.
derkenar
derkenar Aylýk edebiyat ve kültür dergisi ISSN 1304-6667 Yýl:2
Sayý:11
Ekim 2005
Ýmtiyaz Sahibi Ýbrahim Özbay
Genel Yayýn Yönetmeni Seyfullah Aslan
Editörler Hüseyin Akýn Kâmil Yeþil
Koordinatör Furkan Çalýþkan
Tashih Osman Toprak
Basýn ve Halkla Ýliþkiler Aynur Kulak
Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü Seyfullah Aslan
Adres Osmanlý Sk. Alara Han No:27 D:9 Taksim - Ýstanbul
Ýnternet www.derkenar.gen.tr derkenardergi@yahoo.com
Telefon / Faks (0212) 243 61 99 / 243 62 36
Abonelik Koþullarý Yýllýk: 48 YTL / 6 Aylýk: 24 YTL Kurumlara: 110 YTL Özbay Yayýncýlýk - Ýbrahim Özbay adýna Yapý Kredi Bankasý Taksim Þubesi: 1105003 Posta Çeki Hesap Numarasý: 5002965
Ýçindekiler Merhaba............................................................2 Ýbrahim Tenekeci, Üç saniye koridoru......................3 Alper Gencer, Yüzük...........................................4 F. Zehra Kalkan, Dikkat! Kýrýlabilir.........................5 Mustafa Uysal, Zamansýz evler..............................6 Cafer Keklikçi, Sarmaþýk aðacý.............................9 Haydar Ergülen ile söyleþi..................................10 Mustafa Akar, Ve allegro......................................20 Furkan Çalýþkan, Bizi bir aile olarak farz et.............21 Yasin Onat, Ben dedikçe.....................................22 Esra Elönü, Sýkýntý veren kaburga........................23 Kâmil Yeþil, Ten çiçekleri.....................................24 Fatma Pekþen, Dön karakýz dön.............................25 Osman Toprak, Dilimizin mantýðý var mý?..............28 Funda Kartal, Erzurum çarþý pazar........................29 Furkan Çalýþkan, Kapalý öyküler..........................31 Ekrem Yazýcý, Temmuz.........................................33 Fatih Karataþ, Ne zaman......................................33 Ömer Aksay, Bilâl Cerîr’in içinde yaþadýðý burgaçlar...34 Yakup Altýyaprak, Ýkinci yeni içinde bir yalnýz þair......36 Faruk Dursun, Birinci geleneksel taç giyme töreni.....43 Hüseyin Akýn, Kirletilmiþ ölümler kitabý.................44 Alper Gencer, Yardým et de göreyim!.....................46 Seyfullah Aslan, Þiirin haritasý.............................48 Murat Çeþme, Edip Cansever þiirinde “ölüm”...........50 Bahadýr Cüneyt, Þiiriyorum, öyleyse varým galiba.....52 Atanur Memiþ, Cemal Süreya’da biçim ve öz............54 Ümit Aksoy, Þiir ve gerçeklik................................57 e.e. cummings, çev: Nurullah Koltaþ, Soneler...........61 Mehmet Þah Erincik, Ey þair, ey hain.....................62 Þerafettin Yýlmaz, Büyükbaba bin piþman................64 Aynur Kulak, Yol havasý........................................66 Kütüphane.........................................................68
Genel Daðýtým Merkez Daðýtým
Baský - Cilt Kilim Matbaacýlýk (0212) 612 95 59 Litros Yolu Fatih San. Sit. No:12/204 Topkapý/ÝSTANBUL Baský Tarihi: Ekim 2005
Yayýn Türü: Yaygýn süreli Derkenar dergisi, Lamure Yayýnevi’nin bir kültür yayýnýdýr. Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez. Reklamlarýn sorumluluðu reklam verene aittir. Ýlan pazarlýða tâbidir. Yayýn politikasýna uymayan ilanlar alýnmaz.
Kapak karikatürü: Halil Eser
DUYURU Adres ve telefonlarýmýz deðiþmiþtir. 1
derkenar
Merhaba, Edebiyat dünyasýna tazelik getiriyoruz. Sýký þiir, iyi hikâye, adam gibi eleþtiri getiriyoruz. Temiz Türkçe, duru düþünce ve heyecan getiriyoruz. Þiirimizi yazarken, hikâyemizi oluþtururken geleneðin bugüne uzanan baðlarýný getiriyoruz. Eleþtiride ve düþüncede, saldýrmayan, hakkaniyetle yaklaþan “fikir namusu”na sahip duruþu getiriyoruz. * Uzun zamandan beri aylýða dönmek için yaptýðýmýz hazýrlýklar nihayet neticelendi ve bu sayýdan itibaren aylýk yayýna baþlýyoruz. Bütün heyecanýmýz daha iyi -her þeyiyle daha iyi- bir dergi okutmak. Kapaðýmýzý deðiþtirdik. Eski kapaklarýmýzý çok sevdiðinizi biliyoruz ama bazý iþlevsel noktalarda artýk yeterli olmayýnca deðiþtirmek zorunda kaldýk. Derginin içeriðini yansýtan bir kapaða kavuþtuðumuzu düþünüyoruz. Künyemizde de bazý düzenlemeler yaptýk. Bundan sonra, Lamure Yayýnevi hem daðýtýmýmýz hem de daha kaliteli bir dergi sunmamýz açýsýndan bize kolaylýklar saðlayacak. Bundan sonraki sayýlarýmýzda dergide yaþanan bu deðiþikliðin çok daha iyi sayýlarýn çýkmasýna vesile olacaðýný hep beraber göreceðiz. Bu deðiþiklikle beraber Ahmet Kýrtekin görevini Ýbrahim Özbay’a devretti. Ahmet Kýrtekin’e dergi için verdiði büyük emeklerden dolayý teþekkür ediyoruz ve imzasýnýn birkaç sayý sonra yazýlarýyla daha güçlü yer alacaðýný da buradan duyuruyoruz. Gelen ürünlerin deðerlendirmesinde de bazý önemli düzenlemeler yaptýk. Yayýn danýþmanlýðýndaki arkadaþlarýmýz görevlerini editörlere devrettiler. Bu sayýmýza kadar verdikleri emeklerinden dolayý Mehmet Ali Baþaran'a ve Atanur Memiþ'e teþekkür ediyoruz. Danýþmanlarýmýzdan Furkan Çalýþkan'ýn da, bundan sonra koordinatörümüz olarak dergiye büyük katkýlar saðlayacaðýna inanýyoruz. Ayrýca editörlerimiz Hüseyin Akýn ve Kâmil Yeþil'in þiir ve öykü konusunda çok daha nitelikli eserler yayýnlamamýza, yetenekli isimleri dergiye kazandýrmamýza büyük katkýlarý olacaðýný heyecanla ifade ediyoruz. Tashih görevini de Abdullah Sami, Osman Toprak'a devretti. Abdullah Sami'ye teþekkür ediyor; Osman Toprak'a da "dikkati eksilmesin" diye dua ediyoruz. Sizden gelen talep doðrultusunda daðýtýmýmýzý da geniþletiyoruz. D&R, N-T, Ýnkýlâp, Remzi ve diðer seçkin kitabevlerinde, bundan sonra dergiyi bulabileceksiniz. Bu kitabevlerinin olmadýðý il ve ilçelere de daðýtýmýmýz olacak.
2
On birinci sayýmýzla birlikte geride kalan on sayýda yaptýklarýmýz ve bundan sonraki sayýlarýmýzda varmak istediðimiz hedefler, edebiyatýmýza kazandýrmak istediklerimiz açýsýndan bizi heyecanlandýrýyor. Bundan sonra, edebiyatýn kalbi bu dergide daha güçlü atacak. Heyecan ve bereket gelecek... * Eylül ayý boyunca, dergiyi merak edip arayan, e-posta gönderen bütün okurlarýmýza ilgilerinden dolayý teþekkür ediyoruz. Arayamayan dostlarýmýzýn da merakla dergiyi beklediklerini biliyoruz. Bekletmeyelim... * Bu sayýmýzda þiirin aðýrlýðý hissediliyor. Hem þiire daha fazla sayfa ayýrdýk hem de þiir, þair ve anlam arayýþlarý eksenindeki yazýlara yer verdik. Bu sayýmýzýn sürprizi, Ýbrahim Tenekeci'nin harika bir þiirle aramýzda olmasý. Ayrýca bu sayýmýzda Cafer Keklikçi, Alper Gencer, Esra Elönü, Ekrem Yazýcý, Fatih Karataþ, Faruk Dursun ilk defa þiirlerini yayýnladýðýmýz þairler. Mustafa Akar, Ömer Aksay, F. Zehra Kalkan, Yasin Onat, Mehmet Þah Erincik, Furkan Çalýþkan bu sayýmýzýn diðer þairleri. Ayrýca unutmadan, Varlýk dergisi Yaþar Nabi Nayýr Þiir Ödülü’nü kazanan arkadaþýmýz Alper Gencer’i tebrik ediyoruz. Nurullah Koltaþ da, Cummings'den çevirdiði iki soneyle dergiye katkýda bulunuyor. Koltaþ çevirilerini yayýnlamaya devam edeceðiz. Þiiri konu alan yazýlarýyla Yakup Altýyaprak, Alper Gencer, Hüseyin Akýn, Bahadýr Cüneyt, Atanur Memiþ, Seyfullah Aslan, Murat Çeþme ve Ümit Aksoy þiire farklý açýlardan yaklaþmamýzý saðlýyor. Her yazýnýn þiire bakýþýmýzý zenginleþtireceðini düþünüyoruz. Kâmil Yeþil, Mustafa Uysal, Aynur Kulak ve Fatma Pekþen bu sayýmýzýn öykücüleri. Ayrýca Þerafettin Yýlmaz, yayýnladýðýmýz ilk öyküsüyle önümüzdeki sayýlar için okuru heyecanlandýracaða benziyor. Osman Toprak, dil yazýlarýna bundan sonra Derkenar'da devam edecek. Ýlk yazýsýyla dil-mantýk iliþkisini konu ediyor. Haydar Ergülen, seksenlerde þiir yazmaya baþlamasýna raðmen, þiirinin gençliðini muhafaza edebilmiþ ender kalemlerden biri. Son kitabý "Keder Gibi Ödünç"ten hareketle þiirin bütün sokaklarýnda gezindik: Uzun ama zevkle okunan, fevkalade istifade edeceðimiz bir söyleþi çýktý ortaya. Kasým sayýmýzda buluþmak umuduyla...
derkenar
Ýbrahim Tenekeci Üç saniye koridoru sarayýn taþlarýndan gecekondu yaptýlar yalan dünya, diye yazdým ben bunu. bir harita kaldý ya, kavimlerin göçünden ot basmýþ diyorlar kral yolunu. ... gizli pençe gibi buradayým ben. suçum taze hâlâ... dünya! kursaðýmdan geçenlerle büyüdün sen! anneme sorarsanýz oðlu henüz küçüktür. böyledir, toz kondurmaz canýma. borçtan kur tulmanýn verdiði huzur gibi güzeldir, bakýþý bana. der, herkese yeter, bahardan ar ta kalan razý olursak kýþa. ... sadece birini okudum ama dör t kitapta yeri var; insan ölümlü. ey ölüm, lafýný unutma...
3
derkenar
Alper Gencer Yüzük rastlaþmasak bulanýr kýrbaç tutan gözlerin ardýndaki yalnýzým, üfledin mumu gittin uzakta uyuyunca sandýn ki söner kandil bir bakýma eksikti, her bakýmdan çekinik yakandan bir gül düþtü, daðýttýn ezip geçtin denize sarý düþtü, sen buna inanmadýn baþýný kaldýrsaydýn güneþteydi mavilik dudaklarýn birleþti açýlmadý bir daha topladýn bavulunu gözyaþlarýn döküldü sýðmadý ikimize bir kýlýcýn gezliði dýþýna yuvarlandýk birlikteliðin ardýndaki yalnýzým, öncende küflü bir söz yosun tutmuþ bir milat sarkýyor çevremizden omuzlarýmýz gergin o yükü taþýmaktan sana avam geliyor gece gelen su sesi ben ise þarkýlar besteliyorum ondan yatkýným dudaklarýný aralayan her söze bohçan çözülse yeter, gönlü olur boþluðun bir rüzgar efil efil seslese bu sükutu akþamlarý çýðlýðý duyulur olur günün yatkýným gözündeki o merdiven boþluða bakýþlarýn takýlmýþ benli bir oruçluða gölgeni unutmuþsun bir gün geri almaya geldiðinde hüzünden o parmaða bak! sen yokken ben senle niþanlandým, üzgünüm bir genç kýz ölüsünden yüzük yaptýlar bana.
4
derkenar
F. Zehra Kalkan Dikkat! Kýrýlabilir Salýncaktan düþer gibi sýðýnýyordu ismine, ellerinde toprak Büyüyordu diþleri kim ne derse desin -birazdan ismini deðiþtirmesi gerekecek Öyle çok abar tmamak lazým oysa ki uyanýnca Brecht okuyunca geçecek Bir de ölünce ama daha susacaklarým var benim Eskilere gidelim s har fini þ gibi söylediði günlere ve tanýdýk görünce kaçalým arkasýndan Kurmalý saatin tavuðu yorulmuþ olsun, dinlensin, babaannem dinleniyor, ve küçük kýz kardeþim Bisikletten düþmüþ aðlýyor aðlýyormuþ gibi yapmalý çok hýzlý koþmalý ana kucaðýna Hani sen hep bir þey derdin bu konu üzerine bak yine hatýrlayamýyorum Gülerdik ne kadar samimiydik bilmem güler gibi yapardýk belki bunu söyleyebilmen güzel demeliydim Burada bir Aristo kahkahasý duyuyorum katharsis var diyor burada Karardý gözlerim ittim arkasýndan yuvarladým uçurum olduðunu bilmiyordum yemin ederim Ressam olsaydým duvarlara çarpacaktým üzerini renklerle kapatacaktým anlamayacaktýnýz Oysa þimdi psikanaliz yapacaksýnýz biliyorum anýlarýmý yok edip sizinkileri çalýyorum Sevmek diyorsun aðýr yaþamak yani, ben susmak diyorum sadece Yaðmur yaðarken balkondan çamaþýrlarý toplamak, gece yarýsý siren sesiyle uyanmak gibi Kurmaca bakýþlardan kaçýrýrken hayalleri yakalanmak gibi iþte susmak istedikçe çýðlýklar atmak gibi -Otobüsüm geliyor ama binmeyeceðim diyebilmek vazgeçtim sýðýntý kalacaðým saçlarýma gömülüp Bu yolculuk baþka yöne olmalý kirpiler ve gelincikler ve de midesi bulananlar için nane þekeri Okuyormuþ gibi yapýyordu bu esnada yuvarlanýyordu gene bakýþlarý Seslenseler benim arkamdan da çocuðum akþam oldu hadi ar týk eve! Uçaklara bakýyordu uzun uzun: "gitmediðim her yer için piþmaným!" Uzun boyu, baþýnda þapkasý, ütüsüz suratý, koyduðu yerde bir daha bulamadýðý bir evi Ve daha pek çok þeyi vardý baþýnýn altýna alýp her gece sýrýlsýklam yaptýðý Keþke marangoz olsaydý kýymýklar batsaydý eline -ne güzeldir onlardan kur tulunca hissedilen Ben seninle pazara gidip boþ boþ dolaþsaydým, ceplerimden nane kokusu ile Ar týk hayatta olmayanlarýn telefon numaralarý sarksaydý, düþseydim gene annem kucaklasaydý Sen uykuya dalsaydýn ben sussaydým: sabah olunca ikimize hayat sigor tasý yaptýrsaydým Yorulunca dursaydým düþmeseydim -dünya dursaydý ve iki çift laf etseydik
5
derkenar
Zamansýz evler Mustafa Uysal Babamla odun kesiyorduk. Þehrin göbeðindeydik. Hýzardan aldýðýmýz tahta parçalarýný sobada yanabilecek hale getiriyorduk. Güneþ o kadar yakýcýydý ki baltanýn metal kýsýmlarýna elimizi süremiyorduk. Þapka giymiþtim. Dedem hep takke giyerdi. Onun baþýna bir kere olsun güneþ geçmemiþtir. Babam öyle deðil, o ne þapka ne takke giydi. "Bari mendil ört baþýna." dedim ve öyle yaptý. Odun keserken torunuyla eðlendi durdu. Ufaklýðýn eline, kör ve sapý ikide bir çýkýp duran keser eskisi vermiþtik. Tembihlerimizin etkisiyle eline vurmaktan korka korka tahta parçalarýný bölmeye çalýþýyor ve sürekli sinirleniyordu. Haliyle beceremiyordu. Bahçedeki topraðýn üzerine öylece oturduk ve güneþin altýnda terden sýrýlsýklam olana kadar çalýþtýk. Ayný þeyleri daha önce de yaþamýþtým. Temmuz sýcaðýnda odun kesmek garip bir þeydir benim için. Normalde sonbahar ya da kýþtýr odun kesilen zamanlar. Bir keresinde traktörden atýlan odunlardan birinin altýnda kalmýþtý ninemin sevdiði tavuðu. Kýrýk bacaklarýnýn iyi olmayacaðýný bildiðimiz için hemen oracýkta kestik ve sonbaharýn hafif soðuðuna tavuðun mis gibi buharý karýþtý. Mutfak nefis kokuyordu. Kuzinenin üstünde kaynadý durdu tavuk. Akþam olunca... Zannederim erken uyumuþum, bana ayrýlan kýsmý sabah soðumuþ haldeyken yiyebildim. Zihnimin ziynetlerinin eksik kalmasý ne acý. Etrafýmýzda hayvanlar olsun isterdim. Artýk ne köpeðimiz ne tavuklarýmýz ne de ineklerimiz var. Tabi ben de kimsenin torunu deðilim artýk. Bunu böyle söylemek daha rahat oluyor nispeten. Dünyanýn öbür ucundan gelen misafirlerim olsa ve ben kalkýp, su toplamaya baþlamýþ ellerimle ellerini sýksam. Pýrýl pýrýl bir pazar öðlesinde yeþil yapraklarýn toza bulanmýþlýðý olmasa. Sokaktan düðün konvoylarý geçmese, küçük bir dere geçse mesela. Tarlada bizi bekleyen patates böcekleri olsa. Onlar da hikayenin bir kenarýndan giriverseler. Zihnim daha düzenli boþalsa. Güneþ altýnda parlayan kayalar kadar büyük
6
öykü yoktur. Çul altýnda, geçmesi beklenen yaðmurlar kadar ya da. Unutulmuþ bir örümceðin ördüðü aðlara dair nice bilinmeyenler var insanoðlunun hayatýnda. Makarnayla ya da elektrikle yeni tanýþan delikanlýlarýn davul zurna önünde sekmeleri de baþkadýr kuþkusuz. Git baþýmdan, diyen çiçeði burnunda tazelerin suya koþmalarý peki... Merdivenleri yosun tutmuþ, týrabzanlarý tozlanmýþ bir evin hikayesi... Ev, küçük bir yermiþ. Ýçindekiler onu büyütmüþ. Zamanla içi içine sýðmamýþ. Sonra söylesem de olur ama þimdilerde küçülmüþ ve kabuðuna çekilmiþ. Sarmaþýklarýn pencere kenarlarýndan biteviye odalarý gözledikleri, kiremitlerinin arasýnda kuþ yuvalarýnýn olduðu, bahçesinde illa bir dut bulunan, -dutun üstünde bir yusufçuk, yusufçuðun her yýl üç yumurtasý- penceresinden sisli bir çayýn sabah esintisi giren, ahþaplarýnda adý rahmetle anýlan usta izleri hâlâ belli, tavan kalaslarýnýn hangi daðdan nasýl getirildiðinin hikayesi nesillerce bilinen, kireçleri kat kat olmuþ ama yine de beyaz, gömme dolaplarýnda her dem küçük sürprizler ve müjdeler saklayan bir ev. Ben o evde mi yaþadým? Ýnsan öðlen uyuyup ikindi üzeri dinlenmiþ olarak kalkmýþsa hatýrlamaz böyle þeyleri. Ýçimde bir müzikle yaþarým böyle zamanlarda. Hatýralar zihnimin ziynetidir. Oraya bir hýrsýzýn girmesi ihtimali yok mu? Zannetmem, devir kötü. Hatýralarýn munis yollarýna daha ayartýcý hayaller giriyor artýk. Nasýl odun kesileceðini öðreniyordum. Bakýn bir uç peyda oldu hemen. Niçin o açýlan kapýdan tüylerimi ürperten güzellikte hatýralar gelecekmiþ gibi duruyor? Bedenimizi çalýþtýrýrken zihnimiz ayrý bir iþ yapmalý. Bunu muhakkak yapmalý. Zaman ve mekan baðlayýcý olmamalý. Odun keserken hatýralar da gelmeli ki yorgunluðun kollarýna hemen düþmeyelim. Ne garip bir örneðin yahut hatýranýn eþiðinde olmalýyým ki sürekli týrmalýyor beni. Halbuki bana taþ kýrmayý da öðretmiþlerdi.
derkenar
Sýrým gibi delikanlýydým. Çelik gibi pazýlarým vardý. Taþýn gözüne gözüne (!) vururdum balyozu. Taþýn inadýna yenilir gibi olunca, ertesi günün sabahýna ölecek olan dedem geldi yanýma. Yetmiþ küsur yaþýndaydý o gün. Yine çok sýcak bir gündü. Taþlar iriydi, ufalamak gerekiyordu. Usta, duvara göre istiyordu. Köþeler için ayrý istiyordu. Çamurun tutacaðý taþlar güzel kýrýlmalýydý. Elimden balyozu aldý, þurasýndan deyip damara vurdu. Burasýndan, deyip baþka bir damara vurdu. Bir eliyle çevirip bir de burasýndan deyip, sanki iþaretlenmiþ gibi duran bir baþka damara vurdu. Henüz yorulmamýþ kollarýma mukavemet eden taþlar onun fersiz parmaklarýnýn önünde hiç direnmediler. Üstelik o kadar sakindi ki incitmemek ister gibiydi dikkati. Neyse, o pazar günü öðleye kadar odun kestik. Odun zamanlarýnda -bu bir gelenektir- çocuklara çam odunlarýndan kesilme tekerleri olan, tahtadan bir araba yapýlýrdý. Testere, burgu, çivi, tahta, eski lastik ayakkabý, yanýk yað, bir adet nal, bilek kalýnlýðýnda iki gürgen dalý... Daha neler vardý acaba? En zoru da tekerlek kesmekti. Testerenin bir ucundan bazý ben tutardým. Eve en çok ben girer çýkardým. Ben çýraktým yani. Paslý çivilerin en güzelini, en doðrusunu bulmak için tavan aralarýna bakardým. Evin her köþesini bilirdim. Hayvanlarýn ahýrýndan en güzel nalý bulmak da benim iþimdi. Nalý, pul yerine kullanýrdýk; çivi baþý tahtayý yiyip yerinden çýkmasýn diye pul yerine konulurdu. Biraz daha vakti olanlar lastik ayakkabýdan fren pabucu keserlerdi. Taþ kýrdýðýmýzýn ertesi günü dedem öldü. Zaten söylemiþtim öleceðini. Yani bu hikayenin içinde. Yoksa kimin aklýna gelir. Evin küçülmesi böylece baþlar. O sabah geç kalkmamýn bir sebebi de iþin biraz ehvenleþmiþ olmasýydý. Baðrýþmalarla uyandým. O evler niçin hep insansýzmýþ gibi durur öyle? Zaman onlardan insanlarý sýyýrýnca iskelet gibi de kalmazlar. Alt kat, üst kat, bahçe... Hep ýssýz kalýrlar. Burada hiç yaþanmamýþ da denemez. Burada çok yaþanmýþ da diyemezsiniz. O evlerde zaman sizsiz geçmiþse bilemezsiniz. Tahta döþemelerdeki izleri bilemezsiniz. Raflarýn aralýklarýnda bulduðunuz kuruþlarý anlamlandýramazsýnýz.
Üst katta aðlayan bebekler, çocuklar; bahçede cývýldaþan kuþlarý bastýran balta sesleri -bakýn yine o ses-; alt katta kaynayan tencerelerin baþýnda anneler, teyzeler, gelinler; sofada kediler ve bulgur ayýklayan ihtiyarlar... Evin erkekleri, bu tamlamadan taþar giderler. Akþam olur gelirler. Emredici sesleri yankýlanýr bahçede. Onlar uyuyunca parmak uçlarýnda bir suskunluk yürür evin içinde. Beþik týkýrtýlarý ninni olur. Neyse
7
derkenar
bunlar hatýra olmaktan uzak þeyler. Çevreye sarýlý üç-beþ simidi getirdiðinde evin büyüðü, herkeste bir merak, bir koku, bildik bir tat özlemi, yabancý bir hayal, uzak bir diyar canlanýr. Hatýra budur. Kuru üzüm, pazar ekmeði, leblebi, yeni lastik ayakkabýlarýn kokusu... Hepsi dolar odaya. Gýcýr gýcýr lastik ayakkabýlarýn kokusu sarar evi. O günler de geçer. Her odada ölünmez o evlerde. Herkes ayný odada ölür. Bütün ölüler ayný odada bekletilir. Sadece ölünün karnýna konan býçaklar deðiþir. Uzaklara gitmem gerektiðinde eli öpülecek ne çok insan bulurdum. Geldiðimde yine bulurdum onlarý. Evlerin yüzü vardý. Her birinin bir bakýþý vardý. Bir evle göz göze gelebilirdiniz. Hýrçýn bakýþlý evlerden korkabilirdiniz de hatta. Þimdi balkonlu ve bakmaya utandýðým evler görüyorum. Toprakta oturmuþ odun keserken, alnýmdan akan terler topraða karýþýyordu. Birden aklýma geldi, kaç zamandýr toprakta yürümemiþtim? Patika yollardan aþýp tuhaf yerlere giderdik. Ne kadar garip. Gözlerim o kadar küçükmüþ demek ki en son toprakta yürüdüðümde. Ve demek, onun için çok içlenmiþtim Küçük Aðaç'ý okurken. Pis þoselerde, bozuk asfaltlarda elbette gezip dolaþtým. Tekerlek izlerinde yürüdüm yani. Ayaðýmýn altýnda her dem devinen, kýmýldanan topraðý hissetmedim uzun zamandýr. Nasýl baktým, nasýl yürüdüm? Piknik bölgesi. Hangi sözdür bu? Koynumda uyumasýna izin vermediðim bu söz kimindir? Kýrlarda yürümek... Nasýl da burkuyor içimi. Bize ait olmayaný süreli olarak kullanmak. Ödünç almak. Kendi topraðýma basmak. Kýrlarda yürümek. Þarkýda sorulduðu gibi deðil. Orada doðup büyümek de deðil. Orada olmakla alakalý sanki. Düðün sahibi gençlerden biri, baþka bir gencin kulaðýna eðilip, müziðin ve kalabalýðýn uðultusundan az anlaþýlýr bir baðýrtýyla, sen davetli misin, diye sormuþ olabilir. O da, komþuyuz, demiþ olabilir. Yine de ikisinin de yüzü kýzarmýþtýr, yürekleri onulmaz derece burkulmuþtur. Gýrtlaklarý düðümlenmiþtir, yutkunmak için sebep aramýþlardýr. Gözleri buðulanmýþtýr. Ya nefrettir, ya acý. Fark eder mi? Etmez, her iki durumda da nesneler silikleþir. O gün, elimi keseceðimden korkmuþtum. Keskin þeylerin bana uzak yahut düþman oldukla8
rýný sanmýþtým. Çay içene kadar topraðý eþeledim. Bir bebeði gýdaklasaydým... Gülümser miydi? Bazý sesler duyuyorum. Zamanýný yitirmiþ evler sürekli bir ürperti veriyor bana. Mavi boyalý kapýlarýn ansýzýn açýlacaðýný ve tanýdýðým bir yüzün görüneceðini sanýyorum. Sineklerin pencerelerde eðleþtiðini sanýyorum. Bir saksýdan su damlayacak sanýyorum. Yaþmaðýyla aðzýný kapamýþ bir ihtiyarýn camdan bakan gözlerine rastlayacaðým sanýyorum. Sanrýlar içinde kalýyorum. Gözlerim sað omzumda kalýyor. Yere de bakýyorum. Kalabalýk, yine avlularý dolduracak diye, içim titriyor. Yetim kediler korkarak köþelerine siniyorlar oysa. Gözlerinde korku ve uzaklýk var. Onlar buralarda kedi olmanýn ne demek olduðunu bilmiyorlar. Her kapýyý açanýn eteklerine dolanmak nedir bilmiyorlar. Evin bebeðiyle ayný minderi paylaþmanýn ne olduðunu bilmiyorlar. Evin zamaný dolmuyor aslýnda. Ýnsanlarýn ömrü tamam oluyor. Onlar göçüp gidince ev, zaman denilen örtüsünü baþýnda atýyor, arsýzlaþýp çýkýyor. Zamansýz bir evse her þeyi sarartýyor. Maviler soluyor, yeþiller kahverengiye çalýyor ilkin, ardýndan sararýyor. Eski bir fotoðraf parçasý bulunur dolaplarda, yüklüklerde. Aransa bulunur. Odun keserken çekilmiþti. Yüklüklerden birinin tahta yarýklarýnda yahut üst kat dolaplarýndan birinde. Oralarda bir yerlerde olmalý muhakkak. O da sararmýþtýr þimdi. Evet, ben saklamýþtým, oradan biliyorum. Bütün ev oradaydý. Ýnsanlarýn aile içinde adýdýr bu: Ev. Bütün ev oradaydý iþte. Herkesin gözü o fotoðrafta oldu zaman geçtikçe. Bir tek ben sevmezdim o fotoðrafý. Kaç yaþýndaydým, hâlâ fistan giyiyordum. Fotoðrafçý gidecekti, üstümü deðiþtirmeye zaman yoktu. Dedem, býrak öyle kalsýn, dedi, gel benim aslaným, dedi. Kucaðýna oturttu. Fotoðraf öylece çýktý geldi iþte. Utandým fistanýmdan. Çocukluk iþte. Siyah beyaz bir fistan, ne var bunda? Yüzlerimiz siyah beyaz ki, utancýmdan kýzarmýþ olsaydým da siyah beyaz çýkacaktý. O pazar günü ilerleyen saatlerde arabama atlayýp yola çýktým. Daha demin yoldan döndüm. Biraz dinlenip kalkayým, yüklükte zahmetsiz bir aramayla bulduðum o fotoðrafta kimlerin olduðunu da yazacaðým.
derkenar
Cafer Keklikçi Sarmaþýk aðacý meselâ meselâ meselâ aðýr aðýtlar götürüp bir sarnýca benim ismimden hoþlanmayýnýz burasý depo olarak kullanýlacak küskünlükler yaratýyorum iþime geldiði için bunu ar týrýyorum bunu bir kinciye göstersem ör tüp öpülmüþ bütün yanaklarý yanmýþ bir hüzünden kim bakiye ister kim tanrýça mutlaka ister içilmiþ izmaritlerden yeþil granitlerden sessizim bu sessizliðim kor gibi kokacak meselâ meselâ meselâ ahir ahdimden seçip bir inada kanýmda kanýyorum orasý aþk olarak anýlacak geniþ bir kalbim var çocuklarýn üþüyüp üþüyüp biriktiði bir çiçek sevinci bir yaðmur kesiði tozlu güvenlerden güvenlerden ar tan aynalardan abi sayýlýrýz allah'tan korkan korktukça açýlýp kapanan açýlýp kapanmayan herkese açýk umutlardan herkese açýk sanýlacak meselâ meselâ meselâ sizin tahmininiz ne bu konuda bence bozulmayýnýz caným bozulursanýz bu fay kötü kýrýlacak kýnanacak yaþtayýz elhamdülillah bunu biliyorum bunu bir göl gibi tasarlýyorum piþmiþ piþmanlýklarla þiþmanlarla arasý açýlýyor insanýn seçilmiþ sevaplardan bir dizi insan yapýyorum bakýn iþim belli belli ki bu dünya bana tersinden sarýlacak
9
derkenar
Haydar Ergülen: Biz yenilginin þiirini yazdýk. Ar týk bu bitmeli! Söyleþi: Seyfullah Aslan Ýlk þiir kitabýnýz "Karþýlýðýný Bulamamýþ Sorular" 1981 yýlýnda yayýnlanýnca siz birden '80 kuþaðý diye tabir edilen döneme dahil edildiniz. Hatta sonra bu kuþaðýn temsilcisi, þefi, muhtarý ilan edildiniz. Tüm bu yakýþtýrmalara katýlmadýðýnýzý biliyorum ancak þunu merak ediyorum: Haydar Ergülen kendini hangi dönemin þairi olarak görüyor? Yoksa bir dönemsel sýnýrlama yapmýyor musunuz? Dönemsel sýnýrlama yapmýyorum. Kendimi gelenekle bugün arasýnda bir yerde görüyorum. Ne çok eski bir þair ne yeni bir þair olarak görüyorum. Hatta daha çok eskiye baðlý olduðumu düþünüyorum. Bu çok eski bir þiir yazdýðým anlamýna gelmiyor ama baðlandýðým kaynaklar bizim eski þiirimiz. Yani gerek Cumhuriyet dönemi gerek öncesi þiirimiz. Eðer çok gerekiyorsa, zorlama olmayacaksa da seksenli yýllarýn þairiyim. Çünkü yetmiþli yýllarýn sonunda yazmaya baþladým. Yetmiþ yedi, yetmiþ sekiz senesinde ilk þiirim yayýnlandý ama benim de birçok arkadaþým gibi ilk kitabýmýn çýkmasý seksenli yýllara rastlar. Seksenli yýllar þairi olarak adlandýrýldýk. Bunun benim için bir anlamý, bir önemi yok. Ama yeter ki insanlar bunun üzerinden kalkarak bunu kötüleme yoluna gitmesinler. Yani bunda kötülenecek, abartýlacak bir þey yok. 70'li yýllarda slogan þiirleri yazýlýrken 80'lerde bunun ortadan kalktýðýný, hakim olan þiir sesinin slogandan uzak, slogan atmak yerine "politik" deðerleri sadece fýsýldayan bir hal aldýðýný görüyoruz. Böyle bir deðiþimi, bir anlýk bir kýrýlmaya, bir darbeye mi baðlýyorsunuz yoksa gelenekten gelen farklý bir açýlým mý yakaladý seksen þairi? Tabii önce Lazýn dediði gibi; "Sessuzluk oldu." Çünkü o dönemdeki büyük bir kýrýlmaydý. Sadece Türkiye'nin siyasi hayatý bakýmýndan deðil dünyanýn geleceði bakýmýndan da çok büyük bir kýrýlma yaþandý. Neredeyse tüm dünya ters düz oldu. Bugün sonuçlarýný hep birlikte yaþýyoruz. Bunu sadece Türkiye'deki bir askeri
10
darbeye baðlamak mümkün deðil. Ayný zamanda dünya sosyalist sistemi dediðimiz sistem de çöktü. Ýkisi beraber ayný yýllarda olduðu için seksenli yýllar bir bakýma, Türkiye'de seksenli yýllar öncesini yaþayan insanlar için bir milattýr. Sonra hepimiz evimize döndük. Ben bunu sýk sýk söylerim. Þiire döndük. Bazý arkadaþlarýmýz ne yazýk ki evlerine dönemediler. Kimi öldü, kimi hapishanelerde kaldý, kimi yurtdýþýna çýktý. Biz þanslýydýk, hiç deðilse eve dönebildik. Yani þiire dönebildik. Döndüðümüz yerde de yalnýz olmadýðýmýzý gördük. Seksen öncesinde birlikte olamadýðýmýz insanlarla ayný evi paylaþmaya baþladýk. Daha doðrusu ayný apartmaný paylaþmaya baþladýk. Odalarýmýz farklýydý ama… Dediðim gibi bir siyasi kýrýlma mutlaka var. Fakat þiirin dilinde de, imgesinde de bir kýrýlma oldu. Ben yetmiþli yýllar þiirini sadece slogan þiir olarak deðerlendirmiyorum. Bazen de demek ki dönemin ihtiyacý olan þiir oymuþ diye düþünüyorum. Yetmiþli yýllar derken bunu sadece slogan þiire indirgeyemeyiz. Türk þiirinin çok iyi þairleri Mehmet Taner, Cahit Zarifoðlu… Baþka birçok þaire kadar o dönemin, sadece o dönemin de deðil, Türk þiirinin iyi þairleri çýktý. Ama egemen olan þiir slogan þiir. Fakat sonra o arkadaþlarýn da bir kýsmý yazmaya devam ettiler. Seksenli yýllar, aslýnda sadece seksenli yýllarda yazan þairlere deðil, bence daha önceki kuþaktan yazan þairlere de bir imkan sundu. Ýster buna Ýslami kesim diyelim ister laik kesim diyelim kabaca, bunlarý sevmiyorum ama tarif için, hem onlara bir buluþma saðladý hem de daha önceki yetmiþli kuþak olsun, baþka kuþaktan þairler olsun, onlara da imkan saðladý diye düþünüyorum. Pek çok þair de o dönemde okundu diye düþünüyorum. Sina Akyol yetmiþli yýllarýn þairidir. Benim arkadaþým. Sina seksenli yýllardan sonra daha çok okunmaya baþladý. Güven Turan altmýþlý yýllarýn þairidir. Hulki Aktunç seksenli yýllar… Þiirin insanýn ana yurdu olduðu ortaya çýktý. Ýnsanlar, o darbenin etkisinden sonra, ilk sýðýndýklarý þey þiir oldu.
derkenar
Ellerinde o vardý. Eskiden de ellerinde o vardý. '80 þiirine karþý tasfiye söylemleri, yazýlarý, giriþimleri… Bu tasfiye hareketini neye yormak gerek? Hayra mý yormak lazým, þerre mi yormak lazým? Ben genellikle hayra yormak taraftarýyým. Bunu baþlatan arkadaþýmýz Osman Çakmakçý. Baþka dergilerde de var. Kýlavuz dergisinde de var. Doðru söylediði þeyler var ama bunlarý çok ayaküstü söylediði için derdi anlaþýlmýyor aslýnda. Ben tasfiye etmek lafýnýn bir gerçekliði olduðuna inanmam. Çünkü sadece bizim þiirimizde deðil, bizim geçmiþ þiirimizde deðil, belki dünyada da bunlar yapýlýr ama tasfiye gerçekleþmez. Herkesin bildiði bir þeyi tekrar tekrar söylemenin alemi yok. Tasfiyeyi kimin yaptýðý belli deðildir. Okur mu yapar, tarih mi yapar, þiir tarihi mi yapar, þiir eleþtirisi mi yapar, bilmiyorum. O bir þekilde kendi kendine olur. Kaldý ki birikimli bir sanat dalý þiir. Bir kere sormuþlardý. "Kýsmetse o da olur." demiþtim tasfiye için Varlýk dergisinde. Çünkü gerçekten de söyleyecek fazla bir þeyim yok. Bu konunun bence çok da tartýþýlacak bir yaný yok. Pekala, þimdi tasfiye olamayacaðýný söylüyorsunuz. Bunu yaparsa þiir tarihi yapar, doðal yoldan olur bu, diyorsunuz. Yani bunu okur yapar, þiir tarihi yapar, antolojinin kendisi yapar. Hep de böyle olmuþtur diye düþünüyorum.
