derkenar
iki aylýk edebiyat ve kültür dergisi Sayý: 16
Mayýs-Haziran 2006
Þiirleriyle İbrahim Tenekeci İsmail Kılıçarslan Furkan Çalışkan Mustafa Akar
Türkçe ile baþ baþa Osman Toprak Makina cücükleri Berat Demirci Zaman yiyen Kâmil Yeşil Sür tüþme Seyfullah Aslan Ýsmail Kadare ve Emily Dickinson’dan þiirler
Edebiyatın 2005 raporu
4 YTL
16
Rasim Özdenören’le elli yýlýn birikimini konuþtuk.
Baki Ayhan T.: Þiiri sürdürmek, gerilimi sürdürmektir.
Hüseyin Akýn’ý Mustafa Oral yazdý.
.
derkenar Ýki aylýk edebiyat ve kültür dergisi ISSN 1304-6667 Yýl:3 Sayý:16 Mayýs-Haziran 2006 Ýmtiyaz Sahibi Ýbrahim Özbay
Yayýn Yönetmeni (Sorumlu) Seyfullah Aslan
bâki ayhan t. edebiyatýn 2005 raporu
32
36
46
Tasarým
Ýlan Tarifesi
SAS tasarým
Arka kapak(renkli): 1250 YTL Ýç ilk ve son sayfalar: 1000 YTL Ýç sayfa: 750 YTL / Ýç yarým: 400 YTL
Adres Osmanlý Sk. Alara Han Nu:27- A Taksim - Ýstanbul
Ýnternet www.derkenar.gen.tr derkenardergi@yahoo.com
Genel Daðýtým Merkez Daðýtým
Baský Kilim Matbaacýlýk Baský Tarihi: Mayýs 2006 Yayýn Türü: Yaygýn süreli
Editörler
Telefon / Faks
Hüseyin Akýn Kâmil Yeþil
(0212) 243 61 99 / 243 62 36
Danýþmanlar
Yýllýk: 24 YTL / Kurumlara: 60 YTL Öz bay Ya yýn cý lýk - Ýb ra him Öz bay adý na Ya pý Kre di Ban ka sý Taksim Þubesi: 1105003 Pos ta Çe ki He sap Nu ma ra sý: 5002965
Abonelik Koþullarý Furkan Çalýþkan Osman Toprak
14
hüseyin akýn
Sunuþ,.................................................................................................... 2 Halil Eser, Çizgi...............................................................................................3 Ýbrahim Tenekeci, Bereket.............................................................................4 Mustafa Akar, Kuþ haritasý..............................................................................5 Ýsmail Kýlýçarslan, Sabah þiiri........................................................................6 Furkan Çalýþkan, Ölümden önce ilk antrakt....................................................7 Alper Gencer, Nereden geliyor bu adamlar?...................................................8 Mustafa Uçurum, Açmayacakmýþ gibi yaz.....................................................9 Kâmil Yeþil, Zaman yiyen..............................................................................10 Nurettin Durman, Ýnsan ne ki insan..............................................................13 Bâki Ayhan T. ile söyleþi..............................................................................14 Mehmet Aycý, Kederli ayna...........................................................................22 Küçük Ýskender, Ýnsan arkeolojisi................................................................22 Ahmet Edip Baþaran, Seni seviyorum dede................................................23 Nurullah Koltaþ, Emily Dickinson.................................................................24 Seyfullah Aslan, Sürtüþme..........................................................................26 Osman Toprak, Türkçe ile baþ baþa.............................................................28 Edebiyatýn 2005 raporu..............................................................................32 Mustafa Oral, Ne düzyazý, ne þiir; hepsinde ayný sihir..................................36 Mehmet Þah Erincik, Sinoplu’ya on dolarlýk þiir..........................................40 Berat Demirci, Makina cücükleri...................................................................42 Ýsmail Kadare, Hasret..................................................................................45 Rasim Özdenören ile söyleþi.....................................................................46 Bahadýr Cüneyt, Temaþa..............................................................................51 Oðuzhan Akgün, Hz. Hubble’ýn þiir arayýþý...................................................52 Mustafa Uysal, Sokak korosu.......................................................................54 Þerafettin Yýlmaz, Yolun karþý tarafý..............................................................56 Ýskenderiye Feneri......................................................................................58 Tarassut Kulesi............................................................................................61
rasim özdenören
ÝÇÝN DE KÝ LER
Der ke nar der gi si, La mu re Ya yý ne vi’nin bir kül tür ya yý ný dýr. www.la mu re ki tap.com Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez. Ýlan pazarlýða tâbidir.
Su nuþ Nasýl böyle olduk? Ada let du y gu su nu yi tir miþ bir toplum haline geldik. Sokakta, devlet dairesinde, arkadaþ arasýnda aranan ama kimsenin tesis etmek için çabalamadýðý bir kavram haline geldi “adalet.” Bir zamanlar canlý bir varlýkken, insanlar arasýnda güvenin baþlangýcý olarak duruyorken, þimdi kuru bir kavram olarak duruyor. Büyük bir güvensizlik de hakim. Otobüste, sokakta veya parkta yaný mýz da ki nin za rar ver me sin den korkuyoruz artýk. Akþam kapýya kilit üzerine kilit vuruyoruz. Arabamýzý otoparka çekiyoruz, yetmiyor sigorta yaptýrýyoruz. Kimse bunlar bu devrin gerekleri demesin. Tüm bu olanlar kapitalizmin beslendiði musluklar. Adalet sistemi, duygusu çökerse güvensizlik baþlar. Güvensizliðin olduðu yerde de kapitalizm vardýr. Nasýl? Çelik kapý yaptýrýn, alarm taktýrýn, sigorta yaptýrýn, kapkaçtan korunmak için dövüþ kursuna gidin, çocuðunuzu -iki adýmlýk yer için bile- servise verin, saða dikkat, sola dikkat... Artan þiddetin, azalan insanlýðýn, yok olan güvenin önemli müsebbiplerinden biri de medyadýr. Yayýnla dý ðý pro gram lar, di zi ler þun lar bunlar çok tartýþýldý. Mesele o dizilerin o þekilde ya da bu þekilde olmasý deðil. Mesele bu medya denen gücün insanlarý etkileme gücünü nerden aldýðý meselesidir. Bizden mi alýyor bu gücü? Kumandamýzdan mý? Zihniyetimizden mi? Zihnimizi birilerinin eline teslim etmeyelim. Buna izin verdikçe her þeye müsait hale getiriliriz. Bu ülkenin okumuþ insanlarý, aydýn olmak için perdeyi yýrtýp atmadýkça, arkadakini görmek için merak du y ma dýk ça, bil gi bi ri ki mi ni önemsiz, cahilliði yüce bir vasýf olarak gördükçe televizyonlara daha çok teslim oluruz. Okumak hiçbir þey için yeterli deðildir. Öncelikle düþünceye ihtiyaç duymak ve düþünmek gerekir.
Edebiyat mý? Gençlerin edebiyat dünyasýnda ortaya koyduklarýna ýsrarla üç maymunu oynayanlar ellerine geçirdikleri kalemlerle milletin gözünü oymanýn peþine düþmüþler. Televizyon ekranlarýndan, gazete köþelerinden, çarþaf çarþaf sayfalardan inmek nedir bilmeyen bu zevatýn derdi nedir? Edebiyat mý? *** 2. baský olunca Geçen sayýmýz yirmi gün içinde ikin ci bas ký yý ya pýn ca, ede bi yat dergilerinin belli bir çýtayý kýrabileceðine dair umutlarýmýz arttý. Okuyucularýmýzýn göstermiþ olduðu teveccühe ve ikinci baskýyý büyük hýzla yetiþtiren yayýnevindeki arkadaþlara teþekkür ediyorum.
*** Yeni sayý Rasim Özdenören 50 yýldýr, hikâye ya za rak baþ la dý ðý ya zar lý ðý ný sürdürüyor. Hikâyeleri, denemeleri ve düþünce yazýlarýyla bizi farklý dün ya la ra çe ki yor, ya þa dý ðý mýz dünyanýn zeminine dikkatlerimizi çe ki yor. Oku ya ca ðý nýz söy le þi de ise, elli yýllýk birikimini konuþtuk Rasim Özdenören’le. Bâki Ayhan T. özellikle “Soylu Yenilikçi Þiir Manifestosu”yla dikkat çekti. Bundan önce de þiirlerini takip eden geniþ bir okuyucu kitlesi vardý. Þiirin poetik yanýný da düþünen, þiire kafa yoran bir isim Bâki Ayhan T. Bugün yazýlan þiirin de sý-
2
ký ta kip çi le ri ara sýn da. Hü se yin Akýn’ýn gerçekleþtirdiði söyleþi, þiirimiz için önemli tespitler içeriyor. 2005 yýlýnýn bir deðerlendirmesini yaptýk. Bir yýlda neler oldu, bugüne neler aktarýldý... Sanýrýz deðerlendirme, yer verilen isimler açýsýndan da, yer verilmeyenler açýsýndan da tartýþýlacaktýr. Ancak, bunun bir tercih meselesi olduðunu baþtan söylemek gerekir. Yani, buradan bakýnca 2005 bu þekilde göründü diyoruz. Bu sayýda da, birbirinden önemli þiirler yayýnlýyoruz. Ýbrahim Tenekeci, Ýsmail Kýlýçarslan, Furkan Çalýþkan, Mustafa Akar, Bahadýr Cüneyt bu sayýmýzýn bazý þairleri. Uzun aradan sonra dergide görebildiðimiz Bahadýr Cüneyt kendine has þiiriyle dikkat çekiyor. Ge çen sa yý mýz da ya yýn la dý ðý “Ka rak ter ler” hi kâ ye siy le me rak uyandýran Seyfullah Aslan, hikâyenin ikinci bölümünü yazarken ilk hikâyeye baðlý kalmak gibi bir zorlukla yazdýðý için farklý bir teknik çalýþma olduðunu söylüyor. Bu sayýmýzýn diðer hikâyecileri Kâmil Yeþil, Mustafa Uysal, Þerafettin Yýlmaz. Kâmil Yeþil’in bir kitap hazýrlýðýnda olduðunu da buradan müjdeleyelim. Osman Toprak dil yazýlarýna devam eder ken, Nu rul lah Kol taþ Emily Dickinson’un edebi kiþiliðini yazdý ve bir þiirini çevirdi. Berat Demirci ise, makine cücüklerinden hareketle modernleþme sancýlarýný, köy-kent insanýnýn ‘modern’e bakýþýný yazdý. Bu sayýmýzýn önemli yazýlarýndan biri de Mustafa Oral’ýn Hüseyin Akýn’ýn þairliði ve deneme yazarlýðý üzerine yazdýðý yazý. Oral, Akýn’ýn denemeyi de þiir gibi büyük bir titizlikle ve þair hassasiyetiyle yazýðýný söylüyor. Oðuzhan Akgün ise, Serkan Iþýn’ýn son þiir kitabýndan yola çýkarak Iþýn’ýn þiir anlayýþýna deðiniyor. Ýskenderiye Feneri ve Tarassut Kulesi’nde ise sýcak tartýþmalara yelken açýlýyor.
Gelecek sayýda buluþmak üzere...
Ha lil Eser
3
Ýb ra him Te ne ke ci Bereket Bereket... Ne güzel bir kelime Kalýr o, yapraklar dökülse bile.
Suyun olduðu yerler de görülür Onu sevmek için sepet örülür Var mýdýr, yoktur, bu kadar taze.
Hayat deðmez ona, gençtir, güzeldir Çocuklar aþksýz olmaz, o da öyledir Þefkattir, mer hamettir, daha ne...
Benziyor, eli açýk bir bahçeye Sessiz ve çalýþkandýr, erkenden Kalkar da süslenir bize...
Çok neþeli, kuþlar konmuþ sesine Bereket... Ne güzel bir kelime...
4
Mus ta fa Akar Kuþ haritasý bir haritada kuþ kullanýyorum uzatarak kanatlarýný grönland'a kadar aç çocuklarý ölümün tarihinden eksiltiyorum olur mu senin aðzýndaki dalgýnlýk dalmaçya'da kar dýr biraz anlamýný yalnýz zencilerin bildiði bir oyundur ve ar týk kulübeler bitince, casuslar çalýlarý yor gunluklarýna yaslayýnca ay'ý o oyunda bitkinliðin salýlarý kokar fýrýndaki cevizden anneanne elindeki týðýyla kavuþtur mak ister gibidir geçmiþ günlerin oyalanmýþ sýkýntýsýný menekþelerle
ekimin üçü üçü üçü salondaki sümbül kokularýyla dönerim yine týkýr dayan þu keman þu küflü yalnýzlýðýmýz her yer de yel benim binler ce esmer saçlarýmdýr söylenmedik yürüyen biridir belki flüt tanrýsýnýn ar dýndan saðaltýp yýllarý ve öðrenilmiþ bir sevimlilik senin üstünde hafifçe gel senle ben çýkalým mer divenleri olumlu pýnarlar akarken hep oradayým aslýnda ben tüm dileklerin gerçekleþmesine bir gün kaladayým ve yakar maktayým iþte þunlar eriþilmez yýllarýmýz bizim alt katta bir baðýþlanma odasýnda üç düþ arasýnda bize aldýr mayý öðreten bir anne sýcaklýðý lazým bize
bir haritada kuþ kullanýyorum ellerimin deðeri titreyince ar týyor bunu biliyorum
5
Ýs mail Ký lý çars lan Sabah þiiri biraz bahar gerekiyor allahým ben hiç iyi deðilim biraz çaðla birkaç er guvan gerekiyor ahmet hamdi tanpýnar biraz da zarifoðlunun geç dönemleri saðcýlýk gerekiyor biraz, biraz isyan, biraz unutuþ
hem toz olurum istesem hem korkarým gitmekten karakoncolos bahtým þikayetçidir benden yor dum seni ey yeþil gözlü þair ama gene de korudum seni koruyunca ben baharý kaybettim
ben baharý kaybettim benimle birlikte baþladý gocuk giyme modasý anlamadým sere serpe anlamadým nasýl sevilir anlamadým yaþamak nasýl böyle kuzguni uzun etekler balýkçý yakalar elhasýl kýþ mevsimi bu yüzden anlamadým bürümcük nedir ama þimdi bahar gerekiyor allahým ben hiç iyi deðilim bahar gelince saatlerin ileri alýnmasý gerekiyor sahilde ellerinden tutulmasý gerekiyor çok uzun saçlý çok esmer kýzlarýn
þýr fýntý, sýr naþýk bir þeydir bahar belki bilmezsiniz patronlarýn aðzýnda bir þakaya dönüþür bahar en çok içimizin devasa yoksulluðuna yaraþýr ütüsüz pantolonlarýmýza, üstten açýk iki düðmemize biber kýzar tan annemize, iþ iþleyen kar deþimize
ben bu þiiri bu bahar da bitirirsem bahse girerim bir mavisine bir de gazozuna bahse girerim sigarayý býrakýrým sekiz saat uyumaya baþlarým
ben bu þiiri bu bahar da bitirirsem dilim çözülür zihnim açýlýr hem bahar gelsin diye ihanet ettim musaya bunun için atýldým senatodan, balýklý havuzlara altýn saçtým el hakü müttekasürü ezberledim hallaçla asýlmadan hemen önce biraz bahar gerekiyor diye baþlayan bir þiir yazdým
galiba ben hiç iyi deðilim
6
Fur kan Ça lýþ kan Ölümden önce ilk antrakt Fatih'e Baþýný kaçýr dým hayatýn Bu yüzden sonunu anlayamýyorum…
Tez gelen oðlanýn söylediklerini içeren bölüm Ömrümden bir aðaç daha gitti Kamyonun arkasýnda ya da metro boþluðunda Üzerime büyük gelen bir yürek Mühendisler, kediler, cetveller bu eþya dolabýnda Seneye de ölmek için gerekecek
Hani mezarlýkta çocuklar suyla akarlar dý Kimimiz ucu ucuna yeten paraydýk Kimimiz poligonda açan kasýmpatý Bak hele þu namustan caddeye Geçecek yir mi ikinci arabayý ve uçacak ilk çatýyý Senin için tutuyorum kimse otur masýn diye
Geç gelen oðlanýn cevabý niteliðinde Ben kazansam da müttefiklerim kaybetmiþti Ýki yara bandýyla bir posteri Tek cepheyle bütün yenilgiyi Dibine gömdüm bir kadýnýn, el olmuþ yaþam Bir köprü yapýp bir ýslanýr dým Bahçesine hâkim bir edayla bekledim seni ey akþam
Ar týk kimsenin kullanmadýðý bir kelime, Unutulan diller gibi bilincim Tenha bir kalabalýktayým… Bak þu halime Dilimin ucunda dünya, diyebilsem sana Arkanda duran þey bir akbaba
Teþekkür ederim çok oldu mu baþlayalý?
7
Al per Gen cer Yedisu günlükleri -II-
Nereden geliyor bu adamlar? dað yataklarýndan önlerine katarak fecri sýr tlarýnda taþ izleri, týraþsýz yüzlerine gizleyip bilmediklerini bir yokuþu çýkýp çýkýp geliyorlar aldýr madan onlar için bir senede kefil oluyor tabipler ve ölümün týr naklarýný kýsaltýyor nefesleri sanki bilinmeyen bir yuvadan sürekli doðuyorlar diþlerine titriyor, dizlerine, yüreklerine anneleri babalar kýzlarýyla yaþlanmayý diliyorlar Allah'tan kime sorsan gelmeleri muhakkak çözülmeyen bir der tten ve o der di suvar maktan býkmayan boðazlarýyla seslerini inceltip inceltip geliyorlar hiç dur madan heceleri kýr mýzý bir iplikten damlýyor söze baþlarken susarken bir dað imlasý oluyor duruþlarýndaki nokta kör düðüm manasýna gelen bir sükût sarýyor bedenlerini o sükût haykýr mayý biliyor kahverengi bir çoklukta nasýlsa, bir ölünün dudaklarýndan havalanan ezgileri hatýra þayan bulmayan bir kulak karþýlýyor her defasýnda dur madan geliyorlar, nereden geliyor bu adamlar? gidenleri þehirli diye anýyorlar laflarýnýn arasýnda laflarýn arasýnda þehrin beton beyazlýðýna çarpýyor köylerinin er guvana çalan güzellikleri tam yedi yýldýr sevdiði tezeði gezdirirken koyunlarýnda "her þey imkân meselesidir" diye haykýrýyor çobanlar kuzularý ölüme sabýrsýz ve karýn üzerinde çevrilecekleri düðünü bekliyorlar lohusa lohusa ellerinde aç köpeklere savur mak için taþýdýklarý deðnekler rüzgârýn kestiði bir kumaþ gibi geliyor bu adamlar beklemek diye bir eylem gezinmiyor vücutlarýnda baþlarýnýn aðrýsýna tabletler yaðsýn ar zuluyorlar kaþýnmaya baþladýlar mý yahut bir bulandý mý mideleri ilaçlar hakkýnda yere göðe sýðdýrýlmayacak yar gýlarý tababetin ötesine sür dürüyor düþüncelerini geliyorlar -Allahým!- hiç dur madan geliyorlar durup karþýlýyorum yýr tmak için kefenlerini
8
Mus ta fa Uçu rum Açmayacakmýþ gibi yaz yaðmurlu ikindiler, bir sürü çocuk sesi garip bir baþ dönmesi oluyor sesin bende alevlenir kim baksa titreyen ellerime öyle yalnýz ki kalbim korkum yok tenhalýktan
galip bir asker gibi poz ver dim tarihe sana yaraþýr bir bakýþtý öðrendiðim acemilik tasasýz savunmalarým var ömrümü ikiye bölen senin adýn yokken de hazýr dý silahým hiçbir günaha or tak deðilim küflendi silahým, býrak ellerimi
sanki açmayacakmýþ gibi yaz iyice soðuyor akþamüstü öylece kaldý çiçekler resimler de yani bahar uðramadý buralara eteðini sürüyerek bir yaným kar da kaldý bir yaným ýslak gündüzü gece oldu güneþ bilmez seyyahýn zaman geçiyor önümüzden sanki açmayacakmýþ gibi yaz
9
Zaman yiyen Kâmil Yeþil zel bir yerden ayrýlmýþ olmakla ve zaman zaman rüya âleminde ülkesini gezdiði için orayý özlemekle birlikte bu etten, kemikten evi çok beðenmiþti konuk. Ama ayrýlmak zorundaydý. Erkenden konuðunu ayýrmayý hiç istemese de ev sahibi, o böyle düþünmüyordu doðrusu. Þimdi "Gel, güllerle süsleyeceðim yolunu, altýna yünden minderler atacaðým" dese de konuk artýk yola çýkmaya niyet etmiþ, ayaða kalkmýþtý. Kimseye halinden bir haber uçurmuyordu. Hastanýn baþýnda olan bir sað ve saðlam ne kadar iyi olabilir ve buna sevinebilir diye düþünüyordu. Bakýcýnýn saðlýklý oluþu dýþarýdan bakana idi; ama o, baþýnda durduðu hastadan beterdir aslýnda. Onun hâli, evine ulaþsa da arkadaþlarý yolda kalmýþ birinin iç huzursuzluðuna benziyordu.
'Ýnci dizilen ip, ince olmalýdýr' demiþ; zayýflýðýna, kilo alamayýþýna izahlar getirmiþti doktora. 'Kocamýn bana takacaðý inci, yük olur, kemiðimi eðriltir, kambur olurum sonra, kiloma bakýp üzülmesin diye böyle zayýfladým.' Oysa caný, can vererek alýyordu evinde. Gelen doktordu ama Azrail'in ileri karakolu idi sanki. Aðzýndan ilâç, ameliyat, tedavi, perhiz sözleri eksik olmuyordu doktorun; fakat gene de bu sözler gidip ölümle arkadaþlýk kuruyordu; saðlýkla, hayatla deðil. Azrail geldiðinde karþýlaþtýðý kiþiyi sýska biri olarak bulursa onun can sofrasýna oturmaz sanýyor aklý sýra. 'Sen bana payýmý ver, ben onu evimde yerim' diyecek bir dilenci sanýyor Azrail'i. Ve o nasýl olsa bir þey vermeyecekti bu beleþçi isteyiciye. O zaman Azrail de alýp götürecek bir þey bulamayacak, küsüp gidecekti gûya. Adem'in yaratýlýþý için gelen bütün büyük meleklere kendinden bir toprak parçasý vermeyince dünya, topraðýn biraz karasýndan, biraz kýzýlýndan, biraz sarýsýndan biraz da beyazýndan alarak eli boþ dönmeyen meleðin Azrail olduðunu bilmediði için umuyordu bunu. Ýçinde bir þey olmadýðý için saz gibi; derûnu dertle dolu olduðundan da mýzrap gibi inliyordu hasta yataðýnda. Ruhu, topraktan imâl edilmiþ de olsa evine misafir þeklinde gelmiþ ve mekânýna þeref vermiþti. Misafirin, geldiði yeri, oturduðu minderi temellük etmesi görülmüþ þey deðildi elbette. O da bir müddet kalacak, oturacak; ikram varsa belki biraz uzunca kalacak ve sonunda kalkýp gidecekti. Giderken de yol arkadaþýný omuzlayacaktý. Bu þeffaf, ama oldukça da ketûm misafir olan ruh için temiz tuttuðu bedenden evin kerpiç duvarlarý nemden dökülmeye yüz tutmuþ, kararmýþ ve çatýsý yýkýlmaya selâm göndermiþti. Misafir rahata ulaþýrsa ayrýlýrken belki memnun ayrýlýr, diye yatýyordu evinde. Ama gýdasýz, giysisiz kalmýþ çýplak bir konuktu ruhu. Beden bir zaman nem, pislik içinde vakit geçirdiðinden; epey bir zaman da gýdasýz kaldýðýndan; konuk, bu et evi terk etmeye hazýrlanýyordu. Oysa baþlangýçta daha gü-
Harabatî bir hayatýn yüzük taþý güzel ölümden baþkasý deðildi. Böyle düþündü ve böyle dedi de ateþi kül içine gömdü. Daha doðrusu gömdüðünü sanýyordu. Baþ ucunda bir çalar saat, saatin kadranýnda bir tavuk, gece gündüz, sahibinin sevinçli, hasta veya üzüntülü olmasýna bakmadan hiçbir vakti diðerinden ayýrmýyor, devamlý yeri gagalarýyla dýkdýklayýp duruyordu. Önüne koyduklarý rakamlarý koþturuyor mu, kovalýyor mu, yoksa sayýyor mu, belli deðildi bu tavuðun. Sanki sayý deðil de mýsýr, arpa, buðday koysalar sayabilecekti. Sahibine göre olmasa bile icat edenine göre zamaný gösteriyordu böylelikle. Kim getirmiþ ve kendisine vermiþti bu saati? Yoksa kendisi aldý da þimdi hatýrlamýyor muydu hasta yataðýnda? Ýki çubuk, cansýz ve bilinçsiz olaraktan nasýl olup da zamaný gösterebiliyordu? Kýsa olan ok, sabitmiþ gibi görünüyordu ilk bakýþta. Ancak iþini yavaþ ve derinden görüyordu anlaþýlan. Acaba bu küçük çubuðun o can yiyen fakat katil damgasýný hiç almayan Azrail ile gizli bir iliþkisi mi vardý? Yoksa içindeki o hâin hastalýkla bir ortaklýðý, mektep arkadaþlýðý veya kader 10
Resim: Mehmet Korkmaz
caklar diye baþýný yerden hiç kaldýrmýyor bu tavuk derken; bazen de nasýl olsa etrafýmda kimse yok, þunlarý aheste aheste yiyeyim bari, dercesine iþi yavaþtan aldýðýný düþünüyordu. O zaman, 'zaman' daha yavaþ geçiyordu sanki hasta yataðýnda. Saat kadranýnýn üstünde bazen ona arkadaþ olsa da bu tavuk, çoðu zaman rahatsýzlýk veriyordu ona. Özellikle yemini yerken çýkardýðý sesler beynini zonklatýyordu. Bu tavuðun rakibi kendisi miydi yoksa, zamanla bir yarýþa mý girmiþti ya da? Kendini buðday ambarýnda mý sanýyordu acaba? Önündeki yemlerin gözüne az görülmesi ve hiç artmamasý, hatta ayný sayýda olduðunu bilmesi de mümkündü ve bu, tavuk için aceleciliðin bir nedeni olabilirdi. Bu düþüncesi yanlýþsa neden bitmiyordu peki bu yemler? Her saniye için yeri dýkdýklayan bir baþý vardý tavuðun. Ve her dýkdýklayýþta kursaðýna bir dene gönderiyordu. Yemi bulunca baþka bir þey görmez olmuþtu âdeta. Baþý öne eðik, arkasý havada idi. Yemeðine dalmýþ olarak arkadan gelecek her tehlikeye açýktý. Kim akýl etmiþ de çalýþan bir saatin kadranýna, saniyeleri ve hatta ondan daha kýsa anlarý göstermek için kullanmýþtý onu? Ve neden bir civciv veya horoz deðildi de bir tavuktu bu? Civciv olsa yediði yemlerle büyür, zamana baþka bir anlam katardý. Horoz olsa sabahlarý öter, evi-
birliði mi yapmýþtý acaba bu akrep? Bunun için mi az az, can çekiþtire çekiþtire öldürüyordu zamanýný, kendisini? Görünüþte büyümüþ de yelkovan olmuþ þu çubuðun koþuþturmacalarý, bu küçük boylu oku yerinden oynatýp rakamýn hizasýna taþýmak içindi. Ne boyu var zavallý küçüðün ne bir yere ulaþmaya gücü diye; onun adýna önden koþuyor, 'bak bir tehlike yok, beni takip et' dercesine dönüp duruyordu hem kendi etrafýnda hem de akrebin etrafýnda. Kendisinin hem boyu hem kolu uzundu nasýl olsa. Uzatýyordu kolunu rakamlarýn burnuna, sonra da geçip gidiyordu önlerinden. Ne akrep gördü dinlendiðini uzun boylu arkadaþýn; ne yataktaki hasta sahibi. Acelecilik konusunda kimse yelkovanýn eline su dökemezdi oysa. Adý gibi yel kovuyor, akrebi ortaya çýkarýyordu. Yatak odasýnda yalnýzlýðýný unutturan tek þey, aynanýn önünde ve saat kadranýnda duran bu tavuðun, önündeki arpa mý, mýsýr mý, yoksa baþka bir þey mi, kesin olarak çýkaramadýðý yemleri topluyor olmasýydý. Tik tak, tik tak... Hep yiyen ve hiç doymak bilmeyen bu iþtah þaþýrtýyordu hasta kadýný. Bazen; 'Gok' dese baþýna bütün civcivler, piliçler, horozlar toplanacak ve rýzkýna ortak ola11
nin müezzini olurdu hiç olmazsa.
