Derkenar 13

Page 1

derkenar

aylýk edebiyat ve kültür dergisi Sayý: 13

Aralýk 2005

Þiirleriyle Furkan Çalışkan Hüseyin Akın Alper Gencer Murat Çeşme Mehmet Aycı Hasýmlar Dylan Thomas Berber koltuðu Seyfullah Aslan

Edebiyatta modernizm

Rüya kayýtlarý Mustafa Uysal Ýyi saatte Mustafa Akar

Yakup Altýyaprak, Hüseyin Akýn

4 YTL

13

Hakan Günday: Okur, dünyayý benim gözlerimle görecektir.

Sapkýn azizler: Beat þairleri

Cemal Süreya’da humor ve jest


.


derkenar

Aylýk edebiyat ve kültür dergisi ISSN 1304-6667 Yýl:2

Sayý:13

Aralýk 2005

Ýmtiyaz Sahibi Ýbrahim Özbay

Genel Yayýn Yönetmeni Seyfullah Aslan

Editörler Hüseyin Akýn Kâmil Yeþil

Koordinatör Furkan Çalýþkan

Tashih Osman Toprak

Basýn ve Halkla Ýliþkiler Aynur Kulak

Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü Seyfullah Aslan

Adres Osmanlý Sk. Alara Han No:27 D:9 Taksim - Ýstanbul

Ýnternet www.derkenar.gen.tr derkenardergi@yahoo.com

Telefon / Faks (0212) 243 61 99 / 243 62 36

Abonelik Koþullarý Yýllýk: 48 YTL / 6 Aylýk: 24 YTL Kurumlara: 110 YTL Öz bay Ya yýn cý lýk - Ýb ra him Öz bay adý na Ya pý Kre di Ban ka sý Taksim Þubesi: 1105003 Pos ta Çe ki He sap Nu ma ra sý: 5002965

Genel Daðýtým Merkez Daðýtým

Baský - Cilt FSF Matbaacýlýk

Baský Tarihi: Aralýk 2005 Yayýn Türü: Yaygýn süreli

Der ke nar der gi si, La mu re Ya yý ne vi’nin bir kül tür ya yý ný dýr. www.lamurekitap.com Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez. Reklamlarýn sorumluluðu reklam verene aittir. Ýlan pazarlýða tâbidir. Yayýn politikasýna uymayan ilanlar alýnmaz.

Mer ha ba, Yeni bir sayýyla daha karþýnýzdayýz. Bu sayýmýzla birlikte bir yýlý daha geride býrakýyoruz. Okuyucularýmýzýn büyük teveccühü ve önemli iþlere imza atmanýn haklý heyecanýyla yolumuza devam ediyoruz. Dosya geniþliði taþýmamasýna raðmen, çerçeveyi belirleyen yazýlarla her sayýmýzda baþka bir meseleye bakýyoruz: Modernizm, ülkemizde batýlýlaþmayla beraber anýlýyor. Hiç þüphesiz bunda, batýnýn ‘modern’ olarak görülmesinin büyük etkisi var. Tanzimat’tan itibaren yaþanan modernizm tartýþmalarýný ve edebiyatýmýzýn nasýl bir ‘modernlik’ algýsý ortaya koyduðunu bugünden bakarak deðerlendiriyoruz. Yakup Altýyaprak, Türkiye’de modernizmin nasýl algýlandýðýndan hareketle Ýkinci Yeni þiirine bakarken, Hüseyin Akýn, modern algýlayýþ karþýsýnda þiirin durduðu konumu üç genç þairden örneklerle ortaya koyuyor. Atanur Memiþ, Cemal Süreya’nýn humor ve jeste hangi anlamlarý yüklediðini þiirleri ve görüþleri ýþýðýnda deðerlendiriyor. Furkan Çalýþkan, son birkaç sayýmýnýz en çalýþkan isimlerinden biri. Bu sayýmýzda Hakan Günday’la gerçekleþtirdiði söyleþinin yaný sýra, her sayýda biraz daha usta iþine dönüþen þiiriyle, dergiye katkýda bulunuyor. Ayrýca, Amerika þiirinde önemli bir yere sahip olan ‘Beat’ þairlerini yazdý. Yazýyý okuduðunuzda güçlü edebî akýmlarýn neler yapabileceðine þahit olacaksýnýz. Bu sayýmýzýn þairleri; Hüseyin Akýn, Nurettin Durman, Mehmet Aycý, Furkan Çalýþkan, Alper Gencer, Murat Çeþme, Ünsal Ünlü, Esra Elönü ve Mehmet Þah Erincik. Bu sayýmýzýn hikâyecileri: Seyfullah Aslan, Çiðdem Can, Mustafa Uysal, Coþkun Ongun. Nurullah Koltaþ Dylan Thomas’tan çevirdiði öyküsüyle dergiye katkýda bulunurken; Mustafa Akar, okuma notlarýndan oluþan bir metinle sayfalarýmýzý süslüyor. Mehmet Aycý ise, Nasreddin Hoca’nýn þairliðinden baþlayýp, poetikaya geçerek bizi þaþýrtýyor. Önümüzdeki sayýdan itibaren, hazýrladýðýmýz sürprizlerle karþýnýzda olacaðýz.

Daha iyi sayılarda buluşmak üzere...

Ýçin de ki ler

Mehmet Þah Erincik, Jurnal......................................................2 Furkan Çalýþkan, Ne muhteþemdi seni tamlamak.........................3 Mehmet Aycý, Eskin..................................................................3 Nurettin Durman, Burcunda asýlý duran.....................................4 Hüseyin Akýn, Hiç yoktan...........................................................5 Seyfullah Aslan, Berber koltuðu...................................................6 Hakan Günday ile söyleþi...........................................................8 Murat Çeþme, Sonsuz..............................................................10 Alper Gencer, Harp!.................................................................11 Ünsal Ünlü, Yakýþýklý olsun çocuklarýmýz....................................12 Mustafa Uysal, Rüya kayýtlarý...................................................13 Mustafa Akar, Ýyi saatte (fragmanlar)........................................17 Atanur Memiþ, Cemal Süreya’da humor ve jest..........................19 Hüseyin Akýn, Modern algýlayýþ karþýsýnda þiir...........................21 Yakup Altýyaprak, Türk modernizmi ve Ýkinci Yeni........................23 Çiðdem Can, Cinnet ve virgül...................................................29 Mehmet Aycý, Nasreddin Hoca’nýn þairliði.................................32 Dylan Thomas, Hasýmlar.........................................................35 Furkan Çalýþkan, Sapkýn azizler: Beat þairleri..............................38 Coþkun Ongun, Çeþme.............................................................42 Kapak Çizgisi: Naci Barýþan


Mehmet Þah Erincik Jurnal Kendimi izledim uzaklardan ne yalan söyleyeyim yasak bir suya daldým Bir güzel yürüdüm mor ve karanlýk kuytularda, boðulmama aldýrmadým Yüzüme sürdüðüm her ayva tadýný, her günah tadýný çaðýrarak koynuma Her ayva tadýný her þaþkýn por takalý sundum onlara Damaðýmda kýsrak tadýnda koþular Ýpek yolundan ölmeler diliyordum On bin dönüm acýya ektiðim yüzüm ve aynalarýmla Bunlar benim eserim bunlar geçmiþin kahýr yükü Ey çýðlýk ustasý alýr mýsýn bizi sonsuz çaðrýya sonsuz kýsraklarla Ey dudak tadý bu elmayý kime bölsem þöyle uzanýp uzaklara Bu jurnal çocukluðum için, kýzým için sakladýðým bu uçur tma Bu deniz mavisinden iz býrakmýþ dudaðýma sarhoþum bak Ayýlmaz çatlaklar dolmuþ odalara soluk soluða Bilmem hangi pul hangi balýkla sarmaþ dolaþ Bu filmi bir yerden koparabiliriz bu hayat ne saçma Þu köþeden perdeyi çekip kalbimize bir doðu býrakarak Seyredebiliriz içimize yansýyan penceresini Acý bunlar damardan sancýlar sýr tlanan Çünkü hepimiz biraz yalnýzýz kelepir camekânlarda Paris'te sokaða düþmüþ kristal bir altýgendim Ve balçýktan heykeller kucaklýyordu mermerden kurþunlarý Gitmeliydim peþinden o ürkek kuþun Çünkü biliyorum bu jurnal kendime Bu dalýp çýktýðým hayat Benimdir

2


Furkan Çalýþkan Ne muhteþemdi seni tamlamak Üzerine oturmuþtu gribal bir hoþçakal seçkin görünüyordu bana sorsanýz bilemezdim Beþ bin saat falan sürmüþtü sonra acýdý hep acýrmýþ dediler hazin olurmuþ bazen Çeþitli hollerden geçip paltolarýnýzý ve deðerli kalplerinizi alýrlar ki týrnaklarýnýzý yersiniz zaten Yaðmur kolay olsun diye yaðar iki insan konuþur ikisinin de damarlarý vardýr mor yeþil kýrmýzý Gülünç ve hüzünlü olmak için bir matkabýn ucunda olmak gerekir gidip gelmek ölüm kez Kadýn doðurdu mu güzel bir þey olur yanaklarý kýzarýr dünya bunu bilmez

Seni bir tereddüt yapýp milyonlarca rüyanýn uyanýþýna býrakacak elli adýmda bir ben Anlýyordunuz dudaklar kremator yuma girmez ve zapata ve ondan öncekiler Elini almaya gideriz o küf o süt kokusuna ama bilemeyiz nerde o ses nerde o yer Fallar ve jeolojik raporlar kadar sevgilim baþa ilk kez gelen nedamet elbisesi Ben sonra benle ayný kazaðý giyen biri ve dago piçi öyle sustuk Hiçbir koro bu kadar iyi susamazdý bunu hepimiz biliyorduk

Mehmet Aycý Eskin masala dönüyoruz atlarýn kanatlarý gerçeðe dönüyoruz kanatlarý atlarýn bizi böyle uçuran kanatlarýn atlarý deðil, gerçeðe çýkan atlarý kanatlarýn iþte oynadýðým söz, dön dolaþ ayný yere kurulmakta bir oyun; baðlý sandýðýmýz at hangisi yok bu iþin, çýkýlýyor sefere bir damla kan renginde dökülmek için hayat býçak bu, dokunacak her dilin kemiðine ölümün adlarýný çince söylesek bile býçak ne, dokunmak ne, her dilin kemiði ne tek farkýmýz masaldan gerçeði bile bile…

3


Nurettin Durman Burcunda asýlý duran Kýrýlmýþ bir kalbin yoksa ar týk çaresi Bir çiçek gibi nazlý deðilse eðer hayat Neye yarar zahmetin kaçtýðý sokaklar Ezeli bir yarayý unutturmak için mi Bütün bunlar kanýyor zamanýn sayfasýna Nereye gidiyorsa daðlardan gelen rüzgâr Nereye vuruyorsa günahýný bu þeytan Ýkindi vakti çýkýp sessiz taraflarýndan Býrakýp çarþýlarý kederle baþ aþaðý Ýncecik bir sýzýnýn zehirlenip aktýðý Sonunda maðlup olup kapýlardan içeri. Peki ne lazým gelir bundan sonra intizar Denize bakmak mýdýr bunca acýlar varken Yarasý derin olmak varsa baþka bahane Hüzün yaðmurlarýný taþýmaksa marifet Ýçinde bir dað gibi büyütmek zorluklarý Bir intikam ateþi çýkmak için kapýdan Zehir olup aktýðý sokaklar belki ama Tufan mýdýr ki alýp çaðýrsýn kaynaðýný Nasýl olsa bir sestir or talýða düþecek Ýnce belli bir kurþun sekecek nasýl olsa Gelip vuracak þöyle tam kalbimden içeri.

4


Hüseyin Akýn Hiç yoktan sen yoksan içinde bir köpeði gezdirir sevinç ve üþür durur yazdan kalma bir günü dör t bir yana daðýlmýþ ellerin ayrýlmak bu kadardýr yoksun ya, koþulmaz attýr yalnýzlýðýn tüm sokaklarý nerdeyse gelir kuþanýr yüzünü karanlýklar þimdi yanýnda bitmemiþ bir sürü akþam ve geceye söndürülmüþ bir sürü þarký ne gelen var ne giden aramalardan anlamak bu kadardýr tut ki geldin uzak bir türkü gibi çýðýrýlmayan þöyle dursan, tersime gelir dünya iyisi mi öyle kal, bir kavga çýkaralým hiç yoktan, bir yangýn yalanlara kanalým, okullarý kýralým ince bir sýzýdýr kývranýr sessizlik takýlýr gider yaðmurlarýn peþine ne kadar yol çekse de aðlamak bu kadardýr uzak bir türkü gibi çýðýrýlmayan geceyi gündüzden ayýklar gibi ýslýktan fayton yapýp binen çocuklar elbet biliyor, neden bozuk bir Türkçe gibi kavrar hayatý ceplerini ellerinde taþýyan babalar ve neden tekiz çocuklar doðurur adam olmaya ayrýksý sýnýf anneleri

5


Berber koltuðu Seyfullah Aslan münzevi. Ýkisini ayný anda kendinde barýndýrmayý baþarmýþ bir ucube.

Herkes her þeye her gün yeniden baþlamanýn hesaplarýný yaparken ben eskilerimi nasýl koruyacaðýmý hesap ediyordum. Elimde kalan bütün sözlerimi, gülümsememi, bakýþýmý, giyimimi-kuþamýmý, arkadaþlarýmý muhafaza etmeye çalýþýyorum.

Liseyi sosyete bir semtte okumuþtum. Herkesin giyimi bilmem ne markadan, bilmem ne maðazasýndan. Ben kendime yakýþaný giyiyorum. Zaten o zamanlar böyle takýntýlarým da yok. Ama bir süre sonra bakýyorum yalnýzlýða doðru gidiyorum. Arkadaþlarýmla aramdaki mesafe gittikçe açýlýyor. Açýlýyor ve uçuruma dönüyor. Bakýþlarým sakin, efendi bir çocuðun bakýþlarý. O herkesin gözünde parýldayan cinlikten bende eser yok. Derslerimde birinciyim. Efendiyim ama onlar gibi olmadýðým için yabancýyým da ayný zamanda. Tabii sonra sonra etrafýmda geniþleyen çember her ne olduysa daralmaya baþlýyor. Kýzlý erkekli bir kuru kalabalýkla etrafým sarýlýyor. Onlar itiraflarla gelmiþler. Biz seni böyle bilmezdik, sen bayaðý deðiþikmiþsin gibi laflar. Ortada deðiþen bir þey yok. Beklentileri onlarý bana yaklaþtýrýyor. Sýnavlar yaklaþýyor yani. Herkesin aðzýnda bir Tarýk dolanýyor. Artýk sýnýfýn da, okulun da en meþhuru olup çýkýyorum. Efendi, çalýþkan, dürüst… Sanki bütün bunlarý ben istemiþim gibi ellerine geçirdikleri iyi görünümlü sýfatlarý üstüme yapýþtýrýyorlar. Ruhum okþanýyor tabiatýyla. Kendimi hayli önemli bir adam sanýyorum. Kýzlarýn etrafýmda olmasý da hoþuma gidiyor.

Yeni þeyleri zor kabul ediyorum zannediyordum. Ama þöyle arkama bir baktýðýmda aslýnda bütün muhafaza etmek için didindiðim þeyleri elimin tersiyle itmiþ, yerine baþkalarýnýn yeni olarak gördüðü ne varsa çantama doldurmuþum. Düzensiz, týkýþ týkýþ bir dolduruþla doldurmuþum hayatýmý. Yeniye yaðan rahmet, eskinin yüzünü güldüren fakirin evine yaðmamýþ yani. Eskiden giydiðim gömleklerimi artýk giyemez olmuþum; kumaþýný beðenmemiþim, rengi modern deðilmiþ, desenleri fazla abartýlýymýþ. Eskiden saçýmý sola yatýrýr, ne briyantin ne jöle… Allah nasýl verdiyse öyle gezerdim. Þimdi karþý bakkala ekmek almaya gidecek olsam, saçým kötü görünmesin diye výcýk výcýk ederim jöleyle. Neye yarayacak bunca eþya, bunca yenileþme, iyi görünme hevesleri. Ýþin ucunda olup olabilecek tek þey yakýþýklý bir ceset. Onun yakýþýklýsýný bile kimse ciddiye almaz. Neticede canlýlýðýný ve yenileþme umudunu kaybetmiþtir sayýn mevtamýz, yakýþýklý da olsa.

Sonra anlýyorum bu kuru kalabalýðýn ilgisinin nedenini. Aklým baþýma geldiðinde sýnavlar bitmiþ oluyor ve herkes yeniden eski kabýna çekiliyor. Ama yine de arkadaþ gezmelerine, muhabbetlerine buyur ediliyorum. Onca arkadaþýn arasýnda kendimi daha yalnýz hissediyorum. Konuþtuklarý meselelerde ben yokum. Onlarýn durduðu yerden bakamýyorum.

Böyle düþüne düþüne kendimi mahallemizdeki berberin önünde buldum. Yenilenmek için mi buraya kadar gelmiþtim, bilmiyorum. Eskiyi aramak için mi yoksa? Benden arta kalanlarý geri dönüp toplamak için mi? - Tarýk buyur, gel. Kararsýz adýmlarla giriyorum içeri. Sessizce, küçük büyük bütün dillerimi yutmuþ bir halde berber koltuðuna yýðýlýyorum. Arif Amca aynadan yansýyan aksime bakýyor. Göz göze geliyoruz. Gözleri, nasýl olsun, diyor. Nasýl olsun, sizlere duacý, diyorum içimden ve buna kahkahalarla gülüyorum. Duacý deðil aslýnda, biraz isyankâr, biraz

O sýralar saçým daha gür ve okul idaresinin sabrýný zorlayacak kadar uzun. Seviyorum uzun saçý o zamanlar. Neden sevdiðimi, neden saçýmý kestirmemek için jöleler, briyantinler eþliðinde saçýma baský uyguladýðýmý da anlayamýyorum bugün. Sonra bu yaptýðýmýn arkadaþlara þirin görünme 6


pozlarý olduðunu keþfediyorum psikolojimin koridorlarýnda gezinirken ve hemen kestiriyorum olabildiðince kýsa þekilde. Kýzlara yakýþýklý görünme hallerime gülerek bakýyorum þimdilerde. Herkes baþka pencereden bakýyor çünkü bana. Benim o zamanlar anlayamadýðým, kimsenin de itirafa cesaret edemediði bir yakýnlýkla, bir uzaklýkla yaklaþýyorlar bana. Herkes abisi gibi görüyor beni. Yaþýtlarým ve benden büyükler bile. Bu büyük gösterilme ve görme durumlarý bir müddet sonra bende kalýtýmsal bir hastalýk gibi üzerime yapýþýp kalýyor. Herkese abi gibi yaklaþýyorum. Korumacý, destekleyici, dertlerini çözmeye çalýþan bir abi. Belki Güzin ablanýn erkek haliyim dersek abartýlý olur ama o durumlara epeyce yakýn bir görüntü çiziyorum. Tabii bu durumlarýn geleceðimi ilgilendiren yönü canýmý fazlasýyla sýkýyor. Þöyle ki: kýzlar da beni abi gibi gördükleri için, aþýk olduðum kýzlara durumu açýklamak fýrsatýný baþtan kaybediyorum. Sýrf bu yüzden bir elin parmaklarý kadar kýzdan vazgeçmek zorunda kalýyorum. Þimdi bu berber koltuðunda otururken ve dökülen saçlarýmýn kalan kýsmýna elindeki kýlýçla büyük bir zulüm yapan Arif Amcayý kahramanlýk gösteren bir asker olarak hayal ederken, zihnimin dört bir yanýndan arkadaþlarýmýn yüzleri karþýmdaki aynaya yansýyor. Ýki yýl beni peþinde koþturan kýz çirkin çirkin gülüyor. Benimle alay ettiðini hemen anlýyorum. Hemen ardýndan baþka bir surat karþýma dikiliyor. Yýllarca dostluk kurduðum arkadaþým, bütün o pazarlýklarýn içinde olduðunu bilmiyormuþum gibi bana bakýyor. Sonra yüz ifadesi deðiþiyor ve beni nasýl 'idare' ettiðini anlatýyor.

bakarken düþünüyorum bütün bunlarý. Kötü düþünceler geçiyor aklýmdan. Bütün arkadaþlarýma, etrafýmdaki insanlara nasýl bir ikiyüzlülük içinde olduklarýný anlatmak isteðiyle doluyorum. Mesela diyorum ki; ben size fazlayým, siz bana dar geliyorsunuz. Sizin o düþündüðünüz Tarýk artýk yok. O artýk baþka pencerelerden bakýyor size. Sizin bugüne kadar baktýðýnýz pencere þeytana resmini ters gösteriyor. Þimdi ne oldu?

Deðiþime direnmek istememe, etrafýmdaki arkadaþlarýmýn alaycý bakýþlarýna an be an þahit olmama raðmen kendimi bir türlü gülünç durumdan kurtaramadým. Her þeyi yeniden kurgulamak gücünü içinde hissedemediðim için elimden gelenin en iyisini yapýyorum; uzaklaþýyorum. Uzaklaþtýkça da kendime biraz daha bakabilme fýrsatýný yakalýyorum. Ýnsanýn kendine bakmasý gerektiðini anlýyorum.

Saçým tastamam kýsaldý. Omuzlarýma inen saçlarým þimdi yanýndaki komþusuna yetiþemeyecek kadar kýsa düþtü. Aynaya bakýyorum; bu kendine bakan surat benim mi? Hangi þekle girerse girsin bir türlü benim olamayan bu saç, bu gözler, bu burun, bu gömlek, bu bakýþ… Deðiþe deðiþe aslýmýn nerde kaldýðýný unutmuþum. Deðiþe deðiþe gerçek görüntümün nasýl olmasý gerektiðini unutmuþum. Deðiþe deðiþe deðiþmiþim.

Berber koltuðuna gömülmüþ ben, yani herkesin has abisi, iyi yürekli çocuk; aynada kendime

Deðiþe deðiþe deðiþme!

7


Hakan Günday: Ne yazarsam yazayým, okur dünyayý sadece benim gözlerimle görecektir. Söyleþi: Furkan Çalýþkan bir iþi bu kadar iyi yapamýyorum.

Sistemin ya da çarkýn dýþýnda kalan insanlarý yazýyorsunuz, hep normal olmayan kahramanlar yaratýyorsunuz, þimdi ise artýk tanýnan, popüler bir yazar oldunuz. Hiç bu çarkýn içine dahil olduðunuzu hissettiniz mi? Ya da kýskaç daralýyor mu? Hakan Günday ruhunu nasýl koruyor? Ýnsanlar çarklarýný kendileri yaratýr. Yarattýklarý diþler tarafýndan çiðnenirler. Oysa hayat, bir tercihler tarlasýdýr. Benim popülerlik ya da baþkalarýna ait herhangi bir çarkla hiçbir iliþkim olamaz. Çünkü umursamam. Ancak ruhun korunmasý gerektiði doðrudur. Bunu gerçekleþtirmenin tek yolu da benim için, roman yazmaktýr.

Aforizmalar nasýl bir yer tutuyor eserlerinizde? Tespitsel bir anlatým kullanmýþsýnýz, bu tasvirden kaçmak için mi, yoksa okurun dünyayý sizin gözünüzle görmesini saðlamak için mi? Ne yazarsam yazayým, okur, dünyayý sadece benim gözlerimle görecektir. Bundan kaçýþ yok. Çünkü ne anladýysam onu anlatabilirim. Malafa, bilinmeyen bir dünyayý anlatýr ve roman, okurun rehberi olur. Dolayýsýyla kimsenin kaybolmamasý için net cümleler kurmak gerekir. Bize biraz Celine'nin "Gecenin sonuna yolculuk" kitabýnýn sizin için anlamýndan bahsedebilir misiniz? Çünkü Celine ile baþlayan Fante, Bukowski ve diðer "underground" yazarlarla devam eden bir geleneðin içinde yer alýyorsunuz kanýmca ve onlar içinde bu kitap bir rehber gibi. Siz nasýl görüyorsunuz? Gecenin Sonuna Yolculuk, bana, yazarlýðýn olaðanüstü bir yaratýcýlýk, çeliþkiyle, kýþkýrtmayla dolu bir tavýr gerektiren, garip bir meslek olduðunu düþündüren ilk ve son romandýr. Bugüne kadar yazýlmýþ en çarpýcý roman olduðunu düþünüyorum. Ýçinde, hayattan bulanmýþ midelerin hikayeleri vardýr. Jack Kerouac, Bukowski gibi yazarlarý etkilemiþ olmasý tesadüf deðildir. Sayfalarýn tokat atan ellere dönüþtüðü bir romandýr. Çevirdikçe uyanýr, çevirdikçe canýnýzý yakarsýnýz. Benzer acýlarý çekenler, dünyanýn ve zamanýn neresinde olurlarsa olsunlar birbirlerine benzerler. Celine, insanýn kendine dair hayal kýrýklýðýný anlatmýþ ve hepimizi inandýrmýþtýr. Onun kýrdýðý hayallerin üzerinde zýplamaktan ve onlarý parçalamaktan baþka seçeneðimiz yok. Bu garip düþünce okulunda bize düþen pay bu kadardýr.