Aslýnda diyemem. Çünkü Osman Çakmakçý benim sevdiðim bir arkadaþýmdýr. Sevdiðim bir þairdir. Þiir üzerine düþünür. Ýyi þiirleri vardýr. Ýyi yazýlarý vardýr. Bir edebiyat ve þiir adamýdýr. Bunu yazýyorsa bir bildiði vardýr mutlaka. Ama dediðim gibi keþke bunu biraz daha sindirerek, yavaþça, biraz daha altýný doldurarak yazsaydý iyi olurdu. Sadece orada otuz isim yazarak, "hadi þimdi bunlarý silelim…" Bu iþler öyle olmuyor. Onun için de Osman'ýn heyecanýný anlýyorum ama katýlmýyorum. Yani böyle þeylere ihtiyacý olmadýðýný biliyorum, eminim. Böyle þeylere ihtiyacý yok Osman'ýn.
Mehmet Erte'yle Kitap-lýk (Haziran 2005, Siz hep þunu söylüyorsunuz: "Benim bugün sayý 84) için yaptýðýnýz konuþmanýzda '80 þiirinin yazdýðým þiir benden elli yýl önce yazýlmýþ olan ortak paydasýnýn olduðundan ve bunun olabileþiirin kaynaðýndan beslenmiþtir. Bugün yazan cek en doðru þekilde; "þiiri þiir olarak yazmak, þiir genç þairlerin þiiri de benim þiirimde vardýr, üzerinden siyasal bir bildiri yaymamak" þeklinde beslenmiþtir." Siz böyle söylediðiniz halde bu tezahür ettiðini söylüyorsunuz. '70 þiirindeki tasfiye hareketini biraz da Sonra hepimiz evimize siyasal kamplaþmalarýn bir þöyle mi görmek gerekiyor: kenara býrakýlýp þiirin sadece döndük. Ben bunu Tam anlamýyla bir þey yapaþiir olmasýnda buluþulmasýna sýk sýk söylerim. madýklarý için kendilerine alan raðmen, '80 þiirinde neden bir açmak isteyenlerin baðýrmasý akýmdan, bir kuþaktan söz Þiire döndük. Bazý gibi, yani bu alan bize kalsýn, arkadaþlarýmýz ne yazýk ki edemiyoruz? bu seksenli yýllarý çýkarmak Belki böylesi daha hayýrlý evlerine dönemediler. gerekir aradan gibi? 11
derkenar
Doksan þiirinde ve ondan sonra yazýlan 2000 olur diye düþünüyorum. Çünkü biliyorsunuz çok þiirinde büyük bir daðýnýklýk var. Kimin ne þair çýktý seksenden sonra. Doksanlý yýllarda yazdýðý, nasýl yazdýðý çok belli deðil. Çok þair mi yazýlan þiir, seksenli yýllarda yazýlan þiirin bir var, yoksa yazan az þair çok daðýnýk mý yazýyor? devamý diye düþünüyorum. Ýyi ya da kötü Belli bir söylem geliþtirememiþ bir kuþak mý var? anlamýnda söylemiyorum. O anlamda yeni baþka Bir defa çok þair var, seksenden beri. Ben bunbir þiir yazýlmadý diyorum, kýzýyorlar. Aramýzda dan þikayetçi deðilim. Allah sayýsýný artýrsýn ama gönül baðý var, seksenlerle doksanlar arasýnda. Bir bu çok þair içinde, her zaman olduðu gibi, ne de çok þair olduðu için maalesef öyle bir akýmdan kadar okursanýz ne kadar severseniz sevin, çok az söz etmek güç. Ayrýca dile getirdiðiniz þeyler, insaný okuyup sevebiliyorsunuz. Belki de çok onlar çok basit þeyler. Þu açýdan basit þeyler, yeni sevmeye meyyalimdir ama hepsini birden bir þey söylemedik biz. Çýkardýðýmýz Üç Çiçek sevmek mümkün deðil. Daha doðrusu sevmeyi Dergisi olsun, Þiir Atý olsun, baþka arkadaþlarýn býrakýn, adlarýný öðrenmeye, þiirini okumaya çýkardýðý benzer tabaný ve düþünceyi taþýyan yetiþmek mümkün deðil. Ben bu daðýnýklýðýn bir dergiler olsun… Onlar aslýnda bir geriye dönüþ yere baðlanacaðýný düþünüyorum. Þimdi mesela, yaptýlar. Yani þiire tekrar itibarýný kazandýrmak 25 yýldýr, seksenli yýllardan anlamýnda, söz sanatlarýný Doksanlý yýllarda yazýlan þimdiye kadar bir þeyler geliþti; kazandýrmak anlamýnda bir þey þiir, seksenli yýllarda seksende, doksanda bir þeyler yaptýlar. Yeni bir þey söyleyazýlan þiirin bir devamý yazýldý. Ýster devamý olsun ister mediðimiz için bu bir akým da olamazdý. Yani bir anda kesidiye düþünüyorum. Ýyi ya olmasýn. Þimdilerde yeni þiir hareketleri var. Madde Þiir len, kesintiye uðrayan bir þeyi da kötü anlamýnda Akýmý dedikleri, Soylu Yeniliktekrar oradan biraz daha geniþlemiþ bir þekilde yürütmüþ ol- söylemiyorum. O anlamda çi Þiir, Ýmgeci Toplumcu Þiir, yeni baþka bir þiir yazýlNeo-epikçiler, Deneysel Þiir, duk. Tren durmuþtu. Ve biz o lokomotifi tekrar yürütmüþ madý diyorum, kýzýyorlar. Avangart Þiir arayýþlarý… Böyle öbek öbek bir arayýþ var. Bir olduk. O yüzden bir akým olyerde toplanýlacaðýný düþünüyorum. mayabilir. Her ne kadar biz Ýkinci Yeniye sahip çýktýðýmýz zaman, onu da yanlýþ okudunuz diyorAma onlarýn neredeyse tamamý þekilsel þeyler. larsa da, neyse demek ki kendimize göre okuduk. Deneysel diyorsunuz. Demek ki yanlýþ okuduk. Baþkalarý doðrusunu okumuþtur. Bu da çok enteresan bir þeydir. Yani Çok hayatýn merkezine dair bir þey söyleyen bir þiiri, bir baþkasý diyor ki, siz onu yanlýþ okuduþiir anlayýþlarý deðil. nuz. Buna verilecek bir cevap yoktur aslýnda. Ama genellikle þöyle olur. Ýkinci Yeni þiirine Doðru okumak nedir? Doðru ya da yanlýþ her ne baktýðýnýz zaman, onun da baþlangýcýnda anlamokuduysak da, geleneksel olsun, Ýkinci Yeni sýzlýða kadar varan bir yön vardý. Hatta Ýlhan olsun; en azýndan biz oralardan beslendiðimizi, Berk o akýmýn baþýnda yoktu, sonradan dahil kaynaklandýðýmýzý ve onlarýn bir anlamda takipolmuþtu; en çok anlamsýzlýðý Ýlhan Berk savunuçisi, sürdürücüsü olma isteðimizi ve arzumuzu yordu. Hâlâ savunur. Diðerleri de; Turgut Uyar, dile getirdik. Zaten seksen þiiri de Ýkinci Yeni Cemal Süreya falan korkuyorlardý bu kadar þiirine dayanan, oradan beslenen bir þiirdir genel anlamsýz algýlanmasýndan, öyle yorumlanmasýnolarak. dan. Sonra Ýkinci Yeni'nin asýl toparlanmasý belki de Ýkinci Yeni bittikten sonra olmuþtur. Bugün Seksen þiiri Ýkinci Yeninin devamý gibi. En bizim Ýkinci Yeni þairlerinde asýl sevdiðimiz þiirazýndan oradan beslenen... ler belki de Ýkinci Yeni bittikten sonra yazdýklarý Devamý gibi derken þunu da yanlýþ söylekitaplardýr. O yüzden bu hareketler daha çok meyeyim. Biz kendimizi oraya baðlamak istedik. yeni. Sözü oraya getireceðim. Þimdi bir buluþma, O bizi kabul eder etmez ama biz onu okuyarak bir heyecan süreci… Mutlaka bunlar azalacak, büyüdük, yetiþtik ve þiirimiz de oradan etkilendi. 12
derkenar
eksilecek, toparlanacak, sýkýlaþacak… Baþka bir þeyler yazacaklar. Ýlk kitaplarýný inkar edecekler belki. Bu iþ böyle olacaktýr diye düþünüyorum '90'larda yazýlan þiir için ne düþünüyorsunuz? 90 döneminde çok iyi þairler var. Doksanlý yýllar dosyasý yapýlmýþtý Hürriyet Gösteri'de yedi sekiz sene önce, ben de oraya bir yazý yazmýþtým. Pek çok þair var. Bejan Matur'dan Tuna Kiremitçi'nin ilk kitabýna, Ender Emiroðlu'ndan Baki Ayhan T.'ye, Osman Çakmakçý'dan Ali Hikmet'e… Þu an hepsini hatýrlayamýyorum ama dediðim gibi bunlarý seksenli yýllardan ayýran bir þey göremedim; o dönemin iyi þairleri ama. Seksenlerden hemen sonra, on sene sonra da bir þey çýkmasý kimseden beklenemez. On sene kýsadýr yani. Varlýk dergisinde de böyle bir soruþturma yapýldý. "Onarlýk dönemlere ayrýlabilir mi?" diye. Siz yapýlamayacaðýný söylüyorsunuz. Yapýlamaz. Ancak þöyle olabilir; bu, tarihsel, siyasal önemi olan bir þeydir nihayetinde. Kimse sýrça sarayda deðil; bir fanusta yaþamýyoruz, toplum içinde yaþýyoruz. Þair olmak demek fildiþi kuleye çekilip orada imgeler üretmek deðil. Bilakis, bizzat Türkiye'de toplum, Osmanlý'dan beri gelen bir tarihsel gelenek içinde þairden aydýn görevini bekler. Önce þair itiraz etsin ister. Herhangi bir muhalefet þairden beklenir. Belki hep bizim þairimiz muhalif olduðu için Osmanlý'da da öyle bir gelenek olabilir. Þunu söylemeye çalýþýyorum; bir þiir akýmý ya da seksen dönemi gibi bütün dünyayý sarsan bir milat olmadýktan sonra kuþaklara ayýrarak þiiri deðerlendirmek zor ve gereksiz bir þey. Ece Ayhan'ýn dediði gibi, "Esas duruþ mülkiyetin temelidir." Türkiye'de esas duruþ mülkiyetin temelidir. Esas duruþ ayný zamanda darbelerin de temeli olduðu için herhalde, ona göre ayarlama gereði hissedildi. Þair da hizaya bakýp on yýlda bir darbeye göre kuþak oluþturacak herhalde! Neyse 90'lardaki darbeyi de galiba doksanlý yýllarý savunan eleþtirmenler yapacak. Ayrýca bize bu kadar vurmasýnlar, zaten seksende bir darbe yedik! Darbelerini kendilerine saklasýnlar!
Bazen þeyi düþünüyorum. Genç bir þair var; Efe Murat, onunla konuþuyorduk. Bu son zamanlardaki akýmlarý anlattý; kimler var falan, ben hepsini tanýmýyorum. Sonra internetteki bazý tartýþmalardan bahsetti bana ve o tartýþmalarda resmen küfürler edildiðini söyledi. Benim de adýmýn geçtiði bir þeyler varmýþ. Ben þaþýrdým. Þimdi Ýslamcý ve laik diye bakalým, þimdi zaten þiirde böyle bir ayrým uzun zamandýr yok, ayrýca olsa bile küfür edilir mi! Ama zaten mesele böyle deðil. Diyelim ki Ýslami çevre içindeki adam kendi çevresine küfrediyor veya karþý tarafa küfrediyor; fark etmez, hiç önemli deðil sonuç olarak. Sen benim þiirimi beðenmeyebilirsin, nefret edebilirsin; ben de senin þiirini beðenmeyebilirim. Sokakta da görünce selam vermeyebilirsin. Bu da çok komik tabii, sanki anasýný babasýný öldürmüþ gibi, kan davasý gibi. Ama bu kadar þiddetli bir þey olabilir mi, kan davasý gibi. Benim þiirde anlamadýðým þey budur. Benim de baþýma geldi on sene önce tartýþmalarda. Neredeyse sokakta görsen sanki dövüþecek duruma geliyorsun. O kadar tartýþmalarýn dýþýnda durmanýza raðmen. Evet. Ama o duruma geldim neredeyse. Anlamadýðým þey bu. Ben de size sorayým: Bu kan davasýnýn sebebi ne olabilir sizce? Biz de arkadaþlarla konuþurken þöyle deðerlendirmiþtik: Yazdýðý þiirde bir numara olmadýðý için ortalýkta toz duman býrakmaya çalýþýyor küfürlerle. Bir kiþiden bahsetmiyorum pek çok insan bu durumda. Bir çoðunda böyle bir þey vardýr diye tahmin ediyorum. Çünkü eðer iyi bir þairse ve kendini bununla ispat etmek istiyorsa, þiiriyle ispat eder. Baþka söz söylemez. Bir de eleþtiri diye bir þey var; eleþtirirsin, tamam. Onun ötesinde küfretmek diye bir þey düþünemiyorum. Neyse… '90'lý yýllarda çocukluðunu yaþayanlar, bugün 2000 þiirini yazýyor. 90'lý yýllarda ortaokula, liseye gidenler biraz da Özal devrinin kayýp kuþaðýndan 13
derkenar
geçtiler. Türkiye'nin dünyaya açýlmasý, serbest ekonomi, hýzlanan hayat vs. derken, 90'lý yýllarda ilk gençliðini geçenler için siyasal ve kültürel anlamda bir kayýp kuþaktan söz ediliyor. Sizce bu kayýp kuþaðýn temsilcilerinin yazdýðý 2000'ler þiiri, birikimimizde iyi bir iz býrakabilecek mi? Olabilir diye düþünüyorum. Bu 2000'lerde yazan, bu yeni akýmlar dediðim akýmlar, bu insanlarýn arasýndan çýkacak diye düþünüyorum. Ve ben onlarýn tamamen apolitik olduðuna inanmýyorum. Büyük bir kesim apolitik olabilir ama þairler için bu çok mümkün deðildir. En apolitik þairin bile mutlaka politikaya deðinen bir tarafý var. Mümkün deðil baþka türlü olmasý. Þair çünkü bir derdi var. Yani o dert sadece bireysel bir dert deðil ki; ülke derdi var, dünya derdi var. Þairin dertleri onlardýr. Ýnsanýn derdi, ülkenin derdi, dünyanýn da derdidir, böyle baktýðýnýz zaman, bir anda þairin neye tekabül ettiðini, neye karþýlýk geldiðini anlamýþ oluruz diye düþünüyorum. Ve ben o kadar da, bu arkadaþlara karþý apolitik suçlamasý getirmiyorum ve mutlaka bir dönüþüm saðlayacaklarýný, daha sonra yazacaklarý þiirde en azýndan kendilerini apolitik býrakan dönemi yargýlayacak þeyler yazacaklarýný düþünüyorum. Bu yüzden yeni bir þiirden ümidim var. 14
Günümüz genç þiiri üzerine neler söylemek istersiniz? Sonuçta sizin görüþünüz bugün yazan genç þairler için önemli. Tek tek üzerinde duramam þu anda genç þairlerin, ama Osman Çakmakçý'nýn seksenli yýllara ait þiir tespitlerine þu açýdan katýlýyorum. Seksenli yýllar þiiri yoruldu artýk. Bunu, þiir yazan biri olarak da söylüyorum. Bunda alýnganlýk gösterecek bir þey yok. Çünkü seksenli yýllar þiiri diyoruz ama bu yetmiþ beþlerde yazýlmaya baþlayan, neredeyse otuz yýla tekabül eden bir þiir. Bence yoruldu ve bunun içinde ayak deðiþtirebilen çok fazla þair yok aslýnda. Ayak uydurmak anlamýnda söylemiyorum. Þiiri biraz daha geliþtirebilen, deðiþtirebilen çok fazla þair yok. Ýlk çýkýþlarýyla bu güne kadar pek çok þair geldi. Bu da þiirin yorgunluðu bir anlamda. Bazýlarý bunu dinlenme sayabilir. Ýnþallah bundan sonra daha iyi þiirler çýkar ortaya. O yüzden, þimdi bu dönemi karþýlayacak sizin bahsettiðiniz Özal dönemi olsun, ondan sonra deðiþen dünya olsun; onun þiirinin yazýlmasý gerekiyor. Biz yenilginin þiirini yazdýk, zaten yapýlacak bir þey yoktu. Nasýl yetmiþli yýllarda sýcak bir mücadele vardý, onun þiiri yazýldý; seksenli yýllardaki þairler de o büyük yenilginin tarihini yazdýlar ve bu güne kadar da yazýldý hâlâ. Ama artýk onu bir yerde bitirmek, durdurmak gerekiyor. Baþka bir þey yazmak gerekiyor. O baþka bir þeyi de belki aramýzdan birileri yazacaktýr ama ben asýl 2000'li yýllarda çýkan þairlerin yazacaðýmý düþünüyorum. O yüzden bu arkadaþlarda yeni bir þiirin filizleneceðini umuyorum. Müsait bir dönem var; tarih var, geçmiþ var, birikim var, bellek var onlar için. Size gelen, þiirlerini getiren, deðerlendirmenizi isteyen genç þairler var mý? Var, oluyor. Onlarla iliþkileriniz mutlaka iyidir ama þiirsel anlamda ikilem, çatýþma yaþýyor musunuz? Tabii aradaki þeyi hissediyorsun; söylem farký, duyuþ, algýlama farký, dünyaya bakýþ farký, dünya görüþü farký, hepsi çok farklý bambaþka dünyalarmýþ duygusu veriyor. Halbuki ortak bir dilimiz var; þiir. Ama ben yine de farklýlýklarý dýþarýda tutmaya çalýþarak, onlarý mümkün olduðu kadar
derkenar
anlamaya çalýþýyorum. Benim sadece korktuðum þöyle bir þeydir: Bir þair sana bazen bir hayranlýkla gelir. Ben ondan ürkerim çünkü bilirim ki o kýsa bir süre sonra karþýtlýða dönüþecektir. Öyle þeyler yaþadýðým için…
o ihtiyatla tercüme edilmeli, illa adamý yargýlamak için deðil… Bakanýn söylediði çok net bir þey var. Batýda burjuvazinin geliþmesi, yazýlý kültürün çýkmasý tabii ki daha önce olduðu için orada roman geliþiyor. Ama zaten þiir benim için doðuya özgü bir yoldur. Bence þiir doðudan gelir; ýþýk doðudan gelir gibi, þiir de doðudan gelir. Ha, doðu az geliþmiþtir, geri kalmýþtýr, sözlü kültür baskýndýr; doðunun da kaderi bu. Doðunun kaderi þiir bir anlamda. O yüzden de, bugün batýda þiirin görece doðuya göre daha zayýf oluþu ya da belki daha az okunuyor oluþu hatta ya da belki bu kadar heyecanlý olmayýþý, þiirin doðunun kaderi oluþuyla iliþkili olabilir. Bir de doðuda, Türkiye'de insanlarýn çocukluðunda, gençliðinde bile þiir yazdýðýný düþünürsen, demek ki o geleneksel ve "gen-eleksel", yani gen ile ilgili de bir þey olabilir..
Sizden de mi hayranlýk bekler? Ben zaten severim. Benim genel eðilimim ilk önce sevmek üzerinedir. Eðer orada bir kötülük olmuþsa ondan sonra kendimi geri çekerim. Ýlk önce gardýmý alýp korunmam. Ýlkin sevmektir. Öyle olmuyorsa geri çekilirsin ya da o insan geri çekilir. Genç þairle arada böyle bir þey oluyor. Bunu birkaç kere yaþadýðým için þimdi biraz ihtiyatlýyým, çünkü bazen sýcak bir hayranlýkla yaklaþýyor. Ürkütücü geliyor. Çünkü ayný hýzla geri çekilir insan; çok hýzlý gelirsen çok hýzlý gidersin. Çarpma hýzý gibi bir þey. O þiirimin son dizesi Ona dikkat ederek tabii þiirleri þöyledir: "Kimsenin Þiiri nasýl tanýmlýyorsunuz? okuyorum, eleþtiriyorum, not kimseye gözü Neye yarar, neyi deðiþtir, alýyorum. Çünkü þiir yazmanýn dýþýnda, þair olmak sadece kendi deðmiyorsa þiir niye" deðiþtirmesi gerekir mi? Deðiþtirmesi gerekir tabii. þiirinle ilgilenmek deðil; biraz da Doðunun dili ya da benim için yoksullarýn da senin döneminde, senden sonra yazanlara da bakmýrýldandýðý bir þeydir ama, bir þeyleri deðiþmak demek. tirmesi gerekiyor diye düþünüyorum. Daha Þiir benle baþlamadý, benle de bitmeyecek. doðrusu artýk bir kolayýný buldum, bir þiirimde Ýyi þairler onlarýn arasýndan çýkacak. Ayrýca bu bir dize var, onu söyleyeyim de, o da benim poesinemaya gitmek gibi bir þey benim için. Her tikam olsun ayný zamanda; Kýrk Þiir ve Bir adlý sezon yeni, güzel filmler gösteriliyor. O yüzden kitabýmda Sis diye bir þiirim vardýr. Onun son okumak zaten görevim benim. dizesi þöyledir: "Kimsenin kimseye gözü deðmiyorsa þiir niye" Yani iþte bu kimsenin kimseye Kültür Bakaný Atilla Koç "þiirin geri kalmýþ gözünün deðmesinden baþlayarak þiirin ne'liðini ülkelerde geliþtiðini" söyleyince olumlu-olumsuz üretebiliriz belki. Yani en azýndan birinin birine birçok tepki aldý. Bakaný temize çýkartmak ya da gözünün deðmesi gerekir. O göz gönle deðer, kötülemek için sormuyorum ama gerçekten þiirin oradan baþka duyarlýklara da götürebiliriz, sýkýntýlý zamanda yazýldýðýný düþünüyorum. çoðaltabiliriz diye düþünüyorum. Þiir bir iþe yaraFerah bir ortamda, zenginlik içinde yazýlamayamalý, bir þeye deðmeli þiir. Yoksa niye? caðýný düþünüyorum. Darbeleri söyledik, Özal kuþaðýnýn sýkýntýlý geçtiðini söyledik. Biraz da Eskiþehirli bir þair olarak, taþra-þiir iliþkisini, Bakan'ýn söylediði sözde gerçeklik payý var herÝletiþim Yayýnlarý'ndan çýkan "Taþraya Bakmak" halde. Þiir darlýk zamanlarýnýn sesi deðil midir? kitabýndaki yazýnýzýn baþlýðýyla ortaya koyuyorBakan doðru söylüyor. Bakan söylüyor diye sunuz; Þiir taþraya aittir! Burada sözünü ettiðiniz yanlýþ olmaz. Genelde böyle bir þey vardýr ya, taþranýn verimliliði mi; yoksa, taþranýn sýkýntýsýnþimdi bakan söyleyince yanlýþmýþ gibi. Deðil, dan çýkan þiiri, hikayeyi mi iþaret ediyorsunuz? doðrudur. Yani roman batýda, þiir ise doðuda Bir defa zaten o yazýda da çok açýk olarak geliþen bir sanattýr. Çünkü en azýndan bu sözlü taþranýn sýkýntýsýndan çýkan bir verim vardýr. ve yazýlý kültürler farkýna bakmak lazým. Yani Gerek bugün gerek geçmiþte. En basiti orada bir þeyi tercüme ederken günlük dile, biraz
15
derkenar
belki de sýkýntýdan ibarettir. Onu taþradan çekip Türkiye'deki þiir akýmlarý Ankara'dan doðmuþtur; alýrsanýz… Orasý þöyle bir þeye benzer, büyük iri Garip olsun, Ýkinci Yeni olsun. Bugün seksen þiiri þehirlere benzer taþra. Ben taþrayý bu sýkýntýsýyla olarak bakýlan þiirin temsilcilerinin çoðu Ýstankaim görüyorum; þiiri de, hikayesi de onunla bul'a Ankara'dan gelmiþtir. Ankara'ya bir taþra kaim. Hatta hikayeyi þiirden de önceye koyuyoolarak baktýðýn zaman Ýstanbul'un karþýsýnda, rum taþra meselesinde. Türk hikayesinin en Ankara bu konuda örnektir. Bugün þiirin özellikgüzel ürünleri bence taþra hikayeleridir; gerek le yaygýn olduðu þehirlere baktýðýmýz zaman, iþte taþrada yazýlmýþ, gerek taþra Adana'dan Diyarbakýr'a, TrabTaþra belki de üzerine yazýlmýþ hikayelerdir. zon'dan Maraþ'a, Antakya'dan daha doðuya Erzincan'a… Ýyi sýkýntýdan ibarettir. Ben Ben oradan kalkarak þiirin de kötü bir çaba vardýr. Bir heye- taþrayý bu sýkýntýsýyla kaim taþraya ait olduðunu düþünüyorum ama, orada haksýzlýk yapcan vardýr. Çünkü oradaki görüyorum; þiiri de, mak istemiyorum, ama asýl insanlarýn þiire ihtiyaçlarý var. hikayesi de onunla kaim. taþraya ait olan hikayedir Önce kendilerinin ihtiyaçlarý Hatta hikayeyi þiirden de bence. Çünkü o sýkýntýyý daha var. Benim zaten þiire bakýþým iyi duyurabilir. Ben 40 yýldýr da biraz öyle; önce insan olarak önceye koyuyorum taþra hikaye de okuduðum için, özelbenim þiire ihtiyacým var. meselesinde. likle eski hikayeleri de çocukBunu ister ben yazayým, ister luðumda çok okuduðum için, o yýllarda mesela o senin yazdýðýn þiir olsun, ben okuyayým. Þair hikayelerden kalkarak Eskiþehir'de taþra özleolarak da yazýyorsam þiiri, önce kendi ihtiyacým mine düþmüþtüm. Bir daüssýla gibi. Biz Eskiolduðu için yazýyorum ama bu bir bencillikten þehir'de otururduk. Bir kasabamýz yoktu. Þehrin deðil, bir insan olarak kendi ihtiyacýmý yazayým içinde oturduk hep ama, sanki benim bir kasaki senin de ihtiyacýný karþýlamaya çalýþayým. bam varmýþ da, biz oradan þehre sürgün edilmiþiz Taþradaki insanlarýn ihtiyacý var özellikle þiire ve duygusuyla o kasabaya gitmek istiyordum. Ono yüzden dergi çýkarýyorlar diye düþünüyorum. dan sonra birkaç yazý daha yazdým taþra üzerine. Onun dýþýnda da baþka denemelerim, yazýlarým Sýkýntýyý gidermekle ilgili bir ihtiyaçtan mý? vardýr. Belki ben de hep o taþra sýkýntýsýyla Sýkýntýyý gidermekle ya da sýkýntýyý yaygýnþehirde büyüdüm ya da o taþra sýkýntýsýný ödünç laþtýrmakla ilgili ya da sýkýntýyý çoðaltmakla ilgili. aldým ve þehirde öyle yaþadým. O yüzden taþra Yani mutlaka sýkýntýyý gidermek ortadan yok deyince gerek o kitapta yer alan, gerek taþraya etmek anlamýna gelmez. Belki sýkýntýdan çýkýnca dair baþka yazýlarýmda yer alan taþranýn kasvetini havuzdan çýkmýþ balýða dönebilir insan. Taþra
16
derkenar
ve sýkýntýsýný yanýmda hissettim. Biraz da eski edebiyattan yana olduðum için -edebiyatýn kendisinden yana olduðum için- sanki taþrada onun bir karþýlýðýný gördüm. Sanki iyi hikaye, iyi þiir en çok taþrada anlaþýlýrmýþ gibi düþündüm. Modern þiir tanýmýna nasýl bakýyorsunuz? Döneminde yazýlan her þiir zaten o günün özelliklerini taþýdýðý için modern þiir olmuyor mu da, böyle bir söylem geliþtiriliyor. Modern þiir deyince aklýma öncelikle Ýkinci Yeni þiiri geliyor. Ece Ayhan "Aynalý Denemeler" kitabýnda Cemal Süreya'nýn Ýkinci Yeni'yi bir meselle anlattýðýný yazar. Bu benim de çok hoþuma giden bir meseldir. Ece Ayhan'ýn anlatýmýyla kitaptan aynen alýyorum: "(Ýkinci Yeni) Temelde zorla dinletilen muhacir türküleri. Borulu gramofonla. Þöyle: Adam, sevdiði kadýný ya da nesneyi, kýzýp denize atar. Sözde ondan kurtulacaktýr. Sonra hemen piþman olur, kendisi de atlar arkasýndan denize. Kadýn ya da nesne, akýntýyla Çanakkale Boðazýna gider. Adam yetiþir, tam yakalayacaktýr ki, Çanakkale Boðazýnda canavarlar, mitolojik canavarlar çýkar karþýsýna. Sevgiliyi orada elden kaçýrýr. Haydi. Akdeniz serüveni baþlar. Cebelitarýk Boðazýna gelinir. Orada da yakalayamaz. Panama Kanalýnda nöbetçiler görür. Bu sefer de sevdiði ya da kýzdýðý nesnenin ya da kadýnýn Atlantik serüveni baþlamýþtýr. Okyanus'ta, Hawaii Adalarýnda Gaugin'i yanýna alýr adam. Mavi ipek bir helikopter gelir... O kadýna ya da nesneye zorla dinletilen muhacir türküleri deðil midir Ýkinci Yeni?" Ben bu meseldeki "Ýkinci Yeni"nin yerine "modern þiir"i de koysak fazla bir þey deðiþmeyeceðini düþünüyorum. Modern þiirde, bana göre, bir insanýn rüyadayken cinsel iliþkiye girdiðini anlatamayacaðý kiþi, ya da anlatsa da karþý tarafýn ayný tecrübeyi yaþayamayacaðý bir durum var. Rüyada onu yaþamýþ, anlatýyor ama karþý taraf bunu ayný tecrübeyle yaþamýyor. Sadece duyumsuyor, hissediyor. Modern þiiri de böyle bir tarafa koyuyorum. Þair hayatýnda bir tecrübe yaþýyor, bu tecrübeyi aktarýrken "ben þunu yaptým, siz de böyle yapýn" diye anlatmýyor, bu tecrübeyi, duyguyu hissettiriyor. Okuyucu da bu tecrübeyi
ya da duyguyu, durumu sadece duyumsuyor, hissediyor. "Ben þunu anladým, þunu gördüm" demiyor okuyucu; hissediyor ve bir tecrübe olarak alýyor. Modern þiir, tecrübe ya da deneyimlerini okuyucuya aktarýrken, hayattaki þaþkýnlýklarýný, kýrgýnlýklarýný anlatýrken bir ders vermek, yönlendirmek, iþaret etmek derdinde deðil. Sadece karþý tarafa bir deneyim sezdiriyor, hissettiriyor. Okuyucu bunu nasýl yorumlar, anlar anlamaz; þair bununla ilgilenmiyor. Yukarýdaki mesel ve sizin söylediklerinizin üstüne ekleyecek bir þey bulamýyorum bu konuda. Þiirinizi nasýl ve ne zaman yazýyorsunuz? Sizi þiire yönlendiren en büyük duygu, durum ne oluyor? Gece yazýyorum çoðunlukla. Bazen çok þiir yazmak istiyorum Bazen insan kendi kendini teþvik ediyor. Yani öyle bir þey doluyor içine sonra gidip yazýyorsun. Bazen de þimdi olduðu gibi kendini teþvik ediyorsun; yazmamalýyým, yazmamalýyým, yazmamalýyým diye. Ben þimdi uzun zamandýr kendimi yazmamalýyým diye teþvik ediyorum. Bir þeyi kýrk kere söylersen olurmuþ ya. Neden öyle bir teþvikte bulunuyorsunuz? Yani kitabýn çýkmasýyla alakasý yok herhalde. Baþka bir þeyle mi alakalý? Zaten yeni kitap Kýrk Þiir ve Bir gibi kitap olarak yazýlmýþ deðil. Altý yedi yýlda yazdýðým, topladýðým bir kitap. Doðrusunu istersen uzun zamandýr kitabým çýkacak diye heyecan da duymuyorum. Yani o heyecan iki-üç kitap önce bitmiþtir. Belki de heyecan duyacak bir kitap da yazmýyor olabilirim; bütün bunlar insanýn kendisiyle ilgili. Cemal Süreya'nýn çok katýldýðým bir sözü vardýr, yýllar önce okumuþtum, gençken. Þimdi daha iyi anlýyorum yeniden okuyunca "Ýnsanýn kendisiyle yazdýðý þiir (yazmak istediði þey arasýnda da olabilir) arasýnda mesafe vardýr" diye çok önemli bir sözü var. Ayný þeyi hissediyorum. Kaðýt þurda, þiir þurda, sen de þurdasýn; o þiiri sen yazýyorsun ama aslýnda baþka bir þiir yazmak istiyorsun, bir türlü yazamýyorsun. Cemal aðabeyin de söylediði bence böyle bir þey. Þairler her yeni þiirde aslýnda o saf þiire ulaþmak için "bunun yazdým ama aslýnda benim 17
derkenar
ulaþacaðým þey baþka bir þey" diyorlar. Böyle bir arayýþ þairin zaten doðasýnda var herhalde. Bunu Cemal Süreya çok güzel dile getirmiþtir iþte. Ece Ayhan da Ýkinci Yeni için "Sýký þiir" der. Turgut Uyar'ýn ölümü üzerine yazmýþtý galiba "Biz sýký þairiz" diyor, hatta "Biz artýk þiir yazmadýðýmýzý, yazamadýðýmýzý bile söyleyebiliriz" diyor. Þimdi söylüyorum ben ama o zaman söylemek kolay olmayabilirdi. Seksenli yýllarda yazan pek çok arkadaþ kendisine þair denmesini bile istemiyor mesela. Ben de istemem açýkçasý. Hatta sýk sýk þiiri býrakmak duygusunu yaþýyorum, son zamanlarda daha da çok düþünmeye baþladým bunu. Þiir yazmak kendini önemsemek gibi geliyor bana. Niye önemli olayým ki? Þiir yazmak bana niye önem kazandýrsýn ki? Böyle sorularým var, cevabý da aslýnda içinde olan. Sürekli söyleþilerinizde böyle bir cümle var. Evet ama, seksenli yýllardan ne kaldý? Hiçbir þey kalmasa da, ben en azýndan þunu söylüyorum "hiç olmazsa vefa diye bir duygu var." Böyle güzel bir duygumuz vardýr. Size hiçbir þey kalmýyorsa hiç deðilse o kalsýn diyorum. Ya da büyüklenmemek kalsýn. Þiir yazýyorum, biraz tevazu kalsýn. Biraz alçakgönüllü olmak kalsýn. Gerçi þairler çok alçak gönüllü deðildir bilirsin ama o büyük þairlere mahsus; megolomani. Bize tevazu yakýþýr diye düþünüyorum. Üç Çiçek dergisi sizin þiir serüveniniz açýsýndan da, seksen þiir açýsýndan da önemli bir nokta. Ayrýca bildiðim kadarýyla 5000 basan bir dergiydi o. Bu açýdan da bir baþarý yakalamýþtý. Þimdilerde þiire de, edebiyat dergilerine de bir ilgisizlik varken, o dönemde þiirle ilgili 5000 kiþi nereden geliyordu? Darbenin yýkýmýyla insanlarýn þiire ihtiyacý oldu birden. Nereye kaçacaðýný bilemeyen, dýþarýda kalan ya da hapiste olanlar hiç olmazsa þiiri bir teselli olarak gördü. Hani þiir var mýdýr, yok mudur! Vardýr. Hayat kurtarmaz, bir yarayý iyileþtirmez ama teselli edebilir en azýndan. O yüzden hapishanelerden bize yüzlerce þiir geliyordu o dönemde. Tam o dönem Türkiye'de büyük davalarýn görüldüðü yýllar. O zaman hiç olmazsa insanlar bir þeye bakýyordu. Þiir okuyorlardý. Gerek kendi içlerindeki þiir, gerek okumak 18
için ve yazmak için þiir alýyorlardý. Bu yüzden o dergi 5000 satmadý ama 4000 satýyordu. Üç sayý çýkarabildik. Mesela 81'de çýkmýþtý benim ilk kitabým. O zaman 7-8 tane þiiri yayýnlanmýþ genç bir þairdim pek çok arkadaþ gibi. O zaman 3000 tane basýlmýþtý þiir kitabým. Ve satýyordu. Þimdi biner tane basýyoruz kitaplarýn her baskýsýný. Pekala bu daralmayý, bu þiire olan ilginin azalmasýný, ihtiyacýn ortadan kalkmasýna mý baðlýyorsunuz? Daralma, azalma diye düþünmüyorum. O bir yükselme dönemiydi. O her zaman olmaz. Ama normal hali bu bence þiirin. Çünkü bu konuda çok fazla konuþma oldu, ben de çok fazla soru cevapladým. 50'lerde 60'larda bizim büyük þairlerimize ustalarýmýza, Canseverlere, Cemal Süreyalara, Turgut Uyarlara, Gülten Akýnlara, Dýranaslara, Necatigillere, Daðlarca'ya, Sezai Bey'e baktýðýn zaman onlarýn kitaplarý da beþer bin tane satmýyor ki. 500'er 750'þer basýlýyor ya da 1000 tane basýlýyor ve bunlar yýllarca ilk baskýsýnda duruyor. Sahaflarda falan, gerçi Beyazýt sahaflarý ders kitabý satar oldular ama, seksenli yýllarýn baþýnda yetmiþli yýllarýn sonunda bütün eski kitaplarý oradan toplardýk. Seksenden sonra Türkiye'de yayýncýlýk biraz daha ciddi oldu. Adam Yayýnlarý toplu þiirler basmaya baþlayýnca, bizim kuþak, ustalarýnýn kitaplarýný doðru dürüst okumaya baþladý. Bence þimdi kitaplar daha iyi satýyor. Yani daha iyi derken 1000'ken 5000 olmuyor ama 1000'ken 1500 satýyor. O yüzden deðiþen bir þey yok. Bence bu kadar þair çokluðuna raðmen, bu kadar insanlarýn dikkatini daðýtacak eðlence ve kültür endüstrisinin çeþitlenmesine raðmen ilgi çok çok azalmadý. O yýllarý düþündüðün zaman bir radyo var TRT, bir iki tane gazete var herkesin kendi meþrebine göre okuduðu, bir iki dergi var ve kitap var. Ne sinema var doðru düzgün, ne müzik var ne bu kadar çeþitli eðlence endüstrisi var. Þimdi internet diye, bela demek istemiyorum ama, bir rakip var. Ona raðmen kitaplar basýlýyor ve hiç olmazsa okunuyor, dergiler basýlýyor. Ben çok iyimser olabilirim ama düþündüðün zaman sosyolojik olarak durum fena deðil. Hatta daha iyi diye düþünüyorum. Eðlence kültür endüstrisi diye bir þey var. Ýnsanlarýn aklýný çelecek, gönlünü çelecek o
derkenar
kadar çok þey var ki… 20 yýl önce caz konserleri, sinema festivalleri... hiç biri yoktu. Þimdi ben kendimden biliyorum. Sinemaya çok düþkünüm. Bazen þaþýrýyorum sinemaya mý gitsem, kitap mý okusam, þiir mi yazsam. Ben de düþünüyorsam yani bunu yapan bir adam olarak, okuyucuya bir þey diyemem. Ayýp olur. Hafýz'ýn Hafýzasý'ndan (1999) bahsedelim biraz da. Tasavvufa ne kadar yakýnsýnýz? Hafýz'ýn þiirlerinde siz ne kadar varsýnýz? Hafýz'ýn beni kabul ettiði kadar varým. Tasavvufa yakýnlýðým biraz doðrusunu istersen doðaçlama olarak geldiðim kültürün içinden, Alevî-Bektaþî kültürünün içinden. Cemlerde nefesler, deyiþler, tasavvufi örnekler… Oralardan bir kulak dolgunluðu ve daha sonra da okuduðum kitaplar. Fuzuli'nin Saadete Ermiþlerin Bahçesinden tut Ýbni Arabi'ye kadar… Özel bir tasavvuf öðrenme çabam yok ama ,uzun zamandýr da en çok okuduðum kaynaklar tasavvuf kaynaklarý. Gelelim son þiir kitabýnýz Keder Gibi Ödünç'e… Ýbrahim Tenekeci, Dergâh dergisinde (Temmuz 2005) Keder Gibi Ödünç için, þiir kelimesinin çok sýk geçtiðini ama bunun býktýrýcý olmadýðýný ve sýklýkla þiir kelimesinin geçmesinden hareketle sizin, poetikanýzý þiirinizle oluþturduðunuzu yazýyor. Siz kitabýn içindeki þiirleri yazarken, bu benim poetikam olsun, en azýndan iþaretlerini taþýsýn dediniz mi? Hayýr. Tasavvufla ilgili bir þey bu. Kendiliðinden olan bir þey diye düþünüyorum. Özel bir çabam olmadý. Bir tek o kitapta yer alan þiirlerden bir tanesinde þiir üzerine mi, dostluk üzerine mi, tabii orada var onu özel olarak yazmýþtým yani bu tasavvuf ve þiir meselesi üzerine yazmýþtým. Hüseyin Ferhad da bana kýzmýþtý. "Herkes þaman oldu, herkes tasavvuftan bahsediyor, herkes derviþ gömleði giyiyor" dediðim için. Çünkü tasavvuf moda olduðu için bunu biraz böyle ironik olarak eleþtiren bir þiir yazmýþtým. Onun dýþýnda sýk sýk þiirde þiir kelimesi geçiyor ama daha çok mýrýldanmakla geçiyor. Bir laf vardýr "ayýnýn dokuz türküsü vardýr dokuzu da armut üzerine" diye. Çok severim bu lafý. Benim de dokuz tane kelimem var dokuzu da þiir üzerine.
