ilan sayfas覺
DERKENAR
DERKENAR Edebiyat, kültür ve sanat dergisi Ýki ayda bir çýkar ISSN 1304-6667
Yýl:1
Sayý:2
Mart-Nisan 2004
Sahibi ve Yazý Ýþleri Müdürü Aynur Ulutaþ
Genel Yayýn Yönetmeni Seyfullah Aslan
Yayýn Danýþmanlarý Mehmet Çelik Mehmet Ali Baþaran
Yayýn Kurulu Emine Öte Abdullah Sami Serhat Bakýr Süheyl Ünlü
Düzelti Emine Öte
Sayfa Düzeni Mehmet Çelik
Yazýþma Adresi Merkez mah. Güngören cd. 4.sk No:48/13 B blok 34560 Baðcýlar - Ýstanbul
Ýletiþim Seyfullah Aslan 0536 511 99 02
Elektronik Posta derkenardergi@hotmail.com
EDİTÖR'DEN Ýlk sayýmýzý geride býrakýp Sayý 2 dedik. Ýlk sayýmýzdaki heyecaný bu sayýya da, bundan sonraki sayýlara da yansýtacaðýmaza inanýyoruz. Olumlu-olumsuz, gelen tüm eleþtirilere teþekkür ediyoruz. Eminiz ki tüm eleþtiriler bir yanlýþýmýzý düzeltecektir ya da gözümüzden kaçýrdýðýmýz bir noktayý hatýrlatacaktýr. Ýlk sayýmýza göstermiþ olduðunuzu ilgiden dolayý da ayrýca teþekkür ederiz. Basýn-yayýn kuruluþlarýnda Derkenar’la ilgili haberlere rastladýk. Hürriyet Gazetesi yazarý Doðan Hýzlan da 28 Ocak’ta geçen sayýdaki söyleþi ile ilgili yazdý. Bu sayýmýzýda Ýstanbul Bilgi Üniversitesi Karþýlaþtýrmalý Edebiyat Bölüm Baþkaný Prof. Dr. Murat Belge ile bir söyleþi yaptýk. Edebiyat, sinema, Ýstanbul ve yayýnevleri konularýnda çarpýcý tespitlerde bulundu Murat Belge. Geçen sayýmýza gelen eleþtirilerden biri de þiirin çok fazla olmasýydý. Bu sayýmýzda þiirleri azaltýyoruz. Niyazi Karabulut ve Mustafa Ýlhan’ýn birer þiirini yayýnlýyoruz. Ayrýca, Erkan Kara’nýn deneme-þiir tarzýnda özgün bir çalýþmasýný sizlerle paylaþýyoruz. Abdullah Sami, Mustafa Uysal ve Seyfullah Aslan’dan birer öyküyü; Atanur’un öykü-mektup tadýnda özgün bir çalýþmasýný ve Ramazan Seydaoðlu’nun bir denemesini yayýnlýyoruz. Serhat Bakýr, kitap eleþtirisi ile orta sayfadaki yerini alýyor. Önümüzdeki sayýdan itibaren dosya konusu gibi olmasa da, bir kelimenin peþinden gideceðimiz çalýþmalar olacak. Üçüncü sayýnýn kelimesi “yol” ve yol üzerine yazýlarýnýzý bekliyoruz. Daha iyi sayýlarda buluþmak umuduyla...
Abonelik Bedeli Yýllýk (6 sayýlýk): 12.000.000 TL
Posta hesap çeki Seyfullah Aslan 1603241
Abone olacaklarýn dikkatine! Aboneliðinizin baþlamasý için;
Baský - Cilt
* Abonelik ücretini
Bayrak Matbaasý (0212) 638 42 03
Seyfullah Aslan 1603241
no'lu posta çeki hesabýna yatýrmanýz Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Reklamlarýn sorumluluðu reklam verene aittir. Ýlan pazarlýða tabiidir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez.
* Posta çeki alýndý belgesinin fotokopisini ve adresinizi yazýþma adresimize göndermeniz yeterlidir. 3
DERKENAR
Atanur
KAPANMALAR KUYRUK SOKUMU 27.06.2003 Pek Muhterem Neþet Bey'e Baþarabilirsem bir öykü olmasýný istiyorum bunun. Hava çok sýcaktý, o gün her zaman olduðu gibi iþimin baþýndaydým. Beynimin ense boþluðunu iki yumruk gibi somut olarak hissedebiliyordum. Yüzyýllar ötesinden gelen bir cerrahýn neþteri beynimin kývrýmlarýný ince ince, sancýlandýra sancýlandýra çiziyordu. Kan görmeyince muhakkak tedirgin olurdum ama umutlanýrdým da. Beynimin kanadýðýný hiç görmedim. Buna sevinemiyordum, çünkü iç gözlerimin duyduðu beynimin dokularý arasýndan ince bir kan sýzýsýnýn, bir kalem ucu mürekkebin sudaki seyri gibi daðýldýðýydý… þakaklarýmýn kýlcallarý yaprak týrtýllarý gibi, ama olduklarý yerde, kýmýl kýmýldýlar… azýcýk hareketlenmeleriyle bütün vücudumun damar aðý hep birden çekiliyordu. Mutlaka dünyanýn bir ucuna kaçmalýydým. Yollarda hiç insan görmeden… nasýl olacaksa… ama biliyordum ki; porselen diþlerinin arasýndan her an çýkmasý muhtemel pis kokuyu nane kokulu spreyiyle bastýran patronumun tek bir hareketiyle onun yanýnda bitiverecektim… Ýþten, dýþ hayattan bahsettiðimde uzuyor cümlelerim. Oysa içte kýsacýklar, kendime yakýnlýðýmdan belki… 'bit'… küçülüp -evrimleþip- en küçük haline geldiði düþüncesinden mi çýkmýþ olsa gerek, bitin 'bit' koyulmasý adýnýn… bir dileði de bildirmesi muhtemel… 'bit de bitsin artýk bu kaþýntýlar' anlamýnda… bit, tüken… halbuki bitmek, doðmak, büyümek, filizlenmek anlamýna da gelmiyor mu? Bitmesini dilerken aðrýlarýmýn bu ikinci anlamla yeniden baþlatmýþ olmayayým? Bittim bu aðrýlardan, tükendim… þimdi de geniþ ipince parmaklý bir el kafatasýmýn içinden yavaþ yavaþ sýkýveriyor beynimi… Beynime bunca yüklenmem kalbime yarýyor… hemen gözlerime birilerini iliþtirip 'git peþinden' diyor…. internette yeterince hayalleniyorum, üstelik yüzünü gözünü görmediðim insanlar için… dokunma duyum tuþlara aktarýlmýþ bir þekilde… sadece dokunma deðil altýncý duyumun yoðunluðunda bütün duyularým… Radyomun antenini biraz daha uzattým. Fonda kalbim olacak þekilde, göðüs kafesime birer birer kondu bir þarkýnýn içli notalarý ve bilmem este miydi neydi tüm bedenimi bir ürperme aldý. Þu dizeyle yeniden hayatýma döndüm: "Yaþamým bir þarkýcýnýn iç çektiði andýr" Aðlamak sadece bir istek olarak ama rüzgârýný kaçýrarak yüzümde bir müddet bekledi. Son dönem filmlerindeki þehirden, somut gerçeklikten kaçýþ düþünceleri, tam tersi bir etkiyle beni koltuðuma iyice yapýþtýrdý. Taklit edilebilecek en büyük ve zor þeyi taklit etme isteðiyle sandalyemi olabildiðince döndürdüm. Evren… evren notalarýný anlayamadýðým bir düzenle -ve porte çizgilerinin nöron baðlarýmý kesme ihtimaline karþýn- viþne viþne yerleþtirdi. Sanýrým en çok kaburgalarým için masaj altýnda kalmalý…. Kuyruk sokumu… bugünlerde bununla ilgili bir öykü yazma hevesindeyim. Aslýnda bana bunu çaðrýþtýran hayatýn ucunda olma isteðimdi. Þimdi bir öykü ile karþýlayýp bunu, bir uca gitmekten vazgeçeceðim aþikâr. Ekran yüzümü kýzarttýðý gibi gözlerimi de alma hevesinde. Veriyorum, ilâh ne verdiyse, bu hayat ne kattýysa veriyorum. Benden sonrakiler de benim onlara hazýrladýðým oyuncaklarla avutsunlar diye kendilerini… kuyruk sokumu diyordum, insanýn eksik tarafý. Ya bir
4
DERKENAR kertenkele gibi, evrimin kývrýmlarýna býraktýk kuyruðumuzu korkumuzdan ya da artýk taþýyamayacaðýmýzý anladýk… bir ucu düþünmek bizi nasýl ürkütürse ürktük ucumuzdan… ve büyük çoðunluðunu uyumaya baþladýk ömrümüzün…. Omurgalarýmýn altýnda bir yýlan uzanýk boylu boyunca… ben uyuduðumda o rahat vermiyor, o uyuduðunda ben… Þimdi uzun zamandýr istediðim demirli yataðýmý mezara dönüþtürme fikrine geri saplandým. Denemek bu, makaleyi sevmemek gibi. Mezar… Bir zaman ruhlarla boðuþurum, ama üstüne gidince geçen korkular gibi ölüm korkusunu da atarým belki dünyanýn ucundan. Kendimi ölümsüz bile sanabilirim ama iyi niyetli bir yapým var... kimseyi ýsýrmam kaný için… kendi kanýmý çözemediðim gibi baþkalarýnýn kanýyla da hiç mi hiç uðraþamam. Biliyorum felsefecilerin pek çoðu, baþta Aristo, büyük büyük babamýz, karþýtlarýyla anlamlanýr diyecekler varlýklar. Tek isteðim, isteklerimin karþýlanamayacaðý bu yerde artýk bitmek. Dört tekerleðin üstüne binip daha önce çizilmiþ yollardan evime döneceðim de belli birazdan. Yol çizgilerim kesik kesik zati. Saða sola geçilir anlamý. Sollamalý bir hayat bu. Ya fena halde sollandým, yol bomboþ ya fena halde solladým, yol bomboþ. Uçurum diyorum bir yandan, gerginliðim kuyruk sokumu kemiðimin ucundan düþsün diyorum. Yýlanýn kuyruðunun ucundan… Bir yýlan bekliyor omurlarýmý… oylum oylum ve soðuk suðuk kýmýldýyor… omirilik soðaným diþlerinin güvencesinde. Siz buradan benim bir ruh hastasý olduðumu çýkarabiliyorsunuzdur ama hýzlý bir daktilo gibi bon-
cuklara dizip düþünceyi, saçma sapan da olsa çýkarmak istiyorum içimden. Yumruklarý açýp avuç içlerini görmek istiyorum yaþamanýn… avuç içleri… daha mahremini duymadým… aklýn, kalbin, kaderin, saðlýðýn krokisini avuçlarýma almak istiyorum… Mutlaka dünyanýn ucuna kaçmalýyým. Özellikle bugünlerde hiçbir þey düþünememeye ihtiyacým var.. sürekli telefonun kablosuyla oynamamýn sebebi de biri ile konuþup yine saðlýklý insanlar gibi kendimi düzenin düzlüðüne çýkarmak. Aslýnda arzularým insanlarýnkinden pek de farklý deðil… bu arada ben eðri bir insaným, siz belki yazarýný görmediðiniz kitaplarý okurken aklýnýza gelen suretlere benzettiniz… Sürekli yemeye baþladým. Önüme ne gelirse yiyor içiyorum. Sonrasýnda birkaç gün su içmeyi dahi unutuyorum. Birazdan aynanýn karþýsýna geçip kendimi iyi hissedene kadar kendime göz telkini yaþatacaðým. Farklý bakýþlar deneyeceðim. Görüntüm, beni yok ediyor. Aynada kurtulabiliyorum biraz düþünmekten. Kendime bakarken baþkalarýný düþünüyorum. Onlarýn bana baktýklarýný düþünüyorum. 5