Kendi okurunuzu oluþturdunuz ve okurlarýnýz her yeni kitabýnýzý "Kinyas ve Kayra" gibi olacak beklentisiyle karþýlýyor, nedir "Kinyas ve Kayra"yý bu kadar özel yapan? Daha önce, Türkçe'de yan yana gelmemiþ kelimeleri bir arada görebileceðiniz bir romandýr. Hýzlýdýr. Zekidir. Aptaldýr. Hantaldýr. Mükemmeldir ama binlerce hatasý vardýr. Bir çýðlýða benzer. Böyle olmasý gerekir çünkü romanda anlatýlan hayatlar bunu gerektirir. Ancak Zargana, Piç ve Malafa farklý romanlardýr. Onlarýn sözünü ettiði hayatlarda iþler farklý yürür. Dolayýsýyla, her roman kendi okurunu yaratýr. Birini tercih edenin diðerinden nefret etmesi tesadüf deðildir. Bir söyleþinizde edebiyata inanmadýðýnýz söylemiþsiniz dolayýsýyla "yer altý" edebiyatý kavramý da olmuyor, peki nedir bu yazma dürtüsü? Yazdýklarýnýz nedir? Louis Ferdinand Celine'e ait olan "Edebiyata büyük yeteneðim var ancak ilgimi çekmiyor." sözünün ne anlama geldiðini bulmak için önce edebiyatý reddetmek gerekir. Ben sadece roman yazýyorum. Hepsi bu. Edebiyat, mani, koþma, klasikler, postmodernizm, beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Roman yazýyorum çünkü baþka çarem yok. Zihinsel dengem için þart. Ayrýca baþka hiç-

Son kitaplarýnýza doðru olay örgüsünden çok bir üslup tutturma ve daha sade bir anlatým çabanýz var? Nedir bu, ustalaþmak mý? 8


Her roman bir üslup gerektirir. Malafa, Zargana gibi yazýlamaz. Piç de Kinyas ve Kayra gibi yazýlamaz. Ancak kelime israfýný sevmediðimi söylemeliyim. Ne eksik, ne fazla. Bir hikaye böyle anlatýlmalý. Ancak romanlarýmýn üsluplarý arasýnda bir farklýlýk olduðunu düþünüyorsanýz, bunu sadece ustalaþmakla anlatmak mümkün deðil. Deðiþmek, baþka bir roman yazmak, baþka hayatlar anlatmak ve baþka biçimlerde baþka yerlerde olmak. Üslubumu daha çok bunlarýn etkilediðini sanýyorum. Berlin, Ýstanbul, Afrika, Antalya, Güney Amerika gibi çok renkli ve birbirinden farklý mekanlarda geçiyor kitaplarýnýz. Bu, kentlerin ve ülkelerin kendi karakterlerinden hikayelerinize bir þeyler katmak için mi? Romanlardaki kent ve ülkeleri tesadüfen seçmiyorum. Ýçerikleri emrediyor. Ancak bir kitapta, o güne kadar adýný bile duymadýðým bir yerden söz ediliyorsa, ilgimi çeker. Dolayýsýyla farklý coðrafyalarýn hikayeyi ilginç kýldýðýný da düþünüyorum. En azýndan ben, böyle romanlarý okumayý tercih ediyorum. Ancak yine de, Kinyas ve Kayra'nýn Afrika'dan baþka bir yerde, Zargana'nýn Tacikistan'da geçemeyeceðini biliyorum. Ve evet, böylece fondaki kent, sokak ve ülkelerin de romanlarýmda birer karakter olduðunu, sayenizde ilk kez düþünüyorum. Çünkü bugüne kadar söz konusu yerlerin seçilmiþ olmalarý bana o kadar doðal geliyordu ki bunu hiç sorgulamamýþtým.

sa bu iþi yaparken yaþadýklarýnýz mý size "Malafa" yý yazdýrdý? Bugüne kadar roman yazmak için hiçbir iþe ya da etkinliðe bulaþmadým. Ancak bulaþtýklarým o kadar ilginçti ki üzerlerine roman yazabildim. Bence siz bütün edebi endiþelerin dýþýnda bir yazarsýnýz, kendiniz için yazma özgürlüðü ve bu özgürlüðün getirdiði gücü kullanabiliyorsunuz, kendiniz için iyi bir þeyler yapýyorsunuz. Peki, yazmasaydý Hakan Günday, ne yapardý? Dýþiþleri Bakanlýðý mensubu ya da punk-rock söyleyen bir þarkýcý olurdum.

Son romanýnýz "Malafa"dan bahsetmek istiyorum. Ýlk dikkat çeken, insanlarýn duymaya alýþýk olmadýðý kelimeler, farklý bir argo; þaþýrtmak için mi, yoksa sadece doðal yapýyý saðlamak için mi kullandýnýz? Malafa, tezgahtarlarýn hayatlarýný anlatýr. Ve bu sadece tezgahtar argosuyla mümkün olabilir. Okur, ilk sayfalarda kendini, center'da yeni çalýþmaya baþlamýþ biri kadar yabancý hisseder. Ancak sayfalar geçtikçe, gerçekte de olduðu gibi çevresini, çevresinin dilini anlamaya baþlar. Roman bittiðindeyse kendini o kelimeleri kullanýrken bulur. Eðer böyle olmuþsa, romaný tezgahtar diliyle yazmýþ olmam iþe yaramýþtýr.

Müzik ne yaptý size? Hakan Günday'ýn ruhuna neyi kattý? Müzikle ben, birbirimize çok þey yaptýk. Ýkimiz de birbirimizi kullandýk. Onun sayesinde, doðumumdan sonra ikinci kez açýldý gözlerim. Bir süre sonraysa, müzik sayesinde yarattýðým hayal dünyasý yüzünden tekrar kapandýlar. Bugün yazdýðým her kelimede on yýl önce dinlediðim þarkýlar var. Bugün yazdýklarýmsa, on yýl sonra hiç tanýmadýðým çocuklarýn besteleyecekleri þarkýlarda olabilir. Böyle olmasý doðaldýr. Buna, sanatýn ölümsüzlüðü denir. Ýsimsiz sanatçý küllerinden oluþmuþ bir ölümsüzlük anýtý her eserde biraz daha yükselir. Gerisinin de bir önemi yoktur.

Yine bildiðim kadarýyla mücevher iþine girmiþsiniz bir ara, "Malafa" yý yazmak için mi? Yok9


Murat Çeþme Sonsuz Kocaman ve zinde ve sonlu bir sinek Küçücük ve yorgun ve sonsuz bir sinek Sinek ki ayný sinek Ne somut ne soyut bir meydan or tasýnda Kalabalýk ve çoðul ve yoðun bir meydan Tenha ve tekil ve sýð bir meydan Meydan ki ayný meydan Ne somut ne soyut bir sinek kanadýnda Elinde sineklik, kovalýyor bizi dýþýmýzda bir meydan Elimizde sineklik, kaçýyor bizden dýþýmýzda bir meydan Takip ki ayný takip Ta içimizde Yalazlar yükseliyor, uyandýrmalýyýz ar týk biz bir sineði Bir sinek bizi uyandýrmalý Neden ki ayný neden Kalûbelâdan beri Uyanýyoruz, uykumuz dýþýmýzda bir meydana düþüyor Uyanýyor dýþýmýzda bir meydan, düþürüyor uykusunu bize Uyku ki ayný uyku Sanki hâlâ gözümüzde Uyanýyoruz yetmiyor, uçurmalýyýz sonsuza biz bir sineði Bir sinek bizi sonsuza uçurmalý Sonsuz ki ayný sonsuz Sonsuz bir soyutlukta, sonsuz bir somutlukta Sonsuz: içimizde bir meydan: En ferahfeza meydan: Müslüman.

10


Alper Gencer Harp! uzakta bir vapurun küpeþtesine sýðýnmýþ avuçlarýn her gün bir tarafa taþýnýyorsun, zýrhýndaki delikten içeri giriyor soðuk düþününce sýðýnmak aciz gövdemizde meþru kýlýyor eksikliðimizi Vegas'ta bakara oynayan bir çocuðu þerh ediyor kelimelerim yaðlý bir ipten geçtim, dengem yaðlý bir ipin dengesi ar týk düþersem altýmda ölümüme sebep olacak bir yükseklik konuþursam bir gürültüyle üstümüze çýð yuvarlanacak yüzersem deniz dalgalanacak, avuçlarýn terk edecek belki vapurun küpeþtesini ne uykum yer tutuyor, ne bir düþ gösteriliyor son zamanlarda bana keskin bir ufunet yayýlýyor yüreðimde açýlan yaradan yoruldum her sona yaklaþtýðýmda iki kiþi olarak anýlmaktan! yorgun düþmek nedir bir tanýmýn kovuðuna son süratle dadanmak için, son sürat kavuk sallamak ahkâmýn güçlü ve tehditkar kollarýna oysa kaç taný, kaç teþhis konuldu da biz sýr t çevirmiþtik bir ada olmalýydý hani kurallarýný bizim koyacaðýmýz bir ada! bir kale duvarýna çarpýp parçalanýyoruz þimdi her defasýnda çünkü göndere çekilen bayrakta bizim rengimiz eksik temiz çarþaflara sarýyorlar tamamen unutturmak için seni soðuk ve boyasýz bir küpeþteye senin narin ellerini… iki gemi, Bahreyn'de bir Or tadoðu gölünde yüze yüze Müslüman iki gemi, Basra'dan Hazar'a Isfahan üzeri kýzaklara çekilmiþ iki deniz, bir yurdun kýyýlarýna çarpa çarpa öfkeli iki toprak; hudutsuz, yaðmursuz ve netameli… rabbim bizi yek say yorulduk, yorulduk iki ayrý kiþi olarak çaðrýlmaktan þiirime payandadýr saðlam çakýlmýþ bir Fars iskeleti penceresi kýrýk, kapýsý aralýk bir evde rüzgarla malul olan gövdem endiþeyle sarýlmýþ bir cengin cesaretiyle canýný mý kollasýn kaç güneþ daha batacak tüfeðime uzanmam için, daha kaç gemimiz gark olacak bu þehit der yasýna dümensiz?

11


Ünsal Ünlü Yakýþýklý olsun çocuklarýmýz Belki bir gün içimize kar yaðar sen ben üþürüz Üþütmeyiz, korkarýz mýzrak gözlü çocuklarýn gözlerinden Elleri enselerine düþmeden avuçlarýmýzda ter dua ederiz Kaç göðüs eskittik sýðdýrmak için hayatý bir nefese Üzerimizde kalýr bizi bizsiz býrakan metal yorgunluk Belki Ýstanbul bir þarký söyler uzun yolculuklarýmýz için Yaðmur sesli bir kadýndýr Beþiktaþ'tan Üsküdar'a çiseleyen Þehirler geçse üzerimizden kalkar doðrulur yine yürürüz Bir gezginin sezgisiyle buluruz izimizi mavi gümüþ sularda Baðýþlanan insan yüzümüz kadar baðýþlanmýþtýr Ýstanbul bize Belki aðlayan þehirler olur halký uzak ve büyük þehirlerde olan Ben de öðrenirim aðlamayý halký yoksul terkedilmiþ þehirler için Susmayý bilmesem de gittiðim her yere suskunluðumu götürdüm Saatin sarkacýnda salýnan saða sola ve kendine dönen yalnýzlýk Sen ki, gözlüðünün camlarýný silen bir adamýn yaðmur duasýydýn Belki bir gün iki aðýz ederiz, çok eski zamanlardý deriz Altýndan girip üstünden çýkmak için çeküllü dünyada Serserilik edemedik; bir havamýz vardý bir de yerin dibi Dipsiz kuyulara, koparmak için ipimizi sarkýtmadýk gövdemizi Ýstemedik hapsimizi, kalamadýk yüzeyde yüzümüz olsun istedik Belki bir gün bir kibrit alevi serinliðinde bozarýz suskunluðumuzu Ýçimizde alevlenen yangýnlar adýna savrulur küllerimiz yarýna Küllerinden yeniden doðan Anka baþýmýzda yeniden yükselir Dölek mevsimler kurak topraklarýmýza þefkatli bir anne; gökten Düþen elma kadýnlýðýný geri verir doðursun için bir Mer yem anneye Belki gün olur ayrýlýðý muþtu sayarýz varmak için birbirimize Birbirine benzer ayrýlýklar; ne sendedir ne bende yýllardan sonra Yaþý otuz olaný saçýna aklar düþeni çýkarýr sýðýnaðýndan hayat Ben seni bu beyaz sayfaya yazdým, biz yine kendimize döneriz Ömrümüzden bir tutam saç ektik yakýþýklý olsun çocuklarýmýz

12


Rüya kayýtlarý Mustafa Uysal oluyor. Dilimde erimesinden korktuðum bir lezzeti tadar gibiyim. Bu bana veriliyor. Hem de gün boyunca. Kendimi daha güçlü hissediyorum. Bütün kayýtlardan sýyrýlmýþ olarak, belki haremim, bir güzelliðe yaslanýyorum. Aþýk olunmasý gereken bir güzellik. Tenini hissediyorum, tensel þeyler deðil, sadece ten. Bir çocuða yorumlatmalý bunu. Annesini hisseden bir çocuða. O güzele aþýk oluyorum. Biliyorum ki, iþte bunun için buradayým ve iþte bunun için öleceðim. Baþlangýçla son arasýndaki uçurumu iþte bu dolduracak. Ýlk aþkýmý, sonrakileri, daha sonrakileri deðil sadece onu biliyor ve hissediyorum. Daha önce aþýk olmadýðýmý söylüyorum ona. Doðru söylüyorum. Tekrar aþýk olduðumda daha önce hiç aþýk olmadýðýmý bilirim. Bana, Yusuf gibi olduðumu fýsýldýyor. Rüyadayým bunu biliyorum sanki, evet, diyorum, annem de böyle söylerdi. Uyanýyorum, içimde aþkýn býraktýðý mülayim bir sýðýnak var. Akþama kadar çýkmýyorum oradan. Ýltifatlarýn ördüðü bir sýðýnak o. Aþkýn, ordularýyla yaðmalayýp geride býraktýðý harabelerden deðil. Bilinsin ki, bu son rüyam deðildir aþka dair. Hiç uyanmayacaðým rüyama kavuþacaðým. -Pat! (Defter kapandý.) -Çýt! (Kalem kapandý. Tatlý bir hýþýrtýyla, sakince kaydý defter koltuktan. Koltuðun sahibi gözlerini kapadý. Açtý. Yanaðýna dokundu. Pencere önünde duran çiçekleri sulamak niyetiyle kalkmasý gerektiðini düþündü. Ama bunu yapmadý. Gözlerini yumdu. Çiçekleri sulayan bir çiçeði yürüttü mutfaða doðru. O, gitti, cam sürahiye doldurduðu suyla geldi, çiçeklerle konuþtu, suladý, yapraklarýna dokundu tekrar mutfaða gitti. Mutfak penceresi açýldý ve oradan yarým býraktýðý rüyalara döndü.

1 Ben bir savaþçý deðilim. Her rüyanýn yorumu olduðunu da sanmýyorum. Ve sanýyorum ki, rüya yorumlayan insanlar hep ölmüþlerdir. Onlar da ölecekler. Elimden ölüm gelmez, savaþçý deðilim, elimden ölüm gelmez. Rüya yorumlayan insanlarýn öldüklerini söylüyorum sadece. Sabah duasý unutulmuþtur. Rüyalarýndan sýyrýlan esirler ellerinde sýyrýklar olduðu halde yorumculara koþmuþtur. Nihayet onlara, birinin bu gerçeði söylemesi gerekiyor. Ölümün hissedilmediði, gölgesinin bile uðramadýðý bir rüyanýn ertesinde insanlar ölmüþlerdir. Pembe yanaklý kýzlarýn rüyalarýna uðrayan melek, onlara, içinde birkaç gün kalmalarý için sýðýnaklar inþa etmiþtir. Uyandýðýna þaþýran erkekler için ihtimaller býrakmýþlardýr yine. Ýnsan, notlarýný karýþtýrmalýdýr ara sýra. Bizzat el yazýsýyla notlar düþtükten sonra tabi. Uyandýðý yataðýn sýcaklýðýna ürpererek bakmamayý da öðrenecektir. Çiçekli bahçelerde gezinen tüy dudaklý dilberlerin içinden sýyrýlýp giden sabahý hissettiðinde yüzünde, acaba bugün ölecek miyim, sorusunu da sorabilmelidir. Hayatýn akýp gitmesi, baþka rüyalar da getirecektir lakin bütün rüyalarýn yorumsuz kalmasý gerekmez. Genç kýzlarýn, ihtiyarlarýn, bir de günahkarlarýn rüyalarý kendi haline býrakýlmalýdýr. Umut yahut umutsuzluk, iyilik yahut kötülük, sevinç yahut hüzün, ölüm yahut ömür... Rüyanýn iþaret ettiklerine dokunanlar kendilerinin tutsaklarý olmaktan daha baþka nedirler? Uyandýðýmda neler hissettiðimin ne önemi var? Sevimli, alabildiðine sevimli, severken zarar verebileceðimden korktuðum bir kuþ yavrusu kadar, baharýn ýlýk rüzgarý kadar, ilk aþk kadar sevimli, doyumsuz, kanmanýn olmadýðý, bütün iyiliklerin ve güzel þeylerin kendisinde toplandýðý ve beni iþaret ettiði ama nihayetinde beni yumuþak hislerle kuþatmasýndan baþka bir þey olmayan rüyama kanýyorum. Günah olmayan, tedirgin etmeyen, suçlanmayacaðým bir sevdanýn içindeyim. Hiç kimsenin ayýplamasýný gerektirmeyen þeyler

2 Kalk! Ahmet Bey, kalktý ve odada dolaþmaya baþladý. Bugün pek az uyuduðunu, dolayýsýyla yorgunluðunun bundan kaynaklandýðýný düþündü. Baharýn 13


tadýný çýkaramayan biri gibi hissetti kendini. Dýþarýda bahar vardý. Baharýn getirdiði pek çok þeyden nasibini almýþ sayýlmazdý doðrusu. Dolaþ! Odada, duvardan duvara dolaþmaya devam ediyordu. Bir aralýk pencerenin önünde durdu. Sarý kafalý çocuklardan birine takýldý gözü. Galiba dizi kanýyordu. Aðlamalarý ta yukarýya kadar duyuluyordu. Ýnip çocuðun yarasýný tedavi edebilirdi. Bunu yapmadý, ben ayný zamanda bir doktor da deðilim, diyordu, bir savaþçý olmadýðým gibi. Aþýk ol! Hayýr, aþýk olma kudretini kendinde bulamayan biriydi Ahmet Bey. Beyaz saçlarýnýn beyaz býyýðýnýn, kadim aþk öykülerinin kurgularýna nasýl bir kontrast oluþturduðunu düþünüp gülerdi bile. Aþýk olmak istidadý -ki, böyle bir þey kabil isetam da baharda zirveye çýkmalý deðil midir? Ahmet Bey, gündüz düþlerinin kendisini çektiði dehlizlerde kaybolmuþ, sürekli ölüleri sayýklayan ve geleceðin kanatlarýnýn zar kadar narin oluþuna hayran, rüyalarýný kayda alýyordu. Baþkalarýnýn rüyalarýný kendi rüyasý ile karýþtýrdýðý zamanlarda bile kaydý kesmiyor, sürekli yazýyordu. Ýnsanlarla pek bir baðý yoktu ancak, birkaç kelam eder, ihtiyaçlarýný giderirdi. Ahmet Bey, konuþ benimle! Ses yok. Boþ odalarýn rahatsýz edemeyeceði bir adam o. Treni görebileceði kadar uzak olmasýn yeter, pencereler. Küçük odalarda kalýyor gittiði yerlerde. Sürekli gidiyor yani. Bazen duruyor, epeyce duruyor. Bir iki yýla yaklaþtýðý oluyor duruþlarý. Bir gezginin ancak, rüyasýný kovalýyor olduðu kimin aklýna gelirdi. Ahmet Bey, caný çektiði zamanlarda ve kýsa konuþur. Onu tam tanýyor sayýlmam. Onunla ortak bir yanýmýz var, ikimiz de yazýlýyoruz. Ayný yazýcýya baðlýyýz. Geniþ bir zaman dilimi kullandýðýmýn farkýndayým. Yazýlýp bitmiþ olmalý, ama öyle de deðil belki. Zamanýn iç bütünlüðünü yahut yaratýlmýþ yokluðunu nasýl ölçebilirim. Müphem ifadelerle geçiþtirmek daha doðru olacak. Ahmet Bey, odasýnda dolanýp duruyor. Dizi kanayan çocuða bakýyor hâlâ. Kýrmýzýnýn bahardan sonra gelen renklerden olabileceðini, hani pembeden, tonlarý açýlarak en son bahar bitiminde, kýrmýzýya, bir gül yahut gelincik vasýtasýyla inkýlap edeceðini düþünüyor. Yeþilin, beyazýn ve pembenin bahar demek olduðunu düþünüyor. Düþün-

sün. Onun için her þey, uyuyana kadar. Çok tatlý uykularý var Ahmet Beyin. Uyu ve senin için hazýrladýðým rüyalarý gör! 3 Elime bir kavun almýþtým. Onunla oyalandýðýmý söyleyebilirim. Saða sola yuvarlýyor, evirip çeviriyor, elimde atýp tutuyor (fazla büyük sayýlmazdý), çizgilerinde parmaklarýmý gezdiriyordum. Tütün kokularý arasýndan seçebildiðim çeþitli kokular alýyordum. Kavunla oynamam bir çocuðun haritayla oynamasý kadar tabii idi. Onu yemeyi düþünüp düþünmediðimi nasýl hatýrlayabilirim, bunu nasýl yapabilirim? Kabarmýþ bir topraðýn üstündeydim. Nasýl bir duygudur bilirsiniz. Yeþil bir kavundu, olgunlaþmýþ hatta bir yerinden hafifçe yarýlmýþ. Ýçinin rengini cýlýz bir ýþýk gibi görebiliyordum. Tadý konusunda bir fikrim yoktu. Evet, yoktu. Güzel bir kavunun tatsýz olabildiðine çokça þahit olmuþumdur. Þehre göçtükten sonra, pazardan aldýklarý kavunlarýn tadýný alamayan, atmaya asla kýyamayan ve üzerine þeker serpeledikten sonra yiyebilen bir tanýdýðým vardý. Tarlada olsa bir köþeye atar, bir baþkasýný keser diðerini de ineklere yedirirdik, demiþti. Buna benzer bir hikayem daha vardýr. Benzerliði konusunda çok da emin deðilim ama olsun. Küçük bir defter taþýrdým o zamanlar. Defterimin en baþýnda þöyle bir söz yazýlýydý, "Ya kuþ ölür, ya dal kýrýlýr." Bu sözün diðer sözler arasýndaki yeri çok da mühim deðildir aslen. Söz, söylendiði yere ve söyleyenin kim olduðuna, hangi durumda söylediðine bakýlarak þahsiyet kazanýr. Bu sözü askerlik iznim sýrasýnda patlayana kadar kavun ve karpuz yedikten sonra, yanýmda bir yýðýn da tatsýz kavunlarýn ayrýlmýþ olduðu bir tarla ortasýnda, ahlat aðacýnýn dibinde iþitmiþtim. Dedem ihtiyardý ve ben, askerdim. Biraz daha ye, dedi, bir daha ya kuþ ölür ya dal kýrýlýr, da dedi. Çakýsýyla bir kavun daha kesti. Ýçimde bir yer daha açýldý bu söz üzerine. Kavunla oynamaya devam ediyordum. Birden, çok da tuhaf gelmeyen bir halle, onu koklamaya baþladým. Daðdan bir eþek anýrmasý duyuldu. Kavunu kokluyordum. Eþek ýsrarla ve galiba inatla anýrmasýna devam ediyordu. Susamýþ olabileceðini düþündüm nedense. Kavunu koklamaya doyamýyordum. Bildiðim kavun kokusu, bir süre sonra 14


arasýnda caddeye bakan el kadar yüz. Bir kadýn yüzü. Þemsiyemi kaldýrýp bir kez daha baktým. Evet, bir kadýn yüzü. Ýhtiyar bir yüz mü, hevesli bir yüz mü, bekleyen bir yüz mü? Hayýr hiç birisi deðil. Yüksek bir penceredeydi ve zaten kafamý kaldýrmakla kýzaran yüzümü eðmek zorunda kalýþým görüþümü engelledi. Hýzla araçlar geçti, üstüme su sýçratmamalarý için kenara çekildim. Aslýnda bu yaðmur az sonra durmalý deðil miydi? Çünkü rüyamýn içindeki rüyamda sabaha çok az kalmýþ olmalýydý ve Þerife'nin selamýný götürmeli deðil miydim? Biliyorum, þu an rüyamdaki tarlada uyuyorum ve penceredeki kadýn yüzünü görüyorum. Sanki sürekli ayný pencerenin önünden geçiyorum. Þimdi uyansam, kendimi tarlada ýslak bir vaziyette mi bulacaðým? Yine uyansam?

artýk kokmaz olan haliyle elimdeydi ve o kokusunu hiç yitirmemiþti. Nihayet elimden býraktým. Hafif büyükçe, belirgin bir sivriliði olan taþa vurdum kavunu. Ýkiye yarýldý. Çekirdeklerini çýkarmak için elimi içine soktum, sýcacýktý. Olmayacak deðil ya, yaðmur çiselemeye baþladý. Baþým tatlý tatlý dönmeye, parmaklarým, bacaklarým halsiz mecalsiz titremeye durdu. Gözlerimde uyku belirdi. Elim hâlâ kavunun içindeydi, kavun soðudu ve nihayet eski halinden eser kalmadý. Islandýkça üstümde yeþeren yosunlar olduðunu sandým. Toprak kokusuyla kavun kokusu karýþýk hissediliyordu artýk. Uyumak için kývrýlýverecek bir yer aradým. Kurumuþ toprak ince tabakalar halinde ýslanmýþtý. Elimle düzleyince altýndaki kuruluk ortaya çýktý. Toprak halen sýcaktý. Elimle epey düzledim. Islak tabaka gidice topraðýn sýcak yüzü beni tekrar kendine çekti. Oracýða kývrýlýp yattým. Yüzümde yüzlerce minik el vardý. Gözlerim topraða dönüktü, kaldýrýp yaðmura bakacak halim yoktu. Gökten yorgan iniyordu üstüme, yaðmur indikçe sýcaklýðý ile beni örttü. Ýþte tam o anda pencerede el kadar bir yüz gördüm. Sicim sicim yaðmur vardý. Kalýn perdeler

-Kütahya, Kütahya! Beyefendi, Kütahya'ya az kaldý, uyanýn. -Teþekkür ederim. Þemsiyem nerede? Sen þemsiye taþýmazsýn. Ýstasyonda bir misafirin olacak, seni o karþýlayacak. Arkadaþýnla vedalaþ, in ve yavaþça camiye git. 15



Ýyi saatte (fragmanlar) Mustafa Akar Bir de haylaz varoluþçular var tabii. Bizim islamcýlarýn bayýldýðý adamlar. Onca felsefelerinin ucu, Camus'nün dediði gibi, sýnýrsýz sevme hakkýna geldi dayandý. Çýkýþ buydu yani. Hümanizmanýn esenlik verici baygýnlýðý onlar için yeni bir dindi eni konu. Zaman. Onu ancak aþk ve cinsellikle aþabilirlerdi. Sartre'ýn Genet sevgisi.

