Derkenar 6

Page 1


Bir telefonla abone olabilirsiniz!


DERKENAR

DERKENAR Edebiyat-Kültür dergisi Ýki ayda bir çýkar ISSN 1304-6667 Yıl:1

Sayı:6

Kasım-Aralık 2004

Sahibi ve Yazı İşleri Müdiresi Aynur Ulutaş

Genel Yayın Yönetmeni Seyfullah Aslan

Yayın Danışmanları Mehmet Ali Başaran Mehmet Çelik

Yayın Kurulu Emine Öte Abdullah Sami Ahmet Kırtekin

Düzelti Emine Öte

Sayfa Düzeni Mehmet Çelik

Ýçindekiler Ali Karýnca, Merhaba................................................4 Hakan Demirtaþ, Karikatür.......................................5 Furkan Çalýþkan, Sýfýr noktasý....................................6 Hüseyin Akýn, Hepsi hikâye .......................................7 Seyfullah Fatih, Terennümler...................................10 Yasin Onat, Kül rengi.............................................. 11 Serkan Türk, sesime üþüþür bütün ölü kuþlar.........12 Seyfullah Aslan, Nazan Bekiroðlu ile söyleþi............14 Dosya, Oðuz Atay ..................................................18 Seyfullah Aslan, Önsöz deðildir................................19 Abdullah Uçman, Tutunamayanlar..........................20 Bahadýr Cüneyt, Eylembilim’de ironi.......................26 Aynur Kulak, Oðuz Atay’a dair ...............................30 Atanur, Oyunlarla yaþayanlar.................................33 Oðuz Atay albümü. ..................................................39 Ahmet Kýrtekin, Bozuk paralar gibi kaldýrdýlar.......40 Sefer Göltekin, Pür melâl........................................43 Murat Çeri, Hesaplaþma.........................................44 Yasin Mortaþ, Günlerin ateþiyle...............................54 Fatma Pekþen, Bir çift bot.......................................55 Kütüphane...................................................................58 Fotoðraf....................................................................... 62

Yazışma Adresi P.K. 29 Bağcılar - İST

Elektronik Posta derkenardergi@yahoo.com derkenardergi@hotmail.com dergi@derkenar.gen.tr

İnternet www.derkenar.gen.tr

Abonelik Bedeli Yıllık: 18.000.000 TL

Abonelik: ABONET Tel: (212) 210 0 110 www.abonet.net

Abone Dağıtımı Aktif Dağıtım

Genel Dağıtım Pentimento (0212) 293 39 59

Baskı - Cilt Bayrak Matbaası (0212) 638 42 02 Baskı Tarihi: 28.10.2004

Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Reklamlarýn sorumluluðu reklam verene aittir. Ýlan pazarlýða tabiidir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez.

3


DERKENAR ERÝÞÝM NOKTALARI ÝSTANBUL alkým kitabevi / beþiktaþ alkým kitabevi / kadýköy mephisto / beyoðlu simurg kitabevi / beyoðlu ada kitabevi / beyoðlu istiklal kitabevi / beyoðlu pandora kitabevi / beyoðlu aðaç kültür merkezi / fatih sýla kitabevi / fatih pýnar kitabevi / vezneciler mekan kitabevi / vezneciler sahaflar kitap sarayý / beyazýt birey kitabevi / caðaloðlu genç mephisto / kadýköy final kitabevi / kadýköy khalkedon kitabevi / kadýköy kýz kulesi kitabevi / üsküdar eminönü iskelesi gazete bayii / üsküdar

ANKARA bilim ve sanat kitabevi dost kitabevi galeri kültür merkezi kare kitabevi turhan kitabevi

ÝZMÝR iskenderiye kitabevi ilpa kitabevi kabile kitapçýlýk pan kitabevi yakýn kitabevi

ANADOLU karahan kitabevi / adana zend kitabevi / adana kitapsan kitabevi / adana gaye kitabevi / bursa fidan kitabevi / malatya ebabil kitabevi / samsun kitapsan kitabevi / mersin turunç kitabevi / mersin antik sahaf kitabevi / tarsus-mersin yener kitabevi / antakya üniversite kitabevi / erzurum kitapçi&kitapçý / eskiþehir merdiven kitabevi / zonguldak mnc kültür sarayý / mardin nüve kültür merkezi / konya or-ka kitabevi / çanakkale nokta kitap kýrtasiye / antalya kuyucu kitabevi / antalya elt kitabevi / antalya düþün kitabevi / kýrþehir gül kitabevi / kýrþehir as ajans / kütahya yaprak kitabevi / denizli çemberci kitabevi / rize ilk sahaf kitabevi / adapazarý izmit kitap kulübü / kocaeli kelepir kitabevi / kocaeli güven kitabevi / gebze-kocaeli üçyol kültür merkezi / trabzon çaðrý kitabevi / trabzon derya kitabevi / trabzon ki-pa kitabevi / akçaabat-trabzon denge kýrtasiye / akçaabat-trabzon ayvaz kýrtasiye / akçaabat-trabzon 17 þubat büfesi / akçaabat-trabzon gençlik kitabevi / beþikdüzü-trabzon

4

Merhaba Edebiyat dergileri, okuyucusunu bulmak için en az bir yýl dolanýr durur. Biz de bu sayýmýzla 2004 defterini kapatýp bir yýlýmýzý dolduruyoruz. Ýlk sayýdan itibaren hep yükselen bir ivmeyle geliþme gösteren Derkenar, her sayýda okuyucusunu artýrmayý baþardý. Edebiyat dergiciliðinin zorluðuna raðmen Derkenar’ýn okuyucusunu sürekli artýracaðýna inanýyorum. Bir yýla dönüp baktýðýmýzda, bu derginin edebiyat dünyasýna önemli iþleri kazandýrdýðýný rahatlýkla söyleyebilirim. Söyleþileri, eleþtiri yazýlarý, þiirleri, öyküleri ve denemeleriyle okuyucunun beklediði bir dergi artýk. Tasarýmda da, önemli deðiþiklikler olmamasýna raðmen, daha hoþ bir görünüm kazandýðý muhakkak. Bu sayýda Oðuz Atay hakkýnda hazýrlanan dosya yaklaþýk yirmi sayfa oldu. Önümüzdeki sayýlarda hazýrlanacak dosyalar, eminim, bundan çok daha iyi olacaktýr. Bu arada, derginin sayfa düzenlemesi yapýlýrken, mecburen, birçok deðerli yazýyý önümüzdeki sayýya ertelemek zorunda kalmýþ arkadaþlar. Bu da ilginin bir göstergesi. Geçen sayýmýzda þiire aðýrlýk vermiþtik. Bu sayýmýzda daha çok romana yöneldik. Hem Oðuz Atay dosyasýnda hem de söyleþimizde romaný konu ettik. Kapaða da romaný taþýdýk. Dergiye her sayýda yeni isimlerin katýlmasý canlýlýk saðlýyor. Sürekli yazan yazarlarýnýn varlýðý ise, istikrarý koruyor. Zaman zaman, gerek basýn yoluyla, gerekse yüzyüze çeþitli eleþtiriler alýyoruz. Bütün eleþtirileri saygýyla dinliyoruz. Olumsuz yönde eleþtiride bulunanlar da, bizi beðendiklerini ifade edenler de bizce deðerlidir. Tüm yapýcý eleþtirilerin Derkenar’a artý deðerler kazandýracaðýna inanýyorum. Derkenar bir okul. Biliyorum ki, yazý gönderen isimler artýk daha dikkatli davranýyor. Bu okul, saygýnlýðýný kazanmaya baþladýkça, yetiþtirdiði kalemler okura kendini duyuracaktýr. Tam bu noktada yeni yetiþen yazarlarýn ne yazýk ki, okumadan yazmaya çalýþtýðýný söylemeliyim. Temeli saðlam olmayan bir yapý ayakta kalamayacaðý gibi, bu anlamda okuma eylemini sürekli kýlmadan yazmaya çalýþmak, içi boþ, dili savruk bir metin çýkarýr ortaya. Gelen yazýlarý okuyan arkadaþlarýmýz, bunun böyle olduðunu ifade ediyorlar. Okumak, yazmaktan daha önemli bir eylem. Ýnternet sitemizde de bazý deðiþiklikler oldu. Orasý da geliþiyor. Derkenar’a çalýþma azmi verdikleri için okuyuculara teþekkür ediyorum.

Ali Karýnca


DERKENAR

HAKAN DEMÝRTAÞ

5


DERKENAR

Furkan Çalışkan

SIFIR NOKTASI Senin ölümünle baþlardý þehir bir pazar gününün sonu gibi, delirmiþ, yüksek dozda güneþ içinde kahkasý yarým kalmýþ adamlarýn cici saatleri beklenirdi ben bazen kendimi iyi hissederdim, ilkel ve mutlu korsan bir yaþamýn telif haklarýný merak ederdim pek çok gördüm resmini bu rüyanýn, rötuþsuz on beþ dakikalýk bir ölüm oldu - seni aþaðýlýk kerata, gözlerin kapalý çýkmýþ, gözlerin kýrmýzýkoþullar, can sýkýcý bu mucizevi bir gün için fazla sakar ben bu kaþýntý arasýnda, unutsam son kelimemi, unutsam da sen bulsan ne tuhaf diyebilsem sana, erkekler niçin þiir yazar Yakýþýklý bir yüzü yýrtarken dikenli teller, yýldým barýþmaktan oysa son kertesinde erkeðin rutin bir homurtu oluyor dünya bir ayçiceðinin taþýnmasý gibi baþka güneþlere hazzetmemesi bir komþudan diðerinin, ah ne kadar hayat o kadar ölüm avutuyor kendini, aðzýnýn içine hiç bakýlmamýþ, giderim diyor meðer cazip bir yaný varmýþ, belli yaþanmýþlýklarýn ayakucuna basarak çýkýyor ruhumdan, üstümü bile örtmüyor - bildiðiniz bir acý var mý gece kadar telaþsýzavuçlarýmda büyüyor dönüþüme uðramýþ bir hayal, gözlerim kahve lekesi absürd bir filmin sonunu bekler gibi, iki vesait aksi istikamete doðru düþünmeye çalýþýyorum beni, aydýn ve ciddi

6


DERKENAR

Hüseyin Akın

HEPSÝ HÝKÂYE -Aydýn'ýn Söke ilçesinden iki genç sizinle görüþmek istiyor efendim. -Biraz beklesin mübarekler, daha Çanakkale'nin Çan ilçesinden bir grubu yeni aðýrladým. -Çýkýþlar hazýr efendim, son okumalarý yapmak istersiniz belki… -Koy þu masanýn üzerine, geçen seferki gibi olmasýn, bir bakayým. -Ah sormayýn efendim, nasýl da gözümüzden kaçmýþ o yazýnýzdaki talihsiz satýrlar. -Olacak iþ deðil, Anadolu gençliði diyecekken Anadolu Gençlik demiþim, ve tabi bir yýðýn güzel söz belli bir gençlik grubunun hanesine yazýldý. -Allah'tan sadece Anadolu baskýsýnda çýktý, merkez baskýsýnda ifadeyi düzelttik efendim. -Yine de verilmiþ sadakamýz varmýþ. Geçen yýl Aþkâbad baskýmýz Akçabat diye çýkmýþtý da hani, astarý yüzünü geçmiþti. Ahmet Riyasi bey en yoðun günlerinden birini yaþýyordu. Üç ayrý yerde konferans vermiþ, bu yetmiyormuþ gibi iki gazete ve dört ayrý derginin sorularýný cevaplamýþtý. En çok da "Aksi Yön" dergisindeki mülakat vaktini almýþtý. Konu da az bir konu deðildi ki caným, "Modernleþme Sürecinde Müslüman Aydýn'ýn Kimlik Problematiðine Postmodern Bir Bakýþ" 'Git evladým þu kimliði arkalý önlü fotokopi çektiriver de gel' gibi bir þey deðil ki bu, iyi laflar etmek gerekiyor. Riyasi bey önündeki gazete küpürlerini, faks kaðýtlarýný birbirine katýp öyle karma karýþýk bir þekilde çekmecenin gözüne sokuverdi. Duvardaki saate baktý. Ýkindi namazý nerdeyse geçmek üzereydi, bir saat önce abdeste niyetlenmiþ çoraplarýný çýkarýp paçalarý sývalý bir halde baþka iþlere dalýp gitmiþti. "Þeytan!" "ah, aksak ve topal haliyle bile bizimle baþa çýkmayý bilen aksi þeytan!" diye söylendi. Hiç yanýndan eksik etmediði örme takkeyi pantolonun arka cebinden çýkarýp taktý. Evrak dolabýnýn arka tarafýndaki sota yerde tahtanýn üzerinde divana durdu. Kývrýlmýþ paçalarýnýn altýndan sarkan çizgili pijamalarýndan habersizdi. Yaz kýþ bu altlýk giyme istikararýný hep korurdu Riyasi bey. Daha Fatiha'yý bitirmemiþti ki gittikçe irileþen

göbeðinden secde mahallini göremediðini fark etti. Bütün dikkatini ve bakýþlarýný göbeðin kravat maþasýyla birleþtiði sivrilen noktasýna dikti. Acelesi olanlar, "part time" namaz kýlanlar ve iþadamlarý için din mütehassýslarýnýn uygun görüp öngördükleri "Ýhlas" ve "Kevser" surelerini art arda yuvarlayarak okudu. En çok da namazlarýn dua bölümünü seviyordu. Bir kere oturularak yapýlan bir þeydi, rahattý. Ýkincisi, gün boyu çalýþmasýnýn karþýlýðý olarak yevmiyesini almaya hazýrlanan bir iþçi gibi hissediyordu insan kendini. Gözlerini yumdu. Gözünün önüne gelen insan ve piyasa kýrýntýlarýný bertaraf ederek iç dünyasýnýn derinlerine iniþler yapmayý denedi. Yekpare, yeknesak bir mekan ve zamaný bulmak ümidiyle gözlerini yukarýya kaldýrdýðý ellerinin hizasýna doðru çevirdi. Hah, iþte burasý tam ona göre bir yerdi. Odanýn tavanýndan kendine bir gökyüzü, spot lambalarýndan kendine yýldýzlar inþa etmiþti. Sanki avuçlarýný Allah'ýn lutfu keremiyle týka basa dolduruyor sonra da fazla gelip taþan kýsýmlarýný avuçlarýný ters çevirip geriye geldiði yere aktarýyor gibiydi. Riyasi bey duanýn burasýnda durdu, sanki gocunmalarýyla yaralarý ayný öyküye tekabül ediyormuþ gibi dudak çitini aþan bir sesle kendini duanýn akýþýna býraktý: 'Allahummahfuzna min fitnetin nisa!!" Bu isteðini üçüncü kez yineliyordu ki sekreter kýzýn cevabýyla eþ zamanlý bir soruya hazýrlanan çehresi havayý bozdu. Ahmet Riyasi bey sekreter kýzýn ne diyeceðini önceden biliyormuþcasýna: -Tamam gelsinler bari, al içeri misafirleri kýzým! Sekreter kýz tam "olur efendim" deyip kapýdan adýmýný atmýþtý ki gözleri birden Riyasi bey'in paçalarýndan sarkan çizgili pijamaya takýldý. Bir anda dengesini yitirip düþecek gibi olduysa da kendini toparlamayý baþardý. Kýzýn tuhaf reflekslerine anlam veremedi Riyasi bey. Acaba bu sekreter kýz, kendisi gibi koskoca bir gazetenin, anlý þanlý köþe yazarýný her zaman karþýsýnda gördüðü için mi heyecana kapýlmýþtý?... Bu tür dalgýn kiþilere büyüklerimiz olsa ne derlerdi? Üzerinde konu baþlýklarý yazýlý 7


DERKENAR çekmecelere yöneldi Riyasi bey. Büyük puntolarla üzerinde "Büyüklerimiz Olsa Ne Derlerdi?" yazýlý çekmeceden iki söz çýkardý: "Eli sabanda, gözü yabanda", "Eli iþte, gözü oynaþta". Belki bu sözlerden iyi bir yazý konusu çýkar diye sözleri masasýnda göz önünde bir yere iliþtirdi. Tam namaz arasý verdiði iþlerine geri dönüyordu ki kapý sesiyle telefonun sesi ayný anda geldi. Bir süredir salonda bekleyen Aydýn Söke'li iki gençti gelenler. Riyasi bey göz ucuyla gençleri selamlayarak eliyle yer gösterirken bir yandan da telefonun diðer ucundaki kiþiye laf yetiþtirmeye çalýþýyordu. -Ma teessüf böyle. Bülbüller gidince yerlerini kargalar aldý. Evet, bunu aynen böyle yazýn. Kargalar mý kim? Söylettirmeyin n’olur beni… Riyasi bey kendini konuþmanýn hararetine kaptýrmýþ giderken ara sýra da ellerini birbirine kenetlemiþ halde oturan konuklarýyla "ne güzel konuþuyorum deðil mi" dercesine göz temaslarý kurarak onlarýn dikkat ve hayretlerinden performansýný ölçmeye çalýþýyordu. Sekreter kýz yine bir soru iþareti gibi içeri girip masaya aydýnger çýkýþlarýný býrakýp giderken iki genç misafir baþlarýný eðebildikleri kadar aþaðýya eðmeye gayret gösterdiler. 'Çok þükür bu kez sekreter eli ayaðý dolaþmadan odadan çýkabildi' demeye kalmamýþtý ki, merdivenlerden yuvarlanan bardak tabak þangýrtýsý ortada bir "sekreter kýz" vakasý olduðunu doðruluyordu. Doðrusu, bu kýzýn eli ayaðýna dolaþýyor gibi görünse de aslýnda kafasý kalbine dolaþýyordu. Çevresindeki kiþiler onun bu kendine hükmedemez daðýnýklýðýný görüp yakýndan ilgilenmiþler hatta belki sýkýntýlarýna deva olur inancýyla "Sýkýntý" dergisine abone yapmýþlardý. Kýz kaç kez 'okumayla þu günler baþým hoþ deðil, bir satýr dahi olsa okumayý kaldýracak güçte hissetmiyorum kendimi' dese de karþýsýndaki ýsrarcýlardan hep: "Zaten okuman gerekmiyor, önemli olan abone olman. Bak, bu dergiye abone ol, kendini çok huzurlu hissedeceksin" cevabýný almýþtý. Çaycý biraz evvel kazaya uðrayan servisini yenileyerek odaya girdiðinde Riyasi bey'in telefon konuþmasý hâlâ sürüyordu. Çaycý misafirlerin çaylarýný daðýttýktan sonra, kahve fincanýný Riyasi bey'in masasýna býrakarak, çay tepsisini dolduracak çoklukta boþ bardaklarý da toplayýp büyük bir itina ve dikkatle çýktý. Misafir Sökeli 8

iki genç bekleye bekleye sýkýlmýþ olmalýlar ki Riyasi beyden nerdeyse ümidi kesmiþ sehpanýn üzerindeki mecmualara dalmýþlardý. "Saðanak" dergisinin son sayýsýnda Riyasi bey'in "Teknede hamur, Bahçede çamur" baþlýklý þiirinin olduðunu görünce ikisi de çok þaþýrdýlar. Þu telefon konuþmasý bitse önceden not aldýklarý sorular gibi bu konuyu da ona bir sorsalardý, ama heyhat! Konunun biri bitiyor diðeri baþlýyordu: -Þiir yoktur bugün, þiir bitmiþtir, ortalýkta dolaþanlar hep müteþair! Nerde Ahmet Kutsi Tecer'ler, hani Orhan Seyfi Orhon'lar, Halide Nusret Zorlutunalar, Feridun Fazlý Tülbentçiler, Þekip Ayhan Tunçlar, Rakým Çalapalalar. -Ne fark eder efendim, bu isimlerin hepsi þair deðilse deðil. Hangi gerçeði deðiþtirir. 'Kýrk Kýsrak' ayarýnda bir þiir kitabý çýkmamýþtýr ne dün ne bugün, haa, yarýn çýkabilir mi? diye soruyorsunuz. Bunu iyi dinleyin: Belki develer ve filler iðne deliðinden geçer buna inanýrým, ama yarýn iyi þiirler yazýlacaðýna asla! Karþýdan ne sorulduðunu bilmeseler de misafir gençler Riyasi bey'in konuþtuklarýnýn büyük bir kýsmýnýn kendi sormak istedikleri sorularýn cevabýný karþýladýðýný fark ettiklerinde boþ durmamýþlar, ne var ne yok önlerindeki kaðýda geçmiþlerdi. Riyasi bey'in önünde iki kez soðuyup deðiþtirilen kahve hâlâ içilmeyi bekliyordu. Ýki saattir telefonda bu ahiret sorularýyla Riyasi bey'i kâh coþturup kâh kýzdýranlar "Türk Evveliyatý" dergisinden elemanlardý. Sorularý sormuþlar alacaklarýný almýþlardý. Olan ta Söke’den gelmiþ iki misafir gence ve ne zamandýr mesai vakti bittiði halde gitme izni istemek için Riyasi bey'in konuþmasýnýn bitmesini bekleyen sekreter kýza olmuþtu. Kýz kapýnýn önünde daha önceki istifhamlý duruþunu terk etmiþ, taaccübe iþaret eden bir ünlem gibi duruyordu. Ayaklarý yukarda baþý aþaðýda bir duruþa denk düþen bir þeydi bu. "Hulasa-i kelam" ve "Ez cümle" gibi kelimelere doðru iniþ yapýldýkça Riyasi bey'in konuþmasýný bitirdiði sinyali de alýnmýþ, odadaki herkes rahatlamýþtý. Aðzýndan çýkan 'Rabbim feraset, dirayet, hidayet ve liyakat nasip etsin" duasý ile ahizenin yavaþça yuvasýna yerleþtirilmesi ayný ahenk ve neticeye iþaret edip dillendirmesi gibiydi. Kýsa ve o an için gerekli bir sessizlikten sonra Riyasi bey belki de kulaðý fazlasýyla kendi sesiyle dolduðu için olmalý


DERKENAR odadakilerin varlýðýný umursamaz bir tavýrla, sanki o vakite ayarlý bir program varmýþ gibi kumandaya yöneldi. Rastgele dokunduðu kumandada karþýsýndaki kanal NTV idi. Her defasýnda böyle oluyordu. Bu tür olaylara o hep 'bunda da bir hayýr var' der ne olursa olsun programý sonuna kadar izlerdi. Ama bu sefer, misafirlere raðmen televizyona yönelmesindeki yanlýþý fark edip, hemen televizyonu kapattý. Önce kapý aðzýnda ters -i- þeklinde, üþür gibi duran sekreteri gördü. Aðzýna ilk gelen þeyi söyledi yine ona: "Gidecek gibi halin var, Ferhunde kýzým, buraya ýsýnamadýn galiba, daha sýcak bir yere ne dersin, mesela Kahramanmaraþ gibi?." Sekreter Ferhunde hiçbir þey söylemeden kafasýný yana eðip kaldý. Hepsi bir tarafa, dudaküstü býyýk traþlarýndan, giyim kuþamlarýndan ses tonlarýna kadar birbirine benzeyen bu iki gencin geliþ maksatlarý, birlikte yazmayý kafaya koyduklarý hikayede rol alabilecek kiþiler bulmaktý. Bu kadar yolu bunun için çiðnemiþlerdi. Ama þimdi sormayý tasarladýklarý bütün sorularý cevaplamýþlar, üstüne üstlük uzun arayýþlardan sonra baþlýðýný "Hepsi Hikaye" olarak koyduklarý öykülerine en uygun karakterleri burada yakalamýþlardý. Riyasi bey’den ve sekreter Ferhunde hanýmdan daha münasip öykü kiþisi mi olurdu? Riyasi bey bütün bu hesaplarýn dýþýnda bir usulü yerine getirmek için iki gencin elini sýkýp yeniden hoþ geldiniz, kusura bakmayýnýz diyerek kucakladý. Bir paçasý kalkýk ve pijamasý hâlâ sarkýk vaziyetini koruyordu. Ferhunde'ye yol verilmiþ, bir yandan ortalýk düzenlenmeye çalýþýrken diðer yandan da gitmeye hazýrlanan gençlere son cevaplar yetiþtirilmeye çalýþýlýyordu. Bir tek soru kalmýþtý sorulmadýk, onu da çýkýþ vaktine saklamýþtý iki genç. "Bir gazete yöneticisinin ve köþe yazarýnýn þiire, þiirin istikbaline dair bu rigid ve sert tavrý neyin nesidir?" Bir an duraksadý Riyasi bey, söylemeyi düþündüðü þeyleri daha iyi söyleyebilmek için masasýnýn üzerindeki ývýr zývýr nevinden þeyleri çöpe atmakla meþgul olup cevabý yavaþtan aldý. 'Bakýn gençler' dedi Riyasi bey, ilerlerde bir þeyi gözüne kestirmiþ gibi uzaklara bakarak; "biz kendimizi içerisinde bulmadýðýmýz dünyalarý yok sayarak büyüyüp yetiþtik, ufkumuz kendi hayalimiz, sesimiz ve nefesimizle sýnýrlýdýr." Sesinde gittikçe çoðalan bir hüzün vardý Riyasi

bey'in konuþurken: "Bir baþkasýnda olaný var kabul edip onu iþaret ederek ýþýklandýrýrsak bu kendi elimizle kendimizi yok etmek olur. Etki alaný oluþturabilmemiz için etki kelimesini kullanmaz kullananlarý tenkid eder, böylelikle hem cemaat hem de camia üzerinde nüfuz saðlamýþ oluruz. " Yüzü pencereye dönük, bir þeyleri çehresinden gizlemek için konuþmasýný ayný tonda sürdürüyordu: "Þu demirbaþtan tutun da þu yazara þu çaycýya þu servis elemanýna varýncaya kadar biz hepimiz bir hikâyeden buralara düþtük. Tek gidecek yeri hikâye olanlardanýz biz anlayacaðýnýz." Biraz önce gençlerin karýþtýrdýklarý, sehpanýn üzerindeki "Saðanak" dergisini gösterip: "Ýþte þu dergide yirmi yýl evvel yazdýðým bir þiir yayýnlandý. O benim ilk ve son þiirimdir. O þiirle þiir dünyasýndan kovuldum." Riyasi bey bir an duraksadýktan sonra bir kavis çizercesine yönünü gençlere doðru çevirerek: "Eeee gençler, þimdi söyleyin benim içerisinde olmadýðým bir dünyada þiir yazýlsa n'olur? Ben ona þiir mi derim?... Bu kýzgýnlýkla ben de kendimi hikayeye verdim, romana verdim, yetmedi gazeteciliðe verdim!" Gençler kalkmaya hazýrlanýrken içlerinden "Allah kurtarsýn!" dedikleri Riyasi bey'i çoktan zihinlerine tipik bir öykü kiþisi olarak kopyalamýþlar, iþ sadece bu fotoðrafý uygun yerlere yapýþtýrmaya kalmýþtý. Müsaade alýp giderken iki genç sekreter Ferhunde Yamanlar yazan masanýn önünde gayrý ihtiyari durdular. Masanýn üzerinde karalayýp býraktýðý satýrlarýn birileri tarafýndan okunabileceðini aklýna getirmeyecek kadar saf ve hikâye dýþý bir kýzmýþ gerçekten sekreter Ferhunde. Birlikte okuduklarý satýrlarý yol boyunca iki genç teker teker sustular: "….Düz yazýdan kovulmuþ biriyim ben. Majiskül harflerden firar etmiþim. Burada hayat neye benziyor diye günlerdir düþünüyorum. Yine bunun cevabýný bulmak için düzyazý deðil þiir yetiþti yardýmýma; Evet, burada hayat, ayaðýmý sýkan bir ayakkabý gibi!. Ferhunde diyorum çýkar onu! Ferhunde diyorum çýkar onu! Ferhunde diyorum……. Ferhunde Ferhunde Ferhunde!! Çýk oradan! Bir ayakkabýsýn sen çýk hayatýn ayaðýndan! Ayakta duracak halin yok. Çünkü düzlüðe, düz yazýya basabilecek ayaðýn yok! Çýk bu hikayeden, iyisi mi bir þiirde yaþa! Hikâyede rol kardeþi olacaðýna gir bir þiirin dehlizlerine serazad yaþa!!"

9


DERKENAR

Seyfullah Fatih

TERENNÜMLER 1 Eylül senin ne tarifsiz yüzün var Kapýyý açtýkça yaðmur getirdin Kalbimde birikti kýlcal nehirler Ben taþtým, sen durmadan deniz getirdin.

2 Aþk bir yakamoz gibi durur güz þiirlerinde Mutlak bir hicreti hatýrlatýr bulutlar Kuþ vaktidir ve iç içe iç çekmekte her dize Kaderinin hükmüyle kýrýldýkça kanatlar... Baþucumda rüzgâra asýlý servi Ve her yanýmda kimsesizler adasý Ne çok yakýþýyor bir kabre böyle Derin sessizliðiyle gönlümün nadasý...

3 Eylül senin ne buðulu yüzün var Dokunsam ýslanacak bütün haritan Dokunsam konuþacak mezar taþlarý Nicedir içimde kývrýlýp yatan…

10


DERKENAR

Yasin Onat

KÜL RENGÝ I ne renktir neþesi elinden alýnmýþ bir çocuðun gözleri sahi kýrmýzý mýdýr bir alev kütlesinin yaktýðý kül olmaya yüz tutmuþ günlerimiz. akþamýn el deðmemiþ kýzýllýðý yakýyor kirpiklerimi ama yine de sahipsiz deðil gökyüzü sokaklar arýyorum sonra annelerin endiþeli bakýþlarýna yakýn sokaklar üstelik sevmez çocuklar caddeleri korkudur çünkü o, korunaksýz bir tünel... kül rengi deðilse nedir þimdi zaman kana bulanmýþ evlerin avlusunda! II ve uzak kalmýþken kendime kalmýþken, çoðu yalan cümlelerle tek baþýma yangýn yeridir yanýmdaki þehirler gökyüzünde hâlâ mermi sesleri... neþesi kaçmýþ çocuklarla saklambaç oynuyorum belki bulurum diye bir yerde kedimi.

