Derkenar 7

Page 1


.


DERKENAR

DERKENAR Edebiyat-Kültür dergisi Ýki ayda bir çýkar ISSN 1304-6667 Yıl:2

Sayı:7

Ocak-Şubat 2005

Ýçindekiler Mehmet Ali Baþaran, Merhaba..................................4 Hakan Demirtaþ, Karikatür.......................................5 Seyfullah Aslan, Geçiþ üstünlüðü .............................6 Aynur Kulak, Posta kutusu ........................................7 Bahadýr Cüneyt, Kitap özeti.......................................9 Atanur Memiþ, Günlükler ve hatýralar ................... 10 Ahmet Kýrtekin, Alev Alatlý ile yazýþma ..................12 Ahmet Mahir Pekþen, Öykücü.................................14 Sefer Göltekin, Okur-yazara bir örnek;Enis Batur..16 Mehmet Ali Baþaran, Toparlayýp zarfa koyacaktým .18 Tarýk Kürtünlü, Kýþ bilgisi .......................................20 Furkan Çalýþkan, Çingeneler zamaný .......................21 Çiðdem Can, Köþe baþý...........................................22 Seyfullah Fatih, Arzuhal...........................................24 Niyazi Karabulut, Susasa dem................................25 Fatih Nergiz, Þoförle konuþmayýn...........................25 Seyfullah Aslan, Edebiyat iþçisinden beklentiler.......26 Murat Çeri, Hayalin ve ölümün portresi.................28 Mehmet Þah Erincik, Islýklarda kalanlar.................31 Ahmet Kýrtekin, George Orwell eleþtirisi ................32 Mine Aksoy, Ziyaretçi .............................................34 Ali Karýnca, Tükçe’nin imkanlarý.............................37 Abdullah Sami, Nereden nereye...............................38 Hümeyra Yargýcý, Emine Iþýnsu ve kadýn.................40 Yasin Onat, Trendeki yalnýzlýk.................................50 Hatice Göksu, Yeniden üret kendini........................53 Mesut Varlýk, Sökük................................................53 Serkan Dargýç, Bir köy masalý ................................54 Kütüphane..............................................................58 Fotoðraf.................................................................. 62 .....

...

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdiresi Aynur Ulutaş

...

..

Genel Yayın Yönetmeni Seyfullah Aslan

.

Yayın Danışmanları Mehmet Ali Başaran Ahmet Kırtekin Emine Öte

Düzelti Abdullah Sami

Tasarım Seyfullah Aslan

.

..

.

..

İdare Yeri Merkez Mah. 4. Sk. No:44/13 Bağcılar - İST

Yazışma Adresi P.K. 29 Bağcılar - İST

İletişim www.derkenar.gen.tr dergi@derkenar.gen.tr derkenardergi@yahoo.com 0 536 511 99 02

..

Abonelik Yıllık: 18.000.000 TL / 18 YTL Abonet (212) 210 0 110 www.abonet.net

Genel Dağıtım Pentimento (0212) 293 39 59

Baskı - Cilt Bayrak Matbaası (0212) 638 42 02 Baskı Tarihi: 28.12.2004

www.derkenar.gen.tr

Yayın Türü Yerel, süreli, iki aylık Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Reklamlarýn sorumluluðu reklam verene aittir. Ýlan pazarlýða tâbidir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez.

3


DERKENAR

ERÝÞÝM NOKTALARI ÝSTANBUL alkým kitabevi / beþiktaþ beyazmartý kitabevi / bakýrköy mephisto / beyoðlu simurg kitabevi / beyoðlu pandora kitabevi / beyoðlu pentimento kitabevi / beyoðlu robinson kitap kafe / beyoðlu aðaç kültür merkezi / fatih sýla kitabevi / fatih n-t kitabevi / fatih sarmaþýk kafe / fatih mekan kitabevi / vezneciler sahaflar kitap sarayý / beyazýt birey kitabevi / caðaloðlu genç mephisto / kadýköy final kitabevi / kadýköy khalkedon kitabevi / kadýköy alkým kitabevi / kadýköy n-t kitabevi / libadiye n-t kitabevi / üsküdar kýz kulesi kitabevi / üsküdar eminönü iskelesi gazete bayii / üsküdar

ANKARA bilim ve sanat kitabevi galeri kültür merkezi kare kitabevi turhan kitabevi

ÝZMÝR iskenderiye kitabevi ilpa kitabevi kabile kitapçýlýk pan kitabevi yakýn kitabevi

