduðu dosyalarý göz gezdirirken, diðer taraftan öðleden sonraki Bakanlar Kurulu toplantýsýna hazýrlýk yapýyor, muhalefet partisi genel baþkanýnýn suçlamasýna vereceði cevabý düþünüyor, yüzüne karþý "Emredersiniz!" deyip arkasýndan bildiðini okuyan bürokrasi için bir þey yapamamanýn sýkýntýsýný basýn aracýlýðýyla ilan eden bakanlarýný uyarmak için notlar tutuyordu. Kalemi elinden býraktýðýnda ise "Ýstiklâl Marþý'ný yazan þairine, ezaný Türkçeden aslýna çeviren ve sonra da asýlan Baþbakanýna sahip çýkmayan ülke bakalým senin deðerini bilecek mi?" diye mýrýldanýyordu. Baþbakan yardýmcýsý, ayný saatlerde kendi çalýþma ofisinde, memurun maaþýna yüzde dört artýþ yaparsak bütçeye ne kadar, yüzde dört buçuk artýþ yaparsak ne kadar yük gelir, onu hesaplýyordu. Bir genel müdür yardýmcýsý, bakanýn yeðeniyle geçmiþ dönemin dosyalarýný karýþtýrýyor; bir televizyon dj'si, kendisine ait olmayan ve bir enkýrmeni taklit ettiði sesiyle doldurduðu programýn bant yayýnýný bilmem kaçýncý kez seyrediyordu. Bir hafýz rahlesinin baþýna geçmiþ Kur'an okuyordu. Hacý Amca'nýn biri yatsý abdesti ile sabah namazý kýlýyor, yükünü bir sað bir sol ayaðýna yükleyerek kýyamda uzun sûreler okuyordu. Bir gece kulübünde bazý kadýnlar ve bazý erkekler kendilerine ait olmayan paralarý yiyor, kendilerine ait olmayan ses tonu ve hançereyle konuþuyor, kendilerine ait olduðunu sandýklarý bedenlerini satýyorlardý. Bir lisans öðrencisi ertesi gün saat on birde gireceði vize sýnavýna hazýrlanýyordu.
DERKENAR
Kendisinin ateist olduðunu zanneden bir gazeteci, ameliyattan önce Allah'a þifa vermesi için dua ediyor, oðlunu bir daha görememek endiþesiyle gözyaþý döküyordu. Papa, cüppemde ve baþýmda taþýdýðým beyazlýðý neden kara cüppe ile örtüyorum, buna bir çare bulmalýyým, diye istavroz çýkarýyordu. Bir Yahudi, biriktirdiði altýnlarý eritmiþ, ondan bir büst yapmak için kalýp hazýrlýyordu. Gümrükten geçerken bu nedir diye sorarlarsa 'Bu, Yahudilere zulmeden Hitler'in bir yardýmcýsý. Evde her gün yüzüne tükürmek için götürüyorum onu.' diyecekti. Bir üniversite rektörü ile bir gazetenin genel yayýn yönetmeni, bir gece kulübünde ayrý ayrý masalarda otururlarken, ayný anda orta masada oturan ve silikon dudaklarýyla gündem oluþturan bir mankene kur yapýyordu. Gazeteci içinden 'Bu kýz bu profesöre cevap verirse yaktým onun çýrasýný' diye geçirirken; profesör 'Bu kýzý elimden bir alsýn, görür onun karýsý. Sözleþmesini fes etmezsem ben de rektör deðilim' diye iç geçiriyordu. Bir bebek, kundaðýnda sebepsiz yere gülüyordu. Bir forvet, etrafýna topladýðý takým arkadaþlarýna attýðý golleri anlatýyor, bir spor yazarý bürosunda o forvetin ne kadar verimsiz olduðuna dair bir yazý çýrpýþtýrýyordu. Budist'in biri hücresinde baðdaþ kurmuþ transa geçmek için gözünü yummuþtu. Radyo yayýnlarý için kiralanan bir apartmanda bilgisayara baðlanmýþ mikrofon sürekli müzik çalarken, nöbetçi spikerler kâðýt oynuyordu. Bir köylü, traktörüyle tarlaya doðru titreye titreye pamuk ekmeye; bir sarhoþ, düþe kalka ve söylene söylene bekâr evine gidiyordu.
Bir papaz, kilisede vaftiz suyu bittiði için yardýmcýsýna kýzýyor, kâselerin görünmez tarafýndan çeþme suyu ile doldurulmasýný istiyordu. Beþikte aðzýndaki yalancý memeyi düþüren bir erkek bebek attýðý çýðlýkla annesini uyandýrýyordu. Bir milletvekili masanýn üstünde þarja baðlý olan telefonuyla tam bakaný arayacakken... Bir baba pantolonun kemerinde kendine has kutusu içinde taþýdýðý telefonu çýkarmaya çalýþýrken... Bir kadýn cicili bicili halis deri çantasýndan, bir çoban kepeneðinin cebinden çýkarýp almayý düþünürken... Bir kadýn çocuðunu emzirirken... Bir mimar yapayalnýz yüksek binalar arasýnda dolaþýrken... Ýnsanlar kendilerine özgü bir iþin baþýnda iken yani, ayný anda ve her tarafta bütün cep telefonlarý iki kere öttü ve titredi. Herkes büyük bir merakla hemen el uzattý aygýtýna. Aygýtta: "mesaj alýndý" yazýyordu. Herkes tuþa bastý; mesaj kutusunu açtý: "oku" komutunu okudu. Bazýlarý, "sil" tuþuna bastý ve okumadan hemen sildi gelen mesajý. Bunu gönderen kim, neden bana gönderildi, bunun bir gereði var mý... sorularýný sormadý. Bazýlarý, telefonun tuþunu açtýktan ve mesajý gördükten sonra hemen kapattý. Mesaj orada, kutusunda yazýlý olarak hapis kaldý. Bu arada bütün telefonlar, geriye dönük iki ötüþ ve titreyiþle bir haber daha verdi: "iletildi"
17
DERKENAR
Þiirin sese ve imgeye dayalý anlam ve anlatým olanaklarý baðlamýnda
Melih Cevdet’in kara kutusu: Karanlýk Çiçeði Ýsmail Alper Kumsar "Diyelim ki ben bir film yapýmcýsýyým ve size bir sahnede karanlýk bir þatonun içinde elinde tek bir mumla yürüyen bir karakteri görüntülüyorum. Siz gelip bana, bu sahneyi aydýnlatmak için bir lamba kullanmayacak mýsýnýz, diye soruyorsunuz. Neden? Eðer ben bu sahnenin karanlýkta çekilmesini istiyorsam, bunun nedeni o karanlýðýn bir anlamýnýn olmasýdýr." diyor Umberto Eco "Açýk Yapýt" adlý eserinde. Þüphesiz "açýk yapýt"tan muradý da budur. "Açýk", düþünüldüðünün aksine kolayca anlaþýlabilir olan deðil; belirli ve koþullu bir anlam dizgesine boyun eðmeyen, anlatmaktan çok gösteren, öðretmekten çok hissettiren ve çeþitli yorumlara elveriþli olan demektir. Bir yerde, hemen bütün sanat eserleri için bunu söylemek mümkündür. Sanat eseri hazýr bilgi aktarmaz, doðrudan bir þeyler öðretmeye ya da ideoloji aþýlamaya yeltenmez. Sanat eserleri bir dünya görüþünün kaynak metinleri deðildir. Hele ki bahsedilen þiir ise bu söylediðimiz daha bir anlam kazanmaktadýr. Haþim'in "Piyale Önsözü"nde ifade ettiði gibi "þiir sözle musiki arasýnda sözden ziyade musikiye yakýn mutavassýt bir lisandýr." O halde bizim þiirde bazý niteliklerin yaný sýra musiki özellikleri de aramamýz mý gerekir? Kesinlikle evet; ancak bu musiki naðmelerinin alçalýp yükselmesiyle vücut bulan bir terennümden ziyade þiirin kendine has ses ve ritm özelliklerini içermelidir. Bunun için, "Þiir her þeyden önce sestir." diyebiliriz. Buradan gelmek istediðimiz nokta þudur: Biz bir þiire "Neden anlama sýrtýný çeviriyorsun? Niçin açýk açýk söylemiyorsun diyeceðin þeyi" deme, bunda ýsrarcý olma hakkýna sahip deðiliz. Anlama sýrt çevirmenin, açýk açýk söylememenin bir anlamý ve gerekliliði vardýr. Sanat eserini, hakikat denilen kör kuyunun soðuk yüzünde dondurmak estetik bir duyarlýlýktan ziyade, zayýf heyecanlara kapýlmaktýr. "Þiir belli bir þeyi anlatmaz" yaklaþýmýyla, "þiir
18
hiçbir þey anlatmaz" savý arasýnda anlam olarak çok fark vardýr. Þiirin de söyleyeceði þeyler vardýr elbette. Ancak bu söylenenler, öyle bir okunuþta tüketilecek cinsten deðildir. Þiir dili, gramer kaidelerinden azade bir yapý içinde, kendine has bir fonksiyon icra eden ve poetik olarak nitelendirilen bir göreve haizdir. Bilinçli bazý çabalar dýþýnda, sokak diliyle rastgele þiir yazýlamayacaðý gerçeði bizi ister istemez bir dil arayýþýna götürmektedir. Bu dil, varlýðýný, kendinden baþka hedefi olmayan uzak çaðrýþýmlarla ortaya koyar. Edebi metinlerin çoðunda, böyle sýra dýþý bir iþlevsel yaklaþýmý, çaðrýþým boyutunu görmek mümkündür. Þiirin çoklu okumaya elveriþli olmasý, dayatýlmýþ bir þey anlatmamasý, gramer kaidelerinden belli ölçüde azade olmasý onu anlamsal tutarsýzlýða da götürmemelidir. Þiirin kendi içindeki/ kendine özgü anlam evreni, onun birtakým anlamsal yapýlar içinde deðerlendirilmesini saðlar. "Baðlam" olarak ifade edilen bu yapýlar birbiriyle koþut anlam dizgeleri meydana getirir. Þiir göstergeleri elden geldiðince geniþ anlam çerçevesi içinde üretilir. Baðlam içinde deðerlendirilmeyen þiir göstergeleri, þiiri tamamýyla mantýksýz bir düzen gibi görmemize neden olabilir. Sözgelimi Melih Cevdet'in "Karanlýk Çiçeði" baþlýklý þiirindeki "çiçek, arý, toprak, çalý..." ifadelerini belli bir baðlam içinde deðerlendirmezsek bunlarýn pastoral bir görüntüleme amacýyla öylesine bir araya getirildiðini düþünebiliriz. Oysa sanatçý bu ürününde aðýrlýklý olarak, varoluþ probleminden bahsetmektedir. Ya da "masa da masaymýþ ha" dizesindeki masayý gündelik hayatta karþýlaþabileceðimiz bir masa olarak algýlamamýz, bizi þiir hakkýnda yanlýþ kanaatlere sürükleyebilir. "Uzak çaðrýþýmlar" ya da "uzak kavram baðýntýlarý" adýný verdiðimiz þiirsel anlatým biçiminde sanatçý, bir kavram ya da imgeyi, onunla yakýndan ilgili ve doðrudan ilintili göstergelerle deðil, uzaktan/ dolaylý göstergelerle yansýtmaya çalýþýr. Böylelikle
DERKENAR
þair, okuyanda yahut dinleyende yeni yeni tasarýmlarýn, imgelerin ve duygularýn belirmesine katký saðlar. Her benzetmede ya da çaðrýþýmda okuyucuyu etkileyici, deðiþik iliþkiler bulmak olasýdýr. (Doðan Günay, Metin Bilgisi, Ýstanbul 2003) Þair bu iliþkiyi yakalamaya çalýþýrken standart dilin dýþýna çýkar. Þair tarafýndan yapýlan bu bireysel deðiþiklik ses düzeyinde, sözdizimsel düzeyde, biçimbirimsel düzeyde, sözcük düzeyinde, anlamsal düzeyde olabilir. Anlamsal sapmada yazar dilbilgisi kurallarýna uymakla birlikte, mantýksal kurala uymayan çeþitli baðdaþtýrmalar yapabilir. Alýþýlmamýþ baðdaþtýrmalar ile sanatçý, yeni yaratýlar peþindedir. Bu yazýmýzda Melih Cevdet'in "Karanlýk Çiçeði" adlý eserine þiire has bu özellikleri göz önünde bulundurarak yaklaþmaya çalýþtýk. Þiire Garip akýmý içinde baþlayan sanatçýnýn bu þiiri, ilk olarak Ýkinci Yeni þiirinin yayýn organý olan Papirüs dergisinde 1968 yýlýnda yayýmlanmýþtýr.
KARANLIK ÇÝÇEÐÝ Uyuyan kadýnla yatar gibi Bastým dünyanýn topraðýna Gözlerimin sýcak arýlarý konup konup Kalkýyordu ýssýzlýðýn çalýlarýna Çiçek tozu ayaklarla boþuna Dinmez acýyým ben aðaçlar saðýrdýr Sabahýn damýtýlmaz çeliði avutmaz beni Kandýramaz kargýlarla kavuþan gün boþuna Okudum topraðýn suyun hikayesini Ölümle doðumun saf hikayesini Ama kollu gibi üç benekli Karanlýk çiçeðini buldum ormanda Boþuna denizin ýssýz bayraðý Görünüyü yuvasýna götüren kuþ Gökte ayýn aðýr kilidi boþuna
Þiirdeki "gözlerimin sýcak arýlarý", "ama kollu gibi üç benekli", "... aðaçlar saðýrdýr" þeklindeki kelime gruplarý anlamsal sapmaya örnek gösterilebilir.
"Gözlerimin sýcak arýlarý" Bu ifade mantýk açýsýndan ilk bakýþta tutarsýzmýþ gibi gözükmektedir. Çünkü mantýki olarak gözün arýsýnýn olmadýðý bilinmektedir. O zaman bu ifadede baþka bir semantik düzlem aramak gerekecektir ki burada bir benzetmeden söz edilmektedir diyebiliriz. Baðlam içinde þairin, insan bakýþlarýný güven arayan bir arýya benzettiði düþünülebilir. "Âmâ kollu gibi üç benekli" Bu ifadede de sözdizimsel bir sapmadan söz edilebilir. Bu dize gramer açýsýndan þu þekilde düzeltilebilir: Üç benekli âmâ kolluklu gibi. Bilindiði gibi âmâ insanlarýn kolunda onlarýn âmâ olduklarýný gösteren üç benekli âmâ kolluklarý vardýr. Þair, burada "ama kollu" diyerek anlamsal bir sapma yapmýþtýr. Düzyazýnýn kurallarý içinde bunun âmâ kolluklu þeklinde olmasý gerekir; ancak daha önce söz ettiðimiz þiire has bir ses oluþturma gayreti, anlamý ikinci plana atmýþ ve belli bir ahenk saðlama kaygýsý öne çýkmýþtýr.
19
DERKENAR
"... aðaçlar saðýrdýr" Bu sözün gündelik hayatta karþýlýðý yoktur. Bu sözü ne sokak dilinde ne hukuk dilinde ne de resmi dilde kullanabiliriz. Ýþte dilin poetik fonksiyonu budur: Gündelik hayatta karþýlýklarý olmayan uzak baðdaþtýrmalar kurmak ve bu yolla okuyanýn imge dünyasýna seslenebilmek. Baðlam içinde bu sözü 'çaresizlik'le özdeþleþtirebiliriz. Ýmgenin en yoðun kullanýldýðý edebi tür kuþkusuz þiirdir. Þiirin yoðunlaþtýrýlmýþ anlatýmý içinde imgeye baþvurmak çoðu kere bir zorunluluktur. Bu anlamda, imgeye yaslanmayan þiir yoktur denilebilir. Melih Cevdet'in deðindiðimiz þiirinde de imgelerden bahsetmek mümkündür. "Karanlýk Çiçeði" söz grubu bile baþlý baþýna bir imgedir. Baðlam içinde deðerlendirildiðinde, karanlýk çiçeði göstergesinin 'umutsuzluk' gösterilenini iþaret ettiði düþünülebilir. Þiirde ahenk saðlamak için yararlanýlan bir diðer özellik ise, karþýt yahut yakýn anlamlý sözcüklerin bir arada kullanýlmasýdýr. Bu þiirde "Ölümle doðumun saf hikayesini" dizesinde zýt anlamlý sözcüklerle bir anlam devingenliði ve ahenk saðlama amacý güdülmüþtür. Yine þiir içindeki "toprak, su, arý, çiçek" gibi birbiriyle iliþkili sözcükler hem baðlamdaki insanýn tabiatla karþýlaþmasýný ifade etmek hem de belli bir armoni oluþturmak için kullanýlmýþtýr. Þiirde "boþuna" sözcüðünün üç kez yinelenmesi de anlatýmý ve ses güzelliðini güçlendirmek için baþvurulan bir yol olmalýdýr. Þiirde sese, ses örgüsüne baðlý uyumlarla iþitsel bir ahenk saðlanmaya çalýþýlmýþtýr; ancak "kandýramaz kargýlarla kavuþan gün boþuna" dizesinde sert ünsüz olan "k" sesinin yinelenmesiyle, belki de bilinçli bir tavýrla kakafoni oluþturulmuþtur. Bunun yanýnda "boþuna denizin ýssýz bayraðý" dizelerinde baþarýlý bir ses yýðýlmasý saðlandýðý söylenilebilir. Þiirde "artlama" (enjambement) dediðimiz, cümlenin bir dizede bitmeyip diðer bir dizeye geçmesi özelliðine de rastlamaktayýz: "Uyuyan kadýnla yatar gibi/ Bastým dünyanýn topraðýna", "Gözlerimin sýcak arýlarý konup konup/ Kalkýyordu ýssýzlýðýn çalýlarýna", "Ama kollu gibi üç benekli/ Karanlýk çiçeðini buldum ormanda"
20
dizeleri bu baðlamda okunmaya elveriþlidir. Þiirde Ses ve Anlam Birlikteliði Yazýmýzýn baþýnda, þiirin mutlak ve önceden tasarlanmýþ bir anlam içermek zorunda olmadýðýný, ancak tamamýyla da anlamsýz olmadýðýný söylemiþtik. Þiir her þeyden önce bir sestir ve bu ses tutarlý bir anlam dizgesini hissettirir. Þiirin anlamý için þudur diyebilmek mümkün deðildir. Baðlamýn iþaret ettiði yerde ise karanlýk birtakým ifadelerle karþýlaþýyoruz. Þair her 'boþuna' sözcüðünde âdeta insanoðlunun yenilgisini bir tokat gibi yüzüne vurmaktadýr. Ýlk dizede birinci tekil þahýs (ben) üzerinde yoðunlaþarak baþlayan serüven, son dizeye kadar aslýnda tekil birinci þahýs görünümünde çoðul birinci þahsýn (biz) sözleridir. Þiirin son dizesindeki müthiþ benzetme, insanýn çaresizliðini haykýrmaktadýr: Gökyüzü kapýdýr, ay ise kapýnýn üzerindeki asma kilit. Þair ilk dizede "uyuyan kadýnla yatar gibi/ bastým dünyanýn topraðýna" diyerek dünyadaki var oluþu sorgulamaktadýr. Bu var oluþ karþýlýksýz, zevk almadan, istenmeden verilmiþ/ sunulmuþ bir var oluþtur. Þairin hayat karþýsýndaki bu tavrý, Egzistansiyalist filozof Ritter'in: "Ýnsan tarih denilen at arabasýna sorumsuzca sürülmüþ bir hayvandýr." sözünü hatýrlatmaktadýr. Þair ýssýzlýðý çalýlara benzetir. Ýlk insan var olduðunda her taraf ýssýzdý. Issýzlýkta gözleri týpký arý gibi boþu boþuna konup kalkýyor. Çünkü ýssýzlýktan bir güven alýnmaz. Arýnýn bal yapmak için bütün çiçekleri dolaþmasý gibi gözlerimiz ýssýzlýðý boþu boþuna dolaþmýþtýr. Boþu boþunadýr; çünkü kendisinden baþka hiç kimse yoktur. Sadece aðaçlar vardýr. Onlar da duymaz anlayamaz. Aðacý saðýr insanlara benzetir þair. Yani ilk insan yapayalnýzdý. Bunu anladýðýnda büyük bir acý hissetti. Egzistansiyalizmin, varoluþ merkezli felsefesinin temel teziyle karþýlaþýyoruz burada. Þair "sabahýn damýtýlmaz çeliði" ifadesi ile sabah gün doðmadan önceki hafif aydýnlýkta, tanyerinin aðarmasýyla oluþan hafif kýzýllýðý ifade eder. Gündüzün bitmesiyle acýya boðulan insan, sabahýn damýtýlmýþ çeliðini, ýþýðýný görünce biraz umutlanýyor; ancak bu umudu boþunadýr. Çünkü
DERKENAR
insanýn bitimsiz acýsýný dindirmeye sabahýn damýtýlmýþ ýþýðý yetmiyor. Güneþin tekrar doðmasý da, dinmez acýmýzý kandýramaz, gideremez. Bu dizelerde 'kandýramaz' sözcüðü 'aldatamaz' ya da 'doyuramaz' anlamýnda tevriyeli olarak kullanýlmýþtýr. Þair "Okudum topraðýn suyun hikayesini" dizesine kadar ilk insaný anlatýrken bu dizeden sonra günümüz insanýný anlatmaya koyulur. Modern insan, artýk öðrendiði gerçekler sayesinde ilk insan gibi korku ve kaygý duymamaktadýr. Ýnsan, bilim ve teknoloji alanýnda oldukça ilerlemiþ; ancak okuduktan sonra bakarkör olmuþtur. Ýnsan bütün bu bilim ve teknolojiyi bulduktan sonra bir bilinmezliðin ortasýnda kalmýþtýr. Þiirde "karanlýk çiçeði" simgesiyle kast edilen bu bilinmezlik olabilir. Boþuna denizin bayraðý/ Görünüyü yuvasýna götüren kuþ: Her taraf denizle kaplý olduðundan kuþ bir kara parçasý arýyor. Þair "deniz, kuþ, ýssýz" kavramlarý ile Nuh Tufaný'ndan sonraki bir olaya telmihte bulunuyor. Her tarafý sularla kaplanýnca Nuh bir kuþu gönderir ve yakýnlarda kara olup olmadýðýný öðrenmek ister. Ýkinci kez boþ gelen kuþun üçüncü geliþinde aðzýnda zeytin dalý yani kurtuluþ ümidi vardýr. Nathalie Sorrault: "Mademki insan elde ettiði verilere raðmen evreni anlamakta zorlanýyor. Öyleyse insan kendi kendisini tanýsýn, keþfetsin. Nuh'un karaya doðru uçurduðu güvercini, insanýn içine uçurma vakti gelmiþtir" der. Yazar burada teknolojik geliþmelerin acýlarýmýzý bitirmediðinden, beklentilerimizi yeterince karþýlamadýðýndan, arayýþlarýmýzý sonlandýrmadýðýndan, sonuçta onlarýn boþ oluþundan bahsediyor olmalýdýr. "Gökte ayýn aðýr kilidi boþuna" dizesi ile þair gökyüzünü kapýya, ayý da kapýnýn kilidine benzetiyor. Ay kilit olduðuna göre gökyüzü kapýdýr. Gökyüzünün kapý olmasý, insanoðlunun çalýþmalarýný engellemiyor. Ýnsanoðlu evreni asla anlayamayacaðýný bildiði halde çalýþmalarýndan, arayýþlarýndan bir türlü vazgeçmiyor. Çaresiz kaldýðýmýzda, sýkýntýya düþtüðümüzde, gönlümüzün anahtarýný yitirdiðimizde yüzümüze göðe çevirmemizin nedeni de böyle bir þeydir belki de. Kim bilir?
21
DERKENAR
Yaðmurlu günler Aynur Kulak Hava tam on gündür yaðmurlu; ev, biz bu eve taþýndýðýmýz günden beri karanlýk. Sabah, öðle, ikindi. Karanlýk. Taþýndýðýmýz günden beri; sabahtan, öðlenden, ikindiden beri... Bu ev karanlýk. Nasýl olmasýn ki(!)? Evin bütün pencereleri kuzeye bakar. Bütün kapýlarý karanlýk hole açýlýr. Koyu kahverengi kapýlarý. Bütün dolaplarý yüksek, geniþ, heybetli, koyu kahverengi. Yaðmur bulutlarý yoðunlaþtýkça evin içine karanlýk çöker. Öðle vakti olmasýna raðmen karardýkça kararýr ev. Bütün perdeler, tüller ardýna kadar açýk. Yaðmurlu günler ne kadar sürer ki? Biter elbet. Geçer. Umutlanýrým. Umut kelebeðin ömrü kadardýr. Zaman, kelebeðin savaþtýðý yel deðirmenleri. Mançalý Don Kiþot beni duyuyor musun? Yeniden sýkýlýr içim. Boðulurum. Odada kitaplarla çepeçevre çevrilmiþken hayatým, kelimeler saðanak gibi iner baþýmdan aþaðý. Bir adým ötesi deliliðin gayya kuyusu. Sýrýlsýklam ýslanýrým. Bu çaðda Don Kiþot'u nerede bulurum? Mançalý Don Kiþot'u. Bütün gün bilgisayarýn baþýnda kardeþim; bütün gün mutfakta, yürüyüþte, komþularýnda annem; bütün gün salonda oturan babam; bütün gün iþte ablam. Sonra akþam olur kursa gider kardeþim; sonra annemin yorgunluktan gözleri kapanýr, sonra babam salondaki kanepede uyur; sonra ablam gelir iþten, yorgun; sonra bir arkadaþýn hayaliyle bile avunamam, çünkü yoktur. Sonra dýþarýda yaðmur yaðar iþte. Kaloriferler yanmaya baþlar. Týng týng týng. Yalnýzlýðýn ömrü yaðmurlu günlerde daha da uzar. Bütün gün yanýmda olsalar ne olur? Kardeþim odasýndan çýksa, annem beni dinlese, babam yerinden kalkýp yanýma gelse, ablam iþindeki kadar mükemmel olmaya çalýþmasa yanýmda. Ne olur? Yalnýzlýk azalýr mý oda sýcaklýðýnda buharlaþýrken yitip giden su kadar. Yalnýzlýðým azalýr mý hakikaten? Yalnýzlýk azalýrken hakikati kaybolmaz mý? Bazen yanýma geldiklerinden bilirim, odalarýndan çýkýp, iþlerini býrakýp, oturmaktan vazgeçip rahat koltuklarýnda, komþuyu dinledik-
22
leri kadar dinlediklerinde beni… Yalnýzlýðýn þiddeti geçse de hakikati kaybolmaz hiçbir zaman. Olmayan bir þeyin yokluðu yaralamaz, olanlarýn varlýðý kadar. Yaðmurlu günlerde kapalý, bulutlu dünya. O da konuþmaz benimle. Kapalý kutu olur. Duvarlarla çevrili karanlýk bir ev olur. Beni dinlemek istemez. Yanýma gelmez. Sýrrýmý söyleyeceðim sana desem aldýrmaz. Oysa kaç kere düþünmüþümdür sýrrýmý söylemeyi. Kaç kere…? Fakat söylemem. Bir tek sýrrým var zaten. Onu da söylersem sýrra kadem basar dünya. Ýçimdeki kargaþa kýyamet kopana kadar sürer. Bütün perdeler tüller ardýna kadar çekilir; dýþarýsý içeridedir ancak içerisi karanlýk. Ben koyu kahverengi kabuðumun içine çekilirim. Odama. Aslýnda odamýz. Ablamla benim. Akþamlarý da oturma odasý olur odamýz. Benim, ablamýn, annemin ara sýra kardeþim de gelir. Odam olursa bir gün, ablasýz bir oda yani, oturma odasý olmayan, sadece benim olan bir oda, kedim de olur elbet. Gülümserim. Heybetli, vitrinli, koyu kahverengi dolap bu odada. Ýnce uzun kitaplýk. Ýki çekyat. Küçücük bir masa. Aslýnda dikiþ makinesinin masasý. Geçen gün (yine yaðmurlu günlerin birinde) karýþladým masanýn üstünü. Üç karýþ. Küçük elimin, cýlýz parmaklarýmýn karýþýyla üç karýþ. Ýri bir el, uzun parmaklarla iki karýþ eder ki… Umut denilen þey küçük elde, cýlýz parmaklarda mýdýr? Üç karýþ üstünde, kaðýtlar, kalemlik, bir þairin dört kitabý, kitaplarýn üstünde bir fanus, içinde iki balýk, koyu kahverengi bir çerçeve içinde çocukluðum. Sultanahmet camiinin bahçesinde çiçekler arasýnda, güneþli, aydýnlýk bir günün içerisinde, sepya rengindedir çocukluðum. Aklýma eserse bir þeyler yazarým üç karýþlýk yerde. Sonra karalarým yazdýklarýmý, silerim. Hýrsýmý alamazsam yýrtarým, avucumun içinde tortop eder çöpe atarým. Kelimeleri bana sayýyla vermediler ya! Bir gün gelir, bir zaman, bir an oturur yeniden yazmaya baþlarým. Heveslenirim. Heves benim kelimemdir zaten.
DERKENAR
En çok heves kelimesini severim. Henüz ikindi vaktini bile göstermezken zaman, hava iyice kararýr. Evin içi zaten karanlýk. Hol uzun. Hol, boylu boyunca uzanýr karanlýðýn içinde. Bomboþ. Yaðmurlu günlerde yolculuklar holde yapýlýr. Odadan salona, solandan mutfaða, mutfaktan küçük odaya, oradan banyoya… Bazý yolculuklar küçük adýmlardan ibaret kalýr. “Böyle havalarda yola çýkýlmaz” der, annem. “Akþama þiddetli yaðmur bekleniyormuþ” der, kendi kendine konuþur gibi. Belediye ana arterlerde önlemleri artýrmýþ. Ana arterler: Kavþaklar, geçitler, meydanlara giden yollar, köprüler, tüneller. Babam salondaki kanepede oturur. Konuþmaz. Yolculuða çýkacak olan o deðildir. Yaðmurda ýslanacak olan da. Niye konuþsun ki? Yaðmur konuþmayanlarý ýslatmaz. Bildiði bundan ibarettir sadece. Söz konusu olan yaðmurlu günlerse dinmez yaðmur. Yaðar günlerce. Annem haklý çýkar. Ana arterler günlerce kapalý kalýr ey Don Kiþot!!! Ana arterlere raðmen caným yolculuða çýkmayý çeker. Holü adýmlar gibi deðil. Bir odadan diðerine, salondan mutfaða geçer gibi deðil. Yolculuða çýkmak: Þeritleri, trafik ýþýklarý, levhalarý, park yerleri, benzin istasyonlarý olan; insanlarý, hayvanlarý, aðaçlarý, kuþlarý, gökyüzünü, topraðý görebileceðim yolculuklar. Duyanda “sen hücrede misin; hapishanede mi yaþýyorsun” diye sorar. “Kalbim göðüs kafesinde olabilir” derim, aklým öykülerde. Yolculuk öykülerinde. Yaðmura ve karanlýða raðmen holden daha ilerisinde aklým. Holü geçip, kapýyý açabilirsem… Üstümdeki giysileri deðiþtirmeden yaðmurluðumu giyerim. Botlarýmý sýkýca baðlarým. Yaðmur yaðarken yol boyu açýlan baðcýklarý baðlamak zordur. Köprü üstünden tren istasyonuna yürürken sakýnmam kendimi, araba tekerleklerinin sýçrattýðý çamurdan. Hata yapma hakký verir insana yaðmurlu günler. Beni istasyona götürecek olan merdivenleri önce inerim sonra çýkarým. Tepeden týrnaða sýrýlsýklam ayak basarým istasyona. Altýn sarýsý jetonu alýp giþeden geçerim öbür tarafa. Raylara bakarým ilk. Ýstasyon Þefliði yazan tabelaya. Kapýya. Camlara. Büfeden sosislinin ekþi kokusu gelir. Yaðlý tostlarýn kokusu. Oturanlara bakarým, ayakta duranlara. Býraktýðý yeri düþünenleri, gideceði yeri düþünenleri, sadece treni düþünenleri ayýrt
etmeye çalýþýrým. Kaybettiklerinin peþine düþenler, bulduklarýný kendileriyle birlikte sürükleyenler. Onlar. Gidenler. Varmalarý gereken yere vardýklarýnda inecekler trenden. Tren yolculuklarýnda istasyonlarýn isimleri mýrýldanýr. Ýstasyona indikten sonra vardýðým yer ev olur. Evler. Gökyüzü diye bir þeyin olmadýðý sanýsýný uyandýran büyük bloklar, siteler. Açýlmayan pencereler. Beyaza boyanmayan kapýlar. Kullanýlmayan ama olmasý gereken dolaplar. Bir odada üç kiþi, beþ kiþi, sekiz kiþi… Yine de yalnýzlýk kol gezer. Yalnýzlýk, yaðmurlu günlerde bir odada üç kiþi, beþ kiþi, sekiz kiþi olur. Yalnýzlýk tanýdýk kiþilerin varlýðýyla oluþur. Hava tam on gündür yaðmurlu. Yaðmurlu günler ne kadar sürer ki? Biter elbet. Geçer. Umutlanýrým. Peki ya evin karanlýðý? Bu eve taþýndýðýmýz günden beri güneþ hep bir yerlerden yansýr. Hep bir yerlerden yansýyarak girer evin içine. Karþýdaki apartmanlarýn pencerelerinden, aynalarýndan. Karþýdaki dükkanlarýn kapýlarýndan, tezgâhlarýndan. Kendine ait bir oda özlemi neyle geçer? Ýkindi vaktinin karþý pencerelerden, aynalardan, kapýlardan, tezgâhlardan yansýyan solgun ýþýðý ne kadar aydýnlatýr, ýsýtýr? Yaðmur yaðar, seller akar. Kimin kýzý o, camdan bakan. 23
DERKENAR
Ünsal Ünlü Aðýr düþler I. Bir kitaba dokunuyorum, baþým aðýr Raflar aðýr havasýz eski bir meþeden Dað kokusu, yamaç serinliði, rüzgarsýz Dallarý kýrýlmýþ aðaç umarsýz büyümekte Sýðýnmýþtýr bir köþesine ormanýn; güzeldi Yaþamak, kitaba bir kez dokunmadan önce II. Bir orman sýðýndý gölge gölge kitaba Suyunu beðenmedi deniz karaya vurdu Beynimde parýl parýl parladý sýzan ýþýk Çapaklý bir aydý gözlerimden fýrlayan Varmadan, yokuþunu sevdim bu tepenin Karanlýðýna doymadan gece inmeliyim Zir vesinde yýldýzlar çoðaltýr beni gök Ben çoðaldýkça çatlardý düþlerimin kabý Üç gecede üç asýrlýk üç soru soruldu bana Çocuktan bildim, kadýndan bildim, aþktan… III. Hýrslarýna güvence isterdi hiç yaþamadan Har fleri koyardý yanýna; saklardý rakamlarý Meþe kitaplýðýndan bir kitaba uzanýrdý eli Titrek mum ýþýðýnda dua eder gibi okurdu Yaðmurda ýslanan cama benzerdi gözleri Resimli birþeyler anlatýrdý kalýn kitaptan Eskirdi yüzü o anlatýrken, saklardý yüzünü Eskimeyen sesinde kanatlanýrdý kelimeler Uçar ona sýðýnýrdý, kitap kucaklardý onu Sonsuz ufuklar açardý düþlerinin göðünde IV. Karanlýk göðümün altýnda düþlerden ar ta Kalan, göðsümün karanlýðýnda aðýrlanan Kayan yýldýzlar gibi uzayýp kaybolan Düþlerin aðýrlaþtýðý ulaþýlmaz bir yerde O yer son yeriydi gecenin, her yer olan Islanýrdý yüzüm hiçbir þey dokunmadan Geceyle birdenbire çarpýþan yüzüm. Beklerken yorulurdu düþümde ölüm bile Biterdi herþey bir kez dokunulmadan.
24
DERKENAR
Yasin Onat Üç günün yorgunluðu "Yoktu Yakup'un baktýðý kuyularda Yusuf Ne de Züleyha'nýn elinde bir býçak."
Ben sükût ediyorsam düþmesin diyedir kelimeler Berzahýn karanlýk kuyularýna. Kuyular suya düþer, su kendine bir Yakup.. Güzelliðin bahçesine sorular eker erguvanlar Ve Anadolu Hisarýnda serin bir güneþ kýzýla boyar gökyüzünü Yer deðiþtirir anýlar yenileriyle hiç gereði yokken. Günlerin yorgunluðu, asýrlarýn yankýsý ve hiçbir þey ama hiçbir þey tutmuyor bu dünyada yaþamak korkusu kadar kimseyi! Evet, yaþamak dedim aklým baþýmda Yaþamak korkusu ki, her gün pencerelere konuyor belli belirsiz tutunmalarla Ki vardýr her evin duvarlara yaslanan bir penceresi açýlmayý bekleyen kapýdan baþka Yerinden eder ân'ý yarýný hep bugün diye bilen Sudan ve topraktan uzak dalgalanmýþ üç insan manzarasý: Biri kör biri topal diðeri uçurum...
25
DERKENAR
Ýstifa günlüðü Mustafa Uysal Kendisini mutsuz hissettiðinde yaptýðý gibi yine koltuðuna çöktü. Mutsuzluðun bir tarifini yapamazdý aslýnda. Ne yapacaðýný bilememek yahut aniden boþlukta kalývermek mi mutsuzluktur? Sinan Çerçioðlu, istifa ettiðinin üçüncü gününde iþte böyle bir boþlukta buldu kendini. Ýþe gitmediði ilk gün öðleye kadar uyumuþ ve ikindi güneþinde þehri tembel adýmlarla dolaþmanýn verdiði hazla eve dönmüþtü. Þimdi ise koltuðunda oturmaktan baþka iþi olmayan bir adamdý. Sonrasýný düþünmüþtü ama bu kadar çabuk suyun dýþýnda kalacaðýný sanmýyordu. Birkaç dergi vardý sehpada, okumadýðý bölümlere tekrar göz atarken kahve de içebilirdi aslýnda. Sabahtan beri içtiði üçüncü kahvesi olacaktý. Çay içmek baþka bir þeydi kuþkusuz. Dairenin havasý demekti ve o çaylar baþka bir zamanda ya da mekanda büroda ve görevinin baþýndayken içtikleri gibi olamazdý. Koltuðunda pelte gibi oturup kaldý. Derginin sayfalarýný çevirmekten daha ileri gidemiyordu. Kendisini nasýl bir geleceðin beklediðini bildiði için, istifa ederken pek zorlanmamýþtý. Amcasýnýn atölyesinde iyi bir görevi olacaktý. Hem onunla çalýþmak öyle zor da olamazdý. Amcasý, oðlu olmadýðý için bu teklifi, Sinan daha memurluða girmeden önce yapmýþtý. O günün þartlarý içinde -artýk Sinan ne düþündüyse- kabul etmemiþti. Þimdi amcasýnýn, iþi biraz daha büyütmüþ olmasý ve eskisi gibi þehir þehir dolaþýp müþterilerle temas kurmasý zorlaþmýþtý. Bana sorarsanýz bunlarýn hiç biri deðildi. Sinan Çerçioðlu, kendini sýkan cendereden çýkmak için bütün bunlarý zihninde kurdu ve nihayet her memura nasip olmayan bu kaçýþ yolunu seçti. Ankara'nýn tatsýz havasýna raðmen alýþmýþlýðýndan sýyrýlmanýn da zor olacaðýný biliyordu. Geniþ bir çevre edinmiþti görevi dolayýsýyla. Kütahya'ya dönebilmek için sýký mazeretler bulmayý bekledi hep. Sonunda sürekli sýkan kravatý gibi memurluðu da çýkarýverdi üstünden. Müdür yardýmcýlýðýna ramak kala böyle bir þey yapmasýný
26
anlayamayan mesai arkadaþlarý dudak uçlarýndaki alayla uðurlamýþlardý onu. Sinan da anlamamýþtý aslýnda bu nereden geldiði belli olmayan bulantýyý. Üniversite yýllarýnda uðradýðý kasabasýnda karþýlaþtýðý ihtiyardan, memurlarla ilgili dinlediði onca þeylerin de tesiriydi belki. Okumuþ yazmýþ, yalnýz bir ihtiyarýn memurlar hakkýndaki söylediklerini tekrar hatýrlamaya çalýþtý, hayal gibi þeylerdi. Belki de çoðunu sonradan muhayyilesi uydurmuþtu. Sadece bir mide bulantýsýný hatýrlýyordu. Midem bulanýyor onlarý görünce, derdi ihtiyar. Bu iç bulantýsýný anlamamýþtý o zamanlar. Þimdi de anlamýyordu ama kendini hiçbir zaman memur libasýnýn içinde bulmamýþtý. Varlýðý bile soyut bir patronun silueti ile oyalanmýþtý yedi yýl. Onun gölgesi düþmüþtü rüyalarýna bile. Bazen de tam tersi oluyordu. Bu soyutun kendisi ile varlýk bulduðunu ve dolayýsýyla kendisinin de "Devlet" manasýný taþýdýðýný düþünüyordu. Devlet felsefesine olan merakýnýn pörsüdüðü yýllara denk gelmiþti memurluðu. Kendi dairesi dýþýndaki memurlara karþý bile bu garip "devlet" tasavvurundan hareketle davranýþ tipleri geliþtirmiþti. "Vatandaþ" olarak andýklarý insanlarýn (bu sýnýflandýrmaya kendisi dahil olduðunu bilerek) arasýna koymamýþtý kendini. Þimdi onlarýn arasýndaydý. Sýradan vatandaþ olmak devletin verdiði bir paye idi ve þimdi kendisine tevdi edilmiþti. Hayýr, Sinan Çerçioðlu kendisi böyle bir þeyi tercih etmiþti. Ýstifa etmiþti. Bunun ne büyük onur olduðunu kabul edebilmek için harcadýðý emekleri ve didinmeleri vardý. Ýstifa ayný zamanda onurdu. Sonra da, yükü atýp gitmenin neresi onur, diye sordu. Fakat hiç cevaplamadý. Bu sorunun altýnda ayný zamanda bir yaltaklanma ve sýðýnma vardý. Bu da tuhaf bir eziklik getiriyordu. Sonuçta Sinan Çerçioðlu, istifayý gerektirecek bir durumla karþýlaþmamýþtý. Ýþte, içini rahatlatan tek þeydi hiç gereði yokken istifa etmesi. Sahiden gereði yok muydu, niye istifa etmiþti o zaman? Güldürmeyin adamý. O kadar önemli bir kurumda çalýþýp da mesai
DERKENAR
baþlangýcýndan öðleye kadar çay-poðaça muhabbetinden baþka bir meþguliyet bulamamasý da canýný sýkar olmuþtu son zamanlarda. Devlet onlarý, önemli bulduðunu söylediði bir kurumda hem de seçerek görevlendirmiþ ve onlarýn belirlenmiþ minvalde bu önemli kurumu idare edeceklerine inanmýþ, pek müdahale etmemiþti. Ufak tefek müfettiþ vakalarý veya hükümet deðiþikliði sendromlarý elbette bir þey deðildi. Onlar bürokrasinin efendileri idiler ve vatan, elbette kendisine lazým olan fakat baþkalarýnýn fazlalýk olarak gördüðü bürokrasiyi istiyordu. Hatta buna mecburdu. Devlet, sadece insan gibi somut varlýklarýn ellerine býrakýlacak kadar basit bir mekanizma deðildi. Yine insan eliyle soyutlaþtýrýlmýþ bir takým mekanizmalara muhtaçtý. Bir kere, kullanma kýlavuzu yoktu. Ýþte bu kýlavuz, tarih eliyle ve bürokrasi marifetiyle satýr satýr yazýlýyordu. Sinan Çerçioðlu, memurluða bu pencereden baktýðýnda baharý, diðer taraftan baktýðýnda da kýþýn isli sokaðýný görüyordu. Nihayet Ankara'nýn baharý da iç açýcý gelmedi zamanla Sinan Çerçioðlu'na. Ýþte, gördüðünüz gibi istifa etti. Ýstifa etti de ne oldu? Hiç, kocaman bir hiç oldu Sinan Çerçioðlu. Zamanla alýþýrým zannettiði þeyler için önceden belli telkinler geliþtirmiþti kendi kendine. Sabah erken kalkmamak için
direniyor fakat bir türlü uyku tutmuyordu, üçüncü günde daha. Erken kalkýnca da sokaða bakmaktan baþka yapacak bir iþ bulamýyordu kendine. Kahvaltýyý hazýrlamak için eþine yardým ediyor fakat içindeki sýkýntýyý daðýtamýyordu. Ýkide bir saatine bakýyordu. Oturma odasýnýn kapýsýnýn önünden koridor uðultularý bekliyordu. Saatini çýkarýp dolaba koydu. Biraz sonra kalkýp koyduðu yerden aldý ve (en azýndan cebinde durmasý için) cebine koydu. Masasý hiç de bürodaki alýþtýðý stilde deðildi. Duvara dayalýydý ve önünde resmi bir kuruma hiç yakýþmayacak tarzda resimler vardý. Masayý evin ortasýna çekebilirdi, böyle tuhaf bir fikri hayata geçirebilirdi lakin karýsýnýn kendisini odacý gibi hissetmesi iþten bile olmazdý o zaman. Oturma odasýnýn kapýsý her açýldýðýnda önemli bir iþten baþýný kaldýrýyormuþ gibi davranýyordu. Halbuki bu basit bir alýþkanlýktan ibaretti ve sadece memurluðun getirdiði ciddiyeti tamamlýyordu. Evet meþgulüm, hemen arz et ve çekil. Devleti engelleme, vatandaþýn bilinç altýna bunu baðýrýyor ve ardýndan da devletin iyi kurulmuþ bir saat gibi iþlediðini ilan ediyordu duruþuyla. Bu çok þeydi. Psikoloji ilmi bunu kanýtlamýþ olamasa bile bizzat kendisi defalarca denemiþ ve bu yöntemi yeni memurlara da öðretmiþti. Eþi odaya her girdiðinde kendisine çevrilen bakýþtan rahatsýz olacak yerde onu teskin etmeye çalýþýyor,
27
DERKENAR
elindeki önemli iþleri bile bir kenara býrakýp, onun gönlünü eðleyecek baþka meselelere dikkatini çekmeye gayret ediyordu. Sinan yine de bu garip durumun bazen bilerek bazen de gayri iradi devam edip gideceðini ve hiç kurtulamayacaðýný düþünüyordu. Çabuk vazgeçen biri olmamasýna raðmen bu sade günler, üç gün içinde yýldýrmýþtý kendisini. Ya emekli olsaydým, fikri Sinan'ý aksine çok rahatlatýyordu. En azýndan bu psikozdan kurtulmasý için önünde daha uzun yýllar olacaktý þimdiki haliyle. Amcasýna niçin, bir ay sonra baþlarým, demiþti ki. Nasýl geçecekti þimdi bu bir ay? Sinan bu süre zarfýnda diðer kurumlardaki arkadaþlarýný ziyaret etmeyi düþündü. Nasýl giyinsem acaba, diye düþünürken kendini yine takým içinde, kravatlý buldu. Lise bittiðinde kravatýný potaya asýp yaktýðý günü anýmsayýnca aynadaki gülümseyiþinden kendi de ürktü. Neydi aradan geçen yýllarýn bize býraktýðý? Elini yüzünde gezdirdi ve memnun oldu. Ýçindeki biri ya da birileri -çünkü çok fazla düþünce vardý içinde- memnun olmuyordu bütün bunlardan. Sigarayý býrakýnca da böyle mi olacak? Yani kendimi mutfakta kül tablasý ararken mi bulacaðým hiç olmadýk vakitlerde? Neden olmasýn, en azýndan belli bir süre böyle olacak. Yok oðlum Sinan, gel dön görevine. Kafandaki bütün sorularý çöpe at. Halil efendi mesai bitmeden ortalýðý iyice bir siler süpürür nasýlsa. Ertesi güne kýrýntýsýný bile bulamazsýn bu düþüncelerinin. "Sinan Bey!" Sokakta aniden kulaðýna çarpan bu sesle Sinan'ýn neþesi yerine geldi. Durup yarým döndü, baþýný da çevirdi. Neþesi pörsüdü. Karþýsýndaki daha önce kurumdan hizmet almýþ ve epey zaman kuruma gidip gelmek zorunda kalmýþ biriydi. O zamanlar bu iþ vasýtasýyla beraberce çay içip sohbet ettikleri olmuþtu. "Sinan Bey, istifa ettiðinizi duydum ama inanmadým, doðru mu gerçekten?" Sinan, gözlerini kýrpýþtýrýrken yakalanmayý hiç sevmezdi ilkokuldan beri. Yine öyle oldu, bunun verdiði rahatsýzlýkla yüzünü gerip býraktý. "Evet, doðru duymuþsunuz. Ýstifa ettim ama önemli bir þey deðil ki size kadar nasýl ulaþtý hemencecik?" Büyükçe þirketin büyük ortaðý, yayvan gülümsemesini toparlamaya çalýþarak, "Kuþlar Sinan Bey, kuþlar." dedi. Sinan bu alay-vari yaklaþýmdan hoþlan28
madýðýný belli etmek için, "Kuþlarýnýzý iyi beslemiþsiniz anlaþýlan." dedi. Muhatabý Sinan Beyin iðneli üslubuna alýþýktý ve karþýlýk vermedi. "Ne diyelim, hayýrlý olsun." diyerek muhabbeti kapattý. Yanýnda yürüyen genç birisi telefondakine türlü komiklikler yapýyordu. Sinan ilk defa duyuyordu gencin esprilerini. Biraz dikkat etti fakat yüz kaslarý tam bir gülümsemeye izin vermedi. Halbuki gencin yüzüne, farkýna vardým, der gibi bakmalý ve alabildiðine gülümsemeliydi. O da tam bunun için yüksek sesle konuþuyordu ya. Sinan Çerçioðlu, yedi yýl oldu devlet hizmetine gireli. Etrafýna bir bak! Ankara kum gibi memur kaynýyor. Sen de hâlâ onlardan birisin. Ýstifa hiç yakýþmadý sana. Varlýðýný temellendirdiðin þey küçülmedi sen istifa edince. Bunca seneyi ham hayalle mi geçirdin? Bu soyutun sana ihtiyacý var. Kurda kuzu teslim edemezsin. Þimdi ne yaptýðýna bir bak! Etrafýna bir daha bak! Bu koca caddelerde akan mayi devletin kanýdýr. Gitme ki pýhtýlaþmasýn. Kumdan kaleleri tutan nedir Sinan Çerçioðlu, nedir bir tek kumun kaledeki rolü? Yapýþ bulunduðun yere ve sülük gibi em! Islaklýðý muhafaza et! Yoksa evrensel güneþin kavurduðu bu kumdan kale daðýlýr ve çöle benzer inþa edilen sýðýnak. Küçük bir diþlisin evet, senin yerini bir baþkasý dolduracaktýr. Bir de þöyle düþün, öyle yontuldun öyle tornalardan geçtin ki artýk sana uygun bir makine yok yeryüzünde. Kadim saatçilerin çöp sepetindeki bir çark kadarsýn þimdi. Zamanla küfleneceksin, seni bir çocuk bulacak, soðuk kýþ gecelerinde muþambanýn üzerinde topaç yerine çevirecek. Birinin ayaðýna batacaksýn belki, hýþýmla yamultup atacak seni. Sinan, kocaman havuzun yanýnda dikilmiþ düþünüyordu. Kirli yüzlü iki delikanlý omuz sürterek ve yavaþça geçtiler yanýndan. Park sakindi. Ýçlerinden biri dönüp baktý. Sinan oralý olmadý. Bunu fýrsat bilip sövdü öteki. Sinan dudaklarýný kýsýp kaþlarýný çattý. Delikanlýlar hemen geri döndüler, "Dövecek misin ulan, ne bakýyorsun?" deyip suya yuvarlayýverdiler Sinan Beyi. Havuzun içinde doðruldu, su zaten omuzlarýna ancak geliyordu. Bütün öfkesi geçmiþti. Gülümseyerek hem de içten gülümseyerek baktý delikanlýlara. Elini onlara uzatarak, "Lan, iterken
DERKENAR
ittiniz bir el atýn da çýkalým." dedi. Delikanlýlardan biri civciv öldürmüþ sonra da piþman olmuþ bir çocuk gibi elini uzattý. Sinan diðer delikanlýya, sakýn bir daha itme ha, bir sürü su yuttum, dedi ve elini omzuna koydu. Parkýn dýþýna kadar kendine bakanlara gülümseyerek ve su sýçratýrmýþ gibi ceketinin kollarýný sallayarak yürüdü. Caddede bir taksi çevirdi. Taksici koltuðun ne kadar ýslanacaðýný hesap etmeye uðraþtýðý sýrada o, saçlarýný silkeliyordu pencereden. "Abi bu ne hal, sudan çýkmýþ balýk gibisiniz." sorusuyla baktý taksiciye. Ýlk soru ne güzeldi, deyimi yanlýþ kullansa bile. Nereye gideceðini sormuyordu taksici. Kendi haline gülerek baktý, yok be asýl þimdi suya girdik, dedi. Ceketini çýkardý dizlerinin üzerine koydu. Kravatýný da çýkarýp önündeki koltuðun baþ kýsmýna düzgünce baðladý. Eliyle birkaç yerini düzeltti. Cebindeki paralarýn ýslandýðýný görünce yine güldü. Ýnerken suyu sarkan parayý taksiciye vereceðini, üzerini kuru para ile aldýktan sonra o parayý yine ýslak cebine koyacaðýný düþündükçe gülmekten kýrýlýyordu. Taksici, aynadan bakýp kafasýný hafif oynata oynata gülüyordu. Telefonu çalýþmýyordu. Dizlerine yatýrýp tuþlarýna masaj yapar gibi bastýrmaya baþladý. Bir yandan da boðulmaktan henüz kurtulmuþ bir adamýn aðzýndan sularýn boþalmasýný bekler gibi bekliyordu ya da zihninde böyle bir boþalmayý tasavvur ediyordu. Durmadan gülüyordu. Hattýný çýkarýp iki parça halindeki telefonu ayaklarýnýn dibine býrakýverdi. Ölmüþ, dedi, kahkahalarýný bölmeye çalýþarak. Karýsý evde deðildi. Üstüne rahat þeyler giydi ve koltuða uzanýp uyudu. Saçlarýnda kirli havuzun pislikleri vardý hâlâ. Bütün giysilerini, evi batýrmasýn diye ayakkabýlýða atývermiþti. Sinan Çerçioðlu istifa etti ve uyudu. Huzurlu uyuyup uyumadýðýný merak ediyorsunuz. Bilmiyorum. Yalnýz, güzel bir rüya gördü. Rüyasýnda, yedi aslanla birlikte bir þehre giriyordu. Yok caným, siz de hemen inanýyorsunuz. Ben nereden bilirim böyle tatlý tatlý uyuyan bir adamýn ne rüya gördüðünü. Rahat býrakalým da artýk istifasýnýn keyfini çýkarsýn.