1 "Koy þiirini yumuþak reçinenin içine, zamaný gelecektir, artýk bekle." Enis Batur'un Kanat Hareketleri'ni okurken düþündüm de, Batur artýk kitap yazmaktan öte sadece kendisinin olan bir kitaplýk kuruyor handiyse. Zaten ilk kitaplarýndan bu yana aklýnda dolaþan Babil kulesi miti ona epey yol kat ettirdi. Baþkalaþýmlar, Opera, Doðu Batý Divaný, edebiyatýmýz için önemli çýkmalar. Roman denemelerini ayrý bir yere koyuyorum ben. Öte taraftan Batur'un yazdýklarýna þiir, roman, deneme diyemiyorum bir türlü; olsa olsa E.B. türü demek gerek.

5 Post-sicriptum: Dünya þiirinde ilk kez "Ben" kavramýný þiiriyle ortaya koyan Dante olmuþtur. Yüzyýllar sonrasýnda Dante'nin "Ben" kavramýna Rimbaud, "Ben bir baþkasýdýr" sözüyle þiirde "Baþka" kavramýný ortaya atmýþtýr. Ben yýkýlmýþtýr "Baþka" ile.

2 Sevgilisinin beyin loplarýna aþýk bir kadýn - cebinde ýslak rus harfleri taþýyan bir erkek - evinin yapraklarýný Ulysses'den yapraklarla süsleyen sapýk okur - taksiyle karýnca kovalamak isteyen þair - kuyruðundan baþlayarak silinen kedi - her gün Ýlahi Komedya'yý kopya edip çoðaltan yazýcý - Homeros'un düþünde yaþadýðýna inanan kör yaþlý balýk aramaya çýkan akvaryum.

6 Cristopher Marlowe'un Doktor Faust'unda, Faust, Helen adlý güzele kendisini öpüp ebedileþtirmesi için yalvarmaktadýr. Helen Faust'u öper ve kaçar. Arkasýndan þöyle baðýrýr Faust: "Dudaklarýn ruhumu emdi. Gel Helen, gel, ruhumu geriye ver" Tam da buradan yola çýkar Peyami Safa: "Bizi de yabancý medeniyetler öptü. Baðýrýyoruz: Busen çok tatlý. Fakat ruhumu emdin. Geriye ver! Ruhumu geriye ver"

3 Yol yolcuda tamamlanmaz, biz genelde yolun bittiðine inanýrýz

7 Bordo yorgan Fazla geldi kýþa Bundan üzüntülü elma (Eski bir Çin haikusu)

4 Birikme ve çözünme, diyor Berger. Zaman. Bir uzunluk deðil, derinlik ve yoðunluktur. Proust'un anladýðý gibi. Önce büyür ve birikir. Çözünür sonra, aðýr aðýrdan erir, ergir. Yaþanan bir andýr oysa. Ne baþý ne de sonu olan bir an. Fotoðraf karesindeki ipince duruþ. Zaman bir koþul mu bir kuvvet mi yoksa. Hegel kuvvet diyor. Tarihin kuvveti insanýn eylem ve seçimlerine baðlýdýr. Tarihle savaþan insanýn karþýtlýklarý. Marks dialektiði buradan baþladý. Ve Pascal'ýn ünlü sözü: "Tanrý varolmayabilir, biz kaybolmuþ olabiliriz" Proust daha yakýn geliyor bana. XIX. Yüzyýldan sonra zaman kavramýný en iyi o anlamýþ, yitik zamanýn peþindesiyle.

8 Bir kütüphane dolusu kitabý görünce XIX. yüzyýlda bir taþralý kadýn: "Gökteki uzak yýldýzlara dokunmuþ gibiyim" der. 9 Çinliler kedilerin gözlerine bakarak anlarlarmýþ kaç olduðunu saatin. Bir yanýyla ilginç, diðer yanýyla daha bir ilginç. Oldum olasý sevdim kedileri. Bilge Karasu'nun dediði gibi Ne kitapsýz ne 17


de kedisiz durabildim. Belki de aslan burcundan olmamýn faktörü büyük bu etkimede. Kol saati edinmedim sözgelimi hiçbir zaman. Saat denilince aklýma Ahmet Haþim'in "Müslüman Saati" yazýsý geliyor ilkten, sonra da "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" Bir de duvar saatine ve bazý baþka eþyalara ad takma alýþkanlýðý üstadýmýzýn. Kalýn bir çizgi halinde Türk Edebiyatýnda saat konulu bir deneme yazýlabilir.

ziði yarýda býrakmaz ve iyi bir ritimci olabilirdim. Bilmiyorum. Bildiðim, o dört dörtlükleri, altý sekizlikleri falan þiirime taþýdýðým, bir tek bu. 13 Auschwitz'de Hitler zulmünden kaçýrýlarak, ayný þehirde tahta bölmelerin altýnda elli kadar çocuðu saklamayý baþarmýþ Yahudiler. Bu çocuklardan bazýlarý bulunmuþ: hayatta kalanlar Ýngiltere'de bir psikiyatri hastanesine gönderilmiþ. Ýçlerinden hiçbiri birinci tekil þahýs kullanmasýný bilmiyormuþ. "Wir", "biz" diyorlarmýþ.

10 -kibrit kutularýnýn içinde küçük ölü kuþlarBöyle baþladým güne, bir rüyanýn etkisiyle. Ben epey küçükken bir yaþýtým ölmüþtü. Adý Ercan'dý yanýlmýyorsam. Küçük bir tabuta koymuþlardý çocuðu. Öylecene gözlerimin önünden kayýp gitmiþ bu görüntü. Yýllar sonra rüyamda yeniden duyumsadým o aný. Ölümle ilk karþýlaþmam daha. Küçük bir tabut olarak. Bu imge býrakmadý yakamý, býrakmayacak. Ölümün sýðdýrýlmasý küçük tahta tabuta ve geçip gitmesi önümüzden sessizce; bir karanfilin yere düþüþündeki gibi hafiflikle... Þimdi kim ölse dünyanýn bir yerinde, ansýzýn bende hafifleyen baþ edilmez bir boþluk hissi. Hissi.

14 Ýmge (Os. Hayal, suret, resim, timsal, þebeh, sureti akliye, sureti zihniye, sureti mahsusa, sureti hayaliye, sureti ihsas, tahayyül; Fr., ing. Image; Ýt. Imagine): Duyulur bir kaynaktan gelen tasarým. 15 Aðýr bir çiçek kokusu yanýma geldi. "özlemek iyidir; sevgiyi ölçer" Ýbn-i Hazm 16 Kimileri karþý çýksa da ikibin þiiri denen bir olgu var. Kesinlikle sýký þiir, sýký okurla buluþmasýný biliyor. Ahmet Edip Baþaran sözgelimi þu kadar yýldýr þiir yayýmlýyor dergilerde. Daha ilk kitabýný çýkarmasa da ikibin þiirinin önemli burçlarýndan biri; Atakan Özen de öyle. Üstelik bu isimler "edebiyat ortamý" denen kör kuyunun dýþarýsýnda bir yerlerde Büyük Türk Þiiri'ne katkýda bulunuyorlar. Haklarýnda bir yazý bile çýkmadý. Oysa iyi bir þiir, okunduðunda sesimizi yükseltmelidir. Ahmet Edip Baþaran ve Atakan Özen karþýsýnda sessiz kalamýyorum. Bir de kaybolanlar var tabii. Mesela Oktay Salih. Dergah'ta üç þiir yayýmladý ve kayboldu. Mustafa Kutlu'ya da sormuþtum onu. Ve iyi þiirler için okuma önerisi: Oktay Salih, "yaz kuþlarý" Dergâh sayı:139 Ahmet Edip Baþaran, "yaralý kolye" Kırklar sayı:6 Ali Aydemir, "rüsup" Öteki-siz sayı:4 Sezai Aktunca, "sim ve yakut" Kırklar sayı: 8 Atakan Özen, "münzevi" Derkenar sayı: 10 Vural Kaya, "onaralým da git sevgilim buralarý" Hece sayı 102

11 Ýki deliþmen þiir çýktýsý: "hiçbir þey ilerleme gibi gerilemez" Cummings "kendimi topraða miras býrakýyorum sevdiðim otlardan büyüyeyim diye yine istersen beni, çizmelerinin altýnda ara" Whitman 12 Ýki arkadaþla oturuyorum. Oda dumana bulanmýþ. Biri fotoðrafçý, diðeri ufak tefek bir þeyler karalýyor, kendi halinde. Fotoðrafçý Ozzy Osburne hastasý. Rock müziðinin fýrlamalarýndandýr Ozzy. Konuþuyoruz uzun uzadýya. Pink Floyd, Nirvana, Metallica, Rolling Stones, Waits falan derken saat epey ilerliyor. Herkes en sevdiði gitar sololarýndan bahsediyor. Ben Comfartably Numb'ýn David Gilmour solosunu öneriyorum. Bence dünyanýn en güzel gitar solosunu barýndýrýr bu þarký. Pink Floyd'un gitaristi, tellerle konuþur gibidir handiyse. Tamburi Cemil Beye kadar ilerliyoruz. Müziðin bu evrensel tarafýný çok seviyorum. Dillerin ortadan kalktýðý, ortak bir lisan düzleminde buluþulduðu yegane alan. Eðer þiir yazmasaydým mü18


Cemal Süreya’da humor ve jest Atanur Memiþ Humor

Cemal Süreya, þiirinin en belirgin özelliklerinden biri olarak 'humor'u göstermektedir. Erotizm gibi humorun da eserlerine yön verdiðini þu sözlerle anlatýr: "Humor ve erotizm, yapýtýma ben hiç farkýna varmadan sinmiþ iki nitelik. Hayatýmýn ve okuduklarýmýn yansýlarý demek bunlar."1 Bu iki kavramýn yapýtlarýndaki iþleniþini ve seyrini ise; "Ama her zaman bu nitelikleri tek tek ya da bir arada lirik, hattâ trajik bir plana götürme özlemi içinde de olmuþumdur. Görülebildi mi bilmiyorum."2 sözleriyle özetler. Süreya'nýn, humorun kendisinde nasýl ortaya çýktýðý yanýnda, psikolojik durumunun þiirine nasýl yansýdýðýný da þu sözlerinden çýkarmak mümkündür: "Tuhaf þey, özgürlük ve kendine güven hep lirizme, sýkýntý ve bunalým ise hep humora atmýþ beni."3 Böylece þiirinin iki önemli özelliðini 'lirizm ve humor'u ortaya koyan þair; humoru, bir sýkýntý ve bunalým sonucu ortaya çýkmasýndan ötürü, zayýf yanýnýn bir yansýmasý olarak deðerlendirir. Süreya, humorun kapsamýný þöyle tanýmlamaktadýr: "Humordan, sadece güldürüyü, eðleniyi deðil, geniþ anlamda espriyi anlýyoruz."4 Humorun gelenekle iliþkisini ise þöyle anlatýr: "Bütün sanatlarda olduðu gibi þiirde de her gerçek yaratýþýn diriliði, tutarlýðý saðlam bir geleneðin varlýðýna baðlýdýr. Kiþilik de humor da gelenekten doðar."5 Süreya, humorun ayrýca, geleneðin kelimenin dýþ yapýsý ve cümle içindeki yerinin yýkýlmaya çalýþýlmasýyla da elde edildiðini ama bunun 'ufak, adsýz bir humor'dan öteye gidemediðini savunur.6 Þair, "Þiirde Yeni Kelimeler" yazýsýnda, humorun gelenekle baðlantýsýna deðinmeyi sürdürür. Humor için gerekli ortamýn ise çaðrýþým gücü yüksek kelimelerle kurulacaðý kanýsýndadýr. Dilde bolca bulunan soyutlamalarý gerçeðe yaklaþma aracý olarak görmekte; yeni, tutunamamýþ, kullanýlmamýþ kelimelerin çaðrýþým ve soyutlama özelliklerini ise þiirde bir humor yakalama adýna yetersiz bulmaktadýr.7

Ýroni

Süreya, Tuðrul Tanyol'un kendisini mizah anlayýþý bakýmýndan Orhan Veli'ye benzetmesi üzerine, kendisini ve Orhan Veli'yi bu anlamda karþýlaþtýrma yoluna giderek Orhan Veli'nin mizahý eski þiirin tersini söylemek adýna- eski þiire karþý bir silah olarak kullandýðýný vurgular. Kimi zaman mizah onda, öyküden doðmakta; kendi þiirinde ise metin ve biçemden kaynaklanmaktadýr. Gerçek anlamda, Orhan Veli'de, lirizmle savaþma aracý olarak öne çýkan, satir; kendisinde ise ironi vardýr.8 Süreya, "Can Yücel'in Þiirinde Ýroni" baþlýklý yazýsýnda, 'ironi'nin geliþmiþ, belli bir düzeye eriþmiþ edebiyatlarda görülebileceði kanýsýndadýr: "Ýroninin var olmasý için bir sanatta düþünce ortamýnýn bulunmasý yetmez, o ortamýn belli bir geliþme düzeyine varmasý, zenginleþmiþ, her türlü çaðrýþým örgüsünü kurmuþ olmasý da gerekir.... Ýroni, þiirin en yüce aþamasý deðildir elbet, hem hiç deðildir; ama ironiye þiirin belli bir geliþim düzeyinden sonra da rastlanabildiði de bir gerçek."9 Divan edebiyatýnda var olan ironinin, Tanzimat ve Servet-i Fünun edebiyatlarýnda görül19


memesinin nedeni de budur. Türk þiirinde ironinin daha çok rastlantýsal bir tavýr olarak kaldýðýný düþünen þair, Vladimir Jankeleviç'in Ýroni adlý yapýtýndaki, ironinin 'saðlam bir bilinç' gerektirdiði sözlerinden yola çýkarak, edebiyatýmýzda ironinin asýl 1940'lardan sonra bilinçli olarak iþlendiðini savunur. Ona göre, 1940 Kuþaðý için ironi ve 'alay' eski þiirin yýkýlmasýnda önemli bir silahtý. Çünkü, eski þiirin bütünüyle yýkýlmasý, daha çok düþünceye ve nesre kayýlarak gerçekleþtirilmiþti. "Düþüncenin Giysisi" adlý bir baþka yazýsýnda Süreya, bu süreci þöyle anlatýr: "Lirizmden henüz korkulmakta, onun büyük boþluðu, kimi zaman yersiz de kalabilen bir neþeyle, bir sevinçle, delifiþek bir humorla doldurulmaktadýr. Efsane deðerleri yerle bir edilmiþ, duyganlýk alaya alýnmýþtýr. Hayatýn güncelliðidir, hayatýn gazetesidir þiir."10 Sonuç olarak, Cemal Süreya'da humoru, lirizmi ve ironiyi yan yana buluyoruz. Bu kavramlar, onun yazýlarýnda, sadece þiirlerinin belli baþlý izleklerini oluþturduðu için yer almaz, ayný zamanda bir ülke þiirinin tarihsel seyrini ve geliþim derecesini gösterdiði için de önemsenir.

konuþma dilinin 'en hazýrlýksýz yerlerini bir anda kalkýndýrmasý, onlardan parýltýlar yaratmasý' þiirsel bir jesttir. Süreya, "671. Gün"15de jesti yine erkeðe özgü, savaþçýlýk günlerinden kalma, az rastlanýlan bir davranýþ olarak tanýmlarken, þiirle arasýnda bu anlamda bir baðlantý kurar. "672. Gün"16de jeste Osmanlýca ve Öz Türkçe'de bir karþýlýk bulamazken, jestin saðduyuyu uyandýrdýðý fikrini öne sürer. "673. Gün"17de ise, "Þiirle jest arasýndaki iliþkiyi ilk ben buldum galiba." demektedir. Kýsacasý, Süreya jesti bir cesaret, özgüven, saðduyu; bir güç unsuru; bir þeyin, bir gerçeðin bir anlýk farkýna varma; hazýrlýksýz olunan bir konuda iyi anlamda birden aþama kaydetme; gerçek özeleþtiri yapma gibi anlamlarýyla deðerlendirmekte ve onu bu özellikleriyle þiire benzetmektedir. DÝPNOTLAR 1

Cemal Süreya, "Þair Bir Tavýrdýr ve Þiirinin de Üstünde Bir Yerdedir…", Düþün Dergisi, Ocak 1986; Nursel Duruel (haz.), Güvercin Curnatasý, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, Haziran 1997, s.96.

Jest

Cemal Süreya, ayrýca, þiirini tutku ve jest olarak tanýmlamaktadýr.11 Süreya, 'jest' konusuna pek çok yazýsýnda deðinir ve bu kelimeye, þiirini anlatabilmek amacýyla çeþitli anlamlar yükler. "666. Gün"12de þiirin erkeklere özgü geleneðinden söz açar. Batý geleneðinde jest sözcüðünün destan ve kah ramanlýk sözcüklerinin temel anlamlarýna baðlanmasý, onda bu konu üzerine yeni fikirlerin oluþmasýna neden olmuþtur. Hükümdarýn yanýnda þair, önemli bir güç sahibidir. Þair savaþýp kahramanlýk göstermemekte ama onu anlatmaktadýr. Bu sayede þair, elinde önemli bir güç taþýmaktadýr. Þair, "668. Gün"13de jest konusunda düþünmeyi sürdürür. Jestte 'düþmaný bile dost gibi selamlama' anlamý olduðunu ileri sürer. Jesti yapanýn ise; güçlüðün, ölümün kýyýsýnda olduðunu düþünür. Her içdöküsü; her gerçek eleþtiri ve özeleþtiri jeste yaslanýr. Jest bir anlamda 'insanýn bir an, tam açýk olmasý'dýr. "669.Gün"14de jesti hazýrlýksýz bir atmosfer içinde düþünür. Bu atmosfer beklenmedik keþifler ve yeniliklerle sonuçlanýr ve bir an içinde gerçekleþir. Necati Cumalý'nýn Türkçede

2

Süreya, s.96.

3

Süreya, s.95.

4

Cemal Süreya (imzasýz), "Ýmgenin kökleri", Papirüs, Þubat 1969; Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s.318. 5

Süreya, s.318.

6

Süreya, s.319.

7

Süreya, s.275.

8

Cemal Süreya, "Þiir Labirentinde", Gösteri Dergisi, Temmuz 1984; Nursel Duruel (haz.), Güvercin Curnatasý, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, Haziran 1997, s.73. 9

Cemal Süreya, "Can Yücel'in Þiirinde Ýroni", Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s.139. 10

Cemal Süreya, "Düþüncenin Giysisi", Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s.173. 11

Cemal Süreya, "Þair Bir Tavýrdýr ve Þiirinin de Üstünde Bir Yerdedir…", Düþün Dergisi, Ocak 1986; Nursel Duruel (haz.), Güvercin Curnatasý, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, Haziran 1997, s.93. 12

Cemal Süreya, "671.Gün", Günler, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, Aðustos 1996, s. 268.

20

13

Süreya, s. 270.

14

Süreya, s. 270.

15

Süreya, s. 271.

16

Süreya, s. 272.

17

Süreya, s..272.


Modern algýlayýþ karþýsýnda þiir Hüseyin Akýn þýldýk anlamda bir üretim faaliyeti -yapýlan bir þey- olsaydý dijital imkânlardan da yaralanarak ondan bolca istihsal edebilirdik. Þayet þiirin büyüsü ve onun metafizik damarýný ortaya koyan þey nedir, di ye so ru la cak olur sa, bunun en doðru cevabý: "Ýstenildiði zaman yazýla ma ma" ya ni kendi ni yazdýrtmama özelliðidir, de mek yan lýþ ol maz. Eðer þiir bildik anlamda bir üretim faaliyeti olmuþ olsaydý düzyazýnýn ye ri ni ala rak ko nuþ ma di li nin yeri ne geçmiþ olacak, bu da onun sýradanlaþmasý olacaðý gibi günlük yaþamýn baðlý oldu ðu te mel le ri (ha yat kavgasý ve geçim) yerinden oynatabilecekti. Bir de þiirin hallerini anlatmasý açýsýndan ayrý tarihlerde çýkan fakat ayný zamanda okuduðum üç ayrý þiir kitabýnýn durduðu yerden bakalým þiirin modernizm karþýtý kendini yazdýrmazlýk direniþine:

Söz konusu olan þey þiirse eðer, kanýmca yazandan ziyade yazdýrana bakmak lazýmdýr. Þiir dýþýnda olduðum süre bu gerçeði daha bir yakýndan görmek imkâným oldu. Nasýl söz hedefini bulduðu an, söyleyenden ziyade söyletene bakma durumu hâsýl oluyorsa, ayný þey fazlasýyla yazý için de geçerlidir. Yazýya oturduðumuzda hiç havsalamýzda bulunmayan þey birden hesapötesi bir durumla, sanki ezelde takdir edilmiþçesine ait olduðu sözdizimini bulup oraya yerleþiveriyor. Ýçinde yaþadýðýmýz çaðýn þekillendirdiði modern kalp ve modern zihin gün geçtikçe þiirle arasýný açýp ona büsbütün yabancýlaþýyor. Þiir okuyucusu dediðimiz bir avuç insan ayný zamanda modern dünyanýn deðer yitimine direnen bir karþý koyuþun da gönüllü temsilcisi sayýlabilir. Modern hayat üretilebilir olaný tüketime müsait olma durumuna göre tanýmlýyor. Buna göre, þiirin üretime dönük bir yaný yoktur. Modern zihnin mekanik iþleyiþine tabi deðildir. Ne de olsa modern zihin seri üretime müsait bir tarzda yapýlandýrýlmýþtýr. Tüketici iþtihasýna ivedilikle cevap verebilmesi için, arz-talep kanunlarýna boyun eðmesi, dolayýsýyla da kalple kafanýn arasýna set çekmesi gerekiyor. Oysa þiirin çaðrýsýna kulak veren zihin, ilk insan olmakla beraber teþekkül eden zihindir. Dýþ dünyaya ve nesnelere (þeylere) iþe yararlýk ilkesine göre deðil, yeryüzünde yerleþtirildikleri özgün duruþlarýna göre nazar eder. Ýlk insan tabiatý ilk karþýsýnda gördüðünde ona nasýl bir ontolojik þaþkýnlýkla bakmýþ ve hayret makamýna geçmiþse þairin doðayla iliþkisi de bu hayret ve þaþkýnlýðýn yere düþürülmeden taþýnýp sürdürülmesinden ibarettir. Ne ki, modern dünya ve modern algýlayýþ neticesi tabiat aþkýn niteliðinden koparýlýp profanlaþtýrýlmýþ, bu kopuþla beraber þiirsel etki-tepki durumu yerini faydacý yaklaþým ve üretim-tüketim iliþkisine býrakmýþtýr. Þiirin meydana geliþ þekli modern havsalanýn idrakine sýðmayacak kadar metafiziktir. Eðer o alý-

Ah Muhsin Ünlü, Alper Gencer, Onur Caymaz

Gidiyorum bu: Ah Muhsin Ünlü'nün ilk ve tek þiir kitabý. Þiiri baþtan sona okuduktan sonra þairin nereye gittiðini daha bir anlýyor insan. Bu gidiþ 4 Eylül 1998'e tekabül ediyordu. Þiir dýþýna çýktý o da benim gibi. Ama þiir ülkesi ona kollarýný açtýðý halde o kendine bir türlü bu vizeyi vermedi. Bu "dönmeyiþ" hikayesini anlatýrken þöyle 21


diyor: "Hem televizyon iþi hem reklam iþi yapýp hem de bir yandan þiir yazýlmasýna imkan yok. Þiir yazýyorken belli meselelere belli bir mesafeden bakmak, bu mesafeyi korumak durumundasýn. Fakat reklam-tv iþine girdiðin zaman düþünme biçiminden, yemek yeme alýþkanlýðýna kadar bütün yaþam tarzýn ya onlar gibi olacak ya da sen onlar gibi olmayacaksýn.." (Derkenar-sayı-12/ Söyleşi: Furkan Çalışkan) Muhsin Ünlü bu kitabýyla þiirin kendini yazdýrmasýna en somut örnektir. Baþka türlüsü olsaydý, okuyucularýn ya da kendi isteðine boyun eðerdi. O zaman da þu dizeler þimdiki gibi yerlerinde durur muydu acaba: "Anlamadýðým çocuklarý balkonuma gömerim/ Þeyh gardolaplarýysa ancak yaðmur bildirir/ Bir þemsiye sarýklaþtýrýr at, deðil midir Nizamülmülk Gazali Sabbah; koþsalar?...