DERKENAR Aynada baþka bir þey düþünemem zaten. Nedense en çok sivilcelerimle uðraþýyorum… neremde bir yamukluk varsa onu görüyorum… þu sýralar kendimin çok da umurunda deðilim sanýyorum. Þimdi birazdan anlayacaðýnýz üzere -tabii ki bunlarý tasarlýyorum, ama siz hep doðal olduðuna inanýnca kýymet veriyorsunuz- bir otobüsün en arka koltuðundayým… çok kiþilik bir koltukta tek kiþilik bir keyif sürüyorum. Traktördeki küçük oðlana saygýyla bakýyorum, o bana dil çýkarýyor. Otobüs bahsi fazla sýkýcý, eve ulaþtýðýmda daha çok þey bulabilirim. O kadar býktým ki hayalet gibi düþüncelerden artýk hepsi kelimesini bulsun istiyorum. Bigbang'den önce ne vardýysa evrende, bilmek istediðim bende ne olduðu, düþünceden önce. Tapaj hatalarým da bu yüzden, yani olduðu gibi olsun isteðimden… Bugünlerde yazdýklarým arasýnda en sevdiðim de bu söz zaten.. ne kadar yalýn deðil mi, "Olduðum yerdeyim." Düþüncem çýplak kalmasýn, kaldýðý zaman her þeyi içine almak istiyor, almasýn… Giyinsin… Kýyafetlerim ilk anda giymeyi düþündüklerim olmalý. Kopuk bir kuyruk gibi arýyorum onlarý… düþüp kaþým yarýldýðýnda, duyduðum acýyý tasarlayarak mý anlatýyorum ki tasarlayayayým her þeyi… hem daðýlýyorlar tasarlayýnca… Beynimdeki yumruklar çekildiðinde, belki bir 'gel!', 'git!' olduðunda ne kalacak düþünüyorum, düþüncemden geriye…bir jaguar koþturuyor ardýmdan, deðil gömleðimin yýrtýldýðýný, etlerimin daðýldýðýný bile düþünecek halde deðilim… baþýndan da söyledim.. bu bir gitmek, aklýnýn ucuna. bit-! bitir-!… kelimelerle oraya… gitmek… kum saatini çevirir gibi… yerin yüzünü olduðu gibi göðün yüzüne boþaltýr gibi… ucu bulmanýn en kestirme yolu, aradaki mesafeyi hiç etmektir… arada boyutlar varsa da kiþi bilmeli, vurgundan korunma yöntemlerini… neleri daðýttýðýndan emin olmalý toplamak için.. baþlangýcý bulmalý… milâdý… Aklýma, -Freud Amca'ya selam!- çocukluðum geliyor. Bu okur-yazarlýðýmla çocukluðumu anarken dört amcamdan birini Freud olarak düþünüyorum… köpeðim olursa bir amca daha karýþacak hayatýma…. yok yok amca olmaz o, bu yaþtan sonra ancak arkadaþ olur. Ah Pavlov!. Gerçi eski arkadaþtýk onunla, teneffüs çýkýþlarýnýn özel bir anlamý vardý onda… Yarýn bir gün çiftçiliðe özensem, bezelye yetiþtirmek geçse aklýmdan Mendel'i de hýsýmlarým arasýna katacaðým herhalde. Bu düþüncelerden de sýkýlýyorum… mecbur muyum öyle her adýmda birisini anmaya? bitmez ki hem… baþka bir damarýna girmeliyim düþüncemin… ne yazar damar bu, ne atar… toplar kalýyor geriye… topluyorum iç alemimi… hele bir atar tarafýna geçeyim de o zaman görün hýzý…. Eve de ulaþtýk þimdi. Yine, ayakkabýlardan baþlayabilirdim... ayakkabýlýktan… siz oradan anlardýnýz evde olduðumu…. ayak kalabalýðý yaþanýyor büyük þehirlerin sokaklarýnda… insanlarýn iki katý kalabalýk… eller keza, gözler, kirpikler… Daðýlýyorum... Bu kelimelerin zili, telefonu yok ki çalsýn… kapýlar…. açýlsýn…anlaþýlsýn evde olduðum. Of hiçbir þeyi atlamamaya karar veriyorum giderek, acaba benim gerçekliðim sizin için yine bir akýl oyunu mu olacak? Radyoda bir telefon anonsu, cýngýl cýngýl rakamlar.. sonra sapsarý altýn yüzüklü iki el. On parmak harfleri birer ikiþer paylaþmýþlar, ne söylersem kaðýdýn sahtesine vidalanýyor kelimeleri… ekrana doluyor her þey. Kelimeler ne garip! Görüntüden ve sesten imaller… Ýmlâlar öyle kalsýn istiyorum þimdi.. acaba sonra düzeltmeye çalýþýr mýyým? Düzeltsem bile düzeltmek istemediklerim olabilir mi? Sizin doðrusunu okuduklarýnýzdan hangilerini düzeltmiþ olabilirim? Kaçýncý kez geçiyorum yazdýklarýmýn üstünden? Kim bilecek bunlarý? Acaba bir kurgu var mý yok mu? Kaçýrdýðýnýz birþeyler olabilir mi? Þu kelimede kaç harf var, kökeni ne? Biliyorum bunlarý siz çýkarmak isterdiniz yazýmdan yani dikkatsiz deðil de bilerek yanlýþ yunluþ yazýldýðýný bu satýrlarýn… bu son cümleyi söylemem daha da rahatsýz ediyordur sizi þimdi... sorularý önceden soruþum.. Okumaktan kaç kez vazgeçtiniz kimbilir? Nereden mi biliyorum beni býrakmadýðýnýzý hâlâ? Böyle komik soru olur mu? Amacým belli bunlarý yapmakta. Sizin ve benim bir bulmacayý çözünce, geçici bir süre dünyanýn bütün gizini de çözdüðümüze inandýðýmýz -ya da o rahatlýðý duyduðumuz- bütün duraklarý ne kadar muhteþem olsalar da çekiyorum önünüzden… istiyorum bunu.. Geldiðiniz mesafe yetemiyor size bu yüzden. Ama bu da bir hýz ve bu hýza ait duraklar da var… ýþýn duraklarý uzunca.. aþk duraklarý… üstündeyken havalandýrýyorsunuz hayatý.. ben kendi adýma onlarý da kaldýrma hevesindeyim… yaðmura karþýlýk bir artezyen tazyiði gökyüzüne.. aþk.. yedi renk, yediveren, yedi doðurur… aþk doðurgandýr… ebemkuþaðý, 6
DERKENAR damlalar… ters yaðmur…. ters lâle… kumlar…. ince ince…. cýsýr cýsýr.. bir duraðý ömür bellemeyeyim diye… Birilerinin düþüncelerimi kaldýrma ihtiyacý olduðu fikrini de kaldýrmak…. Onlarla yaþamayý da kaldýrmak… bir kuþ, içinde baþka kuþla, zar zor uçar… belki biri daha önce uçsa iyi.. siz bunlarý okurken, ben bunlarý çoktan yazmýþ olacaðýma göre sizden önce uçmuþ olmalýyým kelimelerimde… yer yer düþüp süründüðüm de oluyor.. ama ya siz nasýl ilerliyorsunuz sayfalarda bilemiyorum… ama ilk aklýma gelen þu -ikincileri ikincilerde yazýyorum zaten- bir halata tutunarak okuyorsunuz bunlarý belki, güvenli týrmanýþ, güvenli uçuþ gibi… mesela benim deli olduðumu düþünmek ilk akla gelecek halatlardan… ya da bu tuzaða veya basitliðe düþmeyip ne demek istediðimi, nereye baðlayacaðýmý soruþturarak okumak, ikinci aklýma gelenlerden… çünkü biliyorum ki ne düþünerek okursanýz okuyun, hepsi halat olacak… ancak düþünceye taþ baðlayýp -kelime yapýp yapýp- býrakarak haslatsýz olu-nabilir… ben belki olanca hýzýmla kaçýyorum ama siz benim taþlarýmý kendi sisteminizle savaþtýrmak zorundasýnýz iþte.. saçmaladýðýmý düþündüðünüzü de hisseder gibiyim.. ama biliyorum her ne olursa olsun, yani ben bunlarý sevmedim de, okumadým da deseniz beni gül gibi okuyorsunuz… yoksa nereden görecektiniz bu düþünceleri… düþüncemin arkasý gelmiyor…. Yarýnlarýn sonu yok… sadece evren deðil, Freud bile benim Freudum, Foucoult bile benim… kalem bile benim kalemim, kelimeler de -ne anlamayý bekliyorsunuz ki!- Ýçinden sýyrýlmak kolay mý, sign-signifier-signified diyerek… uçlar… kalemimde renk kalmýyor… ebem kuþaðý çýkardý üstümden…. Ben doðmuþ biriyim artýk… diðer doðmuþlarý izleyip, dolmuþlara binmeliyim…. Ah bu çaðrýþýmlar! Gözlerimi yumduðumda, en küçük parçalar halinde üstüme geliyorlar… birleþip karanlýðý dokuyorlar… dokusu karanlýðýn doluluktan geliyor.. Kuyruk sokumumun aðrýmasý biraz geçti… ilaçlarýmý aldým… acaba bugünkü panik ataktan sonra sokaða çýkabilecek miyim… neyse ilaç aþama aþama boþaltýyor bilincimi…. Birazdan uyuyup kalacaðým… sabah baþka olacak… ama Neþet Bey verdiðimde bunlarý okuyacak mý? aklýmdan geçen her þeyi yazmamý istemiþti… karar önceden verilmiþ, ben farklý çýkmýþým… ben sekiz aylýkken yüksek bir yerden düþüp kolunu kýrmýþ annem.. Küçükken suçiçeði olmuþum ve bir boðulma atlatmýþým… Numan
08.07.2003 Sevgili Numan Bey, Size söz verdiðim gibi, yayýmlanmýþ kitaplarýnýzdan ikisini buldum. Okudum. Evet, ben de bunlarý okuduðumda sizi daha iyi anlayabileceðim fikrindeydim. Kitaplarýnýzdan da gözlemlediðim üzere, siz 'ya sollanmýþsýnýz ya da sollamýþsýnýz' sahiden. Her iki durumda da tedaviye muhtaç olduðunuzu söylemeliyim. "Kurtçuk" adlý kitabýnýzý pek beðendim. Daðýnýklýðýnýzý aþsanýz keþke. "Þermin"in hayatla bu denli barýþýk olmasý, beni iyileþeceðiniz yolunda umutlandýrdý. Burada sözünü açmýþken diðer kitabýnýz da oldukça þaþýrtýcý. Sahi siz gerçekten hayvanlarýn gözleriyle tedavi olunabileceðine inanýyor musunuz? Neden denemiyorsunuz? Kitabýn sonunu ilk cümlenizden çýkarabildiðimi de buradan gururla aktarmak istiyorum. Mektubunuzu, bir mahsuru yoktur umarým, karýma da okuttum. Artýk konuþmanýz gerektiði konusunda benimle hemfikir. Bunca sessizlikte ne buluyorsunuz Allah aþkýna? Lütfen sesinizi esirgemeyin bizden. Belki konuþabilseniz daha çok yardým edebilirim size. Unutmadan, lütfen ilaçlarý günü gününe almayý unutmayýn. Gene yazýn ama bu kez baþka insanlarý düþünerek deneyin lütfen. Tatilden döndüðümde sizi ziyaret edeceðim yine. Dr. Neþet Özgüç
7
DERKENAR
Abdullah Sami
HEY GÝDÝ GÜNLER HEY ! Vay bee! Halil Çavuþ'un bi batman aðýr çeken kantarýyla bile, yani hani derler ya, taþ çatlasa yetmiþ, hadi bilemedin yetmiþ beþ kilo gelirdi Kel Üsüð'ün Memiþ. Halil Çavuþ'un ne hin oðlu hin olduðunu bilmezsiniz. Bizim köyün tek bakkalýdýr. Toz þekere lokum unu kattýðýný bile bütün köylü bilir de baþka seçeneðimiz olmadýðý için, el mahkum-ayak gardiyan, kazýklanýrýz bu topal ayaklý, abus suratlý mendebura. Kendi anlattýðýna göre Ýstiklal Harbi zamanýnda Moskof kurþunu deðmiþ, Kamil Dede'nin anlattýðýna göre ise, cepheden kaçarken kendi silah arkadaþlarý vurmuþlar Halil Çavuþ'u. Kamil Dede, yalan söylemez. Doðruya doðru... Namazýnda niyazýnda... Ak sakallý yüzünden nur damlýyor adamýn. Hem de yiðit adammýþ gençliðinde. Ayný benim gibi... Deli-doluymuþ... Kamil Dede'nin kahramanlýðý, onlarla beraber Ýstiklal Harbi'ne katýlan köyün diðer gazileri tarafýndan da anlatýlýrdý. Bir keresinde, tek baþýna bir manga düþman askerini esir almýþ, komutanlar sýrayla gelip Kamil Dede'nin alnýndan öpmüþler. Bizim öðretmen bazen sýnýfa getirir, Kamil Dede savaþ hatýralarýný anlatýr, öðretmenimiz aðlar, bizde dersi kaynatmanýn keyfini yaþardýk. Benim aklýmda kalan ve beni en çok duygulandýran hatýrasý ise, Kamil Dede'nin, çarýklarýný piþirip arkadaþlarýna yedirmesiydi. Kamil Dede ve arkadaþlarý aç kalmýþlar, yiyecek kuru ekmekleri bile kalmamýþ. Soðuk bir günmüþ. Isýnmak için ateþ yakmýþlar. Kamil Dede çýkarmýþ çarýklarýný ayaklarýndan, atmýþ ateþin içine. Çarýklar þöyle bir kývrýlmýþlar, bir toplanmýþlar, bir daha kývrýlmýþlar, bir daha açýlmýþlar, sonra almýþ ateþten çarýklarý ve arkadaþlarýna ikram etmiþ. 8
Kendi bile yememiþ. Gerçi o çarýklar bir kiþiyi bile doyurmaz ama önemli olan bu deðil zaten; o zamanlar hâlâ adamlýðýn dimdik ayakta olmasý... Oysa, Kel Üsüð'ün Memiþ Ýstanbul'a geldiði zaman, kendine Topkapý'dan bir sünger yatak alana kadar, ben yanýma almýþtým da beraber ayný yatakta yatmýþtýk, çalýþtýðýmýz inþaatýn en alt katýndaki, yatakhane olarak kullandýðýmýz küçük odada. Hatta,Memiþ çok yemek yediði için kimse kumanya ortaklýðýna almamýþtý da ben kumanyamýza ortak etmiþtim. Hatta, O'nun yüzünden, Dikkýzgiller'in Kemal'la dövüþüp, burnunu kýrmýþtým...
Heeey gidi günler hey! Sýrým gibi delikanlýydým be... Taþý sýksam suyunu çýkarýrdým... Kavgada dövüþte bile, kimse benimle baþa çýkamazdý...