11


DERKENAR

Serkan Türk

sesime üþüþür bütün ölü kuþlar bahçemdeki gül aðacýnda bugün üç gül açtý. nihayet görebildim açtýklarýný. pembe üç gül... kokusunu içime çekip, karþýlarýnda oturdum uzun uzun. biri gelip koparacak diye korktum. hayatýmýzda öyle anlar var ki özenle büyüttüðümüz, üzerine düþtüðümüz, yücelttiðimiz, deðerlerini bildiðimizi sanýp; yýkýlýþlarýný, çiðneniþlerini görmek zorunda kaldýðýmýz. bütün olaylardan sonra, yeni baþtan baþlamak çok güç gelse de; özenle güllerimi suladým. açmalarýný seyrettim ve düþündüm geçmiþ günlerimin hüzünlerini. bir çekmeceyi çekmemle baþladý herþey. masanýn üzerindeki ilaçlar, yere düþüp daðýldý. gözlerim, yorgun bir bulut. aðlasam, yaðsam, sesime üþüþür bütün ölü kuþlar. kýþtý, soðuktu. yeryüzünde dilini bildiðim kimse yok gibiydi. aðaçlarýn arasýndan geçip giderken, at kestanelerinin hemen yanýndaki kulübede yaþayan kadýnýn yüzü içime girdi. gördü neyim var neyim yoksa. sonra çekip gitti. alnýmda iki çizgi. yaðmur bastý içimi, ýslandým. kamyonetin kasasýna asýlmaya çalýþan üç çocuktan biriydim. saçlarýmý babam geçen gün kesti, aðladým. çok uzamýþ, yaz günü yanarmýþ küçük yüzüm. öyle dedi ve makineyi alýp kesti saçlarýmý. önüme düþtüler teker teker saç tellerim. 'o okþardý severdi; kesme.' diyemedim, aðladým. 'yaramazlýk yapma.' diyerek susturdular beni. biliyorum biraz daha itiraz etseydim , patlatýrdýlar tokatý yüzümün ortasýna. kýzarýrdý yanaðým, yanardý bir kaç gün. geçen sefer, düþüp dizlerimi vurduðumda öyle olmuþtu. ben onlardan küçüðüm. onlar rahatlýkla koþup kamyonetin kasasýna asýlabiliyorlar. atlarken hiç birþey olmuyor. ben atlayýp dizlerimi öyle vurdum ki çürüklerim hala duruyor. elimin içinde de bir taþ battý, kanadý. 'aðlamaya hakkýn yok.' dedi babam. traþlý kafam yumurta gibiymiþ, iki tepem varmýþ, iki kere evlenecekmiþim. geçen geldiðinde öyle söyledi teyzem. 'anasý bugünleri görseydi.' diyerek hayýflandý. sevmiyorum onu, yanaklarýmý sýkýyor. hem gelirken söz verdiði 12

tabancayý da getirmedi. geldiði gün yaðmur yaðdý. dýþarý çýkarmadýlar, pencereden yaðmurun doldurduðu göletlere baktým ve taþ attýðýmýzý hayal ettim süleymanla. koþtum ama yetiþemedim, tepedeki virajý çoktan dönmüþtü babam. kim bilir bir daha ne zaman gelirdi. yaz bitmek üzere; meyveler yine kuruyup düþtüler diplerine. karayemiþlerin üzerlerine sinekler konup kalktý. su birikintisinden výzýldayarak uçuþuyor arýlar. yalnýz olduðumu hissediyorum. hem sevdiðini de söylemedi babam. bir tek, o söyledi. geçen kýþ 'yine geleceðim seni görmeye.' diyerek, çekip gitti kasabadan. o gidince kuþlar havalandý, daðlara doðru uçtular. süleyman, aðladýðýný görmemi istemedi. ben de aðacýmýn arkasýnda konuþtum kendimle. hep ayný yokuþ. topun peþinden, yakalamak için koþan çocuklar. baðrýþmalara arada bir katýlan sarý horozun sesi... bahçenin köþesinde aðaçlarýn serinliðinden faydalanmaya çalýþan mahalle kadýnlarý... sohbet, her zamanki gibi yeni alýnan çamaþýr makinesi, televizyon veya buzdolabýnýn taksitleri, bazen de pazardan alýnan ucuz kýyafetler olurdu. bir köþede öylece durmak ve bakmak kendi içine... katlanýlýr deðildi. duvarlar, yalnýz duvarlar... eliþi örgü ve üzeri örtülü resimler. 'örtüyü kaldýr da yüzünü göreyim.' desen bile, çok çok bir kaç dakika görebilirsin yüzünü. bakýþlar matlaþmýþ, saçlarý ýslatýlmýþ ve yana yatýrýlmýþ. ciddi durmasý öðütlenmiþ; kýpýrtýsýz bir öðlen sonrasý gibi. neden dönüp de gördün ki bu görüntüyü? acý da geçer; hiç birþey hissetmez olursun. tuhaf bir iç geçirme ya da gülüþ siner yüzüne. hep ayný evde geçmiþ bir yaþam. son on beþ yýl, belki biraz daha fazlaca. konuþacak kimseler yok. seslenmelerinin sonucu oflayarak gelen cevaplar... bir sýcak çorba, domates ve salatalýk dilimleri... ayný yüz... kirli bir beden... yataðýndan çoðu zaman biri olmadan doðrulamayýþýn... 'alýþtým buna da.' ilgisizlik... ölümü çok istemeye baþlayýþýn... yaþýtlarýnýn peþ peþe topraða veriliþi... kýþ, bahar,


DERKENAR yaz ve sonbahar... ýlýk bir rüzgâr, akþam üzeri kapý önü sohbetleri... eve dönmelerini beklediðin ilk zamanlar... çamaþýr dolabýnda sýra sýra gömlekler-hiç içine karýþamadýðým bir yaþamýn yüzü.- güneþ yükselirken tepelerden, gölgelerde saklýyor muyum kokunu? neye yarýyorsa yaramdan kopardýðým kabuklar? bu kadar yýl sonra, onu görmeye giderken, hiç böyle karýþýk þeyler hissedeceðimi düþünmemiþtim. gün, yaðmurun göðsünden sýzmasýna aldýrýþ etmeyip, geçip gitti. geride, ýslak bir karanlýk kaldý. ayyaþ bir kaç aðýzdan savrulan küfürler... biz açtýk; havadar yerde deðildik. içimizdeki sýkýntý, dýþarý çýkacak, uygun zamaný kolluyor gibiydi. küçük bir odada yalnýzdýk. kafam saçlý bir yumurta gibiydi. gülümsemek için kendini sýkýyordun. o zayýf halini görmem hoþuna gitmemiþ olmalýydý. babamdýn. uzak yýllarýn aramýza girmesine kýzabilirdim yalnýz. süleymanýn resmi soldu. 'senin suçun yok.' demek gelmedi içimden. yýllardýr biraz daha yavaþ gitmiþ olsaydý, nasýl olurdu diye düþünmekten kendimi alýkoyamýyordum. suçlu gibi mi hissettin o yatakta hareketsiz yatarken? yataðýn ayak-

larýnýn bukaðýsý. yollarý özlemiþsindir ya süleymaný? gözlerinde ne bir sevgi ifadesi vardý ne de nefret. çok kalamadým o odanda. son yýllarda nedense böyle derin çizikler atamýyorum içime. aðrýlarýmda birþeye benzemiyor. dönüþü yok içimdeki yolun. son virajý birazdan döneceðim ve bir kýyý bulmak istiyorum; suyuna ayaklarýmý sokabileceðim bir deniz. dalga kýrana kadar yürüyecek, koþacak; aðlayarak döneceðim içime ve kum yýðýnlarýný ezerek söyleyeceðim gerçeklerimi. bu havalar neye iþaret bilemiyorum; çok yaðdý bugün. su birikti bahçede. dönüp gidecek bir yer bulamadý yaðmur sularý. bir kaç çocuk koþtu ýslattý her yanýný. su da aðladý gidemeyiþ öyküsüne. hayatýn týkandýðý anlar vardýr. beklemek gerek. susmak gerek. aðlayýþlarý saklamak gerek. yaðmur sularý bahçede öylece kýpýrtýsýný koþan çocuklardan alýyor. hafif salýnýmlarý var suyun. köklerine ulaþmak isterdi bir aðacýn, dallarýna ve yapraklarýna... hayat bir anda durdu. durdu hafif esen rüzgar. göðsümdeki aðrý dindi ve pencerenin arkasýndan bakan, terkedilmiþ bir çocuk gibi el salladým boynum bükük bahçedeki suya.

KÜLTÜRLERÝYLE LATÝNCE, ÝSPANYOLCA VE ÝTALYANCA... AYDIN TÜRK BEYLÝÐÝNDEN OSMANLI’YA ETKÝLER... ULUÇ ALÝ REÝS GÝBÝ ÝTALYAN DEVÞÝRME AMÝRALLERÝMÝZ OLMUÞ... EN SIK KULLANDIÐIMIZ ÝTALYANCA KÖKENLÝ SÖZCÜKLERÝMÝZ: LÝRA, BANKA... SÖZLÜÐÜMÜZDE 14 BÝN KÜSUR YABANCI KÖKENLÝ SÖZCÜKTEN 4702’SÝ FRANSIZCA’DAN, 750’SÝ LATÝNCE, ÝTALYANCA VE ÝSPANYOLCA’DAN. EDEBÝYATA MALZEMEYLE DOLU BÝR ÝLÝÞKÝ; ORHAN PAMUK’UN BEYAZ KALE’SÝNDEN ÝBARET KALMASI MÜMKÜN DEÐÝL.

SÖYLEÞÝ

ÖZLEM KUMRULAR 1 KASIM PAZARTESÝ 14:00 ÝSTANBUL BÝLGÝ ÜNÝVERSÝTESÝ DOLAPDERE KAMPUSU BÜYÜK SALON’DA ÝSTANBUL BÝLGÝ ÜNÝVERSÝTESÝ TÜRK DÝLÝ BÝRÝMÝ

13


DERKENAR

Seyfullah Aslan

NAZAN BEKÝROÐLU ÝLE SÖYLEÞÝ Deneme’nin usta kalemlerinden, Trabzon’da yaþayan, öykücü, romancý ve akademisyen Nazan Bekiroðlu’yla teknolojinin imkanlarýndan yararlanarak, sanal ortamdan söyleþtik, daha doðrusu yazýþtýk. Bekiroðlu, sorularýmýza içtenlikle cevap verdi. Ama bizim, Bekiroðlu’na yeni sorular sorma imkanýmýz olamadý. Ayrýca, kadýn edebiyatçýlar ve kadýný konu alan romanlar hakkýnda sorduðumuz sorularý cevaplamak istemediðini bildirdi. Farklý bir söyleþi çýktý ortaya. Cümle Kapısı, Mor Mürekkep, Mavi Lâle... Neden deneme?

Yazdýðým her ne ise, en soðukkanlý olmam gereken yerde bile, bir biçimde metnin dünyasýna dahil olmayý seviyorum. Muaþaka hali. Benim yazdýðým, benim içindir, benimledir. Ben yazdýðým için o vardýr, yoksam yoktur. Ben olmazsam olmaz. Yazdýðým þey karþýsýnda soðukkanlýlýðýmý korumam mümkün deðil ve nesneme karþý objektif davranmak gibi bir saplantým da asla yok. Çünkü zaten yazýmýn temeli muhabbet, hükmü paylaþým ve bu da heyecaný dayatýyor, heyecana dayanýyor. Bu durumda deneme, taþkýn yazar ve onu taþýyabilecek kabiliyetteki okuyucuyu vasýtasýz bir araya getirmesi bakýmýndan benim için biçilmiþ kaftan gibi duruyor. Büyüleyici bir özgürlük alaný. Yazan gibi okuyanýn da metnin dünyasýna bir hayli dahil olduðu günümüz edebiyatýnda deneme, parlayan bir yýldýzýn sahibi ve buna þaþmamalý.Ancak bir de kurgu alýþkanlýðý/yeteneði/isteði var serimde, inkar olunamaz. Ve ki denediklerimin bir yanýyla kurgusal metne doðru koþtuðu da aþikar. Söz buraya gelince, günümüzde türlerin melezleþtiði vakýasýný görmezden gelmediðimi, bununla birlikte, denemenin hikayeye göz kýrpmasý deðil ama hikayenin denemeye dönüþtürülmesini hikaye adýna bir zaaf olarak algýladýðýmý da belirtmek isterim. Hikaye yaratýcý muhayyileye daha çok muhtaç olduðu için. Bir bilim adamı olarak makaleden çok deneme ve hikâye yazmanızın temel nedeni nedir? Denemenin özgürlüğü mü cezbediyor?

14

Asgari þartlarý yerine getirilmekle birlikte ihmale uðramýþ akademisyenliðimin benden öbür dünyada davacý olacaðý gibi bir korkuyu zaman zaman taþýyor olsam da, yazarlýðýn bile hayatýmdaki aslî kýymeti teþkil etmediði gibi bir savununun arkasýna sýðýnabilirim. Demem o ki, yazý bile deðil/miþ, diyebilirim çok rahatlýkla. Yazý da zaman zaman, varýlmak istenen (nedir, nerededir, nasýl gidilir) menzil için ayaða bað oluþturuyorsa, yazarlar arasýnda iðreti, prof.lar arasýnda iðreti. Elhamdülillah. Nun Masalları'yla başlayan yolculuğunuza, Mor Mürekkep, Yusuf ile Züleyha, Mavi Lâle, İsimle Ateş Arasında ve Cümle Kapısı'yla devam ediyorsunuz. Yazarken sizi en çok hangi kitabınız uğraıtırdı?

Hepsi birer yangýnýn, birbirinin süreði tek bir yangýnýn sonucu bende bütün bu yazý diye bildikleriniz. Lakin yazý macerasýnýn ilk þartý olarak gördüðüm ilk ateþin arkasýndan emek kýsmýný hiç inkar etmedim. Bu, beþ sayfalýk bir hikaye için beþ ay emek demektir en az hasarla. Þimdi buradan bakalým, geniþ bir hacmi evirip çevirmek itibarýyle Ýsimle Ateþ Arasýnda'nýn bazý bölümlerinin beni diðerlerine göre daha çok uðraþtýrdýðý düþünülebilir. Ki onlar da fýþkýrýp taþan bölümlerin hatýrýna kaleme alýnmýþtýr. Bir de siz sormadýnýz ama benim içimden geldi, söyleyeyim, türlü suret hayat gailesinin arasýnda bir de yazýnýn (ve en korkuncu yazanlar bilir, yazamamanýn) çilesine muhatap yazýcý için belki bunca çilenin lûtfu olan bazý yazýlar vardýr ki gelir, vurur, oturursunuz hatta belki oturacak bir masa baþý bulmaya bile vakit kalmaz. Yazarsýnýz


DERKENAR ve biter. Üzerinde çok fazla oynamanýza gerek kalmayacak kadar bitmiþtir. Bunlar armaðandýr. Bunlar ezel sözüyle birdenbire yüz yüze geldiðiniz yazýlarýdýr. Ama aðýr geliyor bu lütuf. Esirgendiði zamanlar adýna. Cennet hatýrasý, dünya sürgünü. Katlanmak size kalmýþ. Cümle Kapısı'nda Zindan Risalesi'nin ön plana çıkmasını neye bağlıyorsunuz? İnsanın karanlığı bilme merakı mı?

Trajik olanýn ilgi çekmesinde þaþýlacak bir þey yok. Nedir ki sanat? Yazýya talip olan sýradanýn deðil aykýrý olanýn arkasýnda deðil midir? Sanat eserini aþkýn yapan ýztýrabýn iþleniþidir. Ve entelektüel bilinçten geri gelen zindan ýztýrabý, bunun için cazip bir alandýr. Ve daha bir çok þey. Okuyucu için de öyle.

kaydediliyor, sizin içinize farklý kaydediliyor. Bir gün hatýralarýmýzý yazarsak, þu ortamý farklý anlatacaðýz. Tarih diye bir þey yok. Tarihten hareketle þundan bundan bahsederiz biz, asl-ý murad odur. Dolayýsýyla tehlike her zamanki kadar. Tarihi roman yazımında devrin diline, üslubuna sıkı sıkıya uymak, yazarı bir kısıtlamaya sevk etmiyor mu?

Devrin diline üslûbuna sýký sýkýya baðlý kalmak tarihî romanýn þartý gibi mi görünüyor? Öyleyse, bu yanlýþ bir algý düzlemi.

Cümle Kapısı'nda "Her şeyi özetleyecek" cümleyi aradığınızı söylüyorsunuz. Bu cümleyi buldunuz mu? Aradığınız nasıl bir cümle ki her şeyi özetleyebilecek.?

Hayýr, yeryüzü kelimeleriyle henüz bulamadým. Bulamam da. İsimle Ateş Arasında, sizin ilk romanınız. Zamanı doğru yakalayamamak açısından tarihten bir sayfayı anlatmak tehlikeli değil midir?

Tarih anlatmak deðil ki benim gayem. Onu tarihçilerin benden daha iyi yapacaðý muhakkak, býrakalým tarihi tarihçiler anlatsýn. Peki o zaman ne? Nun Masallarý'ndan bu yana en çok vermek zorunda kaldýðým cevap da bu oluyor galiba. Tarihî gibi görünen kahramanlar, tarihî gibi görünen zamanlar ve mekanlar üzerinde, bütün olaný, ortak olaný, bugün, yarýn ve dünde deðiþmez olaný görmeyi istiyorum ben. Nun Masallarý'nda da böyleydi, Yusuf ile Züleyha'da da böyleydi. Kaldý ki gaye tarih anlatmaksa bunun zamaný hiçbir zamandýr, hatta eþzaman bile günü anlatmak için yeterli deðildir. Kaç tane Irak iþgali anlatýsý var? Sizinle aramýzda geçen þu konuþma benim içime farklý

Mümkün de deðil. Maruzat'ýn dilini aynýyla kullanabilme bilgi ve becerisine sahip olsak bile içi hayatla dolmaz bu dilin. Dil, düþünce ve edebiyat arasýndaki ürpertici ve mucizevi iliþkinin ayrýlmaz dördüncüsüdür hayat. O hayatýn üzerinde deðiliz biz, o insan deðiliz. Aramýzda asýrlarýn kazandýrdýklarý ve kaybettirdikleri var. Arkaik dil, dönem üslubu, eðer romanýn yükünü tek baþýna omuzlamaya kalkýþýyorsa, bütün bu tecrübelerin bir anda yok sayýlmasý anlamýna gelmez mi bu? Bu, bize aramýza giren asýrlarýn tecrübesini bir hamlede yok saymak mecburiyeti yükler ki eylem olarak mümkün gibi görünse de netice hasýl etmesi itibarýyle bir iþe yarayacaðýna kani deðilim. Ben bu günün insanýyým, bu günde yaþýyorum. Ve dünle

15


DERKENAR ilgim, bu günümü ve yarýnýmý tanzim etmek içindir. Anlattýðým, Kanuni, ya da II. Mahmut, ya da her ne ise, onu benim bakýþ açýmdan ilginç kýlan, varsa anlattýðýma bir kýymeti harbiye yükleyen, bugünden bakmamdýr. Asýrlarýn tecrübesini sýrtýmda taþýyarak anlatmamdýr. Netice olarak ne ibret yaný ilgilendiriyor beni tarihin ne tekerrür edebilirliði. Bu yüzden tarihi tasavvur ile yetinmek hevesinde deðilim. Bugünde, yarýnda ve dünde var olanýn formülü ve izdüþünmü ile ilgiliyim. Dil, dahil bu hesaba. Tüm kitaplarınızda insan öğesi ön planda. İnsana yönelmişsiniz, insanın iç dünyasına… Bunun özel bir nedeni var mı?

Baþka nereye/neye yönelebilirim ki? Ve kim baþka bir yön bulabilir? Ama eðer kastettiðiniz, insana yönelirken, ona dýþýndaki evrenden deðil de onun içindeki evrenden bakarak hareket etme tercihi ise, evet tabii. Bu benim kendime seçtiðim kavrama noktasýyla, mizacýmla, eðitimimle, okuduklarýmla ve galiba en fazla da yaþadýklarýmla (dolayýsýyla yaþayamadýklarýmla) ilgili. Gelenekle kurmak istediðim (doðrusu son zamanlarda içi epeyce boþaltýlmýþ) bir iliþki kavramýndan hareketle, sanatta tecrid ve teþhis hakkýnda yorumlara ise giriþmeyeceðim þimdilik ve burada. Türk edebiyatında romanın şu anki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Münferit baþarýlarýn varlýðýný ve daha önemlisi neredeyse kitlesel olarak müdahili olduðumuz arayýþlarýn yoðunluðunu inkar etmiyorum. Bu baþarýlarýn bir kýsmýnýn görece varlýðýnýn, batý pazarýnýn ideolojik ya da kiþisel iliþkiler aðýna ustaca tutturulmuþ olmalarýndan kaynaklandýðý gerçeðini inkar etmemekle birlikte, o ayrý mevzu. Demek bireysel, daðýnýk baþarýlar var. Lakin benim her þeyi net olarak algýlamak isteyen akademik bir bakýþ açýsýyla eksikliðini hissettiðim þey þu ki, Türkçe bir hissediþi Türkçe bir deyiþe çevirerek görünür kýlan, yani ki geleneðini oluþturmuþ bir Türk

16

romanýnýn teþekkül ettiðinden, kendi ýrmaðýnýn yataðýnda aktýðýndan söz etmek þimdilik zor. En uzak örneklerinin bile o en kavi örneklerin þemsiyesi altýnda gölgelendiði bir Türk romanýnýn teþekkül etmesi için biraz daha zamana ihtiyacýmýz var. Aþaðýlýk duygusuna kapýlmaya gerek yok ama övünmek için erken. Piyasaya, tüketime yönelik metinler üreten yeni medya yazarları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizi bu soruyu sormaya iten saiki kolayca tahmin edebiliyorsam, farklý deðil düþündüklerimiz, demekle yetinebilirim. Popüler kültürün çarkýndan piyasaya arz olunan ve talep gören tüketim objesine, söz gelimi kullanýlýp atýlan kaðýt mendil ya da bir ay dinlenip de arþivlenmeyen kaset/CD (çoðu kez MP3)'ye dönüþtürülen edebiyat, kendi eleþtirisini de beraberinde getiriyor aslýnda. Sanatlarýn en hasý olarak görülmesi gereken þiir bile bundan nasibini alýyorsa roman, hikaye ve müzik bu kaderden kazasýz kurtulamaz. Yakýnda "hikaye klipleri" çekilirse hiç þaþmayýn ve bunun kýsa metrajlý filmler ile bir ilgisi de olmaz. Azgýn bir aðýz yiyecek yutacak bir þey arýyor ve buluyor, önüne ne gelirse. Ve daha yok mu, diyor. Sosyolojik, psikolojik tahlili, eleþtirisi çok yapýldý bunlarýn. Bilindik þeyler. Tekrarlamak niyetinde deðilim. Sadece sorumluluðunu taþýdýðým saðduyulu bir bakýþ açýsýný aktarmakla ve yüreklere su serpmekle yükümlüyüm þu an. Hayatýn þu hýzýyla akýp gitmesi halinde popüler/medyatik ýrmaðýn da akýp duracaðý muhakkak, meðer ki ýrmaklar geri aksýn, hayatlar geri dönsün. Ama her ortamda içten içe, aðýr aðýr akan bir baþka ýrmaðýn var olduðunu ve olacaðýný da kimse inkar edemez. Toplumsal varlýðý kavi kýlan bu ýrmaktýr, ancak uzgörü sahipleri görür. Popüler olan, bugünkü boyutta deðilse de her dönemde estetik olaný tehdit etmiþtir. Kýsa vadeli bir tehdittir bu. Uzun vadeli düþünmeyi baþarabilirsek, paniðe kapýlmaya gerek yok. Lakin paniðe kapýlmama rahatlýðý da rehavet doðurmamalý. Kýsacasý her þey her þeyle


DERKENAR alakalý. Varlýðý bu saatten sonra engellenemeyecek olan medyatik/popüler kültüre raðmen akýtýlacak olan o gümrah ýrmaðý besleyecek hayat þartlarýnýn saðlanmasý gerekiyor ve bu, sizin ve benim yetki ve etki alanlarýmýzýn dýþýna taþýyor. Benim etkim sivil vatandaþ olarak çocuðuma uzanýr ama okul ve TV onu elimden alýp duruyorsa ne yapacaðým? Baþlangýç için her þey olduðunu düþündüðüm aileden baþlayarak; iktisat, teþkilat, siyasiyat dahil her þeyi içine alan, birleþik kaplar esasýna baðlý bir hayatýn tesisi ile mümkün direnmek. Yani malum problemlerimiz. Cemiyet meselelerimiz. Yazara düþen, burada bugün ve yarýn arasýnda tercih yapma mecburiyetini hissettiði anda tercihini yarýn'dan yana kullanabilecek yürekliliði gösterebilmesi. Ki bu da çok defa epey pahalýya mal olan bir göze alýþ ve bugünü feda ediþ anlamýna geliyor. Her babayiðidin harcý deðil bir avuç okuyucuyla yetinmek. Belki ideal cemiyet o ki, has yazarý fark edip onu bu tercih trajedisinden kurtarsýn. O da "soyut daðýtým, hayal pazarlama" þimdilik ve ne çare, kader böyleymiþ! Bir edebiyat profesörü olarak, her şeye rağmen, Türkçe'nin imkanlarını yeterince kullanabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Þükür ki benden baþka da hatýrlayaný bulunan anadilimin yüksek ifade kabiliyetine ve büyüleyiciliðine her gün bir daha, biraz daha tanýk oluyorum. Dilin "doðru düzgün" kullaným üzerindeki kullanýmý, ki sanat burada baþlar ve çok defa cesur teþebbüsleri, taþkýn deneyimleri gerektirir bu, kiþisel yetenek ve ona eklemlenen bir eðitimin neticesidir. Bu kadar geniþ bir ummanýn bütün imkanlarýný kullanabilmek akademik kariyer ya da dil alimliðiyle saðlanabilecek bir þey deðil.

daðýlmýþ ve merkezi zorladýðý düþünülebilecek bir taþra damarýný derleyip toparladýðýný, merkezle birleþtirdiðini düþünürsek. Tabii verdiðim bu olumlu cevap edebiyat dergisi olma ehliyetini haiz dergiler için geçer akçe gibi duruyor. “Edebiyatın taşrası - taşranın edebiyatı” söylemlerine nasıl bakıyorsunuz? Edebiyatın yapıldığı toprakla ilgili bir bereketi ya da kısırlığı olabilir mi?!

Bir edebiyat tarihi terimi olarak "Halk edebiyatý" dediðimiz alaný entelektüel kesimin edebiyatýndan, tarihsel süreç içinde bu güne de sirayeti tartýþýlýr düþey bir çizgi ile ayýrýrsak, entelektüel kesim için standart bir edebiyattan bahsetme zorunluluðu doðar ki bu da kendisini merkezin lisaný ile ifade etmektedir. Lisandan kastým sadece dil ile sýnýrlý deðil. O zaman, taþrada yaþamakla taþralý kalmayý birbirinden ayýrt etmek lazým. ("Taþralý" sözcüðünü, burada, sözünü ettiðim entelektüel edebiyatýn ihtiyaç duyduðu iç ve dýþgörü zenginliðine, teknik bilgiye ve dil yetkinliðine ulaþmak için gerekli olan kültürel zenginlik ortamýnýn mefhum-u muhalifi olarak algýladýðýmý belirtmek isterim). Ezcümle insan merkezde de taþralý kalabilir. Taþrada da taþralý kalabilir. Coðrafyadan çok insanýn kumaþýyla ilgili bir þey bu. Trabzon'dan baktığınızda, (özellikle İstanbul'da) edebiyat nasıl görülüyor?!

Bazen sessiz sedasýz, bazen sisli puslu, bazen toz duman. Bazen üzücü bazen güldürücü, bazen saðaltýcý ve onandýrýcý, bazen hasta edici. Sizin gördüðünüzden farklý deðil hasýlý. Uzaktan bakýyor olmanýn getirdiði bir derli toplu görüþ de cabasý. Ufukta yeni bir kitap görünüyor mu?

Bugün edebiyat dergilerinin edebiyata ciddi katkılar sağladığını söyleyebilir misiniz?

Ufuk çok yakýn bir mesafe. O kadar yakýn deðil.

Elbette. Hem de çok ciddi katkýlar bunlar. Pek çok yazarýn dergilerden yetiþtiðini, o dergilerin, geniþ bir coðrafya üzerinde

17


DERKENAR

Dosya

OÐUZ ATAY (12 Ekim 1934 - 13 Aralýk 1977)

Benim durumum biraz karýþýk burada. Yerim belli deðil; okuyucu ile yazar arasýnda bir noktada çýrpýnýp duruyorum. Durumumun aydýnlanmasý için Asliye Hukuk Mahkemesine baþvurmayý düþünüyorum.

18


DERKENAR

Seyfullah Aslan

ÖNSÖZ DEÐÝLDÝR* Dosya hazýrlarken, Atay'ý ölüm yýl dönümünde hatýrlamak istedik. Huyumuz kurusun ki, bir yazarý ya ölümüyle ya da doðumuyla hatýrlýyoruz. Oðuz Atay 13 Aralýk 1977'de öldüðünde, bize çok deðerli yapýtlar býrakmýþtý. Çok sonralarý, yani her zamanki gibi sanatçýmýzý öldükten sonra hatýrlayýp hak ettiði deðeri göstermelik de olsa verdiðimizde Atay'ý anlamak için yoðun bir çaba göstermemiz gerektiðini kýsa zamanda kavradýk. Atay, özellikle Tutunamayanlar'la bize bir hayat, bir eleþtiri, entelektüel tabiriyle ironik bir roman býraktý. Onun diðer yapýtlarý da ayný Tutunamayanlar'daki gibi yoðun bir eleþtiri içeriyor. Türk aydýnýnýn duruþuna, hayata bakýþýna getirilen eleþtiri -genel anlamýylatüm yapýtlarýnýn ortak noktasýdýr. O, hayatý farklý yanýndan gören, görünenin ardýndakine bakan ve bunu anlatýrken insana çok farklý bakýþ açýlarý sunan bir yazar. Tutunamayanlar'daki Selim Iþýk'ýn hayatýn gidiþatýný, insanlarýn vurdumduymazlýðýný hüzünle karýþýk alaya alýþý ve insan "ben"ine gösterdiði tepki kendi içinde ayrý bir dünya barýndýrýyor. Atay, Selim Iþýk'a bu dünyayý kurdururken daha ilk karakteriyle kendini -vatandaþ ya da yazar Oðuz Atay'ý- açmýþtýr. Ýnsanlarýn anlamaz tavýrlarýna, gidiþatýn tekdüzeliðine, anlatýlanlarýn anlamsýzlýðýnýn yanýnda anlattýðý çok anlamlý olduðu halde dinlenmemesine ve yalnýzlýðýna bir sitem olarak Atay, Selim Iþýk'ý kendi adýna konuþturmuþtur. Oðuz Atay da aynen Selim Iþýk gibi iç buruklarýyla hayatýný sürdürmüþ biridir. Derdini insanlara anlatamamanýn, muhatap bulamamanýn yalnýzlýðýný ve çaresizliðini yaþamaktadýr. Günlük'ünün bazý bölümlerinde anlaþýlmadýðýný, bunun da kendisi için bir anlamda karanlýða seslenmek olduðunu söyler. Tehlikeli Oyunlar'daki Hikmet'in anlaþýlma

çabasý da buradan geliyor olabilir. Atay, her yazar gibi bütün karakterlerine kendini gizlemeye çalýþmýþtýr. Ama buradan, yýllar sonrasýndan baktýðýmýzda bu gizliliðin ortadan kalktýðýný, yazarýn -bütün yazarlar gibi- kendini anlattýðýný görüyoruz. Oðuz Atay’ý gelecek kuþaklara daha iyi tanýtýp, Türk aydýnýna getirdiði eleþtiriyi dün olduðu gibi bugün de okumayan “cahil” aydýnlara duyurmak istedik. Atay’ýn cesurca dillendirdiði eleþtirisinden eminiz nasibini alacak çok aydýnýmýz(!) vardýr. *** Dosyanýn hazýrlýklarý sýrasýnda, Atay’ý anlatan çok ilginç metinlerle karþýlaþtýk. Ýlki Oðuz Atay’ýn Günlük’ünde de bahsettiði bir ismin, Abdullah Uçman’ýn yazýsý; Uçman, bu yazýyý gençliðinde yazmasýna raðmen, Atay’ý en iyi anlayan isimlerden birisidir. Þu anda Mimar Sinan Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatý Kürsüsü Baþkaný olan Prof. Dr. Abdullah Uçman’dan izin alarak yazýsýný yýllar sonra tekrar yayýnlýyoruz. Önemli yazýlardan ikincisi ise, Atanur’un Oðuz Atay’ýn Tehlikeli Oyunlarý’nýn devamý niteliðinde yazdýðý oyunudur. Atay’ýn buraktýðý yerden tüm oyuncularý bir sorgucuyla sorguya çeken Atanur, Atay’ýn emanetine saygýsýný göstererek bunu yapmýþtýr. Bahadýr Cüneyt’in ve Aynur Kulak’ýn yazýlarýyla uzunca bir dosya oldu. Açýkçasý daha uzun olabilirdi ancak, sayfa sayýsýnýn sýnýrlý oluþu buna izin vermedi. Bir yazarý, hakkýnda yazýlanlar üzerinden anlamak çok güç. Eserleriyle bire bir muhatap olup, o dünyaya girersek ancak yazarý anlayabiliriz. Bizim yaptýðýmýz sadece okuyuculara bir kapý göstermek. Ondan sonrasý okuyucuya kalmýþ; okuyan kendine bakar, okumayaný yazmaya gerek bile yok. Katkýlarýndan dolayý yazarlarýmýza ve Ýletiþim Yayýnlarý’na teþekkür ederim. *

Oðuz abi bizi de alaya almasýn diye alýnmýþ bir önlemdir.