Ýçimden geçen þehirler
Yýldýz Ramazanoðlu, Ahmet Hamdi Tanpýnar’ýn Beþ Þehir’i gibi bir kitapla karþýmýzda. Ancak bu kitapta, Tanpýnar’dan farklý olarak þehrin sadece görüntüsüne, mimarisine deðil, orada yaþayan insanlarýn tamamýna bakan, daha farklý, daha duyarlý bir yön var. Kitaptaki metinlerin bir kýsmý dergilerde yayýnlanmýþ. Mesela, Cemþidiye Parký/ Tahran ve Ýskenderiye yazýsýný Kýrklar dergisinden hatýrlýyorum. Daha önce yayýnlanmamýþ, kitaba alýnan yeni yazýlar da var. Yýldýz Ramazanoðlu, gezdiði þehirleri içinden geldiði gibi anlatýyor ve belki de bunun için “Ýçimden Geçen Þehirler” ismini uygun görmüþ. Tahran’ý, Mekke’yi, Saraybosna’yý, Frankfur t’u, Þam’ý, Erivan’ý, Ýstanbul’u, Londra’yý, Sabra-Þatilla’yý, Ýskenderiye’yi anlatan Ramazanoðlu, bizi geniþ bir coðrafyada, farklý kültürler arasýnda dolandýrýrken, Müslüman duyarlýlýðýnýn ön planda olduðu yazýlarýyla farklý, doyurucu bir seyahate çýkarýyor okuyucuyu. Ýçimden Geçen Þehirler, Yýldýz Ramazanoðlu, Selis Kitaplar
29
DERKENAR
Brember* Dylan Thomas Gölgeler hafifçe merdivenlerden salona kaydý. Adam aynadan yansýyan týrabzanlarýn koyu siluetini ve ýþýk þavkýyan avizenin kavisini görebiliyordu. Ama hepsi bu kadar. Kapýya doðru gölgeler daha da geniþledi. Sonra da tavan ve tabanýn karanlýðýnda kayboldular. Adam kibrit için ceplerini yokladý ve elindeki çubuðu tutuþturdu. Minik alevi baþý hizasýnda tutarak kapý kolunu çevirdi ve içeri girdi. Ýçeriye toz ve eski ahþap kokusu sinmiþti. Adamýn hassasiyeti ve muhayyile çabukluðu þaþýrtýcýydý. Yaþlý kadýnlar ayýþýðýnda dantel iþlerdi, ince solgun parmaklarý iþlerinde, yaþlanmaz yanaklarý küçük bir çocuðunki gibi hafif bir renk taþýrdý. Odanýn adamda çaðrýþtýrdýðý buydu, parmak uçlarýna basarak içeri ilk giriþi, kurþuni çimenliðe ve ötedeki aðaçlara açýlan pencerelere dehþetle bakakaldýðý demlerden beri. Veya küçük bir çocukken piyano önüne oturup hiç kimsenin iþitemeyeceði kadar hafiften tuþlara dokunduðunda korku doluydu, ancak müziðin yükseliþiyle kendinden geçmiþti. Ezgi hep keder doluydu. En hafif boðucu hava içindeki ýssýz kederi fark ederdi; parmaklarý notalara bastýkça gözleri dolar, bulup unuttuðu, sevip kaybettiði bir þeyin hasretiyle tutuþurdu. Bu yýllar önceydi. Ancak þimdi piyanonun uzunca mumlarýný elindeki çubukla tutuþturunca ayný hasret ve gerçekdýþýlýk hissi bedenini sardý ve yayýlan ýþýkta etrafýndaki duvarlarýn gitgide yaklaþtýðýný ve aðýr sandalyelerin onu içeri doðru bastýrdýðýný gördü. Tuþlar her zamanki gibi tozluydu. Ceketinin yeniyle hafifçe tozlarýný aldý ve bir an parmak uçlarýnýn üzerlerinde gezinmelerine müsaade etti. Ses ne kadar da naifti. Çýkarmýþ olduklarý naðmeler ne denli acayipti, kederliydi, lakin bir o kadar da mükemmeldi. Bir an kapýnýn dýþýnda koridorlardan karanlýða taþan çocuksu ayak sesleri iþitti. Ama sonra sesler kesildi. Adam onlarýn asla varolmadýklarýný farzetmekten baþka bir þey yapamadý. Þimdiyse kulaklarýnda ünleyen gülüþler vardý; o da geçti. Çalmaya devam ettikçe zeminde sürüklenen ipek bir
30
eteðin hýþýrtýsýný iþitiyor göründü. Müziðin tonu arttý, seda yumuþayýnca her þey yokoldu. Düþünmeye çabaladýkça eve geliþ gerekçelerini irdeleyemedi. Korkuyla doldu, yine de bu histen kurtulamadý. Yol üzerindeki yýllarýn örtüsünü fýrlatýp atma, evi ve þafaðý, koridorlardaki yumuþak sesleri, karanlýða dolanan bitimsiz merdivenleri, odalarýn binlerce ayrýntýsýný, köþelerden çýkan ve asla kaybolmayan gizli ve yumuþak korkuyu tekrar geri getirme arzusu hissetti. Ön kapýya doðru yöneldi. Kapý tokmaðýndaki aslanbaþý ona sýrýttý. Tokmaðý kaldýrýp ahþaba vurdu. Cevap gelmedi. Tekrar be tekrar vurdu, ancak evde sessizlik hakimdi. Kapýyý omuzladý. Kapý sonuna kadar açýldý. Adam koridor boyunca ayakuçlarýnda ilerledi, odalarýn içine doðru göz gezdirdi, aþina olduðu nesnelere dokundu. Hiçbir þey deðiþmemiþti. Ve sonra gece süzülürken kurþun kaplý pencerelerden, müzik odasýnýn kapýsýný ardýndan hafifçe kapadý. Büyük bir huzur kapladý benliðini. Zihninin bir yerinde her daim var olan hasret açýða çýktý, kayýp þey bulundu ve unutulan hatýrlandý. Yolculuðun sonu gelmiþti. Bir anda mumlar daha da parlaklaþtý. Odanýn tamamýný görebiliyordu artýk. Ýlerledi ve masada duran kitabý eline aldý. "Brember'ýn Evi". Iþýða doðru getirdi. Her bir sayfaya aþinaydý; aile, nesil be nesil, eylemden çok düþünce adamlarý, kendi düþ bulutlarýndan dünyaya bakan tüm hayalperestler. Sayfalarý çevirmeye devam etti, sonuncusuna gelene dek; George Henry Brember, zincirin sonu, öldü… Kendi ismine baktý ve sonra kitabý kapadý.
*Dylan Thomas (Collected Stories) Çeviren: Nurullah Koltaþ
DERKENAR
Bir dilin kývam tarihi Said Yavuz Bizde dildeki sadeleþme cumhuriyetle birlikte çok konuþuldu. M. Kemal'in bu sadeleþmenin önce öncüsü olduðu daha sonra dildeki tahribatýn kendisinin de anlayamayacaðý kelimelerle büyüdüðünü görünce geri adým attýðý bilinir. Dilde sadeleþme hareketinin kimi þer gördüklerimizde hayýr vardýr sadedinde bir veçhesi de olmuþtur. Dilde Tanzimat dönemine doðru aþýrý derecede artistlik faaliyeti vardý. Yani aðýr Farsça tamlamalarla konuþmalar. Yani ki kiþiler kullandýklarý dilin aðrýlýðý ile ölçülür olduydu. Bu sadeleþme hareketi sonucunda gerçekten ortaya artýk ne idüðü belirsiz bir þey çýktý. Edebiyatýn milli þefi Ataç öylesine tozuttu ki þey kelimesi yerine "nen" gibi bir kelimeyi kullanmaya baþladý. Dilde sade bir eðilimi seçen Nuri Pakdil'i bile göklere çýkardý. Kendisine, dünya görüþüne taban tabana zýt olduðu halde. Bu eðilim sað sol kavgalarý sebebiyle iyice büyüdü. artýk insanlar kullandýklarý kelimelere göre ayýrt edilir oldu. Saðda aðýr bir Türkçe, solda imansýz bir Türkçe hakimdi. Çünkü soldaki ekip solu Ýslam karþýtlýðý yerine kurduklarý için Türkçe'de Ýslamý tedai ettiren bütün sözcükleri kaldýrýp atma gibi bir ihanetin peþine düþtüler. Solda bu ilerlemeler olurken saðda aksine oldukça muhafazakar bir yol tutuldu. "Kamus namustur." diyen bir adam çýktý ortaya. Ve bu iþin poetik açýlýmýný kuvvetlendirdi. "Türkçeleþmiþ Türkçe'dir" ifadesi burada iki gurubun ortasýna düþen bir ilkedir. Ki Türkçe bünyesine aldýðý kelimeye zorla iman ettirtmez. Onu teblið eder. Ta ki o kelime ben de sizdenim diyene kadar. Arapça ve Farsça'dan gelen kelimeler ayný anlamlarýný muhafaza etmek yanýnda sadece bize has yeni anlamlar da kazanmýþlardýr. Öyle ki geldikleri yere geri gittiklerinde daha yoðunlaþmýþ olarak gitmiþ olacaklar ki o kelimelerin asýl sahipleri tarafýndan sadece ilk kýsmýyla anlaþýlmýþlardýr. Nereye geldik. Türkçe'nin baþýna gelenler piþmiþ tavuðun baþýna gelmedi. Bizim gavurlarýn onun nüvesine karþý saboteleri þimdiki tehlike-
den daha beterdir. Onu kaldýrýp baþka bir þeyi tesis etmek: Yabancýlaþma… Türkiye'de büyük Osmanlýdan sonra geliþen bu dilde sadeleþme yolu aslýnda bir þebekenin dilden büyük miktarda erozyon isteði idi. Kimdi bu þebeke? Türk dilinin yaþam alanlarýný çok iyi yansýttýðý, aslýnda o yaþam alanlarýyla var olduðunu biliyorlardý. Dolayýsýyla kelimeyi kaldýrdýklarýnda o yaþam alanýný da daraltmýþ, hiç deðilse o kelimenin içerdiði anlamýndan yoksun býrakmýþ olacaklardý. Nesiller arasýndaki yabancýlaþma bununla saðlanacaktý. Evet, bir hali anlatan sözcük lügatten silindi ve o hal ancak bir müddet daha yaþayabildi. Burada þunu demek durumundayýz. Madem öyle, bu milletin milli kimliði içinde bu hallere vâkýf bazý yazarlar yok muydu ve bu yazarlar niçin bu hallere matuf yeni içerikli kelimeler üretemediler? Bu kaybýn kaymanýn söz konusu olduðunu biliyorlardý da boþ mu durdular? Yoksa bir kelimeyi yýllarýn ancak oluþturacaðý doyuracaðý inancýyla ümitsiz mi davrandýlar? Bunun karþýsýnda bunu çok da iyi bildikleri halde sözünü ettiðimiz þebeke niçin umutsuzluða kapýlmadan yeni ve de ilgisiz kelimeler türetmekten geri durmadý? Evet bu sorular bizi bir yere götürür. Þurasý: Þebeke ne olursa olsun eski kelimelerin beslendiði hayat tarzýný kesinlikle istemedi. Ve eski kelimelerin beslediði hayat tarzý da onlara oldukça yabancý geldi. Bunu ortadan kaldýrmanýn en kestirme yolu kaynaðý haber veren ýrmaðýn suyunu bir yerde kesmektir. Ýþte Türk dilinin son yüzyýlda baþýna gelenler böyle baþladý. Yukarýda þebekeye karþý bir duruþ alýp almadýklarý hususunda kimi yazarlara dair sorduðumuz sorularýn cevaplarýna dönelim. Türk dilinin oldukça sadeleþtirilmesi esnasý ve akabinde yeni sözcüklere eski hallerin yerleþtirilmesi gibi asil bir görevi edinmiþ yazarlar da yok deðildir. Sezai Karakoç bir bakýma bu grubun adamýdýr. Ama Nuri Pakdil adý aslýnda bir misal kiþi olmasý bakýmýndan önemlidir. O, yazdýklarýný devrimci, sahih yaþamý ve duruþu sayesinde yeni
31
DERKENAR
jenerasyonda Türk kültürünün asýl damarlarýný orada, o yazýnda bulundurmayý baþardý. Türk kültürü derken elbette Ýsmet Özel'in vurgu yaptýðý yerden hareket ediyoruz. Ýslamla kaim ve vücut bulmuþ Türk kimliði… Bu grup içine baþka yazarlarý da dahil edebiliriz ama konumuz bu deðil. Aslýnda baþtan beri gelmeye çalýþtýðým yere bu dile yapýlan onca þey sebebiyle gelemiyorum. Çünkü sol bir yerde bu dili toz dumana çevirdi. Çeviri dili öylesine garip bir bilmeceye dönüþtürdü ki bu durumu aklým almýyor. Stefan Zweig çevirileri mesela. Ve Ýletiþim’den çýkan Walter Andrews'in Divan þiiriyle ilgili çok enfes çalýþmasý da kuþa çevrilmiþ bir çeviri nedeniyle güme gitti. Divan þiirine ait kimi hususiyetlerin muhteva yönüyle bürünmesi gereken kelimeleri rafa kaldýrýldýðý için anlatýlaný anlamak iki kat daha zorlaþýyor. Bir taraf Divan þiirini çok aðýr bir dille mazmunlarla açýklýyor, bir taraf tümüyle yeni türetilmiþ sözcüklerle. Zaten yeni neslin Divan þiirine dönük önyargýsýný bütün bu yanlýþ yaklaþýmlar beslemektedir. Örneðin þu Ýnkýlâp Yayýnlarý. Ve mesela Mahir Ünlü gibi edebiyat öðreticilerinin Türk Klasiklerine yaptýklarý. Ve saðda Kadir Mýsýroðlu akýmý. Tam bir ifrat tefrit komasýna girdi Türk dili. Ýlk gençliðimizde hararetle okuduðumuz Bin Uydurma Kelimeyi Boykot kitabýna bakýn. Boykot edilen kelimelere karþýlýk verilenler de boykot edilen kelimeler de
32
bu dilindir. Elbette boykot edilecek kelimeler çoktur. Ama Mýsýroðlu mantýðý bize Türkçe'nin öz kelimelerini de rafa kaldýrmak fikrini aþýlýyor. Zengin, birikimli bu dil sað sol çatýþmalarý sebebiyle bu güne dek geldi. Saðda aþýrý yükle artýk söylenenler patlamak üzere. Çünkü biz ne zaman aðýr bir Osmanlýca konuþsak gerçekten anlatmak istediklerimizi anlamak isteyenlere haksýzlýk yapmýþ oluyoruz. Þöyle deme lüksümüz yoktur: Beni okuyanlar kullandýðým sözcükleri lügatten bulup okusunlar. Ýþte buna zamanýmýz yok. Biz Eski Türk þiirinin tümüyle Kur'an kaynaklý bir þiir olduðunu ve hatta bu þiiri yazan þairlerin orada söz sanatlarýndan ilham aldýklarýný izah etmeye (ihtivanýn verdiði aðýrlýkla) çalýþýrken bu þiirin özüne düþman kimileri onun þarap ve saray edebiyatý olduðunu kabul ettirmiþtir bile. Evet söz sanatý hem konuþmada hem yazýda doðu adamlarýnýn çok hoþuna gider. Ama bu bizi aldatmasýn. Bu aðýr konuþma eðilimi sadece bu gün þikayet konusu edilmemiþtir. Büyük Türk þiirinin kadim þairi Þeyh Galib bile zamanýnda kullanýlan dilin aðýrlýðý ve caf cafýný Hüsn-ü Aþk'ýnda þöyle yermektedir. Manzume-i Farisi ve'þ ebyat Bil cümle tetabu-ý izafet Ýnþaya verir eger çi zinet Türki söz içinde ayný sýklet "Baþtan baþa zincirleme tamlamalarla yazýlmýþ Farsça manzumelere benzeyen beyitler her ne kadar yazýya süs verirse de Türkçe söz içinde aðýrlýktan baþka bir þey deðildir." (Hüsn-ü Aþk, Düz Cümle Çevirisi, Muhammed Nur Doðan, Ötüken)
Bütün bu olan bitene karþýn Türkçe'nin geldiði nokta hiç de umutsuz bir yer deðil. Bilakis artýk Türk dili önyargýlarýndan kurtulmuþtur. Ne solun dayatmaya çalýþtýðý o zavallý kuru dil ne de saðýn ýsrarla Farsça'ya çektiði dil olmamýþtýr. Bu zorlamalar aksine þöyle bir fotoðrafý bize verdi. Türk dili kendisinde çok þýk duran kardeþ olduðu Farisi ve Arabi dillerin kelimelerini kendisiyle meczetti. Fazlalýklar vardý ama bütün bunlar kayboldu. Türetilen yeni sözcüklerin alakasýzlýðý çok yakýn zamanda anlaþýldý. Çünkü dala sonradan takýlmýþlardý. Daha düþmeden orada çürüdüler.
DERKENAR
Ýðreti bulundu. Sadece, Anadolu'nun zaten kullandýðý, Türkçe'nin özüne ait kelimeler kaldý. Bunlarla birlikte, zaten yüzyýllarýn kaynaþmasý Osmanlý mirasý dilimiz kaynaþarak mükemmel bir zenginliði ortaya koydu, koyuyor. Bu dil böyle daha da ilerleyecektir. Bunun en bariz kullanýmýný þimdilerde Ýsmet Özel yapýyor. Sabahattin Ali yaptý. Enis batur yapýyor. Özellikle þiirde çok daha güzel bir yol tutuldu. Yazarlarýmýzýn çeviride gösterdiði basiretsizlik, iþte bu asýl uðraþýlmasý gereken mesele. Türkçe'nin yabancý dil istilasýna ve çeviri cehaletine artýk bir son vermesi gerekiyor. Salinger için yapýlan çeviriler gibi yetkin ve dilimizin tarihine saygýlý bir üslup derhal benimsenmelidir. Ne olursa olsun Osmanlý'ya karþý, Divan þiirine karþý baðnaz Vedat Günyol tavýrlarý artýk gümlemiþtir. Metin Eloðlu özgün buluþlara raðmen þiirde "sevi"vari kullanýmýn tutamayacaðýnýn en büyük kanýtýdýr. Osmanlýca'nýn çok daha erken bir dönemde okullarda öðretilmesi gereðini vurgulayan Enis Batur'un dilin kökeniyle barýþma anlamýnda söyledikleri de ayrýca önemli. Þiir eleþtirisi ve poetikasý yazýlarýnda da oldukça arýzalý ve batýlý bir dil kurulmaya çalýþýlýyor. Bazý muhafazakar dergilerde de rastlanýyor bunlara. Cahit Koytak þiiri için yazýlan bir deðerlendirme yazýsýnda da rastladým buna… Çok bilmiþlikle beslenen bir yabancýlaþma. Þu an bir Yahya Kemal dili oldukça aðýr kaçar. Bir Bediuzzaman dili gibi. Bir Rahþan Gürel dili elbette en iyisi. Türkçe asýl özünü Osmanlý'da da hiç olmadýðý kadar þimdi bulmuþtur. Sadece þu Ýngiliz yaftalarýna karþý savaþým sürerse bu dil daha da kavileþecektir. Bunun nedeni önyargýlý sol çizginin artýk bitmesidir. Bunun bir baþka sebebinin ise Türkçe kelimelere karþý ön yargýlý sað çizginin da bitmek üzere olmasýdýr. Çünkü hiç olmadýðý kadar Ýslamcý çizgi devletin bölünme ihtimallerine karþý kendi milli kimliði üzerine çok yoðun dönmüþ durumda. Bazý mihraklar Türkiye'deki Ýslami duruþu artýk iç tehditlikten çýkarmayý düþünmelidir. Çünkü bu ülkenin bütünlüðünün dinsizlikle kaim olacaðýný düþünenler bazý azýnlýk akýmlarýn bundan çok ciddi derecede güç aldýðýný bilmek durumundalar.
Doðu politikasý
Osmanlý Devleti, yapýsý gereði çeþitli dinî ve etnik gruplardan meydana gelmiþti. Devletin yýkýlmaya yüz tutmasý, bir yandan onu yeniden diri bir devlet haline getirmek için uðraþanlara, bir yandan da çeþitli tahrikler ve düþmanlýklar tesiriyle onu yýkmak isteyenlerin örgütlü faaliyetlerine zemin hazýrlýyordu. Ülkede asayiþ ve huzuru saðlamak çok zor hale gelmiþti. Ýþte Ýttihat ve Terakki böyle bir or tamda kurulmuþ ve iktidara gelmiþti. 1908-1918 Döneminin en büyük sorumlusu olarak görülen ve Ýmparatorluk kendi yönetimleri esnasýnda iken çöken Ýttihat ve Terakki’nin Doðu Politikasý bu çalýþmanýn özünü teþkil etmektedir. Uluslararasý emper yalist güç merkezlerinin çekiþtiði, hattâ Cumhuriyet devrinde dahi bölücü faaliyetlerin sürüp gittiði Doðu’da I. Dünya Harbi þar tlarýnda Ýttihat ve Terakki yönetimi nasýl politikalar uyguladý? Arþiv belgeleri, gazeteler, hatýralar, mahallî uygulamalar, raporlar… incelenerek konu or taya konulmaya çalýþýlmýþtýr. Ermenilere, Kür tlere nasýl yaklaþýldýðý detaylara kadar inilerek, gösterilmek gayesi güdülmüþtür... Bu kitap, bu konuda çalýþanlarýn mutlaka okumalarý gereken bir çalýþmadýr. Ýttihat ve Terakkî'nin Doðu Politikasý Dr. Erdal Aydoðan, Ötüken Neþriyat
33
DERKENAR
Ekran þoku Hümeyra Yargýcý Ýþten yorgun argýn çýkmýþtý.Trafik çok yoðundu. Evine, plânladýðý vakitte ulaþamamaktan korktu. Eve kendini attýðýnda -buna ancak kendini atmak denebilirdi çünkü- gün boyunca zihnini meþgul eden her þey birden kapýnýn dýþýnda kaldý. Patronun canýný sýkan sözleri, yetiþtiremediði için kendisini yarýn da ayný sýkýntýlarla baþ baþa býrakacak olan yarým iþler, iþ arkadaþlarýnýn birbirinden sýkýcý yüzleri ve konuþmalarý… Hepsi az önce kapatmýþ olduðu kapýnýn dýþýnda kaldý. Yemeðini yiyip banyoya girdi. Sýcak su sinirlerini yatýþtýrmýþtý. Banyodan çýkar çýkmaz o gün aldýðý filmi yerleþtirecekti videoya. Bu, günlerdir hayatýný çekici kýlan tek deðiþiklikti. Birbirinden korkunç, birbirinden duygusal, birbirinden komik onlarca film… onu bu dünyanýn gerçeklerinden alarak, baþka hayatlarýn, baþka imkânlarýn o büyülü dünyasýna götürüyordu. Üstelik bunun için sadece filmi videoya yerleþtirmesi ve ayaklarýný uzatarak ekranýn karþýsýna geçmesi yeterli oluyordu. Bazen gecede bir film yetmiyor, birkaç film seyrediyordu. Bu filmlerin farklý türlerde olmasýna özen gösteriyor, bir gerilim filminde yaþadýðý heyecan dolu dakikalarýn ritmini, romantik sahnelerle yavaþlatýyordu. Ekrandan saatler boyu yansýyan görüntüler, yaþadýklarýna bir sahtelik duygusu veriyor, seyrettikleri sayýsýnca çoðalýyordu hayatý. Ýçine düþen görüntüler çoðaldýkça hissettiklerindeki farklýlaþma korkutmaya baþladý onu. Bir komedi filminden sonra dakikalarca aðlýyor, bir trajediden sonra ise kahkaha nöbetlerine tutuluyordu. Üstelik bu durum artýk hayatýný da etkilemeye baþlamýþ, hayatýn gerçeði ile görüntülerin gerçeði yer deðiþtirir olmuþtu. Ýþyerinde amirinin ve arkadaþlarýnýn deðiþen tutumlarý da kendi dünyasýnda oluþan bu deðiþiklikle ilgili olmalýydý. Filmi videoya yerleþtirip, kanepeye uzandý. Bu, bir korku filmiydi. Ýlkin, arada bir çerez tabaðýna giden ellerinde hissetti o duyguyu. Sanki elleri kendisinin deðildi. Yine o gýdýklayýcý his sardý bütün bedenini. Ekrana yaklaþtý. Katilin kanlý elleri bütün ekraný kaplamýþtý. Görüntüyü
34
dondurup ellerini o ellerin üzerine koyarken, niçin kahkahalar attýðýný artýk ne kendisine ne de baþkasýna izah edebilirdi. *** Üç senedir iþini düzgün yapan sayýlý elemanlarýmdan biriydi kendisi. Ciddî ve mesafeliydi. Fazla konuþmaz, fazla gülmezdi. Ýþe geç kaldýðý da vaki deðildi, erkenden kaytardýðý da… Hatta bazen iþleri yetiþtiremediðinde, ertesi güne iþ býrakmamak için geç çýktýðý bile olurdu daireden. Bekârdý ama mazbut bir yaþantýsý vardý. Yani en azýndan öyle görünüyordu. Hayýr, hiç sormadým. Yalnýz oturduðunu biliyorum tabii ama, kimsesi olup olmadýðýný bilmiyorum. Zaten söylediðim gibi fazla konuþmazdý kendisi. Son üç ayda âdeta kiþilik deðiþtirdi. Sýk sýk iþe geç kalmaya baþladý. Geldikten sonra da ne zaman bir iþ için odasýna girsem ya uykulu gözlerle karþýladý beni, ya da masasýnda uyuklarken yakaladým onu. Üstelik müþterilere de eskisi gibi kibar davranmýyor, sýk sýk sesini yükseltip tartýþýyordu onlarla. Burasý özel bir müessese. Ve biz, yýllardýr müþterilerimizle kurduðumuz iyi diyaloglarla tanýnýrýz. Böyle tutumlar içine girmesi, açýkçasý benim açýmdan katlanýlýr bir durum deðildi. Efendim? Bir derdi olup olmadýðýný sordum tabii. Hatta isterse izninin bir kýsmýný kullanabileceðini, kendisini bir an önce toparlamasý gerektiðini, aksi taktirde bu þartlarda daha fazla birlikte çalýþamayacaðýmýzý, kendisi iyi bir elemaným olduðu için bunca zamandýr anlayýþ gösterdiðimi birkaç defa söyledim ona. Ne mi yaptý? Ýlkinde hiç tepki vermedi, sözlerim bittiðinde baþka bir diyeceðimin olup olmadýðýný sordu ve çýktý odadan. Diðerlerinde ise kahkahalarla güldü. Evet evet, dakikalarca kahkahalar attý karþýmda herif. Tazminatýný verip gönderdim tabii. Bunalým mý? Sanmýyorum. Yani benim iþten çýkarmamla ilgili olduðunu sanmýyorum. Kusura bakmayýn ancak bu kadar vakit ayýrabileceðimi söylemiþtim. Fakat bir ay önceden ayarlanmýþ bir iþ görüþmesi bu. Erteleyemem. Kýzým, beyleri geçirir misin……
DERKENAR
*** Ben karþý komþusuyum, evet. Röportaj mý? Hangi kanaldan? Buyurun, buyurun. Yok, ben o gece evde deðildim. Torunumun doðum günü vardý. Oraya gitmiþtim. Geldiðimde her þey olup bitmiþti. Ne kadar üzüldüm bilemezsiniz. Çok beyefendi insandý, çok. Gerçi son aylarda biraz deðiþti ama. Bakýn senelerdir bu apartmanda otururum, her türlüsüyle karþýlaþtýk, ama ondan bir kötülük görmedik. Ýlk taþýndýðýnda tedirgin olmadým deðil. Bekâr ve genç bir adam. Kýlýðý kýyafeti düzgün, yakýþýklýca. Ben yaþlý bir kadýným evlâdým. Bu yaþtan sonra gürültü patýrtýyla, türlü rezaletle uðraþamam. Ah rahmetli sað olsaydý! Konuya mý gelsek? Anlatýyorum ya evlâdým, sýkboðaz etmesene. Ne diyordum? Ha önceleri korktum tabii. Ondan önce de öðrenciler oturmuþtu çünkü karþýmda. Eve geç saatlerde kýz arkadaþlarla gelmeler, yüksek sesle müzik dinlemeler filân, epeyi tadýmýz kaçmýþtý. Yok, korktuðum gibi olmadý. Sabah hep ayný saatlerde iþine gider, akþamlarý ayný saatte dönerdi. Gireni çýkaný olmazdý öyle. Yalnýz tatil günleri kendisi çýkardý. Elinde poþetlerle döndüðüne göre alýþveriþe filân gidiyordu herhalde. Ha, bir kere Manisa'dan mý ne annesi gelmiþti. O da çok durmadý zaten. Bir hafta içinde gitti. Ne bileyim evlâdým, çok konuþmazdý ki sað olsun. Gördü mü saygýda kusur etmezdi, hatýr filân sorardý ama, uzatmazdý fazla. Kaç kere söyledim, "Sen de benim bir evlâdým sayýlýrsýn, akþam yemeklerini buyur beraber yiyelim, sen de yalnýzsýn, ben de yalnýzým." dedim, ama hep "Baþka zaman inþallah teyzeciðim." diye-
rek geçiþtirdi. Yok, evin temizliðine karýþmazdý. Bizim kapýcýnýn karýsý Emine temizlerdi onun evini. Bazen yemeklerini de piþiriyordu bildiðim kadarýyla. Son aylarda mý? Sabahlarý farklý saatlerde çýkmaya baþladý evden. Telâþlý ve geç kalmýþ bir hâli oluyordu çoðu zaman. Iþýðý gece geç saatlere kadar yanýyormuþ komþularýn söylediðine göre. Hayýr, akþamlarý geç kalmýyordu. Hatta bazen erken geliyordu. Merdivenlerde karþýlaþtýðýmýzda eskisi gibi selam vermiyordu. Dalgýn dalgýn geçip gidiyordu yanýmdan. Bir garipleþmiþti yani. Yalnýzlýk kolay deðil evlâdým. O yaþta adam. Ne derdi vardý kim bilir? Oysa "Evlendirelim seni evlâdým." dedim, ona kaç kere. "Bak üst kattaki Fehime Haným'ýn kýzý…." Akþam yemeði davetlerimi geçiþtirdiði gibi, bunu da geçiþtirirdi gülümseyerek. Kibar çocuktu, efendi çocuktu. Efendim, yok baþka bildiðim haným kýzým. Hepsini anlattým iþte. Bir kahvemi içseydiniz bari. Kapýcýnýn karýsý mý? Emine ile de mi görüþeceksiniz? Bilmem ki, kocasý izin verir mi onun? Musibet herifin tekidir. *** Yanýnda üç yýldýr çalýþýyorum. Hayýr, sadece onun yanýnda çalýþmýyorum, baþka evlere de gidiyorum. Ona haftada üç gün gidiyordum. Bazý günler yemeklerini de piþirdiðim olurdu. Aslýnda onun evinde çok az yorulurdum. Zaten tek baþýna yaþýyordu. Tatil günleri dýþýnda bütün gün evde yoktu. Çok düzenliydi. Eþyalarýný saða sola atmazdý. Elbise dolabý, çekmeceleri, mutfak raflarý düzenliydi. Evlerine gittiðim bir çok kadýndan temizdi doðrusu. Yalnýz, son zamanlarda her 35
DERKENAR
þeyini ortaya atar olmuþtu. Salonda bir sürü boþ bardak, meyve ve çerez tabaklarý, yerlere saçýlmýþ film kasetleri filân görüyordum. Hatta bazen kanepede yatýyordu galiba. Yataðý bozulmamýþ oluyordu çünkü. Battaniye de kanepenin üzerinde duruyordu. Bir ay önce, her gün gelip gelemeyeceðimi sordu. Bir takým iþlerini kendisi yapýyordu ama, iþ yerinde çok yorulduðundan artýk eve geldiðinde hiçbir þeye elini sürmek istemediðini söyledi. Aslýnda fena teklif deðildi. Hakkýmý her zaman fazlasýyla verirdi. Yalnýz, kendimi onun evinde çalýþýrken eskisi gibi huzurlu hissetmiyordum. Yani ne bileyim, her an kötü bir þeyler olacakmýþ gibi bir duyguya kapýlýyordum. Sebebi var tabi. Meselâ bir sabah eve girdiðimde, -anahtarým vardý evet, kendisi vermiþti; iþe gittikten sonra gelmemi, kendisi dönmeden de iþimi bitirmemi isterdi- duyduðum korkunç seslerle irkildim. Sanki bir kadýný öldürüyorlardý. Kadýn çýðlýk çýðlýða "Kurtarýn beni!" diye baðýrýyordu. Önce, eve girip girmemekte tereddüt ettim. Kapýnýn aðzýnda öylece bekledim bir müddet. Korkudan elim ayaðým titriyor, içerden korkunç çýðlýklar gelmeye devam ediyordu. Koþarak aþaðý inip bizimkini çaðýrdým. O önde ben onun arkasýnda salona girdiðimizde, korkunç çýðlýklarýn açýk unutulmuþ televizyondan geldiðini gördük þaþkýnlýkla. Ben zaten karanlýktan bile korkan bir kadýným. Ekranda, ölmüþ bir kadýnýn baþ ucunda, yüzüne gözüne kan bulaþmýþ bir adamýn ürkütücü tebessümü vardý. Hâlâ o sabahý ve o manzarayý unutamýyorum. Bir baþka sabah, anahtarý çevirip tam içeri gireceðim sýrada, kadýn gülüþmeleri duydum içerden. Yine çekindim girmeye. Aklýma baþka þeyler de geldi doðrusu. Bekâr adam, neme lâzým. Yine bizimkiyle girdik içeri. Bu sefer de komedi filmini açýk unutmuþ. Bizimki de titizlenmeye baþlamýþtý zaten. Teklifi kabul etmedim. Ýyi adamdý, hakkýmý hiç yemedi aslýnda. Baþka birini mi? Baþka birini tutup tutmadýðýný bilmiyorum. Artýk gitseniz iyi olur. Kocam neredeyse gelir. Çok ýsrar ettiðinizi filân dinlemez, huzursuzluk çýkarýr. *** Hasta bize getirildiðinde, bilinci yerinde deðildi. Saatlerce gülüyor, aðlýyor ya da susuyor36
du. Sonra günler süren bir suskunluk nöbetine girdi. Hiçbir uyarýcýya tepki göstermiyor, yemeklerini bile yardýmsýz yiyemiyordu. Ailesine ve yakýnlarýna bir türlü ulaþamadýðýmýz, hakkýnda iþyerindeki birkaç kiþiden duyduklarýmýz dýþýnda hiçbir bilgi edinemediðimiz bu hasta, hazýrlamakta olduðum tez için ilginç bir vak'aydý. Onu harekete geçirecek uyarýcýyý bulmalý, bu arayýþ esnasýnda müþahede ettiðim bütün reaksiyonlarý da kaydetmeliydim. Her yolu denedim. Önce kokularý sonra renkleri daha sonra sesleri soktum iþin içine. Meselâ gün boyu kýzýlýn bütün tonlarýný gösterdim ona. Ya da müziðin her türlüsünü dinlettim. Gürültünün en þiddetlisini, sesin en çirkinini, kokunun en güzelini ve en iðrencini… hepsini denedim. Renklerden, kokulardan ve seslerden ördüðüm bu garip evren, hastamý hiçbir þekilde harekete geçirmedi. Donuk bakýþlarýna tanýdýk bir parýltý, bir öfke veya sevinç ýþýðý gelip yerleþmedi. Artýk umudumu kesmek üzereydim, onu odama getirmelerini istediðim o güne kadar: Onu kendimle odasýndan farklý bir ortamda karþýlaþtýrmayý denemek istedim. Hemþirelere hastayý odama getirmelerini söyledim. Bir yandan da bilgisayarda her gün girdiðim kayýtlarý gözden geçiriyordum. Baþýmý kaldýrdýðýmda içeri girdiðini fark etmediðim hastamýn, yüzünde her zamankinden farklý bir ifadeyle bilgisayarýn ekranýna baktýðýný gördüm. Bilgisayarý kapattýðýmda hýrçýn bir ifade kapladý bakýþlarýný. Tekrar açtým. Gözleri ellerimle ekran arasýnda gidip geldi bir müddet. Baþarmýþtým. Günler sonra nihayet bir tepki alabilmeyi baþarmýþtým. Kayýtlarda bize gelmeden önce kriz anýnda evinde televizyonunun açýk olduðu, hastanýn büyük ihtimalle, akþam, iþ dönüþü evinde televizyon seyrederek dinlenirken, bir çok vak'ada görüldüðü üzere âniden farklý tepkiler vermeye baþlayarak, bir tür cinnet yaþadýðý, yine bir çok vak'ada görüldüðü üzere, bu patlayýþýn irsî bir takým sebepler yüzünden ortaya çýkabileceði gibi önceden geçirilmiþ -ve fakat ihmal edilmiþ- küçük bunalýmlarýn sonucu olabileceði de zikrediliyordu. Evet, demek oluyordu ki televizyon bu vak'ada zararsýz bir dekor deðil, belki de hastalýðý tetikleyen baþ uyarýcýydý. Hemen hastanýn odasýna bir televizyon getirilmesini, gösterdiði tepkilerin izlenip bana rapor
DERKENAR
edilmesini söyledim. Bu konuyu tez hocamla acilen görüþmem ve geliþmeleri aktarmam gerekiyordu. Hoca "ekran þoku" diye bir kavramý -duymadýðýmdan eminmiþçesine- duyup duymadýðýmý sordu. Duymamam gayet normaldi, zira literatüre birkaç vak'a ile yeni yeni geçmeye baþlamýþ olan bu hastalýk, Avrupa ve Amerika'da görülmüþtü, ülkemizde ise kayýtlý bir dosya mevcut deðildi. Hocanýn verdiði bilgiler, hastalýðýn; çaðýmýzýn gittikçe yalnýzlaþan, yalnýzlaþtýkça kendisine bir evren kurmak zorunda olan insanýnýn düþtüðü bir çýkmaz olduðunu gösteriyordu. Bütün vak'alarda hastalar ya tek baþlarýna yaþýyorlar, ya da kendilerini bulunduklarý aile ortamýndan soyutlayarak yalnýzlaþtýrýyorlardý. Sonra bilemediðimiz sebeplerle -Çünkü uzun seanslardan sonra biraz da olsa bilincini kazanabilenler bu konuda asla konuþmak istememiþlerdi.- ekran karþýsýnda saatler geçirmeye baþlýyorlardý. Bir süre sonra sunulan programlar yetmiyor, devreye çeþitli kasetler giriyor, televizyon karþýsýnda geçirilen saatler gittikçe artýyor, hasta günlük hayatýn gereklerini yerine getiremez oluyordu. Bu arada alýþýlmýþ tepkiler yerini saçma sapan hareketlere býrakýyor, hayatýn gerçeði ekranýn gerçeði ile karýþýyordu. Ve acý son: Bütün vak'alarda hasta, televizyon karþýsýnda ya tepkisiz bir þekilde, ya kahkahalar atarken ya da hýçkýrarak aðlarken görülüyordu. Þimdi bizim bütün yapacaðýmýz hastayý mümkün olduðu kadar ekranla karþý karþýya getirmek ve bütün geliþmeleri en ince noktasýna kadar not etmekti. Bu vak'a bizim ülkemizde ilk olmasý açýsýndan çok önemliydi. *** Ýyi akþamlar sayýn seyirciler. "Ekran þoku" hastalýðý Avrupa ve Amerika'dan sonra ülkemizi de hýzla tehdit etmeye devam ediyor. Bir ay içinde bu teþhisle hastanelerde tedavi altýna alýnanlarýn sayýsý maalesef elliyi geçmiþ durumda. Þu anda yanýmda ilk vak'amýzý fark ederek hastalýðýn Türkiye'deki ilk örneðine dikkat çeken Prof.Dr. Özcan Bey ve hastasý bulunuyorlar. Sayýn hocam isterseniz önce yaptýðýmýz röportajlarý izleyelim, sonra sizi dinleyelim. Prof. kibarca gülümserken, yanýndaki hasta kahkahalar atýyor, ekranlara kilitlenmiþ milyonlarca çift gözde korku ve endiþe dolu pýrýltýlar yanýp sönüyordu.