olarak Esma haným. Tenekesinde karnýbahar artýklarý, ekmek kýrýntýlarý, süpürge tohumlarý olaraktan…
Tam burada dalar gibi oldu. Çocukluðuna gitti. Çocukluðunun baharýna… Bu aylarda hava bizim oralarda güneþlidir, diye düþündü. Bahar her yerden farklý olarak erken teþrif eder bizim oralara. Herhalde bizi çok sevdiðindendir veya bizim kendisini çok sevdiðimizi bildiðinden. Biz onun yollarýna gül dökeriz senede bir kere geldiði için. Ayaklarýna soktuðu suyu ýsýtýrýz, gözlerine nur gelsin diye her yaný yeþile boyarýz. Bundandýr ki bahar evinden çýkarken önce bize uðramak niyetiyle çýkar. Her evde onu bir Bahar karþýlar bizim oralarda. Mevsimlerin içinden kime nasip olmuþ bu bahtiyarlýk. Kýþtan saklarken vücudumuzu, mahremiyetimizi; baharýn gözüne gözüne sokarýz uç vermiþ organlarýmýzý. Ýncecik giysiler giyeriz görmede zorluk çekmesin diye. Kýþýn bunalmýþtýr kuru yiyeceklerden midesi diye bin bir türlü meyve, sebze bitiririz ona. Bahar bizi sevmesin de kimi sevsin. Bir yerde yeþili, çimeni, gökte güneþiyle gülümser de bakar bize bahar. Ýþte tavuklar ve reisleri horoz. Çimlerin üstünde eþiniyor, gok gokluyor, baþýna topluyor avanesini, bahar cümbüþüne o da kendince katýlýyor. Gagasýný yere vuruyor hýzlýca ve bulduðu rýzka davet ediyor onlarý. Bazen muzipliklik olsun diye de yapýyor bunu. O zaman etrafýna topladýðý piliçlerin üstüne çýkýyor. Bazen de bulduðunu kursaðýna indirdikten sonra gokluyor ve gene aldatýyor avaneyi. Bunu ara ara, önce yaptýðýný unutturduktan sonra yapýyor ama. Çünkü hep aldatýyor dedirmek istemiyor. Hoþ, her goklayýþýnda gelmeye, koþmaya gagasýyla vurduðu yere gaga vurmaya teþne bir halký var onun; ama olsun. Ýki tanesini kendi yiyorsa birini onlara býrakýyor. Ýþte kanatlarýný çýrptý, derin bir nefes aldý, arkasýný sýký tuttu. Evet ötecek… Ses önce bütün mahallede yankýlandý, sonra karþýki avludan cevap geldi. Orospularý da var bu çillinin. Çillinin sevgilisi kendisi gibi çilli olur. Yekun olarak þunlarý söyledi Çilli horoz tavuðuna: Bu çilli kadýn öldürecek beni. Altýna aldýðý yumurtalarý sýcacýk tutacaðým diye beni yanýna yaklaþtýrmýyor. Yavrum Çilli, beni alsana ya altýna, beni ýsýtsana sýcaklýðýnla. Senden baþkasýnýn altýna yatmam; çillim benim. Ýþte küllüðe çöp tenekesiyle gidiyor sahibi
Gözünü açtýðýnda tavuk -acaba o çilli tavuk mu- kendisine dökülen ekmek kýrýntýlarýný, karnýbahar artýklarýný, süpürge tohumlarýný deðil de zamaný yiyor buldu. Önündeki yemleri yiyormuþ gibi görünmesine aldanmamalýyým. Bu tavuðun yediði aslýnda benim zamaným, benim ömrüm diye düþündü sonra. Sonra þu tik tak'lar... Hep ayný nakarat. Ne uzuyor ne kýsalýyordu. Ne tize çýkýyor ne bama iniyordu. Hep ayný, hep ayný: Tik tak, tik tak, tik tak... Sen de benim gibi idin bir zaman diyor sanki kendisine. Aðzým var, aðzýmda dilim var, dilim ses çýkarýyor, diye anlamlý anlamsýz konuþup duruyordun týpký þu saat gibi. Bir zaman sonra -alýþtýðýndan olsa gerekuyandýrmaya gücü yetmedi sahibini saat. Tik taklar monotonlaþtý. O zaman saatin zilini kurdu ve saat ortalýðý kaplayan metal sesiyle horozun ötüþünü taklit ederek baðýrdý odanýn ortasýnda. Sahi nerde bu tavuðun kocasý horoz? Tekrar o Çilli horozu hatýrlar gibi oldu. Folluðu, yumurtalarý ve o yumurtalardan çýkan civcivleri nerde, bu tavuðun? Yoksa onlar da kocasý gibi yavrularýný alýp baþka bir tavuðun yanýna, bir kümese mi taþýnmýþtý? Bir iç güveysi mi olmuþtu o koskoca horoz? Zoraki, inleye inleye kalktý; karyolanýn kenarýna dayana dayana gitti saatin zembereðini doldurdu, bir avuç yem alýp tavuða vermiþ oldu böylece. Sinirini bozsa da ondan baþka arkadaþý, ses çýkaraný yoktu odada. Bu tavuk uyumamalý diye önüne hep yem atmak geliyordu içinden. Þimdi þimdi anlýyor ki kocasý da böyle yapýyordu ona. Her ay giysi, altýn, mutfak eþyasý filan almakla... Kocasý ile aralarýnda bir fark vardý: O kendisini uyutmak istiyordu ve uyutmuþtu; kadýn ise gece yarýsýnda uyandýðýnda yalnýzlýðýn uðultusunu ve ölüm sessizliðini kovmak için tavuðun çýkardýðý sesten yararlanmak istiyordu. Birinin uykusuzluðu diðerinin ferahý olacaktý böylelikle. Sadece yemek için yaþayan bir arkadaþý olmak ne kötü idi. Kendisi ancak yedikçe uyuyabilirken; tavuðun zamaný ve samaný yedikçe uykusundan olmasýný anlayamýyordu. Zamanýný âsûde geçirmek isteyen ve geçirenlerin hiç hükmü yok gibiydi bu tik taklarda. Çalýþmak lâzým geldiðini öðrenmiþti bu tik 12
taklardan; ama artýk geçti. Ses bir zaman sonra olanca aðýrlýðý ile gelip önce beynine sonra kaþlarýnýn altýna, oradan da gözlerine oturdu, battý. Bir an önce dursun istiyordu artýk saatin. O durunca ýzdýraplarý dinecek ve derin bir uykuya varacak ve bir daha hiçbir ses, týk týk, gýt gýt, got got onu uyandýramayacaktý. Baþ ucundaki bu geveze arkadaþýnýn eliyle verdiði rýzký bitsin istiyordu. Komþusunun, misafirinin lokmalarýný saymak gibi geldi bu düþünce önce. Ama artýk yeterdi ve lokmalar saymadan bitmiyordu. Bir anlýk düþünceden sonra vazgeçti bundan. Olsundu. Çýkardýðý bütün seslere razý idi tavuðun. Tavuðun susmasý demek, saatin durmasý, kendisi için zamanýn bitmesi demek olduðunu fark etti. Durmamalý idi aynasýnýn önündeki sayaç. Ona yem vermeliyim, diye düþündü. Üstelik ortalýðý kokutmuyordu bu tavuk. O yaþamalýdýr aynanýn önünde...
Nu ret tin Dur man Ýnsan ne ki insan altý üstü bu dünyanýn maðmasý da var dýr elbet kime gülzar kime zindan mer hametin meþakkatin taraflarý var dýr elbet çýkmak için bir yokuþu gerekmez mi yol azýðý hep beraber deðiller mi ayrýlýkla arsýz ölüm acýnýn mektup yazdýðý bir yere çaðrýlýr iken itibarýn olsun gerek insan ki ne ki insan aslý kokuþmuþ balçýktýr o da mahlukattýr demek
Yem bitmediði müddetçe kendisi de yaþayacaktý. Tavuðun rýzýk vericisi ve sahibi olarak yataðýndan tekrar kalktý, nefes darlýðý içinde, önce karyolasýna sonra duvara yaslana yaslana yürüdü, mutfaða gitti. Yem torbasý kapýnýn önünde duruyordu. Zoraki eðildi, damarlarý çýkmýþ, kararmýþ ve kemiðine yapýþmýþ elini torbaya soktu. Eyvah, yem yoktu içinde. Çuvalý ters yüz etti. Yem torbasýnýn köþesine sýkýþtýðý için daha önce avuçlayamadýðý üç tane yem buldu. Onlarý alýp tavuða vermek için hýzlýca seyirtti. Rüya gibi bir þey görüyordu sanki. Görüyor muydu ona mý öyle geliyordu. Vücudu ateþler içinde idi. Baþý zonkluyor, titriyor ve boðazýna gelen hýrýltý canýný almak istiyordu sanki. Aynanýn önündeki saati eline aldý. Ýki kere çevirdi zembereði. Saat tik tak etti hemen, arkasýndan tavuk gagasýný açtý, baþýný tekrar yemine doðru eðdi.
lâkin deðmez þeyler barýndýrýr yüreðinde kapýlar dan kapýlar dan çýkmak için yoksa fener eyvah o gün geldiðinde
Resim: Mehmet Korkmaz
Önce hasta kadýn düþtü yere; onunla birlikte yelkovan son hamlesini yaptý. Sonra akrep de öldü. Tavuk bütün bu susuþlarý takip etti. Ortalýkta atan nabýz kalmadý. Yemle birlikte zaman da bitmiþti. Külün içinde gizlediðini sandýðý ateþ, yüzünü göstermiþti sonunda. Odaya sadece zamanýn sesi hakimdi. 13
Bâki Ayhan T.: Þiiri sür dür mek, ge rilimi sür dür mektir. Söyleþi: Hüseyin Akýn
Doksanlý yýllarda Kardelen dergisinde balkonlarý birbirine bakan sayfalarda ortak duyarlýkta þiirler yazdýk. Kardelen dergisinin kapanýþýyla beraber Özülke dergisini yeniden çýkardýðýmýzda o yine çok uzaklarda olmadýðýný paylaþtýðý yazý ve þiirleriyle gösterdi. Yanýlmýyorsam "Rüzgarlý Bahçe" diye bir þiiri yayýnlanmýþtý Özülke'de. O þiirden bugüne gök kubbenin altýndan çok dizeler geçse de bu bahçe imgesi hiç kaybolmamýþtý onun þiirinde. Kayýp bir bahçeyi aradýðýný çok sonra öðrendik. Ara sýra selam sadedinden þiirlerini alýyordum çeþitli dergilerde. Ýsmini ne denli geniþ bir alana duyursa da soyadýndaki gizem hiç deðiþmemiþti: Bâki Ayhan T. Öyle yüz yüze sýk sýk görüþemesek bile yazdýklarýyla ilgili hep iyi haberler aldýðým bir þairdi o. Önce Sevdalar Tünemiþ Þu Yüreðime, sonra Hileli Anýlar Terazisi ve Uzak Zamana Övgü ve þimdi de Fýrtýnaya Hazýrlýk. Bir þairle konuþmak da aslen bir fýrtýnaya hazýrlanmak gibidir. Çünkü þair þiirine sýð-
dýramadýklarýný ya da þiirinden sýzanlarý çoðunlukla söyleþilerde ortaya koyar. Yine öyle oldu; bu söy le þi yi ger çek leþ tir dik ten sonra Bâ ki Ay han T'nin þiirlerini bir kere daha okudum. Bir kez daha anladým ki þairin hayatý kadar hayata düþtüðü notlar da þiirine dahilmiþ. Sözleþtiðimiz gibi orta bir noktada buluþtuk. Onun üstü baþý deniz kokuyordu, çünkü Ortaköy'den gelmiþti. Benimse her tarafým Niþantaþý… Karadan geldiðim düzayak sorularýmdan belliydi. Maçka'dan Akaretler'e doðru kendimi býraktýðýmda hâlâ dilimdeki tadýný unutamadýðým Atilla Ýlhan'ýn dizeleri kendini tekrarlayýp duruyordu: "Ne vakit Maçka'dan geçsem/Limanda hep gemiler olurdu/Aðaçlar kuþ gibi gülerdi/Bir rüzgar aklýmý alýrdý…" Mekân insanlarýn ve kitaplarýn geçtiði bir yer. Beþiktaþ Kabalcý Kitabevi'nin Kafe'si. Sorular soðumasýn diye çaylarýn geliþini beklemeden ilk soruyu sanki masaya fýrlatýyormuþçasýna soruyorum:
Formu içeriðe tercih mi ediyorsun? Sanki ses söz ayrýþmasý yapýyor gibisin, ne dersin? Bu bir tercih meselesi deðil, kendiliðinden gelip þiirime oturan bir þey. Uzak Zamana Övgü'de bu daha baskýn. Ýlk zamanlar bu biçimde 25-30 þiir yazdým. Ama bu þiirlerin hiçbiri içime sinmedi, yýrtýp attým onlarý. Sonradan bu tarz ("yatay simetrik yapý") olgunlaþtý, kendiliðinden yerini buldu. O zaman anladým ki, aruz ve heceyle yazanlar, dörtlüklerle ya da beyitlerle, sonnet'yle veya terza rima'yla yazanlar iþin þekil tarafýný düþünmeksizin yazýyorlar. Ýmgelem ve el alýþkanlýk kazanmýþ, duyuþ kendiliðinden oraya yönelmiþ oluyor. Biçim kendiliðinden oluþuyor, zamanla olgunluk kazanýp oturuyor. Bunu Wordsworth veya Shakespeare'in þiirlerinde de gördüm, Dante'nin Divina Comedia'sýnda, Baudelaire'in dörtlüklerle yazdýðý þiirlerde, Fuzuli'nin gazellerinde, Fikret veya Cenap'ýn sonnet'lerinde de…
sellik var sanki. Ne dersin? Bir de, bu yapýnýn adlandýrmasýnda nasýl bir belirleme var? Evet, adýný "yatay simetrik yapý" olarak koyduðum bu biçimi ilk kullanan ben oldum. Benden sonra sekiz-on þair bu biçimi kullanarak þiirler yazdý. "Yatay simetrik yapý"da dizeler 1+2+3+ 4+3+2+1 biçiminde sýralanýyor. Dize kümeleniþi böyle. Tek dizeler eskilerin mýsra-ý berceste dedikleri seçkin dizeye karþýlýk geliyor. Ardýndan gelen "beyit", biliyorsun Divan þiirinin temel nazým birimidir. Sonraki üçlük, "terza rima"yý, ardýndan gelen dörtlük ise Türk ve dünya þiirinde en çok kullanýlan birimi karþýlýyor. Bu sýralanýþ tersine dönüyor ve þiir tek dizeyle bitiyor. Yani bu yapý ayný zamanda yüzyýllardýr kullanýlan þiir biçimlerinin bireþimidir. Her þeye at gözlüðüyle bakan bazý kalem erbabýnýn yazýsýnda bunun "eklektik" bir biçim olduðu söylendi ama bina eklektik yerine "bireþimci" demek daha doðru olur. Bilirsiniz, eklektikte tam bir bireþme yoktur. "Yatay simetrik yapý"da ise bütün birimler birbirini tamamlar bir þekilde bir araya getirilmiþtir. Bölümler birbirinden ayrýlamaz; çünkü içerikteki yönlendirme þiirin bir bütün olarak ele alýnmasýný
Senin þiirin, özellikle Uzak Zamana Övgü ve Fýrtýnaya Hazýrlýk'takiler, serbest þiir gibi durmuyor. Geleneksel de deðil. Biçime dayalý, biçimsel bir yapýlanma var. Bilinçaltýný zorlayan bir biçim14
gerektirir. Neden "yatay simetrik yapý" dediðime gelince: Sayfa yatay tutularak þiire bakýlýrsa, ortadaki dörtlüðün bir ayna gibi olduðu ve bu aynaya þiirin iki tarafýnýn simetrik bir þekilde yansýdýðý görülecektir! Bu durumda þair þiirinin formunu bilinçli bir düzenlemeyle mi kurmalý? Baþlangýçta öyledir, ama dizeler sonradan kendi kendini kuran bir düzenin akýþýna uyuyor. Þekille öz birbirinden kopmaz bir bütünlük oluþturuyorlar. Onu zorlayan içerik neyse þiir ona göre kendini yazdýrýyor. Bir çeþit þiirin, kalýbýný zorlamasý durumu. Sonuçta þiir bir bütün ve bu bütünü saðlamada içerik de biçim de ayný derecede rol üstleniyor. Birbirini itmiyor. Peki, okuyucular þekle takýlýp kalýrlar endiþesi olmadý mý hiç? Oldu elbette. "Baþka türlü yazýlamaz mýydý bu þiirler?" dediler. "Yazýlamazdý." dedim. Sýradan okuyucudan ziyade þairlerin, þair-okuyucularýn söyledikleri önemli bence. Okuyucu tespit yapmaktan ziyade duygularýný dile getirir daha çok. Zaten okuyucudan herhangi bir saptama beklememek gerekir. Adý üstünde "okuyucu"! "Okusun" yeter; baþka bir þey yapmasýný neden, hangi hakla bekleyebiliriz ki? Ýlginç bir þey söyleyeyim: Böyle bir deneyimim oldu. Bir imza gününde, Bursa'dan kalkýp gelmiþ edebiyat öðretmeni bir okuyucu, kitabýmý daha önce okuduðunu, sadece imzalatmak için geldiðini söyledi. "Kitaptaki þiirlerde en çok dikkatinizi çeken ne oldu?" diye sorduðumda bana þiirlerdeki gerilimden, heyecandan, coþkudan ve gizemlilikten söz etti. Zorladým, "Peki, biçimsel açýdan." dedim. Hiçbir þey söylemedi. Ben kendisine "yatay simetrik yapý"yý açýkladýktan sonra büyük bir þaþkýnlýk yaþadý. Demek ki, biçimsellik her zaman dikkat çekmeyebiliyor.
Bâki Ayhan T. 1969’da Adana’da doðdu. Marmara Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatý okudu, master ve doktora yaptý. Ayný üniversitede öðretim görevlisi; “Cumhuriyet Dönemi Türk Þiiri” dersleri veriyor. “Mandolinli Kýz” baþlýklý ilk þiiri Milliyet Sanat Dergisi Genç Þairler Antolojisi’nde çýktý (1985). Ayný yýl Adana’da ilk þiir kitabýný yayýmladý. Þiirlerini ve þiir üzerine yazýlarýný çeþitli dergilerde yayýmlýyor. Düzyazýlarýnda Bâki Asiltürk imzasýný da kullanýyor. 1997-2004 yýllarý arasýnda þiir aðýrlýklý edebiyat dergisi Budala’yý (27 sayý) çýkardý. Bu dergide 2003 yýlý sonlarýnda “Soylu Yenilikçi Þiir” baþlýklý manifestosunu yayýmladý. Uzak Zamana Övgü kitabýyla 2004 Behçet Aysan Þiir Ödülü’nü aldý. Eserleri: Sevdalar Tünemiþ Þu Yüreðime, Hileli Anýlar Terazisi, Uzak Zamana Övgü, Fýrtýnaya Hazýrlýk, Hilesiz Terazi
Söz kifayetsiz mi ki sürekli yazýyorsun? Ýnsan bazý þeyleri de yaþayarak anlatamaz mý? Konuþma dili anlaþma (iletiþim) dili olmaktan hýzla uzaklaþarak bir tür anlaþamama unsuruna dönüþtü çaðýmýzda. (Sözün tam burasýnda sanki sorduðum soruya somut bir cevap gibi kalemim bitiyor. Üstüne üstlük kalem bir de Bâki'nin kalemi. Kim bilir belki de yazýnýn da en az aðýzdan çýkan söz gibi bâki olmadýðýný iþaret ediyordur. Neyse ki mola verip çaylarýmýzdan
derin bir yudum aldýktan sonra kalem kendine geldi. (H.A)) Sevgili Bâki, þiir de kifayet etmiyorsa o zaman insanýn elinde baþka bir enstrüman kalýyor mu peki? Ben elli yaþýmda þiiri býrakacaðýma kendime söz verdim. O yaþtan sonra sadece eleþtiri yazmayý, araþtýrma yapmayý düþünüyorum. Býrakabilir 15
vermemi kolaylaþtýrýyor. Ama bir yandan da çoðalan istisnalar bu konudaki mukavemetimi kýrýyor diyebilirim. Az önce de söyledim, Daðlarca…
miyim bilmiyorum ama bunu yapmayý çok istiyorum. Þiirin yüzde yüz bir heyecan, coþku iþi olduðuna inanýrým. Çok küçük yaþlarda baþladýðým için (Ýlk þiirimi yazdýðýmda ilkokuldaydým. Baudelaire'i okuduðumda 13-14 yaþýmdaydým. Ýlk þiir kitabýmý da lise son sýnýftayken çýkarmýþtým.) belki þiiri belli bir yaþta býrakmayý istiyor da olabilirim. Gerçi yakýnýmýzda Daðlarca gibi "genç" bir örnek var; bazý ders kitaplarýnda onun ölüm tarihi bile var ama o hâlâ yazýyor, hem de çok genç ve coþkulu bir þiir yazýyor. (Her ne kadar Baki Ayhan T., 50 yaþýnda þiiri býrakacaðýna söz verdiðini söylese de, ben bunu þiirin "iddia kaldýrmaz" bir kelam olduðunu bir anlýk unutuþuna baðlýyorum. Gerçekten de insan kendine söz vererek þair olmadýðý gibi söz vererek de þiiri býrakamaz. Hiçbir þairin bir hamlede belli bir takvimle þiiri býrakabilecek güce sahip olduðunu sanmýyorum.(H.A))
Söylediklerinden, þiiri sürdürmek bir trajediyi sürdürmektir gibi bir anlam çýkarýyorum. Haklýsýn. Þiiri sürdürmek gerilimi sürdürmektir. Tatminsizliði, trajediyi, coþkuyu sürdürmektir. Bununsa, yazýyla ilgisi tartýþýlýr. Bir paradokstan söz etmeliyiz belki: Bunlar hem yazmaya zorlar, hem de yazmadan daha iyi yaþanabilen duygular, durumlardýr. Yazýya, þiire dökülünce gerilim azalýr, coþku yitip gider kimi zaman. Aslolan yazmamaktýr yani? Evet, aslýnda tam da dediðin gibi. Ne diyordu Abdülhak Hamit: "Gerçek þiir kalemi ayaðýnýn altýna alýp ezmektir." Þiir zorlamaya gelir bir þey deðildir. Nasýl ki seni, beni þiir yazmaya zorlayan birtakým içsel nedenler varsa ve bu içsel nedenler zaman içinde þiirle varolmaya, þiirle birlikte soluk alýp vermeye alýþýrsa bunun tersi de olur kimi zaman: Þiir, en büyük acýyý þiirsel kudreti bulunmayýp, bu yeteneðe sahip olmayýp da yazmaya inat edenlere çektirir. Þiiri yazmak için zorlamak olsa olsa bela satýn almaktýr. Ýçsel bir nedeniniz olmalý þiir yazmak için. Bu içsel nedene raðmen yazmamayý becerebilmek de þairliðin bir baþka yanýdýr. Kimi insanlar þiir yazmadan da "þair"dir-
Þiire baþlamak ve býrakmak insanýn kendi elinde mi ki? Ellisinden sonra þiiri býrakacak kadar kendini güçlü görüyor musun? Dediðim gibi, benimki bir istek. Bu isteði de o yaþta þimdiki coþkuyu taþýmýyor olacaðýmý düþünerek söylüyorum. Yine de bilemem tabii, sonuçta, zaman karar verir. Bu sözü verirken kötü örneklerden cesaret alýyorum. Edebiyat ortamýndaki kötü örnekler büyük ölçüde beni doðrulayýp þiiri belli bir yaþta noktalamak konusunda karar 16
Peki, bazý þiir kitaplarýnýn çok satmasýný da bu popülaritenin bir uzantýsý olarak deðerlendirebilir miyiz? Sence tehlikeli bir þey midir þiir kitaplarýnýn çok satmasý? Evet, çok tehlikelidir. O þair adýna bir okuyucu sapmasýnýn sinyalleri sayýlabilir. Bir þairin yanlýþ okuyucularý olmamalý. Okuyucu þairi yönlendirmemeli, tam tersine þiirinin gücü yetiyorsa þair okuyucuyu yönlendirebilmeli. Halkýn beðenisi bellidir. Tarkovski izlemekten hoþlanan bir adam Yusuf Hayaloðlu okumaz. Kibariye veya Müslüm Gürses dinleyen biri Edip Cansever'i, Turgut Uyar'ý okumaz, okuyamaz. Eþyanýn tabiatine aykýrýdýr bu. Kurtla kuzunun yan yana yaþamasý, koyun koyuna uyumasý gibi imkânsýz bir þey. Eðer oluyorsa, Tarkovski izlemekten hoþlanan biri Yusuf Hayaloðlu veya Yýlmaz Erdoðan'ýn "manzumelerini" okuyorsa; Kibariye veya Müslüm Gürses dinleyen biri Edip Cansever'i, Turgut Uyar'ý okuyorsa bunun bir tek yorumu olabilir: Kýyamet yaklaþmýþ demektir! Öte yandan, aslýnda daha baþtan "satarlýk-satmazlýk" belirlemesiyle þiire bakmamak lazým. Ne simetrik ne de asimetrik bir iliþki vardýr burada. Hiç satmamasý da iyi bir þey deðildir yani, onun iyi þiir olduðu anlamýna gelmez. Sanýrým, tanýmlayamayacaðýmýz bir denge var þiirle satýþ arasýnda. Ýkisinin arasýnda bir yerde durabilmeli. "Uzun-satarlýk" diyebiliriz buna… Orhan Veli gibi, Attilâ Ýlhan gibi, Cemal Süreya gibi iyi þairlerin kitaplarýnýn bilinen anlamýyla "çok-satar" deðil ama "uzun-satar" olduklarýný hatýrlayalým. Ama yine de sýradan okuyucunun seviyesine göre "üretilen", gecekondu duyarlýðýna seslenen ve onunla zenginleþen þiirlerin kesinkes "kötü" þiirler olduðu söylenebilir. Þiiri hemen her þey, gecekondu da gökdelen de, kýr da kent de, kara da deniz de, kaðný da otomobil de… besleyebilir ama yazýlanýn þiir olabilmesi için binyýllardýr süregelen bazý ölçütlerle örtüþmesi gerekir.
ler yani… "Þair" olmak için þiir yazanlara ise "müteþair" denirdi eskiden. Bugün de böylesi örneklerle dolup taþýyor dergi ve kitap sayfalarý. Kesilen aðaçlara yazýk… Þu elli yaþ meselesine dönelim istersen… Ömrün 50 yaþýndan sonrasý daha anlaþýlýr mý olacaktýr yani? Ýnsan yaþýn ilerlemesiyle beraber gerilim ve coþkuyu da önemli ölçüde kaybeder. Ýstisnalar her zaman vardýr. O istisnalardan biri olursam, hayat ve tabiat bana bunu armaðan ederse elbette sürdürürüm þiir yazmayý. Örneðin Rimbaud ilkgençlik yýllarýnda þiiri býrakýyor biliyorsun. Bir de, galiba biz þairleri düzyazý yaþlandýrýyor! Ben Daðlarca'nýn 90 yaþýný aþmýþ bir þair olarak hâlâ þiir yazma direncini, coþkusunu düzyazý yazmamasýna baðlýyorum. (Baki Ayhan her ne kadar "genç þair" vurgusunu önemsese de, ben "genç þiir"e dikkat kesilmek gerektiðine inanýyorum. Genç bir þairden yaþlý hatta kötürüm bir þiir sadýr olabileceði gibi, ihtiyar bir þairden oldukça genç þiirler sudur edebilir.(H.A)) Düzyazý þiire düþmandýr mý demek istiyorsun? Evet, düzyazý doðal olarak þiirden bir þeyler götürür. Düzyazý þair için büyük tehlikedir. Þiirsel dili kaybetmeyenler, özenle koruyanlar hariç tabiî ki. Genellemeler düþünceyi rahatlatýr ama esas olan ayrýntýlara, istisnalara odaklanmak galiba. Þiirin içedönük-dýþadönüklüðü hakkýnda ne diyorsun? Þiir, içedönüklükle baðlantýlýdýr. Komedyenlerin, “stand-up”çýlarýn þair olmaya heveslenip de bu kadar kötü þiirler yazmasý bununla iliþkilidir. Komedi dýþa dönüktür, þiir ise içedönük olmakla ilgilidir. Romancýlar çevreye, öykücüler ufka, þairlerse gökyüzüne bakar. O gökyüzü dediðimiz þey aslýnda þairin kalbinin derinlikleridir. Modern þiir senin de biraz evvel söylediðin gibi içe doðru okunan bir þiirdir. Yani þairin önce kendine okuduðu þiirdir. Yýlmaz Erdoðan, Yusuf Hayaloðlu, Yýlmaz Odabaþý ve Ýbrahim Sadri gibi, hatta Sunay Akýn gibi dýþa dönük manzumeler yazanlardan, okuyanlardan iyi þiirin ayrýldýðý nokta burasýdýr günümüzde.
Acaba Bâki Ayhan T. halk þiirine, folklora nasýl bakýyor? Birkaç yýl önce Gösteri'de "Folklor Modern Þiire Hâlâ Düþman" baþlýklý bir yazý yayýmlamýþtým. Bugün de öyle düþünüyorum. Fakat, benim "folklor"dan anladýðým Cemal Süreya'nýn anladýðý gibi "donmuþ, kalýplaþmýþ deyimler" deðildir. Benim "folklor"dan anladýðým ille de mahalliliðin dayatýlmasý, ille de "baðlama" ve "türkü"ye yaslanma 17
arzusu, ille de "köylülüðün" öne sürülmesidir. Modern þiir kentli bir þiirdir. Þiirimizin yüzünün yaþama dönük olmasý gerekir. Burada "yaþam" dediðim kentli þairin yaþamýdýr. Köylerde insanlar yaþamýyor mu? Elbette yaþýyor ama orada yaþayýp da þiir söyleyenlerin söylediklerinin gelip gelip Karacaoðlan'a, Âþýk Veysel'e, Dadaloðlu'na vs. dayanmasý, yani yüzyýllardýr aþýnmýþ bir söylemi izlemesi kaçýnýlmaz oluyor. Bence o yazýda Cemal Süreya yeterince cesur deðildi. Buralara giremediði için…
yakýnýnda olmadým. Dergilerde þiir ve yazýlarla zaman zaman göründüm. Bununla birlikte, o yýllar dýþarýdan bir gözlem süreciydi benim için. Þimdi yapabiliyorum bu yorumu, o yýllarda bunun da tam farkýnda deðildim aslýnda. Hayatý derinlemesine yaþadýðým yýllardý ve þiiri de ayný biçimde izlediðim bir dönemdi, diyorum þimdi dönüp bakýnca. Ýlla daha önceki dönemlerle bir iliþki kurmak gerekiyorsa, o zaman belki 90'lý yýllarýn sonu diyebilirim. Bunun da tam bir "aidiyet" olmadýðýný söylemeliyim.