Sevgili Reis, Ýþte budur, dedim þiirini okuyunca. Þiir budur. Samimi söylüyorum. Çok sevdim, Çok beðendim. Allah, þiir ýrmaklarýný daha da gümrah kýlsýn. Þiirin saðlam bir kurgusu var. Üslup da buna göre olmuþ. Üstelik anlatýlanlar tamamen hayata yaslanýyor. Hayatýn þiir damarýna... Acýya, trajediye, hüzne... Bir þiirde baþka ne aranabilir ki... Diðer yandan, okurun paylaþabileceði, kendini bulabileceði, hatta benim gibi gözlerini nemlendirebileceði bir þiir... Ben, þahsen bunu yaþadým. Þiirin okurun iç dünyasýnda karþýlýðýný bulmasý sence de çok önemli deðil mi? Bunu saðlamýþsýn. Ama þu eleþtiriyi de yapmadan geçemiyeceðim: Sanki anlatmak istediðin çok þey var da saklýyorsun. Film baþlýyor, giriþ, geliþme bölümünden birkaç kare veriyor ve hemen sonuca gidiyorsun. Bu hikâye belki de canýný acýtýyor ve hemen sonlandýrýyorsun. Yanýlýyor muyum? Bu tabi benim kiþisel arzum. Keþke dedim, daha uzun bir destan olsa bu... Hak kapýsýna varmadan Ýstanbul'un, hayatýn, çaðýn zulmünden baþka kesitler de verse... Aþklarý, ayrýlýklarý, yalnýzlýklarý, hüzünleri biraz daha detaylandýrsa... Dediðim gibi bu benim biraz da hissi bir yaklaþýmým. Deðilse þiirde bir eksiklik olarak gördüðüm bir þey deðil...

Ah: Alper Gencer'in ilk þiir kitabý. 2005 Yaþar Nabi Nayýr ödülü aldý. Dinmeyen þiirler yazýyor. Kitabýn adý da içe doðru sýzýnýn çoðalarak artýþýný imliyor. Modern insanýn yere düþürdüðü hayreti alýp yukarýlara taþýyor þiirlerinde. Yaðmuru görünce þaþýrýyor: "Yaðmura þaþýyorum hâlâ bak/ Senelerdir yaðýyor hâlbuki…" Þair iþte böyle bir insandýr; Yaradýlýþ þaþkýnlýðýný üzerinden atamayan adam! "Sevdikçe þeklimiz deðiþiyor kardeþim/ kurnasýz boþanýyor çeþmemizden su" Ýþte bu sahicilik ve harbiliktir modernlikle didiþen tarafýmýz. "Katliamlar ne kötü be birader! (Ý-Ö) Bak hâlâ güzelsin: Bir Onur Caymaz kitabý. Öykücülüðünün yaný sýra yedeðine þiiri de alan bir yazar Onur Caymaz. Belki de tam tersi. Ya da böyle bir düalizme hiç yer vermiyor olabilir. Ben de bu kanaatteyim. Duyarlýklar þöyle dursun, artýk türleri bile birbirinden ayýrmak zor. Gözün kendini hatýrlamasý zor iþ; çünkü kendini göremez. "Bak hâlâ güzelsin" kitabýnda yer alan þiirler iþte bu gerçeði imliyor. Modern hayatla beraber unuttuðumuz o en temel duyguyu ayaða kaldýrýyor þair: Hüzün ve gözyaþý. Ve þairin çektiði modern dünya fotoðrafý: "þarkýlarda gri hoparlör þarkýlarda belediye parklarý/ tahviller senetler dövizler kuþatýrken dört yandan camlarý/ camlarýmda inadýna aþklarda inadýna bir kitap çok eski/ seni düþünürken inadýna bir çiçek borsasý"

Sevgili Reis, Ýyi bir rüzgâr yakalamýþsýn... Daha nice güzel þiirler bekliyorum. Ýlhamýn bol olsun. Rabbim, gönlüne ve kalemine inþirah, bereket versin. Kim ne derse desin, yerli þiirin, ayaklarý yere basan þiirin örnekleri bunlar... Bu yüzden, zaman içinde daha geniþ bir kabule mazhar olacaðýna inanýyorum. Mustafa Özçelik Iþýk Oyunlarý, Nurettin Durman, Akis Yayýnlarý, Þiir Akis Tel: (0212) 243 61 82

22


Türk moder nizmi ve Ýkinci Yeni Yakup Altýyaprak "Türk Modernizmi" kavramý hiçbir zaman felsefi arka planý olan bir kavram hüviyetine ulaþamadý. Bunun asýl sebebi Batý’daki modernleþme hareketine sebep olacak etmenlerin Türk toplumunda gerçekleþmemesi idi. Eðer bir modernleþme olacaksa bu modernleþme hareketi bizdeki sosyal ve siyasi bozukluklarý ortadan kaldýracak nitelikte olmalý idi. Fakat böyle bir temele yaslanmayan Türk modernleþmesi halk arasýnda hep bir ikircikli tavýrla karþýlandý. Halk bir yandan kendisine dayatýlan yaþam tarzýna geleneksel anlayýþýn verdiði reaksiyonla karþý çýkarken diðer yandan da yaþamýn gerisinde kalmamak için kendisine dayatýlan bu yaþam tarzýný kendi gelenekseli içinde üreterek kendine has bir tarz haline getirmeye çalýþýyordu. Zaten bu durum Türk modernizminin en büyük handikabý idi ve modernleþme hareketlerimiz de hiçbir zaman bu handikaptan kendisini kurtaramadý. Bu handikabýn asýl kaynaðý ise Türk modernizminde hemen göze çarpan iki temel unsurdur: Bunlardan birincisi Türk modernleþmesinin Batýlýlaþma tarzýnda geliþmesidir ki bu durum ilk modernleþme hareketlerinden baþlayarak günümüze kadar böyle sürmüþtür. O yüzden kendisiyle barýþýk olmayan bir harekettir Türk modernleþmesi. Türk modernleþmesinde göze çarpan ikinci özellik þudur; Türk modernizmi jakoben bir karakter sergileyerek merkezden taþraya doðru yayýlmaya çalýþmýþtýr. Ýþte tüm bunlardan dolayý Türk modernleþme projesi baþarýsýz olmuþ, geleneksel yaþam tarzý ile kendisine dayatýlan yaþam arasýnda sýkýþan halkýn ortaya çýkardýðý yaþam modeli, modernizmin bize özgü versiyonunu ortaya çýkarmýþtýr. Halkýn ortaya çýkarmýþ olduðu bu yaþam tarzý geleneksel hayatýn özelliklerinden büyük ölçüde sýyrýlmýþ olsa da modernleþme projelerinin de dýþýnda kalmýþtýr. Bu bizzat Türk modernleþme projelerini gerçekleþtirenlerin bilgisizliðinin ve programsýzlýðýnýn bir sonucuydu. Tanzimat modernleþmesinin getirdiði yenilikler yaþamýn görünen yüzüne yapýlmýþtý. Her ne

Atatürk, þair Abdülhak Hamit Tarhan ve TDK Genel Sekreteri Ýbrahim Necmi Dilmenler, 24 Aðustos 1936

kadar devlet kurumlarýnda ve askeri alanda yenilikler hedeflenmiþ olsa da Tanzimat hareketi bizde hep hayatýn makyaj kýsmýna yaptýðý etki ile hafýzalarda kalmýþtýr. Tanzimat sanatçýlarýnda görülen devlet eleþtirisi de bugün için bize oldukça zorlama ve temelsiz gibi gözükmektedir. Mustafa Kemal'in bir Osmanlý subayý olduðu hatýrlanacak olursa yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni radikal bir modernizasyon hareketi olarak görmek aslýnda çok da yanlýþ deðildir. Çünkü teokratik bir yapýya sahip olan Osmanlý devletinin Batýlý manada modernleþmesi mümkün deðildi. Devletin aristokratik hiyerarþisini kýrmak için bir burjuva devrimi gerekiyordu. Avamdan insanlarýn benimsemediði ve katýlmadýðý bir oluþum tam olarak modern bir oluþum sayýlamazdý. Bizde avamý bu oluþumun içine çekecek otorite ise yine devletin kendisi idi. Cumhuriyet devrimlerinin temel yapýsý da modernleþme hareketinin devlet kanalýyla yapýlmasýna dayanýyordu. "Türk Tarih Heyeti" ve "Türk Dil Kurumu" tarih ve dil çalýþmalarýnýn bizzat devletin kontrolüne alýnmasýnýn bir neticesi idi. Halk Evlerinin açýlmasýyla yeni 23


mýn bir yaþam biçiminden ziyade bir kültür unsuru olarak kullanýlmasýydý. Yine de bundan dolayý teokratik bir yapýya sahip olan Osmanlý devletinin tam manasýyla modernleþmesi mümkün deðildi. Radikal bir modernist proje ancak radikal bir dönüþümle mümkündü ve bu radikal dönüþümü de yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti gerçekleþtirecekti. Pozitivist felsefenin bütün dünyayý sardýðý bir sýrada gerçekleþtirilen Türk modernizmi bu anlayýþý fazlasýyla yerine getirecekti. Saltanat ve hilafet geri kalmýþlýðýn sebebi olarak gösterilerek kaldýrýlacak, bozulmuþ halleriyle tekke ve zaviyeler kapatýlacak, eðitim-öðretim laikleþtirilirken sonralarý "devletin dini islamdýr" ibaresi anayasadan çýkarýlacak ve bugüne kadar çözülmesi mümkün olmayan bir laiklik kaosu ortaya çýkacaktý. Bugün dahi deðiþen dünya gerçekliðini kavrayamayan pozitivist bürokrat tiplemesinin temelleri de o günlerde ortaya atýlacak ve bugünkü kemikleþmiþ bürokratik yapý devlet geleneði haline getirilecekti. Tüm bu hareketler saðlam bir düþünsel temele dayanmadýðý için toplum tarafýndan istenilen þe kilde içsel leþ ti rilemedi. Ayrýca Ba tý da mo dernleþmecilerin Engizisyon Mahkemeleri'ne maruz kalmasýyla toplumumuzda modernleþmeye karþý direnenlerin Ýstiklal Mahkemeleri ile yargýlanmalarý bu ilginç tezadýn bir göstergesi olarak anlamlý. Batýda halk modernleþme politikasýna bizzat iþtirak etmiþti. Burjuva devrimi bu iþtirakin bir sonucuydu. Bizim devlet geleneðimizde ise olup bitenlere her zaman seyirci kalmýþ olan halk dini kaygýdan ziyade kendisine yüzyýllardýr dayatýlan geleneðin verdiði reaksiyonla mevcut iktidar tarafýndan içine çekilmek istenen bu oyuna reaksiyon gösteriyordu. Fakat ayný halk bir süre sonra kendisine dayatýlan bu oyuna katýlmak için yarýþacaktý. Çünkü modern bir olgu olarak halk, iktidar odaklarý tarafýndan üretilip yönlendirilebilecek bir unsurdu.

kurulan devletin ideolojisi tüm yurda yayýlmaya çalýþýlýrken bir yandan da köy öðretmeni yetiþtirmenin yollarý araþtýrýlmaya koyuluyordu. Harf devrimi "geçmiþ"ten tam olarak kopuþun bir istemiyken Osmanlý hanedanýnýn yurttan kovulmasý eskiye ait tüm kültürel deðerlerin bir daha görünmek istenmediðini gösteriyordu. Hukuk ve eðitim laikleþtirilirken kadýnlar bir takým medenî haklar çerçevesinde yeni yaþam modelinin içine çekilmeye çalýþýyordu. Kýlýk ve kýyafetteki deðiþikliðin baþarýsý ise mevcut modernleþme projesinin en göze çarpan göstergesi olmasý bakýmýndan önemliydi. Özellikle þapka kanununun -hâlâ yürürlükte olmasýna raðmen- çýkýþý ve bu kanuna karþý gerçekleþen direniþin Ýstiklal Mahkemeleriyle sonuçlanmasýnýn yol açtýðý trajikomik vakýalar bugüne kadar tüm iktidarlar ve bürokrasi tarafýndan gözden uzak tutulmaya, bir türlü görülmemeye -keþke hiç yaþanmamýþ olsa temennisi ýþýðýnda- çalýþýlmýþtýr. Esasen þapka devrimiyle Ýkinci Mahmut'un fes kanunu arasýnda bir mahiyet farký yoktu. Farklý kiþiler tarafýndan farklý zamanlarda ortaya çýkarýlmýþ olsa da þapka devrimiyle fes takma zorunluluðu ayný içselliðin, ayný modernleþme biçiminin mevcut iktidar tarafýndan gerçekleþtirilmek istenmesinden baþka bir þey deðildi. Din sorunu

Þüphe yok ki modernleþme hareketinin en önemli sorunu din sorunu idi. Batýda modernleþme Protestanlaþma ile birlikte bu sorunu çözmeye çalýþmýþtý. Çünkü Batý modernleþmesi temelde kiliseye karþý yapýlmýþtý. Ýnsanýn özgürlük alanýný sýnýrlayan bir din kurumu olan kilisenin sunduðu din yerine modern insan doðasýyla uyumlu insanýn içselliðine dayanan bir din projesi Batý modernizminin amaçlarý arasýnda idi. Osmanlý devleti ise temel dinamiðini dinden almakta idi. Bu, þüphesiz devlet yapýsýnýn ve kurumsal iliþki tarzýnýn Ýslamla uyumlu olduðu anlamýna gelmiyordu. Çünkü Ýslam, asr-ý saadet modelini tarih boyunca bir daha gerçekleþtirememiþti. Ýslam tarihi, genelde Ýslam dýþý unsurlarýn Ýslam adý altýnda gerçekleþmesinin tarihiydi. Kurumsallaþmanýn olduðu her yerde islamýn da kendi safiyetini korumasý güçleþecekti. Emeviler, Abbasiler, Selçuklar ve Osmanlý ayný geleneðin bir devamýydý. Ýslam devleti olmalarý daha çok Ýsla-

Türk modernleþmesinin edebiyattaki izdüþümleri

Modernleþme hareketinin sistematik bir plandan yoksun olmasý bu hareketin edebiyata yansýmasýný da bulanýklaþtýracaktý. Çünkü tüm bu geliþmeler karþýsýnda sanatçýlarýmýz saðlýklý bir zi-

24


kurulan iktidarla zýt düþen iki aydýn tipinden Mehmet Akif modernist bir Ýslamcý olarak Batýnýn ilim ve tekniðinin alýnýp kültürünün býrakýlmasý gerektiðini söylerken Halide Edip Adývar Milli Mücadele yýllarýný anlatan romanlarýnda ideal Türk kadýný tiplemesini ortaya koyacaktýr: Bunlar; kendi milli deðerlerine baðlý ve ahlaklý olmalarýnýn yaný sýra entelektüel yönü olan Batý kültürünü almýþ özgür kadýnlardýr. I. Yeni þiir ise iyimser bir bakýþ açýsýyla küçük insanýn çerçevesinde döner. Yaþamýn sýradan ve basit yönlerine eðilir. Hiciv bile belirli bir tebessüm çerçevesinde kendini gösterir. Modern zihnin deðiþik bir yönü: Toplumcu edebiyat

Modern zihnin edebiyata bu yansýmasýnýn içinde toplumcu edebiyatýn ve þiirin ayrý bir yeri vardýr. Toplumcu edebiyat da Nazým'dan itibaren "insan" sorununu ele almýþtýr. Fakat nasýl Tanzimat sanatçýlarý "hürriyet", "hak", "adalet" söylemlerini kullanýrlarken belirli bir arka plana yaslanamadýysalar, toplumcu olduðunu iddia eden sanatçýlar da kuramsal baðlamda bir þey geliþtiremediler. Çünkü toplumcu þiiri besleyecek dinamikler Türk toplumunda aslýnda yoktu. Neyi, niçin istediklerini bile hiçbir zaman ortaya koyamadýlar. Belki devrim, halk, baþkaldýrý söylenceleri romantik bir hava oluþturuyordu fakat daha ötesine gidemiyordu. Nazým Hikmet'in bir þair olarak kalmasýnýn sebebi de buydu. Sadece iyi bir þair. Türk solu kendi geleneðine uygun bir sosyalist toplum projesi bile üretemedi. Çünkü böyle bir gelenekleri yoktu. Onlar da var güçleriyle edebi türlere hücum ettiler. Çünkü edebiyat insana geniþ bir söylem serbestliði getiriyordu. Toplumcu sanatçýlar bir yandan devletle karþýtlýk içinde olduklarýný iddia ederken diðer yandan -devrimcilik ve modernlik adýna- Kemalist bir çizgiyi sürdürmüþlerdir. Geleneksel deðerlere önsel olarak duyulan düþmanlýk ister istemez yeni kurulan devlet yapýsýyla onlarý uyumlu hale getirecekti. Mevcut sistemi hiçbir zaman kökensel bir eleþtiriye gidemediler. Ona karþý hep bir ikircikli tavýr içinde kaldýlar. Dinsel ve geleneksel her þeyi yýkarken onunla birlikte idiler. Diðer yandan varolan þeylerin yýkýlma sürecinde ortaya çýkan uygulamalar kendi söylemlerine ters gelse dahi kendilerini etkilemediði sürece bu uygulamala-

Ahmet Hamdi Tanpýnar

hinsel duruþa sahip olamadýlar. Mevcut geliþmeleri tüm yönleriyle etraflýca düþünüp tahlil edebilecek birikimden yoksundular. Çünkü her þey bir anda ortaya çýkmýþ ve baþ döndürücü bir hýzla geliþmiþti. Bizim modern bilincimiz de parçalanmýþtý ve mevcut modernleþmenin farklý ve bazen de birbirinden çok zýt yönlerine yöneliyordu. Bazen edebiyata sosyal bir iþlev yüklenmeye çalýþýlýrken, aydýnlanmaya ihtiyacý olan bir halk varlýðý kabul edilirken bazen de "sanat sanat içindir" anlayýþýyla elit bir sanat anlayýþý ortaya konuluyordu. Bunun yaný sýra zaman zaman Tanzimattan sonra ortaya çýkan deðerler kargaþasý, kuþaklar arasýndaki kopukluk, Batýlýlaþmayla beraber ortaya çýkan yozlaþma bazen de Batý kültürü karþýsýnda ortaya konulmak istenen fakat tam olarak tanýmlanmaktan kaçýnýlan ya da bir söylemin ötesine gitmeyen doðululuk ve bu iki kültür arasýnda kalan insan patolojisi edebiyatýmýzda iþlenen modern konulardý. Tanpýnar "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nde iki kültür arasýnda kalan insanlarýn davranýþlarýný hicvederek betimleyecek, Peyami Safa da romanlarýnda doðu-batý karþýtlýðýný daha çok kadýn-erkek iliþkisi çerçevesinde ele alacaktýr. Yakup Kadri de aydýn-halk arasýndaki kopukluðu "Yaban"da iþleyecek ve Milli Mücadele dönemine kadar bu durum edebiyatýmýza damgasýný vuracaktýr. Yeni

25


liyordu. Doðudaki feodal yapý ve aðalýk sistemi de edebiyatlarý için oldukça geniþ bir malzemeydi. Þunu ifade etmekten her zaman kaçýndýlar; bu insanlarý birbirine baðlayan asýl unsur da din düþmanlýðý idi. Çünkü modernleþmenin seküler yapýsýnýn önündeki en büyük engeldi din. Mo dern zih nin ken di ni tüm yön le riy le gerçekleþtirdiði uðrak: II. Yeni

1950'li yýllar zor yýllardý Türkiye için. Geride kalan elli yýlýn býrakmýþ olduðu yoðun ve yýpratýcý savaþlarýn acýsý tam olarak sarýlmadan yeni kurulan devlet ideolojisinin tüm ülkeye benimsetilme çalýþmalarý, tek parti döneminin katý ve diktacý uygulamalarý doðrultusundaki baský süreci, tüm dünyayý saran II. Dünya Savaþý'nýn yýkýcý etkileriyle birleþince halk üzerindeki karamsarlýðýn ve býkkýnlýðýn daha da artmasýna sebep olmuþtur. II. Dünya Savaþý'ndan sonra yeniden þekillenen dünyanýn yapýsý, yeni yeni modernleþmeye tabi tutulan bir halkýn henüz çözemediði bu güç unsuru, güçlü bir devlet geleneðine sahip iktidarýn mevcut dünya sistemiyle uyumlu politikasý, çok çeþitli halk katmanlarýndan -memur, göçebe, esnaf- oluþan yeni alt iktidar gruplarýnýn da etkisi dünyadaki varoluþçu-nihilist söylemin etkisini yaygýnlaþtýrmýþtý. "Sistem" artýk bizden tam olarak baðýmsýz bir "öteki" deðildi. Bizatihi bizi de içine çeken, bizi kendisine mecbur býrakan böylece bizi tüketerek kendisini sonsuzca üreten, varlýðý tam olarak kavranýlamayan, ortaya çýkar çýkmaz kendini geri çeken bir fluluktu. Þu ya da bu þekilde mücadele edilerek ele geçirilecek olan sistem artýk kendisine sahip kiþileri bir makinenin diþlisi olarak varlýðýný idame ettireceði bireyler haline getiriyordu. Kiþiler deðiþse bile rollerin deðiþme þansý yoktu. Bu durum son yüzyýldan beri ülkede çokça sözü edilen özgürlük, eþitlik, hak gibi kavramlarýn varlýðýný oldukça þüpheli hale getirmiþti. Direnmek anlamlý ve yüce bir eylem olsa da sonuç getirecek bir etkinlik deðildi. Belki de insanýn tek onurlu mücadelesi kendi varlýk alaný içerisinde insanca kalabilmekti. "Yazý" insanýn kendi çaresizliðini ve düþüncelerini ortaya koyabileceði tek alan, güçsüz býrakýlan insanýn kendini ifade ettiði bir hayýflanma, bir çýðlýk, acýnýn bir ifadesiydi. Artýk modernleþme projesi belki Türkiye'de deðil ama modern dünyada tamamlanmýþtý. Ýþte böyle bir ortamda ortaya çýktý II. Yeni tüm

Toplumcu edebiyatýn þairlerinden Ahmed Arif

rýn niteliði görmezden geliniyor, adeta bu uygulamalara maruz kalan kesime caiz görülüyordu. Fakat sistem ne zaman kendilerini hedef alsa veryansýn ediyorlardý. Türk solunun Kemalist yapýsý belli bir söylem gücünü kendilerinde barýndýrsalar da onlarýn mevcut siyasal yapý içinde ciddi bir alternatif ortaya koymalarýný engelleyecekti. Çünkü yirminci yüzyýl gerçeði, aydýnlatýlmasý gereken bir "halk" olgusunu ortadan kaldýrmýþtý. Ýnsanlar mevcut yaþam modeliyle uyumlu olmak için zaten yaþamýn kendilerine dayattýðý hayat biçimine uyum saðlamak zorunda idiler. Çünkü süreç herkesi kendi döngüsüne sokuyordu. Türk solu ne mevcut sistemle tam olarak karþýtlýk içinde olduðunu açýkça söyleyebildi ne de onun uygulamalarýný sahiplenecek yürekliliði gösterebildi. Eleþtirilerini hep devletin belirli kurumlarý ve iktidardaki siyasi hareketlere yönelttiler ki bu, ayný zamanda kendilerini de bir hedef haline getirmekten kurtardý. Bu da þunun kanýtý idi ki; Türk solunun mevcut sistemle hiçbir zaman ciddi bir sorunu olmamýþtý. Oynanan adeta gönüllü bir kedifare oyunuydu. Bir alternatif ortaya koymak yerine mevcut sosyal yapýdan kaynaklanan sorunlarý, çözüm üretecek projeler geliþtirmeden dile getirdiler ki bu, zaten onlarýn varolma kaynaðý idi. Bu sorunlarýn baþýnda da kürt sorunu ve Alevilik ge26


modernleþme sürecini, modern zihnin tüm çeliþki ve zýtlýklarýný kendisinde barýndýrdý. O bakýmdan sadece edebiyat tarihimizde deðil Türk toplumsal yapýsýný yansýtmasý bakýmýndan da önemli bir uðrak noktasýdýr. II. Yeni Þiir kendisinden önceki modernleþme sürecindeki unsurlarý kendisinde toplamýþ ve kendisinden sonraki akýmlara da farklý açýlýmlar yapabilecek doneler býrakmýþtýr ki bu, Ýkinci Yeninin asýl gücünü aldýðý yerdir. Bugün bile tartýþýlan konu þudur: Neydi bu Ýkinci Yeni? Sadece kýsa bir süre içerisinde Türk edebiyat tarihine damgasýný vuran bir þiir hareketi mi, üç-beþ þairin isimlerinin rastlantýsal olarak bir arada anýlmasý mý? Yoksa toplumcularýn iddia ettiði gibi mevcut iktidar diktasýnýn Türk þiirindeki dönemsel yansýmasý mý? Þüphesiz bu harekete -hareket denebilirse tabii- bir akým özelliði kazandýran güç, tüm bunlarýn ötesinde idi. Þairlerinin ortak bir þiir anlayýþlarý olmamasýna, ortak bir kuramsal þiir teorisi geliþtirmemelerine karþýn, mevcut dünya sisteminin insaný tarihsel ve toplumsal bir varlýk haline getirerek onun tüm koordinatlarýný belirlemesine karþý ortak bir tavýr, bir tutumdur Ýkinci Yeni þiiri. Þairleri yaþamýn çok deðiþik alanlarýndan geliyordu ve bu yönüyle de Türk edebiyat tarihinde dikkat çekiyordu. Ece Ayhan'ýn ifadesiyle o zamana kadar þiir, Ýstanbullu zengin aile çocuklarý tarafýndan oluþturuluyordu ve Ýkinci Yeni bu oluþumun ötesinde bir hareketti. Sezai Karakoç Erganili bir ailenin çocuðu, Ece Ayhan Beyoðlu'nun arka sokaklarýnda yetiþen bir kiþi, Cemal Süreya sürgün bir alevi, Edip Cansever ise Ýstanbullu bir tüccardý. Yine de yaþam karþýsýndaki duyarlýk insanlarýn farklý ortamlarda ayný hassasiyetleri göstermelerine neden oluyordu. Bu þairler yaþama karþý bir teori üretmiyorlar, bizatihi mevcut yaþamýn getirdiði kötümserliði iþliyorlardý. O bakýmdan ayný zamanda hayata karþý bir durumdur, bir duruþtur Ýkinci Yeni þiiri. Bundan dolayý þairleri varlýklarýný bir bildiri çerçevesinde ilan etme gereði duymamýþlardýr. Çünkü varoluþu çok kökensel bir temele dayanýyordu. Cemal Süreya'nýn "Kötümserliðin yarattýðý düþünce durumunun yayýlmasý da diyebiliriz Ýkinci Yeni þiire" ifadesi de bu þiirin önemli bir yönünü yansýtmaktadýr. Sanatçýlarýnýn her biri modern dünyanýn bir yönünü çizmekle kalmýþtýr. Ece Ayhan yaþamýn dýþýna düþen insanlarý þiirine sokmaya çalýþýrken, Edip Cansever hayat