Dublörün dilemmasý
Murat Menteþ, okumacý, tar týþmacý, kavgacý, yani kýþkýr týcý bir yazar arkadaþým. Onunla çekiþirken çiçek açarsýnýz. Yazarlýk macerasýný ben de merakla izliyorum. Peþinen söyleyeyim, fiktif, tümden hayal ürünü metinler sevmem, fakat Murat Menteþ'in birbiri peþi sýra kurduðu cümlelerin gücü, benim kendimce þikayetimi kuruntuya dönüþtürdü. Ben, Murat'ýn yaþýndayken kelimelerle kasap gibi boðuþuyordum; Murat aksine, kelimeleri kýrbaçlayýp cümleler içinde düzene sokuyor ve bunu pek mahirce baþarýyor. Bu yüzden Dublörün Dilemmasý çok canlý, renkli, inceden felsefi çýðlýklarla bezeli bir kitap ve hýzla yaklaþan bir yazarý iþaretliyor... Böyledir, edebiyat kavgayla baþlar huzurla sona erer derler; gerçi ben görmedim, hayýrlýsý Murat için olsun!.. Nihat Genç Çok acayip. Çok tuhaf. Müthiþ!.. Böyle bir kitabýn yazýldýðýna inanamýyorum. Okuyun, siz de inanamayacaksýnýz! Hakan Albayrak Dublörün Dilemmasý, Murat Menteþ, Ýletiþim Yayýnlarý
37
DERKENAR
Batýlýlaþma sorunu ekseninde bir tip, bir aile:
Yakup Kadri’nin Kiralýk Konak’ý Ali Emre Füsun Akatlý'nýn birçok yazýsýnda belirttiði gibi edebiyat alanýnda sosyolojik bir yaklaþýmla çözümleme ve deðerlendirmeler yapmaya en elveriþli türün roman olduðu rahatlýkla söylenebilir. Türk romanýnda Batýlýlýk özentisi içindeki alafranga tipler ve onlarýn dýþarýdan müdahale ederek ya da içinde yer alarak bir þekilde etkiledikleri aileler sýk sýk iþlenmiþtir. Bir tür kýble deðiþimi sayýlabilecek Batýlýlaþma ile ekonomik güç ve itibar kazanma hevesleri arasýnda kurulan baðlantýlar ve bunlarýn aile yapýlarýný ne þekilde etkileyebileceðine dair örneklere Ahmet Mithat Efendi, Halit Ziya Uþaklýgil, Hüseyin Rahmi Gürpýnar gibi önemli isimlerle birlikte Yakup Kadri Karaosmanoðlu'nun yapýtlarýnda da rastlayabiliriz. Kiralýk Konak, bu açýdan bakýldýðýnda yazarýn akla gelen ilk romanýdýr kuþkusuz. Bilindiði gibi, bu yapýtta, geçiþ döneminin çalkantýlarýný yaþayan bir konaðýn, üç kuþak boyunca izlenen sýkýntýlarý, bocalamalarý ve çöküþü anlatýlmaktadýr. Kahramanlardan Servet Bey, "alafranga hayat namýna sabahtan akþama kadar bin türlü garabet yapan, kýrk beþ yaþýnda bir züppeden baþka bir þey" deðildir. Kýzý Seniha'yý yazarýn tabiriyle "koz olarak kullanýp" birtakým iþ adamlarýyla iliþkiler kurarak zengin olma sevdasýndadýr. Karýsýna "Para yapmak, para yapmak ve bir an evvel kapaðý Avrupa'ya atmak; baþka türlüsü çýkar yol deðil." der. Seniha ise kurulu düzeni beðenmeyen, hazýr deðer yargýlarýna karþý çýkan; ama kiþisel bir baþkaldýrmadan öteye geçemediði için sonunda yenilen tipik bir geçiþ dönemi gencidir. Seniha'da yenilgiyle birlikte geçmiþ özlemi de baþlar. Tanzimat dönemi ailesinin temsil ettiði hayat 38
görüþü ile birlikte çöküþünü Yakup Kadri, konaðýn satýþa çýkartýlmasýyla simgeleþtirir. Konakta yaþama/ konaklý olma olgusu, devrin deðiþmesi ve büyük olaylarýn sarsýntýsýyla nihayet bir apartman hayatýna dönüþerek sona erer. Konak mensuplarý ise, eski terbiyeyi tam anlamýyla almýþ bütüncül psikolojiye sahip olanlar hariç, Birinci Dünya Savaþý yýllarýnýn kozmopolit sofrasýný kurarlar. Roman, bir devrin hem maddi hem de manevi yönden yozlaþýp düþüþünü "konak" ve "sofra" gibi iki sembolde özetler. Kiralýk Konak'ta diðerlerine göre biraz ayrýksý duran, o içten içe çürüyen çevre içinde bazý gerçeklere yaklaþan tek kiþi Hakký Celis'tir. O, bu atmosferi "Seniha'lardan, Faik Beylerden,
DERKENAR
Naim Efendilerden, Sakine Hanýmlardan müteþekkil olan karýþýk, mayasýz ve çürümüþ bir alem" olarak görür. Selim Ýleri'nin "baþlý baþýna bir melankoli" olarak nitelendirdiði bir tiptir Hakký Celis. Bu gençlik veriminde Yakup Kadri, Seniha ile Hakký Celis'i bir madalyonun iki yüzü gibi canlandýrýr. Hakký Celis; trajik toplumsal çöküþün ortasýnda, hem herkese özellikle de Seniha'ya baðýmlý hem de herkesten baðýmsýz, Seniha tarafýndan dýþlanmýþ, yapayalnýz yaþamaktadýr. Onun varlýðýnýn gizlerini, romanda, Seniha aracýlýðýyla ve Seniha nedeniyle öðrenir okuyucu. Seniha sonuçta onun yazgýsýný da hazýrlayacaktýr. Hakký Celis önce Seniha'yý önemser, idealize eder, göklere çýkarýr. Sonra aþký karþýlýk görmeyince savaþa katýlýr, ölüme koþar. O da savaþ ortamýnda, ölürken hissetmeye, düþünmeye baþlar göçen imparatorluðun sorunlarýný. Kiralýk Konak'ta gözler önüne serilen dönem, Ýstanbul'un levanten yaþayýþla içli dýþlý olduðu dönemdir. Kentin ayakta kalma gücü giderek azalmakta, feci akýbete doðru yaklaþýlmaktadýr. Ýþte Hakký Celis, deðiþenle sona erenin her boyutunu bir çatýþma þiddetiyle ruhunda hisseder. Hep ikileme düþer, sürekli bocalar. Her geçen gün yozlaþan ahlak anlayýþýndan, sözgelimi Seniha'nýn aðabeyi Cemil'in serbestliklerinden tiksinti duyar. Ayný zamanda kadýnlýktan, cinsellikten; hatta erkeklikten de tiksinmektedir. Belki de tiksintiyi yaratan ruhun karmaþasýdýr; içe atýlmýþ bilinç katýna eriþtirilmemiþ iç çeliþkilerdir. Hakký Celis, Seniha'ya olan sevgisinde alabildiðinde edilgendir. Birkaç dizeyle, bir iki duygusal sözle açýklýða kavuþmayý boþ yere bekler bu sevgi. Oysa Seniha, Faik'teki etkin kýpýrdanýþlarý, etin çaðrýsýný daima algýlar. Tipik bir salon adamý olan Faik, ayný zamanda erkeklik simgesi olarak algýlanýr. Serseriliði ona çekicilik kazandýrmakta
ve kadýnlarý baþtan çýkartýncaya kadar sürdürdüðü salon adamlýðý, iliþkilerinden usandýðýnda, kaba güce baþvuracak kadar sert, acýmasýz deðiþimlere uðramaktadýr. Dýþa dönük olan Faik Bey'in aksine Hakký Celis duygusal çöküþünü yapayalnýz yaþar ve romantik, sanatkar mizaçlý bu ferdin çöküþü, roman bitene dek sezinlenmez. Ne var ki platonik aþk sonunda biter. Hakký Celis, yapýtýn bitiminde artýk Seniha'yý sevmez. Seniha'nýn kadýnca baþtan çýkarýþlarý biraz daha normal, insani sayýlabilecek bir boyuta eriþtiðinde bile sonuçsuz, yanýtsýz kalacaktýr. Birinci Dünya Savaþý, romanda, Hakký Celis'i milli þuurla donatmýþ görünse de, bu inandýrýcýlýktan uzak gibidir. Þair yaradýlýþlý bu genç adam vatan uðruna ölmeyi etteki sýrla ödeþerek seçecektir. Yakup Kadri'nin bu noktada kendini Hakký Celis lehine taraf tutmak zorunda hissettiði söylenebilir. Seniha bir þekilde mahkum edilirken, Hakký Celis'e anlayýþ ve merhametle yaklaþýlýr. Zaten romanýn temel tezi de bunu zorunlu kýlmaktadýr. Zira yazarýn Sodom ve Gomore adlý romanýnda da aðýrlýklý olarak iþlendiði gibi cinsel serbestlik, yozluk ve ahlaki düþüklük o günün Ýstanbul'unda toplumsal çöküþün de günahkar hazýrlayýcýsý olarak ele alýnmaktadýr. 1922'de yayýmlanan Kiralýk Konak Yakup Kadri'ye romancý olarak ün saðlayan ilk önemli yapýttýr. Cevdet Kudret'in, Flaubert'in Madam Bovary'si, Niyazi Aký'nýn ise Goncourt Kardeþler'in Germinie Lacerteux'u arasýnda benzerlikler bulunduðunu söyledikleri bu roman hakkýnda Berna Moran þunlarý söylemektedir: "Türk romanýnda belki ilk defa, tipleri toplumsal koþullara ve tarihsel sürece baðlamaya çalýþýrken, bu tiplere canlý ve gerçek bir kiþilik kazandýrma uðruna bilinçli bir çaba gösterilen bir yapýttýr bu."
39
DERKENAR
Cemal Süreya’nýn kiþilik anlayýþý "Azalan verimler kanunu, Or taklaþa hava ve Zulüm"
Atanur Memiþ Cemal Süreya gerçek bir þairin yolunu hiçbir þeyin kesemeyeceðini düþünmektedir.1 Gerçek þair, eninde sonunda deðerlendirilecek, hak ettiði yere gelecektir. Gelecek kuþaklara kalmak ve þiir sanatý için bir deðer haline gelmek içinse; bir dönem parlamak, kendine sürekli dergi sayfalarýnda yer bulmak yeterli olmayacaktýr. Bir þairin yýldýzýný da kendi þiirinin dýþýnda, hiçbir güç parlatamaz. Yýldýzýn yakýtýný saðlayacak olansa, þairin göðü kendine özgü kullanýþ biçimi; yani, þiirdeki kiþiliðidir. Süreya'nýn kiþilik kavramý etrafýnda dönen yazýlarýndan üç baþlýk çýkarmak mümkündür. Bunlardan birincisi, genel olarak, sürekli tekrarlanan kalýp sözler ve biçimlerin zamana karþý tutunamayacaðýný imleyen "Azalan Verimler Kanunu"; ikincisi, kliþelerden uzak durulsa bile ortaya çýkabilecek benzerlikleri içeren "Ortaklaþa Hava"; üçüncüsü ise, þiirde bir kiþilik kurabilmiþ þairlerin, þiirlerini yenilerken kiþiliklerine karþý iþledikleri suçu ifade eden 'Zulüm'dür. Azalan verimler kanunu
Süreya, þiirle ilgili yazýlarýnda 'þiirde kiþilik', 'þair kiþiliði' üzerinde ayrýca durur. "Folklor Þiire Düþman" adlý yazýsýnýn ana konularýndan biri de kiþilik üzerine kaleme aldýðý düþüncelerini içerir. Burada, kiþiliðin folklordan kaçýnmak için önemli bir etken olduðunu vurgularken, folklorla iç içe olan þairleri birbirlerinden ayýrt etmenin güçlüðüne de deðinir. Bu þairler, ayný ses ve biçime dönük eserler verdiklerinden dolayý ortaya koyduklarý sanat yapýtý da özgünlüðünü kaybetmektedir. Yazýyý kaleme aldýðý dönemde, kiþiliðe daha çok önem verildiðini gözlemleyen Süreya, bunun ayný zamanda farklý þiir tatlarýný ortaya çýkardýðýný düþünmektedir: "Kiþiliðin tadý þiir dünyasýný bir tuttu ki bugün, bir þiiri bir þair yazarsa güzel oluyor da ayný þiiri bir baþkasý yazýnca olmuyor."2 40
Süreya'nýn folklordan kaçýnýlmasý gerektiðini ileri sürmesi folklorun barýndýrdýðý anonim kalýplar yüzündendir. Folklor ve halk deyimlerinin birden fazla þiiri taþýmasý zordur. Sadece bir açýdan iþlenen dil, verimini yitirmekle kalmayýp dil bunalýmlarýnýn oluþmasýna zemin hazýrlamakta; bu bunalýmlar da ancak yeni þiir alanlarýnýn ortaya çýkmasýyla veya yeni bakýþ açýlarýnýn yakalanmasýyla son bulmaktadýr. Bu anlamda, anonim kalýplarý bolca iþleyen Karacaoðlan ve Emrah'a büyük þair diyenleri eleþtirmekten geri durmayan Süreya, kiþiliksiz büyük þair olunamayacaðýný ve bu tür þairlerin eserlerinin estetiðe konu edilemeyeceðini savunmaktadýr. 'Þiirde azalan verimler kanunu' sözü, dolayýsýyla, her türlü kliþenin; kavramsal, dönemsel, politik... þiirin özünü eninde sonunda boþaltacaðý gerçeðini simgelemektedir.3 Süreya, Ekim 1956'da a Dergisi'nde yayýmlanan bu yazýsýnda, bir iki yýldýr dilin daha iç ve derin imkanlarýyla baþ baþa olduklarýný dile getirerek, özellikle (Ýkinci Yeni akýmý içinde olduklarý var sayýlan) genç þairlerin folklor bir yana, en küçük kliþelere bile yer vermediklerini muþtular. Þiirde kiþilik oluþumunun belirtilerinden biri, bu anlamda, kliþelerden uzak durmakta yatar.4 Þair, "Þapkam Dolu Çiçekle" adlý yazýsýnda, kiþilikli þairlerden biri olarak nitelendirdiði Fazýl Hüsnü Daðlarca'ya Frank Elgar'ýn Picasso için söylediði sözleri yakýþtýrýr: "Sanat için toplumun aynasýdýr dendi. Çok kere de öyle olduðu anlaþýldý. Ama ne var, Picasso için ayný þeyi ileri süremeyiz. Picasso'nun sanatý tek bir kiþinin aynasýdýr, yani kendisinin."5 Daðlarca'nýn Çocuk ve Allah ile Sivaslý Karýnca'da bulunan þiirlerinin tek kiþiye ait olma özelliðinin, Paul Eluard'ýn Capital de la Douleur'ünde, Guillaume Apollinaire'in Alcools'ünde, Luis Aragon'un Crève-coeur'ünde
DERKENAR
bile bulunmadýðýný düþünen Süreya; evreni ve eþyayý kavrayýþýndaki tamamýyla kendine özgü bakýþ açýsýnýn, onu bu bakýmdan edebiyatýmýzda çok önemli bir yere getirdiðini düþünmektedir. Ne var ki, Daðlarca'nýn þiir arayýþýnýn bir ürünü olan akýlcý þiire dönük eserlerini, bir baþka yazýsýnda, yine kiþilik baðlamýnda tartýþmaya açmaktan da kaçýnmayacaktýr. Ortaklaþa hava
Süreya, þiirimizde kiþilik sahibi þairlerin varlýðýndan bahsederken, onlarýn yine de ortaklaþa bir havadan kurtulamadýðýný düþünmektedir. Bu anlamda, Orhan Veli'den Ýlhan Berk'e ve Turgut Uyar'a kadar uzanan þiir serüvenini üç kelimeyle özetlemeyi uygun bulur: "Þapkam dolu çiçekle."6 Ona göre, bahsedilen süreçteki þairler 'þapka gibi sýradan þeylerin, çiçek gibi güzel ve bilinen þeylere oranlarýný ya da þartlarýný arar gibi' olmuþlar; bu yüzden de genelde hepsi ayný arayýþýn ürünlerini vermiþlerdir. Kiþiliklerinin dýþýnda geliþen bu durum, onlarý birbirine fazla benzetmiþ, 'sanatýn can damarý' olan metod bakýmýndan uzmanlaþmalarýna ise imkan tanýmamýþtýr.
düþündüðü "Taklit" baþlýklý yazýsýna atýfta bulunarak, taklitin de sanata ve kiþiliðe aykýrý olduðunun altýný çizer. Ona göre, 'faydalanma' ve 'taklit' birbirinden ayrýlmasý gereken iki kavramdýr. Bu durumda, sürrealist þairlerin imaj ve mýsra alýþ veriþlerine 'taklit' demek doðru olmaz. Çünkü, onlarýn yaptýðý tekrarlamaktan ziyade bir faydalanmadýr. Ayný þekilde, Aragon'un Lautréamont'a olan aþýrý zaafý kiþiliðine bir eksiklik getirmemiþ; aksine, faydalanmanýn açýk örneklerinden biri olmuþtur.9
Süreya'ya göre, ayný kelimeleri sýkça kullanýp belli imajlarý iþlemek, þiirde kiþilik kurmak adýna yanlýþ bir seçimdir. Bu yolla edinilen kiþiliðe, 'kolay kiþilik, yalan kiþilik' kavramlarýný uygun bulan þair; kiþiliðin sanatta soyutluða doðru gidildiðinde daha çok önem kazandýðýný, bir noktadan sonra da soyut sanatý ayakta tutan þey haline geldiðini öne sürer. Yani, sanat soyutlaþtýkça daha özgün bir hal almakta ve kiþiliði daha belirgin olarak ortaya çýkarmaktadýr.7 Soyut þiirde 'stilizasyon'un (baþka türlü ele alýþýn) ön plana çýkmasý, böyle bir þiirin anlamlanmasýnda þairi tanýmayý zorunlu kýlar. Dolayýsýyla, þairin stilinin kavranmasý soyut þiiri anlamlandýrmayý kolaylaþtýran bir etkendir. Süreya, soyut þiirde, ancak þiirini kiþiliðine yaslayabilen þairlere þans tanýr. Sadece onlarýn geleceðe kalacaðýný, diðerlerinin ise kelime yýðýnlarý arasýnda kaybolup gideceðini öngörür.8
Süreya, "Etkiler Aðý" adlý yazýsýnda yine taklit konusuna deðinerek, bu kez 'taklit'le 'etkilenme'yi birbirinden ayýrýr. Cahit Sýtký'nýn, Apollinaire'in 'je passai su bord de la Seine/ un livre ancien sous le bras' mýsralarýndan hareketle yazdýðý 'geçtim bir akþam Sadabattan/ koltuðumda Nedim divaný' mýsralarýný bu tür bir etkilenmeye örnek olarak verir. Cahit Sýtký bu mýsralara damgasýný vurarak, onlarý baþarýlý bir biçimde kendisine mal etmesini, kiþiliðine uydurmasýný bilmiþtir. Oysa Süreya, Cahit Sýtký'nýnkileri andýran þiirler yazan Hasan Þimþek'in þiirde bir kiþilik kurabildiðinden þüphelidir. Çünkü, yazdýklarý Cahit Sýtký'ya bir þey katmamaktadýr.10
Süreya, kiþiliðin ne olup olmadýðýný 'taklit, faydalanma ve etkilenme' kavramlarýyla daha da belirginleþtirir. Oktay Rifat'ýn takliti onayladýðýný
Süreya, Osman Mazlum takma adýyla Aðustos 1960'da Papirüs'te yazdýðý "Þiir Evreni Deðiþtirir" adlý yazýsýnda þiir için kiþiliðin her þey olduðunu
41
DERKENAR
bir kez daha belirterek, bunu birçok kez tekrarladýðýný hatýrlatýr. Kiþiliðin gücünü ortaya koyan "Kiþiliði olan þair evreni deðiþtirir ve kiþiliði olan þairin þiiri somuttur. O þairin þiirleri birbirini somutlar. Bir noktadan sonra da artýk þiirin güzelliði deðil özelliði önemlidir."11 sözleriyle de þiirin gerçekliðinin ve evrende bir yer edinmesinin, hatta onu deðiþtirmesinin yine kiþilik sayesinde olabileceðini vurgular. Sonuçta, kiþilikli bir þairin þiirleri, bir bütün olarak bakýldýðýnda, bir dünya görüþü ve algýlayýþýnýn ipuçlarýný da taþýmakta; insanlýða yeni bir bakýþ açýsý sunabilmektedir. Süreya, "Chagall'ýn Þiirleri"12 adlý yazýsýnýn bir bölümünde, bir þiirin tek baþýna diðerlerinden ayrý oluþuyla yeni olamayacaðýný öne sürerken, söz konusu ayrýlýðýn þiirden deðil, þairden kaynaklanmasý gerektiðine dikkat çeker. Dolayýsýyla, kiþiliðin ilk belirtisi ayrý olmaktýr. Daha önemlisi ise, þairin yapýtlarý arasýnda, 'düzenli bir görüþ, yaþantý ve zevkler bütününün' ortaya çýkmasýdýr. Zulüm
Cemal Süreya, Osman Mazlum takma adýyla yazdýðý bir baþka yazýda, þairin þiirini yenilemesinden bahseder.13 "Þair kendini boyuna yenilemelidir." sözünü çeþitli yönleriyle ele alarak açýklýða kavuþturur. Ona göre, sýkça söylenen bu sözde haklýlýk payý olmakla birlikte, doðurduðu kimi zararlý sonuçlar da göz ardý edilemez. Eðer bir þair, þiirini, kiþiliðini bilerek yenilemezse þiirinin aðýrlýk noktasýný kaybetme tehlikesiyle karþý karþýya kalýr. Örneðin, Daðlarca'nýn deneysel þiire yönelmesinden sonraki eserleri, eski þiirleri kadar tat vermemektedir. Onun, önceleri þiir akýmlarýndan etkilenmeyen bir tutumla 'refleks' þiirleri yazarken aklý öne çýkaran þiirler yazmaya yönelmesi, þiirini etkisizleþtirmekle kalmamýþ, kiþiliðini borçlu olduðu þiir anlayýþýndan da uzaklaþmasýna yol açmýþtýr. Kelimeleri bir dilci kaygýsýyla kullanarak geometrinin ön plana çýktýðý þiirlere yönelen Daðlarca'nýn, bu yeni þiiri iþlerken önceki 'refleks' þiirinden aynen yararlanmak istemesi ise, onun kiþiliðini yeni þiirine taþýyamamasýnýn en önemli nedenidir. Süreya, öte yandan Perçemli Sokak'la kendini yenilemeye çalýþan Oktay Rifat'in somut þiirden 42
soyut þiire geçiþini, onun kendi þiir yönüne uygun bir davranýþ olarak niteler. Buna göre Oktay Rifat, þiirini kendini tanýyarak, kiþiliðini taþýyarak yenilemiþtir. Oysa Ýlhan Demirarslan, düþünceye baðlý þiir anlayýþýndan kelimeye baðlý þiir anlayýþýna geçerken, bunu kendi temelleri üzerine kuramamasý sonucu, bu yeni þiirde kiþiliðini kaybetmekten kurtulamamýþtýr. Süreya, ayný yazýsýnda, yenileþirken kiþilikten ödün vermeyi bir 'zulüm' olarak niteler.14 Buna göre, Fazýl Hüsnü Daðlarca, eski þiirlerini yeni þiirlerine aynen taþýyarak; Ýlhan Demirarslan ise eski þiirini tamamen dýþlayarak zulüm iþlemektedir. Ayný þekilde, Özdemir Asaf'ýn mistik þiirden espri þiirine geçerken yazdýðý, 'yüzeyde kalan kelime oyunlarýyla dolu; bulmacalar, siyah-beyaz anlam baðlantýlarý' içeren yeni þiirleri de zulümden baþka bir þey deðildir. Cemal Süreya'nýn 'kiþilik' kavramý üzerine kaleme aldýðý yazýlarýna þöyle bir dönüp baktýðýmýzda, bir þairin þiirde kiþilik sahibi olmasýnýn belli baþlý þartlara baðlý olduðunu görürüz. Bunlar: ayrý olmak, folklordan -kliþelerden- anonim kalýplardan uzak durmak, diðer þairleri taklit etmemek ama onlardan faydalanmak, yeni tarz þiirlere kendini tanýyarak geçiþ yapmak, vb. olarak sýralanabilir. Süreya'nýn, kiþiliði oluþmamýþ þairlere geleceðe kalma ve estetiðe konu olma adýna þans vermediðinden hareketle, Türk þiirini kabaca gözden geçirdiðimizde, ortaya çýkan sonuç; pek çok þairin adýnýn artýk anýlmadýðý, pek çok þiir döneminin ise azalan verimler kanununa boyun eðmekten kurtulamadýðý yönündedir. Süreya'nýn, "Folklor Þiire Düþman" adlý yazýsýndaki, kiþiliðe gelecekte daha çok önem verileceði yönündeki tahmini bugün büyük oranda tutmuþtur. Artýk pek çok dergide yapýlan soruþturmalarda, þairler ve þiir dönemleri incelendiðinde, kiþilik oluþturmasýný baþarmýþ þairlerin isimleri ön plana çýkýyor. Birkaç güzel þiir yazmak Süreya'nýn da dediði gibi, þair olmaya yetmiyor. 1956'da yazýlan bu yazýyý günümüzle baðlamak adýna en güncel soruþturmalardan birine bakabiliriz. Varlýk dergisinin Haziran 2005 tarihli sayýsýnda yayýmlanan 'günümüz þiiri' üzerine yapýlan soruþturmanýn ilk yazýsýnda Güven Turan, son dönem þiirine gelinceye kadarki dönemlere
DERKENAR
þöyle bir deðindikten sonra, yazýsýný, þiir üzerine görüþ bildiren herkesi artýk 'þiir'den ziyade 'þair' üzerinde durmaya davet ederek bitirmekte. Son dönem þiirinde ortaya çýkan farklýlaþmalar, þiirde kiþilik arayýþlarýnýn bir sonucu olmakla birlikte, belli imajlarla çalýþýp 'ille de ayrý olma' dürtüsünün de getirdiði bir sonuçtur. Süreya'nýn 'kolay kiþilik' tanýmýna pekâlâ uyabilen bu durum, yeni þairlerin yýldýzlarýný bir anda parlatmaktaysa da, birkaçý dýþýnda onlarý ortaklaþa bir havadan, bir biçim ve dil bunalýmýndan kurtaramamaktadýr. Bu ortaklaþa ve bulanýk havada ise ortaya koyulan þiirler, felsefe ve dilbilimsel kuramlarýn kazandýrdýðý yenilikler dýþýnda, genelde bir göndermeler yumaðýndan ibarettir; eski metinler ve eski (önceki) þiirlerin kimi sözcük ve anlam deðerlerinin saðladýðý aðýrlýkla kurulan veya hâlâ þapkayý çiçekle doldurmaya çalýþan...
DÝPNOTLAR 1
Cemal Süreya, "Þairler", Folklor Þiire Düþman, Ýstanbul: Can Yayýnlarý, 1992, s. 41. 2 Cemal Süreya, " Folklor Þiire Düþman", Folklor Þiire Düþman, Ýstanbul: Can Yayýnlarý, 1992, s. 24 3 Cemal Süreya, a.g.y., s. 25. 4 Cemal Süreya, a.g.y., s. 26. 5 Cemal Süreya, "Þapkam Dolu Çiçekle", Vatan, 31 Temmuz 1957; Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s.203. 6 Cemal Süreya, a.g.y., s.203. 7 Cemal Süreya, a.g.y., s.203. 8 Cemal Süreya, "Üvercinka Dedi ki...", Pazar Postasý, 20 Nisan 1958; Nursel Duruel (haz.), Güvercin Curnatasý, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, Haziran 1997, s. 17. 9 Cemal Süreya, "Þapkam Dolu Çiçekle", Vatan, 31 Temmuz 1957; Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s.204. 10 Cemal Süreya, "Etkiler Aðý", Vatan, 16 Aðustos 1957; Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s. 205. 11 Osman Mazlum, "Þiir Evreni Deðiþtirir", Papirüs, Aðustos,1960; Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s.280. 12 Cemal Süreya, "Chagall'ýn Þiirleri", Pazar Postasý, 23 Þubat 1958; Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s. 240. 13 Osman Mazlum, "Þairin Kendini Tanýmasý", Pazar Postasý, 6 Nisan 1958; Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s. 243. 14 Cemal Süreya, a.g.y., s.245.
43
DERKENAR
Ayrýntýlar Abdullah Sami Çok gençsiniz. Ama çok gençsiniz. Býyýklarýnýz yeni terlemiþ. Çocukluðunuzda oynadýðýnýz oyunlarýn heyecaný henüz geçmemiþ üzerinizden. Misket oynarken dizlerinizin üzerine çöktüðünüz zamandan kalan tozlar bile hâlâ dizlerinizde. Dünyayý toz pembe görüyorsunuz. Dünyada olup bitenler hakkýnda hiçbir þeye kafa yormuyorsunuz. Zaten, þu an içinde bulunduðunuz zaman ve ilerisi için de hiçbir þeye aldýrýþ ettiðiniz yok. Ýlk defa kalp denen bir organýnýzýn var olduðunu keþfediyorsunuz. Doðrusu keþfetmeye zorlanýyorsunuz. Arkadaþlarýnýzla arada bir gittiðiniz pastahanede, haným hanýmcýk, kara gözlü, güzel bir kýz... Ahým þahým bir güzelliði yok tamam ama, öyle bakýþlar atýyor ki, kayýtsýz kalmanýz mümkün deðil. Artýk arkadaþlarýnýzý çeþitli bahanelerle ekip tek baþýnýza oraya gidiyorsunuz. Bilmem kaçýncý kez gidip gelmelerden sonra, onu görüyorsunuz. Bakýþýyorsunuz... Tanýþýyorsunuz... Konuþuyorsunuz.... Ve kalp yapýnýzýn güneydoðu kapýsýndan onu içeri alýyor, en baþ köþeye oturtuyorsunuz... Seviyorsunuz. Deliler gibi seviyorsunuz… Delilerin nasýl sevdiðini bilmiyorsunuz... Onun da sizi sevdiðine inanýyorsunuz. Her akþam okul çýkýþý buluþuyor, sokaklarda biraz turladýktan sonra onu oturduklarý sokaðýn baþýnda býrakýyorsunuz. Her hafta sonu buluþuyor, sevdiðiniz yerlere gidiyor, el ele dolaþýyor, bazen birbirinize sarýlýp dakikalarca öyle kalýyor, bazen göz göze geliyor ta uzaklara dalýyorsunuz. Ýleride güzel günler geçirebileceðinizi umut ediyor, pembe panjurlu ev, altýn sarýsý saçlý, deniz mavisi gözlü, mutlu, saðlýklý çocuklar hayalleri kuruyorsunuz. Oysa, ülke ekonomisiyle birlikte babanýzýn konfeksiyon atölyesindeki iþleri de geri geri "maykýl caksýn dansý" yapmaya devam ediyor, üstelik o esmer, gözleri kara... Boþ verin, varsýn olsun... Size "iyi hayaller" dilerim...
44
Mevsimler gelip geçiyor, ayvalar çiçek açýyor, Fenerbahçe þampiyon oluyor, ama sizin gözünüz ayvanýn çiçeklerini görmediði gibi yollardaki bayraklarý da görmüyor. Hani "bulut gibi" diye bir deyim var ya... Sizin üzerinize "cump" diye oturuyor. Gökyüzünde varlýðýyla yokluðu belli olmayan, içinde kar veya yaðmur barýndýrmayan herhangi bir bulutun yeryüzü temsilcisisiniz. Ayný sýnýfta olsaydýnýz, belki kafayý fazla takmayýp derslere biraz daha yoðunlaþacaktýnýz. Ama o, yani hayallerinizin sultaný, rüyalarýnýzýn en güzel gelini ayný okulda bile deðil. Nasýl kafayý takmaz, nasýl derin düþüncelere dalmaz, nasýl pembe hayaller kurmazsýnýz, nasýl??? Kuruyorsunuz... Ve son, beklenilen gibi oluyor; sýnýfta kalýyorsunuz. Olsun. Ailenize karþý madara olmuyorsunuz en azýndan. Babanýza, genç elemanlar lazýmdý. Evde
DERKENAR
lafý bile açýlmadý okulun. Adamcaðýz, hem yanýndaki elemanlara bir avuç haftalýk ödüyor hem de sizin okul masraflarýnýz... Neyse… Bundan sonraki hayatýnýza, babanýzýn atölyesinde ara ütücü olarak devam ediyorsunuz. Ýlk günlerde biraz zor olsa da, bir hafta boyunca onu görememeye alýþýyorsunuz. Artýk sadece hafta sonlarý buluþuyorsunuz. Ama, bu buluþmalarýnýz da geçen yýlki buluþtuðunuz yerlere gitmiyorsunuz. Çünkü çalýþýyorsunuz ve paranýz var. Sinemalar, kafeteryalar, sahildeki çay bahçeleri, velhasýl paralý yerler uðrak yerleriniz. Aylar, haftalar birbirini kovalýyor, günler sular seller gibi akýyor. Sadece hafta sonlarý, onunla birlikteyken, yemekten sonra tüttürdüðünüz sigara artýk aðzýnýzdan düþmüyor. Ýþyerinde sigara içmek için sýk sýk tuvalete gidiyorsunuz. Bu arada, iþyerindeki veriminizin azalmasý baþta babanýz olmak üzere, diðer çalýþanlarýn da dikkatlerinden kaçmýyor. Aslýnda babanýz sigaraya baþladýðýnýzýn farkýnda. Sigarasýz kaldýðý bazý geceler, çaktýrmadan birkaç dal sigara bile araklýyor cebinizden. Siz geçmiþ hayatýnýzda gece geç saatlere kadar oturur, televizyon izler, arkadaþlarýnýzla bazý sosyal aktivitelere katýlýrdýnýz. Ama, yatay geçiþ yapýp birdenbire kendinizi içinde bulduðunuz yeni hayatýnýzda, "hafta sonu erken gelsin" düþüncesiyle, zamandan çalmaya çalýþýyor, erkenden yatýp uyuyorsunuz. Lisedeyken, yani, okulu yarým býrakmadan önce nefret ettiðiniz arabesk müzik vazgeçilmeziniz oluyor. Ýþyerinde sesini sonuna kadar açýp müslüm babadan þarkýlar dinliyorsunuz. Çalýþtýðýnýz iþyeri babanýzýn olduðu için çalýþanlar seslerini çýkaramýyor. Zaten o kadar asýk suratlý ve sinirlisiniz ki, kimse sizinle dalaþmak istemiyor. Gün boyu dinlediðiniz kesmiyor sizi, gece gözleriniz kapanana kadar arabesk dinliyorsunuz. Bu günlerde, anneniz odanýzý temizlerken, bira þiþesi kapaklarý buluyor yattýðýnýz karyolanýn altýnda. Bir deðil beþ deðil, bu durum canýný çok sýkýyor, endiþelerini artýrýyor senin hakkýnda. Sol pazýnýzýn üstüne jiletle çizdiðiniz "Z" harfi de annenizin dikkatinden kaçmadý. Ama, ana ciðeri
iþte... Babanýza bir þey söylemiyor. Aslýnda, hem evde tatsýzlýk çýkmasýndan çekiniyor, hem de "þunun þurasýnda altý ay kaldý, belki askerde uslanýr" diye, düþünüyor kadýncaðýz. Dünya hýzla dönmeye devam ediyor muhterem. Anneniz "belki uslanýr" temennisi ile, iþ arkadaþlarýnýz "gider de þehit olur, bir daha görüþmeyiz inþaallah" düþünceleri ile, babanýz "döndüðünde olgun bir adam olur, iþyerini rahatlýkla teslim edebilirim, hacca param yetiþmezse de umreye gidebilirim" umudu ile içlerinden alçak sesle, eller üstünde "en büyük asker bizim asker" baðrýþmalarýyla yüksek sesle otogardan uðurluyorlar. Askere gidiyorsunuz... Gittiniz. Þehit olmadýnýz. O kýyasýya çatýþmalarda yaralanmadýnýz bile. Askerde baþýnýza her hangi bir kötülük de gelmedi. Sevdiðiniz kýz sizi terk ederek bir baþkasýyla da evlenmedi. Ama, sadece þimdilik. *** Asker dönüþü sizi ofisimde bekliyorum Selami Bey. Hatýrlýyor musunuz Selami Bey, liseye baþlayalý birkaç ay olmuþtu. Kara gözlü bir kýza tutulmuþtum da, kendimi yazýya ve þiire vermiþtim. Gerçi yazdýklarým dereden- tepeden þeylerdi ama, bütün arkadaþlarýmýn ve kara gözlümün yanýnda, "senden yazar olursa, benden de kalorifer kazaný" demiþ, ardýndan iðrenç bir kahkaha atmýþtýn. Ben sabýrlý bir yazarým Selami Bey. Bekliyorum Selami Bey... Ya gelir paþa paþa özür dilersiniz benden ya da görüþürüz Selami Bey...
Yeni telefon numaramýzý lütfen derkenar ediniz;
(0212) 610 89 25
45
DERKENAR
DOSYA
BÝLGE KARASU
47
DERKENAR
Bilge’nin Karasu’larýnda Aynur Kulak Okur kitap arar, ama kitabýn da okuru bulduðunu ben çok gördüm. Açýklanabilir bir þey söylemiyorum belki, ama "rastlantýlar"ýn çoðu, açýklayamadýðýmýz için rastlantý görünmez mi?
Bilge Karasu - Ne Kitapsýz Ne Kedisiz (1987)
Günlerden bir gün Beyazýt'taki tarihi sahaflarý gezerken bir kitap buldum. Buluþ, o buluþ. Ýlginçtir, o gün o kitap için gitmiþtim sanki sahaflara. Yazarýný tanýyordum aslýnda, duymuþluðum vardý. Gerçi on bir kitabý arasýnda bir kitabýydý elimde tuttuðum. Fakat, girmiþ bulunuverdim bir kere Bilge'nin Karasu'larýna. Þimdi sýrf bu yüzden iþte, yazarý da övmek isterim, kitaplarýný da. Dev ormanlar ve ulu aðaçlar hayat için neyse okumaya yazmaya hevesli biri için de Bilge Karasu ve Bilge Karasu kitaplarý öyledir. Çaðdaþ Türk edebiyatýnýn devidir O. 'Ýmgelerin' incelikli dostudur. Okuyucuyu bir labirentin içine sokan, O'nu düþündüren, düþler görmesini saðlayan, düþündürürken yorup, daha çok yoðuran, sabýrla biçimlendiren ve bütün bunlarý yaparken imgelerin yaratým gücünden, notalarýn kýlcal damarlara benzeyen þeklinden, piyanonun tuþlarýndan çýkan imge melodilerinin alýp götüren sesinden (Okuyunuz: Uzun Sürmüþ Bir Günün Akþamý'nda Dutlar metni) yararlanan büyük bir yazý ustasýdýr karþýnýzda duran.
Nar ile; nar gibi O gün Beyazýt'taki sahaflarda elimde tuttuðum kitap Narla Ýncire Gazel idi. Nar büyüktür ama büyüklüðüyle övünmediði gibi üstüne üstlük... Çoktur. Pazardan alýrsýn bir tanedir eve getirirsin bin tane olur. Hangi yemiþ bu kadar çoktur? Hangi yemiþ teklikten çokluða dönüþür Nar kadar? Dönüþür de þaþýrtýr bizi! Bazý kitaplar da Nar gibidir. Kitapçýdan alýrsýnýz, bir tanedir. Eve gelene kadar on bir tane oluverir. Þaþýrýrsýnýz. Fakat ayný zamanda sevinirsiniz de. Kaç tane kitap eve gelene kadar çoðalýr ki? Dal budak sarar, sarmaþýk misali büyür ve kaplar. Bu yüzden Nar gibi olan (Nar'a benzeyen) bu kitaplar emek ve ciddiyet isterler. 48
Bu kitaplarý okuyacaðýnýz yer bile önemlidir mesela. Herhangi bir yer Nar gibi olan kitaplarý memnun etmeyebilir. Bu kitaplar dikkatinizi sonuna kadar zorlamanýzý ve daha dikkatli okumanýzý sizden açýk ve net olarak ister. Sýrtýnýzý dik tutacak ve dikkatinizi sadece okuyacaðýnýz kitaba yönlendirecek sert bir sandalye seçmelisiniz. Masada da dikkatinizi daðýtacak herhangi bir þey olmamalý. Çünkü…! Her an çoðalabilirsiniz. Yere çarpýp parçalanan bir narýn taneleri gibi etrafa saçýlabilirsiniz. Ya da hiç hazýr olmadýðýnýz bir gün, hiç hazýr olmadýðýnýz bir anda elinizde tuttuðunuz bir kitabýn arkasýndan gelecek on kitapla birlikte bir yolculuða çýkabilirsiniz. Kendimizi sýnayýp tanýyacaðýmýz, çeþitli yol arkadaþlýklarý kurabileceðimiz ya da yalnýz, yapayalnýz kalabileceðimiz bir yola… (Ne Kitapsýz Ne Kedisiz)
Okurdan söz etmek Bilge Karasu gibi ince eleyip sýk dokuyan, zoru seven bir yazý ustasýnýn kitaplarýný çoðu zaman býrakmak istersiniz, uzaklaþmak ve bir daha hiç buluþmamak istersiniz 'o' kitapla. Kitaplarla. Fakat izlenirsiniz. Ýmgelerden oluþan haleler büyüdükçe büyür, kapsar. Kelimelerin sahibini arayan yankýlarý, nerede olursanýz olun sizi bulur. Dinlettirir kendini tekrar tekrar. Öyle incelikli izlenirsiniz ki izleyeni görmezsiniz ama hissedersiniz izlendiðinizi, hatta bilirsiniz yanýnýzda olduðunu aslýnda ama, asýl olana ulaþmak için tekrardan okumalý, defalarca düþünmelisiniz. Bilge Karasu'nun en kýsa metni bile sizden böyle yapmanýzý ister, bekler, zorlar. Bu yüzden bir ara kitabý býrakýr ve okurdan söz eder. Kitabý býraktým, okurdan söz ettim. Mýsýrlý’nýn dediði gibi kitap pek güzel de, okur da olmalý: nasýl okumak gerektiðini, gerekebileceðini durmaksýzýn araþtýran, öðrenmeðe çalýþan, biraz olsun öðrendiðini düþünebile-
DERKENAR
cek hale gelmiþ okur… Okumasýný bilen, gerçi, okuyarak öðrenmiþtir; her okuyanýn (hatta "yazanýn" demeli) okumasýný öðrendiði ise hiç söylenemez.. Sadece okumayý seven biri bile olsanýz Bilge Karasu kitabý okurken dilin kývamýný tutturabilmek için her kelimeyi her cümleyi ve tabii ki imgeleri ölesiye kurcaladýðýný, yazdýðýný, bozduðunu, on kere düþünüp bir kere yazdýðýný ama sonuçta yine üzerini karaladýðýný; yeniden, yeniden ve yeniden yazdýðýný anlarsýnýz. Ýkircikli bir halleri vardýr kelimelerin. Sanki kendisinden daha iyi olan kelimeleri biliyormuþ ve yazarýn bu kelimeyi her an arayýp, bulup, çýkarýp, kendi yerlerine koyacakmýþ gibi bir hal… Sürekli araþtýran, sürekli farklý metinler okuyup, keþfetmek için çabalayan okur için tadýna doyulmaz bir haldir bu. Ýþte bütün bunlar Füsun Akatlý'nýn da yazdýðý gibi Bilge Karasu'yu "okur yetiþtiren bir eðitimci" yapar. Hatta bu eðitimci kimliði Bilge Karasu'nun yazar kimliðinin zamanýndan çalar. Belki de Karasu'nun eðitimciliðine en güzel örneði Gece adlý kitabýndan verebiliriz. "Öykücü, romancý, her yazdýðýnýn nereye varacaðýný bilen bir kiþi sanýlýr; kendi de zaman zaman buna inanýr, ya da inandýrýlýr… Oysa yazdýðý her tümcenin ardýndan ne geleceðini -o ‘bir sonraki’ tümceyi yazmadýkça- hiçbir zaman bilemeyeceðini, kendisi unutmamak zorundadýr" Bilge Karasu'nun yazdýðý her kelimede, kullandýðý her imgede doðru olaný yazmaya ve bunun sonucunda doðru okuyucuya ulaþmaya çalýþtýðýný, gerçekten belki de bir yazar bir eðitmen olarak çabaladýðýný, kýlý kýrk yardýðýný görebiliriz. Çünkü edebiyatta bütün doðrularý bulmanýn tek yolu doðru dili kullanmaktan, bunun sonucunda da kendi dilini yaratmaktan geçer.
Çok katmanlý dil Sevgi, dostluk, yalnýzlýk, tutku, inanç/ inançsýzlýk, korku, ölüm gibi kavramlardan hareketle çaðrýþýmlarý kullanan imgelerden bolca yaralanan dil aracýlýðýyla kendine özgü bir dil geliþtirmiþtir Bilge Karasu. Klasik dil kullanýmýný zorlayan öznel dil yapýsýyla dilin yapýsý yönündeki araþtýrma ve önerileriyle anlatýmýn sýnýrlarýný zorlamýþtýr hep.
