DERKENAR
DERKENAR Edebiyat, kültür ve sanat dergisi Ýki ayda bir çýkar ISSN 1304-6667 Yýl:1
Sayý:3
Mayýs-Haziran 2004
Sahibi ve Yazý Ýþleri Müdiresi Aynur Ulutaþ Genel Yayýn Yönetmeni Seyfullah Aslan Yayýn Danýþmanlarý Mehmet Çelik Mehmet Ali Baþaran Yayýn Kurulu Emine Öte Abdullah Sami Serhat Bakýr Süheyl Ünlü Düzelti Emine Öte
Sayfa Düzeni Mehmet Çelik Yazýþma Adresi P.K. 29 Baðcýlar - ÝST
Ýletiþim Seyfullah Aslan 0536 511 99 02
Elektronik Posta derkenardergi@hotmail.com
EDÝTÖR'DEN Yolculuðumuz devam ederken iki ayda bir istasyonlarda bekliyoruz. Beklerken derdimizi anlatýyoruz. Anlatýrken yoruluyoruz ve yeniden demleniyoruz. Dolu dolu bir sayýyla karþýnýzdayýz. Yayýn kurulumuz yazýlarý seçmekte zorlandý. Neticede ortaya her þeyiyle dolu, tekrar tekrar okunulasý ürünler çýktý. Mehmet Ali Baþaran’ýn Cezmi Ersöz’le yaptýðý söyleþiyi, edebiyatýn halini anlamak isteyenlerin mutlaka okumasý gerekiyor. Bu sayýda þairlerimizden güzel þiirler geldi. Mervan Aksu, Atilla Mustafa Çalýþkan, Seyfullah Fatih, Atanur, Melik Külekçi ve Çaðla Þiþmanlar bu sayýya þiirleriyle katýlanlar. Emine Öte, Mardin izlenimlerini bir þiirin adýmlarýyla aktarýyor. Abdullah Sami yine “ti”ye aldýðý bir konuyu hikâye edip sayfalarýmýza taþýyor. Seyfullah Aslan da yeni öyküsüyle sayfalarýmýzdaki yerini alýyor. Ayrýca bu sayýmýzda iki yeni öykücümüz aramýza katýldý; Hümeyra Yargýcý ve Aynur Kulak. Serhat Bakýr her zaman olduðu gibi orta sayfa kitap eleþtirisiyle, Ali Karýnca da bir kitap tanýtým yazýsýyla sayfalarýmýzda. Kütüphanemiz de her zamanki gibi dolu dolu. I.Karþýyaka Þiir Kurultayý Çalýþma Raporu’nu edebiyatý ve þiiri daha iyi zeminlerde görmek adýna yayýnlýyoruz. Daha iyi sayýlarda buluþmak umuduyla...
Abonelik Bedeli Yýllýk: 18.000.000 TL
Posta hesap çeki Seyfullah Aslan 160 32 41
Abone olacaklarýn dikkatine!
Baský - Cilt Bayrak Matbaasý (0212) 638 42 02
Aboneliðinizin baþlamasý için; * Abonelik ücretini Seyfullah Aslan 160 32 41 numaralý posta çeki hesabýna yatýrmanýz
Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Reklamlarýn sorumluluðu reklam verene aittir. Ýlan pazarlýða tabiidir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez.
2
* Posta çeki alýndý belgesinin fotokopisini ve adresinizi yazýþma adresimize göndermeniz yeterlidir.
DERKENAR
Atilla Mustafa Çalýþkan
KARANLIÐA SÖYLENCE
Kendine ülke arayan lirik bir þehir gibi Kanýma isyanýn o çelik tadý bulaþtý Yaralarýmdan akan tüm kelimeler, iþte pýhtýlaþtý. Kendimi uðultuya devrediyorum. Yerçekiminden öðrendiðim bir sýr var Yer çektiði için deðil Gök ittiði için düþermiþiz Öyleyse ey benim gökyüzüyle nikâhlý ömrüm Bu kuþkulu coðrafyada düþmek bize yaraþmaz Çünkü bütün kurþunlar yerçekimlidir. Gerçeðe sýkýlan kurþun intihar eder. Cesetlerle perçinli haritalarýn kalbi atmýyor Ben bilhassa mabetlerin tedirginliðiyle yuyup nabzýmý Burçlara ruhumu ellerimle astým bayrak diyerek Ak artýk ey aðzýmdaki kiþneyen nehir ak ak diyerek. Harfleri suya banýp yutmakla diriyim ben.
3
DERKENAR
Atanur
MEKTUBUMA BAÞLAMADAN ÖNCE -gönderdiðim mektuplar siz onlarý okumuþsunuz gibi durdular rafta Mektubuma baþlamadan önce mektubunu okudum.. þifreyi çözmem zaman aldý... mavi ve kar kaldý aklýmda... karý beyaz sayfaya benzetmiþsin... demek yazarýn ayak izleriymiþ sayfalarda harfler... hemen ele veriyorlar maviyi... Sen maviyi elden ele veriyorsun, 'bu arada bana' Edip Cansever de karanfili veriyor... Bu mektubu sana sen gitmeden yazýyorum... çekirdeðimi çatlatarak dönüyorum içimde... dudaklarýma bile yasaklýyorum sayýklamayý... herkesten saklýyorum... Ölüm boþ bir satýr çizgisidir belki de kalbimi taþýmayan... Mektubunu okudum mektubun da canýmý. Boþ sayfanýn verdiði huzuru anlatamam... oku oku bitmez, yaz yaz dolmaz… dolmaz kaðýt... süresiz aðýt. Bu mektubu sana içimden yazýyorum... Uzundur çýkamadým dýþarýya Tavaný kaldýrsalar her yer içim olacak yalnýz olmayý biliyorum bazen... yalnýz ölmeyi mi demeliydim? Ben ne kadar terlediysem kar o kadar yaðdý... Üstümü giyinemiyorum üstüme. gözlerimle o kadar dolaþtým ki pencerede... boþ sayfa huzur veriyor olmalý… Mektubunu okudum... ama bu son sayfayý ne yapayým, ne anlatýr boþ bir sayfa insana? oku oku bitmiyor... daha yaz bana... hem apartman giriþlerinin bir anlamý olur böylece...
4
DERKENAR
Mektubunu bir örümcek gibi sarmalayýp eve götürdüm... açmadan kokladým... hissetmeye çalýþtým içini... boþ bir sayfa olacaðýný nereden bilirdim bütün yüzünün.. aklýmdan sen geçirdin… Kömür gibi gözlerini geçirdim gözlerimin zihninden... Karþý balkondaki küçük kýz dedesinin gözlüðüyle oynuyor Apartmanýn dibinden sucu geçiyor kýz gözlüðü taktý... sucu gitti... Mektubundan anladým ki sözlerin daðýlmýþ, dilin tutulmuþ… 'Hoþça kal' kalmýþ içinde senin. Ben bu satýrlarý yazarken sen masanýn diðer ucunda baþýný yere eðmiþ duruyorsun. Ne zaman orada olduðundan emin olmak istesem… Eþyalarý dansa kaldýrýyor mumun alevi. Kalemim sayfalarda eski bir kadýrga gibi ilerliyor bu elleri yaþlanmýþ buluyorum. Hoþça kal!
5
DERKENAR
Abdullah Sami
KARARLIYIM ABÝLER O gece; kendisi, çocuklarý, aile efradý, vataný, milleti, hasýl-ý kelam tüm kainat, canlý ve cansýz tüm mahlukat için çok önemli ve gerekli kararlar alarak deliksiz bir uykuya dalýp, ertesi günün bir dönüm noktasý, yeni bir çaðýn baþlangýcý, hatta bir milat olduðunun farkýnda olan bir kiþi olarak uyandý yeni hayatýna. Gayri kendini cesur ve ileri görüþlü olarak düþünebiliyor, böyle düþünmesinin, bu güzel ülkesinin geleceði açýsýndan pek mahzurlu olacaðýný sanmýyordu. Tabii ki o böyle düþünüyor diye, herkesin böyle düþünmesi gerekmezdi... Yani, þu cennet ülkesi yeteri kadar cesur ve ileri görüþlü düþünen insana sahipti o günden sonra... Fazlasý da pek fayda getirmezdi bizim anlayacaðýmýz. Kendisinin kýymetini bilememiþti o güne kadar... Bunda, þimdiye kadar gördüðü eðitimin etkisinin yanýsýra, insana kýymet vermeyen insanlar tarafýndan idare edilir olmasýnýn payý ve paydasý da oldukça büyüktü... Yoksa ne alemi vardý, on sekiz sene okul sýralarýnda sürterek, üniversite diplomasý alýp, "Uyy uþaðum piz mektep kýymeti bilip okuyamaduk, haçan de paða pakayum, Ayvaluk'da pi ihaleye gireyruz. Ama, orasý hangi vilayete paðludur pilmeyrum. Sen okudun pileysundur." diyen, patronu olan laz müteahhitin karþýsýnda el pençe divan durup, "Siz daha iyisini bilirsiniz efendim." diyecek olduktan sonra. Oturup, ince bir hesap yapmanýn zamaný gelmiþti ve dahi selam bile vermeden çekip gidiyordu neredeyse. Takdir edersiniz ki, hayallerine yeni hayaller katan, ufkunun çizgisini tek celsede silecek kadar cesur olan ve bundan sonraki hayatýný tamamýyla kendine -pardon, tüm insanlýðaadayacak olan birisi hesapsýz-kitapsýz olamazdý. Beden, ruh, karakter, duyarlýlýk, hissiyat olarak kendi noksanlarýný çok iyi bildiði için, parlak bir geleceðe giden yolda önüne çýkacak engelleri kolayca aþabileceði yeni planlar yapmakta zorlanmadý. Her þeyden önce, þu gereksiz mütevaziliðinden kurtulacaktý. Kendinde noksan gördüðü, hatta
6
onarýlmaz zannettiði bir hastalýktý bu hasleti. En küçük bir iltifat duyduðunda bile, rahmetli Kemal Sunal gibi aðzýný bir tarafa doðru çarpýtarak "yok canýýým, öyle miyim?" demek ne kadar kolay ise, biraz ciddiyet takýnýp, "bittabii, öyleyimdir caným" demek de hiç zor olmamalýydý ve her fýrsatta, biraz da abartarak, hatta þiþinerek söylemeliydi. Bunu söylemek, çocukluðunda top oynarken komþunun camýný kýrýp, "Ben kýrmadým, belki Recep kýrmýþtýr." demek kadar kolay ve sýradan olmalýydý. Çocukluðu dedik de gençliði aklýna geldi bir an... Biz diyelim yirmi sekiz, -siz bir þey demeyin, sallarsýnýz-, belki yirmi dokuz yaþlarýndaydý, yine cesur, atak ve ileri görüþlü olmak için karar vermiþti ki, þansý pek yaver gitmedi. Araya askerlik girdi, Kütahya'ya talime gönderdiler. Kararlarýna ve kendine ana-avrat düz giden bölük çavuþunun küfürleri eþliðinde kendisiyle birlikte alçak sürünmeye baþlýyor, ayaða kalktýklarýnda ise, "Ay akþamdan ýþýktýr" türküsünün temposuna uyarak, koþar adým yerinde sayýyorlardý. Efendim geçelim... Yeni kimlik ve yeni karakterinin arifesindeki bir insanýn, askerlik anýlarýyla vakit geçirmesini beklemezsiniz herhalde.. Ne askerlik anýlarýnýn ne de geriye dönük herhangi bir olayýn kafasýný meþgul etmesine müsaade etmeyeceði de yeni kararlarýnýn dahilindeydi. Hem bahara çýkmýþ hem de ipini koparmýþ dana ivecenliðiyle deðil, gayet makul ve mantýklý adýmlar atarak ilerleyecek ve hedefine en kestirme yoldan, en etkili metotlarla, en kýsa sürede ulaþacaktý... Boyutlarý alabildiðine sýnýrsýz olan hedeflerine atýlacak olan oklarýn, memleketinde dedesinden kalma, üç dönümlük kavaklýktaki kavak aðaçlarýnýn dallarýndan yapýlacaðýný bildiði için, sýký bir pazarlýk sonrasý, oldukça yüksek bir fiyata amcasýnýn oðluna satýverdi. Sýnýrlý Sorumlu Yaslankent Yapý Kooperatifi'ni kurmak, kendisi için fazla meþakkatli olmadý. Çünkü; kooperatif mevzuatýný iyi biliyordu. "Sýnýrlý" sözcüðü biraz kafasýný kurcaladý ama, madem ki yönetmelikler böyleydi üzerinde dur-
DERKENAR
mamalýydý. Gazetelerde her gün tam sayfa ilanlarýný, TV ve radyolarda günde sekiz kez reklamlarýný yayýnlatarak, "evsizi evli, barksýzý barklý yapacaðýný, ayrýca; emekliyi, dulu, evde kalmýþý, yetimi, köylüyü, iþçiyi, memuru, kasabý, berberi unutmadýðýný, Yaslankent Yapý Kooperatifi'nin hizmetlerinin bitmek-tükenmek bilmeyeceðini, üye sayýsýnýn ise, sýnýrlý olduðunu" duyurdu. Þartlar o kadar cazip deðildi, hatta, diðer kooperatiflerin fiyatlarýyla kýyaslandýðýnda biraz pahalý da sayýlýrdý. Ama, bizzat kendisinin organize ettiði, "Ucuz Etin Yahnisi" konu baþlýklý bilgilendirme ve bilinçlendirme seminerleri ve en önemli faktör toplumun reklam uydusu olmasý sebebiyle, henüz birinci ay dolmadan üye sayýsý iki bine ulaþmýþtý. Hafta sonlarý, Yaslankent Konutlarý'nýn yapýlacaðý alana turlar düzenlemeye baþladý. Bu turlarda, üyeler hem daha sonra sakini olacaklarý yerlere þimdiden aþina olmaya çalýþýyor hem de fazla fahiþ olmayan bir ücret karþýlýðýnda çoluk-çocuk piknik yapýyorlardý. Bu alan þehrin yaklaþýk yetmiþ beþ kilometre dýþýndaydý. Ýlk seferlerde birkaç yüz üye uzaklýktan þikayet eder gibi, bir o kadarý da "kuþ uçmaz, kervan zaten uðramaz." der gibi oldularsa da, üyeleri bir alana toplayýp "Yaslankent Projesi kapsamýnda, hafif raylý sisteme yer verildiðini, bu sistem sayesinde, üyelerin özel otolarýný bile kullanmalarýna gerek kalmayacaðýný, dolayýsýyla ulaþýmda zamandan ve
cepten tasarruf yapabileceklerini, þehrin merkezinde boþ ve ucuz arsalar olmasýna raðmen, sayýn üyelerin huzurlarý, güvenleri, saðlýk ve afiyetleri için, Tarým Orman ve Köy Ýþleri Bakanlýðý ile bu ormanlýk alaný satýn almak için temasa geçildiðini, bakanlýkta hatýrý sayýlýr dostlarý olduðunu" hararetle anlatarak üyeleri ikna etti. Daha önce baþkalarýnýn sahip olduðu gazete, televizyon ve radyolara verdiði reklamlar, kendi gazete, televizyon ve radyolarýnda yayýnlanmaya baþladýktan sonra üye sayýsý akýl almaz bir þekilde yükselmiþti. Bu kadar yayýn organýna sahip koskoca bir kooperatif, binlerce insaný maðdur edemezdi tabii ki. Yaslanbank'ýn, on ayrý merkezde, ayný gün ve ayný saatte hizmete girmesi, tüm yayýn organlarýnda sýký bir reklam organizesiyle, bir ay önceden tüm dünyaya duyurularak olaðanüstü bir sükse yapmýþ, dolayýsýyla, popülerliðine popülerlik katan Yaslankent Yapý Kooperatifi'nin üyelik katýlým payý, üye aidatlarý ve hafta sonu piknik turlarý ücretleri de ayný oranda yükseltilmiþti. Halk öyle bir hale gelmiþti ki, aile meclislerinde, dost ve arkadaþ toplantýlarýnda, parti ve dernek seminerlerinde hal-hatýrdan önce Yaslan Holding'in adý zikrediliyor, Yaslan Holding'in yaþam standartlarýný deðiþtirdiði, borsalarý alt-üst ettiði, herhangi bir þekilde ardýnýYaslan Holding'e yaslayanlarýn sýrtýnýn yere gelmeyeceði 7
DERKENAR ballandýra ballandýra anlatýlýyordu. Hatta bazý cemaat liderleri, mürit sayýlarý oranýnca teþvik primlerini alýp, "dünyada mekan, ahirette iman" diye bir vecize peydahlayýp, Yaslankent'e üye olanlarýn hem dünyayý hem de ahireti garantilediðini tüm müritlerine empoze ettikten sonra, neredeyse ülkenin yarýsý Yaslankent Yapý Kooperatifi üyesi olmuþtu. Diðer yarýsý ise, hisse senetleri, tahviller ve banka mudiliði ile Yaslan Holding üyesiydiler zaten. Yaslan Holding'in, basamaklarý üçer-beþer zýplayarak zirveye týrmandýðý bu günlerde, devlet bazý kurumlarýný özel þirketlere devretmiþ, devletin özelleþtirdiði kurumlarýn, elektrik, su, hava gibi, en çok kar getirenlerinden bazýlarýnýn iþletmesini de, yüce devletin iþlerinin biraz daha kolaylaþmasýna katkýda bulunmak amacýyla, Yaslan Holding üstlenmiþti. Günler aylarý, aylar yýllarý kovalamýþ, dolu dolu dört yýl geçmiþ, insanlar fert fert, aþiret aþiret, kabile kabile akýn ederek, paralarýný ya ev, ya hisse senedi ya da yüksek faiz umuduyla Yaslanbank'a yatýrmýþ, kooperatif üyeleri aidatlarýný ödeyebilmek, hisse senedi alanlar daha fazla senet alabilmek, faizciler ise daha fazla para yatýrýp alacaklarý faizleri çoðaltmak için ek iþler tutmaya, gece vardiyalarýnda çalýþmaya baþlamýþlardý. Öyle ki, üyeler yatýrmaya, veznedarlar toplamaya, muhasebeciler saymaya, yöneticiler harcamaya yetiþtiremez olmuþlardý. Memleket sathýnda müsait olan ve olmayan tarlalar alýnýyor, bu tarlalara çiftlikler kurularak içlerine Avcýlar ve Atýcýlar Derneði'ne üye, en az üç avý ve en az beþ okkalý atýcýlýðý olan hakiki avcýlar ve atýcýlar dolduruluyor ve ellerine komþu devletlerden kamyonlarla getirilen son teknoloji ürünü, tam otomatik av silahlarý veriliyor, memleketin ayý, domuz, kurt, çakal, timsah, dinozor türü, bilumum canavarlarýn istilasýna uðramamasý için gerekli önlemler alýnýyordu. Ýnsanlarýn bazýlarý nankördü. Bunca hizmetleri görmezden geliyorlardý. Kimi bir an önce kooperatif için arsa alýmýna ivedilik kazandýrýlmasý, kimi vaadedilen faizlerin zamanýnda ödenmediði, Yaslan Holding çalýþanlarý son altý aydýr maaþlarýnýn ödenmediði için, devlet ise vergi alacaklarý, naylon faturalar, adý var olup bedeni olmayan þirketler ve daha bir çok sebeplerle toplu halde kazan kaldýrmaya hazýrlanýyorlardý. Ama o, akýllýydý, kararlýydý, azimliydi, cesaret-
8
liydi ve en önemlisi kurnazdý. Çok kýsa bir sürede çok büyük iþler baþarmýþ, aziz vatanýn dað, bayýr, vadi, plato; her alanýna bir þirket kurmuþtu. Bütün yaptýklarýnýn hesabýný tek tek verebilirdi. Kesinlikle öksüzün, yetimin, dulun, evde kalmýþýn hakkýný yememiþti. Alný açýk, gömleðinin yakalarý ve hacimleri oldukça geniþ olan çelik kasalarýnýn kapýlarý kapalýydý. "Þimdilik" kaydýyla, veremeyeceði bir tek hesap vardý. Amcasýnýn oðluna kavaklýðý satarken, aðzýndan, "emm'oðlu, kavaklýktan her zaman kereste çýkmaz, bu kez kavaklýktan vekil çýkacak." diye bir söz çýkmýþtý. Seçimlere beþ ay kalmýþtý. Hazýrlanmak için oldukça yeterli bir süreydi. Uzun boylu bir plan yapmanýn, gereksiz paniklere kapýlmanýn bir anlamý yoktu. Bütün vatan bir uçtan bir uca, köy-kasaba dolaþýlacak, Erzurum'da atabarý, Van'da þemame, Tokat'ta ellik, Silifke'de kekliði düz ovada avlarlar türünden bütün mahalli oyunlarda seçmenlerle birlikte oyunlar oynanacak, oyun oynayarak veya seyrederek yorulup kalori sarfeden herkese yarým ekmek arasý köfte ve ayran daðýtýlacaktý. "Ýþte böyle, her gün böyle, git yare söyle, oy amman amman" türküsü slogan olarak kullanýlacak, seçildikleri takdirde, "her gün böyle" olacaðý, hiç kimsenin çalýþarak yorulmamasý gerektiði, oynayýp yorulan herkese ekmek arasý köfte ve ayran verileceði, uzun söylemlerin içindeki kýsa cümlelerle vurgulanacaktý. Genç Yaslan Nazik Bedenini Yýpratma Partisi'nin kuruluþu, il ve ilçe baþkanlýklarýnýn popüler popçularýn þarkýlarý eþliðinde açýlýþlarý, bu açýlýþlarda yaptýðý iki saatlik konuþmalar, Yaslan Holding bünyesindeki tüm gazetelerde her gün iki sayfa, TV'lerde bütün gün yayýnlanýyordu. Þimdi durup dinlenme vakti deðildi. Emm'oðlunun milletvekili olacaðý partinin genel baþkaný, geleceðin baþbakaný olarak, aziz vatanýn her karýþ topraðýný arþýnlamak, telgrafýn tellerini kurþunlamak, çiftliklerinde kara günler için sakladýðý çelik kasalarýn kapýlarýný ardýna kadar açmak gerekiyordu. "Kaybetmek" sözcüðü, kendi literatürünü kendiliðinden terk etmiþti zaten. Hem Yaslankentzedeler evlerine, hisse senedi zedeler hisselerine, Yaslan Holding çalýþanlarý altý aydýr alamadýklarý maaþlarýna kavuþmak istemezler miydi? Eh ! Ýsterlerse istemesinlerdi...