Ýkinci Yeni’nin þairlerinden Edip Cansever

karþýsýnda çözüm üretemeyen ve kendini alkole vuran toplumsal kesimi betimlemeye çalýþmýþtýr. Edip Cansever þiirindeki Ýstanbullu elit insanýn yerini, Anadolu insaný alýr Turgut Uyar'ýn þiirinde. Toplumsal deðiþime ayak uyduramayan Anadolu insanýnýn çeliþkilerini ve sorgulamalarýný yansýtmýþtýr Turgut Uyar. Cemal Süreya yaþamýn verdiði acýlarý kadýn vücudunun en teþhirci yanlarýyla unutmaya çalýþýrken, Sezai Karakoç modernleþme sürecinde kaybolan geleneksel insanýn insanî yönlerine vurgu yapmaya çalýþmýþtýr. Fakat ortaya konulan bu tablo adeta bir kader olarak görülmüþ, bir çözüm üretme yoluna gidilmemiþtir. Ece Ayhan bu þiirin hep muhalif ve yer yer de anarþist yönüne vurgu yaparak "sivilleþme" olgusunu gündeme getirecek, özellikle toplumcu þairlerin II. Yeni'ye getirdiði eleþtirileri ciddiye almayarak onlarýn mücadelesinin bir iktidar mücadelesi olduðunu, Ýsmet Ýnönü ve Nazým Hikmet'in eðer þartlar baþka türlü geliþse çok rahat birbirlerinin konumlarýna sahip olabileceklerini söyleyerek asýl alternatifin sivil þiir olduðunu dile getirecektir. O bakýmdan bu þairin "Bir sivil þair öldüðünde Kemalistler ürürmüþ" dizesi toplumcu þiiri çok da ciddiye almadýðýnýn, bunun yanýnda sivil þiirin ne kadar güçlü olduðunun bir göstergesi olacaktýr. Yine Ece Ayhan, bu þiirin þairlerinin Cumhuriyetle yaralandýðýný söylerken "sivil þiir"in ayrýntýlardan yola çýkarak anlaþýlmasý gerektiðini vurgulayacaktýr. Turgut Uyar ve Edip Cansever'in daha sonrala27


zaman zaman nihilist bir söylem kullanmasý Ýkinci Yeni þiirini Türk þiiri içinde modernliðin deðiþik bir aþamasýna, yer yer de postmodern bir duruma sürüklemiþtir. Ece Ayhan ve Ýlhan Berk'in þiir biçimi üzerindeki çalýþmalarý ve yaptýklarý denemeler de onlarý böyle bir çaba içine sokar. Þiirlerdeki sürrealist havayla birlikte bilinç dýþý unsurlarýn da þiirde iþlenmesi þiiri ister istemez böyle bir mecraya sokacaktý. Türk þiirinde þairlerinin her birinin gerçekten orijinal ve güçlü olmasý, þiir tekniðindeki baþarýlarý, kendi bireysel hayatlarýndaki istikrarlý duruþ II. Yeni Þiirinin sahiplenilmesini ve günümüze kadar her vesileyle kendilerinden söz edilmesini saðlamýþtýr. Çünkü akým mevcut dünya gerçekliðini yansýttýðý için kökleþmiþ ve ilgi görmüþtür. Þiirlerdeki karamsar ve kötümser havanýn sonralarý romantik bir söylence ile aþýlma çalýþmasýna gidilmesi ve þiirin maddeci bir anlayýþla sýnýrlý kalmasý sebebiyle akým uzun soluklu olamamýþtýr. Zaten temel referanslarý itibarýyla akýmýn fazla zenginleþmesi de mümkün deðildi. Akýmýn getirdiði imge zenginliði Türk þiirinin diðer alanlarýna da teþmil olacak, özellikle toplumcu þiir kendisini yeniden üretme yoluna gidecektir (Ýsmet Özel örneði). Bunun yaný sýra akýmýn þairlerinin deðindiði konular 80'li ve 90'lý yýllara kadar Türk þiirine damgasýný vuracaktýr. Çünkü Ýkinci Yeni'nin dile getirdiði insan unsuru ve toplumsal gerçeklik seksen sonrasý þiirin de baþlý baþýna sorunsallarý olmuþtur, olacaktýr.

Þair Ýlhan Berk

rý toplumcu söyleme sýðýnmalarý biraz da þiirlerine getirmek istedikleri açýlýmýn bir sonucudur. Modern zamanlardaki halk olgusuna yapýlan vurgu da görülmez Ýkinci Yeni þiirinde. Kendini halka hem dayamaz hem de adamaz Ýkinci Yeni þiiri. Çünkü halk kendisi için mücadele eden insanlarýn düþündüðü kadar saf ve masum deðildir. Zaten varlýðýný halktan alacak bir kurtuluþ projesinin de anlamsýz olduðu görülmüþtür. Çünkü halka dayalý hareketler ancak mevcut iktidardaki kiþileri deðiþtirebilmiþti. Yoksa iktidarýn kendi varlýðýný de ðil. Post mo dern düþün cenin baba la rýn dan Baudrýllard'ýn dediði gibi "Modern zamanlarda kitleler vardýr ve kitle de toplumsal olan her þeyin kaybolduðu kara bir deliktir." Kitle, herkes alanýna denk düþer. Bundan dolayý kitleler deðere iliþkin bir þey ifade etmezler, adeta tüm deðerleri imaj boyutunda kendilerinde barýndýrýrlar. Þüphesiz bu imaj deðerlerin baþýnda da din gelir. Baudrýllard bunu þöyle betimler: "Kitleler her zaman için bir Tanrý düþünesi yerine bir Tanrý imgesini yeðlemiþlerdir. Çünkü Tanrý düþüncesi hiçbir zaman resmi bir din kurumu olan kilisenin dýþýna çýkamamýþtýr. Bunu ne günah ne de bireysel kurtuluþ umudu gerçekleþtirebilmiþtir. Tanrý'dan kitlelere; þehit ve aziz masallarý, kýyamet günü ve ölüm dansý hikayesi, büyücülük, kiliselerdeki gösteri ve törenlerden baþka bir þey kalmamýþtýr. Bütün bunlar Tanrý düþüncesinin aþkýnlýðýna karþý var olmuþlardýr.- Çünkü kitlelerde ritüelin aþkýnlýðý vardýr. Kitleler putperest doðmuþ ve putperest kalmýþlardýr. …" Halk unsurunun yadsýnmasý, hayata karþý bir proje üretmeyip mevcut durumu kabullenmesi,

Esra Elönü Camdan fýrlayan Teþbih camdan fýrladý. Hatasý yok.. Abar ttýðým mezarlýklar kahkahasýyla, Topraða verildi palyaçolar.. Tanrýnýn yaðmaladýðýný Yaðdý diye anladýlar þapþallarrrrrrrrrrrrrr… Camdan fýrlayanýn arkasýndan Yüzme bilmeyen bütün keçiler inatla sürdürdüler inatlarýný.. Teþbih camdan fýrladý.. Hatasý çok..

28


Cinnet ve virgül Çiðdem Can mek, kaçmadan, misketlerimin arkasýna saklanmadan yüzleþmek koca adam olmanýn þartýdýr? Büyümek bu kadar zor mu yaa? Daha doðrusu büyüdüðünü sanmak?" Toparlanma alýþkanlýðýyla toparlandý. Var gücüyle içini döktüðü, köþeleri kývrýþmýþ harita metod defterini aldý. Açtý. Bir süre boþ sayfalara baktý. Kalemi elinde histerik bir þekilde salladý. Sonra "Yazmalý" dedi. "Arka kapým benim." "..... Delirmek istiyorum. Evet evet, þu an karar verdim, kesin delirmek istiyorum. Delirip herkese ben yetersizim süsü vermek. Gözlerime manyak bir bakýþ takýp, ardýma bile bakmadan yalýn ayak kaça kaça gitsem acaba, yutarlar mý? Yoksa, "Yok öyle yaðma. Gel buraya, hallet iþlerini öyle delir" derler mi bana? Aniden n'oldu þimdi böyle? Yorgunum. Orasý kesin. Emeklemekten dizlerim yara oldu. Tam tay durucam hemen yerçekimi giriyor devreye. ALLAH' ým cc! Yer pek, gök yüksek.... Babaa! Beþ dakika olsun gel. Gülüþümü kaybettim. Gel yenisini tak yüzüme. Bir þeylere heveslendir beni. Misket oynuyordum, yutuldum. Biliyorum bahar her yerde ayný deðil. Ama gene biliyorum ki her bahar mutlaka çiçek açar di mi?" Gözleri doldu. Kalemi býraktý. Mutfaða gidip kahve yaptý. Aslýnda hiç caný istemiyordu. Belki içini basan bu yoðun sisi biraz olsun kaldýrmak, az da olsa önünü görebilmek için küçük bir umut arayýþýydý iþte. Dýþardan geçen bir ambulansýn sesindeki acý telaþ içine iþledi adamýn. Masasýna gelip oturdu. Kahvesinden bir yudum aldý. "Dün tutuklandým, bugün yargýlandým, yarýnlara hüküm yedim. Aðzýmda, çocukluðumda emdiðim emzik þekerinin eski tadý yok. Ey aþk! Deme bana derdini, derdim döver derdini. Ey yar! Sen de nerdeysen çýk gel artýk. Bari sen gel. Uzatma iþte. Yüreðim nasýl olsa bulur seni. Hazýra konayým bir sefer. Sana daha hiç gitme diyemedim. Çünkü daha hiç gelmedin ki." Elini alnýna dayayýp bir süre odadaki eþyalardan biri gibi durdu. Sonra takvime baktý. "Bu gün çarþamba mý yoksa? Neden bilmem

Masada, dibinde kurumuþ kahve bulunan boþ bir fincan vardý. Bir kaç gün önceye ait bir keyiften arta kalandý iþte. Bir kaç sinek, tavandaki sarý kel ampulun etrafýnda ellerinde olmadan dönüp duruyorlardý. Odaya üþengeçce vuran ýþýk, ortalýðý yalnýzlýða bürüyordu. Odanýn görünülürlüðü, tavandaki 40 mumluk ampulun insafýna kalmýþtý. Odanýn loþ bir köþesindeki masada, bir þeyleri özleyen bir adam oturuyordu. Duvarlar sessizce süzüyorlardý adamý. Yerdeki eski halý ona bir þeyleri özletiyordu. Ama neyi bilemiyordu. Belki üzerine kurulan sofralarý, belki balkondan silkelerken düþmesin diye baðýrýlmýþ sesleri, belki yayýlan seccadeleri, belki çocukken üzerine çamurlu paçalarla oturduðunda annesinden yediði fýrçalarý, ya da artýk sesleri duyulmayan dilsiz ayaklarýn bastýðý kalabalýðý. Pencerede bir kaç halkasý kopuk, geliþi güzel çekilmiþ iki kanat perde vardý. Kendilerini yerçekimine býrakmýþ öyle umarsýzca asýlý duruyorlardý. Odadaki her þey canýndan bezmiþ gibiydi. Adam sýkýntý saçan gözlerini perdelere çevirip, týslar gibi "Salak þeyler" dedi. Sonra oturduðu sandalyenin arkasýna yaslanýp kollarýný iki yana býraktý ve gözlerini tavana dikti. Badanasý sararmýþ tavanda asýlý duran bir kaç aç sinek farketti. Yavaþca ayaðýndaki terliði çýkardý ve sandalyenin üstüne çýkýp, kaçmasýnlar diye aðýr aðýr yükseldi ve ani bir hýzla terliði tavana fýrlattý. Terlik sineklerin yanýna denk gelip sadece ödlerini patlattý. Adam tavandan kafasýna düþen terliði yerden alýp "Hepiniz geberiiin" diye baðýrarak bütün gücüyle duvara attý. Sonra tekrar nefes nefese masasýna oturdu. Yan gözle sigara tablasýna baktý. Sigarasý unutulmuþluktan kendi kendisini içmiþ, ardýnda uzun küllü bir sigara cesedi býrakmýþtý. Adam dirseklerini masaya dayayýp, baþýný ellerinin içine aldý. Gözlerini sýktý. "Býktým kendimden býktým" diye inledi. "Koca adam oldum haâlâ terleyince annemin sýrtýma havlu döþemesini bekliyorum. Koca adam oldum ben... Belki de, evet belki de koca adam olduðum içindir bu halim? Derdimin adý koca adam olmaktýr hý? Yüzleþ29


ömrümün her çarþambasý akordum bozuk olur benim. Nedenini hiç bilmem. Takvime bakýyorum çarþamba yazýyor. Ama deðil. Yapraklarý kopartmayý unutmuþum gene. Çarþambayý üç gün geçiyor. Yani bu gün cumartesi. Bu güne ait özel bir ruh halim de yok ama? Demek ki bedenim gene hýzlý gitmiþ, ruhum gene gerilerde nefes nefese kalmýþ. Caným gömleðini son düðmesine kadar iliklemiþ boðazýmý sýkýyor. Evet, benim caným sýkkýn, burasý kesin. Peki ama neden sorulayamýyorum bu cevabý? Tamam, zaman günün tetiðini çekip kör bir kurþun gibi bana isabet etmiþ olabilir. Sabah uyandýðýmdan þu ana kadar en az 8- 10 kiþi kalbimi kýrmýþ ve daha da beteri bunu umursamamýþ olabilir. Telefonumun fatura mesajý 220 milyon müjdesini(!) vermiþ, kedi kapýnýn önündeki çöpleri gene etrafa saçmýþ olabilir. Ýyi de n'olmuþ? Ben eski lastik toplardan deðil miyim? Hayat vurdukça daha yukarý zýplamaz mýydým? Havam mý kaçtý, neyim var benim? Okulda cevaplamak iþine gelmeyen çocuklarýn dediði gibi "Biz daa o konuya gelemedik" mi diycem yani? Dünyanýn neresinde sürekli ohh denilen bir yer var ki? Düðünde ýsrarla oynamaya kaldýran kadýnlarýn dediði gibi oturmaya mý geldik yahu?... Bir dakika bir dakika. Sakýn bu gün solumdan kalmýþ olmayayým? Ama daha hiç uyumadým ki. Gün dolaþmýþ bir yumak gibi ellerimde. Çöz çöz bitmiyor. Sabahtan beri avaz avaz susuyorum.... Annee! Dünya bana çelme taktýý, itti beniii, bir þey der misin lütfeeeen?.... Babaa! insanamayanlarla kavgaya tutuþtum. Gel ayýr bizi. Döv onlarý baba döv. Uçurtmam tellere takýldý, gel kurtar. Yaþamaya üþeniyorum..." Gözlerinden, birinin eliyle silmesini özleyen baþýboþ ve yetim bir damla yaþ süzüldü. Burnunu çekip kahvesinden bir yudum daha aldý. "Bazen deryaya giriyorum. Lacivert derinlere geliyorum. Karadan kurtuluyorum. Karam enginlerim oluyor. Ama bazen ne kadar açýlsam da hep sýð kalýyorum. Dizime kadar suda boðluyorum. Uzun, ama çok uzun zamandýr yaðmur olup bu þehre yaðmak istiyorum. Gel bulutlarýmý beraber toplayalým baba. Yollar yýkansýn. Toprak koksun. Ben bu hale daha önce de gelirdim. Ruhumla bedenim gene buluþtu bir yerlerde. Bedenim hep önde giderdi oysa benim. Ya ruhum bedenime yetiþip yakaladý, ya da bedenim yorulup durdu. Bu sancý hangi fikrin doðumunun sancýsý acaba? Ferhat! Bir kazmada benim kafama vur. Vur da þu

nurtopu gibi fikri bir görelim. Zihnim yine bir þeylere mayalanmýþ ama neye? Kabýna sýðmýyor artýk, taþýyor. Iþýksýz aynaya bile bakýlmaz. Ben þimdi nasýl görücem önümü?" O esnada kapý çaldý. Adam kalemi elinden býrakýp ayaðý kalktý. Ses çýkarmamaya çalýþarak ilerledi ve kapýnýn önünde durdu. Açmak istemiyordu. Kapý bu sefer daha hýzlý çalýndý. Adam yavaþça "Kim bu saatte þimdi?" dedi. Dürbünden baktý. Þiþman abla dediði karþý komþusu, elinde bir tas bir þeyle öylece dürbün dolusu duruyordu karþýsýnda. Yavaþça kapýyý araladý. Zincirin aralýðýndan ne var diyen gözlerle baktý. "Sana çorba getirdim. Sen seversin bunu. Al sýcak sýcak iç" dedi þiþman abla. Adam gülümsedi. "Ýçerim" dedi sadece. Sesinde ince bir huzur gezindi. Ýçeri girdi. Tasý masasýna koydu. Mutfaktan bir kaþýk alýp, þiþman ablanýn tenbihini dinledi. Dinlemek istedi. Ýhtiyacý vardý çünkü buna. Bir kaþýk daha içip kalemi tekrar eline aldý. "Hayatý hep uzun bir cümle olarak düþünmüþümdür. Ýlk aguu'ndan baþlayan ve son cümleye (ne olacaðý meçhul) kadar devam eden upuzun bir cümle. Kelimeleri, alakalý yada alakasýz sahnelerden, ölçülü yahut ölçüsüz tepkilerden oluþan uzun bir cümle. Seyircilerin, hayat filmimiz için aldýðý biletleri helal yada haram ettiren, oyunculuðumuzu alkýþlattýran yada yuhalattýran esaslý harflerden oluþmuþ gerçekci bir cümle. Bazen içine þehrin laðýmlarýnýn karýþýp bulandýðý, bazen de en girintili yerlerden dahi geçebilip, baharda daðlardan süzülen, ot kokulu kar sularýnýn karýþýp arýndýðý ve nihayet bir gün tüm girinti ve çýkýntýlarý aþýp denize ulaþan cesur bir nehir. Bu cümle öyle bildiðimiz tanýdýk özne, tümleç ve yüklemlerle yazýlmaz. Yelkovan ve akreple yazýlýr. Az, uz, dere tepe düz giderken, bazen uzaktan yorgunluðumu, noktanýn cazibesini görürdüm. Ayný bugünki gibi. Ýþte öyle anlarda her seferinde nerden nerden bir virgül bulup cümleme devam ederdim. Ama þu an elimde topu topu bir, bilemedin iki virgül ya var ya yok. Anneee! En eðik baþlýsýndan bir kaç virgül yolla bana. Ünlem sýkýntým yok. Soru iþaretlerine zaten alýþtýk. Uyusun da büyüsün diye sallardýn beni. Büyüdüm iþte. Ne iþlere bulaþtým bak. Aynam hüzne öyle bir tutulmuþ ki hep içime yansýyor. Ah nokta ahh! Ne kadar da cazip görünüyorsun gözüme. Bas noktayý, kýr kalpleri, yýrt faturalarý, çek kaprsileri, vur kapýlarý bas git. 30


ne olursa olsun cezasý da senin mükafatý da. Ama sana bir ipucu. O'nun cc sonsuz merhametine sýðýnýrsan kornaya hiç basmadan trafik açýlýr. Söyle o nefsine gelmiyim oraya, kessin sesini otursun aþaðý. Zaten yeterince çarçur etti beni. Bir saniyemi bile kaptýrmaya hiç niyetim yok. Sende fazla uyma ona. Unutma! Dört yanlýþ bir doðruyu götürür!" O zaman n'apýcam? Kuþlarýn kanadýndaki, annemin duasýndaki, dünyanýn tüm seccadelerindeki, çocuklarýn gözlerindeki, baharýn hevesindeki, beterin beterindeki tüm virgülleri toplayýp cümleme devam edicem. Yaðmur yaðacak, seller akacak. Arap kýzý yine camdan bakýcak." Radyoyu açtý. Eski bir kadýn eski sesiyle "Enginde yavaþ yavaþ günün minesi soldu"yu söylüyordu. Ayaða kalktý. Yorgun perdeleri çekip pencereyi açtý. Dýþarýda gecelerini giymiþ bekleyen þehir, serin rüzgara binip, pencereyi omuzlayarak dolu dizgin içeri daldý. Adam gecenin dolgun kara gözlerine baktý. Ýnce bir yaðmur çiseliyordu gecenin baðdaþ kurup oturduðu çatýlarýn üstüne. Þehrin kadrolu ýþýklarý parýltýlar býrakarak gene iþlerini yapýyorlardý. Bir kedi usulca geçti sokaðýn köþesindeki çöp tenekesinin ordan. Adam hissettiði þeyleri, için için kaynayan þehre, derin bir iç çekerek "Hayat iþte hayat" diyerek anlattý. "Herkese bol virgüller dilerim, herkese" dedi...