Bilge Karasu'nun diline iliþkin yeterince inceleme yapýldýðýný söylemek çok zor. 'Ýmgesel öykü" denilen türü yaratan, böylesine derin, çok katmanlý, incelikli bir yazý ustasýnýn üzerinde yeterince durulmamýþ oluþu edebiyat eleþtirmenleri, düþünürleri açýsýndan ne denli çorak bir edebiyat ortamýnda bulunduðumuzu göstermektedir. Dili kullanýþ biçimi, imgeleme gücü, okuyucuyu metnin içine çekebilme yetkinliði, bir kelimeden bir paragrafa sürekli filiz veren öyküleme biçimi ile Bilge Karasu, Modern Türk Edebiyatý'nýn en çok incelenmesi, üzerinde en çok durulmasý gereken bir yazý ustasý olduðunu dolaylý olarak göstermiþtir. Her cümleyi, her paragrafý sabýrla biçimlendiren bir yazardýr ayný zamanda. Dilin kývamýný tutturabilmek için bir yazarýn ihtiyaç duyabileceði yegane malzeme sabýrdýr. Öyle bir sabýrdýr ki bu Bilge Karasu dilini, metinlerini, öykülerini ve romanýný kusursuzlaþtýrýr. Bu yüzden sabrý herkesin bildiðinden farklý bir þekilde ele alýr. 49
DERKENAR
Taþlarýn sabrý dediðim, yaþlandýkça yaþamaðý öðrendiðimiz, can sýkýcý bir boþ laf olmaktan çýkan sabýr deðil;insanlarýn kusursuz bulacaðý o duruma gelesiye bir taþýn bir baþka taþýn baðrýnda sýkýþýp durarak geçirdiði -insanýn hiçbir ölçüsüne sýðmaz- bir vakti damýtmasý, sonra, kalmasý. Taþlar doðmaz, doðurulur; sabýr, taþýn deðil, insanýn erdiði; dolayýsýyla yakýþtýrabildiði, tansýdýðý; deðerini artýrmakta çýlgýnca, küstahça kullandýðý. O sabrý yazmaða kalkýþmak, emeklemekten öteye geçememek olacaðý için, onurlu bir alçakgönüllülük sayýlýr. (Altý Ay Bir Güz) Çoðunlukla imgelerin klavuzluðuyla yazýlan ruhsal metinlerdir Karasu metinleri. Karasu metinlerinin 'kapalý' olduðu kanýsý yaygýn olmasýna raðmen yazar-anlatýcý-okur kavramlarý sürekli dönüþüm/ devinim halindedir. Bu özellik Karasu metinlerinin, öykülerinin dinamizmini oluþturur ki Bilge Karasu yazýmýnýn bu özelliði diðer bütün yazarlardan onu ayýrýr, hem dil hem konu hem de biçim olarak bambaþka bir yere konumlar. Geleneksel hiçbir edebiyat kuralýna rastlamayýz Bilge Karasu kitaplarýnda. Olay örgüleri, kiþiler, kahramanlar, olaylar arasýndaki neden-sonuç iliþkisi farklýdýr, özneldir. Öznellik bazý metinlerde doruklardadýr. "Bir tek diller bilecek, tepelerde, toprakaltý saraylarýnda yanan ýþýklarý; yalnýz dil söyleyecek bu ýþýkta yýkanan tek hücreli hayvanlarý…" ve sorar: "Bunlarý yazmakla çýldýrmaktan kurtulunur mu?" Bu soru "eþik atlama" sorusudur. Ýþte tam da bu yüzden geleneksel hikâye kurallarýnýn hiç birine rastlamayýz on bir kitabýnýn on birinde de. Bilge Karasu "Metin" olarak adlandýrdýðý kimi ürünlerinde resim ve müziðin açýlýmlarýný düzyazýya taþýr. Kýsmet Büfesi bu niteliðinin en belirgin olarak ortaya çýktýðý kitabýdýr. Kýsmet Büfesi baþlý baþýna öznel ve özel bir kitaptýr. Kýsmet Büfesi'ndeki metinlerde anlatým iyice kýlcallaþýr, derinleþir. Yazar, baþlýksýz sunuþ bölümünde þunlarý yazar: "Bu kitaptaki yazýlara, dergilerde yayýmlanýþlarý sýrasýnda 'metin' adýný verirken, bunlarýn herhangi bir türe girmediklerini, onlarý yazarken özgür kalmak istemiþ olduðumu vurguluyordum. Yýllar sonra metinlerin bir tür oluþturmaða yüz tuttuðu bu sýrada, kitabýn bir metinler kitabý olduðunu söylemekten vazgeçiyorum. Bir arkadaþým,
50
kitaba, 'göz yazýlarý' anlamýna gelecek bir alt baþlýk bulmamý önerdi. Arkadaþým bu önerisinde haklý: Yazýlar, özellikle görsele, görsel niteliðe dayanýyor, yaslanýyor. Yola çýkýþ noktalarý, gerçek ya da kurmaca resimler, iki anlamýyla "görüntüler"… Gene de, alt baþlýk konmayacak bu kitaba" (s:7) Göçmüþ Kediler Bahçesi: Bilge Karasu'nun bu öykü kitabý için ayrý bir yazý yazmak gerekir. On dört öykünün on dördü de birbirinden güzel ve etkileyicidir. Kendi çaðýna öncülük eden bu öyküler gelecek kuþaklar için de öncü vazifesi görecektir þüphesiz. Her bir öykü okuyucunun dimaðýnda ayrý bir tat býrakýr. Türk öykü tarihi açýsýndan bakarsak bir çað kapanýr, yeni bir çað açýlýr. Laðýmlaranasý ya da Beyoðlu; bitmemiþ bir kitaptýr. Göçmüþ Kediler Bahçesin'ndeki gibi alabildiðine açýk uçlu, imgesel metinlerden oluþan bir kitap. Laðýmlaranasý ya da Beyoðlu'ndaki yaþayýþ bir akýþtýr Karasu'ya göre. "Yýllar geçtikçe de Beyoðlu, bir ara teyzemi, birçok yakýnýmý, arkadaþý, tanýdýðý da sarýp içine almýþ, ötelere iletmiþ bir su, aðýr bir su, kokulu, kirli, çiçeklerle sevinçleri, yoksullarla gözyaþ-larýný birbirlerine katarak sürükleyen bulanýk bir su, binlerce yaþamý yýllar boyu taþýyýp götüren güçlü bir su haline geliyor." Gece: Bilge Karasu, ‘Gece’ isimli romanýnda diðer öykü kitaplarýnda olduðu gibi o zamana kadar kullanýlan/ bilinen roman yapýsýný alt üst ederek yepyeni bir anlayýþla okuyucunun karþýsýna çýkar. Bu öyle bir yapýdýr ki; 'Çok katmanlý' oluþu yazar-anlatýcý-okur iliþkisinin farklýlýðý, geleneksel romanlarla arasýndaki mesafe Gece’nin 'zor' olarak nitelendirilmesine yol açmýþtýr. Gece'nin içinde mesafe kat ettikçe, ilerledikçe yavaþ yavaþ artan bir karanlýðýn içine girer okuyucu.
'Beriki' de, 'öteki' de… "Bu yazýlarda, anlamaya çalýþmaktan baþka bir þey yapmýyorum. 'beriki' de, 'öteki'de benim, biziz, hepimiziz. 'Biz'i anlamaða çalýþýyorum. 'Biz'i 'öteki'nden ayýran durumu anlamaða çalýþýyorum. O kadar." Bilge Karasu'nun ‘Öteki Metinler’ adlý kitabý belki de bizi, okuyucuyu Karasu'ya ya da Karasu'yu okuyucuya en çok yaklaþtýran kitaplardan biri. Bu kitabý okurken Bilge Karasu'nun
DERKENAR
birini aradýðýný fakat dýþarýdaki deðil içerideki, 'kendi içindeki' birisini (beni, bizi, hepimizi) aradýðýný fark ederiz. Ve bunu bütün metinlerinde açýkça yaptýðýný. Okuyucunun da kendisiyle beraber 'ötekisini' aramasýný ister sanki. Aslýnda ‘Öteki Metinler’ Karasu'nun ölümü ardýndan Füsun Akatlý tarafýndan bir araya getirilen Bilge Karasu'nun düþünsel/ kuramsal aðýrlýklý denemeleridir. Bilge Karasu'nun düþüncelerini en iyi anlatacak kelimeleri ve en uçsuz bucaksýz imgeleri ve bu imgelerde beni, bizi, hepimizi bulmaya çalýþtýðý kesin. Hatta bütün bu aramalarýnda on dokuzuncu yüzyýlýn bilgileriyle yirminci yüzyýlýn geliþen teknolojisine ve geliþen teknolojinin insanlar üzerindeki etkisine bakýþý da var. "Yirminci yüzyýl, on dokuzuncu yüzyýlýn kalýtýný yüklenirken, geçmiþin yanlýþlarýný bulup göstermiþ, eleþtirmiþ, "tanýma"yý, tanýmanýn yollarýný yeniden düþünmeðe, irdelemeðe çalýþmýþ pek çok insanýn konuþup yazdýðý bir yüzyýl olmasýna olmuþtur ama, ne yazýk ki, bu son yýllarýna varasýya "öteki"ne karþý davranýþýn en acýmasýz, en kanlý, en çýlgýnca örneklerini art arda sergilemekten baþka bir þey yapamamýþ görünüyor. "Geliþen teknoloji", en yararlý göründüðü alanlarda bile, ötekini ezmenin, ona usa sýðmaz acýlar vermenin bir baþka adý olabiliyor."
Acý çeken gövde Füsun Akatlý, Bilge Karasu'nun, vakitsiz ölümüne direnememiþ, olduðunu yazar Karasu'nun Öteki Metinler'ine Bakýþ yazýsýnda. Ve ekler; "kendi söylemine son noktayý kendi koymalýydý." Bilge Karasu ‘Öteki Metinler’ kitabýnýn açýlýþ metni ‘Acý Çeken Gövde'de kendisini ölüme götüren yolu yazar. Acý çeken bedenin, ruhun ne denli deðiþtiðini, acýnýn insaný nasýl yoðurduðunu ve þekillendirdiðini yazar. Acýnýn özü, kendisi, gücü önemlidir. Acý Çeken Gövde'nin gücü, dayanma gücü, direnme ya da karþý koyma gücü, gövdenin sahibi için bile þaþýrtýcý olabiliyor. Bilge Karasu'nun yazar kimliði dýþýnda, ayný zamanda felsefeci olduðunu düþünürsek (ki Karasu için yazý ve felsefe iç içedir) acý çekme'ye bile paha biçilmez bir bilgi edinme yolu tanýmla-
masýný yadýrgamayýz. Bedenin ne tür tahribatlara uðradýðý (buna paralel olarak ruhun da tabii) nasýl deðiþtiði, etrafýmýzdaki insanlarýn davranýþ biçimlerinin çoðu zaman üzüntüyle, çoðu zaman aþýrý abartýya kaçarak nasýl da farklýlaþtýðýný adým adým bize iþaret eder. Dýþarýdan bakan için, acý çeken bir gövdenin yakýnlýðý birçok sorun yaratýr. Bunlardan ilki düpedüz bir kabul etme sorunudur. Daha doðrusu sevdiði bir insanýn, yakýnýnýn, çok yakýnýn, örneðin onulmaz bir hastalýða yakalanmýþ olduðuna inanmak istememektir, inanmaya razý olmamaktýr. Kabul etmek, elbette, hastalýðýn varlýðýný reddetmek biçimine girse bile, bu tutum sürdürülemez. Hastalýðýn varlýðýný kabul etmekle de iþ bitmez. Asýl güç olan bu yeni durumun gereðini düþünebilmek, kendi davranýþlarýný, kendi yaþayýþýna göre ayarlamaktýr. Alýþýlmasý en güç iþlerden biri… Evet, Bilge Karasu; kendi söylemine son noktayý yine kendisi koyar. 14 Temmuz 1995'de pankreas kanseri tedavisi sürerken Hacettepe Üniversitesi'nde yaþama veda eder. Vasiyeti üzerine bütün yapýtlarýný yayýnlayan Metis Yayýnlarý tarafýndan kitaplarýnýn gelirlerinden elde edilen parayla adýna Edebiyat Bursu veriliyor. 65 yýllýk ömrüne 11 kitap sýðdýrabilir Karasu. Fakat her biri dev ormanlar, ulu aðaçlar ve derin okyanuslar gibi… Uçsuz. Bucaksýz. Bugün çoðu yazar adayýnýn ve yazý heveslisinin günümüz popüler yazarlar haricinde Türk Edebiyatý'nýn asýl kilometre taþlarýný oluþturan (ve Türk dilinin de tabii) yazarlarýný maalesef okumayý bir tarafa býrakýn, tanýmadýðýna þahit oluyoruz. Bu yüzden Bilge Karasu her kitaplýkta olmalý. Bilge Karasu kitaplarý her yazý heveslisinin baþ ucunda olmalý. Baþka ne yazabilirim ki! Bilge'nin Karasu'larýnda buluþmak dileðiyle.
51
DERKENAR
Eskiz Defteri VII - Bilge Karasu Ömer Aksay Siyah-beyaz olarak karýþýk teknikle yapýlmýþ bu eskizlerde birçok malzeme boyayla birlikte kullanýlmýþ: çimento, katran, balmumu, reçine, toprak gibi deðiþik malzemeler. Desenler belli belirsiz ve çok hýzlý çalýþýlmýþ. Kimi desenlerde, kolaj tekniðiyle uygulanmýþ antik dönemlere ait resimler, çeþitli kutsal metinlerden alýntýlar, esintiler göze çarpýyor. Herþey karanlýðýn tonlarýnda gizli. Ressam, bu desenleri karanlýktan çýkarmýþ gibi. Desenlerde nefsin dýþýndan dýþa bakýþ göze çarpýyor. Bunda, Bilge Karasu'nun salt dýþ-fizik gerçeði yansýtan, olabildiðince maddî, duyusal verilerle kurgulanmýþ anlatýmýnýn payý oldukça fazla. Nefsanî ölçütlerde bir mekan/ uzam anlayýþý ile yoðun duyusal/ fiziksel yapýya bürünen bir anlatýmdýr bu. Uzun Sürmüþ Bir Günün Akþamý, antik çaðda geçen bir hikâye midir, yoksa bugün yaþanan bir antik iç-çað yolculuðu mudur? Perspektife uygun fýrça vuruþlarý; çok silik bir renk espasý; düþük tempo; düþük ritm duygusu hemen kendini hissettirir. Manastýrdan (kendinden, kendi iç gerçeðinden) kaçan bir keþiþin kaçtýðý yerde yine kendi iç gerçeðiyle, kendinin vücûdundan örülmüþ manastýrla karþýlaþmasý zorunludur. Kiþinin Rabbinden kaçabileceði bir yer bulan oldu mu hiç? Ýnanç ekseni, Bilge Karasu'da 'inançsýzlýk' ekseniyle örtüþmekten zevk alýr. Yazarýn kafasýndaki ikilem, okurun kafasýndaki ikilemin bir önermesidir. Türk yazarlarý içerisinde Bilge Karasu kadar bu inanç ve inançsýzlýk ikilemini/ denklemini soðukkanlýlýkla kuran, hikâyelerinde rahatça kurgulayan baþka bir yazara rastlayabilir miyiz acaba, diye düþünüyorum. Uzun Sürmüþ Bir Günün Akþamý'ndan þu cümle dikkat çekici, bâriz 52
bir iz taþýmakta: "Ama buna inanmýyor. Ýnanýp, inandýðýna inanýp, inandýðýna artýk inanmayýp, inanmadýðýna artýk inanmayýp, inanmadýðýna inanmadýðýna artýk inanýp inanmayýp" (s: 82) Gece'den þu cümleler seçiliyor: "Doðrusunu kimse bilmiyor. Ayrýca, bilinecek bir doðru var mý? O bile bilinmiyor." (s: 28) "Duruma bakýp kendilerini daha az ürküten ne varsa, ona inanmak istiyor insanlar. Belki 'Yaratmanýn yalnýzlýðý' adýný verdiðim de, inanmak istediðim bir þey. Ýstediðim için inandýðým bir þey." (s: 30) Boðaziçi Üzerine Bir Ön Metin/ Kýsmet Büfesi'nden þu cümle-ten: "hangi inanca, hangi doðruya, ya da yalana, baðlanmýþ olursa olsun, ister aç gözlü ister özverili, ister düþlere kapýlmýþ ister inanmýþ olsun" (s: 48) Bir de, inanç ve inançsýzlýk ikileminin getirdiði ruhbilim anlayýþý var. Bu anlayýþla
DERKENAR
boðuþan Troya'da Ölüm Vardý'daki kiþiler bilmedikleri bir hakikati, bulup bulamayacaklarýný bilmeden arýyorlar: "Tanrý derken doðruyu söylemiþim, düþündüm, bütün gece düþündüm, arýyordum ama bulmaða hazýr deðildim, sende bulmaða, seni bulmaða hazýr olmadýðým gibi. Arýyordum yalnýz, belki ne aradýðýmý da iyice bilmiyordum seziyordum ancak. Ama sende buldum. Bulduðumu bildim ama yadýrgadým, …" (s: 140) Son bir cümle de Göçmüþ Kediler Bahçesi'nden alýnabilir: "Bir daha, bir daha ölüp, bir daha, bir daha, bir daha dirilebileceðine inanamýyor insan." Dil ekseni, Bilge Karasu'nun açýk uçluluðunun belirtilerini taþýr. Bazý cümle-ten-ler noktasýz/ sonsuz metaforlarla oluþturuluyor. Nefsani anlatý, iç içe geçmiþ tasvirler, görüntülerle desteklenmiþ ve dil olduðu gibi, sereserpe býrakýlmýþtýr; doðal olarak, etkinedilgin bir yapý(t)da. Altý Ay Bir Güz, upuzun, kýsýtlanmamýþ cümle-ten-lerden örülmüþtür. Anlatý halindeki akarsuyun debisi dilin yataðýný oluþturmuþtur. Alüvyonlar, kumlar, taþlar v.b. Bizi etkileyen, belleðimizin, zihnimizin kýyýsýný, kenarýný zorlayan bir nehir halinde kapýlýp gittiðimiz bu akarsu/ karasu bizi büyük bir kâmusa iletebilir mi? Kâmus yada kâbus!? Türkçede 'lisan' veya denize doðru uzanan (dil biçimindeki) kara parçasý, 'dil' sözcüðünün karþýlýðýysa; ayný sözcüðe farklý sözlükle bakýp Farsçada 'gönül, kalb, nokta ve aðýl' karþýlýklarýný buluyoruz. (Belki evet, fazladan bir 'ya' harfi katýlmýþtýr, ne çýkar!) Böylece 'dil' bizi alýp baþka, bilinmedik iklimlere götürür; ruh dünyasýnýn pencerelerini aralar. Dil, ufuk açýcý bir nitelik taþýmasý sebebiyle, yazar için, düþünür için en önemli unsur veya mümkünât âlemidir. Okur içinse -düþünürün düþün(düðün)ü kendi gönlüne (düþ aynasýna) kayýt düþen içinse- 'dil' hem imkân hem imkânsýzlýk sunar. Ayný anda, bir karþýtlýk veya çapraþýklýk gibi yansýsa da 'dil' bu ikilemi, kendi özgül yapýsýndan dýþlar. Hikâyelerinde uzamsal/ ruhsal perspektif Bizans'a kadar uzanabilir.
Bilge Karasu için 'dil' salt bir araç deðildir; o 'dil içinde dil' eðirirken metnin istemiyle uygun kýldýðý dilsel yapýya kendi bilincinden sorumluluk yüklemiþtir; bu haliyle 'dil' belki bir amaç kadar okuyucunun benliðinde iz býrakacaktýr. O okuyucuyu yetkin bir gönül-dil evrenine býrakýr. Bu evrenin kurallarýný belirleyen okurun ta kendisidir; dili kullanan okurdur. Dil etkinliðini hep ciddî bir yazý uðraþýna dökmüþ Karasu için, dili kullanmýyor, belki de ona biçim veriyor, diyebiliriz. Burada, Karasu karþýmýza tipik, enteresan, girift bir sufî tipi olarak çýkmakta. Gizemli metinler arasýnda bir gezintiye; dilin ölçümlenmiþ nefs veya ufuk çizgisinin ötesinde bir gezintiye; yada dilin us sýnýrlarý dýþýnda bir gezintiye çýktýðýmýzda, bize kýlavuzluk eden gönül ustasýnýn ruhun sanrýlarýyla oynadýðýna, o sanrýlara nesnel karþýlýklar sunmak için bütün görüntüleri yeniden kurguladýðýna tanýk oluruz. Gönül-dil, kendi sýnýrlarýný/ sýnýrlarýmýzý aþmamýz için bizi kendi içimizden zorlayacaktýr. Dil eksenli, dilsel melekelerin, imkânlarýn edebiyatý sarstýðý bir devrimin yaþandýðýný doðrularsak ((iletiþim çaðý)) bu devrimin yeni bir usçu/ ruhçu anlayýþýn geliþmesinde oynadýðý rolü kavrayabiliriz. Dilsel biçem arayýþlarýnýn, kavramsal dizgelerin kurgulandýðý metinlerle karþýlaþtýk. Yazarýn yöntemsel bir kaygýyla metne kendiliðinden katýlmasý sýklýkla karþýlaþýlan bir durum. Metninin kendini dýþýnda tutmasýna izin vermiyor yazar; kendi ruhsal sanrýlarýyla okurunki buluþabiliyor, anlatýnýn içinde görünebiliyor yada çýkýp dýþa vuruyor kendini. Göçmüþ Kediler Bahçesi'nde kinetik bir dilsel yapý hakimdir. Metin dýþý dil ve dil dýþý metin baðlamýnda, dilin yön verdiði metinlerden birisi olan Kýsmet Büfesi'ndeyse dil, kurmaca bir yapýdadýr. Afakî (uzamsal-dýþsal-nesnel) anlatýmla enfüsî (içsel-ruhsal-öznel) anlatým ayný düzlemde yer deðiþtirebilir, deðiþkenlik gösterebilir. Dil/ gönül baðlamýndan yaklaþýldýðýnda buna, mistik bir tavýr olarak da bakabiliriz; fakat, bu tavrýn mistik özelliði tartýþýlabilir. Farklý bulgularla (idraklerle) yoðrulmuþ biçem (üslûb/ usûl/ anlatým tarzý) zihinsel/ ruhsal kat53
DERKENAR
"okudukça derinliði fark edilen, grameri çözüldükçe zenginleþen, mustarip ve umutlu bir yazar." Ben, buradaki "umutlu" kelimesini "umutsuz" veya "umarsýz" olarak deðiþtirmek istiyorum, sevgili Yalsýzuçanlar'ý sevgiyle selâmlayýp. Troya'da Ölüm Vardý; iliþkiler, kiþiler arasý geçiþkenlik bakýmýndan rahatsýzlýk verici bir anlatým sunuyor bana. Akarsuyun tehlikeli dönemeçleri, kil ve bataklýk. Tehlikeli bir dil, þüpheli bir anlatýmla Ýnsan'ýn bilinçaltýnda dolaþýyoruz. Yaklaþýlmamasý gereken aðaçtan meyveyi çalmamýz çok normal görülüyor. Okur-yazar ayný süreçte, ayný tedirginliði paylaþýyor. Ruhun arka bahçelerinde Freudcu bir ruhbilimle kurgulanan dil bize cinsellikle örülmüþ bir yeryüzü cehennemini telkin eder. Troya'da Ölüm Vardý'da anýlar toplamý, þimdiki zamanýn anýsal oylumu, okuru içine çekecektir. Þimdiki zamana geçmiþle birlikte bakmak; geçmiþe çekilmek; geçmiþ zamanla cezbolunmuþ bir görüntüden bakmak. 19. ve 20. sayfada Taksim'deki cenaze törenini anýmsar:
manlardan geçerek bizlere yaþamýn anlamýna dair birtakým sýrlar fýsýldasa da, bu fýsýltýlar kapalý, kabuðuna çekilmiþ bir insanýn bilinç akýþýnýn sesidir. Deðil mi ki o, Sadýk Yalsýzuçanlar'ýn deyiþiyle "kendi düþlerinin dilini oluþturmaya çalýþýr." Proust/ Joyce/ Woolf/ Faulkner/ Svevo/ Kafka/ Beckett üzerinden yayýn yapan bir yazarýn kendine özgü dil imkânlarýný Cumhuriyet Türkçesinde serbestçe dolaþýma sokmasýna þaþmamak gerek. Bu dil, birçok cemaati baðlamaz; bozgunun, yitiþin, kaosun habercisi olarak görülebilir. Uyumsuzluk, öznellik, kurgusallýk, düþgücü, ruhun sanrýlarý, içmetin/sellik Bilge Karasu'nun anlatýlarýnda karþýmýza çýkan önemli belirteçlerdir. Kýsmet Büfesi'ndeki gibi türsüz metin görüntüleriyle okuru þaþýrtabilir. "Bilge Karasu" diyor Sadýk Yalsýzuçanlar
54
"Ýçim eziliyordu. Aðlýyordu kalabalýk, aðlayamýyordum. Kendimi zorlamaktan vazgeçmiþtim. Zorla aðlayamazdým. Bir þey yakýyordu gözlerimi yalnýz, boðazýmý bir þey týkýyordu. Anlýyordum "Ayrýlmayacaðýz"ý… Ata'nýn yolundan ayrýlmýþlardý. Genel Savaþla Erkinlik savaþý her þeyi yoluna koymamýþmýþ… Daha fazlasýný düþünemedim ama… … Ninem ekmek almaða gönderdi beni. Elime sýkýþtýrdýðý parayý sessizce cebime attým. Dýþarýda ise bir daha düþünememiþtim Ata'yý." Kiþiler geçmiþte ve þimdi gider gelir; bizler gibi, yazar veya okur gibi. Sürekli göndermeler halinde, ikilem halinde geçmiþle þimdi arasýnda sürüp giden bir yolculuktur Bilge Karasu'nun anlattýklarý. Kapalý bir dil, kapalý bir etnik kimlik. Bir dönem çýraklýk iliþkisi kuran Enis Batur'dan Bilge Karasu'nun uzun süre evine televizyon sokmadýðýný öðreniyoruz.
DERKENAR
Göçmüþler bahçesinde bir yazlýk sevi* Serkan Türk bir aðaç gölgesinin altýnda baþlayýp otobüs koltuðunda devam eden, okumalar arasýnda öyle cümlelerle karþýlaþýrsýnýz ki, yazar ve okuyucu arasýnda ikisinin dýþýnda kimselerin anlayamayacaðý bir köprü kurulur ve siz o köprüden her geçiþinizde baþka tepeler, baþka adacýklar, yalnýz sahiller edinmek zorunda kalýrsýnýz. 'göçmüþ kediler bahçesi' ni okurken benim de benzer halleri yaþadýðýmý söylemeliyim. çoðumuzun günlük yaþantýmýzda þahit olacaðý olaylar baþka bir ânýn fotoðrafýna dönüþür. iç dünyanýzda gizli kalmýþ, yaþarken bir yerlerden edinilmiþ izlenimler okuyucu dünyasýnda derin kýrýklarýn belirginleþmesine sebep olur. siz de bilge karasu'yu geç tanýmýþ olmaktan üzüntü duyacaksýnýz. yitip giden deðerler soyunuk bir beden gibi dururken, aynada yansýyan yüzünüz kâh ara sokakta geceleyin karþýlaþtýðýnýz bir kirpiyi dillendirecek, kâh bir yengecin donkiþot oluþuyla ürpereceksiniz. deðiþimi benimsemeyen insanýn mücadelesi körlüðe dönüþecektir. "kýyýlar, kýyýya çekilmiþ sandallar yavaþ yavaþ karla örtülecek." ilk masaldan bir cümlecik. 'ardýndan el sallayan'ý okurken, yazar, mevsimin deðiþimini anlatmaktan öte anlamlarý irdeliyor; kýþ ve yalnýzlýk. kim bir orfinoz kadar suyu yutacak ve denizin milyonlarca yýldýr saklamaya çalýþtýðý gizleri fýsýldayacaktýr balýkçýnýn kulaðýna? "oysa ölümle bir araya gelmeden, acýlar çekip parça parça olmadan, gönlün tazelenmez, yeniden doðamazsýn." derken bile zamanýn aðýr aðýr geçip gittiði anlarý düþünürsünüz. her yer deniz gibi karanlýk ve sessizdi bu akþam saatlerinde. üç beþ saat öncesini düþlerken birkaç çocuðun çýðlýðý gelip geçti içimden. kumlarýn üzerinde küçücük ayaklarýyla koþuyorlardý. kovalara doldurduklarý taþ parçacýklarýný kumdan tepeciklerin üzerine dökerlerken yavaþ yavaþ üzerlerine doðru gelen dalganýn hýþýrtýsý iþitiliyordu. eskiden kendi de kaleler yapardý. kalp resmi çizdiði de olurdu, sonra silinip giderlerdi suyun altýnda, su her þeyi karanlýðýna alýnca. isimlerinin
baþ harflerinin yitip gittiði o günler içinin sýzýsýný saklamaya çalýþtýðý zamanlar -soru sormayýn da demezdi kimselere- her yer daha sessizleþirdi. bir kýr kahvesinin önüne atýlmýþ sandalye. sýrtýný dayadýðýn aðaç bir kaç adým öteye çekilmiþ olsa, orfinozun kolunu yuttuðu bir adam yavaþ yavaþ omzuna doðru... denizle insan iliþkisi bir alacak verecek davasýyla mý baþladý bilemiyorum ama kimi gün balýkçýlar kimi gün deniz kazanmýþ olacak ki kýrgýnlýklarý uzun sürmüyor. denize ilk gözyaþýný düþürdüðünü de unutmaz insan, ilk misinayý baðrýndan çekiþini de. "deniz, analar gibi sevdiðini, dölyataðýnda tutup saklayacaktýr, bir daha doðurmamak üzere" cümlesi ile bitiyor ilk masal. bir kumlukta oynamaktasýn. güneþ yengeç burcunda mýdýr? taþýn altýnda bir serinlikte gizliyse bir yengeç neden güneþe göz kýrpsýn ki? gücünü nereden alýr; bu öykü ona bir övgü ise neden bir kutu içine konulup saklansýndý yazarýn ifadesiyle kýsacý. delikanlý, suya girdiðinde tutup
55
DERKENAR
çýkarmýþ yengeci koymuþ bir taþýn üzerine. "dalgýrlý mavi-yeþil renkli, kocaman bir þey" diyor anlatýcý onun için. bizim serinlik düþkünü onu tutup havaya kaldýranlardan biri ile garip bir savaþýn içine girmiþ. küçük çýrpýnýþlarýna sesi de karýþmýþ. "yengecin seçtiði düþmaný olmayý kabul etmiþtir." hem gurur, hem öfke... filmlerden edindiðimiz savaþ görüntüleri gibi karþý karþýya ikisi. gözleri birbirinin hareketinde. biri, azýcýk dalgýnlýða düþecek olsa, diðerinin iþini hemencecik bitirecek. yengeç kendine yukarýdan bakan adamýn kýskaçlarý ile yürüse de üzerine bir baþkasý -onu sudan çýkaran- tepesine indirmiþ sopayý. çökmüþtür mavi-yeþil sýrtý. güneþten kaçýp sýðýndýðý kayanýn altýnda onu koruyan kabuðu çatýrtýlar içinde daðýlmýþtýr ama yengeç öfkesi içinde, düþmanýn hüznü gözlerindedir. tutulup suya atýlýr, daðýlmýþtýr ve kan sýzmaktadýr kabuklarý arasýndan. taþýn altýndaki kovuðunda saklanmaktadýr. kan kokusunu alýr çýyanlar. yaklaþanlarý son bir güçle savuþturmaya, uzak tutmaya çalýþýr. düþman bellediði adam dayanamaz biraz önce üzerine yürüyen yengecin çýyanlara canlý lokma olmasýna. suyun içinden kaptýðý gibi parçalar ayaðýnýn topuklarý ile yengeci ve incinmiþ gururunu. ve saklar bir kýsacýný bu öykü için. yaz, kendini iyice hissettirdiði son günlerde iki yabancý gibiyiz. bahçemdeki kavak aðaçlarý yavaþ salýnýþlarý ile içimde bir serinlik duygusu oluþturamazken, karþý sokakta bir yabancý yüzü gibi gelip yerleþti içime masalýn gölgeleri. az önce pencerenin önündeki çiçekleri suladý kadýn ve gökyüzüne bakýndý iþitir gibi seslerini. uzun sessizliklerin ardýndan mý çýkýp gelmiþti de, göz göze bakýnmak hem heyecan hem de ürkünç hissettiriyordu. odalarý karþýlýklý olsa bile iki yabancý ancak baþka masalarda oturmalýdýr. kocaman bir yað kutusunda her yýl biraz daha azalan topraða tutunmuþ bir dikenli çiçek dururdu köylük yerdeki bir bacada. zaman zaman sarý çiçekler verirdi dikenlerin arasýnda. birilerinin çiçekleri koparmak ya da sulamak için evin çatýsýna, bacasýna çýktýðý da olmazdý. baþka evlerde bacalarda balkon ve bahçelerde ortancalar köpürürken, hercai, menekþe ve sardunya yetiþtirildiðini de görmüþtüm. kitabýn sayfalarýný karýþtýrdýðýmýz sýrada karþýlaþtýðýmýz 'alsemender hikâyesi ' baþlý baþýna dünya ile hesaplaþacaðýmýz 56
bir zemine çekiyor bizi. alsemender yetiþtirmek kimsenin aklýna gelmemiþ miydi ya da bu çiçeðe benzer ismini kimsenin hatýrlamayacaðý, bulunmayan baþka tür çiçek. lâleye benzetiyor yazar çiçeði. yapraklarýný yiyen kiþiye tesir eden bir etkiden bahsediyor. gizlice çiçek yetiþtiren bir araþtýrmacý ve etrafýnda yaþayan insanlar arasýnda geçen bir hikâye. bir yapraðýný yiyen yalan söylemeyi istese de söyleyemiyor. iki yapraðý bir çýlgýnlýðýn eþiðinden geçiriyor sizi. XIII. yüzyýldan kalma bir kitap veya daha önceki yýllardan kalma bir yazma eserde karþýnýza çýkmasý olasýlýðý olmayan, hayali bir çiçek adý alsemender, onuncu masal niyetine çýkýyor karþýmýza. nasýl bir oyun içindeyiz, kim farkýnda? bazen kendinizi bir taþ gibi hissettiðiniz, bir piyon gibi söyleneni yaptýðýnýz olmadý mý? bir þehirde yabancý olmak; müzelerini, parklarýný, bahçelerini gezerken edinilecek gizli bir bakýþ gibi. otel odasýnda kartpostallar arkasýna acele ile yazýlmýþ dilekler. insan yaþarken yeni keþifler yapar ve eski alýþkanlýklarýný yer yer býrakýr, terk eder. bir zaman gelip ayný þeyle -bildiðinizi düþündüðünüz- karþýlaþtýðýnda en sýska acemimizin göstermeyeceði beceriksizliði gösterip sonunu hazýrlar. hayatýnda bir kirpi ile söyleþmiþ kaç insan vardýr evrende? hikâyelerde her þeyle söyleþebilirsiniz. kimi gün bir masa, eskimiþ bir daktilo veya bisikletin pedalý konuþmaya baþlar aniden. susturmak istemezsiniz. dikenlerini gösteren, sizi düþmaný belleyen bir kirpiyi geceleyin bir duvar dibinde görüp sesini iþittiðinizde buna þaþýrmayacaksýnýzdýr. insanlarýn kendisini yemek için paylaþamadýðýný düþündüðü gibi, iyi insanlarýn da yaþadýðýný düþünecektir belki. doðup büyüdüðü eve giderken baþýna geleceklerse sadece hayal dünyanýzda canlandýracaðýnýz bir þey deðil. eski oyunlar oynadýðýnýz arsalar kazýlmýþ, anýlarýmýz çalýnmýþtýr. yaþadýðýmýz evlerin yýkýklarý arasýndan geçip gitmiþ bir hayatýmýzý düþünmek ne kadar üzücü. giderek mekanikleþmiþ yaþamlarýn hepimizden aldýklarýný bir kirpinin dilinden dinlemekse ürpertici. bir ip cambazý ölümü görürse bir ben'dir ölüm ansýzýn yüzünüze gelir yerleþir. "ölüler içinden soðumaða baþlar galiba." hayatýnýz boyunca bütün öðretilerin, bütün yaþanýlanlarýn sizi gün gelip bir
DERKENAR
boþ arsaya býrakacaðýný bugünden bilemezsiniz. göðsünüze gelip dolacak, yer edecek hýçkýrýk benzeri bir an yüzünüze bakacak, ne az insan varmýþ, hayýflanacaksýnýz. yazar hikâyesinde kahramaný gökyüzü ile karþý karþýya getiriyor ve "oysa gökyüzünde görülecek bir þey yoktu." diyerek sizi boþluklara býrakýyor. þehrin kalabalýk caddelerinden geçerken mi görürsünüz kartpostal satýcýlarýný? baþka manzaralar, kent görünümleri. tatil beldeleri hep sizi kucaklamaya hazýr gibi duran daracýk sokaklarý, merdivenli sokaklarý ile birkaç haftalýk yorgunluklarý saklar. kýyý kahveleri yalnýz âþýklarý, mutlu bir görüntü sergilemeye gelen aileleri ve daha nicelerini çaðýrmýþtýr uzaklardan. size de olmuþ mudur? uzaklar çaðýrdý mý, sesini iþittiniz mi, gitmeseniz içinizdeki kuþ ölecek sanýrsýnýz. onu kafesinden salýverseniz konacak bir dal, çiçeðini yeni açmýþ bir kayýsý veya çok yapraklanan bir kavak hýþýrtýsý, rahata ermesini saðlar mý dersiniz içinizin? gidip görmelisiniz, tarih kitaplarýnda adýný bildiðiniz, kimi zehirli bir içki ile ölüp gitmiþ, kimi kýlýç darbesiyle son nefesini vermiþ kahramanlarýn yaþadýðý sokaklarý. 'geceden geceye arabayý kaçýran' isimli hikâyede yýllarca hayalini kurduðu sazandere'ye gidemeyiþini, gitme isteðini her duyduðunda baþka nedenlerle bu isteðini yerine getiremeyiþini anlatýyor yazar. çarpýcý bir son bekliyor okuyucuyu. karanlýk gece, alýþýldýk sesler duyamamak ve 'buna da alýþýrým' diyebilmek. üþümüþlüðünü yanan odun ateþi ile giderme ve etrafýnda diþsiz aðýzlar, çökmüþ avurtlar, çukurlaþmýþ gözler… ve ölüm bir yol alma isteðidir. göçmüþ kediler bahçesi'nin sayfalarý arasýnda sizi bekleyen þiirsel bir anlatým. þu koca evrende -bazen tersini de düþünürsünüz- yere saðlam basacak ne kadar az yer var. bilge karasu, hikâyelerini saðlam bir zemine oturtuyor. yýllara yayarak tamamladýðý hikâyeleri beklentilerinizi gün aydýnlýðýndan karanlýða doðru yaklaþýrken sorguluyor.
*bilge karasu'nun 'göçmüþ kediler bahçesi' kitabýnda geçen bir cümle.
57
DERKENAR
Gece neleri barýndýrýr?
Bilge Karasu’nun Gece’si Yakup Öztürk "Oysa gece üzerime çöktükten sonra, bu yolda sözler söylemenin gereksizliðine herkesi inandýrmak için elimden geleni ardýma komadým." "Bunlarý yazmakla çýldýrmaktan kurtulunur mu?" sorusuyla bitirir, Bilge Karasu Gece'sini. Gece nedir? Gecenin iþçileri kimlerdir. Ýnsan geceye ne gözle bakar? Bilge Karasu bunlar dahil, birçok soru sordurur kitabýnda. Kitabý tuttuðu defterler sayýsýnca dört bölüme ayýrýr. Bize bir anlatý sunar. Aralara bu tuttuðu defterlere ait dipnotlar serpiþtirir. Yüz on baþlýkla þekillendirdiði kitabýný edebi türler arasýna koymak hem zor, hem de kolaydýr. Bir hikaye tadý verir, çünkü mekan (Yargýlamalar Bakanlýðý), kiþiler (Sevinç, N) ve pek tabii ki olay örgüsü vardýr. Bazen de bir deneme kitabý olduðunu hissettirmeye çalýþýr. Yazmak üzerine sorgulamalar yapar. Bilge Karasu Gece'yi bir sýðýnak olarak kullanýr. Giriþte de bahsettiðimiz gibi, çýldýrmamak için bir yol kurar, geceye. Gecenin sýnýrlarý olduðunu bilir. Orasý bir evdir. Karanlýk ikindiden sonra baþ gösteren, Gündüz'ün karþýsýna çýkan bir olgudur ona göre. "Bir uçtan "Gündüz" diye bir ses çýktý bütün aðýzlardan. Karþý uçtan, hep bir aðýzdan "Gece" diye karþýlýk verildi." Söylemek istedikleri vardýr Karasu'nun. Hayatýn olanaksýzlýklarý, yüz çevirip kaçmayý gerektirmez. Ýnsan, düþünde gördüðünü bir temel üzerine oturtabilir. "Bir olanaksýzlýða inanmak istemeyebilir kiþi, ama onu kabul etmek gerekince de içi parçalanmadan yaþamýný sürdürebilir. Oysa Düzeltmenin yalnýzlýðý, yeryüzünde sönen her yüzeyle acýlaþýyor, daha, daha daha acýlaþýyorsa, çok düþünüp çözümünü bulamadýðý bir sorun karþýsýnda eli kolu baðlý kalmasýndan." der. Kitabýn bir yerinde, korkularýmýza neyin katkýsý azsa onun peþinden koþtuðumuzu anlatýr. Bir þeye inanýlmasý gerekli olduðu için mi inanýrýz, yoksa o bir þeyi biz mi inanýlýr kýlarýz?
58
Ýþimize ters orantý kuramayan ya da kurduðunu görmezlikten geldiðimiz doðrularýn durduðu yerden kaçmaya çalýþarak mý bir noktaya varýrýz? Adýný ettiðimiz sorgulamalardan biri de burada karþýmýza çýkar. "Yaratmanýn yalnýzlýðý"ndan bahseder Karasu ve bunu; "... inanmak istediðim bir þey. Ýstediðim için inandýðým bir þey." sözleriyle ayaklar üstünde tutar. Düþünüp tartmak ne iþimize yarar? diye bir sorumuz mutlak vardýr bir yerlerde. Ama bu soruyu, bir yerlerde saklamak ne demek onu bilmeyiz. Kaynaðýnýn düþünce olduðunu da... "Ýnsanlar, gitgide, istediklerine, dilediklerine inanmakla yetindiklerini, düþünüp tartmayý, ölçünmeyi, olaný biteni görmeðe çalýþmayý yavaþ yavaþ bir yana ittiklerini daha fark etmiyorlardýr belki de." Bilge Karasu, Gece'de bu sorunun cevabýný bu sözleriyle verir. Alttan alta, bir serzeniþ vardýr ve düþünüp tartmamanýn bizi anlamsýzlaþtýrdýðýný söyler. Kitaba, tekdüze yaþanan hayat içinde bayaðýlaþtýrýlmýþ kavramlarýn, aslýnda ne kadar da bize uzak ve kolayca yutulamayacak þeyler olduðunu söyleyerek devam eder, Karasu. Umut, bizim için nerede durursa, kitaptaki belli baþlý anlatýmlar da orada durur. Ýyi ki var, der Karasu umut için. Ýnanýlmaz þeylerin olmasý onun için umudu da beraberinde getirir. Gece’de satýrlar arasýnda kalmayýp, bir sýr niteliði taþýyan itiraflar da gizli. Neden itiraf? Çünkü, pek çoðumuz "fikir" diye durmadan savunduklarýmýzý kimseye yar etmez. Onlar bizim için dogmadýrlar. Ne deðiþtirmeye yaraþýr, ne de tavizler veririz, farklýlýklar karþýsýnda. Ama Bilge Karasu kendi düþüncelerine deðiþtirilebilir gözle bakabilirken, baþkalarýnýn böyle bir þeyi, kendi fikirleri için yapabileceklerini
DERKENAR
düþünemediðini belirtir. "Doðrusunu söylemek gerekirse, kendi düþüncelerimi deðiþtirmek durumunda kalabileceðimi düþünüyorum da, karþýmda olanlarýn bir gün benim düþüncelerime yaklaþabileceklerini hiç umamýyorum." der. Yazýnýn giriþinde de belirttiðimiz gibi, Gece'de bir "gecenin iþçileri" vardýr. Kimdir bunlar? Bir kitaba böyle muðlak karakterler yerleþtirilirken ne amaçlanmýþtýr? Karasu, bunlarý tasvir ederken, onlarýn ikindiden sonra görünmeye baþladýklarýný, genç ve kaslý, dövmeye, yýrtmaya, kavgaya hazýr tetik durduklarýný söyler. Devamlý polislerle çatýþan tiplerdir. Coplar eksik deðildir, gecenin karanlýðýnda. Bütün bu söylediklerimize ivme kazandýrmak için kitabýn yazýldýðý, bilhassa basýldýðý döneme bakmamýz gerekir. 12 Mart ve 12 Eylül hatýrlandýðýnda bize ne söylerse, bu sorunun cevaplarý da bize onu söyler. Bu tarihlerin koynunda yaþayan kuþaktaki, psikolojik çözülmeler, kaybedilen anlar bir bir dökülür, Bilge Karasu'nun aðzýndan Gece'ye... "Yeni aynayý yadýrgadým; beni tek kiþi gösteriyordu. Oysa iki yýl boyunca o aynada üç kiþiydim. Çarpýk da olsa... Ayna da tanýyamadýðým ben. Binlerce parça. Artýk ben de olmayan yüzbinlerce parça." Kitabýna son noktayý koymadan dillendirdiði bu sözleriyle, her þeye netlik kazandýran Karasu, bu anlatýsýnýn çýkýþ sebebini de bize fýsýldýyor. Karasu felsefesiyle, estetiðiyle, kurgusu ve diliyle bize bir panorama çiziyor. Gecenin karanlýðýna oturuyor, Gece'yi anlatýyor. Deðinmeden geçemeyeceðim noktalardan biri de, Gece'ye yazýlan Giriþ yazýsý. Giriþ yazýlarý bir eseri cazip hale getirmek içinse eðer, okuyucu aldýðý bu kitapta bu bölümü es geçsin. Çünkü, Gece'ye baþlamadan býkabilir... Kendisi felsefeci olan Karasu'nun kitabý, bir de felsefeci olan biri tarafýndan yorumlanýnca iþ okur adýna hepten sarpa sarmýþ. Karasu'nun metinleri, ne hikmetse Giriþ metninden daha sade ve anlaþýlýr... Biz yazýmýza son noktayý yine giriþ cümlemizle koyalým. Karasu'nun dediði gibi, "Bunlarý yazmakla çýldýrmaktan kurtulunur mu?" Gecenin iþçileri bunu haykýrýyor bize, duyanýnýz var mý?
BÝLGE KARASU (1930 - 13.7.1995-Ýstanbul) Þiþli Terakki Lisesi'nde ve Ýstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde okudu. Çevirmenlik yaptý. Basýn-Yayýn ve Turizm Genel Müdürlüðü'nde, Ankara Radyosu Dýþ Yayýnlar Bölümü'nde çalýþtý. 1963-64'te Rockefeller Bursu'yla Avrupa'nýn çeþitli ülkelerinde bulundu. 1974'te Hacettepe Üniversitesi'nde öðretim görevlisi olarak çalýþmaya baþladý. Ýlk yazýsý 1950'de, ilk öyküsü de 1952'de Seçilmiþ Hikâyeler Dergisi'nde yayýmlanan Bilge Karasu, 1963 yýlýnda D. H. Lawrence'ýn The Man Who Died (Ölen Adam) kitabýnýn çevirisiyle Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü'nü, 1971'de Uzun Sürmüþ Bir Günün Akþamý kitabýyla Sait Faik Hikâye Armaðaný'ný, 1991'de Gece kitabý ile Pegasus Ödülü'nü ve 1994'te Ne Kitapsýz Ne Kedisiz'le Sedat Simavi Vakfý Edebiyat Ödülü'nü aldý. Bütün eserlerini yayýmlayan Metis Yayýncýlýk 1997'de Bilge Karasu Aramýzda adlý bir armaðan yayýmlamýþ, Füsun Akatlý da kitaplaþmamýþ eserlerini iki ciltte toplamýþtý: Laðýmlaranasý ya da Beyoðlu (anlatýlar, 1999) ve Öteki metinler (1999).
Bilge Karasu’nun önemli kitaplarýndan biri: Uzun Sürmüþ Bir Günün Akþamý
59
DERKENAR
Bahadýr Cüneyt Biz hepimiz deplasmandayýz devre arasýnda þiir okurum kýrmýzý formalý çimen gelir, siner bacaklarýma sigara içer masalar oyuna müdahale eder yeþil romansýn sayfasý altý pas içinde çay demli ve üç þekerli, dolayýdýr ki zevk alemindeyiz cezalýyýz þair sözü; çimenlerin, yüzyýlýn aç kalan kokusunda ve balkonumuzdan geçiyor iþte çok temiz bir þut ah þu haakem hatalarý da olmasa aþk daha mý güzel olurdu dilbere sýfýrýz biz raakip iki. pardon, acaba son yumruk gelmedi mi daha?