19


DERKENAR

Abdullah Uçman

Ýnsanýmýzýn romaný TUTUNAMAYANLAR Ele aldýðý problemler, toplumumuza bakýþý, insanlýk anlayýþý, tartýþýlabilecek çeþitli çözüm teklifleriyle -açýk deðildir bunlar- çok deðiþik bir roman olduðu halde yayýnlanýþýndan bugüne yalnýzca bir dergiyle bir gazetede üç beþ kiþiyi ilgilendiren TUTUNAMYANLAR, 1970 TRT roman ödülünü almýþ ve 1972'de yayýnlanmýþtýr. Yazarý Oðuz ATAY halen Devlet Mühendislik ve Mimarlýk Akademisi’nde öðretim görevlisi olarak bulunmaktadýr. Günümüz aydýnýnýn birçok problemine çok deðiþik açýlardan eðilen; klâsik roman bütünlüðünü bozarak Cumhuriyet aydýnýnýn dramýný veren TUTUNAMAYANLAR'ý, þimdiye kadar üzerinde konuþulmaktan çekinilmiþ ve hâlâ çekinilen, toplumumuz için hayatî birer önem taþýyan meselelerini rahatça tartýþabildiði için konu edindik. Yazýmýzda, aslýnda tamamen Cumhuriyet Türkiye'sinin birçok gerçeðinin ifadesi olan meseleleri, yayýmlayýcýnýn (yazar) kitabýn baþýna koyduðu ve okuyuculardan "kitaptaki olaylarýn bütünüyle hayal ürünü olduðunun kabulü ricasý"nýn aksine, yakýn tarihimiz içinde görülegelen olaylarýn yansýtýlmasý þeklinde ele alacaðýz. Cumhuriyet Türkiye'sinin ruhen çökmüþ ve toplumca anlaþýlamamýþ ülkücü iki aydýný aðzýndan bütün yönleriyle alayla karýþýk, acý, sert, ironik ve iðneleyici eleþtirisi yapýlan roman, kendi "ben"leri ve toplumla devamlý çatýþarak "tutunamayan" aydýnlarýn dramýyla son bulur. Ýçinde birkaç romanýn yer aldýðý TUTUNAMAYNALAR, birçok yönleriyle roman yazarýnýn kendisine benzeyen "iki çocuk babasý, yüksek mühendis, küçük burjuva" Turgut Özben'in çok yakýn arkadaþý Selim Iþýk'ý intihara sürükleyen olaylarý ve hayatýný öðrenmek amacýyla giriþtiði araþtýrmalarla

baþlar. Selim Iþýk, "tutunamayanlar" diye adlandýrdýðý bir grup arkadaþýyla "en küçük ayrýntýlara kadar uyuþabilmek isteyen"; çevresi tarafýndan anlaþýlamayan, bazen bol, bazen dar elbiseler geçirilerek büyümüþ; kendisinde mesleði mühendislik dýþýnda ressamlýk ve yazarlýk gibi bazý kabiliyetler olan birisidir. O ayný zamanda çarpýtýlmýþ, bilinçsizce bazý þeylere þartlandýrýlmýþ, sýnýflara bölünmüþ toplumumuzu "önce kendini düzeltmelisin" prensibinden hareket ederek, gücü çerçevesinde deðiþtirmek isteyen, fakat bir türlü anlaþýlamayan; çevre ve iç ben'inin sýkýþtýrmalarýndan bunaldýkça Ýsa-Mesih'ten bir þeyler uman, sonunda bütün yaþama ümitlerini kaybederek intihar eden kuvvetli bir tiptir. Büyük bir kýsmýyla Selim Iþýk'ýn doðuþundan intiharýna kadar olan hayatý üzerine kurulan romanýn ilk cildinde * toplumumuzu bugünkü duruma getiren birçok meseleden söz edilir. Burada Cumhuriyet eðitim sisteminden her gün þiþirilerek büyütülen Ortaasya Türkçülüðüne; putlaþtýrýlan kiþi ve sistemlerden cinsiyet problemine; burjuva yaþantýsýndan memur-daire hayatýna; genelevlerden, barlardan, düþkün kadýnlardan apartman mimarisine, apartman hayatýna; teknokratlardan câni müteahhitlere, kitap okumayan cahil aydýnlarýmýzdan medeniyetin otomatikleþtirici düzenine; laiklik konusundan spora, gazeteciliðe, izmlere; klâsik kafalý babalardan ilmi tapulaþtýran profesörlere, çaðdýþý sayýlmasý gereken ilim adamlarýna, 163. maddeye kadar toplumumuzun birçok meselesi söz konusu edilerek ironiyle karýþýk eleþtirilir. Selim Iþýk, Anadolu'nun N. kasabasýnda lise mezunu bir hanýmla Hüsnü Iþýk'tan kendine mahsus birçok adet ve töresi olan bir *Tutunamayanlar’ýn ilk baskýsý 2 cilt olarak yapýlmýþtýr.

20


DERKENAR

...Ayrýca Avþin’in yazýhanesinde çalýþan ve Tutunamayanlar’ý okumaya çalýþan saðcý genç; “Hareket” dergisinde Tutunamayanlar’ý bizim halkýmýzýn romaný olarak niteyelen yazar (ne var ki “Tehlikeli Oyunlar”dan söz etmedi) evet bunlar, þartlanmýþ burjuva -kendilerini solcu sanan- aydýnlarý gibi uzak hissetmediler kendilerini bana. Belki benim yarý alay yarý ciddi övündüðüm “taþralýðým”ýn payý vardýr bunda... (Oðuz Atay, Günlük, s.254, Ýletiþim Yayýnlarý 2001)

*Oðuz Atay’ýn iþaret ettiði yazar Abdullah Uçman’dýr ve yazýsý Temmuz 1973’de Hareket dergisinin 91. sayýsýnda yayýnlanmýþtýr. Uçman’ýn gençliðinde kaleme aldýðý ve Oðuz Atay’a göre Tutunamayanlar’ý en iyi anlatan yazýyý 31 yýl sonra tekrar yayýnlýyoruz.

ortamda doðmuþ, bünyesi hastalýklý bir çocuktur. Ýçe kapalý bir mizaca sahip olan çocuk, çevresi tarafýndan devamlý olarak yanlýþ deðerlendirilir. Bazen "yarýnýn büyük adamý", bazen de "anormal bir çocuk" olarak bakýlýr. Çalýþkandýr ama, pratik deðildir; etrafýndakilerden apayrý bir tabiatý vardýr, çekemezler onu, yüklenirler üzerine; elinden tutan, onun iç benliðini kavrayan biri çýkmaz karþýsýna. Kendisi bu duruma intiharýndan önce tuttuðu günlüklerin birinde: "ÝsaMesih'i her zaman beðenirim, küçük çocuklarýn futbolcularý beðenmesi gibi. Adamýmdýr. Orta okulu birlikte okusaydýk, bana yararý dokunurdu o yýllarda" (s.599) der. Romanýn birçok yerinde adý geçen ve O'ndan birþeyler beklenen Ýsa-Mesih ve Ýncil, bize, yozluklardan arýnmýþ saf din ihtiyacýnýn sembolize edilmiþ þekli gibi göründü. Bunun tam tersi de olabilir; belki de yazar Ýslâm dini yerine Hýristiyanlýktan birþeyler umuyor! Belirli bir tarih ve zaman sýrasý gözetilmeden geliþtirilen romanda Selim'in panoramasý kesik kesik parçalar halinde ortaya konur. Tuhaf mizacý yüzünden ortaokul ve lisede

arkadaþlarýna alay konusu olan Selim'in bu durumdan kurtulmak için sýnýf serserilerinin arasýna karýþýr, onlarýn yaptýklarýný yapmaya çalýþýr. Günah duygusu yanýnda ilk günahlarýný da bu dönemde iþler. Bir süre bir arkadaþýyla camiye de gider ama, diðerlerinin aðýrlýðý hakimdir. Bir türlü kurtaramaz kendini onlardan; iç benliðiyle kötü arkadaþlarýndan ayrý olduðu halde onlarýn yanýndandýr. Bazen kaçýnýr ama beceremez, aþaðýlýk duygusu içinde kývranýr. "Bana her þeyin öðrenilerek yaþanacaðýný öðrettiler, yaþanýrken öðrenileceðini öðretmediler" (s.561) diye çýrpýnýr. Kesin yasaklamalara raðmen Pitigrilli'leri bu çaðlarda okur; Lorel-Hardi'yi, Frankeþtayn'ý yine bu çaðlarda seyreder. Kendisini geneleve ilk defa götüren Metin'le yine bu devrede tanýþýr. Çekinir göründüðü halde hayatýna yavaþ yavaþ kýzlar karýþýr. Teknik Üniversite'nin kapýsýna yýðýlanlara merakla yaklaþýr. Karambolde aralarýna o da karýþýr. Böylece üniversite hayatý baþlar. Dersler sýkýcýdýr, arka sýralarda oturup hoca girdikten sonra kaçarlar çoðu kez; kantin buluþma yerleridir. Çeþitli gruplardan birçok arkadaþý vardýr Selim'in,

21


DERKENAR fakat bunlar adlarýndan öte birbirlerini tanýmazlar. "Küçük burjuvalýk, kitap okumamazlýk ve ayýlýkla" itham ettiði fakat sonradan onun mirasýna sahip çýkacak olan Turgut Özben'le burada tanýþýr Selim. Devamlý evlerine gidip geldiði, ona kendini boþalttýðý, birlikte oyunlar sahneleyip hikayeler kaleme aldýklarý Esat adlý bir arkadaþý da vardýr Selim'in. Oblomov'u, Gorki'yi, Dostoyevski'yi, Istrati'yi okur, onlarla yaþar dönem dönem. Bir þeyler yapmak için çýrpýnýr durur; mutlaka bir þeylerin yapýlmasý inancýndadýr. Selim'in 'Ne Yapmalý' adýyla kaleme aldýðý yazý bu yönden çok ilginç þeylerle doludur. Onun idealizmini burada bulabiliriz. Ýþte bazý cümleler: 'Bana bugün, ne yapmalý diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin diyebilirim... Kendini çözemeyen kiþi kendi dýþýnda hiçbir sorunu çözemez... Kendi deðerini eksiksiz bilen ve her an bu deðerini yeni þartlarýn ýþýðýnda eleþtirebilen bir kiþi ne yapmalý ne yapmalý diye bocalamaz... Ben, sadece namuslu olmakla öðünen kiþiyi adamdan saymýyorum; toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamýþsa, çevresindeki uygunsuz gidiþe baþkaldýrmamýþsa, o kiþi namussuzdur benim için...' (s. 78-83). Ama arkadaþlarýnda bir türlü bu nitelikleri bir araya getiremez. Bütün arkadaþlarý onun dünyasýný bütünüyle kavrayamazlar. Daha sonra elindeki 600 mýsra tutan ÞARKILAR'la Selim'in manevi dünyasýný aydýnlatan; askerlik sýrasýnda tanýþtýðý, arkadaþ olduðu Süleyman Kargý çýkar ortaya. Onun zorlamalarýyla kaleme aldýðý bu ÞARKILAR'ý Selim ona ithaf eder. Kendi hayatýyla ve o günlerin genel havasýyla hesaplaþmaya giriþilen, kitapta yüz sayfaya yakýn bir yeri kaplayan 'Þarkýlarýn Açýklamalarý' (s. 117-215) bölümü ise Selim'in günlüklerinde kendisi tarafýndan yazýldýðý söylendiði halde Süleyman Kargý tarafýndan yazýlmýþ gibi gösterilir. Sonunda onunla da bozuþurlar. Askerlik dönüþü memurluk hayatý hayli sýkýcýdýr, devamlý buhranlar geçirir. Ýntiharýndan sonra, Turgut'a onun hayatýnýn aydýnlatýlmasýnda yardýmcý 22

olan Günseli Ediz adlý kýzla bu sýrada tanýþýr. Hayatta bulamadýklarýný onda bulmak ister. Sýk sýk içer; Kafka'yý, Rilke'yi, Nietzsche'yi okur; Freud'a küfreder, çevresine daha fazla kýzar. Artýk varlýðý bilinmez bir korku tarafýndan yavaþ yavaþ çembere alýnmaktadýr. Fizyonomik hastalýklarýyla yan yana giden ruh buhranlarý, Selim'i hayli sarsmaktadýr. Çok sýkýldýðý zamanlar Ýncil'i açýp okur, Ýsa'yý sayýklar, onun ikinci geliþinden söz eder sýk sýk. Hýzla yakýn bir sona geldiðini hisseder, hayatta tutunacak hiçbir þeyi kalmamýþtýr. (yazar kahramanýný bu ucu tek gidilecek yolmuþ gibi yöneltir, halbuki istense baþka çýkýþ yollarý pekalâ bulunabilir.) 'Tabancalý adam' fobisi sýk sýk rahatsýz eder onu, sonunda bir gün tabancasýyla intihar eder. Böyle bir kiþinin ölümü gazetelerin 6. sayfalarýnda duyurulduðu için arkadaþlarýnýn çoðu haberdar olmadan, mezar taþýna; 'burada insanlara baþka türlü hayran olan biri yatýyor' yazýlmasý isteðiyle ayrýlýr gider bu dünyadan Selim Iþýk... Fakat Turgut Özben... Onu korkunç þekilde sarsar Selim'in ölüm haberi. Bu sarsýntý, Selim'in hayatýný derinliðine öðrendikçe artar; topluma, anlayýþsýz insanlara karþý isyankar hale getirir onu. Sonunda dünyaya ait her þeyini terk ederek iç beniyle (Olric) baþbaþa ortadan kaybolur. Hayatýný ve dünyasýný kýsaca belirtmeðe çalýþtýðýmýz Selim Iþýk'ýn küçük Türk kasabasýnda baþlayýp büyük kentin alaborasýndan intihara kadar giden hayatý, Turgut'u görerekten sarsar. Birçok yönleriyle Selim'e benzeyen Turgut'un hayatý da onunkinden pek farký deðildir. Yalnýz Turgut içe dönük deðildir. Duygusallýðý roman boyunca görünür. Selim'in hayatýný ayrýntýlarýyla çizen belgeleri okurken anlatýlanlarý zaman zaman aynen yaþar. Daha çok rüyalarýnda ve bu rüyalarý yorumlarken ortaya çýkan görüþler, bazen Selim'inki gibi, hatta yer yer ondan daha objektif olarak günümüz aydýnýnýn bir bakýma toplumumuzu ve tarihimizi yargýlamasýdýr. Selim'inkilerle çoðu kez içiçe olan bu konularý önem sýrasýna göre þöyle sýralayabiliriz: Cumhuriyet'in ilk yýllarýnda hükümet


DERKENAR tarafýndan resmen giriþilen eski Orta Asya Türk kültürünün yüceltilmesini esas alan Türkoloji çalýþmalarýnýn; bütün yönleriyle imparatorluktan koparýlan yeni müesseselerin Orta Asya kültürüyle moralize edilme ve yeni neslin þartlandýrýldýðý þoven anlamýnda Türkçülüðün alayla karýþýk eleþtirisi: Kitabýn daha baþlarýnda (s. 63-64) öðretmenlerinin derste sýk sýk 'her þey bizden çýkmýþtýr' sözlerine karþý kendi aralarýnda (Selim-Turgut) baþlayan foto-kalemin eski Türkler tarafýndan bulunup Anadolu'ya getiriliþinin keþfine kadar yergiyle yüklü satýrlar, romanýn bazý bölümlerinde hayli geliþtirilir. Bu nokta, özellikle Süleyman Kargý'nýn Þarkýlarýn Açýklamasý bölümünde þeceresine inilirken (s.125-130) çok daha gülünç ama, trajik biçime sokularak anlatýlýr. Bundan baþka 'Etilerin at oynatmýþ olduðu' (mýsra 300) ün açýklanmasýndan hareket ederek Yedi Iþýk, Yedi Yatýr üzerinden tanrýsal bir güçle eski Türklerin Anadolu'ya nasýl yerleþtikleri, burayý nasýl ele geçirdikleri üzerinde de ayný ironiyle durulur (s. 179-190). Bazý çevreler tarafýndan günümüzde de sürdürülmeye çalýþýlan bu tutum karþýsýnda romandaki alaycý satýrlarý heyecanla okumamak elden gelmiyor. Devrimleri ve tarihî þahsiyetlerimize bakýþ: Turgut'un gördüðü ve sonradan "Abdülhamit Rüyasý" (s.68-70) adýný verdiði rüya, çok enteresan bir deðerlendirmeyi ortaya koyar. Burada, yeni Türk devleti kurucusunun, imparatorluðun güçlü son temsilcisi Abdülhamit'le Cumhuriyet çocuðu Turgut önünde karþý karþýya getiriliþi çok ilginç geldi bize. Selim ise bir rüyasýnda, Alparslan'dan Abdülhak Hamit; Fuzûli, Bâki ve Nedim'den Z.Gökalp'e; Hitler'den Gorki'ye; Türk Mütefekkirler Cemiyeti üyesinden N.Kemal'e; Osman Hamdi'den devrin baþbakanýna kadar bir çok kiþinin katýldýðý açýk oturuma benzeyen bir toplantýda bulunur. Burada bu kiþilere söyletilen sözler (çoðu o kiþileri tanýtan meþhur sözlerdir), onlarý tarih önünde çok gülünç durumlara sokar.

Kahramanlarýn iç dünyasýnda meydana gelen çatýþmalarýn tatbikata dönüþmesi: Turgut'un Selim'i geneleve ilk götüren Metin'i yanýna alýp, yaptýðý iþi bilen bir Türk aydýný olarak soðukkanlýlýkla bir genelev kapatma teþebbüsü (s.236-260). Bu uzunca bölümde toplumumuzun düþkün kadýnlarýna acýma, onlarý kurtarma gereði önemli yer tutar. Düzeltilemediði için yaþanamayacak kadar kötü-bozuk olan dünyadan Selim Iþýk'ýn ve Ýsa'nýn ikinci geliþine kadar Turgut'un ortalýktan kaybolmasý... Din, acýma (þefkat) ve insanlýk duygusu: Selim çocukluðunda arkadaþý Sabri ile Ankara'da camiye gitmiþ, yanlýþ da olsa okuduðu dua ve ilahilerle namaz kýlmýþtýr. Yani romanýn ana kiþisi Selim, geleneksel olarak da olsa, yetiþtiði muhitin tesiriyle kulaktan dolma bir din kültürüne sahip bulunuyor. Allah korkusu ve günah duygusu, onu hayatýnýn sonuna kadar kovalar. Ýnsanlara, daha doðrusu insanlýða acýr Selim; özellikle ezilenlere. Günseli'ye býraktýðý notlarda çocukluðunda kasaba çocuklarýnýn derede yýkanan bir çingene çocuðunun elbiselerini suya atmalarýný görmüþ ve yýllar sonra bunu acý bir hatýra olarak "çocuðun dereden çýkýp üþüyen vücudunu kollarýyla sarmasýný ve derede yüzen paçavralarýna bakarak aðlamasýný hâlâ hatýrlýyorum" diye anmýþtýr. Ýntihar olayýndan sonra hayalinde canlandýrdýðý Selim, Turgut'a: "seviþin ama zina etmeyin" der (s.40). Üniversitede tanýþtýklarý gün bulduðu bir oyunla can sýkýntýsýný nasýl giderdiðini anlatan Selim, yine Turgut'a: "kimseye kötülük etme ve bütün dilencilere sadaka ver" (s.30) diye tavsiyede bulunur. Yaþantýsýyla kültürü, duyduklarý ve yapmak istedikleri birbirini tutmayan Selim, devamlý inanç buhranlarý geçirir; romanda sýk sýk rastladýðýmýz "bat dünya bat!" sözü bunu açýkça ortaya koyar. Ýnanç buhranlarý geçiren Selim'e tamamýyla inancýný yitirmiþ de denemez. "Öldükten sonra insanlarýn bir yerde buluþtuklarýný söyleyenlere inanmak isterdim" (s.532); "neden aklýmý, ruhumu ve vücudumu kirlettim. Neden mutlak bir yola girmek için 23


DERKENAR gerekli temizlikleri yapamadým içimde" (s.457) diyebilen kiþiye nasýl karþý çýkýlabilir. "Allah'ým…" hitabýnýn yer aldýðý mýsra 193 ve sonrasýnýn açýklanýþýnda Selim'in, hayattaki bütün baþarýsýzlýklarýný ilâhi yoldan açýklamaya kalkýþmasý, yine inanç buhranlarýný güzelce belirtir. Onu, "dini tam olarak öðrenememenin ýzdýrabýný bütün ömrünce yaþamýþ biri" sözü kadar güzel hiçbir þey ifade edemez. "Her kýlýnda bir mýzýka bulunan Deccal" (mýsra 433 ve sonrasý) (s.195-200)'ýn yorumu, Selim'in dinî yönünü bütünüyle ortaya koyar. Selim burada, birçoklarýmýzda olduðu gibi "dini bir mevsimlik sevmek" istediðini, arzularý yerine gelmeyince kendinin baþka bir çýkmaza düþtüðünü belirtir. Hele kendisini çýkmaza getiren bütün bir toplumu (ezilenler ve ezenler) kýyamete benzeyen bir yargýlama sahnesine getirmesi vardýr ki, büyük bir gerçeðin, hesap sormanýn, hýnç almanýn ifadesidir. Ama sonunda yargýladýklarýna dayanamaz, acýr Selim ve sadece "baþarýlarýnýn elinden alýnmasý" cezasýyla yetinir. Roman boyunca sözü edilen "ikinci geliþ" ve âdeta ýsrarla beklenen, -bazen Selim'in bunalýmlardan kurtulacaðý, bazen de Selim Iþýk, Ýsa yerine konur- Ýsa-Mesih bizi uzun süre düþündürdü. Gerçi Selim'in sýk sýk, özellikle bunaldýðý sýralar Ýncil okumasý bir izah þekli gibi görünüyorsa da aslýnda izahtan çok uzaktýr. Ýstemeyerek iþlediði her günahtan sonra Hz.Ýsa'dan özür dilemesini, Ýncil açýp okumasýný, hatta oturup Hz. Ýsa'ya mektup yazmasýný (s.135), hayatýnýn sonlarýna doðru son ve tek kurtarýcý olarak onu tanýmasýný, Türk-Ýslâm kültür ve medeniyetinin son kalýntýlarý içinde yetiþmiþ bir Türk aydýnýyla bir türlü baðdaþtýramadýk. Selim ve sonradan Turgut'ta gerçek bir tutku halini alan Ýsa'dan çok þeyler bekleme tavrý, bizden çok, olsa olsa bizim aramýzda büyümüþ Hýristiyan çocuklarýyla batýlý insanlara (Hýristiyanlýða inanan) has bir davranýþ olmasý gerekir. Yazar, Selim'in Ýncil'le nasýl ve nerede temasa geçtiðini de belirtmiyor. Oðuz Atay, Selim Iþýk ve Turgut Özben'deki bu Hýristiyanlýða 24

sýðýnma tavrýnýn saf din ihtiyacýndan doðduðu þüphesiz ama, Ýslâm dini yerine Hýristiyanlýðýn seçilmesi, bir takým kaygýlardan öte, kanaatimizce baþka þeylere dayanýyor. Bizce bu, çok önemli bir açmazdýr, üzerinde durulup açýklýða kavuþturulsaydý çok yerinde olur. Yerli ve yabancý kültür meselesi: Roman kahramanlarýndan gerek Selim gerekse Turgut, yerli kültürden fazla yabancý kültüre hayrandýrlar ve yabancý kültürle yetiþmiþlerdir. Selim'i Hz. Muhammed deðil de Hz. Ýsa ilgilendirir, Kur'an yerine Ýncil okur. Romanda Freud, Dostoyevski, Gorki, Sophokles, Kafka, Hegel, Liszt adlarýna sýk sýk rastlanýrken, yerli kültürün Tahir ile Zühre, Kan Kalesi vb. en ilkel örnekleriyle karþý karþýyayýzdýr. Bu þekilde bir yandan aydýnlarýmýzýn dramý verilirken bir yandan da yerli kültürü yansýtan eserlerimizin yokluðu ortaya konuyor sanýyoruz. Süleyman Kargý'nýn doðu tarihi içindeki atalarý araþtýrýrken (s. 121-124) Kitab-ý Mukaddes'den, eski Ýbranî kültüründen, bazý yerlerde de antik yunan kültüründen birçok unsurla karþýlaþýrýz. 600 mýsra tutan ÞARKILAR'ýn yazarý Selim, elbette yerli kültüründen tamamen ayrý düþünülemez. Þekil ve iç yapý olarak bir þiir þekilleri de-


DERKENAR nemesi yapýlýp bunlar eleþtirilirken bile, yazar, attýðý her adýmýn farkýndadýr. Fakat yazarýn ortaya koyduðu bir tez, açýk bir çýkýþ teklifi yoktur roman boyunca. Biraz da þekil ve yapý olarak üzerinde durulmasý gereken romanýn üçyüzaltý sayfa tutan ilk cildi, Süleyman Kargý'nýn þeceresi araþtýrýlýrken çok gerilere uzanýp lüzumsuz bazý tekrarlar dýþýnda rahatça ve heyecanla okunur. Bu baþarýda Oðuz Atay'ýn klâsik roman yapýsýndan farklý, denemeden þiire, destana; oyundan masal anlatýmýna kadar deðiþik þekillere baþvurmasýnýn büyük payý vardýr. Kahramanlarýn içinde bulunduklarý ruh dünyalarýný bazen iç konuþmalarla, bazen de yazýya dökerek veren romanýn baþarýsý biraz da bu deðiþik þeklin rahatlýðýndan ileri geliyor. Yazar, yoz Türkçülükle alay ederken Orhun yazýtlarý Türkçesini uzun uzadýya baþarýyla kullanýr. Günümüzde öztürkçe (uydurmaca) özentiliði yerilirken kelimeler, yine dikkatle seçilir ve o hava verilir. Fakat romanýn ana kiþisi Selim'in iç dünyasýndaki kararsýzlýk, devamlý deðiþen duygusallýk verilirken altmýþ dokuz sayfa tutan (s. 424493), nokta ve virgül hiçbir imlâ iþareti kullanýlmadan yazýlan bölüm için ayný þeyleri söyleyemeyeceðiz. Bir bakýma Osmanlý mabeyincilerinin kitabet dilinin parodisi yapýldýðý bu bölümde, lüzumundan fazla tekrarlar okuyucuyu bir hayli sýkýyor. Birinci cilt için söylediðimiz "rahatça okuma" tabirini, ikinci cilt için söyleyemiyoruz. Lüzumsuz tekrarlar romaný tehlikeye sokmuþ. Bizce TUTUNAMAYANLAR yukarýda deðindiðimiz tekrarlamalardan temizlenmeyle tek ciltte fevkalâde bir roman olarak yarýna kalabilirdi. Oðuz atay'ýn bundan sonraki eserlerinde bu tehlikelerden korunmasýný bekleyeceðiz. Nitekim romandan sonra yayýnlanan uzun hikâyesi "Mantolu Adam"da ve "Korkuyu Beklerken"de bu tekrarlara düþülmemiþti. Kahramanlarýn isimlerine kadar bilerek seçilen roman, yazýnýn bütününden de anlaþýlacaðý gibi insanýmýzýn dramýdýr. Ýnsanýmýz derken Tanzimattan beri kendini Batý'ya ayarlayan toplumumuzun ýstýraplarýna

eðilen, Türk kültür ve medeniyetinin bugünkü uzantýsý üstünde yaþadýðýnýn þuuruna ulaþmýþ insaný kastediyoruz. TUTUNAMAYANLAR'ý ancak "bizim insanýmýz" anlayabilir, okuyunca duygulanýr. Anadolu'nun acýlarýný kitaplardan okuyarak yapmacýk bir duygusallýða kapýlan büyük þehrin sosyetesi bu romandaki acýlarý anlayacaðýný sanmýyorum; yaþamadýðý þeyi nasýl anlasýn? Roman sýrf bu yüzden gereken ilgiyi göremedi, haliyle yanký da uyandýrmadý. Mehmet Seyda'nýn yaptýðý, romaný yansýtmaktan çok uzak eleþtiri ve romancýyla konuþmada -romanda en entipüften noktalar, konmak için konmuþ- yerler üzerinde durulmuþtu. Turgut'un "öz benim", "þey-Olric" dediði, bütün olaylardan sonra baþ baþa kalacaðý, "varlýk"ý anlattýðý sayfalardaki (s. 290291) "þey"in gerçek anlamýný M. Seyda'nýn anlamayýp, "þey"i "teferruat" anlamýnda almasý çok garibimize gitti. Biraz daha deðerli olan Murat Belge'nin yazýsý da üslûp ve þekil özelliklerini anlatmak ve M. Seyda'nýn yazýsýný eleþtirmekten öte muhtevasý üzerine fazla bir þey söylemiyordu. Önce bir gazetede, sonra da bir yýllýkta roman üzerinde duran Atillâ Özkýrýmlý ise iyimser bir tavýrla romanýn bazý noktalarýný kurcalamakla yetiniyor ve üzerinde durulmasý gerekli bir eser olduðunu söylüyordu. Üzerinde durulmakla birçok problemimiz yeniden, deðiþik þekillerde tartýþýlmaya baþlanacak olan TUTUNAMAYANLAR'ýn, bundan sonra gereken ilgiyi göreceðini umuyoruz. Yazarýný kutlar, Türk tarihinin bir bölümü içinde güzelce yakaladýðý "insanýmýzý"ý anlatmayý sürdürmesini dileriz. Lüzumlu Notlar: -TUTUNAMAYANLAR, Oðuz Atay, roman, Sinan yayýnlarý, cilt 1, Aralýk 1971, cilt 2, Nisan 1972, Ýstanbul. -TUTUNAMAYANLAR VE TUTUNAMAYANLAR'ýn yazarýyla bir konuþma, Mehmet Seyda, Yeni Dergi, Sayý 92, Mayýs 1972. -TUTUNAMAYANLAR, Atillâ Özkýrýmlý, Yeni Ortam gazetesi, 28 Ekim 1972. -MANTOLU ADAM, Oðuz Atay, uzun hikâye, Yeni Dergi, sayý 96, Eylül 1972. -KORKUYU BEKLERKEN, Oðuz Atay, uzun hikâye, 1973 SÝNAN YILLIÐI, sf. 288-332. -1972'DE HÝKÂYE VE ROMAN ÜZERÝNE NOTLAR, Atillâ Özkýrýmlý, 1973 SÝNAN YILLIÐI, Ýstanbul.

25


DERKENAR

Bahadır Cüneyt

EYLEMBÝLÝM’DE ÝRONÝ Bir Soruþturma Bir edebiyat dergisinin kýrk ikinci (temmuzaðustos 2000) sayýsýnda "Son 25 yýlda Türkiye'de yayýnlanmýþ en iyi öykü kitaplarý sizce hangileridir?" adlý bir soruþturma yapýlmýþ. Sorunun yöneltildiði insanlar titizlikle seçilmiþ; hem dönemimizin önde gelen genç yazarlarý hem de usta eleþtirmenler, edebiyatçýlar. Bu soruþturmaya çok çeþitli cevaplar verilmiþ fakat yazar baþýna ortalama on eser arasýnda hemen dikkati çeken iki tanesi var. Biri Bilge Karasu'nun "Göçmüþ Kediler Bahçesi", diðeri de Oðuz Atay'ýn "Korkuyu Beklerken" adlý yapýtý. Neredeyse bütün muhataplar bu iki isimden birini saymýþ cevaplarýnda. Nursel Duruel, Murat Gülsoy, Ýsmet Kür, Mehmet Zaman Saçlýoðlu, Ayfer Tunç ve Þiir Erkök Yýlmaz Oðuz Atay'ý zikredenlerden. Elimizde önemli bir bilgi daha var ve nispeten güncel sayýlýr: Milli Eðitim Bakanlýðý tarafýndan ülkemizdeki önemli edebiyatçýlarýnýn oluþturduðu kurul aracýlýðýyla lise öðrencilerinin okumasý için tavsiye olarak belirlenen "100 Temel Eser" listesinde yazarýn adý geçiyor. Giriþ Niyetine Oðuz Atay'ý 1977 yýlýnda 43 yaþýndayken beynindeki bir ur nedeniyle kaybetti edebiyat dünyasý. Önemli tartýþmalarýn odaðýnda yer almýþ, hem kendi döneminde -þahitlik ettiði Türkiye'nin en karýþýk günlerinde- kýymeti bilinmiþ hem de ölümünden neredeyse otuz yýl geçmesine raðmen edebiyat çevrelerince hâlâ tartýþýlan, konuþulan incelenen bir hikayeci ve romancý, bir yazýn mütehassýsý. Talat S. Halman, yazarýn "Eylembilim" romaný hakkýnda bakýn ne diyor: "Tutunamayanlar, gerek içerik gerekse klasik Türk romanýnýn hatalarýyla doludur. Ancak "Eylembilim" kusursuz bir anlatý tekniðine ve yerleþik kurgu düzenine bir tür karþý çýkýþ rolünü üstlenir." Cevat Çapan’ýn da kitaba önsöz niteliðindeki yazýsýnda þu satýrlara dikkat: "Oðuz Atay kara mizah gösterilerinden birinin

26

daha doruklarýna ulaþtýrýyor bizleri..." Ýþte bu yazýda, yazarýn en küçük, en az bilinen, fakat -örneðin Halman'a göre- en önemli kitabý olan "Eylembilim" den yola çýkarak; karþý çýkýþ, hiciv, kara mizah ve deneysel edebiyat gibi konular içinde deðerlendirilebilen Oðuz Atay öykülerindeki 'ironi' kavramýna kendimce belirlediðim biçimsel öðeler yardýmýyla bir bakýþ getirmeye çalýþacaðým. Öncelikle kendi görüþlerine bakalým: Yazar, "Günlük"te þöyle yazmýþ: "Eylembilim diye baþlayýp yarým kalan hikayeyi kýsa bir roman haline getirmek istiyorum: Bir hocanýn öyküsü. Ýki deðiþik hayat yaþayan bir yarý aydýnýn macerasý. Ýki dünyasýnda da uykuda gezer gibi yaþýyor. Ýradesi ile kendine gelebilmek için silkinmeye çalýþýyor, davranýþlarý eylem olarak nitelendiriyor. Hayatý bir savaþ olarak görmek zorunda kalýyor. Saldýrýlar ve ihanetlerle dolu bir savaþ. Ordular, tarihi savaþlar."1 1. Kahramanýn Kendi Kendine Konuþmalarý ve Sorularý Romandaki baþ kiþi Server Gözbudak adlý bir matematik profesörüdür. Türkiye'de öðrenci olaylarýnýn en ateþli günlerinde bir üniversitede birkaç gün içinde geliþen olaylarý Server Gözbudak'ýn kendi aðzýndan yazdýðý günlük aracýlýðýyla dinleriz. Profesörün avukatý, profesör öldükten sonra býraktýðý günlüðünü, kendisini bu konuda sorumlu hissettiði için yayýnlar. Kitabýn baþýnda Dilaver Kalas'ýn, yani avukatýn sunumunu okuruz. Buradan baþlayarak merhum profesörle ilgili malumat ediniriz, bambaþka bir dille yazýlmýþ romanýn tarzýna kulaðýmýz alýþmaya baþlar. Avukat'ýn kullandýðý dil de yukarýdaki ve alttaki baþlýklara girebilecek özellikler taþýr fakat profesöre göre daha sýradandýr. Avukatýn konuþma biçimi ve bizzat söyledikleri, bize eserde denenen üslubun Server Gözbudak'ýn marjinal karakterine baðlý olduðunu anlatýr. Dolayýsýyla hem avukat hem Oðuz Atay bütün sorumluluðu Server Gözbudak' a yüklemektedir. Profesör bir yandan olaylarý anlatýrken öte


DERKENAR ne yapýlýr? Kürsüde oturulur. Olmaz kürsüye gelenlerin yalnýz yüzünü görmez insan. Profesör bile olsa sadece o kadarýný görmez. (Gene sözü uzatýyorsun. Ýþte filmdeki kadýn saklanacak bir yer buldu.)"