Kuþak meselesinde de bazý tartýþmalarýn içinde oldun geçen yýl; 1980'ler þiirini savunan geniþ kapsamlý yazýlar yayýmladýn. Sana 80'li yýllar þairi diyebilir miyiz? Hayýr, her ne kadar ilk kitabýmý 1985'e çýkarmýþsam da esas poetikamý geçen yedi-sekiz yýlda oluþturduðumdan beni esasen 1990'lar sonuyla 2000'li yýllar içerisinde sayabilirsiniz. Seksenli yýllarýn çok ciddi bir okuyucusuyum ama 2000'li yýllar þairiyim. 1980 kuþaðý þairlerinden çok okuduðum, þiirleri üzerinde derin okuma çalýþmalarý yaptýðým Haydar Ergülen gibi, Tuðrul Tanyol, Enver Ercan, Þavkar Altýnel ve Lâle Müldür gibi, Vural Bahadýr Bayrýl veya Osman Hakan A. gibi belli baþlý þairler var elbette ama dediðim gibi bu sadece "derin okuma" iliþkisidir. Ben aslýnda ilkgençlik yýllarýmdan bu yana kendi kuþaðýmý kendim sardým. Hiçbir zaman çevre, eþ-dost, arkadaþ, usta-çýrak, kuþak iliþkisi ve dayanýþmasý içerisinde olmadým. Bu nedenle kendimi hiçbir kuþak veya çevreyle doðrudan iliþkili görmem; kendimi kendimle iliþkili görürüm sadece. Kendimle ve hangi imzaya ait olursa olsun, hangi tarihte hangi dünya görüþüne sahip þair tarafýndan yazýlýrsa yazýlsýn iyi þiirle, yaþamýn canlýlýðýný, þiirin derinliðini taþýyan iyi þiirle iliþkiliyim.
Seksenli yýllar þiirine çekinceli mi yaklaþýyorsun? Bilakis çok sevdiðim þairler var bu dönemde. Bu dönemin tadýný Oðuzhan Akay, Sunay Akýn, Akgün Akova gibi isimler bozdular. Bu þairler dilbilimsel, dilbilgisel okuma gerektiren tarzda, yapay ve oyuncaða dönüþtürülmüþ bir dille þiir yazmaya kalktýlar. Divan þiirinin eskittiði söz sanatlarýndan medet umdular. "Anlam" sanatlarýndan deðil, "söz" sanatlarýndan. Öbür yandan demin adlarýný andýðým þairler en güzel þiirlerini bu yýllarda yazdýlar. Seksenli yýllara damga vurdular. Seksen kuþaðý derken yaþça seksenli yýllara tekabül eden þairleri kastetmiyorsun deðil mi sadece? Elbette. Mesela Sina Akyol gibi 70'lerde þiire baþlayýp 80 kuþaðýnda yer alan þairler de vardýr. Yine Ahmet Erhan'ýn Alacakaranlýktaki Ülke kitabýndaki þiirler þairi 80'li yýllara ait kýlan bir özellik gösterir. Yani, doðum yýllarý birbirini çok yakýn olmasa da 1980'lerle anýlan daha bir yýðýn þairden söz edebiliriz. Ben, biraz önce bahsettiðim araþtýrmamda, mümkün olduðunca doðum yýllarý da birbirine yakýn olan þairleri, 1980'lerde þair olarak varlýklarýný kabul ettirmiþ olanlarý inceledim.
Fakat 80'li yýllarda yazýyordun. Þimdi o dönemi yok mu sayýyorsun? Yok saymýyorum elbette. Cognition'umdaki, im ge le mim de ki her da ki ka ya sa hip çý ka rým. 1980'ler dönemi benim için bir hazýrlýk süreciydi. O yýllarda, özellikle de 1985'te güneyden batýya öksüren bir trenle Ýstanbul'a geldikten sonra, günü gününe izlediðim bir þiir oldu 1980'lerin þiiri. (Þimdilerde de doçentlik tezi olarak o dönemi ele alýyorum.) Bir þeyler yazdým ve yayýmladým ama dönemin hiçbir eðiliminin tam da yanýnda,
Ayný zamanda akademisyensin. Hem þiir yazýp hem akademik hayatla nasýl baþ edebiliyorsun? Ýlk þiir kitabýmý, baþlarda da söyledim, 1985'te yayýmladým. Benim akademisyenliðim ise 1993'te baþlýyor. Aradaki yýllarda þiiri bir yaþam biçimi haline getirmiþtim zaten. O bakýmdan, sorun yaþamadým hiçbir zaman. Akademik hayata karar verdiðimde, çevremdekiler "Hangisini olacaksýn, þair mi akademisyen mi?" dediler. Ben onlara Ahmet Hamdi Tanpýnar'ý örnek gösterdim. Biliyor18
sunuz, Tanpýnar bilinen anlamýyla bir "akademisyen" deðildir, dýþarýdan atamayla gelmiþtir. Bir de, asýl önemlisi, yaptýðý her þeyde öncelikle "þair"dir. Böyle örnekler çoðaltýlabilir. Önemli olan neyi içselleþtirdiðiniz, neyi yaþam biçimi haline getirdiðinizdir. Ben þiiri hiçbir zaman bir kenara býrakmadým. Þairlerin dýþ gündemle, aktüaliteyle ilgisini nasýl görüyorsun? Þairin dünya ve memleket gündemiyle bir baðýnýn olma zorunluluðu var mýdýr? Þairin zamanýyla ilgisi önemli deðil, zamanla ilgisi önemlidir bence. Þunu demek istiyorum: Kendi zamanýndaki bir felaketi anlatan þairin, geçmiþ zamanlardaki felaketleri de hatýrlatabilmesi, gelecektekileri de haber verebilmesi beklenir. Yazdýðý þiirden bunu beklerim ben. Geçen iki-üç yýlýn dergilerini karýþtýrýn; o kadar "kötü" yazýlmýþ savaþ þiirine rastlayacaksýnýz ki! Duyarlýlýðý anlarým, insan olarak çevremizde olup bitenlere duyarsýz olmamýz elbette beklenemez ama iþin içine þiir girdiðinde, ölçütlerin "duyarlýlýk" olarak kalmamasý gerektiðine inanýyorum. Gündemi yakalamak, yansýtmak kolaydýr, önemli olan "zamaný" yakalayabilmektir.
Biraz da edebiyat ortamýndan konuþalým dilersen. Tabii, hay hay… Bugün edebiyatta gerçekten bir sýnýflaþma ya da lobicilik var mý? Senin bulunduðun yerden nasýl görünüyor edebiyat ortamý? Lobicilik eskiden de vardý þimdi de var. Çeþitli dünya görüþlerine göre, eðilimlere göre, çýkar iliþkilerine göre gruplaþmalar var. Fakat þiiri ciddiye alan birinin böylesi iþlerden uzak durmasý gerekir, bunlarý abartmamasý gerekir. Yazdýðýnýzda hakiki bir deðer varsa eninde yerini bulur yazdýklarýnýz. Sýnýflaþmalar, gruplaþmalar gelip geçidir. Kâðýda neyi düþürdüðünüz önemlidir. Biraz daðýlma da var sanki. Herkes her yerde yazýnca þairler kimlik kaybýna uðradý gibi. Vallahi bunlarý, bu iþlerden çok anlýyormuþum gibi söylüyorum ama bana bile inandýrýcý gelmiyor söylediklerim. Nerede ne olup bittiði hiçbir zaman benim birincil ilgi alaným olmadý. Þimdi de, dýþarýdan gözlemleyebildiðim kadarýný söyleyebiliyorum. Fakat bu iþlerin erbaplarý var; ödül jürileriyle, magazin muhabirleriyle, eleþtirmenlerle, yayýncýlarla, televizyoncularla doðrudan iliþkiyi önemseyen þairler var, esas onlarý bulup konuþturmak lazým!
Madem öyle, zamana deðinelim biraz: Bir önceki kitabýna ad olan Uzak Zamana Övgü'yle (2003) hangi zamaný iþaret ediyorsun? Hem gelecek, hem de geçmiþ zamandýr burada benim iþaret etmek istediðim zaman. Bir çeþit, geçmiþte yitirdiklerimiz ve hayal edip gelecekte kazanmayý arzuladýklarýmýz… O kitap hakkýnda yazýlan bazý sýð eleþtirilerde "geçmiþe düþkünlük"le suçlandým. Oysa oradaki zaman algýsý hem geçmiþin hem de geleceðin uzaklýðýyla þekillenen bir algýydý. Öte yandan, biliyoruz, geçmiþi olmayanýn geleceði de olmaz. Postmodernist beylerin daha þu kadarcýk geçmiþlerini boyuna filmler çekerek, belgeseller düzenleyerek "tarih" gibi göstermeye çalýþmalarýnýn, þu kadarcýk yýla dayanan geçmiþlerini "dünya tarihi" imiþ gibi sunmaya çalýþmalarýnýn baþka ne gibi bir amacý, anlamý olabilir ki? Peki ya Fýrtýnaya Hazýrlýk? Dünya korkunç bir sona doðru ilerliyor. Her teknolojik geliþme ayný zamanda korkunç bir geleceði de imliyor. Böyle bir dünyaya böyle bir akýbet yakýndýr.
Bugün þiirin bir nitelikle beraber giden bir ni-
19
memesi gerektiði vs. Bunlarý arzulayabiliriz de, her insan ister bunlarý… Ne var ki, kaçan trenin arkasýndan aðlamaktan baþka yapacak bir þeyimiz yok þu an için. Bu bir umutsuzluk felsefesi mi? Belki öyle ama ben böyle görüyorum. Teknolojinin (televizyon yetmedi, þimdi de bilgisayar) þiire dost olduðunu söyleyebilmek için ya þiirden anlamamak ya da teknolojinin ruhunu okuyamamýþ olmak lazým. "Þiir" dediðimiz þey, aslýnda, hepimizin zaman zaman yaptýðýmýz poetik biçim ve yapý arayýþlarýnýn ötesinde insanýn ruhuyla, varoluþsal durumuyla iliþkilidir. Kaybolmamasý gereken budur. Bu kaybedilmezse þiirin insani bir etkinlik olarak devam etmesi saðlanabilirse bunun bile çok önemli olduðunu düþünüyorum. Geçen yýl, Kitap-lýk'ta yayýmladýðým yazýlarýmýn birkaçýnda buna deðindim. Þiirin þiir olarak varlýðýný sürdürebilmesi, insan ruhuyla baðýný koparmamasýnda, insanýn hayat içerisindeki duruþunu yansýtmasýyla ve elbette yüzyýllardýr birikegelen estetik kaygýyý dýþlamamasýyla, bu iki çizgiyi birlikte çizebilmesiyle mümkündür.
celik sorunundan bahsedebilir miyiz? Çok þiir yazýlmasýna raðmen niteliksel açýdan çok az diþe dokunur þiire rastlanýyor. Ne dersin? Doðrudur, derim. Söylediðin nicelik sorununa internet ortamýnda da dergilerde de rastlýyoruz. Her þeyde olduðu gibi þiirde de niceliðin egemenlik arayýþýný görmek zor deðil. Niceliðin artmasý demek, niteliðin azalmasý demektir. Mantar gibi romancý çýkýyor piyasaya bugün, okunabilir olanlarýn sayýsý ise bir elin parmaklarýný geçmez. Hemen her gazete kitap eki veriyor; içlerinde okunabilir olanlarýn sayýsý birkaç tane ancak. Çoðunun sayfalarý boydan boya renkli kitap ilanlarýyla dolu. Bugün þiirini ciddi dergide yayýnlatamayan, hemen kendisi bir dergi çýkarýyor. Buna da itirazýmýz olamaz aslýnda, bu da þair için bir çýkýþ yoludur. Toz duman içerisinde ciddi bir dergiyle Türk þiiri içerisinde söz sahibi olabiliyorsa ne güzel. Sonuçta, sel gider kum kalýr. Schopenhauer 1800'lü yýllarda seçerek okumak gerektiðini, zamanýn her þeyi okumaya yetmeyeceðini söyler. Okurken de seçici olmak lazým ama zorunluluklar kimi zaman buna engel oluyor. Geçen sene, Þiir Defteri'nin "Dergilerde Þiir" bölümünü yazarken, kötü þiir okumaktan inan altý ay hiç þiir yazamadým!
Hem Hileli Anýlar Terazisi'nde hem Uzak Zamana Övgü'de hem de Fýrtýnaya Hazýrlýk'ta "yalnýzlýk" ve "tekbaþýnalýk" en sýk geçen sözcükler arasýnda. Neredeyse üç kitabý birbirine baðlayan birer "izlek" olmuþ bunlar. Yalnýzlýk mý tek baþýnalýk mý? Bâki Ayhan T. hangisine daha yakýn? Bu soruyu bana 10 yýl önce sorsaydýn, romantik yaradýlýþým itibariyle, "yalnýzlýk" derdim. Fakat hayat bana çok þey öðretti. Aradan geçen zamanda "yalnýzlýk"ýn bir teslim oluþu, edilgen bir seçiliþi iþaret ettiðini, hayatta ve edebiyatta bu kadar ikiyüzlü insanýn bulunduðu bir kentte "yalnýzlýk"ýn ömre zarar olduðunu gördüm. "Tekbaþýnalýk"ýn ise kiþinin kendisinin tercih ettiði bir duruþ olduðunu kavradým. Benim hayatýmda öyle oldu; ben, "tekbaþýnalýk"ý seçen ve hayatta da edebiyatta da buna inanan biriyim. Sevgili Bâki, çok teþekkür ederim, oldukça verimli bir söyleþi oldu. Çaylarý soðutsak da sohbetimiz sýcaklýðýný hiç yitirmedi. Þimdi çaylarý tazeleyebiliriz. Ben teþekkür ederim Sevgili Akýn. Gerçekten, çaylar soðusa da sohbet içtenlikli olduðu için tadýný hiç yitirmedi.
Þiirin dünyayla, dünyanýn þiirle iliþkisine biraz deðinelim isterim. Modern dünyaya þiirin ne gibi katkýsý olabilir? Þiirin modern dünyaya katký saðlayabilecek pek çok þey özelliði var, ne bileyim doðaya yakýnlýk, kentleþmenin insanlýðý zedelememesi isteði, dünyadaki deðiþimin insan kimliðimizi yok et20
ilan
Meh met Ay cý Kederli ayna yüzgörümü istedim ölümden geceleri siyah bir yüzük gibi. ay biliyor inceden bunu ayna biliyor; saklanmadýðým yeri söylüyorum incinsin, kaba yürek, ince ten tenimin her kadýna orucu var, bir yangýn bor cu var, söndür meye kan tutuþunca ýr mak ayna biliyor bunu, hak ver gisi yangýným yetmiyor sözlerime bir ýr maðý çaðýr mak ölüm bir kez istiyor yüzgörümlüðü, þair binler ce imge için, buzdan baþladý tören neden tanrý olmadým diyemiyor, hâþâ bir daha gelseydi der di, kaçamýyor törenden…
Kü çük Ýs ken der Ýnsan arkeolojisi Dik yamaçlarýn sakladýðý fuzuli seraplar yaralarý kabuk baðlamýþ büyük cümlelerin aralýklarýndan, oradaki acýlý farktan aþkýn tabiata tecavüzüne inerler di ihtiþamla, bir parça suyla ör tünen bilgeler vücutlarýyla gölgelerler di taþlara sýkýþan yüzyýllarý yer yüzünün ciðerlerinde: Kaygan mezarlýklar da, aðlaþýrken tek hücreli yalnýzlýklar, sessizliðin menzilinde. Sonra çatýr dar dý duman tazelenir di kýr gýn ruh sýðýnýrlar dý birbirlerine bilinmezlerin merkezinde.
22
Ah met Edip Ba þa ran Seni seviyorum dede /ölüm gönül koymazmýþ kimseye ne dersin?/ bilemem nasýl söylenir bir söz numara yapmadan inan bilemem suçlu ayaða kalkar ve belki bilekleri bilenir belki ben de gönül koyarým yaþlanýr gözlerim bir güzele bakmaktan bakarsýn boyum uzar, bakarsýn aðarýr saçlarým, bakarsýn ekâbir öðütleriyle kar deþ kýlar beni, ölümün çok sesli oðullarýna; bakarsýn zaman paslý çivilerini söker atar: üstümüze düþer dünya. /sen bir þey gör müyor musun?/ ben bir þey gör müyorum, aklým bulandý bu yer de belki bir geçitteyim, belki diri ruhlar dan bir köprüde ah bir çomak soksam þu kovana bana da düþer bir pay ama yemin olsun dilim yoruldu maraton koþmaktan hem susarsam belki görürüm görülecek ne varsa mavi bir gök, tar hana, kýsas-ý enbiyâ ve âsâ /niçin sorular sor muyorsun benim gibi?/ ben hâl hatýr sorarým sadece çünkü dedem þöyle demiþti: "insaný geçersen sadece sorular çýkar karþýna" þimdi elimde binler ce söz, binler ce taze yumruk öylece durup, ansýzýn patlayan saðnaklarý bekler sahi söz var mýþ eskiden demir gibi sularla içilen ar týk seni dinlemek istemiyorum dilim çatladý susuzluktan. /ölümün de bir sonu var dýr niçin kandýrýyorsun bizi?/ hiç sonu yoktur ölmenin, sevmenin sonu yoktur!
23
Bir kadýn þair: Emily Dickinson Nurullah Koltaþ Emily (Eli za beth) Dic kin son 1830'da Amherst, Massachusetts'de eðitim ve siyasi iþlerle meþgul bir aile ortamýnda gözlerini dünyaya açmýþtýr. Ortodoks bir Kalvenist olan babasý, Amherst Üniversitesinde avukat ve mali iþler sorumlusu olarak görev alýp bir yandan da Kongre'de hizmet vermektedir. Dickinson, Amherst Akademisi (1834-47) ve Mount Holyoke Ýlahiyat Fa kül te sin de (1847-48) öð re nim gör müþ tür. 1850'ye gelindiðinde Dickinson ilkin oldukça beylik bir tarzda þiirlerini kaleme almaya baþlamýþ, ancak on yýllýk bir pratikten sonra deneysel þiirler yazmaya baþlamýþtýr. 1850'den itibaren birçok þiirini toplayýp bizatihi iðne iplikle dikip fasiküller halinde bir araya getirmiþtir. Ýç savaþtan sonra Dickinson, Amherst'in dýþýndaki baðlantýlarýný sadece mektuplaþmayla sýnýrlandýrmýþ, sadece beyaz elbiseler giymiþ ve onu görmeye gelen misafirlerden sadece bir kaçýyla görüþmüþtür. Aslýnda vaktinin büyük bir bölümünü odasýnda geçirmiþtir. Münzevi bir hayat sürse de mektuplarý John Keats, John Ruskin ve Sir Thomas Brown'ýn ürünlerinin etkilerini izhar eder. Sükut-u hayalle sonuçlanan olasý bir sergüzeþti hakkýnda birçok spekülasyonda bulunulsa da Dickinson'ýn hissi hayatý oldukça gizemli kalmýþtýr. Bu aþk hikayesi için iki aday öne sürülür: mektuplaþtýðý Peder Charles Wadsworth ve bir çok þiirini atfettiði ayný zamanda Springfield Republican'ýn editörü Samuel Bowles. Dickinson'ýn nefrit sebebiyle 1886'daki ölümünden sonra kýzkardeþi Lavinia þiirlerini günyüzüne çýkarýr. 1891'den 1896'ya kadar üç cilt yayýnlanýr. Yayýnlanýþýndaki eksikliklere raðmen ilk cilt oldukça ilgi çeker. 20.yy'a girildiðinde þairin yeðeni Martha Dickinson Bianchi bir o kadar daha þiirini yayýnlar. 1945'te yayýnlanan Bolts of Melody Dickinson'ýn þiir külliyatýný tamamlar niteliktedir. Nihayet 1955'te Thomas H.Johnson'ýn Emily Dickinson þiirleri okuyuculara tam bir metin sunar. Dickinson'ýn þiirlerinin modern þiire tesirleri hatýrý sayýlýr ölçüdedir. Sýkça tire kullanmasý, arasýra kimi isimlerin baþ harflerini büyük harfle
yazmasý, standart dýþý kafiyeleri, serbest vezin, alýþýldýðýn dýþýndaki metaforlarý onu 19.yy’ýn en yenilikçi þairlerinden biri kýlar. 288 Ben hiç kimseyim! Sen kimsin? Sen de -hiç kimse -misin? Öyleyse bir çift olmadýk mý biz? Sus, sakýn söyleme- afiþe ediliriz. Birileri olmak -ne elemli! Ne aleni- bir Kurbaða gibiYaz boyu- adýný anmaSaygýn bir Bataklýða! 181 Bir Dünya yitir dim- býldýr! Acep bulan var mýdýr? Görünce hemen tanýrsýnýz Alnýnda sýralýdýr bir Dizi Yýldýz. Zengin biri- fark etmez ilkinLakin-tutumlu Gözlerim için, Sikkeler den daha Evla Ah, bulun- Efendim- benim hatýrýma!
24
ilan
Sürtüþme* Seyfullah Aslan Alim'i yok etmek için bu, onun için en güzel fýrsattý. Belki Selim'i güçlendirmiþ olacaktý ama, bir yandan da en nefret ettiði adamý öldürmekten beter edecekti. Yýllar öncesinin intikamýný almanýn sýrasýydý. Hulusi, arabalarýndan daha çok sevdiðini fark etti, birinden intikam almayý.
Öncesi Alim ve Selim, mahalledeki maddi varlýklarýný artýrmak için çalýþmalara baþlamýþlardý. Zengin olmak ve bu yolla daha çok þeye hükmetmek istiyorlardý. Ýkisi de, hayallerindeki her þeyi elde etmek için bunun yegane yol olduðuna karar vermiþti. Günlerce, ne yapacaklarýný düþündüler. Ýlk önce akýllarýna semt pazarýndan haraç toplamak geldi, vazgeçtiler. Zabýtayla, polisle karþý karþýya gelinecek iþlere girilmemeliydi. Sonra, pazarda ufak tefek þeyler satalým dediler, vazgeçtiler. Kendilerine böyle ufak iþleri layýk görmediler. Akýllarýna gelen her yol bir þekilde onlara çýkmaz sokak olarak görününce, mahallenin has adamýna gittiler. Hüsnü Tiryaki'ye neler yapmak istediklerini anlattýlar. Tiyoyu almýþlardý. Parayý, insanlarýn sürekli ihtiyacý olan þeyleri satarak kazanacaklardý. Þeker, un ve yað satacaklardý. Hele þimdilerde bu iþleri yapan herkes köþeyi dönüyordu. Nasýl yapacaklardý? Selim Hulusi Husus'la iyi arkadaþtý. Ondan biraz borç para alýp iþe giriþemezler miydi?
Selim Tatar: Hulusi'nin öðütlerini dinlemiþ ve teklifini kabul etmiþti. Bunun karþýlýðýnda parayý almýþtý. Artýk geri dönüþ olamazdý. Kendisi için çalýþmayý öðrenmeliydi. Hulusi abisinin dediði gibi, baþkalarýnýn hesabýna daha nereye kadar çalýþabilirdi. Dünyasýný, iþini, ticaretini kurmalýydý. Veli Tatar: Kardeþinin ticarete gireceðini duyunca müstehzi bir gülümsemenin ardýndan, kendine yazýk edecek anlamýnda baþýný sallamýþtý. Diyordu ki: "O, ticaretin ahlakýný da yok eder eðer ticarete girerse. Esnaflýðýn þanýný ayaklar altýna alýr. Ýþte bizim toplumumuzun geldiði nokta bu. Ehil olmayanlar sanatkarlýða, yazarlýða, þairliðe soyununca, bunlardan daha müsait bir alana da kardeþim çöreklenecek. Görürsünüz, bu iþin kokusu herkesi rahatsýz edecek ama herkese güzel bir örnekmiþ gibi görünecek. Selim'in her haltý karýþtýrmaya hazýr olduðunu siz de bilirsiniz!"
Alim Turuncu: Alim, Selim'in Hulusi Husus'la arkadaþlýk ettiðine ilk defa sevinmiþti. Sevmezdi o züppeyi. Parasýyla mahallede havasýndan geçilmezdi. Þimdi eðer Selim, Hulusi'yi ikna edebilirse biraz borç para alabilirlerdi. Borç vermeyebilirdi de; neticede Selim'e vereceði paranýn Alim'e yarayacaðýný biliyordu.
Hüsnü Tiryaki: Alim ve Selim, ona gelip para kazanmak istediklerini söylediler. Kendi iþlerini yapmak istiyorlardý. Hüsnü Tiryaký, gazetelerin yazdýðý haberlere göre yakýn zamanda çýkmasý muhtemel bir kýtlýðý düþünerek onlara parlak bir fikir vermiþti. Sonradan çok piþman oldu. Hem muhtemel bir kýtlýkta mahalleliyi Alim-Selim gibi iki kopuðun insafýna terk etmiþ olacaðý için, hem de böyle bir ticareti kendisinin neden akýl edemediðine hayýflanýp durdu. Ýki bacaksýz para kazanýp da ne yapacaktý!
Hulusi Husus: Hulusi Husus, Selim'e borç para verdi ama bir þart öne sürdü. Hu-cc'nin teklifine aðzý sulanan Selim, hemen o an, daha zengin olacaðý günlerin hayalini kurmaya baþlamýþtý: Daha zengin olmak için her yol mubahtý. Bu dünya menfaat dünyasýydý. Sen saflýk yapma, baþkalarýný da saf zannetme. Ne kazanýrsan kendine. Yanýndakini düþünmek zorunda deðilsin. Bu dünya menfaat dünyasý deðil mi Selim! Bu dünya senin dünyan! Baþkalarýnýn hesabýna daha ne kadar çalýþacaksýn.
Açýlýþ: Selim, Hulusi'den parayý almýþtý. Mahalle pa26
zarýnýn yakýnlarýndan bir yerden iki katlý dar bir dükkan kiraladýlar. Ambarlara gidip pazarlýk ederek malý getirip dükkana yýðdýlar. Þeker, un çuvallarýný bir tarafa, yað tenekelerini bir tarafa yýðdýlar. Dip tarafta kendilerine küçük bir büro alaný býrakmayý da ihmal etmediler. Büroya bir masa, masanýn üzerine kaðýt, kalem ve hesap makinesi koyarak tam bir iþ yerine çevirdiler dükkaný. Bir güzel açýlýþ da yapýp mahalleliye hoparlörle duyurdular. Artýk para kazanacaklarý bir dükkanlarý vardý. Ýlk hafta hiç alýþveriþ olmadý neredeyse. Ýkinci hafta iki çuval unla, üç çuval þeker sattýlar. Üçüncü hafta hiçbir þey satamadýlar. Dördüncü haftanýn sonunda da ayný durum olunca, son bir hafta daha bekleyip dükkaný kapatmayý kafaya koymuþlardý ki olan oldu.
ifadeyle gülümsemiþ ancak Alim, bunu görmemiþti. Selim, saate bakýyordu sürekli. Yarým saat kala, bir bahane bulup dükkandan ayrýldý. Ýki saat sonra geri döndüðünde, iþi baþardýklarýný anlamýþtý. Dükkan kapanmýþtý. Alim ortalarda görünmüyordu. Kapýnýn üzerinde bir mühür vardý. Baþarmýþlardý. Hemen Hu-cc'nin yanýna koþtu. "Alim salaðý baskýný yediðinde gayet rahattý. 'Buyrun Amir bey, her yere bakabilirsiniz.' diyordu. Alt kattaki kaçak yað tenekelerini görünce kýpkýrmýzý oldu." Gülüþtüler. Sonrasý: Hulusi Husus, Selim'e parayý verirken, öðüdünü de vermiþti: "Bu parayla iþi kuracaksýnýz ancak kýsa zamanda o Alim denilen salaðý kodese göndereceksin. Dükkaný kendi üzerine yapmak isteyecektir, ses çýkarma. Zaten iþlerin baþýnda sen varsýn. O dükkana nerden ne mal girdi bilmez. Sen kaçak mallarý dükkana yýðýp bana haber ver. Bir baskýnla Alim'i kodese týktýrýp, kendi adýna dükkaný açtýðýnda parsayý toplarsýn. Alim'i kýllandýrma ki dükkanda kalan mallarý sana býraktýrsýn. Anlaþtýk mý? Tamam, al þimdi parayý!"