60
DERKENAR
M.Ali Özdoðan Akþama doðru Harran’a varmak akþama doðru harran'a varmak diye buna derim ben sokulmuþ herkes evlerde hâlâ tükenmemiþ bir cumar tesinin koynuna çalýyor yine o en acýmasýz türkü, ömrümüzü ve hasretimizden bir peygamberi bir dosta seslenecekken alfabenin en sessiz har fi gibi susacakken akþama doðru harran'a varmak diye buna derim ben benim olmadýðým yerlerde yaþamak yakýþmaz hiç kimseye benim olmadýðým yerlerde herkes ölü bir turnadýr diye kardan adamlarla yürüdüm - yüzüme doðru ilerledi tüm sevdiklerim yürüdüm sofranýn yarým kalan kýsmýna, akþama doðru olan kýsmýna kadýnlar söylendi: ah oðlum ne diye taþýyorsun þu kýrlent kenarlý yanlýzlýðýný yanýnda bak sen uyudukça rüyana kýrlangýçlar, pencerene kuþlar birikecek býrak ismet özel'i, zarifoðlu'nu, þu akþama doðru harran'a varmak dediðin þeyi sanýrým biraz karanlýk oldu yakalým ar týk ýþýklarý birazdan üç el silah sesi son nefesini verecek birazdan cumar tesi omuzumda melekler taþýyorum yorgunluðum kanýyor yine korkuyorum þiir bitecek yol/culuk bitecek alkýþlanacak her þeyin sonu beni or ta yerde býrakma tanrým, beni koru palyatif seviþmelerden kaç yangýndan ar ta kaldýysam peþimden bir tuhaflýk gelip yakaladý beni benim olmadýðým yerlerde yaþamak yakýþmaz hiç kimseye benim olmadýðým yerlerde herkes ölü bir turnadýr diye sabaha karþý harran'dan çekip gideceðim "giderken yanýmda dünyayý da götüreceðim"
61
DERKENAR
Yüzük ve acý Tuncay Efeoðlu Hazýrlanmýþlar. Tam çýkacaklarý sýrada ben aramýþým. Niþan varmýþ köyde, niþana gidiyorlarmýþ. Anam basma götürüyormuþ niþanlanacak kýz için. Selam söyleyin demiþim eþe dosta. Selamýmý en güzel þekilde söyleyin. Onlar niþana gitmiþler, ben bir dostumu ziyarete. *** Niþanýmýz olmuþ. Dedem yüzüklerimize baðlý kurdeleyi kesmiþ. Kalabalýk alkýþlamýþ bizi. Hoca dua etmiþ mutluluðumuz için. Kurdeleden genç kýzlara biraz biraz kesip vermiþsin. Ben onu kendime saklamýþým. Tören biterken halime acýmýþlar benim. Sonra öðrendim; niþanlar bana göre deðilmiþ. O günün sabahýnda mutsuz uyanmýþým. Ninem ocakta bazlama yapýyormuþ. Bir gelin daha bulmanýn sevincini görmüþüm ninemin yüzünde. Bazlama yaðlamýþ benim için. Çayý sevmediðimden dolayý çay yapmamýþ herhalde. Parmaðýmdaki yüzük dikkatimi çekmiþ. Bu neye iþaret nine demiþim. Hiç, demiþ ninem. Oturmuþuz beraber, bazlama yemiþiz. Bir soru daha sormuþum, "Sen de niþan töreni yaptýn mý nine?" diye. Onlarýn zamanýnda tören yapýlmazmýþ. Ninem bu köye baþka köyden gelin geldi zaten. Niþan yüzüðünü dar bir zamanda satmýþ. Anam da satmýþ niþan yüzüðünü dar bir zamanda. Bir daha sormuþum ilk sorduðum soruyu. Bu neye iþaret nine demiþim. Yalnýz kalacaksýn oðul demiþ ninem. Hem de uzun süre. *** Niþan için, güzel oldu demiþler. Babam para iliklemiþ gençlerin yakalarýna; üstelik Köroðlu oynamýþ en sonunda. Beni sormuþ birkaç kiþi, demincek telefon ettiðimi, selamýmý söylemiþler. Acýdan kelimeler türetmeyi benden öðrenmiþ olan bir genç, ne zaman geleceðimi sormuþ. Bilmem demiþ babam, sadece bilmem. Niþanlanan kýz gülüyormuþ o ara niþanlýsýna. Ben de tam o vakitlerde dostumla sohbet ediyormuþum. Bir bardak çayý zor içmiþim. Sevdadan konuþmuþuz ara sýra. Bizim köyde niþan olduðunu söylemiþim. Dostum niþan yüzüðüne bakmýþ
62
uzun uzun. Üstelik radyoda Köroðlu çalmýþ nedense. Ben kalkýp küçük odada oynamýþým. Dostum fotoðrafýmý çekmiþ. Acýyý niþaným diye yakama takmýþým oyundan sonra. *** Her gün davarlarý getirmeye gidermiþim. O gün de gitmiþim. Eski bir köprü varmýþ yolumun üzerinde. Köprüye oturmuþum, suyun akýþýný seyretmiþim. Niþaným olmuþ da haberim yok demiþim. Ya ninemin dedikleri.. Yüzüðümle oynamaya baþlamýþým. Sevmemiþim o yüzüðü. O da sanki anlamýþ bunu, suya düþmüþ. Acele ile köprüden aþaðýya inmiþim. Yüzüðümü aramýþým, bulamamýþým. Üzülmüþüm herhalde. Islanmýþým üstelik. Davarlarý getirmeden köye dönmüþüm. Suya düþtüm demiþim babama. Üþüdüðüm yalanmýþ, donduðuma kani olmuþlar. Hasta olmuþum. Eritememiþler donukluðumu. Doktora götürmüþler. Doktor sevmemiþ hastalýðýmý. Ýlaçlar yazmýþ, hep yatsýn demiþ babama. Evde ninem meraklanmýþ. Yüzüðüm nerde benim, demiþim bir zaman sonrada. Hayret etmiþler, ne yüzüðü demiþler. Erimeye baþlamýþým o gün. Sýcak olmuþ, yanýyormuþum. Ninem seviniyormuþ. Bazlama yapmýþ benim için yine. Ailece oturup yemiþiz. Bu sefer kardeþime sormuþum sessizce: Yüzüðüm nerde, diye. Ne yüzüðü abi, demiþ. Niþan yüzüðüm. Ama abi sen daha niþanlanmadýn ki. Nasýl olur, bütün köyce niþan yapmýþtýnýz bana!.. Ne diyorsun sen abi? Hani seninle oynamýþtýk hem; ninem aðlamýþtý. Abi iyi misin? Hem ninem o sabah ne kadar sevinçliydi, gelin getireceðim diye. Abi Allah aþkýna kendine gel, hem kiminle niþanlamýþýz biz seni? Kiminle mi?.. *** Acýdan kelimeler türetmeyi benden öðrenmiþ o genç seyretmemiþ niþaný. Evine gidip bana mektup yazmýþ. Senin acý dediðin, matemdir bugün demiþ. Daðlarýn yýkýldýðýný gördüm demiþ. Sonra yýrtmýþ atmýþ yazdýðý mektubu. Çýkýp dýþarý, yýldýzlarý seyretmiþ niþan bitene dek.
DERKENAR
*** Koþarak yüzüðümü düþürdüðüm dereye gitmiþim. Arkamdan kardeþim koþmuþ gelmiþ. Dereye girmiþim yalýn kýlýç. Suyla çarpýþmýþým. Kardeþim hayretlerle seyretmiþ beni. Soluksuz kalmýþým. Acý diye inlemiþim bir zaman. Acýyý mý aramýþým yüzüðü mü, bilememiþim. Kardeþim tutup çekmiþ kolumdan. Onu da ýslamýþým. Abi ne yapýyorsun? Hiç, hiç bir þey arýyorum. Ne arýyorsun abi? Acýyý, yüzüðü… Ne acýsý, ne yüzüðü abi? Bilmem; acý iþte, yüzükteki acý. Hadi abi eve gidelim. Ama dur, aradýðýmý bulalým önce. Ne arýyoruz abi, sen söyle ben bulurum. Yok, sen bulma, ben bulurum acýyý. Abi acý böyle aranýr mý? Ama burada, þu köprüde oturmuþum, parmaðýmda yüzük vardý, sonra acýyý bu suya düþürdüm; o gün hasta olduydum ya… Tamam da abi, sen yüzük takmazdýn ama. Nasýl olur, buraya düþürdüðüm ne peki? Ne bileyim abi, hadi eve gidelim. Ama acý kalýyor burada. Kardeþim dayanamamýþ: Peki abi, onu al. *** Niþan bittiðinde, anamla babam eve dönmüþler. Anam beni düþünmüþ içi cýz ederek. Kelimelerimin ta baþtan deðersizleþtiðini bilir gibiymiþ anam. Ben dostuma anam için yazdýðým þiiri okuyormuþum o sýra. Ben þair olacaðým anne Senin için kelime aþýlayacaðým Evimizin önündeki zerdali aðacýna Sonra yaðmurla sözlenip Baþ harfinde güneþlendiðim o kýzý Sana gelin getireceðim. Dostum geçti o demiþ, sanki geçmiþin penceresinden bakarcasýna. Bende geçti diyebilmiþim sadece. *** Evde yatýrmýþlar beni tekrar. Ninem ne oldu sana oðlum demiþ. Üþüdüm demiþim nineme. Eski ilaçlarýmdan içirmeye baþlamýþlar. Uyuyup kalmýþým. Rüya görmüþüm. Sokaklar iki bacaklý acýlarla doluymuþ. Uyandýðýmda nineme anlatmýþým rüyamý. Bu neye iþaret nine demiþim. Acý çekeceksin oðul demiþ, hemde uzun süre. Sanki yüreðime Ýbrahimler atýlmýþ birden bire. Yüzük parmaðým eksilmiþ aniden. Kardeþime, yüzük parmaðým nerde, diye sual etmiþim. Ne parmaðý
abi demiþ. Yüzük parmaðým. Ne olmuþ abi yüzük parmaðýna? Yok. Ne demek yok abi? Bak iþte, yok. Olur mu abi, insanýn parmaðý eksilir mi durduk yere; orda iþte. Orda mý? Tabi orda abi… Bakmýþým, görememiþim. Yüzük parmaðým yok deyip durmuþum. Kardeþim hýçkýra hýçkýra aðlamýþ yan odada. Sýfatým deðiþmiþ o gün. Hastalýktan deliliðe göç etmiþim. *** Hayat bu demiþiz dostumla. Hatýrlamýþýz yeniden bir parmaðý eksik olan o adamý. Dostum yüzüme bakýp gülmüþ içtenlikle. Ben parmaðýma
63
DERKENAR
bakýp hayret etmiþim halime. Nasýl yok oldu bu parmak diye düþünmeden edememiþim. Gördüðüm iki bacaklý acýlar gelmiþ aklýma. *** Nasipsiz günler gelip geçmiþ. Faydasýz günler… Göz ucuyla bakmýþým insanlara. Hiç kimse alay edememiþ benimle. Hiç kimse tarif edememiþ beni baþkalarýna. Ýyileþmez, demiþ beni görenler. Aslan gibi delikanlýya bak, çöküp gitti demiþler. Ben her gün babamýn elini öpmüþüm nedensizce. Kardeþim her gün aðlamýþ. Çocuklar korkar olmuþ benden. Her gün davarlarý getirmeye gitmiþim yine de. Kardeþim takip etmekten hiç usanmamýþ beni. Ýþte yine bir gün davarlarý getirmeye gitmiþken, acýyý düþürdüðüm o köprüde oturmuþum. Rüzgar esmiþ acý acý. Su akmýþ acý acý. Ben düþünmüþüm acý acý. Birden suyun içinde bir þeyin parladýðýný görmüþüm. Yüreðimdeki Ýbrahimler kurtulacak gibi olmuþ. Yine dalmýþým suya yalýn kýlýç. Yara almýþým gönlümden. Bulmuþum acýyý kaybettiðim yerde. Yüreðimdeki Ýbrahimler kurtuluvermiþ. Kardeþim gelip, kolumdan tutup, çýkarmýþ beni sudan. Yaralandým demiþim ama buldum. Neyi bulduðumu soracak olmuþ belki de, ama soramamýþ. Eve gidelim abi demiþ. Yüreðim boþaldý demiþim, ateþler söndü. Susmuþ kardeþim. Eve geldiðimde ninemin alnýndan öpmüþüm. Bazlama yap nine demiþim. Herkes þaþýrmýþ bu isteðime. Akþam vaktinde gözlerinde güneþ doðmuþ. Oturup bazlama yemiþiz beraberce. Hasretle yüzüme gülmüþler. Olanlarý nineme anlatmýþým. Bu neye iþaret nine demiþim. Kendini bulmaya baþlamýþsýn oðul demiþ. Yüzük parmaðým aniden nasýl yok olduysa, yine aniden yerine gelmiþ. Acýlar kabuk deðiþtirmiþ aniden. Kardeþim sevinçten boynuma sarýlmýþ. Bende hayretten boðazýna sarýlmýþým hayatýn. *** Dostuma veda edip gelmiþim. Yolda gelirken yýldýz korkularý duymuþum. Ýçimden Süreyyalar geçmiþ. Kapýmý açarken, anahtar sesini çýðlýk zannetmiþim. Eve girer girmez içime daðlar üþüþmüþ. Hemen yatmýþým. Uyuyuncaya kadar resmimi yakmýþ birileri. Uyuduðumda rüya görmüþüm. Köyümdeki o genç uyuyamamýþ o gece. Sabaha kadar yüzük parmaðýna bakmýþ durmuþ. Gayri sabah olmaz demiþ. Hakikaten sabah olmamýþ… 64
Göç yollarýnda
Göç Yollarýnda, hikayesi ilginç bir kitap. Hasan Yýlmaz ve Nihat Kaþýkçý yýllarca gezetecilik yaptýktan sonra, ilgilerini farklý coðrafyalara yönelten kaþif ruhlu iki araþtýrmacý. Adýndan da anlaþýlacaðý gibi göç yollarýný gezmek için yola çýkýyorlar. Doðal olarak gezileri Türk göçlerinin izini sürdüðü için Malazgir t Ovasý’nda baþlýyor, baþka bir Türk ilinde bitiyor. Bu çalýþmalarý, benzeri gezi kitaplarýnýn soðuk gözlemci yanýndan çok faklý kýlan özellik, yaþama ve insana dair ne varsa tarih bilinciyle de yoðurarak aktarmasý... Or ta Avrupa, Balkanlar, Kafkasya, Or ta Asya, Karadeniz, Moðolistan ve Rusya seyahetlerini kapsayan gezide, bu coðrafyalarýn tarihleri, kültürleri, sanatlarý hakkýnda anlatýlanlarýn yaný sýra, gidilen yerlerin insanlarýyla kurulan sýcak iliþkilerin yansýmalarýný da görmek mümkün. Fotoðraf karelerine düþen her ânýn yaþamla buluþtuðu bu gezi notlarý, içinde keþfetme ruhu taþýyanlara ve araþtýrmacýlara kaynak olabilecek bir belge niteliðinde. Göç Yollarýnda, Hasan Yýlmaz - Nihat Kaþýkçý, Elips Yayýncýlýk
DERKENAR
Aþksýz iliþkiler Ömer Yalçýnova I. Bazý romanlar, kendini ellinci sayfadan sonra ele vermeye baþlarlar. Bunlar içinde bazýlarý bir ânda kendini verir okuyucusuna, neyi varsa ortaya döker; bazýlarý ise romanýn sonuna kadar kendini saklamayý baþarýr, daha doðrusu okuyucusuna daha çok yük yüklemeyi seçer. Kafka, Joyce, Balzac, Dostoyevski, W. Wollf, O. Atay, Faulkner bu tür romancýlardýr diyebiliriz. Bu küçük listeye, bunlar içinde en sinir bozucu olan Samuel Beckett'ý da ekleyelim. En sinir bozucu, çünkü romaný okuyup bitirdikten sonra bile, derli toplu romanda ne, nasýl ve neye göre anlatýlýyor çözmek güç. Belki de bir þey anlatýlmamýþtýr roman boyunca. Beckett, sade okunmuþ olmak için bir metin koymuþtur okuyucunun önüne. Okunmak için yazmýþtýr, evet; çünkü yazmasý gerekiyordu, yazmasaydý ölürdü. Yazmasý gerekiyordu; sýrf bu yüzden, yazdýklarý, sinir bozucu olsa dahi, okuyucunun kitabý okuyup bitirmeden elden býrakmasýna izin vermeyecek kadar titiz, yapýþýcý, rahatsýz edici. Beckett romanýný okuyup bitirirsiniz. Bu okuma sürecinde kitapta parça pinçik anlatýlanlar size deðiþik duygular tattýrýr. Enteresan düþünceler vermeyi de baþaramaz deðil. Ama her ne kadar romaný baþtan sona anlamasanýz bile, ekstra bir anlama çabasý içine girme gereði de duymazsýnýz. Beckett romanlarýnýn zayýf yönü iþte budur. Anlama çabasý içine girmediðiniz için romaný tekrar okuma isteði de duymazsýnýz. Faraza Kafka romanlarý böyle deðildir ya da Faulkner, Oðuz Atay romanlarý. Kafka'nýn Dava'sýný ilk okuyuþta yoðun düþünme safhalarýndan geçer, roman bittiðinde derin düþüncelere dalarsýnýz. Bir süre sonra romaný tekrar okuma isteði duyarsýnýz. Ýkinci okuyuþta anlatýlanýn ne olduðuna dair zengin çaðrýþýmlar uyanýr beyninizde. Artýk Dava'yý okuyan biriyle, genel olarak da bir Kafka okuyucusuyla oturup romaný enine boyuna konuþabilirsiniz. Bir Kafka okuyucusu olmak iþten bile deðildir bu safhadan sonra. Bu yönüyle Dava,
Samuel Beckett
Kafka okuyucusuyla Kafka okuyucusu olmayaný ayýrt eden bir romandýr denilebilir. Gerçi Kafka denince akla hemen Deðiþim öyküsü gelir ya; bu, Kafka'yla ilgili aslýnda akla pek bir þey gelmediðini gösterir. Hatta daha da ileri giderek Dava okunmadan Deðiþim'i okumanýn çok anlamý yoktur diyebiliriz. Beckett romanlarýnýn, kendini, neden okuyucusunda tekrar okutma isteði doðurmadýðý sorusunun cevabý, ancak çaplý bir araþtýrma yapýlarak bulunabilir. Bir baþucu kitabý deðildir bu yüzden Beckett romanlarý. Kendine özel okuyucusu yoktur. Bir dönem Beckett ismiyle karþýlaþýrsýnýz. Herhangi bir romanýný meraktan dolayý okursunuz. Belki okuduðunuz roman hoþunuza gider. Bu, diðer kitaplarýný da okumanýza yetebilir. Diðer romanlarý da okursunuz,
65
DERKENAR
ama bu okumalarýnýz sizi baþka okumalara götürmez. Okuduðunuz tüm bu metinlerin, buna gücü yetmez çünkü. Her iyi kitap kendinden sonra ne okunmasý gerektiðini iþaret eder, etmeli. Tekrar okuyucunun kendine dönmesini saðlamak için böyle bir özelliðe sahip olmalýdýr. Faraza Joyce okuyucusu mutlaka Beckett, W. Wollf okur, sonra da Joyce okumaya tekrar döner. Kafka okuyucusu mutlaka Dostoyevski okur. Sonra Dostoyevski ve Kafka arasýnda mekik dokumaya baþlar. Ama Beckett okunduktan sonra, iþi biter; daha doðrusu 'iþ biter', bu kadardýr. Aþksýz Ýliþkiler Beckett'ýn romanlarýndan biri. Diðer romanlarýna nazaran daha ciddi; çünkü Aþksýz Ýliþkiler'de, bir Murphy'deki humour'u, küfürlü diyaloglarý, hareketli anlatýmý, sayýklamalarý göremiyoruz. Yer yer can sýkýcý, sinirlendirici bir roman, ama diðer romanlarýnýn da özelliði olan yer, zaman belirsizliði; olaylarýn, diyaloglarýn birbiri içine girmesi gibi özelliklere haiz. Kendini okutan, çetin ceviz imajý veren, ama anlatýlanlarýn pek ilgi çekmeyeceðini sandýðým, 'insan'ýn midesini bulandýran olaylara dikkat çekmesiyle önemini artýran, bir kitap kurdu romaný. "Kitap kurdu romaný" dememdeki amaç, ortalama okuyucunun Beckett okuyamayacaðýný söylemek. Yani aslýnda Beckett okumak, çok da kolay bir okuma deðil. Herhangi bir Beckett metni, yeni roman okumaya baþlamýþ birini allak bullak etmeye yeter mesela ya da klasik roman okuyucusunun kafasýnda beliren roman sanatýyla ilgili tabularý rahatlýkla yýkabilir. Bu yüzden biraz ürkütücü ve "Roman okuyorum, okumak istiyorum" diyenler için çalkantýlý bir limandýr Beckett. Rahatsýz eder, sancýlarýnýzý artýrýr anlattýklarý ve anlatýþ biçimi. Fark etmek istemediðiniz ayrýntýlarý imgeleþtirerek, gözünüzün önüne o romancý maharetiyle koyuverir. Yüzünüzü buruþturacaðýnýz þeyler anlatmaya baþlamýþtýr siz olayýn farkýna daha varmadan. Beckett, 'insan' zaaflarýný en iyi bilen romancýlardan biridir. Dürüst biri deðilseniz, belki de dimaðýnýz için Winnie'nin þu yaptýðýný yapma ihtiyacý duyarsýnýz Beckett okuduktan sonra: "Kýz mendiline tükürdü ve aðzýný sildi". Temizlenme içgüdüsüyle yaptýðýnýz bu hareket, dimaðýnýzý Beckett romanlarýndan arýndýrmaya yetmez ama. Bu da Beckett'ýn gücü iþte. 66
II. Beckett romanlarýnda, anlatýlanlarýn belirsizliði, daha çok roman karakterlerinin eksik betimlenmesinden kaynaklanýyor. Okuyucunun kafasýnda, roman karakteri ete kemiðe bürünmediði müddetçe, romanýn o kendine has dünyasýna, okuyucunun girmesi zorlaþýyor çünkü. Hele Beckett karakterleri gibi betime çok ihtiyacý olan karakterlere sahip romanlarda… Sýra dýþý, marjinal karakterde yaratýklardýr Beckett karakterleri. Üzülmezler, aþýk olmazlar, cinsel istekleri körelmiþtir, hayatý ölümü beklemek olarak anlarlar, tembeldirler; Sokrates'in düþünceleriyle, çoðu onu dalgaya alarak cebelleþirler; baþka insanlarý hep eleþtirirler, baþkalarýný alaya almak tek tük keyif aldýklarý uðraþlardan biridir. Dolayýsýyla bu tip karakterlerin betimlenmesi ayrý bir önem, ayrý bir yetenek gerektirir. Eðer betimleme eksik veya güçsüzse, roman, okuyucuda daðýnýklýk ve inandýrýcý olmama etkisi uyandýrýr. Bu da bir roman için doðal olarak eksi puandýr. Aþksýz Ýliþkiler'de romanýn baþ kahramaný: Belacgua. Onun eþi: Lucy. Lucy tasvir edilmeye baþlanýyor, ama birkaç cümle sonra, sanki tasvir etmekten romancý sýkýlmýþ gibi þu cümleyle tasviri bitiriyor: "Ama onu betimlemeye çalýþmak zaman yitirmemize neden olacak." (s.87) Bu yitecek zaman da ne ola ki? Romancý ya da roman karakteri bir yere mi yetiþmek zorunda? Kitabýn baþýna oturmuþ olan kiþi, zaten Beckett'a istediði zamaný vermeye hazýr. O zaman romancý da 'zaman yitimi' gibi sözleri býrakýp, bu zamaný en iyi þekilde pek âlâ deðerlendirmeli deðil mi? Beckett romanlarýnýn zayýf noktalarýndan biri de bu. Okuyucusuna arkadaþ/ yoldaþ olacak karakterler oluþturamamýþtýr. Bir Josef K. ya da Roskolnikov kalýcýlýðýnda (Ölmezliðinde mi demeli?) karakterler yok Beckett romanlarýnda. Oysa Beckett, karakter isimlerini, dikkat çeken ve telaffuzu kolay özellikte olmasýna dikkat ederek seçmiþ; bu, belli. Ama iskelet halinde býrakýlan, okuyucusunun hayal dünyasýnda herhangi bir canlýlýk kazandýrýlamayan karakterin istendiði kadar ismi dikkat çekici olsun, ne fayda! Kadýn, istenmeyen, adeta erkeðin sýrtýnda bir yüktür Aþksýz Ýliþkiler'de; ya 'budala'lýðý sebe-
DERKENAR
biyle sakat kalýr ya da bir þekilde ölür. Bir kýrda geçirilecek zamaný kadýnla geçirilecek zamana yeðler Belacgua. O, yüksek bir tepeye sevgilisi Ruby'yle birlikte intihar etmeye gider. Neden intihar etmek istedikleri meçhul. Neden bunun için, yüksek bir tepe seçtikleri de. Kadýn için neden intihar edecekleri biraz belli gibi, çünkü kadýn birlikte ölemeyecekleri için üzgün olduðunu belirtiyor. Erkek için bu üzgünlüðün hiçbir manasý yok. Sonuçta ölecekler iþte! Biri on dakika geç ölmüþ, ne fark eder? Peki hangisi önce ölecek? Kadýn mý erkek mi? Erkeðe göre soru, abes. Ama kadýna göre önemli. Uzatmayalým. 'Her zaman öncelik bayanlarýndýr' saçmalýðýna uyarak Belacgua (Bu saçmalýðý tabii kadýnýn kendisi dayatýr Belacgua'ya.), Ruby'yi öldürür; sonra da intihar etmekten vazgeçer. Eþek sýrtýnda giderken bir Mercedes otomobilin vurmasý sonucu sakat kalan niþanlýsý Lucy'yle evlenir. Lucy'nin iri gözlerine bakarak gramofon çalar. Mutlu bir evlilik yapmýþlardýr. Ama Lucy'nin ölümü, bu mutluluðu öldürür. "Belacgua sakat Lucy ile sürdürdüðü evlilikte çok mutluydu, bu nedenle kadýn öldüðünde içinde hüzne benzer duygular kýpraþmýþtý." Belacgua insanlaþýyor galiba. Ki aþk da kapýsýný çalmýþ: "..günlerden bir gün kahramanýmýz güzel bir öðle sonu uyandýðýnda özdekli bir kýza kendini delicesine âþýk buldu (sizin þehvetli tutkularýnýza benzemeyen ilahi bir delilik bu, anlýyor musunuz?)." Beckett'ýn roman karakterleri/ kahramanlarý, niye, þehvetten nefret ediyor acaba? Alýntýladýðým cümleden anladýðýmýz kadarýyla Beckett, aþký, 'ilahi bir delilik' diye tanýmlamýþ, anlýyor. Bu yüzden olabilir mi? Herhalde. Bu yüzden olsa gerek ölümün elinden aldýðý ve kendine aþýk olan iki kadýna hiç üzülmeyen, hiçbir þekilde bu iki garip kadýnýn yasýný tutmayan, ne olduðu belirsiz bir karakteri, yani Belacgua'yý yazmayý baþarmýþtýr diyebiliriz. Kadýn, istenmeyendir ama hep romanda olaylarýn akýþýný deðiþtiren tek etmen olmayý baþarýr. Roman kahramaný genelde kadýnlara aþýk olmaz; ama kadýnlar roman kahramanýna aþýk olurlar. Kadýn, eninde sonunda dediðini yaptýrýr, inatçýdýr. Zaten Belacgua gibi tembel, cins birini ancak bir kadýn inadý harekete geçirebilir, bir yerlere götürebilir. Her ne kadar kadýn, istenmeyen
biri olsa da, Beckett romanlarýnda hareketliliðin baþlatýcýsý, geliþtiricisi ve bitiricisidir. Erkek, sebepsiz acýlar içinde; kadýn ise, aþk acýsý içinde. Ýkisi de 'acý'da buluþurlar. Kadýnýn erkeðe gelmesi, gelen kadýna erkeðin git dememesi bu yüzdendir. Ýlginç saptamalarý vardýr kadýnlarla ilgili Beckett'ýn: "…erkeklerin cesareti kadýnlara yeteneðin bir göstergesi gibi gelir.", "Saðduyulu, normal bir kadýn 'Ne?' diye sormayý 'Niçin?'e yeðler (derin bir konudur bu)…" Kendisi de bir þair olan Beckett, þairlere takýlmadan edemez: "Bir þair tam evlenilecek bir yaratýktýr aslýnda, aþklarýn aþký ile donatýlmýþtýr, bilmez misiniz, La Rochefoucald'nun karýsýnýn ikinci tutkusunda görüldüðü gibi. Evliliðe öylesine yatkýnlardýr ki kadýnlar onlara karþý duramaz (Tanrý kadýnlarý korusun, þairlerin de yardýmcýsý olsun)." Güzel. Beckett, iyi ki þairlere takýlmýþ deyip (hafif gülümsemeyle) Beckett faslýný burada bitirelim. - Aþksýz Ýliþkiler, Çev. Uður Ün, Ayrýntý Yayýnlarý, Mart 1998.
2004 yýlý DERKENAR sayýlarýnda kampanya
6 dergi 10 YTL Sipariþ için
(0212) 210 0 110 numaralý telefonu arayabilir ya da
abonet@abonet.net adresinden isteyebilirsiniz! 67
DERKENAR
Ömer Aksay Üstüme aldýðým birine ait kimlikle -IBilâl Cerîr’in ta kendisi Ben diyerek baþladýðým için kendimden özür dilerim hem ben lütfen beni karýþtýrmayýn ben aslýnda yokum, ben yani müstear Bilâl Cerîr 1984'de kaydettim kendimi, bir bahar günü Mayýs falandý her yer, sualtý gibi paslý kalorifer borusuna asarak kaybettiðim resim benimdi gaybýn anahtarlarý bende kalmýþtý, içimde atölyenin olduðu fýsýldandý kulaðýma, ilkin küçük bir taslaðý hatýrlýyorum özür dilerim, çok yani, ben aslýnda beni böyle anlatmak istemezdim kendime, çok üzgünüm ama böyle oldu her þey, benim bir dahlim yok, darbe yapýlmýþtý hastaneye götürdüler sonra, iðrenç iðneler falan yapýldý birþeyler tuttular tutanak gibi gizli sevmediðim þeyler gördüm, ben yoktum ben ar týk bir baþka þekildeydim, bir baþka þehirde.
Ben Bilâl Cerîr Asýldýðým için dünyanýn ipi koptu dediler Asýldýkça yapayalnýzlýðýn anlamýný buldum, yapayalnýzlýðýn alfabesini ufak bir atölyede kendi içimdeki resimlerde durdum Para gönderirdi bana o zamanlar rahmetli babam fettahlý abdülbaki bey yüksek orman mühendisi, emekli baþmüfettiþ, ser t hendese Arapçayý taþýyan dürüst bir insan Ýhtilâc içinde Edebiyat'a terk ederdim üçte ikisini Pendik'te soðuktan kasýlsam da, olsun bacaklarýmýn arasýndaki ýsýtýcýyla kendime iþkence, oh olsun alay ederdim zenginliðimle küçük elektrikli bir þeyle ýsýnýyorum iþte, sevinirim dizlerimde battaniye, sormazdým niye, kime hangi soruyu tuhaf bir þeyden geçiyoruz diye düþünürdüm kendi kendime tuhaf bir tasavvuf bu, tuhaf bir yaþamýn keffareti tuhaf bir hüzün, o sýralar kimseyle ilgim yok kendime duyduðum kadar bütün tanýdýklarýmdan evet uzakta, eve kendime aþýðým, cinsel gücün zir vesinde Maraþ usûlü herkese, herkesin tanrýlýðýna tepeden bakýyorum ve asýyorum kendimi paltomu askýya asar gibi çýkarýp.
68
DERKENAR
Ben kusura bakmayýn karantinadayým, derdest edilerek getirildim çünkü buraya Bir saðlar evi, kuvvet ve kudret evi olarak Maksatlar ve kasýtlar evi olarak -her þeyde bir kasýt var benceKerhen yapýlan iþler yurdu, iðrenerek, istemeden bir iþ Ýðrenç, kerîh bir maksat elde etmekten kaçýnýyorum Kendi nefsimle buluþma evindeyim, baþka amacým yok Böyle düþündüm ve astým dünyayý Bir paçavrayla oldukça güzel, yataðýn kenarýna oturup dizdize aðlaþtýk, neden aðlýyorduk bilmiyorum Sonra çekip gidiyorum, asýyorum yani kendimi orda Çeliþkiye girmediðim için tokat bile yedim, düþünebiliyor musunuz Üçkuruþa dör t peçeteyle biraz kolonya, merdivenlerde pislik Saçlarýma arkaya doðru parmaklarýmý geçirip gittim.
Ben Vazgeçtim kendimden bana bir þey ýsmarlamayýn dedim Hiçbir haber yok, hiçbir mesaj gelmiyor ar týk Daha ne durayým Asýldýkça asýldým, fakat ayaklarýma dolandý ip Yuvarlandým, kendimi kur taramýyordum ipten Herkesin iplerle baðlandýðýný gördüm bir þekilde þehir Baðlanmýþtý arabalar, evler, duraklar, vitrinler Anýtlardan geçip vapurlara uzanýyor, oradan bankalara Ve bacalara týrmanýyor, minarelere sarýlýp Aðaçlarý ve insanlarý tutukluyordu olduklarý gibi Serbestti herkes evet herþey dolambaç olsa da Hayat devam ediyordu ama ben vazgeçtim Köprü akýyordu, elimden bir þey gelmiyordu, bir kaza Bir isyan. Böðüren boðayý öldüremiyordum ezkaza Boðuyordu beni çatýlmýþ ipler, nefes borumdan bile geçen Düðümler, düðümler, düðümler!
Ben Bir hesabý ödüyordum güç de olsa, kararlýydým Uzaklaþacaðým kaçak ve sefil kendimden Hiçbir zaman kendime dönüþ bileti almadým zaten Uyurum diye akþam çýktým hep yola, peþimde Saðnanan ip, ben gittikçe avuntular gibi sýkýcý.
69
DERKENAR
Ben Yaptýklarýmý söyleyebilmek için önyargýsýz astým seni Sen mi dedim Kimse deðildin, yoktun, evde sesin bile kalmamýþtý hayret Daha neler, seni nasýl andým da astýðýmý hatýrladým þimdi Bak seni burada býrakalým, ben demem lâzým, benden bahsetmeliyim N'olur yalvarýrým, bir daha üzmiycem seni Hiç önyargýsýz elbette, bi'da asmýycam seni Tamam mý, bak burada bekle beni, hesap lütfen Evet, nerde kaldýðýma dair fikrim yok, gökyüzü kapalý Þehri tanýmýyorum, okunan ezanlar anlamsýz geliyor ar týk kulaðýma Yaþamýn verdiði kendine özgü bir þehvet bu Her þeyde, devlet mekanizmasý bile þehvetle çalýþýyor Þehvetle bankalarda iþlem yapýlýyor, borsa þehvet kokuyor Dersler þehvetli, akþam yemekleri, düðünler Hangi þehre gitsem her yer þehvet, ulucamide bile insanlar þehvetle bakýyor birbirine araba þehvetle sürülüyor, ruj þehvetle gecenin çelik kapýsýnda þehvetle dönen kilidin dili biberin ve tarhananýn seriliþinde, þimdi yada fabrikadan çýkýþýnda on muharrem günü aþurenin kokusunda, komþularýn kapýsýnda damatlara gönderilen dürülerin içinde, koçlarýn boynuzunda çamaþýr sepetlerinde hamamlara çýkýþta hamamlara giriþte, gelen tepsilerde meyan þerbetini omzundan doldururken dize deðin indirdiði bardaða Poyrazýn daðýtamadýðý bir þeydir þehvet kýzýþmýþ kanýn buharý sýk görülür bu yüzden Yazlýklar, sýkýcý baðlar, iç bahçeler, yanýlgýn evliliklerle safra Modern bir esaret katar fizyonomik yapýya Nazlý hilalin geleceði pek parlak deðil, kaþlarýný çatmasý laik hilal olarak Vaftiz edileceðini bilmesinden- iþte böyle, her þey olacaðýna varýr Ben mahcup menekþeler için Kedilerin önyargýsýz itimadý için astým bütün bunlarý.
Ben Yanlarýna yeþil bantlar yapýþtýrýlmýþ bir kayýp çocuk resmi vardý ya Kapýya asýlmýþ O çocuk benim, ben Bilâl Cerîr.
70
DERKENAR
Þiirini ve acziyetini yaþayan bir þair:
Cahit Zarifoðlu Yasin Onat Ýsmini ilk kez ortaokul yýllarýnda duymuþtum. Okuduðum ilk þiirleri "Ýþaret Çocuklarý" isimli þiir kitabýndaki þiirleriydi. Kendi kendime anlaþýlmasý zor ya da anlamsýz þiirler yazýyor diye düþünmüþtüm. Daha sonradan bu fikrim deðiþti elbette çünkü bir anda anlayamayacaðým satýrlarýn sonradan bir kapýnýn aralanmasý gibi aralandýðýný gördüm. Lise yýllarýnda þiirlerini yeniden okuduðumda ufkumun da geniþlemesiyle, þiirin ummansýz denizlerden taþýp gelen bir haber olduðunu anladým. Vâkýf olduðum, hissettiðim cevherin, düþünme safhasýnda Zarifoðlu'nun diðer kitaplarýný, yani; "Yaþamak, Anne Ve Savaþ Ritimleri, Bir Deðirmendir Bu Dünya"yý okuma fýrsatým olmuþtu. Bu sayede onun, yaþadýðý zamanýn ve özellikle mekânlarýn yazýlarýna nasýl bir kaynak olduðunu, nasýl yansýdýðýný ve düþüncelerinin hangi kulvarlarda geniþlediði görmüþ oldum. Zarifoðlu'nun þiir estetiðini ve imgesel þiir anlayýþýný, þiirlerini tekrar tekrar okuduktan sonra anlaþýlacaðýný ben de dahil tüm okuyucularý fark etmiþtir sanýrým. Þiirlerinin dýþýnda isimlerini zikrettiðim kitaplarý okumuþ olmam, benim Cahit Zarifoðlu hakkýnda düþüncelerimi yerli yerine oturtmuþ oldu. Zor anlaþýlan bir þair olmasýna karþýn aslýnda okuyucu ile kurduðu iletiþimde þiiri gayet yalýn ve nettir. "Kardeþim dedim acýlarýma da kardeþ olur musun.", "Evet hatýrladým/ küçük basit þeyler/ yetiyor kederlenmeye/ Ya mutluluða." Ve benzeri mýsralarý onun ne kadar içten olduðunun da göstergesidir. Kelime yapýsý elbette tüm þiirlerinde böyle olmasa da yazdýklarýna yakýndan bakýldýðýnda aslýnda sadece sýralanýþý kuraldýþýdýr. Þöyle de denilebilir ki, Zarifoðlu'nun þiirlerinde, kelimelerin kurgusu ve sýralanýþý, alýþýlagelmiþ modern þiirden farklýdýr. Bu yüzden olsa gerek kural dýþý ama zengin Türkçesi ile de üst noktadadýr. Bazý þiirlerini tekrar tekrar okurken sihirli bir el sizi tutar ve siz onu býrakana
dek o sizi býrakmaz. Bu durum þairin metafiziksel yönünü de ortaya koyar. Belki de onu okuyup da anlamsýz addedilen þiirlerinin olduðunu düþünenlere, þiirde sadece fizik unsurunun olmadýðýný, metafiziksel unsurlarýn da önemini vurgulamak gerekiyor. Saadettin Acar "Sýký Adamlar" adlý kitabýnda bu konuda þöyle diyor: "Cahit Zarifoðlu, modern þiirin bütün imkanlarýný sonuna kadar kullanarak kendine ait bir þiir dili oluþturmuþtur. Bu haseble Zarifoðlu, Ýsmet Özel'le beraber modern þiirin en uç noktalarý olarak görülebilir. Ýsmet Özel'le ayrýldýklarý nokta þu: Ýsmet Özel 'Bir Yusuf Masalý'na kadar -çok küçük istisnalar dýþýnda- seküler bir þiir yazmýþtýr, ya da þöyle diyelim: malzemesini fiziðin içinden seçmiþtir. Zarifoðlu ise modern bir þiir yazarken metafizik göndermeler yapmaktan sakýnmaz." Demek ki, þiirin anlaþýlýr olup olmamasý þairin poetikasýnda saklýdýr. Rasim Özdenören bu konuda þöyle demiþtir: "Cahit Zarifoðlu'nun þiiri bunca anlaþýlmaz, kapalý yada zor anlaþýlýr bulunmasýna raðmen, þimdiye kadar hiçbir aklý baþýnda þiir okuyucusu (eleþtirmen ya da okuyucu olarak) bu þiirleri reddetmek, yok saymak cesaretini gösterememiþtir." Bu saklý durum okuyucu tarafýndan çözümlenmesi zor bir durum arz etmiyor. Zaten
71
DERKENAR
has þiir/ diri þiir bir okunuþta kendini göstermez. Eðer öyle olsaydý, þiirin hem sanatsal hem de yaþamanýn gerektirdiði deðerli mefhumlarý sýradan þeyler haline gelmiþ olurdu. Zira yaþamak hareketliliði meydana getirir ve sýradanlýðý, kolay elde edileni ve duraðanlýðý kendi içinde barýndýrmaz! Öyle þiirler vardýr ki asýlar boyunca unutulmamýþtýr ve buna baðlý olarak da o þiirleri yazan þairler de unutulmazlar. Cahit Zarifoðlu'nun þiiri de unutulmayacak þiirler arasýnda yer almaktadýr. Tam da bu noktada Zarifoðlu'nun þiirlerindeki hareketlik/ dinamizm söylemek istediklerimi kanýtlar mahiyettedir: Ve bak asýl ölen yaylalar villalar tok karýnlar Hissiz dudaklar gayretsiz kalpler Asla deðil kavruk çölde yatan kadavralar Farzet körsün olabilir
zaman anlaþýlýr þiir yazamayabilir. Evet her zaman okuyucu için þiir yazmak zorunda deðildir þair. Anlatmak istemeyebilir þiirinde aklýna düþen imgeleri. Cahit Zarifoðlu insanlarýn þiire verdiði deðerin hesabýný yapmýyordu. Otostopla Avrupa seyahatine çýkmasý onun ruh dünyasýnýn derinliklerini ve sýra dýþýlýðýný, belki asiliðini biraz da olsa anlatmaktadýr. Kýrk yýllýk ömrüne onlarca kitap, bunun yaný sýra yayýmlanmamýþ makale ve þiirleri ve dört evlat sýðdýrmýþtýr. En nihayetinde sözün özü, güzel bir adam, sýký bir þair ve en önemlisi has bir insandýr Zarifoðlu. Cahit Zarifoðlu, aþaðýdaki son þiirini 1987’nin Ocak ayýnda yazmýþ, 7 Haziran 1987’de 47 yaþýnda vefat etmiþtir.
Elele tut Taþ al ve at Kafiri bulur (Daralan Vaklitler)
Þiirin yaþamsallýðý ve yaþamýn þiirselliðini görebiliriz onun þiirlerinde. Özellikle kadýn, çocuk, korku ve yakarýþ ve din, þiirinin yapýsal yönden aðýrlýklý olarak kullandýðý/temas ettiði öðeleridir. Kanaatimce onun olay ve olgulara bakýþ açýsý, þiirinde zaman zaman daðýnýk ama diðer bir yönden de modern þiirin pek kabullenmediði bir metafor yoðunluðu içerisinde yerini almaktadýr. Hastalýðýnýn ilerlediði ve hastanedeki odasýnda ziyarete gelen gençlere bazý itiraflarda bulunmuþ ve þöyle demiþtir: "Þiirimi yeni baþtan oluþturmayý, her þeye yeni baþtan baþlamayý düþünüyorum. Mümkün olsa þimdiye kadar yazdýklarýmý siler, yeni bir þiire baþlarým. Çünkü biz baþtan büyük bir yanlýþ yaptýk. O da anlatmak istediklerimizi okuyucuya daha anlaþýlýr ve daha açýk bir þekilde aktarmadýk. Siz bizim gibi yapmayýnýz." Þairin bu dediklerine raðmen okuyucu, onu ve þiirini biraz geç de olsa anlamýþtýr. Aklýmýza gelen ilk soru þu olabilir belki: O halde bir þair her 72
Ölüm baþucumda Bir melek elini uzatýyor bana Yapayalnýz Bir yolculuk Ruhlarýn beklediði bir yer var Orda Bir sýðýr gözü gibi bakýyor bana Ölüm Neden örtülerin altýndasýn, hadi çýk Görün bana Zaman yol alýyor O saat, ah o saat Kimbilir nerede konaklar Þatom kararýyor, ay ýþýðýnda mezar Lâmbayý yak anne, üþüdü parmaklarým Gidiyoruz azar azar.