Ýyide ben neden çözümü noktanýn sahte cazibesinde görüyorum? Bitmek aslýnda var mý, yoksa esas baþlangýcýn arefesi mi? Ben emeklemeden koþmaya mý çalýþýyorum yoksa? Ya bu deveyi güdersin, ya bu deveyi güdersinin cinneti mi ruhumdaki? Ýçimde, eþiðine hep bir virgül sýkýþtýrarak aralýk býraktýðým ve ne kadar ceryanda kalsa da hiç bir zaman gümm diye çarpmayan, kilitlenmeyen kapýdan biraz ýþýk sýzmaya baþladý sanki. Ben kara kýþýn ortasýnda bol çiçekli, günlük güneþlik bir manzara arýyorum. Halbuki paltonu giysene. Ben bugün yanlýþ durakta duruyorum ve yanlýþ olduðunu bile bile belki gitmem gereken adresten geçer diye göz göre göre yanlýþ otobüse biniyorum. Esas duraðýma gitmeye üþeniyorum. Sonra hayat ne bayat. Üstelik göz göre göre biletimi ziyan ediyorum. Þoförün ne kabahati var? Benim bir deve kuþu olduðumu nerden bilsin? Ben bile daha yeni öðrendim. Ankara'ya vapurla gitmeye kalkarsam böyle olur iþte. Sen kimi sobelediðinin farkýnda mýsýn?! Hemen ömrümü arýyorum. Yelkovaný akrebe kovalattýrýyorum. "Alo? Kiminle görüþüyorum? "Ben ömrün" "Peki neresi orasý?" "Burasý tepki ölçüm merkezi. Burda her þeyin bir hesabý var. Her þeyin bir nedeni var. Unutulmazsýn korkma! O cc asla unutmaz. Yaþadýklarýn 31


Daldaki hamsi ve Nasreddin Hoca’nýn þairliði Mehmet Aycý layýp boyuyorsunuz ve ortaya çýkan ucubenin bir "ses"i olduðuna kendiniz de inanýyorsunuz. Ýþi ciddileþtirdiðimi biliyorum lakin, mesele TemelDursun fýkrasýndan daha vahim sonuçlar doðurmakta ve "daldaki hamsi", dala çýkýp baðlanana ve bilin bakalým bu nedir denilene kadar maalesef kuþluðunu da kabul ettirmiþ oluyor. Hal böyle olunca da, "ilk kazmayı toprağa ben indirdim bir sincap gibi kaçarken o daldan bu dala bugün günlerden nedir bana bir bardak su verin" benzeri metinler -þiir okuyucumuzun ve þairlerimizin beðenisini sevsinler-, anýnda þiir oluveriyor. Þiirlerinden dolayý yukarýdaki hamsinin sahibini, af buyurun, baþka þiirlerinden dolayý yukarýdaki dizelerin þairini biz yine de tenzih ederek diyelim ki, niyetimiz daldakinin hamsi olduðunda ýsrar deðildir. Þayet daldaki kuþ olmadýðý halde kuþlaþmýþsa, Türk Þiirinin de þairlerimizin de vay halinedir. Hadi onlar halinden memnun; sahiden "hamsi" olmayan þiir baþýný alýp nereye gitsin?! Yahut üstündeki baþýndaki boyalý ve kokulu/kokmuþ, bir de üstüne üstlük dala baðlanmýþ hamsi kokusunu nasýl temizlesin? Dilin yüzünü biraz gülümsetelim ve bu baðlamda zikredilebilecek nefis bir Nasreddin Hoca fýkrasýný buracýða alalým ki, gedik de taþ da sende hakkým var diye yakamýza yapýþmasýn. Nasreddin Hoca'nýn oðlu mutfaktan patlýcaný kaptýðý gibi, eþiyle dostuyla sohbet eden rahmetlinin gözüne uzatýp, baba bak, gözü açýlmadýk sýðýrcýk yavrusu, deyince, Hoca; -Dostlar, demiþ, vallahi ben öðretmedim, çocuk kendisi buldu! Eþyaya, evrene ve bunlarla olan iliþkilerimize ad koyma eylemine sanat diyorsak, bundan güzel anlatýlamazdý her halde. Þiir de bu sanatlardan müstaðni deðildir ve nihayetinde patlýcana koyulacak isim gözü açýlmadýk sýðýrcýk yavrusu olmasa bile buna benzeyen bir þey olmak durumundadýr; kesinlikle dalda öten sarý bir "þey" olmayacaktýr. "Þaþýrtmaca" diye diye Türk þiirini tümden þaþý

Hocamýzýn büyüklüðüne sýðýnalým ve bir kusur iþleyelim; affeder, nasýl olsa anlatacaðýmýz da bir latifeden baþkasý deðildir. Efendim, Temel, Dursun'a, ula Tursun, demiþ, olmuyor, biz bu Karadeniz uþaklarýný Ýstanbul’da doðdurup büyütelim ve fýkrayý ondan sonra anlatalým. Temel malum kiþiye, Dursun, demiþ, daldadýr, sarýdýr, öter; bil bakalým bu nedir? Dursun, kuþ, demiþ. Bilemedin, demiþ Temel, kuþ deðil. Kahramanýz Karadenizli ya, cevabýn kuþ olmadýðýný bile bile serçeden bülbüle, kanaryadan ibibiðe aklýna gelen bütün kuþlarý saymýþ; bilememiþ. Yaprak dese, yaprak ötmez ama, belki rüzgarda öter diye yaprak bile demiþ. Neyse, uzatmayalým, alakalý alakasýz "dalda" olabilecek her türlü þeyi saymýþ dökmüþ, Temel Nuh diyor peygamber demiyor. Çaresiz yenilgiyi kabul ederek, bilemedim madem, sen söyle bakalým, neymiþ cevabý, dediðinde Temel, olanca rahatlýðýyla "Hamsi" demez mi? Dursun durur mu artýk; -Temel, demiþ, Allah aþkýna söyle, hamsinin dalda iþi ne? Temel'den anýnda cevap: -Baðlarým onu! -Peki, sarý mýdýr hamsi? -Boyarým onu? -Hadi, baðladýn, boyadýn, inandýk da, hamsi öter mi be birader? Temel olanca piþkinliðiyle ne dese beðenirsiniz? -O da þaþýrtmacasý! Bugün onlarca dergide yüzlerce sayfayý iþgal eden "þiir"lerin bu bilmeceden farksýz oluþu münasebetiyle, biraz da çaðrýþýmlarýn suyuna giderek anlattýðým bu fýkra meselenin göbeðine öyle bir oturuyor ki, kaldýrabilene aþk olsun. Türk Þiir geleneðinden bihaber yahut geleneði dönüþtürmekten aciz, bununla birlikte Türkçe'nin imkanlarýndan yararlanmayý külfet sayan onlarca yeni yetme, (Genelleme yapmayalým, eskileri de, eskiyenleri de mebzul miktarda aramýzda var.) dala baðladýðý hamsiyi boyayarak ve onun ötebileceðini vehmederek þiir söylemeye devam ediyor. Ahengi, derinliði, imgeyi, anlamý bir þekilde afakî bir dala bað32


hale getirenlerin Nasreddin Hoca yanýnda "Temel-Dursun Estetiði"nin bile gerisinde kaldýklarý aþikardýr. Bu kadar ciddiyet yeter, önce þu baþlýktaki daldaki hamsi kýsmýný bir güzel sildikten sonra, yazýnýn bu cümleye kadar olan kýsmýný ben yazmadým siz okumadýnýz sayarak Hoca merhumun þairliðine gelelim. Hikayeci Kâmil Yeþil dostumuz gibi, a, bilmiyorduk Hoca'nýn þairliði de mi varmýþ diyenler için hemencecik söyleyeyim ki, karýnca kararýnca o Sivrihisarlý bilge de bir miktar þairdir. Hatta, zaman zaman rüyasýnda þiir söylediði de olmuþtur. Ýþte onlardan bir tanesi: Rahmetli, bir gece karýsýný dürterek uyandýrýr. -Haným koþ, kaðýt kalem getir, rüyamda söylediðim þiiri unutmadan kaydedeyim! Zavallý kadýn gözlerini kýpraþtýra ovuþtura diviti, hokkayý, kaðýdý yerinden bulur getiri. Hoca merhum kaðýda yazar, bakalým ne yazar: "Yeşil yaprak arasında Karatavuğun kızıl burnu" Biraz sonra ezberden okuyacaðým diðer þiirlerine bakarak Hoca'nýn rüyasýnda söylediði þiir sahiden þiirdir. Dünyayý Güldüren Adam, güldürme eylemini yerine göre manzum olarak da gerçekleþtirmiþtir. Bazen Fars ve Arap dillerinden kelimelerin Türkçe'si dururken kullanýlmasýný, bunun bir þeymiþ gibi yeniyetmelerce yapýlmasýný alaya almýþ, bazen nasihatini ölçülü uyaklý vermiþ, bazen de ev sahibinin yahut misafirin manzum isteklerini büyük bir ustalýklar savuþturmayý/karþýlamayý bilmiþtir. Rahmetli bir gün bir yerde misafir iken, gelen sofraya bakmýþ ki, yemeklerin þahý pilavýn yerinde yeller esiyor. Besmele çektikten sonra yemeðe baþlamadan; Ya eyyühezzerde Pilav derman imiş derde Onu gördüğün her yerde Kaşıkla ha kaşıkla ha, diyerek pilavýn eksikliðini dilince dile getirmek istemiþ. Ev sahibi de az deðil hani. Ayný vezinde karþýlýk vermiþ: Hocam, bu sözlerin haktır Gözünü sofraya bak dur Dediğin burada yoktur Sayıkla ha sayıkla ha… Rahmetli artýk pazardan mý gelir, odundan mý gelir oracýðýný bilemem; ne var ki sevgili eþeði susuzluktan yürüyemeyecek duruma düþer. Öyle ol-

duðuna bakmayýn hayvancaðýzýn, Akþehir Gölünü görür görmez, bir koþma koþar ki ardýndan yetiþene aþk olsun! O hýzla kaza olmaz mý, eþek tam göle kaymak üzereyken, kenarda alem yapan birkaç kurbaða výraklayarak suya atlayýnca, hayvan ürker ve geri çekilir. Eþeðin nasýl bir kazadan kurtulduðunun bilincinde olan rahmetli, cebindeki bozukluklarý, alýn kuzucuklarým, helva parasýnýz olsun diyerek kurbaðalarýn atladýðý yere fýrlatmakla kalmaz, "göl kuþlarý"nýn þanýna yakýþýr bir de dörtlük uydurur: Aferin göl kuşu Hoþ ettin bu iþi Ürküttün eşeği Sevindirdin dervişi Rahmetli bir gün kendisini önüne gelenin þiir söylediði bir meclisin tam ortasýnda bulur. Kimi, Ýranlý bir þairin Farsça bir þiirini yarým yamalak söylemekte, kimi bir halk þairinin dörtlüklerini orasýný burasýný yamultarak kendisine mal etmektedir. Bazýlarý da, kerametmiþ gibi Türkçe-Farsça karýþýmý manzumeler yumurtlamaktadýr. Neyse, okuyan okuyacaðýný okuduktan sonra, içlerinde birisi, Hocam, der, senin þiirin yok mu, bir de seni dinlesek… Hoca rahmetlinin þu dörtlüðü söylediði rivayet edilir: 33


Güneş doğsa bataruha Ve fi'l bihar-i balıkat Olta görse kaçaruha. Hoca merhum, ilerlemiþ yaþýna raðmen Allah nazardan esirgesin turp gibidir. Bunun sýrrýný soranlara ileride darbýmesel haine gelecek þu manzum reçeteyi vermekten imtina etmez. Ayağını sıcak tut başını serin Kendine bir iş bul düşünme derin Hadi hocalýðýndan olacak, köþe bucak memleket memleket dolaþýyor anladýk da, her zaman o misafir olacak deðil ya, bir gün de Nasreddin Hoca'ya misafir gelir. Yenilir, içilir, uyku saatine yakýn misafir demesin mi: Bizim eller bizim eller Yatar iken üzüm yerler Hoca'dýr bu, misafirin misafirliðinin nereye kadar olduðunu pekala bilmesi icap eder. Bu da, en azýndan ayný vezinle karþýlýk vermeyi gerektirir: Bizde böyle adet yoktur Saklarlar da güzün yerler Benim, Nasreddin Hoca kitaplarýnda, rahmetlinin þairliðine dair rastladýðým ipuçlarý bu kadardýr. O ucu düðümleyelim ve diyelim ki, þayet bilmediðimiz ve görmediðimiz bir þiircik varsa gönderiverin de yazýyý tamam edelim. "Daldaki hamsi" mi, diyorsunuz; dedik ya caným, unutun gitsin, geldi geçti…

Reftem be-cayi serviler Didem dokuz kurt amedend Birkaçını yatırladım Birkaçı tarla mirevend Þiir ahalinin çok hoþuna gider. Nasreddin Hoca'da ýsrarlara dayanamamýþ olacak ki, ayný minval üzre kalýp deðiþtirerek devam eder: Mor menekşe boynun eğmiş uyur est Kafir soğan kat kat urba giyer est Þaka bir yana, Rahmetlinin hayatta olduðu zaman Farisi'nin Türkçe'ye tasallut emek, tecavüz etmek, hatta biraz da küstahlýk yaparak tavassut etmek niyetinde olduðu yýllardýr. Hele Konya ve çevresinde edebiyatý e'si, þiirin þ'si Farsça'yla baþlar olmuþtur. Neredeyse bütün cümlelerin sonu "est"le bitmektedir. Hoca bu, fýrsatý kaçýrýr mý? Ýþte bir dil aþuresi! Bahçede değirmenest Fırıl fırıl dönerest Sarımsak gelin olmuş Soğan esvap giyerest!.. Ahali yukarýdaki þiirlere bayýldý ya, anladýk Hocam derler, Farsça pek güzel söylüyorsun da, mektep medrese görmüþlüðün, hoca kadý olmuþluðun vardýr; bir de Arapça söylesen de kulaðýmýzýn pasý açýlsa! Hoca demek, hüner sahibi demektir, durur mu rahmetli: Ve fi's sema-i yıldızat

yeni kitaplar

Ayan Beyan, Sadýk Yalsýzuçanlar, Sel Yayýncýlýk, Öykü

Sözü dilde hayali gözde, Ýsmail Kara, Dergâh Yayýnlarý, Hatýrat

34

Statükocu dana, Afet Ilgaz, Ýz Yayýncýlýk, Deneme


Hasýmlar Dylan Thomas tup yýldýzý gibi soðuyarak onu sevgiyle tuttuðu elbisesinin kývrýmlarýnda parýldadý. Kahvaltý fincanýndaki çay yapraklarý karanlýk bir yabancýyý imledi. Kristal ona ne anlatmýþtý? Bayan Owen meraka düþtü. Kökler ele geldi ve parmaklarýn eþerken rahatsýz ettiði kývrýlmýþ bir kurtçuk güneþte kýpýr kýpýr oldu. Aniden tüm vadi, kovuklarýný rüzgârla doldurdu, köklerin sesleri ve aþaðýdaki gökyüzünün nefes alýþýyla. Haykýran sadece adamotu deðildi; sökülen kökler de hýçkýrmaktaydý; Bay Owen'ýn söküp çýkardýðý her ot bir bebek gibi aðladý. Tepenin ardýndaki köyde rüzgâr kudurmaktaydý, bahçedeki iplerde asýlý elbiseler tuhaf bir dansa baþlamýþtý. Rahimlerinde suret barýndýran kadýnlar buharlý küvetleri eðdiklerinde yeni bir tekme hissettiler. Vadi yeþil çimenleri teniyle birleþtirirken, kendi mevsimleri ve iklimleri olan damarda, kemiklerde ve bunlarý yapýþtýran tende yaþam devam etmekteydi. Açýk bir mezar gibi duran küre Bayan Owen'a ölümünü gösterdi. Bayan Owen kristal dünyanýn yüzündeki bir çizgide yara açan erkeklerin saçlarýna ve kadýnlarýn dudaklarýna bakakaldý. Ama aniden çizgiler yok oldu, artýk Jarvis tepelerinin suretlerinden baþka bir þey görememekteydi. Siyah þapkalý bir adam aþaðýdaki görünmez vadinin yollarýnda yürümekteydi. Eðer bir parça daha yakýndan yürüse Bayan Owen'ýn kucaðýna düþecekti. Pencereden "tepelerde yürüyen siyah þapkalý bir adam var" diye ünledi. Bay Owen güldü ve otlarý temizlemeye devam etti. Ýþte o an Saygýdeðer Bay Davies yolunu kaybetti; sabahýn büyük bir bölümünde kaybolmaktaydý zaten, ancak þimdi tamamen kayboldu ve Jarvis tepelerinin eteklerindeki bir aðacýn altýnda telaþla durdu. Dallar arasýndan büyük bir rüzgâr esti, gri-yeþil bir toprak parçasý kararsýzlýkla kýmýldadý altýnda. Nereye baksa, tepeler gökyüzüne atýlmaktaydý, rüzgârdan sakýnmak için nereye yönelse karanlýk onu korkutmaktaydý. Ne kadar uzaklaþsa da etrafýndaki yegâne manzara yaban-

Jarvis vadisinin zümrüdî dönümlerinde gün doðmuþtu. Bay Owen bahçesinin yolu üzerindeki ayrýkotlarýný ayýklamaktaydý. Kuvvetli bir rüzgâr sakalýný çekiþtirdi, nebatat dünyasý kükredi ayaklarý altýnda. Bir ekin kargasý kaybetti gökyüzünde kendisini, eþine bir þeyler demekteydi; eþi asla gelmedi, karga da gagasýnda bir elemle batýya uçup gitti. Omuzlarýný dinlendirip gözlerini gökyüzüne diken Bay Owen koyu kanatlarýný kýzýl güneþe nasýl kanat çýrptýklarýný gözlemledi. Havadar mutfaðýnda Bayan Owen piþirdiði aþ üzerinde kederliydi. Geçmiþ demlerden birinde vadi baþýboþ kalmýþ sürülerine ev sahipliði yapmýþtý. Kasabada bir baþýna gezinen Bay Owen hayvanlar sakince dururken bir yaz akþamýnda çýkagelmiþti, vadiyi bölen ýrmak çakýl taþlarýyla konuþmaktaydý o dem. "Ýþte burada" diye düþündü Bay Owen, "burada vadinin ortasýnda etrafý bahçeli tek katlý küçük bir ev inþa edeceðim." Rüzgârlý tepeler aþarak geçip geldiði yollarý hatýrlayarak köyüne dönüp Bayan Owen'a zihnini açtý. Ýþte yeþil tarlalar ortasýndaki bu tek katlý ev böyle inþa edildi; bir bahçe bellendi, sebzeler ekildi ve inekler sebzeleri tarumar etmesin diye alçak bir çit kuruldu bahçenin etrafýnda. Bu yýlýn ilk aylarýnda vuku buldu. Þimdi ise yaz ve güz geride kaldý; bahçe dirildi ve öldü; otlarýn üzerinde kýraðý vardý artýk. Bay Owen tekrar eðildi yolu derleyip toparlamak için, rüzgâr yakýndaki çimenliklerin tepeleri ardýndan esip her bir yeþil aðýzdan bir kehanet var ederek. Sabýrla söküp aldý ayrýkotlarýný Bay Owen; kökler ele geldi çevrelerindeki toprakla cebelleþerek; ayrýk otlarýnýn filizlendiði oyuklarla meþguldü böcekler. Ancak parmaklarý arasýnda ölürken hiçbir leke býrakmadýlar. Bitap düþtü ölümlerinden, daha da bitap düþerek otlarýn düþüþünden. Kökler yukarý geldikçe deðersiz yeþilbaþlar aþaðý düþtü. Bayan Owen kristalinin derinliklerine daladursun, ocaðýn üstündeki aþý taþmaya býraktý. Küre ilkin karardý, sonra içinde bir ebemkuþaðý kýmýldadýkça aydýnlandý. Bir güneþ gibi ýsýnýp yine bir ku35


cýydý; düþlenmemiþ yüksekliklere yükseldi ve sonra elinin ayasýndan daha büyük olmayan vadiye indi yine. Aðaçlar insanlar gibi yürüdü. Semavi bir tesadüfle güneþin gökyüzünün ortasýna ulaþmasý gibi tepelerin eteklerine ulaþtý. Arz bir ufuktan diðerine salýnýrken bir aðacýn altýnda durup vadiye baktý. Tarlalarýn arasýnda bahçeli küçük bir ev vardý. Vadi evin etrafýnda kükrüyor, rüzgâr bir boksör gibi hamle yapýyordu, ancak yine de orada durmaktaydý. Bay Davies'e göre sanki ev dev bir kuþ tarafýndan taþýnýp patýrtýlý bir evrenin ortasýna býrakýlmýþtý. Ama dik kenarlarýndan týrmanýp tepenin eteðine inince Bayan Owen'ýn kristalindeki yerini kaybetti. Þapkanýn yerini kara bir bulut almýþtý, bulutun altýnda ise sakalýnýn içinde donmuþ yýldýzlarla bir havai þekil ve gülüþ olarak da yarým ay bulunan yaþlý bir hayalet yürümekteydi. Bay Davies taþlar ellerini çizerken olup bitene dair hiçbir þey bilmemekteydi. Yaþlýydý, sabah þarabýyla sarhoþtu ancak kesiklerinden sýzan insan kanýydý. Yüzü topraða yakýn, elleri çýðlýk atan otlarýn boynunda olan Bay Owen da kristaldeki deðiþimden bihaberdi. Bayan Owen'ýn siyah þapkalý adama dair kehanetini iþitmiþti ancak Bayan Owen'ýn karanlýk güçlerine olan inancýna hep gülüp geçerdi. Bayan Owen ona seslendiðinde baþýný kaldýrýp güldü ve topraðýn daha aleni çaðrýsýna döndü. "çoðalýn, çoðalýn" dedi tünel kazarken rahatsýz edilen kurtçuklara ve sonra çoðalýp bahçede yaþam bulsunlar ve çýkýp tarlalarý ve hayvanlarýn karýnlarýný zehirlesinler diye kahverengi kurtçuklarý ikiye böldü. Bu hususta Bay Davies'in hiçbir bilgisi yoktu. Bahçe topraðýna mahiranelikle eðilen sakallý genç bir adam gördü; eve bakýnca pencereye yaslanan solgun benizli genç bir bayanla evin þirin manzarasýna tanýk oldu. Þapkasýný çýkarýp kendisini on mil ötedeki bir köyün papazý olarak tanýttý. "Kanamanýz var" dedi Bay Owen. Bay Davies'in elleri gerçekten de kana bulanmýþtý. Bayan Owen papazýn vücudundaki kesikleri görünce onu pencere kenarýndaki bir koltuða oturtup demli bir çay verdi. "Sizi tepede gördüm" dedi Bayan Owen. Bay Owen da tepeler ulu ve uzaktayken onu nasýl görebildiðini sordu. "Gözlerim keskindir" dedi Bayan Owen. Bay Owen'ýn þüphesi yoktu. Eþinin gözleri gör-

düðü en tuhaf gözlerdi. "Burasý çok sessiz" dedi Bay Davies. "Duvar saatimiz yok" diye cevap verdi Bayan Owen üçü için sofrayý kurarken. "Çok naziksiniz" "Bize gelenlere karþý naziðizdir" Vadideki bir baþýna duran eve þimdiye deðin kaç kiþinin geldiðini merak etti Bay Davies, ancak kadýnýn vereceði cevaptan duyduðu korkuyla bir þey soramadý. Kadýnýn karanlýðý seven esrarengiz biri olduðunu tahmin etti, çünkü ortalýk karanlýktý. Karanlýðýn güçlerini sorgulamak için çok yaþlýydý. Ve þu an parçalanmýþ siyah takýmý ve tuhaf kadýnýn sardýðý ince elleriyle daha da yaþlanmýþ hissetti kendisini. Sabah rüzgârlarý onu aþaðý getirmiþ olabilirdi. Aniden çöken karanlýk da gözlerini köreltmiþ olmalýydý. Yaðmur bir hayaletin bedeninden geçer gibi onun üzerinden geçmiþ olmalýydý. Yorgun, ak saçlý bir adam olarak pencerenin altýnda oturdu, handiyse pencere ve sandalyenin beyaz örtüsüne nazaran görünmezdi. Sonra yemek hazýr oldu ve Bay Owen üstü baþý toz içinden bahçeden geldi. "Yemek duasý yapabilir miyim?" dedi Bay Davies masaya geçerlerken. Bayan Owen baþýyla onayladý. Bay Davies "Ey Kudretli Rabbim, yemeðimizi kutlu kýl" dedi. Baþýný kaldýrýp duaya devam ederken Bay ve Bayan Owen'ýn gözlerini kapadýklarýný fark etti. "Bize vermiþ olduðun nimetlere þükrediyoruz." Bay ve Bayan Owen'ýn dudaklarýnýn hafifçe kýmýldadýðýný gördü. Ne dediklerini iþitemiyordu ancak dualarýnýn onunkilere benzemediðini biliyordu. Üçü birden "Âmin" dediler. Bay Owen þikâyet eden ayrýkotlarýný kenara koyduðu gibi tabaðýný kenara koydu. Pencerenin dýþýnda topraðýn kahverengi bedeni, otlarýn yeþil tenleri ve Jarvis Tepelerinin sineleri durmaktaydý; hayvani topraðý ürperten bir rüzgâr ve tarladaki çiði içen bir güneþ vardý; aðaçlarýn gözeneklerinden terleyen mahlûkat oradaydý; uzak kýyýlardaki kum zerreleri deniz onlarý dürdükçe çoðalmaktaydý. Bay Owen dilinin üzerindeki yemek artýklarýný hissetti; etin üzerinde bir anlam vardý, yemeði aðza götürmede bir sebep vardý. Bayan Owen da tabaðýný kenara koydu, ancak çatalýnýn diþlerini tabaðýn kenarýna sürtmekteydi. Bayan Owen bir þey yemedi, çünkü eski güçler üzerindeydi. Gözlerinin gövermiþliðiyle baþýný 36


olan karanlýðý seviyordu. Ancak þimdi tepelerdeki maðaralar yaþlý olduðu için onunla alay eden ses ve suretlerle doluydu. "Karanlýktan korkuyor" diye düþündü Bayan Owen "sevgili karanlýktan." Bay Owen ise bir tebessümle "O, topraktaki kurtçuktan, aðaçtaki üremeden, arazideki canlý yaðdan korkuyor" diye düþündü. Yaþlý adama baktýlar ve onun daha da hayaletleþtiðini gördüler. Bay Davies'in ardýndaki pencere, baþýnýn etrafýnda belli belirsiz bir hale oluþturmuþtu. Aniden Bay Davies diz çöküp duaya baþladý. Ne kalbindeki soðukluðu ne de diz çökerken onu sersemleten korkuyu anlayabilmiþti. Ancak affý için dualar mýrýldanýrken Bayan Owen'ýn gölgeli ve kocasýnýn gülen gözlerine baktý. Masanýn ucunda halýya diz çökmüþ vaziyetteyken karanlýk zihin ve devasa karanlýk bedene bakakaldý. Baktý ve dua etti, hasýmlarýnca dört biryandan kuþatýlan eskinin peygamberleri gibi.