DERKENAR Çok iyi hatýrlarým... Bir gün,Tahsin'i Karabayýr'ýn serserileri sýkýþtýrýp dövmek istemiþler. Tahsin de güçlü-kuvvetli, üç-beþ kiþiye pabuç býrakacak biri deðil ama benim kadar gözü pek deðil. Dalaþmamýþ onlarla. Zaten o çevrenin esnaflarý kavgaya engel olmuþlar. Neyse, Tahsin gelip bize anlattý ya, nevrim döndü, sinirlerim gerildi. Ulan, biz bu Ýstanbul'a para kazanmaya mý geldik yoksa bu kendini bilmez, hasuda hellesi çocuklarýna oyun-eðlence olmaya mý? Keserin sapýný söküp, taktým belime tabanca gibi. Çýktýk Tahsin'le beraber... Cadde-sokak aradýk. Derler ya arayan derviþ, mutlaka bulurmuþ. Bulduk...Sekiz kiþiler... Adamlar Çoban Kýrýkkol'un koyunlarý gibi sürü halinde geziyorlar. Biz iki kiþiyiz ya, dayýlandýlar bize... Gobardýlar hindi gibi... El yumruðu yemeyen,kendi yumruðunu balyoz sanýrmýþ. Allah ne verdiyse, keserin sapýný yer misiniz-yemez misiniz, bir araba dayak attýk onlara. Sonra iki gün nezarethanede yattýk ama, deðdi doðrusu. Vay ki ne vay be!.. Gerçekten sýký delikanlýydým. Laf aramýzda boðazýma da bakardým hani. Bir tencere makarnanýn yanýnda iki tane somunu yer, yine de doymazdým da,"kilo almayayým, göbek baðlamayayým, sonra güreþemem" diye yarý aç kalkardým. Neyse, geçmiþe mazi, yaralanmýþa gazi derlermiþ. Þimdi þu halime bakýn... Bir hastanenin ölüler odasýnda yatýyor olmak, burada sýrtüstü yatýyor olmaktan çok daha iyi olurdu benim için. El içine nasýl çýkar, insanlarýn yüzüne nasýl bakarým? Benim nasýl baktýðýmý boþ versek bile, insanlar benim yüzüme nasýl bakar? Acaba kaç saattir yatýyorum burada? Hele þu köylülerin haline bak. "Kurt kocayýnca köpekler güleðen olurmuþ" derler. Kim bilir nasýl da kýs kýs gülüyorlardýr. Ulan, bir Allah'ýn kulu gelip beni buradan kaldýrsa ne olur sanki, elinize mi
yapýþýrým? Hatta, benim gözümde, ülkeyi ekonomik krizden kurtarmýþ bir baþbakandan daha önemli kahraman olurdunuz. Tüh! Yazýklar olsun size. Bir gram adamlýk yokmuþ hiç birinizde. Þimdi ben buradan nasýl kalkarým? Evdekilere de haber yetiþtirmiþlerdir zaten. Avrada ne
derim?. "Hadi ye, benim baþpehlivaným" diyerek önüme koyduðu tereyaðlý makarnalarý nasýl yerim? Kel Üsüð'ün oðlu daha dünkü çocuk. Benim oðlandan en fazla beþ yaþ büyüktür. Yalvarmýþtý; "Emmi,kurbanýn olayým, sen çýkma karþýma. Ýstanbul'da güreþin mektebine gittim." demiþti. "Korkudan ne uyduracaðýný þaþýrmýþ. Güreþin mektebi mi olurmuþ?" diye, düþünmüþtüm. Gerçekten var mý lan yoksa? Olur mu olur. Ýnþaatçýlýðýn bile mektebi varmýþ. Oldu mu þimdi? Deðer miydi yani, bir kýçý boklu koç için madara olmaya? Çevre köylerde bile namým yürürdü. Herkes çekinirdi. Kimse benimle güreþ tutmak istemezdi. Hey gidi Nuri Pehlivan hey! Þimdi sen kalk, yarý kilon kadar bile çekmeyen Kel Üsüð'ün Memiþ'e yenil. Hem de Halil Çavuþ'un torununun düðününde...
9
DERKENAR
Seyfullah Aslan - Mehmet Ali Başaran
MURAT BELGE ÝLE SÖYLEÞÝ Ýstanbul Bilgi Üniversitesi Karþýlaþtýrmalý Edebiyat Bölüm Baþkaný Prof Dr. Murat Belge ile Ýstanbul ve tarih, sinema, þiir, yozlaþan ve deðiþen edebiyat, yayýnevleri, korsan kitaplar, Türkçe ve geleceði, çeviri dilinin etkileri ve yabancý dille eðitim üzerine yararlý bir söyleþi yaptýk. -Murat Belge ismi anýldýðýnda aklýmýza "Ýstanbul aþýðý, tarih aþýðý" ifadeleri geliyor. Siz bu ifadelerle ilgili neler düþünüyorsunuz? Bir Ýstanbullu olarak, bir yazar olarak… -Çok küçük yaþtan itibaren tarih meraký bende hep vardý. Bizim edebiyat meraklýsý bir ilkokul öðretmenimiz vardý. Ýlkokuldan mezun olacaðýmýza doðru öðretmenimiz bir oyun yazmýþ. Her öðrencisine ileriki hayatlarýyla ilgili bir meslek biçmiþti. Ýþte beni orada tarih profesörü yapmýþtý. Demek ki ilkokuldan beri tarihçi diye tanýnmýþým ama neticede tarihçi olmadým. Edebiyatçý oldum. Çünkü aslýnda edebiyatý daha çok seviyorum. Ama tarih her zaman önem verdiðim, çok önem verdiðim bir konu. Ayrýca Marksist olduðum için, zaten tarihi maddecilik olarak görüyorum. Hayatta olan, evrende olan her þeyin açýklamasýnýn tarihte bulunacaðýna inanýyorum, yani en genel anlamýyla tarih belirleyici. Bu güne kadar da hep devam etti tarih merakým. Tabii edebiyat ve tarih, zaten birbirinden çok kopuk þeyler deðil. Tarih zaten hiçbir þeyden çok kopuk deðil. Belki Fizik, Kimya gibi þeylerin kopuk olduðunu söyleyebilirsiniz ama aslýnda onlar bile tarihle baðlantýlý; dünya güneþin etrafýnda þu hýzla dönüyor ama sonuçta o hýzýn da bir tarihi var, bilmem kaç milyon sene sonra o hýz kalmayacak. Ýstanbul'la uzun süreli bir muhabbet iliþkisinden bahsetmek mümkün ama bu kamunun haberdar olduðu bir bilgi haline gelmeyebilirdi, Ýstanbulla benim aramda kalabilirdi, kalmadý. Ýþte bir tarihte Bilsak bir kurum vardý. Bu
10
kurumu Mustafa Kemal Aðaoðlu kurmuþtu. Bu adamýn habire aklýna yeni fikirler gelir. Bir gün bana "Ben kültürel Ýstanbul gezileri baþlatacaðým, sen mesela Haliç'i gezdirir misin?" dedi. Ben de "iyi, tamam" dedim, o þekilde baþladý. Ondan sonra o geziler çok popüler oldu. Ýþte ben býrakamadým, býrakmak bir yana, habire yeni güzergahlar bulmak durumunda kaldýk. Sonra da kitap yazdým. Kitap gezilerin bir devamý olarak geldi. Tabii böyle bir þeyler yapýnca, yani kentle aramdaki iliþkiyi, ikimiz arasýndaki iliþki olmaktan çýkarýp baþkalarýna anlatýlan bir þey haline getirince, bu sefer insanlara karþý da bir sorumluluk altýna giriyorsun. Anlatýcam da ne anlatýcam? Baþlangýçta kiþisel iliþkim üzerinden anlatýrken iþte "ben buradan çok geçtim", iyi de senin oradan çok geçmen çok önemli olmayabilir. Ýþte onun için þurasý þu tarihte yapýldý demek zorundasýnýz. Yani, ben bilmezken bunlarý öðrenmek zorunda kaldým. -Yazar olarak veya okuyucu olarak deðerlendirdiðinizde edebiyata, þiire yani gönülden gelen iþlere yeterince önem veriyor muyuz? Önem vermiyorsak, sizce bunun nedeni nedir? -Önem verdiðimiz falan söylenemez. Genel olarak sanat, kültür ve estetik gibi konularda çok duyarlý bir toplum olduðumuz söylenemez. Topluma bu konuda çok fazla fýrsat verildiði de söylenemez. Toplumun kendini bu konularda daha duyarlý bir hale getirebilmesi için… Toplum bir sürü gaile içinde. Kafasýndaki o bütün þeyleri medeniyet deðiþtirir. Yoksa onlarý
DERKENAR deðiþtirmek durumunda kaç yýldýr, birkaç yüzyýldýr süreç böyle devam edip gidiyor. Ve insanlar öyle sýkýntýlar içinde ki; kýrdan kente göçtü, þuydu, buydu, ev bulmaktý, bilmem neydi. Biz en temel þeylere bakýyoruz. Ýþte adamýn kafasýna yaðmur yaðmasýný engelleyecek bir çatý var mý yok mu? Çatýnýn altýna girdi, karný doyacak mý doymayacak mý? Kültürdü, mültürdü; o yaþadýðý yerde sinema var mý? bunlar daha geri planda kalýyor. -Eskiden biraz daha mý böyle þeylere önem verirdik? Yani, çok geriye gitmeye gerek yok, Osmanlý zamanýna gitmeye gerek yok. Ýþte þu altmýþ sene öncesinde sanýrým daha çok deðer veriyorduk edebiyata, þiire. -Evet ama, o da biraz yukarýdan pompalanma, biraz yapay. Ve yine edebiyatý, sanatý edebiyatsanat olarak deðil de, iþte biz de daha kültürlü bir millet olalým diye istedik. Yani, bir milliyetçilik projesinin parçasý olarak bunlara önem verildi. O zaman iþte Behçet Kemal, Yahya Kemal'den daha önemli bir þair olur. O öyle olunca zaten estetiðin, þiirin iþi bitti! Behçet Kemal'i þairden saydýðýn anda zaten sanattan konuþmaya gerek kalmýyor. O bakýmdan yakýn geçmiþimizde pek bir önem verdiðimiz falan yok. Ama mesela gidelim ta Osmanlý zamanýna; doðrudur yanlýþtýr bilmiyorum ama, Fatih'in "Onlar Troya'yý almýþtý. Þimdi bizim Ýstanbul'u almamýz Doðu'nun intikamýný almasýdýr." gibi bir laf etmiþ derler. Kesin deðil tabi, o tarihte öyle demiþ mi dememiþ mi. Ama iþte Fatih'in demek ki Ýlyada hakkýnda bir fikri var. Ve Fatih'ten sonra herhangi bir padiþahýn pek böyle bir fikri olduðunu sanmýyorum. Mesela III.Mehmet zamanýnda bir Ýngiliz gemisi geliyor, adý Hektor. Padiþaha armaðan olarak bir org getiriyor. O org Topkapý sarayýna konuyor ama daha sonra ne oluyor, orasý bilinmiyor. Onun öyle bir macerasý var. Ama III.Mehmet'in Hektor gemisinin ne demek olduðunu, Hektor'un kim olduðunu bilmesine imkan yok. Padiþahlar içinde Abdülhamit belki bilirdi; okumaya me-raklý olan birisiymiþ. III.Selim bile -sanmýyorum- Ýlyada milyada, böyle þeyler bilsin. Ama ondan sonra, Cumhuriyet döne-
minde acaba baþbakanlýk yapan kaç kiþi Ýlyada'yý okudu, milletvekilliði yapan kaç kiþi okudu. -Yazýlan kitaplarý, tercümeleri, yayýnevi politikalarýný okuyucu açýsýndan nasýl deðerlendiriyorsunuz? Yeterli özen gösteriliyor mu? -Bu karþýlýklý iþleyen bir mekanizma. Hiçbir sorunda, hiçbir konuda kabahat tek bir yerde deðil. Türkiye'de herkes her þeyi çok ucuz seviyor. Ucuz seviyorsan, o zaman çevirmene o kadar para, demek ki onu düzeltecek adama para yok. Bu böyle devam ediyor. Derken, bir yerlerden korsan çýkýyor. Tabi bu da garip bir þey. Bir bakýyorsun korsaný satanlar ve
destekleyenler öyle solcu molcu ayaklarýna adamlar. Bunu da bir þekilde popülizm haline getirip, "halka ucuz kitap okutuyoruz" falan diyorlar. Bir belediye baþkaný böyle diyor mesela… Ucuz etin yahnisi sonunda. Bir Ýngiliz arkadaþýmdan duymuþtum. Bir yayýnevi, Kamboçya hakkýnda bir kitap yayýmlayacak. Önce o kitabý mantýk editörüne okutu-yorlar. Mantýk editörü okuduktan sonra yazara diyor ki mesela "üçüncü bölümde þu konu hakkýnda þöyle bir sonuca varmýþsýn ama, yedinci bölümde söylediðin þöyle bir söz var, bunlar birbiriyle çeliþmiyor mu?" Ona göre de yazar, kendi yazýsýný tekrar düzenliyor. Bununla da kalýnmýyor; Kamboçya tarihini iyi bilen bir uzmana, tarihçiye okutuyorlar. Tarihçi de 11
DERKENAR inceliyor. Ama bizde redaksiyon dediðiniz zaman, virgülü doðru yere koyduysan tamamdýr. Ýngiltere'de böyle olmuyor. Yayýnevi mantýk editörüne para veriyor; tarih uzmanýna, konu uzmanýna bir
para veriyor. Bütün bu parayý ne yapacak yayýnevi; kendi cebinden vermeyecek. Tabii ki maliyete koyuyor. Ama o maliyetle de okuyucu kitabý alýp okuyor ama neticede iyi bir kitap okumuþ olu-yor. -Bizde biraz tersinden mi iþliyor? Bu kadar maliyet ortaya konulmuyor ama kitaplar yine de yüksek fiyatlardan okuyucuya ulaþýyor. -Bilemiyorum. Ben aslýnda sadece kitap deðil, Türkiye'de þu hýzlý enflasyon baþladý baþlayalý domatesin de, yumurtanýn da, herhangi bir þeyin de fiyatýný izlemekten vazgeçtim. Onun için "akla zarar" bir þey yani. Kitabýn fiyatýný da takip etmiyorum, alýyorum. iþte þu kadar para diyorlar, veriyorum. -Yayýnevlerinin korsan kitaplarý piyasaya sürdüðüne dair bazý yazýlar yazýlýyor, konuþuluyor. Yayýnevlerinin böyle bir þey yapacaðýný düþünüyor musunuz? -Yok, yayýnevleri yapmýyor bunu. Bir manasý da yok. Ne diye yapsýn yayýnevi? -Sanýrým yirmi gün önce gazetelerde bununla ilgili haberler çýktý. Ben Radikal'de okudum. Hem yazara daha az para vermek için, hem de hazýrda varolan korsan piyasasýndan pay kapmak için yapýldýðý iddia edildi. 12
-Bazý sahtekar yayýnevleri öteden veri vardýr. Ýþte baský adedini yanlýþ söyler yazara; beþ bin basar, üç bin bastým der. Ona göre yazarýna az para verir. Bir de kitap tükendikçe -hele matbaa sahibi olan bazý yayýnevleri-,bu meþhurdur, devamlý o kitabý gizli gizli, azar azar basarlar. Bekir Yýldýz vardý ya yazar. O tashihçi olarak çalýþtýðý yayýnevinde, dizgi yanlýþýný düzeltip gönderdiðini ama kitabýn tekrar yanlýþ olarak basýldýðýný söyler. Çünkü yanlýþ basýlmýþ, doðrusu çýkarsa yeni baský yaptýðý anlaþýlýr, o anlaþýlmasýn diyerek yanlýþýyla devam edilmiþ. Bunlar hep vardý ama yayýnevinin, bastýðý kitabýn yanýnda bir de korsanýný basmasýna pek aklým almýyor. -Mesela, Hasan Cemal'in "Kürtler" adlý kitabý rafta 18,5 milyon. Beþ gün sonra korsanda 4 milyon ama ayný kaliteyle. Beþ gün içinde ayný kalite kitabýn korsanda çýkmasý þüphe uyandýrý-yor. Böyle þeylerin ihtimalinin bile akla gelmesi yayýn dünyasý açýsýndan üzüntü verici. -Elbette üzüntü verici ama bunu üç beþ sahtekar yayýnevi yapýyor. Tüm yayýnevlerine ayný gözle bakmak doðru deðil. -Özellikle son birkaç yýl içinde farklý konularý iþleyen romanlar sinemaya uyarlandý. Sizce, uyarlamalar kitaplarýn özünden bir þeyler götürür mü? -Sinema baþýndan beri edebiyattan, romandan beslenmiþtir. Ama piyasa romanlarýndan. Toplumun saygýdeðer yazarlar olarak kabul ettiði adamlar vardýr, onlarýn yazdýklarýndan sinema yapýlmaz. Ama iþte bir de piyasa romancýlarý var ki çoðu da kadýndýr. Onlarýn da yazdýklarýnýn hemen hemen hepsi film haline getirilir. Bazýlarý birkaç kere çekilir. Bu tabi bir senaryo meselesi. Türkiye'de senaryo yazarlýðý bir özerklik kazanamamýþtýr. Türk sinemasýnýn bugün hâlâ böyle ciddi bir sorunu var. Dolayýsýyla ancak bir yerden uyarlayarak, zaten yazýlmýþ bir þeyi senaryo haline getirerek yapýlýyor. Bu yerli olabilir, yabancý olabilir. Tabi yabancýlardan uyarlananlarý tespit etmek daha da zor. Ama çeþitli yabancý filmleri alýp adapte etmek þeklinde de "kýyamet" gibi bir þey yapýlmýþtýr.