DERKENAR
Melik Külekçi
Mervan Aksu
ESKÝ BÝR YAZ BUSESÝ
KADINLAR
üþümüþ gibi yapan bu yaz akþamýnda dudaklarýmýz kýþý özlerken tembel bir karýnca duasý gibi boynuna sarýldýðým saçlarýný kaybederim gökyüzünde gözlerin bir elmadýr çocuk bahçelerinde yetiþen ellerin mektup yazan bir anne ellerimle okudukça aklýndan geçenleri
ellerimde bütün çiçeklerin kokusu saklýyken dendi ki dilsiz yanýmýzdan daha yakýn olan kadýnlar dumura uðramýþ bu coðrafyada ateþsiz ve selamsýz dolaþýr gizli mabetleri ayaklar altýndayken bile
sandallara göz eden deniz fenerleri her gidiþinde sahile vurmuþ nice keder gibi seni seviyorum bu yaz akþamýnda söylenirken hayat kýsa aþk bir ömür mâhur bestem doldur þarabý bardaða mecliste yalnýz ikimiz ikimiz bu yaz akþamý buselik makamýnda peþrev ardýndan daha ileri giden bir þarký korkutmuyor akýp giden zaman gözümden gitmedikçe nâzik bedeni ne zaman akþam olsa hatýrlanýr dudaðýmýzda yarým kalan eski bir yaz busesi
buðulu camlarda bedenleri haykýran ýþýkken bu coðrafyada kadýnýn hüznü yýðýnaktýr titrek ruhumda ýþýltýlý yýldýzlarýysa kilitli sandukalarýnda saklý halaya giren kadýnýmýn coþkusunu bilmem ki nasýl anlatsam yastýklarýn iþleðindeki kývrýmda
9
DERKENAR
Mehmet Ali Baþaran
CEZMÝ ERSÖZ ÝLE SÖYLEÞÝ Yazar ve þair Cezmi Ersöz’le edebiyat yaþamý, yazarlýk, edebiyat dünyasý, okurluðumuz, dil meseleleri, yayýnevleri, yol-aþk- edebiyat kavramlarý üzerine dolu dolu bir söyleþi gerçekleþtirdik. Her edebiyatçýnýn, edebiyat severin ve her okurun düþünmesine ve sahip olduðu deðerler üzerinde ne kadar çok oyun oynandýðýný görmesine yol açacak bu söyleþinin virgülüne dokunmuyoruz. Edebiyat dünyasýnda aykýrý, farklý bir duruþunuz var. Bunun nedeni nedir? Aykýrý duran bir insan "ben aykýrý duruyorum" demez. Eðer bir insan "ben aykýrýyým, edebiyatta aykýrýyým" diyorsa, bilin ki oyun oynuyordur. Þu anda sizin için böyle söylüyorlar ama. Söylenebilir. Bu onlarýn görüþü. Ben benim. Ben Cezmi Ersöz'üm. Ha, birileri beni aykýrý olarak görüyorsa, onlarýn düþüncesidir bu. Ben aykýrý olmak için aykýrýlýk yapmýyorum. Bir duruþum var. O duruþu da korumaya çalýþýyorum. Yazdýklarýmla tutarlý olmaya çalýþýyorum, taviz vermemeye çalýþýyorum. Ama kendimi tarif etmem çok güç. Kimse kendisini tarif edemez. Yazdýklarýnýzda genelde psikolojik çözümlemeler yapýyorsunuz. Kiþilerin iç dünyalarýna bakýyorsunuz. Bu sizin hayata bakýþ açýnýz mý, yoksa psikoloji eðitimi mi aldýnýz? Benim kendimle yolculuðum çok eskilere dayanýyor. Kendimi araþtýrmayý, sorgulamayý çok seviyorum. Kendimle yüzleþen bir insaným. Tabii bunu yaparken de bir çok destek alýyorum; psikolojik romanlar, psikanaliz, varoluþçuluk. Bir çok temel psikiyatri kitabýný okudum. Benim derdim insan ve önce kendim. Ve kendime yolculuk yaparken orda bir sürü insaný da görüyorum. Hatta bir çok insanla ortak yanýmýn olduðunu da fark ediyorum. Bu beni çok þaþkýnlýða uðratýyor, büyülüyor. Hoþuma da gidiyor kendimi araþtýrmak. Bir þiir var, bir arkadaþýmýn bir dizesi; "Bin ben var benim içinde" Yani bir ben deðil. Yunus Emre diyor ki "Bir ben var benim içimde" Ama ben "bin ben" diyorum. Ýnsanýn içinde bin tane ben vardýr. Her bir ben çok farklý. Ýnsanýn karanlýðý, insanýn derinliði çok büyüleyici. Ýnsanoðlu 10
denizlerin dibini keþfetmiþ, uzayý keþfetmiþ ama henüz kendi karanlýðýný çok iyi bilmiyor. Dolayýsýyla keþfe muhtaç insanoðlu. Hem de bunu iyi yaptýðýmý sanýyorum. Yani kendimi deþmeyi iyi yaptýðýmý sanýyorum. Öte yandan ben baþkalarýný yargýlamayý sevmiyorum. Baþkalarýný yargýlamaktan hoþlanmýyorum. Baþkalarýný yargýlamadan önce kendimi yargýlýyorum. Kendimi suçluyorum. "Demon" diye bir kavram var. Demon, yaratýcý kötülük demek. Aslýnda bizde, Türkiye'de bu kavrama pek yer verilmiyor. Bunun üzerine pek düþünülmüyor. Kültürümüzde "demon" diye bir kavram yok. Ben bu demon kavramýný hayata geçirmeye, yazýlarýma geçirmeye çalýþýyorum. Kendimi sorgulayarak bunu yapýyorum. Dünyanýn kötülüðünü, insanlýðýn kötülüðünü kendi üzerime alýyorum. Bu sorumluluðunuzdan kaynaklanan bir tavýr mý? Sorumluluk. Ayrýca hayata bakýþla ilgili bir þey. Bunu diðer insanlar yapsaydý, bugün Türkiye'de çok farklý noktalara gelirdik. Ýnsanlar önce kendilerini yargýlayýp, sonra baþkalarýnýn üzerine düþünselerdi, Türkiye'de daha farklý bir kültürel hayat olurdu. Daha farklý bir sanatsal düzey olurdu. Bugün Türkiye'deki sanatsal düzeyin geriliðinin, kültürel hayatýn yozluðunun temelinde insanlarýn kendilerini yargýlamadan önce baþkalarýný yargýlamalarý yatýyor. "Bin ben var bende" dediniz. Bu benlerden hangisini yansýtýyorsunuz ki sizi özellikle 15-20 yaþ arasýndaki okuyucular çok seviyor. Yani bir kitabýnýzý okuduðu zaman hepsini okuyor okuyucular. Ne görüyor okurlar? Ve size çok mektup geldiðini biliyoruz. Kendilerini görüyorlar. Kendi iç dünyalarýnda yüzleþmekten korktuklarý yanlarýyla buluþuyorlar.
DERKENAR bir arkadaþ gibi görüyorlar. O mesafe yok benim onlarla aramda. Yazmak nasýl bir þey sizin için? Bunu biraz anlatýr mýsýnýz? Yazmak çok belalý bir þey. Akýl adamýnýn iþi deðil yani. Ben akýl adamý olsaydým, yazmazdým. Çok yýpratýcý, insaný çok yoran, aðýr bir þey. Ama sonu çok güzel oluyor. Ve yazarken bütün sinir uçlarý açýlýyor. Özellikle benim tarzýmda yazmak çok güç. Ben siyasî makaleler, güncel olaylar üzerine, aktüel yazýlar yazmýyorum. Dolayýsýyla kanýyorum, kanayarak yazýyorum. Bütün benliðimi deþiyorum. Kanamayla yazýyorum. Dolayýsýyla benim tarzýmda yazmak gerçekten belalý bir iþ, güç bir iþ. Ýnsan ruhu bu sýrada çok hýrpalanýyor. Ama ödülü güzel oluyor bazen, deðiyor yani. Dünyaya bir daha gelsem yazar olurdum. Yazar olmakla yolcu olmayý ayný mý görüyorsunuz?
Onlara ayna tutuyorum ben. Beraber bir yolculuk yapýyoruz. Hatta ben onlarý okurum olarak görmüyorum. Ruh yoldaþým olarak görüyorum, ruh arkadaþým olarak görüyorum. Ben onlarý kendi yolculuðuma davet ediyorum. Onlar da benim yolumda kendilerini arýyorlar. Mektuplarý saklýyor musunuz? Saklýyorum. Nasýl mektuplar geliyor? Çok farklý mektuplar geliyor. Cezaevinden geliyor, okurlardan geliyor. Kendilerini anlatýyorlar, iç dünyalarýný açýyorlar. En yakýnlarýyla paylaþamadýklarý iç dünyalarýný bana açýyorlar. Gizlerini paylaþýyorlar, sýrlarýný paylaþýyorlar. Bir yazara yazýlmýþ mektuplar deðil, bir yol arkadaþýna yazýlmýþ mektuplar bunlar. Bir hayranlýk mektuplarýndan çok, paylaþým mektuplarý, iç dökme mektuplarý. Yazýlarýný gönderiyorlar; öykülerini, þiirlerini gönderiyorlar. Sizi çok yakýn hissediyorlar kendilerine herhalde. Evet, bir de ondan. Okur hayranlýðýndan çok,
Ayný þeyler. Benim için aþk, yazmak ve yolculuk; üçü de aynýdýr. Aþk da yolculuktur, yola çýkmaktýr. Aþýk olan bir insan yola çýkar. Yazmak da yola koyulmaktýr. O yolun sonunda seni nelerin beklediðini bilmezsin. Aþkýn sonunda da ne olacaðýný bilemezsin. Belirsizliðe doðru bir yolculuk vardýr. Peki, küçükken yazar olmayý, böyle bir yola girmeyi hayal eder miydiniz? Çok küçük yaþlardan itibaren böyle bir hayalim vardý. Ama ben hep bunu geliþtirdim. Hayatýmý yazarak kazanmayý düþünmüyordum, düþünemiyordum, hayal bile edemiyordum. Bir mesleðim olacaktý, bir iþim olacaktý; akþamlarý yazacaktým. Ama Allah'ýn bir takdir-i ilahisi, hayatýmý þimdi yazarak kazanýyorum. Geçinebiliyorsunuz yazarak… Tabi, çok iyi geçiniyorum. Hiçbir problemim yok o anlamda. Türkiye sanatýna göre konuþuyorum. Ama baþka bir iþ yapsaydým, çok daha zengin olurdum. Bugün ancak kendi yaðýmda kavrulabiliyorum. Bunu bile þükürle karþýlýyorum. Bir çok yazarýn, çok yetenekli, benden daha yetenekli, daha iyi yazarlarýn geçinemediklerini, geçim sýkýntýsý çektiklerini biliyorum. Türkiye'de 11
DERKENAR yazarýn emeði yok pahasýna alýnýp satýlýr. Popçulara, televole yýldýzlarýna verilen deðerin binde biri yazarlara verilmez. Verilseydi, toplum bugün bu halde olmazdý. Bu halde olmazdý; net, açýk. Yani 3-4 þarký okuyup giden bir popçuya 7-8 milyar veriliyor. Oysa günümüzde bir yazar -ortalama- yýlda kazanýyor o parayý. Bu çok hazindir yani. Buradan þöyle bir noktaya geçmek istiyorum. Servet kazanan yazarlar var. Acaba yayýncýlar kendilerine bir "zümre" mi oluþturdular?
kurumlar bu iþi yapamýyor. Dolayýsýyla ticarî kuruluþlar var karþýmýzda. Kâr etmek isteyen kuruluþlar var. Onlardan çok þey de bekleyemezsiniz. Devletin katkýsý yok. Türk edebiyatýnýn bugün geldiði yere bakýn; kimler kitap yazýyor ve kimlerin kitaplarý okunuyor, bakýn! Geçliðinizden bugüne, yazarlýðýnýzý etkileyen bir isim ya da isimler var mý? Var tabii ki. Dostoyevski, Sait Faik, Orhan Kemal, Nazým Hikmet, Adalet Aðaoðlu, Oðuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpýnar. Bunlar beni çok etkiledi. Yazarlýk sürecim içinde bu isimler önemli bir yere sahiptir. Bu isimlerin yaþarken deðeri biliniyor muydu? Sizin deðeriniz bugün biliniyor mu? Benim deðerim bilindi. Ben o açýdan gocunmuyorum. Yeni bir düz yazý geliþtirdim. Türk edebi-yatýna çok önemli katkýlar yaptým. Edebiyat çevreleri bunu benimsedi, okur da benimsedi. Benim için okurun benimsemesi daha önemli. Ama Türkiye'de yeni bir düzyazý varsa, o benle baþlamýþtýr. Bunu ilerde daha iyi anlayacaklardýr. Þimdi biraz mesafeli bakýyorlar bana. Ama Oðuz Atay'ýn deðeri hiç bilinmedi yaþarken. Öldükten sonra anlaþýldý. Tanpýnar'ýn öyle. Sait Faik az çok okunuyordu ama öldükten sonra daha çok okundu. Bir çok edebiyatçýmýzýn ne yazýk ki öldükten sonra deðeri anlaþýldý. Çok azdýr, yaþarken deðeri anlaþýlan yazar. Bugünün yazarlarýndan Orhan Pamuk var, okunmasý anlamýnda.
Hayýr. Sonuçta yayýncýlar ticaretle uðraþan insanlar. Para kazanmak istiyorlar. Onlar için edebiyat çok da önemli deðil. Çok satan kitabý pazarlamak isterler. Onlar hayýr kurumlarý deðil ki. Niyetleri çok satýp, çok kazanmak. Eserin kalitesine de bakmýyorlar mý? Bakan yayýnevleri var. Büyük yayýnevleri; Ýletiþim, Metis gibi yayýnevleri bakýyorlar gerçekten ama büyük çoðunluðu paraya bakarlar. O yüzden bu iþi kurumlarýn yapmasý lazým, vakýflarýn yapmasý lazým yayýncýlýðý. Ama maalesef bugün 12
Yani tabii, Orhan Pamuk'un deðeri keþfedildi yaþarken. Yaþar Kemal için de ayný þeyi söyleyebiliriz. Ama çok az insan yazarken anlaþýldý. Edebiyat iþlevini yerine getiriyor mu günümüzde? Hayýr. Bugün edebiyat toplumsal bir ihtiyaç olmaktan çýkartýldý ve edebiyatýn dönüþtürücü gücü azaltýldý, kýrýldý. Magazin eksenli edebiyat söylemleri oluþtu ve burada magazin kazandý. Aylar önce baþlattýðým tartýþmada ben bunlarý defalarca belirtmiþtim, vurgulamýþtým. Beyaz Türk Lobisi, edebiyat söylemini magazin söylemine endeksledi. Yazar týpký bir þov yýldýzý gibi
DERKENAR eserle okurun arasýna girdi. Yazar medya maymunu olmaya itildi ve günümüz yazarý da bunu benimsedi. Görünüm adýna, çok satmak adýna, tiraj kaygýsý adýna yazar kimliðinden soyundu, duruþundan vazgeçti, ödün verdi. Dolayýsýyla bugün edebiyatýn geldiði nokta pek parlak deðil. Eleþtiri kurumu tasfiye edildi. Günümüz eleþtirmenleri, çok nitelikli eleþtirmenlerimiz güçlerini, saygýnlýklarýný kaybettiler. Edebiyat eleþtirisi ne yazýk ki köþe yazarlarýna kaldý. Hýncal Uluç'a kaldý. Eleþtiri kurumu tasfiye edildiði için de hangi kitabýn ne kadar deðerli olduðunu anlamakta okur zorlanýr hale geldi. Kimin reklamý daha çok yapýlýrsa, kim çok satanlar listesinde fazla yer alýrsa okur oraya yönlendirildi. Bu da tek tip okur ortaya çýkardý. Çok yönlü okuma yapan, edebiyat dergilerinden takip eden okurun yerine, magazin basýnýndan edebiyatý takip eden bir okur kitlesi oluþtu ne yazýk ki. Burada da magazin kazandý. Edebiyat özellikle son on yýldýr irtifa kaybediyor. Hormonlu bir edebiyatla karþý karþýyayýz. Bunu tersine çevirmek için ne yapmalý? Bunu tersine çevirmek için, öncelikle yazarlarýn dayanýþma içinde olmasý lazým. Eleþtiri kurumunun tekrar oluþturulmasý lazým. Eleþtirmenlerin tekrar eski güçlerine, eski saygýnlýklarýna kavuþturulmasý lazým. Kurumlarýn bu konuda özenli ve öncü olmasý lazým. Türk Yazarlar Sendikasý'nýn, Yazarlar Birliði'nin bu konuda çok öne çýkmasý lazým, belirleyici olmasý lazým. Öte yandan akademik kurumlarýn, öðretim üyelerinin, üniversitelerin bu konuda daha etkin sempozyumlar düzenlemesi gerekiyor. Edebiyat dünyasýnda daha fazla söz sahibi olmalarý gerekiyor. Cezmi abi, yol kavramý ile edebiyat baðdaþtýrýlýyor. Bunu neye baðlýyorsunuz? Yazarlýkla ilgili düþüncelerinizi de katarsak… Yola çýkmak riske atýlmaktýr. Bir þeyleri göze almaktýr. Varolan þeyleri arkada býrakmaktýr. Yani alýþkanlýklarý, tabularý, belirlenmiþlikleri, kurallarý geride býrakýp yeni bir dünyaya doðru yola çýkmaktýr. Dolayýsýyla aslýnda yola çýkmak, bir anlamda yeniliði aramaktýr. Yeni mekanlarý, yeni insanlarý, yeni düþünceleri aramaktýr yola çýkmak.