Olay: Dükkaný açtýklarýnýn beþinci haftasý, cuma günü, gazetelerde hükümetin düþürüldüðü, dolarýn fýrladýðý, þekerin, unun ve yaðýn yanýnda birçok temel gýda ürünlerinin zamlandýðý, halkýn yaþamak için ancak temel gýda ürünlerine para verebilecek seviyeye düþtüðü haberleri duyulunca iþler düzelecek diyerek umutlandýlar. Ayný gün, Hulusi Husus, Selim'i mahalle dýþýnda bir yere çaðýrarak; kaçak malý ayarladýðýný, bu gece dükkana malý indireceklerini, Alim'i akþam olduktan sonra dükkandan uzak tutmasý gerektiðini anlattý. Selim, akþam olur olmaz, Alim'e þöyle biraz efkâr daðýtmak için masa kurmayý teklif etti. Alim, kabul edince, masayý aþaðýdaki kahvehanede ayarladýðýný söyleyerek dükkaný kapatýp aþaðý mahalledeki kahvehaneye gittiler. Dükkanýn anahtar yedeðini Hulusi'ye verdiði için, Alim'i oyalamasý yeterliydi. Beraber içmiþ gibi yapýp Alim'i zil zurna sarhoþ ettikten sonra gece geç vakit dükkanýn önünden evlerine gittiler. Hulusi, iþlerin yolunda gittiðine dair dükkanýn kepengine beyaz çuval asacaktý, asmýþ. Artýk sabahý beklemek için sabýrsýzlanýyordu. Her zamanki gibi, o sabah da dükkanlarýný açtýlar. Ýþlerin biraz açýlacaðýný bekliyorlardý. Öðleye kadar iþ olmadý. Öðleden sonra iki saat içinde üç haftada sattýklarý malýn iki katýný sattýlar. Alim'in keyfi yerine gelmiþti. Ne olsa cebi biraz para görmüþtü. Hatta sevincinden, laf arasýnda "Selim, iþler biraz düzelsin seni de dükkana ortak edeceðim." demiþse de Selim, bu söze alaycý bir
Sonuç: Alim, iki yýl mahpus hayatý yaþadý. Çýktýðýnda Selim, dükkaný kendi adýna yapmýþ, mahallenin esnafýndan sayýlýr olmuþtu. Dükkana gittiðinde Selim, duruma çok üzüldüðünü ama sabýkalý birini yanýna alamayacaðýný, ticaretine zarar vermek istemediðini söyledi. Alim, elinden kaza çýkmamasý için diþini sýktý ama diyeceði lafý da dedi, Selim'in yanýndan ayrýldý. Bütün bu olanlarýn Selim'in baþýnýn altýndan çýktýðýna inanmak istemiyordu. Mahallenin dýþýnda kendine bir iþ buldu. Eve zaman zaman gelip gider oldu. Ýçine kapandý. Eski arkadaþlarýndan hiçbirisiyle konuþmaz oldu. Özellikle Selim'le yan yana gelmemek için özel çaba sarf ediyordu. Ancak bir gün, ben kahvehanede oturmuþ çayýmý içip gazeteme göz atarken, nasýl bir araya geldiyseler, Alim ve Selim sokaðýn ucunda göründüler. O sýrada hýzla gelen iki arabadan namlular çýkmýþtý. * Karakterler 2 (Geçen sayýda yayýnlanan Karakterler hikâyesinin ikinci bölümü.) 27
Türkçe ile baþ baþa Osman Toprak Günümüzde iþte bu bin yýlý Dil üzerine düþünmek, düaþkýn zamandýr var olan, kendi þünme biçimlerinin en zorukültür hazinesini sürekli olarak dur. Dildeki binlerce kelimege liþ ti ren Türk çe'nin ru hu nin zihin haritamýzda oluþturüzerinde düþünmek, bunu kavduðu alaný kavramak, bu alanýn hududunu doðru olarak tespit ramak ve anlamak yine bu alaedebilmek yine ayrýca güçlü bir na ait incelikleri keþfetmek zihni düþünme sürecini zorunözel bir gayret ve çalýþma ile lu kýlar. mümkündür. Türkçe'miz bu meselede ilk Bilgilerden hareketle yeni andan itibaren, güçlüklerle dofikirler ortaya koymak, adým lu dur. An cak il min yüzyýl lar adým Türkçe'nin iç yapýsýný, içerisinde aldýðý yol, her gelen sadece gramerini deðil ruhunu günde bize yeni umutlar verda anlamak þüphesiz özel bir mekte, bu konu üzerinde çalýdik ka tin ya nýn da ön ce den þan, dü þü nen üre ten ilim emek verilerek yapýlmýþ çalýþmalarý da deðerlendirmek ile adamlarýmýzýn eserleri yüzleridaha saðlýklý olur. mizi güldürmektedir. Sözlüðümüzde bulunan büDilin ilk ortaya çýkýþý; kelitün kelimelerin henüz etimomelerin (adlarýn ve fiillerin) Türkçenin Ruhu lojik incelemesi yapýlmamakla bir düzene göre mi, yoksa rastHüseyin Rahmi Göktaþ lan tý lar so nu cu mu oluþ tu ðu birlikte, dönem dönem bu alað Yayýnlarý meselesi hâlâ önemini koruna dair yapýlan ve yayýnlanan Dil bilim makta, bu sorunun cevabýnýn eserler bu konuda hayli yol alne olduðu mesele üzerinde çadýðýmýzý ve doðru yolda ilerlelýþanlarýn ilgisini çekmektedir. diðimizi göstermektedir. Türkçe'nin ilk yazýlý belgeleri olan Orhon ÂbiBu güne kadar kaide olarak dilimize yerleþmiþ deleri, bize dilimiz konusunda müracaat edeceðikural ve bilgilerin bundan sonra yeni elde edilecek bilgiler ve vesikalar ile deðiþtirilmesi, günmiz ilk kaynak olmasýnýn yanýnda, burada yer cellenmesi mümkün ise de, her yeni çalýþmanýn alan kelimelerin (yaklaþýk yedi yüz kelime) nasýl öncekileri boþa çýkarmak deðil de onlara bir ilaveoluþtuðu, öncesinin ne olduðu sorusu önemlidir. de bulunmak þeklinde düzenlenmesi yeni yolun Çin kaynaklarýndan hareketle çözülen abideler, Türkçe'nin öncesine -732'den öncesi- dair bir fidayandýðý temel alaný iþaret etmesi ve kendisine kir vermemekte, ancak ilim adamlarýnýn bir tareferans edinmesi bakýmýndan daha yararlý olakým ilmî verilerden hareketle aydýnlatmaya çalýþcaktýr. týklarý bir dönem olarak bundan öncesi hakkýnda Dil, birkaç kelimenin kavranmasý, bu kelimesöz söylenebilmektedir. lerin dolayýmýnda yer alan mânâ derinliklerinin Zaman içersinde çok büyük bir geliþme gösteanlaþýlmasý ve çözümlenmesi ile yeni ufuklar açmakla birlikte, bu alanda bir hayli mesafe alýndýren Türkçe gerek kendi iç yapýsýný iþleterek keliðý ve yepyeni icadlara ulaþýldýðý anlamýna da gelme daðarcýðýný zenginleþtirmesi gerekse de iliþmez. kide bulunduðu milletlerden ve kültürlerden Binlerce kelimelik bir hazineyi kapsayan dili, kendi hazinesine yeni yeni kelimeler kazandýrmasý yolu ile her çaðda kendi þahsi yapýsýný oluþbu binlerce kelimenin oluþum ve anlam ilgisini turmasýný ve korumasýný bilmiþtir. belirleyen çalýþmalar ile anlamak mümkündür. 28
Getirilen her örnek kelime, aslýnda benzerlerinin bulunduðu ve bu hazinenin içinde yalnýz baþýna olmadýðýnýn bir delilidir. Etimolojik alandaki çalýþmalarýn temelini þüphesiz örnek kelimeler oluþturmakta, her örnek kelime ileri sürülen yargýnýn delillendirilmesi ve ispatlanmasý alanýnda tanýk vazifesi görmektedir. Yine kurallarýn istisnasý dile getirilecek ise, istisnayý teþkil eden en az iki kelimenin varlýðý ispatlanmalý, bu hususta öne sürülen görüþün þahsi olarak kalmasýndan kaçýnýlmalýdýr. Bu uzun giriþten sonra, Hüseyin Rahmi Göktaþ’ýn Türkçe'nin ruhunu kavramaya yönelik yeni bulgulardan hareketle yazdýðý ve bilhassa kendi zihni çabasýnýn ürünü olarak dikkatlere sunduðu 'Bensenoð' adlý kitabýný ele alabiliriz. Yazar, Türkçe üzerine düþünmelerinde kelimelerden yola çýkarak bir kuram geliþtirmeye çalýþýyor. Yalnýz, bu çabasýný desteklemek için baþkalarýnýn yazdýklarýný referans olarak vermeden, kendi bulduðu örnek kelimeler üzerinden sözünü söylüyor. Doksan iki sayfalýk bu çalýþmada Göktaþ, bir meseleyi deðil birden çok meseleyi izah etmeye, bu konularý açýklamaya yöneldiði için zaman zaman örneklerinin ve anlatýmýnýn yeni bilgi ve ifadelerle geliþtirilmesi gerektiðini fark ediyor. Kitap, aslýnda dilimizdeki ð sesini açýklamak, bu sesin tamamen Türkçe bir ses olduðunu belirtmek için yazýlmýþ. Ben sen oð zamir sýralamasýnda o sesinden sonra var olan ancak zamanla düþen bu sesi yeniden keþfetmemizi söylüyor yazar. Alfabemizde sanki fazlalýk gibi duran, hiçbir kelimemizi baþlatamadýðýmýz bu sesin fazlalýk olmadýðýný, kelimenin baþýnda deðil de sonrasýnda bir deðer ifade ettiðini anlýyoruz. Kelimelerinin kökeni için, 'kök ses' kavramýný getiren ve bunu; 'telaffuz edilemeyen harfler' olarak açýklayan Göktaþ'ýn bu tanýmý ve açýklamasý aslýnda seslerimizi ve kelimelerimizi daha da bir belirsizliðe itmekten öte bir anlam taþýmýyor. Bir anlamda bu tanýmý ile Göktaþ, kelimelerin seslerin tesadüfen yan yana gelmesi ile oluþtuðu yönündeki kurama yakýn durarak, telaffuz öncesi sesler ile (telaffuz edilemeyen sesler) kelimelerin anlam derinliðini de tehlikeye düþürüyor. Ýsimlerin kim tarafýndan ve hangi ölçüler içerisinde verildiði ezeli sorusunun cevabýný bir anlamda böyle izah eden Göktaþ'ýn, kök sesin nasýl
Ýlk Türk alfabesiyle yazýlan Orhon Yazýtlarý
ve ne suretle ortaya çýktýðýný da izah etmesi gerekiyor. 'Baktým, baktýn, baktýð' örneðinden hareketle, 'fiillerin kullanýcýsý' olduðu görüþünü dile getiren yazar, böylece bu alana dair yeni bir söz söylüyor. Görüþünü, bu fiillerin anlam özelliðinden dolayý geliþtiren ve fiile adeta bir nesneyi kullanmak gibi bir anlam yükleyen yazar bu güne kadar kabul edilen 'hareketin yapýcýsý olur' fikrini 'hareketin kullanýcýsý olur' ifadesi ile deðiþtiriyor. Fiil, zamana ve kiþiye (veya nesneye) baðlý olarak meydana geldiði, eylemin kim tarafýndan gerçekleþtirildiðini ifade etmek için þahýs (kiþi) kavramýný kullanýyor, ancak bu eylemi 'kullanmak' anlamýnda düþünmüyoruz. Eylem, kalýcý olmadýðý, bir kiþinin hususi tasarrufunda bulunmadýðý, mahiyeti itibari ile kullanýlmaya deðil akýp gitmeye sahip olduðu için eylemin kullanýcýsý deðil, eylemin yapýcýsý olur. Yapmak kelimesi son zamanlarda dilimize yerleþtiði, etmek ve kýlmak yardýmcý fiilinin yerini aldýðý için bu konuyu açýklamakta zaman za29
man zayýf kalabilir. Fakat iþin gerçekleþmesi anlamýnda yapmak fiili, artýk yeni yardýmcý fiil olarak dilimizdeki yerini almýþ bulunuyor. 'Baktým' fiilini söyleyen kiþi, bakmak eylemini kullanmamýþ, bakmak eylemini gerçekleþtirmiþtir. Fiil deðil nesneler kullanýlýr. Baktým fiilini kullanmak kelimesi ile açýklamak her fiili yine kullanmak kelimesi açýklamayý zaruri kýlacaðý için, okudum, yazdým, üþüdüm, açýktým gibi binlerce fiili de kullanmak ile açýklamak yoluna gideriz ki, bu da baþtan sona büyük bir zihin karýþýklýðýna yol açar ancak. Yine kavramlaþtýrmalarda sýk kullandýðýmýz fiilden isim türeten -m sesinin ayný zamanda kelimeye iyelik anlamý da kattýðýný söyleyen yazar, bu görüþünü 'kavram, dönem ve dönüm' kelimeleri ile izah ediyor. Yine yukarýda geçen 'kullanmak, sahibi olmak' anlamlarýný barýndýran iyelik kavramanýn dilimizde nesneler üzerinde bir anlam ifade ettiðini söylememiz yerinde olacaktýr. Fiilden isim türeten -m sesi, yeni kelimeyi isimleþtirse bile, bu yeni isim daha çok soyut bir isim olmakta bir nesnenin, eþyanýn ismi olmamaktadýr. Kitapta örneði verilen, kavram kelimesi kavramak fiilinden hareketle türetilen ve kavranýlan alaný adlaþtýrmaya yarayan bir kelimedir. Bu kelimenin ayný zamanda bir iyelik eki barýndýrdýðýný söylemek, bu iyeliðin hangi kiþiye ait olduðunun sorusunu vermek ile de bizi mükellef kýlar. Yine fiilden -m sesi ile türetilen bölüm, ölümkalým, alým-satým, verim, sayým, bilim, duyum, yorum vs. gibi kelimelerde de iyelik aramamýz gerekecektir ki bu da görüldüðü gibi mümkün deðildir. Yine bu kelimelere ancak bir iyelik eki getirdiðimiz takdirde bunlar iyeliðe sahip olurlar. 'Bölümündeki öðrenciler çok baþarýlý imiþ. (Senin bölümün). Bu konudaki yorumumu sonra söyleyeceðim. (Benim yorumum.) gibi…' Türkçe'nin ruhunu anlamaya yönelik olarak yazarýnýn zihni düþünce ve fikri uðraþlarýný barýndýran “Bensenoð” adlý kitap, þüphesiz yeni yorumlara imkan saðlamasýnýn yanýnda, izah ettiði konulara yaklaþýmý ve bunlarý örneklendirmesindeki altyapý durumu ile de onu okuyanýn zihninde yeni açýlýmlara imkan vermektedir.
Bahar da yine geliriz
"Bu berbat þehir de görüp görebileceðiniz en güzel þeyin terk edilmiþ bir fabrikanýn kara yýkýntýsý olmasý saçma ya da gülünç mü? Deðil! Ýnsana özgü bir yavaþlýðý, sakarlýðý hatýrlatan tek þey bu yýkýntý çünkü. Þehir de otomobiller, yollar ve binalar, sonunda bütün sýcaklýklarýn evrenin ölgün sýcaklýðýyla ayný olacaðý bir geleceðe doðru son hýzla gidiyor, uzanýyor, yükseliyor. Ama aralarýnda banka memuru sevgili dostum Tuðrul'un da bulunduðu saðlýðýna dikkat etmeyen, fazlasýyla hayalperest bazý insanlar var ki, onlar gece kur duklarý saatin sabah çalýþmamasýný veya en iyisi geriye gitmesini gönülden dileyerek tatlý tatlý esniyorlar." Bahar da Yine Geliriz'de de, incelikli tablolar çiziyor Barýþ Býçakçý. Ýnsan iliþkilerinden enstantaneler; 'durumlara', duygulara, akýldan esenlere, gönülden geçenlere dair ince fýrçalar... Uçucu intibalarýn izini süren bir görme ve 'bilme' biçimi... "Ýnsan güzel bir kitap okuduðu yer den nasýl ayrýlabilir?" Baharda yine geliriz, Barýþ Býçakçý, Ýletiþim Yayýnlarý, Öykü
30
ilan
31
Edebiyatýn 2005 raporu Biz ne yapacaðýz? Þimdi bunlarla mý deðerlendireceðiz koca bir yýlý? Hiç mi iyi eser yayýnlanmadý? Hiç mi aklý baþýnda birileri görünmedi? Elbette, bu þaklabanlýklarý ortadan kaldýrma gücüne sahip yüreklilikle söz söyleyenler, yazdýklarý eserlerle bu zevatý cahil mertebesinden de aþaðý indirenler oldu. Ama medya denen güç (!), iþine gelene el attý. Ve her el attýðý o hazla daha da coþtu. Yani küçük sinek varlýðýyla mide bulandýrdý. Neyse… Þimdi gerçekten bunlarý býrakalým ve 2005 içinde ne gibi iyi þeyler, faydalý tartýþmalar olmuþ, nasýl kitaplar yayýnlanmýþ ona bakalým.
Þiir geri mi çekiliyor, neden bizden uzaklaþtý sayýklamalarý; þiir öldü, yetiþin feryatlarý arasýnda kapattýk 2005'i. Seneye bu kadar hýzlý bir giriþ yapmamýþtýk oysa. Daha sakindi edebiyat ortamý. Ayrýca sene sonuna doðru kitap eklerinin bir anda önemli bir konum edinmesi de edebiyat açýsýndan þimdi göremeyeceðimiz sýkýntýlarýn tohumlarýný attý. Buna kimse dur diyemiyor. Herkes bir sele kapýlmýþ gidiyor. Gerçekte, bu eklerle her yazarýn bir þekilde menfaat baðý olunca ses çýkarmamak daha uygun gibi görünüyor. Þiir yazamayanlarýn þiiri öldürmek için giriþimlerde bulunduðuna da þahit olduk. Geçmiþ senelerden ýsýtarak 2005'e taþýnan þiiri öldürme düþüncesi, sanki þiiri çok seviyormuþ gibi soruluyor: Þiir öldü mü? Ölmediðini söyleyenler bile, þiirin hayatiyetini anlamamak üzerine anlaþtýklarýný ortaya koyuyorlar. Þiiri öldürmeye azmedenlerle, romaný patlatanlar ayný zihniyetten besleniyorlar. Yýl içinde yayýnlanan onca romandan elimizde ne kaldý? Ýki üç tane iyi, bir iki vasat romanla mý romanýn patladýðýný iddia ediyoruz. Demek ki geri kalan 250 küsur roman yayýnlanmasa da olabilirmiþ. Medyanýn desteðiyle vitrinde yer bulan ve okuyucuya dayatýlan patlamýþ mýsýra benzeyen romanlar; üçüncü, beþinci hatta on beþinci sýnýf gereksiz aþk muhabbetleri yapan kadýn ve erkek kýlýklýlarýn kitaplarý; geceye, þuna buna gülümseyen, gamzeler üzerinden edebiyat yapanlarýn (!) boy göstermesi edebiyatý etkilemedi dersek safdillik etmiþ oluruz. Ne yaptýlar? Okuyucunun aklýný bulandýrdýlar. Ýyi kitaplarla karþýlaþmasýný engellediler. Gereksiz yere zaman ve kaðýt israfýna sebep oldular.
Þiir Öncelikle þiirle baþlamak gerekir. Þiirde birilerinin iddia ettiði gibi, beklediði gibi bir ölme, geri çekilme yaþanmadý. Gayet güçlü þiirler yayýnlandý yýl boyunca dergilerde. Ve þiirimizin yüzünü aðartan kitaplar yayýnlandý. Görene ve okuyana tabii. Bunlardan en önemlisi olan Ýsmet Özel'in Of Not Being a Jew’i son ayda tüm senenin yükünü omuzladý. Sadece þiirle deðil: Ýsmet Özel, 31 Aralýk akþamý CRR Konser salonunda yaptýðý konuþmada, millet olarak varlýðýmýzý þiire borçlu olduðumuzu söylüyor ve þiire yönelik bakýþýmýzý deðiþtirmemiz gerektiðini ýsrarla vurguluyor. Yýl içinde yayýnlanan þiir kitaplarý Türk þiirinin iyi yolda olduðunu gösterdi. Ancak bu iyi yol bir þekilde göreceli bir daralmanýn da varlýðýna iþaret etti. Bu daralma þiir dilinin normal gündelik ifade dilinden tamamen ayrýldýðýnýn da bir göstergesiydi ayný zamanda. Ýyi yönlü bir daralma yani. Has þiire giden yolda, þiir dýþý unsurlarýn ve söyleyiþlerin ayýklanýyor olmasý þiirin yo32
Ýbrahim Tenekeci
Haydar Ergülen
lunu bu þekilde daraltmýþtýr. Þiirin farklý bir söyleyiþe dayanmasý konusu halen tartýþýlan konularýn baþýnda gelmektedir. Þiirin farklý bir ifade biçimi olduðu açýk ve net olarak ortadayken, tartýþýlýyor olmasý þiirin poetikasýna dair kültür eksikliðini göstermektedir. Þiir kitaplarýna ya da þairlere verilen ödülleri saðlýklý deðerlendirmek için hali hazýrda elimizde net göstergeler yok, olmayacak da. Jürilerin inisiyatifiyle verilen ödüller çoðu zaman bir lobi tartýþmasýný da gündeme getiriyordu. Oysa bu yýl verilen ödüllerden herkes memnun göründü. Bunun üzerine tartýþmaya giriþilmedi. Belki de bu son zamanlarda þiirin, ideolojik kutuplaþmalarýn dýþýna çýkarak doðru zeminine oturmasýndan kaynaklanýyor olabilir. Bu ödüllerle, ödül alan kitabýn/þairin vitrine çýkartýlmasý iyi midir, kötü müdür, bu günden kestirmek zor. Ancak, ödül mekanizmasýnýn büyük oranda kanýksandýðýný söyleyebiliriz. Önümüzdeki aylarda Murat Menteþ’in yeni þiir kitabý merakla bekleniyor. Ayrýca, Ýbrahim Tenekeci’nin beklenen þiir kitabý da bu yýla damgasýný vuracaktýr. Genç þairlerin dergilerde yayýnlanan þiirlerinde büyük bir heyecan görüldü. Mustafa Akar, Furkan Çalýþkan, Ömer Yalçýnova, Ahmet Edip Baþaran, Zeynep Arkan, Esra Elönü ve Burak Acar geçen yýlýn en dikkat çeken genç þairlerindendi. Bu þairlerin ciddi bir birikime sahip olduklarýný ve kendi kuþaklarýný oluþturmak açýsýndan önemli bir adýmý geçtiklerini görüyoruz.
ÞÝÝRÝ ÖLDÜREMEDÝLER! Yýlýn Þiir Kitaplarý: Ýsmet Özel, Of Not Being a Jew, Þûle Yayýnlarý * Haydar Ergülen, Keder Gibi Ödünç, Komþu Yayýnlarý * Ah Muhsin Ünlü, Gidiyorum Bu, Sel Yayýncýlýk * Alper Gencer, Ah!, Varlýk Yayýnlarý * Birhan Keskin, Ba, Metis Yayýnlarý * Osman Özbahçe, Düþmanlýk, Þûle Yayýnlarý Antoloji-Yýllýk: Seçilmiþ Þiirler Antolojisi, Haz. Ýbrahim Tenekeci, Lamure Yayýnlarý * Aþk Þiirleri Antolojisi, Haz. Nurettin Durman, Lamure Yayýnlarý * Þiir Defteri, Haz. Þeref Bilsel, Cenk Gündoðdu, Toroslu Kitaplýðý Yýlýn Þairi: Ýsmet Özel (Of Not Being a Jew, Þûle Yayýnlarý)
HÝKÂYE, YALNIZ! Yýlýn Hikâye Kitaplarý: Mustafa Kutlu, Chef, Dergâh Yayýnlarý * Cihan Aktaþ, Duvarsýz Odalar, Kapý Yayýnlarý * Sadýk Yalsýzuçanlar, Ayan Beyan, Sel Yayýncýlýk * Ethem Baran, Unuttuðum Bütün Akþamlar, Doðan Kitap * Sezgin Kaymaz, Sandýk Odasý, Ýletiþim Yayýnlarý * Seyit Göktepe, Ýlkyazlarýn Anýsýyla, YKY Yýlýn Hikâyecisi: Mustafa Kutlu (Chef, Dergâh Yayýnlarý)
33
Roman Romaný neden patlattýlar? Türk edebiyatý içinde kendine has bir forma ulaþamamýþ bir türün patlatýlýyor olmasýný, bunun böyle olduðu izleniminin veriliyor olmasýný neye baðlamak lazým? Daha kolay okunan, adeta bir dizi izliyormuþçasýna insana hazýr gelen kitaplarýn roman diye ortalýða atýlmasýnýn ne anlamý olabilir? Romanýn patladýðý falan yok. Patlayan Türk milletinin duygularýdýr. Nasýl bir zamanlar herkesin bir þiir kitabý olmuþsa, þimdi de herkesin bir romaný var. Hayatýmý yazsan roman olur lafý neden son zamanlarda çok söylenir oldu zanne-
diyorsunuz. Önceden, "þair gibi adamsýn" derlerdi. Þimdi þairliðin pahalý bir iþ olduðu, öyle kolay þiir yutturulamayacaðý anlaþýldýðý için romana raðbet var. Ýnsanlara daha kolay geliyor roman yazmak. Kendi baþýndan geçeni anlatsa içine biraz acý, biraz Türk filmi katsa oldu mu sana, nefis soslu bir roman! Dizilerin çok tutulmasýyla, þiirin ilgi görmemesi, romanýn patlýyor olmasý, hikâyenin daha derine çekilmesi arasýnda çok büyük bir ilgi var. Televizyonun dumura uðrattýðý beyinler, þiiri algýlamakta, hikâyenin içine girmekte zorlanýrken, basit bir romanýn ifþasýný hazmedilebilir görüyor. Çok iyi romanlar da yayýnlandý. Murat Menteþ'in Dublorün Dilemmasý, Metin Savaþ'ýn Zemheri Kuyusu ve Ýsmail Güzelsoy'un Sincap’ý yýl içinde yayýnlanan zihin açýcý, sürükleyici, hakikaten roman olan romanlardan birkaçýydý.
ROMAN PATLADI MI? Yýlýn Romanlarý: Murat Menteþ, Dublörün Dilemmasý, Ýletiþim Yayýnlarý * Metin Savaþ, Zemheri Kuyusu, Ötüken Neþriyat * Latife Tekin, Unutma Bahçesi, Everest Yayýnlarý * Alev Alatlý, Dünya Nöbeti, Everest Yayýnlarý, Tahsin Yücel, Kumru ile Kumru, Can Yayýnlarý * Hasan Ali Toptaþ, Uykularýn Doðusu, Doðan Kitap * Ýsmail Güzelsoy, Sincap, Everest Yayýnlarý * Murat Gülsoy, Sevgilinin Geciken Ölümü, Can Yayýnlarý * Ýhsan Oktay Anar, Amat, Ýletiþim Yayýnlarý * Reha Çamuroðlu, Bir Anlýk Gecikme, Everest Yayýnlarý * Hakan Günday, Malafa, Doðan Kitap * Aynur Kulak, Günlerden Bir Gün, Ýnkýlap Yayýnlarý
Hikâye Hikâyede ise ortalama bir görünüm vardý 2005'te. Genç hikâyecilerin, Türk hikâyesinin geliþimini tam sindiremedikleri yayýnladýklarý kitaplarýndan ve dergilerde yayýnlanan hikâyelerden belli oluyordu. Þiirde olduðu gibi hikâyede de, gençlerin en büyük eksiði ustalarý okumadan kaleme sarýlmalarýdýr. Hem kliþe konularý yazdýklarý için, hem de dilde ciddi problemler olduðu için birçok genç hikâyeci vasatýn üzerine çýkamadý. Usta hikâyecilerimiz ise, kendilerine yakýþan güzellikte kitaplarla 2005'i kapattýlar. Mustafa Kutlu Chef’i takdim ederken Türk okuruna, Cihan Aktaþ "Duvarsýz Odalar"ýn içinde kalanlarý yazdý. Sadýk Yalsýzuçanlar ise gizli görünenin aslýnda Ayan Beyan olduðunu çaðrýþtýran hikâyeleriyle 2005'i selamladý.
ELEÞTÝRÝYÝ KÝM DÝNLER! Yýlýn Eleþtiri Kitaplarý: Nemciye Alpay, Yaklaþma Çabasý, Kanat Kitap * Sabit Kemal Bayýldýran, Günümüz Þiiri Üzerine Yazýlar, Can Yayýnlarý * Yýldýz Ecevit, Ben Buradayým..., Ýletiþim Yayýnlarý * Hilmi Yavuz, Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazýlar, YKY *
Eleþtiri - Düþünce 2005 içinde eleþtiri ve düþünce kitaplarý gölgede kaldý. Ancak kýsýtlý bir kesimin bu kitaplardan, çabalardan, düþüncelerden haberi oldu. Özellikle Türk düþüncesi, son yýllarda sadece belli bir zihniyeti vermekten öteye gidemiyor. Yani, medeniyetimizi, topraklarýmýzý anlamamýz üzerine yapýlan tespitler kapsamlý bir medeniyet tasavvuruna gitmiyor. Oysa, bugün ihtiyacýmýz olan þey, kâmil bir medeniyet tasavvurunun günümüz þartlarýný da göz önüne alarak inþasýndan geçmektedir.
Yýlýn Çeviri Kitabý: Jean-Paul Sartre, Edebiyat Nedir, Can Yayýnlarý
DÜÞÜNCEYE ÝHTÝYAÇ VAR! Yýlýn Düþünce Kitaplarý: Rasim Özdenören, Düþünsel Duruþ, Ýz Yayýncýlýk * Ýbrahim Tenekeci, Son Düzlük, Birun Yayýnlarý * D. Mehmet Doðan, Kültürel Savaþ ve Savaþ Kültürü, Ýz Yayýncýlýk
34
Ah Muhsin Ünlü
Murat Menteþ
Dergiler Edebiyat dergileri açýsýndan 2005 yýlý genel anlamda kötü geçti. Bir çok dergi kapandý, bir çok dergi büyük zorluklarla karþýlaþýp kapanmanýn eþi ðin den dön dü. Özel lik le 2004 Tem muz'un da çý ka rý lan Ba sýn Ya sa sý'yla ede bi yat dergileri sermaye dergileriyle ayný kefeye kondu. Bir çok edebiyat dergisi kendi imkânlarýyla çýkmaya çalýþýrken, vergi borçlarý bir iki milyarlýk yükler ortaya çýkardý. Böyle olunca da direnmenin dayanýlmaz estetiði kýrýlmýþ oldu. 2005 içinde kapanan dergilerden en önemlisi Kýrklar dergisiydi. Ýbrahim Tenekeci yönetiminde yayýnlanan dergi, hem vergi borçlarý hem de Basýn Yasasý'nýn getirdiði ceza nedeniyle zor duruma düþünce zorunlu olaný yerine getirdi. Kýrklar, yetiþtirdiði genç þair, hikâyeciler ve eleþtirmenlerle önümüzdeki yýllara damgasýný daha saðlam vuracak görünüyor. 2005'te yayýna baþlayan dergilerden en dikkat çekenleri Fayrap ve Merdiven Þiir oldu. Her iki derginin de "Türk edebiyatý" diyerek batýya bakýyor olmalarý duruþlarýný oturtmamýþ oldukla rý ný açý ða çý kar dý. Merdi ven Þi ir'in Ýs met Özel'in þiirlerini yayýnlamak dýþýnda edebiyatýmýza ciddi katkýlar yapmadýðý, bir çeviri dergisi olarak kaldýðýný söylemek durumundayýz. Fayrap'ýn ise, kýsýtlý bir edebi çevreyi dikkate alan bakýþý "Türkiye'nin edebiyat dergisi" sloganýyla hiç uyuþmadý. Belki, Türk edebiyatýný kendi arkadaþlarýndan ibaret görüyor olabilirler ama bu rüyadan uyanmalarý lazým. Hem de bir an önce.