DERKENAR Türk edebiyatýnda yeri olan bir kitaptan alýntý yapmak daha yeni çýktý. Bunlarý bir miktar, belki televizyon falan gibi, içinde devletin desteði ve parasý olan çalýþmalarda daha kaliteli iþ çýkarmak mümkün olabiliyor. Eðer oraya da, devlet yaptýðý için propagandist boyut girmezse… Falancýnýn övülmesi, filan olayýn bilmem ne hale getirilmesi gibi sanat dýþý, sinema dýþý bir etken girmezse… Ama devlet girdiði zaman hiç deðilse daha temiz bir film çýkýyor. Yüz tane figüran gerekiyorsa, elinde saçma sapan paçavralarla üç tane adam koþturmaz; yüz figüran konulabilir. Bunlar olabiliyor. Mesela Barýþ Piraslan'ýn, Bilge Karasu'dan yola çýkarak yaptýðý "Usta Beni Öldürsene" gibi edebiyattan sinemaya iyi denilebilecek bir kalitede ve sanatsal kaygý taþýyan birkaç tane iþ var. Onlar da daha çok az. -Bu günlerde çeþitli yazarlar, yeni kitaplar ön plana çýktý. Edebiyatýn magazinleþmesi-magazinleþtirilmesi üzerine konuþuluyor. Siz bu konuda neler düþünüyorsunuz? -Þu yaþadýðým dönemi çok sevdiðimi söyleyemem. Bunu söylemek de korkutuyor çünkü bu çok tipik bir huysuz ihtiyar haline gelme biçimidir. Anlamamýz için daha fazla çalýþmak lazým. Yani ne oluyor? Ýlle her þey benim geçliðimde olduðu gibi ya da ben orta yaþta iken olduðu gibi olmak zorunda deðil. Ama bir yandan da bu þeylere raðmen çok bi' yüzeyselleþme, ucuzlama her þeye bulaþtý. -Daha çok fotoðraf ön plana çýkýyor. Kaliteli þiirden ziyade þair ön plana çýkýyor. -Evet. Her zaman nicelik arttýðýnda nitelik düþer. Belki bunu da öyle görmek, biraz daha durumu iyimser deðerlendirmeye yol açabilir. Yani 19. yy'a kadar ancak dar çevrelerin kültürle iliþkisi vardý. Ýlk olarak mesela 19. yy'ýn baþlarýnda Avrupa kentlerinde konser salonlarý yapýlmaya baþlandý. En azýndan kentte yaþayan burjuvalarýn -o aþamada halk dediðin zaman yine iþçi sýnýfý girmiyor- hali vakti yerinde olanlarýn gittiði konserler düzenleniyor. Ondan önce oda müziði dediðimiz þey vardý. Ýþte bir
Aristokratýn evinde bir odada on beþ kiþilik gruba verilen -6 keman, 2 obua'yla- konser varken, buradan konser salonlarýna geçiliyor. Ve ilk defa "bütün toplum okur yazar olmalý" deniyor. Ona göre ilkokullar, þunlar bunlar bütün Avrupa'dan baþlayarak dünyaya yayýlýyor. Þimdi sen okur-yazar oluyorsun ve dolayýsýyla Þekspir'i okuyacak þifreye sahipsin. Ama bu þifreye sahipsin diye hemen Þekspir mi okuyorsun? Sahip olanlarýn çok azý böyle bir þey yapý-yor. Ama bunu gören adamlar, bu þifreye sahip adama ben ne verip de okutabilirim diye iþte bu magazin, popüler, kitle kültürü dediðimiz þey aslýnda o tarihte, 19.yy'da baþlýyor. Þimdi belki okur, okumayla-yazmayla iliþkisini artýrdýkça, okuma alýþkanlýðýna sahip insanlar çoðaldýkça, o zaman alýþkanlýklar kendilerine bu yeni gelenleri memnun etmek üzere biraz daha bayaðýlaþýyorlar. Ama belki zaman geçtikten sonra, o bayaðýlaþma aþýlýr ve bu imkan daha iyi de kullanýlabilir, diye bir açýk ümit. Yoksa ucuzlama ve yüzeyselleþme, bu ne demektir, genel bir nitelik düþüþü maalesef çok yaygýn bir þekilde görülüyor bugün bütün dünyada. Ama belki bir gün gelir, insanlar bayaðýlýktan býkarlar. -Bugün Türkçe denildiðinde, insanlarýn aklýna özneyüklem iliþkisi, zarf tümleci gibi þeyler geliyor. Türkçe sýkýcý bulunuyor? Sizce yeterli düzeyde Türkçe öðretiliyor mu? -Bahsettiðiniz sýkýcýlýk sadece Türkçe'de deðil ki. Eðitim siteminin bir üslubu var. Bizim eðitim sitemine hakim olan üslup sýkýcý. Ezber, insaný düþündürtmeyen, espri yapmayan -espri yaparsa çok hafiflik olacaðýný sanan- nesiller yetiþiyor… Gramer bütün dünyada sýkýcýdýr. Onu renkli bir hale getirmek, keyifli bir hale getirmek daha zordur. Bu bakýmdan edebiyat gibi bir þeyi sýkýcý hale getirmeyi baþarmýþ sistemimiz varken, gramer falan ne olacak ki yani! -Tükçe'nin düþürüldüðü bir kýsýrlýk var mý? Yabancý dil etkileri de düþünüldüðünde Türkçe'nin güncel sorunu sizce nedir?
13
DERKENAR -Dil devrimi denilen ve dilin özleþtirilmesi þeklinde özetlenebilecek þey bence hedefini aþtý. Yararlý olacak yerde zarar da verdi. Bir kelimenin etnik aidiyeti çok sonradan gelen bir þeydir. Önemli olan bir dilin ihtiyaç duyduðu anlamlarý üretebilmesidir. Onu yapmasýnýn aracý olan kelimeleri sen "bu Türk deðil" diye tasfiye ediyorsan o zaman dili fakirleþtiriyorsun. Bu oldu. Fakat bu kendiliðinden bir tepki de meydana getirdi. Yani 60'larda, ben kendim çevirmenlik yaptýðým zaman, benim de tutarlý olma diye bir derdim olduðu için ve o zaman da dilde özdeþleþme, terimleri Türkçe bulalým durumlarýna girdiðim için "diyalektik materya-lizm"i, "eðitimþisel özdekçilik" diye çevirdim. Allah vermesin, kim ne anlayacaksa bundan. Þimdi baktýðýmda kimse da eðitimþisel özdekçilik falan demiyor. Ýnsanlar daha liberal bakmaya baþladý. Bunda siyasi geliþmenin de bir miktar payý olmuþ olabilir. Türkiye tarihi bir sürü terslik iç eden bir tarihtir. Öz Türkçecilik gibi bir akým ýrkçý bir politikadýr. Irkçý bir politikayý Türkiye'de en çok
solcular benimsedi. Ama solcular bunu, solculuk kültürel bir kimlikken benimsediler. Partili martili mücadele, halk malk deyince o zaman bunun yürümeyeceðini yine solcular da gördüler ve onlar da bu iþi zorlamaktan vazgeçtiler. Türkiye'nin belirli bir sað kesimi buna karþýydý; onlar da "daha Osmanlý nasýl yaparým" düþüncesi vardý. Þuraya iki tane daha iþaret koyalým da "ayn" da belli olsun falan… 14
Ama sonunda bir karara vardýk. Bugün öyle özcülük, özleþtirmecilik gibi bir þey yok. Ama sonuçta hâlâ elimizde oldukça yoksul, yetersiz bir alet var. Ýþte bugünde içine yeni þeyler katýlýyor. Her zaman vardý züppelik; lügat paralamak. Farsça'dan yapamadýðýn zaman Fransýzca'dan, þimdi Ýngilizce'den… Komik komik þeyler. Sekiz kelimelik bir cümle yapýyorsa -ki bu epey bir yüksek rakam demektir- o sekiz kelimenin dördü Ýngilizce olan adamlar var. Ýngilizce düþün, züppelik olmasýn diye Fransýzca'ya tercüme ederek Türkçe konuþ, ki bu durumda da hiçbir dili konuþmuþ olmuyor. -Sizce dilin-edebiyatýn ve kültürün yozlaþma-sýnda kitle iletiþim araçlarýnýn payý nedir? -Öz Türkçecilik zamanýmda hep denilen bir þey vardý; "kelime alýnabilir ama kural almayacaksýn kardeþim" Ee, þimdi biz Ýngilizce'den deyim alýyoruz. Mesela iþte "kahretsin" diye bir lakýrdý çýkýyor. Ýngilizler böyle diyor ama Türkçe'de "kahretsin" diye bir laf yoktur. Bir de "üzgünüm" diye bir lakýrdý… Bir sürü "sorry" geçiyor ama üzgünüm. Mesela "babam öldü, üzgünüm" falan diyor da ne demek yani, "vah vah" dersin, "çok üzüldüm" dersin. Hatta "üzgünüm" deyince "ben þimdi üzgünüm kafamý karýþtýrma" falan mý diyor, ne diyor! Ama bunlar öyle bir yerleþmiþ ki þimdi "üzgünüm" diye konuþan kuþaklar yaþýyor. Bu durumun Türkçe bilmeden Televizyona çeviri yapanlarla da alakasý var, yine ayný usta (!) çevirmenlerin emekleriyle basýlan kitaplarla da. Ama Türkiye'de okuma günahý daha az olduðu için kitaplarýn çevirilerindeki dil fazla yaygýnlaþmýyor. Televizyon günahýný herkes iþlediði için bunun tahribatý daha fazla oluyor. -Geçenlerde ÝTÜ Dil ve Tarih Kulübü "Tükçe Günleri" düzenledi. Orada Feyza Hepçilingirler konuþmasýnda þöyle bir þey söyledi; "Artýk kelime almayý býraktýk, ünlem alýyoruz. "Ops" diye bir ünlem aldýk" Meselenin bu boyuta gelmesi dil açýsýndan tehlike zillerinin çoktan çalmaya baþladýðý göstermiyor mu? -Elbette bu bir anda olmadý. Dil zamanla bo-
DERKENAR zuldu. Dillerdeki etkilenmeye þöyle bakmak gerekir. Ýhtiyaçlar ortaya çýktýkça dile yeni kelimeler girer. Eskimo dilinde "otomobil" diye bir kelime yoktur çünkü ihtiyacý da yoktur. Eðer ihtiyacý olursa ya kelimeyi düzenler diline kazandýrýr ya da yeni bir kelimeyle onu karþýlar. Öte yandan, Eskimo dilinde hiçbir dilde olmadýðý kadar buzla ilgili kelime vardýr, çünkü adamýn hayatý odur. -Yabancý dille eðitimin Türkçe'ye etkileri hakkýnda neler düþünüyorsunuz? -Ben derslerimi Türkçe veriyorum. Bu uygulamayý sevmiyorum, doðru da bulmuyorum. Son derece yapay geliyor. Ayný dili konuþan insanlar o dilde konuþmuyorlar sýnýftayken, kapýdan çýkýnca tekrar Türkçe konuþabilirler. Niye böyledir? Niye böyle olduðu belli; ortaöðrenim dediðimiz þey, bunca yýldýr yabancý dil öðretmeyi baþaramadý. Bunun için, bu üniversiteye kalýyor. Üniversitenin de bunu yapmasýnýn yolu bunu mecburi dil olarak koymak. Bu bana son derece zararlý geliyor. Çünkü yarým yamalak bir Ýngilizce bilerek gelmiþ öðrenciye ben Ýngilizce anlatmaya baþladýðým anda aramýzdaki iletiþim kopuyor. O benim ne dediðime, ne anlattýðýma falan deðil; hangi kelimeyi dedi, boþ mu dedi, dolu mu dedi diye kafa yoruyor. Böyle olunca da benim asýl anlatmak istediðime gelmesine imkan yok. Dolayýsýyla zaten anlattýðým konunun %75'i kaybolmuþ oluyor. Ben de bunu istemiyorum. Ayrýca Ýngilizce doðru dürüst bilinmediði gibi, Türkçe'yi kim, ne kadar biliyor belli deðil. -Yeni nesil yazar ve þairlerden bir Yahya Kemal, bir Orhan Veli olabilir dediðiniz var mý? -Türkiye'de böyle bir þey göremiyorum. Bu zaten sadece Türkiye'yle ilgili bir durum da deðil. Yani bütün dünyada þiir, yavaþ yavaþ, soyu tükenen varlýklardan biri haline geliyor. Daha baþka ifade türleri, þunlar, bunlar derken þiirin alaný çok daralýyor. -Ýlk sayýmýzda Prof.Dr. Ýskender Pala "Þiir li-sesi açýlmasýný çok lüzumlu görüyorum. Sadece þiir öðreten