Tepkidir, baþkaldýrýdýr yola çýkmak. Deðiþtirme arzusudur, dolayýsýyla risk almaktýr, göze almaktýr, cesaret etmektir. Edebiyatýn bence temel söylemleri budur. Edebiyat var olanýn dýþýna çýkmak ister. Alýþkanlýklarýn dýþýna çýkmak ister. Keþfettirir. Yeni algýlama yöntemleri göstermektir. "Bunu böyle düþünme, bir de böyle düþünmek var" demektir. Sadece bulunduðun mahalle yok. Uzaklarda bir yerde yeni bir dünya var, yeni bir mahalle var, yeni bir sokak var demektir. Ve siz o yolculuða çýktýktan sonra, artýk eski kendiniz deðilsinizdir. Yola çýkan insan, yola çýktýðý andan itibaren bir baþkasý olmaya baþlar. Yenilenir, yeni bir dünya kurar. Okumak da yola çýkmaktýr. Bir kitabýn kapaðýný açtýðýn anadan itibaren yola çýkýyorsunuz. O yazarla birlikte yola çýkýyorsunuz. Ve kitabý bitirip kapaðýný kapattýktan sonra artýk siz bir baþkasýsýnýz. Kitabý okumadan önceki halinizden bir baþkasýsýnýz. Edebiyat dönüþtürür. Yolculuk da dönüþtürür. Tabii yola ne deðer atfettiðiniz önemlidir. Bazýlarý hiç çýkmýyorlar; otobüse biniyorlar ama aslýnda hiç gitmiyorlar, evlerinden dýþarý çýkmayanlar var. Sadece mekan deðiþiyor. Sadece mekan deðiþiyor, baþka bir þey deðiþmiyor. Aslýnda o adam evinden çýkmýyor. Otobüse binmiþ, binlerce kilometre gitmiþ ama hâlâ evinde aslýnda; ruhu evde. Edebiyat yolculuðu ruhsal yolculuktur ayný zamanda. Ruhunu alýp bir baþka yere götürmektir. Dolayýsýyla birikim ister, donaným ister, bir iç görü ister, bir farkýndalýk ister. Edebiyat farkýndalýktýr. Edebiyatla magazin arasýndaki fark budur. Edebiyat dönüþtürür, magazin eðlendirir, hoþça vakit geçirtir. Bir gün magazin programý seyrettikten sonra sadece vakit geçirmiþ olursunuz. Deðiþmezsiniz, aynýsýnýzdýr. Kitabý okumaya baþlar baþlamaz bir baþkasý olmaya adaysýnýzdýr. Artýk eskisi deðilsiniz. Yeni çýkan kitaplar ve yazarlarý hakkýnda ne düþünüyorsunuz? Çok ciddiye almýyorum. Okumuyorum da. Türk edebiyatý ne yazýk ki Tuna Kiremitçi'ye gelmiþtir. Oðuz Atay'larýn, Ahmet Hamdi Tanpýnar'larýn, Adalet Aðaoðlu'larýn, Nazým Hikmet'lerin edebiyatý bugün çok kötü bir noktaya gelmiþtir. "Sabun köpüðü" edebiyat diyorum 13
DERKENAR bunlara; hormonlu, abartýlmýþ, parlatýlmýþ, þiþirilmiþ edebiyat diyorum bunlara. Kayda deðer bulmuyorum. Kalýcý bulmuyorum. Güne uygun, pop edebiyat diyorum ben bunlara. Hemen tüketilecek ve unutulacak kitaplar diyorum. Kalýcý olmaz bunlar. Bunlar Türk Edebiyatýna bir þey katmaz. Çünkü bunlar eser deðil, meta; ha pantolon, ha kravat, ha gömlek. Bunlar bir Sait Faik olamayacaklar, bir Yaþar Kemal olamayacaklar. Ýnsanýn ruhunda iz býrakmayan kitaplar bunlar. Pekala, edebiyatçýlar genelde böyle düþünüyor, yani onlarýn bir deðere sahip olmadýðýný düþünü-yor; o zaman neden okuyucu bunlarý okuyor ve yayýnevleri de hep onlara yatýrým yapýyor? Okuyucu o noktaya getirildi. Okuyucunun edebî eserleri algýlama yeteneði aþaðý çekildi. Beðenisi aþaðý çekildi. Okur, pop kültürünün uyuþturucu etkisiyle basite yöneliyor, kolaya yöneliyor. Okur kendini artýk zorlamýyor. Nerde basit, kolay bir þey varsa ona yöneliyor. Dolayýsýyla Beyaz Türk Lobisi, yýllardýr popüler kültür pompacýlýðý yapýyor. Günümüz popüler kültürü de insan duygularýný bayaðýlaþtýrýyor, basitleþtiriyor. Basitleþen insan duygularý da sýradana yönelir. Týpký pop müzikte olduðu gibi. Ciddi nitelikli eserler, þarkýlar, romanlar deðil de, basit, hemen tüketilebilecek, hemen algýlanabilecek eserlere okur yönlendirildi. Okurun beðenisi aþaðý çekildi. Eðer okur ciddi bir edebiyat birikiminden gelseydi, bu son çýkan kitaplarýn yüzüne bile bakmazdý, ciddiye almazdý. Cezmi abi, o zaman edebiyattan, sanattan, kültürden bu kadar uzak ya da uzaklaþtýrýlmýþ bir gençliðin bu topraklarda geleceðini nasýl görüyorsunuz? Bir ülkenin edebiyatý, o ülkenin haysiyetidir, onurudur. Ýlle bir ülkeyi iþgal etmek için top, tüfek, tank gerekmiyor. O ülkenin edebiyatýný yok edin, dilini yozlaþtýrýn, o ülkenin deðerlerinin içini boþaltýn; alýn size iþgal! Bugün Türkiye Amerika'nýn kültürel iþgali altýndadýr, Amerikan deðerlerinin. Bu da çok hazindir yani. Þu anda ülkemiz iþgal altýnda. Pekala, dilimiz iþgal altýnda mý? Kesinlikle. Tamamen çeviri Ýngilizcesiyle
14
konuþuluyor. Her þeye "bay bay" deniyor. Þekerli kahve istiyorsunuz, garson "Türk kahvesi mi?" diyor. Sanki burasý Zambiya, Peru. Evet, "Türk kahvesi mi?" diyor! Türkçemiz ciddi bir yozlaþmanýn eþiðinde ve maalesef bu da hazindir. Bazý dil bi-limciler, böyle giderse Türkçe'nin 100-150 yýl sonra kaybolacaðýný bile iddia edebiliyorlar. Burada da bu iþgalin çok büyük bir payý var. Türkçemizi korumamýz gerekiyor. Her bir insan için korumamýz gerekiyor. Çünkü bir halkýn anadili o halkýn her þeyidir; ruhudur, vicdanýdýr, çocukluðudur, geçmiþidir, anýlarýdýr, direncidir. Maalesef dilimizi kaybediyoruz. Özellikle televizyondaki konuþulan Türkçe tam bir dublaj Türkçesi; "umarým, üzgünüm, ay inanmýyorum, dermiþim" gibi Ýngilizce çevirilerle konuþuyoruz. Ýngilizce kalýplarla düþünüyoruz. Türkçe düþünmüyoruz. Ýngilizce düþünüyoruz, Türkçe'ye uyarlýyoruz. Bence, tüm bunlardan dolayý Tuna Kiremitçi okunabilir bir yazar oluyor. Tabii, bir Ahmet Hamdi Tanpýnar'ýn Huzur'daki dili nerde, Tuna Kiremitçi'nin dili nerede? Bir gerileme söz konusu. Bir çöküþle karþý karþýyayýz. Manevî bir çöküþle karþý karþýyayýz. Sizce okur oranýnýn düþüklüðü neye baðlý? Yayýn evlerine mi, yazara mý, okuyucuya mý? Yoksa, bunun için bir politika geliþtirilemedi mi? Politika bu; kültür politikasý, eðitim politikasý. Yýllardan beri süren eðitim politikasý. Yýllarca kitap yasak sayýldý. Ýnsanlar kitaplarýný sakladýlar. Her askerî darbe okuma-yazma oranýný düþürdü. Bu ülke okuyan bir ülkeydi. Bakýn, altmýþlý yýllarda insanlarýn %30'u düzenli kitap okuyordu. Seksen askerî darbesiyle beraber %2'ye düþtü bu oran. Çünkü silahlarla beraber, bombalarla beraber kitaplarý sergilediler. Suç unsuru olarak gösterdiler kitaplarý. Arkadan vahþi kapitalizm geldi, Özal dönemi geldi. Köþeyi dönme politikasý geldi. Günübirlik yaþam pratiklerine yönelindi. Tüketim toplumu önerildi. Dolayýsýyla bugünkü noktaya geldik. Ama tekrar okur oraný artýyor. Doksanlý yýllarda bir yükselme var. Bu nitelikli bir yükselme deðil ama, tekrar %15'lere geldi. Altmýþlý yýllardaki orana ulaþamadýk daha. Bugün Avrupa'da bir kitap ortalama 300-400 bin baský yapýyor. Bizim
DERKENAR en çok satan yazarýmýz 150 bin baský yapýyor. Bugün Belçika'da bir günde üretilen kitap sayýsý, bütün Arap Emirlikleri'nde üretilen bir yýllýk kitaba eþit. Bizde 13 bin kiþiye bir kitap düþüyor, Fransa'da 7 kiþiye bir kitap düþüyor. Gelin buradan hesaplayýn. Türk edebiyatý eski günlerini arýyor diyebilir miyiz? Bence diyebiliriz. Daha nitelikli bir edebiyatýmýz vardý. Þimdi hormonlu bir edebiyatla karþý karþýyayýz. Kitabýn pahalý olduðu için okunmadýðýný düþünüyor musunuz? Yoksa sadece bahane mi? Bahane de sayýlabilir ama gelir durumuna göre kitap pahalý. Ama þu da var, okur sadece kitabý pahalý görüyor nedense. Ama Livays (Levi's) kotu pahalý görmüyor. Fakat iþ kitaba gelince, kitap pahalý oluyor. Tabii hâlâ kitaba lüks gözüyle bakýlýyor. Ve en çabuk terk edilen, vazgeçilen þey kitap. Kitaptan çok kolay vazgeçiyoruz. Henüz kitap, bizim için temel ihtiyaç halinde deðil. Ne zaman kitap temel ihtiyacýmýz haline gelir; ekmek, su gibi; süt gibi… O zaman biz aydýnlanmayý yaþarýz. Ama bugün kitap lüks sayýlýyor.
provokasyonla o sürü insaný yakar, yýkar, yok eder... Veya sürü insaný olmak istiyorsanýz okumayýn demek lazým. Ama bir insan için en hazin bir durumdur; sürüden biri olmak. Her þeye inanmak, kolay gaza gelmek, hemen yönlendirilmek. Ayrýca kitap okunmadýðý için bugün, ekmek pahalý. Kitap okunmadýðý için bugün doktor pahalý, ulaþým pahalý, kiralar pahalý. Düþünce özgürlüðü ve kitap özgürlüðü ile hayatýnýzdaki diðer þeylerin pahalý olup olmamasý çok birbirine yakýn þeylerdir. Düþünce yasak çünkü ekmek pahalý diye düþünmek lazým. Düþünce yasak çünkü su pahalý, doktor pahalý diye bað kurmak lazým. Hayatý bir bütün olarak düþünmek lazým. Cezmi abi, televizyona yeni biri çýkýyor, insanlar hemen "ben ona hayraným" diyor. Bakýyorsun milyonlar ona hayran oluyor. Yani birilerine hayran olmak için gönüllü bekleyen bir toplum haline geldik. Biri çýksýn, hemen ona haran olalým(!) Bir müddet sonra onu unutuyor baþkasýna hayran oluyor.
Türk okuyucusu okuduðu kitabýn hemen etkisini göremiyor herhalde. Görmesi istenmiyor. O kadar görmesi istenmiyor. Olmaz mý, kitap ekmek, su kadar doðal bir ihtiyaçtýr. Ruhun ihtiyacýdýr. Çok temel bir ihtiyaç. Kitap okumazsa o gün Batýlý kendini eksik hissediyor. Ne zaman insanýmýz kitap okumadýðý gün kendini eksik hissederse, o zaman aydýnlanma yoluna girebiliriz. Ruhun ihtiyacý ne olacak? Doyurulmamýþ, mutsuz bir toplum. Düþünemeyen, hayal kuramayan. Farklý cümleler kuramayan. Duygularýný ifade edemeyen, hayata faklý yönleriyle bakamayan, sýð, sahte iliþkiler kuran insanlardan oluþuyor toplum o zaman. Bu böyle. Okumazsa ne olur? Yalnýzlýk baþlar, iliþkiler sýðlaþýr. Kesilir her þey bir anda. Herkes bir örnek yaþamaya baþlar ve o toplum yok edici olur, üretici olamaz. Barbarlaþýr, kitap okumayan toplum barbarlaþýr. Þovenist olur, sürü olur, sürü insaný olur ve o sürü insaný da her þeyi yapar. Bir
Bu da bizim okumaya ne kadar uzak olduðumuzun göstergesidir. Evet, ciddi bir okur profilimiz olsa; eðitim düzeyi yüksek, kendinin farkýnda bir insan profi15
DERKENAR limiz olsa, bu kadar baþýboþ insanlar, bu kadar kolay ün kazanamazlar. Þöhret çok kolay geliyor çünkü karþýlarýnda birikimleri olmayan, donanýmlarý olmayan bir güruh var. Onlarý kandýrmak, onlarý etkilemek çok kolay. Ama siz, birikimli, donanýmlý, kitap okuyan, düþünen insanlarý etkileyemezsiniz kolay kolay. Onlar, kötü müziði iyi müzikten hemen ayýrt eder. Kötü edebiyatý iyi edebiyattan hemen ayýrt eder ve mesafe alýr. Seçici olur. Günümüz Türkiye insaný seçici deðil. Þu sýralar ne yapýyorsunuz? Bir kitap hazýrlýðýnýz var mý? Ýki projem var. Biri roman, biri de tiyatro oyunu. Tiyatro oyunu benim yazýlarýmdan oluþmuþ bir oyun. Daha önce senaryo yazdým ama tiyatro metni olarak ilk denemem. Ben oynayacaðým. Tek kiþilik bir oyun. Oyunculuk deneyimim de yok ama ilk kez deneyeceðim. Bu da yedi sekiz ay sonra hayata geçecek diye umut ediyorum. Kitabýn da daha bir senesi falan var. Onun dýþýnda tekrar þiir kaseti çýkarmayý planlýyorum. Etkinliklere devam ediyorum. Son yüzler projem vardý. Yeni insanlar, yeni kahramanlar buldum, onlarý yazacaðým. Þiirlerimi toplayýp tek bir kitapta yayýnlamayý planlýyorum. Böyle devam ediyor. Klasik bir soruyla bitirelim söyleþimizi; son olarak okuyucularýmýza neler söylemek istersiniz? Sabah diþlerini fýrçalasýnlar, spor yapsýnlar (gülüþüyoruz). Ve kitabý ekmek, su kadar deðerli görsünler. Ama her kitabý deðil, seçici olsunlar. Nitelikli eserleri, edebiyat dergilerini takip etsinler. Bu iþin þakasý yok. Edebiyat, öyle hafife alýnacak bir þey deðil. Edebiyatý ciddiye alsýnlar. Edebiyatsýz bir toplum yaþayamaz, yok olur gider. Kitaplarý deðil, yazarlarý takip etsinler. Ýnþallah en kýsa zamanda projelerinizi hayata geçirirsiniz. Türk edebiyatýnýn size ihtiyacý var.
16
Çaðla Þiþmanlar
MAVÝ SABAH bu cesedin mavi gözlerinden geçerim her sabah ve bir bir kaybolur kentin ýþýklarý güneþ her koþulda galiptir hükmü hep süren bir imparator gibi. sonra yalanlar ve oyunlar sokaklara dökülür her koþulda fanidir tüm doðanlar ve ben her sabah savunurum bir pijamalý don kiþot gibi hasretlerimi , korkularýmý yedi düvele karþý da bir tek özgürlüðüm hapsolur dilimde
DERKENAR
Seyfullah Fatih
BEDESTÂN YOKUÞU dilârâ..! nerdesin ..? nerdesin beynimden kurþun çýkaran býçak..! sensizliðin mevsimi ne kadar kurak ve ne çok zindan böyle yaþamak... dilârâ..! asýrlara siniþen korkular içindeyim, bedestân yokuþunda bedbîn haldeyim, yerdeyim, gökteyim, bir zaman göçündeyim, olur olmaz kazýlmýþ mezarlar içindeyim...
dilâra, nerdesin ..? Yakup'un gözleri yollarda yorgun ve Yusuf kuyuya atýlmakta hâlâ .. kafese koymuþlar Anka kuþunu alnýmda sihir törenleri, paslanmýþ giyotinler ipeklere uzanan ellerimi yitirmiþim alnýmda metelik yaftalarý ve silik hikâyeler... dilâra, þimdi her sokak bir yangýn yeri, her cadde tenha, ve her yol suskun, bir ses bana vakit tamam gel desin... ey yolda kalanlarýn emsâlsiz dostu, ey beynimden kurþun çýkaran býçak..! gel kurtar beni Bedestân yokuþundan, kurtar beni, bu imkansýz yolculuktan.