Keder Gibi Ödünç… Keder, þiir gibi ödünç alýnabilir mi; þiir, keder gibi ödünç alýnabilir mi? Burada yüklediðiniz anlam tam olarak nedir? Hiçbir þeye sonuna kadar vakýf olamayacaðýmýzý düþünüyorum. Bir duyguya bir bilgiye insan sonuna kadar vakýf olamaz. Bu gözyaþý olsun, kahkaha olsun ve tabii þairlere en çok yakýþtýrýlan keder olsun. Artýk kederli olmak þairliðin þanýndandýr. Bilge olmak da tasavvufun þanýndandýr ya… Ben de bize verilen her þeyin ödünç olduðunu; kendimizin ödünç olduðunu, kelimelerin ödünç olduðunu, þiirin ödünç olduðunu ve iþte o anda da þairin de en can alýcý noktasý da olan kederin ödünç olduðunu düþünüyorum. Keder daðýtýcýsý, keder tüccarýdýr þair. Hilmi Yavuz ne diyor "Hüzün ki en çok yakýþandýr bize" O yüzden ben þairleri keder tüccarý olarak adlandýrýyorum. Biraz da hem kendi yüzüme, hem baþkalarýnýn yüzüne vurmak istedim: "Bizim kederimiz bile ödünç, o kadar ciddiye almamak gerekir." Böyle ikili bir þey var bende. Bir taraftan þiir çok ciddiye aldýðým, çok saygý duyduðum, bir taraftan da çok ciddiye almadýðým bir þey. Bunu tam olarak ben de çözemedim. O yüzden ben Keder Gibi Ödünç'te bunu biraz hafif ironi katarak vurgulamaya çalýþtým. Orda sadece þair sözü yalandýr gibi bir indirgemecilik yok. Belki de ondan dolayý duyulan bir acý var. Onun daha ötesinde bir acý var. Ne kötü bir þey ki, biz yazýyoruz, ediyoruz; kelimelerimiz kederli ama o bile ödünç. Belki de onun ödünç olmasýndan da duyulan bir baþka keder var.
19
derkenar
Mustafa Akar Ve allegro bütün yüzlerimle geldim sana, bütün kahýrlarýmla kirli pantolonlarýmla beni þimdi sabýrsýz bir akþama parlat arkadaþlar evlilikleriyle boðacaklar haziraný suçum yok benim. ey karþý deniz. kýyý hasatçýsý sen en güzel avunmalarýn düþü. sen diye diye bir tek hep tek sen olduðum topraðý öpmek geliyor kocaman içimden -baþlangýç olarak adsýz bir þey olmalýydýnve hatýrlar mýsýn o bilgelik dolu günleri denize yakýn evlerde duyduðumuz duyduðumuz ve hadi kalkýn gidelim diye beygirlere yok mu elbette var. kurulmuþ acý saatleri uzak iskeleler. ölümün paslandýðý yurt köþeleri uykumun tuzunu þuraya koysam seni telaþlý rüyalara gömsem bir hoþ gelip böyle bir hoþ gitsem bilmem nereye nerelere gürültüsüz ve pembe pembe ölsem ben bilirim ekim uzar da uzar artýk kasýmýn kýsa bacaklarý gezinir ellerimizde ve türkçe bir mavilik baþlar türkiye'de ben bilirim dedim size. artýk atlar bile türkçe kiþner türkçe aðlar türkçe ölür sen karlý yollarý uzatýrsýn masallardan buraya ýsýtýrsýn beni küpküçük canevine uzatýrým ayaklarýmý ve ucuz romanlarýmý aðlanmalarýmý sýzlanmalarýmý parasýz geçen günlerimi ve sonsuzluða sonundan baþlamaklarýmý bir birer gitmeyelim mi dedin niye söyledin neden gitmeyelim olsun ve kalsýn ki güzelliðin ne güzel bahanedir gemilerin gözbebeklerinden aktýðý çin denizlerine karmaþýk sularýma doðru gel musluklarýma doðru penselere ve suikastlere usul uðuldayan fotoðraflara dünyaya doðru kokan çilekli tarhanalara gel dediysem gelirmiþ gibi yap ve ve ve ve hiç umulmaz gülücük çiçekleri bir kadýnla çoðalmak isteðinde yatan bir anadoluyla ben buna inanmak istiyorum
20
derkenar
Furkan Çalýþkan Bizi bir aile olarak farz et sen hiç kimsenin bahsetmediði amca Karþýdan karþýya geçti aþk Önce sana baktý sonra sana sonra yine sana Çünkü ben bir türlü yeniþemeyen boksörlerin yüzünü devrettim Fýrtýnasý alýnmýþ denizimi yüzdürdüm, gözlerin ayýn hangi devresi; iþte ölüm Acý en çok bir kadýn uyuduðunda diner ki bu da benim çeyrek biletimdir Tersinden mahya geliyorsun göðsüme hayal meyal geniþliyorum Hayat bir Yugoslav faul, düþerken yerden göðe yorgun, sistemsiz ve malum Gece hoþ bir davranýþ þekli deðil gayet gladyatörleþmiþ bir ikinci þansým var Bugünün ölümünü yarýna býrakmýþ üstelik boynunun üstündeyim, o kývrýmda Sonra bir tanem sen güldün hediyelik eþyalarým oldu, gezegen kapý duvar Sen ekmeðin koparýlmýþ ucu olarak kaldýn henüz çeþmemde yýkanmamýþken bir medici Ne terördü saçlarýn çýkaramadýðým isimler kadar düþmanca Benim federal yapýmý bozdun, taþýnmaya geldim, tanýmsýzým ýrgat boynu gibi iþ bitirici Bizi bir aile olarak farz et sen hiç kimsenin bahsetmediði amca
21
derkenar
Yasin Onat Ben dedikçe Evi yanmýþ bir ailenin þaþkýnlýðýyla sesleniyorum sana Odalarda sýkýþýp kalmýþ anýlarýn yokluða savurduðu sert sessizleri umursamadan Ne olduðunu bilemediðim hâllerle sesleniyorum! Saklý þehirler inþa ediyorum ayak izleri olmayan uçurum kenarlarýna. Avlusunda Cennetten çocuk sesleri Sana! dedikçe Sen! dedikçe kulaklarým çýnlýyor birden Hüznüm çoðalýyorsa sana seslenmekten Günler azalýyor demektir bildim iþte muamma! Ve yana devrilmiþ bir kumsaati ilgilendirmezken kimseyi Beni periþan eder aklýmdan geçen zaman zembereði Olsun yine de, insan bir yola yolcu akýp gitmeyen yanýp da sönmeyen ne var ki hüzne çetele tutmamýþ olsun Ben beni üzdükçe Neden bilmem, helallik istiyorum senden Verilmemiþ bir hesabým kalmayana dek Gölgesinde bir aðacýn af dileyeceðim Öyle sýký tut ki ellerimden titresin kalbimin tüm odalarý Öyle tut ki ellerimden geriye ben diye bir þey kalmasýn!
22
derkenar
Esra Elönü Sýkýntý veren kaburga Burnumdan bir yay çýkaran ok sahibi.. Mýzýka mýzýka akýttý tek taraflý tüy kanlarýný.. Yorgun demiþtim kendi elim için.. Kýrk dokuz arabadan bir kýrýk kafa toplamýþtým yol doyunca.. Birike birike bitiren kaþsýz ölümlerin topuklarý batmaz battýkça.. Yüzük parmaðýyla sözlük yýrtan Gramer sakallý bilgelerden taþýnýr bir fýrça.. Yýl dönümü olunca hatýrladýðým sincap ukalalýðý Enine gecikir hayvan torpidolarýnda.. Bir kaburga ezilince hakkýný arayamaz Deþer bir övünüþte þiþkin salyalar döken bilmiþleri.. Kutsal pýhtý oldu en dýþýmýzda oturan iç yabancý. Kaburgamla ceviz kýrarým Çalýþma masasý yaparým Tanýþma geyiðine çivi çaktýrýrým.. Kaburgam çekingen davranýr kýrýlmaz kaz otopsisi yapýlan Tehlikeli migren caddelerinde.. Çilek kasesine uzanamadýðým için Kolumu uzattým þehir içinden bir teyzeye.. Yanlýþ duymadýysam ben saðýrým.. Doðru duyduysam kulaklarým geçici.. Kaburgalarýmý aðaca çýkardým.. Kolu ters çýkarýlmýþ bir kazaðýn kopyasýný Kaburganýn aslýna astar yaptým.. Asýlsýz kaburgalar.. Saðlam bir temele dayandýrdýlar Ýki buçuk dakika sonra yýkýlacaklarýný bilinceye kadar.. Yýkýldýlar kaburgalar.. Endiþe vericileri bozuk….
23
derkenar
Ten çiçekleri Kâmil Yeþil “Pantolonunu koruyanlara...”
Kadýn keklik gibi sekerek yürümüþtü. Ahu bakýþlý, hilâl kaþlý idi. Tavus gibi göðsü elvan nakýþlý, bülbül gibi dili tatlý konuþlu idi. Lebi bal, yanaklarý al al idi. Boyu servirevan... Zülfü periþan... Yüzünde hokkadan damlamýþ bir ben; aðýz yerine mimden yapýlmýþ bir nokta vardý. Beyaz döþünü, topuðuna inen saçlarý dövüyordu. Bahar süslenmeye durmuþ, o da ‘Peþinde ben de varým’ demiþ gibiydi. Bahar ve kadýn iki ezelî dosttu. Biri odun parçasýnda gül yetiþtirir diðeri o gülleri devþirirdi. Bu yolun sonunda önce rengini kaybetmek sonra sararýp solmak olsa da þimdi bunlarý düþünmenin sýrasý deðildi. Genç adamýn sýrtýndaki gömlek tornistan bir gömlek olsa da içindeki ten, ipek; kokusu lavanta idi ve baþýný döndürmüþtü kadýnýn. Devþirdiði gülün kokusu tenin kokusu yanýnda hükmünü yitirmiþti. Onu odasýna çaðýrmakla sanki çimenliðe servi dikti kadýn. Gökyüzüne bedir astý, gözlerine nurlu sürme çekti. Bir zaman toprak, ayaklarýnýn altýný öpmüþ; güneþ tepeden bakmýþtý. Demek bu gün içindi bütün bunlar. Dünyanýn baþka yerlerinde insanlara kýþýn lâzýmken, ateþini onlardan esirgemiþti de güneþ, cömertliðini þimdi bu odada genç adamýn yüzünde sergiliyordu. Daveti duyunca yokuþtan kayar, uçurumdan düþer gibi oldu genç adam. Titredi. Uçak yolcularýnýn hava boþluðuna girdiði zaman hissettiði duygu gibi bir þeydi yaþadýðý. O esnada kapý aralýðýndan genç adama göz etti ve gülümsedi þeytan. Genç adam, kedi kucaklama vaziyeti aldý; sað elini sol omzuna; sol elini sað omzuna attý; pantolunu zaten beline kemerle yapýþtýrýlmýþ gibiydi, ayakta bekledi. Hava o kadar inceldi, o kadar inceldi ki; nefes, burundan içe çekilme esnasýnda bir iðne parlaklýðýyla kendini gösteriyordu. Kadýn o güne kadar baþýný yardýrmadan dalýna çiçek açtýrmýþ bir tek aðaç görmemiþti. Þimdi de gömlek yýrtýlacaktý; arkasýndan ten çiçeðinin
24
kokusu tütecekti odada. Saç nasýl bittiði baþ derisini terk ederse; gömlek yýrtýldýktan sonra soðuk hava öyle terk etti odayý. Genç adam o zaman anladý ki bu kadýn ten kokusuna kan kokusu karýþtýrmak istiyor. "Allahým dedi, nedir benim bu gömlekten çektiðim?" Gömleðinin üstünden bedenini okþadý. Ürpermiþti. "Önce üstümden çekip çýkardýlar, kana bulayýp eve götürdüler. Sonra bir kadýn omzumdan tuttu ve yýrtýp bir parçasýný aldý. Ve ben omzu yýrtýlmýþ bir gömlekle yýllarca kendi zindanýmda yaþýyorum." Gözü yolda idi genç adamýn. Pencereden, iki yanýndaki aðaç gölgelerinin uykuya yattýðýný görüyordu yolda. Gözü yolda olanýn kalbi ikiye bölünmüþtür. Dereden topladýklarý kara kömür taþlar nasýl akþama kadar ýþýðý emerek kararýr ve gece ýþýldarsa; adamýn gözleri de kadýndan böyle bir ýþýk yansýtýyordu. Göz çukurlarýnda olsun da bir ýþýk, varsýn karaltýlý bir ýþýk olsun. Soluðun sýcaklýðý gibi... Evet hissedilecekti gene. Geceler uzun bir yola, rüyaya götürecekti onlarý. Rüzgâra katýp da þarkýlarý; seslerini kokularýyla birlikte taþýyacaktý uzaklara. Kadýn seviyordu onu ve kendisi gibi "çünkü, bununla birlikte, ama" gibi itiraz, açýklama cümlesi kurmuyordu. Seviyordu o kadar. "Ancak" demekle sevgiye bir sýnýr, bir istisna çizmiþ olmaktan korkuyordu kadýn. Mahçup olmak, kýzarmak adama düþtü. Kadýn sordu: - Ne yaptýn o omzu yýrtýk gömleði. - Bende kalan parçasýný kardeþlerimle babama gönderdim, dedi genç adam. Babamýn uzaktan kokumu aldýðý; sonra gözlerine sürerek gözlerini açtýðý gömlek, senin arkamdan tutarak yýrttýðýn o gömlek idi. Ýþte dedi kadýn; hayata düþeceðimiz not; yükseleceðimiz makam budur... Sonra ilave etti: - Pantolonuna sahip çýk lütfen.
derkenar
Dön karakýz dön Fatma Pekþen Sývalarý dökük, saçaklarýnýn bir kýsmý çökmüþ, terkedileli epey olmuþ harabe evlerin, içine cinlerin perilerin yaþadýðý söylenen viranelerin camý kýrýk pencerelerini andýrýyordu görünen kýsmý. Morlu siyahlý kareli basmayla kaplanmýþ yorganýn -ki hatýrlý misafir gelince, el çabukluðuyla al atlasý, dantelli olanýyla deðiþtirilirdi- altýnda kaybolmuþ gibiydi. Saçtan sakaldan çok keçi kýlýný andýran bir tutam tüyün arasýnda, iyice çukura kaçmýþ gözleriyle kýpýrtýsýz yatýyordu. Beyaz patiska perdeleri yarýya kadar inik odada, en az hasta kadar kýpýrtýsýz duran ikinci bir baþ daha mevcuttu ki siyahlarýn hâkim olduðu urbalarýn içinde, yazmasýndan dýþarý çýkmýþ iki ince kýnalý örük, alev þeridi gibi, pörsümüþ bedene doðru uzanýyordu. Kim köy çocuðu derdi bu zamanelere... Aha saat sekize geliyordu. Ýki eþeði olan birini satýp yemiþti bile. Gelinlerin gönlü olacaktý da kalkýp ocaða aþ vurup iki kap kendi önlerine getireceklerdi de, odada saatleri saatlere ulayanlar sevinecekti. Þu zavallý hasta olmasaydý, o iki uyuþuk akþama kadar gördüðünü iki saatte görürdü. Üstelik yününü, þiþini alýp Kezzüð'ün yanýna laf atýþtýrmaya giderdi de, bu halinde, çorap tekini bitirip gelirdi. Ortadaki dört inekle, sekiz koyun, bir de eþek deðil miydi? Zaten yirmi kanat tavuk-horoz kendi kendilerine girip çýkýyorlardý. Ne zorlarý vardý ki bu tembellere? Aðýzlarý açýlýnca, dörderden sekiz çocuðun, kocalarýnýn, kaynana-kaynatalarýnýn iþlerini yapmaktan, misafirlerden þikâyet etmiyorlar mýydý; ifrit oluyordu. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarýndaydý. Köyde hangi evde, traktör vardý ki? Deðirmene giderken üstüne atlayýp, kurula kurula gitmeyi biliyorlardý ama... Hem Zorlu Aða hastaysa onlara neydi ki? Bir kere olsun, oturaðýný mý attýrmýþtý? "Gelin aðzýna bir lokma verin" mi demiþti? Haftada, bilemedin on günde oðlanlarý týraþ ediyor, sonra da battaniyeye yatýrýp yalaðýn önüne götürerek, kazanda ýsýttýklarý suyla çimdiriyorlardý. Yemek getirince, gelinlere ne oluyorsa, "sidik kokuyor" diye dar
kaçýyorlardý dýþarýya, Allah Allah... Kendisinin caný yok muydu? Hem mis gibi adamýn neyi kokardý ki? Zaten baþýna bu bela geleli, kaç senedir, aðzýna ne zýkkým sürmüþtü ne de tütün... Bir parça caný olan sol koluyla, ara sýra tütün iþareti yapýyordu ama kendisi görmezlikten gelip, "þimdiyece içtiðine say. Ne var o merette?" diye terslemiyor muydu? Aslýna bakýlacak olursa tütün de, mübarek, nasýl misler gibi kokardý. Göðe doðru halkalanan dumanýný caný çekmiþti, yutkundu. Kendisi de köyün tek bakkalýnýn doldurulmuþ veresiye defterinden rica minnet aldýklarý, o da olmazsa bakkalýn sümüklü oðlu Aliþir'i kandýrýp aþýrttýklarý sayfalarýna, analarýndan saklý kuruttuklarý mýsýr püskülünü ince kýyým tütün gibi sararak baþlamamýþ mýydý? Kýz baþýna aðabeylerine özenip samanlýkta bir gün kendi kendisine tütün denemesi yaparken, koca samanlýðý yakmamýþ mýydý? Orada ne aradýðýný, yangýný nasýl çýkardýðýný, anasýndan yediði onca çimdiðe, babasýndan duyluðu o kadar zýlgýta raðmen söylememiþti. Gelin olup Zorlu Aðaya varýnca, üç beþ gün gelinlik edip süzüldükten sonra, yabanlýðý geçince, "bir tütün sar da içek Aða" dememiþ miydi? Aða önce þaþýrmýþ, sonra da keyiflenmiþti. Kolay mýydý Aða karýsý olmak? Tütün de içecekti her bir þey de... Bað evinde çavuþ arkadaþlarýyla âlem yapýp, kabaktan nefeslendiklerini bilse, alimallah "ben de tadacaðým" derdi ya; iyi beceriyordu gizlemeyi. Hasta olup, gece sabaha kadar yatakta savaþtýðý, köz gibi tutuþtuðu bir sabah kendisini uyandýrýp, "sen dellendin mi Aða? Bir hocaya okutak, kurþun neyim döktürek. 'Düm teke düm tek, düm teke düm tek, mastur çek, mastur çek' diye inledin durdun. Neyin nesi bu? Daðda taþta aðaç dibine mi sidikledin nettin?" diye sorgu-suale çekmiþti de, geçiþtirip unutturana kadar anasý aðlamýþtý. "Yaylaya çobanlarý kontrole gidecem" deyip, iki gün yokolduðunu, þehirdeki gazinoya gidip demlenip, topluyu havaya boþalttýðýný, masalardaki süslü hatunlara, fötrünün altýndan býyýk bur-
25
derkenar
duðunu bilse, derisini yüzerdi adamýn. Ne de olsa o da bir aða kýzýydý. Zekiydi, çalýþkandý. Koca köyde ata binmede üstüne yoktu. Yeni gelinken çifteyi omuzlayýp, ava gittiði, iki ceylaný yüklenip getirdiði halen söylenmekteydi. Kendisine inci gerdanlýk misâli iki tane koç gibi oðlan, altý tane maral gibi kýz veren kadýn, iyi ki "bu adam sýk sýk nereye kayboluyor" diye ardýna takýlmýyordu da, nispeten rahat ediyordu. Ya Sýnýkçý Ýsmail Aða gibi kocamýþ yaþýnda rezil rüsva olsa ne yapardý? Evinde ocaðýnda, çocuklarýnýn baþýndaydý. (En azýndan kendisi öyle sanýyordu.) "Kýnalý Keklik" diye nam salmýþ aða karýsý, aða kýzý kadýn, aslýndan her bir þeyden haberdardý da, bilmezlikten gelmiþti yýllar yýlý. Yoksa, akþamdan saçýný, býyýðýný boyayýp, "yarýn erkenden yaylaya çýkacam. Çobanlar haber salmýþ. Hayvanlara yalatmak için tuz istemiþ. Varam götürem" deyip, þehir yolunda minibüs kazasýnda beyaz mintanýný al kanlara boyayan kazayý duyunca, "oh olsun" der miydi? Köy evleri adam kaynarken, iþten kaytarmak için gözünün içine bakan onca can varken, koca aðaya yakýþýk alýr mýydý yaylaya tuz götürmek? Avrat kýsmý bilmez miydi her sabah uysal uyanan adamýnýn iþlerini rutince kolaçan ettiði halde, bazý günler ayna karþýsýnda niye akþamladýðýný? Týraþ olup, cýmbýzla gözüne doðru tek tük yol almýþ telleri yolup, yüzünü þehirli kadýnlar gibi ayna misali parlatan kremlerle bezeyip kokulandýðýný... Hele evden çýkarken, posbýyýklarýnýn ucunu parmak ucuyla avurduna doðru yaba diþi gibi sivriltip, beyaz mintanýný sýrtýna geçirmesi... Eee... torun tosun sahibi kocamýþ herif böyle
26
yaparsa, kendisi de "oh" çekerdi iþte. *** Bir inek böðürdü evin altýndan, horoz koca evi, köyü sallayan bir avazla, gücünün yettiðince öttü. Sevindi yaþlý kadýn. Birazdan evin içi canlanacak demekti bu. Üstünü eski bir taþ plâðýn örttüðü oturaðý dökmek için kadýn dýþarý çýkarken, yuvarlanýp, epeyce bir döndükten sonra duran plâðý göz ucuyla gördü Zorlu Aða. Beþ yýldýr oðlanlarýn þehirdeki hastaneleri gezdirip, þifa bulamayýnca da yataða mahkûm ettikleri günden beri, gözleriyle takip etmekten baþka bir þey yapamýyordu. Sadece kolunun biri hareket edebiliyor, bir de baþýný saða sola çevirebiliyordu, o kadar... "Bakmýyor çeþm-i siyah feryade Yetiþ ey gamze yetiþ imdâde Gelmiyor hançeri ebrû dâde Yetiþ ey gamze yetiþ imdâde..." Hafýz'ýn gazellerinden biriydi muhtemelen kara yuvarlaktaki. Ýlk gençliðinde, babadan kalma gramofonda az mý dinlemiþti rahmetliði... Daha babasý hayattayken, Ýstanbul'dan gümüþ saplý kamçý alýp dönerken, küçük istasyonlarýn birinde su içmek, tütün almak için indiðinde, Hafýz'ýn yeni çýkmýþ plâðýnýn sesini duyup, olduðu yerde kalakalmamýþ mýydý? Sesin geldiði yöne doðru gidip, plâðý çalandan, parasý her neyse istememiþ miydi? Ýstasyondan biraz daha içerde, bir kahvehanede çalýnan parçaya vurulup, "ille de alacaðým" diye tutturup, bir avuç para saymamýþ mýydý? Kahvecinin gönlünü edip, yaðlýðýna sarýp kolunun
derkenar
altýna aldýðý Hafýz'la istasyonu boyladýðýnda, trenin yerinde yeller estiðini, kendisini burada koyup gittiðini görmemiþ miydi?
Zehmeri kuyusu
"Hasta bir kuþ gibi inlerim senden uzak Aðlarým saçlarýnýn hatýrasýyla yanarak Çektiðim hasreti gel bari unutur bana sen Bir gün son dileðim hýçkýrarak yalvarmak..." Ne avaz vardý muhteremde... Hamiyetler, Safiyeler, Müzeyyenler, Celâllarla dolu plâk dolabýna yerleþtirdiðinde, ne kadar mutlu olmuþtu. Býrakýn bu köyde, civardaki köylerde bile eþi bulunmazdý gramofonunun. Rahmetli pederi, meraklý adamdý vesselam. Önce o çalmýþtý gelen misafirlere yýllar yýlý, sonra da kendisi... Öpüp okþayarak, severek çaldýðý plâklarý kadife bir bez parçasýyla itinayla silerek çalar, gene silerek, yük dolabýndan bozma plâklýða yerleþtirirdi. Kafasý iyi (!) olduðu zamanlar, yaylaya doðru yönelttiði gramofonu sonuna kadar açýp, dönen plâða uymaya çalýþarak, "dön karakýz dön. Helâl sana!" diye, avazý çýktýðý kadar baðýrýrdý. Ne zaman ki radyolar, teypler icat edilip, gramofon bozulmuþtu, eve oðlanlar bangýr bangýr baðýran kasetler getirir olmuþlardý, o zaman tadý kaçmýþtý ikide bir iðnesi bozulan cihazýn... Hele televizyon gireli, temelli unutulup gitmiþti. Kaza geçirene kadar gözü gibi muhafaza ettiði, "gün gelir çalarýz, hatýradýr" diye toz kondurmadýðý karakýzlarýnýn, torunlarý tarafýndan teker niyetine tel arabalarýna çakýldýðýný iþitince fena kýzmýþtý. Karýsý, bir tek karýsý anlamýþtý kýzgýnlýðýný. "Neye gözlerini belerttin? Bir þeye mi kýzdýn? Kýzarmýþsýn da" demiþti, o kadar. Eee, kendi yokluðunu fýrsat bulup, sonunda oturaðýn üstüne kapak da etmiþlerdi caným taþ plâklarý... Þimdiki gençler ne bilsinlerdi o kýymetli parçalarý? Daha dün büyük torunu, haftada bir ziyarete girdiði odada sakýz patlatýp, "n'aber dede?" deyip, soytarýca bir þarkýyla çekip geri gitmiþti. Demek ki eþyalar da insanlarla birlikte hasta oluyor, kaza geçiriyor ve ölüyorlardý. Suyu çekilmiþ kuyu gibi derinlerden bakan gözleriyle kapý arkasýna kadar yuvarlanmýþ plâða baktý, baktý; sesini çýkarmaya mecali gelmediyse de, içinden, "dön karakýz dön" diye baðýrdý. Gönlü, çýkmayan sesiyle, Hafýz'ý istedi. Onunla birlikte gençliðini de...
Son zamanlarda yazýlan romanlarda toplumun içinde yaþadýðý durumdan az çok haberdar olan bir konuya ya da yazara, böyle bir üsluba rastlamak neredeyse imkansýz hale gelmiþti. Zehmeri Kuyusu, tam da zamanýnda, romanýn sulandýrýldýðý bir zamanda gerçek roman okurunun imdadýna yetiþti. Zehmeri Kuyusu, çeþitli psikolojik rahatsýzlýklarý olduðunu söyleyerek psikologa giden bir gazeteciyle psikolog arasýnda geçen olaylardan yüz yýl önceki depremlere, edebî þahsiyetlerden Türkçe’nin yozlaþtýrýlmasýna duyulan tepkiye, Takunyalý Evliya masalý etrafýnda dönen hurefelerden insanlarýn yozlaþan hayatlarýnýn nasýl düzeltileceðini anlatan fikir mülazalarýna kadar geniþ konu ve durumlarý iþleyen fevkalade bir roman. Yazarýn, dili çok ustaca kullandýðý da dikkatlerden kaçmýyor. Çeþitli deyimleri ya da atasözlerini baþka þekilde sunarak, belki de kulaðýmýzý tersten göstermeye mecbur ederek meselelere bir de tersinden bakmamýz gerektiðini salýk veriyor. Ayrýca, zeki buluþlarla okuyucuya keyifli bir “okuma” imkaný da sunulmuþ oluyor. Zehmeri Kuyusu, Metin Savaþ, Ötüken Neþriyat, Roman
27
derkenar
Dilimizin mantýðý var mý? Osman Toprak Dil, mantýk üzerine kurulur. Sözlerin, cümlelerin, ifadelerin bir mantýðý vardýr. Ýnsanýn tabiata ve eþyaya yaklaþýmý, kendini ifade etme biçimi onda derin bir düþünme yapýsýnýn þekillenmesine katký saðlar. Sözler, konuþulduðu gibi kalmaz, zaman zaman kendilerinden beklenin fazlasýný ifade ederler. Millet kavramýnýn bir geçerliliði var ise bu, dil ve din sayesinde mümkün olmuþtur. Dilin ve dinin örmediði bir millet, ayakta kalamaz ve varlýk gösteremez. Bizim derdimiz de mensubu bulunduðumuz milletin dilini ve dinini en güzel biçimde kavramak, ayný havayý tenefüs ettiðimiz insanlarla daha köklü, daha derin, daha saðlam baðlar kurmaktýr. Bu bakýmdan günümüzün Türkçesi de üzerinde düþünülmeye, kavranýlmaya ve anlaþýlmaya daha layýktýr.
uygun bir biçimde üç dilin imkânlarýný da kullanarak çok üstün bir dil yarattýklarýný göreceklerdir. Örneðin hýrs kelimesi varken bir de ihtiras var. Yine mensup varken bir de intisap var. Aþýrýlýk ifade etmek, bir iþin aþýrý ve güçlü þekilde olduðunu anlatmak için ikinci kelimelere ihtiyaç duyulmuþ. Hýrs belki bir defaya mahsus ve geçici olabilirken, ihtiras kemikleþmiþ, güçlü bir hýrsý anlatýyor. Günümüz Türkçesinde, ölen kimsenin cinsiyetine bakmadan sadece ölü kelimesini kullanýyoruz. Halbuki Osmanlýca'da merhum, erkekler; merhume de kadýnlar için kullanýlýr, namazda da ona göre niyet edileceðinden cemaat arasýnda bir karýþýklýk meydana gelmez. Osmanlýca'nýn inceliðe çok dikkat eden bir dil olduðunu ifade etmek için verdik bu örnekleri.