Dergilerde yayýnlanan þiirler ne yazýk ki þiir okurunu tatmin edecek seviyede deðildi. Modern þiiri yanlýþ anlamaktan kaynaklanan, anlaþýlmamak için yazýlmýþ birçok manzume dergilerin sayfalarýný iþgal etti. Belki de "modern eþittir karmaþa" yanlýþ inanýþý zihinlere yerleþtiði için þiirde de karmaþa tercih edilmiþ ve þiirin önü böylece týkanmýþ olabilir. Nereden böyle bir kargaþaya geldiðimiz ayrý bir yazý konusu, ancak dergilerin bu tip metinlere neden yer verdiðini de anlamak güç. Belki dergi editörleri de, anlaþýlmaz þeyler yayýnladýkça büyük görüneceklerini zannediyor olabilirler. Anlaþýlmaz þiirlerin dýþýnda lise öðrencilerinin defterlerinden çýkma þiirlere de rastladýk sýkça. Okudukça þiirden soðuduk. Okudukça, kesilen aðaçlara acýdýk. Okudukça, mevkutenin basýlmasý için verilen emeklere üzüldük. Biz zaten bu tip karalamalara þiir demiyoruz. Sorun þu: Bunlarýn þiir olarak etrafta dolaþýyor olmasý, birilerini de þair hissettiriyor olmasý. Türk edebiyatýnýn ne durumda olduðu bizi fazlasýyla ilgilendiriyor. Fotokopi fanzinler bile Türk edebiyatý için olumlu olumsuz bir etki býrakacaðýna göre, tüm alana bakmak durumundayýz. Yayýnlanan kitaplar ne kadar bizi ilgilendiriyorsa, yayýnlanmayanlar da ilgilendiriyor. Bu yýl içinde birbirinden mükemmel kitaplarýn yayýnlanmasýný bekliyoruz ve diyoruz ki: Biz, Türk edebiyatýna bakýyoruz.
35
Ne düzyazý, ne þiir; hepsinde ayný sihir Mustafa Oral ni oluþtururken ne tür kaygýlarý yedeðinde taþýmýþtýr. Hayatýn neresinde durmaktadýr ki o bakýþ ve öngörü þiire dönüþmüþtür. Þiirinin oluþmasýna zemin hazýrlayan nazar nasýl bir nazardýr. Þair þiiriyle nasýl soru sormaktadýr. Sorulara verdiði cevaplarý karþýlayan mýsralar ne kadar güçlüdür. Þair sadece soru soran bir adam deðilse, o sorulara nasýl ve ne kadar cevap verebilmiþtir. Ben kitabý bu sorularý yedeðime alarak okudum. Deneme Yanýlma hakkýnda deðerlendirmeye girmeden önce Akýn'ýn Deneme Yanýlma kitabý ile ilgili olarak dergibi.com'a verdiði röportaja deðinelim. Burada Akýn bu kitabý ile þiirde neyin peþinde olduðunu ve ne yapmak istediðini anlatmaya çalýþtýðýný ifade ediyor. Hiçbir þeyin yerinde durmadýðý bir dünyada genelgeçer sözler söyleyen bir yazar imaj ve intibaý oluþturmak istemediðinden dem vurarak, kendisine en müsait alan olarak "deneme"yi seçtiðini belirtiyor. Okuyucunun ciddiyetini kaybettiði bir ortamda "sorumlu" bir yazar olarak deðil, sadece bir yazar olarak kalmayý önemsiyor. Yanýlgýlarýnýn da bir deðeri olduðuna inanan Akýn, bunun için kitabýna Deneme Yanýlma ismini verdiðini söylüyor. Ve ekliyor: "Her deneme, içerisinde bir yanýlma payý taþýdýðý gibi, her yanýlma da bir yaþamsal deneyiþtir." Deneme Yanýlma Birun Yayýnlarý’ndan çýkmýþ. 155 sayfa ve üç bölümden oluþuyor: Eskizler, Eski Ýzler ve Küsurat. Yazar 20-25 yýllýk yazýn hayatýnýn deðiþik dönemlerini imlediðini hissettiren üslup ve temalar zinciri ile kitabýný örüyor. Bütün özgün sanatçýlarýn önce dillerini, sonra da dünya görüþlerini deðiþtirdikleri görülür. Yani dünyalarýný dilleri üzerine bina ederler. Zira yazar yazarak, sanatçý eserini ortaya koyarak düþünür. Akýn'da benzer bir sürece iþaret eden bir dil kurgusu var. Burada yazarýn zamanla dilini dönüþtürdüðünü, bu dönüþümün dünya görüþünde de ciddi deðiþiklikler yaptýðýný görüyoruz. Kitabýn ilk bölümü "Eskizler" adýný taþýyor. Þiir merkezli yazýlarýn bulunduðu bu bölümde yazar Hüseyin Akýn, þair Hüseyin Akýn'ýn poetikasýnýn ip uçlarýný veriyor. Genelde yazmanýn, özelde de þiirin niçin var olduðu, niye konuþmanýn
Hüseyin Akýn kýrk yaþýnda. Þair, yazar, gazeteci, editör... Bu güne kadar ürünlerini aralarýnda Kardelen, Düþçýnarý, Ünlem, Kýrklar, Endülüs, Yansýma, Yedi Ýklim, Derkenar ve Dergâh gibi dergilerin de bulunduðu bir çok dergide yayýnlamýþ. Özülke dergisinin (1992) yayýn yönetmenliðini yapmýþ. Kýrklar dergisinin yayýn danýþmanlýðýnda bulunmuþ. Milli Gazete'de ve dergibi.com'daki yazýlarýna devam ediyor. Yayýnlanmýþ dört þiir kitabý var: Sevmek, Karanfil ve Kiraz; Ay Tanýðým Olsun; Çöl Vaazlarý; Kumaþtan Çalan Ter zi. Hüseyin Akýn’ýn edebiyat sahasýndaki kitabýnýn adý ise Deneme Yanýlma’dýr. Son iki-üç yýlda yayýmladýðý yazý ve þiirlerle kendi yazýn izleðinde köklü bir devinim ve deðiþim geçirdiði gibi, özellikle edebiyat dergilerinde yayýmladýðý yazý ve þiirleriyle þüphesiz edebiyat camiasýnýn son yýllarýn en fazla ürün veren kiþisi oldu. Bu camiada çalýþkanlýðýn ligi olsaydý herhalde liderlik onun olurdu. Hüseyin Akýn hem þiirde ve hem de nesirde baþarýlý bir yazar. Ýçinde þiir geçen bir cümlede, içinden þiir geçen bir þairin eserinde edebi ürünün türü ne olursa olsun, her halükarda belirleyici olan þiirdir. Nesir ve þiir alanýnda beraberce ürün veren hiçbir yazar yoktur ki þiiri nesrinin önünde olmasýn. Zira þiir yazan þairin elinde nesir þiirini þerheden bir belge olmaktan öte bir anlam ifade etmez. Her ne kadar bir þair þiirini yazarken poetikasýný zaten ortaya koyuyorsa da, bazen þiirini ifade için nesre de ihtiyaç duyar. Bu yemekten sonra suya ihtiyaç duymak gibi bir þeydir. Zarifoðlu misalinde olduðu gibi ilk elden kolay hazmedilir þiirler yazmazsanýz, bunlarý bir gün þerh etme ihtiyacý duyarsýnýz. Hüseyin Akýn son iki þiir kitabýyla özgün bir tat yakaladý. Ýlk iki kitabý nispeten sade ve anlaþýrdý. Belki bunlara çok fazla þerh gerekmiyordu. Ama son iki kitabý þerhi gerektirecek kadar sýrlý ve þifreli. Ben Akýn'ýn Deneme Yanýlma isimli kitabýný, genelde tüm þiir izleðini, özelde de son iki kitabýný þerh eden bir eser olarak gördüm. Ben bu kitabý ilk etapta "Bir þair neden þiir yazar?" þeklinde bir sorunun karþýlýðýný bulmak için okumadým. Bir þair þiirini oluþtururken nelerden yararlanmýþtýr. Þiiri36
susmaya, yazmanýn da konuþmaya tercih edildiði üzerinde duruyor. Bunlarý ezberimizi bozan ifadelerle yapýyor. Mesela bunlardan birisi: "Cennette þiir yoktur." Bu tespitini "Ýdealin yaþandýðý bir ortamda þiirin söyleyebileceði bir þey kalmamýþtýr." cümlesi ile açýyor. Daha sonra, yazmanýn sonu gelmez bir eylem olduðuna iþaret eden "Hiçbir þiir yeterince bitmez" tespitini yapýyor. Þüphesiz bitmiþ bir yazý olmadýðý gibi, bitmiþ bir þiir de yoktur. Deðil mi ki þiir þaþkýnlýktan doðar. Ve insan kainat karþýsýnda hayretini / þaþkýnlýðýný sürdürebildiði müddetçe þiir yazabilir veya onun yerine ikame ettiði þeyleri devam ettirebilir. Ama buradaki þaþkýnlýðýn, þiirin yazýlmasýna kaynaklýk eden sýrrýn ifþa olmasý ve böylece þairin o þiirde anlatacaklarýna artýk aþina olduðunu unutmamalý. Þiir ülfeti kýran ve ortaya koyduðu þeyle insaný aþina kýlan bir þeydir. Akýn da þiirin hayat karþýsýnda duyulan þaþkýnlýktan doðduðunu ifade ediyor. Buradaki ülfet ve aþina kavramlarý bir sonraki yazýyla daha da anlamlanýyor: "Þairin gördüðü þey, baktýðý þey deðildir." Evet þair þiirini yazarken, þiirin içindekiler þaire ayan olur, ve o beyan eder. Ama þairin gördüðü þey baktýðý þey olmadýðý gibi, o þiirde bizim gördüðümüzü sandýðýmýz þey de çoðu kere þairin gösterdiði þey deðildir. Burada dikkat çeken deðinilerden biri de þiirin ve þairin yaþý ile ilgili tespitlerin olduðu yazý: "Genç Þair Deðil, Genç Þiir". Kendi adýma, oldum olasý böyle bir tartýþmanýn ve sorgulamanýn içinde olmadým. Þeytan taþlamaktan ibadete vakit bulamamak, usulle uðraþmaktan esas üzerinde düþünmeye ve konuþmaya bir türlü fýrsat bulamamak gibi bir yanýlgýyý hatýrlatýr bu durum bana. Þiir olarak varamadýðý bir sonuca, þair olarak varma hýrsý gibi bir durum bu. Herkes bilir ki iyi þiir veya kötü þiir vardýr. Genç ya da ihtiyar þair yoktur. Ama bu tür hýrslarý olan birine birilerinin cevap vermesi gerekir ki, artýk mesele bir an önce kapansýn. "Ancak ahlaklý insanlar þiir yazar", diye bir cümleye rastlamýþtým bir ara. Ýnsan olmak, ahlaklý olmaktýr. Ýnsan olmak/kalmak ayrýmýný iyi yapabilen ve insan olarak kalabilen herkes ya þiir yazar yada içinde bir þiir taþýr veya içinde þiire dönüþtürebileceði bir deðer taþýr. Ýkinci bölüm, "Eski Ýzler." Akýn burada edebiyatýn temel temalarý olarak kabul edilen ölüm, intihar, dostluk gibi kavramlar hakkýnda düþüncelerini ifade ediyor. Bir yazýda, özellikle de bir
deneme yazýsýnda yazarýn ne demek istediðini açýk, sade, akýcý bir dille ifade edebilmesi en önemli özelliktir. Denemede yazarýn kafasýnda bir sorunu çözmüþ olmanýn rahatlýðý ve dinginliði ile eserini ortaya koymasý ve bunu hemen çoðu kiþinin anlayabileceði bir þekilde ifade edebilmesi çok önemlidir. Zaten þiirle denemeyi birbirinden ayýran en önemli fark da budur. Bu anlamda bu bölümdeki "Düþünüyoruz, Lakin Taþýnamýyoruz" yazýsý ilginç. Burada bir ezberi bozuyor Akýn. Evet düþünmek ardýndan taþýnmayý gerektirecek bir eylemi içinde barýndýrmalý. Fikir ve aksiyon gibi, Mekke'nin bir düþünme, Medine'nin bir taþýnma olmasý gibi. Bölümün bir diðer yazýsý da "Dostunuza Sahip mi, Yoksa Ait misiniz?" baþlýðýný taþýyor. Bizde genelde iliþkiler habibden (sevgili) halile (dost) doðru iþler. Yani önce (kendimiz için) severiz. Sonra dost oluruz. Benciliz ya, illa da bir menfaat ararýz. Evet habibsiz halil olunmaz. Ama olaya biraz da halil tarafýndan bakmak gerekmez mi? Bir habib için en büyük zenginlik bir halili olmasýdýr. Ýþte bunun için insan Allah'ýn halili, Allah insanýn habibi olmalý. Konuyu Ezra Pound'la baðlayalým: Bizden iyi olanlara acýyalým gel / gel dostum hatýrla ki / zenginlerin uþaklarý var, dostlarý yok / bizim ise dostumuz var, uþaðýmýz yok." Akýn bir sonraki yazýda intihar ol37
met Arayýþlarý" adlý yazý bana bir insanýn zamanla nasýl deðiþebildiðini ve deðiþebileceðini hatýrlattý. Malum Nâzým Hikmet baþlangýçta muhafazakar bir dil kullanýrken, zamanla bir kýrýlma yaþayarak daha sol (!) þiirler yazdý. Necip Fazýl da benzer bir süreci ters yönlü yaþadý. Buradan þunu anlýyoruz ki; hayatta hiçbir þey her þeyiyle ne reddedilmelidir, ne de kabul edilmelidir. Herkesi kendi deðer yargýsý içinde deðerlendirip, istifade etmeye çalýþýlmalýdýr. Akýn da bu yazýsýnda bunu yapmýþ. Þüphesiz nazýmda hikmet vardýr. Hatta nazým, hikmetin ta kendisidir. Akýn Nazým'ýn 1921'e kadarki þiirlerinin duru düþünceli, ve geleneðe dayalý olduðunu ifade ediyor. Bunun için Nâzým'ýn "Biz ve Deniz", " Mevlana", "Yolcu" þiirlerini örnek veriyor. Akýn "Adý: Güzellik Uykusu / Soyadý: Kýrýk Duruþ" adlý yazýda Ýbrahim Tenekeci þiirine eðiliyor. Akýn þiirin hayatla didiþmesini en yoðun bir þekilde Tenekeci'nin þiirinde gördüðünü ifade ediyor. Þiir insani bir durumun en kestirme ifadesi. Þaþkýnlýklarýmýzýn ve taþkýnlýklarýmýzýn bir düzene girdiði zemin. Kainat karþýsýnda kendimizi ve insanlýðý bir ayara çekmenin adý. Korktuðumuz þeylere aþinalýk peyda ettiren, aþinalýk peyda ettiklerimizden korkutan bir simya. Güldüklerimize aðlatan, aðladýklarýmýza güldüren bir siða. Tenekeci þiirinde insan bunu çok fazla hissediyor. Mesela "ölümden korkuyor musun diyor okurun biri / neden korkayým, ona ne yaptým ki / bir kez olsun binmedim saltanat kayýðýna / ve ömrüm boyunca heyelan bölgesinde yaþadým sanki." Tenekeci hakkýnda bir þey söyleme hakkýna en çok Hüseyin Akýn'ýn sahip olduðunu hatýrlatýyor, mütebakisini Akýn'ýn kitabýna havale ederek burada mücmelen geçiyorum.
gusuna deðiniyor. Ýntihar kâmil iman derecesine sahip birinden beklenemez þüphesiz. Meselelere iman penceresinden bakmayan hakikat arayýcýlarýnýn eninde sonunda gelip dayanacaðý yer ya delilik ya da intihar. Batý tarihi Nietzsche, Rousseau gibi delilerle; S. Zweing, W. Wolf gibi intihar edenlerle doludur. Gerçeði söylemek gerekirse, imandan nasibi olmayan bir entelektüel /sanatkâr için intihar ve delilik bir ödül iken, imandan nasibini alan için ise bir ceza ve zaaf alametidir. "Herkesin intihar etmek için bir nedeni" (C. Pavese) olduðu gibi, iman etmek için de bir nedeni vardýr. Tercih sizin. "Söz Sahibi Erkekler, Söz Konusu Kadýnlar" adlý yazýda kadýnýn menfi taraflarýna atýflarda bulunan Molla Cami'den alýntý yapmýþ Akýn. Molla Cami'den bunu hiç beklemezdim. Þaþýrdým. Hak da verdim. Cami'ye göre erkek kadýna yeryüzünden verilebilecek hemen her þeyi verir. Ama öyle bir an gelir ki kadýn patlayýverir: "A canýmý mahveden, ömrümü kýsaltan herif, hiçbir zaman senden bir þey görmedim." Müspet veya menfi, þu kainatta cereyan eden hemen her tarihi olayýn altýnda kadýnýn imzasý vardýr. Mesela güzellik abidesi (!) Kileopetra'nýn burnu biraz uzun olsaymýþ, bir çok savaþ çýkmayacakmýþ. Peki o Muhammed Mustafa'nýn (sav) eþi Hz. Hatice olmasaydý kaç yürek huzura ve sulha ulaþabilirdi ki. Kadýnlar erkeklerin dünleri, düðünleri, yarýlarý ve yarýnlarýdýr. Bazý kadýnlar dün gibidir. Misal Kileopetra. Bazý kadýnlar yarýn gibidir. Misal Hz.Hatice (ra). Bu kadýn ve erkek meselesine hak ve yetkiler olarak deðil de, görev ve sorumluluk bilinciyle bakmakta yarar var. Bilirsiniz hak ve yetkilerin konuþulmaya baþlandýðý yerde, görev ve sorumluluklar hakkýyla ifa edilemez hale gelir. Bölümün son yazýlarýnda birisi de "Mey Ve Meyve" adýný taþýyor. Malum kadýnlar erkeklerin, þiirler þairlerin en saf meyleri, erkekler kadýnlarýn ve þiirler þairlerin en güzel meyveleri. Akýn burada þiire kaynaklýk eden mey ve meyveler üzerinde duruyor. Ömer Hayyam'dan Nabi'ye bir dizi þairin dizeleri ile konuya açýklýk getirmeye çalýþýyor. Ve Sezai Karakoç'la noktayý koyuyor: "Gel dinle baðdaki eski asmalarý / Kýr akþamda batan üzüm bardaðýný."
Zeyl: Süt kýrýlýnca, tereyað; tereyaðdan arta kalanla da lor yapýlýr. Þiir süt gibidir. Þiir olmayacak mýsralar þarký, þarký olmayacaklar da deneme yapýlýr. (Þarkýlarý þiir, anýlarý öykü diye yutturmaya çalýþanlara duyurulur.) Bir þey konu itibarýyla þiir olamayacaksa maharetli bir þair onu þarký da, deneme de yapabilir. Ýþte Hüseyin Akýn 'Deneme Yanýlma" isimli kitabýnda bunu yapýyor. Þiirden bozma (saðaltma) bir dil ile sesleniyor bize. Bize düþen de bu sese kulak vermek.
Üçüncü bölüm, "Küsürat" adýný taþýyor. Bu bölümdeki yazýlar Akýn'ýn Nâzým Hikmet, Ziya Osman Saba, Arif Ay, Ýbrahim Tenekeci gibi bazý þairlerden ilhamla yazdýðý yazýlar. "Nâzým'da Hik38
ilan
39
Meh met Þah Erin cik Sinoplu’ya on dolarlýk þiir Sinoplu bir adam tanýyorum dolanýyor güneþin etrafýnda ah þu anadolu, yaprak kokularýný sürüyerek kendine þiir gibi aðýtlar aðýtlar sürüyerek ilerilere, her köþesinden ölüm görüyor baðrýný açacak bir çift sessizlik kuþanmayý ahd etmiþ denizler den öyle olmalý bu kýþa iyi hazýrlanmalýsýn boynundan aþaðýya bilmediðin kadar hazin bir kar yaðacak belki üþümeler toplanýp vurur seni belli mi olur belli mi olur Sinoplu kendini vurur kayalarýna hayatýn dað taþýr gibi ustalýklý, hadi çýktým bu þiir den sen çýktýn Sinoplu çýktý ben seni kaç yýl taþýyabilirim kalbimde kaç batman edersin bilmiyorum kaç aðýrlýk merkezi kaç çember daralýr sen nerede durursun þüpheyle yaklaþýyorum ar týk gözlerine, kin kusacak bir namlu bu gün yarýn belli mi olur vurursun kaçan her ceylaný av bir tür vahþete dönüþür, bir yeni ýrk doðar yer yüzüne
þüpheyle yaklaþtým güneþ batmayý göze almýþtý bakýmsýzdým elleri kanýyor du býçaklanmýþ birinin üstüste bakýmsýzdý gözleri bakýmsýzdý yamacýnda yeþeren þey kalbinde bir delik gör düm dünya geçiyor kadar büyük düþecektim, tam da sularýn karar dýðý zaman periler yolumu kesti beyoðlunda tam da o zaman aldým içime ner gis kokularýný büyümüþ sayýlýr mýyým gözlerim büyüdü biliyor musunuz tam da þöyle adamlar habire çarpýþýrken karanlýk sularla sular ki yolumuzu siliyor du, izimizi siliyor du uzun bir bakýþ fýrlatan zaman ve kýsa bir duraklama, oradan doðdu hüzün sevmedim tanrým cehennemi, beni cennete dola sevmedim yüzümün kýr mýzýsný tanrým beni cennete dola
þüphesiz çok sar mal bir þeydi ölüm, bedenimde gör düm tam da geceydi, tam da kurþunlar beni bulmuþtu bir köpek çýkýp yürüdü aþklar dan beni gör düm bir kedi huysuz bir ihtiyar temkinli umudu tetikleyecek tek durum: beynimin içinde bum beynimin içinde köpek beynimin içinde kedi þüphesiz köprüleri yýkýk bir yoldu dur duðum. geriler de senin bakýþlarýn, ey bakýmsýz kadýn
40
ey bakýmsýz kadýn bana seni yolduran zaman Sinoplu'nun sýr týndaki mahþere benziyor neden ben dar madaðýn kelimesini seviyorum bilmiyorum dar madaðýn bir zaman dar madaðýn bir mekan dar madaðýn bir insan ey bakýmsýz kadýn dar madaðýn bir çarþýda seni gör düm çarpýþtýk en müstesna yerlerinde kuytuluklarýnýn böyle olmalýydý herþey en güzelinden geçerken en dar madaðýn umudu kuþanan gökyüzü en karanlýk sular da beni bana yoldur du ey bakýmsýz kadýn sinoplu dostum deniz kokuyor du Sinoplu daima Sinopluydu.. istanbul nasýl daima istanbulsa þiir nasýl daima þiirse, anlatmamalýyým biliyorum gözlerimin tenhasýnda bulunup çýkarýlmalý cehennem yangýn ve on kez dar madaðýn yüzüm alev ve on kez dar madaðýn yüzün duman ve on kez dar madaðýn hayat...kimbilir seninle nasýl öleceðiz ...
Resim: Mehmet Korkmaz
Her þeyi býraktým, on dolar eder mi þu kelimeleri toplasam þu kelimeleri yontsam on dolar eder mi; ey sinoplu verir misin on dolar yir mi boþalýr kuytular da
41
Makina cücükleri Berat Demirci A. Tanesi demir iki buçuk liraya fennî imalat ürünü "makina cücüðü" satýn almaya baþladýðýmýz günler o kadar eski sayýlmaz. Bu memlekette köklü deðiþimlerin yaþandýðý televizyon sonrasý dönemle beraber makina cücüðü de kendine ayrýlan bir vitrinde müþteri beklemeye baþlar. Bahçesinde ya da balkonunda tavuk yetiþtirmeye heveslenenler, ellerine birer mukavva kutu alarak kaç adet istiyorsa doldurur; garipçiklerin çoðu da eve götürülüþlerini müteakiben ölmeye baþlardý. Bu minik yaratýklar ne kadar sevimli olsalar da hakiki tavuðun rehberliðinde hayata baþlayamadýklarý için tehlikelere karþý pek mukavemetsizdiler; yeri soðuk olur ölür, ceryanda kalýr ölür, yediði yem dokunur ölür; on alýrsanýz ikisi ferikliðe ancak adým atardý. Gurk tavuðun canýndan can katarak, binbir meþakkatle peydahladýðý cücüklerle fennî cücükler arasýndaki esaslý fark; köylerimizde bu iki tavuk neslinin yan yana gelmesiyle belirginleþir.
pozuyla iki yana kaldýrarak gardýný alýr, soprano naralarla bütün köyü ayaða kaldýrýr. Cücükler de vaziyetin vahametini sezip, analarýnýn arkasýna saklanarak can pazarýndan salimen çýkmanýn telaþýna düþerler. Bütün bunlar, yeni tavuk nesli için tecrübî bir anlam taþýsa gerek; zira, yaþamanýn akaidini öðrenmekle kalmayýp, annelik makamýna terfi ettiklerinde harfiyen yavrularýna nakletmektedirler. b. Her yeniliði kabul etmeye aþýrý hevesli köylülerimiz, makine cücüklerini alýp köye götürdüklerinde baþlarýna geleceði tahmin edemezler. Yumurta verimini artýrmak ve kýsa yoldan çok sayýda tavuk sahibi olabilmek için bu yeni icat cazip görülmüþtür. Bir tavuðun epeyce bir süre yumurtlama iþini býrakýp yavrularýyla uðraþmalarý verimi düþürmektedir. Bu yüzden, gurk olma alametleri görülmeye baþlayan tavuklarý bu iþten vageçirmek için suya basarlar, bu ilginç metod iþe yarar, tavuklarýn analýk arzularý soður, yumurtadan kesilmezler. Bu, bir anlamda insanlar üstünde denenmemiþ ama, oldukça eski bir doðum kontrol yöntemidir. Gel gör ki, kuluçka cücükleri sürekli bakým istemektedirler, hususi bir adam onlarý korumakla görevlendirilse büyük bir iþ gücü kaybý olacaktýr. Bu sefer, makina cücüklerini evlatlýk olarak bir anaç tavuða yamamaya çalýþýrlar; ne mümkün... Anaç tavuk, kendi sýcaklýðýndan iz taþýmayan bu öksüzleri kabul etmeyip horlar. Biçareler, bu merhametsiz tavra bir anlam veremeseler de cücükken gözleri korkar ve hayat mücadelesini seme seme dolaþarak sürdürmek zorunda kalýrlar. Bazý uyanýk köylüler makina cücüklerini, tabiatý icabý sürüye katýlan evlatlýklarýn cinsine pek aldýrýþ etmeyen hindilerin arkasýna katarlar; lakin yavrucaklar bu kez de sürüye intibak edemezler. Hindinin arkasýndan gitmeyi zaman zaman unutarak haramî kedilere, kargalara yem olurlar. Makina mamûlü ile hakikîler arasýnda bir önemli fark da yetiþkin hâle geldikten sonra ortaya çýkar. Makinadan doðma tavuklarýn genetik
a. Daha yumurtadan çýkar çýkmaz bir ananýn peþine takýlarak, hayatý çöplükte talim yoluyla öðrenen yerli cücükler gerçekten þanslýdýr. Ana gakladý mý bilirler ki didilecek bir nesne var, minicik adýmlarýyla seðirterek derhâl anaç tavuðun iþaretlediði yere gagalarýyla saldýrýr ve hýzlý davranan nevaleyi götürür. Hava soðuk oldu mu sayýlarý kaç olursa olsun analarýnýn kanatlarý altýnda sýðýnacak bir yer mutlaka bulurlar, daha afacanlarý telekler arasýndan kafayý çýkartarak çevreyi dikizlemeyi ihmal etmez. Anaç tavukta, yavrular yetiþkin hâle gelip de hayata atýlmadan önce, aðýr bir mesuliyet duygusu vardýr; iyiniyetle yaklaþýp, yavrularý sevmeye kalksanýz bile saldýrýr, cürmüne bakmadan tepenize tepenize sýçrayarak sizi uzaklaþtýrmak için elinden geleni yapar. Yavrular terbiye edilmiþ bulgurla beslenirken, ana onlara kol kanat gerer, baþka tavuklarý, bedavacý serçeleri kovar; olur da bir alýcý kuþ tepelerinde gitgide daralan daireler çizerek alçalmaya baþlarsa; kanatlarýný en külhanî 42
beyzade keyfiyle çöplüðünde efelene efelene gezemeden, yýllarca vakte þahadet etmek gururunu taþýyamadan kendilerini elektrikli kesim aletinin önünde bulurlar. Hoþ, kendi hâllerine de býrakýlsalar sýhhatli ve uzun bir ömür sürdürecekleri yoktur; çabuk ete gelsinler gayretiyle öyle tuhaf maddelerle besiye çekilmiþlerdir ki, kesimlik hâle geldiklerinde karaciðerleri çoktan çürüðe çýkmýþtýr.