17
DERKENAR
Hümeyra Yargýcý
PSÝKOLOJÝK VAK'A Sokaklar ýslaktý. Az önce dinen yaðmur su birikintilerinde oynaþan neon ýþýklarý býrakmýþtý geriye. Bir de ýssýzlýkta tüyleri sýrýlsýklam köpeklerin zavallý iniltileri... Önündeki teneke bira kutusunu tekmeledi. Ellerini ceplerine soktu. Eve gitmek istemiyordu. Masadaki yarým kalmýþ hikâyeye dönmek istemiyordu çünkü. Gözlerini kapadý, derin bir nefes alýp býraktý: "Kaçýyorsun" dedi." Yine kaçýyorsun, hep kaçýyorsun..." Kaç gündür uðramadýðý okulu hatýrladý. Uzun dersleri, çene kemiklerini aðrýtan kantin muhabbetlerini, müzik kutularýndan savrulan harcýâlem notalarý. Ara sýra bir doru at koþuyordu içindeki ýs-sýzlýkta. Hikâye kahramanlarýna yenilen bütün yazarlar gibi hissediyordu kendini. Doktora da söylemiþti bunu. "Son sýnýf sendromu... Uzun yýllar aldýðýnýz yüklü eðitim sizi bu denli sanata itmiþ. Baþarýlarýnýzý doyumsuzluk olarak niteliyorsunuz. Fakat..." Uzayýp gidiyordu konuþma. O kadar girift meseleleri bir psikiyatristin muayenehanesine nasýl emanet edebilmiþti? O çelik gibi gri gözler, geniþ omuzlar ve bembeyaz eller.. Yapmamalýydý. “Aysel beni çiðnedi, doktor. Ben ona yirmi yýllýk müthiþ bir aþk öyküsü kurgularken o bir müzenin karanlýk dehlizlerini tercih etti. Bir eylül sabahýnýn kýþkýrtýcý altýn renkleri dururken, kelimelerin büyüsüne tutulmuþ bir dað keþiþini aramaya çýktý. Ama size bunlarý söyleyemedim deðil mi? Onun için yýllar süren eðitimimden, yazdýðým hikâyelerden bahsettim. Sorularýnýzý doðru dürüst dinlemedim bile. Tek düþündüðüm verdiðim sözü tutmaktý. Zaten benim hayatým babama verdiðim sözleri tutmakla geçti. Belki de problem buradadýr ne dersiniz? O gece babam yýllardýr Ýstanbul'da okuyan oðlunu görmek, üstelik ona bir sürpriz yapmak hevesine kapýlýp evime gelmeseydi ve beni o halde görmeseydi sizinle hiç görüþmeyecektik. Okuldan akþamýn geç saatlerinde çýkmýþ, bir öðrenci lokantasýnda yemek yedikten sonra yorgun argýn eve dönmüþtüm. Hatta mutat akþam iþlerini bile -evi havalandýrmak, bir önce18
ki günden kalan çöpleri toparlamak vs.- yapmýþtým. Saat 22.00 idi. Artýk masama oturup kaç gündür aklýmý kurcalayan o hikâyeyi yazabilirdim. Ýlk beþ sayfa âdeta nefes almadan bitti. Bir sigara yakmýþtým ki, içimi müthiþ bir korkunun kapladýðýný fark ettim. Kahramanlarým hiç izin almadan odama doldular. Aysel, bütün güzelliði ve zarafetiyle mavi þilebezi elbisesini savurarak karþýmdaki sandalyeye kuruldu. Ve hemen aðlamaya baþladý. Ben kýzlarýn aðlamasýndan nefret ederim. Bu çocuk-
luktan kalma bir duygu belki. -Hani sizler bütün psikolojik olaylarý çocukluk yaþantýlarýyla açýklamaya meraklýsýnýzdýr ya!- Üstelik aðlarken ne kadar çirkinleþtiklerini bilseler bunu asla yapmazlardý. Fakat, tam bunlarý düþünürken, Aysel'in güzelliðinden hiçbir þey kaybetmediðini fark ettim. Yüzünün tek kasý oynamadan göz yaþý döken bu kýzý ne yapýp da susturacaðýmý düþünürken, Bülent belirdi odada. Sigara paketimden bir sigara çekip, çelik gibi bir suratla karþýmdaki pencereye gidip yaslandý. Elleri cep-
DERKENAR lerindeydi ve sinirli bakýþlarla beni delik deþik ediyordu. Ýkisi birden dün akþam onlarý býraktýðým sahilden bahsetmeye baþladýlar. Aysel daðdaki keþiþi, Bülent Aysel'deki deðiþimi sorguluyordu. Ýþin içine sanat tarihi okuyan Aysel ile yaptýðýmýz uzun tartýþma da girince ben bunlarý babamýn dinlediðini çok sonralarý fark ettim. Bana ne sesini ne zili duyurabilmiþti. Kapýcý daireye girdiðimi ve bir daha çýkmadýðýmý söylediðinden evde olduðumdan þüphesi yoktu. Üstelik bütün ýþýklar yanýyordu. Benim bu halim neydi? Babama cevap verirken bile onlar büyük aþklarýný unutmuþ gibiydiler. Ben iyi bir hikâyeciydim. Bunu yapamazlardý."Susun!" diye baðýrdým. Ve gidip Aysel'i omuzlarýndan sarstým. "Kendine gel!" dedim ona. Yumuþak ve tatlý bir sesle konuþuyordum. Billûr bir ýrmaktan süzülen damlalar gibi berrak… Ben bunu hissediyordum. Müthiþ bir etkileyiciliðe sahiptim. Bülent bile sigarasýný söndürmüþ dikkatle beni dinliyordu. Sonra babamýn yüzüme iyice yaklaþan yüzünde kaybettim her þeyi. Onun gözlerini hiç böyle görmemiþtim. Gerisini hatýrlamýyorum. Kendime geldiðimde, þaþkýnlýkla hatýrladýðým bütün bu ayrýntýlara raðmen hasta olduðumu asla düþünmedim. Bunu bütün yazarlar yaþardý, eminim; ben ilk defa yaþamýþtým. Kahramanlarýma yenilmiþtim. Fakat babam… Bunu ona nasýl anlatmalýydý bilmem ki! Size geldiðime göre, bunu ona anlatamadýðýmý tahmin edersiniz. Aysel, her þeye raðmen Bülent'i tercih etmeyecek. Bundan o geceki gözyaþlarýnýn gerçekliði kadar eminim. Bir ara onlarý silmek istedim doktor. Bu yenilginin ta kendisidir! Fakat o, bir müzenin karanlýk dehlizlerinde dolaþýrken de, daðlara týrmanýrken de güzel olacak. Sonra o dað keþiþi eskisi kadar kötü bir fikir gibi görünmüyor. Bülent'e gelince… Onu o geceden sonra hiç görmedim. O geniþ omuzlara yazýk oldu doktor, týpký sizinki gibiydiler! Ben kahramanlarýma yenildim, hepsi bu! Sokaklar ýslaktý. Az önce eve dönen Selim, önündeki kaðýt destesine bakarak derin bir nefes aldý. Yataða girdiðinde "Uyumak için o küçük þekerlere ihtiyacým olmayacak." diye düþündü. Çünkü yarýn okul vardý ve senelerden beri erken kalkmaya alýþkýndý. Hikâye yazdýðý gecelerde bile!
Mervan Aksu
AÞVAGOÞA saçlarýn yitirilmeye mahkum tutuþuk ve de dolaþýk tapýnaðý arýyor aþvagoþanýn ezgisinde antika saatin tiktaklý sözcüðünde kýyamet arsýz kýnasýný yakmýþ alacakaranlýðýn engin koynunda ama ne bilgeliðin kýrýtmalý azameti ne de ilahi aþkýnýn kýrtýpili var tapýnakta aþvagoþa aþvagoþa al sazýný eline kendini saçýnda kaybeden insanýma yeni destanlar anlat aþvagoþa aþvagoþa bana örtülü bir destan anlat baþým düþmüþken dizine
19
DERKENAR
Serhat Bakýr Bir Tarihî Roman Olarak
MAKEDONYA GAMZESÝ Tarihî bir olayý ya da devri konu alarak roman yazmak, bir aþk romaný yazmaktan, bir polisiye romaný yazmaktan elbette daha zordur. Zira tarihî roman yazarý, yazacaðý devrin þartlarýný, insanlarýný, sözlerini, söyleyiþlerini bilmelidir, bunlara hakim olmalýdýr ki o devri insanlarýyla beraber anlatsýn. Ayrýca, tarihî roman yazarý, kahramanlarýný devrin þartlarý ve olaylarýyla tezada düþürmeden, devrin gerçeklerini de çarpýtmadan verebilmelidir. Böyle yola çýkan bir yazar tu-tarlý olmuþ olacaktýr. Elbette, netice itibariyle roman kurgusaldýr, yazarýn þekillendirmesindedir. Ancak, tarihi romanýn böylesine bir ayrýcalýðý ve aðýrlýðý olduðunu da inkar etmemek gerekir. Üstün Ýnanç'ýn Makedonya Gamzesi tam bir tarihî roman özellikleriyle Okul Yayýnlarý arasýndan çýktý. 31 Mart Vak'asý öncesindeki hareketlenmelerle baþlayan romanýn tam adý "Osmanlýnýn Çýkamadýðý Jön-Türk Tüneli Makedonya Gamzesi." Üstün Ýnanç, romanýnda hem o devrin gerçeklerini, sözünü, söyleyiþini ve insanlarýný olabildiðince doðallýðýyla aktarmýþ, hem de yüzünü moderniteye çevirmiþ bir aþký anlat-
20
Makedonya Gamzesi Üstün Ýnanç Okul Yayýnlarý mýþtýr. Yakup Kadri Karaosmanoðlu'nun Sodom ve Gomore'sindeki batý hayraný özenti tiplere, Batýyla her türlü þartta iþbirliði için can atan aðzý açýklara, ahlaksýzlara, dününe küfreden tavýrlara; Peyami Safa'nýn Fatih-Harbi-ye'sindeki gelenekleri ve zamaný beðenmeyip hatta topraklarý için çarpýþmýþ gazileri dahi hor gören taklit hayatlarla yaþayan insanlara Üstünç Ýnanç'ýn Makedonya Gamzesi'nde de yer verilmiþtir. Her üç romancý da gözlemleriyle ve bakýþlarýyla Osmanlý toplumunun deðiþimi sýra-
sýnda oluþan "karakterleri" çeþitli üsluplarla belirginleþtirmiþ ve o "silik" karakterlerin bir sözünün ya da görünüþünün tüm havasýný romana yaymýþlardýr. Üstün Ýnanç, romandaki kahramaný Fehmi'nin aðzýndan bu tiplere "Tam bir Meþrutiyet zamparasý!" diyor ve benimsemediðini belirtiyor. 31 Mart Vak'asý gibi hâlâ tartýþýlan bir hadisenin romanda aktarýlmýþ olmasý ilk bakýþta çeþitli zorluklar barýndýrsa da, Üstün Ýnanç kahramanlarýný bu Vak'anýn merkezine koymamýþtýr. Onun kahramanlarý -komutan Fehmi ve adamlarý- 31 Mart Vak'asýný önceden sezen ileri görüþlü askerlerdir. Siyasete girmek istemedikleri halde, bu isyaný engellemek için uðraþýrlar ve isyan sabahý aldýklarý tedbirlerle isyancýlarýn önlerini keserler ancak, iþe yaramaz. Romanýn sonlarýnda bahsedilen isyanýn tohumlarý, daha ilk sayfadan atýlmýþtýr. Askerî okuldaki düzensizlik ve sonrasýnda askerler arasýndaki alaylý-mektepli kavgasý en temel sorun olarak romanda gösterilmiþtir. Komutan Fehmi, Makedonya'da görev yaptýðý dönemlerde tanýþtýðý, yýllar
DERKENAR sonra Dersaadet'te karþýlaþtýðý Þâhende'nin evli olduðu halde kendisine ilgi göstermesinden hareketle (Fehmi'nin tabiriyle sýrnaþmasý), tüm toplumun ahlaksýzlaþtýðý ve çirkinleþtiði kanýsýna varýyor; "Aslýnda bütün bu baþkalaþmalar Tanzîmat'tan îtibâren baþlamamýþ mýydý? Belki o zamanlar bu mikyasta ileri gidilememiþti ama, þu "Hürriyet" ismi verilen; rûhu hapseden, maddeyi alabildiðine baþýboþ býrakan þimdiki günlerde kantarýn topuzu iyice kaçýrýlmýþtý… Þâhende lâlettain bir numûneydi. Hâriçte peçe takarak kapalý gözükmeye çalýþan, içeride ise üzerindekileri atarak açýlan; dýþarýda edepli bir Müslümanmýþ gibi görünen, içeride Hýristiyan âdetlerinden ne varsa onlara garkolan bir numûne…" Arkadaþlarýyla bir araya gelip toplumun, askerlerin durumunu deðiþtirmek için çeþitli çareler düþünen komutan Fehmi, devrin mebusu Rýzâ Tevfik'e de durumu anlatmak ve yabancýlarla iþbirliði yapmamasý gerektiðini telkin etmek için görüþür. Fehmi'nin görüþlerine karþý çýkan Rýzâ Tevfik, Hürriyet Ýnkýlâbýndan sonra, yardýmlarýndan dolayý mebus Tal'at Beyle Ýngiliz sefâretine gittiklerini ancak sefirin kendileriyle görüþmek istemediðini Fehmi'ye anlatýr. Bu acâib muameleyi hazmedemeyen ve nedenini merak eden Rýzâ Tevfik, bir karþýlaþmasýnda Ýngiliz sefirine muamelenin nedenini sorar. Ýngiliz sefiriyle geçen diyalog, 31
Mart Vak'asýnýn öncesinde Osmanlý üzerinde nasýl oyunlar oynandýðýný açýkça gözler önüne sermektedir.
-"Azîzim Rýzâ Tevfik Bey, biz Jön-Türkler'i çok teþvîk ettik. Onlara para yardýmýnda bulunduk. Çünkü kendilerinden büyük ne-ticeler bekliyorduk. Ýhtilâl olacak, istibdadla berâber Sultan ve bâhusus Hilâfet müessesesi de alaþaðý edilecek diye düþünüyorduk… Fakat aldandýk, beklediðimiz netîceyi alamadýk. Ýhtilâl yaptýnýz, Kanûn-i Esâsî geldi. Ancak Sultan hele hele Hilâfet müessesesi yerinde kaldý." -Ýngiltere devlet-i fehîmesini Hilâfet müessesesi neden bu kadar alâkadar ediyor?" -"Ah dostum, biz Mýsýr'a, bilhassa Hindistan'a, Ýslâm kütlelerini idâremiz altýna alabilmek için milyonlarca altun akýttýk. Yine de tam netice aldýk diyemem. Halbuki Halîfe, senede bir defâ Selâm-ý Þâhâne'yle Hâfýz Osman hattý Kur'an gönderiyor, bütün Ýslâm ümmetini hudutsuz bir hürmet hissi içinde emrinde tutuyor… Ýþte biz gerek ihtilâlden, gerekse JönTürkler'den Hilâfetin yâni Selâm-ý Þâhâne ve Hâfýz Osman hattý Kur'anla kütleleri avucunda tutan kuvvetin kaldýrýlmasýný bekledik… Aldandýk. Sizin hürriyete kavuþmanýzdan bize ne? Soðukluk görmenizin sebebi budur." Ýþte tüm bu tablo Osmanlý'yý 31 Mart ayaklanmasýnýn eþiðine getirmiþtir. Fehmi'nin Harbiye Ýcâdiye'sinden sýnýf arkadaþý Enver Bey komu-
tasýndaki Harekât Ordusu Selanik'ten gelir ve isyaný bastýrmak adýna oluk oluk kan akýtýr. Fehmi bu durumu Enver Bey'in mevkiî hýrsýna baðlar ve masumlarýn öldürüldüðüne þahitlik eder. Romanda geçen olaylarýn tarihî gerçekleþtiði üzerine cümleler kaleme alacak deðiliz, ancak kullanýlan dil ve kurgu sayesinde okuyucunun kendini romanýn içinde, o devrin bir insaný olarak hissettiðini belirtmek gerekir. Fehmi karakteri dürüstlüðü, güçlülüðü ve tüm iyi yönleriyle klasik Türk romanýnýn kahramanlarýna benziyor. Ayrýca, diðer kahramanlarýn zayýf yönlerine de yer verilerek baþ kahraman Fehmi'nin romandaki aðýrlýðý artýrýlmýþ ve yeri saðlamlaþtýrýlmýþtýr. Üstün Ýnanç, 1909 yýlýnýn Osmanlýsýný devrin diliyle ve hayatýn iþleyiþiyle verebilme baþarýsýný göstermiþtir. Roman tekniði içinde tarihî romaný en uygun diliyle aktaran yazar, tüm handikaplardan kaçarak, sade ama sýradan olmayan bir dille bir devri, bir aþký, bir isyaný, bir hüznü ve koskoca devletin çatýrtýlarýný anlatýyor.
ADRES DEÐÝÞÝKLÝÐÝ Dergimizin yazýþma adresi deðiþmiþtir. Lütfen derkenar ediniz:
P.K. 29 Baðcýlar - ÝST
21
DERKENAR
Seyfullah Aslan
YOL YORGUNU 09.08.2019 Deðerli dostum Hidayet, Bu elektronik postayý Eskiþehir'den gönderiyorum. Önemli bir mesele için senin bilgine ihtiyacým var. Yardýmcý olursan sevinirim. Eskiþehir'de -okul yýllarýndan arkadaþým- Barýþ'ýn otelindeyim. Beni geçen gün çaðýrdý ve bir defter verdi. 2001 yýlýnda, yani bundan on sekiz yýl önce yazýlmýþ bir günlük. Barýþ'ýn anlattýðýna göre, defter geçen ayki restorasyon ve temizlik sýrasýnda bodrumdaki depoda âtýl vaziyette duran demir dolaplarýn içinde, bir poþete sarýlý halde bulunmuþ. O demir dolaplar da 2001 eylül ayýndaki büyük yangýnda zarar gördükleri için depoya atýlmýþ. Defterde ad yazmadýðý için ve dolabýn hangi odaya ait olduðunu bilemediðimizden yazýlarý kimin yazdýðýný bilmiyoruz. Ancak, defterin iki yerinde senin adýn geçiyor. Ýnþallah, defteri kimin yazdýðý konusunda bize yardýmcý olabilirsin. Sana önemli bazý bölümleri yazýyorum. En kýsa zamanda cevap yazabilirsen sevinirim. Seyfullah
geçiyorsun yollardan. Bir duraksama, bir nefes!... Varlýðýný yitiriyor duraðan olan her þey! Telaþýn seni yoruyor. Okunmamýþ þiirlerin gizemini taþýmýyor artýk varlýðýn. Ve sen sevdiðine bile sahip çýkamayan, varlýðýyla yokluðunu bir hayal perdesinin uçukluðuna kaptýran... Sen ki kendine simetrik cümleler kurup þiirsellik atfeden... Unutuyorsun kimi zaman, unutmaman gerekeni. Ýntikam hýrsýyla yanmayan yüreðin, merhametin meltemiyle de serinlemediði için unutuyorsun. Kendine hesaplar çýkarýp içsel bir konuþmanýn en derin yerinde buluyorsun kendini. Duymuyorsun yaðmur damlalarýnýn sesini. Dedim ya bir telaþla geçiyorsun yollardan. Arkandan gelemeyenlerin sesi de yetiþemiyor gölgelere. Uzayýp giden bir hayal perdesine yansýyor siluetin; durgunsun. Ve gülmüyor yeni yüzyýllara açýlan yeni gözlerin. Çünkü sen çoktan geçtin buralarý, umutlarý süpürerek. Görmüyorsun ahengin en karanlýk noktasýný. Ayaðýna dolanan rüzgâr deðil ki! Rüzgâr deðil ki dursun hayatýn devraný! Telaþlanma! Dünya dönüyor, unutuyorsun!