bir lise açýlmalý" demiþti ve bunun üzerine Doðan Hýzlan 28 Ocak'ta Hürriyet'teki köþesinde söyleþiye atfen "þiir okulu açýlmasýnýn güzel olacaðýný ama arka planýnýn, alt yapýsýnýn çok hazýr olmadýðýný yazdý. Sizce þiir okullarýna ihtiyaç var mý? -Þiir okulu nedir, ne iþ yapar; doðrusu bilmiyorum. Ýskender Bey aklý baþýnda bir adam, öyle bir þey söylüyorsa bir düþündüðü mutlaka vardýr. Ama þiir okulu neyse, ona ne iþler verilecekse, daha oraya gelmeden; okulda insanlarýn þiiri sevmesini, biraz daha anlamasýný, biraz daha içine girebilmesini saðlamak için neler yapýlabileceðine bakýlmalý. Bunlar 19.yy sonunda Batý'da baþladý. Burada hâlâ 19.yy sonunda Batý'da yapýlan þey yapýlmadý. Mesela Ia Richard, sanýrým Cambridge Üniversitesi'nde edebiyat eleþtirisi dersi veren bir hoca, eleþtirmen de diyebiliriz. Jonda'nýn þiiri, bilmem kimin þiiri... Burada bir þeye dikkat ediyor; bu adamlar hakkýnda, þiirleri hakkýnda kitaplar var, yazýlar yazýlmýþ. Bir öðrenciye daha önce okumadýðý, kimin olduðunu bilmediði bir þiiri verip "bu ne anlatýyor" dediðinde, hiçbir yeterli cevap alamýyor. Çünkü, öyle bir eðitim verilmemiþ. Þiirin içine nasýl girileceði bilinmiyor. Ýþte ondan sonra Richard, metin incelemesi, sadece o metne bakarak kelimelerin birbirleriyle iliþkileri ve bütünüyle nasýl anlamlandýrýrýz diye düþünmüþ ve modern eleþtirinin, özellikle de þiir eleþtirisinin temellerini attý. Bu 1900'lerin baþlarýnda oldu. Richard artýk çok eski bir adam. Bugün biz daha lisede edebiyat öðretirken iþte "failatün mafailün"ün dýþýnda ya da "tevriye nedir, cevriye nedir"i ezberletmek dýþýnda baþka þeyler öðretmeliyiz þiir için, edebiyat için. -Son olarak, edebiyatýn, dilin ve tarihin yozlaþtýrýldýðý bir ortamda, okuyucularýmýza neler söylemek istersiniz? -Bunlar sevgi iþidir. Edebiyatý, dili, þiiri ve tarihi severseniz; onlara sahip çýkarsýnýz. Zorunluluktan dolayý okulda, þurada, burada bunlarla bir bað kurmak durumunda iseniz; bu baþka bir þeydir ve baþka bir þey için yapýlan pek bir þeye benzemez. 15
DERKENAR
Erkan Kara
kum saati zamanlarý gece: ruhlarýn desibeli: bir amanýn gözüyle göre bilmek bir dilsizi duya bilmek, kadar sen-siz-lik. benimin düþtüðünü gördüm aynadaki yüzümde günün bir adým önündeydi gece, anladýðýmda, susmalarýn neden en büyük ses olduðunu anlayacaktým. vahdet: sessizliðe dokuna bilme dudaklarý kum bir zaman. her günü sonunda kuþatan o ikindiler, sese bir es imi(mi)ydi düþün-ce de. misafiri olan evlerde ev sahibiydi sessizlik, uçurumdan boþluða býrakýlýþ: ses: ölü leri. ki onlar içinde ki hal ile giydirilmiþ sözcüklerdi artýk manalarý, ve muhayyilenin bitiþiydi. ey içte ki hareketliliði duyan sessizliðin sismograflarý, hangi kýyýlarýn nicelik nitelik hangilerinde bilenlerdi o : lodoscular. bir ömrü seslerini suya atarak geçiren leylekler, hep söz oldu, bilmedik bir balýk dilliliði içinmiþ. ki bir sesle biten hayat bir sessizlikle baþlardý. sözcükler, bu ikisinin arafýnda kalandý. - yaþamak, bir aðýz dolusu sözcük tü ah, genze kaçan harfler olmasa -. bir sesten baþka nedir ki harfleri baþkaldýran bir sözcük kara deliðe yuvarlanan. -sessizlik gelip kurar otaðýnýoysa þair " her harf bir melek " der dide harfin bulunduðu ya sözcüðün tekiyse, günahkardý. demek harflerde yerini sevecek, annelerimizin yakalarýmýza adýmýzýn baþ harflerini iþlemesi ilk okul çaðlarýnda bundandý. kendine dönmek: ýssýzlýðýn tanýmý: kucaklama isteðindeydi ki inciler bir tek gecenin gözlerindeydi, ancak dalgýçlarýn çýkara bileceði kün için. sahi olan öz: sessizlik örtüsü tohumun. yalan suretlerdi: tomurcuklar patlamasý söz. ah, aynalarýný kýran hayatýn çöle her keþiþin aslýnda çýkýþý aradýðý çocukluðundandý. - anlarým bir heves olduðunu derelerin, giyinmeye baþladýðýmda hýrkalarýný nehirlerin -. ki "geçtiði her þeyi öpüyor zaman " koluma kum saatini takmam yalnýzca göre bilme isteðindendi.
16
DERKENAR
Mustafa İlhan
YOLLARINA ELLERÝM DÜÞÜYOR Yaðmur topluyor gözlerin Bulutlar aðýyor alýn çatýna Uzun bir hüzün gelip oturuyor Tohum topraða düþüyor Kuru bir tabutta gibi Ruhum üþüyor Bir tebessüm miktarý Görünüp yitiyorsun Seðirtiyorsun Yüzüne bakamýyorum Yakýn bir acýdýr býraktýðýn Bir deryadýr hasretin Mesafeler aþýyor Kalakalýyorum Mezar taþýnda gibi Yollarýna Ellerim düþüyor Yaðmur baþlýyor ansýzýn Gök yeri kucaklýyor Fýsýltýlarýn Çiseliyor yumuþacýk Yanýmda sanýyorum seni Göz bebeklerim Dalgalanýp taþýyor Dipten geliyor dalgalarým Sele kapýlmýþ gibi Güllerim ateþinde Ta can evim piþiyor Karayel oluyor rüzgar Dalgalar Kýrýlýyor sandallarým Dallarým Yapraklarýný döküyor Karanlýk çöküyor Birden Ölüler çýkmýþ da kabirden Ruhumda tepiþiyor
17
DERKENAR
Mustafa Uysal
KUÞLAR, KADIN, KEDÝ Kasabada kuþlar var. Fotoðrafýnýzý alýyorum, lütfen tren bekler gibi durunuz. Gülümsemeniz þart deðil, ben fotoðrafýnýzý alý-yorum sadece. Ekinler kar altýnda yatsýn, kuþlar kasabada. Doksan bir senelik duruþunuzu düzeltmeyin, maviye boyanmamýþ, kapý renginde olsun kapý. Kiremit, kiremit olsun, oluksuz. Kesme taþlarýn arasýndan kalaslar sýrýtsýn. Avlu betonsuz fakat çiçekli, fakat parlak (ayak ve týrnak görmüþ), sýk çimenlerin arasýnda ezilmiþ, sýkýþmýþ, tepilmiþ, teneþir suyu dökülmüþ alanlar olsun ve hep böyle kalsýn. Kedilerin geçebileceði, tavuklarýn toz içinde oturabileceði kovuklar olsun ve tamir görmesin, öylece kalsýn avlu kapýsý. Lütfen kravat da takmayýn, fotoðrafýnýzý alacaðým sadece. Bir yerlerde harmandalý ritimleniyor. Bak, ayak iki kere arka arkaya vuruyor. Islýk çalýyorum. Bu sesler, bu yavaþ ritimli harmandalý, onlar da girer mi fotoðrafa? Kuþlar isterler mi benimle görünmeyi? Sokak baþtan baþa taþ. Düz ve þekilli. Düz ve gebe. Kaldýrýmlar üzerinde kýsa, kesik taþlar var; düzensiz. Köpekler uyuyor sonra orada. Kireç taþlarýyla yazýlmýþ avlu duvarlarýna bakan aðaçlarýn gölgelerini görmek mümkün. Sabah saatlerinde, öðle paydoslarýnda aðaçlardaki kalabalýðý duymak mümkün. Kadýnlarýn kaygýlarýný sindirmek de mümkün bu saatlerde. Kar altýnda parlayan tepeler görünüyor sokaðýn diðer ucundan. Güneþ akýyor damlardan. Sarý saçlý çocuklar gülümseyerek ve annelerinin avuçlarýnda gidiyorlar okula. Flaþa gerek yok, kar yeni yaðdý daha. Bu yüz18
den kirli deðil yerler. Bu yüzden beyazým ve bu yüzden güneþ çok sýcak bu gün, daha kar bir hafta önce yaðdý. Topraktan dalgalanan þu buðuya bak, flaþ olmasýn. Bak vallahi güleceðim, diþlerimin sarýsý görünse iþ deðil, kuþlar ve güneþ, kedi ve oðul, ihtiyar kadýn, geçmiþ zaman adamlarýný görmüþ bir avlu içindeyim. Güneþli kýþ günlerinden biri. Serçeler, köy kuþlarý (kasabadayým) acýkmýþ. Kýþ gelmiþ kadýn, elinde Kabil'in tasýyla avluya, oradan kaldýrýma çýktý. Aðzýnda ekmek kokusu vardý. Tarlaya saçar gibi kaldýrýma saçtý tastakileri.
Gökten buðday yaðdý ve kuþlar yerden bitti. Sarý saçlý çocuklar geçip gittiðinde kara gözlü çocuklar peyda oldu sokakta. Akvaryumdaki kediye baktýlar, hýzlý, küçük, ani baþ iþaretleriyle "det!" dediler kediye. Akvaryumda saksýlar vardý; küpeli, kadife, uyku, cam güzeli. Kedi onlarýn arasýndan baktý sokaða. Caný özendi sokaða. Kýþa uðramýþ kadýn, Kabil'in tasýndan saçtýkça tarlasýna, yerden serçeler bitti. Gürül gürül gülümsedi çoðalmalarý için. Kuþlar çoðaldý, kara gözlü çocuklar çoðaldý, inþirah deðdi göðsüne kadýnýn.
DERKENAR Fotoðrafýnýzý alýyorum lütfen kýmýldanýn fakat zaman kýmýldamasýn. Burayý uzaklara çekeceðim, þimdi uzaklarda olacaksýnýz, devinin kuþlar. Kabaran topraða yemin olsun þehirlerin kuþlarý tok olurlar. Fotoðrafýnýzý alýyorum lütfen kanat çýrpýn. Soba fýkýrdýyordu. Hafif buharlar vardý çaydanlýðýn üstünde. Küçük elcikler cama dokunup dokunup kaçýyordu. Perdeler yanmýþtý ve güneþi sýzdýrýyordu. Kedi pencereden dýþarý bakýyordu. Gözleri parlamýyordu. Kaldýrýmda kuþlar zýplýyorlardý kýrmýzý ayaklarýyla. Parmaklarý buðdaya deðen kadýnlara uzayýp gidiyordu masallar. Kenar yastýklarýna iþlenmiþ kuþlardan bazýlarý da katýlmýþtý dýþarýdaki buðdaya. Pencerenin önünden seçilebilen bir þeydi zaman. Gönlünü eðleyip duran dut aðaçlarýna çarptý küçük buðday taneleri. Minik göðüslerindeki rüzgarý soluyordu kuþlar. Tüyleri kalýyordu kaldýrýmda. Hýzla hareket ediyorlardý. Gözlerinin ýþýltýsý kalýyordu sokaðýn her yanýnda. Tek katlý evlerin saçaklarýndan, tellerin üzerinden kopup gelen hýþýrtýlar oluyorlardý uçup gittiklerinde. Baþlarýný sektiriyorlardý toprakta. Kuþtular sonuçta. Kadýn da kadýndý. Ýnþirah da inþirah. Güneþ yabancýydý sadece. Yazdan kalmýþ, göçememiþ. Baca üstlerindeki leylek yuvalarýnda saklanmýþ. Yabancý bir güneþ. Ýkram görmeyen hoþ bir yabancý. Güneþ kuþlarýný alýp gidebilirdi oysa. Adamý alýp gittiði gibi, kadýný da alýp gideceði gibi gün gün. Duvarlara sürtünerek gezinen köpekler uðradý sokaða. Fotoðrafa girecekler. Biraz duralým. Sokaðýn akmasý lazým, böyle iyi bir fotoðraf alamam ama. Ben akmalýyým. Hüzün kaldýrýmýn kenarýndan akmalý kar sularýyla. Kadýnlar
gülmeliler çorba sahanýna su eklemeden önce. Hamuru yoðurmuþ omuzlar akmalý sokaktan. Fýrýnýn dumaný kuþlarýn arasýnda dolanmalý. Biraz bekleyelim, bütün bunlar oluyor zaten. Bir adet fotoðraf alacaðým bu kasabadan. Gözleri
bereketli hikayeler görmüþ adamlarýn hatýrlayacaklarý kadýnlar olmalý, bir fotoðraf karesi çok deðildir. Lütfen hazýr olun, yani olun. Orada olmalýsýnýz, evimden çýktýðým zaman yerde çamur vardý biraz. Ayakkabýlarýmdan belli oluyordur muhakkak. Ardýç aðaçlarýnda çoban ateþlerinin izleri vardýr, evden çýkarken düþündüm bunlarý. Bir kasabada en çok kuþlar yaþar, bunu da düþündüm. Sabah selam vermek güzel ve öðlen güneþi varsa kýþ günlerinde, kafeslerde keklikler caðýldaþýrlar. Soðanlý pidelerin kýzarttýðý elleriyle, çay bardaðýnýn sýcaðýný o gün için tutmaya cesaret edemeyen kadýnýn oðluyum, kasabadan bir fotoðraf almama müsaade edersiniz diye de düþündüm. Kuþlara yem verirken gözleri aðaçlardaki kadýnlar var kasabanýzda; bir karecik.