þifrelerinde bir nakýsa zuhur etmiþtir sanki; nesli sürdürme faaliyeti angarya geliyormuþcasýna anne olmak sevk-i tabiisine pek uymak istemezler; gurk olma temayülü belirten makina tavuðu nadirattandýr. c. Köylüler yavaþ yavaþ vaziyeti kavrarlar; makinadan türeme bu nazlý hayvan ufaklarý diðerleri gibi "pinlik"ten dýþarý seyip býrakýlmayýp, kendilerini kurtarana kadar tel örgüler ardýnda muhafazaya alýnýrlar. Böylece, köylülerimiz pazar için niyet etseler de küçük çaplý eviçi ihtiyacý karþýlamaya yönelik tavuk üreticiliðinde karar kýlarlar. Vakýa, o ilk heves geçmiþ, makina cücüðüne gösterilen ilgi azalmýþtýr. bir müddet sonra da en fazla on beþ-yirmi tavukla karþýlanan ev ihtiyacý için de kadim zamanlardan beri bilinen usule rücu edilir. Makina cücükleri gerçek makamlarýný modern tavuk çiftliklerinde bulur: birer tavuk sýðacak geniþlikteki kafeslerde gramajý teknik usullerle hesaplanmýþ özel yemlerle beslenirler; kesimlik hâle gelene kadar yumurtalarýndan istifade edilir ve çoðu daha yaþýný ikmal etmeden, süslü ambalaj ve markalarla beyaz et ihtiyacýný karþýlamak üzere sofralara nakledilirler. Zavallýcýklar; hemcinsleri olan tabiî tavuklar gibi sere serpe gezemeden, fýþkýlýðý bir kez olsun didemeden; dahasý, hiçbir zaman anaç tavuk olup cücük yetiþtirmek ya da haremi farklý ýrklardan dilberlerle dolu bir
d. Makina cücükleri ya sarý renklidirler ya beyaz. Baþka renklerine fazla rastlanýlmamaktadýr. Yumurtalarýn sadece iki ýrktan seçilerek konulduðundandýr desek, yine de arada bir soyaçekim gereði bazýlarýnýn en azýndan ton farkýyla da olsa farklýlýk göstermesi iktiza eder diye düþünüyorum. Herneyse, iþin bizim bilmediðimiz teknik bir tarafý varolabilir; bildiðim, bütün makina cücüklerinin birbirlerine benzer davranýþlar gösterdiðidir. Kuluçka makinasýna giren yumurtalardan yedi göbek evvelinden sürüp gelebilen, cedlerine münhasýr özellikler kökten kazýnmýþ gibidir. Normal yollarla dünyamýzý ziynetlendirmiþ tavuk yavrularý rengârenktirler: kimi siyah, kimi beyaz, kimi alaca, kimi býldýrcýn çili, kimi kahverengi, kimi kýrmýzýya meyyal... Davranýþlarý da renkleri gibi çeþit çeþittir: kimi tez canlý, kimi atak, kimi nazlý, kimi dalgýn, kimi yýrtýcý... Bu çokrenklilik ve çeþitlilik; sipariþ üzerine yaþanmayan, makinalardan döl kapmayan bir hayatýn sü43
reðinden baþka birþey deðildir.
Köy, þehir, sokak, mahâlle, komþuluk gibi insan iliþkilerini tanzim eden müesseseler üstü hüviyete sahip medeniyet uzuvlarýna kýran girmiþtir, sanki; hepsi birbiriyle peþpeþe ya da ayný zamanda boyun düþürmüþtür. Tek umut ve çýkýþ kapýsý gibi görülen okullarýmýz; "maruf"u topraðýn ve insanýn damarýna zerkedebilecek bir maarif menbaý olmak þöyle kalsýn, mekanik bir terbiye anlayýþýnýn tatbikat sahasý gibi düzenlenerek, þizofrenik bir kaç neslin yetiþmesinde üstün bir rol oynamýþtýr. Karþýmýzda, freni tutmaz hale düþmüþ, emniyetsiz bir toplum vardýr; önden gideni kapar, arkada kalaný teper.
B. Kuluçka cücüklerinin tabîî çevrede yaþayabilme imtihanýndan sýnýfta kaldýðý günlerde; Anadolu'dan göçederek büyük þehirlere yerleþen birinci kuþak, yanlarýna cicili bicili evlatlarýný da katarak, sýlay-ý rahim maksadýyla doðduklarý köyü ziyarete gelirler. Baba ocaðý tütmez olmuþsa bile, amca dayý gibi yakýn akrabalarýncandan ilgisiyle izzetlenirler. Anne ve baba, bir yýðýn hatýrayla dolu köylerinin daðýný, tepesini, çayýný, çeperini gezmeye baþlarlar; cana can katýlmýþ; benizlerine kan, dizlerine fer gelmiþtir. Ne var ki, çocuk iþin tadýný kaçýrmaktadýr: leblebi yer diþi kýrýlýr, damdan düþer baþý yarýlýr; akranlarýna uyarak derede çimince yaz günü zatülcemp geçirir, güneþte kalýr çarpýlýr; merkebin kuyruðunu çeker çifte yer, kendini sevmek isteyen ihtiyarýn sakalýný yolar; saklambaç oynarken ýsýrgan otlarýnýn arasýna siner, kolu budu daðlanýr... Artýk iþin çekilir tarafý kalmamýþtýr; evsahiplerinin bütün ihtimamýna raðmen baþý beladan kurtulamayan yavrucaðýn ard bir niyeti de yoktur amma; ne havasýna uyabilmektedir köyün, ne suyuna, ne huyuna. Bir müddet daha köyde kalmayý arzu etmelerine raðmen, anne baba mecburi dönüþ hazýrlýðýna baþlar. Sülalenin ihtiyarlarý da bir daha görür müyüz, göremez miyiz düþüncesiy le kal ma la rý ný is temek te dir ler; ne var ki çocuktan herkes yaka silker hâle gelmiþtir, bir de baþýna bir iþ gelmesinden korkulmaktadýr; sükûtu yeðlerler. Yalnýz, içlerinden en umur görmüþü sitem makamýnda: - Yeðenim, çocuk deðil bu sizin oðlan, makina cücüðü; nasýl yetiþtirdiniz bu veledi. Demekten kendini alamaz. Mislini nice gördüðümüz bu arifâne teþbih, ayný zamanda bir sosyal durum tesbitidir. Bozkýrda yadýrganan makina cücüðü misali çocuklarýn, kent le ri miz de ar týk ya dýr gan ma ma sý, ora la rýn daha erkence makinadan çýkan insanlarla dolmuþ olmasýndandýr herhâlde. Zamanýn bizim bulunduðumuz noktasýndan bakýldýðýnda kuluçka makinasýndan çýkan insan türünün ülke, din, ideoloji, köy, kent farký dinlemeden seri bir þekilde çoðaldýðý daha açýk görülmektedir. Ýnsanlarý tornasýna alarak ciyak ciyak biçim veren bu global makina ne menem bir icad ise, her türlü farklýlýða karþý tahammülsüzdür.
a. Ýtirazýnýz vardýr bilirim. Benim kýzým yenilikçi, çaðdaþ, özgür bir gençtir demektesiniz. Saydýklarýnýz, bir sosyal þahsiyet olan insanýn, baþkalarý ile olan iliþkilerini tasvir eden kavramlar deðil; zamandan, tarihten, kültürden, beþerî hayattan tecrit edilmiþ bir varlýðýn etiketleridir. Bu varlýk, rüzgar ne yana eserse perçemini o yana düþürecek; yenilik adýna argoyu, çaðdaþlýk adýna malý götürmeyi, özgürlük adýna arsýzlýðý anlayabilecektir... Hattâ, bu ýsmarlama özellikler; onun, kendini kaba hatlarla kütleleþtirerek, hiçbir inceliðe geçit vermeyen biri hâline gelmesine; insan sýfatýndan, sadece ve sadece biyolojik organizma olmaya doðru bir çevrim geçirmesine rýza göstermektesiniz. Ýtirazýnýz vardýr bilirim. Benim oðlum dindar, muhafazakâr, millî deðerlerine baðlý bir gençtir demektesiniz. Siz de dikkat ederseniz "kabala karpuz" pazarlar gibisiniz; bu sözler, görücü gidilen kýzýn ailesine "laf ola" cinsinden sýralanan ve oðlunuzun þahsiyetini ifade etmeyen lakýrdýlardýr. Bunlar yerine; efendilik, dürüstlük, nezaket, tevazu gibi baþkalarý ile geliþtirilen iliþkileri vurgulayan vasýflar sayýlabilmeliydi; üstelik, yakýn geçmiþimizde bu vasýflar yerli halk içinde pek muteber idiler. Farkýnda olmadýðýmýz ya da görmezlikten geldiðimiz büyük bir kayýbý yaþýyoruz; "ilmihâl" ile günlük hayata sirayet eden bir din anlayýþýnýn, hayattan tehcir noktasýný çoktan geçtik bile. Birbirinin zýddý gibi görünen bu iki tip, kendi içlerinde sarýnýn ve beyazýn dýþýnda renkleri havî deðildir. Ayný makinanýn tornasýna sokulmakta beis görülmediði müddetçe sarý ve beyaz arasýndaki mahiyet farký giderek kaybolacaktýr. "Orta44
yol" hiçbir zaman belirmeyecektir; çünkü yollar pusludur. b. Global makinanýn þirret bir deveraný var; mintanýnýzýn eteðini esirgerken, kolaðzýný kaptýrýyorsunuz; çekmeye baþlýyor sizi, direnmeseniz alýp götürecek; kendiniz kalmanýzý saðlayan ne varsa tüleyecek, sonra bir iþaret asýlacak yakanýzýn bir tarafýna. Dehþetli bir kâbus bu. Görünen o ki, çokseslilik parolasý ile çýkýlan yol üstünde, ne kadar ses sahibi varsa susturulacaktýr. Hâlden tedirgin olan bazý insancýklar; çaðdaþ topluluklara intisap yoluyla, bir "anaç"a sýðýnma ihtiyacýný fiilleriyle izhar etmektedirler. Anaç rolünü sergileyenler, kanatlarý altýna almaya gördüklerini biraz kolundan, biraz kanadýndan kýrparak "þimdi kuþa benzedin" deyip ortalýða salmakta; kuþa benzeme istidadý göremediklerine ise "çürük elma" muamelesini reva görmektedirler. Tarz itibariyle, evreni haddesinden geçirmenin hesaplarýný yapan global makinanýn küçük bir modeline benzeyen çaðdaþ topluluklarýn haþmetli ve heybetli reislerinden pekçoðunun Marlboro marka bir sigara temasýyla fosalmalarý, eteðinin gölgesine duldalanmak isteyen týfýllarý nasýl sarsmaktadýr kimbilir.
Ýs mail Ka da re
*
Hasret Birkaç damla yaðmur cama düþtü, Ve ben, ben özledim seni Ýkimiz de ayný þehir de yaþýyoruz, Nadir görüþüyoruz... çok nadir.
c. Yabancý dille eðitim yapan mekteplerimizden birinde mürebbiyelik yapan, bir matmazelin beyânýdýr: "Burada aritmetiði kuvvetli tavuklar yetiþtirmekteyiz". Tavuklar, kendilerine ayrýlan daracýk alanlarda, gramajý iyi ayarlanmýþ teknik bilgilerle donatýlmakta ve folluða iyi cins yumurta býrakýr hâle gelmenin bedelini ödemektedirler. Belli bir zaman sonra sanýrlar ki, dünyada bir tek tavuk ýrký yaþamakta, herkes gýdaklamakta ve yu murt la mak ta dýr; oy sa, alý cý kuþ lar, til ki ler, kurtlar da vardýr gerçek hayatta. Ve, hiçbir zaman bu vahþilere karþý ne yapýlacaðýna dair tecrübî bilgileri, onlara yaþayarak ve yaþatarak aktarmýþ bir anaçlarý olmamýþtýr. Kuluçka makinasý çok iyi korunmaktadýr. _______ Lugâtçe
Ve bana çok garip geldi, çok. Nasýl çatýp geldi bu sonbahar, bu sabah! Karar mýþ gökler de leylekler yok, Gökkuþaðý yoktur yaðmurlar arasýnda. Ve Heraklitos'ten o eski mýsra, Aklýma geldi bugün, lanet olsun! 'Yaþayanlar beraber dir dünyada, Ölüler ise ayrý durur...' Hangi rüyaya daldýk böyle kötü, Ve kalkamýyoruz þimdi?! Birkaç damla yaðmur cama düþtü, Ve ben... ben özledim seni... Çevirenler: Alban Tar tari - Furkan Çalýþkan *
cücük: Civciv. Özelde tavuk, genelde her türlü kuþ yavrusu. ferik: Henüz yumurtlamaya baþlamamýþ genç tavuk. gurk: Kuluçkaya yatan tavuk. pinlik: Kümes.
45
Çaðdaþ Ar navut þair / yazar (1936-......)
Rasim Özdenören: Kendisi ile o türün bittiðini zanneden sanatçý, istikbale miyop bakýyor dur. Söyleþi: Kâmil Yeþil Düþünce yoluyla insanlara yol gösteren, ufuk açan entelektüel bir düþünce adamý var ama, bir de öykücü Rasim Özdenören var. Acaba bunlarýn hangisi daha çok okundu, bunlarýn hangisi daha çok dikkati çekti? Þimdi þunu söyleyeyim; denemeye talep daha çok. Þayet bu talep olmayaydý, öyle zannediyorum ki deneme hiç de yazamayabilirdim. Ama halen yazýyoruz, günlük bir gazetede, gerçi onlara ben günlük gazete yazýsý diye bakmýyorum. Nadiren o tür yazýlar da belki yazýyorum. Ancak esas itibariyle onlarý günlük gazetede yayýnlanan denemeler olarak düþünüyorum. Talep edilen bu olduðu için deneme yazýyorum. Kendi halime býrakýlsam o yazýlarý yazmayabilirim. Öyküde yoðunlaþmak istiyorum, fakat denemeye talep o kadar fazla ve yüklü ki, karþý gelemiyorsunuz. Þu anda elimdeki öykü taslaklarý bu yüzden uykuya yatýrýlmýþ vaziyette. Rahmetli Akif (Ýnan) "kaçmaktan kovalamaya vakit bulamýyoruz" derdi. Ben de öyle, kaçmaktan öykü yazmaya fýrsat bulamýyorum, ama kendi halime býrakýlsam hep öykü yazmak isterdim.
dýk. O öykülerin bahtsýzlýðý o ki, yüzde doksaný itibariyle iki arada bir derede yazýldý. O zamandan beri yazýlmamýþ ve bu anlamda yazýlmayý bekleyen öyküler var mýdýr? Var tabii. Demek ki düþünce yazýlarý hâlâ o konuda etkisini gösteriyor. Þimdi herkesin kendi týyneti, eðilimi, fýtratý, içtihadý… Hangi kelimeyi seçersen seç beðen al, kim neye talip ise biz de o yanýn tezahür etmesini istiyoruz. Düþünceye aðýrlýk verenler diyor ki keþke daha çok deneme yazsa, öykü de neymiþ, öykü hiç yazýlmasa da olur. Öte yandan edebiyatta karar kýlmýþ olan arkadaþlar keþke daha çok öykü yazsa diye düþünüyor. Peki þimdi, modern zamanlarda yazarýn yazdýklarýna yabancýlaþmasý gibi bir durum gözleniyor. Yazdýklarý, sanki kendi dýþýnda gözlemlenmiþ, kendi derdi deðilmiþ. Yazar ayrý bir âlemde, yazdýklarý ayrý bir âlemde. Okumalarý ile mistiklik duygusu veriyor ama, adamý tanýyoruz biliyoruz ki bu adam o âlemlerin insaný deðil. Modern zamanlarýn çýkardýðý bir sorun bu; bir kiþilik olarak yazar ile eser ayný düzlemde buluþmuyorsa buradan edebiyat nereye çýkacaktýr? Ýki farklý dünya ortaya çýkýyor belirttiðin noktada. Aslýnda, eseriyle yazarýný buluþturmadýðýmýz nokta tam da olmasý gereken bir yazým tarzýdýr. Fakat senin anlatýmýndan ben öyle hissediyorum ki, bunu yadýrgýyorsun. Halbuki bu iki yazým tarzý ta baþtan beri var. Diyelim ki yazar mistik deðil, fakat eserine baktýðýnda mistisizmi terennüm etmiþ. Bunun örneklerinden biri Ahmet Hamdi Tanpýnar. Tanpýnar mistik bir insan deðil; ateist midir, deðil midir, o kadarýný bilemem ama, batý kültürünün göbeðinde yaþayan, ama bir yanýyla da kendi tarihine (Yahya Kemal'in etkisiyle) yerli bir açýdan uzanmak suretiyle bakmak isteyen bir yazar. Yahya Kemal'in kendisi de ayný þe-
O zaman þöyle bir þey var. O duyarlýlýklarýnýzý sanat aracýlýðý ile, sanat yolu ile geliþtirme deðil de, daha çok düþünce alanýyla baðlantý kurarak geliþtirmeyi tercih ettiðinizi görüyoruz. Sizin söylediðiniz buraya çýkýyor. Gazete de istese bunu, dergi de istese, bunu sanatsal olanýn içinden varýlabilecek bir sonuç deðil de, doðrudan düþünce yoluyla ulaþýlmak istenen bir yola hem yazarý hem de okuyucusunu yönlendirmiþ oluyor. Þimdi bana rahmetli Cahit Zarifoðlu'nun söylediði bir sözü hatýrlattýn. Ben ona her defasýnda "Cahit keþke bir fýrsatým, vaktim, zamaným olsa da elimdeki öyküyü bitirebilsem" diyordum. Cahit de bana her defasýnda þunu söylerdi "Öyküyü nasýl olsa yazarsýn, ama þu anda derginin düþünsel yazýya ihtiyacý var, onu yaz." derdi. Biz de mecburen -dergi çýkmayacak o yazýlarý yazmasandergi akim kalacak diyerek mecburen onu yazar46
kilde. Bunlar, kökende, batý felsefesi açýsýndan baktýðýmýzda biraz agnostik, biraz materyalist, esasta rasyonalist, uygulamada pozitivist bir duruþa sahipler. Daha radikal bir terim kullanýrsak materyalist gelenekçi diyebiliriz. Öte yandan Ahmet Hamdi Tanpýnar'ýn eserlerinde mistisizm de görülüyor. "Beþ Þehir" kitabýnda bunu görüyoruz. Öte yandan Mehmet Akif'e baktýðýmýzda, Akif dindar fakat mistik olmayan materyalist bir þairdir. Daha eskilere, on bin sene öncesine gidelim; Homeros'un "Ýlyada ve Odysseia"sýna bakýn. Orada, Homeros'un kiþisel hayatýyla ilgili bir þey göremezsiniz, fakat adam öyle þeyler söylemiþ ki bu güne de konuþuyor. Oradaki metaforlar, istiareler ayaklarý yere basan istiareler. Zaten öyle uyduruk bir þey olsa kalmazdý. Ýnsanlýðýn þuuruna öylesine evrensel ölçüde iþlemezdi. Homeros kendi kiþisel hayatýný eserine derç etmemiþtir ya da almamýþtýr. Dante keza öyledir. Onun "Ýlahi Komedya"sýna her ne kadar kendi þahsi hayatý aksetmiþ gibi görünüyorsa da, aslýnda kiþisel yaþantýsýnýn dýþýnda duran bir eser. Dikkat ederseniz örnekleriniz hep batýdan oldu. Doðuya baktýðýmýzda mesela Fuzulî, Yunus Emre gibi bize yönelik olanlara baktýðýmýzda ayný þeyleri aramalý mýyýz? Baudlere'e, Rimbaud'ya baktýðýnda hayatlarý kendi þiirinin içindedir. Bizde Necip Fazýl'ýn kendi þiirinin içinde olmasý gibi. Cahit Zarifoðlu'nun kendi þiirinin içinde olmasý gibi. Bunlar kendi þiirinin içinde olan þairlerdir. Fuzulî diyorsun. Fuzulî mecnun olup çöllere mi düþmüþ? Ama o, aþkýn ne idüðünü biliyor. Aþký tanýyor, bu yüzden bunca etkili. Ben, onun, aþký Shakespeare'den daha iyi tanýdýðýný düþünüyorum. Shakespeare de kendi þiirinin içinde olan bir þair deðil. Keza Dostoyevski kendi romanýnýn içinde olan birisi deðildir. Olay þu; konuyu tanýyor musun, yoksa onu yaþýyor musun? Bu soru yeni bir soru, fakat vereceðimiz cevap tarihe bakýlarak verilebilir. Bu soruyu Flaubert "Madam Bovary, benim" diyerek ortaya koymuþ. Halbuki biz diyoruz ki "Madam Bovary baþkasýdýr, çünkü Flaubert Mösyödür, Madam deðildir." Kadýn psikolojisiyle erkek psikolojisi birbirinden farklý olduðu; hayata bakýþý, dünyaya bakýþý birbirinden farklý olduðu için böyle söylüyoruz. Flaubert öyle söylemiþ, amma Flaubert Madam Bovary deðil, o Madam Bovary'yi tanýyan, onun ruhuna nüfuz eden biri.
Rasim Özdenören 1940'ta Kahramanmaraþ'ta doðdu. Ýstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni ve Ýstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'nü bitirdi. Devlet Planlama Teþkilatý'nda uzman olarak çalýþtý. ABD'nin çeþitli eyaletlerinde, 19701971'de iki yýl kadar kaldý. 1975'de Kültür Bakanlýðý Bakanlýk Müþavirliði görevine geldi, bir yýl da müfettiþlik yaptý. Çok Sesli Bir Ölüm ve Çözülme adlý hikayeleri TV filmi yapýlmýþ, bunlardan ilki, Uluslararasý Prag TV Filmleri Yarýþmasý'nda jüri özel ödülünü almýþtýr. Eserleri: Ýpin Ucu, Yumurtayý Hangi Ucundan Kýrmalý, Yaþadýðýmýz Günler, Acemi Yolcu, Red Yazýlarý, Çözülme, Yeni Dünya Düzenin Sefaleti, Köpekçe Düþünceler, Ben ve Hayat ve Ölüm, Çok Sesli Bir Ölüm, Müslümanca Düþünme Üzerine Denemeler, Hýþýrtý, Kafa Karýþtýran Kelimeler, Müslümanca Yaþamak, Çapraz Ýliþkiler, Gül Yetiþtiren Adam, Hastalar ve Iþýklar, Yeniden Ýnanmak, Ansýzýn Yola Çýkmak, Denize Açýlan Kapý, Kent Ýliþkileri, Ruhun Malzemeleri, Kuyu, Çarpýlmýþlar, Ýki Dünya, Aþkýn Diyalektiði, Toz, Yazý Ýmge ve Gerçeklik, Düþünsel Duruþ.
Madam Bovary'nin nasýl yaþadýðýný biliyor, hayatýna nasýl son vermesi gerektiðini biliyor. Burada Madam Bovary'nin intiharý da uyduruk bir intihar deðil, okuduðun zaman yadýrgamýyorsun. Madam Bovary'nin içine düþtüðü açmazý görüyorsun. Flaubert hiç acemilik çekmeden ve bizi hiç yadýrgatmadan ve yanýltmadan olayý anlatýyor. Tol47
stoy da büyük bir kafa ve büyük bir romancý. "Kroyçer Sonat"ta bir cinayet olayýný anlatýr, fakat o cinayet olayý sanaldýr, ayaklarý yere basmaz. Burada, cinayet psikolojisini tanýyan biri olmadýðýný görüyoruz Tolstoy'un. "Diriliþ"te de bir vicdan azabýný anlatýr. Romanýn bütün görkemine raðmen son tahlilde bir þematizm söz konusudur. Kahramanlarýný tanýmak ve onlarla özdeþleþmek ayrý þeylerdir. Bu her zaman karýþtýrýldýðý için, yaþadýðýný yazma diye bir laf uyduruyorlar. Yaþamadýðýný yazarsýn, fakat tanýmadýðýný yazamazsýn. Yaþamadýðýmý yazmam diyen biri bir roman yazacaksa, romanda bir cinayete yer verilmek gerekiyorsa onun cinayet iþlemesini mi bekleyeceðiz? Veya hýrsýzlýðý anlatan birinin hýrsýzlýk yapmasý mý gerekiyor?
Þimdi bir arayýþ söz konusu. Yazar, bir yerden sonra, belki hiç bitmeyecek ama bittiðini düþündüðü yeri arýyor gibi geliyor bana. Buradan hareketle söylüyorum; öykünün de böyle bir mecraya doðru gittiðini söyleyebilir miyiz? Münferit öykülere baktýðýnda, o öykü bir yerde bitecekti, bitti. Fakat yazarýn dünyasý açýsýndan baktýðýnda, o öykü orada bitti ama, ondan ibaret deðil, o kadar deðil. Dolayýsýyla senin söyleyeceðin þey o bir öykü ile kaim ise orda biter. Mesela bu þekilde çok genç yaþta, 18-19 yaþýnda noktayý koyan bir arkadaþým var; beraber öykü yazmaya baþlamýþtýk. O fakülteye geldiðinde bir ders kitabýyla karþýlaþýnca, "Þayet bu kitabý yazan adam kadar tumturaklý cümle kuramayacaksam yazmanýn bir manasý yoktur." dedi. Ve vazgeçti, bir daha da yazmadý. Bilinçli bir vazgeçiþ. Veya benim, öykülerinden etkilendiðim, modern öyküye ilk defa onun öyküsüyle gözümü açtýðým bir Yurder Karpuzoðlu vardý. Nuri Pakdil'in çýkardýðý Hamle dergisinde birkaç öyküsünü okumuþtum. Bu günden geriye baktýðýmýzda çok acemice çok çocukça öyküler görünebilir. Ama Sait Faik tarzýnda okuduðumuz ilk öykü onunkiydi. Sait Faik'ý tanýmadan önce o aðabeyimizin öykülerini okumuþtum. Sonradan fakültede onunla tanýþmak nasip oldu. Ona "bu kadar güzel þeyler yazýyordun, niye devam etmedin?" diye sordum. Cevabý ilginçti: "Öykü yazmanýn, dedi, dehaya mahsus bir iþ olduðunu fark edince býraktým. Bende o dehanýn olmadýðýna kani geldim."
Mesela ben "Kuyu"yu okuduðum zaman -bir kiþinin öyküsü olarak okuyorum- ben yine de yazardan farklý bir kiþi düþünmüyorum. Yazarýn düþünsel anlamda da, hayata bakýþ anlamýnda da burada yazarýn kendisi de vardýr diyorum. Bu anlamda bir sahicilik kazanýyor eser. Mesela gül yetiþtiren adam oluyor Rasim Özdenören; ister gerçek olsun ister olmasýn. Böyle bir kiþilik görürüm ben onda. Bu anlamda bizim üzerine konuþtuðumuz konuda farklýlaþtýðýmýzý düþünüyorum. Eðer o öyküleri baþarýlý olmuþ manasýnda söylüyorsan, o öykülerde bir baþarý varsa o baþarý þudur; yazarýn o olayý, o kiþileri tanýdýðýný gösterir. Aynen yaþadýðý manasýna gelmez. Bir anekdot ileteyim müsaade ederseniz. Yazarlar Birliði’nde bir haným romancýnýn -ismi lazým deðil- bir romanýný konuþmak üzere bir toplantý düzenlenmiþti. O toplantýda haným romancýmýzýn eþi de bulunuyordu, þöyle bir þey anlattý: "Bir gün, dedi, kapýyý çaldým, kapý gecikerek açýldý. Ýçeriye girdiðimde, eþim bana hoþ geldin falan demeden odasýna çekildi. Anladým ki, eþim, yazdýðý romanýn kahramanýný yaþýyor, eþimin onun hüviyetine girdiðini düþündüm. Bundan dolayý yadýrgamadým ve gücenmedim." Nitekim bir süre sonra haným romancýmýz dýþarý çýkýp kendisinden özür dilemiþ. "Kusura bakma, biraz önce sana kapýyý açan ben deðildim, romanýn kahramanýydý" demiþ. Þimdi insanlar bu tür þeyleri fantezi olarak yaþayabilir ama, gerçekten yaþýyorsa psikiyatrik bir olay söz konusudur. Anlatýlan bu olay sahiden gerçeði yansýtýyorsa, burada þizofrenik bir vaka var demektir.
Peki siz yeni öykücülerde sizin çizginizi sürdüren, o tadý veren öykü çizgisi görüyor musunuz? Ya da bu anlamda ne kadar izlendiðinizi düþünüyorsunuz? Þu kadar yýllýk birikimde bizim sahanýn önemli öykücülerinden birisisiniz. Sizden önce Sezai Beyin öyküleri var. Ama modern anlamda bireyin iç dünyasýný anlatan, öykü çerçevesi belli, sýnýrlarý tayin edilmiþ sanat etkinliði anlamýnda sizin öyküleri görüyoruz. Bu çizgi nasýl devam ediyor bugün ve siz yeni öykücüleri hangi yönlerle etkilediðinizi görüyorsunuz, hissediyorsunuz? Sezai Karakoç'un þiiri bizden önce, öyküsü bizden sonradýr. Bir defa biz bu alanda öykü yazmaya baþladýðýmýzda, diyebilirim ki bizi þu anda hangi alana yakýþtýrýyorlar ise o alanda öykü yazýlmýyordu, bizimle baþladýðýný söyleyebilirim. 48
Bunu bir Ýslâmî duyarlýlýk çizgisi vs.. anlamýnda mý alalým yoksa biraz önce söylediðiniz modern ve bireyin iç dünyasýný anlatan Müslüman bir yazar olarak mý anlayalým? Ýkisine birden diyebiliriz, hem Ýslâmî duyarlýlýk açýsýndan hem de öyküye yerli bir bakýþ açýsýyla girmemiz anlamýnda. Mesela bize gelinceye kadar bizim yerli insanýmýza bakýþ biraz farklý idi, kategorize ediliyordu insanlar. Marks'ý da tam anlamamýþ, çünkü Marks'ý okumamýþ. Ýkinci, üçüncü, beþinci elden Marksist olmayla yetinen bir nesil vardý. Bizden bir önce, köy enstitülü yazarlar vardý, yine o çerçeve içinde mütalaa edebileceðimiz. Köy enstitülü olmamakla beraber Orhan Kemal, Yaþar Kemal gibi yazarlar vardý. Bunlar her ne kadar o köy edebiyatçýlarý kadar olayý kategorize etmemiþ olsalar bile þöyle bir bakýþ açýsý vardý: maraba, iþçi hep ezilmiþ ve mutlaka iyi adam; aða mutlaka kötü bir adam, birisi mutlaka cani diðeri mutlaka mazlum. Ýnsan olarak bakmýyor, onun da bir iç dünyasý olduðunu görmek istemiyor.