Þemsettin Sami, Kamus-ý Türkî'sinde Osmanlýca kelimesini þöyle tarif eder: "Osmanlýlara mensup ve ait. Osmanlýca lisan, þarký, kýyafet. Osmanlýlara mahsus tarz ve usûlde veya bunlarýn lisanýnda; Osmanlýca söylemek, yaþamak, oturmak." Bu taným bize bir dilin imkânlarýný olabildiðince geniþletiyor ve ayný zamanda millet kavramýnýn içerisine neleri dahil edebileceðimizi de gösteriyor. Osmanlýca, sadece Osmanlýlarýn konuþtuðu dil olmayýp, bir tarz yaratan ve hususilik belirten bir yaþama biçimini de ifade ediyor.
Günümüz Türkçesi'nde ise durumun hiç de iç açýcý olmadýðýný, Avrupa'ya dönük siyasi ve kültürel hayatýmýzda bu tür inceliklere dikkat etmeksizin bir kültür ithalinin gerçekleþtiðini görüyoruz. Çoðumuzun hayallerini süsleyen, üstünlüðü, farklý olmayý, zirveyi ifade eden profesyonel kelimesinin hiç de abartýldýðý gibi bir anlama sahip olmadýðýný bilmeliyiz. Kariyer de burada anýlmasý gereken, çalýþma ve diploma hi-yerarþisini ifade eden bir kelime. Günümüzün iþ dünyasý bu kelimelere haddinden fazla anlam yükleyerek, insanlarý þartlandýrmanýn ve amaçlarýna uygun olarak konumlandýrmanýn basit bir yo-lunu bulmuþtur. Bu kelimelerin Türkçemizdeki karþýlýðý meslektir. Mesleðini en güzel biçimde yerine getirene de erbap, ehil, becerikli, usta denir. Ýþin erbabý ile iþin profesyoneli þüphesiz ayný iþten ayný neticeleri alacaktýr. Ama iþ dünyasý Türklerin kelimesi varken yabancýlarýn kelimesini kendine daha yakýn bulmakta adeta bizimkini unutkanlýða mahkum etmektedir. Yeni yeni aramýza yerleþen mortgage kelimesi ise henüz mecrasýný bulmadan çoðumuzun canýný yakacak gibi. Ümitle ithal edilen ve ipotek ile ev sahibi olmayý, yýllara yayýlan bir ödeme planýný ifade eden bu kelime, süslü hayal-
Dil, milletin kendini anlatýþ ve anlayýþ tarzýdýr. Siyasi ihtiraslarla bir dile saldýrmak, onu yok saymak, insanlýk dýþý tanýmlarla ona hakaretler yaðdýrmak aklý olan birisinin asla yapamayacaðý bir davranýþtýr. Dilin mantýðý milletinin mantýðýný örerken, millet de dilinin döndüðünce birbiri ile anlaþma yolunu tutar. Osmanlýlarýn vücuda getirdiði dil (Osmanlý Türkçesi), her ne kadar günümüzde anlaþýlmaz(!) ise de, az buçuk onlarýn söz ve halleri üzerine bilgi edinenler, Osmanlýlarýn, kendi hayat tarzýna
28
derkenar
lerin gerçek olacaðýnýn müjdesi gibi yansýtýlsa da ipotek ve deðiþken faiz sistemi ileriki yýllarda derin bunalýmlara, mülkiyetin ve sermayenin yine sermaye sahipleri lehine bir kaymaya imkân verecekmiþ gibi duruyor. Bir iþin özünde ne olduðunu anlamak için, o iþi anlatan kelime-ye bakmamýz bize belirli bir fikir verecektir. Sözlüklerimiz mortgage için þimdilik, ipotekle ev sahibi olmak anlamýný yazýyor, ancak ve esasen bu kelimenin Türkçemiz'de bir karþýlýðý yok, yani bu sistem bizim yapýmýzla uyuþmayan bir sistem. Anlamda derinlik ve güzellik aramayan, özenti ile Batýlý kelime ve kavramlarý kullananlarýn dilimize verdiði tahribat büyük. Hikâyemizin usta kalemi, Mustafa Kutlu'nun yeni çýkan kitabýnýn ismi: Chef. Yazýlýþý böyle ama okunuþunu hepimiz biliyoruz, þef. Kutlu, kitabýnýn adýnýn niçin öyle olduðunu þöyle açýklýyor: "Bu yazým tarzýný tercih ediþim de bizim memleketteki yabancý dil tutkusundan ileri geliyor. Mesela bugün insanlar, çocuklarý yabancý dil bilsin diye, daha anaokulunda Ýngilizce öðretmeye kalkýþýyor yahut Ýngilizce bilmeyeni adam yerine koymuyorlar." Þair Ýbrahim Tenekeci ise, köþesinde, gördüðü þu örnekleri veriyor: "Silahtarda bir mermer atelyesi gördüm, tabelasýnda Tash yazýyordu. Alibeyköy'de bir iç giyim maðazasý gördüm, Efendy adýný taþýyordu. Bir okuyucum e-posta göndermiþ, rumuzu, Kardesh' di." Bu örnekler de gösteriyor ki, özenti, Batýlýlar gibi olma kaygýsý ya da o yolda kendini ifade edebilme çabasý halka kadar inmiþtir. Dilimiz bize karþýmýzdakinin mantýðýný anlama imkâný da saðlar. Mensubu bulunduðunuz ülkenin, milletin, dinin diline ve mantýðýna ne kadar yaklaþýyor isek o derece kendimiz olmanýn ve ait olduðumuz yeri bilmenin heyecanýný duyacaðýz demektir.
Erzurum çarþý pazar içinde bir kýz gezer Funda Kartal Bazý þehirlerin de, insanlar gibi ruhu vardýr. Þehre girince yollarýndan, evlerinden, sokaktaki insanýndan, ekmeðinden, içilebiliyorsa suyundan, seyre deðerse manzarasýndan, bir koku alabiliyorsan ve oradan ayrýldýðýnda damaðýnda bir tat býrakabiliyorsa ve o koku, o tat yýllar sonrasýnda inceden inceye seni çaðýrýyorsa, þehrin ruhu vardýr. Þairlere göre Ýstanbul, güzel ve gösteriþli bir kadýna benzer. Böylesi bir kadýnýn ruhunu bulursun þehirde. Ýnsaný kendine ölesiye âþýk eder, terk edince de yakar, kurutur. Kollarýnda yaþarken gururlanýrsýn. Þehrin kibri seni de sarar; Ýstanbullusun, Ýstanbul'dasýn diye "bir þey" zannedersin kendini ama ne olduðunu çýkaramazsýn. Zorunlu bir sebeple Ýstanbul'dan ayrýldýk. Aðlaya aðlaya þehirden uzaklaþýrken, sanki yaþamýn bütün renkleri yitip gidiyordu. Sanki Ýstanbul'dan baþka bir yerde hayat yoktu, yaþanamazdý. Bütün dünyaya kýrgýndým. Ve bir akþamüstü Tanpýnar'ýn ve Evliya Çelebi'nin eþliðinde Ilýca'dan Erzurum'a girdik. Birkaç günün sonunda, aðzýmýzda "Erzurum çarþý pazar / Ýçinde bir kýz gezer" türküsü düþtük yollara. Þehir turu kýsa sürecekti, biliyordum ama Çifte Minareli Medrese'nin önünde kalakalýnca zaman durdu. Somut mekân hiçbir þey ifade etmiyordu. Haritada neredeydim, tarih bana ne söylüyordu, gerçek buydu. Anadoludaydým, Anadolu'nun kapýsýnda. Yakutiye'nin maðrur mavisine dalmýþ, þehre kabul edilmeyi bekliyordum. Acep kapýlarýný bana da açar mýydý? Sarýkamýþ Þehitliði'ne giderken, yolda Beþ Þehir'den þu satýrlarý okuyordum: "Hiçbir yerde memleketin Birinci Dünya Harbinde geçirdiði tecrübenin acýlýðý burada olduðu kadar vuzuhla görülemezdi. Bu, eski ressamlarýn tasvir etmekten hoþlandýðý þekilde, ölümün zaferi idi. Dört yýl, bu daðlarda kurtlara insan etinden ziyafet çekilmiþ, ölüm her yana dolu dizgin saldýrmýþ, seçme-
29
derkenar
den avlamýþtý. Uðursuz týrpan durmadan, bir saat rakkasý gibi iþlemiþ, rast geldiði her þeyi biçmiþti. Bununla beraber, nüfusu altmýþ binden sekiz bine inen Erzurum, Millî Mücadele'ye önayak olmuþtu."(1) Þehitlikte Allahuekber daðlarýna bakýp, burada ölmekten baþka çare olamayacaðýný, soðuðu ve çaresizliði iliklerimizde hissederek anlamýþtýk. Ayrýlýrken, dudaklarýmýzda bir kýrýk dua, içimizde öðrencilere öðretecek ne çok mesele olduðunun sancýsý vardý. Þehitlerimize borcumuzu ancak, onlarý anlatarak ödeyebilirdik. Oysa hep unutuyorduk. Erzurum'du bunu bana hatýrlatan, yaþatarak öðreten. Ve sonbahar geldi. Uzun, rüzgarlý ama güzeldi. Sonbaharý Ramazan bayramýyla uðurladýk. Daha önceleri bayram, bizim için tatil demekti. Kapýlarý kapatýp þehrin gürültüsünden kurtulmak ya da birkaç gün için de olsa Ýstanbul'un hengamesinden kaçmak, uzaklaþmaktý. Zaten herkes öylesine insana doymuþ ve yorgundur ki, böyle zamanlarda kimse kimseyi görmek istemez. Biz alýþkanlýðýmýzýn verdiði rehavetle uyurken, arife günü saat sekizde kapýmýz çalýndý. Açtýk ki, karþýmýzda bir alay çocuk, ellerinde torbalar, bize bakýyor. Birisi, anlamsýz yüz ifademizden sýkýlmýþ olacak, "teyze fýstýk vermeyecek misin?" dedi. Bir haftadýr her yerde önümüze çýkan fýstýklarýn sýrrý da böylece çözülmüþ oldu. Mahcup mahcup, "fýstýk yok lokum olmaz mý?" dedik, "olur olur, bayramýnýz kutlu olsun" dediler, yaþlarýnýn çok üstünde bir edayla ve yoðun trafik baþladý. On beþ, yirmi dakikada bir kapý çalýnýyor, kýzým sevinçle kapýyý açmaya koþuyor, çocuklarýn bayramýný kutluyor ve "arafalýðýný" ikram ediyordu gururla. Belki o gün büyüyordu kýzým, kapýda, çocuklarla ve bayramla. Önce lokumlar tükendi, ardýndan þekerler, ardýndan ikindiye doðru, çarþýya çýkamadýðýmýz için kuru incirler… Çocuklarýn torbasýnda, en farklý tattýk ama "yaban" deðildik. Þaþkýn ve garipseyerek de olsa incirlerimizi aldýlar ama sanýrým bizi sevdiler. Bayram, ilk kez, evimize "bayram gibi" geldi; Komþularýmýzla, arkadaþlarýmýzla, çocuklarla, fýstýklarla… Okumuzun müdürü caným öðretmenimle bayramlaþýrken, bana babaannesinin bir sözünü söyledi; "daima bu günlere gelesin." O güneþli bayram sabahý istedim ki, daima bu güne geleyim… 30
Bayramdan sonra güneþ gitti. Sanki unuttu bizi. Buz hiç kalkmayacak, ufuk bir daha hiç görünmeyecek, soðuk hiç dinmeyecek gibiydi. Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde Erzurum'dan, "Halk aðzýnda þöyle bir fýkra vardýr: Bir derviþe "Nereden gelirsin?" demiþler. "Kar rahmetinden gelirem." demiþ. "O ne diyardýr?" demiþler. "Soðuktan ere zalûm olan Erzurum'dur." demiþ. "Orada yaz olduðuna rast geldin mi?" demiþler. "Vallahi on bir ay, yirmi dokuz gün sakin oldum. Halk, hep yaz gelecek dediler. Ben görmedim." demiþ." diye bahseder.(2) Ben de soðuktan çok yoruldum. Rahatça sokaklarda yürüyebilmeyi özledim. Ama çaylarýn niye böyle lezzetli, sohbetlerin niye böyle uzun, nüktelerin niye böyle ince bir zekâyla örülü ve insanlarýn niye böyle sýcak olduklarýný anladým. Kýþýn saat üçte hava kararýyordu. Soðuk eksi otuzlarda dolaþýyordu. Tabiattý her yere hükmeden ve insana yalnýzca insan kalýyordu. Belki de, bu nedenle Cumhuriyet Caddesinde, ilk kez yapýlan bir sohbet sonrasý ebru sanatkârý Necati Hocam beni, "baþýmla beraber" diyerek yolcu ediyor; dolmuþta yer verdiðim yaþlý teyze, beni hiç tanýmadýðý halde "atana rahmet " diyor, öðrencilerim sarýlýrken daha bir sýký sarýlýyor ve neredeyse her aðýzdan insana en çok yakýþan söz, þiirler dökülüyor. Ýþte böyle… Bu þehrin de bir ruhu var. Baþý dik, maðrur Erzurum… Anladým ki, senin kucaðýndan da aðlaya aðlaya ayrýlacaðým. Kim bilir, nereye? (1)Tanpýnar, Ahmet Hamdi, Beþ Þehir, Dergâh Yayýnlarý, s.174 (2)Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C.II, 1314 (1898)
derkenar
“Edebiyata da düþelim yasaklarýn notlarýný”
Kapalý öyküler Furkan Çalýþkan da duyarsýz-lýklarýný. Yine bu Bir yazarýn yaþadýðý toplumyasaða dýþarýdan bakan, kendisi la irtibatý, o toplumda meydana gibi öðrenci arkadaþlarýnýn gelen olaylarýn, eserleri üzesadece inançlarýndan ötürü, rindeki izdüþümü derecesinde ona tanýnan imkanlardan güçlüdür. 80'lerin ortasýndan mahrum býrakýlmalarýný gören, bugüne kadar bir toplumu baþý açýk kýzlarý okumak isterbütün katmanlarý ile en çok dim. Aslýnda dikkatlerden sarsan ve yaralayan olay ise kaçan ciddi bir iþ kotarýlmýþtýr baþörtüsü yasaðýdýr. Bütün katKapalý Öyküler’de. Çünkü bir manlarý ile diyorum çünkü ilktir, önemli yazarlar bir araya sadece üniversitelere alýnmagetirilmiþtir. Farklý tarzlarý yýp, geleceðiyle oynanan kýzlar olan, hayata bakýþlarý farklý olan deðil, onlarýn aileleri, dostlarý, (yakýn dünya görüþleri olsa da) vaktini yasakçýlara karþý mücayazar-larýn benzer hassasiyetdele vererek harcayan bir çok leri, öncelikleri ve hisleri bu aydýn derinden etkilenmiþtir. kitapla ortaya çýkýyor. Bu Birun Yayýnlarý'ndan çýkan yönüyle de Kapalý Öyküler Kapalý Öyküler iþte bu etkinin deneysel bir boyut kazanýyor. edebiyata düþülmüþ kaydýdýr. Toplum bilimcilerin de en az On öykü yazarýnýn bir araya geKapalý Öyküler edebiyatçýlar kadar dikkatle lerek oluþturduklarý kitap, Editör: Ýbrahim Tenekeci incelemesi gereken bir kitap. geçen yýlýn Kasým ayýnda çýktý Birun Yayýnlarý Bütün öykülerde ortaya bir ve ne yazýk ki gereken ilgiyi Hikâye durum konuluyor, baþörtüsü görmedi. Bu ilgisizliðin sebepyasaðýnýn bireysel yýkýcýlýðý lerini irdelemenin gereði yok; okuyucuya resmediliyor. Öne çýkan ürünler, Kâmil üzerinde düþünmemiz gereken nokta, öykülerin Yeþil'in "Lebdeðer", Selçuk Orhan'ýn "Dünyanýn toplumsal edebiyata dönük yüzü ve deneysel edeDoðduðu Yer" ve Cihan Aktaþ'ýn "O Geçidin biyatýn sonuçlarý olmalýdýr. Genel olarak kitaptaki Ýzleri" baþlýklý öyküleri. Kitapta Çiðdem Can ve öykülere baktýðýmýzda, baþörtüsü mücadelesinin Suavi Kemal Yazgýç gibi genç isimlere de yer verilbireylere yansýmasýný görüyoruz. Trajik bir doku miþ. Suavi Kemal Yazgýç'ýn öyküsü bakýþ açýsý hakim ürünlere. Ýkilemde kalmýþ kahramanlar olarak diðerlerinden ayrýlýyor; baþörtüsü yasaðýnýn yaþatýlýyor, ancak bu ikilem baþörtüsü mücadesadece üniversitelerde deðil, bütün kamu alanlesinden taviz vermek deðil, yaþayýp yaþamamaklarýnda ve kamu alanýna giren bütün beyinlerde, la alakalý bir ikilem. Sarsýcý bir psikolojik travma erkeðin bakýþýyla nasýl bir ikilem, nasýl bir bocalahali kitap boyunca bütün öykülerde sürüp gidiyor. ma yarattýðýný bir ailenin çözülmesi ile aktarýyor. Anlatýcý yahut da esas kahraman, bu yasaðý birebir Gökhan Özcan'ýn öyküsü "Elif" ise daha duygusal, yaþayan kýzlar; ki ben burada, kadrajýný farklý þiirsel bir metin. "Dünyanýn Doðduðu Yer" Selçuk açýlara doðru çeviren öyküler de görmeyi bekliyorOrhan'ýn artýk oturmuþ üslubuyla, kendine özgü dum. Mesela yasaðý uygulayanlarýn gece yastýkbilinçaltýna gidiþ geliþleri ile sanki bu dünyaya larýna baþlarýný koyduklarýnda nasýl bir vicdani çok yabancý bir kahramanýn aðzýndan anlatýlýyor. rahatsýzlýk geçirdiklerini okumak isterdim yahut
31
derkenar
Daha çok bir izleyici, bütün acýlarýndan sonra iyiye ve kötüye kayýtsýz kalmýþ, her þeyin, hayatýn ve dünyanýn baþlangýcýna dönmek isteyen bir kahraman. "Bal Köpüðü" hikayesi ile kitapta yer alan Çiðdem Can ise süratli bir seyir tutturup, olay örgülerinde acele bir iþ çýkartmýþ. Kitabýn en zayýf öyküsü ise Hülya Aktaþ'ýn "Zil Çaldýðýnda", hemen kendini teslim ediyor; "bir dokunun, bakýn ne var bende" der bir havasý var. Kitap okunduktan sonra gözümün önünde canlanan imaj yalnýz yapayalnýz insanlar. Onurlu ve gururlu, hatta çoðu zaman hiçbir yardýmý bile istemeyecek kadar bireysel acýsýný yaþayan insanlar. Beni benden baþka kim anlar diyor hemen hemen her öykü. Baþörtüsü sorunu aslýnda bir hayattan tecrit etme sorunu, bireysel haklarý kýsýtlama sorunu. Bu yüzden öykülerde de bireysel bir anlatým var
32
doðal olarak. Yýldýz Ramazanoðlu da öyküsünde bu tespiti iyi yapmýþ "Hâlâ Ýngilizce öðretmeniydi. Malum olan neyse devam etti. Mesleðini terk ediyor. Nedenini hatýrlamýyor. Bir iþletmede, binanýn en görünmeyen odasýnda sekreterliðe baþlýyor. Görün-mesin diye kapýyý sýkýca kapatýyor patronu. Özürlü birini saklar gibi." Zaman baþörtüsü sorununun ne kadar sarsýcý ve kelimenin tam anlamýyla korkunç olduðunu gösterecek ve Kapalý Öyküler de bunun kaydýný tarihe düþecektir. Kitabýn editörlüðünü Ýbrahim Tenekeci yapmýþ, kolay olmayan bir konu çerçevesinde ortaya iyi bir birleþim çýkmýþ. Kapalý Öyküler, okura kendini açarak, ondan beklediði ilgiyi de görüyor. Edebiyat, halktan kopmadýðýný bir kez daha ispat etmiþ, kendine yakýþaný yapmýþtýr.
derkenar
Ekrem Yazýcý Temmuz temmuz sancýlý bir merhabadýr uzanýr uyuyamam ter kokar, kýnýnda paslý bir hançer gibi savunmasýz kötürüm geceden fayda yok, misal bir yaðmur yaðsa bir. omuzlanýp bütün kardeþlerin heybetlerini: karanlýk! iki göðercin uçup tastamam bir çýðlýk atmasý, aksilik ayaðým kýrlara kaysa düþüp güzelleþsem bir sohbet sonrasý sen çýkýp gelsen gün bitmese gül bitse yansam ýþýsam iki. yeter ki uzamasýn saçlarým, ben susmaya razýyým masada hayatsýz bir papatya, gümüþ renkli vazoda hýrçýn ve de hüzünlü, þaþkýn ve de unutulmuþ kaçýp kendi kederli cesedini seyre dalmýþ kaç insan temmuz: ne? üç.
Fatih Karataþ Ne zaman ne zaman yüzleri örtülse gelinciklerin ufukta kaybolur efkârlý bir muamma filizlenir toprakta kurþun çekirdeði köþe baþlarýnda uyur tilkiler tutuþur ortasý dehlizlerin ne zaman üþüse kör karanlýk çöle sürgün düþer kum tanesi avuçlarýnda vaha taþýr bir çocuk kökleri sökülmüþ gövdeler gibi suyun topraða vedasý gibidir ayrýlýk ne zaman dudakta kurusa nehirler ýlýk bir çið tanesi düþer alnýndan çimenlerin beyaz bir uyku girer ansýzýn suya ardýna bakarken penceresinden evlerin sonsuza yolcudur ummanda gemiler
33
derkenar
Ömer Aksay Üstüme aldýðým birine ait kimlikle -III-
Bilâl Cerîr’in içinde yaþadýðý burgaçlar Beni içine çeken burgaçlarýmdý bunlar- eðretilememiþ yankýlanmalar halinde Resimlerden kalan geriye, reçine ve terebentin kokusu gibi: I kuyuyu geçmeliyim ge ce de tilkiler alýyla sarýklar kanar ah amasya kapýlarýna dor atlar karýþacak /diye korktum, beni ürküten birþey vardý, belki nietzsche'nin kýzdýðý bir þey uçurum erzurum kangreni ve kongo deðil mi birden yeryüzünde buðdaylar çok net yakalandýn da hepimizin oyunu kahverengi ve gri o zehir ýsýtýr okyanuslar aðzýnda / öpüþürken birden dilimde bir acýlýk hissettim, cemal kutay'ýn tarih sohbetlerini anýmsattý bana, bir aðzýndan açýlýr giderdim sonsuzluða deðil mi ki yakýnlýk kuruyordum kendimle tarih arasýnda ayýn þavký mý sanki büyük bir hanýmeli kuyuyu kapattý / anlatmasý çok zor ben hep o kuyuda aðlardým babam orman iþletme müdürüyken mersin'de mehtap çok güzeldi kuyu çok derin hüznümse hepsinden beter kuyu babamdý annemse hanýmeli sigarasý içer tarih sohbetleri edilirdi rezerve bir içsellikle II yüzümü unuttu sadýk aðýr demir plak eski hartlap eski acý evlerin yüzünde
34
derkenar
kuru patlýcan biber hartlap ve harabe ruhu / müthiþ bir iltihaplanma- kendimi toparlýyamýyorum maraþ'a her gittiðimde küçük çakýlar alýyorum kendime sarý renkte, þimdi boynuzdan yapýyorlarmýþ evlerin yüzündeki hep acýydý gördüm ve aðýr bir fenomenalizm geçirdim o yaz eve kapandým tenekeci, tenekeci ipince bir týð elazýð sokak þu þerbetçi muharrem sokaðýný týrmanmadan köþebaþýndakinin bitiþiði içi iþleyen iþçi (bir çok akrabam olduðunu biliyordum fakat tanýmý bulamýyordum maraþ'ta herþeyi kaplayan bir istekle bitimsiz kendi içimde bir taþra epiðinin provasýndaydým) III ur mu bu dað mý aman bu ne kahýr aman aaa kapkara ahýr ahýr kahraaamaaan kahýr mazgallardasýn sevdiðim / kalede tanýþtýðým için tarihten bir sayfa gibiydi yüzün güya kan kokusu alýrdým dudaklarýndan buharlaþmýþ bir plazma tadýyla göðsüm dolar boþalýrdý evlere de geçti insandan yansýyan onur (bir çok akrabam olduðunu biliyordum fakat kendimi bulamýyordum maraþ'ta heryeri kaplayan bir biçimsiz þehvetle kendi içimdeki tanýmda kendi taþramda ruhsal epiðimin provasýndaydým)
Önemli bir açýklama: Ömer Aksay, 1979'da yazdýklarýný “Edebiyat”a gönderdi. 1982'de, yayýnlanmadan hemen önce bir mektup aldý: “Sayýn Bilâl Cerîr,” deniyordu mektupta, “yeni kimliðiniz hayýrlý olsun!” 21 yaþýndaki bir genç için, üç yýl sonra gelen bu mektubun anlamý bambaþkaydý. 1984'te kapanana dek sadece “Edebiyat”la birlikte oldu. Dergi kapandýktan sonra, gerçek kimliðine (Ömer Aksay olarak) yeniden kavuþunca bir þok yaþadý. Bilâl Cerîr'den baþka kimse yoktu çevresinde! Ömer Aksay, 23 yýl sonra kendi müstearýný (kendi gizemini) “üstüne alýndýðý birine ait kimlik” olarak bize açýyor. Bir önceki sayýda birinci bölümünü yayýnladýðýmýz þiirin ikinci bölümü Merdivenþiir dergisinin 5.sayýsýnda yayýnlandý. Önümüzdeki sayýlarda diðer bölümleri de yayýnlayacaðýz.
35
derkenar
Ýkinci yeni içinde bir yalnýz þair; Sezai Karakoç Yakup Altýyaprak Sezai Karakoç Ýkinci Yenide topu topu bir hafta kaldý. Ama Ýkinci Yeninin oluþum ve çýkýþ günlerinde o da vardý. Ece Ayhan Resmi ideoloji tarafýndan dýþlanan yazýnsal iktidarý dýþlayan bir þair: Sezai Karakoç Ahmet Oktay Sanat tutumum, genel dünya görüþümün bir bölümünden baþka bir þey deðildir. Onu bir sesin, yeni bir sesin sýrtýna yüklemekten ibarettir. Benim þiirim, aþk, hürriyet, yaþayýþ ve ölüm gibi varolmanýn dinamitlendiði noktalardaki trajik espriyi, irrasyonale ve absürde bulanmýþ MUTLAK'ý zaptetmektir. Gittikçe þiirde bunu yapmak istiyor þiirim. Bunun için, baþlangýçta sanat planýmda görünüþte çok yakýn bir noktadan çýktýðým arkadaþlardan þiirim uzaklaþýyor. Ses ve biçim, motifler ve imajlarda, baþlangýçta çok yakýn olduðumuz þair arkadaþlardan gittikçe, o biçimi dolduran ve o sesi fýrlatan varoluþu idrak farký yüzünden ayrýlýyorum. Kiþilik farkýndan. Ya da baþtan beri olan bu farklýlýk gittikçe daha çok beliriyor. Sezai Karakoç *** Sezai Karakoç þiiri ilk bakýþta kendisinden önceki þiir kültürünü kendi gövdesinde toplayan ve onu Batý þiirinin olanaklarýyla harmanlayýp zenginleþtirerek süzgecinden geçiren böylece kendisinden sonraki kuþaklara geniþ dallarýyla sonsuz olanaklar açan bir þiir olarak karþýmýza çýkmaktadýr. Böyle bir þiirin ortaya çýkmasýnda Sezai Karakoç'un þairlik yeteneðinin yaný sýra hem Doðu hem de Batý kültür ve edebiyatýný çok iyi bilmesinin etkisi büyüktür. Bundan dolayý oldukça geniþ bir alana uzanan bu þiiri çerçeveleme çabasý neredeyse imkansýz hale gelmektedir. Þiirin bu çok yönlü özelliði göz
36
önünde bulundurulursa onu Ýkinci Yeniyle sýnýrlandýrmak þaire yapýlacak en büyük haksýzlýk olacaktýr. Yine de Ýkinci Yeni þiiri konu edinen çalýþmalarýn büyük çoðunluðunda Sezai Karakoç'a bir yerde zoraki de olsa deðinilir. Bu yüzeysel deðiniþin ardýnda mevcut "yazýnsal iktidar"ýn þaire uygulamýþ olduðu ambargo kadar bizzat þairin kendisinin böyle bir varoluþ mücadelesi vermemesi hatta -zamanla- kendisini Ýkinci Yeninin dýþýnda tutmak istemesinin de etkisi büyüktür. Akýmýn þairlerinin kendisinden her zaman saygýyla söz etmesine raðmen þaire uygulanan 'görmezden gelme' tavrýnýn siyasi bir arka planý olduðu açýktýr. Burada "yazýnsal iktidar"ýn varolan edebi eðilimine bir eleþtiri yapma çabasýna giriþilmeden Karakoç þiirinin Ýkinci Yeni uzantýsý þu yada bu þekilde ortaya konabilirse akýmýn önemli bir sac ayaðý da ortaya çýkacaktýr. Çünkü Sezai Karakoç'un -her ne kadar daha sonralarý kendini dýþarýda tutmak istemiþse de- akýmýn yeni baþladýðý yýllarda, yazmýþ olduðu yazýlarla bir yerde akýmýn temellerini ortaya koyma çabasý içinde olduðu görülür. Karakoç'un bu tespitleri belki de kendi dönemi içindeki en temel deðerlendirmelerdir: Karakoç'a göre yeni þiir, insanla baþlayan insanla biten bir þiirdir. Ýlhan Berk, Turgut Uyar, Cemal Süreya gibi þairleriyle insanýn deðiþmez yanlarýný, duyarlýlýðýný ortaya koyan bir "yeni gerçekçilik" (neo-realist) þiiridir. Artýk þiir, Orhan Veli akýmýnýn þairaneliði alay konusu edinen basit realizminin ötesinde gerçek yaþamýn özünü görmeye, yakalamaya çalýþmaktadýr. Tüm bunlar Sezai Karakoç'un Ýkinci Yeniyle baðlantýsýnýn sadece rastlantýsal ve dönemsel bir baðlantýnýn çok ötesinde olduðunu göstermektedir. Çünkü Sezai Karakoç da þiirine diðer Ýkinci Yeni þairleri gibi insanla baþlamýþtýr. Yaþamsal duyarlýlýðýn dinamitlendiði nokta: Anne ve çocuk
derkenar
Ýkinci Yeni þairler modern dünyanýn üretmiþ olduðu yaþam düzeni içerisinde insaný tamamen edilgen bir yapýda ele alarak "bohem" ve "nihilist" -bu arada yaþamýn hedonist yönünü yadsýmayanbir insan tipi ortaya koymuþlardýr. Modern yaþamýn bizi her taraftan kuþatan saldýrýsýna karþý bir direnme gücünün geliþtirilememesi sebebiyle modern insanýn içine düþtüðü patoloji insanî duyarlýlýðýn simgesi haline getirilerek yüceltiliyordu. Sezai Karakoç þiirindeki insan, modern yaþamý içselleþtirmediði gibi, iki kültür arasýndaki çeliþkilerde de boðulmamýþtýr. Daha baþlangýçtan itibaren kendisini her yönden kuþatan bu yaþam tarzýna karþý bir karþý koyma, bir direnme içindedir Karakoç þiiri. Sezai Karakoç bunu yaparken de materyalist anlayýþýn tüm versiyonlarýyla popüler olduðu bir dönemde oldukça 'primitif' kabul edilen -en geniþ anlamýyla din ve onun oluþturmuþ olduðu geleneksellik- bir orijinden yola çýkmýþtýr. Bu yaklaþým ve duyarlýlýk daha yola koyulduðu ilk günlerde Sezai Karakoç'u çaðdaþlarýndan ayýracak þiirine geniþ bir ufuk açarken þairini de kendi kuþaðý içinde yalnýz býrakacaktýr. Sezai Karakoç þiirindeki insan, yaþamsal duyarlýlýðýn en can alýcý iki yönüyle ortaya çýkar: Anne ve çocuk Bir kadýný al onu yont yont anne olsun Her kadýn acýma anýtý bir anne olsun Çocuklara açýlan mavi kýrmýzý pencere anne Sen bu þehrin sokaklarýndan geç sonsuz pencerelerle Bir insaný al onu çöz çöz çocuk olsun (Köpük)
"Çocukluk" ve "annelik"te masumiyet ve hissiyat en üst düzeyde yaþanýr. Ayný zamanda anne ve çocuk varoluþlarýný birbirinden alýrlar. Bunun yan sýra Karakoç'ta "anne ve çocuk" o dönemde -Bu arada Ýkinci Yenide de- oldukça sýk görülen Freudcu yaklaþýmýn ve psikanalitik çözümlemenin tamamen dýþýnda ve yüceltilerek iþlenir: Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocuklarýn Anneler anneler elleri balkonlarýn demirinde (Balkon) Kaçar herkesten
Durmaz bir yerde Anne ölünce çocuk Çocuk ölünce anne (Anneler ve çocuklar)
Sezai Karakoç þiirinde dýþarýdan gelerek hayatýmýza müdahale eden yaþam tarzý bazen "siz" bazen de "onlar" olarak nitelenir. Çocuk, kendi küçük dünyasýnda huzur içindeyken yaþamýna müdahale eden bu kültüre karþý sadece pasif bir direniþ içindedir. Ona karþý kendi dinamiklerini ortaya koyacak bir güce sahip olmadýðýndan çaresiz, fakat samimi bir insanýn ilk tepkilerini ortaya koyar: Biz inkar eder inkarý severiz Bayram hediyenizi iade ederiz Biz mahcup ve onurlu çocuklarýz Baþýmýzý kaldýrýp bir bakmayýz (Þahdamar)
"Ötesini Söylemeyeceðim" þiirinde bu yaþam tarzý "Bay Yabancý" vasýtasýyla somutlaþtýrýlýr. Siyasi bir söyleme deðinilmeden bizim dünyamýz için yabancý olan, fakat ilk bakýþta, aslýnda masum gibi gözüken hayatýn deðiþtirici, dönüþtürücü ve
37
derkenar
asimile edici yönü ortaya konur: Hani sizin þu yüzü kurabiye bir bayanýnýz var ya Annem o kadýna þeytan diyor Bizim kediler de ona tuhaf tuhaf bakýyor Siz þeytaný çok seviyorsunuz galiba Bay Yabancý …. Sizin ýslak saçlarýnýzý hiç sevmiyorum …. Sizin def olup gitmenizi istiyorum iþte o kadar (Ötesini Söylemeyeceðim)
Peygamberin günümüzdeki küçük sahabileri biz çocuklardýk (Çocukluðumuz)
Sezai Karakoç þiirinde modern yaþama karþý dini ve geleneksel deðerlere baðlý olarak geliþtirilen bu duruþ ve söylem, diðer Ýkinci Yeni þairleri için bir anlam ifade etmez. Ayný zamanda Sezai Karakoç bu söylemi geliþtirirken savunma psikolojisi içinde uzlaþmacý bir tavýr sergilemediði gibi, diðer Ýslamcý þairlerdeki gibi tarihsel kahramanlýk öykülerine de sýðýnmaz. Ýmgelere yüklenmiþ Ýkinci Yeniye özgü kapalý anlatýmdaki söylem, sýradan bir okuyucunun bile dikkatini çekecek derecede imalarla dolu, yer yer suçlayýcý ve etkileyicidir:
"Kutsal At" þiirinde Cezayir'deki özgürlük mücadelesi Cezayir'in atlarý dolayýsýyla övülür. "Kan Ýçinde Güneþ" þiirinde Polonya'daki vahþet dile getirilerek 'dünyaya kan ismini veriniz' dizesiyle modern yaþamýn güç aldýðý temel karakter, yetiþkin bir insanýn perspektifinden tanýmlanýr. "Sepet" þiirinde þairin duyarlýlýðý daha ince bir þekilde dile getirilirken içten içe bir umut da barýndýrýlýr: Her eþya gitse / Kalacak tek eþya / Ýnsana en aykýrý / Cezayir'de ekmek sepetleri / Filistin'de ekmek sepetleri. Henüz bu siyasal söylemin baþlamadýðý bir dönemde hayatý istila eden batýlý yaþamýn sadece görüntüsel þekline karþý bir çocuðun var gücüyle duruþu vardý. Bu yaþamýn getirdiði kötülükler çocuðun perspektifinden belki tam olarak tanýmlanamýyordu fakat bir öngörü olarak reddediliyordu. Çocuk bu yaþama karþý koyarken gücünü inancýndan alýyordu. Sistematik bir inanç temellendirilmesine gidilmese de "Hýzýrla Kýrk Saat"e kadar olan þiirlerde bu duyarlýlýk her zaman iþlenecekti:
Dostlarýnýn kadýnlarý üzerindeki gölgesi onlara anlat …. Onlara anlat ki insan kelimelerden ve þiirden yaratýlmadý .… Tüyler içinde gelen yeni dünya Bir sandalye kadar hür olduðu gün Sen Cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduðunu onlara anlat (Kapalýçarþý)
Annemin bana öðrettiði ilk kelime Allah, þahdamarýmdan yakýn bana benim içimde (Çocukluðumuz)
Ben her taþý beþ yüz yýl önce konmuþ Bir camiye tutunarak buluyordum kendimi Bir yaðmadan böyle kurtarýyordum kendimi (Fýrtýna)
Anne tarafýndan verilen ilk terbiye, çocukluðunu geçirmiþ olduðu kasabanýn mistik havasý, uzun gecelerde okunan cenk hikayeleri ve hazreti Ali'nin kahramanlýklarý ýþýðýnda oluþturulan yaþam gücü ve tüm bunlarýn oluþturmuþ olduðu dini atmosferin þekillendirdiði çocukluk: Babam lambanýn ýþýðýnda okurdu Kaleler kuþatýrdýk, bir mümin ölse aðlardýk Fetihlerde bayram yapardýk Ýslam bir sevinçti kaplardý içimizi
38
Sezai Karakoç þiiri inanç ekseninde dönen bir þiirdir. Ve hep o eksen etrafýnda döner durur. "Fýrtýna" þiirinde de hayatý istila eden yaþam tarzý bu defa 'fýrtýna' ile sembolize edilirken bu saldýrýya karþý yine inançla karþýlýk verilir:
Evi sokaðý çarþýyý onaran yasin …. Eve ve ellere can veren sure (Köpük)
Karakoç þiirindeki bu duyarlýlýk yaþamýn tüm alanýna teþmil edilir. Ýkinci Yeni þairlerin þiirlerinde cinsel iþleviyle karþýmýza çýkan kadýn, Karakoç'ta anne misyonuyla ön plana çýkarýlmýþtýr. Karakoç'ta kadýn, aþk ve sevgi unsuru olarak ortaya konulurken, klasik þiirimizdeki 'Leyla' ima-
derkenar
jýyla tanýmlanýr. Çünkü 'Leyla' aþk ve sevginin en saf ve temiz þeklini ifade eder. Yaþamýmýzda kaybolan geleneksel duyarlýlýk ile beraber onun da kayboluþuna duyulan üzüntü dile getirilir: Leyla diyorsam þu bizim gerçek Leyla O gitti bize aðlamak kaldý kala kala (Köþe 4)
Sezai Karakoç'un hayata bakýþýndaki bu farklýlýk, þüphesiz inanç farklýlýðýydý. Ýkinci Yeni þairler hayata materyalist bir açýdan bakmýþlar, yaþamý bu dünya ile sýnýrlý görmüþlerdir. Bu durum onlarý yaþama karþý sonsuz bir mücadele gücünden de yoksun býrakmýþtýr. Bundan dolayý Edip Cansever'in, Turgut Uyar'ýn, Cemal Süreya'nýn þiirlerinde karþýmýza çýkan siyasal söylem kendi içinde bir tutarlýlýk ve kararlýlýk gösterememiþtir. Sezai Karakoç ise hayata dini bir pencereden baktýðý için mücadele alanýný sadece bu dünya ile sýnýrlamamýþtýr. O bakýmdan Karakoç þiirinde ölüm, yaþama göre idealleþtirilmiþtir. Çünkü ölümden sonra güzel bir hayat vardýr. Dönemin popüler söylemi olan intihar, bir ölüm tarzý olarak kutsanmaz, bilakis küçümsenir Sezai Karakoç'un þiirinde: Ýntihar dedikleri patronu da sýnadýk / Aðzýný aradýk iþ yok onda / Kullanýþsýz ve antik bir þapka / Meksikalýlarýn þapkasýna benzer. (Köpük). Karakoç'ta ölüm yaþamýn sonu deðil bir evresidir. Çünkü ölümün ötesinde varolmanýn gerçek sýrrý vardýr: Yeniden varolmanýn sýrrý Dirilmek ve diriltmek ödevi Ölümün çürütemediði güzellik Ben o güzelliði söylüyorum Ben o güzelliði söylüyorum Ölümün ötesindeki güzellik (Alýnyazýsý Saati)
Sezai Karakoç bu duruþunu þiirsel söyleminin gücüyle birleþtirdiðinde þiirin etkileyiciliði en üst düzeye çýkar. Beraber çýkýþ yaptýðý ayný kuþak þairlerden siyasal ve ideolojik dünya görüþünün alttan alta içeriðini oluþturduðu þiirleriyle ayrýlýrken, ayný siyasal ve ideolojik kaynaktan beslenen diðer Ýslamcý þairlerden de ortaya koymuþ olduðu söylem tarzýyla ayrýlmýþtýr. Belki de bundan dolayý daha ilk þiirlerinden itibaren özgün
bir þair hüviyetiyle karþýmýza çýkmaktadýr. Kanaatimizce Sezai Karakoç þiiri söz konusu olduðu zaman, ilk etki baðlantýsý kurulan Paul Claudel, T.S.Eliot, Ezra Pound gibi þairlerle Karakoç'un bir duyarlýlýktan ziyade, dönemsel bir yakýnlýðý vardýr. Bir imge saðnaðý halinde ilerleyen þiir zaman zaman sýradan halk söyleyiþlerinin ilginç kullanýmlarýyla bir anda dikkati çeker: Bütün saatler / Týrak deyip durdu (Kan Ýçinde Güneþ) Karakoç þiirinin ilk evresinde varolan yaþama karþý mücadelede sistematik bir duruþa sahip olmadýðýný söylemiþtik. Bize ait olmayan bu kültüre karþý tabiri caizse körü körüne bir reddiye ve meydan okuma vardýr. Bununla birlikte þiir karamsar bir hava içinde geliþir. Bu karamsar hava þairin kiþisel mizacýndan kaynaklandýðý gibi, ayný zamanda o kiþiselliði oluþturan deðerlerin -müslümanlarýn ve islamýn- düþtüðü durumdan da kaynaklanýr. Yine de bu hava, daha ilk þiirlerden itibaren ortaya çýkar: Bir mumun ardýnda bekleyen rüzgar Iþýksýz ruhumu sallar da durur (Monnaroza / Aþk ve Çileler)
Þiirdeki bu karamsar hava Ýslam toplumunun kaderi çerçevesinde sürüp gider. Fakat Karakoç, þiire buradan itibaren farklý bir açýlým getirmek zorundadýr. Çünkü artýk bir yetiþkin olarak, varolan dünyaya karþý, kendi dinamiklerini ortaya koymak, bir uygarlýk mücadelesi vermek zorundadýr. Çocukluktaki güzel günler sadece bir aný, bir nostaljidir artýk: Þimdi hiçbirinden eser yok Gitti o geceler, o cenk kitaplarý Daðýldý kalelerin önündeki askerler Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi (Çocukluðumuz)
Ýflas etmiþ bir siyasal söylem mi Ýslamcýlýk?