İSTANBUL’DA DERKENAR Tüm N-T (Tuna) Kitabevleri, Beyoðlu Simurg, Beyoðlu Mephisto, Fatih Aðaç Kültür Kitabevi, Vezneciler Mekan Kitabevi, Beyazýt Sahaflar Kitap Sarayý, Üsküdar Kýzkulesi-Kaknüs Kitabevi 19
DERKENAR
Serhat Bakır
GÖLGEYÝ CANLANDIRAN ELEÞTÝRÝ Eleþtiri yapmak bir kuyuya girmek gibidir. Eðer objektifliðin daha kuvvetli olmasý ihtimalinden elinizde kuyunun tüm ayrýntýlarýný ortaya koyadolayý haklýlýk payý vermemek mümkün deðil. cak bir fener olmazsa hiçbir þey göremezsiniz. Ancak, böyle bir bakýþ açýsý eser hakkýnda daha Karanlýðýn ve zihninizde þekilçok yanýlgýya düþmeye kapý aralar. lendirdiðiniz hayallerin gerçekliði Yetkin bir eleþtiri için tüm bunvarmýþ gibi algýlama yanlýþýna larýn göz önünde bulundurulmasý düþerseniz, hem edebiyat için hem gerekir diye düþünüyorum. Aksi de tenkit ettiðiniz eser için doðru taktirde, kaðýdý boþ yere karalamaya bir þey yapmýþ olmazsýnýz. Böyle gerek yok. bir durum ise geçerli ve net bir bakýþ açýsý ortaya çýkarmaz. *** Edebi eleþtiri ancak ayrýntýlara Gürsel Korat'ýn yeni öykü kitabý girilerek olur, yüzeyselliði kabul "Gölgenin Caný" Can Yayýnlarý etmez. Ancak ayrýntýlara giarasýndan çýktý. rildiðinde de kitabýn görünmeyen 1960 Kayseri doðumlu olan ya-zar yönünü, arka planýný anlatmayý 1984'ten itibaren çeþitli dergilerde baþarmak gerekir ki bu, edebi yazmaya baþladý. Ýlk kitabý "Zaman kaygýlar taþýyan biri için gerçekten Yeli" 1994'te basýldý. 1996'da "Çizgili Gölgenin Caný kolay bir iþ deðildir. Zira edebiyat, Sarý Defter" adlý öykü kitabý, Gürsel Korat ürünleri itibariyle özneldir. 1997'de bir kent kültürü incelemesi Can Yayýnlarý Buradan hareketle þunu kesinlikle olan "Sokaklarýn Ölümü", 1998'de söyleyebiliriz; eleþtirmen yazýsýna "Ay Þarkýsý" yayýnlandý. Bir dörtlesadece kitabý konu edinmemeli, yazarý da en az menin ilk kitabý olan "Zaman Yeli"nin devamý kitap kadar irdelemelidir. Çünkü yazar, "Güvercine Aðýt" 1999 yýlýnda yayýnlandý. yazdýðýný hiçbir zaman kendinden ayrý görmez Kapadokya'yý anlattýðý "Taþ Kapýdan Taç Kapýya: ve mutlaka yazýsýna yaþantýsýndan izler býrakýr. Kapadokya" adlý çalýþmasý 2003'te çýktý. 2003 yýlý Ýþte eleþtirmen, yazarýn býraktýðý izleri de takip sonlarýnda ise "Kristal Bahçe" adlý denemeetmeli, incelemeli ve böylelikle eseri daha eleþtiri kitabý yayýnlandý. bütüncül deðerlendirebilme baþarýsýný gösterebilmelidir. Eser, yazarýndan ayrýlarak deðerOcak ayýnýn sonlarýna doðru yayýnlanan lendirilirse, ortaya renklendirilmemiþ bir resim "Gölgenin Caný" temel anlayýþ ve konu seçimi çýkar ki bu, netice itibariyle okuyucuyu yanýltýcý açýsýndan bakýldýðýnda diðer kitaplardan pek bir çok unsuru beraberinde getirir. farklý deðil. Daha önceki kitaplarýnda olduðu Elbette eleþtirinin baþka pencereden bakmasý gibi kenti, tarihi, geleceði, insanýn doðal hallerigerektiði savunanlar da var. "Bir eser sadece kenni kaleme alan yazar bu son kitabýnda da ayný disi olarak, yazarý katýlmadan deðerkonularý kullanmýþ. Ancak, farklý pencerelerden lendirildiðinde objektif olur ve daha ayrýntýlý, bakarak alýþýlmýþ konularýný farklý renklere daha geçerli bir tenkit ortaya çýkar" diyen görüþe büründürmüþ. Bir öykü Ýtalya'da, bir diðeri 20
DERKENAR Ýstanbul'da; biri Osmanlý zamanýnda, bir diðeri 2999 yýlýnda geçiyor. Öykülerde zaman ve mekan kavramlarýnýn bu kadar yoðun olmasýnda, yazarýn bu kavramlara faklý bir açýlým yüklemesinden kaynaklanabilir. Gündelik hayattan seçilen konularla ve hayal dünyasýndan gelen konularla yazýlmýþ öykülerin hepsinde kendinizden bir parça buluyorsunuz. Somut dünyadan olmasa da soyut dünyadan, yani duygularýmýzdan izler taþýyor. Evet, her insanda hemen hemen ayný duygular vardýr. Pekala, nasýl oluyor da olaðan bir konu ve olaðan bir duygu bir kitaba girebilecek seviyede öyküye dönüþüyor? Nasýl dönüþtüðü yazarýn kullandýðý dilin týlsýmýnda gizli. Sade, duru ama zayýf bir deðil Gürsel Korat'ýn kullandýðý. Hepimizin sokakta duymaya alýþtýðý kelimeleri kullanýyor ama, öyküsünün içinde yoðurarak… Bir öykü kitabýný uzun uzadýya bütüncül olarak incelemenin doðru olmayacaðýný düþündüðümden, öyküler hakkýnda ayrý paragraflar oluþturarak ayrýcalýklarýný belirteceðim. Ýtalya-Pompei'de geçen "Ruh Ýklimi" adlý öykü kitabýn ilk öyküsü. Öykünün kahramaný Fikret bir tarih araþtýrmacýsý olarak gittiði Ýtalya'dayken Ýstanbul'u özler. Ama onu Ýtalya'ya baðlayan baþka þeyler olduðundan buradan da ayrýlmaz. Gönül iliþkisi kurduðu, Türkiye'de de kalmýþ bir müze sorumlusunu sevip sevmediðini, sevgisine karþýlýk bulup bulamayacaðýný düþünerek ikilemler yaþar. Kýzýn, kendisini sevdiðini öðrendiðinde de bu ikilemleri devam eder. Fikret ikilemleri yaþar ama bir noktadan sonra bundan kurtulur. Ayrýca, hikâyenin bir yerinde Cem sultan hikayesi anlatýlýr ve yaþadýðýmýz zamanýn tarihle olan baðlantýsý sezdirilir. "Gözlük" iki delikanlýnýn tren yolculuðuyla baþlýyor. Trende bir gözlük bulmalarýyla da kendi hikayelerini buluyorlar. Gözlüðün sahibini bulmak için birkaç þehir deðiþtiriyorlar. Bu sýrada bir gar büfesinden alýþveriþ yapýyorlar ve büfeci fazla para üstü veriyor. Nereye gideceklerini iyice þaþýrmýþken, birkaç þehir geziyorlar. Tekrar dönüp büfeciye fazla para üstünü ve sahibini bulamadýklarý gözlüðü veriyorlar ama büfeci teþekkür bile etmiyor.
"Bütün Hallerinizle, Efendim"de bir Osmanlý paþasýnýn hizmetinde çalýþan Galili bir fotoðrafçýnýn, paþanýn eski cariyesiyle -konak bahçývanýnýn karýsýyla- yaþadýðý aþký anlatýyor. Öyküde, Osmanlý'nýn yaþayýþ tarzýna, ahlak anlayýþýna bir yabancýnýn gözüyle bakýlýyor. Bu yönüyle ilginç olabilir ama tarihi gerçekleri yansýtmadýðýný, neticede bir hikaye olduðunu bilerek okumakta fayda var. Zira tarih baþka, hayal baþka… "Baþkalaþým"da ise diðer öykülerden bambaþka bir zaman, mekan ve olay konu edilmiþ. 2999 yýlýnda, mitolojik -hayali- tanrýlar olarak kabul edilen Zeus, Apollon, Hera ve Afrodit arasýnda geçen bir olay, Afrodit'in dünyaya indirilmesiyle farklý bir mekan ve boyut kazanýyor. Ayrýca 2999 yýlýyla ilgili çeþitli öngörülerde bulunulmuþ. Robotlarýn insan gibi olacaðýna, Ýngilizce'nin konuþulan tek dil olacaðýna, tüm bu deðiþim ve dönüþümlere raðmen insan duygusunun kaybolmayacaðýna, sevginin ve aþkýn hep olacaðýna dair çeþitli tahminlerde bulunmuþ yazar. Kitabý okumaya baþladýðýmda bir cümle dikkatimi çekti diye altýný çizdim. Kitabýn sonuna geldiðimde altý çizilmiþ birbirinden ilginç cümlelerin hayli fazla olduðunu gördüm. Kitap hakkýnda bir fikir vermesi açýsýndan bir kaçýný buraya not düþüyorum. "Karým beni kapýnýn önüne koyduðundan beri, böylesine aþaðýlandýðým bir olay yaþamýþ deðilim." "Maria'ya ýslak gözlü köpekler gibi bakmýþ olmalýyým." "Yüzünde aþk güzelliði vardý, ancak orada ben yoktum, kendimi göremiyordum. Aþkýn bakýþýnda "kendinden arýnmýþlýk" ararým ben…" "Ölüm ne ki, canýn gölgesi." "…anneler ölünce, geçmiþ zaman da ölür." "…yoldayken evini, evdeyken de yolunu özlediðini düþündü." Gürsel Korat, kalemiyle okuyucuyu öyküye katmayý baþarýyor. Yabancý bir þeyi deðil, bize bizi anlatýyor. Bize hayatýn içindeki her þeyden topladýðý seslerle sesleniyor.
21
DERKENAR
Seyfullah Aslan
NASILSIN, ÝYÝ MÝSÝN? Sana ne! ................. Hava da amma sýcak. Zor nefes alýyorum. Bunalýyorum. Ne kadar caným sýkýlýyor böyle. Herkes sýcaklarý sevdiðini söyler. Ben ise nefret ediyorum. Soðuk olsun istiyorum. Daha soðuk! Nefesimi daraltan bu havadan kurtulmak istiyorum. Günlerdir evime týkandým kaldým. Aslýna bakýlýrsa dýþarý çýkmak da istemiyorum. Çünkü insanlardan rahatsýz oluyorum. Bana o kadar soðuk geliyorlar ki, anlatamam. Nereye gitsem beni izliyorlar. Sokaða adým atmaya göreyim. Köþe baþýndaki ayakkabý tamircisi ihtiyar bile, baþýný küçük kulübesinden uzatýp bana bakýyor. Fýrýncý, bakkal... herkes herkes! Hatta sokaktan o sýrada geçmekte olanlar bile... En son geçen ay dýþarý çýkmýþtým. O zaman böyle bir olay baþýma geldi. Hava o zaman da sýcaktý. Biraz gezeyim dedim. Ancak unutmuþum, dýþarýda, sadece nefes alýp veren, yaþamsal göstergeleri sadece bu olan canlýlar(!)ýn olduðunu. Evden çýkýp sokaða indiðimde bir de baktým ki, o ihtiyar ayakkabý tamircisi baþýný uzatmýþ bana bakýyor. Yanýnda oturan baþka bir ihtiyara beni gösterdi, sonra da fýsýldaþmaya baþladýlar. O dakikada, her tarafý yakýp dökesim gelmiþti! Ben ihtiyarlara sinirlenirken, yüzleri çamura boyanmýþ, üstleri baþlarý kirli üç beþ ufaklýðýn kapkara gözlerle bana baktýklarýný farkettim. Kaþlarýmý çatýp onlarý bu hareketlerinden vazgeçirmek istedim, olmadý. Sokaðýn karþý tarafýnda bulunan evin penceresinin demir parmaklýklarýna yapýþmýþ, diþlerini bir þeye sinirlenmiþ gibi birbirine sürten bir adamýn daha beni izlediðini gördüm. O kadar dik dik bakýyordu ki, bir anda kendimi suçlu gibi hissettim. 22
Hayýr! Suçlu deðildim ve deðilim. O gün sokaða çýktýðýma piþman olmuþtum, yirmi adým atabilmek sokaða çýkmak sayýlýrsa tabii. Yirmi birinci adýmý atamadan hýzla eve geri döndüm. O gün bu gündür dýþarý çýkmak istemiyorum. Eminim ki bu gün de dýþarý çýksam yine ayný kömür taþlarý bana bakacak! Hem de suçlarcasýna. Sanki ben masum insanlarý öldürmüþüm de, yeni bir kurban aramak için sokaða çýkmýþým, onlar da bunu sezinledikleri için benim gezmemi istemiyorlar, evime týkýyorlar. Yýllar önceki arkadaþlarým (!) da aynýydý. Ne zaman sýnýfa girsem, ne zaman dýþarýya çýksam, ayný suçlamayla bakýyorlardý. Bu nedenle onlarý, o iðretileri hiç sevemedim! Neredeyse her gün bir problem çýkarýyorlardý. Ýþleri güçleri ben olmuþtum. O kadar ki, bir yýl boyunca bana hiç dokunmayan birisini bile kendilerine benzetmiþlerdi. Çok kötü, çok kötü... .......................... O da ne! Bu ses de neyin nesi? Bir ses duydum gibime geldi ama... Yoksa daldýðým için bana mý öyle geldi. Hayýr hayýr, iþte ayný ses! Ýnanýlmaz bir olay bu. Hayret! Hayret, þu anda hayatýmýn en tuhaf olayýný yaþýyorum belki de. Yaþým henüz otuz ama bu andan itibaren daha mutluluk verici bir olayla karþýlaþamam. Buna eminim. Müthiþ! Uzun zamandan beri hiç sesini duymamýþtým. Ýlk duyduðum anda bir irkilme ve garipseme bile yaþadým. Kendi kendime "bu neyin sesi" diye bile sordum. Biraz öncesine kadar hayatýmý çepeçevre sarmýþ olan sessizlikten o kadar çok bunalmýþtým ki, saðýr mýyým diye bir çok sefer kendimi yokladýðým olmuþtu. Saðýr deðilim. Fakat sokaklardaki insanlarýn sesini duymaktan acizim. Aslýna bakarsanýz insanlarýn sesini duymayý istemiyorum.