Öykülerinizi, düþünce yazýlarýnýzý okuyandan bir beklentiniz var mý? Hiç böyle bir þey düþünmemiþtim. Ýnsan okurundan ne bekleyebilir? Çok açýk yüreklilikle konuþursak, belki okurun takdirini bekler diyebiliriz. Düþünsel týnýlarýn birbirini tutmasý (uyuþmasý) arzu edilebilirdir. Kendim bir okuyucu olarak, kitabýný (herhangi bir yazýsýný) okuduðum yazarýn, bana: "Hah iþte, ben de tam böyle düþünüyordum, ben de tam böyle duyumsuyordum" dedirtmesini isterim. Okura böyle dedirtebilmeyi isterdim. Okurda uyandýrmak istediðiniz izlenim nedir? Bunda baþarýlý oluyor musunuz? Yoksa, anlaþýlamýyorum, okurum beni anlamýyor diye mi düþünüyorsunuz? Öykülerimle denemelerimin okuyucuda uyandýrmak istediði izlenim birbirinden farklý. Öykülerle okuyucuda kahýrlý bir izlenim uyandýrmaya çaba gösteririm. Benim öykülerimin böyle bir tonlamasý olduðunu düþünüyorum. Denemeleriminse zihin açýcý olmasýný istiyorum. Onlarý okuyan insanýn kendini daha zeki duyumsamasý, konuyu kendi kendine düþünmeye baþlamasý, bu denemelerin amacýný oluþturmasa bile, sonucu olsa ne iyi olur… Genelde ve özellikle denemelerimde anlaþýlabilir olduðumu düþünüyorum. Öyküler için bu denli kesin olmam söz konusu deðil. Hiç beklemediðim, ummadýðým tepkilerle karþýlaþtýðým da oluyor kimi zaman.
Ýdeolojik bakýþ açýsýyla bakýyor… Evet, bu adam þayet sýnýfý açýsýndan proletaryayý sömürüyor ise, bu adam birey olarak iyi bir insan bile olsa, köy romancýsý ona insan olarak bakmýyor, bakamýyor. Oysa ona insan olarak bakabilmelidir. Düzene iliþkin sorunlarla bireye, kiþiye, insana iliþkin sorunlar birbirinden tefrik edilebilmelidir. Marks'ýn bahsettiði çeliþkilerle, romancýnýn bir insan olarak bireyde yakaladýðý çeliþki birbirine karýþtýrýlmadan anlatýlabilmelidir. Örneðin Dostoyevski bir iþçiyi de anlatsa, bir aristokratý da anlatsa, o kiþinin iç çeliþkisini gösterebiliyor; insan olarak görebiliyoruz biz onu.
Kur du ðu nuz dün ya da, okur dan ge le bi le cek herhangi bir tepkiyi önceden hesaplar mýsýnýz? Yani, metninizi oluþtururken okuyucunun görünmeyen baskýsýný hisseder misiniz? Kendi okuyucumun benden beklentisini büyük ölçüde kestirebildiðimi söyleyebilirim. Hele de öykü söz konusu olduðunda… Öyküde bazen öyle tablolar ortaya koymanýz gerekebilir ki, okuyucunun bu tabloyla karþýlaþmaya, onunla yüzleþmeye hazýr olmadýðýný önceden kestirebilirim. Kimi zaman bana kýzacaðýný önceden bilirim. Buna raðmen o öyküde o tablonun sergilenmesi gerekiyorsa, onu olduðu gibi ortaya koymaktan kaçýnmam. Bu yüzden de, yazarýn, aslýnda cüretkar, yerine göre küstah bir kiþilik yapýsýna sahip olmasý gerektiðini de söylerim. Kendimi hiç de cüretkar ve küstah saymasam da…
Sizce günümüz insanýna yön veren þey sanat ve edebiyat mý, yoksa daha çok düþünce mi? Þimdi ben, bana yapýlan taleplerden hareketle konuþacak olursam, insanlar daha çok deneme, düþünce yazýlarý istiyor. Ona daha bir kolay, belki daha bir dolayýmsýz geliyor düþünsel yazý okumak. Ýnsanlar olaya aslýnda pragmatik yaklaþýyor. Nasýl yararlanabilirim? Mesela sana, bu öykü ne anlatýyor, diye soruyor. Yani ondan hemen pratik bir netice çýkartmak istiyor. Kýssadan hisse; ben bundan bu hisseyi alýrsam bir ton talaþý çiðnemek zorunda kalmam, diye düþünüyor. Halbuki o bir ton talaþý çiðnemeden onu öðrenemeyecek. Eðer 49
gönderiliyor. Þimdi oradan buraya kalan isimlere baktýðýmýzda gene çoðunluðu þair, þiirle baþlamýþ öykü imzasý daha az görüyoruz. Günümüzde öykü dergileri çýkmaya baþladý, dergiler daha çok öyküye yer vermeye baþladý. Bu arada "Þiir geri mi çekiliyor?" tartýþmasý yapýlýyor. Þimdi þiirin geri çekildiði yerde öykü bundan nasýl etkilenir, bu niteliksel olana yansýr mý? Benim gözlüðümden görünen olay þu; ben þimdi olaya bir defa edebiyatçý olmadýðým için edebi türler olarak bakmýyorum. Ben olaya edebiyat ürünü olarak bakýyorum. Ýster öykü olsun, ister roman, ister tiyatro oyunu, ister þiir olsun. Þair derken edebiyatçýlar, þiir yazan sanatçý manasýnda alýrlar. Halbuki benim anlayýþýmda þair romancýyý da içine alýr, öykücüyü de içine alýr. Bu, bugün söylediðim bir þey deðil, ta altmýþlý yýllardan bu yana söylüyorum. Tür olarak öyküden veya tür olarak þiirden bahsedilmiyorsa, bunlarýn hepsi felsefi anlamda ayný kategori içinde yer alýr. Zihinsel yaratý olarak bunlar benim indimde aynýdýr. Dolayýsýyla bu açýdan baktýðýnda birinin geri kalmasý, diðerinin ileri gitmesi söz konusu deðildir. Ýnsanlarýn kendini hangi form içinde daha rahat ifade edebildiði hususu ön alýyor bence. Sanatta bir gerilemenin söz konusu olmamasý lazým. Ýnsanlar yaþadýkça sanat da yaþar. Ýnsan kýyamete kadar yaþayacaksa, sanat da kýyamete kadar yaþayacak demektir. Kendisi ile o türün bittiðini zanneden sanatçý, bence istikbale miyop bakýyordur. Kim olursa olsun hangi üstat olursa olsun… Ýnsan olduðu sürece sanat eseri var olacaktýr. Sanat eseri var olduðu sürece de bir sonraki eser bir öncekini aþacaktýr. Kendisini son durak olarak görüyor, son doruk olarak görüyor, bundan sonra da doruk gelemez diye düþünüyorsa onu yanýltan nokta þu; o tarzda, o gerçekten doruktur. Þayet Yunus Emre'yi geçmeye çalýþýrsa yanýlýr; o artýk doruðun þahikasýna oturmuþtur. Ya da Mevlana'yý, Fuzuli'yi geçmeyi düþünüyorsa; Sezai Karakoç'u, Rasim Özdenören'i geçmeyi düþünüyorsa bu mümkün deðil. Bunun mümkün olmadýðýný kavradýðý anda alanýný deðiþtirecek, kendine yeni bir doruk inþa etmeye çalýþacak. Onun için de, deminden beri bana söyletmek istediðiniz bir þey var, yeri geldi söyleyeyim; o arkadaþlarýn, yeni gelen arkadaþlarýn, yeni bir doruk inþa etmelerini beklemeliyiz. Eðer bizi aþmaya çalýþýrlarsa yanlýþ olur, orada debelenir dururlar. Ama kendi mecralarýný isabetle
o tada ulaþmak istiyorsan çiðneyeceksin. Eðer hayatýna bir anlam vermek istiyorsan, bir katýr yükü þiir okumak zorundasýn. Þiir sana reçeteler vermez, ilim de sana reçeteler vermez. Ýlimden haz etmek istiyorsan, onun zevkine varmak istiyorsan, fizik, kimya, biyoloji okuyacaksýn. Bunlarý iyi öðrenebilmen için matematik bilmen lazým. Matematik seni mantýk öðrenmeye götürmelidir. Mantýðýn ne olduðunu bilmen için iyi kötü bir felsefe eðitimi alman lazým. Eflatun, geometri bilmeyeni akademiye almam, demiþ… Tabiî, boþuna söylenmiþ bir laf deðil o. Ýlkokul çocuðunun matematik öðrenmesi manasýnda deðil. Matematik sana soyut düþünmeyi öðretir, soyutlamayý öðretir. Yakýn zamanda bir mülakat okudum. Diyor ki "Ýyi bir edebiyatçý, iyi bir matematikçi olmaz; iyi bir matematikçiden de iyi bir edebiyatçý olmaz." Tümüyle yanlýþ. O matematiði sevemediði için matematiði kavrayamamýþ. Ben de iyi matematik bildiðimi söyleyemem, ama matematiðin ne olduðunu bilirim. Matematiði bilmeyen birinin soyutlamanýn künhüne vakýf olmasý beklenmemeli. Az çok felsefe bilmeyen birinin de, edebiyatta ayaðýný bastýðý yeri bilmesini beklememeliyiz. Sizin Mavera'da öykü yayýnladýðýnýzý, Mavera'yý çýkardýðýnýz dönemde Cahit Aðabeyinin cevapladýðý mektuplardan biliyoruz, daha çok þiir var, þiir gönderiliyor Mavera'ya, öykü daha az 50
tayin edebilirlerse orada biricik olabilirler, kendi alanlarýnýn doruðu olabilirler. Bu zincirleme böyle gider.
Ba ha dýr Cü neyt Temaþa
Bu anlamda sizin öykülerinizde zirve olarak gördüðünüz öykünüz hangisi? Benim baþarýlý diye gördüðüm, dünya öyküsünde eþi menendi olmadýðýna kani olduðum öykülerim var. Ancak iþin ilginç tarafý kimse oralý deðil. Kimse týnmýyor. Mesela "Sabahýn Seher Vaktinde Aman" adýný taþýyan bir öykümüz var, aþk öyküsü olarak dört dörtlük bir öykü. Dünya edebiyatýnda da bir benzeri yok. Aþk öyküsü olarak ondan daha iyisini bir tek Fuzulî yazmýþ. Gerçi ben Fuzulî'ye nazire olsun diye yazmadým, onun alaný ile benimki farklý. Deminki konuya baðlarsak, aþýlmaz bir þeye ulaþtýðýný düþündüðün anda, birden þunu fark edersin ki, hedef senden bir kulaç uzakta duruyor. Vuslata erdim dersen, onlar ermiþ muradýna biz çýkalým kerevetine, hikâye biter orada. O hikâyede aþk olgusunu ortaya koydum. Bu öyküde devam eden bir þey var, aþk devam eden bir olaydýr. Aslýnda, hiçbir öykümü ötekinden ayrý tutmuyorum. Ben bu öyküler için "ben öldükten sonra kýnýndan çýkacak kýlýç" diyorum. Þimdi bazý metinler var, "Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti" gibi. Bunu yazdýðýmda kendi kendime bir uyanýþa vesile olacak diye düþündüm, ama hiçbir þey olmadý. Necip Fazýl aklýma geliyor; "Sakarya þiirini yazdýðýmda Anadolu ayaða kalkacak zannettim, bir kiþi kalktý, o da amuda kalktý." diyordu. Bazen öyle olur. Mesela evvelki sene "Aþkýn Diyalektiði" diye bir kitabýmýz çýktý. Bu, aþka yeni bir izah biçimi getiriyor. Millet aþk üzerine ha babam de babam konuþuyor, alakalý alakasýz bir dolu þeyler söyleniyor. Bir Allah'ýn kulu bir referansta bulunmuyor o kitaba. Halbuki o kitap, aþk üzerine tarihsel bir yanýlgýya cevaptýr.
1. Bu kadar kaldý cebinde öksürüðün Terli ve oyalý çemberin kaný Ýkinci uzatýþýnda havayý ciðerine. Akabinde dalgalar Tuzlu Bakýyor du. 2. ah. Temaþa. Ne kadar çok istiyor dum bu kelimeyi Bir þiir de kullanmayý. Ýþte kullandým. Aþkýn görünmediði Bu aþk þiirinde Þairi aþýksa Her þiir aþk þiiridir. 3. Platona selam. Olsun. Gayri fena deðiliz, duacýyýz Filozof kemiklerine Koro: Abi gel be, býrak! Adam olsaydý tek hece olmazdý 4. ah. Temaþa. Fiil halinde Hezeyan oldu.
Peki neye baðlýyorsunuz? Okunmadýðýna, anlaþýlmadýðýna, görülmek istenmediðine vs… Nedir? Rasim Özdenören söylediði için, baþkasý söyleseydi referans gösterirdik gibi mi? Þayet kitap satýþýna bakarsak okunmadýðýný söyleyemiyorum. Bana verilen bilgiye bakarak diyorum ki, bu kitaplar satýyor. Geriye iki þey kalýyor: Ya anlaþýlmýyor ya da dillendirilmiyor. Ýkisi de mümkün.
5. Platon, Allah belaný versin E mi. Kalkamýyorum… 6. Der hal kelebeklere bakýn. Beni unutun. Desem de. 51
Hz. Hubble’ýn þiir arayýþý Oðuzhan Akgün bir açmaza götürmek olduðunu Her þiirde yeni bir arayýþýn, görüyoruz. Bu açmaz olumsuz bir bulamama durumunun veya anlamda deðildir. Bu, felsefe kaybediþin, yeni bir rüyanýn olve bilimin ayrýldýðý nokta olan masý gerekir. Varlýðýn, zamanýn, mekanýn veya nesnenin, ismifelsefenin amacýnýn bir sonuca nin ve cisminin saklý tutularak, varmak deðil soruyu sormak olsadece ruhu veya özüyle ele masý gibi bir soru sormaya itme alýnabileceði tek edebi tür þiirdurumudur. Iþýn, özellikle Hz. dir. Bu isimsizlik veya cisimsizHubble'ýn Rüyalarý adlý kitabýnliðin þiirdeki arayýþtan doðdudaki þiirlerinde okuyucuyu alýðu söylenebilir. Romanda veya þýlmýþ þiir temalarýndan biraz hikayede okuyucuya bildiriluzaklaþtýrmaya, farklý bir bölümesi zorunlu olan bilgiler varme çekmeye çalýþýyor. Bu farklý bölümde okuyucu kendinden ken þair bunlarý saklama lüksüve þairden baðýmsýz sorunlarla ne sahiptir. Bu saklama gizlekarþýlaþýyor. Veya lirik þiirde mek anlamýnda deðil aratmak karþýmýza çýkan þairle birlikte ve ayný anda aramak anlamýndadýr. Veya denebilir ki þair duygulanma durumunun yerini okuyucuyu daha fazla kullanaHz. Hubble'ýn Rüyalarý kitabýnda bilir, ona daha fazla görev yükþairin açtýðý yoldan yürüyerek Hz. Hubble’ýn Rüyalarý leyebilir. Sonuçta, iyi bir þiirin düþünme alýyor. Daha önceki kiSerkan Iþýn okuyucusunun aklý þairin elintaplarýnda daha fazla "ben", Yom Yayýnlarý de þekil alacaktýr. Þiirin okuyu"sen", "o" eksenli þiirlerle karþýÞiir cunun aklýndan tamamen somýza çýkan Iþýn, Hz. Hubble'ýn yutlanýp sadece duygularýna býRüyalarý'nda daha çok "siz"; þiirrakýlýyor olmasý ise þairin üstlenmesi gereken sorlerdeki anlam gidiþatýna göre "biz" diyor. Bu "biz" eksenli þiirlerin çýkýþ noktasý daha önce söylediðigulama ve sorgulatma görevinin yerine yalnýzca miz "þairle birlikte sorgulama" durumudur: okuyucuya duygulanma sonucunda varýlan hazzý getirir. Bu sorgulama ve sorgulatma durumu dize"Kirpiklerine diktiðim cesetleri lerdeki imge yoðunluðuyla ilgili deðil çaðrýþýmlaToplamýþtýr þimdi rüzgar rýn vardýðý noktayla ilgilidir. Ellerinin arasýna sakladýðý güneþi "Þiiri deðersizleþtirmenin bir yolu da onu konSaldý gökyüzüne" formist bir bakýþ açýsýnýn ve bu tarz bir hayatýn içerisine bir süs nesnesi olarak yerleþtirmektir. 1999 yýlýnda yayýnlanan "Ýki Þehir Arasý Gece Saf lirik þiirin açmazý, bu tarz bir oyunun nesnesi ve Þeyler" adlý kitabýnda, yukarýdaki dizelerde de konumuna geçmeye elveriþli bir yapýsýnýn olmasýgörüleceði gibi daha kendiyle ilgili bir söyleyiþe dýr." (Emine Edibe, Bir Þiirden Bir Ýnsana, Kýrklar Dergisi Sasahip olan Iþýn, Hz.Hubble'ýn Rüyalarý'nda ise þöyyý:3) Denebilir ki edebi türlerin arasýnda þiir aklýn le bir söyleyiþi tercih ediyor: birincil aracýdýr. Öyleyse aklýn bir aracý olan þiir, kiþiye ulaþýrken yeni bir felsefe diline dönüþe"De ki siz hep sonsuzdan, sýnýrsýzdan bahsettiniz Müphemiyet denizinin merkezi çeperi yoktur." cektir. Böylece varlýðý ve varlýk ötesini sorgulamanýn yeri de þiir olabilecektir. Bu söyleyiþte Iþýn, bir yandan kendi buhranlaSerkan Iþýn'ýn þu zamana kadar þiirle yapmak rýný veya kiþiliðini þiirden uzak tutarken bir yanistediði þeyin çoðunlukla okuyucuyu bir döngüye, 52
dan okuyucunun zihninde bir dalgalanmanýn yaþanmasýný saðlýyor. Þairin okuyucusuna karþý sorumluluklarýndan olan sorgulatmanýn, sorgulamanýn yanýnda daha önce de söylediðimiz gibi okuyucuya bir düþünce yolu açma da vardýr. Bunu yaparken ise þair mutlaka okuyucuya yaklaþmalýdýr. Bunun saðlanmasý için okuyucunun metne ve þaire karþý bir yabancýlýk çekmemesi gerekir. Hz. Hubble'ýn Rüyalarý kitabýnda Iþýn'ýn kullandýðý "yabancý" denebilecek kelimeler bu konuda okuyucuyu çokça zorlamakta:
"Fakat sonsuz kareye bölünebilir mi Sonsuza giden yol? Sonsuz karenin üzerine Sonsuz eþya konabilir mi? Ve kat edilebilir mi Senden gelen ýþýðýn gösterdiði? Bir bakýþýn, Ýzini sürebilecek midir Hubble? Observer bilebilecek midir Bakýþýmsýzlarýn ahvalini. Bekliyoruz. Ve de ki Zaman Varlýk olmuþ size."
dizelerindeki "sonsuz", "kare", "ahval", "zaman", "varlýk" gibi kelimelere býrakmýþ. Kavramlarýn, kelimelerin bu soyut hali okuyucuya daha derine inme zorunluluðunu getiriyor. Bu "yabancý" kelimelerin yanýnda bir de Hz. Hubble'ýn Rüyalarý'nda imgelerin daha yoðun olmasý okuyucunun þiirlerden kopmasýna sebep oluyor. Okuyucu þiiri çözümlemeye çalýþýrken metin akýp gidiyor ve sonuçta zihinde parça parça birikmiþ, "anlaþýlmýþ" dizeler kalýyor; metnin bütünlüðü saðlanamýyor. Böylece okuyucunun zihni þiirden tamamen farklý bir yerde konumlanýyor. Ancak Iþýn'ýn imge kurmadaki becerisi hayli ileri derecede ve þaire alýþmak sadece biraz zaman istiyor. Þiirleri birkaç kez okuduðumuzda iþimiz çok daha kolaylaþýyor. Hem gösterilmek istenen þeye hem de gösteriþ þekline olan yabancýlýðýmýzý attýktan sonra kendimizi çok daha rahat hissediyoruz. Sonuç olarak Serkan Iþýn son kitabýyla çok daha kendine özgü bir konuma gelmiþ. Alýþýlmýþ þiirlerin çok uzaðýnda bir þiir diliyle bizi karþýlýyor ve kurmak istediði þiir üslubuna çok daha yaklaþmýþ görünüyor.
"buruþuk alnýmýza çarpan bu kez kendi taþýmýz: sûret-i efkârýnda nebbaþ çaða korku salan mühür ta kafatasýmýzda. Çalýþmayýp, gebertilense, boðulansa bilinmiyor bunca savruk mezar taþýnýn muradý. Künk olmuþ bize nefirin tiradý."
Þairin kurmak istediði söyleyiþin bu olduðu doðru olsa da (kutsal kitap söyleyiþi), bu okuyucu için bir zorluk olarak karþýmýza çýkýyor. Þair buna katlanmak, bunu göze almak zorunda. Okuyucuya olan bu uzaklýk Ýki Þehir Arasý Gece ve Þeyler kitabýnda da karþýmýza çýksa da bu kitapta daha fazla nesne adýnýn kullanýlmýþ olmasý okuyucunun iþini kolaylaþtýrýyordu. "manzaranýn ardýnda kýrýk kemiklerini ve iskeletlerini görüyorduk akasyalarýn beyaz ve sorumsuz ilerliyorlardý gecemize"
Dizelerinde geçen "kýrýk kemik", "iskelet", "akasya" gibi kelimeler veya tamlamalar yerini,
Rus Arþiv Belgelerine Göre
MANTIKU’T - TAYR KUÞLARIN DÝLÝYLE
BOÐAZLAR ve ÞARK MESELESÝ
Feridü’d-dîn Attâr
Ser gey Goryanof
Kaknüs Yayýnlarý
Ötüken Neþriyat 53
Sokak korosu Mustafa Uysal na ne oluyor da öyle görüyorum? Vaktinden önce evde olmamalýyým. Evet, þu bankta biraz oturayým, dondurmayý boþ ver. Bir þiþe su yeter. Kravatým daðýnýk mý, deðil. Çantamda toz var mý, yok. Gömleðimde leke, yok caným. Bu gürültüye kaptýrmalý insan kendini. Baþka türlü sürekli baþ aðrýsý olur ki, çekilmez. Pencereleri açýp gürültüyü oturma odama kadar alýyorum son zamanlarda. Ona iyice alýþmalýyým, diyorum. Ve aklýma geliyor, insanlarýn zihinlerinde daha çok gürültü var. Bir de onlarý duysaydým. Çýðlýklarýný bastýrmýþ bir iþçinin söve söve yürüdüðü bu kaldýrým... Demin bir görgüsüze diþlerini sýkan taksici, tezgahtakilerin hepsinin fiyatýný sorup da almayan müþterilerine kýsýk gözlerle bakan seyyarlar, simitçinin devam eden oyunlarý ve zaferleri bazen, bankta gazete okuyan adamýn diþ gýcýrtýlarýndan ziyade itirazlarý, delikanlýlarýn naralarý, kýzlarýn kardeþleriyle çekiþmeleri, annelerin aðýtlarý, fanatiklerin yeni tezahüratlarý... Bu kaldýrým ne hale gelirdi? Bir de ben katýlýrdým içlerine. Yo katýlmazdým. Söz verdim, katýlmazdým. Kendim için baþkasý olamam. Kendi içi sesimin çýðlýðýný dýþarýdan duyamam. Biraz daha oyalanarak yürümeli, ceketi omzuma almalýyým. Deðirmencinin oðlu saðýr oldu diyorlar... Ben de diyorum ki, o babasýydý. Yani saðýr olan. Saðýrýn oðlu þimdi deðirmeni idare edendir. Ýþte onun babasýydý saðýr olan. Otuz sene öncekilere cevap verince böyle oluyor iþte. Ninem deðirmencinin oðlunun saðýr olduðunu duymuþ komþudan. Yani þimdiki deðirmencinin babasý. Onun da babasý saðmýþ ki oðlu, demiþler onun için. Hem bu kýzý ben oðluma alacaðým, der ninem durup durup. Elma yanaklý bir kýz gelir aklýma, babasý saðýr olmuþ, derim ben de. Deðirmencinin saðýr oðlu köpüklü sulara baka baka susmaktan baþka ne yapsýn? Çarký döndürmek için... Tuz torbasý boynunda olan suya girsin. Kravatý gevþetmeli, terletiyor caným. Akþam yemeðine geç kalmamalý hem vaktinden önce de eve dönmemeliyim. Kahveye takýlmalý biraz. Arkadaþlarý görmeli. Onlar da vaktinden önce evlerine dönmezler. Kendi vakitleri vardýr onlarýn.
Akþam iner Ýner perdeler Akþamüstü ölme sakýn! Öldüðün görmezler. Ali Semerci
Gürültü... Yürüyebilmek için cebimde para olmamasý lazým geldiðini düþünürdüm. Etrafýmda bunca insan varken mutlu olabileceðimi de düþünürdüm. Yüzlerce aracýn zihnimin yansýmasýna kurban gitmeleri de hoþ. Buradan bakýnca tepeler ne güzel görünüyor. Tepelerden bakýlýnca "burayý" görüp görmediðimi bilemem. Bu þehri tam olarak bilmiyorum. Herkes gibiyim kaldýrýmlar üstünde. Herkes ben gibi deðil tabi. Bunu onlar biliyorlar. Dahasý hiç kimse hiç kimse gibi deðil. Bu kaldýrým üstündeyken, yürüyorken ya da bir þeyleri bekliyorken aynýyýz aslýnda. Çýnarýn üstünden bakan bir kuþ nasýl görüyor beni? Beni mi görüyor yoksa bizi mi? Biz bir gürültüden ibaretiz. Caddeden yüzlerce araba akýyor, seyyar satýcýlar baðýrýyor, martýlar çýðlýk çýðlýða, deniz kýmýldanýyor, rüzgâr olmadýk þeylere sürtünerek geçiyor, topuklarýmýz takýrdýyor, kornalar yolu takip ederek daðýlýyor, pantolonlar etekler hýþýrdýyor, telefonlar çalýyor, ezan okunuyor, insanlar aralarýnda konuþuyorlar, yerde bir poþet... Saðýr olmaya imkan yok bu þehirde. Vaktinden önce evde olmamalýyým. Oysa ne çok severim evimi. Yarýn daha erken dönmeyi planlýyorum. Bir deðiþiklik. Mühim bir deðiþiklik. Erken gelip ben olmadýðým zamanlarda ne halde olduðunu göreceðim. Bunu yapmak mümkün mü? Ayakkabýlarýmý sabah boyamýþtým, þimdi bir karýþ toza belenmiþ. Ýþ çýkýþý olmasaydý ve ben evime dönüyor olmasaydým, þöyle etrafýmý hafiften kolaçan edip diðer paçama silerdim. Yeniden parlardý. Vakit geç oluyor. Bir dondurma yiyip biraz serinlesem, þu bankta denize karþý otursam biraz. Akþamýn ilk saatlerinde niçin hüzünlüdür sokak ýþýklarý? Gün batýmýndan hemen sonra yanan talihsiz ýþýklar devasa seleflerine mi üzülmektedirler? Sönük yanarlar bir müddet. Ba54
Resim: Mehmet Korkmaz
Benim vaktim yok. Önce olmamalý, o kadar. Ne çok severim evimi. Akþamýn gürültüsü ne güzeldir bazen. Hafif bir yel eser, yüzünü okþayan bir nefes gibidir. Coþkunluk verir ama belli etmezsin. El alem görür! Bulutlara bakýp dua edersin geçmiþlerine. Bazen, saçmalýk iþte, bulut aranýrsýn dua etmek için. Çocukluk. Asker olursun, öldürmeyi -en azýndan teorik olarak- öðrenirsin çocukluk biter. Biter mi? Ya evlenince? Ciddi bir iþe girince yani hafifliðin normal karþýlanmadýðý bir iþe? Çocuklarýn olunca? Uðultu... Gürültü, farkýna varmadýðým zaman aynýyla yerindedir. Her þey seyrinde gider o oldukça. Öyle olduðunu bilirim. Böyle aylak eve dönmek... Gürültü artýyor, seyrek adýmlarla eve dönüyorum. Akþam rüzgarý yüzümü okþuyor. Iþýklar neþe saçýyor þimdi. Bunun benim iç dünyamla alakasý yok. Bakýþýmla alakasý yok. Iþýklar þimdi daha parlak yanýyorlar. Hüzün mü bu þimdi? Ee, öyleyse? Deðirmencinin kýzý, sen alýþýksýn gürültüye. Þehre de çabuk alýþýrsýn. Kýz yüzün gülsün, ha gürül gürül deðirmen ha gürül gürül caddeler... Beyaz köpüklü sular da bulurum ben sana. Rüzgâr olunca nasýl köpürür deniz bir bilsen. Gürültü saðýr etmez insaný. Baþ aðrýsý da yapmaz, alýþýrsýn zamanla. Bu kez de onsuz yapamazsýn. Baban... Deðirmenin sesini duymaz olunca köpüklü sulara bakýp uslanýrdý ha! Demek suya bakmasý ondandý. Sesin resmine bakýyordu demek. Deðirmencinin kýzý, artýk bu deðirmeni döndüreceðiz. Döndürecektik, gitmeseydin.
geciktiriyorum. Akþam inince evde olmalý insan, derdi babam. Ýkimiz ses olurduk birbirimize. Evde çocuk sesi olmadý. Belki o yüzden çocukluðumu hiç kaybetmedim. Belki yanlýþtýr bu düþüncem. Kendi düþüncelerime güvenemedim, ne zaman düþünsem tedirgin olurum. Annem pencereye çýksa, adýmý ünlese sokaklara... Geç kalmanýn ayrý bir tadý olurdu o zaman. Oyunlarýmý cebime doldurup acele sofraya otururdum. Kýrk yaþýndan sonra insan akþam yemeðine geç kalmamalý. Kalorifer bir yuvayý ne kadar ýsýtabilir ki? Hazýr yemeklerin konulacaðý ve önceden ne olduðu bilinen bir akþam yemeði ev sýcaklýðý verir mi? Deðirmencinin kýzý önceden tahmin edemeyeceðim yemekler yapardý, eve döndüðümde mutfaktan kokularý gelirdi. Tabak çanak sesleri olurdu mutfakta. Mutfak sahipsiz kalýnca ev de sessizleþiyor. Bir adam tek baþýna olduðunu bilmek isterse mutfaðýna bakmalýdýr.