Söz konusu kendisiyle çatýþma halinden doðan ironi bazen mekanýn ve kiþinin belirsizleþtiði ifadelerde de görünür. Kitabýn giriþinde sunumu yapan avukat Dilaver Kalas'ýn da bahsettiði üzere zaman zaman sözü kimin aldýðý belli olmaz, bazen bir öðrenci ya da sahnede yer alan baþka bir karakter devreye girer fakat durum aynýdýr. Kendine kendine diyaloglar ve çocuk saflýðýnda yorumlar.

yandan özellikle romanýn aksiyon sahneleriyle biten son sayfalarýna kadar kendi kendine konuþur. Yer yer parantez içleriyle verilen konuþmalarda kendisinden þikayet eden, iki arada bir derede kalmýþ, çocuksu sorularla durumunu tahlil eden bir kahraman portresi çizilir. Özellikle çocuksuluk ön plana çýkar. Profesörlük gibi aydýn olma halinin en yüksek sayýsal mertebesine eriþen Server Gözbudak'ýn iç dünyasýnda kendini tatmin edememiþ ve bu mertebeyle çeliþen imajý okuru sýkça tebessüm ettirir. Romanda aðýr basan en önemli öðe bu çocuksu iç konuþmalardýr. "Hayýr ben bu yazma iþini sürdüremeyeceðim. Nasýl olur? Biraz önce "kaçýnýlmaz yoðunluktan" söz ediyordun. Hayýr, hayýr… biraz duralým., yeni baþtan düþünelim. Yeni baþtan düþündüm…" * "Ancak gerçek bir yaþantýda insan - bu kelimeyi kullanmayacaktým ya, neyse- …" * "Onu bir yerde görmüþtüm. Bu eylemciler de insanda akýl býrakmýyorlardý ki… Genç kadýn panik içinde kaçýyordu, ben hayalimdeki yüzü ümitsizce kovalýyordum. Vücudu yok muydu bu kýzýn? Neden yalnýz yüzü var? Yani ben yalnýz onun yüzünü gördüm… mü? Ben nerede olduðum sýrada bir insanýn sadece yüzünü görebilirim? Ben en çok nerede bulunurum? Elbette fakültede. Fakültede

Evet kim oluyordu bu Server Gözbudak? Nereden çýkmýþtý birdenbire ? Bu salonda ne iþi vardý? Küçük sýnýflara derse gitmez o yüzden kimse tanýmaz onu. Yok caným, onu demek istemiyorum. Server beyin kim olduðunu biliyoruz elbette, eðer bu mektepte okuyorsak. Burada ne iþi var demek istedim. Bu ülke, sorularýn yanlýþ sorulmasý yüzünden batýyor zaten. Saçmalama, buraya, bu toplantýya neden geldi yani? Koridorda gördüm: Dekan Adnan bey koluna girmiþ getiriyordu. Haklýsýn, gerçekten soruyu þimdi buldum galiba: Neden, þu hiç konuþamayan öðrenci gibi birden fýrladý kürsüye? Þimdi anlaþýldý: Senin ilk sorun doðruymuþ: evet bu Server Gözbudak da kimdi?

2. Parantez Ýçleri Sinema dilinde 'effect' denilen, görüntüye fon oluþturan parçalar hikaye dili içerisinde parantezlerle verilebiliyor. Bunlar da özellikle tebessüme þayan. (birbirine karýþan tekliflerin gürültüsü), (beþ dakika sesleri), (saygý duruþuna da saygý kalmamýþtý), (evet evet sesleri), (uzatma sesleri), (yuh sesleri, biz her þeyiz sesleri), (nedense yuh sesleri), (allahtan yuh sesleri)

Parantez içlerinin bir diðer özelliði imgeleminize yükleniyor olmasý. Bir yandan olaylarýn geçtiði mekandaki diðer etkilere gönderme yapan kahramanýmýz öte yandan tiyatrocularýn sýk kullandýðý "kulaða eðilerek fýsýldama" yöntemini deniyor. Satýrlarý okurken birden karþýnýza bir parantez çýkýyor o anda kahramanýn vücut dili deðiþiyor, kah yüzü karþýya dönük vaziyette sýrt üstü size eðilerek bir elini dudaklarýnýn yan 27


DERKENAR tarafýna koyarak size adeta "laf aramýzda ama durum böyle böyle" mizanseni yapýyor kah yüzünü ekþiterek kendi kendine söylediði sözü karþýsýndaki okuyucusuyla paylaþýyor. Birden kahramanýmýz bir tiyatrocu oluyor. Yazýdan koparýyor. Olayýn içine yönlendiriyor. Tiyatro sahnesinde baþýndan geçenleri anlatan meddahýn o kendiyle barýþýk ve bir o kadar ironik cümlelerine gülerken buluyoruz kendimizi. "Yýl sonunda beðendiðimiz yemek odasýný alabiliriz" dedi Süheyla. Bana da üç takým elbise ýsmarlanmýþtý. "Bir türlü provaya gitmiyorsun." "Olur hemen giderim." Sofradan kalkacakmýþ gibi yaptým. Oysa yerimden kýmýldayacaðým yoktu (Çok yemek yemiþtim.) Çocuklar çok güldüler. "Baba gitme" dedi Ayþýn. Kýzým böyle þakalarý anlayacak kadar büyümemiþti. Daha her sözü ciddiye alacak yaþtaydý. (Böyle olmayacak. Kendime uygun bir anlatým yolu bulmalýyým. Acaba biraz roman mý okusam?) * Allahtan benim çocuklarým bu ikilemi tanýmadýlar. (Gittim sözlüðe baktým: ' ikilem' yerine 'ikircil' kelimesini kullanmamýn daha yerinde olacaðýný düþündüm. Benim durumumdaki bir insanýn böyle gereksiz ayrýntýlarla uðraþmasý aslýnda ne kadar yersiz. 'Benim durumumda' mý? Asýl bunu anlatacaktým. Aman Allah'ým! Nelerle oyalanýyorum.)

Ýlk iki öðe (kendi kendine konuþmalar ve parantezler) zaman zaman iç içe kullanýlýyor yani parantez içindekiler genellikle olayla ilgili ayrýntýya yer veren ve bir yandan gülümseten ifadeler iken kimi zaman kahramanýn kendine seslendiði konuþmalar olabiliyor . 3. Ýki Yada Üç Kelimeyi Biraya Getirip Yeni Bir Kelime Oluþturma Zafer Yalçýnpýnar Oðuz Atay'ýn "Tutunamayanlar" eserini incelediði bir yazýsýnda "Ýðneleyici zekasýyla birlikte mühendisliðinden kaynaklanan sistematik düþünce gücünü eserine yansýtmýþ, böylece hicivle zenginleþmiþ uzun cümleleri ve birleþik kelimeleri ustaca kullanmýþtýr." diyor Bu baþlýk altýnda sayýlabilecek örnek sayýsý Eylembilim' de çok deðil fakat Oðuz Atay'ýn üslubu içinde söz edilmesi gerekli. Bunu diðer eserlerinde, örneðin Tutunamayanlar’da da görüyoruz. Tamlama halinde kullanýlan salonþekli, 28

yatakodasý ve çalýþmaodasý gibi kelime gruplarýný yada evegelirgelmezöpüþme, vaziyetidareciler, katsatýnalma ve evdeðiþtirme gibi bir eylemi ifade edici gruplarý birleþtirerek kullanabiliyor. Eylembilim kitabýnda geçen evegelirgelmezöpüþme ve vaziyetidareciler kendi baþlarýna kullanýldýðýnda mizahi anlam barýndýrýyor. Ya da Tutunamayanlar’da geçen diðer örneklerdeki gibi içinde bulunduðu cümlelerle beraber ironik oluyor. Her iki durumda da gizliden gizliye bir karþý çýkýþ, bir eleþtiri var. Aþaðýdaki örneðe de Yalçýnpýnar, yazýsýnda yer vermiþ. "Altý parke cilalanmasý geçti. Yok, o kadar deðildi. Ýki yýkama-yaðlama olacak. Daha fazla, en az dört salonþeklini deðiþtirme oldu. Durun bakayým; bir hesap edeyim. Bir katsatýnalma, altý evdeðiþtirme eder. Ayrýca, iki yatakodasý çalýþmaodasý deðiþtirmesi daha var. Evet, tam üç perdeyýkama ediyor."

4. Kýsa Cümleler ve C. Bukowski Esintisi Oðuz Atay'ýn öyküleme tekniðinde kýsa cümlelerin ardý ardýna gelmesiyle ritm, akýcýlýk ve bunlarla beraber mizahi güç kendini gösteriyor. Olaylarý anlatan Profesör, kýsa cümlelerin bazýlarýný oluþturan yorumlar sayesinde gözü yormayan bir anlatým ile bir olay aktarýmý esnasýnda dinleyicinin konuþanýn dilinde aradýðý ironik zenginlik vasfýný yazýda bir araya getiriyor. Bu açýdan Amerikan Edebiyatýnýn haþarý çocuðu C. Bukowski'yi anýmsatýyor. Eserin tamamýna yayýlan Server Gözbudak'ýn kýsa cümleleri ironinin bütün olanaklarýný araþtýrýyor. Olay esnasýnda ilgili baþka konularla ilgili -adeta yanýp sönen lamba etkisi veren- fikir beyan etme, iç kapýþma, kendi kendine sitem, konuyu bilinçli olarak daðýtma ve tabi ki etrafa taþ atma. "Ben Paris'te diyordu Refik bey. Bu Paris'in bildiðimiz Paris ile bir ilgisi yoktu. Refik bey Parisiydi bu. Yani adamlar çok ilerlemiþlerdi. Evet þarap içmiþlerdi tabi: Refik bey ýsmarlamýþtý. Baþýmý sallýyordum. Çok haklýsýnýz hocam. Sonra metroda çok temiz bir iþçi vardý: Temiz giyinmiþti, temiz bakýþlýydý, temiz kucaðýnda temiz bir iþçi yemek çantasý vardý. Herhalde metro bileti de temizdi. Anlayarak hak veriyordum: Bu temizlik meselesi ülkemiz için, insanlarýz için çok önemliydi. Hele bir de Refik bey gibi biraz temiz oldunuz mu, batý temizlik demekti. "Adamlar…" diye baþlayan bir çok


DERKENAR söz ediyordu Refik bey bundan sonra. Gerçi müzeler de temizdi, ama Refik bey gidememiþti. Tabi sohbetlerimizde -ben genellikle susuyordumresim meselesi açýlmýyordu. Van Gogh'dan söz edilmiyordu. Ben de Van Gogh' un temizliðini ileri sürebileceðimi sanmýyordum. Resimlerini görmüþtüm, kaldýðý odanýn sefaletini görmüþtüm, her ne kadar kullandýðý renklerden çarþaflarýn kirliliði belli olmuyorsa da… Hayýr Van Gogh'un temizliðini savunamazdým. Ýyi ki müzelere gitmemiþlerdi ve benim Van Gogh'u tanýdýðýmý bilmiyorlardý. Yoksa otobüslerde temiz insanlara sürünen pis iþçilerimizi kötüledikleri zaman -batýlýlarýn her iyiliði bizim kötülüðümüz demekti- onlara 'can ü gönülden' katýldýðýma inanmazlardý. Van Gogh bir papazdý, Van Gogh bir fahiþeyi… Aman Allah'ým! Bu kirli insanlar, bir profesör olarak aralarýna katýlan bir yabancý aracýlýðýyla dahi, onlarýn 'harim-i ismet'lerine sokulamazdý. Evet Refik bey, bu mesele kapatýlmalýdýr, evet iþçilerimizin adam olmasý için tensip buyurduðunuz iþler (Bunlar çok korkunç þeylerdi.) hemen yapýlmalýdýr. Evet ben alçaðýn biriydim"

Bir Nevi Sonuç Eylembilim zor bir kitap. Oðuz Atay aslýnda tümden zor bir yazar. Böyle küçük bir romandaki hýrpalayýcý, zorlayýcý durum yazarý Türk Edebiyatýnda eþi olmayan özgün bir yere koyuyor. Bu zorluk daha çok "sýký" diye tabir edebileceðimiz bir entelektüel karizma ile açýklanabilir. Yazarýn aydýn sýfatýnýn yanýnda akademik tarafýnýn olmasý, üstelik bir de teknik bir alanda yetiþmesi onun edebi yeteneðini sýra dýþý bir þekilde olgunlaþtýrmýþ görünüyor . Bunca ironiye, biçimsel malzemeye raðmen Oðuz Atay bir mizah yazarý deðil. O güldürüyü sadece bir renk olarak kullanýyor. Böylece bir Orhan Duru, bir Muzaffer Ýzgü, Rýfat Ilgaz veya Aziz Nesin'den farklý bir noktada duruyor kurgu yazýnýnda. Bütün o felsefi yoðunluðu ve gülünç durumu, ifadeyi, ayný eserde toplayabilmiþ nadir ustalardan. Bu özellik onu açýklayan önemli bir ipucudur.

ÝSKENDER PALA TÜM ESERLERÝYLE KAPI YAYINLARI’NDA

1-Eylembilim, Oðuz Atay'ýn -tamamlayamadýðý- son eseridir. Kitabý hazýrlayan yayýnevi, yayýncýnýn ifadesiyle "edebi polisiye" uðraþlara raðmen bir bütün haline getiremediði 36 sayfalýk yarým öyküyü yazarýn günlüðünden derlediði "Günlük" baþlýðýyla çýkan kitabýnýn sonuna eklemiþ. Daha sonra 1998 yýlýnda, bir görüþe göre "reyting kaygýsý (!)" güderek bir görüþe göre de okur baskýsý nedeniyle, ailesinin yardýmlarýný da alarak, bütün eserleri serisinin yedi numaralý kitabý olarak basmýþ.

29


DERKENAR

Aynur Kulak

OÐUZ ATAY'A DAÝR TAVIR ALMAK VE FARKLI OLMAYA DAÝR 1960'lý ve 70li yýllar Türkiye'de hemen hemen her alanda -toplumsal, kültürel, siyasal - farklýlaþmalar, ayrýþmalar, yarýlmalar baþlar. 1980'li yýllara da yansýr bu durum, hatta 80'li yýllarda iyice belirginleþir ve þiddetini arttýrýr diyebiliriz. Toplumsal, kültürel ve siyasal alanlarda baþlayan bu farklýlaþmalar, sancýlar, ayrýþmalar ve yarýlmalardan edebiyat da kendi üzerine düþen payý alýr tabii. Ve tabii yazarlar da. Fakat ne yazýk ki 1970'li yýllarýn ortalarýna kadar farklý sorunlar, söylemler, temalarla romandaki ana akým ve yazarlarý 'gündem dýþý' sayýlmakla kalmýyor, 'yok'luða mahkum ediliyordu. Bu gereksiz ketum tutumlarýn, ülkeyi fersah fersah geri götüren uygulamalarýn yarattýðý kopukluk (halk-aydýn kopukluðu ya da devlet-aydýn-halk kopukluðu) günümüz Türk edebiyatýný derinden etkilemiþtir. Ýþte Oðuz Atay'ýn yapýtlarýnýn yayýmlandýðý 1960'lý ve 70'li yýllar hayatýn her alanýnda hissedilmeye baþlayan sancýlara denk düþer. Oðuz Atay yukarýda iþaret etmeye çalýþtýðým yarýlmalarý, kopukluklarý, 'gündem dýþý' býrakýlmalarý, 'yok' sayýlmalarý daha 1976'da 'romanýmýzýn temel sorunlarý' arasýnda görüyordu. Özellikle kendisinden önceki kuþaklarda yaþamýþ yazarlar önemliydi Atay için ve bu yazarlarý yok sayýp kendisinin ilerici olduðunu sanarak rahatlamaya çalýþan yazarlaraydý tepkisi. Çünkü Atay'a göre böyle düþünen ve bu yönde hareket eden yazarlar sezgisiz ve duyarsýz davranýyorlardý. Bu yüzden Oðuz Atay kendi roman anlayýþýna taban tabana zýt olsalar bile bazý yazarlarýn önemi ve deðerini iþaret eder her fýrsatta. Mesela Halit Ziya Uþaklýgil'in, Ahmet Hamdi Tanpýnar'ýn roman gerçeði birçok yaygaracý yazardan çok daha kuvvetlidir Oðuz Atay için. Zaten Oðuz Atay'ý okuyup O'nu araþtýranlar, kat ettiði mesafeyi ve gittiði yollarý merak edenler Atay'ýn romanlarýnýn, yazarlýk anlayýþýnýn, çizgisinin Tanpýnar'ýn açmýþ olduðu yolda olduðunu göre30

ceklerdir. Ne garip bir tesadüfdir ki Oðuz Atay da ayný Tanpýnar gibi kitaplarýnýn yayýmlandýðý dönemde çok eleþtiriye maruz kalmýþ, 'gündem dýþý' býrakýlmaya çalýþýlmýþ ve býrakýlmýþ, 'yok' sayýlmýþtýr. Fakat bütün bu çevresel baskýlara raðmen biz okuyucular ve yazý heveslileri için asýl önemli olan Oðuz Atay'ýn, yazarlýðý, yazdýklarý, yazý konusunda, romanýn biçimi konusunda kendine 'mesele' edindiði gerçekler, kafasýný sürekli meþgul eden 'yok'luklar, 'fazla'lýklar olmalý. Çünkü Oðuz Atay'ýn topluma, kültüre, siyasal yapýya, dolayýsýyla bir romancý olarak edebiyatta ve romanda takýndýðý tavýr farklý olmuþtur. 'Tavýrlý olmak' ve 'farklý olmak' günümüzde bile çok kabul görmeyen bir durumken, anýnda tespit edilip cezalandýrýlýrken 60'lý ve 70'li yýllarý siz düþünün artýk! HUMMALI BÝR YAZIM SÜRECÝ Batý edebiyatýndaki modernist/posmodernist özellikleri romanýmýza ilk kez uygulayarak postmodern romanýn ülkemizdeki öncüsü olan Oðuz Atay ölümünden önceki yedi yýl içerisinde yoðun bir çalýþma temposu içerisine girerek edebiyatýmýza çeþitli türlerde birçok kitap kazandýrmýþtýr. Türk toplumunun, kültürünün, aydýnlarýnýn çok da alýþýk olmadýðý biçimlerdedir bu romanlar. Oðuz Atay kitabý elinize aldýðýnýz zaman belki de Türk edebiyatýnýn en özgün yazarýyla karþý karþýya kalýrsýnýz. Bu anlamda izini sürmek zordur Oðuz Atay'ýn. 60'lý ve 70'li yýllar gibi Türkiye'nin her alanýnda çok sancý çektiði ( 1980'lere de gebe sancýlar) yýllarda eserlerini oluþturan Atay o dönemde eserler veren diðer yazarlarýn aksine toplumsal ve siyasal eleþtiri yapmaz, parmaðýný toplumsal veya siyasal sorunlarýn üzerine basmaz. Bu çalkantýlý yýllarda direkt insaný, insanýn kendisini ele alýr. Hemen hemen bütün eserlerinde çaðdaþ bir toplum olabilmenin yolunun önce 'birey' olmaktan geçtiðine iþaret


DERKENAR eder Atay. Oðuz Atay'ýn roman kiþilerinin sancýlarý, arayýþlarý, hesaplaþmalarý, öz eleþtirileri, kendi kendilerini sorgulayýþlarý, vardýðý sonuçlarý, sonuçsuzluklarý, mutsuzluklarý, ilk etapta toplumdan, kültürden ve siyasetten daha önemlidir Atay için. Çünkü Atay kiþinin birey olma yolunda ilerlerken bir türlü bir yere veya bir kiþiye tutunamayan insanýn kendisiyle problemini çözdükten sonra toplumsal, kültürel ve siyasal bilince ulaþacaðýný düþünür ve bu tezini de açýk yüreklilikle savunur. Özellikle de Tutunamayanlar’da GÜNÜMÜZ ROMANINI YARATAN MÝLÂT Tutunamayanlar, þüphesiz Oðuz Atay'ýn en önemli yapýtýdýr. Oðuz Atay'ý Oðuz Atay yapan, cümle âleme yazmak istediði romaný, artýk Türk kültürünün, edebiyatýný ve romanýnýn biçim olarak nasýl ilerlemesi gerektiði açýk ve net olarak gösterir. Evet Tutunamayanlar 'görmezden gelinmiþ' ve 'yok' sayýlmýþtýr uzun bir müddet ama bu davranýþlar Tutunamayanlar'ýn Türk edebiyatý ve romaný için çok önemli bir kilometre taþý, ayný zamanda çok keskin bir dönemeç olmasýna engel olamamýþtýr. Peki Tutunamayanlar neden bu kadar baþarýlý olmuþtur ve yayýnlandýðý dönemlerde hiç kimseden destek almamasýna raðmen günümüzün klasikleri arasýna girmiþtir? Birçok cevap verilebilir bu soruya ama herhalde en önemlisi o zamana kadar bilinen bütün roman yazma tekniklerinin, biçiminin dýþýnda bir teknikle, kurgulama þekliyle yazýlýp klasik roman yazma biçimlerini yýkarak yazýlmýþ olmasýdýr. Tutunamayanlar'ýn özgünlüðü daha da büyük farklýlýk yaratýr diðer romanlardan. Yenilikten son derece korkan siyasi ve toplumsal yapýnýn karþýsýna yenilikçi, mizah gücü yüksek, duyarlý ve teknik incelikleri de içinde barýndýran bir anlayýþla çýkar Oðuz Atay. Romandaki olaylar, Selim Iþýk'ýn intiharýyla baþlar. Ýntihardan hemen sonra Selim'in yakýn arkadaþý ve roman boyunca okuyucuya eþlik edecek olan, ayný zamanda Selim Iþýk'ý tanýmamýza da yardýmcý olacak olan Turgut Özben'le tanýþýrýz. Turgut Özben Selim Iþýk'la birlikte yazdýklarý yazýlarý araþtýrýr ve Selim'in

intiharýyla bu yazýlanlar arasýnda bir iliþki kurmaya çalýþýr. Turgut Özben ile Selim Iþýk'ýn yazýlarý (denemeler, hikayeler, þiirler) ilginçtir ki Oðuz Atay'ýn 'ben ' olma 'benlik' oluþturma ve bunlarýn sonucunda 'kiþi olma' kavramlarýyla karþý karþýya býrakýr bizleri. Mesela Tutunamayanlar'ýn henüz 94. sayfasýný okurken (ki 724 sayfalýk bir roman) "kendini çözemeyen kiþi kendi dýþýnda hiçbir sorunu çözemez" denilmektedir. Yine, Kendini Ýyi Tanýmak alt baþlýðý altýnda þunlarý kaleme almýþtýr kahramanlarýmýz: Ýnsan en çok kendisiyle ilgilenir; ama bu ilgi bir yönteme dayanmaz ve kendini tanýma sorunu bilimsel bir yolla çözümlenemezse sonsuz bunalýmlar karanlýðýna düþer birey. Deðerini tam bilmeyen kiþi, gereksiz yakýnmalarla gün geçtikçe daha da bozulur ve çürüyüp gider. Kiþisel deðeri büyütmek de küçültmek de ayný derecede zararlýdýr. Yola çýkmadan önce altýndan kalkamayacaklarý bir yükün altýna girenler daha iþin baþýnda ezilip kaybolurlar; gerçek deðerinin çok azýný ortaya koyanlar da kýsa kýsa zamanda tembelleþip bir iþe yaramazlar.

Kitabýn baþýnda, kitabýn bütün konusunun sadece Selim Iþýk'ýn intiharýnýn çerçevesinde geliþeceði zannedilebilir. Oysa Selim Iþýk'ýn intiharýný araþtýran Turgut Özben’in geçirdiði deðiþimi okuruz ve ayný Özben gibi, Özben ile beraber farklý yerlere savruluruz. Turgut Özben Selim'le ilgili olarak Selim'in arkadaþ çevresine girdikçe (bu arkadaþ çevresi farklý bir sosyal tabakaya mensuptur) bu arkadaþlarý araþtýrmaya baþladýkça, bulduðu kiþilerle Selim Iþýk'ý konuþmaya ve Selim'le ilgili bilinmeyenleri (Turgut'un kendisinin bile bilmediði) ortaya

31


DERKENAR çýkarmaya baþladýkça Turgut kendinden uzaklaþýr ve neredeyse kendine yabancýlaþýr. Selim'in yaþadýðýna benzer ruhsal bir bunalým yaþamaya baþlar. Fakat Turgut'un Selim üzerinden yaptýðý bu yolculuk (bir kiþiliði tanýma yolculuðu) okuyucunun Selim Iþýk'la ilgili bilgi edinmesini de saðlar. Tutunamyanlar bir baþkaldýrý, bir eleþtiridir. Temelde çevre ve yaþam koþullarýnýn eleþtirisi olmak üzere 'ben' olma, 'var' olma, 'kiþi' olma eleþtirisidir. Ýnsanlarýn bilhassa kendilerine olan uzaklýðý þaþýrtýcý gelebilir okuyucuya ama ne kadar uzak olursa olsun 'insaný' arar Oðuz Atay, hiç yorulmadan. Ne olursa olsun 'insaný' sever. Açýk açýk da söyler bunu. Ýnsanlarý seviyorum diye yazar her fýrsatta. Ýnsanlarýn iyi veya kötü yaptýklarýný uzun uzun hiç usanmadan tahlil eder, anlamaya çalýþýr. Oðuz Atay'a dair yazýmý bitirmeden Korkuyu Beklerken isimli öykü kitabýndan da bahsetmek isterim. Çünkü Korkuyu Beklerken isimli öykü kitabýnda korkan insaný; korkarken 'ben' olamayan, korkarken 'birey' olamayan, korkarken 'kendi' olamayan ve bütün bunlarýn sonucunda tutunamayan, bu durumla sürekli hesaplaþan insanlar tanýrýz. Bu anlamda Tutunamayanlar'la Korkuyu Beklerken öykü kitabýnýn iç içe geçmiþliði vardýr da diyebiliriz. 1960'lý, 70'li yýllar ve 80'li yýllara doðru her þeyin deðiþmeye baþladýðý, toplumun üzerine dalga dalga korkunun salýndýðý, düþüncenin eylemden de daha aðýr bir suç sayýldýðý dönemlerde bir insanýn birey olmasý, kiþiliðini kazan-

32

masý ne derece mümkün olabilir ki? Birey olmaktan ziyade korkmak öðretilir insana. Bu korku çemberinin içinde (ateþli bir çemberdir bu) hep en doðru olaný bekler toplum. Bu beklenti içindeki toplum, insaný yalnýzlaþtýrmada ustadýr ve bunun hiçbir yanlýþ tarafý yoktur. Yeter ki kiþi toplumun istediði kalýba girsin. Bu yüzden de Oðuz Atay karakterleri baþta toplumdan olmak üzere, kendinden de uzaklaþarak, kendine ve topluma yabancýlaþarak hiç kimseye, hiçbir þeye tutunamaz. Bütün derdi 'insan' olan Oðuz Atay'ý bize en iyi tanýtacak olan þey belki de bir cümlede, Korkuyu Beklerken isimli öykü kitabýnýn son öyküsünün son cümlesinde gizlidir. "Ben buradayým sevgili okuyucum, sen neredesin acaba"


DERKENAR

Atanur

OYUNLARLA YAÞAYANLAR OYUNLARLA YAÞAYANLAR'IN GENEL ÖZETÝ Oyunlarla Yaþayanlar'ýn geçtiði tarihe iliþkin kesin bir bilgi bulunmamaktadýr. Oyunda politik, kültürel ve toplumsal deðerlerin deðiþimiyle Türk aydýnýnýn içine düþtüðü durum tarih öðretmeni Coþkun Ermiþ üzerinden bir kara mizah ürünü olarak anlatýlmaktadýr. Coþkun Ermiþ'in baþlangýçta, çevre ve toplum deðerlerine ters düþmemek ve yaþamýna sorun katmamak için fazlaca kurcalamadýðý hayatý, oyunlar yazmaya baþlamasýyla deðiþmiþ; bir tiyatro sahnesinde ise son bulmuþtur. Coþkun Bey, karýsý, 16 yaþýndaki oðlu ve eþinin annesiyle birlikte büyük bir þehrin küçük bir mahallesinde ahþap bir evde yaþam sürmektedir. Sanatla ilgilenmek için kendi isteðiyle emekli olan Coþkun Bey, ilk önce müzik dersleri almaya baþlamýþ, oyun yazmanýn tadýna varýnca da bu dersleri askýya almýþtýr. Hayatýný oyunlara öylesine karýþtýrýr ki, müzik hocasýnýn eve giriþ sahnesinde yazdýðý oyunun repliklerini müzik hocasýnýn sözlerine karþýlýk olarak vermeye baþlar. Oyunlar konusunda en büyük desteði her an 'Karagöz-Hacivat' gibi diyaloða girdiði Saffet'ten alýr. Saffet ona oyunlar konusunda iyi veya kötü olarak yön verirken, kimi zaman da yazdýðý replikleri dillendirir. Özellikle, tiyatrolara olan ilginin azalmasý oyun yazmaya baþlayan Coþkun Bey'i, tiyatro sahibi Servet Bey tarafýndan deðerli kýlmaktadýr. Bunda yerli oyun yazarlarýna fazla rastlanmamasýnýn da etkisi büyüktür. Yazdýklarý deneme niteliðinde de olsa, Coþkun Bey bir gün oyunlarýnýn büyük salonlarda oynanacaðýnýn ve hatta bu oyunlarda küçük de olsa yer bulabileceðinin hayalini kurmaktadýr. Coþkun Bey'in karýsý Cemile hariç oyundaki bütün kiþiler aslýnda zihinlerinde kurduklarý oyunlarda yaþamaktadýrlar. Oyunun ilk bölümlerinde Coþkun'un bir tiyatro oyuncusu olan

Saffet'e verdiði karþýlýk bunun açýk bir kanýtýdýr: "Biz oyun yazmýyoruz, biz yaþýyoruz oyunlarý yazarken." 'Oyun' sözcüðünün bütün çaðrýþýmlarla iþlendiði Oyunlarla Yaþayanlar'ýn baþýndan sonuna "Oyun mu, gerçek mi?' sorusuna kesin bir cevap bulunamamaktadýr. Cemile Haným'ýn annesi Osmanlý döneminde yaþadýðýný zannetmektedir. Zaman zaman Cemil Paþa diye birinin kendisini ziyaret ettiðini söylese de bu kiþi aslýnda Cemil Paþa kýlýðýndaki evin oðlu Ümit'tir. Hem Saadet Nine'yi mutlu etmek hem de eðlenmek için Ümit'in bu oyununa Cemile hariç evdeki herkes katýlýr. Oyunun ilk bölümü, Coþkun Ermiþ'in içinde bulunduðu durumla ilgilidir. Bu bölüm, kendisini, çevresini sorgulamak ve oyun kiþileri hakkýnda verilen bilgilerle geçer. Ayrýca tiyatronun o gün içinde bulunduðu duruma da kýsaca deðinilir. Ýlk bölümün final sahnesinde Coþkun, Saffet, Emel ve Servet bir meyhanede içmektedirler. Coþkun servis yapan garsonu birine benzetir. Bu kiþi, müzik hocasý, garson, icra memuru ve komiseri canlandýran kiþiyle aynýdýr. Coþkun Ermiþ'in: "Son günlerde

33


DERKENAR herkesi birbirine karýþtýrýyorum zaten. Belki de karýþtýrmýyorum. Belki de insanlar ayný oyunlarý oynuyorlar, hayatlarýný birbirine benzer oyunlarla geçiriyorlar." sözlerini bir sorgulamanýn habercisi olarak görmekteyiz. Daha sonra, alkolün de etkisi ile sesli hatta baðýrarak iç hesaplaþmasýný yaþamaya koyulur. Hayatýndaki gerçekleri bildiðini fakat bunlarý nasýl ve neden görmezden geldiðini anlatýrken küçük bir kalp krizi geçirir. Çevresindeki insanlar tarafýndan teselli edilmeye çalýþýlýrken, Emel de bu sýrada Coþkun'u sevdiðini söyler. Oyunun ikinci ve son bölümünde Coþkun ve Emel arasýndaki iliþkinin ilerlediðine tanýk oluruz. Coþkun, Cemile'den ve evden ayrýlacaðýný söyler. Saadet Nine ile oyun oynarlarken, Saadet Nine bacaðýný kýrar ve bayýlýr. Coþkun, yine, eve gelen doktoru bir yerlerden hatýrladýðýný söyler. Yazdýðý bir oyununun provasý için tiyatroya gittiði gün ise Cemile ve Ümit tiyatroya gelir ve Saadet Nine'nin öldüðünü haber verirler. Coþkun bir kalp krizi daha geçirir. Cenazenin kaldýrýlacaðý gün eve, daha önce yaptýðý kitapçýlýk iþinden dolayý icra memuru gelir. Ýcra memurunu da bir yerlerden hatýrladýðýný söyler. Saadet Nine'nin bahçedeki kiraz aðacýnýn altýna gömülmesini ister fakat kimse oralý olmaz. Evi terk eder. Emel'in evine gider. Ayrýlýr. Tekrar gittiði sýrada Emel'in oyuna gitmesi gerekmektedir ve evden çýkar. Coþkun Emel'in ardýndan tiyatroya gider ve kuliste Saffet'le karþýlaþýr. Moliere gibi sahnede ölmek istediðini söyler ve kuliste yaþamýný yitirir. Ölürken de son sözü: "Ýnsanlýða... bir þeyler... býrakabil... dim mi dersiniz... görevimi... yapabil... dim. mi?.." olur. Perde sonunda ortada bir tiyatro, tiyatroda bir ölü ve ölü etrafýnda toplanan 'tiyatrodaki' insanlar kalmýþtýr. Acaba Coþkun'un Saadet Nine için istediði, kendisi için gerçekleþecek midir?