Ondokuzuncu yüzyýl, Ýslam topraklarýnýn her açýdan istilaya uðradýðý bir asýrdý. Müslümanlar bir yandan kendi topraklarýný emperyalist güçlerden kurtarma mücadelesi verirken, diðer yandan da karþýlaþtýklarý yaþamýn kültürel baskýsý altýnda 39
derkenar
Zulüm bir hayat tarzýdýr artýk insana mahsus …. Ah taþ olsak, toprak olsak; denecek çað geldi …. Çiçek arkeolojik bir malzemedir artýk diyorsun …. Tabiat benimle birlik deðil artýk bir iliþtirme Benden bana bir iliþtirme (Ayinler/ Birinci Ayin)
kaybolmamak için zihinsel bir duruþ geliþtirme içine girdiler. Müslüman aydýnlar ya karþýlaþtýklarý yaþamý toptan reddetme ve ona karþý körü körüne bir inkara giriþmiþler, ya da bu yaþam tarzýný çaðýn bir zorunluluðu olduðunu düþünerek onu Ýslamileþtirme içerisine girerek, modernist bir tutum sergilemiþlerdir. Bu durum ciddi bir tavýr karmaþasý ortaya çýkarýyordu. Ýslam, tüm zamanlarý kuþatan bir yaþam tarzýný kendi bünyesinde barýndýrýyorsa, yaþanýlan bu geri kalmýþlýðýn sebebi neydi; niçin batýlý ülkeler her açýdan refah içinde yaþarken Ýslam topraklarýnda kan, gözyaþý ve yoksulluk vardý; Ýslam topraklarýný her açýdan istila eden bu yaþama karþý bir alternatif geliþtirilebilir miydi; Ýslamýn modern dünyaya karþý -modernitenin ona kazandýrmýþ olduðu içerikten tam olarak sýyrýlarak- bir sistem geliþtirmesi mümkün müydü; gerçekten Ýslamýn modern dünyaya bir cevabý var mýydý? Sezai Karakoç'ta daha önceleri bir çocuk duyarlýlýðý ile ortaya çýkan tavýr alýþ biçimi giderek daha sistematik bir görünüm kazanýr. Bu duruþun kaynaðý modern yaþamýn insan üzerindeki tahakkümü ve býraktýðý acýlardýr:
40
Sezai Karakoç bu yaþam tarzýna karþý bir uygarlýk oluþturularak karþý durulabileceði savýndadýr. Etrafýmýzý saran "gulyabaniler"den kurtuluþ ancak Kur'an ayetleriyle ve surelerle mümkündür. O zaman oluþturulacak uygarlýk, ancak dinden kaynaðýný aldýðý sürece gerçek bir uygarlýk olacaktýr: Bana ne Paris'ten / Newyork'dan Londra'dan / Moskova'dan Pekin'den / Senin yanýnda tüm bu türedi uygarlýklar umurumda mý / Sen bir uygarlýk oldun bir ömür boyu / Geceme gündüzüme (Zamana Adanmýþ Sözler II). Sezai Karakoç þiirinde, bu uygarlýk gül motifiyle sembolize edilir. Gül; tazeliði, yeniden dirilmeyi sembolize etmesi, cennet çiçeði olmasý ve yetiþtirilmesi zor olmasý sebebiyle þimdiye kadar klasik þiirimizde de geniþ yer tutmuþtu. O bakýmdan bu uygarlýðý sembolize etmek için gül motifinden daha iyi bir motif olamazdý. Tüm peygamberlerin ve Ýslam alimlerinin ortaya koymuþ olduðu yaþam medeniyetinin sembolüdür gül: (Ben, sen Ýsa ve Yahya / Bir gülü yetiþtirmek için / Yaratýlmýþýz / Þükür Tanrýya (Hýzýrla Kýrk Saat). Karakoç'a göre Ýslam medeniyeti modern yaþama karþý geliþtirilecek tek medeniyettir. Çünkü Ýslam, asr-ý saadet örneði ve ortaya koymuþ olduðu kültürel birikimle insanlýk medeniyetinin en üstün hali olduðunu göstermiþtir. "Diriliþ düþüncesi", Ýslamýn tüm yönleriyle olduðu kadar medeniyet açýsýndan da ortaya konulma çabasýnýn ürünüdür. "Yitik Cennet" peygamberin getirdiði yaþamla açýða çýkýp sonra tekrar erozyona uðrayan bu medeniyettir. Þair o medeniyetin getirmiþ olduðu kültürel duygu yoðunluðunu çocukluðunda kasabasýnda yaþamýþ onun atmosferinde yoðrulmuþtur. Þimdi yaþanýlan, kaybolan bu medeniyetin havasýnýn býraktýðý acý ve üzüntüdür:
derkenar
Çocukluðun güllerin kasabasýydý sanki Baharda anne ve gül çifte aynaydý sana Ve gençlik yýllarýnda son ýþýklar perisi Gibi gelen sevgili gül ve aynaydý sana Sonra güller ezildi aynalarsa devrildi Ne anne ne sevgili ne gül kaldý ne ayna Kala kala aðlamak armaðan sana þimdi …. Nerde kaldý o aziz o gün yüzlü saatler (Zamana Adanmýþ Sözler/ Esir Kentten Özülke'ye)
Bununla birlikte karamsar bir hava içinde geliþen Karakoç þiirinde ümitsizlik söz konusu deðildir. Diðer Ýkinci Yeni þairlerde görülen bohem, yer yer nihilist havanýn yanýndan bile geçmez Sezai Karakoç. Yapýlmasý gereken þey, kaybolan medeniyeti tekrar ortaya çýkarmak ve onu tüm yönleriyle yeniden tesis etmektir. "Hýzýrla Kýrk Saat"le birlikte bu medeniyet Karakoç þiirinde yeniden kurulmaya, sistematize edilmeye çalýþýlýr: Dünya müslümanýn sahipleneceði bir yer deðildir; peygamber; bu dünyada bir garip yolcu olmayý öðütlemiþtir. Hýzýr bu yolculuðun en büyük tanýðýdýr. Ve yolculuðun zorunlu duraðý da dünyadýr: "Ey batýdaki maðaralar / Keþke afyonunuz baðlasaydý da / Uyusaydým / Bu katý bu sert kente gelmeseydim (Hýzýrla Kýrk Saat I). Bir yandan zulüm, haksýzlýk ve acýyla karþýlaþýlan bir dünyada bulunmaktan duyulan acý varken diðer yandan evlerde asýlý duran, okunmayan, okunsa da anlaþýlmayan yaþamdan koparýlmýþ kutsal kitaplarýn konumundan rahatsýzlýk duyularak modern dünyanýn üretmiþ olduðu sorunlardan habersiz yaþanan zamana karþý yenik, gerçek dinin getirmiþ olduðu esprinin çok uzaðýnda, gelenekseli dini kisve altýnda yaþam tarzý haline getiren "yeþil sarýklý ulu hocalar"a sitem edilir: Kardeþim Ýbrahim bana mermer putlarý Nasýl devireceðimi öðretmiþti Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayým Ama siz kaðýttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini nasýl sileceðimi öðretmediniz (Hýzýrla Kýrk Saat 2)
"Hýzýrla Kýrk Saat"te sistematize edilmeye çalýþýlan bu medeniyet "Taha'nýn Kitabý"nda ve
"Leyla ile Mecnun"da 'Diriliþ Fikri' ile iþlenen ve Batý uygarlýklarý karþýsýnda yüceleþtirilen Doðu medeniyeti olarak karþýmýza çýkar. "Masal" þiiri de doðu-batý karþýtlýðý üzerine kurulur. Batý uygarlýðýnýn insanlýða býraktýðý mirasý ortaya koyarken týpký çaðdaþlarý gibi Sezai Karakoç da haklýdýr. Ancak Batý karþýsýnda mistik ve geleneksel unsurlarýn da içerisinde yer aldýðý Doðu medeniyetini Ýslam düþünce ve medeniyeti ile özdeþleþtirilerek yüceltilmeye çalýþýlmasý, düþünce tarzýnýn bu kavramlara baðlý olarak þekillenmesi, onu adeta bir doðuculuk akýmýna, tersyüz edilmiþ bir oryantalizme hapsederek orijinal bir Ýslam düþüncesi üretmekten mahrum býrakmýþtýr. Sezai Karakoç þiirinin zamanla Ýslam uygarlýðý söyleminden bir Ýslam çaðrýsý söylemine dönüþmesi diðer müslüman þairlerde de görülen bir durumdur. Akif yaþamý boyunca onun söylemini yapmýþ Ýslami bir düþünce geliþtirmede Karakoç'un çok gerilerinde kalan Necip Fazýl bile "Anladým iþi sanat Allah'ý aramakmýþ / Marifet bu gerisi çelik çomakmýþ" diyebilmiþtir. Þimdi Karakoç'ta 'Endülüs'e Aðýt'tan sonra tüm Ýslam topraklarý için üzüntü duyulur: Kudüs, Beyrut, Þam, Baðdat, Afganistan, Habeþistan, Eritre, Filistin… Diðer yandan tüm Ýslam kültür unsurlarý þiire sokulmaya çalýþýlýr: Mektubat, Mesnevi, Ýhya,Yunus, Mevlana, Muhyiddin-i Arabi, Gazali… Hatta zaman zaman bir yakýnma içine girer þair: Ey Ýslam ülkeleri / Birlik sizin ana ilkenizken / Paramparça oldunuz / Niçin ve neden (Alýnyazýsý Saati7). Bazen tüm Ýslam ülkeleri ve topraklarýyla kendini özdeþleþtirir þair: Devrilen her taþ benim taþým / Yýkýlan her ev benim / Benden yýkýlýyor hepsi ben yýkýlýyorum / Yýkýlan benim (Alýnyazýsý Saati). Bu þiirler þiirsel deðerinden ziyade bir Müslüman þairin duyarlýlýðý açýsýndan önemlidir. "Hýzýrla Kýrk Saat"le birlikte Sezai Karakoç þiirinde hikaye edici anlatým yoðunluk kazansa da, imge yoðunluðu ve þiirsellik de ön plandadýr. Zaten bu yýllar Ýkinci Yeninin etkisinin iyiden iyiye azaldýðý yýllardýr. "Taha'nýn Kitabý", "Leyla ile Mecnun", "Ayinler"le birlikte hikaye edici ve çaða dair tespitlere yönelen açýk anlatýmlý bir þiire yöneliyor Sezai Karakoç. Ýkinci Yeninin çýkýþ günlerine rastlayan ilk dönem þiirlerinde ip uçlarý 41
derkenar
gözüken düþünceler artýk temellenmiþ, açýk düþünceler olarak karþýmýza çýkýyor. Bazen didaktik bir söylemle karþýlaþmak bile mümkün oluyor. "Hýzýrla Kýrk Saat"te tamamen dini motiflere baðlý bir örgü kurulmaya çalýþýlýrken, kitap, örgüdeki sistematik yapýyla beraber sýkýcý olmaya baþlýyor. Sezai Karakoç þiirinde ortaya konulan uygarlýk Ýslam uygarlýðýydý. Sezai Karakoç þiirinde modern yaþama karþý duruþun þekli, þairi diðer Ýkinci Yeni þairlerden ayýrdýðýný ve Karakoç þiirinin ancak bu duruþ noktasýndan hareketle gerçek kimliðinin ortaya çýkacaðýný söylemiþtik. Karakoç bu duruþu geliþtirirken geleneksel anlayýþýn ve muhafazakarlýðýn islamileþtiði bir yerde orijinal bir Ýslam düþüncesi geliþtirmeye çalýþmýþtý. Bu uygarlýðý tesis etme ve geliþtirme çabasýydý 'Diriliþ Hareketi.' "Diriliþ Tezi" islamý, tarih ve medeniyet perspektifinden ortaya koyma çabasýdýr Karakoç'a göre. Ýslam medeniyetinin yeniden doðuþ yolunu arama ve bulma denemesidir. Sezai Karakoç þiiri, dini düþünceyi kendisine temel almýþ ve yaþama dair iþaret ettiði konular itibarýyla geniþ bir açýlým getirmiþtir. Böylece Türk þiirinde kendisinden sonra ayný unsurlara
deðinerek geniþ bir yelpaze oluþturan þairler çýkaracak, dolayýsýyla edebiyatta islami konulara eðilim duyan ve bu eðilimi modern þiirin olanaklarý içinde iþleyen bir kuþaðýn doðmasýna sebep olacaktýr. Fakat Karakoç þiirinde dini þahsiyetler, peygamber hayatlarý menkýbevi ve israiliyat özellikleriyle girmiþ ve þair, þiirinden bunlarý ayýklama çabasý içinde olmamýþtýr. Bu birikimin tamamýna dayandýðý müddetçe, þiir, zengin bir kültürel birikimi kendi içinde barýndýrsa da, çok güçlü ve orijinal bir islami düþünce yapýsý ortaya koyamayacaktýr. 'Diriliþ' tezinin etkili bir düþünce ve hareket ekolü haline gelememesinin belki de sebebi budur. Kendisinden sonra zengin bir kültür birikimine sahip bir kuþak oluþmuþsa, bu hareketin yeri mutlaka büyüktür. Fakat kendi þairi söz konusu olunca, onu biraz da afaki bir söylem içinde týkayýp, yeni bir yol açmasýný engellemiþtir. Ortaya konulan duruþ bir müslümanýn duruþu olarak her zaman deðerini koruyacaktýr. Zaten yüzyýllardýr kendisini her taraftan kuþatmýþ ve tüm gücüyle onu yok etmek için kendisine saldýran bir yaþam tarzýna karþý, her türlü duruþun ve karþý koyuþun bir deðeri ve anlamý vardýr.
ÇIKTI
ÇIKTI
SEÇÝLMÝÞ ÞÝÝRLER ANTOLOJÝSÝ
SON DÜZLÜK yazýlar
antoloji
42
Ýbrahim Tenekeci
Ýbrahim Tenekeci
Lamure Yayýnevi
Birun Yayýnlarý
derkenar
Faruk Dursun Birinci geleneksel taç giyme töreni “ölümden korkuyor musun diyor okurun biri neden korkayým, ona ne yaptým ki...” -Ýbrahim Tenekeci aðabeye-
bir þiire baþlasam þimdi telli duvaklý eminim ya kýsmet demeden daha çantasý sýrtýnda kalacak. bunu yapacak gücüm de yok postmodern meydan muharebelerinden kalan hilkat garibesi ganimetler, ipotekli nöbetlerim ithal hayalkýrýklýklarým vergi borcumun son ödeme tarihi bu durumda ekonomik göstergelerin bozulmasýnýn müsebbibi de benim müsebbib. güzel kelime. bir ukalalýk yapýp þimdi hangi lisanýn kökünden geldiðini söylemek gerek enflasyon oranlarýnýn açýklanmasý için bekleniyor bu bilgi. beklediðimiz gibi týpký sabah olduðunu bilemeyeceðimiz yahut akþamý göremeyeceðimiz âný. Tüm bunlar olurken Ýlk açýldýðý gün kadar Yakýþýklý olmasa da yani dünya Yanmamýþtý Ýbrahim aðabeyin Caný daha. Ýki kere. Gözü baðlanýrken bir, ateþe atýlýrken bir de. Ama yusufun gömleðinin Derman olduðunu yakuba Bilirdim o zaman da.
43
derkenar
Kirletilmiþ ölümler kitabý Hüseyin Akýn tereddüt yaþayacaðý þiiri Selçuk Küpçük ilk günden yazmýyor. Titizliðini yoðun iþçibugüne þiirlerini adým adým lik yapmak yerine az yazarak takip ettiðim bir isim. Ordu'gösteriyor. Yanlýþ anlaþýlmasýn, nun tenhasýnda (yeraltýnda mý bununla Selçuk Küpçük þiirinin deseydim acaba?) çýkardýðý üzerinde hiç kafa yorulmamýþ "Kum Yazýlarý" onun görünöylece geldiði gibi kalan þiirler meyen tarafýyla (underground olduðunu söylüyor deðilim. yüzüyle) buluþturdu okuyuBilakis þiirini yazým sonrasý dincuyu. lendirdiði ya da özellikle soðuÝlk bakýþta uyumlu ve uzlaþmaya býraktýðý kendini belli edimacý gibi duran þairin çehresi yor ki, bu, þairin az yazmanýn yaklaþtýkça bakýþýna sýðmayýp niteliksel avantajýný kavradýðýný daðýlýp parçalanacak hâle geligösteriyor. yordu sanki. "Kum Yazýlarý" Eðer bir þair yazmaya direkt saklý bir öfkenin dýþa vurumu ya hayatýn görünen yüzü, hisseda tavýrsýz ve tanýmsýz bir dilebilen lezzet ve acýlarýyla boþlukta sallanan metropol deðil de ölümle hem de ölümün edebiyatýna karþý bir surat asýþtý yalýn hali dýþýnda deðiþik halbelki de. Edebiyat ve psikanaleriyle baþlamýþ ve tutanaklara liz iliþkisini irdeleyen yazýlar ve bunlarý geçmiþse 'daha iþin poetik çözümlemeler derginin Kirletilmiþ Ölümler Kitabý baþýnda ikinci kitap' konusuntartan fakat tartýþmayan özelSelçuk Küpçük daki savýmý destekleyip hakliðini yansýtýyordu. SöyleÞule Yayýnlarý lýlýðýmý artýrmýþ olur. Ýþte yeceðini söyledi ve tekrar Þiir Kirletilmiþ Ölümler Kitabý böyle geldiði yere (yeraltýna) geri bir yaþam aralýðýndan ölümlere çekildi. Bana kalýrsa bu geri iþaret eden iddialý bir söyleyiþe sahip. Þair sözün çekiliþ en çok da Selçuk Küpçük için iyi oldu. sahibidir ve diyeceðini yüksekçe bir yerden iþiÇünkü öfkesi yüzünü kapatýyor ve bu durum ister tilebilecek tonda söyler: "kardeþlerim! herkesin istemez þiiriyle þairin arasýna giriyordu.Oysa kirlettiði bir ölüm hangimizin iþine yarar/ þimdi Selçuk Küpçük ismi bir þair olarak daha net hangimiz o ödünç eþkal ile takdis eder kendini" görülebiliyor. Ortada yüzünü hiç saklamadan çekSöze hakim bir tepeden söylevle girse de tirdiði boy resmi var artýk: Kirletilmiþ Ölümler Selçuk Küpçük þiirinde baskýn unsur sözden Kitabý. ziyade sestir. Çoðu dizelerde söz sesin arkasýna Kirletilmiþ Ölümler Kitabý belki sýralama olarak takýlmýþ gibidir. Bunda þairin müzisyen oluþunun bir ilk kitap ama þairinin þiir serüveniyle þiirinin da payý göz ardý edilemez elbette. Musiki cazidurduðu yer açýsýndan baktýðýmýzda daha çok besiyle olmalý, kelime seçiminde "m" harfinin ikinci kitap aðýrlýðýný hissettiriyor. Ortada bu yoðunluðu dikkat çekiyor. Örneðin; mülhem, kitabýn dýþýnda bir ilk kitap olmadýðýna göre acaba muttasýl, mübalaða, müntehir, münasip, münzevi, þair fazlalýklarýný atýp acemiliðini giderme sürecimekruh, müphem, müsvedde, memnu, münteha, ni neyle ve nasýl telafi etti diye sorulabilir. Bunun müsterih, mutilik, meþ'um, müþkülperest, cevabý iki þiir yazýmý arasýndaki zaman aralýðýnda müteessir, meskûn, mahfil, mütevellit… benim yatýyor. Þair ilerde kitabýna alma konusunda
44
derkenar
ilk bakýþta görebildiðim sözcükler. Büyük çoðunluðu Arapça olan bu sözcüklerin ýsrarla kullanýlmasý þairi için her ne kadar orta yaþý çoktan aþmýþ bir kalem intibaý býraksa da, eski ile yeni kelimeler arasýndaki kardeþliðe de katký saðladýðý düþünülebilir. Yine þu ifadeler böyle bir yakýnlaþtýrmanýn sonucu olsa gerektir: "yine de müteessir kalmýyor gelir sandýðým evdeþim" ("Müteessir" ve "evdeþ" kelimelerine dikkat) "mademki yaþamak üstüne/çokça kuram okumuþtuk" ("kuram" kelimesine dikkat) "ya da tükenmek türünden daha marjinal istekler" ("marjinal" kelimesine dikkat) "ikimizin de parasý yoktu/ve para çokça kapitülasyon içeriyordu" ("kapitülasyon" kelimesine dikkat) "ki kromozomlarý da/ münteha bakýþlarý kadar yanýlgý/müsterih susuþlarý kadar yenilgi doluydu" ("kromozom", "münteha" ve "müsterih" kelimelerine dikkat) "kesif zamanlar ve yanýlgýn kitaplardan sirayet ediyor irin ve heyulâ" ("kesif zaman", "yanýlgýn kitap" ve "sirayet" ifadelerine dikkat) Selçuk Küpçük eski sözcükleri yeni bir söyleyiþle diriltip onlara yeniden can vererek dinamizm kazandýrýyor. Bazen deðiþen ahenge ve iki ayrý sese bakarak kitabýn iki ayrý þair tarafýndan yazýldýðý zehabýna kapýlabilirsiniz. Bu sanýldýðý gibi þiirsel kimlik parçalanmasý deðil, daha çok þiirin kelimelerle yazýldýðýna dikkat çekmeye yönelik bir þey olmalý. Kelimeler ses ve týnýyla sýnýrlý kalmayýp baþka duyargalara da hitap ediyor: "ne yapsak içeri sýzýyor/ pirinç kokulu rutubet" (Burada dize koklama duyusuna hitap eden bir akýþkanlýða sahip) veya; "acýmýþ fýndýk tadýdýr ihanet" dizesi de tatma duyusunu uyaran bir özelliðe sahip. (Ordulu bir þairin acýyan fýndýk tadýyla ihanet arsýnda ilgi kurabilmesi gibi bir yöresel avantajý olsun artýk), "ben konuþtukça dökülüyor sanki aðzýmýn kristal tadý/ kýrýlýp yanaðýna bulanýyor ayrýlýðýn her kelimesi". Bu dizeler kelimelerin gücüne inanmýþ bir þairin kaleminden çýktýðýný hiç saklamýyor. Hayatla beraber eðilip bükülen ya da toparlanýp daðýlan bir þeydir "kelime" dediðimiz þey. Eðer bir dizede yapay teneffüse ihtiyaç duymadan iyi soluk alabiliyorsa hayatla beraber varlýðýný sürdürür.
"Þiir Defteri"nde Sezai Saroðlu'nun takýlýp kaldýðý yere geliyoruz þimdi. "Kitabýn nerede bittiðini bilmek önemli" diyor Sarýoðlu Kirletilmiþ Ölümler Kitabý’na dair görüþlerini söylerken. Kitabýn son bölümünü oluþturan üç þiire yönelik olarak: Bu üç þiirin bu kitapta ne iþi var demek istiyor. Þairin mutlaka buna dair bir cevabý vardýr, ama bence 'peþtemalli kýz söylevi' bir yana, yanýlgýlar tarihinin kopmaz bir parçasý olan 'Cem Sultan' da 'Topal Osman' da ölümleri itibariyle gadre uðrayan kiþiliklerdir ve Kirletilmiþ Ölümler Kitabý’nýn ismiyle de bütünlüðüyle de uyumsuzluk oluþturmamaktadýr. Yine Sezai Sarýoðlu'nun dikkat çektiði, 'þiirde iyi soru sorabilme özelliði' de Selçuk Küpçük'e ait bir baþka özgün nitelik. Þiir de soru sormak aslýnda þiirsel anlamda risk almaktýr. Zira her an felsefi bir mecraya dalýp yolunu kaybedebilir þair. Þairin var olan felsefi kiþiliði ile þair kiþiliði her deðiþtirebilir. Neyse ki þair böyle bir badireye girmiyor. Bütün sorular yanýna henüz sorulmamýþlarý da alarak ortak bir soruda toplanýyor: "bu dil denilen koridor gerçekten benim evrenim midir?" Bakalým ilk kitabýndan muaf tutularak ikinci kitabýyla yola koyulan þairimiz yazmadýðý ilk kitabýnýn sorumluluðunu da üslenebilecek mi? Bakalým yine Payitahta ayný cesaretle, felsefeye sürünmeden "katil kim" "devlet neresi" diye sorabilecek mi? Bunu bundan sonra yazacaðý þiirleri gösterecek. Yüzünü örtmeyecek bir öfkesi ya da öfkesini silip süpürmeyecek bir çehresi olduðu müddetçe þiirsel imkân yönünden Selçuk Küpçük için hiçbir engel yok demektir.