DEFTERDEN TARÝH SIRASINA GÖRE ÖNEMLÝ SAYFALAR
28 Mayýs 22 Mayýs 2001, Salý, Saat: 23:50 Eskiþehir'deki ikinci günüm de sonlanmak üzere. Yolculuðum sýrasýnda kulaðýma fýsýldanan, ama ancak dün akþam kaðýda dökebildiðim satýrlarý birebir beni anlattýðý için önemsediðimden bu sayfaya temize çekiyorum. *** Sen kýrýlganlýklar ülkesinin en ücra köþesine atýlmýþsýn. Umutlarýn eriyor günbegün. Elinden gidenlerin hesabýný yapamýyorsun. Ve bertaraf edilmiþ bir hayatý þiirsel cümlelerin kuyruðuna takýp gökyüzüne gönderme telaþýndasýn. Zihinden hýzla geçen bir düþünce gibi hýzla 22
Bugün Hidayet aradý. Eskiþehir'de olduðumu söyleyince "Neden?" diye sordu. Neden burada olduðumu o da çok iyi biliyor ama, benden duymak istedi herhalde. Uzun uzun anlatmadým elbette; "Neden olabilir ki, sen tahmin et!" demekle yetindim. Anladý ve bana telefondan olmadýk nasihatler savurdu; "Üzülmemeliymiþim... Her þeyin hayýrlýsý neyse o olmalýymýþ... Belki zamanla her þey deðiþirmiþ..." Elbet bir gün deðiþecek diye umut ediyorum, lâkin o deðiþim gününü bekleyene kadar Meryem’in yanýnda ayný havayý solurken kendimi zayýf göstermekten kurtulmuþ olacaðým. Onun yanýnda baþýmdan kaynar sular dökülüp gözlerim
DERKENAR kararýrken bayýlmayý aklýma getireceðime burada, Eskiþehir'de daha sakin bir hayat yaþarým, elbette daha iyi olur! Ne zaman döneceðimi sordu, "Bilemiyorum, belki hiç dönmeyeceðim." deyince dostumun sesinin titrediðini ve tüm olanlara içinden küfrettiðini fark ettim.
baygýn olduðum yere çökünce tüm þiirleri unuttum. Yeniden Meryem'i görmeye güç yetirebilirsem þiirlerin yeniden kulaðýma fýsýldanacaðýný düþünüyorum. Meryem'le bir daha ne zaman nerde karþýlaþacaðýmý bilmiyorum. Yazmaktan bile korkuyorum
30 Mayýs Çarþamba Zaman denilen o sessiz gemi buralardan da geçiyor. Bizden alýp götürdüklerinin farkýna varamýyoruz. Ayný yöne bakarken farklý þeyler kurguluyoruz; o bizden bir þeyler koparmaya çalýþýrken, biz ondan yeni kazançlar elde etmeye çalýþýyoruz. *** Bugün bu otelden ayrýlýp küçük bir kasabanýn mütevazý bir pansiyonuna yerleþmeyi düþündüm; küçük, loþ ýþýklý bir oda… Sonra vazgeçtim bu düþüncemden. Ne de olsa beni burada, þehir merkezinde otel sahibi Rüstem Dayýdan baþkasý fark etmedi. Kendi halimde þehri dolaþýp otele geldiðimde neredeyse kimsenin ruhu duymuyor. Belki de ben nasýl diðer müþterileri fark etmediysem, onlar da beni fark etmediler. Unutularak ve unutarak yaþamak her ne kadar insaný yaralasa da böyle yaþamak zorundayým. Artýk benim için yeni bir hayatý hissederek ve bilinçli bir þekilde yaþamak çok zor.
3 Haziran, gece 2:30 tüm tükenmiþlikleri yaþarken bitirdim okumayý bir kitabý kapatýrken en karanlýk yerinden güneþin doðduðu sayfa yandý Uzun zamandýr þiir yazamayýnca, acaba bundan sonra yazamayacaðým mý diyerek telaþa kapýlmýþ, korkmuþtum. Ama þu saatte kulaðýma fýsýldanan bu dörtlük en azýndan henüz þair yönümün bitmediðini sezdiriyor. Mutluluðu ne kadar çok özlemiþim! Üç ay önce, altý yedi aylýk bir aradan sonra Meryem'i gördüðümde de kulaðýma þiirler fýsýldanmýþtý. Ama ne yazýk ki gözlerim kararýp yarý
ama yazmalýyým; ölene kadar bir daha göremezsem gözlerim açýk gidecek. En son gördüðümde yüzünden yayýlan ýþýk ikimizi de boðacak diye korkmuþ ve ondan uzaklaþmaya çalýþmýþtým ama olmamýþtý; olduðum yere çivilenip kalmýþtým. Saf aþýk olduðumu hiç düþünmedim. Sadece aþýktým. Belki de kavuþamadýðým için aþýktým. Ýþin kötüsü, arkadaþla haber gönderip, sýrf o rahatsýz olmasýn diye, onu unuttuðumu söyletmiþtim. Son görüþmemize kadar da unuttum zannediyordum ya da öyle varsayýyordum. Þimdi o benim unuttuðumu düþünüyor. Daha doðrusu eskiden olduðu gibi beni hiç düþünmüyor!
11 Haziran 2001 Hayatýmdaki bazý olgular normalleþmeye baþlýyor herhalde. Dün otelden çýkýp pazar yerinden kalkan köy minibüslerinden birine, minibüsün hangi köye gittiðine hiç dikkat etmeden bindim. Minibüsün beni getirdiði köyü çok beðenmiþtim. Köy meydanýna doðru yürürken ellisini aþmýþ bir amca yanýma yaklaþýp "Delikanlý, buralarda yabancýsýn
23
DERKENAR herhalde" deyince nereden geldiðini bilmediðim bir coþkunlukla "Yabancýyým. Ýstanbulluyum. Bu köyde bir gece kalýp köyü gezmek istiyorum" dedim. Ýlk önce þaþýran ihtiyar, beni köy kahvesine götürdü. Havadan sudan, onlardan benden sohbet edip epey çay içtik. Akþam olunca köy muhtarýnýn evinde kaldým. Bir koyu sohbet de muhtarla yaptýk. Muhtar halden anlayan bir adamdý; bana "Sevdiklerinden niye uzaklaþtýn ki? Bu hiçbir iþe yaramaz" dedi. "Sevdiklerimden uzaklaþýrken bir iþe yarayýp yaramamasýný düþünmedim ki; sadece uzaklaþmak, biraz kendimi dinlemek istedim." dediysem de muhtar yanlýþ yaptýðýmý söyledi. Bugün ikindiye kadar köyün kýrýný bayýrýný gezip köyden ayrýlýrken tuhaf bir hüzün oturdu yüzüme, aðlayacak gibiydim. Sahi, Meryem nerededir þimdi?
16 Haziran Cumartesi Ýstanbul'a dönsem mi? Yeniden ayný yere düþmeyecek miyim? Burada ne iþim var? Niye ayný zamanda yaþýyorum? Unutmak diye bir þey var mý? O zaman neden bende böyle bir eylem yok? Yoksa ben normal deðil miyim? Anormal olmak suç mu? Sevmekle anormal olmak ayný þey mi? Meryem'i arayýp unutmadýðýmý, sevdiðimi söylesem ne deðiþir? Hiçbir þey. Beni dinleyeceðini hiç zannetmiyorum. Boþuna çýrpýnmýþ olurum. "öldüm, bittim, yandým" demedim ve dememeliyim de; yoksa sevmek için, kavuþmak için yanmak mý gerekiyor? Ben yanmadým mý? Ah bu sorular nerden geliyor? Dün düþündüðümü bugün inkar ediyorum. Halbuki düþünmekle inkar etmek çok ayrý þeyler, bunu biliyorum. O zaman niye bir türlü çýkamýyorum iþin içinden. Meryem'i arayýp "Sevgi nedir?" diye sorsam ne der? Bu neyi deðiþtirir ki! Þiir yazamadýðým için onu mu suçlasam? Daha önce onun için yazdýðým þiirleri nereye koyacaðým o zaman! Karýþtý her þey; aklým karýþtý, düþüncelerim, ruhum karýþtý. Düzen aramadým zaten dünyada. Ýsyan da etmedim. Ne dedim ben þimdi. Olmadý Meryem'i arayamadým!
23 Haziran Sabah Hidayet'e mektup yazdým. Göndermekten vazgeçtiðim için boynu bükük duran mektubu, kaybolmasýn diye buraya not düþüyorum. (Kaybolsa da üzülmem ya. Yakýnda kaybolacaðým) Sevgili arkadaþým Hidayet, Sana yazacaðým çok þey olduðu halde neyi nasýl yazacaðýmý, hangisini önce yazacaðýmý bir türlü kestiremiyorum. Burada bazen bunalýyorum, bazen rahat bir nefes alýyorum. Ýstanbul'un beni boðan kasvetli havasýndan kurtulduðuma sevinemediðimi biliyorsundur herhalde. Meryem hakkýndaki duygularýmý, düþüncelerimi de biliyorsun. Sence ne yapmalýyým? Arasam mý? Bu bir þeyi deðiþtirir mi? Öyle zaman oluyor ki, buradan da ayrýlýp her þeyi unutmak ve kendimi daha çok unutturmak adýna, öldüðüm söylentisini yayarak hayattan, dostlarýmýn gözünden, Meryem'in gözünden silinmek istiyorum. Hiç deðilse beni düþünenlerin olmadýðýndan emin olurum; hiç deðilse benim düþündüklerim, varlýðýmdan rahatsýz olacaklarýna yokluðumda derin bir donukluða teslim olurlar.
Günlükten bir sayfa
24
DERKENAR Herhalde bu hayatta yapacaðým en iyi þey olur. Belki gerçekten yakýn zamanda -henüz ben ölüm haberimi yayma fýrsatý bulamadan- ölürüm de herkesin caný rahat eder. Sakýn bu satýrlarý okuduðunda intihar gibi kötü, sefil düþüncelere sahip olduðumu düþünme. Ne olursa olsun böyle bir düþünceyi aklýma getirmeyeceðimi bilmelisin. Ben sadece unutulmak adýna yapabileceklerimi sana yazýyorum. Olur ya, tam unutulduðum sýrada polisiye romanlardan fýrlamýþ gibi karþýnýza çýkarsam ya da þöyle söyleyeyim; Meryem beni yýllar sonra görürse ne olur acaba? Farkýnda mýsýn, umutsuzluk insaný ne berbat hallere sokuyor. "Ýnsaný onaran konuþmalar" adýný bir yerlerden araklayýp görüþmelerimize ad koyduðumuzdan beri daha az konuþur olmuþtuk. Aslýna bakarsan, daha önceleri de hep daha az konuþmak için uðraþýyorduk. Birbirimizin gözlerine bakýp olur olmaz gevezeliklerle saati delirtiyorduk. Sen baþkasýndan konuþuyordun, ben baþkasýndan konuþuyordum; sen kurduðun hayalleri boyuyordun, ben umutsuzluðuma çöreklenen karanlýðý sökmeye çalýþýyordum. Ayný þeyleri dillendirdiðimiz zaman birbirimize benzemekten ve ayný þeyleri duyumsamaktan korktuðumuzda hemen "insaný onaran konuþmalar"ýmýzý daðýtýyorduk. Bir gün ayný yerdeydik, bir gün ayrý yerdeydik. Ne anlama geldiðini bilmediðimiz kuþkularýn içine bile bile düþerdik. Hatýrladýn deðil mi? Hâlâ bana kýzýyor musun, Ýstanbul'u terk ettiðim için? (Terk ettiðim, tekmelediðim) Belki de çoktan unutmuþsundur beni. Hatýrlatmalý mýyým? Unutulmalý mýyým? Dün rüyamda seni gördüm, bana baðýrýyordun; hakkýn var mýydý? Meryem'i göremediðim rüyalarýma nazire olsun diye Meryem'in bir fotoðrafýný bir yerlerden bulup bana gönderebilir misin? Ne o, yoksa sen de onlar gibi mi düþünüyorsun? Cevabýný bulmak için sorular sormuyorum. Ýçimi gösterebilmek için soruyorum. Ne kadar düþtüðümü, kirlendiðimi, þüpheci olduðumu, sevemediðimi gösterebilmek için… Yazdýðým þiirlerin bir gün benden intikam almasýndan korkuyordum; nihayetinde bu da oluyor. Dün düþlediðime bugün hýnçla bakabiliyorsam, ortada büyük bir bozulma var demektir. Hayat þartlarý, sevdiðimin þartlarý, benim þartlarým derken sýkýþtýðým yerde hava alamayýp küf
tuttum. Temiz havalar ruhuma dokunuyor artýk. Belki de bazý þeyleri daha açýk ifade edebilmenin cesaretini taþýmak için uðraþýyorum. Görüyorsun, hiçbir þeyimden emin deðilim. Bu sözümden emin olduðum kadar eminim sevgimden ama onun da bit pazarýnda bile kýymeti yok! Saçma sapan cümlelerle seni sýktýysam, yorduysam, kýzdýrdýysam kusura bakabilirsin. Zira bu senin hakkýn. Ben seni kýsýtlamak istemem. Þu hayatta bir daha ne zaman karþýlaþacaðýmýzý da bilemem. "Hoþça kal" diyemem; kalbim "gitme" diyor.
9 Temmuz 2001, Pazartesi Bu küçük, bu þirin, bu mavi deftere kötü þeyleri, sinir bozan düþünceleri, sevgimi, nefretimi, kendimi, baþkalarýný yazarak defteri tükettim. Bir yandan kendimi tüketirken anlatmak istedim. Bir kaba dolduðum için buruk bir mutluluk duyarken, içimdeki dünyanýn karanlýðýndan ürktüm. Dönüp on gün öncesine, yirmi gün öncesine, ilk yazdýðým güne baktýðýmda bugünümü çok fazla sahiplendiðimi görüyorum. Belki de ben bilinçsiz hareketlerimle, sözlerimle bu günümü oluþturdum. Kaçýþýmýn omuzlarýma yüklediði yük beni eziyor. Sýrtýmdaki yaralar henüz iyileþmeden, yeni yaralarým ortaya çýkýyor. Durmaksýnýz gelen "zaman" þikayetlerimle oyalanýyorum. Þu üç günlük dünyada beklentilerim, isteklerim olmadýysa sessiz mi yaþamalýyým? Durgun akan nehir memnun deðil midir yerinden? Yine soru soruyorsam bunun sorumlusu kim? *** Hayatý yanlýþ yerinden tuttum; elimde kaldý. Çiðneyip tükürdüðüm her þey yeniden çiðneniyor. Benim suçum deðil insanlarýn yanlýþ yerde durmasý. Ya da benim suçum yanlýþ yerde durmak. Ne olacaktý yani! *** Ýnanmýyorsam bir iþe yaramadýðýna neden þiir yazýyorum, günlük tutuyorum. Yarýn ben buralardan gittikten sonra kaç kiþi soracak "Kim bastý bu topraða?" Kaç kiþi sorarsa mutlu olurum; "Nereye gidiyorsunuz efendim?" Kimse sormazsa ne çýkar? Tek baþýma geldiðim yerden tek baþýma ayrýlýyorsam niye garipsenmeli ki? Duymadýðým sesleri anlatmaya kalkmayýn bana! 25
DERKENAR 11 Temmuz 2001, Çarþamba
12.08.2019 Deðerli Dostum Seyfullah,
Bugün bu þehirden ayrýlýp bilmediðim, önceden belirlemediðim bir yere gideceðim. "hiç deðilse" deyip en azýyla yetineceðime "her neyse" deyip bu firarý kapatýyorum. Biliyorum, kimsenin haberi olmayacak benden. Gittiðim yerlerde, Ýstanbul'daki sevdiðimi özleyerek zamanýmý geçireceðim. Ýçimde derin bir hüzün var. Kasvetli bir yaðmur bulutu gibi her tarafým grimsi; kararmak üzere dünyam. Ne yapacaðýmý bilmemenin hafifliðini taþýrken, yaptýklarýmýn sorumluluðu altýnda ezilmekten korkuyorum. Düþünmüyor deðilim; Ýstanbul'a dönsem, Meryem'le tekrar konuþsam belki her þey düzelecek. Burada böyle çürüsem, kim bilecek benim böyle düþündüðümü! Sadece kendime anlatmýþ olacaðým tüm her þeyi.