OYUNLARLA YAÞAYANLAR ÝKÝNCÝ PERDE SONU SAFFET (oynar gibi): Büyük bir kalp atmaz oldu. Genç Coþkun'umuz artýk yaþamýyor. Onu, istediði gibi büyük bir oyunla uðurluyoruz. (Servet girer.) SERVET: Aman yarabbi! Ne oldu? (Coşkun'a bakar.) Yoksa... yoksa öldü mü? SAFFET (oyunu sürdürür): Hayýr, o ölmedi. SERVET (anlamaz): Peki ne oldu? SAFFET: Eski bir oyunun provasýný yapýyordu. Herkesin bildiði gibi üstat, oyunlarý fazla büyütürdü, gereðinden çok ciddiye alýrdý. SERVET (Coşkun'a yaklaşır, dikkatle bakar, geri çekilir): Peki nesi var? SAFFET: Biraz kalbi vardý. (Oynar.) Evet, gerçeði açýklamak zorundayým: Coþkun Ermiþ, kalbi olduðu için ölmüþ bulunuyor. Hayat oyunlarýný gereðinden fazla ciddiye alan merhum, ölümü de ayný ciddiyetle karþýladý. Onun kadar ciddi olmayan biri, böyle bir durumda, hiç olmazsa baygýnlýkla yetinebilirdi. Coþkun öldü. Çünkü oyunlar, onun için bir ölüm kalým meselesiydi. Baþka türlü yapamazdý: Hayatýný ve özellikle ölümünü büyütmek zorundaydý. Biz de þimdi kendisini ciddiye almak zorundayýz. Çünkü merhum, güldürmeyi sevdiði kadar, aðlatmayý da severdi. SERVET (Saffet'e kuşkuyla bakar): Gerçekten öldü mü? (Saffet evet anlamında başını sallar. Servet, dehşet içinde Saffet'e bakar.) Peki, ne yapacaðýz þimdi? SAFFET: Oyun bitti, seyirciyi selamlayacaðýz. (Bir adım öne gelir ve halkı selamlar. Servet de şaşkınlıkla başını öne eğer. Coşkun'un başı da selam verir gibi önüne düşer.)

OYUNA DEVAM KÝÞÝLER COÞKUN ERMÝÞ, emekli tarih öðretmeni (ölü) CEMÝLE, karýsý (45-50 yaþlarýnda) ÜMÝT, oðlu (16 yaþýnda)

34


DERKENAR SAFFET SÖYLEMEZOÐLU, tiyatro oyuncusu (30 yaþlarýnda)

SORGUCU: Peki neden orada olduðunuzu biliyor musunuz?

SERVET DUYGULU, tiyatro sahibi ve oyuncusu (50 yaþlarýnda)

KOMÞU KADIN: Meraktan. Vallahi, billahi meraktan. Bir de...

EMEL SEVÝNÝR, tiyatro oyuncusu (25 yaþýnda)

SORGUCU: Bir de?

SAADET NÝNE, Cemile'nin annesi

KOMÞU KADIN: Aslýnda oyunda yer almak isteriz. Fakat o cesareti bir türlü gösteremeyiz. Hiçbir þeye karýþmamanýn, hiçbir þey bilmemenin güvencesinde yaþar gideriz.

KOMÞU KADIN GARSONLAR, MÜZÝK HOCASI, KOMÝSER, ÝCRA MEMURU (hepsini ayný oyuncu canlandýrýr) Ve SORGUCU, Coþkun Ermiþ'in ölümünü soruþturan görevli Olay büyük şehirde bir mahkeme salonunda geçmektedir. Ürkütücü bir sadelikte dekore edilen sahne iki parçaya ayrılmıştır. Seyirciye göre solda kalan kısımda Sorgucu'nun masası, sağda ise oyuncuların Sorgucu tarafından çağrılmayı bekledikleri bölüm yer alır. Sahnenin genel görünümü karanlık olmakla birlikte sadece sorgulayan ve sorgulananın bulunduğu yer aydınlıktır. Sorgulanacak kişiler karanlıkta bekleşirler ve sadece siyah silüetler olarak seçilebilirler. Ortalığa şaşkınlıkla karıþık bir matem havası hakimdir ve yerini yer yer tedirginliğe bırakır.

ÜÇÜNCÜ PERDE (Sorgucunun belirmesi ve işaretiyle birlikte sorgulanacaklar tarafından biri ayağa kalkar ve sorgu yerine gelir. Bu kiþi Komşu Kadın'dır.) SORGUCU (donuk, duygusuz bir ses tonuyla): Oyunda yer aldýnýz mý? KOMÞU KADIN: Evet. Fakat hiçbir þeye karýþmadým. Karýþmam da. Sadece sessizce, tabii bana bir þey sormadýklarýnda, izlerim ve dinlerim. Hem de can kulaðýyla. Sadece meraktan. Hiçbir þey bilmem. Bana sorsalar dahi yine ayný cevabý alýrlar: "Ben bilmem." Bir þey olacaðýndan deðil ya da bir þey bildiðimden deðil. Ýzlerim. SORGUCU (alaycı bir tavırla gülümseyerek): Kaç kiþisiniz? KOMÞU KADIN: Çok. Ama sayýsýný bilmem. Sadece kalabalýk olduðumuzu bilirim..

SORGUCU: Anlaþýldý. Gidebilirsiniz. KOMÞU KADIN (şaşırmıştır): Ama þey... Bitti mi? Þey diyecektim... (Lafı bölünür) SORGUCU (aynı kararlılıkla tekrarlayarak): Gidebilirsiniz. Coþkun Bey'in ölümüne aldýrýþ etmediniz. (Komşu Kadın üzgün, yerine döner. Kafası karışıktır. Daha diyecekleri vardır. Garsonlar, Müzik Hocası, Doktor, Komiser ve İcra Memuru'nu oynayan kişi gelir.) SORGUCU: Oyunda yer aldýnýz mý? KÝÞÝLER (tedirgin bir ses tonuyla): Evet. SORGUCU: Kaç kiþisiniz? KÝÞÝLER: Sayýmýz belli deðil, oyunda göründüðümüzden daha çoðuz. Sayýmýz önemli de deðil, çünkü biz daha çok Coþkun Bey'le ilgileniyorduk. SORGUCU (yüzünü buruşturarak): Coþkun Bey'le neden ilgileniyordunuz? KÝÞÝLER: Coþkun Bey'in de diðer birçok insan gibi oyunlardan çok gerçekle ilgilenmesi gerekiyordu. Hayatta kalabilmenin ve kabul görmenin kuralý bu. Bunu görmezden gelemeyiz. Nitekim öyle oldu. Biz ona emekliliðinde ilgilenmesi için müzik hocasý gönderdik. Emekli olmasýný da istemiyorduk açýkçasý. Fakat kendisi oyun yazmayý ve oyunlarla oynamayý tercih etti. SORGUCU: Oyun oynayan yalnýz Coþkun Bey deðildi. Ona eþlik edenler de vardý. Neden Coþkun Bey'i seçtiniz? KÝÞÝLER: Onlar Coþkun Bey gibi olmadýlar. Hem eðlenmeyi hem de toplumsal sorumluluklarýndan uzaklaþmayý yeðlediler. Bu yüzden 35


DERKENAR de sadece yazýlanlarla yetinip onlarý oynadýlar. Cemile'yle de ilgilenmeye gerek yoktu, çünkü o her þeyle kendisi ilgilenebiliyordu. SORGUCU (biraz düşünerek): Peki, gidebilirsiniz. Coþkun Bey'in hayatýnda yer almadýðýnýz halde oyunlarýna kýsmen de olsa müdahale ettiniz. KÝÞÝLER: Coþkun Bey için kaçýnýlmaz sondu. Kendisinin bunu görememesi kimsenin suçu olamaz. SORGUCU: Gidebilirsiniz. Baþka insanlarýn tercihlerine müdahale etmek ve onlarý vazgeçirmeye çalýþmak yeterince suçtur. (Giderler. Saadet Nine içeri girer) SAADET NÝNE: Benim suçum yok. Hem... Hem ben zaten ölüyüm evladým... Beni hapse atabilir misiniz? Paþa hazretlerini bilmiyorsunuz galiba. Bu yaptýðýnýzý duyarsa size etmediðini býrakmaz. Ben... SORGUCU (gülümseyerek): Düþman iþgali sýrasýnda bizzat çarpýþanlardan biri olmanýz ve yaþýnýzdan ötürü sizi bu olayýn dýþýnda tutuyorum. Gidebilirsiniz. SAADET NÝNE: Paþa hazretlerine sizden bahsedeceðim. Ne kadar iyi biri olduðunuzu anlatacaðým. (Çıkar. Ümit gelir.) SORGUCU: Oyunda yer aldýnýz mý? ÜMÝT: Oyun bitti mi? (Biraz bekler) Oyun devam ediyor deðil mi? SORGUCU (yüzüne fazlaca ve bir gerçekçilik katarak): Oyun bitti. Baban öldü. ÜMÝT (aymaz bir ifadeyle): Yanlýþ anlamýþsýnýz... (Duralayarak) Babam ve Saadet Nine'nin ölmesi... herkes ve hatta siz oyunun bir parçasý, öyle deðil mi?

ettiðim, babanýn seninle gurur duyacaðý ne yaptýðýn? ÜMÝT (sevinerek, daha çok ukalaca): Oyunda yer aldým. Yetmez mi? (Ukalalığının farkına vararak, oynar gibi, sinirlenmiştir.) Adým. Ümit. Kim koydu bu adý? Babam. Neden koydu? Ben onun ümidiyim. Ben böyle bir sorumluluk istedim mi? Hayýr. Kesinlikle hayýr. Kimsenin ümidi olmak istemem. (Biraz üzgündür) Þimdi beni.... beni suçluyacaksýnýz. Babamýn benimle gurur duyabileceði hiçbir þey yapmadýðým için. Ne yapabilirdim? Oyunsa bana verilmiþ oyunu oynadým. Deðil midir ki oyunu yazandadýr suç? SORGUCU: Kimseyi suçlamaya hakkýn yok. Ýtiraf ettin. Suçlusun. Ve cezaný çekeceksin, anladýðýn zaman. ÜMÝT: Suçlu muyum? Belki, ama oyuna devam edeceðim, ne gerekiyorsa yapacaðým. (Gider, giderken hâlâ söylenmektedir.) Ben oyuncuyum, oyuna devam, oyun biter mi?.. (Servet gelir) SORGUCU: Oyunda yer aldýnýz mý? SERVET: Evet, ben hem tiyatrocuyum hem de tiyatro sahibi. Bu benim iþim. Oyun. Oyun mekanlarý tasarlarým. Oyuncular gelir. Oyuncular oynar. SORGUCU: Ama Coþkun Bey'den hayatýný oynamasýný istediniz. SERVET: Ben ondan yaþamýný oyunlaþtýrmasýný istemedim. Oyununu yaþamasýný da istemedim.. Yaþamda da oyun var... Bir tiyatro sahnesi yaþadýðýmýz... Trajedi, komedi... Ying yang... (Lafı daha da uzatacaktır, ama Sorgucu buna izin vermez) SORGUCU: Lütfen konudan Servet Bey. Suçlu deðil misiniz?

ayrýlmayýn

ÜMÝT (şaşırmış gibi çok da ciddiye almayarak): Anladým. Evet. Evet oyundaydým. Yoksa neden çaðýrdýnýz ki beni? Ne güzel bir oyundu deðil mi?

SERVET: Suçlu arýyorsanýz... (Gözleri parlayarak seyircileri gösterir.) Seyircilerdir. Seyirci olmazsa oyun olur mu? Oyuncular da olmaz... Ben Coþkun Bey'e özgürlükler dünyasýný gösterdim. Ama o ne yaptý? Çekti gitti, bizi yolda... (Sözünü yarım bırakır ve ciddi bir ses tonuyla) Yazan olmazsa ne oynarýz biz?

SORGUCU: Sorularý ben sorarým. Þimdi merak

SORGUCU: Tamam. Sizi dinledim. Coþkun

SORGUCU (sesini yükselterek) : Oyun bitti. Oyun yok artýk. Oyundaydýn öyle deðil mi?

36


DERKENAR Bey'e yaþamýný sonuna kadar yazýp oynamasýný söyleyerek, ona ümitler verdiniz. Suçlusunuz.

SAFFET (anlaşmış gibi): Evet, hatta oyuna yön veren bendim.

SERVET: Asýl suçlu seyircilerdir. Onlar olamasaydý... (Sesi kaybolur gider)

SORGUCU: Oyuna yön veren sizseniz, neden Coþkun Bey'i ölüme sürüklediniz?

(Çıkar, Emel gelir. Üzgün ve ağlamaklıdır)

SAFFET: Oyuna yön veren bendim fakat oyunun nereye gideceði Coþkun'un elindeydi. Kendi sonunu kendi hazýrladý.

SORGUCU: Oyunda yer aldýnýz mý? EMEL: Evet ama sonu böyle bitsin istemezdim. Hem de hiç istemezdim. SORGUCU: Coþkun Bey'e aþýktýnýz. Fakat oyun oynamak daha aðýr basýyordu. EMEL: Evet. Ben oyuncuyum. Bütün genç oyuncular gibi yýldýz olmak hedefim. Fakat sevdim. Coþkun'u çok sevdim. Ona Cemile konusunda baský yapmýþ olabilirim. Fakat bu Coþkun'un mutluluðu içindi. SORGUCU: Coþkun Bey'in yaþamýna girerek onu daha zor duruma düþürmediniz mi? EMEL: Öyle mi diyorsunuz? Kafasý karýþýktý ama mutsuz olan bir adamýn kafasýnýn karýþýk olmasý olaðan deðil mi? Ben onu sevdim. (Oynayarak) Evet, aþýk oldum. Oyunsa oyun. Sevdim, ötesi yok. Bana kalýrsa bütün bunlar oyun deðildi. En azýndan yalnýz benim için oyun deðil. Oyunda yer, zaman, mekan kuralý vardýr. Kural vardýr. Kuralsýz oyun olmaz. Oyun bozulur. Aþk öyle mi? Yeri, zamaný, mekaný ayarlayabilir misiniz? Kuralýný belirleyebilir misiniz? Yoktu kuralý, sadece aþkým vardý. Oyuna sonunu bilerek baþlarsýnýz ve o sonu oynarsýnýz. Aþkýn sonunun bilinmediðini siz de bilirsiniz. Oyun mu þimdi bu? SORGUCU: Evet, oyunda kural vardýr. Oyuna aþkýnýzý karýþtýrarak oyunun kuralýný bozdunuz. Suçlusunuz. (Emel çıkarken "Oyun mu, aşk mı?" diye mırıldanır. Saffet gelir.) SAFFET: Siz sormadan ben söyleyeyim, evet oyunda yer aldým. Ve sizi temin ederim... (Sorgucu lafını keser) SORGUCU: Ben sormadan söylediðiniz þeyler kayda geçmez, dikkate alýnmaz. Oyun da böyle deðil midir, eðer oyunda deðilseniz oynamýyorsunuzdur, öyle deðil mi? Lütfen oynamayýn. Baþtan baþlayalým, oyunda yer aldýnýz mý?

SORGUCU: Siz yýllardan beri oyunlarýn içindesiniz, neden mani olmadýnýz? SAFFET: Anlatmaya çalýþtým. Ama oyunun tadýna varmýþtý bir kez. Ona, oyunda yer alacaksýn ama riske girmeyeceksin demeye çalýþtým ama anlamadý ya da anlamak istemedi. Oyun oynamak riski beraberinde getirir, iyi oynamaktan çok doðru oynamak önemlidir. Yazmak da oynamaktýr. Doðru oynarsanýz oyun sonunda alkýþý duyarsanýz. Coþkun fazlasýyla riske girdi, doðru oynamadý ve oyunun sonunda alkýþý duyamadý. SORGUCU: Suçlu bulundunuz. Coþkun'u oyunla tanýþtýrdýðýnýz ve oyun kurallarýný doðru ifade etmediðiniz için. SAFFET: (çıkarken) Coþkun'un bu kadar cesur olabileceðini aklýma getirememiþtim doðrusu. (Alaycı bir tavırla) Beni cezalandýrýn hakim bey. (Saffet çıkar, düşüncelidir. İlk kez oynamıyordur. Cemile gelir.) SORGUCU: Oyunda yer aldýnýz mý? CEMÝLE(ağlamaklı): Ben sadece kocamýn hayatýnda yer aldým. Þimdi burada öðreniyorum, tüm yaþananlar meðer oyunmuþ. Eðer gerçekten öyleyse evet. Bilmeyerek de olsa oyunda yer aldým. SORGUCU: Neden Coþkun'un kendi baþýna olamayacaðýndan ve sonunda size geri döneceðinden bu kadar emindiniz? CEMÝLE: Coþkun'u iyi tanýrdým. Hatta beni hiçbir zaman sevmediðini de bilirdim. Ben sevdim. Gideceðini de biliyordum. Bundan hep korkuyordum ya, yalnýz kalmaktan; gitmeyeceðine, yalnýz yapamayacaðýna inanmak istedim. SORGUCU: Evliliðiniz de bir oyun muydu?

37


DERKENAR CEMÝLE: Evliliðimiz gizli bir anlaþmaya dayanýyordu sanki. Yalnýzlýða, hayata, güvensizliðe karþý gizli bir anlaþma. O bozdu bu anlaþmayý. Sevseydi beni bütün bunlar olmazdý. O zaman kaybedecek bir þeyleri oluðunu bilirdi. Fakat sevemedi, ne beni ne oðlunu ve sevemeyen bütün insanlar gibi kaybedecek bir þeyi olmadýðýný anladýðýnda, oyuna baþlamýþtý. (Sorgucunun sesi kesilmiştir ve ışık Cemile'nin yüzünün kıvrımları arasında dolanmaktadır. Kısa bir yutkunmadan sonra Cemile konuşmasına devam eder.) Bilmiyorum. Oyunun bir parçasý olarak mý yoksa sahiden mi öldü? Bunu bile bilemiyorum. (Seyircilerin oturduğu yerden biri alkış tutarak sahneye gelir, gelen kişi Coşkun Bey'dir) COÞKUN (seyircilere dönük): Bütün bu yaþananlar oyun muydu, gerçek miydi? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceðiz.(Cemile'yle Sorgucu arka planda oyuna devam etmektedirler, sesleri duyulmaz.) Kimbilir belki de 'oyun içinde oyundu' diyeceksiniz. Bunu hep söyleyeceðiz. Belki de ta kendisiydi oyunun. Ýçinden çýkýnca karþýlayacaktý bizi yaþam. Bilemeyeceðiz. Fakat yaþananlar ya da oynananlar sahiden o alkýþý duymaya deðer mi? Her oyunda suçlular bulunacaktýr, oynadýðýmýz ya da seyirci olduðumuz için.. (Duraklar.. Başını kaldırıp tekrar seyircilerin olduğu yöne bakar, bir şey hatırlamış gibidir. Bir şey, önemli.. Ama kimseyi bulamaz. Bakışları boşlukta giderek donuklaşır.. Perde iner. Alkış duyulur ve kesilir. Kısa bir sessizlikten sonra, seyircinin oyunun bitip bitmediği konusunda tereddüt edebileceği bir anda, bir elin perdeyi bir uçtan diğer uca doğru çektiği görülür. Bu Coşkun Bey'in elidir.. Açılan boşluktan kafasını çıkararak salona doğru bakar. Bir şey arar gibidir.. Bir şey, önemli.. Aradığını bulamaz. Yüzüne kararlı bir gülümseme yayılır. Uzun süren sessizlik Coşkun Bey'in dilinden son bulur.) "Ben buradayım sevgili okuyucum, siz neredesiniz acaba?"

PERDE *Oyunu yazma fikrinden dolayı Fuat Çelik’e teşekkürler.

38

OÐUZ ATAY Cumhuriyet devri roman ve hikaye yazarlarýndan olan Oðuz Atay Ýstanbul Teknik Üniversitesi Ýnþaat Fakültesi' ni (1957) bitirdi. Ýstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlýk Akademisi Ýnþaat Bölümü' nde öðretim üyeliði yaptý. TRT 1970 Sanat Ödülleri yarýþmasýnda baþarý ödülü kazanan (Þubat 1971) Tutunamayanlar romaný sonradan iki cilt olarak basýldý. Tutunamayanlar romanýnda ayný zamanda kendi oynunu oynamýþtýr yazar. Günlük adlý eserinde bu romandan hareketle insanlara sitemde bulunuyordu sanki; "Ey insanlar sonunda bunu da mý yapacaktýnýz bana" diyen yazar, toplumla entellektüelin çatýþmasýný en iyi þekilde yansýtýyordu. Romanlarý ve oyunlarýndaki kiþiliklerin hemen hemen hepsinde arafta kalmýþlýðýn portresi var gibiydi. Oðuz Atay'ýn en önemli projelerinden biri de Türkiye'nin psikolojisini çýkarmaktý. Fakat 13 Aralýk 1977'de genç denilebilecek bir yaþta öldü ve bu eserini yazamadý. Oðuz Atay genelde Tutunamayan romanýyla anýlýr. Fakat Tutunamayanlar'ýn bir devamý niteliðinde çýkardýðý "Tehlikeli Oyunlar", "hem biçim hem de ele aldýðý temalar açýsýndan "Tutunamayanlar"dan hiç de aþaðý deðildir. Üstelik, ilkinin birçok okuyucuya daðýnýk gelen olay örgüsü yerine, ikincisinde daha derli toplu bir anlatýmý seçmiþti yazar, ama okuyucu için 80'li yýllarda neredeyse bir tür külte dönüþen "Tutunamayanlar"ýn yanýnda sönük kalmaktan kurtulamadý "Tehlikeli Oyunlar". Yaþamý ve küçük burjuva aydýnýný alaya almaktan hoþlanan Atay, kitaplarýnýn dönemsel ve eþitsiz ünleniþini görseydi herhalde çok eðlenirdi. 71-75 yýllarý arasýnda yayýnlanan, ama pek ilgi görmeyen, 83'den sonraysa her entellektüelin -okumasa bile- kitaplýðýnda bulunmasý zorunlu olan Oðuz Atay külliyatý, 90'lý yýllarda yine unutulanlar arþivine kaldýrýldý. Elbette satýþ adetleri ile edebi deðer arasýnda doðrudan bir iliþki yok, ve Oðuz Atay, Türk romanýnýn en önemli yazarlarý arasýnda yerini çoktan aldý."


Oðuz Atay’ýn A l bDERKENAR ümünden


DERKENAR

Ahmet Kırtekin BOZUK PARALAR GÝBÝ KALDIRACAKLAR BENÝ TEDAVÜLDEN çevirdiði Schrödinger'in Kedisi yayýnpravda'yý arýyor. Nafilelik gibi bir sorunu var, bir ladýktan sonra Gogol'la ilgili bir hiç olduðu bilgisine ulaþmak kitap yazacaðýný haber vermiþti istiyor. Rusya'ya giderken yol Alev Alatlý ve birkaç yýl sonra arkadaþlýðý ettiði Amerikalý okuyucularýnýn merakla bekaraþtýrmacý Therasa sayesinde lediði bu eser yayýnlandý. Ne baþta Prens Aleksi Kristovoviç Kâbus ne de Rüya1 sýradan kiZelenski olmak üzere birçok taplar deðildi ve okuyana, bir Rus aydýnýyla tanýþýyor. Bir süre kitap ki herkese göre ve kimsonra Aleksi -týpký Gogol gibi seye göre deðil2 dedirtiyorlardý. -kendi varlığını doğrulayan bir Alev Alatlý ise kalemini keskineylemde bulunuyor, intihar edileþtirip daha derine batýrýyordu. yor. Konuyu Güloya'nýn Aleksi'yi Kâbus'u bir baþyapýt olarak merkez alarak Rusya'da gördükdeðerlendirmemek için hiçbir lerini, yaþadýklarýný, izlenimlerisebep yoktu. Yazar kendi ni anlatmasý teþkil ediyor. toplumuna ve içinde yaþadýðý dünyaya dair gayet yerinde ve GİRİŞ geçerli çözümlemeler yapýyor Aydýnlanma deðil, merhamet! Aðýr ve anlaþýlmasý güç bir ve bunlarý sadece olaný tarif Alev Alatlý baþlangýcý var kitabýn, sineEverest Yayýnlarý etmek gibi kýsýr bir halde býrakmanýn rahat koltuðuna henüz mak yerine derinlemesine bir oturmuþken hiçbir yazý geçmebakýþ açýsý kullanarak projeksiyonla geleceðe den, müzikal bir baþlangýç sahnesi ekraný aydýnbakýyordu. Ve nitekim öngörüleri ayný ad ve yollatmadan þiddetli bir çatýþmanýn ortasýnda larla olamasa da doðrulanama yolunda birkaç kalmak ve birkaç dakika sonra aðýr bir sessizlikle sene sonra karþýmýza çýkacaktý. Ýtiraf etmek karþýlaþmak kadar yorucu. Bazý kapýlar sadece gerekir ki Gogol'u beklerken aslýnda entelektüel sonuna kadar açýlmakla meydan okurlar matbir merak ve heyecan içinde olan çok fazla insan luplarýna, çünkü içlerinden geçmek eðilmek yoktu. Ama karþýmýza eleþtirilmesi bir yana demektir. Soðuðun eksi elli derece olduðu bir okuyucusundan yoðun bir ilgi ve alaka bekleyen, þehrin kapýsýndan yazlýk kýyafetlerle, hac için bunun karþýlýðýnda ise yabancý bir evin salonungidilen bir þehrin kapýsýndan kerih elbiselerle da bulunan bir boy aynasý karþýsýndan kendini girilmeyeceði gibi aðýr bir bilgi birikiminin ifþa suçüstü yakalama hissi veren bir kitapla çýktý edildiði bir kitabýn da elbette giriþi sonuna kadar Alev Alatlý. Bu da kitap hakkýnda yazmadan önce açýk ama matlubunu seçen bir tarzda olmalýydý. bu satýrlarýn yazýlmasý gerekliliðini ortaya çýkardý. Ýlk otuz kýrk sayfa neredeyse bir tuzak okuyuZira ne konu ne teknik ne de satýr aralarý bir iki cu için, bu çetin tuzaðý okuma baþarýsýný cümleyle geçiþtirilebilecek kadar hafif deðil. gösterenleri keyifli bir okuma faaliyeti bekliyor. KİTAP HAKKINDA Güloya Gürelli sanat tarihçisi bir Türk aydýný. Sevdiðinin kendisini terk etmesi ve batýyý doðuya tercih etmesi suretiyle hükümsüzleştirilmiş. Rus topraklarýnda adeta yeniden doðmak istiyor (Rusya'nýn alternatifi Filistin ama, oraya girmek yasak olduðundan Arz'ın bu en muhteşem kara kitlesine gidiyor). Hakikat diye Türkçeye 40

Yazar istikametini Rusya olarak belirlemiþ olsa da ister istemez deðiþik coðrafyalara deðiþik konulara uzanýyor. GELİŞME Ýlk birkaç bölümü sabýrla okuyanlarý devamýnda daha kolay okunan bir metin beklemiyor. Sadece burada olaylar ve karakterler biraz daha sýyrýlýyorlar karanlýktan ve ýsýya kavuþuyorlar.


DERKENAR Baþta yer alan adrenalin kokan, ancak bir kendini býrakma durumunda insana sirayet eden ruh hallerinin yerini ise daha yumuþak ve kuþatýcý betimlemeler alýyor. Þunu açýkça ifade etmek gerekir ki, Alev Alatlý'nýn Schrödinger'in Kedisi serisinde seçtiði konu nedeniyle gerek betimlemeler gerekse edebi anlatým belki de bir miktar sekteye uðramýþtý. Ama bu kitapta bunun tersi bir durum var, konunun akýþý betimlemelerle itidalli bir þekilde desteklenirken anlatým da sekteye uðramýyor. Ne var ki, anlatýcý konumundaki Güloya Sultan zaman ve mekân kavramýný esnek kullanarak aklýna gelenleri ard arda dizdiðinde olayýn akýþýný izlemek biraz güçleþiyor. Ve tam da burada belki de bir konunun ve akýþýn olmadýðý ortaya çýkýyor. - Bu baðlamda Rus roman geleneðine öykünen yazarýn post modern bir yaklaþým içinde olup olmadýðý da tartýþýlabilirse de bu böylesi bir savý savunmak için yeterli görünmemektedir. Zira Dostoyevski'de bile çoðu zaman bir zamanýn esnetilerek olaylarýn asimetrik bir þekilde anlatýlmasý söz konusudur. - Bir intihar/ ateşe yürüme eylemi öncesinde ve sonrasýnda yapýlan görüþmeler, edinilen izlenimler kaydediliyor. Dili kullanma konusunda yazar gerekli özeni göstermekle beraber kitap ne yazýk ki, tüm yazým/ dil hatalarýndan masum deðil. Deli Petro: Elleri haça çivilenmemiş olmasaydı, İsa Mesih bile çalardı3 yanlýþ ifadelerin en barizi ve en büyüðü.