Adresimiz deðiþmiþtir. Lütfen derkenar ediniz; Osmanlý Sk. Alara Han No:27 D:9 Taksim - Ýstanbul
45
derkenar
Yardým et de göreyim! Alper Gencer Latin Amerikalý yazar Eduardo Galeano'nun bir hikayesinde denizi hiç görmeyen bir çocuk babasýyla birlikte denizi görmek üzere yola çýkar. Daðlarý, tepeleri aþtýktan sonra deniz uçsuz bucaksýz bir þekilde çocuðun gözlerinin önüne seriliverir. Daha evvel hiç görmediði deniz karþýsýnda çocuðun nutku tutulur ve babasýnýn eline sýkýca sarýlýp kekeleyerek: " Yardým et de göreyim!" der. Bu kýsacýk hikayenin özünde; sözcüklerle örtülmemiþ bir akla sahip (deneyimsiz) çocuk, dehþete kapýldýðý bir bilinmeyen karþýsýnda babasýndan yardým dilemektedir. Lakin çocuðun karþýsýnda dikilen bilinmeyen, babasý için, kaydedilmiþ ve hayretten düþürülmüþ bir veridir belki de. Baba, deniz karþýsýnda çocuðunun edindiði duygusal tavrý "anlamaya" uðraþtýðý ölçüde þiir olandan uzaklaþýr. Çünkü onun için alýþýlmýþ ya da anlaþýlmýþ olan, çizgilerle tanýmý çoktan yapýlmýþ ölü bir þeyin tasviri olmaktan öteye gitmez. Bu hikayede okuyucuyu derinden etkileyen þey, poesis kelimesinin yaratkan ve doðurgan kökleriyle açýklanabilir. Þiir, tam olarak açýk edemeyeceðimiz bir etkilenimi, sözcüklerle ona teðet geçerek açýklamaya koyulduðumuz bir kendilindenliðin eseridir. Çocuðun deniz karþýsýnda aldýðý tutumun dünyevi bir karþýlýðý yoktur, sözcüklerle muayyen kýlýnamaz Baba; deneyimine raðmen, çocuðunun aldýðý bu apansýz tutumu ancak þiirle bir nebze dindirebilir. Görüngübilim için þöyle bir taným mevcuttur: "Dilimizin ucuna kadar gelen ve fakat söyleyemediðimiz þeyleri kapsayan bilim." Duygu ile aklýn çatýþmasýndan doðan, sözümona aklýn duyguyu yok saymasýný engelleyen bir boþluðu doldurur bu modern taným. Aklýyla her þeyi açýklayagelmiþ ademoðlunun bilinmeyen karþýsýnda uydurduðu sözcükler, þiirle hissi bir damga býrakmayý becerir. Edip Cansever'in "Ben Ruhi Bey Nasýlým" adlý þiirinin en baþýnda, teker teker birer anlama karþýlýk gelen ve bunu ancak hissederek anlayabildiðimiz, dünyevi bir boþluða akýp karþýlýk
46
bulamayan mýsralarýn bizi þiir tanýmýna fazlasýyla yaklaþtýrdýðý öngörülebilir: " (…) ne peki yere dökülen bir un sessizliði mi göðe býrakýlmýþ bir balon sessizliði mi iþini bitirmiþ bir org tamircisinin tuþlardan birine dokunacakkenki dikkati ve tedirginliði mi. (…) " Bu þiirde yere "dökülen un sessizliði" diye söze gelen þey, insanýn aklýyla kavrayabileceði bir karþýlýk edinmez kendine. Yere dökülen unun akla getirilmesi, unun maddesel yapýsýndan ötürü bir sessizliði, hissi olarak imler. Un yere dökülürken þairin hissettiði, onda sözü doðurur. Etkilendiði bu durum karþýsýnda þair hissettiðini anlatmaya koyulur. Göðe býrakýlmýþ bir balonun sessizliði yahut org tamircisinin tuþlara dokunacakkenki dikkati ve tedirginliði de buna benzer örneklerdir. Anlatýlanlarýn hiçbiri, sözcüklerin, bildiðimiz somut anlamlarýnýn dýþýnda bize ulaþmaz. Aklý, "un" denildiði ya da "dökülmek" denildiði vakit tahayyülünü berkitmek amaçlý kullanýr okuyucu. Ama aslýnda sözü edilen þeyin "un" ya da "dökülmek" sözcükleriyle bir ilgisi yoktur. Þairin söylemek istediði; yere dökülen unun sessizliðinin farkýna varmakla, "öteki" bir anlama yaptýðý geçiþ arasýnda edindiði duygulanýmdýr. Bir tezahür olarak þiir, modernizmin ya da öncesinde sözcüklerle evreni anlaþýlýr kýlmaya baþlayan ademoðlunun, aklýn þiddetiyle kendine hazýrlamýþ olduðu mutsuzluða karþý hissi bir tepkidir. Bir alýþkanlýðýn mümessilidir de denilebilir. Ayrý kaldýðý/ tutulduðu bir þeye karþý trajik bir hikayenin ortasýndadýr insan. Mutlulukla, en azýndan kendi iç dengesini, idamesini saðlayacak
derkenar
bir teselli edinir. Güzel olana yaklaþtýkça, ayrý kaldýðý/ tutulduðu þeye benzerlikler gösteren birtakým aracý ve fakat yine de yetersiz bulduðu hissi edinimlere sahip olur. Bu yetersizlik durumu ayrýlýk dramýný koyulaþtýrsa da onun yaþama müsebbibidir. Bir nevi ilham edindiði vakit, hareketlerini anlamlý kýlar ve kendince hakiki bulduðu yöne doðru adýmlamaya baþlar. Ünlü Alman þair Hölderlin "Ekmek Ve Þarap" adlý þiirinde "bu yoksul zamanda þairler ne iþe yarar?" diye sorar. Martin Heidegger ise bu mýsradan yola çýkarak þiiri ve þairi açýmlamaya koyulur. Neden sonra "kuyu"(abyss) metaforuyla karþýmýza dikiliverir. Heidegger'e göre yaþadýðýmýz yeni dünya bütün insanlarýn dibine kadar düþtüðü karanlýk bir kuyudur. Ne yapacaðýný bilmeyen bu zifirinin ortasýnda insanlar þairlerin ve kaybolmuþ tanrýlarýn izlerini takip ederek aydýnlanýrlar. "Þiir, Dil Ve Düþünce" adlý kitabýnda þöyle der: "(…) Faniler, doðalarýný düþününce, bu yokluða daha yakýn dururlar çünkü varlýkla bir kere temas etmiþlerdir artýk; olmanýn kadim ismiyle… Ama varlýk kendini gizlediðinden ötürü, zaten kendi bir yokluk oluvermiþtir. Böylece kuyu her þeyi içine alýr ve konuþmaya baþlar. "The Titans" adlý ilahisinde Hölderlin "kuyuyu" bütün algýlarý barýndýran olarak görür. "O"; diðer faniler arasýnda onlardan daha yakýn ve baþka olarak kuyuya eriþmeli ve kuyunun söylediklerini bilecek hale gelmelidir. Þaire göre bunlar kaçak tanrýlarýn izleridirler. Hölderlin'e göre þarap tanrýsý Dionysos, bu izleri onlarýn gecesinin karanlýðýnda tanrýsýzlýða sürüklemiþtir. Asmada olan ve asmanýn meyvesinde olan için þarap tanrýsý, varlýðý, gökyüzünün ve dünyanýn bir baþka türüne karþý sanki tanrýlarýn ve insanlarýn düðün ziyafetiymiþçesine korur. (…) Þairler; þarap tanrýsýný çokça þakýyan, kaçak tanrýlarýn izlerini takip eden, tanrýlarýn yolunda kalan ve kendilerine benzer ölümlüler için dönüþün yolunu izleyen kimselerdir. (…) Ýzler çoðu zaman dikkat çekmezler ve her zaman güç bela sezilebilen talimat kalýtlarýdýrlar." Heidegger'in bahsetmiþ olduðu iz; Edip Cansever'in þiirinde, un sessizliðinden yola
çýkarak anlaþýlmayan ve fakat hissedilebilen bir þey olabilir. Zira hissi bir tecrübenin kiþide daha derin bir tesir yaptýðý kuþku götürmezdir. Buna benzer bir örneði Taha Suresinde, Musa'nýn hak dinini Firavun'a anlatmaya giderkenki korkusuyla örtüþtürebiliriz. Musa, rabbinden aldýðý emir doðrultusunda dünyevi olmayaný Firavun'a anlatmaya gitmeden evvel rabbinden yardým diler. Çünkü sözcüklerle ya da akýl ile idrak edilebilecek bir hakikati Firavun'a anlatacaktýr. Bir çeþit þair duasý olarak da konuþlandýrýlabilecek olan bu yakarýþ þöyledir: "Vahlul ukdeten min lisani ve yefkahu kavli" "Dilimi çöz de, anlaþýlabileyim!" Sonuç olarak, baþta bahsettiðimiz çocuðun, denizin karþýsýnda tutulan dilini ve korkulu hayretini ancak þiirle yatýþtýrabiliriz. Þiir; tam da çocuðun deniz karþýsýnda edindiði duygulanýmla dile gelir. Yine "Ben Ruhi Bey Nasýlým" þiirinde bu duruma çok benzer bir bölüm daha vardýr. Edip Cansever sanki Eduardo Galeano'nun denizi ilk defa gören çocuðuymuþçasýna terennüm eder: " (…) Gözlerim, gözlerim benim denizi ilk defa gören bir çocuðun birdenbire yaþlanmasý neyse (…) "
Telefon numaramýz son kez deðiþmiþtir. Lütfen derkenar ediniz;
(0212) 243 61 99 47
derkenar
Þiirin haritasý Seyfullah Aslan "Þiir, anlatýlmaz bir þeyin anlatýlmaya çabalanmasýnýn sonunda, anlatýlabilir bir þeyin yeniden anlamlý kýlýnmasý için gösterilen bir çabanýn sonunda, yeterince anlaþýlmayan bir þeyin etkili bir anlatýma kavuþturulmasý uðrunda harcanan çabalarýn sonunda ortaya çýkar." (Ýsmet Özel, Þiir Okuma Kýlavuzu, sayfa 18, Þule Yayýnlarý 2004, 8.baský)
* Klasik dönemde þiir, sadece bir þeyi aktarma aracýyken modern dönemde bu görevinden sýyrýlmýþtýr. Örneðin, Divan þiirinde ya da Mevlüd dediðimiz þiir türünde açýkça bir þeyi anlatma ya da karþý tarafa iletmek birinci amaçtýr. Ancak bu yapýlýrken sadece sözün sanatsal gücü kullanýlmýþ oluyordu. Halbuki modern þiirde okuyucuya bir þey anlatmak, ona bir þeyi dikte etmek gibi bir hedef, böyle bir görev yoktur. Modern þiirin bu yaný, modern zamanda bile klasik düþünenler için eleþtiri alaný olmuþtur. Þiir, anlamak isteyene ve belli bir seviyeye sahip olana bir þeyler anlatýr. * Gelenekle þiirin önemli bir baðý vardýr. Bunun inkarý þairin ya kendini inkarýdýr ya da þiir tarihinde pek rastlanmamýþ bir þekilde dehayý yakalamýþ demektir. Dehayý yakalayan þairleri meselenin dýþýnda tutarsak, her þair hem þiirini oluþturmaya baþladýðý dönemde usta saydýðý kiþilerden, hem de usta olduðu dönemde genç þairlerden etkilenmiþtir. Bunu inkar etmek kolaydýr ancak etkiyi her þair kendiyle baþ baþa kaldýðýnda itiraf edecektir. * Bugünkü þiir, var olan iletiþim olanaklarýnýn tükendiði yerde ortaya çýkmýþtýr. Ýnsanýn ifade edemediði þeylerin ifadesidir. Bu yönüyle de var olan iletiþim olanaklarýndan farklý bir olanak sunar. Þair "þiirimde þunu anlattým" diyorsa þiir yazmasýna gerek yoktur. Zira þair anlatacaðýný þiirde anlatmalýdýr. Bu, onun farklý bir iletiþim olanaðý bulamadýðýný ve yazdýðý metnin alt alta dizilmiþ satýrlar olduðunu gösterir. *
48
Modern þiiri kuran II. Yeninin yaptýklarý: -Þiirin bir dili olduðunu söylüyorlar. -Þiirde bir þey anlatmak zorunluluðunu kaldýrýyorlar. -Þiirde anlamýn arka plana itilmesi gerektiðini söylüyorlar. * Sanat doðal deðildir. Doðal olan da sanat deðildir. Ýster bir resimden ister þiirden bahsetmiþ olalým; bir yapýya sanat diyebilmemiz için onun doðal olanýn dýþýna çýkmasý gerekir. Hiçbir ressam fotoðraf çeker gibi resim yaparak sanatçý olmamýþtýr. * Bir þiir, ister modern bir forma sahip olsun, isterse geleneksel bir formla yazýlmýþ olsun, yazýldýðý devrin gereklerini taþýmasý açýsýndan ikisinin de modern þiir olarak adlandýrýlmasý gerekir. Yani hece vezniyle yazýlan bir þiir de modern olabilir. Ayný zamanda serbest vezinle yazýlan bir þiir de modern olmayabilir. Þiirin modern olup olmamasý sahip olduðu forma iliþkin deðildir. Modern olmasýný önceleyecek tek þey, farklý bir iletiþim imkanýný yakalamýþ olmasý; yani þiirin kendine has dilini yakalamýþ olmasý gerekir. * Ýnsaný insan yapan kendi iç benidir. Buna iç kaos da denilebilir. Öncelikle, insan bunlarý anlatabilmek derdine düþer. Þiir, iç benle ya da iç kaosla karþýlaþtýðýnda ortaya çýkar. * Þairin "aklý erdikten" itibaren attýðý her adýmý, aldýðý her nefesi þiirine bilinçli ya da bilinçsiz bir þekilde yansýyacaktýr. Çocukluðunda gördüðü treni ya da dilenen bir insaný þiirle uðraþmaya baþladýktan sonra, bilincinden kaydýný bulup þiirine katacaktýr. Ancak þair, þiirindeki öðelerin ya da imgelerin nereden geldiðini bilmesi, bunu fark etmesi gerekmez. * Sanatçý sanat eserini oluþtururken tamamen bu dünyadan kopar. Kendisine verilen her türlü
derkenar
malzemeyi en verimli þekilde kullanmak için bilinçsizce bir kopuþtur bu. Sanatçý için sanat eserinin oluþma süreci hayatýn dönüm noktasý gibidir. * Yazar boðazýna týkanan yumruðu açmak için onu bir þekilde yazmak, anlatmak ve kurtulmak ister. Ýlham denilen þey, modern þiirde bu yolla devreye girer. Aslýnda þairin iç beni ya da iç kaosu "ilham"ý davet eder. Burada þair, daha çalýþkan olmak zorundadýr. Þiiri çaðýrmalý, ona emek vermeli ve boðazýna týkanan yumruktan kurtulmalýdýr. Boðaza týkanan yumruk, þairi bir zorlamaya deðil, zorunlulukla gereklilik arasýnda bir noktaya davet eder. Yani þair, zorla þiir yazan ve kendi iradesini kontrol edemeyen bir kiþi deðil, aksine her kelimesine hakim olmakla beraber onlarýn belli sýnýrlar içinde özgür dolaþmasýna izin veren efendi konumundadýr. * Modern þiir, kendisinden baþka hiçbir þeye benzemez. Kendisine yönetilen her türlü suçlamayý da asla kabul etmez. O hayatiyetini þiir olarak sürdürmek için vardýr ve þiir olmasý onun için yeterlidir. Þiirin kendine has bir dili olduðunun bilincindedir ve farklý bir iletiþim olanaðý yakalamýþ þairlere uygun bir sýðýnaktýr. * Sanat, bir toplumun geneli tarafýndan hiçbir zaman kabul görmez. Yani toplum, genel bir eðilimle sanatla ilgilenmez. Sanatla birkaç kiþi denilebilecek azýnlýk ilgilenir. Bu sanatýn doðasýndadýr. Eðer yoðun bir ilgi söz konusuysa, öncelikle sanatçý kendisini sorgulamalýdýr. Sanatçý eserinden þüphe duymuyorsa, toplumda ciddi bir dönüþüm söz konusu demektir. Sanatla ilgilenen ciddi bir toplum kesiminin oluþmasý uzun vadede sanatçýnýn iþini zorlaþtýrýr ve ekseninden koparýr. * Þiirin anlamla herhangi bir sorunu yoktur. Onunla barýþmasý ya da küsmesi de söz konusu olamaz. Zira, þiir kendi içinde gizli veya açýk taþýdýðý deðeri inkar etmiþ olur ki, böyle þiirden de, þairden de kimseye hayýr gelmez. * Þiir bir iþe yaramasý için yazýlmaz. Þairin ilk hedefi bu deðildir. Ancak neticede her þiir her okura farklý bir þekilde yarar saðlar. Ancak okur,
yarar saðlamak, mevki kazanmak ya da itibar elde etmek için þiiri okumamalýdýr. Bütün bunlara sýrt çevirerek okumalýdýr. * Her okuyucu için þiir yeniden yazýlmýþtýr. Okuyucunun anlam dünyasý, arka planý, o metni nasýl anlamaya, kavramaya ya da algýlamaya müsaitse þiir kendini o þekilde teslim eder. Okuyucu için þair ikinci plandadýr. * "Þiir, bizim neyi simgelediðini bilmeden de hayatýmýz içinde anlamlandýrabileceðimiz, neyi simgelediðini bildiðimiz zaman da anlamlý oluþundan bir þey kaybetmeyen metindir." (Ýsmet Özel, Þ. O. K., sayfa 18, Þule Yayýnlarý 2004, 8.baský)
* Þiir, "Her bir Türk'ten ikisinin" yazdýðý þeyler olmamakla beraber, onlar gibi ya da onlara yakýn bir anlamla þiiri anlamlandýranlarýn anladýðý þekilde bir yazý tekniði deðil. Bunu söylemekle þiiri yüceltmek, çok üstün bir metinmiþ gibi göstermek niyetinde deðilim. "Þiir nedir?" sorusunun cevabýný doðru verebilmek gerekiyor. * Ýmgenin ne olduðu, þiir ne kadar açýksa o kadar açýk, þiir ne kadar muammaysa o kadar karmaþýk. Her þairin ve her okurun kendine göre bir imge tarifi vardýr. Þiirin neticede gelip bu kelimenin gizeminde saklanmýþ olmasý, imgeye çok fazla, gereðinden fazla önem verdiðimizi gösteriyor. Sadece imge konuþulursa ortada þiir kalmaz. * Son dönem modern Türk þiirinin en büyük çýkmazý kuru olmasýdýr. Yani kurmaca bir yapýya sahip olmasýdýr. Þair artýk hayatýn merkezinde, sokakta þiir yazmýyor. Masa baþýnda, kelime oyunlarýyla ve klavye tuþlarýyla yazýyor. Þairin bundan kurtulabilmesi için, sýradanlýðý yenip sadece gezmelidir. Hayatýn içinde yaþamalýdýr. * "Þiirin insan hayatýnda gerekli bir yere sahip olmasý için "söz"ün insan hayatýnda önemli bir yer tutmasý yetmez. Belki sözün yerinden edilmiþ olmasý; insanoðlunun en doðru, en iyi edimlerini öðrenmede sözlü dilin yüklendiði görevi yerine getiremeyiþi þiirin yolunu açar yahut þiire yaþama alaný kazandýrýr." (Ýsmet Özel, Þ. O. K., sayfa 18, Þule Yayýnlarý 2004, 8.baský)
49
derkenar
Edip Cansever þiirinde “ölüm” Murat Çeþme Ölüm, Edip Cansever þiirlerinde genel olarak "sonsuzluða varýþ, sonsuz oluþ ve böylece insanlarýn bütün (maddi-manevi) sorunsallarýndan kurtuluþu" olarak aktarýlmýþtýr:
* Ben Ruhi Bey, mutlu olan Ruhi Bey Ölümü gömdüm, geliyorum .... RUHÝ BEY
Ve gelindi mezarlýðýn baþýna Güllerin, güllerden çelenklerin, kuzgunkýlýçlarýnýn kapýsýna Buz kokulu otlarýn, buz kokulu mezar taþlarýnýn kapýsýna Gelindi Önce o girdi Dalgalardan burnunu kaldýran bir tekne gibi Yükseldi yükseldi Bakakaldý sonsuzluða bir süre Daha sonra indi indi Yalayýp geçti dalgalar üstünü O Kimseye görünmek istemeden Ama hiç istemeden Býraktý kendini büyüyen göz çukurlarýna Ve birden Konuþmaya baþladý sonsuzluðun dilini (ACI KUM) Ve o gün ilk kez ölüsünü gördü Ruhi Bey Soðumuþ gövdesini gördü Donuk gövdesini, durmuþ kalbini Gördü neye benzerse bir ölü. -Ben Ruhi Bey nasýlým -Mutlusunuz Ruhi Bey. Yarýn gazetelerde çýkacak ilanlarým Ruhi Bey öldü Bu ölüm töreninde mutlaka bulunacaðým Bir daha görmek için ölümü Çelenkler yýðýlacak avluya Ki benim sayýsýz ölülerime Yaldýzlý yapraklarýný kýpýrdatarak bakacaklar Sevgiyle Ve babam elinde gümüþ kýrbacýyla Bir baþýna bir ölü Annem bir limon görüntüsünün önünde giyinmiþ ölümlüðünü Ölüler halinde duracak onlar da Dýþýmdaki ölüler, içimdeki ölüler Bir alaþým halinde, donuk güneþin altýnda Ve benim mutluluðumun altýnda Akýp gidecek bütün kötülükler Ölümün armalarý gibi Akýp gidecekler en sonunda. Niye ölmemeli öyleyse Yaþamak mutlu bir devinimse.
50
Gömdüm hepsini geliyorum Bütün ölülerimi gömdüm geliyorum KORO Peki, ya sonuç, Ruhi Bey, ya sonuç Biz sizi tanýmaz mýyýz Siz ne yaparsýnýz bundan sonra, biz ne yaparýz Bir bütünün parçalarýyýz, bir bütünün parçalarýyýz. RUHÝ BEY Sonuç mu dediniz, ne dediniz Sonuç hiç gömülür mü, geliyorum Ben yalnýz ölülerimi gömdüm geliyorum. .... RUHÝ BEY Ölüler ki bir gün gömülür Ýçimizdeki ölüler, dýþýmýzdaki ölüler Ýnsan yaþýyorken özgürdür Ýnsan yaþýyorken özgürdür. (DÜÞLÜYOR ÖLÜMÜNÜ RUHÝ BEY)
"Ben Ruhi Bey Nasýlým"ýn son þiiri olan "Düþlüyor Ölümünü Ruhi Bey"de ölümünü gören Ruhi Bey mutludur. Þiirde "sayýsýz ölülerim" ifadesiyle, insanýn ölümle, çok yönlülüðü içinde edinebileceði yanlýþ bilinçlerden kurtulacaðý; Ruhi Bey'in annesinin ve babasýnýn "Ruhi Bey'in dýþýndaki ölüler olarak duracaðý" ifadesiyle de, bu dünyada maddi olarak yaþayanlarýn aslýnda muhakkak devinime elveriþsiz taraflarýnýn bulunduðu vurgulanmaktadýr. Ölünce mutlu olan Ruhi Bey, ölümün armalarýndan kurtul-duðu gibi bütün kötülüklerden de kurtulacaðýný ummaktadýr. Yaþamak mutlu bir devinimse, ölmemek için bir sebep olmadýðýný
derkenar
düþünmekte, ölümü yaþam denen mutlu devinimin bir parçasý olarak görmektedir. Ölmekle bütün yönlerinin ölümden kurtulduðunu söylemektedir. Ölümünden sonra Ruhi Bey'e, vardýðý sonuç sorulduðunda, sonucu sonsuzluk olarak deðerlendiren Ruhi Bey, sonsuzluðun gömülemeyeceði kabilinden "sonuç hiç gömülür mü, geliyorum" diye karþýlýk vermektedir. Yaþamayý mutlu bir devinim ve ölümü de bu mutlu devinimin bir parçasý olarak kabul eden Ruhi Bey, insanýn ölüm sýrasýnda da yaþadýðýný ve eðer "ölümün de yaþam olduðu" bilincindeyse "insan yaþýyorken özgürdür" diyerek ölüm sonrasýnda da "sonsuzda ve özgür" olacaðýnýn altýný çizmektedir. Bütün bunlar Edip Cansever'i baðlar mý? Evet, baðlar. Týpký -kendisinin yaþam öyküsünde açýkladýðý üzere- oturduðu konaðýn "Ben Ruhi Bey Nasýlým" þiirinin "Kýsa Bir Not: Konakta Son Gün, Ve..." adlý kýsmýnda Ruhi Bey'in yaktýðý konak olmasý gibi. Edip Cansever ayrýca 1982'deki bir konuþmasýnda "Sona Kalsa" adlý þiirindeki son üçlüðü de, ölümün yaþam olduðunu daha anlamlandýrmak, zenginleþtirmek, daha bir göze batar hale getirmek için yazmýþ olabileceðini açýklamýþtýr.* Bir Süleyman gördüm hiçbir yaný kýmýldamýyor Oturmuþ bir iskemleye Pek de oturmuþluðu yok iskemle ayaksýz O nasýl þey, bu adam soyut mu ne Baksan bir ilgisi var elleriyle Uzamýþ uzamýþ uzamýþ doðrusu elleri Sevmeye domuzlanýyor gittikçe Konuþtum konuþmuyor Dürttüm dürtülmüyor Kýzdým, bir býçak salladým karnýna Aaaa! Yok yahu bana mýsýn demiyor. Þaþýrdým, yokladým kendimi iyice Bir çað mý deðiþtik sabah sabah ne Artýk ölüm insanlardan olmuyor. (Aaaa)
Bu þiirdeki "Artýk ölüm insanlardan olmuyor" dizesi de þairin ölümü nesne olarak algýlayýþýyla yakýndan ilgilidir. Karnýna býçak saplandýðý halde ölmeyen Süleyman'ýn karþýsýnda yokluyor kendisini þair: Yoksa Süleyman mý çok güçlü de ken-
disi onun karþýsýnda birkaç býçak darbesinden ölüm umacak kadar pasif/ duyarsýz/ güçsüz kalýyor? Bunu kabul etmiyor ve adamýn ölümü için gerekeni yaptýðýný, fakat ölüm sisteminin ani ve köklü bir deðiþime uðradýðýný düþünüyor. Somutluðu þüphe götüren bir adamdan somut bir ölüm beklemenin yersiz olduðunda karar kýlýyor þair. Buradan çýkarýlacak ikinci anlam da "ölümün nesneliði"ne dayanan -yukarýdaki anlamýn sonrasýndaki- "ölümün sebebi olarak insan" açýsýna dönüktür. Yani "artýk ölüm insanlar sebebiyle olmuyor." Þair, sallarken "duyarsýzlýðý ya da soyutluðu ortadan kaldýrýcý" bir unsur olarak görevlendirdiði býçaðý -ve ayný zamanda bu býçaðý bu göreve uygun bulan kendisini de- bu görevde baþarýsýz buluyor. Bütün bunlarla þair belki de, býçakla insan bedeninin deþilebileceði fakat insanýn ruhi yapýsýna zarar verilemeyeceði gerçeðini kendisinin ölümü somut olarak ele alýþýna göre deðerlendirerek "ölümün insanlardan olmadýðý" yargýsýna varýyor. Ve düþüncesindeki soyut boþluðu dolduracak tek yapý olan "kader"e dolaylý da olsa kapý aralýyor. *Edip Cansever'le Yaþamý Besleyen Ölüm Üstüne/ Adnan Benk, Nuran Kutlu, Tahsin Yücel, Çaðdaþ Eleþtiri, Haziran 1982: Edip Cansever, Gül Dönüyor Avucumda, Adam Yayýn-larý; Beþinci Basým: Aralýk 2000, sy:109
51
derkenar
Þiiriyorum, öyleyse varým galiba Bahadýr Cüneyt -Þiir insan yankýsýdýr. Dikkate almak, dikkat etmek, dikkat kesilmek caizdir hatta müstehabtýr ve dahi elzemdir. Þiir, þefkati hak eder çünkü dünyanýn sonu geldiðinde yeþillenen bünyesiyle bedeni saracak, titremeye iyi gelecektir. Ýnsaný kelimelerin ruhu kurtaramayacaksa, dil mi kurtaracak? Olumsuz. Dil ancak þiire özenebilir, benzeyebilir, onu giyinebilir. Ancak ettir. Þiirin görünmez kollarý vardýr. Ayaklarýnýn bastýðý yeri yoklar belki dil. O ancak bir savaþ muhabiri olabilir. Þiirse þarapnel parçalarýnýn içinde, barut kokusundadýr. Canla yan yana. Canana yakýn. * -Ýlk kez þiiri -bu akýl almaz þeyi- okuduktan sonra "ben de" arzusuyla iþe baþladýðým itirafýný yapabilirim. Ama bu önümüzdeki yüzyýllarda "piyasa kötü, bende daha iyisi var" demeyeceðimi göstermez. Zaten daha iyi bir þey yoksa cebinde, sokaða çýkmamalý insan. * -Elin hangi harfe yakýnsa o oldu edebiyat. Klavye. * -Þiir, "humour" taþýmýyorsa, tozlu bir masaya dokunmuþ gibi oluyorum. Humour nemlilik demekmiþ. Toz eskitir. * -Þiirde ve düzyazýda yaratýcýlýðý yakalayamadýðýmý düþünüyorum çoðu zaman. Yoksa intihalci, kayýtçý, katip ruhlu bir kepaze miyim ben? Kurgu yeteneðimin olmadýðýný söylemiþtim Necmettin'e, "Nereden biliyorsun ki?", dedi. Hakikaten nereden biliyorum? Þu ana kadar yaþayan beni anlattým, onunla seslendim. Pekala, neden yaþayan "o" larý anlatmýyorum? Yaþam sadece benden oluþmuyor ki. Diyalog diye bir þey icad etmiþ üstadýn biri. Birkaç kiþi konuþmalý, bunu denemeliyim. Özetle kurgulamayý yani. Olmayan bir þey belki. Daha gerçekleþmemiþ olan. Böyle yazmanýn baþka bir faydasý olabilir. Eðer hiçbir þey olamazsam "Bakýn
52
böyle böyle demiþtim, aha da oldu" derim. Saygý duyarlar bana. Adam zannederler. * -Daðlarca' nýn hiçbir þiir kitabýný okumadým. Bundan utanmýyorum ama okumuþ olsaydým daha iyi olurdu, bunu biliyorum. Geçenlerde haftalýk bir haber dergisinde kendisiyle hasta yataðýnda yapýlmýþ bir röportajý okudum. Daha önce de okumuþtum böyle birkaç söyleþi. Þiir üzerine görüþlerine çok önem veriyorum, çoðuna da katýlýyorum. "Þiir, düþüncenin en özgür yerindeki kýmýldamadýr" diyor. Alkollüyken tek satýr yazmamýþ. Hep öyle sanýlýr oysa. Þairlerin elinde þarap þiþesiyle sevgiliye dizeler düzdükleri… Entelektüel insanlarýn alkolle þiiri birbirine yakýn tutmalarýný hiç anlamadým. Edip Cansever þiirlerinde içkiden bahseder sýkça, hatta "Ben Ruhi Bey Nasýlým" kitabý anason kokar. Ama o da sarhoþken yazmazmýþ. Okuma eyleminde tercih ediliyor daha çok içki. Üniversite ortamlarýnda okur yazar gençliðin ürettiði bir kavram vardýr. "þarap- þiir" "Hey dostum bu gece þarap þiir yapalým mý?"denir. Þarap içilir, þiir okunur. Yerine göre ýþýklar söndürülür, mumlar yakýlýr. Mekanda tütsüden midesi bulanan yoksa tütsü dumaný teneffüs edilir. Zaman ilerledikçe yanýtsýz aþklar, terk ediliþler ortaya çýkar. Gözyaþlarý þaraba karýþýr. Çakýrkeyif olunmaya baþlanýnca þiir kitaplarý þarap lekesi, sigara yanýðý ve gözyaþý istilasýna uðrar. Kaðýtlar kabarýr. Þiirler yavaþ yavaþ bir kenara konur, aðlamalar zýrlamalara dönüþür. En sonunda birileri mutlaka kusar. Kusmuk hayatýn bir gerçeðidir(!) Ertesi güne okunan þiirler pek akýlda kalmaz. Kim kaçýncý þiþede sarhoþ olmuþtur, kim dayanýklýdýr o konuþulur. * -Bir gün, Nazým Hikmet'in en büyük Türk þairi olduðunun kayýtsýz þartsýz kabul edildiði öðrenci ortamlarýndan birinde oturuyorduk. Gökyüzüne boþ boþ bakarken arada sýrada da okuduðumuz kitabýn kaçýncý sayfasýnda olduðu-
derkenar
muzu rapor ediyorduk birbirimize. O sayfaya kadar neler olmuþ ve oraya kaç günde gelinmiþ. Kimin amcasý ne kadar hýzlý okurmuþ, kimin komþusunun evinde tuðla gibi kitaplar varmýþ. Bu sýrada fakültedeki hocamýz karþýlaþtýrmalý edebiyat baþta olmak üzere bir çok þeyin de uzmaný olan Doç. Dr. Deniz Þengel yanýmýza geldi. Herkesin "Tabi ki Nazým Hikmet'tir" diye atýldýðý sorusuna hayýr anlamýnda baþýný sallayarak (acý acý da gülümseyerek) kendisi cevap verdi: "Okumuyorsunuz çocuklar, en büyük Türk þairi Fuzuli'dir" demiþti. "Fuzuli kim yahu?" diyenler oldu sessizce. "Haa ben biliyorum ya biliyorum" dedim. "Leyla ile Mecnun'u yazan adam. Filmi vardý ya televizyonda. Orhan Gencebay oynuyordu. Gülþen Bubikoðlu'nu taþlýyorlardý hani…" * -Çay her zaman þiirsel gelmiþtir bana. Halk þiiri. Çay kaþýðý: tezene… * -Þairleri yazý masalarýnýn dýþýnda genellikle sýkýcý buluyorum. "Onlar hayal kýrýklýðýdýr." demiþti bir hocam. * -Mizah yapmasý zorunlu deðildir þairin. Ama þair mizahtan anlamalý. Cemal Süreya'da ikisi de vardý. Büyük þairdi. * -Mustafa Denizli "Ýyi savunma yaparsan iyi takým olursun, iyi hücum yaparsan büyük takým olursun" demiþ. Þiirde de ayný. Þiir, boyuna atak yapacak. Seyir zevki verecek. * -Futbol, þiire yakýn bence. Stadyumun içindeki. Sesiyle, ýþýðýyla. Georghe Hagi mesela, futbolcuyken tepeden týrnaða þiirdi. Estetik, enerjik, hýrslý, agresif, ahenkli, samimi, çocuk ve coþkun. * -Metin Üstündað, iyi þair. Minnacýk büyük þiirleri var. Þiir yazan olmaktansa þiir söyleyen olmak daha caziptir benim için. Met üst þiir söylüyor. Þiir söylemek ne güzel. Artýk her türkü çýðýrana ozan diyorlar. Ozan þiir söyler. Met Üst mizahýn deðirmen taþýnda durur. "insan mý hünerli olta mý akýllý balýk mý aç" Üç satýrda dünya tarihi, felsefe tarihi.
* -Sürpriz. Bu kelime Ýngilizce. Türkçe olsaydý daha çok severdim. Þiirde daha çok seviyorum sürprizi. Bir bakmalýsýn ki deðiþivermiþ cümle. Þaþýrmalýsýn. Alt dizeye geçtiðinde þimþek çakmalý. Dizeyi tek baþýna okuduðunda anlamýný saklamýþken kendine. Paylaþýlýnca baþka þeyler söylemesi….off. Hep buna özendim. Gözümün önünde pastanýn içinden çýkan kovboy. * -Ýyi þiir dedikleri þeyin tanýmýný herkes kendine göre yapýyor. Benim de kendim için bir açýklama biçimim var. Sayfada onunla karþýlaþtýðým zaman, huzurlu bir ailenin yan odadan gelen þen kahkahalarýný duyar gibi oluyorum. Ýyi þiir bana mutlu geçmiþ bir çocukluðu hatýrlatýyor. Dizeleri birer birer sindirdikçe sevdikleri için mutfakta çay demleyen bir annenin telaþý geliyorsa aklýma, o þiir her zaman bende kalýyor. Bu nasýl anlatýlýr, biraz umut barýndýrmalý galiba içinde. Öfkeli de olsa evlatlarýný okula gönderirken oðlanýn yakasýný düzelten babanýn yaþama sevincini taþýmalý. Aðlamaklý da olsa þiir, aðlamanýn verdiði rahatlamayý içermeli. Kýrýp dökse de bir þeyleri, gönül almayý bilmeli. Þükretmek mesela. Ýyi þiir, þükretmeyi anýmsatmalý. * -Yazarken aklýma küçük Ýskender'in þu sözü geliyor sýk sýk: "Öyle duygulandým yazdým, sinirlendim yazdým, olmaz " ne çok etkilemiþ beni bu cümle. Þiirin, salt duygusal abilerin alemleri etkilemek için "Allah'ým ne kadar içliyim, kalbimi satýrlara döktüm, çaðlýyorum adeta…" tavrý ile üç dakika on beþ saniyede döktürdüðü þeylerden ibaret olmadýðýný anlýyorum. Eskiden öyle zannederdim. Ben yazardým, kýz arkadaþlar "Ay ne hassas çocuk, bak neleri de düþünmüþ" derdi. Yok öyle yaðma. Diyeceksiniz ki, becerebiliyor musun emek vermeyi, ders çalýþýr gibi þiir çalýþmayý ve bundan hiçbir komþu kýzýnýn haberinin olmamasýný kaldýrabiliyor musun? Alkýþtan vazgeçebilen beri gelsin fakat þair yüzde yüz haklý. Bu ahenk iþi; sabaha kadar örmek gerek. Örümcek gibi olmalý. Yola çýktým iþte. Uðraþmaktayým. En azýndan uðraþmak beni sevindiriyor. Þiirle iþtigal etmek.