Kalemim tükendi. Henüz genç yaþýmda nefesim bitti, gücüm tükendi. Yazacaðým þeylerin ve defterin sonu geldiðine göre yeni bir yolculuðun, yeni bir kaçýþýn baþýndayým. Kimseye hissettirmeden kaçtýðým için peþimden kimse takip edemiyorsa ne mutlu bana. Son olarak þunu yazýyorum; bu defteri yanýmda taþýmamýn bana hiçbir getirisi olmayacaktýr. Aksine, defter yanýmdayken hüznün, umutsuzluðun ve þartlara olan isyanýmýn damarlarýnda daha çok kan deveran edecek. Þimdi ey defter! Artýk sana yazacaklarýmý yazdým ve seni yanýmda taþýmamýn anlamý yok. Bu son cümleyle beraber seni dolaba kilitleyip kilidi yanýma alýyorum. ********** 26
O defter kesinlikle Sedat'a ait. Bundan adým gibi eminim. Sedat, zavallý arkadaþým, Ýstanbul'u terk edeceðini bana söylediðinde karþý çýkmýþtým ama beni dinlemedi. Günlüðünde de geçtiði gibi aradým, geri dönmesi için ikna etmeye çalýþtým; ne yazýk ki bu da netice vermedi. Sedat, kafasýnýn doðrusuna gitti. O zamanki telefon görüþmemizden sonra uzun zaman cep telefonuna ulaþamadým. Oteli aradýðýmdaysa benimle konuþmak istemedi. Yine de ben zaman zaman arayýp otelin görevlilerinden bilgi aldým. Oteli en son aramamda otelden ayrýldýðýný öðrendim. Bir müddet, Ýstanbul'a dönmüþtür diye Ýstanbul'daki gidebileceði adresleri araþtýrdým. Neticede bulamadým. Geçen ay Malatya'dan arayan biri, Sedat'ýn öldüðünü söyledi. Ýnanamadým ama gerçekti, boyun eðdik. Vasiyetine benim telefon numaramý, adresimi falan yazmýþ ve cenazesinin benim tarafýmdan kaldýrýlmasýný istemiþ. Vasiyetindeki son isteði ise Meryem'in de cenazede bulunmasýydý; "Hiç deðilse topraða girerken yanýmda olmasa da, yakýnýmda olsun" diye yazmýþ. Vasiyetini yerine getirdik. Sedat son üç-dört ayýný Malatya'da geçirmiþ. Daha önceden nerelerde kaldýðý konusunda hiçbir bilgimiz yoktu. Biraz araþtýrýnca geçen yýl bu zamanlar Ýstanbul'a geldiðini öðrendik. (Herhalde Meryem'i aradý.) Malatya'da kaldýðý dairenin sahibinin dediðine göre Sedat evli deðilmiþ; demek ki ölene kadar evlenmedi. Mektubun baþýnda "zavallý arkadaþým" dememin nedeni iþte bu; o baþkalarýný düþündüðü kadar kendini düþünseydi bu hale düþmezdi. On sekiz yýl boyunca kaçtýðý hayatýndan geriye þiir, öykü ve roman yazdýðý onlarca defteriyle, kendisiyle hesaplaþma olarak gördüðü ve düzenli olarak tuttuðu günlükleri kaldý. Bu defterler savcýlýkta tutuluyor. Sedat'ýn varisleri çýkarsa varislerine teslim edilecek. Eðer çýkmazsa, bana teslim edilecekmiþ. Neyse... Ýstanbul'a geldiðinde bana uðrayýver de hem Sedat hakkýnda uzun uzun konuþalým hem de çaylarýmýzý yudumlarken eski günleri yad edelim. Görüþmek üzere… Hidayet
DERKENAR
Ali Karýnca
HAYÂL ÞEHÝR’DE ÜSKÜDAR Yüzyýllardýr Ýstanbul hakkýnda yazýlar yazýlýp, þiirler söyleniyor. Ayný güzellik hiç bitip tükenmeyen bir sarhoþlukla biz insanoðlunu etkilediði için Bakî de Ýstanbul güzelliklerini hayranlýkla anlatýyordu, bugünün þairleri de ayný hayranlýkla þiir söylüyor. Kaknüs Yayýnlarýndan çýkan “Hayâl Þehir-Þiirlerde Üsküdar” adlý þiir seçki kitabýnda özelde Üsküdar’ý anlatan þiirlere yer verilmiþ olsa da o þiirler Ýstanbul’un önemli bir mekaný olan Üsküdar üzerinden Ýstanbul’u anlatýyor; Üsküdar’ýn güzelliklerini, dertlerini, denizle ahbablýðýný, deðiþimini... Yahya Kemal Beyatlý’dan Sezai Karakoç’a, Nazým Hikmet Ran’dan Ece Ayhan’a, Necip Fazýl Kýsakürek’ten Sunay Akýn’a kadar geniþ bir zaman dilimine seslenmiþ yelpazeden derlenen Üsküdar þiirlerinde bir mekanýn insan yaþantýsýna ve sanatsal zevke kattýðý renkler açýkça görülebiliyor. Klasik þiirden modern þiire geçiþ sürecinde yaþamýþ þairlerin þiirlerindeki bir þeyi öðretme, anlatma arzusu, yakýn dönem þiirlerde deðiþime uðrayarak mekaný, mekanýn güzelliðini deðil; tüm bunlarýn insandaki çaðrýþýmlarý üzerine yöneliyor. Þiirdeki bu iç yapý deðiþimini bir kenara býrakýrsak, Üsküdar’ýn da bir deðiþim süreci içinde eskiden yeniye
Hayâl Þehir Haz: Kemal Kahraman Seyfettin Ünlü Kaknüs Yayýnlarý geçerken daha çok bozulduðunu farkederiz. Yeniye geçerken kayýplar verir þehirler; Üsküdar’da kaybedince bugüne ait olmuþtur. Bugün yaþanýlan Üsküdar’la on yýl önceki, yirmi yýl önceki, yüz yýl önceki Üsküdar arasýnda bir “Üsküdar” kadar daha fark var. Eski þehirden gelen görüntülerin üzerinde oynanmýþ, mekan tahrip edilmiþ. Bir kenarý, bir köþesi yakýlýp yýkýlýp yeniden yeni çehrelerle ve binalarla doldurmak telaþýna düþülmüþ. Kitapta yer alan Üsküdar resimlerine dikkatli baktýðýnýzda bahsettiðim deðiþimi çok net görebilirsiniz. Geçmiþte iskeledeki tarihî çeþmenin hemen on metre ötesine kayýklar baðlanabilirken ve
çeþmenin yanýnda aðaçlar arasýnda bir ev varken bugün gidin de görün Üsküdar Ýskelesi’ni; çeþmenin denizden ne kadar uzaklaþtýðýný, çeþmenin önünden geçen yolu... Evet, þehirler deðiþmek, yeni çaða uymak zorundalar; en azýndan hayatta kalabilmesi için cilalanmalý. Ama ne yazýk ki bizler temizleyip onaracaðýmýza; yýkýp yerini baþka þeylerle donatmayý seçiyoruz. Üsküdar’ýn ve Ýstanbul’un siluetlerinin nasýl bozulduðuna tanýklýk etmek için kitaptaki Üsküdar resimlerini en küçük ayrýntýsýna kadar incelemelisiniz. Göreceksiniz; zaman tüneline giren Üsküdar, hâlâ o tünelin kötü etkilerinden kurtulamamýþ. Ayrýca, þiirleri okurken resimlere de bakýp þöyle düþünebilmeliyiz; “þair bu fotoðraftan geçmiþ, þiirini yazmýþ, þurada dinlemiþ, bu sahilde yürümüþ...” Böyle bir düþünüþ þiirleri ve resimleri bir bütün içinde anlamlandýrýrken elimizden tutar. Hayalimizdeki þehirlere sanýrým bundan sonra kavuþamayacaðýz. Zira bizim hayalimiz hep eskilerde kalmýþtýr. Eskiye dönüp bakarken bugünü o zamanýn çizgisine çekemediðimiz için çýrpýnýp duruyoruz. Yeni þeyleri eskiye yüz çevirerek kabullenebiliyoruz ama hemen sonra o eskinin gelmesi için þiirler yazýyoruz.
27
DERKENAR
Aynur Kulak
YOKUÞUN SONUNDAKÝ ARMUT AÐACI Sýcak havanýn kendini iyiden iyiye hissettirdiði, sessiz bir ikindi vaktiydi. Yalnýzca baþlarýna güneþ geçmesin diye eve alýnan çocuklarýn küçük çýðlýklarý (büyük çýðlýklar atarlarsa anneleri ceza olarak uyutabilirdi onlarý) büyük kahkahalarý (her þey yolundaydý) duyuluyordu çok uzaklardan gelen bir yanký gibi. Aylardan aðustostu. O çocuk seslerinin nereden yankýlanýr gibi kulaðýna geldiðini çok iyi biliyordu Kemal. Terlemiþ ve susamýþ bir halde neredeyse kýrk dakikadýr yürüyordu otuz sene önce terkettiði yere doðru. Ve sokaðýn sonuna gelmiþti nihayet ama, sokaðýn sonu ayný zamanda bir yokuþun baþlangýcýydý. Otuz yýl önce hayata atýlmak için sýrtýný dönüp uzaklaþtýðý yokuþ çok dik, parke taþlarla döþeli bir yokuþtu. Yokuþun en aþaðýsýna kadar yapýlmýþ ve sarýnýn tonlarýyla boyanmýþ gecekondu tipi evler dokunsan yýkýlacakmýþ gibi dururlar, en fazla sonbahar aylarýnda bütün bir yýlýn bakýmsýzlýðýný üzerlerinden atmak için bir kat boyanýrlardý. Bakýmsýz gecekondularýn bütün mutluluðu buydu. Çocuklar için ise ekstra bir mutluluktu hatta heyecandý evlerin boyanmasý. Yokuþtaki hareket iþlerin hemen bitirilmesi gayreti onlar için oyundu. Çoðu zaman neden yaptýklarýný bilmeden büyüklerin verdikleri emirler doðrultusunda saða sola koþuþurlar; ayakkabýlarýný, elbiselerini bu koþuþturmaca içinde boya yaptýklarýný bile fark etmezlerdi. Güzel günlerdi. Gülümsüyordu Kemal Nihayet çocukluðunun en güzel ve hayatýnýn belki de en özgür anlarýna kavuþmuþtu Kemal. Nefes nefeseydi yokuþun baþýnda durduðunda. Ama bir-den nefesinin içerlerde biryerlere çekildiðini hissetti. Acýyla. Ayný çocukluðundaki gibi avazý çýktýðý kadar baðýrmak... baðýrmak... baðýrmak... Ama nasýl? O kadar çok olmuþtu ki çýðlýk atmayalý. Fakat bir çýðlýk sonrasý gibi yanýyordu boðazý, nefesi içeriye bir yerlere çekilirken boðazýný yýrtmýþtý sanki. Uzaklardan yankýlanýr gibi gelen
28
çocuk sesleri birdenbire kesilmiþti sanki. Olduðu yerde kalakalmýþ ve kilitlenmiþti sanki. Acýya -ya da acý gerçeðe demeliyiz belki de- her zamanki gibi, bütün insanlar gibi aslýnda hazýrlýksýz yakalanmýþtý. Deðiþim bütün çýplaklýðýyla ve birdenbire çýkývermiþti karþýsýna. Her þey deðiþmiþti. O tek katlý, bahçeli, sýcacýk evler yoktu. Beþ katlý soðuk çehreli binalar Kemal'in karþýsýnda duruyor ve onu bir yargýç gibi sorguluyorlardý. Ne görmek istiyordun Kemal? Bu yokuþu otuz yýl önce kaderiyle baþbaþa býrakýp gittin. Sadece yokuþ aþaðý koþarken avazý çýktýðý kadar baðýrdýðý, defalarca düþtüðü, avuç içlerini ve diz kapaklarýný paramparça ettiði parke taþlý yokuþ býraktýðý gibi duruyordu. Yeter miydi peki? Sadece yokuþ! Sadece bu yokuþun duruyor olmasý neye yarar, neye...? Minnacýk evler yok. Sarý boyalý minnacýk evler.... Hafif bir esintide dahi keskin keskin kokan reyhanlar yok. Çocuklarýn küçük çýðlýklarý, büyük kahkahalarý yok Yoklar. Gitmiþler. Allah’ým nereye?.. Hiçbir yere!.. Hiç bir yere gitmemiþ olabilirler mi? Burdalar hâlâ ama büyüyemediler. Büyük beton binalarýn altýnda kaldýlar. Büyüyemediler. Her þey deðiþir. Her þey, her þey. Sanki kulaðýna biri fýsýldýyordu bu kelimeleri. Her þey deðiþir. Býraktýðýn gibi kalmaz hiçbir þey. Sana en yakýn olan bir gün dönüp baktýðýnda sana en yabancý olmuþ. Hele de terkettiklerin. Býrakýp gittiklerin. Sesini öyle kýsýp öyle inceltiyordu ki bu ses Kemal'e acý çektiriyordu. Avuç avuç ateþ atýyordu Kemal'in içine Avuç...! Avuç...! "Kemal...?" Kemal deminden beri kulaðýna bir þeyler fýsýldayan o kýsýk ince sesin sahibinin yüzünü görecek olmanýn dehþetiyle adýný fýsýldayan sese doðru yüzünü çevirdi. "Çok deðiþmiþsin Kemal! Ama yine de tanýdým seni"
DERKENAR Deðiþim kelimesini duyunca yüzü dehþetin kuntluðuna daha fazla büründü. Yokuþun deðiþimini dehþetle izlerken kendi deðiþiminin farkýna varamamýþtý çünkü. Þimdiye kadar. Þu ana kadar. Þu yaþlý, uzun boylu, sesi titryen adam ona deðiþtiðini söyleyene kadar. Sami Amcayý tanýmýþtý Kemal. Az kulaðýný çekmemiþti Sami Amca. Fakat haklýydý. Evet deðiþmiþti Kermal. Hem de çok. Ama yine de tanýmýþtý Sami Amcasý onu. Demek ki deðiþim çok acýmasýz deðildi. Belki de bir iz, bir ifade bir his kalýyordu geriye; her þey deðiþmesine raðmen aynen duran yokuþ gibi, bu aðustos sýcaðýnda evlerine kapanan çocuk çýðlýklarý gibi, Kemal'in alnýndaki yara gibi, Kemal'in kapkara gözleri gibi, uzun parmaklarý gibi. " Her þey deðiþmiþ" dedi Kemal kendisinin bile zor duyabileceði buruk bir ses tonuyla ve baksana der gibi Sami amcasýna kafasýný yokuþtan tarafa çevirdi. "Evet haklýsýn" dedi Sami Amca. Onun da sesi buruk çýkýyordu fakat Kemal'inki kadar deðil. Alýþmýþ olmalýydý bu deðiþime. "Gel hele gel." diye devam etti konuþmasýna Sami Amca, "Oturalým þuraya da bir soluklan hele. Soðuk bir þeyler iç. Atýf'ý hatýrlýyor musun? Çocukken az koþup oynamadýnýz yokuþta bir aþaðý bir yukarý. Ýþte o da böyle bir çay bahçesi açtý rahmetli babasýndan kalan parayla. Þimdi burada deðil ama birazdan gelir." Sami amca neredeyse soluk almadan konuþmuþtu. Yabancý biri olsa bu adamýn yýllardýr konuþacak birine hasret kaldýðýný düþünebilirdi. Ama Kemal Sami amcanýn ne kadar geveze olduðunu hatýrlýyordu. Fakat Kemal'in aklý yokuþtaydý. Ve yokuþun bütün güzelliðini alýp götüren soðuk çehreli binalar da. Ne olmuþtu? Nasýl yapmýþtý bunu insanlar? Sami Amcanýn anlattýklarýna ve kendisini kolundan tutarak Atýf'ýn yerine götürmek istemesi için çekiþtirmesine aldýrmadan araya girdi Kemal. "Nasýl bu kadar deðiþti buralar Sami Amca? Nasýl izin verdiniz bu yokuþu bu hale getirmelerine? Aslýný koruyabilseydiniz tarihi bir yokuþ bile olabilirdi." Kemal'in bu söyledikleri Sami Amcayý þaþýrtmýþtý fakat çok da aldýrmadý bu duruma.
"Ne yapsaydýk oðlum. O gecekondular bitirmiþti bizi. Biz de mütahitlere verdik. Þimdi suyumuz, tuvaletimiz falan her þeyimiz evin içinde. Kýþlarý da iyi ýsýnýyoruz Allaha þükür. Eskisinden bin kat daha iyi Kemal. Þöyle bir gözünün önüne getirsene geçmiþ günleri" Kemal'in gözünün önünden hiç gitmiyordu ki geçmiþ günler. Þimdi nasýl anlatmalýydý Sami Amcasýna derdini? Yaþadýðý hayal kýrýklýðýný? Ýçine avuç avuç atýlan ateþi? Fakat vazgeçti. Hiçbir þey anlatmayacaktý. Üstelik sadece Sami Amcasýna da deðil. Hiç kimseye. Hiçbir þey açýklamayacaktý. Yapmak istediði tek þey deðiþiklik yaþamamýþ yokuþun parke taþlarý üzerinde aþaðý doðru hýzla koþmaktý. Bütün bunlara raðmen son bir ümitle Sami Amcaya dönüp: "Þu yokuþ haricinde Sami Amca, deðiþmeyen bir tek þey bile yok mu?" Sami amca düþünmeye baþladý. Belki birkaç saniye düþündü ama, Kemal'e otuz yýl gibi geldi; "Sizin evin önünde bir armut aðacý vardý ya Kemal! Ýþte onu kesmedi mütaahit. Kýyamadý daha doðrusu. Hatýrlarsan....." Sami Amca daha söyleyeceklerini bitirmeden Kemal yokuþ aþaðý koþmaya baþlamýþtý bile. Deli gibi koþuyordu yokuþ aþaðý Kemal. Karný aç olan ve çocuklarýna yiyecek götürmesi gereken bir kuþun gördüðü ilk yiyeceðe doðru pike yapmasý gibi koþuyordu Kemal. Acýkmýþ bir bebeðin annesinin uzattýðý kaþýða aðzýný sabýrsýzlýkla açmasý gibi koþuyordu Kemal. Uçar gibi koþuyordu Kermal. Kavuþacakmýþ gibi... Soluk soluða durduðunda kalbi yerinden fýrlayabilirdi. Otuz yýl sonra deðiþmeyen ve ona kalan iki þey, yokuþ ve armut aðacý olmuþtu. Karar veremiyordu; aðlamalý mýydý, gülmeli mi? Karmakarýþýktý. Karmançormandý. Çözemezdi kendini. Buna gücü kalmamýþtý. Armut aðacýnýn ince gövdesine sarýldý. Yalnýzlýðý bitmiþti artýk. Bir yalnýzlýk ne kadar bitebilirse ne kadar eksilebilirse o kadar tabii ki! Öylece durdu. Deðiþime kaptýrmak istemiyordu armut aðacýný. Daha fazla sýktýrdý armut aðacýnýn gövdesine sarmaladýðý kollarýný. Kol kaslarý sýzladý. Ruhundaki sýzýlarýna aldýrmadan mýrýldandý; “Her þey deðiþmez. Ýþte yokuþum. Ýþte yokuþumun sonundaki armut aðacým.”