DERKENAR Hâlâ "Neden?" diye sormayýn. Dedim ya o kadar bunaltýcý bir þey ki... Hele o çocuklarýn baðrýþmalarý, oyun oynamalarý beni çýldýrtýyor. Bakýn, hâlâ onlarýn iðrenç çýðlýklarý geliyor. Þu anda kulaklarýma gelen bu hoþ telefon sesi, tüm iðrenç sesleri zor da olsa bastýrabiliyor. Bazen þunu da düþünmüyor deðilim. Yoksa insanlardan (!) beni seven hiç yok mu? Acaba hiç kimsenin hatýrýna gelmiyor muyum? Ben o kadar unutulacak,sakýnýlacak birisi miyim? Bu
gibi düþüncelere ara sýra dalýyordum. Dalýyordum diyorum çünkü artýk bu düþünceleri zihnimden attým. Telefonumun "zýrrrrr" diye inleyen bu hoþ sesi, þu ana kadar var olan bütün düþüncelerimi sildi. Demek ki beni hatýrlayan birkaç kiþi var (!). Ýnsanýn sevilmesi, ayda bir de olsa bir arayanýnýn olmasý ne güzel. Ama hayýr! Þimdi telefonun ahizesini kaldýrýnca yine ayný sorular sorulacak; "Nasýlsýn, iyi misin?" Buna raðmen bir arayanýmýn (!) olmasý hoþuma gitmiyor deðil. Hatta telefonun sesi beni çaðýrdýkça koltuklarýmýn altý kabarýyor, sevini-yorum. Ve tabi biraz da naza çekip deminden beri benimle konuþmaya can atan kiþiyi bekletiyorum. Neyse fazla nazlanmayayým, sonra susuverir: - "Alo, buyurun, efendim, kimi istemiþtiniz?" Telefonla konuþmayalý o kadar çok zaman olmuþ ki; telefon açýldýðýnda hangi kelimenin söylenmesi gerektiðini unuttuðumdan mýdýr, yoksa heyecanýmdan kaynaklanan bir taþkýnlýk mýdýr nedir, bütün karþýlama cümlelerini söyleyiverdim.
- "Necati! Ben Metin. Nasýlsýn, iyi misin?" Gördünüz mü? Yine ayný cümle; "nasýlsýn, iyi misin?" Þimdi bu münasebetsize ne demeli! Bu Metin, okul yýllarýndan bir iðreti! O zamanlar nasýlsa þimdi de ayný. Bakar mýsýnýz? Hâlâ "nasýlsýn, iyi misin?" diyor. Yýllar geçmesine raðmen o hiç deðiþmemiþ, hiç kendini düzeltmemiþ. Ne kadar nefret etsem de her halde bu sorusuna cevap vermeliyim! - "Saðol saðol, iyim!" Sessizlik baþladý. Ýyi de niye sustu bu Metin! Beni de sabýrsýzlandýrýyor. Ne söyleyecekse söyleyip kapatsa iyi olur! - "Eh, saðol. Ben de iyiyim!" - "Ne?!" - "Þu adetinden vazgeç de bir sefer arkadaþ-larýna hal hatýr sorma lütfunda bulun diyorum." Aklý sýra bana nasihat veriyor. Hal hatýr sormalýymýþým. Niye soracakmýþým ki! Birilerinin kötü olmasý umrumda deðil. Ýsterse iyi olsun. - "Heh, amaaan! Niçin aradýn!" - "Þey için aradým..." Bakýn sesi nasýl da yumuþadý. "Ülkü Hocayý hatýrladýn mý? Edebiyat hocasý idi." - "Eeee!" - "Hafta sonuna eski okuldaki arkadaþlarla bir piknik düzenledi. Sana da haber vermemi istedi. Yani þey diyecektim! Sen de gelebilecek misin?" Anladýk! Sanki gelme der gibi çaðýrýyor: "Sen de gelebilecek misin?" Gelmesen iyi olur ama sen bilirsin. Zaten senin iþlerin vardýr, gelmen biraz zor olur.... ( ) Aman sanki sizinle bir araya gelmek isteyen var. Ben þurada ne güzel huzurlu iken ne diye rahatsýz ederler bilmezsin ki! - "Gelip de ne yapýcam?!" - "Ne bileyim iþte, piknik!" - "Hem beni niye çaðýrýyorsunuz?" - "Biz çaðýrmýyoruz. Ülkü Hoca çaðýrýyor." - "Ufff......" - "Yaa Necati, geliyor musun, gelmiyor musun?!" - "Gelmiyorum!" - "Ýyi, sen bilirsin. Görüþürüz!" - "Görüþme...." Daha lafýmý tamamlamadan nasýl da kapadý yüzüme telefonu. Ulan bana hal hatýr dersi veren adama bak! 23
DERKENAR Arkadaþlarýmýn (!) hepsi böyledir. Önce ararlar, sonra da yüzüme telefonu kapatýrlar. Ufff..... Huzurumu kaçýrdý. Niye bana böyle tavýr alýyorlar anlamýþ deðilim. Onlara hiçbir zaman kötülük yapmadým. Bazý ufak tefek sürtüþmelerimiz olurdu ama büyütülecek gibi deðil. Arada bir müdürün yanýna gider onlarý þikayet ederdim. Arada bir dediysem öyle çok sýk deðil; her bana dokunduklarýnda. Bu da onlarýn bana karþý tutumlarýna baðlý olarak deðiþiyordu. Bazen haftada on, bazen on beþ sefer müdürle sohbet ederdim... Ne oldu? Niye garipsediniz? Onlar benimle çok uðraþýrlardý onun için olurdu. Yoksa siz de mi beni suçluyorsunuz? Suçlu deðilim! Neyse... Ýkide bir gelip "Necati n'aber?" gibisinden alaylý cümleler kurmalarýndan tutun da "Sýnavdan kaç aldýn?" demelerine, hatta ve hatta benimle konuþmak için yanýma gelmelerine kadar varan gereksiz davranýþlarý nedeniyle müdürün yanýna giderdim. Dedim ya bütün suç onlarda. Benimle konuþmak istiyorlardý! Bütün bunlarý yaparlar, sonrada bana kýzarlar, baðýrýrlardý. Neymiþ "Necati! Biz sana iyi davranmaya çalýþýyoruz. Sen her seferinde bizi tersliyorsun." Hayýr! Bana iyi davransaydýlar; konuþmasaydýlar, bana karýþmasaydýlar ben de onlarý terslemezdim. Ýnanýn, birinin birine kýzmasý gerekiyorsa, kýzmasý gereken kiþi benim. Zira her hafta on, on beþ sefer müdürün yanýna gidip gelmekten ayaklarýma kara sular iniverirdi. O zamanlardan hatýrladýðým bir olayý anlatayým size. O gün dersler boþtu. Bahçeye inmemize izin verdiler. Ben her zamanki gibi bir köþede sessiz sakin oflayýp pufluyordum. Sýnýfýn diðer mensuplarý ise - arkadaþ demeye dilim varmýyor da bahçede maç yapýyorlar, bir kýsmý ise koyu sohbetler ediyor gibi görünüp benim hakkýmda konuþuyorlardý. Bahçede oturmaktan yorulmuþ sýnýfa çýkmýþtým. Öðretmenler masasýnýn etrafýna tünemiþ birkaç kiþi dýþýnda sýnýf boþtu. Burada biraz daha rahat ederim diye düþünüyordum ki; birisi cýrtlak sesiyle ismimi aðzýna aldý. - "Necati!" Hiç sesimi çýkarmak istemedim. Biliyordum. Yine garip cümleler kurup moralimi bozacaklar. 24
Tecrübelerimin beni yanýltacaðýna hiç inanmadýðým için dilimi yutmuþtum. Zaten yüzümü baþka tarafa dönmüþtüm. Dirseðimi sýraya dayamýþ, kafamý avuç içime gömmüþ, duvarý izliyordum. Ben onlarý duymamak için baþka þeylerle ilgilenirken, onlar benim hakkýmda fýsýldaþmaya baþlamýþlardý, duyuyordum. Tekrar ayný cýrtlak ses, tavuk gýdaklamasýný andýrýcasýna: - "Necati!" Artýk dayanacak gibi deðildim. Dertleri benimle uðraþmak olduðu için, mutlaka konuþmamý bekliyorlardý. - "Ne var?!" diye haykýrdým. O benim kýzmamý hiç duymamýþ gibi sýrýtarak. - "Neredeydin?" - "Sana ne?!" Yüzlerindeki gülümseme kaybolmuþtu. Gülümseme sýrasý bendeydi ama ciddi, sinirli durmalýydým. Hayatýndan bezmiþ bir ifadeyle bir diðeri lafa atladý: - "Ýnsanca bir soru sorduk?" "Ýnsanca" imiþ. Ne Ýnsanca ne de... Maksatlarý beni suçlamaktan baþka bir þey deðil. Ben bir suç iþlemiþim de hesaba çekiyorlarmýþ gibi "Neredeydin?" diye soru sor, sonra da buna "insanca" de, öyle mi? - "Sormasýn! Hem insanca bir soru deðil!" - "Eee, tuhaf þey" diye baðýrdýklarýnda iyice bunalmýþtým. Sinirden kravatýmý çýkarýp bir köþeye atarken: - "Tuhaf sizsiniz! Þimdi görürsünüz" dedim. Sýnýftan nasýl çýktým, müdürün odasýna kaç saniyede indim bilmiyorum ama onlarý bir kez daha müdüre þikayet ettim. Daha bunun gibi yüzlerce olay. Üç yýllýk lise hayatýmda - yaþamak sayýlýrsa - bu iþkenceyi çekmek zorunda kaldým. Okulum bittiði için artýk onlardan kurtuldum. Daha doðrusu iþkenceden kurtuldum. Zira, benimle artýk konuþamazlar! Arada bir telefon edip, rahatsýz etmelerini saymazsak. - Anneee! Yine o çocuklarýn iðrenç sesleri! Ne kadar rahatsýz edici. Sesleri bir yýlan týslamasý kadar korkutucu. Amaan! Ne zaman kurtulacaðým þu insanlardan!
DERKENAR
Niyazi Karabulut
EZBERÝMDEKÝLER Namlulara yeni bir çað sürerken esbab Umutlarý kurþunlanan çocuklardýk Masallarýmýzý çalardý haramiler Çekilirdik daraðaçlarýna gün bitimlerinde Hayata ritim tutardýk. Gecenin karanlýðýný keseriyle yontarken babam En hýzlý debisiyle akardý zaman avuçlarýmdan Bir sevdaya taþýrdý beni ölümler Çýðlýklar büyürdü içimde yavaþ yavaþ Bir ömrü kemirirdi gün dönümler Ay serilirdi tarlalara ayazda, gerinirdi karanlýðýn kanatlarý Derenin kalbinde yüzerdi balýklar Menekþe kokulu türkülerle Aðýr bir gece çökerdi üstümüze Býçkýn sevdalýklar: tusunami Ne kadar unutsam da Bütün hüzünler kalýyor ezberimde Hayra yorulmaz düþler, tabutlar dolusu hüzün Hüznü tüketmiyor aðýtlar, göðsünde öksüzün Gün görmeyen kuytularda Barut kokusu siner kundaklara Gidecek adresi yok kederlerimin Esrik rüzgarlarýn önünde kasislere savrulan bir kuru yaprak kahýr yönünde. Mýsralarýmda toprak kokusu Kanla yýkamak için karanlýðý Bir Filistinli annenin gözlerinden derledim acýlarý Geceyi esir alýr yaðmurlar Donar bebeklerin yüzünde gülüþler Gecenin esrarý, gündüzün ýsrarýnda Ýçim sensizliðin hüzün korosu Kutup buzullarýnda yýkanýr Çöl ateþinde kurunurum Somurtkan yüzünde gezerken þehrin Çocuk umutlarýyla avunurum
25
DERKENAR
Ramazan Seydaoğlu
KELEBEKLER ÖLMESÝN Bir çember çiziyorum kendi kendime, mumun etrafýnda dönüp dolaþan pervane misali...
ni kapamakla güneþi söndüremeyeceklerini" de biliyorum.
Mumlar nasýl kandýrabilir kelebekleri anlamýyorum. Yatsýya kadar yanacaðýný bile bile kelebekler ne diye aþýk olur bir mum parçasýna? Bilmez mi ki, kendisini korumaktan aciz, muhtaç olan þeyler baþkasýný korumaya ve aydýnlatmaya da gücü yetmez. Aydýnlatýyor hissini gerçekten kandýrdýklarýný... Onlarýn ýþýklarýnýn bir üflemeyle söneceðini ve yapay olduðunu...
Bildiklerimi bilseydi belki kelebek kendini yakmayacaktý.. Anlatmakta da geç kaldýðýmý bili-yorum, ama, hiç olmasa yeni kelebeklerin yanmasýna engel olabiliriz. Onlara hangi aþklar uðruna kendimizi helâk edebileceðimizi belirtebilirim...
Bir çember çiziyorum kendi kendime, mumun etrafýnda dönüp dolaþan pervane misali...
Elimi uzatýyorum, 'belki kurtarabilirim' düþüncesiyle.. Ama heyhât! Bu ne aþkmýþ ki 'bana dokunma, aþkým uðruna kendimi fedâ etmeme engel olamazsýn" dercesine önce parmaklarýma þiddetle çarpýyor ve yardým teklifimi reddediyor... Bir çember çiziyorum kendi kendime, mumun etrafýnda dönüp dolaþan pervane misali... Bir kanadý elimde kalmýþtý, az evvelki yardým teklifimi reddettikten sonra... Ona yardým etmek istemiþtim. Ama o morfinleþmiþçesine salýverdi kendini mum eriyiðinin içine. Çýrpýnarak can verirken, onunla ben de eriyip gittim sanki...