kaldýrmaya cesaret edemedi. Vadide rüzgârýn hangi yönden estiðini sesinden tanýrdý, örtünün üzerindeki gölgelerin kývrýmýndan güneþin nereye yükseldiðini bilirdi. Evet, kristalini alýp içinde bu kýþ aydýnlýðýný kaplayan karanlýðýn gerginliðini görebilirdi artýk. Ancak zihninde toplanan bir karanlýk vardý, etrafýnda bir ýþýk var etmekteydi. Solunda bir hayalet vardý; tüm gücüyle adamýn etrafýnda kýmýldayan görünmez bir ýþýk peydahlandý ve zihninin karanlýklarýyla karýþtýrdý. Bir kuþ tarafýndan yutulan bir adam gibi Bay Davies damarlarýndaki ýssýzlýðý hissetti ve tatlý bir coþkuyla tepelerde baþýna gelenleri, ortalýðýn nasýl soðuyup rüzgârýn estiðini ve tepelerin nasýl aþaðý yukarý hareket ettiðini anlattý. Dediðine göre kaybolmuþtu. Rüzgârýn zulmünden sýðýnmak için karanlýk bir sýðýnak bulmuþtu; ancak onu korkutmuþ, o da denizdeki bir gemi gibi sabahýn kendisini silkelediði tepelere tekrar yürümüþtü. Nereye yöneldiyse ortaya fýrlatýlmýþ veya dar gölgeliklerde korkutulmuþtu. Üzgün bir halde yaþlý bir adamýn gidebileceði herhangi bir yer bulamadýðýný söyledi. Görev yaptýðý yeri sevdiði için civar topraklarý da sevmekteydi, ancak tepeler ayaðýnýn altýndan kaymýþ veya onu havaya kelepçelemiþti. Tanrý aþkýyla eskilerin gaip olana tapýndýklarý an

Dylan Thomas "Collected Stories"

Çeviren: Nurullah Koltaþ

37


Sapkýn azizler: Beat þairleri Furkan Çalýþkan ardýndan kullandýðý ifadedir. Ginsberg ve CNN, iþte ironi. Tarihe nasýl geçmek istersiniz sorusunu þöyle yanýtladý: "Sessiz düþünceyle CIA'i mahveden, söylediði blues ezgileriyle zencileri mest eden, rock'çýlarý aðlatan, Adalet Bakanlýðý'ný havaya uçurmakla tehdit Eden ve 48'inden sonra tanrýdan ve ölümden korkmayan, dünyanýn en akýllý adamý olarak tarihe geçmek istiyorum" dedi. (Ginsberg'den aktaran Kubilay Ünsal, Stüdyo Ýmge, 1. Dönem, 2. Sayý) 26 yaþýnda Harlem’de bir dairede William Blake'i okuduktan sonra Blake'in kendisine göründüðünü düþündü. Bu olayý arkadaþlarýna Tanrýyý buldum diyerek anlattý. Sonraki yýllarý Columbia Üniversitesi’nde tanýþtýðý, kendisi gibi beatnik arkadaþlarýnýn, özellikle Burroughs ve Kerouac'un yaz dýkla rýný ya yým lat ma ya ça lýþ mak la ge çirdi. "Howl" (uluma) þiirini yazdýktan sonra ise Beat kuþaðýnýn sembol isimlerinden birisi oldu. Ginsberg mutlak bir disiplinsizliðin hâkim olduðu þiirlerinde kendi daðýnýklýðýndan bir sistem yaratýr. Þiir Ginsberg için gerçek olan tek þeydir. Öyle ki "bir ülkenin kötü durumu yüzünden politikacýlarý suçlayamayýz, suçlu olan þairlerdir. Çünkü politikacýlarýn bir ülkenin durumu hakkýnda bilinç edinilebilecek kapasiteleri yoktur, ama þairlerin vardýr." diyerek þiiri ve þairi nereye koyduðunu gösteriyordu. Þiir ve otorite, þiir ve rejim, þiir ve düzen her zaman bir çatýþma içinde oldu. Ginsberg þiiri ve hayatý bunun en somut örneði olarak þiir tarihinde yerini aldý. Reagan ve Nixon dönemlerinin en sakýncalý isimleri arasýnda yer aldý. "Yýðýnla dosyam var, üst üste koyunca 3 metreyi buluyor" diyerek durumunu özetliyordu. Ünlü 84 kiþilik "uygunsuzlar" ve "düþmanlar" listesinde baþköþedeydi, bu listede olmaktan da hep onur duydu. Diðer Beat þairleri gibi Ginsberg için de Beat tarzýnýn en önemli ve farklýlýk yaratan ilkesi "ilk düþünce en iyisidir" oldu. Bu doðaçlama ve özgür esinlenme yeni bir teknik olarak Beat þair ve yazarlarýnýn çoðu tarafýndan kullanýldý. Ne kendilerinden önceki Amerikalý þairlerine benzediler ne

"Bir bariyer yıkıldı. Bir insan sesi ve bedeni; Amerika'nın sert duvarına, onun ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzeninin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürledi"(1) Beat sözcüðü, ikinci dünya savaþýndan sonra caz sanatçýlarý ve caz kulüplerinin müdavimleri arasýnda, sefiller, dýþlanmýþlar ve ezilmiþler için kullanýlýrdý. Jack Kerouac bu argo terimi kendince deðiþtirerek bambaþka bir ruh ve anlam yükledi. Beat; meteliksiz, ezilmiþ, yersiz yurtsuz. Beatitude; kutsanmýþlýk. Kerouac bu kelimeyle kaybedenlerin gizli kutsallýðýna bir gönderme yaptý, böylece 50’lerde ortaya çýkan bu edebi, sosyal ve aykýrý-sisteme göre alternatif- hareket bugünkü bilinen ismini buldu; Beat kuþaðý. Ünlü "Amerika" þiiriyle ülkemizde de iyi tanýnan Allen Ginsberg, Jack Kerouac, Burroughs, Ferlinghetti, Neal Cassady gibi aykýrý þairler, yada verandalarýndan kusursuz bahçelerini seyreden Amerikan burjuvazinin tabiriyle "uygunsuz" þairler yani sistemin defolarý, bir dönem þiir söylediler. Beat hareketinin ilk eseri John Holmes'in "Go" (Git) adlý kitabý bilinse de, aslýnda Kerouac'ýn "On the road" (Yolda) adlý romanýdýr. Sam amcanýn bariyerlerini ilk zorlama da böylece baþlamýþtý. Ýlk bariyer San Francisco’da yýkýldý, 1955 yýlýnda düzenlenen "Galeri altýda altý þair" adlý toplantýda kuþaðýn önde gelen isimleri þiirlerini okudular. Ginsberg de "howl" (uluma) þiirini orada okudu. Ýlk düþünce en iyisidir

Ginsberg Beat þairleri arasýnda en hýrçýnýydý. Komünist ve þizofren bir annenin aykýrý oðluydu. Ailesindeki herkes gibi o da delilik sýnýrlarýnda dolaþtý, hatta bir ara deli olduðuna inandý. Ancak bir gün normal olduðunu fark etti böylece toplum bir delirmiþler ordusuna dönüþtü onun için. Öldüðünde 70 yaþýndaydý ve "geriye kendisinden sonraki þiiri, müziði ve protestolarý þekillendiren bir hayat býrakmýþtý." Aslýnda bu ifade CNN, New York Times… gibi haber kurumlarýnýn, ölümünün 38


de Avrupa þiirinden izler taþýdýlar. Beat þiirini anlamak için bu þiirin cazla iliþkisini de iyi incelemek lazým. Uzun ve yatay yazýlan dizeleri vardýr ve beatnikler þiirlerini kendilerini caz sanatçýlarýnýn yerine koyarak okudular, tek nefeste uzun dizeler. Dizelerdeki vurgular batý þiirinden çok doðu þiiri ve Afrika müziklerine benzer. Neticede Beat þiiri deneysel bir þiirdir, irkiltici olaný seçer, egemen olan kültüre baþkaldýrýp bir alt kültür yaratma kaygýsý içindedir. Tehlikelidir ve iyidir. Ginsberg de arkadaþlarý gibi uyuþturucu kullandý, ancak bir baðýmlý olmadý çünkü her türlü baða itiraz eden bünyesi bunu da kabul etmedi. Ancak birçok beatnik þairi eserlerini uyuþturucular eþliðinde yazmýþtý. Mesela Kerouac ünlü kitabý "Yolda"yý üç gün süren bir benzerdin partisinde yazmýþtý týpký Burroughs'ýn kült kitaplarý "Çýplak Þölen" ve "Canki" yi yazarken kendi eroinmanlýðýndan ilham almasý gibi. Oltasýda þiir; Richard Brautigan

Kerouac ve Ginsberg'le birlikte mahþerin üç atlýsýndan biridir. Gerçek bir deli olarak paronoid þizofreni teþhisiyle hastanede þok tedavisi gördükten sonra San Fransisko'ya giderek beat hareketine katýlýr. Þiirlerini kâðýtlara bastýrarak sokakta daðýtýr. Brautigan kimi zaman beat kuþaðýndan ayrý deðerlendirilir bunun sebebi ise aþýrýya kaçan duyarlýlýðýnýn yalnýzlýðý seçmesidir. Brautigan þiirleri klasik beat özellikleri olan cüretkârlýk, açýklýk, humour gibi öðelerinin yanýnda sürrealizm ve lirizm içeriyordu. O Beatniklerin en sanatçýsýydý. Övgüler þiirinde önemli bir yer tutarken, þiiri kendisine verilen bir ceza, sevdiklerine verilen bir armaðan olarak görüyordu. Yorganýn altýna sýðýnýp kendi karanlýðýný yaratan bir þair, doðaya düþkün bir pastoral. Doðaçlama ve eþzamanlýlýk kuþaðýnýn ona eklediði özelliklerdi, o ise kuþaðýna uçurumun kenarýndaki saflýðý sundu. "Amerika'da alabalýk avý" en bilinen yapýtýdýr. Karýsý ile birlikte kamp yapmaya gittiði Idaho'da yazar. Kentli beatniklerin kendilerinden geçtikleri küçük daireleri yerine nehir kýyýlarýnda yazmayý sever Brautigan. Enteresan bir þekilde Japonya’da çok tutulur. Hatta 70’lerden sonra bir süre unutulur ancak Japonya da hala etkisini sürdürür. Pastoral bir ülkenin edebi duyarlýlýðý herhalde. Brautigan'nýn kýsa þiirlerinde kýsmen de olsa Japon haikularýnýn etkisi vardýr. Unutulmaya daha fazla dayanamayan

Allen Ginsberg

bu hassas çocuk bir smith wesson yardýmýyla aramýzdan ayrýlmýþtýr. Þehir ýþýklarý ve San Fransisko rönesansý

Lawrence Ferlinghetti ve arkadaþlarý Charlie Chaplin'in ünlü filmi "Citylights" (Þehir Iþýklarý) dan esinlenerek San Francisco’da bir dergi çýkardýlar. Özellikle Peter Martin ile birlikte þiiri akademik çevrelerden kurtarýp halka ulaþtýrmanýn bir basamaðý olarak gördüler bu dergiyi. Sonraki zamanlarda ofislerinin altýnda bir kitapçý dükkâný açtýlar, dergi ikinci katta çalýþmalarýna devam etti. Bugün dünyanýn en ünlü kitapevlerinden biri olan "citylights" halen ilk açýldýðý yerde durmaktadýr. Ferlinghetti'nin dergisi Beat þairlerinin buluþma noktasý oldu, ancak dergi Ginsberg'in "Howl" (Uluma) 'ný yayýnlamasý ve bunun hemen ardýndan açýlan davalarla adýný duyurdu. Ferlinghetti daha sonra bu davanýn hikâyesini "Horn on Howl"da yazdý. Bütün bu süreç Beat þairlerinin tanýnmasýna aracýlýk etti. New York’daki tekelci yayýnlara ve tek tip dergilere isyan eden birçok þair San Fransisko’da buluþtular ve böylece San Fransisko Rönesans'ný baþlattýlar. Ginsberg'in de W.Carlos William dan bir mektupla San Fransisko'ya gitmesiyle hareket pekiþmiþ ve güçlenmiþ 39


daki en önemli faktördü. Beat þairlerini ve yaptýklarýný hem zamanýna hem de geleceðe bu dergi taþýdý. Özellikle beat kuþaðýnýn kendisinden sonraki þairleri, müzisyenleri, sinemacýlarý etkilediðini düþünürsek bir derginin neler yapabileceðini, neler yapmasý gerektiðini daha iyi anlayabiliriz. Mesela Bob Dylan ve John Baez gibi müzisyenler beat kuþaðýndan ciddi þekilde etkilenmiþlerdir. Beat þiirleri Ýngiliz yeraltýnda karþýlýk bulmasýndan sonra Pink Floyd ve The Soft Machine gibi gruplarý bünyesinden çýkarmýþtýr.

oldu. Beat þairlerinin çoðu þiirlerini caz kulüplerde okudular. Böylece þiiri cazla birlikte sunarak halka ulaþtýrmaya çalýþýyorlardý. Ferlinghetti de cazla birlikte okunmasý için birçok þiir yazdý, daha sonra bu þiirlerden yedisi "A coney Island of the mind" (Akýl adasýnda bir tavþan) kitabýnda yayýnlandý. Bu kitap bütün dünyada 1 milyona yakýn baský yapmasýna raðmen henüz Türkçeye çevrilmedi. Kitabýnýn giriþinde Ferlinghetti þöyle söyler: "Bu yedi þiir özel olarak cazýn eþlik etmesi için tasarlandýlar; bu yüzden de kitap sayfalarý için yazýlmýþ þiirlerden çok kendiliðinden söylenmiþ "sözel mesajlar" olarak deðerlendirilmelidirler. Cazla deneysel okumanýn devam eden bir sonucu olarak hâlâ bir deðiþim durumundadýrlar" Ferlinghetti'nin þiirleri gündelik dilde yazýlmýþ anlaþýlmasý kolay þiirlerdir. Gerçek anlamda toplumcu bir þiir anlayýþý vardýr. Politikayý þiirine katmaktan çekinmez. Zaten Beat þairleri arasýnda politikayla en ilgili þair Ferlinghetti'dir. Aslýnda onun rolü kuþaðýný toparlayarak sesini duyurmaktý ve bunda da baþarýlý oldu. Citylights bir edebiyat dergisinin ve yayýnevinin neleri deðiþtirebileceðinin, ne kadar etkili olabileceðinin somut bir örneðidir. Bu Türkiye’deki edebiyat dergiciliðinin önünü görmesi açýsýndan önemli, bugün dergilerimizde eksik olan hareket Citylights'ýn baþarýsýn-

Jack’in yollardaki ruhu

Kuþaðýnýn en hüzünlü çocuðuydu Jack Kerouac. Meþhur "On the road" (Yolda)’yý üç hafta gibi bir sürede yazdýðý söylenir, öyle ki masadan kalkmamak için daktilosuna büyük bir rulo kâðýt taktýðý rivayetleri vardýr. Arkadaþlarýyla yaptýðý otostop yolculuklarýný konu aldýðý kitabýnda Beat hareketinin ruhunu bütün yönleriyle ortaya koydu. Kilometrelerce hüzün, gün batýmýna doðru giden baðýmsýz ruhlar. Kerouac ne yaptýysa ruhu için yaptý; aklý için deðil, yeteneði için deðil, sadece ruhu için. Belki Burroughs ve Neal Cassady kadar yetenekli deðildi lakin daha çok hissediyordu ve daha çok acý çekiyordu. Zen Kaçıkları bir diðer önemli yapýtýdýr. Kerouac da birçok Beat yazarý gibi zen Budizm'e sarýlmýþtýr. Ancak Budizm'de aradýklarýný bulduklarý pek söylenemez çünkü uyuþturucu ve alkolden asla vazgeçemediler. Çünkü aradýklarý bir þey yoktu, onlar için esas olan aramanýn kendisiydi. Onlar yaþayarak intihar etmenin ilk ve en güzel örnekleriydi. Dünyanýn gördüðü en uzun intiharlar. Kendi ölümlerine ve tükeniþlerine doðru attýklarý her adým Amerikan rüyasýna inen kamikazelerdi. Yaþadýlar, yazdýlar ve gittiler… Beat kuþaðýnýn manifestosuna asýl þekli Jack Kerouac vermiþtir. 2. Dünya savaþý ve soðuk savaþ ile birlikte toplumsal deðerlerin insani olmaktan uzaklaþtýðýný düþünüyorlardý. Amerikan orta sýnýfý, burjuvazi ve materyalist doðmalara tamamen karþýydýlar ancak Ginsberg dýþýnda bunu, ses getirecek, göze batacak kadar aleni yapacak kimse yoktu. Beatnikler naif çocuklardý. Ginsberg ise saldýrgandý. Bütün Amerikan deðerlerine saldýrmakta tereddüt etmiyordu. Aslýnda Kerouac ve Cassady hariç hiçbiri alt ekonomik sýnýftan gelmiyordu. Bu da maddesel bir karþý duruþ sergilememelerinin nedenini oluþturuyordu. Dile getirme-

Jack Kerouac

40


seler de Beat þiirinin kökeni Rimbaud ile baþlar. Yine Whitman ve W. Carlos William dan da etkilenmiþlerdir. Düz yazýda ise Henry Miller ve John Fante gibi Amerikalý yazarlardan etkilendikleri gözlerden kaçmaz. Ancak ortaya koyduklarý ürünler þaþýrtacak kadar yeni ve farklýydý. Bukowski’nin kadýnlarý

Beat þairleri denince bir çýrpýda sayýlabilecek isimlerden deðildir Bukowski. Ülkemizde ise çevirileri daha çok yapýlmýþ, daha çok tanýnmýþ bir yazardýr. O nu kuþaðýndaki diðer isimlerden ayýran Bukowski’nin politikaya ve protestolara karþý olan ilgisizliðiydi. Aslýnda yaþantýsýyla tepeden týrnaða bir Beat ve protestoydu. Sefilhaneleri bilirdi, açlýðý ve sömürüyü de bilirdi. Beat'ýn kelime anlamýný en iyi karþýlayan yazar Bukowski’ydi. Yine bu kuþaðýn içinde fazla öne çýkamamasýnýn sebeplerinden biri de kadýn olgusunun yapýtlarýndaki hatýrý sayýlýr yeridir. Baþta Ginsberg ve diðer Beat þairleri kadýnlara ne hayatlarýnda ne de yapýtlarýnda pek yer vermemiþlerdir. Çünkü Amerikan toplumunun vahþiliðini, yayýlmacýlýðýný ve benmerkezci vurdumduymazlýðýný Amerikan çekirdek ailesine baðlýyorlardý. Bu yüzden þiddetle aileye karþýydýlar. Kadýný ise ne olursa olsun ailevi bir unsur olarak görüyorlardý. Tabiî ki cinsel sapkýnlýklarýnýn da bunda payý vardý. Bukowski ise bütün bunlarý umursamýyordu; o kendi deyimiyle "Amerikan çocuk bahçesi"ne olan nefretini çýlgýn bir umarsýzlýkla yaþayarak gösteriyordu. Onun için kadýnlar -ki kendi gibi sefil, ayyaþ ve hayatýn dýþýna itilmiþ kadýnlar- zehrini boþaltabileceði þefkat tanrýçalarýydýlar. Her biri yeni bir hikâye, yeni bir veda ve yeni bir baþlangýçtý. Bukowski’nin de hayata defalarca yeniden baþlamasý gerekiyordu, yeniden ve hep ayný. Böylece kaderine hükmedebilirdi. Böylece diðer küçük, mutlu Nixonlar'ýn Bushlar'ýn alaylarýna raðmen "Amerikan çocuk bahçesini" en delikanlý, en akþamdan kalma ve galip çocuk olarak terk edebilirdi. Genellikle öz yaþamsal öyküsünü anlattýðý yapýtlarýnda yeraltý edebiyatýnýn doðuþu ve geliþimi hakkýndaki tanýklýklarýný yazmýþtýr. Diðer beat þairleri hakkýndaki anýlarý da bu kuþaðý tanýmamýz açýsýndan önemli ayrýntýlar içerir. Fante gibi büyük bir yazarý yeniden keþfeden, unutulduðu tozlu raflardan yeniden çýkaran Bukowski olmuþtur.

Bukowski

Kültürümüzde ve yaþantýmýzda bir Amerikan iþgalinden ve yayýlmacýlýðýndan bahsediyoruz; komþumuzu iþgal ediyor, televizyondan izliyoruz. Hayatýmýzýn her anýna bir müdahalesi olduðundan bahsediyoruz. Sözün kýsasý, herkesin dilinde Amerika. Peki, biz Amerika'yý ne kadar tanýyoruz? Edebiyatýný ve sanatýný ne kadar biliyoruz? 50 yýl önce bir grup þair ve sanatçý çýktý, "yeter Amerika, ne zaman bitireceðiz insanlarla savaþý" dedi. Vietnam savaþýna karþý çýktýlar, zenci-beyaz ayrýmýna, domuzlar körfezi çýkarmasýna da. Evet, alkoliktiler, uyuþturucu kullanýyorlardý, sapkýndýlar lakin bu Beatnik çocuklar hiç olmazsa Sam Amcaya hayır dediler. 2000’lerde ise Amerikan toplumu aralarýndan Beatnikleri bile çýkaramadý; artýk onlar bahçelerinde barbekü yapýp, hafta sonlarý alýþveriþe giden robotlar olarak yaþýyorlar. DÝPNOTLAR: (1) Waldman, A.(1996), The beat book, Boston; Shambhala. "Galeri altýda altý þair" adlý organizasyon sýrasýnda orda olan Michael Mc Clure "Uluma"nýn okunmasýyla ilgili söylemiþtir. (2) Cook, B.(1994) "The beat generation" (3) Bu yazý yazýlýrken çok aðýr Dylan, John Baez ve Neþet Ertaþ dinlenmiþtir.

41


Çeþme Coþkun Ongun Anam her iþe koþturuyordu. Sabahlarý erkenden kalkýyor, çeþmeden kollarýyla su taþýyor, koyunlarýmýzý otlamaya götüren kardeþimi uyandýrýp kahvaltýsý ile azýðýný hazýr ediyordu. Onu yolladýktan sonra uyanmaya baþlayan diðer kardeþlerimin yüzlerini yýkýyor, babamýn eline su döküyor, kahvaltýyý hazýrlýyordu. Kahvaltýda çayýn yanýnda, anam bizlere içi çökelekli, sac üzerinde piþmiþ ekmeklerden yedirirdi. Sobanýn üzerinde bu ekmekleri ýsýttýktan sonra ekmeðin üzerine önce tereyaðýný, üzerine de çökeleði sürerdi. Biz ekmeði elimizde sýkýca tutarken bazen ekmeðin altýndan tereyaðý üzerimize damlardý. Anam, bize biraz kýzmýþ gibi yapar sonra yeni ekmek istiyor muyuz diye sorar; kimseden ses çýkmayýnca kendine de bir ekmek sarardý. Aslýnda üzerimizi kirlettiðimizde bize kýzmakta haklýydý. Çünkü çamaþýr yýkamak onun en sevmediði iþler arasýndan yer alýrdý. Ekmek yapmaktan da hoþlanmýyordu ama çamaþýr yýkamak ona daha bir zor geliyordu. Su taþýmak için güçlü kollara sahip olmak gerekiyordu. Oysa anamýn kollarý yüreði kadar güçlü deðildi. Anamýn aksine ben su getirmeyi çok severdim. Çeþmemiz, güneþin battýðý taraftaki daðýn yamacýna düþüyor. Daðýn tepesi yüksek olduðundan köyümüzdeki güneþ erken batar. Bu daðýn yamacýndan, çeþme teknelerinden akan artýk sular, ince bir nakýþ gibi akýp gider. Çeþmemiz sýrtýný, geniþ köy çayýrlarýmýzýn bulunduðu bir ovaya dayamýþtýr. Çayýrlarýn bittiði yerde, armut aðaçlý tarlalar sýralanýr. Bunlar da yüksek zirveli daðlarýn yamaçlarýna kadar uzanýr. Çeþmeye gelen sular da bu sýrayý izler. Bu sýra üzerinde hiç ev olmamasý çeþme suyunun temiz kalmasýný saðlýyordu. Karlarýn zirvelerinden yazýn bile erimediði daðlardan akýp gelen köy suyu çeþmeye uðramadan önce bir iki su kuyusuna uðrar oradan köy çeþmesine gelir. Bu kuyular da kimi köylülerce suyun çekilmesine tedbir olarak kazýlmýþtý. Babamýn söylediðine göre bu çeþme ta dedemin zamanýndan beri burada dururmuþ. Kim bilir kaç yabancý, köyden geçerken buradan su içmiþ, yüzü allý kaç genç kýz, bu-

Ne þair yaþ döker, ne aþýk aðlar, Tarihe karýþtý eski sevdalar. Beyhude seslenir, beyhude çaðlar, Bir sola, bir saða çoban çeþmesi...