DERKENAR
Kendine ait bir oda Mehmet Öztunç Ev, kuytu bir koridor, bütün aðýrlýðý ve korkusu ile üzerime çöküyor. Evin yalnýzlýðý, dünyanýn yalnýzlýðýndan daha korkutucu. Sanki bütün insanlar kendi aralarýnda anlaþmýþlar ve beni bu eve hapsetmiþler. Yoksun. Belki de bu korkularý, bu kuruntularý sýrf senin yokluðunu hissetmek, yokluðunun acýsýyla çarpýlmak için uyduruyorum. Yoksun. Yokluðun, ne çekilmez, ne büyük bir azapmýþ. Sana, birkaç satýrlýk da olsa, bir mektup yazmaya çalýþýyorum. Kalemimi mürekkebinin göz yaþýndan terkip edildiði hokkaya batýrmak istiyorum. Eskiler mektuba, name derlermiþ. Ben namenin naðmeyi çaðrýþtýrmasýný seviyorum. Mektup sözcüðü bence, daha yabanýl, insana daha uzak bir sözcük. Kaç gündür yazmaya çalýþýyorum; fakat kelimelerim bir iç savaþtan çýkýyormuþçasýna kaðýdýn yüzeyine düþüyor, birbirlerine düþman kesilmiþler, kaþlarý çatmýþ, sýrtlarý birbirlerine dönmüþler. Ýnan, sana üç cümle bile yazamýyorum. Türkçe, Ural-Altay Daðlarý'na doðru çekildi de benim haberim mi yok? Türkçe, benim yaz sýcaðýnda sýðýndýðým bir gölgelik, kýþ soðuðunda üzerime örttüðüm sýcacýk bir battaniye iken neden sana bir mektup yazmama izin vermiyor? Türkçe, benim balkýyan yüzümken neden þimdi solan sesim oldu? Bu yeltendiðim kaçýncý mektup? Iþýklar kesildi, ev karanlýða kesti. Ne yomsuz bir gece! Olsun, artýk korkmuyorum, korkunun da bittiði, alýþkanlýða büründüðü andayým. Tek endiþem, sensizken, yýðýldýðým koltukta, bu aðýrlaþmýþ ten hýrkasýndan arýnmam. Ürperiyorum. Karamazov Kardeþleri ve Ývan Karamazov' u anýmsýyorum. Ývan, bu evde ise benim sað çýkmam olasý deðil. Bir de evde Dostoyevski varsa, Ývan beni öldürse bile o kýlýný kýpýrdatmaz; kim bilir Ývan'ý beni öldürmesi için yüreklendire de bilir? Dosto, o histerik, kasvetli ruh benim öldürülmemden muazzam bir roman malzemesi kotarabilir, ona malzeme olmamalýyým. Koltuktaki örtüyü çekiyorum üzerime. Bu karanlýkta mümkün deðil Ývan beni göremez. Evet, yine Dosto. Sen,
"Dosto yok! Ývan yok! Raskolnikov yok! Sonya yok!..." derken haklýydýn galiba. Ama sevgilim inanýr mýsýn, sen gittiðinden beri sanki sana inat Dosto, takým taklavatý toplayýp bizim eve kuruldu? Þimdi evde deðilsin ve ne olur bu cümleleri okuduðunda beni yine hayal görmekle, edebiyatla hayatý karýþtýrmakla suçlama. Edebiyat, beni insan kýlan, insan kýlýnanla iliþki kurmamý saðlayan bir bað iken seninle aramda mayýnlý bir hat gibi uzadý. "Bütün harfler, sözcükler, cümleler sanki benim etrafýma örülmüþ, bana duvar oluyor, beni gizliyorlar. Yazýlan her harf bu duvara eklenen hissiz bir tuðla gibi yükseliyor. Beni sana anlamlý kýlan ruhumu ve bedenimi anlamsýzlaþtýrýyor." diye yazýp çalýþma masama koyduðun cümlelerin de o duvarýn hissiz tuðlalarý oldu. Sen bir tarafýma düþmüþtün, edebiyat diðer tarafýma ve kollarým ikinizi taþýyacak kadar güçlü deðildi. Belki de benim kollarýmdý sizi birbirinizden ayýran, býçaktý.. Saatler geçti, ýþýklar gelmeyecek galiba. Bilirsin, karanlýkta uyuyamam. Sabaha kadar sürse de bu karanlýkta bekleyeceðim. Üzerime geçirdiðim çarþafý yavaþ yavaþ açtým. Dosto, bir iki saat kaldýktan sonra ayrýldý. Göz ucuyla onu süzdüm. Ben de derin bir nefes aldým. Tam ferahlamýþtým ki, bu sefer de içeriye çat kapý Necip Fazýl gelmez mi! Dosto ile Necip Fazýl ayný kumaþtan biçilmiþ. Ýyi ki ikisi birlikte gelmediler. Bu saatte, bu halde Necip Fazýl'ý kaldýramam, aðýrlayamam. Evimi paylaþacaðým son þair odur, çünkü o benim gibi evcimen biri deðil. Ýster misin beni, "Ýn cin uykuda, yalnýz iki yoldaþ uyanýk; / Biri benim, biri de serseri kaldýrýmlar" dizelerinin kahramaný yapsýn ve gecenin bu saatinde kaldýrýmlara atsýn? Oralarda, Kaldýrýmlar þiirini bana yeniden okutsun. Sarhoþlara, geceye maskara etsin. Necip Fazýl hastasý, ilkokul öðretmenim Firdevs Haným, "Oðlum Mehmet, senin hem ezberin hem de sesin iyi. Necip Fazýl'ýn Kaldýrýmlar þiirini ezberle ve haftaya sýnýf müsameremizde oku" laflarýný etmeseydi belki þimdi yanýmda Necip Fazýl olmayacaktý. Evet,
73
DERKENAR
korktuðum oldu, Necip Fazýl beni kapý dýþarý etti. Ayyaþ Metin Bey'in karýsý, kocasýna kapýyý açýnca beni kapýmýzýn önünde gördü: - Mehmet Bey, neden içeri girmiyorsunuz? - Necip Fazýl beni içeri almýyor. - Necip Fazýl da kim oluyor da sizi evinizden kovuyor? - Ýstersen bunu ona sor. Kadýn, kapýyý hafifçe itti ve içeriye seslendi. Evde kimsenin olmadýðýný benim yine hayaller gördüðümü söyledi. Kadýný tanýyorsun, farfaranýn tekidir, beni apartmanýn diline düþürecek. Eve girdim, Necip Fazýl yoktu. Yeminle söylüyorum, Necip Fazýl içerdeydi ve beni dýþarý atmýþtý. Bildiðimiz Necip Fazýl numaralarý. Kol saatimin fosforu yanýyor, saat üçü gösteriyor. Her zaman, bu evin bir yabancýsý oldum, bir mum bulabileceðimi sanmýyorum. Evimizin sensiz, aslýnda çok da evimiz olmadýðýný anlýyorum. Bensizliðe alýþabilir; ama sensizliðe alýþacaða pek benzemiyor. Benden daha çok sana alýþmýþ, senin gidiþinden beni sorumlu tutuyor gibi. Yoksa niye gözlerini pörtletsin, dilini sarkýtsýn? Tomris Uyar'ýn kedisi hâlâ evde. Sen þimdi: "Tomris'in kedisi bu eve hiç girmedi, yine uyduruyorsun" dersin. Gerçekten söylüyorum, hatta bak kedinin sesini bile duyuyorum. Salonda geziniyor. Tomris, kedisine bir insana davranýr gibi davranýyordu. Tomris'in hatýrý için bu kedinin evimizde kalmasýna umarým kýzmazsýn. Hem kediyi ben çaðýrmadým, kitaplarýmýn arasýndan fýrlamýþtýr. Bilirsin kediler yazarlara benzerler ve aralarýnda yaratýlýþtan imzalanmýþ bir antlaþma vardýr. "Uyumsuzluk" yazarlarla kedilerin ortak yazgýlarýdýr. Sana kötü bir haberim var. Kedi sesleri artýyor, sanýrým evde ona yakýn kedi var. Koridordayým, salona girsem mi? Tomris, alýnýr diye salona giremiyorum. Kedi bizi Tomris'e þikayet ederse ayýp olmaz mý? Hem: "Kýrk yýlýn sonunda kedi(leri)miz bir geceliðine misafirliðe gelmiþ, çok mu?" derse mahcup olmaz mýyýz? Kedi sesleri kesildi, uyumuþ olmalýlar. Mektubu yazabilirsem, "büyük özveriler, büyük avuntular ister" cümlesini muhakkak mektuba ekleyeceðim. Sen benim en büyük özverim oldun, avuntum ise… Kýzarsýn diye avuntumun ne olduðunu yazamam. Ne yazacaðýmý tahmin ettin sanýrým. 74
O kösnül, o tutkulu duygu beni bulmuþsa suç bende mi? Bana anlayýþ gösterebilirdin. Sen edebiyatla savaþýrken, aslýnda beni kýrpmaya çalýþýyordun. Ne yapabilirim, Tomris sözün en güzelini söylemiþ: "Her tutku biter, aþk gibi, hýrs gibi… ama edebiyat tutkusu hiçbir zaman bitmez." Beni anlayabilirdin. Belki de hiçbir kitabýmýn olmamasýný kabullenemedin. Evet, kapaðýnda benim adýmýn yazdýðý bir kitap yok. Bu ayrýntýnýn ne önemi var? Marifet bir gemiye sahip olmak deðil, çalkantýlý bir denize ve ulaþýlmaz bir kýyýya sahip olmaktýr. Güllerine de nicedir bakmýyorum. Dün gece ziyaretime Rasim Özdenören geldi ve Gül Yetiþtiren Adam'ýn bizim evde saklandýðýný söyledi. Sevindim. Ben ihmal etsem bile Gül Yetiþtiren Adam güllerini ihmal etmez. Gül Yetiþtiren Adam'ýn çok hoþsohbet biri olmadýðýný biliyorduk, Rasim Özdenören de aðzý var dili yok. Birlikte saatlerce Gül Yetiþtiren Adam'ý aradýk, Rasim Bey tek laf etmedi. Yatak odamýzdaki dolaplara, çekmecelere bile baktýk ama Gül Yetiþtiren Adam'ý bulamadýk. Rasim Bey, adamýn bizim evde saklandýðýnda ýsrarcý. Giderken, "Yarýn gece fýrsat bulursam yine geleceðim." dedi. Saatler gecenin üçünü geçmiþken gelmez artýk. Belki de Gül Yetiþtiren Adam'ý baþka bir yerde aradý ve buldu. Kapý çalýyor, açsam mý? Kim bu saatte. Adam çok sert vuruyor. Komþular rahatsýz olup uyanmadan kapýyý açayým bari. Kapýnýn kolu da uhlamaya baþladý. Kapýnýn önünde Sezai Karakoç bekliyor. Soluk soluða kalmýþ. Beni kenara itti ve salona koþtu. Merak etme, Sezai Bey hiçbir varlýðý ürkütmez, Tomris'in kedileri hâlâ mýrýl mýrýl uyuyorlar. Salonun kapýsýný açtý ve balkona çýktý. Dudaklarýnda bir þiir: "Bana sormayýn böyle nereye/ Koþa koþa gidiyorum/ Alnýndan öpmeye gidiyorum/ Evleri balkonsuz yapan mimarlarýn..." Ah Sezai Bey, "Geç kaldýnýz! Oðlumuz Ýhsan geçen yýl balkondan düþtü ve öldü." "Mehmet Bey, yýllardýr bugünü bekliyordum. Bütün þehirde elektrikler kesik, ben çocuklarý öldüren bütün balkonlara gidip bu þiiri okuyacaðým. Daha uðramam gereken yüzlerce, binlerce balkon var. Sizinle daha fazla kalmayacaðým." Bak, koskoca Sezai Karakoç bize geldi, balkonumuza geçti, baþsaðlýðý diledi ama sen evde deðildin. Seni tanýyormuþ, çýkarken: "G... Hanýma selamlarýmý iletin." dedi, ben duru-
DERKENAR
mumuzdan bahsedemedim, zaten acelesi vardý. Birçok þeyde haklýydýn; ama bana deli demeye hakkýn yoktu. On beþ yýllýk kocaným ve Ýhsan adlý bir oðlumuz vardý. Ýhsan'ýn babasý olmamýn hatýrýný gözetip bana bu laflarý etmeyebilirdin. Keþke Woolf kadar yürekli olsaydým ve sana: "Bana yaþattýðýn her þey için sana teþekkür ederim, birlikte iki insanýn yaþabileceði en güzel anlarý yaþadýk; ama sana ve kendime yeni acýlar çektirmeye hakkým yok. Galiba yine delirmeye baþladým, kulaðýmdaki aç kurt yeniden ulumaya baþladý." diye yazýp, cebime doldurduðum taþlarla kendimi bir ýrmaða býraksaydým. Ne bizim iliþkimiz bu kadar tutkuluydu ne de ben Woolf kadar kendisiyle kavgalý biriydim. Evimizin odalarýný da mý beraberinde götürdün? Salon yerinde deðil. Tomris'in kedileri salonumuzu balkondan aþaðý mý attýlar? Yatak odamýzý da Gül Yetiþtiren Adam götürmüþtür. Diðer odalarý Necip Fazýl götürdü; kelimeleriyle saklambaç oynamak için. Sezai Bey'den hiç kuþkulanmam çünkü o, müstaðni -kanýk mý deseydim?- bir insandýr. O güzelim evimizden geriye sadece bu karanlýk oda kaldý. Olsun biz seninle bu odayý bir dünya kadar geniþ tutmasýný biliriz. Yere sert vuran bu ayaklar bir yazara ait olamaz. Odamýza tanýmadýðým iki adam girdi. Sanýrým çopur suratlýsý doktor, týknaz olaný da yardýmcý personel. Ellerinde uzun, beyaz bir gömlek var. Hani sen: "Üzerinde, bir deli gömleði eksik" derdin ya, þimdi üzerimde bir deli gömleði var, anlayacaðýn eksiðim kalmadý. Doktorlar, hayal görüp görmediðimi, kendimi nasýl hissettiðimi sordular. Ben tek laf etmedim, dikkat çekmek için birkaç kez oyun oynar gibi ýkýndým; ama bu halimi çok umursamadýlar. Üzerime bu gömleði -deli gömleði demek içimden gelmiyor- geçirdikleri zaman hiç direnmedim. Bu iþin encamý nereye varýr, görüyorum. Benim bir sayrýmsak olduðumu düþünüp taburcu edecekler. Yoksa yine nikbinliðim mi tuttu? Doktor dýþarý çýkarken cebinde Gül Yetiþtiren Adam'ý gördüm bana el salladý, iyice kaðþamýþtý. Görürsen, Rasim Bey'e Gül Yetiþtiren Adam'ýn bu týmarhanede olduðunu söyle. Deli gömleðimin cebinde Kendine Ait Bir Oda adlý kitap vardý. Kitabý gömleðin cebine kimin koyduðunu biliyorum.
Günlerden bir gün
Dergimiz yazarlarýndan olan ve özellikle öyküleriyle tanýdýðýmýz Aynur Kulak’ýn ilk romaný: ‘Günlerden Bir Gün.’ Ýnkýlâp Kitabevi’den mansiyon ödülü alan roman yine ayný yayýnevi tarafýndan yayýnlandý. Ýki Mehmet’in hikayesinden yola çýkarak Beyoðlu’nun arka sokaklarýndan Ýstiklâl Caddesi’ne, oradan da Mehmetlerin ruh dünyasýna savrulan ve okuyucuyu da savuran bir roman. Mehmetlerden biri babasýný, diðeri annesini kaybetmiþtir. Yollarý bir þekilde mezarlýkta cenazeler defnedilirken kesiþir. Biri büyük bir bunalým yaþarken diðeri cinsiyet deðiþtirmiþ ve baþka bir adla, baþka bir kimlikle sokaklarda, hayatýn içindedir. Son dönem romanlarýnýn sýkýþýp kaldýðý Beyoðlu’ndan bakan -ve belki de hayatýn gerçeðini sadece orada görmeye ayarlý- bir roman. Günlerden Bir Gün, Aynur Kulak, Ýnkilâp Kitabevi
75
DERKENAR
Ece Ayhan, Ýkinci Yeni ve iktidar Yakup Altýyaprak I Þiir, anlamý merkez edinen bir sanat dürtüsünün ürünü olmadýðý için bir þairi anlamak onun þiirlerini bir düzleme oturtmak çoðunlukla zor, hatta tehlikeli bir iþtir. Eðer bu þair bir de Ece Ayhan gibi þiir kurallarý konusunda anarþist davranmayý seçip us dýþýndaki bir anlama, anlamsýzlýðýn anlamýna doðru gitmeyi ilke edinip bu gerçeklikleri mevcut dil kurallarýyla sýnýrlayamadýðý için dili aþmayý, yeni bir öz ve yeni bir biçim getirmeyi kendisine amaç edinmiþse. Bu amaç doðrultusunda kurulan Ece Ayhan þiiri; yapý bozuma uðratýlan sözcükler, ters kurulan terkipler, gramer hatalarý, þiir bütünlüðü içinde çok defa bir yere oturtulamayan göndermeler ve birbirleriyle çok da baðlantýlý görünmeyen olaylarýn ayný þiirde mezcedilmesi özelliklerinden dolayý oldukça güç anlaþýlýr bir hale gelmekte ve okuru sistematik bir anlama metodolijisinin uzaðýna itmektedir. Zaten þiir, bilincin dýþýndaki bir alaný kendisine hareket sahasý olarak gördüðü için böyle bir anlama metodolojisi þiirin doðasýna aykýrý olacaktýr. Öyleyse bu þiire yaklaþmak için þairinin þiire biçtiði misyona ve yaþamýnýn donelerine bakmak gerekir. Umulur ki oldukça karmaþýk görünen bu þiir, içeriði tüketimin bir nesnesi haline gelmeden bize biraz olsun bir kapý aralasýn. Þiir þiirde kalmaz Efendiler! Kalmamýþtýr da! Evet, bir þiirde dizgi yanlýþý olabilir! Ama baba düþüncede asla! (Son Þiirler)
Bir þiir gücünü ifade ettiði düþünceden alýr ve o düþünce paralelinde güç kazanýr. "sýký þiir" mutlaka 'sýký düþünce'nin þiiri olmak zorundadýr Ece Ayhan için. "Þiir anayasaya aykýrýdýr" demiþti Cemal Süreya. Þiirin kurulu düzenle uyumlu olmasýnýn onun doðasýna aykýrý olduðunu söylerken belki de bir gençlik arzusunu dile getiriyordu Cemal Süreya. Fakat gerçek çok defa bu arzunun ötesindeydi.
76
Esasen þiir iktidarla çok da karþý karþýya gelmemiþti. Tüm iktidar mücadelelerinde þiirin ön plana çýkmasý þu yada bu þekilde söz konusu olmuþtu fakat þiir hiçbir zaman kendini iktidarýn dýþýnda tutamamýþtý. Yani þiir Cemal Süreya'nýn dediði kadar saf ve masum deðildi. Divan þairleri genellikle sarayla uyum içinde olmuþlar ve iktidarýn nimetlerinden yararlanmak için en bayaðý davranýþlarý karakter haline getirip þiirlerini bu yolda kullanmaktan çekinmemiþlerdi. Tanzimatla beraber baþlayan batýlýlaþma döneminde de þiirin iktidarla mücadelesi, aslýnda ona talip olma ve onu dönüþtürme mücadelesiydi. Tanzimat sanatçýlarý devlet geleneðinden gelen aristokrat aile çocuklarýydý ve devlet geleneðinde köklü deðiþiklikler yapabilecek birikime de sahip deðillerdi. Verdikleri daha çok politik bir söylem mücadelesiydi. Servet-i Fünun sanatçýlarý bu mücadeleyi daha marazi ve daha melankolik bir tarzda yerine getirdiler. Öyle ki bu akýmýn timsali sayýlan Tevfik Fikret bir yandan pozitivist söylemleri þiirine sokarken diðer yandan II. Abdulhamid'e karþý suikast düzenleyen Ermeni komitacýlara þaþaalar düzüyordu. Cumhuriyet dönemi içindeki diðer edebi fraksiyonlarýn da iktidarla mücadelesi çok farklý deðildi. Genellikle bürokrat, aydýnlanmacý, devletçi tipler... Öyle ki yeni kurulan devletin ikinci meclisinde þair ve edebiyatçýlar oldukça fazlaydý. Yahya Kemal, Falih Rýfký, Behçet Kemal, Yakup Kadri, Kemalettin Kamu ve diðerleri... Böylece yeni kurulan devletin kalemþörleri de hazýrdý ve iktidar söylemini, söylem de iktidarýný kuruyordu. Görülüyordu ki þiirle iktidar koyun koyunaydý. Ece Ayhan Osmanlýyla Cumhuriyetin, devletle þairlerinin iki kaþýk gibi iç içe geçtiðini söylerken haklý olarak bir iktidar dönüþümünden söz ediyordu. Çünkü çarký döndüren ayný geleneðin kiþileriydi. Tarih iktidardakilerin tarihiydi ve onlar tarafýndan yazýlýyordu.
DERKENAR
II "Özel hayatýmda da orospularýn, yersiz yurtsuzlarýn, yol gösterici (pezevenk)'lerin, kimsesiz, sokaklarda yaþayanlarýn, orta ikiden ayrýlanlarýn, berduþlarýn, kýsaca tarih dýþýna düþürülen lumpenlerin yanýnda rahat ediyorum" (Aynalý Denemeler)
Gerçeklik bakan gözün konumuna göre deðiþiklik gösterir. Yaþamýn bize sunduðu gerçeklik çoðunlukla güçlülerin hikayelerinden oluþuyordu. Ece Ayhan yaþamýn dýþýna düþen insanlarýn gerçekliklerini dile getirmeye çalýþtý. "Tarihi düzenden okumaya ayaklanan" bir çocuk olarak mevcut perspektifin dýþýnda yaþama bir de ters açýdan bakýlmasý gerekiyordu. Çünkü dünya aslýnda iktidarýn dýþýna düþen insanlarýn çoðunlukta olduðu bir yerdi ve çoðunlukla yaþamýn figüraný olan bu insanlar olmadan senaryo olanaksýzdý. Muhtemeldir ki þairin "En geniþ zamanlý bir þiir" yazma sevdasý ancak onlarýn gerçekliklerini dile getirebildiði ölçüde mümkün olacak ve þiir asýl o zaman güzel olacaktýr: Azizim, güzel atlar güzel þiirler gibidirler Öldükten sonra da tersine yarýþýrlar, vesselam (Zambaklý Padiþah)
Ece Ayhan yaþamý boyunca "devletin hem dýþýnda hem de karþýsýnda olmak"tan söz etti ve Ýkinci Yeninin bu yönüne dikkat çekmek istedi. "Sýký þiir", "sýký düþünce", "sivil þiir", "marjinal þiir" tanýmlarý aslýnda Ýkinci Yeninin muhalif ve iktidar dýþý söyleminin kaynak olduðu tanýmlamalardý Ece Ayhan için. Ýkinci Yeninin taþradan gelen genç parasýz yatýlýlarca oluþturulduðunu her defasýnda tekrar etti ki gerçekten de halk içinden gelen kiþilerin belki de edebiyat tarihimizde ilk defa bu kadar ön plana çýkmalarýydý bu. Halk içinden gelen fakat dahil olmuþ olduklarý bürokrasiyi içselleþtirmeyen, ona adapte olmayan mümkün olduðu kadar onun dýþýnda kalmaya çalýþan halk çocuklarýnýn þiiri. Gerçekten de Ýkinci Yeninin en belirgin özelliklerinden biri muhalif tutumuydu. Turgut Uyar apoletlerinden rahatsýz olan bir þairdi: "apoletim sýrmasýz hatta hiç yok." Askerlik mesleðinden bir
büro memuru olarak emekli olmasý bu rahatsýzlýðýn bir sonucuydu. Yine Sezai Karakoç'un maliye müfettiþ yardýmcýlýðýndan istifa etmesi, Cemal Süreya'nýn Darphane müdürlüðünü býrakmasý ve Ece Ayhan'ýn kaymakamlýktan istifa etmesi ayný rahatsýzlýðýn sonucuydu. Ayný zamanda Ece Ayhan her fýrsatta kendisinin, Cemal Süreya'nýn ve Sezai Karakoç'un mülkiyeyi bitirdikleri halde hiçbir zaman mülkiyete iliþmediklerini övünerek söyleyecekti.
Ýktidarý kavramsallaþtýran bir düþünür ve Ýktidar dýþýna düþenlerin þiirini yazan bir þair Ece Ayhan iktidarý salt hükümet olarak anlamaz. Foucault'tan devþirme bir iktidar anlayýþýna sahiptir. Mýcheal Foucault iktidarý siyasi bir iktidarýn ötesinde yaþamýn her sahasýnda varolan bir iliþki, bir að biçimi olarak tanýmlamýþtý. Baþta bilimsel bilginin insanlarý kontrol ve disiplin altýnda tutan bir iktidar olduðunu ileri sürmüþ ve bu þekilde dünyayý açýklamaya çalýþan insan bilimlerinin insaný kendi nesnesi haline getirerek tanýmlamasýna karþý çýkmýþtýr. Çalýþmalarýnda tarihsel verilerden yola çýkan Foucault öznenin tarihsel ve toplumsal bir ürün olduðunu ileri sürerek modern bilimin aþkýn özne anlayýþýna büyük darbe indirdi 77
DERKENAR
ve bu açýdan bilimin de tarihselliðini gündeme getirerek rölativist bir anlayýþýn yerleþmesinde de etkili oldu. Çalýþmalarýnda usun dýþýndaki alanlarla -delilik, rastlantý, kesiklik- ilgilendi ki bu açýdan da Ece Ayhan'ýn dikkatini çekti. Ece Ayhan þiirinde de delilik, intihar, rastlantýsallýk (mýsradan sonra anlamýn oluþmasý) ön plana çýktý. Ayrýca her iki yazarda da ön plana çýkan bir baþka unsur da eþcinsellikti. Ece Ayhan ilk þiirlerinden itibaren iktidar karþýtlýðý üzerine eðildi. Öyleki Ýkinci Yeninin en iyi örneklerinden biri olarak kabul edilen Fayton ilhamýný Fikriye Haným'ýn Ankara'da bir fayton içindeki intiharýndan almýþtýr. Fikriye Haným Atatürk'le olan iliþkisiyle gündeme gelmiþ ve Ankara yýllarca bu intihar olayýyla çalkalanmýþtýr. Þairin þiirde kullanmýþ olduðu 'abla' ifadesi Fikriye Haným'a duyulan yakýnlýðýn, böyle bir olayýn þiire konu olarak seçilmesi de iktidar karþýsýnda Fikriye Haným'ýn konumunun simgeselleþtirilmiþ olmasýyla mümkündür. Yalnýzlýk, melankoli, ve intihar þiirde iktidar karþýsýndaki kiþinin özellikleri olarak iþlenir: O sahibinin sesi gramofonlarda çalýnan þey Ýncecik melankolisiymiþ yalnýzlýðýnýn Ýntihar karasý bir faytona binmiþ geçerken ablam (Fayton)
Þairin kendisini 'abla' dediði kiþiyle özdeþleþtirmesi ve onun yazgýsýný kendi kaçýlmaz yazgýsý olarak görmesi de þairin mevcut iktidarýn karþýsýnda kendi konumunu belirlemesi açýsýndan anlamlýdýr: Bacaklarým uzun Nereye gitsem uzun Nereye gitsem gelip beni buluyor Çýkmaz bir sokakta ablam (Ýbraniceden Çizmek)
Yaþamýn ya da mevcut iktidarýn dýþýndaki insanlarýn yazgýsýný sunar Ece Ayhan bize. Ýntihar bir yerde onlarý býrakmayan bir kader olarak devamlý yaþanýr. Fikriye Haným'ýn, Cihat Burak'ýn, Nilgün Marmara'nýn ve karýsýnýn ölümleri bu yüzden devamlý þairi kovalar: "Ben ki son üç gecedir 78
intihar etmedim hiç, bilemem" dizesi sürekli yaþanan bir trajedinin ürünüdür. Yine de bir yakýnma ve bir acýndýrma söz konusu deðildir: (Aldýrma 128!) Çünkü bu, yaþamlarý kadar ölümleri de kimsenin umurunda olmayan insanlarýn kaderidir: Ýntiharýn parasýz yatýlý küçük zabit okullarýnda kalbinde kendisinden daha büyük bir çocuk taþýyan, yýl sonu müsamerelerine çýkarýlmayýp devlet dersinde öldürülen, süsüne kaçýlmamýþ bir cenaze töreni için orta ikiden ölerek ayrýlan çocuklarýn yazgýlarý. Ece Ayhan'ýn sýkça gündeme getirdiði Çanakkaleli Melahat'ýn perspektifinden Cumhuriyete bakmak da bu açýdan önemlidir, resmi söylemin ürettiði Çanakkale mitosuna karþý. Baþta siyasi iktidar olmak üzere insaný kýsýtlayan her türlü kurallarýn karþýsýndadýr Ece Ayhan: "Biz tüzüklerle çarpýþarak büyüdük kardeþim." Fakat siyasi iktidara karþý bir halk hareketi yanlýsý da deðildir. Halka güvenmez Ece Ayhan. Çünkü halk adeta siyasal iktidarla diyalektik bir iliþki içinde tanýmlanamayan bir boþluktur ve yine tarih, kendisi için savaþan çocuklarýný rahatça kurban eden halklarýn hikayeleriyle doludur: Velhasýl onlar vurdu ve biz büyüdük kardeþim Babamýz dövüldü güllabici odunlarla týmarhanede Acaba halk nedir diye düþünür arada iþittiði (Yalýnayak Þiirdir)
Ece Ayhan þiirine iktidar dýþýna düþmüþ insanlar olarak Pera kültürünün insanlarý ve azýnlýklar girer. Aslýnda Ýstanbul, Bizans ve Hristiyan azýnlýk unsurlarý anýlmadan geçilmez Ece Ayhan þiirinde. Bu unsurlarla birlikte þiire giren sanat dalý da tiyatrodur. Þiirdeki kiþiler sanat, edebiyat sahasýnda ön plana çýkan kiþilerdir: Kel Hasan, Neyyire Haným, Teodor Kasap, Dikran Çuhacýyan, Deniz Kýzý Eftalya, Kantocu Peruz, Kýnar Haným… Þüphesiz bu kiþilerin Ece Ayhan þiirine girmesi bir rastlantý deðildir. Çünkü þiire konu olan dönem savaþlar ve siyasi istikrarsýzlýklarýyla toplumsal çöküntünün ön planda olduðu meþrutiyet ve ilk cumhuriyet yýllarýdýr ve bu kiþiler sýkýþtýrýlmýþ bir dönemin kiþileridir. Þüphe yok ki toplumsal patoloji en iyi sanatçýlarda kendini gös-
DERKENAR
terir. Ece Ayhan þiirinde oldukça geniþ bir kullanýmý olan ve tek bir çaðrýþýmla açýklanmasý mümkün olmayan 'deniz' motifi, insanýn bilinç altýný yansýttýðý yerde üzüntü ve elemi dile getirir: Ve içinde birikmiþ ut çalan kadýn elleri olurmuþ hep gibi bir üzünç sökün edermiþ akþamlarý aðlarken kuyulara Kýnar Haným'ýn Denizlerinden
Aslýnda Ece Ayhan'ýn tarihi bu kiþiler aracýlýðýyla sorgulamaya kalkmasý sürpriz sayýlmamalý. Çünkü þairin kendi yaþamýnda vurgu yaptýðý kiþiler de marjinal sanatçý kiþilerdir ve "mýh gibi yapayalnýz"dýrlar: Fikret Ürgüp, Aktedron Fikret, Hayalet Oðuz, Cihat Burak ve genç yaþta ölen þair arkadaþý Saffet Nezihi Þener.
Turgut Uyar
(Kýnar Hanýmýn Denizleri)
zaman bulamayacak olan: Ece Ayhan þiirindeki tüm bu unsurlara (azýnlýklar, tiyatro, pera…) masalsý ve mitolojik unsurlar eklenip -goygoycular, Kanlý Nigar vb- bir takým söz ve söz gruplarýyla birleþtirildiðinde; ölü, cin, peri, yeraltý gömütlüðü, þeytan minareleri, dipsiz kuyular, malta hummalarý, beberuhuli sanrýlar, þiirde deðiþik bir esoterik hava oluþturulur. Ece Ayhan þiirindeki insan ilençli bir varlýktýr. Bu ilenç, yaþamý olduðu gibi kabul etmeyip onunla uzlaþmayan fakat güçsüz býrakýlan insanýn içindeki sorgulayýcý yönün vermiþ olduðu karþý konulmaz itkidir: "… gittiðim, her yere götürdüðüm, gittiðim görünmeyen köpeðim ilenç…" (Bir Fotoðrafýn Arabý)
Þiirde geçen sanatçý kiþiler bu uyumsuzluðun en güzel örnekleridir ve bu yönleriyle unutulmaktan baþka çareleri yoktur. Kýnar Haným dipsiz kuyulara su olurken Neyyire Haným Cumhuriyette de rahat uyuyamaz. Deniz kýzý Eftalya sadece mevcut sistemle uyumlu sýradan bir halk olmak istemiþti. Fakat hiçbir sistem sürekli arayýþ içinde olan bu insanlar için dinginliðe kavuþulan bir durak deðildir. Sürekli arayan fakat hiçbir
"… O Keþiþ'in kanýný taþýdýðým söyleniyor ve durulmaz bir çalkantýyla oradan oraya koþuyorum…" (Bir Fotoðrafýn Arabý)
Þüphesiz Ece Ayhan þiirini tek bir merkeze baðlayarak okuma çalýþmasý genellikle boþ bir uðraþtýr. Þiirin yapýsýnda bir iç örgü oluþturulma çabasý bulunmadýðý için okur, ne zaman kendini ona yaklaþmýþ hissetse bir anda þiirin çok uzaðýna düþerek ondan uzaklaþýr ve böylece koyu bir karanlýðýn içine düþerek umutsuzluða kapýlýr. Zaman zaman bilmediði bir lehçe ile karþýlaþýverir. Þiir, belki de "Uzun heceli bir kent"tir ona göre. Ýçeri girilince kapýlarý yitecek, boþ bir kent... Bu yüzden o, týlsýmýyla beraber vardýr. Bir kapý aralama çabasý mutlaka önlenemeyen bir istektir. Fakat o týlsýmý yok etmemek, o kapýyý çok da fazla zorlamamak gerekir. Zaten söz konusu Ece Ayhan þiiri olduðu zaman o kapýnýn sonuna kadar aralanmasý neredeyse imkansýz hale gelmektedir: Ustasýndan geçmiyen bir deniz Gittikçe uzaklaþýyor, okunmuyor (Zambaklý Padiþah XVII)
79
DERKENAR
Okumayýn lan! Mehmet Ali Baþaran Sevgili Ahmet Uluçay, Karpuz Kabuðundan gemiler Yapmak'taki amacýnýz bizimle dalga geçmek miydi Allah aþkýna?! Ne berbat bir zamanda yaþadýðýmýzý, tokat gibi yüzümüze vurarak bizi isyankar yazýklanmalarýn içine itmek miydi baþtan sona? Buysa, tebrikler; baþardýnýz! Yok deðilse, bu topraklarýn en etkileyici þiirsel metninin baþýna 'Filmde geçen kiþi ve olaylar tamamýyla hayal ürünüdür.' diye yazmalýydýnýz. Kim ne derse desin, filmdeki tek ve büyük eksiðiniz budur. Hani olay bir Anadolu kasabasýnda; Kütahya'da deðil de, ne bileyim, Prag'da geçiyor olsa anlayacaðým. Filmi seyretme imkaný bulamamýþ biri (ki kolay deðildir Türk sinemasýnda, özellikle son dönem, film seyretme imkaný bulmak, doðrudur. Geçen senelerde Türk sinemasýnda film seyretme imkaný bulmak için uzun süre arþiv çalýþmasý yapmýþ bir arkadaþým, nihayetinde kendine minik bir liste yapmýþ, o filmleri seyretmeye giderken yolu bir grup genç tarafýndan kesilmiþti. Arkadaþým, tanýmadýðý bu gençlerle sinema tartýþmasýna girmiþ, en sonunda da, asla Türk filmi seyretmemeyi kendilerine ilke edinmiþ gençlerce aþaðýlanmýþ ve hýrpalanmýþtý. Bu olay üzerine arkadaþým bir süre de o serserilerin kim olduklarýný araþtýrmýþ - çünkü ona 'Sen bizim kim olduðumuzu biliyor musun? diye sormuþlardý - fakat bir sonuca ulaþamamýþtý. Ulaþmýþ olsaydý ben burada adlarýný verecektim. Hatta onlarý iyice bir paylayacaktým, fýrsat bu fýrsat. Böylelikle bir þeyler bildiðimi de göstermiþ olurdum. Bu þekilde davranmayý üniversitede öðretiyorlar bize. Avamla münasebet konusunu. Sonuçta bizleri yarý yarýya aydýn olarak görüyorlar. Aslýnda ben mezun olmak üzereyim ve yarým deðil tam bir aydýn sayýlýrým. O yüzden konu Türk sinemasýndan açýldýðý zaman þu örneði hep veririm: Ýstanbul'da bir üniversitenin Sinema TV bölümü öðrencilerinden Ýstanbul Film Festivali'ndeki filmleri izleyerek ödev yapmalarý isteniyor. Öðrenciler, izledikleri filmlerin biletlerini göstermekle yükümlüler. Arkadaþýmýz bilet ilaveli ödevini teslim ediyor ama kendisine ödevinin geçersiz olduðu söyleniyor. Çünkü hocasýnýn telkinlerini dikkate almamýþ. Oysa hocasý kaç kez söylemiþ Türk filmlerini izlemeyin, Türk filmlerinin biletleri geçersiz sayýlacak diye. Öðrencileri Türk filmlerinden sakýnmanýn yüce bilimselliði ne olabilir, bunu kafam basacak kadar aydým mý, yoksa ben aydýn sayýlmam mý diye düþünürken gözüme Koro adýnda bir filmin afiþi takýldý. Afiþ kocamandý ve çamaþýrmýþ gibi bir tele asýlmýþtý. Fransýz Kültür Merkezi'nin bahçesinde bir tele…) nasýl bir film diye soracak olsa; 'Çok hoþ bir film. Binbir gece masallarýnýn binincisi olabilir. Bu topraklarda geçiyor üstelik.' derim. Sevgili Uluçay, bu zamanda bu ülkedeki bin gerçekten kaçsam, bir gerçeðe yakalanýr, þunu derim: 'Tamam, okumuyorum!' Niye, diyeceksiniz. Olayý anlatayým en iyisi. Filminizi seyretmeden önce arkadaþýmla araþtýrma yapmak üzere Ýstanbul Üniversitesi'nin elli metre ilerisindeki Beyazýt Kütüphanesi'ne gidiyoruz. Saat 2 falan. Tam içeri gireceðiz, bir görevli kütüphaneden çýkýyor ve 'bugün kapalý' diyor. Orasý resmi daireymiþ, dolayýsýyla ertesi gün de resmen kapalý. Araþtýrma yapacaksanýz diyor görevli, hafta içi sekiz buçukta burada olun, üçe kadar da iþinizi halledin, üçü geçirmeyin. Ne üçü diyoruz beþte kapanmýyor mu? Görevli gayet rahat bir þekilde kütüphanedeki diðer görevlinin Ýzmit'te oturduðunu ve trene yetiþmek için erken çýktýðýný söylüyor. Aðzýmýz açýk. Bu bir þaka olmasýn! Bir devlet memuru böyle þaka yapabilir mi? Günlerden cumartesi ve daire dýþýndayýz, neden olmasýn? Abi býrak þaka yapmayý, diyorum; adam, üçü geçirmeyin, diyor. Býrak Allah aþkýna, diyorum, üçe kadar iþinizi hallettiniz halettiniz, diyor. Kabul ediyoruz; bu þaka falan deðil, adam çok ciddi. Arkadaþým, nasýl olur yahu diyor, o saatte derste oluyoruz, öðrenciye göre ayarlanmasý gerekmiyor mu kütüphanelerin? Bu kez þaþkýn þaþkýn bakan kendisi. Olur mu, diyor, siz kendinizi buraya göre ayarlayacaksýnýz! Bir çeþit 'hayretleþme' mücadelesi bizimkisi. Karþýlýklý inanmakta güçlük çekilen cevaplar
80
DERKENAR
veriyoruz. Ýki taraf da kendi köþesinde etkili yumruklar savuruyor. Benim artýk hayret etmeye takatim kalmýyor, cümle kuramýyor, dahasý aðzýmý açamýyorum. Arkadaþ son bir kalkýþma ile soruyor: Zaten okuyan insanlar buraya gelecek, o saatte de herkes okulunda oluyor, nasýl olacak bu o zaman?! Adam, bu kadarý da fazla diye düþünmüþ olacak, sinirlenir gibi oluyor ve son cevabý indiriyor: Okumasýnlar. Bana ne tonuyla indirilen bu sert ve kesin cevapla yerle bir oluyoruz. Baþýmýzý öne eðip ayrýlýyoruz kütüphanenin önünden. Boþ bulunduk, aðzýmýzýn payýný aldýk: Okumasýnlar! Üniversite sýnavýndan çýktýðýmýzda da ayný uyarýyý yapmýþlardý bize: Okumasýnlar! Kitap almak istediðimizde de ayný uyarý iþittirildi bize 'piyasayý' oluþturan holding ve beslemeleri ve onlara öykünen yayýnevleri tarafýndan: Okumasýnlar! Okumasýnlar dediler, okumadýk. Ben de bu son olaydan sonra kabul ettim ki okumakta ýsrar etmemek gerek. Ne yani, karþý gelip 'anarþist' mi olalým! Yýllarca aklýmý bulandýrmýþým. Harama uçkur çözmemiþ, olur olmaz kitaplara el sürmemiþ bir büyüðüm beni aydýnlattý. Meðer bu üklenin kaynaklarýný kullanarak ulusal çýkarlarýmýza aykýrý uðraþlar içindeymiþim yýllardýr. Oysa dünyada en az kitap okunan ülkeler sýralamasýnda zirveye oynuyormuþuz da benim haberim yokmuþ. Büyüðümün dediðine göre, sadece güreþte ve halterde baþarýlý olmak bize yetmezdi. Baþarýyý bize sadece bu iki alanda reva gören dýþ güçlere, Allahsýzlara hadlerini bildirmenin zamaný gelmiþti. Bu süreçte ortaya atýlan Kitapsýz liderlerimiz ülkemize hedef çizdiler. Yýlmadýk, kitaptan uzak durduk, uzak durmayanlarý uzak tuttuk ve hak ettiðimiz yeri aldýk. Bu baþarý yalnýzca Kitapsýz liderlerimizin deðil, hepimizin. (Tam bu noktada kendimi ezik hissettiðimi söyledim. Yani hepimiz derken ben içinde deðildim. Olur mu öyle þey dedi büyüðüm, sen hatadan dönmüþ, tövbe etmiþ, artýk arýnmýþsýn, bu çok önemli. 'Gardaþ'ýmýzsýn bizim.) Sevgili Ahmet Uluçay, milletçe ülkümüz açýkken filminizde karpuzcunun aðzýndan çýraðýna 'sen okuyacaktýn!' ve veda sahnesinde de, sinemanýn etkileyiciliðini had safhada kullanmaktan geri kalmayarak, sözde çok önemli bir nasihat verirmiþ gibi 'okumaya devam!' demekle ne kastettiðinizi anlayamadým. Bizimle dalga mý geçiyorsunuz? Yoksa bu yeni bir tür mizah anlayýþý mý? Sizin gibi bir sanatçýnýn ülkesine karþý husumet beslediðini düþünmek istemiyorum ama diðer taraftan, bu yaptýðýnýzla toplumumuza ne kadar kötü örnek olduðunuz da ortada. Ülkemiz bu seviyeye gelebilmek için hangi kritik mevkilere Kitapsýz insanlar konuþlandýrdý, ne denli özendirici kampanyalar düzenledi haberiniz yok mu? (olmamasýna ihtimal vermiyorum ama olmamýþsa da bu mektubu okuduðunuzda olacak.) Çýkmýþ, akýllara durgunluk verecek bir þekilde, sizi tanýmayanlara bu adam vatan haini dedirtecek þekilde bir karpuzcu bozuntusuna okumayý olumlayan sözler söyletiyorsunuz.(Siz niyeti bozmuþsunuz anlaþýlan. Kültür Bakanlýðý da filme destek olduðuna göre bu iþin arkasýnda kesinlikle masonlar var. Yoksa Yüce Türk milletinin baðrýndan çýkmýþ hangi yetkili organ böyle bir iþe olur verir ki! YÖK bunu yaptý desinler, doðrudur derim ama Kültür Bakanlýðý'ndan beklemezdim. Büyük hayal kýrýklýðý içerisindeyim. Bir kalenin daha zaptedildiðini üzünç içinde görmekteyim. Ah, ah!) O ki böyle bir densizlik yapmaya niyetlendiniz (Senaryo gerektiriyor demeyin! Öyle senaryo mu olurmuþ Allah aþkýna) bari bir turiste, Türklüðünden uzaklaþmýþ bir Almancýya, soykýrýmbilimci Orhan Pamuk'a, ya da hiç olmadý, gýcýk bir üniversite hocasýna söyletseydiniz þu laflarý. Çýldýrmamak iþten deðil, bir karpuzcuya… Her neyse, olan olmuþ. Önümüze bakmamýz gerek. Duyduðuma göre yeni bir film için çekimlere baþlayacakmýþsýnýz. Sizden ricam bu filmde yüce Türk milletinin çýkarlarýna ters düþecek herhangi bir sahneye yer vermeyerek kalplerimizdeki yerinizi almayý bilmenizdir. Unutmayýnýz ki filmleriniz çok beðeniliyor ve izleyenler üzerinde uzun süreli etki yapýyor. Çalýþmalarýnýzda baþarýlar, Saðlýcakla kalýn.