Diðerleri daha çok kelimelerin yerlerinin kaymasýndan kaynaklanan ve daha çok teknik karakterli yanlýþlar. Ama bu tür yanlýþlarýn bu kitabýn içeriðine ve bütünlüðüne gölge düþürmemesi gerekir. Bunun karþýsýnda 4-5. basýmý yapýlan bir kitapta hâlâ ayný hatalarýn varlýðý da yayýnevi açýsýndan hiç de hoþ bir durum deðil. En nihayetinde okuyucu ile yazar arasýda artýk belki de her iki kesimden daha faal olan bir yayýncý grubu var, ama bu grubun hem okuyucuya hem de yazara karþý büyük sorumluluklarýnýn olduðunu da daima gündeminde tutmasý gerekir. Yayýncýlar konusuna gelmiþken kitabýn bir editörü olduðunu - Cahit Akýn - öðrenmek4 de güzel. Bu en azýndan artýk Türkiye'de yayýncýlarýn belli kriterleri yerine getirmeye baþladýklarýnýn bir alameti olarak olumlu bir haber. Kitap özenli bir dille yazýlmýþ. Gerekli yerlerde eski kelimeler kullanýlmýþ. Ve gerekli yer-

lerde de yabancý ifadelere yer verilmiþ. Bu ikisi arasýnda da yazar herhalde bir komplekse düþmemiþ olacak ki itidalli bir yol izlemiþ. Herhangi birini yüceltmek adýna diðerini kurban etmemiþ. Ýki kadim toplumun dil ve zihinlerini okumaya teþebbüs eden herkes bu tehlikeli yoldan geçmeye mahkûmdur ki Alev Alatlý bunu baþarýyla yapmýþ bu kitapta. Konu aslýnda tam bir bütünlük arz etmiyor, bunun sebebi birçok farklý konunun içe içe geçmiþliðinden ziyade bunun henüz ilk kitap olmasý. Bu kitabýn bir seriye ait olmasý gerektiði fikri her okuyanda hâsýl olacaktýr. Zira konunun tamamlanmamýþlýðý ve hatta Güloya'nýn kendi hikâyesini bile tam anlamýyla anlatmadýðý bir kitap var elimizde. Bu açýdan bakýnca eksik bir kitap. Kendi içinde ise bir birinden çok farklý konulara temas etmekle okuyucusunu uzun soluklu bir yolculuða davet eden bir kitap. Bir taraftan Ýsa'nýn çarmýha gerilmesi ve devamýnda yeniden dünyaya gelmesi, göðe çýkmasý, kilisenin bu olaya resmi yaklaþýmý ve diðer taraftan kilisenin kabul etmediði hatta tekfir ettiði belge ve kanýtlar ile ortaya çýkan yeni bir Ýsa ve Hýristiyanlýk modeli gibi Hýristiyanlýk akidesini ilgilendiren çetrefil bir mesele ile devletin yeterince organize olamadýðý alanlarda mafyanýn gecikmeden iþ baþý yapmasý ve bunlarýn bir þekilde devletle ensest bir iliþkiye girmesi gibi siyasal düzlemde incelenmesi gereken konularýn her birinin ayný kitapta derinlemesine iþlenmesi bir yandan okuma serüvenini zorlaþtýrýrken diðer yandan okuyucunun toplumlarýn hangi temeller üzerinde yükseldiðini sorgulamasýný saðlýyor. Hala üniversitelerimizde öðretilegelen: toplumlar siyasal, ekonomik ve sosyal sistemlerden oluþur. Bu görüþ dini, sayýlan sistemlerin zaman zaman baþvurduklarý bir araç veya düzlem olarak ele alýrken onun toplumda bir karþýlýðý olduðunu yadsýyor. Ama eðer Rusya gibi bir ülkede hala din tartýþýlýyorsa bu yadsýmayý yeniden ele almak ve doðruluðunu tartýþmak gerekiyor. SONUÇ YERİNE Ýnsanlýk olarak inanýlmaz ve durdurulamaz bir hýzla ilerlerken geride ne býraktýðýmýza aldýrmýyoruz. Aþk bir tarih yanýlgýsý olarak yer ediyor zihnimizde. Manevi deðerler tüketimin önündeki anlamsýz ve çoðu uyduruk kiþilerin vazettiði kaprisler haline geliyor ve onlarý her taraflarýndan

41


DERKENAR sürekli olarak esnetmeye çalýþýyoruz. Özgürlüklerin şer lehine iþler hale geldiði bir dünya da her an bir deðeri daha hükümsüzleştiriyoruz! Vicdan, bir liposakþýn operasyonu sonucu kurtulmamýz gereken bir selüloit kadar deðersiz ve rahatsýz edici. Yaþamak ve aydýnlanmak adýna, sahip olduðumuz ne varsa hepsinden vazgeçmeli ve kendimizi nihai kurtarýcýmýzýn ellerline bir cenaze gibi terk etmeliyiz. Bu sürecin vicdan sahibi insanlarý bir köþeye itmek istemesi doðal ve bu insanlarýn da kan revan içinde yorgun düþmeleri kaçýnýlmaz. Gogol'un peþine düþen Alev Alatlý da nihayetinde kan revan içinde kalmýþ gibi. Ýnsanlýk tecrübesinin sonuna geldiðini bu noktada kitabýný yakýp intihar edebileceðini söylüyordu bir televizyon programýna verdiði röportajda. Nitekim bu dünyada Rusya gibi ülkelerde kadýnlarýn fuhþa yönelmelerinin nedeni, ekonomik özgürlük ve erkek egemenliðinden kurtulma özlemi5 olarak deðerlendiriliyor. Aydýnlar maruz kaldýklarý insanlýk dýþý muameleleri, geçtikleri vahþet tezgâhlarýný anlatamaz hale geliyorlar6, çünkü kimse kendilerine inanmýyor. Bir taraftan batýyla iliþkiler durmaksýzýn sürerken, IMF programlarý ülkenin birikimlerini ve öz kaynaklarýný talana açarken, antisemitizm propagandalarý ülkenin yetiþmiþ Yahudi bilim adamlarýnýn ülkeyi terk etmeleri amacýna hizmet ediyor. Antisemitizm bir kâbus gibi, neredeyse Siyonizm'in en büyük saldýrý aracý haline geliyor. Ekonominin temel akideleri deðiþirken þirketler devlete kafa tutmaya baþlýyor ve hatta zaman zaman devlete karþý zafer bile kazanýr hale geliyorlar halk nezdinde7. Türkiye ise halkýyla beraber yeryüzünden silinmesi halinde dünyadan hiçbir þey eksiltmeyecek bir ülke8 Rusya'dan bakýnca. Alev Alatlý Rus kültürüne hâkim olmayý baþarmýþ ifadesi abartýlý sayýlmamalýdýr. Kitabý yazarýný tanýmadan okuyan birisi kitabýn Rus roman geleneði ile benzerliðini hemen fark edecektir ki bu zaten Alev Alatlý'nýn deðindiði bir eðilim. Bu baðlamda edebiyat bir yana muhabbetin bile aðýr bir yük olarak deðerlendirildiðini9 yeniden hatýrlamak gerekiyor. Bunun anlamý hayatýn bir eðlence olarak akýþýnýn bu topraklarda çoktan sona erdiði ve bunu kaleme almanýn baþlý baþýna bir dert olduðudur.

Rusya insanlýk açýsýndan geride býraktýðýmýz yüzyýlýn belki de en acý tecrübelerinden birisi. Türkiye'de "nataþa"larla özdeþleþtirilen bir toplumun kýrýlmalarý, katmanlaþmasý, yaþamýný devam ettirmesi, kendi birikimini kendi eliyle yok etmesi, batýlýlaþma serüvenine kayýtsýz þartsýz teslim olmuþ gibi yapsa da kendi köklerini feda ederken her an kanayan ve sürekli yýkýlan yanlarý onarýlmaya çalýþýlan bir ülke. Bütün evrensel taraflarý bir yana Rusya Türkiye için özel bir ülke olarak çýkýyor karþýmýza. Güloya zaman zaman kendi ülkesi üzerinden anlamaya çalýþýyor karþýlaþtýklarýný ve bunun için çok uzun aramalara katlanmasý da gerekmiyor. Birbiriyle sýcak temaslarý fazla olmamasýna karþýn bir birine bu kadar çok benzeyen iki toplumun yan yanan ve yekdiðerinden bîhaber yaþamasý oldukça tuhaf. Bu Alev Alatlý'nýn, acaba Rusya bugün Türkiye'nin geleceðini mi yaþýyor kaygýsýný daha anlamlý hale getiriyor. Kendi meselelerini tartýþmak yerine telkinlere kulak vermeyi tercih eden bir toplum, siyasal ortama göre kutsallar edinip bunlarý sürekli olarak cilalayýp servis eden bir medya, mafyanýn imar ettiði alanlarý seçim zamanlarýnda tapu daðýtmak, seçim sonrasýnda çelik kuvvet kullanmak yoluyla kayýt altýna almaya çalýþan bir politik sistem, sosyal güvenlik ödeneklerini yüksek tutmak suretiyle istihdamý azaltan, bu istihdam dýþý insanlarý da seyyar satýcýlýk yaparken kayýt altýna almaya çalýþan bir ekonomi yönetimi, kendi öðretim görevlilerini baypas eden, öðrencilerini savcýlýklara jurnalleyen bir eðitim sistemi… Alev Alatlý'nýn bu romanýný hakkýyla deðerlendirebilmek için birkaç yýla ve çokça okumaya daha ihtiyaç olduðu kuþkusuz, ama kendi meselelerimizi ister baþkalarýný bahane ederek ister doðrudan tartýþmak için bu kadar zamana sahip miyiz acaba? 1

Schrödinger'in Kedisi Kâbus ve Rüya alt adýný taþýyan iki kitap olarak yayýnlandý.

2

Friedrich Nietzsche'nin Böyle Buyurdu Zerdüþt adlý kitabýnýn kapaðýndan.

3

Alev Alatlý,Kitap Aydýnlanma Deðil, Merhamet! (Gogol'un Ýzinde I ),4-5. basým,

Ýstanbul:Everest, 2004, s.352. 4

04.09.2004 tarihli Zaman gazetesinde yayýnlanan röportaj. (Nuriye Akman)

5

Alatlý, s.426.

6

Alatlý, s.12.

7

Alatlý, s.368-369.

8

Alatlý, s.423.

9

Alatlý, s.325.

42


DERKENAR

Sefer Göltekin

PÜR MELÂL adýný koyalým gümüþ tenli hýrslarla döþenirse dilin kaldýrýmlarý ta uzak bir haneden ünlenir mi sevilmeye ünlenmez ne kaldý geriye baðýrmalardan öte birbirimize hangi yanýmýzýn arttýðý görülmüþ bunca yýl de adýný koyalým özenle uydurulmuþ haberlere kesmiþsek gözümüzü yaný baþýmýzda duran iklim görünür mü yüzümüze görünmez öyle de saðýrlaþan ellerle nereye tutunur þimdi alkýþlanmaktan aþýnan esmer alýnlarýmýz de adýný koyalým kalbimizi dövmüyorsa uyandýðýmýz sabahlar tek bir aðýzdan söylenir mi hüzzam þarkýlar söylenmez büyük konuþuyorum öyleyse büyüdük aferinlerle þýmartýlmýþ çocuklar gibi

43


DERKENAR

Murat Çeri

HESAPLAÞMA -Muammer Bey, sizinle sohbet etmek çok güzeldi, teþekkürler. Anýlarýnýz gazetemizde yayýnlandýðý zaman, sizin gibi vakt-i zamanýnda meþhur olan bir hakimin hatýralarý, çok ilgi uyandýracaktýr. -Ben teþekkür ediyorum. -Aaa! Az kalsýn unutuyordum! Acaba baktýðýnýz bunca ünlü dava arasýnda sizi en çok etkileyeni hangisiydi? Kusura bakmayýn bu soruyu en baþta sormam gerekirdi aslýnda. -Önemli deðil. Aslýna bakarsanýz, benim için, bahsettiðiniz bu medyatik davalar iþimin bir parçasýndan baþka bir þey deðildi. Üzerimde hiçbir etki býrakmadý diyebilirim. Yalnýz öyle bir davanýn hakimliðini yaptým ki o davayý asla unutamam. Kayýtlarýný da hâlâ saklarým. -Bakýn bu çok ilginç. Doðrusu görmek isterdim. -Kalkýyordunuz, eðer vaktiniz varsa sizin için okuyabilirim. -Lütfen, çok memnun olurum. -Peki öyleyse. Lakin benden okuyacaklarým bitinceye kadar izahat istemeyin lütfen. -Siz nasýl isterseniz. ÖLEN GENCÝN EVÝNDE BULUNAN FARKLI ZAMANLARA AÝT OLDUÐU ANLAÞILAN ÜÇ KAÐIT PARÇASINDAN ÝLKÝNDE YAZANLAR Tiksiniyorum Tiksiniyorum Tiksiniyorum. Bütün derecelendirmelerden, kýsýtlamalardan, tabulardan, kýstaslardan, þekillerden, biçimlerden, kanunlardan, prosedürlerden, en küçüðünden en büyüðüne, en basitinden en gerekli görünenine kadar hepsinden ama hepsinden… Beni daha üç-dört yaþýmda iken kimi daha çok seviyorsun, ne kadar seviyorsun sorularýyla, hayal gücümün elverdiði ölçüde, daha o yaþtan derecelendirmeye, sýnýflandýrmaya alýþtýran, hayatýmý kendilerinin belirlediði ölçülerle sürdürmemi isteyen, benim oðlum doktor olacak diye diye beni doktorluk eden, her bayramda arkalarýndan sövdükleri insanlarý evlerinde aðýrlayarak, onlara

44

ihtimam gösteren, beni hiç tanýmadýðým, hiç görmediðim, belki de bir daha hiç göremeyeceðim insanlarýn, en çok kullandýðý organý olduðu için en çok pis olmasý gereken ellerini öpmeye zorlayan, her insan kadar insan, her insan gibi ikiyüzlü anne babamdan, en büyük kusuru daima haklý olmasý olan ve her daim karþýma bir ölçü olarak heykelleþtirilen, dünyayý burnunun üstündeki gözlüðünün o dikdörtgen çerçevesinden gören abimden ve ona küçük geldiði için benim giymek zorunda olduðum bütün giysilerinden… Bütün yalanlardan, riyakarlýklardan, ucuzluklardan, adiliklerden, para denilen o lânet kaðýt parçasýndan, onu kazanmak için uðraþan tüm meslek kümelerinden, her aðzýný açýþýnda çürük malýnýn kalitesi için yemin eden esnaftan, ameliyatta kan kaybý nedeniyle masada býraktýðý hastasýnýn arkasýndan öyle paydosunda fýkra ve kahkahalar arasýnda aðýz þapýrtýlarýyla bol keççaplý big menüsünü yiyen, hastaya el dahi sürmeden reçete yazabilen doktora, özür dilemek ve rica etmek kendisine yeniden yaratýlmak gibi zor gelen, faturasýný yatýrmak için gittiði bankada çoðu zaman insanlarýn tepkisinden çekindiði için üfleye püfleye sýraya geçen asabi görünüþlü askerden, kendisine has kendisine özel hiçbir orijinalite, fikir ve düþünce altyapýsý olmadýðý halde asistaný bulunduðu hocaya teslimiyet, kendi dalýnda verilmiþ eserlerden kýrpma ilimle yükselen tekerleme ezbercisi profesöre, dört yýl boyunca ceza almadan nasýl suç iþlenirin öðrenimini gören yasal soyguncu sýfatýndaki avukattan, sabah elinde sefer tasý iþe gitmenin, akþam gazeteye sardýðý ekmeðiyle eve dönmenin telaþýndaki selamý dosya arasýnda alan memura, anne babasýnýn onu inþasý sýrasýnda temelini saðlam atmamasý sebebiyle bütün yapýlarýnda eksik malzeme kullanan müteahhidinden, aile büyüklerinin kabrini ve seçim bölgesini beþ yýlda bir ziyaret eden, parmak hesabý kadar kýymeti olan mebusuna, yaptýðý iþi tavuklarýn yem toplama telaþýnda ve basitliðinde yapan, cemaatindeki insanlarýn canlarýný deðil de ancak bir kalýp halin-


DERKENAR deki bedenlerini yýkayýp temizleyebilen hamamcý tellaðý imamýna kadar… Þu yazý denilen lekeler ilk bulunduðundan bugüne deðin uydurulan ilim kalabalýðýnýn anasý olup; binlerce kiþinin elinden geçmiþ olan, bulmanýn deðil kaybetmenin; aramanýn deðil sormanýn; kanýtlamanýn deðil çürütmenin; soruya soruyla karþýlýk vermenin, alemi velveleye, karýþýklýða boðmanýn adý olan doyumsuz felsefeden, yüzyýllardýr sayýlarýn kerametini kanýtlamaya uðraþan, evreni ve yeryüzünü onlarla kayýt altýnda tutmaya çalýþan þekilci, sýfýr yüzlü insanlarýn uðraþý olan matematiðe, kelimelerin verdiði býkkýnlýk ve acizlik yetmiyormuþ gibi bir de onlar üzerinde ameliyat yapan kelime cerrahýnýn o geri kafalý gramerinden fareleri, kurbaðalarý iþ ahlakýyla canlý canlý kesip biçen, insanlarýn rahat rahat ölmesini saðlayan týbbiyeye, mana denilen þeyin harem aðalýðýný, kelimelerin cambazlýðýný yapýp hayal aleminde yaþayan, gerçek hayatla yüzleþmekten korkan þairine edebiyatçýsýna, gökyüzünü insanlarýn merakýný gidermek için kullanan falcý astronomiye, kimyasýný kaybetmiþ kimyanýn bakýrý altýn etme hayalinden, her istediðini söylettirmek için her istediðini yazan masa baþý tarihine… Varoluþ tarihi boyunca insanlýðý peþinden sürüklemiþ, hepsi bir kurtuluþ nizamý olduðunu iddia eden, her biri adýna deve yükü kitaplarýn yazýldýðý, salyalarýn köpürtüldüðü, kanlarýn akýtýldýðý, canlarýn alýndýðý bütün -izmlerden istlerden -ojilerden -cýlardan inanç bezirganlarýndan… Ve sizden! Sokaklarý dolduran boþ kalabalýklar! Sizden! Bir boyacý çocuk kadar bile bilinmeyene özlem duymayan, hiçbir fikrin baðýmlýsý olmayýp her fikrin etkisinde kalan ve birini kabul ettikten sonra da onu zekasýyla savunamadýðý için inadýyla destekleyen, tapýndýðý kýymetlere ait alakalar hususunda ödün vermeyen, bir yüzü tiryakiliðe kadar; diðer yüzü nefrete kadar varan bir býkkýnlýk hali içindeki med-cezir toplumu, seri üretim mallarý! Sizden! Ve kendimden… Bir mum ýþýðýnda duvarda dalgalanan gölgem, cinnet geçirmeme neden olan düþünceler, fikirler… Her harfi beni boðan kelimeler, masamda dünden kalma elma kabuklarý, karþýmda duran aynada yarý karanlýk gördüðüm; çizgilerinin biraz daha derinleþtiði, gözaltý torbalarýnýn koyulaþtýðý þu ablak yüzlü surattan; kendimden tiksiniyorum.

Ben ki; insanlarýn, kendilerinde bulunan kötü sýfatlardan duyduðu rahatsýzlýðý giderebilmek için, görüntüde kalan yönlerini izale etmeye çalýþmasýna benzer; bir fahiþenin her an banyo ihtiyacý duyup ruhundaki kirliliði bedeniyle temizlemeye uðraþmasý, bir kadýnýn çantasýný kapkaçýn çaldýðýný gören bir diðer hýrsýzýn kapkaçýn peþinden koþarak onu yakalayýp çantayý kadýna teslim etmesi veya oturduðu mahallede çok dürüst, emanete hýyanet etmeyecek biri olarak görülmesi,böyle davranmasý, bir dolandýrýcýnýn öksüzlere yetimlere açlara yardým eden vakýflara baðýþlarda bulunmasý gibi ben de içimin zehrini, kinimi, usancýmý kaðýtlara kusarak tiksintime kendimce haklý nedenler ortaya koyup bir nevî günah çýkarmýþ olmuyor muyum? Ah! Ben de bir sefil deðil miyim? Evet evet hem de herkesten daha çok. Kendi kusurlarýný görmeyip baþkalarýnýn kusurlarýný gören bir sefil… Ne olurdu þimdi uykunun meçhulüne dalabilseydim! Kendimi bilinmezin, bilmeyiþin, duymayýþýn o esrarlý hazzýna býrakabilseydim. Gözlerimden kan fýþkýran ve daralan ruhumla sýkýla sýkýla bir yumak haline geldiðim þu saatte, marazi düþüncelerle boðuþmak yerine bir hamalýn saadetine eriþebilseydim. Bu anda uykusunu yarým etmiþ, yastýðýndan en güzel aþk ninnileri dinleyen bir hamalýn… Oof! Oooof! Baþým! Yine saldýrýya uðruyorum. Yine damarlarýmda kan yerine isyan geziniyor. Yine midem bulanýyor. Yine haykýrmam lazým! Doðan güne, yok olan geceye, anneme, babama, sokaklarý dolduran bütün insanlara, bütün fikirlere, bütün perestlere, zerrelerinde hissettiði suçluluk duygusuyla birbirlerinin gözlerine bakamayan bu þehrin kurþun askerlerine, bu dünyaya, kupalara, madalyalara, bu yazdýklarýma, uykuya uyanýklýða, tiksintiye, ahenge, nizama, lânete ve bana… Hep bana… Yalnýz bana… Lânet Olsun… ÖLEN GENCÝN EVÝNDE BULUNAN FARKLI ZAMANLARA AÝT OLDUÐU ANLAÞILAN ÜÇ KAÐIT PARÇASINDAN ÝKÝNCÝSÝNDE YAZANLAR O gün de hayatýmýzýn taksimatýnda geçen her güne benzeyen günlerden biriydi. Ben her zamanki gibi mazeretsiz bir þekilde randevumuza geç kalmýþ; hiçbir þey olmamýþ gibi davranmýþtým. Sen yine özel günler için diktirdiðin o 45


DERKENAR göz alan beyaz elbiseni giymiþ; ayaðýna, incecik ayak bileklerini daha da ince gösteren bir sandalet geçirmiþtin. Elinde de hiç düþürmediðin parlak pullu el çantaný taþýyordun. Bana her bakýþýnda gözlerin gülüyor; beni kýzdýrmamak için bir tavþan kadar ürkek davranýyordun. Ben sustukça baþýný önüne eðiyor; buklelerin yüzüne düþüyordu. Dudaklarýmý kýmýldattýkça içime düþercesine bana bakýyor; söyleyeceðim herhangi bir sevgi sözcüðü için bakýþlarýnla sanki "her þeyi feda edebilirim" diyordun. Sözde sýrýlsýklam aþýktýn… Hem de sýrýlsýklam bir deliye. "Sana önemli bir þey söyleyeceðim" demiþtim. Onun için buradaydýk. Sessizliðim devam ettikçe sinirlerin geriliyor; aðzýna aldýðýn sigarayý yakamaz hale geliyordun. Ne kadar istiyordun kim bilir bir kere olsun aðýz kenarýyla da olsa seni seviyorum sözünü benden duymayý. Ne kadar arzuluyordun "sen olmazsan ben yaþayamam" dememi. Bense oralý bile deðildim. Senin her an daha da gerildiðini, asabileþtiðini gördükçe, avýný yakaladýktan sonra parçalamak yerine yavaþ yavaþ ölümünü seyreden tok bir aslanýn zevki içindeydim. Senin gibi aþkýn mücadelesini deðil; mücadelenin aþkýný yaþýyordum. Ve dudaklarýmdaki o çizgilerin þeytâni ifadesini gördün. Sonra bütün kadýnlarýn yegane silahý olan gözyaþýna baþvurup benden teselli bekledin… Bekledin… Bekledin… Ben, hareketsizliðin hareketi içinde sana küçümseyen gözlerle bakýyordum. Sense o bakýþlarýn altýnda eziliyordun. Ezilecektin de. O bakýþlardan anlayamadýðýn þeyi þimdi söylüyorum iþte. "Ne seninle ne de senle yaþayamam, yaþayamýyorum. Sen benim için bir kadýnsýn sadece. Yegane silâhý diþiliði ve gözyaþý olan, erkekliðimi tatmin ettiðim bir cisim, bir madde. Belki diðerlerinden farklý olarak kendisine bedel ödemediðim ve diþiliðinden öte de bütün benliðini bana teslim etmeye kalkan bir varlýk. Anla beni! Buna muhtaç deðilim. Ama senin muhtaç olduðun anlama kudretini kazanabilmen için anla. Anla ki ben aþka inanmýyorum. Aþk için söylenenlere, yaþadýðýný iddia edenlere. Hangi aþýk sevdiðinin cinsel yönünü tamamen unutabiliyor? Kavuþan aþýklarýn hangisinin sonu yatakta bitmiyor? Sevip evlenenler bir ömür boyu birbirlerini seyredip aþk nameleri mi söylüyorlar? Aþklarýnýn dayanýlmazlýðýndan, þiddetinden, acýsýndan mý bahsediyorlar? Seven sevdiðinin baþkasýna gitmemesini niçin istiyor? Onda 46

gördüðü güzelliðin kendisinin malý; yalnýz kendisinin malý olmasýný, tatmin oluncaya kadar o güzellikten faydalanmayý arzuladýðý için. Madem bu kadar çok aþýk var ortada: niçin gazetelerin sayfalarý bir zamanlar birbirlerine aþk yeminleri eden sevgililerin boþanma haberleriyle, þiddetli geçimsizlikten dolayý birbirlerini öldürmeye kalkan evli insanlarla, nafaka davalarýnýn yüksek meblaðlarýyla dolu? Yine her þey dönüp dolaþýp þehvetimizle arzuladýðýmýz varlýklarý bir tutkuya dönüþtürmemize ve onlarý elde ettikten sonra tatmin olup baþýmýzdan atma gayretine dayanýyor? Bugün neden aþk denilince akla hemen Leyla-Mecnun, Ferhat-Þirin, Kerem-Aslý geliyor? Çünkü onlar bütün arzularýna tutkularýna raðmen iþi nihayetinde; yani yatakta bitirmediler, bitiremediler. Ve bu tutkularýnýn körelttiði akýlla etrafta divâne olup dolaþtýlar. Veya öldüler. Zamanla da birer aþk kahramaný haline geldiler. Eðer aþk, devamlý bir hasret, devamlý bir hicran hali olsaydý inanabilirdim. Ama deðil iþte. Anla ki ben her insan tarafýnda kabul edilen, varlýðýnýn þartlarýna göre yaþanýlan duygulardan yoksunum. Ve hepsinde bir maraz görmekteyim. Adýna vefâ dedikleri; arkadaþ olduklarýný iddia eden kimselerin birbirlerini arayýp sormalarýna ben, ya iþim düþersecilik diyorum. Bu vefayý doðuran arkadaþlýk da zaten baþlý baþýna insanýn acizliðinden doðan bir güç birliði deklerasyonu ve birbirlerinin menfaatleri doðrultusundaki uyum yasalarý olduðunu söylüyorum. Acýmak, vicdan ve merhamet ise insanýn zayýf yönüne hitap eden bir sömürü deðil de nedir? Ýyilik, her kapanýn elinde kalan, cinayet iþleyenin de, bir çocuðu dünyaya getirenin de, bir ülkeyi yok edenin de, yeniden bir ülke kuranýn da, insanlarýn gözüne baka baka yapýlan her þeyin altýnda yatan iki yüzlü duygu. Sevgi! Zaten ona inanýyor olsaydým bu kadar safsataya ne lüzum kalýrdý? Anla ki senden bir kadýn olarak alacaðýmý almýþ olmamdan öte de bana verebileceðin, benim kabul edebileceðim hiçbir þeyin yok. Halim, hareketim, bakýþlarým, sana daha nasýl izahat verebilir?" Sen orada, öylece, o küçümseyen bir çift gözün kibirli kývýlcýmlarý altýnda ezilmekteydin. Ezilecektin de. Sonra imdadýna çalan telefonum yetiþti. Arayan abimdi. Bu sefer ses tonu her zamanki bilmiþ edasýný takýnmamýþtý. Yutkunuyor; nefesi týkanýyordu. Bir ara kesik kesik hýçkýrdýðýný bile duydum. Bense her tele-


DERKENAR fon konuþmamda olduðu gibi tek kelimelik yanýtlarla karþýlýk veriyordum. O daha fazla konuþamadý; telefonu kapattý. Ve ben bir kahkaha koyuverdim. Sen, hem o bakýþlardan kurtulduðun için sevinçliydin, hem bu ani kahkaha karþýsýnda þaþkýn. Ne olduðunu sormaya cesaret de edemiyordun. Neyse ki merakýný masayý toplayan garson giderdi. Bu neþeli halimi görüp biraz daha fazla bahþiþ koparmak ümidiyle bana sevecen görünmeye çalýþarak: "Beyefendi galiba sizi neþelendiren bir haber aldýnýz." dedi. Sen de merakla bana bakýyordun. Ben "Evet" dedim. Garsonun cebine umduðu bahþiþi sýkýþtýrýrken "Evet, annem ölmüþ, abim de hýçkýra hýçkýra aðlýyor." Ortaya buz gibi düþen bu sözle birlikte masada müthiþ bir sessizlik… Biraz önceki meraklý bakýþlar þimdi yerini bir tiksintiye býrakmýþtý. Garsonun rengi atmýþ; bön bön bana bakýyor, sense aðzýný ve mideni tutuyordun. Koþarak lavaboya gittin. Garson alelacele boþlarý topladý ve masadan ayrýldý. Sen lavabodan döndüðünde artýk gitmemiz gerektiðini söylüyordun. Bu halinle senelerdir ilk defa seni kendime yakýn bulmuþtum. Ýlk defa beni biraz olsun anladýðýný düþünüyordum. Duyduðumu duyduðunu, hissettiðimi hissettiðini… Hesabý ödemiþ çýkýyorduk ki arkamýzdan o garson yetiþti. Elinde cebine sýkýþtýrdýðým bahþiþ, bana nefret dolu gözlerle bakýyordu. "Bayým, bu paranýzý kabul edemem." Gülümseyerek parayý geri aldým. Benim bana verdiðim kýymeti bana iade eden birini görmek güzeldi doðrusu. Çýktýk… Arabaya doðru yürüyorduk. Sen gözlerini gözlerimle karþýlaþtýrmamak için azami gayret sarf ediyordun. Birden koþarak arabana bindin. Hiçbir þey söylemeyip arkana dahi bakmadan kaçarcasýna oradan uzaklaþtýn. Ýþte buydu benim sana senelerdir anlatmak isteyip de senin anlamamakta direndiðin þey. O gün orada olaylarýn dili deðil de ben konuþmuþ olsaydým yine anlamayacaktýn. Birbirimize ne kadar yabancý kaldýðýmýzý, kalbinin bir köþesinde barýndýrdýðýn benim o ben olmadýðýmý sana, yýllarý içine sýðdýran birkaç dakika nasýl da anlatývermiþti. Artýk konuþacak bir þeyimiz kalmamýþtý. Söyleyecek sözümüz de. Sýrtýnla vedalaþan gözlerime senden sadece, aceleyle arabaya binerken topuðunu kýrdýðýn sandaletin ve bindigin o beyaz arabanýn plakasý takýldý. "34 ANA 161" Sen bütün kýymetlerle beraber benden uzaklaþýyordun. Bense ait olduðum yere; gecenin

içine, karanlýða bir kurþun hýzýyla dalýp bütün meyhaneleri dolaþtým. Ýçtim, her hücremi içkiyle dolduracak kadar içtim. Gördüðüm herkese içki ýsmarladým. Onlara bugünün özel bir gün olduðunu söyledim. Benim için kadeh kaldýrdýlar. Kör kütük sarhoþ olduktan sonra yanýmda baþka bir sarhoþ meyhaneden çýktýk. Ancak o zaman akýl edebildi bu özel günün ne olduðunu sormayý. Ona da söyledim. Önce bir kahkaha attý. Sonra þaka yapýp yapmadýðýmý sordu. Yapmýyordum. O bile benden tiksindi. Lokantada býraktýðým garsonun gözleriyle kanlý kanlý baktý. Sonra… Sonra bana ustruplu bir küfür savurup yine meyhaneye girdi. O anda kahkahalarým arasýnda zevkten gözlerimden yaþ akýyordu. Sallana sallana ara sokaklara daldým. Her köþe baþýnda hayat kadýnlarý vardý. Müþterileriyle pazarlýk yapýyorlardý. Yanlarýndan geçerken her biri ayrý bir laf atýyor, kimisi kolumdan çekip asýlýyor, kimisi fiyatýnýn ucuzluðundan dem vuruyordu. O sýra gözüme, daha önce yaðmurlu bir gecenin sabahýnda, sokakta battaniyesine sarýlarak uyumuþ; sabah da onu kurutmak için yaðmur hala çiselediði halde battaniyesini demirlere asarken gördüðüm, her halinden ömrü batakhanelerde geçtiði anlaþýlan o yaþlý kadýn iliþti. Bir insan görünüþ olarak insanlýk sýfatlarýndan çýkýp ancak bu kadar ucûbeleþebilir. Ýlk defa orada tanrýnýn olabileceðini düþündüm. Bu nasýl çirkinlik! Kalbur sýrtý gibi buruþ buruþ bir yüz, önden iki diþi yok çekilmiþ. Sýrýttýkça sanki bir maðaranýn kapýsý açýlýyor da soðuk ve pis rüzgârlar esiyor gibi. Baþýnda dökülen saçlarýný, kelliðini saklamak için taktýðý yazma, þalvar gibi bir don, ve bir gömlek. Ama bütün bunlara raðmen göz kapaklarýnýn üzerine sürülmüþ mavi sürme, sahte kirpikler, pembeleþtirilmiþ yanaklar, dudaklarýnda etinin mi yoksa rujun mu verdiði belli olmayan bir kýzýllýk. Yanýna gelmek için ona doðru yürüdüðümü görünce bakýþlarýný bana çevirdi. Bir metre kala durdum. Ona bakýyordum. O da bana bakýyordu. "Ne istiyorsun?" dedi. "Seni" dedim. "Seni istiyorum" Hiç alakadar olmadý. Beni ciddiye bile almadý. "Pis sarhoþ" deyip baþýný diðer yana çevirdi. Israr ettim. "Ücreti neyse öderim" dedim. "Ben buradakilerin hepsinden pahalýyým" dedi. Fark etmezdi. Ve bir taksi tutup eve geldik. Yatak odasýna geçtik. Baþýndaki yazmayý çýkardý. Yer yer kelleþmiþ kýnalý bir baþ. Bu kadýn çirkinlik tasavvurlarýný zorluyor. "Dur" dedim. "Üzerini çýkarma. Yan yana 47