F. N. Çamlıbel Ýki dað arasýna sýkýþmýþ, yemyeþil kamalýk aðaçlarý ile çevrili tatlý bir köyümüz var. Köyde, çeþmeye en uzak olan evlerden birinde yaþýyorduk. Köy çeþmesinden ben ve kardeþlerim sürekli su çekerdik. Ben, evin en büyük kýzýyým. Altý kardeþiz. Son üç küçük kardeþimin doðumlarýný bile anýmsýyorum. Anam ne kadar da acý çekmiþti. Hele en küçüðün doðumunda. Köydeki yaþlý kadýnlarýn hiç birisi ikna edemedi onu, anamýn rahminden dýþarý çýkmasý için. Bunun üzerine, babam yerde duran bir metre kara aldýrmadan atlayýp traktöre; komþu köyden ebe getirmiþti. Böylece anam ölümden, kardeþim de sýkýntý verdiði anamýn karnýndan kurtulmuþtu. "Güzel kýzým kýnalý kuzum" derdi bana anam. Neþe dolu gözlerle bakar, yanaklarýma sert ve ýslak öpücükler kondururdu. En çok da onun kýnalý "kuzum demesi" hoþuma giderdi. Çünkü yüzümde doðum lekesi olduðunu yedi yaþýnda öðrendiðim büyük, kara bir leke duruyordu. Bu lekeyi ben gerçekten de yedi yaþýma kadar anamýn yaptýrdýðý kýna sanýrdým. Yüzümün yarýsýný kaplayan bu iz diðer arkadaþlarýmda olmadýðýndan böyle düþünürdüm. Bir gün komþumuzun kýzý Fatma bana herkesin içinde leke surat dediðinde anlamýþtým bu izin kýna olmadýðýný. Eve gelip de yüzümdeki izin nedenini sorduðumda; anamýn suskunluðu anlatmýþtý bana her þeyi... Anamýn bu suskunluðu çaresizliðin ifadesiydi. Çünkü o çaresiz kaldýðý her durumda susar, kimseyle göz göze gelmezdi. Anam öðrenmiþti belki de çaresizliðin, en iyi suskunlukla anlatýlabileceðini... O günden sonra bu lekeyi kabullenmek kalýyordu bana. Çaresizliðin verdiði kabullenmiþlikle... Büyüdüðümde bu lekenin yüzümde býraktýðý gölge ruhuma da yansýdý. Ve bir yaným gülerken öbür yaným hep aðlýyordu. 42


neredeyse ödüm kopacaktý. Benim gözlerimin aðlamaktan þiþtiðini görünce yüzündeki gülümse yerini meraka býraktý. "Bir þey mi oldu bacým" dedi. Ben de "Hiç" demiþtim. "Anam ameliyat oldu da dün, ona içerledim" Sonra da konuyu geçiþtirir gibi "Buyur sen doldur þiþeni" deyip kenara çekildim. "Üzülme, ameliyat olmuþ kurtulmuþ iþte, keþke benim anamý da amaliyat etsek de romatizmasýndan kurtulsa" dedi. "Geçmiþ olsun" dedim. Gözüme baktý. Bir þeyler daha diyecekti. Ben o þiþesini doldursun diye geri çekilince söylemekten vazgeçti. Oluða yanaþtý. Suyunu aldý. Þiþesini hasýrdan yapýlma heybesinin içine koyup "Eyvallah bacým" diyerek kendisini bekleyen ineklerin yanýna gitti. Ýçinden bana acýdýðý belli oluyordu. Anasýnýn hastalýðýndan dolayý ben de ona üzülüyordum. Köyde yaþayýp da sýðýrý olmayan tek aile onlardý. On iki kardeþtiler. Babalarý sürekli köye katýr getirirdi. Onlarý alýp satarak geçimlerini saðlamaya çalýþýrlardý. Çocuklarý da köylünün yardýmýna koþar, onlardan bir þeyler alarak iyi kötü geçinirlerdi. Babalarý biraz deliceydi. Caný sýkýldýðý zamanlarda baðýra baðýra küfreder, kime küfrettiði belli olmazdý. Bir kersinde nasýl olduysa yaþlý anasýnýn patates satmak için eþeðine yüklediði patates ve soðanlarý torbalarýndan çýkarýp saða sola savurmuþtu. O yaþýnda geçim için çevre köylere patates satmaya giden, yaþlý nine, nasýl da bakakalmýþtý bir top gibi saða sola saçýlan patateslere... Hiç bir þey söylemeden oðlunun sinirinin geçmesini beklemiþ, oðlu gidince de yerdeki patatesleri toplamaya koyulmuþtu. Yardým etmeye gitsek deli oðlu bize küfreder diye korkardýk. Yaþlý nine öldüðünde çoðu köylü; "deli oðlunun elinden öldü de kurtuldu" demiþti açýktan açýða... Babalarý ne kadar deli doluysa çocuklarý o kadar akýllýydý. O yüzden köyün sýðýrýný o çocuklara emanet etmekte hiç kimse terredüt göstermemiþti. Yine; çeþme baþýnda yalnýz olup da su aldýðým bir gün, elinde beyaz bir baston olan birinin çeþmeye doðru yaklaþtýðýný gördüm. Bu adamý daha önce köyde hiç görmemiþtim. Elindeki þeyin baston olmadýðýný yaklaþtýðýnda fark ettim. Yirmi yirmibeþli yaþlarýnda bir genç çocuktu. Yanaklarý hafif içe geçmiþ, dudaklarý ince, burnu bir erkeðe göre küçüktü. Saçlarý gürdü ve düzgün bir biçimde arkaya taranmýþtý. Üzerinde, bizim köy güneþinin vurmasýyla daha çok parlayan gri bir takým elbise vardý. Yüzündeki gözlüðünden dolayý görün-

radan su çekmiþ, kaç sevdalý yüreðinin ateþini bu çeþmenin buz gibi suyuyla söndürmeye çalýþmýþtý... Ben diðer kýzlarýn yaptýðý gibi, çeþme baþýnda boy gösteren delikanlýlara bakmaya gitmezdim. O kadar güzel ve al yanaklý kýz dururken bana kim bakardý ki!.. Ben de sadece önümdeki suya bakardým. Suya baktýðýmda gördüðüm resmim, yüzümdeki lekeyi bana kýna gibi gösterirdi. Ýçim kýpýr kýpýr ederdi. Bu çeþmenin suyu kadar, yüzümdeki lekeyi bana güzel gösteren baþka bir yer yoktu. Çeþmeye yalnýz gittiðimde bazen kendimi tutamaz aðlardým. Bir þeyden deðil, içimden gelirdi aðlamak. Kýzaran gözlerimi oluktan alýp vurduðum su ile yýkayýnca hiç aðlamamýþ gibi olurdum. Sabahýn erken saatlerinde bu çeþme baþýnda hüngür hüngür aðlayýp, sonra da hiç aðlamamýþým gibi yüzümü yýkayýp eve dönmek beni ara sýra içime gelen sýkýntýlý hallerimden uzaklaþtýrýrdý. Bu çeþme acýmý ve sevincimi ayný anda yaþayabildiðim köydeki tek yerdi. Bir keresinde sýðýr çobanýnýn arkamdan çeþmeye doðru yaklaþtýðýný nasýl olmuþsa duymamýþým. "Su þiþemi doldurayým mý" diye seslenince 43


nu söyledi. Bana yeðenine yardým ettiðim için teþekkür etti. Biraz yeðenini övdü. Bir þeyler söylemek istiyordu. Gülüþünden bir þeyler sezinledim. Daha fazla kendini tutamadý: "Sen nasýl buldun yeðenimi?" diye sordu. Bir an kaþlarýný belli belirsiz oynattý. "Ne diyeyim abla, öyle biri iþte" dedim. "Bak Naciye" dedi. Annemin dýþarý çýktýðý bir sýra. "Bu çocuðun gözleri böyle ama, benim en akýllý yeðenimdir. Liseyi bu yýl bitirdi. Sýnavlara giriyor. Avukat olacaðým diyor. Ablamlar peþlerinden gidemiyorlar. Çocuk seni tanýmýþ çeþme baþýnda. Hareketlerini çok beðenmiþ. Seni istemeye gelecez ne dersin?" Bedenim kýþýn dýþarýda kalmýþ oðlaklar gibi titredi. Bizim köpeðin þimþek çaktýðýnda yaptýðý gibi ben de kendimi kapalý bir yere atýp oradan hiç çýkmamak istedim. Nazlý ablayý hem evden kovmak, hem de ona tutup sarýlmak istedim. "Ha, ne dersin seni Adana'ya yanýna götürür, bu köyün rezilliðinden de kurtulursun" dedi. Bir þeyler diyecektim ki anam içeri girdi. "Naciye kýzým, þu tavuklarýn yemini veriver bakiim" dedi. Bir ok gibi yerimden fýrlamamla dýþarý çýkmam bir oldu. O akþam Nazlý Abla ile Adana'dan gelen misafirleri bize geldiler. Beni isteyen çocuk da gelmiþti. Babamýn talimatýyla anaç tavuklarýmýzdan birini kestik. Ýlçeden gelen devlet memurlarýna hazýrladýðýmýz gibi bir yemek hazýrladýk. Yemekten sonra misafirlere kahvelerini götürdüm. Mutfaða dönüp tepsiyi tezgaha býrakmýþtým ki, küçük kardeþlerim arkamdan koþarak içeri girdiler. En büyük kardeþim Mehmet "Abla bunlar seni istemeye gelmiþler kör çocuklarýna" dedi. Kendi aralarýnda gülüþüyorlardý. Onlarýn bu heyecanýný gören de öðretmenleri bize gelmiþ sanýrdý. Ben daha önceden bunu beklediðimden çok da þaþýrmamýþtým. Ufak yaramazlarý susturup odalarýna yolladým. Bulaþýklarý yýkamaya koyuldum. Odaya da bir daha gitmedim. Fincanlarý anam getirdi. Anam kýzgýndý. "Kör yeðenlerine köle istiyorlar" dedi. Benden bir ses bekledi. Onun bu sert ve acýmasýz konuþmalarý daha çok benim düþüncemi almak içindi. Yoksa anam bu sözleri yüreðinden gelerek söylemiyordu. Aslýnda bu tür bir ihtimali düþünmüþtü. Ama beni kör birine layýk gördükleri düþüncesinin bizzat beni rahatsýz edeceðinden çekindikleri için böyle sert konuþuyorlardý. Babam misafirlere kýzýmýn daha yaþý küçük demiþ. Oysa o zaman ondokuzumu bitirmiþtim. Caným babam; o sýrada

meyen gözlerinin, önündeki çubuða baktýðý belli oluyordu. Elindeki beyaz çubuðun ucunu yere deðdirerek üzerime doðru yaklaþtý. Çubuðun ucu çeþme teknesine takýlmasa ayaðý tekneye takýlýp üzerime düþebilirdi. Çubuðunu saða sola doðru gezdirmeye çalýþtý. Sol tarafta bir boþluk alan bulamayýnca sað tarafa yöneldi. Bu arada çubuðun ucu yere deðdiði için biraz çamurlandý. Onun bu hareketlerinde anlayabildim ancak gözlerinin görmediðini... Ne diyeceðimi ne yapacaðýmý bilemedim bir an. Kovamý çeþmenin önünden alýrken benim orada olduðumu anladý. "Çeþme burasý mý acaba" dedi. "Hee" dedim. "Burasý, su mu içeceksin." Olduðu yerde durdu. Sopasýný hafifçe kendine doðru çekti." Yok hayýr, çeþme baþýndaki çayýrda oturacaðým biraz. Beni bu çayýrdaki bir aðaç gölgesine götürürsen çok sevinirim" dedi. Bir an tanýmadýðým yabancý bir erkeðe yardým edersem köyde dedikodu olur mu acaba diye düþündüm. Ama öylece yardým bekleyen birine yardým etmezsem daha ayýp olurdu. Bir þey düþünmeden kolundan tuttum. Çeþme duvarý ile çayýr arasýnda yer alan taþlý yoldan geçerek yeþil çayýrýn tarla sýnýrýnda duran bir aðaç gölgesine doðru yürüdük. Daha ben sormadan tedirginliðimi anladý ki; "Ben Nazlý'nýn yeðeniyim. Adana'da kalýyoruz. Buraya da annemle izne geldik" dedi. Nazlý Ablanýn yiðenleri olduðunu biliyordum ama gözleri görmeyen bir yeðeninin olduðunu bilmiyordum. "Sen kimlerdensin" dedi. "Ali Rýza'nýn kýzýyým ben. Zazalardan." Ben öyle deyince baþýný belli belirsiz iki yana salladý. "Ooo öyle mi, Ali Rýza amcanýn kýzýsýn demek. O Adana'ya her geldiðinde bizde kalýr. Geçen sene de geldiðinde de bizi ziyaret etti saðolsun" dedi. Babam, Adana'da her sene bir iþ için giderdi. Köyden sýkýldýðýndan mýdýr bilinmez mutlaka bir iþ çýkarýrdý kendisine. Gövdesi geniþ bir aðacýn altýna gelmiþtik. Ne þekilde oturmasý gerektiðini tarif ettim. Elindeki çubuðu yere býraktý. Sýrtýný duvara dayadý. "Saðol, senin adýn ne?" diye sordu otururken. "Naciye" dedim. Çeþmeye doðru yönelmiþtim o sýra. "Babana selam söyle Naciye" dedi. Yanýndan hýzlý hýzlý ayrýlýrken "Baþüstüne" dediðimi duymadý herhalde. Onunla o kadar konuþtuðumu fark edince bile yüzüm kýzardý. Kovalarýmý alýp hýzlý adýmlarla eve doðru yürüdüm. Bir iki gün sonra Nazlý abla bizim eve geldi. Bana manalý manalý baktý. Misafirlerinin olduðu44


aklýna bu geldi de böyle söyledi demek ki... Bu konu benim korku veren sessizliðim karþýsýnda bir daha açýlmadý. Ta ki þu anlatacaðým olaya dek: Üç gün sonra çeþmeye gittiðimde, ayný aðaç gölgesinde güneþleniyordu. Ceketini çýkarmýþtý. Üzerindeki beyaz gömleðini, parlak kumral saçlarýný gören biri, bu yerde daha sonra bu kadar güzel bir delikanlýnýn oturmayacaðýný düþünüp ona uzun süre bakabilirlerdi. Kovamýn seslerinden çeþme baþýna birinin geldiðini anladý. "Bir su verir misiniz?" dedi. Gene bir kuþkuya düþtüm. Hiç duymamýþ gibi yapmak geçti aklýmdan. Cevap vermedim. "Zahmet olmazsa bir bardak su alabilir miyim?" diyerek tekrar ama bu kez baðýrarak seslendi. Ýçimden, hiç bir þey söylemeden suyunu verir sonra geri gelirim dedim. Küçük su helkemin dibine biraz su doldurup yanýna giderek uzattým. "Buyrun" dedim. Elini uzatýnca kolundaki saat gömleðini sýyýrýp dýþarý çýktý. Saate vuran güneþi gözümü aldý. Gömleðinin ilk iki düðmesi açýktý. Göðsünden dýþarý fýrlayan kumral tüyleri bir zerdali aðacýnýn meyve vermek üzere açýlmýþ tozlu çiçeklerine benziyordu. Ýçim bir hoþ oldu. Elindeki helkeyi geri alýrken titrememe engel olamadým. "Saðol Naciye" derken elimi yakaladý. Sertçe elimi geri çektim. Eli, gölgelendiði aðacýn ayrýk bir dalý gibi havada kaldý. "Naciye ben seni yüzünde leke olduðu için istetmedim. Sesindeki iyiliði gördüðüm için sana gönül verdim. Eðer senin gözlerin görmeyip benim gözlerim açýk olsaydý seni gene istetirdim. Çünkü benim gönlüm senin iyi yüreðine aktý." dedi. Bir anda gözlerim doldu. Tüm vücudum titriyordu. Sessizce ayrýldým. Çeþme baþýnda kovalarýmýn dolmasýný beklemeden eve vardým. Eve vardýðýmda anam köpeðimizin aþýný veriyordu. Kýzaran gözlerimi görünce "ne oldu kuzum" dedi. Kovalarý mutfaða býrakýp odama gittim. Anam arkamdan geldiðinde hüngür hüngür aðlýyordum. "Bir kötülük mü etti sana biri n'oldu?" dedi. Önüme bakarak; "Yok ana, yok bir þey" dedim. Üstelemedi. Tavuklarýn yemini vermek için dýþarý çýktý.

45


KÜTÜPHANE Hazýrlayan: Levent Ýkiz

Cüneyt Ülsever TOPAL DEVRÝMCÝ CİNAYETİ Everest - Roman

Turgut Özal, Türkiye’de 1990’lý yýllara damgasýný vuran özelleþtirme politikalarýyla, “benim memurum iþini bilir” sözüyle ve yaptýðý ekonomik atýlýmlarla Türk siyasetine damgasýný vurmuþ bir devlet adamýydý. Cumhurbaþkaný olduktan sonra halka yakýn tavrý ve bazý mevkilere karþý umursamaz davranýþlarý, “bazý kesimler”de ciddi rahatsýzlýklar uyandýrdý. Ýþte bu “bazý kesimler” Turgut Özal’ýn ölümünde de þüpheleri üzerine çekti. Ölümünden sonra cinayete kurban gittiði söylentileri eksilmeyen Turgut Özal’ýn, nasýl ve ne þekilde öldürüldüðüne dair onlarca teori ortaya atýlmasýna raðmen, bir romanýn serbestliðinde olayýn merkeze alýnmasý, hem de bir gazetecinin kaleminden bunlarý okumamýz hayli ilginç. Ünlü filozof ya da dahi ya da deli Friedrich Mario Leis Nietzsche... Hemen hemen her okurun bir NIETZSCHE’NÝN KADINLARI kitabýný okuduðu ya da en azýndan bir sözüGendaþ - Ýnceleme nü duyduðu Nietzsche’nin hayatýný bilenler epeyce azdýr. Nietzsche, neredeyse bir kadýn düþmanýdýr. Ama gerçekte böyle midir? Yoksa aslýnda kadýnlara nasýl yaklaþacaðýný bir türlü bilemeyen utangaç bir adam mýdýr? Mario Leis’in kaleme aldýðý bu kitapta, en büyük aþkýndan annesine kadar yaþamýnda dönüm noktasý olmuþ tüm kadýnlar konu ediliyor. Sevmek, nefret etmek ve insaný aslýnda bir kadýna baðlayanýn ne olduðunu (ya da tam tersi, bir kadýný erkeðe baðlayanýn ne olduðu) üzerine ilginç felsefi tespitlerinin de yer aldýðý bu Nietzsche kitabý, eserleriyle deðil, gündelik hayatýyla bizi karþý karþýya býrakýyor. Nevin Meriç DEÐÝÞEN KENTTE DÝNÎ HAYAT Kapý - Ýnceleme

Modernleþme, Sekülerleþme ve Protestanlaþma Sürecinde Deðiþen Kentte Dinî Hayat ve Fetva Sorularý adýyla yayýnlanan kitapta, günümüz Müslümanlarýnýn içine düþtükleri açmazlara cevaplar vermeye çalýþýyor. “Modern söylemler geleneksel dönemlerden ciddi farklýlýklar içeren toplumsal deðiþimleri gerçekleþtirmekte ve gündelik yaþamýn her alanýný içermektedir. Din de bu geliþmelerden etkilenmektedir. Zihinsel deðiþim sonucu deðiþen algý formatlarý dinin gündelik hayattaki kabul ediliþ biçimlerine de yansýmaktadýr. Dolayýsýyla birey bazýnda yaþanan durumlardan itikat-ibadet-ahlâk boyutuna kadar bir dizi deðiþim gündelik hayatýn görünür yüzünde ortaya çýkmaktadýr.”

“Metal Fýrtýna”nýn yazarlarýndan Burak TurBurak Turna na, popüler olan bir kitaptan sonra belki ilki SÝSTEMA kadar popüler olamayacak bir kitapla bizleri Timaþ - Düþünce þaþýrtýyor. Karmaþýk, düþünsel, felsefi, bilimsel... bir metinle karþý karþýyayýz. Geleceðin düþüncesini inþa etmek üzere yola çýkan kitap, çeþitli fizik kanunlarýndan, astronomiden, sosyolojiden ve teolojiden yararlanarak bizlere büyük bir þaþkýnlýkla birbirine baðlanan gelecek düþüncesini izletiyor. Ancak burada durup, Burak Turna’nýn bu kitabýnýn “Metal Fýrtýna” kadar tartýþýlmasý gerektiðini, ancak insanlarýn düþünmekten çok polemik aradýklarý için diðeri kadar konuþulmayacaðýný, eleþtirilmeyeceðini bir önseziyle söylemiþ olalým. Belki bilim ve ilim adamlarý kitabý okursa önemli ilmî tartýþmalar çýkabilir.

46


Prenses Mirza Rýza Han Arfa, 1874-1944 yýlPrenses Mirza Rýza Han Arfa larý arasýnda yaþamýþ Ýsveçli yazar Elsa Lind- MÝNARELER ÞEHRÝNÝN KADINLARI Selis - Tarih/Aný berg’in eserlerinde kullandýðý diðer adýdýr. Lindberg, Stockholm’de Ýran Elçiliði görevini sürdürmekte olan Prens Mirza Rýza Han Arfa ile evlenerek Elsa Lindberg-Dovlette adýný alýr. Kocasýnýn 1900’lerin hemen baþýnda Stockholm’den sonra Ýstanbul’a Ýran elçisi olarak gelmesi dolayýsýyla 8 yýl kadar Ýstanbul’da yaþar. Ýstanbul’da bulunduðu süre içinde 8 ayrý kadýnýn öyküsünde Ýstanbul’un anlatýldýðý “Minareler Þehrinin Kadýnlarý” ve Doðulu erkek batýlý kadýn iliþkisi üzerine kurulu “Yabancý” adlý iki kitap yazar. “Minareler Þehrinin Kadýnlarý” Ýstanbul’u o yýllarýn fotoðraflarýyla görmemize yardýmcý olan önemli bir eser. Metin Köse KERVAN Ötüken - Roman

17 Aðustos depreminin insan zihnini alt üst eden etkisi son iki üç yýldýr yazýlan eserlere de yansýmakta. Onarýlmasý mümkün olmayan fizikî ve ruhî yaralar, insanýmýzý nasýl etkilediyse, insan öðesinin bir ürünü olan edebiyatýmýzý da ayný derecede etkiledi. Ancak uzun müddet sessiz kalýnan bu felaketin romanlarýmýza dahil olmasý için neredeyse üzerinden beþ yýl geçmesi gerekti. Metin Köse, kýrkýna gelmiþ bir adamýn depremle sarsýlan hayatýndan yola çýkýyor. “Kýrkýna gelmiþ bir adamýn duygularýna 7.1 þiddetindeki Adapazarý depremi eklenince müthiþ bir hayat sorgusu baþlar. Beyninde, sürekli ikiz doðuran sorular yüzünden zaman ve mekân kavramlarý birbirine karýþýr. Hayat artýk ölüm çizgisinde yaþanmaktadýr. Osmanlý eðitim sistemi özellikle 19. yüzyýlýn Ýsmail Kara - Ali Birinci baþlarýnda bozulmasýna raðmen, resmi tarih MAHALLE / SIBYAN MEKTEPLERÝ yazýcýlarý, bu bozulmayý Osmanlý’nýn temeliDergâh - Tarih ne dayandýrmaktadýrlar. Halbuki, Osmanlý eðitim sistemi, yüzyýllar boyunca saðlam nesiller çýkarmýþtýr. Ýsmail Kara ve Ali Birinci’nin ortak çalýþmasýyla yayýnlanan “Bir eðitim tasavvuru olarak Mahalle / Sýbyan Mektepleri” çeþitli hatýralar, yorumlar ve tetkiklerle o güne ait fotoðrafý yakalýyor. Halit Ziya Uþaklýgil, Halide Edip Adývar, Yahya Kemal Beyatlý, Hasan Ali Yücel gibi önemli þahsiyetlerin hatýra ve yorumlarýna yer verilen kitapta, çeþitli tetkik yazýlarýnýn yaný sýra, mektep kurallarýný ve mekteplerle ilgili yazýþmalarý içeren vesikalarýn tercümelerine yer verilmiþ. Alanda tek olan bu araþtýrmayý her tarih meraklýsý edinmelidir. Emine Çaykara

Prof. Dr. Halil Ýnalcýk, “tarihçilerin þeyhi” olarak anýlan önemli bir tarihçimiz. Yurtdýþýnda Ýþ Bankasý Kültür - Söyleþi sürdürdüðü çalýþmalarýyla Osmanlý tarihine ýþýk tutan Halil Ýnalcýk, adeta yaþayan bir tarih anýtý gibidir. Emine Çaykara’nýn söyleþisiyle hazýrlanan “Halil Ýnalcýk Kitabý” hem hayatýný tanýmamýza hem de tarihte büyük bir gezintiye çýkmamýza vesile oluyor. Onun anlatýmýyla, padiþahlar ete kemiðe bürünüp yaný baþýmýza geliyor, savaþlarýn gürültüsünü duyuyor; her þeyi ayan beyan yaþýyoruz. Yetiþtirdiði öðrencilerinden ve ayný zamanda arkadaþý Prof. Mihai Maxim bakýn ne diyor: “Osmanlý dünyasý onun gözünde soðuk ve ölü bir yer deðildi. Sanki bütün o kiþiler yanýndaydýlar ve akrabaydýlar.” TARÝHÇÝLERÝN KUTBU

Çaðdaþ Türk düþünce ve edebiyatý tarihi, biYusuf Tosun ze ait sözün söylenmiþ tarihidir. Her bir kaÝZ BIRAKANLAR lem erbabý, yeni kuþaklar için keþfedilmeyi Birey - Ýnceleme bekleyen bir kýta gibidir. Gerek yakýn tarihimizin edebî izleðini çýkarmak, gerekse toplumun geçtiði aþamalarý fikir adamlarýnýn çizdiði haritalar üzerinden okumak için, her biri birer ekol olmuþ tefekkür erbabýný tanýmak yeterlidir. Hazýrladýðý kitapla bu açýðý kapatan Yusuf Tosun, önemli bir iþe imza atýyor. Kitap, Ahmet Mithat Efendi’den Ahmet Haþim’e; Yakup Kadri’den Necip Fazýl’a; Nurettin Topçu’dan Cemil Meriç’e; Sezai Karakoç’tan Nuri Pakdil’e; Ahmet Hamdi Tanpýnar’dan Cahit Zarifoðlu’na kadar önemli edipleri ve fikir adamlarýný hayatlarý, düþünceleri ve eserleri ýþýðýnda inceliyor.

47



.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.