81
DERKENAR
Ayten de yok ar týk Fatma Pekþen "Hey onbeþli onbeþli, Tokat yollarý taþlý, Onbeþliler gidiyor Kýzlarýn gözü yaþlý" diye bir türkü ýrgalamak gelirdi her seferinde yokuþu týrmanýrken... hangi ustanýn gömdüðünü bilmediði kaldýrým taþlarýna her sabah basarken içinden bir duygu saðanaðý kopar gelir, hangi ayaklarýn hangi düþüncelerle arþýnladýðýný merak edip dururdu nedense... Askerlik yýllarýný çýkarýrsak, oniki yaþýnda girdiði iþine hep bu yollardan gidip gelmiþ, þu yaþýna kadar karnýný doyuran ekmek kapýsýna, tam yetmiþbir senedir ayný anahtarý sokup çýkarmýþtý. Cilâlanmýþ gibi parlayan, ömründe boya yüzü görmemiþ emektar kapý ile artýk bu türünü yapan ustanýn kalmadýðý, tutacak yerinde yonca yapraðýný andýran bir motifin bulunduðu, telkâri gibi iþlenmiþ okka çeken anahtarýn buluþmasý, sevgilisine kavuþan genç bir çiftin heyecaný gibiydi. Peþtamal kuþanýp, tatlý yiyerek baþladýðý o günden beri ustasýnýn izinden gitmiþ, onun sözüne kulak asarak lafýný dinlemiþ, hep sað ayaðýyla dükkândan içeri adýmýný atmýþtý. Bir keresinde bacanaðýnýn ricasýný kýramayýp gittiði kýr eðlencesinde, yenilerin deyimiyle piknikte, ayaðýný burkmuþtu da sargýya alýnan sað ayaðýnýn yerine sol ayaðý ile bastonla içeri girmiþti; ustasýnýn yýllar ötesinde kalan soluðunu ense kökünde hissederek. Elindeki anahtar tomarýný, -ki artýk ikisinin dýþýndakileri kullanmýyordu: ev ve dükkân- her gün çalýþtýðý tezgâhýn üstündeki taraçaya koyup, ilk giydiði tarihi kendisini de unuttuðu deriden önlüðünü kuþandý. "Aslan yârim kýz senin adýn Hediye Ben dolandým sen de dolan gel beriye Fistan aldým endazesi onyediye" Asým usta, ara sýra yanlarýna gelen, geldiðinde de azami hürmet gösterdiði kendi gibi bir çoðu-
82
nun ustasý Arþak Efendi, aþaðý yukarý kendi yaþlarýnda buraya baþlayan çýraklardan Emin, Nabi ve müþterilerle dolup dolup taþardý þimdi bomboþ olan dükkân. Hele bir de yakýn köylerden satýcýlar gelmez miydi... iþte o zaman ayaklarýnýn altýndan ateþ çýkardý. Dükkânýn en cevval çýraðý olarak, eline ayaðýna çabukluðuyla tanýnan kendisine iþ kalmaz buyrulurdu. "Koþ da Hýzýr Aðaya bir nargile ýsmarla Selahattin!" "Kör Hasan'ýn fýrýnýndan bir güveci kap da gel. Ustam parasýný sonra verecek de! Eti bol olsun ha..." "Selahattin caným, Yazmacýlar Haný'na bir uðrayýver. Viþneçürüðü bir yazma ýsmarlamýþmýþ geçen geliþinde Ýsmail Aða. Hazýrsa getir bir zahmet" Manda derisi getiren, ipekten dokunmuþ kumaþ getiren, sýrým, ip, çiriþ vs. gibi imalâtta kullanýlan malzeme, ýsýnmak ve yemek piþirmek için meþe odunu getiren, yaný sýra kaymak, tazeyað, üzeri iki parmak kalýnlýðýnda kaymak baðlamýþ yoðurt getiren, iþi için gelen ne kadar civar köylü ahbap, eþ dost varsa aðýrlanýr, bir gönül daha kazanmýþ olmanýn verdiði rahatlýkla kilit vurulurdu dükkân kapýsýna. Asým ustanýn üstüne basa basa söylediði gibi Hak kapýsýna... "Dükkân kapýsý Hak kapýsý. Allah çalýþaný aç koymaz. Bir veren ele, bin verir" "Gidiyom elinizden Kurtulam dilinizden Yeþil baþ ördek olsam Su içmem gölünüzden" Allý yeþilli dokunmuþ ipekliden üstlüðü, en hasý manda derisinden kesilen tabaný, kayýþý, püskülü ile bir sýra cama yakýn yere dizili çarýklara, çocuðunu okþayan anne þefkatiyle göz gezdirdi. Her birini evlat titizliðiyle keser, biçer, diker ve þekle sokardý. Nice gelinlere, ucu kývrýk, püsküllü terlik-
DERKENAR
pabuç dikmiþti. Nice insanýn ayaðýný kendi diktiði çarýklar kavramýþtý, adedini bilemiyordu. Dýþarýda giymiyorsa da dükkânda kendi ayaðýna da geçirdiði çarýklarýn rahatlýðýný, ortopedik denilen hiçbir ayakkabýda bulamamýþtý. Birkaç yýl önce yeni açýlan bir doktorun muayenehanesine süs maksadýyla hediye götürülen kendi imalâtý çarýðý, doktorun oradan indirip giydiðini, "bunu yapan ustanýn ellerinden öpmek istiyorum. Son derece rahat" dediðini iþitince duyduðu bahtiyarlýðý ömrü oldukça unutmayacaktý. Alýþýk hareketlerle yaktýðý küçük tüp gazýn üzerine, yine alýþýk hareketlerle oturttuðu, yumruk büyüklüðündeki tek kiþilik demliðin kaynamasýný beklerken, bilmem kaçýncý kere hayýflandý. Bir zamanlar üstü nakýþlý bakýr bir demlikleri bulunurdu da, neredeyse bir bakraçlýk suyu bir seferde doldururlardý içine. Müþterisi, mal getireni, ustasý çýraðý derken yarým saatte boþaltýrlardý o biçim lezzeti. Çay da çay idi hani. Kokusu ta Yazmacýlar Haný'ný boylayan o halis Akkuyruk çayýný bir tadan piþman olurdu, bir de tatmayan. Bazý bazý, Asým usta hasta olduðunda filan, kýrmýzý çinko bir demlikte ýhlamur, içine kabuk tarçýn atýlmýþ evelik çayý da kaynattýklarý olurdu ama o Akkuyruðun tadýný vermezdi hiçbiri. "Gidiyom gidemiyom Az doldur içemiyom Sevdiðim tel gönüllü Ben ondan geçemiyom" Þimdiki Behzat Benzinliði'nin bulunduðu yerde, anasýyla hamama giderken gördüðü Kuyumcu Sabri Ustanýn utangaç kýzý Necibe'ye kilitlenen gözleri de bu türküdeki gibi dile gelmiþti. Vazgeçilemeyen, uðrundan dönülemeyen bir sevdayla yanýp tutuþmuþtu anýnda. Ustasýnýn, anasýnýn, ablalarýnýn "oðlum daha ne zaman evleneceksin. Bir 'he de' de, biz de halimize münasip bir evin kapýsýný çalak" diye sýkýþtýrmasýyla utana sýkýla "Kuyumcu Sabri ustanýn kýzýný istiyom" deyip, içinde beslediklerinden kurtulup, hiç de rahat olmayan sýkýntýlý bir soluk almýþtý. Hiç koskoca Tokat'ýn anlý þanlý kuyumcusu bir
çarýk ustasýna kýzýný verir miydi? Hangi kitapta yazardý bu? Ne demiþlerdi öteden beri: Yaðlý kazan yaðlý kazana, yavan kazan dibine yana. Çarýkçýlýk ayýp mýydý peki? Ustalýðýn daniskasýný gerektirirdi ki... Hangi sýðýr derisinden iyi çarýk olur, bir deriden kaç çift çarýk çýkar, ayaðý vurmadan sýkmadan nasýl biçilir dikilir? Püskülü, ipekli kumaþý, sýrýmý, çiriþi nasýl ölçülür? Bütün bunlarý tek tek ayarlamak, az emek isteyen iþ miydi? Hem Arþak Efendiyi mi aç mý býrakmýþtý bu meslek, Asým Ustayý mý? Ýnce hastalýða tutulup kendilerini mecburen terk eden yekdaþý Nabi'yi saymazsak, Emin de bu iþten ekmek yemiþti, Muttalip de. Koskoca çarþýnýn boyunca mercan bir gerdan-
83
DERKENAR
lýk gibi dizi dizi sýralanan, saraçlar, köþkerler, semerciler, demirciler, tenekeciler, gümüþçüler, keçeciler, iplikçiler, bakýrcýlar... her biri ayrý ahenkle indirip kaldýrmýþlardý pazusu güçlü kollarýný, mahir parmaklarýný... Hele bir de meþhur yazmacýlar yok muydu? Dokumasýndan desen çizimine, boyamasýndan kurutmasýna sürüyle adama ekmek yedirirdi. Her biri ayrý zanaattý bunlarýn. Her biri ayrý erbaptý. Þimdilik fazla kalabalýk olmayýp, zamanla gittikçe artacak olan sokak ahalisinden birilerini görmek maksadýyla, önünde onüç çift çarýðýný sýralandýðý, epeydir silinmeyen camdan dýþarýya bir göz attý. Ana cadde olmadýðý için -þimdilik- canýný kurtaran, ta ustasýnýn zamanýndan beri fazla deðiþikliðe uðramadan, canýndan bir parça gibi kendisiyle bütünleþmiþ olan sokaðýn bütün fertlerini geliþ saatlerine kadar bilirdi. Birazdan Uzun Salih takardý anahtarý kilide. Ardýndan Maksut'un oðullarý dizerlerdi öteberiyi kaldýrýma. Onlarý takiben darabasýný gürültüyle kaldýrýrdý Mahmut Efendi. Alipaþa Hamamý'na giden köþenin baþýndaki kahvehane ile ufacýk bir yeri çay ocaðý haline sokan Muammer, zaten sabah namazýndan çýkanlar için er vakitte açarlardý iþyerlerini. Çok da iyi iþitmeyen kulaðýna kadar gelen ince bir çýngýrak sesiyle, köstekli saatini koyun cebinden çýkardý yaþlý adam. Sekizbuçuk olmalýydý. Ve kapýsýnýn ardýnda asýlý, senede bir iki kere ancak lazým olan kayýþlar, koþumlar, atboncuklarý, iri püsküllerden vücuda gelen tomarýn, kapýnýn itilmesiyle çýkan sesiyle birlikte içeri adýmýný atmýþ olurdu Koca Yaþar. Bir ileri bir geri götürerek gözüne göre ayarladýðý saate bakýnca tahmininde yanýlmadýðýný anlayarak gülümsedi. Saati iç cebine geri koyarken, çayýn zamanýný da geçirmemek gerektiðini düþündü. Çarþýya son on onbeþ yýldýr eklenen bir de âmâ Halis vardý ki lâkabý "Ayaklý Market"ti. Bastonunun sesi ta Ulucami'nin oradan duyulurdu. En geç dokuzda bu tarafa gelir, boynuna asýlý karton kutuya istiflenmiþ incik boncuk türü öteberiyi kendine has sesiyle satmaya çalýþýrdý. "Aslan yârim kýz senin adýn Necibe 84
Ben dolandým sen de dolan gel beriye Fistan aldým endazesi onyediye" Anasýyla ablalarý, bir de dayýsýnýn karýsý, utana sýkýla varmýþlardý ya kuyumcu Sabri Ustanýn kapýsýna, hiç de korktuklarý gibi kapýdan çevrilmemiþlerdi. Tokat baðlarýnýn mamûllerinden üzüm þurubu ve yaðlý cevizlerle yoðrulmuþ cevizli çörek ile aðýrlanmýþlardý üstelik. Allah'ýn emri, peygamberin kavli isteðiyle evlerine gelen dörtlüye, karþý taraf, "ak idi kara idi" misâli tek kelime etmemiþlerdi lâkin, kýrk kilide vurduklarý ciðerpâre kýzlarýný da ucundan kýyýsýndan göstermeye yanaþmamýþlardý. Ýlle de annesi Mecbure Hanýmla babaannesi Zarife Haným. Dayý karýsýnýn bir kere komþu sünneti için gittiði baðevi eðlencesinde Necibe'yi görmüþlüðü vardý ya, diðerlerinin en ufak fikri yoktu, günlerdir Selolarýný kasýp kavuran güzellik hakkýnda. Oniki yaþýndan beri, hem de çok çabuk kavradýðý çarýk ustalýðýnda, belki de ömrünün ilk hatasýný yaparak, Çömlekçi Hasan Efendinin gelini için ýsmarlanan püsküllü pabucu yanlýþ biçmiþti iþte o günlerde. Ýkisini de sol ayak olarak çizip kesmiþ, dikiþi sýrasýnda, Asým Ustanýn ikazýyla farkýna vararak yerin dibine geçmiþti. Ki dört yýllýk askerlik esnasýnda bile izne geldiðinde kokusunu özlediði dükkâna girdiðinde hýzýný alamayýp, bir çift çarýðý keserek, hatasýz dikiþle ustasýndan "aferin"i almýþtý. Kuyumcu Sabri Efendiler, el altýndan haber için yollanan Bohçacý Þükrüye'ye, dilsizleri bile konuþturacak kabiliyete sahip Lafçý Nigâr'a bile ser verip sýr vermemiþ, tam iki buçuk ay inletip durmuþlardý kendilerini. Ablalarý, anasý, dayý karýsý, "Koca kuyumcu kýzýný bize verecek deðil ya. Kendi aðzýmýzýn kaþýðýný arayak. Boþu boþuna beklemeyek haberlerini. Dünyada kýz kýtlýðý mý var? Daha güzelini buluruz" yollu sözlerle konuþup durmuþlardý mütemadiyen. Ýleri geri söyleyerek, oradan buradan örnekler vererek yüreðini gümp gümp aðzýna getirmiþlerdi ama... gene de bir umuttu iþte ondan gelecek haberi beklemek. Ýnce belli hâlli bardaðý, son yudumundan sonra yýkayýp taraçaya ters çevirirken gelmesi lazýmdý Ayten'in. Güvercin topuklu eski zaman kýzlarýnýn nazeninliði ile sarýlý beyazlý kýrçýl boy-
DERKENAR
nunu kibarca kapý kenarýna sürter, mýrýltýlý bir melodiyle "ben geldim" sesini çýkarýrdý her sabah bu demlerde. Arþak Efendiden, Asým Ustadan, Nabi'den, Emin'den, Muttalip'ten, Hýzýr Aðadan, Ýsmail Efendiden, boy boy, yaþ yaþ, arz-ý endam eden onca müþteriden, keþkekçi, cevizci, yoðurtçudan boþalan yýllarýn dükkânýnýn, son on yýldýr deðiþmeyen yegâne ziyaretçisi idi Ayten. Mutlaka ama mutlaka gelir, artýk teklemeye baþlayýp eski yaldýzlý günlerini geride koyduðu için raðbet görmeyince parasý da kýtlaþan son çarýk ustasýnýn ayaklarýnýn dibine dolanýr, onun boðazýndan kesip aldýðý ciðerle karnýný doyurur, mýrýltýlý bir türkünün ardýndan azýcýk da güzellik uykusuna yatar, ondan sonra da dükkânýn tek konuðu olmanýn verdiði keyifle çekip giderdi. Beþ ay ondan öncesi, iki buçuk ay da ondan sonrasý olmak üzere o kadar ayýný yürek yangýnýna çeviren Necibe'den umudunu kesip, bir daha evlenmemenin kendince haklý yollarýný ararken, kuþun kanadýyla bir haber uçmuþtu mütevazý evlerine. "Kýz evi naz evidir. Bir kere gelmeyle olmaz. Kýz dediðin köprü gibidir. Çeþit be çeþit adam geçer, çeþit be çeþit adam ister. Bir daha gelsinler hele. Nasipse olur." Eh serde kuyumcu karýsý olmak var. Kýz anasý olarak Mecbure Hanýmýn pek de gönüllü olmadýðý her halinden belli oluyorsa da kýz babasý olarak son sözü söyleyecek olan Sabri Efendi'nin aðzýndan dökülenler mühim idi bu taraf açýsýndan. "Þu zamanda böyle yiðit nerde? Namuslu, efendi, eni boyu yerinde. Sýktýðý taþýn suyunu çýkarýr. Zenaat dersen adý ta Zile'ye, Niksar'a, Turhal'a ulaþmýþ. Yaptýðým tahkikata göre, ta Samsun'dan, Bafra'dan sipariþ gönderenler oluyormuþ. Ben etiket meraklýsý deðilim. Adamým adam olsun. Evini barkýný bilsin." Ailelerinin yüreðine Ayvaz suyu dökmüþ olan bu sözün ardýndan da "eðer geçinemeyecek olup baþý sýkýntýya girecek olursa da bir babalýk ederiz" diye sýrtýný sývazlayývermiþti el altýndan kalendermeþrep adam. Arþak Efendi gelmiþ, Asým Usta gitmiþ, babasý Nihat Efendi gelmiþ dayýsý zabit kâtibi Rahmi Bey gitmiþ derken günün birinde, "evet"i koparan anasý ile ablalarý müjdeyi getirmiþlerdi koþa koþa.
Nasýl söz kesilmiþti, nasýl niþan düðün olmuþtu, nasýl Ali Paþa Hamamý'nda ipekli peþtamallara bürünüp gelin hamamý eðlencesi yapýlmýþtý rüya gibiydi. Ayten'in mýrýltýsýný duyar gibi olunca, daldýðý âlemden sýyrýldý yaþlý usta. Dudaðýnda donakalan gülümsemenin çekirdeðini oluþturan Necibe'nin üç yýl önce kendisini yalnýz býrakýp öte tarafa gitmesi olmasaydý, güzel güzel sürmeye devam eden rüyadan katiyen ayýlmak istemeyecekti. Sahiden de kaynatasýnýn dediði gibi geçmiþti ömrü. Sýktýðý taþýn suyunu çýkarýp, yiyeceðin en iyisini, giyeceðin en hasýný götürmüþtü Necibe'sine. Yazmacýlar Haný'nda boyanýp desenlenen güvercingöðsü, þarabî, yavruaðzý, aðuzrengi ne kadar yazma varsa... en güzellerini, kumaþlarýn en hasýný seçip götürmüþtü taze bir gelincik gibi duran refikasýna; ardýndan gül goncasý gibi peþpeþe doðan kýzlarýna. Allah bereketini vermiþti iþte. Sabri Efendinin muazzam servetine ihtiyaç duymadan geçinip gelmiþti bugünlere. Hele bir de diðerlerinin þu veya bu sebeplerle çarýkçý dükkânlarýný kapatmalarýnýn ardýndan koca þehrin tek çarýkçýsý olmamýþ mýydý, malýna mal parasýna para eklemiþ, ustasýnýn nasihatýna uyup, "su akarken testisini doldurmuþtu." Gerçi Necibe'yi, dört kýzýný maðdur etmemiþ, kimselere imrendirmemiþti ama þu yirmi yirmibeþ senedir artýk gözden düþen çarýklarla da yüklü paralar kazanamaz hale gelmiþti. Kýzlarýn çeyizi, nazlý Necibe'nin yýllar süren hastalýðý derken eriyip gitmiþti evvelce kazandýklarý da. O, kenara çakýlý peykenin üzerine sýralanan müþteriler, köyden gelen eþi dostu, ustasý, kendi yetiþtirdiði çýraklar derken, birer birer yitmiþti etrafýndakiler. Onca þamatanýn, onca keyifli, hüzünlü ya da endiþeli sesle dolan bir zamanlarýn namlý dükkânýnýn peykesini, kapýsýný, taraçasýný, arka tarafa öteberi yýðdýklarý ardiyesini, hýþýrtýlý öksürüðü ile tek baþýna kendisi, bir de mýrýltýlý türküler çýðýran Ayten'in sesi doldurmaya çalýþýyordu kaç yýldýr. Senede üç beþ kere ancak, o da halk oyunlarý ekibinde oynayanlarýn giymeleri ya da yeni restore edilen tarihi evlerin iç dekorasyonundaki mankenlere giydirmek gayesiyle çarýk almaya uðrayanlardan baþka kimsecikler kapýsýný itmez 85
DERKENAR
olmuþtu. Ýçten içe bir kurt gibi kemiren bu hususa, bir zamanlarýn namlý çarýkçý ustasý Selehattin Efendi içerlemesine içerliyordu aslýnda ama... ne çare? Evden iþe iþten eve giderken gözüne iliþen, içinde ne olup bittiðini pek de bilemediði internet kafe denilen yerlerin pýtrak gibi ardý ardýna dökülmeleri karþýsýnda da, kocamýþ aklýna sýðdýramadýðý bir takým þeyleri bilememenin ezikliði karþýsýnda susuyordu. Evet, artýk gençliðindeki gibi bir günde on çifte yakýn çarýðý, püsküllü pabucu kesip biçemiyordu ama gene de her sabah dükkânýný açmadan edemiyordu. Hem hayatýnýn gülü solan evinin delirtici yalnýzlýðýný tek baþýna kaldýramýyordu artýk, hem de geçen yýlýn sonunda gazetelere bile geçen bir habere konuk olduðunda kendisini ziyarete gelen valinin ricasý üzerine açýk tutuyordu kendisine oniki yaþýndan beri ekmek yediren kapýyý. "83 yaþýndaki son çarýk ustasý, çýrak bulamýyor" Baþlýðýn altýnda pembe-beyaz çehresiyle elinde bir çift çarýkla kendi resmi, onun da altýn-
86
da konuyla ilgili dokunaklý bir yazý. Aslýnda gazeteler bunun gibi daha nice pembe-beyaz çehreli yaþlý erbabýn fotoðrafýný çekip meramýný anlatmýþtý. "Son semerci ustasý dükkânýný kapatmak üzere" yahut da "Son saraç kimselerin uðramadýðý iþ yerine kilidi vurdu" filan. Bazý zamanlar gazetelerde "filanca ressamýn filanca sanat galerisindeki 'Anadolu'daki kadýn baþ baðlamalarý' sergisi açýldý" ya da "filanca ünlü ressam 'horoz' konulu, 'kedi' konulu resim sergisini sergiseverlere açtý" türünden haberlere rastlanýrdý da çarýk konulu olanýna niye tesadüf edilmiyordu? Niye kimseler uðramaz olurdu ki belli bir dönemden sonra? Niye dünya baþ döndürücü bir hýzla devridaim ederdi ki? Niye yalnýzlýk yaþanýrdý ki? Niye uydurmuþlardý ki, "eskiye raðbet olsa bitpazarýna nur yaðardý" deyimini? Hoþ kendisi pek de öyle yalnýz sayýlmazdý. Ayten'i vardý en azýndan. Son yýllarýnda aklý bir hoþ olan Necibe'nin bile kýskandýðý sarýlý beyazlý bir can yoldaþý vardý. Sýký sýkýya yumduðu ipek bir kese gibi büzülmüþ dudaklarýný hiç deðilse onun içir aralar, "kýzým, cicim, birtanem" diye beylik laflarýnda bulunurdu. Gene her zamanki gibi birazdan gelecek, ciðerini yiyip, türküsünü söyleyip, uykusunu uyuyup gidecekti. Geçen yýl sokak çeþmesinin taþmasýndan dolayý, kayýp da ayaðýný incittiðinde, onbeþ gün evinde mecburi istirahata çekildiði zaman dahi, her gün ayný saatte gelip kapýnýn eþiðinde mýrýldanýp gittiðini, "geçmiþ olsun"a gelen komþularý söylemiþlerdi içini bir tuhaf ederek. Hani bazý hayvanlar için, "insandan bile vefalý" derler ya, Ayten de bunlardan biriydi iþte. Ciðerinden ciðer sökerek giden Necibe'nin boþluðunu aratmamanýn yollarýný arayýp durmuþtu kaç yýldýr hayvan baþýna. Her biri bir diyarda olan kýzlarýndan bile yakýn konuma gelen hayvana kim hayvan diyebilirdi ki? Tuhaf þey? Saat neredeyse öðleni bulacaktý. Nerede kalmýþtý ki bu sarý kýz? Þimdiye kadar ciðerini çoktan yalamýþ yutmuþ olmalýydý? Çoluk çocuk taþa filan tutmuþ olmasaydý garibi? Hani ürküp de yönünü baþka sokaða, baþka "son usta"ya çevirmeye kalkardý da Allah korusun...
DERKENAR
yalnýzlýðýn, yapayalnýzlýðýn buz gibi dehlizinde bir baþýna kalacaðýný düþünmek... Aslýnda, "artýk kocadým, benden iþ geçti" diyerek, geçen yýl bu zamanlar dükkânýný kapatmýþken, Vali Beyin "bu köklü sanat dalýmýz unutulmasýn; yeni çýraklar yetiþtirmeni istiyorum" yollu ricasý üzerine yeniden açtýðý iþyerine ne çýrak bulabilmiþti, ne de köklü müþteri... Pencere önüne dizdiði on üç çifti nasýl olsa elinden çýkarýrdý. Bugünden tezi yok Ayten'i eve alýþtýrmanýn yoluna gitmeli ve kuþun bile konmadýðý yere, yeniden kilidi vurmalýydý artýk. Evet evet iyi fikirdi bu. Ayten geldiðinde kapýyý kapamalý, keyfini yaptýktan sonra geri gitmesine müsaade etmeyerek, kucaðýna alýp gün ortasýnda eve doðru yollanmalýydý. Belki Necibe'nin ruhu sýzlar, "benden boþalan köþe minderine Ayten'i mi oturttun?" diye rüyalarýna bile girmeye kalkardý ama baþka ne yapmalýydý ki? Gülyaðý kokan cebinden yeniden kösteklisini çýkardý, bir ileri bir geri ederek gözüne göre ayarlayarak saate baktý. Gün tepeye çýkmýþtý iyice. Nerede kalmýþtý ki bu sarý kýz? -Sabahý þeriflerin hayrola Çarýkçý Emmi. Gün öðlen oldu ama. -Saðolasýn Hüseyin Efendi. Hayrola? Pek gelip gitmezdin? -Eh, iþ güç. Ne yaparsýn. -Öyle öyle. Allah daha ziyade etsin. -Aðzýna saðlýk. -Buyur bir soluklan hele. Bir çay yapayým sana. -Saðolasýn Çarýkçý Emmi. Kalýcý deðilim. Þey için gelmiþtim... -Ney için? -Þey yani... nasýl anlatsam... -??? -Hani senin bir kedi vardý ya! -He. Ayten! Eee... n'olmuþ varsa? Bir hýnzýrlýk mý etti yoksa? Bir þeyinize mi zarar verdi? -Yok öyle deðil de... -Kaç paraysa öderiz. -Bilmem ki nasýl söylesem? Söylemeye söyleyecek de... paranýn miktarýný mý kararlaþtýramýyor? Belliydi zaten bu saate kadar gelmemesinden. Eski kafalý bir çarýkçýnýn, her gün her gün yedirdiði ciðerden usanýp yaðlý kapýya kafasýný uzattý demek ki. Hayvan aklý iþte.
Gene de canyoldaþý iþte. Zararý ziyaný neyse öder, bir iki kere de farklý bir þeyler yedirir, onu bu kötü huyundan vazgeçirirdi. -Þimdi bizim çýraklardan Numan geldi de... -Eee... -Senin kediyi Behzat Benzinliði'nin olduðu kavþakta görmüþ. Çok þükür. Hýrsýzlýk deðilmiþ sarý kýzýn hýnzýrlýðý. Yoksa! Yoksa baþka bir yere mi dadanmýþ oralarda? Ya kendini unutursa, bir daha uðramazsa bu sokaða? Hani eve götürme plânlarý? -Numan dedi ki... -Ne dedi? -"Çarýkçý Emminin kedisi yerde sereserpe yatýyordu. Herhalde ölmüþ" dedi. -Ne dedi, ne dedi? -Senin kedi ölmüþ Emmi! Benzinliðe giren bir kamyon ezmiþ. Vah zavallý Ayten vah! Vah sarý kýz vah! Vah Necibe'nin kumasý vah! Sende mi gittin canyoldaþ? Beþ altý yaþlarýndayken, ana tarafýndan büyük dedesinin ölmesiyle ilk kez kabristana götürmüþlerdi kendisini. Sýrasýyla, anasý babasý, emmisi dayýsý, halasý teyzesi, mahalleden, çarþýdan arkadaþlarý, eþi dostu derken, bayaðý bir insaný uðurlamýþ, son zamanlarda da Necibe'yi vermiþti topraða. Bir de Ayten'i gömmeye yüreði yetmezdi gayri. Seksenüç yýllýk baðrýna bir de Ayten için çukur kazmalýydý artýk. Mýrýltýsýyla, sarý-beyaz tüyleri, nazenin boyun kývýrýþýyla gençlik sevdasý gibi unutulmazlarýn arasýnda bir yerlere gizlemeliydi. Cuma ve bayram günleri ziyaretine araba tutup çýktýðý, yaþlýlarýn týrmanmaya cesaret bile edemediði Sulu Sokak'ýn dik bayýrýnýn dibine geldiðinde, sokaðýn üst tarafýndaki mezarlýða doðru hasretle baktý. Sonra da ciðerparesine sesini duyuracakmýþ gibi içtenlikle söylendi: -Gönlün rahat olsun Necibe. Ayten de yok artýk.
87
DERKENAR
Postmodern öyküler arasýnda kapýda kalmýþ bir misafir;
Barbarosoðlu öyküleri Furkan Çalýþkan Niyetim, salt bir tanýtým yazýsýndan ibaret deðildir. Fatma Karabýyýk Barbarosoðlu üzerinden son dönem Türk öykücülüðünde postmodernizmin ve farklý formlarýn izini sürmeye çalýþacaðým. Temel kriterlerim; dil, kurgu, psikanaliz, bütünlük yahut da bunun yok edilmesi ve moderniteye karþý yýkýcýlýk süreci olacaktýr. Hepsinden önce Elif Þafak'ýn deðindiði bir konuya girmek istiyorum, böylece Fatma K. Barbarosoðlu'nu incelerken çizdiðim çemberin sýnýrlarýný daha iyi betimlemiþ olurum. Elif Þafak, özellikle Amerika'da yazarlarýn kendi yaþanmýþlýklarýný yazmalarýnýn kabul gördüðü, kurmaca bir hikayeyi garipsediklerinden bahsetmiþti. Örneðin kanser hastasýnýn, yakalandýðý hastalýktan kurtulma sürecini eserleþtirmesini ya da herhangi bir üçüncü dünya ülkesinin vatandaþý olan bir kadýnýn yaþadýklarýný yazmasýnýn makbul olduðuna deðinmiþti. Benimse aklýma ilk olarak Fatma K. Barbarosoðlu'nun öyküleri geldi. Bana bu çaðrýþýmý yapan ne olabilir? Belki deðiþik bir sentezin þaþýrtan sonuçlarý olabilir. Bu konuya daha sonra tekrar deðineceðim. Fatma K. Barbarosoðlu'nun sosyolojiye yakýnlýðýný göz önünde bulundurarak; gerçek, hikayede ne kadar estetik durur; kurmaca ve bilinçaltý, somut gerçekliðin altýnda eziliyor mu, sorularýna cevap arayacaðým. Postmodern öyküde sosyal olgularýn, kurmacanýn, gerçekliðin ve öznenin yerini belirlememiz lazým, böylece Fatma K. Barbarosoðlu'nun bilimsel ve çözüm üreten disiplini ile ben merkezci çaðdaþlarýnýn kesiþtikleri veya ayrýldýklarý noktalarý bularak, son dönem Türk öykücülüðüne net bir bakýþ elde edebiliriz. Postmodern Türk öykücülüðünde anlamýn yýkýmý ve tutarsýzlýklardan bir bütün yaratmak öne çýkan özellikler oldu. En önemlisi ise çoðulluktur. Dekor çoðul, zaman çoðul, duraðan deðil çoðalan acýlar (ayný þeyi mutluluklar için söyleyemeyeceðim, bu da garip!), imgeleri çoðaltýp sonra parçalamak ve yalýn olgularýn göreceli hale gelip çoðalmasý. Anlam kýrýl-
88
malarý, gidip gelmeler son dönemde sýkça karþýlaþtýðýmýz metotlar. Bunda geçmiþe nazaran ideolojinin öykü üzerindeki etkisinin zayýflamasýnýn etkisi olduðu muhakkaktýr. Fatma K. Barbarosoðlu'nun bu postmodern dönemde durduðu yer enteresan. Bütün bunlarý bu küçük çaplý yazýda elimden geldiði kadar irdelemeye çalýþacaðým. Fatma K. Barbarosðlu'nun öykülerini incelerken, kronolojik bir sýra takip etmeyeceðim. Son yayýmlanan eserlerine aðýrlýk vereceðim.
Ýki kiþilik rüyalar; toplumsal düzenin var ettiði! Kitap üç bölümden oluþuyor. Ev, bahçe ve kapý. Bütünlüðü saðlamak amacýyla her bölüm öncesi, baþlangýç cümleleri yerleþtirmiþ yazar, harfler yerine öykülerden oluþan bir “anagram”1 yapmýþ sanki. Ev; Rüyamda bir ev gördüm, Bahçe; ev daraldý, daraldý... bahçeye çýkmak istedim.. Kapý; kapýlar yanlýz kendine açýk ve yanlýz kendine kapalýydý... Sosyoloji disiplinin en çok hissedildiði öyküler bu kitabýn içinde toplanmýþ. Yazar evinden çýkýyor, bahçeyi geçiyor ve kapýdan dýþarý çýkýyor, çözüm ürettiði zamanlar kapý açýk, aksi halde ise kapalý. Yazýmýn giriþinde deðinmek istediðim yaþanmýþlýk, bu öykülerin ana damarý. Karakterlerinin iç dinamiði ile sosyal iliþkilerini baþarýlý bir þekilde dengelenmiþ. Ýki kiþilik öyküler var. Zýtlýklar en iyi iki rakamýyla analiz edilebilir, her kahraman ikinci bir anti-kahramana göre konuþlanýyor. Kiþiselliði ve tekilliðiyle bilinen rüyalar, iki kiþilik olabilirliðe bürünüyor. Zaman zaman bilinç akýþýný görüyoruz. Fatma K. Barbarosoðlu'nun öykülerinde dýþ dünya çok keskin hatlar ile ayrýlýyor, bu noktada 'psikanaliz' devreye giriyor. Aslýnda bu terimi kullanýrken tereddüt ettim. Çünkü yazarýn bunu ustaca uyguladýðýný söyleyemeyeceðim, hele de dünya edebiyatýndaki örnekleriyle karþýlaþtýrmaya hiç girmeyeceðim. Psikanaliz, yaratma süreci ile ilgili ancak belirli düzeyde ve belirli bir çerçeve
DERKENAR
içerisinde görüþ sunabilir, hiç olmazsa bu dengenin iyi saðlandýðýný söyleyebilirim. Ancak psikanaliz, yazarýn tüm faaliyetlerini bilinçdýþý alana indirger. Bu, toplumsal sorunlara Fatma K. Barbarosoðlu kadar öykülerinde yer veren bir yazar için yoðun bir çaba gerektiren, zor bir metottur. Bunu en iyi " Dazlak" isimli öyküsünde görebiliriz. Elimizde toplumsal bir sorun, dahasý bir çözüm arayýþý var. Çok rahat sýð, neredeyse haber metni kadar donuk ve ideoljik bir zayýflýða yol açabilir. Ancak psikanalizi kullanarak, kahramanýn iç dinamiklerini sosyal olayla estetik bir þekilde bütünleþtirmiþ. Belki de daha basit bir þekilde yaptý, herhangi bir analize ihtiyaç duymadan, yalnýzca hissederek.. Burada öznenin yeri de önemli, bu noktada postmodern yazarlardan ayrýlýyor Fatma K. Barbarosoðlu. Anlatcý bütünlüðün ipini elinden kaçýrmýyor, 90 kuþaðýnýn daðýnýk tarzý ve ben merkeziyetçi yazým Barbarosoðlu'nda yok. Açýkçasý bu bir farklýlýk vermiyor yazara, aþýrý öðütçü ve kontrolü seven tutumu ile sýradanlaþýyor. Neredeyse bütün öykü yazarlarýnýn hayali "her okuyanýn öykülerini kendisi yaþamýþ gibi hissetmesidir" Bu istek öyküye sýradanlýk da verebilir, orijinallik ve kalite de. Fatma K. Barbarosoðlu'nda bu amaç çok belirgin. Doðallýk kendiliðinden olan bir þey öykülerde, bilinçle deðil. Yazmanýn, anlatmanýn doðal akýþý içinde. Oktay Akbal bir öyküsünde "gerçeði düþlerimle birlikte yaþarým" der, Fatma K. Barbarosoðlu'nun ulaþmaya çalýþtýðý nokta bu iþte. Oysa postmodern öykülerde bu birliktelik, ayrý ayrý var olma þeklinde yer alýr. Gerçeðin çoðalmýþ halidir düþler. Özellikle Müge Ýplikçi'de bu durumu görebiliriz. Trajedi, Barbarosoðlu'nun öykülerinin temel atmosferidir. Öykülerinde, özellikle Ýki Kiþilik Rüyalar'da, bir çiçeðin ya da aðacýn ismi bile trajik gelir insana. "Ahlat aðacý" trajik bir imge olarak zihnimde yer almasýnýn nedeni Barbarosoðlu'nun öyküleridir.
Modern zaman, ahir zaman Barbarosoðlu'nun öykülerini incelerken, üzerinde durduðum diðer kitabý ise Ahir Zaman Gülüþleri. 50'lerden sonra modernist olarak tanýmlanan entelijansýn, getirdikleri yeniliklerle postmodern sanatýn temellerini atmýþlardýr. Bu kitapta yer alan öykülerde daha çok, bu temel-
lerin dýþýnda, kendi bahçesinde yarasýný saran bir hava var. Özellikle "Plan" kurgusu ve tarzýyla kitabýn en öne çýkan öyküsü. "Ýki Kiþilik Rüyalar" dan farký daha içe dönük öykülerden oluþmasý. Ancak genel olarak Barbarosoðlu kitlesel sorunlarý, mikro planda ele alarak öykülerini çýkarýyor. Baþörtüsü mücadelesi en somut örneði. Ahir Zaman, her defasýnda eleðin üstünde kalan acýnýn ifadesi. Öykülerinde acý olduðu gibi, dönüþüme uðramýyor, mutlaka kabul edilebilir ve hatta gerekli.. "incir aðaçlarýnýn gölgesi" öykünün kimi zaman bir an, kimi zaman da bir aný olduðunu düþündürten bir hikaye. Tekinsiz bir aðaç, incir aðacý. Týpký bilinçaltýnýn tekin olmamasý gibi. Bu öyküde üzerinde durulan kurgu deðil, biçim deðil. Yalnýzca bir dýþa vurum var. Barbarosoðlu'nun öyküleri git gide bize ulaþmaya çalýþan bir sadeleþme gösteriyor. Yine bu noktada da postmodern öykülerden ayrýlýyor. Geçmiþ, kiþisel bir oruç, bir çok kahramaný için. Genellikle geçmiþ güzel olan, gelecek ise sadece belirsiz. Mutlaka hafif bir alay bulunuyor gözlemlerinde. Ciddi bir biçimde soðukluk var, iþte burada postmodern öyküyle birleþiyor. Ancak bu soðukluðun nedenine inersek, Barbarosoðlu'nun öyküsünü mutlaka didaktik bir temele yaslanma gayretini görüyoruz. Anlatýcý çoðu zaman öðretici oluyor. 89
DERKENAR
Dikenli bir yol; Acý Deniz Tasavvuf terminolojisinin sýkça kullanýldýðý bir eser. Öyküler ruznameler altýnda toplanmýþ. Ruzname; günlük olaylarýn kaydedildiði günlük, defter. Evet yazarýn maksatý bir seyir altýnda bütünlüðü saðlamak. "ben" aslýnda bu kitapdaki öykülerin esas kahramaný. Karakterlerin ruh tahlilini yaparken onlarý parçalara bölüyor yazar. Baþý sonu belli bir yolculuða çýkarýyor onlarý. Tekrar birleþtiriyor, tekrar parçalýyor. Yapay bir kaos yaratýyor. Aslýnda Rimbaund'un dediði gibi "je' est un autre"( ben baþka biridir), kurgusal mý, yoksa düþünsel bir çabadan mý ileri geliyor bilmiyorum, Barbarosoðlu kahramanlarýný "ben"lerine yabancýlaþtýrýyor. Beni rahatsýz eden ciddi bir özne karmaþasýnýn yaþanmasýyla "ben"lerle anlatýcý birbirine giriyor. Anlamsýz ve demode bir kuþak çatýþmasýný, yanlýzca Acý Deniz deðil, diðer eserlerinde de sýkça kullanýyor Barbarosoðlu. Olay örgüsü, diyaloglar saðlam bir yapý içerisinde ancak yeri çok dar. Kapalý devre kalýyor kimi zaman. Bu yazarýn tercihidir, belki de böyle olmasýný istiyor.
Kötü bir ilk roman; Hiçbiryer Kaçýþ edebiyatý... Bir akademisyen... Taþralaþan bir benlik arayýþý... Bir zamanlarýn popüler konularý olan köy romanlarýnýn izini takip ederek, yerinde yeller esen bir kýrsal kesim duyarlýlýðý yansýtýyor Barbaosoðlu. Aslýna bakarsak kendisinin de þikayet ettiði "öyküyü eþik olarak görme" yanlýþlýðýna mý düþtü yazar, bilemiyorum. Gerek yoktu diyor aklým böyle bir romana. Bir
90
zamanlarýn Ýslami best-sellerlarý olan, Emine Þenlikoðlu, Þule Yüksel Þenler gibi, aþk ve hidayet temalý "pulpfiction"1 yazarlarla ayný kefeye koymuyorum Fatma K. Barbarosoðlu'nu. Dil kurgusu saðlam, anlatýmý duru ve akýcý. Kimi zaman derinlere inebiliyor. Psikanaliz, kimi safhalarda farklý tatlar getiriyor. Lakin -belki de beklentimin yüksek olmasýndan- yeni bir þey, orijinallik bulamýyorum. Öykülerindeki olumsuz dýþ dünya imajý, bu ilk romanda da kendini gösteriyor. Romandaki asistanýn "demiryollarý ve tenezzüh mekanlarý" tezi ilginç. Cumhuriyet dönemi toplumunun geçirdiði deðiþimleri araþtýran asistan, kendi iç dinamiklerinde de deðiþik sonuçlara varýyor. Neticede kahramanýmýz olan asistanýn köklerine dönüþ serüveni, arada kalmýþlýðý, ne köylü ne kentli ikilemi farklý bir þey vermiyor okuyucuya. Týpký öykülerinde olduðu gibi acý eleðin üstünde kalýyor ve kaçýþ devam ediyor. Çünkü gidilecek hiçbir yer yok. Zaman dilimi çok geniþ, olay örgüsünün geçtiði coðrafya geniþ, bu yüzden de çok daðýlmýþ roman, ilgiyi daðýtabiliyor. Fatma K. Barbarosoðlu kendi kuþaðýnýn öne çýkan öykücülerinden. Ancak ben onu bir kuþaðýn yada bir ekolün içinde görmüyorum. Geniþ zamanda Barbarosoðlu. Son dönem Türk öykücülüðündeki postmodern yöneliþlerin izine rastlayamadým öykülerinde. Zaman zaman o postmodern havayý alabiliyorsunuz ancak bu bir kimlik saðlamýyor. Dil kýrýlmalarýný, netlikten çok anlam zenginliðini öne çýkaran son dönem hikayelerinden farklý, gelenekçi ve duru hikayeler yazýyor Barbarosoðlu. Üstünlüðünü belli eden bir tutarlýlýk var. Cemil Kavukçu'da, Pýnar Kür'de hatta kimi zaman Cihan Aktaþ'daki gibi bir bütünlük anlayýþý var Barbarosoðlu'nun. Kontrollü, temkinli, feminen bir yazar. Felsefenin dilini seviyor ancak bolca sosyolojik çýkarýmlar sunuyor okuruna. Her an sayfalarý çeviren ellerine vurulacak, tatlý-sert kýzýlacakmýþ gibi hissettiren anaç bir kalem. Neticede üzerinde düþünülebilecek, yazýlabilecek, ancak büyük beklentilere yanýt veremeyecek bir yazar Barbarosoðlu. Dipnotlar: 1-Bir kelimede harfleri deðiþtirerek yeni kelime türetme. Evirmece. 2-Ucuz roman.
DERKENAR
Hiç kimseye mektuplar A. Hikmet Akan bir gün elime bir mektup geçti. bana yazýlmamýþtý. üstünde isim yoktu. biraz daha inceleyince üstünde adres de olmadýðýný fark ettim. sað üst köþesine baktým, pul da yoktu. zarf hiç yoktu. sonra bir baktým mektup da yok. ben de onun hiç kimseye yollandýðýný düþündüm. bu esrarý araþtýrmak, ve hiç kimseye mektubunu teslim etmek için yola çýktým. ilk girdiðim sokakta kocaman kocaman aðaçlar vardý. kocaman kocaman aðaçlar vardý ve göðe uzanýyorlardý. sonra kocaman kocaman binalar da vardý. o kadar kocamandýlar ki kafamý kaldýrýp baktýðýmda midem bulanýyordu. ama orada yaþayan insanlar ufacýktý. binalar kocamanlaþtýkça insanlar küçülüyordu sanki. en büyük binadan çýkan en küçük adam oluyordu hep. kimse kafasýný kaldýrýp bakmýyordu. herhalde onlarýn da midesi bulanýyordu. hýzlý hýzlý yürüyordular. birini, üstüne basmamaya dikkat ederek, durdurup sordum: ‘ben hiç kimseyi arýyorum. acaba onu gördünüz mü?’ bakmadý bana. ‘burada öyle biri yok.’ dedi, sertçe. ‘ben kendimden baþka kimseyi tanýmýyorum.’ bu cevaptan ürpererek oradan ayrýldým. sonra baþka bir sokaða girdim. burada bütün taþlarý sökmüþlerdi. tüm taþlarý söküp yollara yýðmýþlardý. hiçbir yerde saðlam bir taþ yoktu. hatta taþtan yapýlan evleri bile söküyorlardý. herkes komþusunun taþlarýný söküyordu, ama kimse baþka birinin de kendisininkini söktüðünü bilmiyordu. evlerine varýnca anlýyorlardý taþlarýnýn söküldüðünü. sonra kendi taþlarýný dizip, tekrar baþkasýnýnkileri sökmeye koyuluyorlardý. o arada baþkalarý da onlarýnkini tekrar söküyordu. yaklaþtým yavaþça. ‘hiç kimseyi gördünüz mü?’ dedim, vaktini geçiren kalabalýða. herkes dondu bir an. sonra hiçbir þey duymamýþ gibi iþlerine devam ettiler. kimse bana bakmýyordu. kimse beni duymuyordu. yokmuþum gibi davranýyorlardý. hiç olmamýþým gibi. kafamda sorularla ayrýldým oradan.
elimde hiç kimseye gönderilmiþ olmayan bir mektupla dolaþýyordum. bir sokaða girdim. evlerinin pencereleri öyle geniþti ki, evin yarýsýný kaplýyordu. evlerinin pencereleri öyle geniþti ki evin tamamýný kaplýyordu. camdan bir fanusta yaþýyorlardý. ama kimse herkesin kendisini gördüðünden tasalanmýyor gibiydi. hiçbir þey yokmuþ gibi gazete okuyorlar, tuvalete gidiyorlar, yemek yiyip burunlarýný karýþtýrýyorlardý. aslýnda kimse kimseyi görmüyor gibiydi ama herkes herkesi görüyordu. herkes diðerinin ne yaptýðýný biliyor ama ilgilenmiyordu. birinin kapýsýný çaldým, içeri girdim, sordum. ‘hiç kimseyi gördünüz mü?’ ‘burada hiç kimse yok,’ dedi. ‘burada sadece ben varým.’ ‘ama’ dedim, ‘nasýl sadece siz olabilirsiniz, bir sürü insan var etrafta.’ ‘hani nerde,’ dedi, baþýný kaldýrýp. diðer fanuslardakileri gösterince güldü. ‘onlar sadece benim camdaki yansýmam.’ dedi. ‘burada yalnýzca ben varým.’ cevap vermeden ayrýldým oradan. hiçbir þey bulamadan deli gibi sokaklarda dolaþýyordum. bazen evlere giriyor bazen kapýlarý çalýyordum. kimseyi bulamadým. hiç kimseyi bulamadým. ama insanlar gördüm, hayvanlar gördüm, aðaçlar kuþlar gördüm. hiç kimseyi görmedim. umudum yavaþ yavaþ kaybolmaya baþladý, mektuba bakayým dedim, bakamadým. zarfýmý da mazrufumu da kaybetmiþtim. kendimi de kaybetmiþtim, hiç kimseyi de. ne aradýðýmý bilmiyordum artýk, öylesine dolaþýyordum sokaklarda. herkese isterik gibi ‘hiç kimseyi gördünüz mü?’ diyordum, ‘hiç kimseyi gördünüz mü?’ ama hiç kimse kimdi, ben de bilmiyordum. modern sokaklara gittim, bakýmlý bakýmsýz sokaklara gittim, beni görenler berduþ deyip yollarýný deðiþtiriyordu. beni görünce anneler çocuklarýnýn, kocalar karýlarýnýn elinden tutup karþý kaldýrýma geçiyordu. gün geldi artýk hiç kimseyi soracak hiç kimse bulamadým. kendi kendime sorarak dolanýyordum sokaklarda. hiç kimseyi gördüm mü, hiç kimseyi gördüm mü…
91
DERKENAR
Yaþanmamýþ bir dün Çiðdem Can Ne kadar üzgün olduðunu belli etmemeye çalýþmasýndan belliydi. Beyninden geçenler gözlerinin daldýðý o boþlukta yazýyordu. Unutmaya çalýþtýklarýnýn unutulmadýðýný görmek, geçmiþle bilenmiþ iki ucu keskin bir býçak gibi, vicdan acýmasýzlýðýnda kalbine durmadan batýp çýkarak ömrünü delik deþik ediyordu. Baþarýsýz bir unutucuydu o. Etraf geceydi. Rüzgar da vardý. Sanki estikçe gecenin karanlýðýný toparlýyor ve bu siyah örtünün altýnda yayýlan þehrin ýþýklarýný mecburiyete baðlýyordu. Denizden býkmaya alýþmýþ bir balýkçýnýn yorgun, sýradanlaþmýþ gayretiyle ayaklarýný yerden söke söke yürümeye baþladý. Derin bir iç çekip "Eve gitmeli. Belki de gelmiþtir" dedi. Kendine yalan söylüyordu. Bu yalaný o an mý uydurmuþtu yoksa uydurulmuþ yalanlara inanma üþengeçliði miydi bu? Dediklerinden çok diyemediklerinin sesi çýnlýyordu beyninde. Baktýðý her yere vurup binlerce yalnýzlýk olarak içine geri çarpýyordu. Gecenin koyu siyah renginden bir parça içine çekip boðazýnda düðümledi. Yutamadý. Gözleri doldu. "Olsun yine de eve gitmeli." Baþka bir yere gidilemeyeceði için, çekilmeyi bekleyen acýlar vardý. Yürüdüðü yol kalabalýktý. Kol kola yanýndan geçen bir çiftin heyecanýndan mutluluðun varlýðýný hatýrladý. Belki de gülünmeyi bekleyen neþeler de vardýr diye düþündü. Ýçindeki kahýrda bir yer açýldý sanki. Az geniþledi. "Yeniden baþlamalý." Sonra acý acý gülümsedi. "Sakýn bu yeniden baþlamaya yeniden niyetlenmek olmasýn?!" Kýdemli niyetlerin kýdemli niyetçisi. "Ya, biz neden böyle olduk?" dedi sessizce. "Off, neden böyle olduk?" Neyi ne zaman ziyan etmiþti. Hayat ne garip. Neden kaybetmeden bulamýyordu ki insan. Neden yok olmadan varolamýyordu. Neden geriye doðru yaþanýrdý zaman. Sanki ömrün sonundan baþýna doðru. Geçmiþin anlamý on yýl sonrasýna saklanmýþtý. Bir zamanlar o anlamýn tam ortasýndaydý ama görmesi için illa bir on yýl mý gerekiyordu? Nasýl, içinde yaþarken 92
kýymetini bilemediði o on yýlýn anlamýna þimdi varabildiyse, þu anýn varlýðýndaki anlamý hissetmesi için ne kadar zaman gerekiyordu? Ayný çayýn demlenmesi gibi, hayatýn anlamlarý zamanla mý demleniyordu? Belki de ilerde þu ana doðru dönüp baktýðýnda neler neler bulacaktý. Ama þu an içinde sadece baktýðý gecenin hissiz yansýmasý var. Bu kederi nasýl da kestirememiþti. Kendinin ömrü içindeki anlamýný bilmiyordu ki, baþkasýnýn ömründeki yerini anlayabilsin. Kendini yaþayamazken baþkasýný nasýl yaþardý insan. "Ben hep nerede hata yapýyorum?" diye sordu kendine. Yoksa sorunu bu soruya alýþmak mýydý? Aslýnda bu sorunun cevabý hep bilinir. Ama sorulduðu an cevabý unutulur. Çünkü unutmak istenir. O cevap hep aratýr kendini hep aratýr. Asla buldurmaz.. "Yere doðru nasýl da bitik bakmýþtý?"... Karýsý bir akþam üstü evi terk etmiþti. Adamýn ömründe kendi varlýðýna dair ne varsa bir anda çekip alarak, ömrünün kendisine ait kýsmýndan çýkýp gitmiþti. Adam sadece kendine aitliðiyle kala kalmýþtý, kapalý kapýya bakýp. Tam on yýl evinin kapýsýndan karýsýyla beraber akýp gitmiþ ve geriye kendinden arta kalan boþluðu býrakmýþtý. Þimdi adam o boþlukta hiçbir yere ait olamama girdabýnda dönüp duruyordu. Günlerdir yoktu. Hem de öyle bir yoktu ki kendine ait sandýðý her þeyin aslýnda karýsýna ait olduðunu öðretecek kadar. Bu yokluk adamý yok etmiþti. Þimdi nereye gittiðini bilmemenin yitik sebebiyle bomboþ evine doðru yürüyordu. Attýðý her adým sanki geriye doðruydu. Ama geride de bir þey yoktu ki. Ýçindeki geceden nereye gidebilirdi. Bir zamanlar nelere sahip olduðunu farketmesi, o an nelere sahip olmadýðýný öðretiyordu adama. Bu eksiliþ ona kendini öðretiyordu. Aklýna sigarasý geldi. Bu hayat çýkmazýnda küçük bir teselli arayýþýna muhtaç bir hevesle elini hýzla cebine attý. Gecenin etrafýný sardýðý bu þehrin ortasýnda bir keder anýtý gibi durup karanlýðýn içinde sigarasýný parlattý. Derin bir nefes çekip
DERKENAR
içindeki kahrý dumana boðdu. Etraftaki sessiz ýþýklarýn gölgelediði yolun kenarýnda, gölgelerin içinde hiç kýpýrdamadan öylece duruyordu. Parmaklarýyla ezdiði sigarasýndan bir nefes daha çekip etraftan geçen insanlarýn hayatlarýndaki müstakil hikayelere doðru savurdu. Gözlerini sýktý. "Ahh, n'aptým ben?" Sýk sýk sebebini bilmedikleri nedenlerle baþlayan kavgalar ederlerdi. Deðer miydi? Deymediðini illa ki acý kendisine deyince mi anlardý insan? Hoyratça ziyan edilmiþ kýymeti belli olmayan deðerlerin yetim burukluðu çöktü içine. Bir balýk çaresizliði. Bir zamanlar gururundan üzüntüsünü bile farkettirmediði insanýn þimdi bir saniye dahi olsa bu üzüntüsünü farketmesi için ömrünün tamamýný vermeye hazýrdý. "Geçti artýk" dedi içinden. Sonra bu yargýnýn net ve umutsuz acýmasýzlýðýnda ezilen içinin dehlizinden koyu bir kahýr "Offf" dedirtti yalnýz adama. Dizleri tutmadý birden. Aniden yürümekten vazgeçti. Sanki o yalnýz karanlýk olanca siyahýyla kaplamýþtý adamýn içini. Adým atmaya mecali yoktu. Kendinden býkkýnlýk halsiz býrakmýþtý adamý. Yolun karþýsýndaki otobüs duraðýna baktý. Eve dönüþlerini hatýrladý birden. Sahip olduklarýna gidiþlerini. Sokaðýn baþýndan gördüðü evinin, yapraklý perdeli penceresinden sýzan ýlýk ýþýðý, zile
basýþýný, kapýnýn ona açýlýþýný, içerden yüzüne vuran yemek kokusunu, yuvanýn anlamýný. Oysa þimdi dönmüyordu evine, sadece sokaktan daha iyi olan bir barýnaða gitmeye çalýþýyordu. Arabalarý umursamadan yolun karþýsýna geçti. Otobüsü beklemeye baþladý. Duraðýn ýþýðý üzerine vuruyordu. Sanki bu hayat sahnesinde spot ýþýklarý üzerine dikilmiþ "Ýþte burda!" diye iþaret ediyordu adamý. Yere baktý. Yerin yedi kat dibine deyiyordu bakýþlarý. Birden gözleri ceketinin önüne takýldý. Düðmesi kopmuþtu. Karýsýnýn elleri geldi aklýna. Cam kenarýnda oturmuþ, sessiz sedasýz düðme diken üzgün elleri. "Neden kopuyor bu bu kadar anlamýyorum ki. Dikiþ mi tutmuyor ne?" demiþti. Durmadan kopan bir düðmede kendi ömrünü göreceðini nereden aklýna getirebilirdi ki. Hayatýnda bir türlü dikiþ tutturamýyor, zamanlý zamansýz ömründen kopup duruyordu. Omzuna birinin hýzla çarpmasýyla irkildi. Otobüs gelmiþti. Herkes biniyordu. Adam kýpýrdamadan duruyordu. Otobüse binmek istemiyordu. Sanki infaza götürüyorlardý onu. Zar zor bindi. Para vermek için elini cebine attý. Parasýný çýkarýrken yere bir kaðýt düþtü. Eðilip aldý. Ne olduðuna bakmaya korktu. Hatýrlatmanýn acýmasýz tokadýndan kaçýyordu. Avucunun içinde sýkýp sanki kendinden gizledi.