DERKENAR yataða uzanalým." Ve yan yana yataða uzandýk. Bana "Garip bir adamsýn. Niçin beni seçtin?" dedi. Tuhaf; ben de onun garip bir yaratýk olduðunu düþünüyordum. "Sende bütün bir insanlýðý görüyorum" dedim. "Nasýl?" dedi. Her kadýn gibi anlamayarak. Ýnsanlýðýn ýrzýna geçmek istiyorum desem yine anlamayacaktý. "Boþ ver bunlarý" dedim. "Yaklaþ bana" Yaklaþtý ve o kýzýl bir et parçasý halinde duran dudaklarýndan öptüm. Pis bir küf kokusu aðzýndan aðzýma yayýldý. Daha iðrenç gelen bir ýslaklýk da dudaklarýndan dudaklarýma. Gözlerimi açamýyordum. Her taraf gittikçe kararýyordu. Galiba sýzmaya baþlamýþtým. Bir elim kadýnýn sürülmüþ tarla gibi olan suratýyla bulaþýk teli gibi olan saçlarýný okþar vaziyette kendimi kaybetmiþim. Uyandýðýmda saat onbirdi. Dün geceden kalan sadece korkunç bir baþ aðrýsý; ayný korkunçlukta bir küf kokusu ve yaný baþýmda býrakýlmýþ bir not: "Fiyatýmýn yüksek olduðunu söylemiþtim. Cüzdanýndaki bütün parayý alýyorum. Evini biraz karýþtýrdým. Umarým kýzmazsýn. Ayrýca fotoðraflarda beraber göründüðün kýz da çok güzelmiþ.Ben hep oradayým." ÖLEN GENCÝN EVÝNDE BULUNAN FARKLI ZAMANLARA AÝT OLDUÐU ANLAÞILAN ÜÇ KAÐIT PARÇASINDAN ÜÇÜNCÜSÜNDE YAZANLAR Ýnsanlarý neden mutluluklar deðil de felaketler birleþtirir? Daha düne kadar birbirlerinin arkasýndan söylenmedik söz býrakmayan ve on yýldýr birbirlerini görmemiþ olan teyzem, þimdi burada annemin tabutuna sarýlýp af diliyor. Abim beþ senedir Türkiye'de bulunmayan, beþ senedir görmemiþ olduðu amcamýn koluna girmiþ ayakta zor duruyor. Ben; yani ailenin haþarý çocuðu. Yine herkese karþý mesafeliyim. Herkes aðlayýþýnýn periþanlýðýný saklayabilmek için kara kara gözlüklerin arkasýna saklanmýþ. Bense umursamaz gibi görünen yüz hatlarýmýn donukluðunu ve yaþ dökmeyen gözlerimi gizliyorum bu karanlýklarda. Bir seda "Allahu Ekber". Cenaze namazý. Erkekler namaza durdu. Bak hele! Abim de namazda. Bir defa alnýnýn yere deðdiðini görmemiþimdir. Pis riyâkar. Annesinin namazýný bile kýlmadý demesinler diye kýlýyordur. Kýlmýyorum lan iþte. Kim ne derse desin. Size de, inanmaya da, sizin inandýklarýnýza da inanmýyorum. Aslýnda sizler de inanmýyorsunuz. Ýnan48

manýn gerektirdiði gibi yapýyor, inanarak yaþamýyorsunuz. Sanki bulunanlarýn hepsi fýsýldaþarak beni konuþuyor. Öz annesinin ölümüne kayýtsýz duran beni… Cenaze namazýný dahi kýlmadý diyorlar. Yok yaa, beni konuþtuklarý falan yok. Vicdan denilen þey benim öyle hissetmemi istiyor herhalde. Bastýrýlamayan bir suçluluk duygusunun tezahürü mü yoksa bu olanlar. Ne vicdaný, ne suçluluk duygusu! vicdan denilen þeyi çoktan yitirmiþ olmalýyým ben. Suçluluk duygusuna gelince… Bir nedeni yok ki. Annemi sanki ben mi öldürdüm ki suçluluk duygusuna kapýlayým. Peki ben öldürmediysem kim öldürdü? … Kim? Hayýr hayýr! Benliðimin inanmadýðý þeyi dilimin ucuyla söyleyip kurtulamam bu sualin çetinliðinden. Hayýr! Tanrý demeyeceðim. Onu katil olarak görme zevkini tadacak olsam bile ona benliðimi iþgal hakký, var olma hakký tanýmayacaðým. Ah þu insanlar ve kendi kendilerine yarattýklarý ilahlarý… Kesin olan bir þey varsa o da insanlarýn kendilerinde olan kudreti görmedikçe aciz kalacaklarý ve aciz olduklarýdýr. Ýnanmaya inanan ama kendisine inanmayan insan... Ýnanmaya inandýðý için kâh dileyip de ulaþamayacaðýný düþündüðü þeyler için gece gündüz dua eder, yalvarýr; hatta gözyaþý döker; o iþ olduðunda da bunu inandýðý ilahtan bilip þükrederek gözyaþý akýtýr, kâh baþýna gelen bir beladan dolayý durmadan tasavvurundaki suçlarý için af dileyen, yine gözyaþý döken insan. Galiba benim de aðlama kabiliyetini kazanabilmem için kafamdan bir ilah uydurup ona tapýnmam gerekiyor. Ýmamýn sesi; "Mevtayý nasýl bilirdiniz?" Cemaatinki "Ýyi bilirdik". Aptal imam! riyakar cemaat! O aptal imam ki; cenazesine gelen insanlarýn ölen kiþiye karþý binbir hýncý da olsa usûlen iyi bilirdik diyeceklerini bildiði halde usûlen soruyor. O riyâkar cemaat ki; on yýldýr annemle küs olan teyzem, beþ yýldýr yüzünü görmediðim amcam, ve ilk defa cenazede yüzlerine þahit olduðum birçoðu. Madem iyi bilirdiniz; bu zamana kadar neredeydiniz? Madem bu kadar seviyordunuz; saðlýðýnda niçin yanýna gidip görüþmediniz? Ýnsanlar hayatlarýný öldükten sonra arkalarýndan iyi bilirdik diyecek iki yüzlü bir insan topluluðu býrakmak için mi yaþýyor? Ve yalancý samimiyetler; elimi tutup baþýn saðolsun demeler, acýný yürekten paylaþýyorum palavralarý,ölüm herkesin baþýnda, vadesi dolmuþ safsatasý ve beni çýldýrtan o sözler: "Allah'ýn


DERKENAR kaderi annene bu kadar ömür biçmiþ, sayýlý nefes". Ahh! Yine midem bulanýyor, yine damarlarýmda kan yerine isyan geziniyor, yine tiksintim geliyor. Haykýrmak istiyorum yüreðimi parçalarcasýna haykýrmak! Ýstisnasýz; riyâkar, yalancý, adi, sefil, olan bütün insanlara, insanlarýn insanlarý, insanlarýn beni kýskývrak yakalayýp bir labirente týkmak azminde olan bütün yaranmacý dogmatik tabularýna ve size sayýn Tanrý! Ölmeden önce birkaç saniye de olsa alelade insanlarýn sizin varlýðýnýzdan duyduðu teslimiyet hazzýný duymaktan vazgeçerek size haykýrmak istiyorum. Sizin olmadýðýnýzý; kaderimi kendi ellerimle þekillendirdiðimi, nasýl yaþayacaðýmý kendim belirlediðim gibi ne zaman nasýl ve ne þekilde öleceðime de benim karar vereceðimi, yine kendi tasarrufumla hayatýmdan vazgeçecek bir inatla kanýtlayacaðým. Göreceksiniz. OLAY ANINDA KARÞI BALKONDA BULUNAN KADININ ÝFADESÝ Hayýr tanýmazdým. Sadece bir defa görmüþtüm. Ben balkonda o zaman henüz doðmamýþ olan çocuðum için kendi ellerimle ördüðüm patikleri, þapkalarý, yelekleri karþýma koymuþ hayran hayran seyrediyordum. Bir ara patiklerden bir çiftini almýþ dudaklarýma götürürken gayri ihtiyari gözüm ona takýldý. O karþýmýzdaki binada, yedinci katýn balkonundaydý. Oturmuþ herhangi bir duygu ifade etmeyen boþ gözlerle bana bakýyordu. Hayýr hayýr, korkunç bir tarafý yoktu. Daha çok ezik, yýlgýn bir hali vardý. Ama ne de olsa insan yabancý birisinin kendisini seyrediyor olmasýndan hoþlanmaz. Ben de içeriye geçtim. Bir daha da görmedim zaten. Evet olay zamaný da dahil olmak üzere. Olay anýnda balkondaydým. Çamaþýr asmak için çýkmýþtým. Eþim de içerde televizyonun baþýnda millî maçýn baþlamasýný bekliyordu. Sonra mý? Sonrasýný hatýrlamýyorum. Ben son zamanlarda beni uykudan sýçratan kabuslarýmdaki o korkunç gürültünün sesiyle oracýða yýðýlýp kalmýþým. Kendime geldiðimde baþýmda eþim vardý. Aþaðýda da bir yýðýn insan, homurtular, ambulans sirenleri falan. Evet kabuslarýmda. Bunu anlatmam için biraz sabýrlý olmanýz gerekiyor. Çünkü en baþtan anlatmam lazým. Esrarlý bir tarafý var. Tamam peki. Bakýn, eþimle ben liseden beri birbirimizi gizliden gizliye seviyormuþuz. Ben beni biliyor-

dum, o da kendini. Birbirimizden haberimiz yoktu yani. Tabi bir de reddedilme korkusu var. Neyse… O bütün cesaretini toplayýp duygularýný bana açtý. Meðer ikimiz de o güne kadar basit olaylarýn yalancý çehresine aldanarak ne vehimlere kapýlmýþýz. O günden sonra ikimizin de yüreðinde çarpan tek gayesi oldu; evlenip beraber mutlu bir yuva kurmak. Þükürler olsun ki nasipmiþ. Bu sefer de ikimizin yüreði bir olup baþka bir gaye etrafýnda çarpmaya baþlamýþtý: çocuk… Bilseniz ne hayaller kuruyorduk. Eþim her eve geldiðinde gördüðü beþiklerden, oyuncaklardan, kurmayý düþündüðü çocuk odasýndan bahsediyor; bense mavili pembeli patikler, hýrkalar, çocuk þapkalarý örüyor, nasýl bir anne olacaðýmý hayal ediyordum. Her hayal ediþimde de içimi tatlý bir heyecan kaplýyordu. Henüz anne bile deðildim. Ama bir gün mutlaka olacaktým. Olmadý. Seneler art arda geçti. Evliliðimizin dördüncü senesi bitmiþti ve bizim bir çocuðumuz yoktu. Eþim eve her geldiðinde benim günden güne mahsunlaþan çehremi, içine kapanan halimi gördükçe bana destek olmaya çalýþýyor; üzülmememi istiyor, eðlencelere götürüp biraz olsun yüzümde gülümsemeyi temin etmek için uðraþýyordu. Ama ne mümkün! Çocuðu olmayan bir kadýn nasýl gülebilir, nasýl tam olabilir? Ben gizli gizli aðlýyor; sandýktan, nasýlsa olacaðýný düþündüðüm çocuðum için ördüðüm el iþlerini çýkartýp onlara bakarak iç geçiriyor, belki yanan baðrýmý söndürür diye onlarý göðsüme bastýrýyordum. Kâh üst kattaki komþunun altý aylýk dahi olmamýþ çocuðunu sevmeye gidiyor, kâh balkondan aþaðýda oynayan çocuklarý seyrediyor, kâh gecenin bir yarýsýnda komþunun çocuðunun aðlamasýný duyup bina boþluðundan sesini daha iyi duymak için mutfaða gidiyor; içim lime lime parçalanýrcasýna, gözlerime aðlamaktan kan otururcasýna onu dinliyor; bebeðin ihtiyacý giderilip susmasý saðlanýncaya kadar onunla beraber kahroluyordum. Yine böyle günlerden biriydi. Bebeðin baðýrmasýný duyar duymaz kalktým. Annesi de kalkmýþ söylene söylene mutfakta bebeðe süt ýsýtýyordu. Çocuk aðlýyor; ben kahroluyordum. Artýk tâkatim kalmamýþtý. Sandalyenin bir ucundan destek almak için uzandýðýmda sandalyeyle beraber yere düþmüþüm. O gürültüyle eþim uyanmýþ. Beni o vaziyette yarý baygýn, kendinden habersiz sayýklar bir halde bulmuþ. Devamlý "Allahým bana bir 49


DERKENAR çocuk ver de istersen benim canýmý al" diye sayýklýyormuþum. Üç gün bu halde kaldým. Doktorlar buhran geçirdiðimi ve benim yanýmda çocuk lafýnýn açýlmamasý gerektiðini söylemiþler. Çevremdeki bütün insanlar hiçbir þey olmamýþ gibi davranýyor; daima beni neþelendirecek, eðlendirecek þeyler yapmaya çalýþýyorlardý. Böyle böyle iki ay geçti. Ýki ay sonra bende bir mîde bulantýsý, bir baþ dönmesi belirdi. Eþim hemen bir doktora götürdü. Ve bir mucize gerçekleþti. Hamileydim. Bir çocuðum olacaktý. Her halde o dakika, o saniye dünyanýn en mesut insaný bendim. Bir çocuðum olacaktý. Ve bir çocuðum oldu. Mini mini elleri, ince damarlarýn yüz hatlarýnda gezindiði yumuþak teni, ufacýk ayaklarý, kar tanesinden daha narin bir vücûdu vardý. Ona dokunmak, onu sevmek, onun sesini duymak, aðlayýnca karnýný doyurmak, altýný temizlemek, onun senin bir parçan olduðunu görmek, onun annesinin sen olduðunu bilmek ne mükemmel, ne harika, insana var olduðu hissini veren ne ebedî bir duyguydu. Bütün dünyaya ben anneyim diye haykýrasým geliyordu. Televizyon kanallarýnýn programlarýný yarýda kesip benim anne olduðumu bildirmelerini, bulutlarýn dahi bir anneyle çocuk figürü çizmesini istiyordum. Ruhumda sevgi namýna ne varsa son zerresine kadar çocuðuma akýtýp bu saadetimi kimse bozamaz derken o kâbuslar baþladý. Rüyamda bir þey hissediyorum; bir cisim, bir madde. Onu görmüyorum ama hissediyorum. Aþaðýya düþtüðünü hissediyorum. Her yer karanlýk. Hiçbir þey göremiyorum. Önce bir gürültü, sonra o gürültüye eklenen korkunç bir þangýrtý duyuyorum. Zaten o þangýrtýyla da birden sýçrayýp uyanýyordum. Evet, bu rüya beþ altý defa böyle devam etti. Lakin son seferinde diðer rüyalarda olmayan bir þey oldu. Bir ateþ topunun kývýlcýmlar saçarak üzerime geldiðini, eþimin hayýr diye baðýrdýðýný ve yukardan düþtüðünü hissettiðim varlýðýn içinde o ateþ topunun kaybolduðunu gördüm. Zaten o gün de çamaþýr asmaya çýkmadan önce çok dalgýndým. Eþim bu halimi fark edip nedenini sorunca mutfakta düþtüðümde yarý baygýn iniltiyle dua arasý sayýkladýðým sözleri hatýrlatýp þimdi bu sözün ikinci kýsmýnýn gerçekleþmesinden korktuðumu söylediðimde farkýnda olmadan ikimiz de birbirimize sarýlýp aðlamaya baþlamýþtýk. "Hayýr" diyordu eþim "hayýr". Böyle bir þey olmayacak. Olmamalý. Sensiz ben de bu 50

yavrucak da yaþayamayýz. Allah senin canýný alacaksa bizimkini de alsýn. Veya senin canýný da baðýþlasýn. Yine aðlayarak ayrýlmýþtýk. Ben çamaþýr sepetini alýp balkona çýktým. O da biraz arkamdan baktýktan sonra televizyonun baþýna geçti. Sonra hepimizin bildiði malum hadise gerçekleþti. SANIÐIN OÐLUNUN VERDÝÐÝ ÝFADE Tabi ki biliyorum. Ayný binada oturuyorduk. Onu bilmemem için kör ve saðýr olmam lâzým. Hayýr hiç konuþmamýþtýk. Hani þu devamlý düþünceli insanlar vardýr ya. Onlardandý. Bir þey kaybetmiþ de her adýmýnda onu arýyormuþ gibi gözleri daima yerlerde gezinirdi. Olaylarý farklý yorumlayan biri olsa; meselâ bir edebiyatçý; onun, ayaðýnýn altýna aldýðý taþlarýn renklerinden, üsluplarýndan ve çizgilerinden bir þeyler okuduðunu, bir þeyler anladýðýný, hayatýn sýrlarýna orada kavuþtuðunu düþünebilirdi. Hayýr ben öyle düþünmüyorum. Bence aptalýn biriydi. Ama kendine bir gizem verebilen bir aptallýktý onunkisi. Onu sevmediðim kanýsýna nerden vardýnýz? Tanýmam ki seveyim. Ben bilirim dedim. Tanýrým demedim. Merdivenlerde dolaþan bir hayalet gibi sadece takýrtýlarýný duyduðum, bazen donuk gözlerine ve uzaklaþan gölgesine rastladýðým biriydi sadece. Üzülmedim de. Hem bunda üzülünmesi gereken biri varsa istediðine ulaþan o deðil; istediðine ulaþýrken bana býraktýðý vicdan borcu ve babama yüklediði suçtur. Daha önce de söylemiþtim olay sýrasýnda orada olmadýðýmý. Az bir zaman önce çýkmýþtým. Ayný sorularý sormak zorunda mýsýnýz? Peki peki. Daha önce de söylediðim gibi ben futboldan nefret ederim. Babamsa futbola tapar. Okuduðu gazeteler, seyrettiði programlar, konuþtuklarý, yaptýðý sohbetler, her þey futbolla ilgilidir. Belki de ben bu yüzden; yani babamýn benden; öz oðlundan; kanýndan daha çok bir deri parçasýný bir çerçeveden içeri sokmak için boðalar gibi yeþil bir alanda boðuþan insanlara zaman ayýrdýðý için nefret ediyorumdur. Neyse, babamýn BrezilyaTürkiye maçýný kesin seyredeceðini bildiðimden evde durmak istemiyordum. Onun o yarý deli halini, hele bir de yenmeleri halinde kovanýndan boþalan arýlar gibi sokaklarý boðan binlerce zývanadan çýkmýþ insan sürüsünü görmek, yaptýklarý gürültüleri duymak istemiyordum. Benim gibi düþünen arkadaþlarla ava gitmeye karar


DERKENAR verdik. Millî maç olmasý umurumda deðil. 21. yüzyýlýn dînine inanmýyorum. Gereðini de yapmayacaðým diyorum. Niçin ýsrar ediyorsunuz? Ayrýca deri yüzlü bir yuvarlaðýn cilvesine mi kaldý millî duygular. Tamam anlaþtýk, nerde kalmýþtýk? Ha evet! Arkadaþlarla ava gitmeye karar vermiþtik. O sebeple ben, babamýn bana vermeye bir türlü yanaþmadýðý tüfeði gizlice almaya karar verdim. Nasýlsa maç heyecanýyla anlamaz diye düþünmüþtüm. Evet galip gelinen maçlarda heyecanla havaya ateþ ettiði olmuþtur. Ama hep diðerini kullanýrdý. Onun el yapýmý, gümüþ iþlemeli, zarif bir görüntüsü olduðundan dolayý yatak odasýndaki duvarda asýlý durur, onu kullanmaya bir türlü kýyamazdý. Dedim ya, anlamaz. Yensek de yenilsek de babam bir gün kendine gelemezdi. Hem ayrýca her daim göz önünde olan þeylerin varlýðý hissedilmez ki yokluðu hissedilsin. Babam onun duvarda olmadýðýný anlamaya kalmadan ben eve dönmüþ olurdum. Tüfeði götürmenin en iyi zamaný da babamýn televizyonun baþýna geçtiði andý. Ben de öyle yaptým. Yatak odasýna gidip tüfeði alýp iyice temizledim, yaðladým, sýkýþýp sýkýþmadýðýný kontrol etmek için içine kurþun koymuþtum ki babam odanýn kapýsýný açtý. Hemen silahý eski haline getirdim. Ýþte o sýrada mermiyi aðzýnda unutmuþum. Zaten babam da hýþýmla çekti tüfeði ve tüfekle beraber salona geçti. Son olarak baktýðýmda babam televizyonun karþýsýnda bir elinde kumanda diðer elinde gövdesinden tuttuðu silahla oturuyordu. Ben de o sinirle kapýyý vurarak çýktým. Babam arkamdan baðýrmýþtý: "Bugün sana inat bununla atacaðým". Ýçinde kurþun olduðunu bilmiyordu. Ben de o kýzgýnlýkla hatýrlatmadým. Kim bilebilirdi ki örümcek aðý gibi birbirine düðümlü olaylarýn bütün olmazlarý bir araya toplayýp olur ederek bu içinden çýkýlmaz esrar yumaðýný doðuracaðýný? Ben bilemezdim. SANIÐIN KARISININ VERDÝÐÝ ÝFADE Yirmi beþ senelik evliyiz. Tabi aramýzda acý tatlý bazý olaylar olmuþtur. Ama her þey raðmen o benim kocam. Çocuðumun babasý. Oðlumun öyle söylediðine bakmayýn. Ýkisi de birbirini çok sever. Lakin belli edemiyorlar iþte. Doðru, oðlum maçtan nefret eder. Babasý sebebiyle yani. Babasý futbola biraz fazla düþkündür. Maç baþlamadan önce biraz tartýþmýþlar. Ben mutfaktaydým. Salona geçtiðimde giriþ kapýsýnýn sertçe çekilip merdi-

venlerden koþarcasýna birinin gürültüyle indiðini duydum. Kocamýn arkasýndan baðýrmasýyla onun oðlum olduðunu anladým. Hep bu futbol denilen meretin yüzünden. Oðlum babasýný hep futboldan kýskanmýþ; ona gösterdiði ilgiyi görememekten içten içe hayýflanmýþtýr. Bu sebepten futbola olan düþmanlýðý. Ve içindeki kini tüketebilmek için de daðda bayýrda dolaþýp havaya ateþ etmesi. Sözde avlanýyor. Daha eve vurduðu bir hayvanla geldiðini görmemiþimdir. Bilirim yapamaz. Kýyamaz bir canlýya. Hem vejeteryandýr da. Herkesten saklar. Kimseye söylemez. Benden bile gizlemeye çalýþýr. Ama ben anlarým. Ben bir anneyim. Gene mi o gözü kör olmayasýca. Nerden çýktý karþýmýza. Binada kimseyi rahatsýz etmeyip gölge gibi dolaþýrken herkes onun biraz esrarengiz ama etliye sütlüye karýþmayan, kendi halinde biri olduðunu düþünüyor hatta ona acýyorduk bile. Yok caným, onu kimse yakýndan tanýmazdý. Bir iki defa teþebbüs etmedim deðil. Yaptýðým yemeklerden yalnýz kaldýðýný düþünerek bir kap da ona götürüyordum. Hiç birini kabul etmedi. Ya kapý deliðinden bakýp beni görünce kapýyý açmýyor ya da açýp kabul edemeyeceðini söylüyordu. Bir gün çok ýsrar ettim. Bana kýzgýn kýzgýn minnet duygusuyla kimsenin beni baðlamasýna izin veremem dedi. Ve kapýyý kapattý. Bir daha da görmedim. Olay günü de. Olay anýnda zaten göremezdim. Sýrtým balkona dönüktü. Yani ben salona girip kapýyý sertçe kapatýp gidenin oðlum olduðunu anladýðýmda çok üzülmüþtüm. Yine ayný sebepten tartýþtýlar diyor; kocama kendimce söylenip duruyordum. Sinirlerini yatýþtýrýp onu da biraz kýzdýrabilmek için elektrikli süpürgeyle ortalýðý temizlemeye baþladým. Böylelikle gürültü yapýp onu da rahatsýz ediyordum. Televizyonun olduðu yeri temizlemek bahanesiyle televizyonu kapattým. Kocamýn ayaklarýný konsolun üzerinden yere attým. Konsolu yerine koyup elektrikli süpürgeyi açmak için kocamýn oturduðu koltuðun arkasýna geçtim. O, benim kendisine sinirlendiðimde huysuzlandýðýmý bilirdi. Hafif tebessüm ederek genelde yatak odamýzda asýlý duran gümüþ iþlemeli tüfeði bana doðru yöneltti. Ben de silahý elimin tersiyle yana doðru itiverdim. Ne olduysa o anda oldu zaten. Ýkimiz de donakalmýþtýk. Önce korkunç bir gürültü; sonra ona eklenen daha korkunç bir þangýrtý duyuldu. Ve olan olmuþtu iþte. Sadece þaka yapmak istemiþti. Ýçinde kurþun olduðunu bilseydi 51


DERKENAR bana doðrultur muydu! Eli tetiðe gider miydi sanýyorsunuz? Gitmezdi. Vallahi billahi gitmezdi. Þakaydý iþte. Küçük masum bir þakaydý hepsi. SAVCININ ÝDDÝANAMESÝ Sayýn Hakim. Þu anda öyle hassas bir konu üzerindeyiz ki, bu, sadece, bir insanýn, fiilinden dolayý zan altýnda kaldýðý cürmü deðildir. Bu bir cemiyet meselesidir. Bu, ayný toplumda yaþayýp da giydiði esvaptan duyduðu hisse kadar hiçbir yakýnlýk baðý bulunmayan iki insanýn muhasebesidir. Bu, düþünen, düþünmek zorunda olan, düþünmek için yaratýlmýþ olan ve her fikrin ruhuna attýðý çizikle yol ortasýnda kalmýþ bir solucan gibi kývranan, acý çeken, hayatýn ve ölümün nabzýný kafatasýnda duyan bir insanla; belki sizin gibi, belki benim gibi, belki hepimiz gibi, belki sokaklarý dolduran milyonlarca insandan herhangi biri gibi olan, her insanýn benliðinin bir köþesinde gizlediði aykýrýlýk duygusunu beyninin pazularýyla deðil de kollarýnýn pazularýyla tatmin etme yoluna giden, günümüzde meþhur olan o tabirle bir þehir kovboyunun muhakemesidir. Ýzninizle size onlarý tanýtmak istiyorum. Bir genç düþünün; hayatýnýn baharýnda, göðsünden harf þeklinde mýzraklar çýkaran, göðsünden çýkardýðý her mýzraðýn býraktýðý her iz ve her acý onu biraz daha hýrçýnlaþtýran biraz daha asileþtiren. Kitapla gelene inanmayýp el yordamýyla hakikati arayan bir genç. Bir genç düþünün; yaþýtlarý diskolarda, barlarda, kafelerde evcilik, elim sendecilik oynarken cemiyetin insana yüklediklerini, insanýn kendi kendine yüklediði kaideleri diðerleri gibi kabul edip huzura ermek yerine topunu birden reddedip bir anne gibi sarýldýðý isyan memesinin sütünü son damlasýna kadar soran, ruhunda çürüttüðü bütün kavramlarýn sonunda tosladýðý o kavramý; tanrý kavramýný da çürütebilmek için canýndan bile geçmeyi göze alan, kendi isyanýna duyduðu samimiyetle kendi kendisinin kahramaný olabilecek bir genç. Bu söylediklerimle onu kutsadýðýmý sanmayýn. Nihayetinde o, toplum için bir suçluydu. Bizim gibi yaþamadýðý, bizim gibi düþünmediði, bizim kabul ettiklerimizi kabul etmediði için öldükten sonra üzerine kireç dökülmesi gereken bir suçlu. Evet, riyakarlýðýn bile samimi olmasý gerektiðini düþünen ben, bu suçlunun isyanýnýn samimiyeti karþýsýnda ona saygý duyuyorum. Ve asla affetmiyorum. Öz oðlundan esirgediði sevgiyi televizyon 52

camekanlarýna baðýþlayanlarý, hiçbir idrak zevki yaþamadan hayatlarýný baþkalarýnýn hayatlarý üzerine inþa edenleri, futbol zevkini tiryakileþtirip kutsayanlarý, her galibiyet sonunda düþüncesizce gökyüzünü kurþun yaðmuruna tutan þehir kovboylarýný asla affetmiyorum. Ve sizden de affetmemenizi ricayla toplumda yaþayan milyonlarca insanýn; sizin, bizim kendimizde barýndýrdýðýmýz iflah olmayan munzur yanýmýzý kötü tarafýmýzý mahkum etmenizi isteyip bundan sonrakiler için bir misal teþkil etmesi açýsýndan bir can alan bu düþüncesizliðe verebileceðiniz en aðýr cezayý vermenizi talep ediyorum. SANIÐIN AVUKATININ MÜDAAFASI Bravo bravo! Sizi alkýþlýyorum Savcý Bey. Çok güzeldi. Nerden bu sözler? Hangi piyesten? Eðer gerçekten sizinse siz bir þair olmalýsýnýz. Ne kadar kolay deðil mi laf cambazlýðýyla insanlarý büyülemek! Samimiyetten bahseden sizin için bile! Öyle tanýttýnýz ki; avukatlýðýný yaptýðým þahsýn yer yüzünde suç ve kabahat namýna ne varsa hepsinin müsebbibi olduðunu zannettim bir an. Diðer taraftan ölen genç ise kendi düþünceleri için ölmeyi göze almýþ bir fikir þehidiymiþ meðerse. Peki gerçekten böyle mi? Tabii ki hayýr. O, kendi diliyle kendisinin deli olduðunu haykýrmýyor mu her fýrsatta? Annesinin öldüðünü, abisinin aðladýðýný duyunca kahkaha atan yine o. Ýnsan ruhunun temel elementleri diyebileceðimiz duygulardan yoksun olduðunu bir kývançla söylemiyor mu? Kabul etmediði bir Allah'a kafa tutacak kadar muvazenesini kaybetmemiþ miydi? Eðer evinin çeþitli köþelerinde rastladýðýmýz o üç kaðýt parçacýðý da olmasaydý hayatý ve neden böyle bir iþe teþebbüs ettiði hakkýnda bu kadar bile bir bilgi sahibi olamayacaktýk. Siz þimdi tutmuþsunuz asýl murâdý ölmek olan ve ölmüþ olan birini deðil de yaptýðý cürüm aklýnýn kýyýsýndan dahi geçmesine imkan olmayan birini suçlandýrýyorsunuz. Karýsýnýn ve oðlunun ifadelerini okudunuz. Suçunu neye dayandýrýyorsunuz? Belki canýndan bile çok sevdiði oðluna bu sevgiyi bir türlü gösterememesi sebebiyle mi yoksa oðlunun tüfeðin aðzýnda kurþun býraktýðýný bilmediði için lâtife amaçlý eþine tüfek doðrulttuðu için mi? Futbol tutkunu olup kazanýlan maçlarýn ardýndan havaya ateþ etmesi sebebiyle mi? Eðer öyleyse koskoca bir


DERKENAR ülkeyi yargýlamanýz gerekecek. Bence siz bir kaza kurþununun sahibi olan müvekkilimi tedbirsizlik nedeniyle bir ölüme sebebiyet verdiðinden dolayý deðil, onda gördüðünüz sokaklarý, caddeleri dolduran milyonlarýn ve kendinizin çirkin, kötü tarafýný mahkum etmeye çalýþýyorsunuz. Biliniz ki herkes kendi cezasýný çekmelidir. Sizin yarý canavar olarak tanýttýðýnýz bu kiþinin olaydan sonra tek bir kelime bile konuþmadýðýný biliyor muydunuz? Buna ne buyrulur? Sayýn Hakim. Bu olay o kadar aþikar ki aydýnlýðýndan hakikatin gizli kalacaðý, yanlýþa düþüleceði endiþesindeyim. Bu endiþemi gidereceðinizi temenni ediyorum. Sizden istirhamým; yaþanmýþ olduðu için inanmak zorunda olduðumuz bu olayda müvekkilime eldeki ifade, bilgi ve belgeler ýþýðýnda suçsuzluðuna hükmedip serbest býrakmanýzdýr.

olan ………’a isabet edeceði sýrada çatý katýndan atlayan gencin vücuduna saplandýðý ve gencin altta bulunan manavýn brandasýnýn üzerine düþmesi sebebiyle binadan atlamasýnýn kendisine ölümcül bir zarar vermeyeceði anlaþýlmýþ olup üç gün hastanede komada yattýktan sonra ölen gencin ölüm nedeninin tamamiyle aldýðý kurþun yarasý olduðu belirlenmiþtir. Yapýlan incelemeler, eldeki bilgi ve deliller ýþýðýnda Türk Ceza Kanununun 455. maddesi gereðince sanýðýn ihmal ve tedbirsizlik nedeniyle bir kazaya sebebiyet vermesinden dolayý üç yýl dört ay aðýr hapsine karar verilmiþtir. -Sanýðýn söylemek istediði bir þey var mý? -Evet.

KARAR …Genç, geçirdiði fikrî buhran neticesinde bunalýma girip oturduðu binanýn çatý katýndan atlayarak intihara teþebbüs etmiþ ancak dördüncü katta oturan ……..sanýk eline aldýðý tüfeðin içinde kurþun olmadýðýný zannettiðinden eþine doðrultmuþ, eþinin kendisine doðrulan tüfeði yana itmesiyle tüfek ateþ almýþtýr. Yapýlan incelemeler neticesinde tüfekten çýkan kurþunun karþý binanýn balkonunda çamaþýr asmakta

-Afedersiniz rahatsýz ediyorum ama Muammer'ciðim kapýda seni görmek isteyen biri var. -Müsadenle hemen geliyorum. -… -Kusura bakma eski bir dost geçerken selam vermek için uðramýþ. Nerde kalmýþtýk? -Sahi, maç kaç kaç bitmiþti? -Bir sýfýr kaybettik.

...