Lâkin ben seziyorum, dehlizlerde duvarlara uygarlýklarýn, sahte güzelliklerin resimlerinin çizilmesinin ve sözde parlak yýldýzlý boyalarla yine sözde güneþler çizmenin ne boþ ve anlamsýz olduðunu... Medeniyet kalýntýlarý, güneþperestlerin duvarlara çizdikleri altýn kabartma güneþlerin çekiçlik canlarýnýn olduðunu biliyorum. Bütün bunlarýn hüdânenâs (ateist) zihniyetlerin kendilerini kandýrmalarýndan baþka bir þey olmadýðýný anlýyorum. Onlarýn "gözleri26
Mum eriyiðinin içinde can çekiþen o deðil benim þimdi... kalbim çarpýntýdan parçalanmak üzere... Damarlarým kan taþýmaktan yoruldu yorulacak.. Az daha, az daha.. O ne aþkmýþ ya Râb! Gýpta ediyorum. Aþkýnýn piri kabul ettiði muma fedâ etmiþti kendini kelebek... Yakmýþtý o güzelim rengârenk bedenini... Canýndan, hayatýndan olmuþtu. Lakin bir tek kendini deðil de beni de yakýyordu kendisiyle beraber...
DERKENAR
En sonunda ölmedim... Daha o dereceye varamadýk. Kendini idealleri ve ilkeleri uðruna yakan bir kelebek kadar bile olamadým demek... Ama kendimi affedemiyorum da... Belki de bu mumun yalancý bir ýþýk taþýdýðýný, ona sevdalanmanýn ne denli geçici boþ olduðunu anlatsaydým, onu ikna edebilirdim belki de.. Ona biraz sonra bulutlarýn örttüðü bir dolunayýn çýkacaðýný ve çok daha güçlü bir þuâyla arzý aydýnlatacaðýný anlatsaydým belki de yakmazdý kendini... Kim bilir ona þafakla birlikte çok daha güçlü bir ziyânýn doðacaðýný ve milyarlarca yýldýr bunun gücünden hiçbir þey kaybetmediðini anlatsaydým kendini hiç de yakmayacaktý belki.. Kim bilir belki o þimdi balkonumdaki hoþ kokulu reyhanýn çiçeðinin yapraklarý arasýnda uyuyor olacaktý.. Ve diyorum ki, belki de ona ayýn ve güneþin batmaya mahkum olan birer varlýk olduðunu, ancak her zaman ve her yerde varolan gerçek bir nurun olduðunu iletebilseydim, o zaman o sahte ýþýða kanmaz ve yaþamýný çok daha büyük bir aþka adayacaktý... Þu an bu serin balkonda benimle, gizli bir zikir içinde olan kainatta yaþýyor olacaktý.. Uzaklardan dalga
dalga gelen cýrcýr böceklerinin musikilerini, gecenin gizemli sessizliðini bozan puhunun nidalarýný duyu-yor olacaktý... Evet o kelebeðin ölümüne ben sebep oldum. Madem ki kendimi yüreklere adamýþým. Öyleyse onlarýn kurtarýlmasýndan da sorumluyum... Þairin yükünün bilincinde olmadan bu mevkiye çýkmaya yeltenmenin zorluklarýný idrak etmeliydim... Bir çember çiziyorum kendi kendime, mumun etrafýnda dönüp dolaþan pervane misali... Diyorum ki: bundan böyle baþka kelebeklerin ölmemesi gerek. Buna göz göre göre asla müsaade etmeyeceðim. Kendilerini yakmalarýna böyle seyirci olamam. Ne yapýp ederek bunu engellemeliyim. Aþkýn yüceliðini daha yüce bir aþkla birleþtirmesini saðlamalýyým... Bir çember çiziyorum kendi kendime, mumun etrafýnda dönüp dolaþan pervane misali... Kendimi o sahte ateþlere yaktýrma pahasýna da olsa diyorum ki: Kelebekler Ölmesin!.. 27
DERKENAR
K Ü T Ü P H A N E “Erkeklerin hikâyesi neden yok. Hikâyelerini biriktiren, hikâyeleriyle birbirine tutunan, hikâyeleriyle koþan kadýnlara inat neden sessiz erkekler dünyasý!” Fatma Karabýyýk Barbarosoðlu hikâyelerini kadýn-erkek iliþkileri ekseninden alýyor, gözümüzden hep kaçan benimize dikkat çekiyor. Zaman içinde faklýlaþan bireylerin, hem toplumda hem de kendi dünyalarýndaki yansýmalarý bir erkeðin aðzýndan anlatýyor. Hiçbiryer, Fatma Karabýyýk Barbarosoðlu, Timaþ, Roman, 320 sayfa “Tek baþýna kalan bir insanýn kapladýðý o güçsüz yeri kaplamaya çalýþýyorum. Varlýðým bir toz bulutu, daha sert bir rüzgârda tozanlarýna ayrýþarak daðýlýp gidecek bir toz bulutu. benim kalýbýnda bir boþluk bu.” Murathan Mungan’ýn kaleminden öykü-roman tadýnda bir kitap. Ýçinizden bir yolculuða çýkýp tekrar kendinize dönmek istiyorsanýz, Çador yol rehberiniz olacaktýr.
Çador, Murathan Mungan, Metis, Edebiyat, 106 sayfa Bir çok yönüyle tanýnan Emine Iþýnsu, yazarlýðýyla daha çok tanýnýyor. Romanlarýyla okuyucusuyla buluþan yazar, yeni kitabý ile tekrar okuyucusunu selamladý. Bukaðý, tasavvuf kaynaklý metinler üzerinden gelen bir romaný olmasýnýn yanýnda, insanýn her türlü iç çýkmazlarýna ve tereddütlerine de ayna tutuyor. Bukaðý, Emine Iþýnsu, Ötüken, Roman, 328 sayfa
Yazar Dücane Cündioðlu, yeni kitabý Philo Sophia Loren’de kadýnýn gündelik sorunlarýndan, kadýna felsefi tartýþmalarýn eþiðinden bakýþlara kadar bir çok konuyu kalemine katmýþ. Kadýnýn sorununu dini yönüyle de inceleyen yazar, aile kurumunun temelindeki kadýn kavramýna da deðinmiþ.
Philo Sophia Loren, Dücane Cündioðlu, Gelenek, Ýnceleme, 130 sayfa Ýstanbul’u diline dolayan yazar-þair Sunay Akýn’dan yep yeni bir eski zamanlar kitabý. Sunay Akýn, Ýstanbul’u anlatýrken hep eþyayla bir bað kuruyordu. Bu kitap o baðý daha da saðlamlaþtýrdý. Edebiyat, siyaset ve sanat dünyasýndan bir çok ünlünün oyuncaklarla olan, kimi zaman tutkulu kimi zaman zorunlu birlikteliði eski oyuncaklarýn diliyle anlatýyor.
Kýrdýðýmýz Oyuncaklar, Sunay Akýn, Çýnar, Aný-Deneme, 185 sayfa 28
DERKENAR Deyimlerin nereden geldiðini hiç merak etmediniz mi? Her konuþmamýzda, her imalý cümlelerimizde deyimler vardýr. Ýþte, kullandýðýmýz her deyimin de kendine göre bir hayat hikâyesi var. Her deyim kendi hayat hiâyesini anlatýyor ve insanlara kendilerini daha iyi tanýtmaya çalýþýyorlar. Zafer yayýnlarý tarafýndan üç kitap halinde yayýnlanan bu kitap, öðrenci-okuyucu ayýrmaksýzýn herkeste bulunmasý gereken bir sözlü tarih kitabý. Deyimler ve Öyküleri 1-2-3, Haz:Selim Gündüzalp, Zafer, Ýnceleme,Toplam 440 sy. Amerikalý yazar Paul Auster’in yeni bir romaný. Bir yazarýn uzun süren hastalýðýndan sonra ve uzun süre yazamama sýkýntýsýna katlandýk sonra, günlük yazmak için bir kýrtasiyeden aldýðý mavi ciltli defterle hayatýnýn akýþý deðiþiyor. Birbirinden ilginç ve ürkütücü olaylarý peþpeþe yaþayan yazar, yaþadýðý çevresini de kendi hikâyesine katýyor.
Kehanet Gecesi, Paul Auster, Can, Roman, 264 sayfa Zamanýn bir anýný dondursanýz her halde, o ana tüm þairler faklý bir þiir yazardý. Hüseyin Kara, yeni þiir kitabý Madde Kara ile zamanýn süratinden anlar yakalamaya çalýþýyor. Her yakaladýðý aný, içindeki hüzünle harmanlýyor ve ortaya Madde Kara çýkýyor.
Madde Kara, Hüseyin Kýran, Þiir, Metis, 75 sayfa
Yazar Dücane Cündioðlu’nun biraz tasavvufla, biraz modern dini duygularla bezediði yeni kitabý Cenab-ý Aþk’a Dâir Gelenek Yayýnlarýndan çýktý. Faklý konu baþlýklarý altýnda ayný konu üzerine vurgu yapýyor yazar; her þey Cenab-ý Aþk için ve her þey O’nun bilgisiyle gidiyor. Dini, kültürel ve felsefi boyutlarla iþlenmiþ Allah’a ulaþma yolundaki çakýl taþlarýný iþaret eden bir kitap.
Cenab-ý Aþk’a Dâir, Dücane Cündioðlu, Dini inceleme, Ýnceleme, 156 sayfa Ahmet Baydar’ýn kaleminden Ýbn-i Arabî’nin hayat hikayesinden yola çýkýlarak yazýlmýþ, etkileyici bir roman Endülüslü Zidyâr. Arap yarýmadasýnýn her karýþ tapraðýndan kokular, sýcaklar ve yeni hayatlar getirip kaleminde buluþturan yazar, Endülüslü Zidyâr çalýþmasý ile alanýnda ilki yapmýþtýr. Ýbn-i Arabi hakkýnda daha önce böylesine bir çalýþma ile roman (anlatý) ortaya konulmamýþtý.
Endülüslü Zidyâr, Ahmet Baydar, Roman, Beyan-Romancý, 232 sayfa Büyük harflerin sadece kapak ve künyede kullanýldýðý bir kitap, Aþk’ýn Z’si. Ýnsanýn ruhunun derinliklerinde yatan duygularý bir kalem marifetiyle, ortaya çýkarmayý baþarýyor Uður Özakýncý. Aþktan kaynaklanan sarhoþluk halinin vurdumduymazlýklarýyla baþlýyor, içine acýsý oturduktan sonra da baþka pencerelerden bakmaya baþlýyor aþka. Aþk’ýn Z’si bitimsiz bir insanlýk halini anlatýyor.
Aþk’ýn Z’si, Uður Özakýncý, Öykü, Can, 167 sayfa 29
DERKENAR Gelenek Yayýnlarý özgün boyutulu kitaplarýndan bir an için vazgeçip, üç tane cep kitabý yayýmladý; Gazali’nin Ledünni Ýlim Risalesi, yine Gazali’nin Hak yolcusuna Öðütler ve Þeyh Ahmed el-Alâvi’nin Allah’a Yakarýþ. Her üç kitap da Osmanlý zamanýndaki ve Osmanlý’dan önceki din ilminin nasýl anlaþýldýðý üzerine ipuclarý veriyor. O zamanýn anlayýþý ile bugünün anlayýþý arasýnda bir kýyas yapmanýz için önemli üç eser.
Amerika’da yayýnlandýktan sonra Ötüken Yayýnevi aracýlýðý ile Türkçe’ye tercüme edilen Türk Dýþ Politilkasý (Belirsizlik Döneminde), Türkiye’nin hem iç siyaseti, hem de iç siyasette önemli ölçüde etkili olan dýþ siyasi geliþmelere ýþýk tutulmaya çalýþýlýyor. Türkiye’nin geleceði ile ilgili de tespitler yapýlan kitapta, Türkiye’nin bugünkü siyasi durumuna da kapsamlý olarak deðinilmiþ.
Türk Dýþ Politikasý, F.Stephen Larrabee, Ötüken, Ýnceleme-Araþtýrma, 287 sayfa D.Ali Taþçý’nýn kaleminden, fýtrat denilen kavramýn sadece insana özgü birþey olmadýðýný, bu kavramýn tüm herþey için geçerli olduðunu, böyle bir fýtrat bütünlüðünün de insanla-doða, insanla-zaman arasýnda doðru baðlarýn kurulmasýný gerekliliðini zorunlu kýldýðýný anlatan bir kitap. Deneme türünde yazýlan kitapta bir çok konuyla ilgili dipnotta düþülmüþ.
Fýtratýn Aþk Çaðrýsý, D.Ali Taþçý, Aðaç, Deneme, 156 sayfa Sevinç Çokum, Türkiye tarihinde yaþanmýþ iki farklý olaydan yola çýkýp, yaþanmasý muhtemel olaylara yönelmiþ. Kahramanlarýnýn iç dünyalarýnda kopan fýrtýnalara duyarsýz kalmadýðý için, her satýrýnda yeni açýlýmlara girerek konusunu derinleþtiriyor. Neticede fýrtýnadan geriye durulmuþ, sakinleþmiþ ama hâlâ ürküten Gece Rüzgârlarý kalýyor.
Gece Rüzgârlarý, Sevinç Çokum, Ötüken, Roman, 261 sayfa
BÝZE GELEN DÝÐER KÝTAPLAR Kendime Dönebilsem, Kâmuran Tümay Yýldýz, Timaþ, Roman, 200 sayfa Türkiye’nin Zorlaþan Konumu, Suat Ýlhan, Ötüken, Araþtýrma, 245 sayfa Kitap Okuma Alýþkanlýðý Kazandýrma Projesi,Osman Sevim, BilgeKültürSanat Yay.
DEÐERLÝ YAYINCILAR! KÜTÜPHANE sayfalarýmýzda tanýtýlmak üzere kitaplarýnýzý bekliyoruz Ya z ý þ m a a d r e s i m i z e y a y ý n l a r ý n ý z ý g ö n d e r e b i l i r s i n i z 30
YAYINLARI
Çatalçeþme sk. No: 50 Caðaloðlu-Ýstanbul Tel: (0212) 511 25 04 Fax: (0212) 519 27 09