93
DERKENAR
Þöföre parayý uzattý ve iki yanda oturan insanlarýn arasýndan arkaya doðru ilerlemeye baþladý. En geriye gidip köþedeki boþ koltuða, pencere kenarýna çöker gibi oturdu. Elinde sýktýðý kaðýt sanki kor gibiydi. Henüz ne olduðunu bilmiyordu ama kestirilmiþ acýlarýn ihtimalinden korkuyordu. Sonunda yavaþça avucunu açtý. Buruþuk kaðýdý düzeltirken sanki bir asýr geçti. "Yumurta, çay, deterjan, 3 ekmek." Elindekini tekrar sýkýp yumruðunu ön koltuðun arkasýna koydu ve kahýrdan bir ton olmuþ baþýný yumruðuna dayadý. Bu küçük alýþveriþ notunda bir akþamüstü vardý. Sýkýþtýrýlmýþ bir keder. Ekmeði unuttuðu için ettikleri kavga. Daha doðrusu ettiði kavga. "Yine mi unuttun?" dediðinde karýsýna baðýrmýþtý. Ve o ziyan ediþi þimdi kendini telef etmiþliði olarak geri dönmüþtü adama. Sýkýntýyla baþýný kaldýrdý. Arkasýna yaslandý. Elindekini usulca cebine koydu. Artýk karýsý onun için hiç olmadýðý kadar vardý. Karýsýný böyle uzaða koyunca kendi geride kalmýþ ve uzaktan bakýnca daha da netleþmiþti geçmiþin manzarasý. Kendini görünce aradaki bencillik perdesi kalkmýþ, geride kalan her þeyin olanca deðeri var gücüyle anlaþýlmýþtý adamýn yüreðinde. Ýnsan yitirdiði þeylerin ardýndan geriye baktýðýnda, aslýnda geriye deðil geriye kalan kendine bakardý. Sevdiklerinin kendinden ne kadar uzakta olduðunu deðil, sevdiklerinden ne kadar uzakta olduðunu anlar. Geride býraktýklarýnýn acýsýndan çok, býraktýðý güzelliklerden ne kadar uzakta olduðuna yanar. Amansýz mesafelerin buruk yolcusu olur. Elinde kalanlarý zaman çýkýnýna koyup, ömrünün sýrtýna vurarak içindeki gurbete gider. Sahip olduklarýndan eksildiðinde, içindeki evin boþ, bomboþ odalarýndaki, duvarlara sinmiþ o loþ yalnýzlýktan anlar hasarý. Karýsýnýn hayatýndaki yerini, karýsýnýn alýp gittiði fazlalýlýðýnýn yerine býraktýðý eksiklikten farketmiþti. Bir zamanlar bu fazlalýkta bu kadar eksik olmak adamý bu cezaya çarptýrmýþtý. Zaman hakiminin karþýsýnda þimdi ömrünün dizleri titriyordu. Karýsý kendini ondan çekip almýþtý. Bu gidiþ tarifi imkansýz bir yorgunluða bürüyordu adamý ve baþýný koyacak bir omuzun kýymetini de öðretiyordu. Su bulunca anlaþýlýr susuzluk. Yaz gelince anlaþýlýr üþümek. Kaybedince öðrenilir bulmak. Evine yaklaþýyor-
94
du. Zaman yanýndan bir yanardaðdan fýþkýran lavlar gibi akýyordu. Belki zamaný geri alabilse ayný hoyratça ziyan ediþleri yine yapacaktý. Ama artýk deðerin deðerini öðrenmiþti. Ama bu yeni öðretisi onun için maalesef o deðerin gidiþinde saklýydý. Þimdi içindeki kahýrda bir dar aðacý kurmuþ, "Keþke!" lerini bir bir asýyordu. Kendi duraðýna geldi. Olmayanlar duraðýna. Omuzlarýndaki daðýn aðýrlýðýyla zar zor kalktý koltuktan. Otobüsün arka kapýsýndan karanlýk asfalta bastý. Sanki yerden bütün bedenine yayýldý o koyu karanlýk. Bütün damarlarýna kahýr yayýldý. Ellerini ceplerine sokup bir adým attý. Otobüs ardýnda koyu bir duman býrakarak içindeki hayatlarla beraber sokak boyunca çekti gitti. Bu otobüs sanki bir acý servisiydi ve onu hüzün mesaisinde indirip gitmiþti. Adam, ruhu yarý baygýn, sokak boyunca evine doðru yürümeye baþladý. O bir zamanlar ýþýk sýzan penceresini gördüðü sokaðýn baþýndaki kederle buluþmaya gidiyordu. Gözlerini yerden kaldýramýyordu. Etraftaki evlerin ýþýklarýný görmek istemiyordu. Sanki etraftaki evlerin pencerelerinden sýzan bütün ýþýklar adamýn yalnýzlýðýna çarpýp gölgeye boðuyorlardý içini. Gözlerini yere mýhlamýþ aðýr aðýr yürüyordu ve sanki bu dümdüz yolda deðil de vebal yüklü bir aðýrlýðý çeke çeke içindeki kahýr bayýrýný çýkmaya çalýþýyordu ruhu. Yüreði kan ter içinde kalmýþtý. Sokaðýn köþesindeki çöp tenekesine baktý. Gece yarýlarý evden kavga ederek çýktýðýnda tekme attýðý çöp tenekesine. Sanki suçluluðuna dair bütün deliller toplanmýþ ve vicdan hakiminin önüne sunulmuþtu þimdi. Etrafta gördüðü her þey ona hesap soruyordu. Evini gören sokaðýn baþýna az bir mesafe kalmýþtý. Yerdeki karanlýk, simsiyah elleriyle adamýn ayaklarýný tutmuþ býrakmýyor, sokaðýn baþý da bir kara delik gibi çekiyordu adamý. Durup derin bir iç çekti ve sokaðýn baþýna geldi. Evinin penceresinden sokaða sýzan karanlýða, o yokluða, o bitmiþliðe bakmaktan artýk kaçýlamayacak kadar yorgun, kederli bakýþlarýný eve çevirdi. Birden yüzü gerildi. Þaþýrdý. Evinin penceresinde ýþýk vardý. Perdeden sokaða yayýlan o ýlýk ýþýk yalnýz adamýn içine vurdu sanki. Ýçindeki keder birden sevinçten aðlamaklý bir deliliðe dönüþtü. Aniden ýþýða boðulmuþ karanlýk
DERKENAR
ruhunun gözleri kamaþtý. Sokak boyunca evine doðru koþmaya baþladý. Evinin kapýsýna gelip nefes nefese durdu. Zile baktý. Zili çalmanýn hayatýnda sahip olduklarýnýn delili olduðunu, basýldýðýnda açýlan bu kapýnýn deðerlerine, huzuruna, eksikliðinde öldüklerine açýldýðýný nereden bilebilirdi? Ama artýk biliyordu. Yýllardýr hep orda duran zilin hayatýndaki huzura açýlan kapýnýn mütevazi anahtarý, ömrünün sýrrý olduðunu anlamýþtý. Anahtarýný kullanmak istemiyordu. Kalbindeki kapýlarý ardýna kadar açýp içine sýzacak ýþýðýn týlsýmý, içerden kapýyý açan elin sýrrýnda saklýydý. Kalbi sanki bu zilde atýyordu þimdi. Bu týlsýmý bozmaktan korkarcasýna bir ürkeklikle elini kaldýrdý ve zile usulca bastý. Sessizce beklemeye baþladý. Zaman durdu, sokak durdu, rüzgar sustu, gece nefesini tuttu. Ýçerden kapýya doðru sesler yaklaþýyordu. Gözlerini sýktý, damarlarýnda akan kaný hissediyordu. Ýçerden gelen sesin kalabalýðýndan içindeki sesin yalnýzlýðýný duydu. Kapý açýldý. Karýsý yerle göðün birleþtiði ve sadece bakabilenlerinin tarifini bildiði bir yerden baktý adamýn duruþuna. Adamýn yokluðun ayazýnda donan ruhu ýsýndý. Kapýda öyle kalakaldý. Ölene kadar orda bile yaþayabilirdi. Hiç kýpýrdamadan öylece durup içeri baktý. Ýçerdeki ýlýk huzura bakarken, bu kapýnýn bir adým gerisinde yaþanan hayatta kýrýlan umutlarýn acýdýðý uzun yollarýn, gülle gibi adýmlarýn, en koyusundan gecelerin kaçýlamayan mecburiyetini gördü. Ýçinin karýsýnda varolabildiðini anladý. Olmadýðýnda kayboluyor, varlýðýnda bulunabiliyordu. Ýkisi de kapýda öyle duruyorlardý. Sokaða kafiyeli bir umut sýzýyordu. Adam o aný içinde hiç gizlemeden karýsýna bakýp "Gitmeyeceksin diy mi?" dedi. Karýsý yutkundu. Adama baktý. Ýçindeki yorgun sevginin ve kýdemli merhametin gölgesi adamýn üzerine düþtü. "Ýçeri gel, yemek soðuyor" dedi. Ýnsanýn yalnýzlýðýný baþlatan da bitiren de sevdikleriydi. Ýçeri girdi. Ve kapýnýn ardýnda kendinden býraktýklarý, her yanýný gece örtmüþ bu þehrin aþikar sýrlarýndan biriydi...
Hikmet yazýlarý
Bir dönemin aydýnlýða kavuþturulmasýnda, bu zaman diliminde yaþayan fikir ve edebiyat adamlarýnýn hayatlarý ve eserleri üzerinde yapýlan monografik çalýþmalar kadar, dönem içerisinde neþredilen gazete, mecmua gibi süreli yayýnlarýn bilinmesi ve araþtýrýlmasýnýn da büyük önemi vardýr. Hikmet Yazýlarý, II.Meþrutiyet dönemi düþünürlerinden Filibeli Ahmed Hilmi’nin 19101912 yýllarý arasýnda yayýnladýðý haftalýk Hikmet gazetesinde çýkan tarih, düþünce, edebiyat, tasavvuf, felsefe ve dönemin siyasi ve sosyal geliþmelerini ele aldýðý makalelerinin derlenmesinden oluþan, devre ýþýk tutan bir kitap. Filibeli Ahmed Hilmi, Müslüman coðrafyanýn yaþadýðý sýkýntýlarý da, Osmanlý’da meydana edebi geliþmeleri de yazabilecek kadar geniþ bir birikime ve ufka sahip bir düþünürdü. Ahmet Koçak’ýn kaleme aldýðý giriþ yazýsý, Filibeli Ahmed Hilmi’nin hayatýný, görüþlerini anlamamýza yardýmcý oluyor. Türk düþünce hayatýna ilgi duyan herkesin yararlanmasý gereken bir kitap. Hikmet Yazýlarý, Filibeli Ahmed Hilmi, Hazýrlayan: Ahmet Koçak, Ýnsan Yayýnlarý
95
DERKENAR
Mehmet Þah Erincik Ýntiharý düþleyen kadýnýn fotoðraflarý Son... Sen o gün gri bir boþluktun. Gözlerin mi seçilmiyordu, karanlýk mý. Daracýk sokaktýn. Limonluklar güne baþlamýþtý. Sarý ve þehvet yan yana.. Göðsün müydü o inip kalkan Kocaman bir hiçliði doldurmuþtu gözyaþý Orda mýydýn. Topuklarýnda devrim. Geriye dönünce bir çocuk gülümsüyor. Çekilmemiþ bir fotoðraf. Donduruyorsun. Orada mýydýn. Deniz ilerlerdi, yakan sorulardan Gülümseyen muamma, Bob Marley, Pink Floyd. Cýzýr tý. Ýstikrar. Bütün insanlarýn yürüdüðü o sokak. Sen sokak mýydýn. Adýn mýydý adýmladýðýmýz. Sana su dedik sana sardunya. Ve alýp seni uzaktan sarmaþýklara doladýk. Var mýydýn. Adýn mýydý andýðýmýz. Saati sormadan gelirdi çýðlýk. Ýçine düþer boðulmazdýn. En çok harlayan saatte Ateþi en çok üstüme süren gergef Senin gergefin miydi o kilisede çalan org Hýþýmla Mozar t, requem, sen. Ölümün kýlcallarýnda gezinen parmaklar Kýrmýzý baldýrlar ve þehvet yan yana..
96
DERKENAR
Saati o zamana ayarlýyordun. Gözünü kapatýnca ve bum. Daðýlan sinir uçlarý. Bir fotoðraf daha Kan italik çizilmiþ duvara. Sen hala bakýyordun. Ve durmadan bum bum bum. Bakýþlarýn silinmiyordu. Tam üç el... ve bum Bir fotoðraf ýslanmýþ havlularda jilet. Acýmadan kesilmiþ bileklerin Ve sonra göz ucuyla toplanmýþ or taya Kan pýhtýsý. Yavaþ yavaþ. Ya vaa þþþþþ Pýt pýttt Garip bir kapý fotoðrafý. Açýlmasýný beklediðin. Bir þey yazamýyor muydun kaðýda... Pýt pýt pýt.... Kuþlar'ý da özleyeceðim. Ecza dolabýna yürüyen bir fotoðraf Loþ bir ýþýk fonda ve biraz gayda... -Cýwan Haco, Vivaldi, Bach...Týnýlardan... Ar týk gitmeli... Yutkunan ve sonra yataða süzülen Bir gece Uykuya dalmaya yeminli... Çaydanlýða suyun doluþu, son fotoðraf Biraz tuhaf bir sevinç yani ki güneþ... Fincana kaþýðýn dokunuþu... Yudumlanan gün. Baþlangýç.
97
DERKENAR
Adam Seyfullah Aslan Adam, yorucu yýllarýn ardýndan emekliðinin tadýný çýkarmaya bakýyor, ancak boþ durmayýp ülke meselelerine de olabildiðince kafa yoruyor, mesleki birikimini gençlere aktarabilmek, ülkenin geleceðine en azýndan böyle bir katký yapabilmek için seminer notlarýný düzenleyerek, kitaplarýný yazarak gününü deðerlendiriyordu. Her sabah kahvaltýsýndan sonra gazetesini okur, bir yandan da çayýný içerdi. O sabahlardan birinde, yine kahvaltýsýndan sonra gazetesini alýp koltuðuna geçip oturduðunda birden sýçrayacaðýný tahmin edemezdi. Gazetenin manþetine bakýnca irkildi, "bu da ne yahu" dedi, kýzardý, böyle bir gazeteyi evine soktuðu için kendinden utandý, ülke adýna endiþe duydu, insanlýk adýna kaygýlandý, belki de en garibi hayvanlarýn birilerinin elinde maskara olmasýna acýdý. Yerinden fýrladý ve telefonun baþýna geçti. Tuþlarý hýzla çevirip suratý kýpkýrmýzý bir halde beklemeye baþladý. Görenler, sinirlendiðine, heyecanlandýðýna ya da sabýrsýzlandýðýna hükmedebilirlerdi. Çalan telefonu kimsenin açmamasýný büyük bir sabýrla beklerken, bir yandan da gazetedeki habere bakarak "cýk cýk" diyerek hayýflanýyor, zamanýn bütün bozulan çarklarýný düzeltmek için, emekli olduðu mesleðine kesin bir dönüþ yapmaya o anda karar veriyordu. Adamýn sabýr taþý çatlamak üzereyken telefona nihayet biri cevap verdi: - Ýyi günler. Hayvan Haklarýný Koruma ve Koruyanlarý Koruma, Korumayanlarý Gerekli Yerlere Havale Derneði He, He, Ka, Ka, Ka, Ka, Ge, Ye, He, De'ye hoþ geldiniz. Bildiðiniz bir tuþ varsa basýnýz. Yoksa, Tilkilerin Katliamýný Önleme Komisyonu için bire, Danalarý Evcilleþtirme Komisyonu için ikiye…. Telefonda sabýrla beklemenin de bir sýnýrý olduðunu bilenlerden olduðu halde, inat ettiðinden dolayý dokuzuncu tuþun ne iþe yaradýðýný öðrenmiþ oldu: "Su Aygýrlarýnýn Kirli Sulara Girmelerini Önleme ve Ýhtisas Komisyonu." Telefonda baþka tuþ kalmayýnca telesekreter kýzýmýz sesini biraz kýsarak "Danýþmaya baðlanmak için
98
sýfýra basýnýz" deyiverdi. Adam, sýfýra öyle bir bastý ki sýfýrýn ateþi doksana vurdu. Bir müddet daha telefon çaldýktan sonra kýzgýn bir ses: - Buyurun, deyiverdi. - Ýyi günler. Bugün gazetelerde derneðinizle ilgili bir haber okudum da. Bir yetkiliyle görüþmek istiyorum. - Ne haberi, neyle ilgili? - Irak Savaþ'ýnda ölen tavuklar için eylem yapmýþsýnýz da. Bu önemli eylem için sizi kutlamak istedim, dedi alaycý ve kýzgýn bir ses tonuyla ama adam bunu hiç mi hiç anlamdý. - Evet efendim, Irak'ýn yetiþmiþ ve hür tavuklarý için yaptýðýmýz eylem medyamýzda büyük yankýlar uyandýrdý. Zaten bu akþam derneðimizin baþkaný Sayýn Aslan Kurt, haber bültenlerine çýkarak bu önemli eylemi neden yaptýðýmýzý anlatacak. - Ha, öyle mi? Ne güzel, ne güzel! Ama ben þu anda bir yetkiliyle görüþebilecek miyim? - Tabii efendim, sizin bu duyarlýlýðýnýz için teþekkür ediyor ve genel sekreterimiz Panter Derici Hanýmefendiye baðlýyorum. Adam, derneðin, eylemi bu akþamki ana haber bültenlerinde büyük bir övünçle anlatacaðýný hayal edince bir kat daha sinirlendi. Telefonda kedi miyavlamalarý, köpek havlamalarý ve kuþ seslerinden oluþan büyük senfoniyi dinledikten sonra Panter Derici Hanýmefendi telefona cevap verdi: - Efendim? - Ýyi günler. Ben bugünkü gazetelerde manþetlerden verilen haberiniz için aramýþtým da. - Ha evet, teþekkür ederiz, arkadaþýmýz anlattý. Desteðiniz için çok teþekkür ederiz. Biz vazifemizi yapýyoruz ama sizin de fiili desteklerinizi bekliyoruz. Derneðimiz maddi manevi destekleri hayvan severlerden beklemektedir. Dün yaptýðýmýz eylem neticesinde…. Adam sabredemeyip: - Ýþte o dün yapýlan eylem neticesinde ne oldu ve böyle bir eylemi neden yaptýnýz acaba?
DERKENAR
Panter Haným'ýn sesi bir anda deðiþti. Kuþkulandý. Olur olmadýk yere derneðe yardým istediði için arayan kiþinin gazeteci hem de þu öteki tarafýn gazetecilerinden olacaðýný düþünerek epeyce bir ürperdi. Ya adam bu sözlerini gazetelere manþet yapar ve "Derneðe telefonda müþteri topluyorlar" diye yazarsa ne yapabilirdi ki? Tabii ya, yapacak þey çok basit, birkaç köþe yazarýna ve gazete yöneticisine telefon ederek bu mesele halledilebilir, böylece derneðin havyanlar alemi ve alem-i elalem nezdinde itibarýný korumuþ olurdu. Tüm þüphelerini sesinde toplayarak: - Neden sordunuz, gazeteci misiniz? - Hayýr, adamýn biriyim. Sizin "sýradan insan" diye tabir ettiðiniz biri!.. Adamýn, gazeteci olmamasýna öyle bir sevinmiþti ki, o an her türlü hayvana minnetlerini sunabilirdi, sundu da. - Beyefendi, bütün hayvanlarý temin ederim, lütfen sinirlenmeyin. - Panter Haným, hayvanlarý falan temin etmeyin, yeteri kadar var zaten! Sizin bu eylemi neden yaptýðýnýzý merak ediyorum gerçekten. - Irak'ta büyük bir vahþet yaþanýyor. Tavuklar, horozlar ve ahýr hayvanlarý telef oluyor. Bu vahþeti Amerika Büyükelçiliði önünde kýnamamýzýn nedeni sesimizi duyurmak ve daha fazla tavuðun ölmesine engel olmak, kamuoyu tepkisini bu yöne çekmek için yapýlmýþ bir eylem. Panter Derici Hanýmefendi, bütün sükunetini koruyarak, eylemi neden yaptýklarý üzerine gerekli saydýðý açýklamalarý yaparken, adam telefonun diðer ucunda duyduðu sözlerden insanlýk adýna utandý, utandý... yerin dibine girecek cesareti henüz kendinde bulamadý! Derneðin Genel Sekreteri'nin dehþet veren sözlerini sabýrla dinliyordu: - Ülkemizin yumurta ihtiyacýnýn yüzde ikisini karþýlayan bu tavuklarýn Amerikan askerlerince öldürülmesini kýnamamýz ve katliamýn engellenmesi yönündeki giriþimlerimiz, hem ülke ekonomimizin dengeli seyri için, hem tavuk yumurtasýndan alacaklarý besinle büyüyüp vatana millete hayýrlý birer evlat olacak küçüklerimiz için atýlmýþ önemli bir adým olarak görüyoruz. - Pekala, neden sadece hayvanlarýn öldürülmesine tepkilisiniz?! - Irak'ta baþka öldürülen mi var?(!) Amerika, sizin de çok iyi bildiðiniz gibi Irak halkýna özgür-
lük getirdi ama Irak'ýn tavuklarýna gerekli titizliði göstermemiþlerdir. Stratejik önemi olan bu konunun, basýnýmýz tarafýndan manþetlere taþýnmasý suretiyle destek verilmiþ olmasýndan da büyük sevinç duyduk. Adam, ne diyeceðini bilemez bir halde, aðzýna gelen kelimelerin birçoðunu yuttu! Sinirden titremeye baþlamýþtý. Artýk tellerinden birinin koptuðunu iyiden iyiye hissediyordu ama bu hayvan kurtarýcýlarýyla nasýl baþa çýkmak gerektiðine, þu kýsa anda bu sinirli haliyle karar verecek durumda deðildi. Telefonda söyleyeceði sözün hiçbir anlam ifade etmeyeceðini de çok iyi biliyordu. Sadece ve sadece seviyesini düþürmekten baþka bir iþe yaramazdý. Basýnýn da buna bu kadar geniþ yer ayýrmasýna þaþmýþtý doðrusu. Þimdi de Panter Haným, basýnýn ilgisinden memnun olduðunu söylüyordu: - Size söyleyecek çok sözüm var ama buna deðmezsiniz. Irak'ta öldürülen tavukluk sizin olsun, sizin öldürmeye çalýþtýðýnýz insanlýðýmýza dokunmayýn! Telefonu kapatýp koltuðuna yýðýldý kaldý. Düþünüyordu: "Nasýl olabilir böyle bir þey; tavuklarýn ölümüne üzülenler, insanlarýn ölümüne kýlýný kýpýrdatmýyor. Ah vah bile demiyor! Yazýk, çok yazýk, hem de çoook yazýk!" Gazeteyi alýp manþete tekrar baktý: "Yumurtalý Protesto" Manþetin altýndaki haberi tekrar utanarak okudu: "Tavuk Ölümlerine Yumurtalý Protesto; Ýki gün önce Irak'ta Amerikan askerlerinin düzenlediði operasyonla yerle bir olan þehirden üzücü haberler gelince Hayvan Haklarýný Koruma ve Koruyanlarý Koruma, Korumayanlarý Gerekli Yerlere Havale Derneði harekete geçti. Dün Amerika Büyükelçiliði önünde yanlarýndaki tavuklarla eylem yapan dernek üyeleri bir müddet slogan attýktan sonra basýn bildirisi okudular. Sonra da yanlarýnda getirdikleri yumurtalarý asfaltta kýrarak tavuklarýn yaþamasý için canlarýný vermeye hazýr olduklarýný dile getirdiler. Gazetemize konuþan Dernek Baþkaný Aslan Kurt, yaptýklarý eylemin bölgenin istikrarýna katkýda bulunmak için önemli bir adým olduðunu ve kamuoyunun desteðini beklediklerini söyledi. Bu arada, eylemden sonra tavuklarda el yerine geçen kanatlarýndan tutarak Meydan'a kadar yürüyen dernek üyelerine ve tavuklara polisin müdahale etmediði gözlendi." 99
DERKENAR
KÜTÜPHANE Türk dili kadar tarihî derinliði ve coðrafî yaygýnlýðý olan pek az dil vardýr. Bu yüzden Türk dilinin tarihini yazmak, iðne ile kuyu kazmaya benzer. Dilimizin esaslý tarihini ve gramerini yazmak için öncelikle, yazý dili haline gelmiþ lehçelerin temel kaynaklarýný tespit etmek ve bunlar üzerinde yapýlan çalýþmalarý bir araya getirmek gerekir. Bu kaynaklar bilgisi, yapýlacak karþýlaþtýrmalý lehçe çalýþmalarýna temel teþkil edecektir. Ancak o zaman, Türkçenin çerçevesini oluþturduðu bir “iþ”te ve “fikir”de birlik meydana gelebilecektir. Dr. Ali Akar’ýn titiz çalýþmasýyla sunulan kitapta Türk dilinin tarihinin daha iyi anlaþýlmasý ve somut deliller olmasý açýsýndan haritalar da eklenmiþ. Türk dilinin geliþim süreci, lehçeleri ve yaþayan dilin kaynaðýna “ilmi” bir yolculuk... Dr. Ali Akar TÜRK DÝLÝ TARÝHÝ Ötüken - Ýnceleme/Araþtýrma
Osmanlý’nýn muhteþem sultaný Kanuni, batýlý Harold Lamb bir yazar olan Harold Lamb’ýn kaleminden KANUNÝ SULTAN SÜLEYMAN sunuluyor. Ancak diðer batýlý yazarlarýn Kaknüs - Tarih aksine Kanuni’nin özel hayatýna takýlýp kalmýyor, Kanuni’yi bütün yönleriyle ele alýyor. Objektif bir bakýþ açýsýyla kitabý yazdýðýný iddia eden Lamb, Kanuni Sultan Süleyman’ýn devlet yönetiminden devrin siyasî ve askerî olaylarýna, savaþlarýndan yapýlan antlaþmalardaki düþünce arka planýna, uluslararasý dengelere dair farklý bir bakýþ açýsý ortaya koyarak geniþ bir Kanuni portresi çiziyor. Osmanlý Devleti’nin ihtiþamlý dönemindeki sosyal hayata da ýþýk tutan bu kitap, Kanuni’nin hikayesi üzerinden, o zamanlar üç kýtanýn kaderini belirleyecek kudrette olan Türk halkýnýn hikayesine yöneliyor. Polisiye bir soruþturma, bir gerçek arayýþýdýr, ama her an için bir dedektifin kendi gerçeðini arayýþýna da dönüþebilir. Týpký Selb’in Yargýsý’nda olduðu gibi. Selb’in Yargýsý, Almanya’nýn karanlýk yýllarýnda inançlý bir Nazi olarak savcýlýk görevinde bulunan özel dedektif Gerhard Selb’in ilk serüvenine tanýk ediyor bizi. Dizinin bu ilk kitabý, kedisi Turbo ve tümüyle kendine özgü Prusyalý tarzýyla altmýþ yedi yaþýndaki Dedektif Selb’i tanýtýyor; bütün günahlarýyla, bütün sevaplarýyla. Serinin bu ilk kitabý, Almanya’nýn Nazi geçmiþine, sýký bir toplum eleþtirisi yöneltiyor. Üç kitaplýk serinin diðer kitaplarýnda Dedektif Selb’in savcýlýk görevi sýrasýnda doðru olanla gerçek olan arasýnda yaþadýðý ikilem üzerinden ahlakî bir probleme tanýk oluyoruz. Bernhard Schlink - Walter Popp SELB’ÝN YARGISI Can - Polisiye Roman
1925 doðumlu olan Neclâ Pekolcay Hoca, Neclâ Pekolcay 1950 yýlýnda Ýstanbul Üniversitesi’nin ilk GEÇTÝM DÜNYA ÜZERÝNDEN kadýn filoloðu olma vasfýný kazandý. Ömrünü L&M - Biyografi/Hatýrat sayýsýz ilmi çalýþmalara adayan Neclâ Pekolcay, hatýratýný da kendisi yazarak, tecrübelerini, yaþadýðý sýkýntýlarý, bir bilim kadýný olarak karþýlaþtýðý engelleri ve dostlarýnýn büyük desteðini anlatýyor. Neclâ Hoca, hayata “ben” merkezinden deðil de “biz” cephesinden bakmanýn ne anlama geldiðini anlatýyor hatýratýnda. Edebiyat öðretmenliði yaptýðý günleri, MEB’in Ýslâm Ansiklopedisi için yapýlan çalýþmalarý dün gibi anlatan Neclâ Hoca, adeta yaþadýðý zamanýn tanýðý olarak sadece kendini deðil devrin bazý önemli geliþmelerini ve eðitim kurumlarý üzerindeki etkilerini de anlatýyor.
100
DERKENAR Gözleri kükürt sarýsý, hiçbir canlý varlýða benFriedrich Dürrenmatt zemeyen devasa, ürkütücü bir köpek ve KÖPEK-TÜNEL-ARIZA onun bir gölge gibi takip ettiði münzevi bir Ýþ Kültür - Öykü vaiz... Yirmi dört yaþýnda, gerçeðin arkasýndaki ürkütücülüðü keþfetmiþ ve bindiði trenle daha önce varolmayan bir tünele bir daha çýkmamak üzere giren genç bir adam... Evinden bir saat uzaktaki bir köyde arabasý arýza yaptýðý için mahsur kalan ve tuhaf bir villada geceleyerek konuk olduðu evde kurulan bir mahkemede hayatýnýn suçuyla yargýlanan bir tekstilci... Ünlü oyun yazarý Friedrich Dürrenmatt’tan rutin yaþantýnýn içinde ansýzýn açýlan kapýdan geçerek gerçekle baðlarýný yeniden sorgulayan kahramanlar ve birbirinden heyecanlý üç öykü.
“Abdülhak Þinasi Hisar, çaðdaþ edebiyatýmýzýn sayýlý ustalarýndan. Her þeyden önce bir ‘zaman’ büyücüsü. Geçmiþ zamaný daima bugüne taþýdý, belleksiz bir topluma büyük bir kültürü ve uygarlýðý hatýrlatmak için... Kelime Kavgasý, Hisar’ýn dergilerde, gazetelerde unutuluþa terk edilmiþ edebiyat ve roman yazýlarýndan derlendi. Bu yazýlar özellikle roman sanatýna yepyeni açýlýmlar getiriyor. Kelime Kavgasý, has okurlara gerçek bir edebiyat þöleni.” Selim Ýleri ‘Edebiyata ve romana dair’ alt baþlýðýyla yayýnlana kitapta, Hisar’ýn, romana ve eleþtiriye dair önemli düþüncelerine tanýk oluyoruz ve söylediklerinin bugünkü edebiyat ortamý için de geçerli olduðunu hayretle görüyoruz. Abdülhak Þinasi Hisar KELÝME KAVGASI Selis - Edebiyat Kültürü
Tayfun Pirselimoðlu, romanlarýnda Tayfun Pirselimoðlu yakaladýðý özgünlüðü devam ettiriyor. MALÝHULYA Malihulya, yine Pirselimoðlu’nun hayal Ýthaki - Roman dünyasýndan sýnýrlarý zorluyor. “Henüz yüzüne ustura deðmemiþ genç berber çýraðý Haþmet bir gece rüyasýnda O’nu görür ve hemen derin bir aþka gark olur; peþinden Baðdat’a doðru uzun bir yolculuða çýkar. Bu büyülü yolculuk sýrasýnda karþýsýna çýkan, hayatlarý tuhaf aþklarla bezeli insanlar Haþmet’e kendi hikayelerini anlatýp onu uyarýrlar. Lakin, Haþmet’in kalbi çoktan akýldýþý aþkýn girdabýna kapýlmýþ, ruhu sönmemek üzere alev almýþtýr bile. Ne zavallý kondüktörün anlattýklarý, ne tel cambazý Yakup’un dehþet verici kaderi, ne aynacýnýn korkunç hikayesi Haþmet’i yolundan döndürür.” 1940’larýn sonunda Burgazada’da geçen Kestane Karasý, yýllarca gazetecilik yapan Engin Aktel’in ilk romaný. Denizin baþrol oynadýðý, balýklarýn sürdürdüðü bir roman ve okuru peþinden sürüklüyor. Burgazada’nýn insanlarýyla tanýþtýran, balýkçýlarýn dünyasýna konuk eden roman, okuru denizin hýrçýn dalgalarýnýn arasýnda zaman zaman yormuþ olsa da, adaya gelindiðinde sakinliðe kavuþturuyor. Coðrafi sýnýrlarý böylesine kýsýtlý olan bir adada, insanlarýn öfkelerinin, nefretlerinin olduðu kadar, dostluklarýnýn, sevgilerinin de deniz gibi uçsuz bucaksýz olduðuna tanýk oluyoruz romanýn sayfalarý arasýnda. Sait Faik’in ada hikayelerine nazire yaparcasýna adadan baþka yere bakmayan, sayfalarý deniz tuzu kokan bir roman... Engin Aktel KESTANE KARASI Everest - Roman
General Goldberg, Goldberg Paþa, Davut Ejre Ayden Han, Þeyh Davut, David Goldberg... Seksen GOLDBERG PAÞA beþ yýllýk yaþamý boyunca dünyanýn farklý Sel - Roman yerlerinde bu isimlerle çaðrýlmýþ Goldberg Paþa. 20. yüzyýlýn baþýnda Moskova’da baþlayan, Asya çöllerinde, Türkiye’de ve New York’ta geçen serüven dolu hayat öyküsü, geçen yüzyýlýn panoramasýný çizmekle kalmýyor, aþýk olmayý bilen, entelektüel bir savaþ ve yaþam adamýnýn duyu dünyasýnýn da kapýlarýný aralýyor. Tarihin karanlýk sayfalarýndan çýkýp gelen Goldberg Paþa, Kurtuluþ Savaþý yýllarýnda cephede çarpýþmýþ ve madalya ile onurlandýrýlmýþtýr. Goldberg Paþa, mezarýnda da olsa hayatýnýn en deðerli ve önemli hediyesi olarak gördüðü bu madalyaya kavuþabilecek midir?
101
DERKENAR Valérie Tong Cuong “Ýþ ana deðer oldu” diyor Valérie Tong GERÝYE BÝR UMUT Cuong. Ve romaný da modern hayatýn bu Doðan Kitap - Roman acýmasýz gerçeðini masalsý bir dille eleþtiriyor. Geriye Bir Umut, iþ dünyasýnda baþ döndürücü bir hýzla yükselen Ferdinand’ýn hikayesi. Onun kýskanýlan baþarýlarýnýn ardýndan gelen, iþi geliþmiþ robotlara býrakarak, iþsiz yaþama arzusunun ve özel hayatýnda ipleri nasýl elinden kaçýdýðýnýn hikayesi. Modern dünyanýn çarklarý arasýnda ezilmekten, insanlýktan uzaklaþmaktan, sadece bir maþa olarak yaþamaktan söz eden bu roman, ayný zamanda yarým kalmýþ bir aþkýn hikayesini de taþýyor okuyucuya. Þirket dünyasýnýn soðuk yüzü ile insanýn gelgitlerle dolu sýcak yaný kaynaþýyor, barýþýyor ve okuyucuya sorular soruyor. Gazeteci Fabio Rossi gözünü hastanede açar; baþýndan yaralanmýþtýr ve son elli gün hafýzasýndan silinmiþtir. Kendisiyle ilgilenen sarýþýn geç kadýnýn, birkaç haftalýk sevgilisi olduðunu öðrenir. Fabio, onu daha önce hiç görmemiþtir. Daðýlan yaþamýnýn parçalarýný bir araya getirmeye, kafasýndaki sorulara yanýtlar bulmaya çalýþýr. Gazetedeki iþinden neden istifa etmiþtir? Daha önce üzerinde çalýþtýðý söylenen “büyük mesele” neyle ilgilidir? En iyi arkadaþý ve meslektaþý Lucas Jager’in tüm bu olanlardaki rolü nedir? Fabio yanýtlara ulaþtýkça, yitik yaþamýnda adým adým yönünü bulur. Bu sýrada, örtbas edilmeye çalýþýlan bir skandalýn içine çekilir. Can Dostu, sürükleyici bir polisiye-gerilim romaný... Martin Suter CAN DOSTU Ýthaki - Polisiye Roman
Nihan Taþtekin, daha önce yayýnladýðý Nihan Taþtekin ‘Kertenkelenin Uykusu’ ve ‘Yaðmur BaþlaKARGANIN GÜLDÜÐÜ mýþtý’ adlý kitaplarýndan izler taþýyan yeni Can - Öykü çalýþmasý ‘Karganýn Güldüðü’ ile bir kez daha okur karþýsýnda. Kitabýn farklý bir kurgusu var. Karganýn Güldüðü’nün ilk on iki öyküsü birbirinden baðýmsýz. On üçüncü ve son öyküsü ise, ünlü polisiyelere gönderme yaparcasýna, önceki öykülerin kahramanlarýný bir araya getiriyor. Yazar, edebiyatýn deðiþik türlerinden yararlanarak, okurunu kurguladýðý oyuna davet ediyor. Farklý bir dili var yazarýn. Kahramanlarýnýn psikolojik dünyalarýný yansýtmakta oldukça baþarýlý; metnini þiirle beslemeyi, duyarlý, özgün bir yapýt ortaya çýkarmayý iyi biliyor.
Taþra: Darlýk, boðuntu, kasvet, tekdüzelik, kenarda kalmýþlýk, gerilik, baðnazlýk, kavrukÝletiþim - Deneme luk, güdüklük... Taþra: Saflýk, samimiyet, sýcaklýk, sahicilik-otantiklik, sükûnet, asûdelik... Buna benzer olumlu-olumsuz kliþelerle anýlýr taþra. Peki o kliþelerin ötesinde ne var? Taþraya bu gözle bakmayý, taþra gerçekliðini ve taþra imgesini sorgulamayý deneyen yazýlar var bu kitapta. Özellikle de Türkiye’deki taþra deneyimlerine bakan yazýlar: Taþrada okur-yazar olma, kadýn olma, solcu olma hallerine... Edebiyatta, þiirde taþraya... Taþranýn (taþralarýn) tarihsel, toplumsal dönüþüm sürecine... Elias Canetti’nin ‘Ýnsanýn Taþrasý’ kitabýndan ilhamla söylersek: Taþraya bakmak, insanýn içine bakmasýdýr biraz! Kitap, Nuri Bilge Ceylan’ýn fotoðraflarýyla yayýnlanýyor. Derleyen: Tanýl Bora TAÞRAYA BAKMAK
Dordogne’da bir ada. Þiir ve gizem dolu, Christian Signol hayal-lere özgü bir su dünyasý, bir sýðýnak. BÜYÜK ADA Bastien ve ailesi orada yaþýyor. Dünyalarý, su Everest - Roman ve nehir. Onlara yaþama gücü ve mutluluk veren bir cennet. Savaþ bu dünyanýn ahengini bozamasa da, mutluluk ve sonsuz çocukluk dönemine ait anýlar dýþýndaki her þey yavaþ yavaþ yok olup gitmekte. Birbirine sevgiyle baðlý beþ kiþilik bir ailenin dünyaya yelken açmasýnýn heyecanýný ve hüznünü bir arada iþliyor. Christian Signol, zamanýn kaçýp gidiþini, yetiþkinliðe atýlan adýmlarý ve doðanýn ihtiþamýný olaðanüstü bir duyarlýlýk ve nostalji içinde veriyor.
102
DERKENAR Orta Asya’nýn ileri karakollarýndaki bir Bahýyyýh Nakhjavaný kasabada hýrslý bir kâtip, baþyapýtýný yazma KAÐITTAN DÜÞLER hayelleri ile yaþamaktadýr. Ama eserine Ýnkýlâp - Roman baþlayabilmesi için önce tarifi mümkün olmayan güzellikte, daðlardaki karlar gibi saf o mükemmel kâðýdý bulmak zorundadýr. Þahlarýn, sultanlarýn ve çarlarýn birbirleriyle mükelleflik kurduklarý, sayýsýz anlaþmalar yaparak birbirlerini denedikleri, on dokuzuncu yüzyýlýn hareketli zamanlarý yaþanmaktadýr. Kâtip, eski usüllerle imal edilmiþ saman kâðýdý ve paçavra kâðýdýnýn, o zamanýn metodlarýyla kâðýt hanurundan imal edilmiþ kâðýdýn peþinden, camiden saraya, hisardan pazara ve sonunda geleceðin donuk halde titreþen sayfalarýna doðru sürükleneceði bir maceraya atýlacaktýr. Savaþsýz Yirmi Gün, yazarýn bundan önceki ‘Savaþ Günleri’ romanýnýn devamý niteliðinde. Konstantin Simonov (19151979) II.Dünya Savaþý sýrasýnda Sovyetler Birliði’nin Almanlara karþý açtýðý cephelerin birçoðunda “Kýzýl Yýldýz” ordu gazetesinin savaþ muhabiri olarak görev yapmýþ; ileri hatlarda çarpýþan askerlerle yan yana, savaþa tanýklýk ederek, birkaç kez ölümle burun buruna gelmiþtir. Savaþý, bir gazeteci soðukkanlýlýðýyla izleyen Simonov, komutanlar, askerler arasýndaki iliþkileri, ölümüne çarpýþan insanlarý birer savaþ makinesi olarak deðil, duygu dolu, sýmsýcak varlýklar olarak, gerçekçi irdelemelerle anlatmaktadýr. Lopatin’in Notlarý’nýn devamý niteliðindeki bu ikinci roman, savaþtan sonraki dramý gözler önüne seriyor. Konstantin Simonov SAVAÞSIZ YÝRMÝ GÜN Gendaþ Kültür - Roman
Gazeteci-yazar Ahmet Kekeç’in son kitabý Ahmet Kekeç ‘Kanamalý Haydut’ normal bir günceden KANAMALI HAYDUT beklediklerimizin çok ötesinde, þaþýrtýcý bir Selis - Günce sýcaklýkla kaleme alýnmýþ. Edebiyat, kýraathaneler, tartýþmalar, sigara, mangal keyfi, trenler, sokaklar, semtler, gazeteciler, Kafka, tünel, ceza, Haliç... Ahmet Kekeç, günlük hayatýndaki nesneleri, mekanlarý, insanlarý, durumlarý o gün hissettikleriyle kaleme almýþ. Samimi, içten ama ‘þunu þöyle, bunu böyle yaptým’ demeden, sanki birer hikaye gibi, sanki küçük küçük manifestolar gibi güncenin sayfalarý açýlýyor. Neden ‘Kanamalý Haydut’ diye düþünürken, her yazýnýn aslýnda ‘sessizce haykýrdýðýný’ farkediyorsunuz.
BÝZE
GELEN
DÝÐER
KÝTAPLAR
Aðzý Var, Dili Yok Þehrazat, Cihan Aktaþ, Kapý, Öykü Yabancý, Diana Gabaldon, Gendaþ-Kültür, Roman Vedat Türkali Kitabý, Haz: Sebahat Özdemir, Everest, Biyografi Edebiyatýmýzýn Güler Yüzü, Mehmet Nuri Yardým, Selis Kitaplar, Edebiyat Kültürü Güneþle Damgalý, Nihat Ziyalan, Can, Roman Bize Velvele Düþtü, Cengiz Aydoðdu, Ötüken, Düþünce Bir Aþk Masalý, M. Þakir Çetin, Ötüken, Roman Yaþamak Ýçin Bir Neden Söyle, Nesrin Turhan, Doðan Kitap, Roman Osman Bölükbaþý, Deniz Bölükbaþý, Doðan Kitap, Aný Karanfilsiz, Hakan Þenocak, Ýþ-Kültür, Öykü Futbolun Psikiyatrisi, Kaan Arslanoðlu, Ýthaki, Kuram Yazar Olmak Ýstiyorum, Ömer Sevinçgül, Carpe Diem, Deneme Dostoyevski’den Ruha Dokunan Düþünceler, Haz: Esra Uluç, Carpe Diem, Düþünce Latife Hanýmýn Sýrlarý ve Türk Sosyetesi, Mehmet Barlas, Birey, Ýnceleme 103
Fotoðraf: Sabah Dükancý / Adam - Portreler 2
.