53
derkenar
Cemal Süreya’da biçim ve öz Atanur Memiþ Ýkinci Yeni þiirinin kapalý ve anlaþýlmaz olarak eleþtirilmesinin ana nedenleri dönem þairlerinin alýþýlmýþ biçimlerin dýþýna çýkmalarý ve anlamý ya da doðrudan söylemeyi ikinci plana itmeleridir. Bu þiir yeniliði de biçim ve öz tartýþmalarýný gündeme getirmekte gecikmemiþtir. Ýkinci Yeni þairleri arasýnda adý en çok anýlanlardan olan Cemal Süreya, yazýlarýnda bu konuya da deðinmiþ ve biçimin þiirdeki yerini saðlamlaþtýran ama özü de biçimin içine yerleþtiren bir tavýr sergilemiþtir. Süreya, biçim hakkýndaki görüþlerini, "Biçimi Anlamak"1 adlý yazýsýnda etraflýca dile getirir. "Þiirin tarihi þiir biçimlerinin tarihi olmuþtur." sözüyle biçimin þiirin en önemli göstergesi olduðunu vurgular. Biçime önem vermenin ise salt biçimciliðe indirgenmesini yanlýþ bularak, biçimin, þiirin özünden ayrýlamayacaðýný savunur. Bu görüþünü, Baudelaire'in "Tu reclamais le soir, il descend, le voici"dizesinin "Akþam diyordun iþte oldu akþam." çevirisini temel alarak destekler. Baudlaire'in dizesinde denen þey, söyleyiþ biçiminin dýþýnda bir þey deðildir. Süreya, bir çeviride söyleyiþ biçimi bir kenara býrakýlýp sadece öz aktarýlmaya çalýþýldýðýnda þiirin ortadan kalkacaðýný düþünmektedir. Bu konuda, hep tartýþýlagelen þiirin çevrilip çevrilemeyeceði konusundaki tavrýný ise, Jean Cocteau'nun sözüyle ortaya koyar: "Bir þiir baþka bir dile çevrilemez. Hatta yazýldýðý dile bile." Yalnýz özün bir þiiri kuramayacaðýný ama sadece biçimin bir þiiri kurabileceðini düþünen þair, bu görüþünü ise Orhan Veli tarafýndan çevrilen, Charles Cros'un, sadece biçimden ibaret görünen "Çirozname" adlý þiiriyle örnekler. Söz konusu þiir, biçimin nereye kadar gidebileceðini gösteren 'marjinal' bir örnektir. Þiirin, tamamen biçimden oluþmasý, biçimin sýnýrlarýný fazlasýyla zorlamasý þiirin baþarýsýný engellememiþtir. ÇÝROZNAME Beyaz kocaman bir duvar - çýplak mý çýplak Üzerinde bir merdiven - yüksek mi yüksek Duvar dibinde bir çiroz - kuru mu kuru
54
Bir herif geldi elleri - kirli mi kirli Tutmuþ bir çekiç bir çivi - sivri mi sivri Bir büyük yumak da sicim - zorlu mu zorlu Çýktý merdivene derken - yüksek mi yüksek Mýhladý sivri çiviyi - tak tak da tak tak Duvarýn ta tepesine - çýplak mý çýplak Attý çekici elinden - düþ Allahým düþ Taktý sicimi çiviye - uzun mu uzun Astý ucuna çirozu - kuru mu kuru Ýndi merdivenden tekrar - týkýr da týkýr Sýrtýnda çekiç merdiven - aðýr mý aðýr Çekti gitti baþka yere - uzak mý uzak O gün bugündür çirozcuk - kuru mu kuru Mezkûr sicimi ucunda - uzun mu uzun Nazikçe sallanýr durur - durur mu durur Ben bu hikâyeyi düzdüm - basit mi basit Kudursun bazý adamlar - ciddi mi ciddi Ve gülsün diye çocuklar - küçük mü küçük Süreya, biçimsiz þiir olamayacaðý, en özcü, en mesaj kaygýsý güden þairlerin bile, amaçlarý uðruna biçimden yararlandýðýnýn altýný çizer: "Ama nedir, dünyada biçimi olmayan bir þiir yazýlmadý galiba…. Demek ki þu var: biçimden hiç vazgeçilemiyor, þimdiye dek vazgeçen de görülmemiþ." Süreya, biçimin ayný zamanda kiþilikle ilgili bir unsur olduðunu belirtir: "Hem cins sanatçýlarda sanat eserinin biçimi sanatçýnýn salt kiþiliðine iliþkin bir þeyden, 'üslup'tan ayrý olmuyor. Bu daha çok þiirde böyle. Çünkü þiiri doðuran kiþisel biçimlerdir." Bu anlamda özgün biçimlere ulaþmak, þiirde kiþilik edinmenin ve kalýcý bir þair olmanýn da yolu olmaktadýr. Süreya, biçimsiz þiir olamayacaðýný savunurken özün biçimin içinde saklý olduðunu dile getirir. Biçim, þairin kiþiliðiyle, üslubuyla birleþtiðinde,
derkenar
onu þiirden ayýrmak mümkün deðildir. Oysa, biçimlere yaslanmama iddiasýnda olan öz, þiirden çok kolay çýkarýlabilmektedir. Sözgelimi, bir kaðýda yazýlýp, 'bu þiirin özü budur' denilebilir. Süreya, þiirde öz-biçim ayrýmý yapanlara da karþý çýkar. Ona göre, eðer biçim, özü savunanlarýn anladýðý tarzda, özün dýþýnda bir öðe olsaydý, ayný fikri savunan her þairi ayný kefeye koymak gerekirdi. Bu da, sanat eserinin özgünlüðü ilkesine uymayan bir tutumdur. "Þiirlerindeki asýl sanat, -ayný eðilimi paylaþan þairlerin- birbirlerine benzememeyi baþardýklarý noktaya yakýn bir yerden, þiir bakýmýndan daha üst bir kesitten sonra baþlayacak. Yine biçimin imkanlarý gelecek bu þairleri kurtaracak. Çünkü bir þiiri þiir eden o þairin genel fikir eðilimi deðil, onun kiþiliðinden ayrý olmayan özel perspektifidir. Yani biçim." Bu sözlerden de anlaþýlacaðý üzere, biçim, ayný zamanda þairin 'özel perspektif'i; onu þair yapan, diðerlerinden ayýran önemli bir özelliðidir. Süreya'nýn "Ufak Özler Biçimin Ýçindedir"2 yazýsý, yukarýda ele aldýðýmýz "Biçimi Anlamak" adlý yazýsýnýn devamý niteliðindedir. Bu yazýsýnda daha çok þiirin diðer edebiyat dallarýyla biçim açýsýndan farklýlýðýna deðinir. Roman, tiyatro ve sinemanýn biçimi bu sanat dallarýnýn tekniðine baðlý unsurlarken þiirde biçim, kendi tekniðini fazlasýyla aþmaktadýr. Bu durumu, tamamen þiirin diðer edebiyat dallarýndan farklý bir sanat dalý olmasýna baðlayan Süreya, þiiri bu açýdan þöyle tanýmlar: "Çünkü þiir, özellikle, bir biçim sanatýdýr." Süreya, ayný yazýsýnda, sadece biçimden ibaret gördüðü "Çirozname"yi yeniden ele alýr. Onda, biçimden doðan bir özün de oluþtuðunu savunur. Þiirin anlatmak istediði olmasa bile, anlattýðý bir hareket, bir öz vardýr. Oluþan bu durum yalnýzca þiirsel bir öz olarak tanýmlanabilir. Süreya, biçimi þairin sýcak ve yaratýcý iç evreninin bir sembolü olarak deðerlendirir. Biçim, 'þairin kiþiliði' ve 'eþyanýn isterlerine' aykýrý deðildir. Dolayýsýyla, dýþ evrene, dýþ gerçekliðe de uygunluk gösterir. Bazen, "Çirozname"de olduðu gibi, tek baþýna bir þiiri meydana getirirken, bazen de Paul Eluard'ýn "Karartma"sýndaki gibi özü sýrtlar, güçlendirir. Süreya, Aragon, Eluard ve A. Arif gibi toplumcu þairleri örnek göstererek, bu
þairlerin görülmek istediklerinin dýþýnda, aþýrý derecede biçimci olduklarýný savunur. Çünkü biçim, özün ve gerçeðin dýþýnda, yapay birtakým 'simetri cambazlýklarýndan' ibaret deðildir. Anlam parçacýklarý, 'ufak özler' de biçimin içerisinde yer alýrlar. Cemal Süreya, "Öz Konuyu Aþar Parantezi"3 adlý yazýsýnda, þiirin salt biçim olmadýðýný, 'en çok biçim' olduðunu belirtme gereði duyar. Biçim-öz tartýþmalarýnýn, toplum veya sanat için edebiyat tartýþmalarýnýn bir uzantýsý gibi ele alýnmasýna karþý çýkar. Toplumcu edebiyat, 'özcü' olarak nitelendirilirken, dýþýnda kalanlar 'biçimci' olarak görülmektedir. Bu tarz düþünenlerin dava ve özü birbirine karýþtýrdýklarýný düþünen þair, Keynes'in ekonomide kullandýðý terimlerle bu iki þiirin -özcü þiir ile dava þiirinin- farkýný ortaya koymaya çalýþýr. Buna göre, dava þiiri Keynes'in kullandýðý, 'ex ante' kavramý niteliðindedir. Yani, dava, þiire baþlamadan önce var olan, var olmasý gereken ve tam kesin olmasa bile 'ana çizgileri belirgin bir potansiyel'dir. Oysa öz 'ex post', bir sonuçtur. Þiir okunup bitirildikten sonra kendini gösterir. Süreya, Orhan Duru'nun bir mektubunda, "Bir þiirin biçimi onun özü deðil midir zaten" sözüne yaptýðý eleþtirilere, ayný görüþleri savunduðu Sezai Karakoç'un mektubuyla cevap verir. Karakoç mektubunda, þiirin özüyle, þiirin daha çok fikir yaný olan 'mânasý' arasýnda fark olduðunu belirtmektedir. Karakoç'a göre, yeni 55
derkenar
þiirde ne biçim 'þekil' anlamýna, ne de öz 'fikir' anlamýna gelmektedir. Bu anlamda, þiir, kimileri sadece birini savunsa da, ne öz ne de biçimdir. Öz, önceden bilinçaltý olaylarý þiire girmediði için, yalnýz fikir olarak varken; biçim ise -vezin gibidýþtan gelen bir unsurdur. Ayrýca, önceki þiirlerde yer alan, mazmunlar ve kelime sanatlarý da fikir ve þekil gibi, diðer bir tür þiir dinamiðidir. Günümüzdeyse, öz, fikirden kopup ayrýlmýþ, dýþtan bir öðe olmuþtur. Biçimleþmiþtir. 'Ýçten gelen biçim kaygýsý' ise özle birleþmiþtir. Biçim, bir anlamda, özü ortaya koymaya baþlamýþtýr. Özleþmiþtir. Mazmunlar ve kelime sanatlarý ise deformasyonlara uðrayarak, bazen biçime, bazen de öze dönüþmüþtür. Sonuçta, günümüz þiirinde öz, biçim ve kelime oyunlarý 'yoðun þiir'i ortaya çýkarmýþtýr. Bu bakýmdan yeni þiirde ayrý ayrý ne biçim ne de öz mevcuttur. Düz yazýdan uzaklaþmayý, cümle yapýlarýný bozmayý, 'deformasyonu', yeni þiirin bir gereði olarak gören Süreya, kimi zaman bu anlamda fazla ileriye gidildiðini belirtir. Örneðin, Oktay Rifat'ýn "Perçemli Sokak"ýnda deformasyon þiirin noktasýný bulmayý güçleþtiren bir unsur olmuþtur. Oysa, Jean Cocteau'nun içinde "Kapalý Kedi" imajý geçen þiiri, okuyaný huylandýrmayý baþarmaktadýr. Süreya, Andre Theriue'in, La Table Ronde dergisinde yayýmlanan "Nonfiguratif Edebiyat" yazýsýnda soyut sanatý yermesine ve bu tür þiirlerin bin yýl sonranýn kitaplarýnda ilginç birer deneme olarak kalacaðýna iliþkin sözlerine tepki gösterir. Süreya'ya göre, biçimin imkanlarýný zorlamanýn, deformasyonun önü açýktýr. Bununla birlikte, yeni þiirin doðrudan doðruya letrizme benzetilmesine de tamamen karþý çýkan þair, biçim arayýþýnda da bir estetik tat, bir saf þiir þartý aramaktadýr.
DÝPNOTLAR 1
Cemal Süreya, "Biçimi Anlamak", Pazar Postasý, 15 Eylül 1957; Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000: 215-217. 2
Cemal Süreya, "Ufak Özler Biçimin Ýçindedir", Pazar Postasý, 22 Eylül 1957; Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000: 217-218.
Hayali modernlik
Tarihsel gerçeklikten çýkan modernlik, bir öz olmaktan öte bir fenomendir. Hem de tarih ve toplum içine gömülerek görünüm kazanan, çeþitli kurumlara, teknolojilere, simgelere (anlamlandýrma söylemlerine), bilme biçimlerine ve yaþama tarzlarýna dönüþen bir fenomen. Oysa Batý-dýþý toplumlarda ne endüstri devrimi yaþanmýþtýr ne de aydýnlanma geleneðinin özgün bilimsel ve düþünce devrimleri. Modern toplum olmadan modernlikten bahsedilmektedir. Böylesi bir yerde hayali modernlik or taya çýkar. Çünkü modernlik, modern toplumun bir karþýlýðýdýr. Bu toplum biçiminin örgütlenmesi, iliþkileri, üretim biçimleri ve nesnel koþullarý olmadan modernlikten bahsetmek mümkün deðildir. Kýsaca modern toplum olmadan modernite olamaz. Bu nedenle Batý-dýþý toplumlarda modernlik, özgün tarihsel koþullarýn bir ürünü olarak or taya çýkmayýp, aydýn ve yöneticilerin önderliðinde geliþtirilen bir hayaldir.
3
"Öz Konuyu Aþar Parantezi", Pazar Postasý, 20 Ekim 1957; Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000: 223-225.
56
Hayali Modernlik - Türk Modernliðinin Ýcadý, Ergun Yýldýrým, Ýz Yayýncýlýk, Düþünce
derkenar
Þiir ve gerçeklik: Özdemir Ýnce’nin poetikasýný anlamak ya da kýsa bir marksizm eleþtirisi
Ümit Aksoy Her þeyden önce söylenmesi gereken nokta Ýnce'nin, bir Kemalist olduðunun bu yazý boyunca sürekli olarak aklýmýzda tutmamýz gerektiðinin hatýrlatýlmasý olacaktýr. Bu durum, onun düþünsel pozisyonunu belirleyen unsurlarýn baþýnda geliyor ve dolayýsýyla bizler de, yazýlarýn altýndaki dip akýntý olarak okuyabiliriz bu durumu. Ve tabii ki, belirtmeye bile gerek yok belki ama, Ýnce kelimenin en gerçek anlamýyla "iyi bir batýlý" olarak karþýmýza çýkmaktadýr. (Bu durumun doðal bir sonucu olarak da, Özdemir Ýnce, geleneði bir baský unsuru olarak görmekte ve geleneðin kaynak teþkil eden bir tarafýnýn olduðunu söylemekle birlikte yine de bu durumun, bizim geleneðimiz örneðinde de ortaya çýktýðý üzere, bu zamana aktarýlamayan bir durum arz ettiðini söylemekten de geri durmamaktadýr. Dolayýsýyla da asýl gelenek (birikim), 1923 sonrasý ortaya konulanlarýn meydana getirdiði gelenektir Ýnce'ye göre.) Biz de bu yazý boyunca yazarýn söylediklerini üç bölüme ayýrarak aktaracaðýz sizlere. Önce þiirle gerçeklik arasýndaki iliþkiyi anlatmaya çalýþacaðýz. Daha sonraysa kendisinin Ýkinci Yeni þiirine dair söylediklerini, son olarak da kendisinin yapýsalcýlýk eleþtirisini vermeye çalýþacaðýz. Gerçek ve þiir: Bir ipte iki cambaz
"Þair, toplumcu gerçekçiliðin deðiþmez özelliklerini sanatsal bir bilince dönüþtürdüðü zaman, ne bireyciliðe ne de karamsarlýða düþer." Ýnce toplumcu-gerçekçi bir þair. Bu anlamda toplumsal þartlardan baðýmsýz bir üretimin yapýlamayacaðýný düþünen Marksist estetik kuramýna dahil edilebilir söyledikleri. Bu kuramýn, hepimizin bildiði üzere, söylediði þeyler "nesnel gerçeklik"in merkeze alýnmasý noktasýnda yoðunlaþmaktadýr ve dolayýsýyla da Ýnce'nin de durumu
bundan farklý bir özellik göstermemekte. Bu anlamda Ýnce'ye göre ancak bireyci olmayan yazar, özneye sýðýnmamýþ þiir yazabilir; çünkü yine ancak bu kiþi, özne ile nesnenin bütünlüðünden kopmamýþ ve nesneden kopmamýþtýr. "Çünkü nesneden kopup özneye sýðýnmanýn, ikisini karþý karþýya getirmenin bir metafizik, bir gizemci davranýþ olduðunu bilir." gerçekçi þair. "Bilindiði, gibi metafizik, nesnelerde sonsuz ve deðiþmez saydýðý özü, kurgu yoluyla bulmaya çalýþýr; olaylarýn kimi yönlerini abartýr ve sýklaþtýrýr öbür yönlerini görmez yada görmezlikten gelir, nesneleri durgun olarak ele alýr, … gerçeðin deðiþken ve geliþken olduðunu … anlamaz." Görüldüðü üzere özneye sýðýnmak nesnelin görmezlikten gelinmesine tekabül etmektedir. Böyle bir durumsa, olsa olsa, büyüsel bir tat verir bizlere. Büyüyse sahte ve yalandýr. Bu yalansa, bizi içinde yaþadýðýmýz gerçeklikten koparmaktan baþka bir þey yapmaz. Ýnce'nin kitap boyunca övdüðü, çevirilerini yaptýðý bütün þairler toplumcu þairlerdir ve onlar "düþler dünyasýnda" yaþamayan, "çaðýnýn gerçek57
derkenar
lik ülkesinin yurttaþý olmayan" insanlardýr. Bu anlamda Ýnce'nin beslendiði eleþtirmenler tahmin edebileceðiniz gibi, Lukacs, Boris Suçkov, Moissej Kagan gibi Marksist-toplumcu eleþtirmenlerdir. Bütün bunlara raðmen sanat, yine de, Ýnce'ye göre, gerçeklikle özdeþ deðildir. Diðer bir deyiþle, gerçeklik tamamen bir yansýmanýn ürünü olarak belirmez þairin zihninde. Bu anlamda da, gerçekçiliðin daha çok þiirde deðil de romanda ortaya çýktýðýnýn altýný çizer Ýnce. Þairin ve þiirin gerçekçiliðiyse, yaþadýðý zamandaki toplumsal durumlara tercüman olabilmesi anlamýnda bir gerçekçiliktir. O, bu toplumsal durumu, imge üzerinden bir anlatýmla dile getiren kiþidir. Ýnce'ye göre gerçekçi þiir, bir tarih köprüsüdür. Bu anlamda da bu þiir gelenekçidir ama bu gelenekçilik, "öznelci-gizemci-metafizik þaire özgü bir tutuculuk" özeliðine sahip bir gelenekçilik deðildir ve dolayýsýyla da Ýnce'nin gelenekçiliði, dinamik ve hareketli bir gelenekçiliktir. "Kopukluða deðil sürekliliði" inanýr. Bunun yaný sýra gerçekçi þiir, ahlakçýdýr da: "Kötüye karþý iyiyi, savaþa karþý barýþý, karanlýða karþý aydýnlýðý" savunur. Burada dikkat edilmesi gereken noktaysa seçilen bu kelimelerin aydýnlama geleneðinin birer ürünü olduðu gerçeði olduðunun hatýrlanmasý olacaktýr. Bu durumsa, bir kez daha, Ýnce'nin batýlý tavrýný açýða vurmasý anlamýnda önemli bir olgu olarak karþýmýza çýkmaktadýr. Ýkinci Yeni ve ötesi: Bir bunalýmýn öyküsü
Özdemir Ýnce'nin toplumcu-gerçekçi duruþunun sonuçlarýndan birisini de Ýkinci Yeni þiirine bakýþýnda da görmek mümkündür. Ona göre ozan dille yýkanýrken düþünce, toplum ve gerçeklikle yýkanmaktadýr aslýnda. Bu, bir kaðýdýn ön ve arka yüzlerinin birbirinden ayrýlmamacasýna bir arada olmasý gibidir. Bu anlamda yazara göre, Ýkinci Yeninin duruþu þiire "saçmayý" karýþtýrmalarý yada karýþmasý olarak okunabilir. Ýkinci Yeni, anlamý "ötelemiþ" ve yok saymýþtýr. Böyle bir karþý çýkmanýn sonucunda ise, artýk dille yýkanmak mümkün deðildir. Saçma olanda, sessel bir takým özellikler bulunsa bile bunlarýn bir anlama tekabül etmezler ve Ýnce'nin önemsediði toplumsal
58
(nesnel) gerçekliðin yansýmasýný bulmasý anlamýnda bu þiirin ifade ettiði bir deðer bulunmamaktadýr. Þaire (yazar mý demeliydi yoksa!) göre, ikinci yeni "sanatýn, iletiþimsel, aydýnlatýcýyapýcý, eðitsel, haz verme ve kültürel iþlevini kapý dýþarý" etmiþtir ve bu anlamda da bu olayýn (sapmanýn) bir kez daha yaþanmasý mümkün deðildir. Bunun nedeniyse, Ýkinci Yeniyi meydana getiren þartlarýn ayný olmasýyla birlikte, o dönemin estetiksel bunalýmýn bugün söz konusu olmamasýndan dolayýdýr. Ýnce'ye göre þair yeni duygular bulmamalýdýr. O, herkesin yaþadýðý duygularý kullanmalýdýr þiirinde ve bu duygularýn kendi duygularý olmamasýna bir ödev bilinciyle özen göstermelidir ayrýca. Buradan bakýlýnca da Ýkinci Yeni þairleri, kendi bunalýmlarýnda kaybolup giden nihilistlerden baþka bir þey deðildirler. Onlar, ne iþçi sýnýfýnýn ne de burjuvanýn yanýndaydýlar. Bu anlamda da, onlar sýk sýk "bunalýrlardý" ve kendi dertlerinden dolayý baþkalarýnýn seslerini duymalarý mümkün deðildi. Dolayýsýyla da bu þiirden politik bir bilinçte bir türlü peydah ol(a)mamýþtý. Ýnce, Ýkinci Yeniyi deðerlendirirken iki kilit sözü ele almaktadýr. Bunlardan ilki, Cemal Süreyya'nýn "Þiir geldi kelimeye dayandý."; bir diðeriyse "Þiir sözcüklerle yazýlýr; fikirlerle deðil." diyen Mallarmé'nin sözüdür. Yazar bu iki tümcenin, þiiri ve þairi "çýkmaz bir sokaða" götürdüðünü söyler. Yazara göre, "sözcükler, nesnel gerçekliðe düþünce aracýlýðýyla" baðlýdýrlar ve bu iliþkide de önce gelen, egemen olan unsur nesnedir. Yani ev'e kuþ, kuþ'a ev dememiz, ev ve kuþ'un nesnel varlýk ve süreçlerini deðiþtirmez. Bu nedenle, sözcük'ü anlamadan, düþünce ve duygudan soyutlamamýz olanaksýzdýr. Evet, þiir sözcüklerle kurulur yazara göre ama bu, ancak ve ancak, sözcüklerin "nesnel gerçeklikle olan baðýmlý iliþkisi içinde" bir anlam ifade etmektedir. Aksi durumdaysa þiir, baðlamýndan soyutlanmýþ ve ozanýn iþini ise sözcüðe indirgemiþ olmaktayýzdýr. Cemal Süreyya'nýn bu sözü yazara göre, Ýkinci Yeninin ayrýkotlarýyla sarýlmasýnýn ve yetkinleþmesinin baþlýca sebeplerindendir. Týpký bunun gibi Edip Cansever'in "Mýsra iþlevini yitirdi." sözü de Cemal Süreyya'nýn ifade ettiði bu durumum bir tezahüründen baþka bir þey deðildir. Yazara göre dizeyi þiir için engel görmek; cümleyi
derkenar
düzyazý için engel görmekle eþ düzeyli bir hataya sahiptir. Cansever'e göre artýk "Þiiri usla okumalý ve biriktirmelidir; mýsra ile deðil." Yazara göre ise bu durumun sonucunda, okuyana bir þey anlatmayan ve bilinç altýnýn diplerine inerek oralarda boþ boþ dolaþan gerçeküstücülerin pozisyonlarýna anýmsatmaktadýr bize. Bütün bunlardan sonraysa, tahmin edebileceðiniz üzere, þiirin çýkmazda olduðunu dile getireceklerdir ikinci yeni þairleri. Ve bunu da Turgut Uyar yapacaktýr. Uyar'a göre þiir çýkmazdadýr; çünkü insan çýkmazdadýr ve bu durum iyi bir durumdur; çünkü bu durum yeni bir imkan sunmaktadýr bizlerin önüne. Yazarýmýzsa bu yorumun ilk kýsmýna deðil ama ikinci kýsmýna yani bu durumun iyi bir durum olduðu yorumuna katýlýr. Ýlk cümleye, yani þiirden dolayý insanýnda çýkmazda olduðu yorumuna ise katýlmaz yazar; çünkü (bu yorumu doðru kýlacak bir anlamý ifade etmesi anlamýnda) bilimsel düþüncede birebir tekabüliyet bulunmamaktadýr. Dolayýsýyla da evet, þiir çýkmazda olabilir; ama bu insaný çýkmaza sürüklemektedir. Bu, olsa olsa, ikinci yeninin "bunalým takýlan" tiplerinin karamsar bakýþlarýndan baþka bir þey deðildir. Bilimsel düþünen yazar ise, böyle bir nedenin böyle bir sonucu vermeyeceðini gayet iyi bilmektedir. Yazarýn iyi bulduðu tarafsa, bu çýkmazýn "güzel" olduðuna dair yapýlan yorumdur. Bu çýkmaz güzeldir; zira bu durum, bize "deðiþimi" vaat etmektedir, buysa duraðanlýðýn kapý dýþarý edilmesi anlamýna gelmektedir ve yazarýmýz tarafýndan desteklenmektedir bu anlamda. Çýkmazýn güzelliði yazarýmýzý da cezp etmektedir. Kýsacasý Ýnce, genel olarak, Ýkinci Yeninin anlayýþýnýn, bir sapma durumu olduðunu ve þiirimizde de geçici bir durum olduðunu söylemektedir. Yazar onlarýn þiire kattýklarýný inkar etmemekle birlikte, durduklarý yerin "gerçekçi" bir yer olmadýðýnýn altýný kalýn harflerle çizmektedir. Yapýsalcýlýk ne yaptý?
Bu üçüncü bölümdeyse yapýsalcýlýktan bahsetmeye çalýþacaðýz kýsaca. Yazara göre yapýsalcýlýk, on dokuzuncu yüzyýlýn sonlarýnda ortaya çýkan ve idealist bir yapýda ileri sürülen ruhbilim anlayýþýyla birlikte ortaya çýkan bir düþünce ekolüdür. Buna göre, dilbilimsel yapýsalcýlýk, ele aldýðý
konuyu onun baðýmlý bulunduðu yapý (dilsel bütün) ile açýklamaya çalýþýr. Her dilin, kendisine özgü bir yapýsý vardýr ve bütün elemanlar (kelimeler, cümleler, yorumlar) bu dizge içerisinde anlamlýdýr. Dolayýsýyla da bir dilde ifade edilen herhangi bir anlam, ancak bu dilin sýnýrlarýndaki yapýnýn bir sonucudur ve yapýsalcý araþtýrmacý da bu dizgeyi çözümleyerek "içkin yasayý" ortaya çýkarmaya çalýþmaktadýr. Bu durumdaysa ortaya duraðan bir kütle çýkmaktadýr. Bu kütle (yapý, süreç, episteme) evrime karþý çýkmaktadýr; çünkü evrimselci görüþün ilerlemeci anlayýþýnýn tersine yapýsalcýlar (daha sonra bütün toplum bilimlerini sirayet eden bir þekilde), o tarih dilimi içerisindeki "anlam dizgesinin", o tarih diliminde her hangi bir evrime izin vermediðini belirtmektedirler. Bir sonraki tarih dilimi (dizge), baþka bir dilimdir (dizgedir) ve bu iki yapý arasýnda mukayese yapmak mümkün deðildir. Çünkü bu yapýlar ancak kendi iç bütünlüðüne sahip bir dizgeyi meydana getirmektedirler ve bu anlamda da kapalý bir havzaya iþaret etmektedirler. Dolayýsýyla da yapýlacak þey, gelenekteki bu yapýnýn dilinin çözülmesi olacaktýr. Yazar, evrimciliðe karþý olmasýndan dolayý, yapýsalcýlýðý eleþtirmektedir. Çünkü yazara göre bu durumda, ortaya "olanýn müdafaasý" þeklinde ifade edebileceðimiz muhafazakar ve statükocu bir durum çýkmaktadýr. "Yapýsalcýlýk evrimi göz önüne almaz. Yapýyý eþzamanlý iç baðlantýlardan oluþan bir bütün olarak görür. Bundan baþka betimleyicidir yapýsalcýlýk, dili bir yapý olarak betimler. Bun niteliklerinden ötürü de metafizik ve idealist öðeler taþýr." Yapýsalcýlar için dil, bütün toplumsal yapýlarýn anahtarýný veren bir anahtardýr. Onlara göre bu dil, yani dizge, çözülürse bütün bir toplumsal yapýda çözülecektir. Çünkü bütün toplumsal yapýlar ayný YAPI'nýn bir tezahüründen baþka bir þey deðildir. Ýnce ise bu duruma, dilbilim alanýnda sýnýrlý kalmasý gereken bu çözümlenin bütün bir toplumsal kodun deþifresine giriþilmesi anlamýný taþýdýðý düþüncesiyle karþý çýkmaktadýr. Çünkü bu durumda bilgi, doðada hazýr halde bulunacak bir nesneye dönüþmektedir. Yapýnýn kendisi þairin ne yazacaðýný belirleyen bir özneye dönüþtürecektir. Bu durum ise, tarihin diyalek59
derkenar
tiðini ortadan kaldýrmakta ve Ýnce'nin de dahil olduðu toplumcu-gerçekçi edebiyatýn önünü týkamaktadýr. "Yazýn bir dil, yani göstergeler dizgesidir: Varlýðý bildirisinde deðil, bu dizgededir." ve bu durum da, eþsüremli bir okumayla ancak açýða çýkartabilir. Diðer bir deyiþle, bir öðe ancak bu dizge içindeki baþka bir öðeyle birlikte düþünüldüðünde bir anlama sahip olabilmektedir. Anlam, duraðan olan bu dizge içerisinde mümkündür ancak. Ýnce"nin kitapta da verilen makaleyi yazdýðý tarih 1983'tür ve o tarihler yapýsalcýlýðýn ülkemizde hýzla yayýldýðý bir dönemdir. Bu yayýlmaysa tam da bu toplumcu-gerçekçi düþüncenin gerilemesinin diðer bir adýndan baþka bir anlama gelmemektedir. Dolayýsýyla da Ýnce'nin belirttiði gibi "zorunlu bir alan savunmasý"dýr bu durum. Bunun dýþýnda Ýnce'nin belirttiði bir baþka eleþtiri de, yapýsalcý eleþtirinin bu yapýtý (nesneyi) anlamaya, dilini çözmeye çalýþýrken yeni bir üst-dil kurduðu þeklindeki itirazdýr. Böylesi bir durum ise, eseri duraðanlaþtýran buna karþýn yorumu canlandýran bir sonucu ortaya çýkarmaktadýr. Burada ise, artýk bir yazardan söz edilemeyecektir: Yazar ölmüþtür. Eleþtirinin "örtmek, nüfuz etmek, soymak" gibi erotik týnýlý sözcükleri bir yandan yapýta sevgi beslerken bir yandan "ýrzýna geçilen" bir nesneye dönüþtürmektedir. Toparlayacak olursak temel olarak yapý gibi bir analiz birimini kullanan yapýsalcýlýk, toplumcugerçekçi edebiyatýn-þiirin önünde bir engeldir ve aþýlmasý gerekmektedir ve Ýnce'nin bütün çabasý bu anlamda konjönktürel bir sorunun üstesinden gelmenin adý olarak okunabilir. - Özdemir Ýnce, Þiir ve Gerçeklik, Ýþ Bankasý Kültür Yayýnlarý, Deneme
Gidiyorum bu
Her þiir kitabý, edebiyat dünyasýnda bir þeyleri yerinden sarsmak iddiasýyla or taya çýkar. Kimi þeylerle ya da birileriyle dalga geçerek, kendine muhalif bir alan bulmak çabasýnda deðildir þiir; aksine, öteden beri var olan muhalif alanýnda kendi söylemini geliþtirerek karþýsýndakini sar(s)mak, dize getirmek, kýzdýrmak, mutlu etmek gibi görevler üstlenir. Ah Muhsin Ünlü, ilk kitabýnýn yedi yýl aradan sonra yapýlan ikinci baskýsýyla, okuyucuyu tekrar karþýsýna alýyor. Kimi zaman okuyucusuna saðlam yumruklar atan Ah Muhsin Ünlü þiiri, kimi zaman da ayaklarýmýzýn yere daha saðlam basabilmesi için bizi yer yüzüne davet ediyor. Modern þiirini damarlarýna geziniyor þair. Þiir okuruna güzel bir hediye: “gidiyorum bu”
Gidiyorum bu, Ah Muhsin Ünlü, Sel Yayýncýlýk, Þiir
60
derkenar
e.e. cummings
e.e. cummings
Sonnets-Actualities VII
Sonnets-Actualities XI
seninki hiçbir çalgý için olmayan ezgi, görülmemiþ abes bir renk seninki
aþkým bir bina inþa etmede çevrende, bir ev narin ve ince, güçlü ve naif bir ev (gülüþünün en müstesna
-benimki satýnalýnmaz hor niyet bu canýmýz konuþan çiçek tarafýndan geçilene dek (eðer þarký bestelemiþ olsam bu güneþi zerre enterese etmez cidden ciddiyetsiz seheri sürdüren yaðmur da ilgilenmez) Gölgeler baþlar
evvelinde) bir zindan mahir ve ýssýz, bir zindan acemi tamamen (inþa etmede buveþu iþte Böyle, aðzýnýn kayýtsýz sihri çevresinde)
saçýn geniþ, esrik kurtçuðunda....
aþkým bir sihir inþa etmede, bir kule somut bir sihirle ve (tahmin ettiðim üzre)
seninkiler benim kaleme almadýðým þiirler.
Çiftçi Ölüm (perilerin sevmediði) aðza inerken
bunda en azýndan ölüme karþý muzafferiz, sessizliðe ve þevkli müzikal
çiçekler aðar Sökün etmez kuleme, kulem
ani hiçbirþeye…. la boca mia "buseledi adam tamamen titreyerek"
iþgüzar, sýradan kuþatýlmýþ gülüþün kaskatý
Veya böyle kurguladý leyli.
(CHIMNEYS) Çeviren: Nurullah Koltaþ
asýlý olduðu yerde
(CHIMNEYS) Çeviren: Nurullah Koltaþ
e. e. cummings
61
derkenar
Mehmet Þah Erincik Ey þair, ey hain Bel kemiðine dayanmýþ bir þeydi Kirli, yapýþkan bir þeydi Aldým ellerimle dünyayý temizledim Bütün topraklarý aldým temizledim Ýyi ettim temizledim. Sordular niçin, Niçinse niçin bir küfür karþý apartmanda yýkanýyordu niçinse niçin gözlerine birikiyorduk dünyanýn doluþuyordu ceplerimize çocuklar. Ters çevirdik boþalttýk Göðsü inip kalktý þarkýlarýn Göðe uzanan bir yaðmur, yere meyilli bir bulut Hepsi, iþte hepsi Bir þair durmadan hain... Ýlk mýsralarýn en ateþlisi kýrmýzý ürkekliði giyip üstüne, o kadýnlara benziyor, o benzersiz hüzünlere, tenhasýndan hadi bakalým bir þey daha çýktý geceden ey þair! ey hain! Sessizliðin ortasýnda ey yüzü karanlýk çatallanmýþ bayýrlarýn kýskývrak durduðu çekilsin fotoðraf, kuyularda bütün insanlarý öldürdüm bütün ve kan, bütün ve çýð bütün ve ironi oh ne güzel ey þair, ey hain! Sonundan baþlayýp anlatmaya sonundan ölümü uyutur dünyanýn gergin yüzü Titrek seslerin dansýndan düþüyordum tatlýydý düþmelerim Ýncecik bir þeydi, duman gibi bir þeydi Her þeye topyekün düþtüm, sevildim Uçurumlar bile sevdi beni inceldim, iyice inceldim adamlarýn soðuk yüzlerinde yýkanýyordu uykular aldým üç uykuyu bir güzel ayýrdým durdum yaný baþýnda bir güzel ayýrdým ölgün bir ýþýðýn altýnda kefenler sabýrsýz üç saniyede bir ölüm, altýda iki, dokuzda üç bir sazýn titrekliði bir sonsuzun çaðrýþýmý kan görmeyi özlüyordum ihanet gördüm kan ve yangýn, oh ne güzel kaygý yüzümü delip geçiyor bir eylül sabahý
62
derkenar
hay þair, vay hain! ýslýk çalsam kim duyar sesimin hýrçýnlýðýný oy hain, sözcüklerin patlamaya hazýrlýðýdýr yüzüm üflenince sura bir kavisten etlerimi kopardým sol yaným kalmadý, biliyorum artýk sol gözüm kör sað yaným korkularda yürüyor, açýk seçik çarþýlar küskün ve otuz iki diþ birden görünüyor ölüm, hay þair vay hain... bütün insanlarýn yakýldýðý oh ne güzel koku baþtan sona üç saniyede bir ölüm, altýda iki, dokuzda üç her gün biraz daha öksürdüðüm.