29
DERKENAR
Emine Öte
IÞIK DOÐUDAN YÜKSELÝR Bir yol ayrýmýnda direksiyondaki arkadaþým bana döndü ve sordu: "Doðuya mý batýya mý?" Hiç tereddüt göstermeden "doðu" dedim. Temmuzun son haftasý... Seyir halinde olduðumuz otoban yol güneþin yalazýyla büklüm büklüm... Bu yolculuk için tek malzememiz bir harita... Saðýmda terk etmekte olduðumuz Gavur Daðlarý, portakal çiçekleri var. Her yer sarý sýcak, her yer kavruluyor... Otoban sessiz, sýcak, sessizliði çepeçevre kuþatmýþ. Gözüm hýzla geçtiðimiz portakal aðaçlarýnda, yüreðim þimdi doðuda... Biz 80'li yýllarýn çocuklarý Türkiye'nin doðusundan hep korktuk. Hataylý olmama raðmen Gaziantep'in daha ilerisini hiç görmedim. Ben doðuyu, Mardin'i Murathan Mungan'la sevdim. Görmediðim bir þehre kitaplarda aþýk oldum. Ne yani, Mardin'i mi göreceðim, Nemrut'a mý týrmanacaðým! Yüreðim pýrpýr... Doðu, zihnimde bir çöl, doðu kimsenin gitmek istemediði sürgün yeri, Anadolu kurak, doðu acýklý, doðu burnu hýzmalý kadýnlarýn diyarý... "Heyy... Balýklý Gölü de göreceðim..." Yaþasýn!!! Ama çok sýcak... Telefonda yeðenimin sesi "Deli misiniz, bu sýcakta oralara gidilir mi?" Elimde harita, gözlerim fal taþý, parmaklarým þehirlerin üzerinde... Keþfediyorum... Geç kaldýðým ülkemi geziyorum. Doðu... Korku... Doðu gizem... Doðu aþiret... Doðu Ýnsan... Doðu engebeli, geçit vermez yollar... Hatay'dan bir kaç saat sonra Maraþ, hayýr Kahramanmaraþ... Öyle modern, öyle güzel yollardan geçiyoruz ki... Þaþkýnýz. Doðuya gidiyoruz. Maraþ'ta tarihî bakýrcýlar çarþýsý, oymalar, kale ve dondurma... Güzel kocaman bir þehir... Nefis bir yemek... Doðu yaz günlerinde bile lezzet... Bu gece Nemrut'a çýkalým. Yok caným o kadar yakýn mý? Ýþte istikamet Adýyaman. Hala dilimde Maraþ türküsü... "Maraþ'tan bir haber geldi. Dediler ki Merik öldü oy! Hayýr bu acýklý baþka bir türkü " Maraþ, Maraþ! Derler anam bu nasýl Maraþ. Al kanlar içinde can veren kardaþ" Yok yok Ýbrahim Tatlýses'in söylediði bu uzun hava da hüzünlü... Yoksa bu kentin yazgýsý mý
30
hüzün? Gözlerim yollarý yutarcasýna seyrediyor. Direksiyondayým. Sarý sýcaklarý, sarý tarlalarý hýzla geçiyorum. Yollar güzel... "Adýyaman iline gelin olasýn..." Kaç arkadaþým Adýyaman'a gelin oldu. Az daha ben de olacaktým. Radyoda Emre Altuð'un " Sýcak, sýmsýcak, daha da sýcak olacak..." þarkýsý. Daha sýcak olamaz, baþka bir gece!! Otel yanýyor, odalar insanýn yüzünü kavuruyor... Doðu yanýyor... Ýçimdeki doðu ateþi hepsinden sýcak. Uyuduk, dinlendik öbür gün gece 01:30'da Kahta tarafýndan yola koyulduk. Güneþin doðuþuna yetiþmemiz lazým. " Battaniyeleri yanýnýza alýn, donarsýnýz..." diyen otel görevlileri bizi þaþýrtýyor... Birbirimize bakýyoruz, yanýyoruz ne donmasý dercesine. Ama yine de onlarý dinliyoruz. Battaniyelerimiz yanýmýzda. Doðu insaný sýcak, sýmsýcak... Kahta mý burasý... Hep haberlerde ölümlerle duyduðum kent... Ne kadar sessiz... Nemrut'a çýkmak kolay mý? Nemrut'un tanrýlýðýna ulaþýlýr mý?! Dað çok yüksek, yavaþ, yavaþ çýkýyoruz... Týrmanmaya baþladýk. Battaniyelerimize sarýldýk... Diþlerim kilitleniyor. Aðustos'un ilk günü... Donuyorum. Tanrýlarýn yanýndayým. Her yerde Japon var. Kilometrelerce uzaktan gelmiþler. Benim insaným, ya ben... Utanýyorum. Saat 03:30. Bir saat sonra güneþ tûlû edecek. Dünyanýn yedi harikasýndan birindeyim. Üþüyorum, battaniyeler soðuðu kesmiyor. Herkes üþüyor. Küçücük bir yerimiz açýk kalsa soðuk bizi oradan vuruyor. Hayýr olmayacak böyle... Battaniyenin birine oturuyoruz... Diðerine birlikte sarýlýyoruz. Yüksekteyiz. Daðlar, daðlar mý? Daðlar bizden aþaðýda, biz Tanrý katýndayýz. Tümülüs arkamýzda. Daha sýký sarýlýyoruz birbirimize... Öyle bir sarýlýþ ki daha önce olmadýðý þekilde... Sevdiðimin yanýnda daha bir küçüðüm þimdi, Tanrýlarýn yanýnda daha güçlü... Tümülüsün içinde ne var diye birbirimize soruyoruz. Altýnlar, yakutlar, zebercetler ve Kral Antikos... Bu taþlar hep ayný boyutta, nereden taþýdýlar ki... Biz kendimiz bile zor çýkarken buraya... Köleler... Antikos'un, Nemrut'un
DERKENAR köleleri... Zalim krallar!.. Tan yeri aðarmaya baþladý. Biri baðýrdý “Beþ dakika var!” Kameralar, fotoðraf makineleri hazýrlandý. Gözlerim benden aþaðýdaki daðlarý kibirle seyrediyor. Her yer dumanlý... Küçükken aðabeyimin mýrýldandýðý türküyü söylüyorum. “Oy göresim geldi, maralým seni, dumanlý dumanlý oy bizim eller.” Her yer duman... Eee doðmak kolay mý? Gökyüzü doðum sancýsý çekiyor. Ben sözcüklerle, o doðuþu anlatamam. Acizim. Yavaþ yavaþ bir kýrmýzýlýk belirdi. Ýnsanlar alkýþlýyor... Öyle berrak ki güneþ... Bildiðimiz güneþten farklý. Sanki burasý güneþin güneþ olduðu yer... Bakamýyorum. Çok parlak, yukarý çekilen bir top gibi... Anlatamam, imkansýz... Bu sabah güneþ yine tûlû etti ama bizimle... Nemrut'u görmeden ölmeyin! Memlüklülerin kalesini, yer altý geçitlerini, krallarýn savaþtýðý-barýþtýðý mümbit ovalarý... Görün. Urfa... Hýzmalý, bol elbise-li, sürmeli kadýnlarýn þehri... Balýklý Göl... Her yer balýk... Biraz alabalýk, biraz sazan görünümlü... Yem atmak çok zevkli, sanki kucaðýma çýkacaklar... Balýklý Göl'ün hikayesini anlatan kavruk, yanýk, yeþil gözlü güzel çocuklar... “Ateþ, su; odunlar balýk olmuþ...” Kur'an'dan ayeti okurken besmele çekiyorlar... Herþey tamam, eksik yok, ne hikayede, ne duada? Renkli þallar aldým... Baþýma þal takmayý, öðrendim. Þalý baþýma dolarken "Sibel Can'ýn örtüsünü de ben doladým abla" dedi satýcý. Çok gururlu, Sibel Can çok popüler... Hey! ben de çok güzel oldum. Bu doðu beni güzelleþtirdi galiba. Ýnsanlar çok sýcak, havanýn sýcaklýðýný umursamýyoruz artýk. Kaleden Urfa'yý seyretmek çok güzeldi. Urfa, Hz.Ýbrahim'in þehri, Urfa afedersiniz Þurfa(!) Ýbrahim Tatlýses'in þehri. Urfa, kebap; Urfa, kadýn; Urfa, sýra gecesi; Urfa, türkü þehri. "Urfa'nýn etrafý dumanlý daðlar..." Mýrýldaný-
yorum, hayýr, baðýrarak türkü söylüyorum. Bu topraklar insaný söyletir, dile getirir. Gözlerimde sürme, baþýmda siyah puþi, rengarenk kürt desenleri içindeyim. Murathan Mungan kürt kadýnlarýnýn asilliðinden ve güzelliðinden söz eder romanlarýnda. Bu kavruk yüzlü kadýnlarý çok da güzel deðil ama çekici buluyorum. Acý esmerlikleri, çenelerindeki dövmeleri, anaç gövdeleri ile doðurgan kadýnlar görüyorum. Ýri göðüslerinden en az sekiz çocuðu emzirdiklerini hissediyorum. Gezdiðim þehirlerde kadýný en fazla Urfa çarþýsýnda gördüm. Kalenin dibinde, Hz.Ýbrahim'in doðduðu kovukta, caminin içinde, çarþýda, balýklarýn yanýnda, dondurmacýlarýn baþýnda... Her yer kadýn. Seviniyorum. Önceye ait kanýlarým yok oluyor. Doðu kadýný evinde oturmuyor. Hayatýn içinde erkeðiyle yanyana. Çeyiz alýþveriþi yapan genç kýzlar her yanýmda. Çok yoruldum. Bizim 31
DERKENAR için gölün kenarýnda bir semaver çay hazýrlandý. Maraþ, Adýyaman, Urfa, Mardin, Bingöl... Kaçak çay diyarý, farklý bir damak tadý. Günlerce bildiðim tatta çay içemedim. Ama hiç önemli olmadý. Bütün konaklama yerlerinde öyle içten, öyle kavrayýcýydý ki insanlar... Hemen arabamýz yýkanýyor, bir yorgunluk çayý getiriliyordu... Gülümseyen yüzler, nerden gelip nereye gittiðimizi soruyor. Çay... çayý içemiyorum ama o
öðrendiðim masal þehri, minyatür gibi... Mimari renkler, yer altý evleri, sokaksýz bir þehir burasý. Bugüne kadar gördüðüm hiçbir cami buradakiler gibi deðildi. Minareleri, farklý duvarlarý var... Yüksekten Mezopotamya Ovasýna bakýyorum... Mümbit bir ana gibi... Yüzyýllardýr emziriyor... Memelerinde bereket... Þimdi anlýyorum insanlarýn kavgasýný... Oya gibi, tablo gibi Mezopotamya Ovasý.
güler yüz, içten bakýþ tüm yorgunluðumu alýyor. Urfa'da içtiðim o kahve var ya!! Ömrü hayatýmda, otuz yýllýk serencamýmda damaðýma böyle güzel bir kahve deðmedi. Balýklý Göl'ün yanýnda üst üste içtiðim üç fincan, bol köpüklü kahve... Muhteþemdi... Kahveyi yapan ve getiren o kutlu ellere minnettarým. Bir baþka zaman ayný tadý bulmaya mutlaka gideceðim. Doðu'yu zihnimde kurak ve çöl diye resimleyen anlayýþý bir türlü çözemedim. Maraþ, Adýyaman, Urfa, Bingöl, fýstýk aðaçlarý, mümbit ve ekili topraklarla dolu. Atatürk Barajý halkýmýzýn haklý gururu... Bânîlerine binlerce teþekkürler... Bu tabloda tek soluk mekan, yeþilsiz topraklar Urfa-Mardin arasýydý. Konaklama yerlerindeki insanlarýn konukseverliði bu soluk mekanlarý zihnimde hep güzel renklere boyayacak... Ve Mardin... Marde... Deyrü'l Zâferan, "kale kent" kitaplardan
Ne dinler ayrýlýr ne dinlerin daveti Bir yanda noel sevgisi bir yanda Ramazan bereketi Kutlanan bayramlarda Mardin, Hakk'ýn kutsi mabedi... ... Mardin bayram günlerinde sanki kýnalý bir gelin... Kýrklar Kilisesi sevincini çanla haykýrýrken, Mezopotamya ezana kulak verir, bin yýllar ötesinden...
32
Nusayriler, müslümanlar Mardin'de iç içe yaþýyor. Ortadokslarýn eski merkezi, Mardin bir hristiyan þehri... Akþam gezeceksin bu kenti. Tepeden, aþaðýdan ýþýl ýþýl, içiçe geçmiþ bu kenti sadece seyredeceksin... Tarihi içine çekip Mardin'de zaman geçireceksin... Mardin sýcak, çok sýcak ama kuru, nemli bunaltan bir sýcak yok... Akþam her yer ýþýl ýþýl söylendiði gibi "Gündüz mezarlýk, gece gerdanlýk"... Ezan Arap makamýnda. Akþamýný yaþamak için bir çay bahçesi seçtik. Yýkanýp, süslendik bir Mardin akþamýna... Tarihî bir caminin yanýnda, tarihî PTT binasý önünde
DERKENAR bir çay bahçesine girdik. Arkadaþlar bulduk kendimize. Mardin'i, Ýstanbul'u konuþtuk. Öyle iyiler ki bize gece bile sokaksýz, merdivenli çýkýþlarý olan bu þehri gezdirdiler. "Yarýn bizimlesiniz, tüm medrese ve kiliseleri biz gezdireceðiz" dediler. Mutlu ayrýldýk. Uzun uzun gecenin doyumsuz güzelliðinde Mardin'i seyrettik. Çaylarýmýzý, mýrralarýmýzý getiren Murat bize Mardin'i anlattý. Davudî sesi, uzun boyu ve güzel yüzü ile efsanelerin içine çekti bizi. Öykü anlatmak ne kadar da yakýþýyordu gençliðine... Bize, þehrin altýndan kaleye kadar gizli bir geçit olduðunu söyleyip, bu geçidin gizlerini anlattýlar. "Hýdýr Hoca bayramlarda gelir namazdan sonra bizlerle tokalaþýr" dedi. Hýdýr Hoca bizim "Kul sýkýþmayýnca Hýzýr yetiþmez" sözüyle baþý dertte olanlara yardým eden, ölümsüzlük suyunu içen yüce varlýk. Murat'ýn dediðine göre baþ parmaðý kemiksiz olan Hýdýr Hoca'nýn varlýðýný herkes fark edemiyor. Tokalaþýrken dikkatli olun eðer baþparmaðýnda kemik yoksa, iþte o Hýdýr Hocadýr! Bir arkadaþ gibi onlara çok yakýn olan Hýzýr deðil, sadece nam-ý diðer Hýdýr Hoca! Ben bu þehre romanlardan aþýk olmuþtum. Ýçimdeki Mardin ateþini Murathan Mungan yakmýþtý. Ýþte Mardin'deyim. Daha da büyüdü bu þehir gözümde bu gece. Nefis... Her yer tarih... Kale kent... Görmeden ölmeyin derim ben. Gönüllü rehberimiz sabah erken bizi otelimizden aldý. Tanýdýklarý sayesinde Deyrü'l Zâferan'ýn gezilmeye kapalý bölümlerini bile gezdik. Duvarlara gömülen din adamlarýný, Ýbranice Ýncil'i, din adamlarýnýn rütbelerini öðrendik. Mimarî harikaydý. Mardin'in eskiden Ortodokslarýn din merkezi olduðunu öðrendik. "Sibel Can burada Berivan dizisini çekiyor" dedi rehberimiz. Anladým ki Sibel Can burada da popüler, seviliyor. Mardin'e asýl hayranlýðýmýn arttýðý nokta medreseleriydi. Kasýmiye, Zinciriye Medreseleri, ferah ve geniþ. Alt katta ders odalarý var. Her odanýn üstünde, görülen dersin simgesi resimlendirilmiþ. Matematik, týp derslerinin kapýdaki niþaný çok özgün. Üst katta yatak odalarý, çilehaneler... Geniþ balkonlar... Ortada su ve çiçekler... Hepsinin anlamý var. Þimdi bile düzenlense üniversite olarak canlandýrýlabilir. Boncuk satan mavi gözlü küçük güzel kýzlar... Kiliselerin yanýnda Ýbranice öðrenen, ilahiler söyleyen güzel Mardinli çocuklar... Mardin'in sokaklarý kadýnsýzdý. Konuþtuðum
insanlara "kadýnlar gezmez mi?" diye sorduðumda "iþleri olduðunda dýþarý çýkarlar" dediler. "Mardin'in klasik mimarisinde hiçbir evin penceresi ötekinin penceresiyle gözgöze gelmez, hepsi bir diðerinin ancak duvarýný görebilir. Ev içleri, baþka hayatlar birbirinden saklanýr. Ýçe kapanýþýn sonsuz bir iç çekiþe dönüþtüðünü, o evlerde kalmýþ, bir türlü evlenip kendi evine çýkamamýþ o kýzlarda gördüm" diyen Murathan Mungan'ý hatýrladým. Mardin'de hafýzamdaki tek kadýn görüntüsü, yüzünü simsiyah bir örtüyle baþörtüsüne sýkýþtýrarak dilenen kadýndý. Ar, edep, utanma timsali... Demek ki gerçekten ihtiyacý var diye düþündüm. Doðunun ketumluðu bu simsiyah örtünün altýnda gizlenmiþti sanki. Kaleyi gezemedik, çünkü orasý askeriyeye aitmiþ artýk. Halkýn askerlerden çekindiði bir gerçekti Mardin'de. Askerler konusunu konuþmak istemediler bizimle. Eee, yýllarca terörün yaþandýðý bu topraklarda vehim ve þüphe, izlerini hâlâ taþýyor. Mardinli dostlara Diyarbakýr, Genç, Lice gibi tali yollardan Bingöl'e gideceðimizi söyleyince bizi engellemeye çalýþtýlar. "O yoldan gitmeyin, daha güvenilir yollardan gidin" dediler. Biz Mardin'den ayrýlýrken, Genç ve Lice'den geçeceðimize emindik. Heyecanla ve iþtiyakla Diyarbakýr, Genç ve Lice'yi geçtik. Daðlar çok güzeldi. "Gönlümü yayla yaptým Bingöl çobanlarýna" diyen Kemalettin Kamu'yu anarak Bingöl Daðlarýný aþtýk. Öyle yeþil ve güzeldi ki büyülendik. Daðlarda hep askerler vardý. Bölük bölük askeri araçlarda gezen mehmetçiklerin hepsiyle selamlaþarak yol aldýk. Yarým saatte bir kimliklerimiz soruldu. Kimliklerimize bakan askerlerin tezkere günlerini sorduk. Kimi gururla "yirmi gün" derken, kimisi "sorma" deyip boynunu büküyordu. Muhabbetli bakýþlarla Bingöl'den Erzurum'a, oradan da Tortum'a ulaþtýk. Uzun zamandan sonra Erzurum'da bildiðim tatta çay içebildim. Çoruh Kanyon'u, Artvin ve bütün Karadeniz sahillerini gezerek Kastamonu'dan Ýstanbul'a ulaþtýk. Üç gece geçirdiðimiz Ayder yaylasý, buzul gölleri bitimsiz güzelliklere sahipti. Üç hafta süren bu gezi sonucunda ülkeme bir kez daha aþýk oldum. Doðu, bir bukaðý deðildi artýk benim için. Gezmek, doyumsuz bir duygu, hele de sevdiðinle...
33
DERKENAR
I.KARÞIYAKA ÞÝÝR KURULTAYI ÇALIÞMA RAPORU 22 Delegenin katýlýmýyla 1.Karþýyaka Þiir Kurultayý 18-19-20-21 Mart 2004 tarihlerinde gerçekleþtirilmiþtir. Halka açýk yapýlan görüþmelerin sonucunda Türk þiirinin sorunlarý saptanmýþ; bunlarýn, þiir kamuoyuna duyurulmasýna karar verilmiþtir.