MUTFAKTAKÝLER Alev Alatlý ile söyleþi / A.Mahir Pekþen: Öykücü / Bahadýr Cüneyt: Kitap özeti / Fatih Nergiz: Þoförle konuþmayýn / Hatice Göksu: Yeniden üret kendini / Hümeyra Yargýcý: Romanlarda kadýn temasý / Mine Aksoy: Ziyaretçi / Sami Kýlýç: Mavi Ela Kara Gözlü Hasret / Fotoðraf yazýlarý

Bütün söyleşilerimiz internette www.derkenar.gen.tr

53


DERKENAR

Yasin Mortaş

GÜNLERÝN ATEÞÝYLE yankýlarýn arkasýnda kalan yolu uzun bir yýpranmanýn payýna akþam gibi býraktým karanlýðýn serüvenlerine iliþen aðýt gibi döküldüm kalan yanlarýma yýpranmýþ manolyalarýn güne büzülen ellerini tütün gibi yakýp derin ateþlerde direncimin küllerini kazýyorum yaðmursuz mekanlarda olmazlarýn hafifliðine çekilen bir yaký yüreðimin kaselerinde buðulanan bu odada cebimde kuruyan ateþlerin ýrmaðýný söndürdüm sözcüklerime Kong kuþu gibi alçaldý yalnýzlýðýn merhameti yüküyle ödevlere akan su akýþkan gövdeme yaslanýp serüvenlerin hýzýna koþan latif bir algý gibi sakladým ölüm ritimlerini amelini taþlatan þeytan barakalarýnda taþ yaktým aðýrlaþan günlerin ateþiyle alacakaranlýklara inen bir serüven kýldým ayaðýmýn tozlarýný düþünceleri oyalayan algýnýn papatyasýný çiðneyip yuttum saçlarýma yönelmiþ güneþlerin ev ödevlerini

54


DERKENAR

Fatma Pekşen

BÝR ÇÝFT BOT Üçüncü kez açtý perdeyi. Kýraðý çökmüþ güz çayýrlarý ölgünlüðündeki kahverengi, düz saçlarýný savurarak eðildi; asfaltla henüz tanýþmamýþ -tanýþacaða da benzemeyen- sokaðý, gözünün alabildiði noktaya kadar taradý ve bilmem hangi zenginin hibesi, kendini bildi bileli pencerede asýlý duran bez parçasýný yavaþça býraktý. Perde, en az yirmi sene evvelinin modelini taþýyan, iri gül deseniyle gölgeledi odayý. Sahurdan sonra uyku tutmamýþtý. Her an gelebilirlerdi. Öyle dememiþ miydi mahallenin muhtarý? "Öðleden önce hayýrsever bir iþadamýmýz kamyonuyla gelecek, çocuk ve bayan ayakkabýsý baðýþýnda bulunacak" Seç seçebildiðin modeli, beðen beðenebildiðin rengi. Okkalý bir kýþýn geleceðinin sinyallerini veren tahmincilerin tavsiyelerine uyarak, þöyle baldýrlarýna kadar çýkabilen bir çift bot seçmeliydi. Hem de Þebnem'in botlarýna benzeyen, siyah, önden çapraz baðlayacaðý, hafif topuklu, gýcýr gýcýr bir bot. Ýþe o zaman içi daha rahat edecek, ayaklarýný saklama ihtiyacý duymayacaktý arkadaþlarýnýn yanýnda. Oh be! Ýyi ki Ramazan gelmiþti. Ýyi ki hayýrseverler vardý. Bilet parasý bulamadýðý için yayan gittiði okuluna, "kilo alýyorum. Ne güzel spor oluyor" havasý vermekten býkmýþtý. Bir de çoraplarýnýn üzerine geçirdiði poþetle giydiði botlardan... Annesinin fikriydi. Büzüþ büzüþ olmuþ, sokaðýn olanca çamurlu suyunu çeken ayaklarýný ve altý patlak ayakkabýlarýný gösterip sýzlandýðý bir okul sabahýnda söylemiþti. "Çoraplarýnýn üstüne birer makarna poþeti geçir, öyle giy. Su çekmez. Rahat gider gelirsin. Üþümezsin de" Önceleri umursamadýysa da sonra mecburen uygulamýþtý. Fena da olmuyordu hani. Her ne kadar naylonun etkisiyle parmaklarý sinir

bozucu bir biçimde yapýþ yapýþ oluyorsa da en azýndan pis su ile baðlantýsýný kesiyor, karýn aðrýsýný filan engelliyordu. Perdeyi yeniden araladý. Sokaðýn, her zamanki omuzu çökmüþ gariban görüntüsüne baktý. Soðuk, hafif çiseleyen yaðmurun koyu bir renge boyadýðý, orasýnda burasýnda paslý sac kýzartýlarýnýn izlerini taþýyan, eciþ bücüþ yuvalarýn sýralandýðý binlerce sokaktan birisiydi bu. Evler, gülmeyi lüks sayan, kendi kabuðuna gizlenmiþ, ürkek bir kaplumbaða gibiydi. Dizlerine kadar çektiði, beyaz, okul çoraplarýnýn üstünde ne güzel dururdu botlar. Siyah ve beyaz. Beyaz ve siyah. Canýný sevdiðimin takýmýnýn renginde. Hem de hayatýn renginde. Hayat, siyah ve beyaz deðil miydi? Elini yeniden perdeye doðru götürdü, yataðýnda kýmýldanýp duran babaannesinin göreceðini, "Yat yerine artýk. Sahurdan beri uyutmadýn birimizi. Gelirse duyuru yaparlar nasýl olsa" azarýný iþiteceðini varsayarak, açmaktan vazgeçti. Bir kere kesinlikle sivri olmamalýydý burnu. Þöyle, Þebnem'inki gibi ya da Ayþenur'unki gibi, son moda, köþeli geniþ burunlu, köþeli topuklu, ama mutlaka baðcýklý olmalýydý. Koklardý onu be! Kýyamazdý bile ayaðýna geçirmeye... Ýyi ki bir yaþ büyüðü ile iki yaþ küçüðü oðlandý da botlarýna el koyma ihtimalleri yoktu. Yoksa çocukluklarýnda yaptýklarý gibi, annesinin temizlikten gelirken getirdiði tiþörtlere, kot pantolonlara uyguladýklarý tekrarlar, elinden alýrlardý. Bir, uyku arasýnda inleyip duran babaannesine baktý, bir de sýk sýk bozulan saate. Daha yeni sekize geliyordu. Üfff, babaannesi haklýydý. Daha çok erkendi. Hiç ramazan ramazan bu saatte gelirler miydi Allah'ýn daðýna? Hem belki kayalýklara sýrtýný vermiþ bu son mahal-

55


DERKENAR leye gelene kadar koca kamyonda ayakkabý mayakkabý kalmazdý. Yok be, öyle deðildir. Koskoca muhtar yalan söyleyecek deðildi ya. "Ýdris Beyefendi yarýn öðleden önce mahalleye gelecek, baðýþta bulunacak, ihtiyacý olanlar seçip giyecekler" demiþti akþamüstü. Daha önceden tespit edip zor durumda olanlara öncelik tanýyacaðýný da ilâve etmiþti. "Kimbilir, belki de artanlar olur. Onlarý da daðýtýr altýn kalpli hayýrsever. 'Size bir yükü mü var? Seneye giyersiniz. Saklayýn' der." Der mi? Eðer derse kýyak olur vallahi. Þöyle insanýn elinin altýnda kýmýl kýmýl kýmýldayan, yeni doðmuþ deve yavrusunun tüyleri gibi ýþýl ýþýl, ikinci bir bot! Yaðmurlu günlerde burunlarý ýslanmýþ olduðu için, uçlarý daha koyu renkte olan, beyaza yakýn bej veya tarçýn rengi süet kadifeden, o biçim bir bot! Dönüþümlü de giyebilirdi. Annesi, "ikisini birden eskitme; seneye de býrak" derdi ama olsun. Onu kýrmamak için somyanýn altýna doðru yerleþtirir gibi ederse de fýrsatýný bulduðu anda da okul yolunu boylardý. Fýrsat, annenin haftanýn iki-üç günü gittiði temizlik deðil miydi? Yüreði aðzýna geldi: konuþmalar duyar gibi olmuþtu. Herkesten önce koþmalýydý kamyonun yanýna! Mahallenin Süreyya Ayhan'ý olmalýydý! Sokaðý dinledi, ses çýkarmamaya gayret ederek perdeyi araladý. I-ýh, kimsecikler yoktu. Sesin kaynaðý, içeri odada uyuyan babasýydý büyük ihtimalle. Ýki göz evlerinde, altý senedir yataða baðýmlý yaþayan babasýnýn sayýklama sesiydi; gene iþ kazasý geçirdiðini görüyordu galiba.... Ýlkokula baþladýðý gün, yani kazadan iki yýl önce gýcýr gýcýr giydirip elinden tutarak götürdükleri okul yolunda, "benim kýzým okuyacak, doktor olacak. Çok para kazanacak. Bize de bakacak, yoksullara da" demiþti zavallý adam. Bir çok babanýn dediði gibi... O talihsiz kaza olmasaydý, annesi iþe gittiði günleri iki katýna çýkarmasaydý, sýradan bir aile tablosu çizen evleri, yoksul durumuna düþmeseydi her þey ne güzel olacaktý. Ýçi sýzladý. Saat onda gelseler, en az iki saat ederdi.

56

Yatsa mýydý acaba? Ya da kitap mý okusaydý? Yoksa Buket'in -yazdan beri beklettiði- magazin dergilerine mi göz atsaydý? Yok be. Bu sayfalar sarmamýþtý kendisini. Yapay gülüþler, yapay haberler, incir çekirdeðini doldurmayan bir sürü abuk sabuk þeyden örülü renk cümbüþü... ilk fýrsatta iade etmeliydi Buket'e. Galiba en doðrusu hafta içinde olacaklarý Sosyal Bilgiler sýnavýna hazýrlanmak; dolayýsýyla da aðabeyinden miras kalan kitabý karýþtýrmaktý. Bu sene sekizinci sýnýftaydý. Þimdiye kadar annesinin el örgüsü bere ve atkýyla gidip geldiði okula, seneye liseli olacaðýna göre veda etmeli, kýzlarýnki gibi süslü þapkalarýn birinden edinmeliydi. Ya da iyi cins yünden, þöyle bayrak kýrmýzýsý, kirpi gibi dikilen, bereatký- eldiven takýmý almalýydý. Acaba bu seneki baðýþlarýn içinde o tür þeylerden var mýydý? Yoksa... kaç paradýr acep? Annesi o tür havalý modeller örmeyi becerebilir miydi? Þebnem'in ki gibi saçlarýný savurarak boynuna doladýðý atkýyla yola koyulunca dizilerdeki kýzlara dönerdi be! Elini yeniden perdeye attý, açmadan geri çekti. Nasýl olsa duyulurdu. Anoraðý da bir hayýrseverin baðýþýydý zaten. Ýyi ki þu Ramazanlar vardý. Ýyi ki hayýrseverler ta ayaklarýna kadar geliyorlardý da sýrtlarý çýplak, ayaklarý kapsýz, karýnlarý aþsýz kalmýyordu. Þu Ýslâmiyet güzel þeydi. Gözlerini bir kez daha, kýpýrtýsý artan ihtiyarýn ve kardeþlerinin üzerinde gezdirdi. Uykunun derinliklerinde bir yerlerde olmalýydýlar... Sosyal Bilgiler kitabýný almak için sobaya yakýn bir yerde duran, pörsümüþ çantasýna uzanýrken, annesinin -kurumasý için- akþam vakti soba etrafýna dizdiði dört çift ayakkabýdan, kendi botuna hafifçe bir tekme attý. Fýsýltý halinde, "senden bugün kurtuluyorum süs köpeði" dedi, yanýnýn üstüne devrilen kahverengi emektarlarýna. "Pazartesi günü yeni cicilerimle okula gideceðim. Sen de bizim sahur çayýmýzý kaynatmak için sobada olacaksýn caným. Bay baay" diye ilâve etti. Çok fazla hoþlanmadýðý dersin kitabýný alýp


DERKENAR

yerine geri çöktü. Gözü, yataðýnýn kenarýna koyduðu magazin dergisine kaymýþtý. Yarý beline kadar çýplak, ýþýltýlý bedeninden kozmetik ürünleri taþan bir sosyete güzelinin ayaklarý dikkâtini çekti. Dize kadar yükselen, baldýrlarýný sarmýþ taþlý bir çizme. Mini etek, çýplak beden ve çizme... Bir gariplik var gibiydi. Kendi botlarýyla kýyasladý resimdekini. Yok be, kendi seçeceði bot buna beþ çekerdi. Gýcýr gýcýr, köþeli burun, topuk, baðcýklar... Kýrmýzý beyaz anorak... bayrak kýrmýzýsý, bere-atkýeldiven takýmý... Dizi kýzlarý gibi yürüyüþ... Bu süslü yosmalar da kim olurdu ki yanýnda? "Ben de arkadaþlarým gibi yürüyorum. Benim de ayakkabýlarým su çekmiyor" mesajý veren, kararla atýlan kütür kütür adýmlar... Taþlý çizmeler, sosyete haberleri, "kim þýk, kim rüküþ" köþeleri için kaygý taþýyan beyinleri üzerinde taþýrken, baðcýklý siyah botlar, "kendisini, ailesini ve çevresindeki herkesi kucaklamaya hazýr" bir idealin, iyi bir öðrenimin temelini kurmaya çalýþanlarý taþýyacaktý. Aradaki fark bu kadar basitti iþte (!) Akþamdan çamurlarý temizlenip soba etrafýna sýralanan botlarýn içinden, yana kaykýlmýþ duran, biraz öncesine kadar kendisinin olan, yer yer bozarmýþ kahverengilerine takýldý bakýþlarý. Týpký süs köpeklerine benziyordu. Hani þu kulaklarý düþük, aðlar yüzlü,

hüzünlü bakýþlý süs köpeklerine... Bazen zenginlerin yanýnda uzun zincirleriyle yürürken görürdü. Kaniþ mi, Doberman mý, Dalmaçyalý mý... adlarý her ne ise ondan. Köpekler hakkýnda hiçbir bilgisi yoktu. Güldü içinden. Kitabý birkaç satýr okumadan içinin baygýnlaþtýðýný hissedip, eski çizgili çarþafýn, "gel hadi" veren mesajýna uyup uzandý, yorganý boðazýna kadar çekti. Kulaðý tetikteydi. Ýlk koþan olmalýydý. Mahallenin Süreyya Ayhan'ý... * Kitabý yere çarpýp, uðultu çýkaran kamyona doðru koþarken, ayaðýnýn takýldýðý süs köpeðine, "hadi ordan be! Senden kurtuluyorum nihayet!" diye baðýrdý nefes nefese... sanki ayaðýna yapýþýp da, yeniden giymesi için zorlayacakmýþ gibi. Uzun ince antreyi geçti, buzlu camla ayrýlmýþ bölüme dizili naylon terliklerden birisini ayaðýna geçirirken yüksek sesle söylendi: -Ýyi ki þu hayýrseverler var. Kapýyý, birazdan iki çift, hem de birisi siyah, diðeri bej iki botla döneceðini hesaplayarak aralýk býraktý ve sokaða fýrladý. * Bir dakika sonra kapýyý örterek, odaya geri girip soba dibine diz çökünce, süs köpeklerine dikti gözlerini. -Alýnmadýn deðil mi bir tanem? Seni bir güzel boyarým yepyeni olursun birer de yeni baðcýk takarýz. Lastiklisinden... biliyor musun, deminki sözlerimin hepsi þakaydý. Ben senden ayrýlamam. Seni poþetle de giysem çok seviyorum, dedi heyecanlý bir sesle. Ayaða kalkýp güllü, eski perdeyi araladý, sokaða baktý. Ýtiþip kakýþanlarý, kuyruða girenleri girmeyenleri kaydeden en az beþ altý kamera vardý. Kurulduðu son model arabanýn içindeki hayýrsever(!) iþadamýnýn mutlu yüzünü ve baðýþta bulunduðu yoksul insanlarýn kargaþasýný kaydediyordu akþam haberleri için. Kýz, olup bitenleri anlayýp anlamadýðýný kontrol için soba dibine baktý. Süs köpeði gülümsüyordu. O da gülümsedi...

57


DERKENAR

K Ü T Ü P H A N E

Doktor Nahit Kotar yýllar süren siyasal sürgünden, tutkuyla baðlý olduðu Ýstanbul’una dönebildiðinde yetmiþinin sonlarýndadýr. Devrimci bir emeklilik yaþam çizgisi çekmiþtir kendince. Ýstanbul’uyla özlem giderecek, dýþ ülkelerde sürekli içinde olduðu sanat etkinliklerini ülkesinde izleyecek, artýk kapalý olan eski örgütü adýna dýþ ülkelerde sürdürdükleri etkinliklerden üstünde kalmýþ yüklüce parayý vereceði en uygun örgütü arayýp bu aðýr yükten kurtulacaktýr. Bir de roman yazmayý düþünmektedir bu arada. Çeliþkilerle çalkalanarak deðiþen, deðiþemeyen Türkiye’de þaþkýnca dolaþmaya baþladýðý daha ilk günlerinde bir geç kýz çýkar karþýsýna... Vedat Türkali’den bir aþk romaný, yaþadýðý dünyaya yabancý olmayan bir aþk romaný. Vedat Türkali KAYIP ROMANLAR Everest - Roman

Joyce Carol Oates 1938 doðumlu ve Amerika’da Princeton BÝR GÜN BERABER GÝDERÝZ Üniversitesi’nde profesör olarak görev Ýþ Kültür - Roman yapan yazarýn 2002 yýlýnda tamamladýðý bu romaný Türkçe’ye yeni kazandýrýldý. Felsefe öðrencisi genç bir kýzýn; Anellia’nýn kimlik oluþturma süreci anlatýlýyor. Yaþýtlarýndan çok farklý olduðu hemen hissedilen, zeki, duyarlý, saplantýlý felsefe öðrencisi Anellia , bir Yunan yurduna kabul edilmek, bir “Kappa Gamma Pi” kýzý olmak için canýný diþine takar. Aile yaþamýndaki sorunlarýna kendini sevdirme konusundaki büyük açlýk eþlik eder; bir de ona “Beni sevme” diyen zenci sevgilisiyle yaþadýklarý... Felsefeye, ayrýmcýlýða, varoluþ sýkýntýsýna, genç olmanýn ama genç hissetmemenin zorluðuna göndermelerle dolu, derinlikli bir roman. Ne yazýk ki Türkçe’yi konuþamayan nesiller yetiþirken, Türkçe Dilbilgisi’ni mutlaka bilmesi gereken öðretmenler bile Türkçe’ye çok da vâkýf deðiller. Türkçe’nin sýnýrlarýný, dil zenginliðini bilmeyen, dolayýsýyla öðretemeyen öðretmenlere rehber bir kitap. Sadece öðretmenlere mi? Hayýr! Türkçe konuþan herkesin okumasý gereken bir kitap. Kendini geliþtirmeye çalýþan genç kalemlere, yazarlara, öðretmenlere, Türkçe konuþan herkese tavsiye olunur. Türkçe’nin uðradýðý yabancý dil saldýrýsýna karþý dilimizi öðrenmezsek, gelecekte böyle bir dili konuþan nesillerin varlýðýndan þüphe edebiliriz. Zira, Türkçe’nin maruz kaldýðý saldýrý çok büyük. Feyza Hepçilingirler TÜRKÇE DÝLBÝLGÝSÝ Remzi - Dilbilim

“Selahattin Kaya Roman Ödülü”ne sahip Bedirhan Toprak Dün Gördüm Gece Bir Rüya, doðumDÜN GÖRDÜM GECE BÝR RÜYA yaþam-ölüm üçgeninde yirmi dört saatlik Gendaþ Kültür - Roman bir yürüyüþü konu ediniyor. Hayatýn akýþýnda, doðumun baþlagýcýnda ve ölümün sonluðunda yitip giden her þeyi geri getirme çabasý... Ýntiharýn eþiðinde dolanan bir hayat ancak, kendinin farkýnda olan bir hayat... Arayýþlarý netice verene kadar süren bir yolculuðun, bir yürüyüþün romaný... Küçük bir pencereden dünyayý görme meraký ya da imkansýzlýðý deðil, küçücük pencereden gerçekten dünyayý görebilme baþarýsýnýn romaný.

58


DERKENAR Mustafa Kutlu Mustafa Kutlu ismi hep kalbe dokunan, RÜZGÂRLI PAZAR sýcak öykülerle beraber anýlýyor. Onun Dergâh - Hikâye kalemi insanlara üstten üstten bakýp bir þeyler anlatma kabalýðýnda deðil. Kalemini halkýn diline, kültürüne ve hayata bakýþýna çeviriyor. O hikâyecinin yapmasý gerekeni yapýyor; gözlemliyor, damýtýyor ve bir resim çiziyor. Hikâyelerinde insanýmýzýn komikliklerini, çeliþkilerini de yazan Kutlu, daha çok unuttuðumuz deðerlerimize, insanlýðýmýza sesleniyor. Son hikâye kitabý “Rüzgârlý Pazar”la, “Uzun Hikâye”yle baþlattýðý uzun hikâyeciliðine yeni bir mihenk taþý daha koyuyor. Mustafa Kutlu, bir pazarda yaþananlardan yola çýkarak hayatýn kalbine sesleniyor.

“Çanakkale Mahþeri” adlý romaný büyük yankýlar uyandýran Mehmed Niyazi’den yeni bir roman; Yemen! Ah! Yemen!.. Mehmed Niyazi bu romanýnda, Bir zamanlar endiþeyle, elemle andýðýmýz Yemen’in sayýsýz gencimize mezar olmasýndan yola çýkýyor. Türkülere de “Gece bir ses geldi derinden derinden / Beni mi çaðýrdý Yemen çöllerinden” þeklinde geçen Yemen dramýmýz, sayýsýzca askerimizin çöllerde kaybolmasýna sebep olmuþtur. Yaþanan bu dram þimdilerde unutulmuþtur ve bu, yaþanan dramdan çok daha dramatik bir durumdur. Orada ölen insanlarýmýzýn þimdi ne mezar taþý vardýr, ne ziyaretçisi... Unuttuk ama ansiklopediler “Yemen’de ölen Türklerin sayýsýný tarih bilmiyor, öðrenmekten de korkuyor” diye yazýyor. Mehmed Niyazi YEMEN! AH! YEMEN!.. Ötüken - Roman

Sermet Sami Uysal Kaf daðýna çýkardýðýmýz ediplerimizin aslýnEÞLERÝNE GÖRE EDÝPLERÝMÝZ da sýradan insanlar gibi yaþadýðýný L&M - Hatýrat düþünemeyiz ya da düþünmek istemeyiz... “Orhan Kemal çok iyi salata yapar...”, “Oktay Rifat mükemmel bir marangozdur; hatta evindeki masa, koltuk ve sandalyeleri kendisi yapmýþ!”, “Bedri Rahmi Eyüboðlu ütü tamir ediyormuþ!” Ýþte aslýnda ediplerimiz de sizin bizim gibi hayatýn içinde yaþayan insanlar. Sanýrýz edip olmalarý onlara sýradan iþleri yakýþtýrmamýzý engelliyor. Okurken gülümseyeceðiniz, ediplerimizin hayatýný çok farklý yönlerden anlatan güzel bir kitap.

Yaþar Kemal, Türk romanýnýn önemli isimlerinden. Onun kaleminin etkisi genç kuþak yazarlarda hissediliyor. Romancýlýðýmýzýn yapý taþlarýndan olan Yaþar Kemal’in Teneke, Ortadirek, Ölmez Otu, Yusufçuk Yusuf, Kale Kapýsý, Kanýn Sesi, Deniz Küstü ve Ýnce Memed 4 yapýtlarý üzerine Fethi Naci’nin kaleme aldýðý on bir yazýdan oluþan Yaþar Kemal’in Romancýlýðý, onun romancý dünyasýný daha yakýndan tanýmak isteyenler için bir yol gösterici, YKY’nin 40 kitaplýk Yaþar Kemal dizisine önemli bir katký. Fethi Naci YAÞAR KEMAL’ÝN ROMANCILIÐI YKY - Ýnceleme

Unutmak insanýn yazgýsý. Bir çok þeyi Latife Tekin unutmak istemesek de hafýzamýz bunu UNUTMA BAHÇESÝ baþaramayabiliyor. Ama bazý þeyler de var Everest - Roman ki, unutmak için uðraþýrýz ancak bilinçaltýmýz sürekli onu önümüze getirir. Unutma Bahçesi, “unutmak” sözcüðü üzerine kurulmuþ, felsefî bir boyutu da olan, saðlam bir roman. Ýçi boþ anlatýmlar, görüntüler yok; herþey yerli yerine konulmuþ gibi. Okudukça ve unutmak istedikçe derinleþen bir deniz sanki, bu roman. Latife Tekin’den felsefî altyapýsý doldurulmuþ dolu dolu bir roman. Roman “unutmak” üzerine kurulsa da, unutulmayacak bir eser olacaðýnýn iþaretlerini veriyor.

59


DERKENAR Çeþitli televizyonlarda programlar yapan Ýkbal Gürpýnar ve seslendirdiði þiir kasetleriyle gündeme GÜNAYDIN GECE gelen Ýkbal Gürpýnar’ýn “Ýçimden Geldiði Timaþ - Deneme Gibi” adlý kitabýndan sonra ikinci kitabý; Günaydýn Gece. Kitap, adýný bir radyo programýnda dinleyicilerden birinin tavsiyesinden alýyor. Özellikle televizyon programlarýnda yaþadýðý anýlarýný derlediði bu kitap, kalbimizin en derin yerine dokunuyor. Timaþ’tan “100 Bin” baskýyla ve cazip bir fiyatla okuyucuya sunulan bu kitabýn, kýsa zamanda ikinci baskýsý da yapýldý. Güzeryüzü ve zarifliðinin yanýnda arý-duru diliyle anlattýklarýnýn içine okuyucusunu çeken Ýkbal Gürpýnar, geceye bile “günaydýn” diyecek kadar içi aydýnlýk bir insan. “Reformist dinî aydýnlarýn uygulamaya dönük eleþtirileri ve bunlara baðlý olarak þekillenen önerileri doksanlý yýllar boyunca Ýran içinde büyük bir dalgalanmaya, çoþkulu bir hareketliliðe yol açtý. Ýran, hakkýnda dünya medyalarýndaki abartýlý resimlerle bütünleþirken; bu ülkeye karanlýk, dýþa kapalý ve güvensiz bir görünüm kazandýran söylemler bu yýllarda ya geri çekildiler ya da kendilerini yenileme ihtiyacý duydular.” Ýran’da yaþayan ve daha çok öyküleriyle tanýdýðýmýz Cihan Aktaþ’tan Ýran’da yaþadýklarýnýn da katkýsýyla oluþan bir Ýran fotoðrafý. Devrimcilerin, artýk reformist görüþlerle meydanlarda boy gösterdiði bir Ýran’a doðru yolculuk. Deðiþen Ýran toplumunun ve Batý’ya yüzünü dönen reformistlerin incelendiði bir çalýþma. Cihan Aktaþ DÜNÜN DEVRÝMCÝLERÝ Kapý - Ýnceleme

Ali Osman Ölmez Ali Osman Sönmez’in kaleminden ÝKÝ BUÇUK Türkiye’nin yaþadýðý sýkýntýlarýn anlatýldýðý Gendaþ Kültür - Roman bir roman. 1945’li yýllarda insanlarýn yaþadýðý sýkýntýlarý, açlýklarý, çeliþkileri bir köy aðasýný, bir ýrgat, bir komutan gözüyle anlatan bir roman. Büyüklerimizden gerçek hikâyelerini duyduðumuz, romanlarda ise gerçeðe olduðunca yaklaþtýrýlan kýtlýk yýllarý ve karneyle ekmek alýnan dönemler, romanýn akýcýlýðýna býrakýlmýþ. Günümüzde de yaþanan “açlýkla yaþayan insan” manzaralarýnýn eski görüntüsü bu romanda anlatýlanlar. O günden bugüne deðiþen sadece þekiller...

Genellikle diyaloglar üzerine kurulu öykülerinde insan iliþkilerini sýcak, gerçekçi ve ironik bir dille yansýtan Þiir Erkök Yýlmaz, ilk kez 26 yýl önce yayýmlanan Hop Eden Þey’de yalýn cümlelerle oluþturduðu insan ve çevre betimlemelerinde sinematorafik bir anlayýþý benimsiyor. Okura da bir film izlermiþ gibi takip ettiði kitabýn sayfalarýný çevirmek kalýyor. On üç öykünün yer aldýðý kitapta, her bir öykünün ayrý bir tadý, ayrý bir edebî zevki var. Þiir Erkök Yýlmaz HOP EDEN ÞEY YKY - Öykü

Zaharoff’un, Milli Mücadele döneminde Ýsmail Çolak Avrupa’nýn en büyük silah tüccarý ve para ZAHAROFF babasý sýfatý ve hesapsýz ölçüdeki silah, para Okul - Tarih ve siyasî yardýmlarý ile Yunan harekâtýnýn bir numaralý patronu ve finansörü olduðu ve bu harekatýn patlak vermesinde; yine baþ aktörlerden biri mevkiinde yer aldýðý, Ortadoðu’daki amansýz “petrol mücadelesi”nde de inanýlmaz bir etkiye haiz bulunduðu, Çolak’ýn kitabýndan açýk bir biçimde anlaþýlmaktadýr. Ýsmail Çolak, tarih yazýcýlýðýnýn ýþýk tutamadýðý bir alaný aydýnlatmak için yazdýklarýný detaylandýrmýþ ve saðlam delillere dayandýrmýþ. Çolak, eserinde konuyu, çoðunlukla yabancý kaynaklara dayanarak gayet detaylý bir þekilde ele alýp, saðlam bir zemine oturtmuþ ve tarihin bilinmeyen bir yönünü gün yüzüne çýkarmýþ.

60


DERKENAR Endülüs devletinin kurulmasý, göz Ziya Paþa kamaþtýran yükseliþi ve hazin çöküþü, ENDÜLÜS TARÝHÝ dünya tarihinin önemli kýrýlma noktalarýnSelis - Tarih dan biridir. Gemileri yakarak ardýna bakmayan yiðitlerin kurduðu bir devlet, gözleri yaþlarla dolu olarak terk ettiði Gýrnata’ya bakarken, annesinden “erkekler gibi savaþmadýn, þimdi sana kadýnlar gibi aðlamak yakýþýr!” sözlerini iþiten yöneticilerin elinde yok olmuþtur. Ziya Paþa, Ýslam ve Avrupa tarihçilerinden büyük bir titizlikle derleyip, aklýselim üzere kaleme aldýðý bu önemli eserinde Endülüs’ü bütün yönleriyle sunuyor. Osmanlýca olarak dört cilt halinde yayýnlanan Endülüs Tarihi, Selis Kitaplar’ýn özenli çalýþmasýyla tek cilt halinde toplanmýþtýr. Ansiklopedik kaynaklar, Cicero’yu iki bin yýl önce yaþamýþ bir devlet adamý, bir düþünür, hatiplerin hatibi olarak sunuyor. Hayat’ýn yatay akýþ mantýðýný kavramanýn yolu, Ölüm’e diklemesine bakmaktan geçiyor. Bunu gözünü kýrpmadan yapýyor Cicero: Kitabý, dünden de yakýn bir tarihte kaleme alýnmýþ kadar diri, uyarýcý, ufuk açýcý bir rehber. Cicero, Hayat’la Ölüm’ün kaçýnýlmaz kavgasýnda, Ölüm’e övgüler yaðdýran bir filozof ve yaþam felsefesini yazan bir yazardýr. Ayný zamanda Romalý bir devlet adamý olan Cicero’nun yaþadýðý zamandan bugüne böylesine duru eserler býrakmýþ olmasý þaþýrtýcý. Cicero ÖLÜME ÖVGÜ Sel - Felsefe

“Ve sen, kuþ olur gidersin” Tarýk Tufan’ýn Tarýk Tufan üçüncü kitabý. “Roman Havasý” alt VE SEN, KUÞ OLUR GÝDERSÝN... baþlýðýyla yayýnlana kitap, deneme havasý Birun - Roman vermesine raðmen, genelinde romaný andýran bir durum var. Cahit Zarifoðlu’nun bir þiirinden adýný alan kitapta insanýn garip hallerine, duruþuna ve yalnýzlýða bir eleþtiri getiriliyor. “Söylenmesi gereken ne varsa söylemeye çalýþtým. Bu benim gibi biri için çok kolay deðil. Bir çýrpýda anlatmaya çalýþtým herþeyi. Durup düþünürsem anlatmaktan vazgeçebilirdim” diyen yazar, hýzla giden bir trende etrafýna bakmadan, son duraða varana kadar elindeki kitabý bitirmeye çalýþan birinin telaþýný taþýyor.

BÝZE

GELEN

DÝÐER

KÝTAPLAR

Beyaz Geceler, Dostoyevski, Þule, Roman Üç Kýz Kardeþ, Çehov, Þule, Tiyatro Kapan, Vüs’at O. Bener, Yapý Kredi, Öykü 49. Paralelin Ötesinde, Karen Mulhallen, Yapý Kredi, Öykü Parma Kontesi, Sandor Marai, Gendaþ, Roman Gönül Kýlavuzlarý, Ahmet Sýrrý Arvas, Elest, Araþtýrma Bir Gün Tek Baþýna, Vedat Türkali, Everest, Roman Mesnevi Þerhi, A. Avni Konuk, Gelenek, Tasavvuf Aþktýr Asýl Þarap, Prof. Dr. Robert Frager, Gelenek, Din Aþk Kadar Ýsyan Sesli, Reþit Güngör Kalkan, Birey, Deneme Koçero, Mehmet Ali Ýzmir, Birey, Roman Hasretin Adý Kerkük, Prof.Dr. Suphi Saatçi, Ötüken, Aný Türk Milliyetçiliðinin Tarihi Geliþimi, Dr. Yusuf Sarýnay, Ötüken, Araþtýrma 61


Yol bir yere gitmez, o bir durma biçimidir! Yýlmaz Erdoðan




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.