ÇIKTI
ÇIKTI
DERVÝÞ ve ÖLÜM
DUVARSIZ ODALAR
roman
hikâye
Selimoviç
Cihan Aktaþ
L&M Yayýnlarý
Kapý Yayýnlarý
63
derkenar
Büyükbaba bin piþman Þerafettin Yýlmaz Kazýdan çýkan iskelet büyükbabaya aitti. Bir dakika, sanýrým yanlýþ anladýnýz. Söylemek istediðim, kazýdan çýkan iskelet büyükbabanýn kendisiydi. Ancak keþfimizin bizden baþka kimse için bir anlamý yoktu. Bu yüzden kimseye haber vermedik. Arkeolojik bir deðeri olsaydý, ulusal müzeyi aramayý düþünebilirdik ama büyükbabanýn iskeleti ne evrimcileri ne de karþýtlarýný mutlu edecek bir kanýt deðeri taþýyordu. Benim için bir anlamý vardý. Sýrf bu yüzden babam, sýnýrsýz ýsrarlarýma uzun süre karþý koyamayarak, büyükbabayý odama almama izin verdi. O zaman dünyanýn en mutlu insaný ben olmuþtum. Gerçekten. Büyükbabayla tanýþmak için can atýyordum. Annem onu bu dünyada görmemin olasý olmadýðýný söylerdi her zaman. Bunun için yanýna gitmem gerekiyormuþ. Son derece büyük bir talihsizlik sayýyordum bu durumu. Fakat artýk büyükbabayla birlikte olabilmek için yanýna gitmek zorunda deðildim. Kendisi gelmiþti. Biliyorum, onu nasýl bulduðumuzu merak ediyorsunuz. Yani herkes büyükbabasýyla bu þekilde tanýþmaz. Hemen söylemeliyim ki bu bir zorunluluktu. Depoyu büyütmemiz gerekiyordu. Aksi takdirde malzemeleri koyacak yer bulamayacaktýk. Yeni bir bina inþa etmek zahmetli ve maliyetli bir iþti. Bu yüzden babam depoyu geniþletmeye karar verdi. O zaman küçük bir kýyamet koptu evimizde. Annem karþý çýkýyor, babam ýsrar ediyor, ben hiçbir þey anlamýyordum. Nihayet, uzun bir tartýþmadan sonra, annem karþý çýkmaktan, babam ýsrar etmekten vazgeçti; ben de meseleyi anladým. Mesele, büyükbabanýn, artýk üzerinde hiçbir iþaret kalmamýþ olan mezarýnýn, tam da depoya ek binanýn yapýlacaðý alanda olmasýydý. Bunu öðrenince bir tuhaf oldum, itiraf etmeliyim. Ýtiraf etmeliyim, zira ben öyle kolay kolay bir tuhaf olmam. Bir tuhaf olmam için, senelerce hiç farkýnda olmadan büyükbabanýn mezarý üstünde misket oynadýðýmý, düþmanlarýmý yendiðimi, kendimi keþfettiðimi öðren-
64
mem gerekir. Yani büyükbaba oradaydý. Topraðýn bir kaç metre altýnda belki. Hemen deponun yanýndaki alana koþtum. "Büyükbaba," diye selendim. "Beni duyabiliyor musun, büyükbaba? Senin hakkýnda fazla hikaye dinlemedim. Seni tanýmýyorum. Ama bir þey biliyorum, büyükbaba." Arkadaþlarým çýkardýðým gürültüyü duymuþlardý. Koþup geldiler ve kiminle konuþtuðumu anlamaya çalýþtýlar. Onlara orada büyükbabanýn gömülü olduðunu, bu yüzden artýk baþka bir yerde oynamak zorunda kalacaðýmýzý söyledim. Beni anlayýþla karþýladýlar. Hatta içlerinden biri, "Burayý çitle çevirmeli ve ancak otlar gereðinden fazla uzayýnca koyunlarý içeri salmalýsýn. Daha sýk deðil," dedi. Herkes çok etkilenmiþti. Bunu düþünebilirdim. Ama annemle babam arasýndaki hararetini kaybetmiþ olan müsabakanýn neticesini bilmiyordum. Yine de fazla beklemem gerekmedi. Siz kutsallara saygýsýzlýk deyin, mürekkep yalamýþ takým pragmatizm desin, büyükleriniz kýyametin alameti desinler. Adýný siz koyun. Galip olan taraf babamdý. Ek bina inþaatý için bir parça toprak kazmak gerekiyordu. Fazla derin deðil, þöyle yarým metre falan. Teorik olarak büyükbabanýn bu derinlikte ortaya çýkmamasý gerekiyordu. Hatta ben, fen bilgimden kuvvet alarak, büyükbabanýn magmaya epey yakýn olduðunu, onu dýþarýya ancak büyük bir patlamanýn çýkarabileceðini düþünüyordum. Büyükbabaysa hepimizden farklý düþünüyormuþ. Bunu tahmin edebilmeliydik. Rüzgar o bölgede senelerdir topraðý aþýndýrýyor, yakaladýðý küçük parçalarý aþaðýya, dere kenarýnda pinekleyen koyunlarýn kulak ve burunlarýna dolduruyordu. Bu yüzden büyükbaba derine inmek þöyle dursun her gün biraz daha yukarý çýkmýþtý. Onu topraðýn yirmi beþ santim kadar altýnda, kafasý tuhaf þekilde iyice saða dönmüþ olarak bulduk. Bu hayatýmýn keþfiydi. Þaþkýn ama sevinçliydim. Þaþkýndým, çünkü büyükbabaya bu kadar yakýn olduðumu bilmiyordum. Sevinçliydim, çünkü
derkenar
ona bazý sorular sorabilecektim. Bu kez annemle babam tartýþmadýlar. Onlarla ben tartýþtým. Ayný taraftalardý ve bu yüzden benden daha güçlülerdi. Ama ben de çok þirindim. Önce anneme hücum ettim. En tatlý gülümsemelerimden biriyle onu kendi tarafýma çektim. Böylece gücümüz babamla neredeyse eþit oldu. Babam daha çok iþin tuhaflýðýyla ilgileniyordu. Bir insan ne demeye büyükbabasýnýn iskeletini odasýna taþýmak ister? Gerçekten de tuhaf bir durumdu. Ama benim bir nedenim vardý. Büyük bir neden. Söylediðim gibi, büyükbabaya soracak sorularým vardý. Cevap veremese bile onlarý duymasý gerekiyordu. Ona aslýnda kim olmam gerekirken kim olduðumu gösterecektim. Ne olmam gerekirken ne olduðumu da görecekti. Hepsi de çocukça þeylerdi ama ben büyükbabayý istiyordum. Sonunda büyükbaba benim oldu. Onu odama taþýdým ve bütün gün ter dökerek büyükbabayý masanýn üzerine özenle dizdim. Fakat bir sorun vardý; kafa düz durmuyordu. Bu meseleyle uðraþýrken büyükbabanýn kafasýndan gelen takýrtýlar dikkatimi çekti. Onu elime alýp aþaðý yukarý salladým. Yere bir þey düþtü. Baktým, eski misketlerimden biriydi. Titredim. Demek büyükbaba bana bu kadar yakýndý. Ben onun farkýnda deðildim ama o sürekli beni izliyor ve bana bir þeyler söylemeye çalýþýyordu. Onunla konuþtum. Uzun geceler boyunca hep bir þeyler anlattým ona. Çok þey vardý anlatacak. Giderek sayýlarý artýyordu üstelik. Ve büyükbaba sabýrlý bir insandý. Hep gülümsüyor, sözümü kesmeye çalýþmýyordu. Onunla senelerce konuþtum. Henüz soru sormaya baþlamamýþtým. Her þeyi anlattým. Yaþamam gerekmezken yaþadýklarýmý, yapmak benim görevim deðilken yapmak zorunda kaldýklarýmý, yaþamam gerekirken yaþayamadýklarýmý. Ona beni üzen þeyleri de anlattým. Ona derin bir keder içinde olduðumu, bunun beni hasta ettiðini anlattým. Büyükbaba sabýrla dinledi. Fakat bir zaman sonra yüzünde adeta çakýlý olan gülümsemenin kaybolduðunu, bir çeþit hüznün göz boþluklarýný sardýðýný fark ettim. Yine de büyükbabadan hiçbir söz iþitmedim.
Sonunda anlatacaklarým tükendi, sýra sorulara geldi. Hiç acele etmedim, gece yarýsýna kadar bekledim. Sonra usulca büyükbabaya yaklaþtým. "Farklý olduðumu anladýn sanýrým," dedim. "Bunu biliyordun aslýnda, deðil mi? Baþtan beri biliyordun? Ama sen tüm bunlarý görmezlikten geldin. Üstelik bir deðil iki yanlýþ yaptýn. Ýki kez yanlýþ tercihte bulundun. Benim adýma yanlýþ kararlar verdin. Birincisi için seni affedebilirim çünkü o zaman sadece bizi düþünüyordun. Bu yüzden kalbinden büyük bir parçayý koparýp atmak pahasýna her þeyi geride býraktýn. Ýkincisiyse bencilceydi. Yalnýz kendini düþündün. En kolayý olduðunu düþündüðün þeyi yaptýn. Bizleri bilmediðimiz bir boþluðun ortasýna attýn. Ve þimdi tüm bunlar için piþmanlýk duyuyorsun. Fakat yapabileceðin bir þey yok. Baksana, hareket bile edemiyorsun. Artýk sorumluluk bizim. Þimdi mutlu musun, büyükbaba?" Büyükbaba cevap vermedi. Kulaðýna eðildim. "Buradan gidiyoruz," dedim. "Üstelik seni de yanýmýzda götürmüyoruz." Büyükbabayý yalnýz býraktým. Daha fazla soru sormamýn bir anlamý kalmamýþtý. Ertesi sabah büyükbabanýn olmasý gereken yerde toza dönmüþ bir beden ve kederin küllerini buldum. Büyükbaba gerçekten çok piþmandý.
65
derkenar
Yol havasý Aynur Kulak Bazý sabahlar, genellikle yolculuk öncesinin sabahlarý, gecenin kesintisiz ve kâbussuz uykularýndan biriyle uyanmýþ olsam bile, yorgun uyanýyorum. Henüz çapaklarýndan arýnmamýþ gözlerle seher vaktine doðru gerinen þehir de benim gibi. Yorgun. Þehre daðýlmaya baþlayan insanlar, dükkanlarýn kepenkleri, insanlar için insanlar tarafýndan yapýlan yollar, tüneller, köprüler, viyadükler, yön levhalarý, trafik ýþýklarý da... Hava soðuk. Bu havada yýllýk iznimin kalanýný kullanmak, sýcacýk yataðýmdan çýkýp yolculuk için hazýrlýklara baþlamak akýl kârý deðil. Sýcak bir þehre gitsem bari! Ankara'ya gidiyorum. Hep sýkýcý. Ciddi. Her daim gri. Soðuk. Herkes Ýstanbul'a gelmenin yollarýný ararken babam hep karþý çýktý. Ýnsanlarý çoðu zaman yaþadýklarý þehirlere benzetiyorum. Annem de babamýn peþi sýra hep. Alýþkanlýk anneminki. Baðlýlýk deðil. Sevgi hiç deðil. Çok çalýþtýðýmý, gereksiz yere çok çalýþtýðýmý düþünürüm, her yolculuk arifesi hiç kullanmayacaðým, katýný bile bozmayacaðým giysileri hazýrlarken. Gereksiz yere taþýyacaðým onca yükü. Onca zamaný hiç giymeyeceðim giysilerin kat yerleri düzgün olsun, kýrýþmasýnlar diye harcayacaðým. Neden? Ankara otagarýna iner inmez boðucu, kirli sisin içine girip eve varýnca da babamýn çaprazýndaki koltuða oturup en fazla beþ altý cümlelik "lütfen" gerçekleþtirilecek bir konuþma için. Sonucunda hiçbir zaman tatmin olunmayacak, beklenen cevabýn hiçbir zaman verilmeyeceði konuþmalar… Yorgunum. ... Ýlk yolculuk meydandaki taksi duraðýna. Omzumda bir çanta, ellerimde valizler…Kýþ güneþinin ýlýklýðý var havada. Ama gece yolculuðu olacak benimkisi. Akþama kadar deðiþir havanýn rengi. Gece bambaþka olur. Otobüsün içi sýcaktýr. Terlersin. Otobüsten inersin. Titrersin. Bir mayýþtýrýr, bir kendine getirir. Yol havasý, her an renk deðiþtiren huzursuz bir nefesdir. Uyutmaz. Taksiyle Þirinevler Metrosu'na, Metro'dan Otogar'a… Mesafeler katediyorum. Gece
66
yapacaðým yolculuða karþý, kýsa mesafeler. Düþünüyorum. Katedilen her mesafe neden ürkütüyor beni? Bir an gelir þöyle bir durup geldiðim yöne bakarým. Zaman bir an olur o zaman. Üç yüz altmýþ beþ gün, on iki ay. Haftanýn yedi günü yoktur. Bir an vardýr yalnýzca. O mesafeleri katederken. Katlarken. Yýllar vardýr. Ama durup baktýðýn anda yok olur gider. Anýn çarpmasý müthiþtir. Dehþete düþmekten kurtulamazsýn. Kýrk dakika erken geldim. Hiç þaþmaz benim erkenciliðim. Bu yüzden zamaný beklemeyi öðrendim. Ama erken yol alamadým. Benden yarým saat sonra gelenlerle hep ayný saatte çýktým yola. Zamaný kullanmayý öðrenemedim. Limanlarda. Otogarlarda. Ýstasyonlarda. Bu þehrin duraklarý benim bekleme odalarým... Yorgunluðum arttý ... Ve beklerken gördüm seni. Garýn kalabalýðýna karýþmamýþtýn henüz. Mavi bir arabadan indin. Ýnerken yüzünün ifadesini göremedim. Bagajdan valizlerini çýkarýrken de. Sarý bir mont vardý üzerinde. Gideceðimiz yol kadar uzun ve yol çizgileri kadar beyaz bir atký dizlerine kadar inmiþti. Kývýrcýk saçlarýn vücudunun her hareketinde yaramaz çocuklar gibi hoplayýp zýplýyorlardý. Bekleme salonuna ayný anda girdik. Sen benim önümdeydin. Valizlerin aðýrdý. Yardým etmek istedim sana. Ýsteðimden hiçbir þey kaybetmediðim halde vazgeçtim. Beni görebilirdin. Valizlerini zar zor sürükleyerek yerden tavana kadar olan camýn önüne koydun. Birkaç adým ileri birkaç adým geri gidip geldin yolcular için konulmuþ sandalyelerin önünde. Vücudunu da ayný valizlerin gibi zar zor taþýyordun. Bineceðimiz otobüse baktýn buharlanmýþ camdan. Muavin uzun bir hortumla ön camýný yýkýyordu otobüsün. Montunun cebinden çýkardýðýn ellerinle camýn buharýný silmek istedin. Vazgeçtin. Bir þeyler yapmalýydýn. Ama, ne? Yolcular için konulan sandalyelerin kapýya en yakýn olanýna oturdun. En uca. Mavi araba gazladý, gitti. Vedalaþtýnýz mý mavi arabayý kullananla? Montunun fermuarýný
derkenar
boðazýna kadar çektin. Yerlere deðen beyaz atkýnla boynunu sarýp sarmaladýn. Boynunla birlikte yüzünün yarýsýný da atkýnýn içine gömdün. Kaplumbaða gibi kabuðunun içindesin. Bir zamanlar kanayan, sýzlayan yaranýn kabuðuna gizlendin. Kabuk tutmamýþ kýzýl bir yarayken henüz aklýna gelir miydi hiç o kýzýl yaranýn kabuðuna gizlenmek? Benim aklýma gelmez. Yaran benim yaram deðil. Gözlerini görebiliyorum yalnýzca. Girenlere, çýkanlara, yanýndan kalkýp yanýna oturanlara, naylon iplerle baðladýðý kolisinin üzerine oturan þu adama bakýyorsun. Sen onlara bakýyorsun. Ben sana. Ruhun nerede, kim bilir? Ben bilemem. Adýn Müjde.Yalnýzsýn. Uyurken. Uyanýkken. Güzel rüyalar görürken. En çok da kâbuslarda. Okurken. Yazarken. Mutfakta çorbayý karýþtýrýrken. Çamaþýr makinen bozulduðnda. Taþýnýrken evden eve. Ordan oraya. Bir garda gidenlerin kalabalýðýnda. Bekleme salonunun sýkýntýsýnda. Yalnýzsýn. Ama kimsesizsin diyemem. Ýnsansýzsýn. Kelimen denge. Ya da dengesizlik. Dengesizliði daha çok seviyorsun. Ýçine girdiðin kabuðun aðýrlýðý dengeni bozuyor. Olabilir. Farkýnda mýsýn? Seni görüyorum ben! Ruhunu deðil bedenini. Bedeninin devinimlerini. Sýkýntýlý bekleyiþini. Ýnsanlara bakýþýný. En uçta oturmana raðmen dengeyi önemsemeyiþini. Görüyorum. Adýnýn Müjde olduðunu. Yalnýzlýðýný. Sýrtýndaki kabuðu. Biliyorum, bu bir oyun aslýnda. Benim dýþýmda kimsenin bilmediði, hiç kimseyi içene almadýðým. Bir oyun.
--Bir köþeye çekilerek beklemenin bungunluðuna hazýrlarken kendimi ve buna alýþýk olmama raðmen çok sevdiðim eski bir oyuncaðýma kavuþmak gibi bir þey seni görmek. Oyuncakla oynuyacaðým diye yemek yemeyi bile unutmak ayný çocuklar gibi… Zamanýn sana hiç dokunmadan üstünden akýp gitmesi… Kýrk dakika doldu bile. Þoförün tam arkasýndayým. Koridor tarafýnda. Böyle denk geldi. Bekleme salonunda görmediðim bir kadýn yerleþti yanýma. Bu iyi. Çünkü yan yana oturmak istemem seninle Koltuklarýn arka arkaya dizili olduðu dar otobüsün içinde seni yine de göremeyeceðim belki ama, bu yine de iyi iþte. Muavinle biri konuþuyor. Rica etsek kabul eder belki diyor. Yanýmdaki kadýn bir türlü yerleþemedi. Huzursuzluk veren bir sýcaklýk yayýyor etrafýna. Buram buram. Yanýma oturanlarý, yanýmda duranlarý sevemedim. Bu arada muavin en nazik tavrýný takýnýp yanýmýza yaklaþýyor ve yanýmdaki kadýna; "Afedersiniz! Arkada oturan bayanlardan biri eðer siz de isterseniz yer deðiþtirip deðiþtiremeyeceðinizi soruyor" Acayip seviniyor kadýn. Oturduðu koltuk çok rahatsýz etmiþ onu. Yeni koltuðunun rahat olduðunu biliyor demek. Bir adým sonrasýný bilen insanlara ilenmiþimdir hep. Kadýn buram buram sýcak hava yayarak etrafýna kalkýyor yanýmdan. Sen geliyorsun yanýma. Oturur oturmaz gülümseyip, yolu göremezsem yolculuk yapamam, diyorsun. Huzursuzlanýyorum. Peki, ben ne yapacaðým þimdi? Yanýmdayken sana bakamam. Yanýndakine bakmak ne zordur bilir misin(!)? Boynun aðrýr. Sapar. Tutulur. Otobüsün herhangi bir yerinde, orada bir yerde iþte, benim bilmediðim bir yerde olsaydýn keþke. Orada kalsaydýn. Yolun karþý tarafýnda. Tadým kalmadý. Bildik gecelerden biri yaklaþýyor. Ýçlerine girip çýktýðýmýz ve hýzla arkada býraktýðýmýz þehirler yün yorganlarýnýn altýna girmeye hazýrlanýyor. Her þehrin gecesinin uzantýsýna doðru nasýl da pervasýzca yol alýyoruz. Dümdüz asfalt boyunca yol alýrken, yüzlerce araba ve ýþýk hýzla, gidiþ yolunun aksi yönünde bir yýldýz kaymasý süresince yitip giderken... Sen yanýma oturmamalýydýn. Hikâyen yarým kaldý. Otobüsün ýþýklarý söndü. 67
derkenar
KÜTÜPHANE Mustafa Kutlu'nun her eylülde yayýnladýðý 'uzun hikayeleri'ne bir yenisi ekleniyor. Yazar, tiryaki okurlarýna biraz farklý gelecek bu kitapta, Türkiye'de insanlarýn "ne yapmalý?" sorusuna doyurucu bir cevap bulamadýklarýndan dert yanýyor. 80 sonrasýnda bu soruya ne fertlerden, ne aydýnlardan ne de kurumlardan bir cevap çýkmadýðýna dikkat çeken yazar, darlýk buhranlarýnýn girdabýna kapýlan bir ailenin dramýný, fertlerin birbirinden kopuþunu bu açmaz eþliðinde irdeliyor. Yazar, ülkemizde histeri haline gelen yabancý kültür hayranlýðý, yabancý dil tutkusu (medya dili, tabelalar vs.) sebebiyle, bu tutuma ironik bir cevap niteliði taþýsýn diye eserine Fransýzca 'Chef' adýný seçmiþ. Mustafa Kutlu CHEF Dergâh - Hikâye
Edebiyat Nedir, 20. yüzyýlýn en etkili düþünür Jean-Paul Sartre ve yazarlarýndan Jean-Paul Sartre'ýn EDEBÝYAT NEDÝR 1940'larýn sonlarýndaki kültleþmiþ kitaplarýnCan - Deneme dan. Kuram ve eylem adamý niteliklerini birleþtiren, yazar-aydýn kimliðiyle yaygýn bir etki uyandýran Sartre, döneminde tartýþmalara yol açan bu kitabýnda edebiyat kavramýný 'yazar', 'yazarýn görevi' ve 'okurun konumu' üzerinden üç ayrý kategoride ele alýyor. Yazarý, çaðýnýn dünyasýna sýrt çevirmeyen, yaþadýðý dönemin gerçeklerinden, çýkmazlarýndan esinlenerek tavrýný ve eylemini belirleyen aydýn olarak görüyor. Sartre'ýn edebiyatý olduðu kadar yazarý da sorgulayan bu kült metni, her insan herkes karþýsýnda her þeyden sorumludur' diyen Dostoyevski'nin sözlerini doðruluyor. Önce Aþk Vardý, Osmanlý kültürünün þiirin aynasýndan okumayý hedefleyen denemelerden oluþmaktadýr. Gerçekten de, þiir ve aþk iki gümrah ýrmak gibi Osmanlý kültür coðrafyasýný karýþ karýþ dolaþýr. Büyük kayýplar verilen bulaþýcý hastalýklardan sokak eðlencelerine, inanç ve merhamet simsarlarýndan asayiþ görevlilerine, mitolojik hayvanlarýndan bahçe bitkilerine, sýradan insanlarýn rüyalarýndan ünlü sufilerin etkileyici hayat hikayelerine kadar bütün bir hayat, bu iki ýrmakla birlikte ayný mecralarda akýp gider. Kültür, kendisini yaþayarak üreten toplumun önceliklerine göre þekillenir ve bir zamanlar sevdayý gül yapraðýyla, feryadý bülbül naðmeleriyle tanýyan atalarýmýz için her þeyden önce aþk vardý. Ömür Ceylan ÖNCE AÞK VARDI Kapý - Ýnceleme/Araþtýrma
Halk kültürümüzün ve edebiyatýmýzýn terimÝbrahim Erþahin leri, kavramlarý ve kelimeleri günlük konuþHALK KÜLTÜRÜ SÖZLÜÐÜ malarýmýza girmiþ olsalar da, içinde bulunÖtüken - Ýnceleme duðu kültüre ve edebiyata ait bir anlam karþýlýðý da bulunmaktadýr. Bu, tam olarak bir terim karþýlýðý olmamakla birlikte, o kelimenin kullaným alanýný ve durduðu yeri belirlemektedir. Ýbrahim Erþahin’in titiz ve uzun süren bir çaþýlmasýnýn ürünü olduðu belli olan “Halk Kültürü ve Edebiyatý Sözlüðü” hem eðitimcilere hem de öðretmenlere önemli bir rehber niteliðinde. Ayrýca, halk kültürü üzerine inceleme yapan araþtýrmacýlarýn ve halk kültür ve edebiyatýyla ilgilenen edebiyatçýlar için önemli bir kaynak niteliðindeki bu çalýþma, uzun zamandýr eksikliði sýkça dile getirilen bir alaný da doldurmuþ oluyor.
68
derkenar Batýnýn her türlü teknoloji ile teçhiz edilmiþ D. Mehmet Doðan kültürel saldýrganlýðýna karþý koymak, öyle KÜLTÜREL SAVAÞ ve SAVAÞ KÜLTÜRÜ Ýz - Düþünce anlaþýlýyor ki, imkânsýz hale getirilmek istenmektedir. Mesela Türkiye gibi ülkelerde kitle haberleþme vasýtalarý ve eðitim kurumlarý saldýrgan kültürün merkezleri tarafýndan ya etkisiz hale getiriliyor, ya da tersine bir fonksiyona sahip kýlýnýyor. Halbuki kültürel karþý koyuþ bir kimlik ve insanlýk meselesidir. Kültürel saldýrganlýða teslim olan toplum kimliðini yitirir. Ýnsan "þahsiyetli/kiþilikli" olmaktan çýkar. Kültürel saldýrýya artýk kendi ülkemizde, evimizde karþý karþýya olduðumuzu unutmamalýyýz ve bu savaþýn gerçek boyutlarýnýn farkýnda olmalýyýz.
Bir Daha Görüþmeyeceðiz, Lopatin’in Notlarý üçlemesinin son romaný. Konstantin Simonov (1915-1979) II.Dünya Savaþý sýrasýnda Sovyetler Birliði’nin Almanlara karþý açtýðý cephelerin birçoðunda “Kýzýl Yýldýz” ordu gazetesinin savaþ muhabiri olarak görev yapmýþ; ileri hatlarda çarpýþan askerlerle yan yana, savaþa tanýklýk ederek, birkaç kez ölümle burun buruna gelmiþtir. Savaþý, bir gazeteci soðukkanlýlýðýyla izleyen Simonov, komutanlar, askerler arasýndaki iliþkileri, ölümüne çarpýþan insanlarý birer savaþ makinesi olarak deðil, duygu dolu, sýmsýcak varlýklar olarak, gerçekçi irdelemelerle anlatmaktadýr. Lopatin’in Notlarý’nýn devamý niteliðindeki bu üçüncü roman, savaþtan sonraki dramý gözler önüne seriyor. Konstantin Simonov BÝR DAHA GÖRÜÞMEYECEÐÝZ Gendaþ Kültür - Roman
Türkçe ustasý Feyza Hepçilingirler’in Tükçe Feyza Hepçilingirler Günlükleri, “Yýldýzlarýn Suya Döküldüðü” YILDIZLARIN SUYA DÖKÜLDÜÐÜ dilin yalnýzca bir araç deðil, bir düþünme ve Everest - Günce yaþama biçimi olduðuna inanan okurlara sesleniyor. Günlük hayattaki Türkçe kullanýmlarýndan, Türkçe’nin zenginliðinden ve bozuluþundan, yazarlarýn dünyasýna uzanan renkli bir yolculuk sunuyor Hepçilingirler kitabýnda. Kitaptaki yazýlar, yeniden yeniden okunmayý, üstüne düþünülmeyi, tartýþýlmayý gerektiren yazýlar. Çünkü bu yazýlarda tartýþýlan konular, günübirlik olup bitenlerin sýnýrlarýnda kalmýyor. Günün içinde yaþanýrken derin bir biçimde dilimizi yaralayan, dolayýsýyla düþünüþümüzü çarpýtan deðiþimin izini sürüyor. Ýnsanýmýzýn zihni bunalýmlarý siyasi alanlara da yansýmaktadýr. Bir yandan batýya “evet” demek, diðer yandan Türkiye’de olan her olumsuz geliþmenin ya da provokasyonun arkasýnda Batý’yý göstermek, insanýmýzýn da siyasilerimizin de nasýl bir zihni çeliþki içinde olduðunu kanýtlýyor. Fikir adamlarýmýzda da ayný zihni bunalýmýn görülmesi, ülkenin geleceðini ilgilendiren fikirlerin üretilmesine engel oluyor. Üniversitelerin ilim yuvasý olmaktan çýkmasý/çýkarýlmasý bu bunalýmý daha da derinleþtiriyor. Prof. Dr. Osman Turan, 1969’da ilk baskýsý yapýlan bu kitapla, Türk siyasi hayatýnýn buhranlarýný ortaya koyuyor. Günümüzdeki durumu, o günden bazý tespitleriyle dile getiren Turan, gençlerin doðru yetiþtirilmesinin önemine bir kez daha vurgu yapýyor. Prof.Dr. Osman Turan SÝYASÝ BUHRANLARIN KAYNAKLARI Ötüken - Düþünce
Vietnam, Afganistan, Irak, Ýkiz kuleler... Mehmet Hamdi Dünyanýn güçlü ülkeleri, yüksek teknolojileKARANLIK GÜÇ rine, zýrhlarýna, akýllý füzelerine, casus uçakSelis - Roman larýna, pahalý oyuncaklarýna raðmen binlerce can kaybý ve milyarlarca dolar kaybýna engel olamadýlar. Nizami savaþ yerine gayri nizami savaþ yöntemlerini kullananlarýn yaptýklarý tahribat daha ölümcül oldu. Yýllar süren araþtýrmalar sonucunda, en az, atom bombasýnýn savaþ tarihini bir anda ve karþý koyulamaz þekilde deðiþtirecek kadar etkili yeni bir taktik doðru. Paranormal Savaþ, ilk defa Körfez savaþýnda baþarýlý bir þekilde kendini kanýtladý. Kimileri için hayal ve bilimkurgu olarak tanýmlanýyor bu yeni savaþ taktiði. Paranormal Savaþ taktiklerinin tüm yönlerini konu edinen bu polisiye roman, hayal gücümüzü zorluyor.
69
derkenar Reha Çamuroðlu Tarihçi kimliði ve Alevilik üstüne yaptýðý kapÝSMAÝL samlý araþtýrmalarla tanýndýðý kadar Everest - Roman romancýlýðýyla da büyük beðeni toplayan Reha Çamuroðlu'nun çok konuþulan romaný Ýsmail, okuru on beþinci yüzyýlýn dünyasýna götürüyor. Þah Ýsmail'in doðumuyla baþlayan olaylar, bir tarikatýn devlete dönüþmesi ve yaþanan kanlý süreç... Ýsmail, hayatýn akýþýnýn kýrýldýðý noktalardan birinde, belirleyici bir ismin öyküsü olduðu kadar, tarihin yeniden yazýldýðý bir süreci de dile getiriyor. Osmanlý’nýn baþýna bir dönem “dert” olan Þah Ýsmail’in ve o dönemde yaþanan saray entrikalarýný ve toprak hýsrýný bir tarihi belge gibi okumaya imkan tanýyor bu roman.
Pakistan'ýn yetiþtirdiði en önemli düþünürlerden Muhammed Ýkbal'ýn temel ideallerinden biri, bilgiyi, hem irfan hem de refleksiyon haline getirebilmektedir. Söz konusu idealin gerçekleþebileceði zemin, tevhide dayalý hakikatin ve yansýmalarýnýn idrak edilmesinin mümkün olduðu kalptir. Bu süreçte motivasyonu saðlayacak ana unsurlar, aþk ve arzudur. Ona göre aþk, sadece bir duygu deðil ayný zamanda epistemolojik bir süreçtir. Hümanist Psikoloji'nin 'kendini gerçekleþtirme' teorisine karþýn, 'kendini bilme' merkezli yaklaþýmý, bu sürecin temelini oluþturur. 'Mutlak Benlik' paydasý üzerine inþa ettiði benlik teorisine göre aþk, insanda var olaný deþifre eder. Bilginin irfan haline dönüþebilmesi, önce insanýn kendi derununu keþfetmesiyle baþlar. Ahmet Albayrak MUHAMMED ÝKBAL SÖZLÜÐÜ Lamure - Ýnceleme
Dünya tarihinin gelmiþ geçmiþ en büyük istiH. Ahmet Özdemir la hareketlerinden birisi sayýlan Moðol istilasý, MOÐOL ÝSTÝLASI Ýslam Tarihi’nin son derece önemli ve ilgi Ýz - Ýnceleme-Araþtýrma çeken olaylarýndandýr. Kitapta, Moðol istilasýnýn bütün safhalarý detaylý þekilde ele alýnmýþ. Moðollarýn tarih sahnesine çýkýþlarýndan baþlayarak Ýslam ülkelerine doðru yürüyüþlerine, Hârizmþâhlar’ýn zengin þehirlerini yerle bir ediþlerinden koskoca devleti tarih sahnesinden silmelerine ve nihayet Moðolistan’a çekildikten çeyrek asýr sonra istilayý yeniden baþlatýp Abbasi Devleti’ni yýkmalarýna kadarki olaylarý kapsýyor. Ýstilalar boyunca Moðollarýn müslümanlara sergilediði tutum ve davranýþlar, Baðdat’ýn düþüþ süreci, Ýsmailîlerin ortadan kaldýrýlýþý gibi ilginç hadiseler kitapta titiz ve akýcý bir üslupla anlatýlmýþ. Hüzün... Her satýrda hissedilen, kendini tüm aðýrlýðýyla hissettiren... Ayrýlýk acýlarý, uyumDoðan Kitap - Öykü suzluk sýkýntýlarý, aþkýn karþýlýksýzlýðý ve bitiþi, geçmiþte kalan yarým yýrtýk mutluluklar... Hüznün kitabý. Sanki Yarýn Nisan edebiyat dünyasýna þiirle giren, ardýndan öyküleriyle kendine saðlam bir yer edinen ve bu yeri ilk romanýyla pekiþtiren Onur Caymaz'ýn dördüncü kitabý. Baðýmsýz öyküler olarak okunabilen kitap, aslýnda bir bütün olarak da algýlanabilecek nitelikte. Öyküleri birbirine baðlamak, öykü kiþilerini bir önceki öyküden tanýmak, onlarýn iliþkilerini bir bütünde birleþtirmek mümkün. Caymaz, bu kez türlerin içiçe geçmiþ olduðu bir çalýþmayý deniyor. Öykülerdeki þiirselliði de göz önünde bulundurursak, üç edebiyat türü bu kitapta bir araya geliyor. Onur Caymaz
SANKÝ YARIN NÝSAN
Madam Mao... Dünyanýn tarihini deðiþtiren Anchee Min liderlerden birinin, Mao Zedong'un karýsý. MADAM MAO OLMAK Madam Mao Olmak, Kültür Devrimi'nde de Everest - Roman önemli bir rol oynamýþ olan ve "beyaz kemikli iblis" diye tanýnan Jiang Qing'in, yani Madam Mao'nun gerçek yaþamöyküsü. Çocukluðunda ayaklarýnýn baðlanmasýna karþý koyuþundan, Mao Zedong'un karýsý olmaya varana dek geçirdiði evreler boyunca tutkularý, hýrslarý, istekleri ve zekasýyla çevresindekileri etkilemiþ bir kadýndýr Madam Mao. Madam Mao Olmak, olaðanüstü bir yaþama yakýþan, çarpýcý þahneleri ve tarihsel gerçekleri ortaya koyuþundaki baþarýyla okuru etkileyen bir roman. Bu kitapla bir kez daha, sahnede kurgulanan entrikalardan çok daha inanýlmazlarýnýn gerçekte yaþandýðýna þahit olacaksýnýz.
70
derkenar Martha Freud bütün bir dönemin tanýðýydý. Katja Behling Tarihin bir kesitini, kocasýný ve son yüzyýlý, DÂHÝNÝN KARISI daha doðrusu, ona yolunda eþlik edenlerin Everest - Biyografi hepsinden daha çok yakýn geçmiþi etkilemiþ olan Sigmund Freud'u duyumsayarak yaþadý. Bu yol, günümüz tarihinin birçok kiþiliðini, bilimi, sanatý ve kamusal hayatý kesiþtirdi. Martha, kültür tarihini yazan bu çevreye dahildi. Martha tüm itirazlara karþý skandal yaratan görüþleri nedeniyle sert saldýrýlara uðramasý ve resmi bilim tarafýndan mahkûm edilmesi esnasýnda da kocasýnýn yanýnda yer aldý. Freud, kendini tecrit edilmiþ hissettiðinde ve gerçekte var olmayan bir kara listede yer aldýðýna inandýðýnda, tüm þüpheleri onun üzerinden attý. Sarsýlmazlýðý ve gücü, aþýrý durumlarda kendisine ve eþine oldukça yararlý oldu. Ýlk eseri "Dönüþsüz Yolculuklar Kitabý" ile bu yýl Yunus Nadi Öykü Ödülü'ne layýk görülen Ethem Baran'ýn daha önce çýkan iki kitabýný bir araya getiriyor "Unuttuðum Bütün Akþamlar" Bunlardan, "Kurutulmuþ Gül Mevsimi" de yazara 1994 yýlýnda Türkiye Yazarlar Birliði Hikâye Ödülü'nü kazandýrmýþtý. 30 öyküyü içeren bu yeni kitapta yazarýn ilk eseri "Sonrasý Ayrýlýk"tan da 8 öykü yer alýyor. "Unuttuðum Bütün Akþamlar", kullanýlmayan gecelerin seslerinin dinlendiði, aðaçlarýn çiçek açýþýnýn ancak bir genç kýzýn gözlerinde yakalandýðý, bir çocuðun içinde onunla yarýþarak acýlarýn da büyüdüðü, hayatýn bir adamýn gurbeti olduðu, bir filmin heyecanýnýn vücutlarda dalga dalga dolaþtýðý bir kitap. Ethem Baran UNUTTUÐUM BÜTÜN AKÞAMLAR Doðan Kitap - Öykü
Okuma eylemi, okuyanýn da yazanýn da tam A. Can Türker KÝTAP OKUMANIN ZARARLARI olarak ortaya koyamadýðý bir karýþýklýk içinde Akis - Deneme duruyor. Ýnsan neden yazar, neden okur? Okumak insana ne gibi bir kazaným sunar? Evet, okumanýn zararý yoktur ama toplumlarýn geliþimi ve “aydýnlanmasý” hep buna baðlanarak, kasýtlý bir “cahil” vurgusu yapýlmaktadýr. Aydýn geçinen kesim okumayý sadece sýradan bir eylem olarak görür. Okumanýn aslen kendisine bir þey kazandýracaðýný düþünmez. Kitap ve okuma ediminin açýlýmlarý üzerine yazarýn önemli tespitlerinin yer aldýðý bu kitapta, bazý yazarlarýn okumaya ve yazmaya yaklaþýmlarýndan, bunun toplumsal ve siyasal katmanlarýna kadar, çeþitli tespitler sunuluyor.
BÝZE
GELEN
DÝÐER
KÝTAPLAR
Türkiye’de Manevi Buhran, Prof. Dr. Osman Turan, Ötüken, Düþünce Ýhtiyar Savaþçý, Cengiz Daðcý, Ötüken, Roman Metal Fýrtýna 2, Burak Turna, Timaþ, Roman Devlet, Platon, Timaþ, Felsefe Burç Hikayeleri, Küçük Ýskender, Sel, Hikaye Zindan Adasý, Dennis Lehane, Artemis, Roman Benim Hüzünlü Orospularým, Gabriel Garcia Marquez, Can, Roman Sabah Rüzgarý, Reha Çamuoðlu, Kapý, Ýnceleme-Araþtýrma Sýfýr Baský, Canan Parlar, Everest, Roman Þehir Iþýltýsý, Janice Eidus, Everest, Roman Medya Denetimi, Noam Chomsky, Everest, Siyaset Divan ve Risaletü’n-Nushiyye, Yunus Emre, Sahhaflar Kitap Sarayý, Divan Mehmet Akif ve Ýstiklal Marþý, Mustafa Özçelik, Lamure, Ýnceleme Acýlara Yenilmeyen Gülümseyiþler, Atilla Keskin, Gendaþ Kültür, Siyaset 71
.