-Telefonunuz çalýyor beyefendi! -Sað olun. Ceketimi giymeliyim. Aklýma ilk o geliyor, ceketimi giymeliyim. -Evet anne. -Oðlum, yemeðe bize gel olur mu? -Bu gün gelmesem anne. -Gel oðlum, bugün de gel! -Gelirim anne. -Geç gelme! -Birazdan gelirim. -Tamam oðlum, bekliyorum.
Deðirmencinin kýzý da duyamaz artýk beni. Sokaktan gelen bütün bu sesleri duyamaz. Bomboþ bir eve dönüyorum ve her þeyi duyuyorum. Annem beni yemeðe bekliyor. Aç kalmazdým oysa, konserveler, yumurtalar vardý buzdolabýnda. Bozulmuþlar mýdýr?
Annem bekliyor yemeðe. Ne zamandýr evime dönmüyorum iþimden sonra. Ne zamandýr dönmüyorum? Çok sevdiðim evime dönüþ saatlerimi 55
Yolun karþý tarafý Þerafettin Yýlmaz kez tecrübe ettikleri bir ölüm oyunudur bu. Karþý tarafla ilgili anlatýlan hikâyeler gerçekle rüyanýn taylý bir karýþýmýydý ve bu haliyle tek baþýna gerçek ve rüyadan daha çekiciydi. Bir kere, kap lum ba ða la rýn tüm ma lu mat la rý kuþ lar dan duyduklarýndan ibaretti. Bu güne dek tek bir Allah'ýn kulu o tarafý dünya gözüyle görmüþ deðildi. Yine de anlatýlanlar bile birçok genç kaplumbaðanýn yüreklerini cesaret ve özgüvenle yýkayacak kadar etkiliydi. Anlatýlanlara göre orada kuraklýk yoktu. Güneþ hiçbir zaman ölümcül bir düþman deðildi. Üstelik ovanýn ortasýndan kývrýla büküle akan ýrmak, hiçbir zaman yataðýndan taþarak bölgeye yýkým ve ölüm getirmiyordu. Orada tatlý ve sulu meyveler, kaplumbaðalarýn çokça ihtiyaç duyduðu, bacaklarýna kuvvet, gözlerine ýþýk verecek, besleyici kökler vardý. Hayat orada kocaman bir mutluluktan ibaretti. Zaten sýrf bu yüzden, bir giden bir daha geri dönmüyordu. Aslýnda bu durum baþta bütün kaplumbaðalarý son derece huzursuz etmiþti. Ýhtiyarlar bir araya gelmiþ ve kendileriyle mutluluklarý arasýna giren anayola lanet yaðdýrmýþlardý. Ancak zamanla bundan da usanmýþ ve bütün enerjilerini kafalarýnda yolun diðer tarafýna ait tatlý hayallerle yaþayan gençleri bu aptalca maceradan vazgeçirmek için sarf etmeye baþlamýþlardý. Yani hayat öyle ya da böyle devam ediyordu. Herkesin baþýný sokacak bir evi vardý ve kurak aylarda bile kemirecek kök, içilecek bulanýk su bulunuyordu. Þimdi bütün bu kurulu düzeni bozacak ve kalplere huzursuzluðun koyu gölgesini düþürecek aptalca bir maceraya ne gerek vardý? Madem yolun bu kýyýsýnda dünyaya gelmiþlerdi, orada ölmek kaderleriydi. Eðer kaderleri bu olmasa, zaten karþý tarafta dünyaya gelirlerdi. Kaplumbaðalarýn yapmasý gereken birbirlerine yakýn durmak ve bir kuru kökü dörde bölmekti. Kuþkusuz baþka her kahrolasý zorluk, otuz metrelik ölüm otobanýna balýklama dalmaktan daha mantýklý ve güvenliydi. Bugüne dek buna teþebbüs eden olmadýðý gibi, bundan sonra da kimsenin kahramanlýða soyunmasýna gerek yoktu. Genç kaplumbaða kabuðunun içinde gecenin
Siz de fark ettiniz mi bilmiyorum. Ama dünya her geçen gün daha fazla sayýda huzursuz insanla doluyor. Bu, yaþlý gezegenin omuzlarýnda aðýr bir yük. Ýþin fena tarafý huzursuzluðun yaþlý insanlarý býrakýp gençlerin içine yerleþmesi. Bu ciddi bir sorun olabilir. Çünkü yaþlý bir insan huzursuz ise ancak zaten yakýn olan ölümünü birkaç yýl daha erkene alýr. Huzursuz bir genç adam öyle delice bir istekle ölüme koþmaz. Hayýr, bunu yapmaz, zira beklentileri ölümden daha güçlüdür. Beklentileri her þeyden daha güçlüdür. Kendini huzursuz hisseden genç adam taþ gibi olduðu yerde beklemez; hareket eder. Ve bunu yanýndaki herkese bulaþtýrýr. Sonra bir gün gözleri yolun öte tarafýný görür. O güne dek fark edemediði ve büyüklerinin en umutsuz anlarýnda bile baþlarýný kaldýrýp bakmadýðý yolun öte tarafýný. Bu kimileri için gerçekten sonun baþlangýcýdýr. Kimileri için ise baþlangýcýn sonu. Kaplumbaða geceden aklýna koymuþtu. Ne pahasýna olursa olsun o tehlikeli týrmanýþý gerçekleþtirecek ve ancak hayalinde canlandýrabildiði, sekiz þeritli otoban yolun karþý tarafýndaki bilinmezliði keþfedecekti. Anayolun üzerinde yaþadýklarý tarafý, yoldan iki metre kadar aþaðýda uzayýp giden kuru bir düzlükten ibaretti. Özellikle haziran ayýnýn ortalarýndan itibaren hayat bu topraklarý terk eder ve karþý kýyýya giderdi. Haziran ayýnda aðustosböcekleri yaþamlarýnýn en uzun uçuþuna hazýrlanýr, çekirgeler bacaklarýný kuvvetlendirmek için egzersiz yaparlardý. Sonra bir telaþ baþlardý. Ve bir sabah uyandýklarýnda, kaplumbaðalar, bozkýrýn bütünüyle kendilerine kaldýðýný görürlerdi. Kimsenin aslýnda sahip olmak istemeyeceði geniþ düzlük, zayýf bacaklarý kabuklarýnýn aðýrlýðý altýnda titreyen kaplumbaðalara kalýrdý. Herkes giderdi. Kaplumbaðalarda ise yeterince cesaret yoktu. Çünkü kuþlardan iþitirlerdi ki, büyük göçün sabahýnda, anayolun üstü, aðýr tekerleklerin basýncý altýnda dümdüz asfalta yapýþýp kalmýþ çekirge ve tarla faresi kalýntýlarýyla doludur. Ve bu ilk kez olmamaktadýr. Gerçektende, yolun o uðursuz tarafýnda dünyaya gelmiþ olanlarýn hayatlarýnda bir 56
seslerini dinlerken yaþlýlarýn inatlarýný düþündü. Birçok bakýmdan haklý gibi görünüyorlardý. Yani herkesin içinde kurulu düzenin ne pahasýna olursa olsun deðiþtirilmemesi gerektiðine dair derin bir iman vardý. Aslýnda belki yaþadýðý hayat yaþayabilecekleri içinde en iyisiydi ve daha iyisini ararken onu da kaybedebilirdi. Kimse geleceði bilemezdi. Ýhtiyarlar elbette aptal deðildiler. Onlardan hiçbiri karþý tarafýn nimetlerini reddetmeyi düþünmezdi. Ama þimdi o nimetler çok uzaktaydý ve otobaný aþmayý denemek, bir kaplumbaða için, bir çekirgeye olduðundan bin kat daha fazla ölüm demekti. Ve ölüm baþka hiçbir þeyle eþit olamazdý. O geldiðinde her þeyinizi kaybederdiniz. Bu noktada kimse ihtiyarlar kadar hayatýn ne kadar tatlý bir þey olduðunu bilemezdi. Genç kaplumbaða epeydir huzursuzdu. Ýhtiyarlarýn sorgu dolu bakýþlarýndan uzak olduðuna kanaat getirdiði dakikalarda yüzünü güneþin battýðý noktaya çevirir ve önündeki toprak, kaya ve asfalttan ibaret engeli delmek ister gibi uzun uzun kýzýl ufku seyrederdi. Bu uzun zaman böylece devam etti. Sonra bir gün genç kaplumbaðanýn içinde bir ümit ýþýðý belirmeye baþladý. Bu henüz minicik bir kývýlcýmdý ama, bunu hepimiz biliriz, çünkü zamanýnda ayný þeyi biz de yaþamýþýzdýr, bir yangýn kasýrgasýna dönmeye adaydý. Artýk genç kaplumbaða, otobanda otuz metrenin aslýnda öyle gözlerinde büyüttükleri kadar amansýz bir mesafe olmadýðýný düþünüyordu. Otuz metre. Kabaca üç yüz adým ederdi bu. Üç yüz adým karþýlýðýnda ne kazanacaktý? Hayýr, somut bir þey istemiyordu; þart koþacak durumda deðildi. Üç yüz adým karþýlýðýnda istediði þeylere ulaþabileceði ümidinin varlýðý yeterliydi onun için. Ýþte buydu onu huzursuz kýlan. Bulunduðu yerde, ümit edebilme gücünü yitirmiþti. Ümidiniz yoksa yaþamaya da hakkýnýz yoktur. Varlýðýnýz sýrtýnýzda bir yüktür ve yaþantýnýzýn bir anlamý kalmamýþtýr. Genç kaplumbaða sabýrla doðu ufkuna günün ilk ateþinin düþmesini bekledi. Sonra baþýný dýþarý çýkarýp sessizliði izledi. Günler süren gözlemleri ona otobanýn en çok bu saatlerde sakin olduðunu öðretmiþti. Kararýný verdi, vakit gelmiþti. Artýk düþünmeyecek, sadece yapacaktý. Yola doðru yürüdü. Þimdi önünde zorlu bir týrmanýþ vardý. Yola çýkmak için iki metre yüksekliðindeki kum ve çakýl dolguyu aþmasý gerekiyordu. Genç kaplumba-
ða tereddüt etmedi. Sivri týrnaklarýyla, yere en saðlam basan kayalarý seçmeye çalýþarak týrmanmaya baþladý. Her hareketinde aþaðýya kum ve taþ seli gönderiyordu. Ama o dönüp geriye bakacak durumda deðildi. Týrmanýþ sona erdiðinde, gözleri önünde uzanan otuz metreye baktý. Ve titreyen bacaklarýný gerdi. Yolun ötesini tam seçemiyordu. Zaten þimdi bunun bir önemi yoktu. Bu arada, yumurta yüklü bir kamyon en soldaki þeridi izleyerek geçip gitti. Saðda ve solda her hangi bir ýþýk yoktu þimdi. Tam zamanýydý. Kaplumbaða derin bir nefes aldý, küçük gözlerini sýmsýký yumarak güç topladý. Gözkapaklarý açýldýðýnda ayaklarý da harekete geçmiþti. Otuz metre. Otuz dað yükünden daha aðýr. Otuz yaþamdan daha uzun. Otuz metre kaplumbaða için geçmiþin aðýrlýðý ve geleceðin ümitle beslenen belirsizliðinden ibaret. Yani yaþam ya da ölüm deðil otuz metrenin ona vaat ettiði. Sadece o güne kadar yaþadýklarý ve o güne kadar toplayabildikleri. Ama kaplumbaða ilk adýmla birlikte geçmiþinin bir parçasýndan kurtuldu. Ve her yeni adýmda yükü daha da hafifleyecek, ümidi çoðalacak. Ve kaplumbaða ilerledikçe batýda gün ýþýyacak. Kaplumbaða baþardý mý? Yoksa kaderi kýrk tonluk bir kamyonun en sert kabuklarý un ufak edebilen kahredici gücü karþýsýnda onu yalnýz mý býraktý. Yani bunun ne önemi var? Önemli olan yapmak deðil miydi? Sadece yapmak? Kaplumbaða çok önceden kazanmýþtý zaten. Bu öylesine büyük bir zaferdi ki, artýk hiçbir yenilgi onun üstesinden gelemez, ona boyun eðdiremezdi. 57
Ýskenderiye Feneri / þiir Jaromil Le Poète Merhaba,
dar da sýradan bir þeydir. Gücü buradan gelir. Somut ve hayattan çekip aldýkça güçlenir. Sizin þiirlerinizi okuyunca, nasýl bir yaþantýnýz olduðunu merak ettim. Þiirlerinizi isimleri "Sýr", "Gölgeler Ülkesi", "Yolcu", bu kelimeler artýk kullanýla kullanýla bayatladý. Bunlar sadece baþlýk, alt tarafý özgünlüðe teðet bile geçemeyen dizelerle dolu. Kafiye þiirin taþýyýcý elemanlarýndan deðildir, þiiri kurtarmaz, ha eðer kafiye doðal akýþý içerisinde meydana geliyorsa, eðer artýk size ait olan bir sesin yankýsý ise harika bir þey olur. Biraz fazla Necip Fazýl okudunuz sanýrým, açýlýn biraz hiç karþýlaþmadýðýnýz zirvelerle karþýlaþacaksýnýz. Bütün bunlara raðmen devam edin.. Ýzmir'den Yusuf Can Akýn, saman alevi gibisiniz, güzel dizeler yakalýyorsunuz, bir an için acaba diyorum, sonra ayný klasik, rutin dizelerle devam ediyorsunuz. "Sýr oldu kar çeþmesi/ gerdek kadar beceriksiz/" gibi özgür bir deyiþiniz var ama sonra "hoþ gör beni acýlarým" gibi artýk her Türk'ün bir kenara yazdýðý bir dize. Sonra bu öfke nedir Allah aþkýna, öfke þiiri berbat eder, evet algýlananýn aksine þiir serttir, þiir dünyaya, düzenlere, haksýzlýklara karþýdýr ama bunu çok ince yapar. Ölecekse de ölür ama çok zarif ölür. “Þimþeklerle döneceðim üzerinize/ tufanlarý tayfunlarý da getireceðim” Aman tanrým... Bunu yapmamanýzý tavsiye ediyorum.
Günlerdir, uykusuzluk çekiyorum. Yaþamak için yapmam gerekenleri tamamladýktan sonra, beynim fýrsat kaçýrmadan þiir kovalamaya baþlýyor. Anlýk görüntüler, sokaklar, insan yüzleri, konuþmalar, kýrgýnlýklar, mutluluklar, tasarýlar ve anýlar. Gün bitiyor, þiir ise ne benimle ne bensiz. Hiçbir þeye ona dokunmak istediðim gibi dokunmak istemedim. Evet þiire dokunmak istiyorum, tutmak, naif ve barbar nedir görmek istiyorum. Uyuyamýyorum. Giorgio Mangenelli'nin söyledikleri geliyor aklýma "Bir þiir bir hayalete benzer; yapýlabilecek tek þey, onu görmek, ondan korkmaktýr." Þiire dokunmak bile imkansýzdýr. Bense þiiri hep Atom çekirdeðine benzettim, her þeyin özü ama her þeyin dýþýnda. Posta kutum þiir dolu, baþým belada, farkýndayým. Nasip diyelim… Egeli genç bir þairle baþlamak istiyorum; Müesser Yeniay. Ne yazýk ki tek þiiriniz var elimde. Aslýnda tek þiir gönderen arkadaþlarý deðerlendirmiyorum. Çünkü herkes neredeyse hayatýnda bir defa iyi bir þiir yazar. Yanýlmaya ve madara olmaya hiç niyetim yok. Fakat, sizin þiiriniz yüze yakýn þiir içinde bir tarafa ayýrdýðým tek þiir. "Saphire Yalnýzlýðý", kararlý bir þiir, sapmalara, dalýp gitmelere, yapay derin duygulara kapýlmadan akýp gidiyor. Doðayý, özgünlüðünü kaybetmeden içselleþtirmeyi baþarmýþ. "merdivenlere aský olan gök" gibi buluþlar þiiri güçlendirmiþ. Lakin bunun yanýnda "öptüðün yerde çiçekler hazan, hazin sonla tükeniyor" gibi artýk kliþe olmuþ, hiçbir orijinalliði olmayan dizeler de var. Bunlarý ayýkladýkça, iyi bir þair olacaðýnýz izlenimini edindim. Þiir çevirileri yapýyormuþsunuz, böylece yabancý literatüre hakim olduðunuz anlaþýlýyor. Size Dylan Thomas'ý hararetle tavsiye ediyorum. Devam edin Müesser haným, umut verdiniz…
Gaye Aslan, iki þiiriniz var, "Kýrmýzý" yer yer aþýrýya kaçan bir duyarlýlýða raðmen iyi bir þiir. "Kadýnlar" ise içindeki felsefi örgünün dozunu ayarlayamamanýz yüzünden nispeten zayýf bir þiir olmuþ. Shiller'in "Felsefe ve Þiir"ini tavsiye ediyorum. Yine de þunu bilin; felsefe þairin yeteneði ile ters orantýlý olarak þiirde yer alýr. Çünkü þiir, felsefenin ulaþamadýðýdýr. Tuðrul Çakan, Ömer Cebeci, Burak Koygun; daha çok þiirinizi bekliyorum. Yetenek emareleri gösteriyorsunuz fakat istikrar önemlidir. Rabia Þengün ve Metin Taraz; mitingde okunacak þiirler size de bize de hiç bir þey kazandýrmaz, biliyorsunuz mitinglerden sonra ortalýk çer-çöp olur. Genel olarak bütün arkadaþlara bir okuma listesi vermem gerekiyor. Böyle listelere ben de sinir olurdum, ama þiir okuma-
Erhan Hancýðazlý, elimde üç þiiriniz var. Þiirlerinize emek verdiðiniz belli oluyor, lakin þiir algýnýzda bir sorun var. Þiir olaðanüstü olduðu ka-
58
dan þiir yazmak beyhude bir çabadýr. Hüseyin Akýn'dan Çöl Vaazlarý, Ýbrahim Tenekeci'den Giderken Söylenmiþtir ve Üç Köpük, Serkan Iþýn'ýn Hz. Hubble'ýn Rüyalarý, tabii ki Ýsmet Özel'den Erbain ve Of Not Being A Jew; Yeats, Whitman, Kavafis, Ezra Pound gibi þairleri (böyle bir antoloji edinebilirsiniz), ve Birhan Keskin'inin Ba'sý ilk elden okunmalýdýr. Liste sayfalarca sürebilirdi, ilk elden yavaþ gitmekte fayda var, zaten bir þairin sesini bulmasý hayli meþakkatli bir yol, daha da kafalarý karýþtýrmaya gerek yok. Arkadaþlar þiir çok ciddi ve hayati bir uðraþtýr, sakýn hafife almayýn, Sartre'nin dediði gibi "þiir yazmak öyle ki uðruna, hayatýný verebilmeyi göze alman gerekir" jaromil.lepoete@gmail.com
ilan
Gözlerine kadar yýrtýl! belki açýða çýkar kilim yalnýzlýðýnda dokunmuþ yüzün. Bir Saphire kanýyor aðzýnda ýlýk. öptüðün yer de çiçekler hazan, hazin sonla tükeniyor. En yeþili katýla katýla aðlýyor. Mer divenlere aský olan gök, aynasý adýmlarýn ve aylaklýðým tesbih, boncuk boncuk terliyor. Susan ör dekler kadar ýslak ve yaban duruþlu güller, bir sýr rý saklýyor yaprakyaprak
Müesser Yeniay
59
Ýskenderiye Feneri / hikâye Ebu Musa El-Tayr bazý eksiklikler var. Örneðin, “Aðaç Kovuðu” hikâyenizin baþlangýcý sanki bir sözlük maddesine ya da mimar raporlarýna benzemiþ. Aðacý betimlerken “Sað tarafýndan bir dere akýyor. Diðer taraflarý tamamen tarla. Aðacýn gövdesi dört metre eninde...” þeklinde tanýmlamak yerine tüm bu malumatlarý metne yedirebilirsiniz. Yazarken biraz dikkat ve bol bol okuyun. Ustalardan okuyun daha çok. Ama onlarýn her yazdýðýna da mükemmel gözüyle bakmayýn. “Ben olsam burayý þöyle yazardým.” diyerek eleþtirel gözle bakýn. Buket Ýlkdeniz, Aydýn Bozkurt ve Güldünya Yaþar... Diðer arkadaþlar için dediklerim aynen sizler için de geçerli. Saðlam okumalarýnýz olmazsa konularýnýz da, anlatýmýnýz da bir üslup ya da bir dil bütünlüðü halini almaz. Coþkun Ongun iki hikâye göndermiþ. “El Ele” çok klasik kalmýþ. Bir arkadaþlýðý anlatmýþsýnýz ama en hýzlý orayý geçmiþsiniz. Öncesinde okulun bahçesini, çocuklarýn cývýltýlarýný uzun uzun ve fazlasýyla arabesk bir havayla anlatmýþsýnýz. Eðer duygusallýkla hikâyeye yaklaþýrsanýz, sadece duygusal ve kliþe cümleler kurarsýnýz. Çocuklarý ve oyunlarýný tasvir ediþiniz beni çok sýktý. Böyle þeyleri ortaokul öðrencileri kompozisyon ödevi olarak yazýyor herhalde. “Filimci Amca” nispeten daha iyi ama bunda da ayný türden sorunlar var. Ayrýca, bu hikâyede karakterlerin ifadelerinin sýrýttýðýný söylemeliyim. Zorlanarak ve kendileri olmadan söylemiþler gibi. Yavuz Ahmet Koç’un üç hikâyesi de dikkate deðer. “Islanmak Lazým” diðer iki hikâyenize göre daha iyi. Orijinal konularý yazýn. Yazacaðýnýz þey sizi sýkmasýn en baþta. Rahat okunsun. Karakterlerin dil, yani “aðýz” problemi olmasýn. Köylü, þehirli gibi kelimeleri kýrmadan konuþmasýn mesela. Bunlar ilk göze çarpanlar. Elli hikâyeniz olduðunu söylüyorsunuz. Diðer hikâyelerinizi de bekliyorum.
Son zamanlarda öyle hikâye kitaplarý çýkmaya baþladý ki, insaný çileden çýkarýyor. Duygu ve düþünceler biraz arabesk bir havayla yazýlýnca bunun adýna “hikâye” denmeye baþlandý. Ne yazýk ki, hikâye yazmaya yeni baþlayan ya da hayatýnda hiç hikâye yazmamýþ biri bu kötü örnekleri görünce “Bunu ben de yazabilirim, ne var ki bunda!” havasýyla kaleme sarýlýyor. Sonra, sevgilisinden neden ayrýldýðýný anlattýðý esere (!) hikâye deyip bana gönderiyor. Üstüne üstlük, “Bu deðerli hikâyemi çok beðeneceðinizden eminim. Arkadaþlarýma okuttum, onlar çok beðendi. Öðretmenim de beðendi.” diyerek sanki bana mesaj veriyor. Ýsim vermiyorum ama, “o kendini bilir” arkadaþ, sizin yazdýklarýnýza deneme bile demek zorken ben nasýl hikâye diyeyim! Önce Türkçe öðrenin, sonra bol bol okuyun, sonra hikâye nedir, deneme nedir, þiir nedir bunlarý öðrenin. Belki Jaromil’in alanýna müdahale olacak ama, o kendi sayfasýndan söylemedi ben söyleyeyim: Þiirsel olarak yazýlan mýsralý, kafiyeli, (þiir diyemem, kusura bakmayýn!) karalamalardan sonra þimdi de, duygu patlamasýna uðrayan her eli kalem tutan þahs-ý mübarek, bir kafiyeli karalamanýn yanýna, bol acý ve duygu soslu düz yazýlar (hikâye deðil!) yazýp büyük bir eser yazdýklarýný hissederek günlerce sarhoþ dolaþýyorlar. Diyeceðim odur ki, bana hikâye gönderirken “yanlýþlýkla” deneme ya da sevgilinize yazdýðýnýz mektuplarý göndermeyin. Özel hayatýnýza karýþmak, buradan ifþa etmek istemem! Ahmet Ayhan, dört hikâye göndermiþ. Kýsa kýsa yazdýðý bu hikâyelerde dilin büyük problem olduðu anlaþýlýyor. Sevgili Ahmet, hikâye ya da herhangi bir þey yazarken, dilimizin o metinde hayat bulmasýna çalýþmalýyýz. Eðer, yabancý kelimelerle ve anlaþýlmaz uzun cümlelerle yazmaya çalýþýrsak yazmamýþ oluruz. Sana tavsiyem, bol kitap oku. Ama iyi kitaplar oku. Gazete köþelerinden çýkma adamlarý okuma yani. Bu tip kitaplarý okuduðun ara ara belli de oluyor. Kendini olabildiðince bunlardan koru ve iyi kitabý kendin ara, bul. Hatice Aksu, iki hikâye göndermiþ. Dil problemi yok gibi. Ama hikâyelemede teknik olarak
Temmuz’da görüþmek üzere... musaeltayr@yahoo.com
60
TARAS SUT KULESÝ
Aslý Ceyhun Türkali yazdýðý eleþtiri yazýsý zamanlamasý itibariyle her okuyaný gülümsetecek cinsten. Bu tür manevralara alýþtýk neyse de Celâl Fedai'nin Merdiven dergisinde Mehmet Akif Tunç'un sorularýna verdiði cevaplar tek kelimeyle evlere þenlikti. Fedai kendi yazdýðý dergilerin dýþýnda hiçbir derginin kýymet-i harbiyesinin olmadýðýný söylemek istiyor verdiði mülakatta. Dergâh dergisine ise yüklenmekle kalmýyor üstüne üstlük bir de omuz vuruyor. Hani bunu merdiveni çýkarken yapsa gam yemeyeceðim, iniþe geçerken söylemesi inandýrýcýlýðýný büsbütün ortadan kaldýrýyor. Bu sözlerin boþta bulunularak bir anlýk kýzgýnlýkla söylenmiþ sözler olduðuna inanmak istiyorum. Zamanýn tutanaklarýna geçen bu sözler gün gelir insaný mahcup edebilir. Týpký bir zamanlar övgüler düzdüðünüz insanlarý þimdi taþa tutmanýz gibi.
Kim bu þair?
Ýhsan Deniz Yeni Þafak gazetesinde üst üste yazdýðý iki yazýda bir þairi fena halde haþlýyordu. Neler demiyordu ki; ne kifayetsizliði kalýyordu bu þairin, ne muhterisliði ne de dergi kapaklarýndan medet uman tarafý. Edebiyat ortamýnda herkes þimdi birbirine soruyor: Bahsi geçen þair kim? Gerçi herkes birini söylüyor ama hiç kimsenin bu sözleri üzerine alýndýðý da yok. "Yaþýn biraz ileri ama olsun!", "Türkiye'nin gelmiþ geçmiþ en riyakâr þairinin gölgesine sýðýnýyorsun" gibi ithamlar aslýnda ortaya iki bilinmeyenli bir denklem çýkarýyor. Birincisi, Ýhsan Deniz hangi þairden bahsediyor? Ýkincisi, Ýhsan Deniz'in gölgesine sýðýnýlmakla itham ettiði Türkiye'nin gelmiþ geçmiþ en riyakâr ve sahtekâr þairi kim? Bu yazýda tarif edilen ve hatta kapý numarasýna kadar adresi verilen þairleri iþaret etmekle acaba yazar hangi maslahatý gözetmiþtir? Sözü edilen þaire "seni tanýyorum, hiçbir yere gizlenmeye kalkma!" gibi bir mesaj verilmek isteniyorsa þayet isminin açýk açýk dile getirilmesi gerekmez mi? Sanýrým okuyucuya 'yarasý olan gocunur' mantýðý içerisinde 'ara bul' denilmek istenmiþtir. Ýhsan Deniz'in bu yazýsý bir eleþtiri yazýsý olmaktan ziyade, kiþisel meselesi olan birinin tek taraflý hesaplaþmasýna daha yakýn duruyor.
Þiirin Avrupa yakasý
Edebiyat ortamýndaki kýsýr çekiþmelerden þiirimizin iki yakasý ne yazýk ki bir araya gelmiyor. Þiirin kendisini deðil, geliþini gidiþini ve ayak izlerini konuþup tartýþýyoruz çaresiz. Bu hengâme içerisinde iyi þeyler de olmuyor deðil. Niþantaþý gibi modanýn ve eðlencenin merkezi sayýlabilecek bir yerde Türk þiirini konuþmak gibi. Niþantaþý Nuri Akýn Anadolu Lisesi Hüseyin Akýn öncülüðünde oldukça iddialý bir sanat olayýna imza atýyor. Nuri Akýn Anadolu Lisesi "Niþantaþý Þiir Günleri" adýyla dört gün sürecek bir programa ev sahipliði yapýyor. 17, 18, 19 ve 20 Mayýs tarihlerinde yapýlacak programda þiir oturumlarý, paneller, "ustalara saygý saati" ve Türkiye'nin önemli þairlerinin katýlacaðý þiir ziyafeti de yer alýyor. "Türk Þiiri'nin dünü ve bugününün geliþim serüveni"nin konuþulacaðý panelde Doç. Dr. Baki Ayhan T., Doç Dr. Ömür Ceylan, Nurettin Albayrak ve Doç. Dr Mehmet Çelik teblið sunacaklar. 'Þiir tozlu ve topraklý yollarý sever' diyenlere ithaf olunur.
Celâl kimin fedaisi?
Merdiven çýkýþa mý hizmet ediyor yoksa iniþe mi? Asansör kullananlar bu soruya kulak týkayabilirler. Eðer yukarý çýkma azmi taþýyorsanýz elbette asansör çýkýþa hizmet edebilir. Ama bir irtifa kaybý yaþýyorsanýz basamaklarý iniþ için kullanabilirsiniz. Evet, tahmin ettiðiniz gibi, Merdiven dergisinden bahsediyorum. Eðer bir derginin içerisinde Ýsmet Özel varsa o dergide yer alan diðer isimler oturuþuna kalkýþýna dikkat etmeli, hiç olmazsa alçak perdeden konuþmalýdýrlar. Özellikle son bir iki sayýdýr bunun hiç böyle olmadýðýný görüyoruz. Dergi ilginç bir þekilde kendi evlatlarýný yemekle meþgul. Celâl Fedai'nin Ali Ayçil'e dair 61
ilan
62
ilan
64
.