*Günümüzde insanlar, nesne ve doða, yani tüm bir yaþam tüketim dünyasýnýn deðerler sistemi içerisinde anlamlandýrýlmaktadýr. Artýk iyice belirleyici olan bu durum günümüzde cinsellik, korku, þiddet, arabesk, `kiç`leþen süslemeler, masalsýlýk, mitoloji, kutsal kelam formlarý vb. ile þairi ve þiiri teslim almaktadýr.
*Küresel
kapitalizmin kültür emperyalizmi depolitizasyon ve tüketim ütopyalarý ile þairin kendisinde etkili olmuþ ve 'tarafsýzlýk' kimliði, üstün bir deðer haline gelmiþtir. 'Tarafsýzlýk' yalaný, mevcudun sürgitliðine hizmet eden bir taraflýlýk örgütlerken, þiirin yýkýcýlýðý, baþkaldýrýrken geliþen estetiði aþýnmýþtýr. Ýnsanýn düþ görme yeteneðini kaybettiði bir dünyada þiir, insaný yeniden düþ görmeye çaðýrmalýdýr.
*Þair, þiirinin önüne geçirilmiþtir. 'Yükselen' deðer olarak yapýtýnýn önünde durmakta ve bu duruþunun rantýný talep etmektedir. Amaç, þairlerin kendileri olmuþtur, yapýtlarý deðil... Þiir, günümüzde sorunludur, çünkü þair sorunludur, çünkü insan sorunludur. Çünkü sistem sorunludur.
*Þairin
eðlendirici bir unsur haline getirilmesi, þiirin bir oyun olarak algýlanmasý reddedilmelidir.
*Þiirin
kaybolan iklimi yeniden yaratýlmalýdýr. Þiirin düþ gördüren bir yaratý olduðu anýmsanmalý; bir gelecek tasarýmý ve öne34
risi ortaya koyan þiirler yazýlmalýdýr.
*Türk
þiirinin izlek yoksunu olduðu görülmeli ve hayatýn bütün izlekleri þairlerin gündeminde yerini almalýdýr. Çocuk, genç, yaþlý ayrýmý yapmadan bütün toplumsal alanlarýn þiiri yeniden tasarlanmalý ve karþýlanmalýdýr.
*Teknolojinin
yönetimine giren insaný sarsacak, onu kendine, insana yöneltecek þiirlere gereksinme vardýr. Þiir, düzenlenmiþ dünya/sýný/yý yýkma hazýrlýklarýna hemen baþlamalýdýr. Þiir yazanýn bu hazýrlýklara katýlma dýþýnda baþka bir seçeneði yoktur. Þiir, yeniden insaný keþfetmeli ve yüzünü bütünüyle ona döndürmelidir. Þiir insana gitmelidir. Þiirin öznesi ve nesnesi sorunu düþünülmeli, insanla örtüþmesi saðlanmalýdýr. Ýnsanýn þiirle buluþmasýný engelleyen ekonomik, toplumsal ve siyasal tüm olumsuzluklar aþýlmalýdýr.
*Þair,
iktidar iliþkileri içerisinde düþtüðü uzlaþmanýn dýþýna çýkmaldýr. Yoksa yazýlan þiir hep geçersiz olacaktýr. Yaþanan ve belirleyici olan illüzyon kýrýlmalýdýr. Günümüz þairinin oluþturduðu güvensizlik giderilmelidir.
*Türk þiiri yapý bakýmýndan sorunludur. Ýskeletten yoksunluk, kalýcýlýk bakýmýndan yoksunluða dönüþmüþtür. Yazýlan þiir, bir boþluðu doldurmayý amaçlarken, baþka bir boþluða dönüþmüþtür. Fark edilip giderilmesi gereken budur. Þair, genel geçer olanýn dýþýna çýkmalýdýr. Bu durumda, verili gerçekliðin arkasýna geçmek, 'zamanýn gürültüsünü' duymak ve karþýtýný oluþturmak, þair için bir zorunluluktur. *Þair var olandan sýkýlarak ve onu sorgulayarak yeniden iþe koyulmalýdýr. Bu ona,
DERKENAR yazdýðý her þiirle yeni bir yaþam tasarýmý önerme olanaðý sunacaktýr.
*Þiirin yaþamsal bir gereksinme oluþunun kitlelerce benimsenmesi saðlanmalý, bunun olanaklarý araþtýrýlmalý ve istenen gerçekleþtirmelidir. Özellikle þiir dergileri, bu baðlamda ortaklaþa bir tavýr geliþtirmeyi organize edip, yaþama geçirebilmelidir. Dergi editörleri, en azýndan iyi bir þiir okuru olmakla yetinmeyip bir þiir eleþtirmeni olabilecek yetkinlikte davranmalý, dergileri þiir kirliliðinden kurtarabilmek için gerektiðinde dergi sayfalarýnýn þiire ayýrdýklarý bölümlerini boþ býrakarak yayýmlamayý göze alabilmelidir.
*Günümüz þiirinin bir anlam sorunu vardýr. Bunun giderilmesi gerekir. Yoksa, þiirin aþkýnlaþmasýný gerçekleþtirmek olanaksýzlaþacaktýr.
*Þiir,
bazen bir yalnýzlýk biçimidir. Ama þimdilerde þiir, hep bir yalnýzlýk biçimi olarak yaþanmaktadýr. Giderilmesi gereken de bu olmalýdýr.
*Her
neden bir sonuçtur aslýnda. Bu durumda, sonuçlardan nedenlere gitmek ve Türk þiirini yeniden yaþanýr kýlmak gerekmektedir.
*Uzun
süreli ve ciddi kuramsal açýlýmlar yapmayý hedefleyen çevrelerin oluþturulmasý yollarý denenmelidir. Bu baðlamda þiiri ve þiirin sorunlarýný her yönüyle ele alan sempozyum, kurultay gibi etkinlikler desteklenmelidir.
*Elbette bu olumsuzluklarý aþan iyi þairlerimiz vardýr. Bizler, Türk þiirinin bu sorunlarýný gidermek üzere iþe koyulmanýn zorunluluðuna inanýyor ve kendimize görev çýkarýyoruz. Özlenen o þiir iklimini yeniden yaratabilmek için iþe koyuluyor ve çaðrýda bulunuyoruz.
Sanal alemin dergisi:
Dergibi.com Türkiye'de internette yayýnlanan ilk elektronik dergilerden biri olan Dergibi, Melih Bayram Dede yönetiminde yayýnlanýyor. Türkiye Yazarlar Birliði'nce 2001 yýlýnda "Elektronik Yayýncýlýk" ödülüne layýk görülen Dergibi, edebiyat alanýnda yeni ürünler yayýnlýyor, genç yazar ve þairlere bir platform olma çabasý güdüyor. Þiir editörlüðünü Cevat Akkanat, Öykü-Deneme editörlüðünü Hüseyin Akýn ve Eleþtiri-Çeviri Þiir editörlüðünü Ali Ömer Akbulut'un üstlendiði Dergibi, www.dergibi.com adresinde yayýnda. 1998 yýlýnýn son ayýnda internette bir edebiyat sitesi, kendi deyimiyle "Dergi gibi bir þey" çýkarmayý planlayan Melih Bayram Dede, bu "dergi gibi" þeye isim ararken, Yeni Þafak'ta, Þekerlik adlý köþenin yazarý Mehmet Þeker, "Adý Dergibi olsun" önerisinde bulunmuþ ve bu isim hemen kabul edilmiþ. Türkiye'de ilk edebiyat sitelerinden biri olan Dergibi'nin çýktýðý günden bu yana büyük ilgi gördüðünü ifade eden Dergibi'nin editörü Melih Bayram Dede, "Dergibi bir ilk deðil. Fakat, farkedilen ilk elektronik dergiydi. O günden bu yana da çok sayýda edebiyat sitesi açýldý. Ancak Dergibi'nin misyonu, ürün yayýnlayan ve herkese açýk bir site olmak. Þiir ve þair özgeçmiþi arþivleyen sitelere de gerek var fakat bir Dergibi olarak, yeni ürünler yayýnlayan ve herkese açýk bir platform olmayý daha çok önemsiyoruz" dedi. Yayýna baþladýðý 1999 yýlýnda internetin daha Türkiye'de yaygýnlaþmadýðý bir dönem olduðu için büyük ilgi gören Dergibi, bir çok gazete, dergi ve haber sitesinde adýndan söz ettirmiþ. CNN Türk ve NTV gibi televizyonlarýn internet programlarýnda da kendine yer bulan Dergibi, yolculuðunu sürdürüyor.
35
DERKENAR
K Ü T Ü P H A N E
Ahmet Mercan’ýn kaleminden yeni öyküler... Üç Noktalý Yaðmur; zamanýn ÜÇ NOKTALI YAÐMUR bir yerine yaðan, kelimelerin tükendiði Okul - Öykü yere yaðan... Yazar, denemeden öyküye geçerken handikaplara düþmemiþ. Her öyküden almanýz gereken tadý alabiliyorsunuz. Birinci noktada nerede olduðunuzu, ikinci noktada nereye gideceðinizi, üçüncü noktada nereye yaðacaðýnýzý -yaðdýðýnýzý- fark ediyorsunuz. Yaðmur olup düþtüðümüz topraklardan martýlarýn kanadýna yolculuk...
Ahmet Mercan
Bir Kadýnýn Hayatý, iðfal edildikten Mehmed Celâl sonra ailesi tarafýndan reddedildiði için Ýstanbul’a kaçmak zorunda kalan BÝR KADININ HAYATI bir kadýnýn yaþamý çevresinde geliþen Anka - Roman olaylarý anlatýr. Mehmed Celâl, roman boyunca, bir yandan olaylarý geliþtirip birbirine baðlarken, bir yandan da edebiyatýn iþlevi, çeþitli kadýn sorunlarý, esir ticareti ve bunun sosyal ve ahlâkî boyutlarý, kadýn-erkek iliþkileri gibi konularý gündeme getirerek tartýþmakta ve dönemin Ýstanbulundan manzaralar çizmektedir. Ýsmail Gaspýralý, daha çok bir düþünce adamý olarak bilinir. SEÇÝLMÝÞ EDEBÎ ESERLERÝ Hâlbuki o, ayný zamanda roman Ötüken - Edebiyat ve hikâyeler kaleme almýþ bir yazardýr. Frengistan Mektuplarý ve Darürrahat Müslümanlarý, zamanýnda Kýrým’da kitap olarak yayýmlanmýþ olmasýna raðmen, diðer hikâyeleri ilk defa bu kitapta yer alýyor. Bu kitaptaki Darürrahat Müslümanlarý, Türk edebiyatýnýn ilk ütopik roman örnekleri arasýnda yer alýr. Kadýnlar Ülkesi ise fantazi hikâyenin en güzel örneklerinden biridir.
Ýsmail Gaspýralý
Ýsmet Özel “Waldo Sen Ýsmet Özel Neden Burada Deðilsin?” adlý kitabýn- HENRY SEN NEDEN BURADASIN 1 dan sonra “Henry Sen Þûle - Deneme Neden Buradasýn?”la okuyucusunu tekrar çýkmazlar arasýnda dolandýrmadan düþünmeye yöneltiyor. Ýnsana, hayata ve kiþiliklere dair Ýsmet Özel’in açtýðý pencerelerden uzun uzun bakmamýz gerekiyor. Waldo ile Henry’nin bu sorularýndan insanoðlunun varolma-olmama mücadelesinin bir resmi çekiliyor.
36
DERKENAR Ben Osmanlý Devleti ile birlikte bedbaht Leyla Açba olmuþ, velinimetimden zorla ayrýlmýþ çok büyük haksýzlýklara uðramýþ, ruhen HAREM HATIRALARI ve bedenen çökmüþ bir insaným. L&M - Aný Ömrümün büyük kýsmýný geçirdiðim ve içinde tarihi hadiselere þahit olduðum saray hayatýnýn bana öðrettiði en önemli þey sýr saklamaktýr. Bu sürgün yýllarýnda, kaðýt üzerinde yaþadýklarýmý anlatmam sadece Zat-i Þahane'ye ve Kadýnefendi Hazretlerine karþý olan derin saygým ve hürmetim sebebiyledir. Bu yüzden, hatýratýmý yazýp ilk önce aileme, sonra devlete ve bu topraklar üzerinde yaþayan insanlara býrakýyorum.
Sadýk Yalsýzuçanlar’ýn Yakaza adlý romaný Gelenek Yayýnlarý tarafýndan YAKAZA yeniden düzenlenerek okuyucuya Gelenek - Roman sunuldu. Yazarýn öykülerinde kurguladýðý dile yakýn bir anlatýmý barýndýran Yakaza, görüntü itibariyle de bir öykünün duraðanlýðýný sezdiriyor. Bir öykücünün kaleminden roman okumak, netice itibariyle bir öyküyü kurgulayýp okumayý önceleyecektir. Özgün bir teknikle yazýlmýþ Yakaza, hem öykü okuruna, hem de roman okuruna farklý dünyalar aralayacaktýr.
Sadýk Yalsýzuçanlar
Uzun’un yeni romanýnda Kahramaný Mehmed Uzun Dengbej Býro, kurulan meclislerde hikâyesini anlatmaya devam ediyor. DÝCLE’NÝN SESÝ Mezopotamya ovasýnýn dýþýna Gendaþ Kültür - Roman çýkarak, Anadolu topraklarýna uzanýyor. Bedirhan isyanýnda esir alýnan arkadaþlarýyla birlikte ulaþtýðý yerleri, hýrçýn Karadeniz’i, Ýstanbul’u, sarayýný, entrikalarý, kaybolanlarý, kaybedilenleri, sürgünü, toprak ve yar hasretini, çaresizlikleri, Þam’ý, düþmanlýklarýný, döneme has küçük mutluluklarý anlatýyor. Usta yazar Tolstoy, Bir Evliliðin Romaný'nda genç bir kýz ile orta yaþlý BÝR EVLÝLÝÐÝN ROMANI bir adamýn evliliðini sade fakat bir o Timaþ - Roman kadar incelikli kalemiyle resmediyor. Roman doðal ve sade bir yaþamýn, aile saadetinin devamý için ne kadar gerekli olduðunu bir hanýmýn diliyle anlatýyor. Ahlaki yozlaþmanýn aþký ve aile saadetini bozacak kadar zararlý olduðunu anlatan olay örgüsü içinde, eþlerin birbirlerinin hayatlarýna ne dereceye kadar müdahale edebileceði de tartýþýlýyor.
Tolstoy
Asil bir aþký anlatýyor Zeki Bulduk. Zeki Bulduk Yusuf’un güzelliðine tutulan bir güzel Züleyha... Parmaklarýný lime lime ZÜLEYHA doðradýðýný fark edemeyen Züleyha.. Okul - Anlatý Bir rüya ecesiydi Züleyha. Bir rüyanýn lacivert gecesiydi Züleyha. Bir rüyanýn tam ortasýndan seker gibi geçen ahulara bakýþlar vermiþti... Zeki Bulduk, tarih sayfalarýnda yer alan bir efsaneyi hakikatin acý perdesiyle buluþturyor. Zira, sevdiði uðruna bedeller ödeyebilen insanlarýn devrine gidiliyor. 37
DERKENAR Türk tarihi, "Sözüm meclisten Hilmi Yücebaþ dýþarý" kalkaný adý altýnda HÝCÝV VE MÝZAH ANTOLOJÝSÝ sarfedilen nükteler açýsýndan oldukça zengindir. Ýnce ve Metis - Þiir kývrak zekâlarýn, bir mimar ustalýðý ile yüzyýllardýr ördüðü hiciv ve mizah binalarý hâlâ ayakta... Hilmi Yücebaþ da bu binalarýn cazibesine karþý koyamamýþ ki bu binalarý tanýtmaya talip olmuþ ve "Hiciv ve Mizah Edebiyati Antolojisi" adý altýnda geniþ bir zaman dilimine yayýlan nükteleri bir araya toplamýþ. Kahramanlar’da Hz. Muhammed, Odin, Dante, Goethe, Napolyon, J.J. KAHRAMANLAR Rousseau ve Luther gibi tarihe yön Ötüken - Biyografik Ýnceleme vermiþ önemli kiþilerin tarihte edindikleri kahramanlýk rölü üzerinde duruluyor. Tarihe yön veren bu þahsiyetlerin hâlâ bugün büyük etkileri kuvvetle hissediliyorsa bunda, yaþadýklarý devrin tüm siyasi ve sosyal hayatýný deðiþtirmelerinin önemli bir payý vardýr. Behzat Tanç’ýn çevirisiyle okuyucuya sunulan Kahramanlar, dünü ve bugünü anlamak için...
Thomas Carlyle
Þair Ýhsan Deniz’in yeni þiir kitabý Ýhsan Deniz “Bozgun Siperi” Þûle yayýnlarýndan BOZGUN SÝPERÝ çýktý. Merdiven Þiir Serisinden çýkan kitapta, þiirler ve þiir diliyle yazýlmýþ Þûle - Þiir paragraflar var. Ýhsan Deniz’in þiire iliþkin çabasýnýn en duyarlý örneklerini bulabileceðimiz kitabýn “Bozgun Siperi” adlý bölümünde þu satýrlar yazýyor; “Kartallarýn arasýnda hayatý unutmanýn kaç yolu var? Zeytin aðaçlarýný huysuz bakýþlarla uyandýrmanýn kaç yolu?.. Ya, gümüþ dikenleri amaçsýzca avuçlamanýn...”
BÝZE
GELEN
DÝÐER
KÝTAPLAR
Gökkuþaðýna Ýki Bilet, Atillâ Þenkon, Can, Roman Senin Öykün Hangisi, Ýlknur Özdemir, Can, Öykü Demokrasi ve Özgürlükler, Mehmet Altan, Birey, Söyleþi Sivil Siyaset Küresel Ekonomi, Eser Karakaþ, Gündem, Ýnceleme Aþk Efsaneleri, Haz:Serkan Özburun, Birey, Öykü Dicle ile Fýrat, Küçük Ýskender, Gendaþ Kültür, Þiir Tanýnma Korkusu, Cafer Keklikçi, Þûle, Þiir Makul Çözüm, Prof.Dr. Nevzat Tarhan, Timaþ, Aile-Psikoloji Tuz Yangýný, Mehmet Akar, Timaþ, Deneme
38
ilan sayfas覺
DERKENAR Cezmi Ersöz:
Beyaz Türk Lobisi Ýþ
Yol Yorgunu Seyfullah Aslan Psikolojik Vak’a Hümeyra Yargýcý Kararlýyým Abiler Abdullah Sami Makedonya Gamzesi Serhat Bakýr Mektubuma Baþlamadan Önce Atanur
Bu Sayýda; Emine Öte, Melik Külekçi, Seyfullah Aslan, Atanur, Abdullah Sami, Mehmet Ali Baþaran, Mervan Aksu, Hümeyra Yargýcý, Serhat Bakýr, Ali Karýnca, Çaðla Þiþmanlar, Seyfullah Fatih , Aynur Kulak, Atilla Mustafa Çalýþkan
Mayýs – Haziran 2004
Sayý:3
3
Ederi: 3.000.000 TL