ANADOLU karahan kitabevi / adana zend kitabevi / adana gaye kitabevi / bursa fidan kitabevi / malatya ebabil kitabevi / samsun kitapsan kitabevi / mersin turunç kitabevi / mersin antik sahaf kitabevi / tarsus-mersin yener kitabevi / antakya üniversite kitabevi / erzurum üniversite kýrtasiye-kitabevi / erzincan kitapçi&kitapçý / eskiþehir merdiven kitabevi / zonguldak mnc kültür sarayý / mardin nüve kültür merkezi / konya or-ka kitabevi / çanakkale nokta kitap kýrtasiye / antalya kuyucu kitabevi / antalya elt kitabevi / antalya düþün kitabevi / kýrþehir gül kitabevi / kýrþehir ahi kitabevi / kýrþehir as ajans / kütahya yaprak kitabevi / denizli çemberci kitabevi / rize ilk sahaf kitabevi / adapazarý izmit kitap kulübü / kocaeli kelepir kitabevi / kocaeli üçyol kültür merkezi / trabzon çaðrý kitabevi / trabzon derya kitabevi / trabzon ki-pa kitabevi / akçaabat-trabzon denge kýrtasiye / akçaabat-trabzon ayvaz kýrtasiye / akçaabat-trabzon 17 þubat büfesi / akçaabat-trabzon gençlik kitabevi / beþikdüzü-trabzon

4

Sevgili okuyucu Elinde bulundurduðun bu sayý ile Derkenar birinci yýlýný geride býraktý. Çok daha önemlisi; bu dergi, acaba devamlý çýkabilecek mi endiþesini geride býraktý. Türkiye gibi bir yerde, edebiyat gibi boþ (!) bir alanda, dergicilik yapmanýn zorluklarý arasýnda sana ne kadar 'edebiyat' sunduk bilmiyorum ama emin ol ki, az ya da çok, edebiyattan baþka bir þey koymadýk bu dergiye. Koymayacaðýz Bizi alkýþlayanlar oldu. Küçümseyenler oldu. Türkçeye karþý duyarlýlýðýmýzdan ötürü bize teþekkür edenler bile oldu.- Sanki ekmeðimiz, suyumuz, iþimiz bu deðilmiþ gibi!- Ýbrahim Tenekeci’yi ve düsle.com’u dýþarda býrakýrsam bu bir yýlda doðru dürüst eleþtiren olmadý. Doðru eleþtiren, dürüst eleþtiren yokken bu iþi çok iyi yaptýðýmýzý, hatta bir ara edebiyatýn iyi yerde olduðunu düþündüðüm oldu. Ýnsanlar, ki aralarýnda okurlar da var, Derkenar þucu dergi, bucu dergi þeklinde siyasi bakýþ açýsý etiketli tanýmlamalar yapýyorlar. Derkenar'ý ýsrarla edebiyatýn dýþýnda ya da edebiyata ek bir yere konumlandýrmak isteyenleri her yeni sayý ile ters köþeye yatýrmanýn zevkini yaþýyoruz sevgili okuyucu. Derkenar'ý o þekilde görenleri hayal kýrýklýðýna uðratmaya devam edeceðimizi üzülmeyerek belirtmeliyim. Sýra bu sayýda sana karþý olan mahcubiyetlerimize geldi. Ýlk mahcubiyet söyleþimizle ilgili. Yüzyüze görüþemediðimizden ancak internet üzerinden yapabildiðimiz söyleþi için Alev Alatlý'nýn pek vaktinin bulunmayýþý ortaya Halil Ýbrahim Sofrasý yerine bir 'fast food menüsü' getirdi. Ýkinci ve son ve minik mahcubiyetimiz ise sitemizde bu sayý için duyurusunu yaptýðýmýz Enis Batur Dosyasý'ný sayfalarýmýza ileriki sayýlarda taþýyacak olmamýz. Bu sayýnýn sürprizine Enis Batur'dan bir alýntý ile dokunmak istiyorum:

Karanlık çöktükten, yerleşip yer ettikten hayli sonra yazılabilir en koyu mektuplar... Sisli dorukların mektupları, hançereden kopup gelen şaşılası bir tını barındırır. Bir günde bir postacının çantasındaki mektuplara neler sığar: Kaç ölüm-dirim haberi, kaç hülya, kaç yanlış anlaşılma?.." Derkenar ile Mektup'un dostluðu hiç bitmesin. Sevgili, Kapaðýmýza taþýdýðýn anlam için teþekkür ederim. Okuyucu, Keyifli okumalar dilerim.

Mehmet Ali Baþaran


DERKENAR

HAKAN DEMÝRTAÞ

5


DERKENAR

Seyfullah Aslan

GEÇÝÞ ÜSTÜNLÜÐÜ yenildiniz bayým, bunu dün de söylemiþtim dinlemediniz, gidip kendinizi tarttýðýnýzda anladýnýz þimdi bakmayýn bana öyle, ben demiþtim aman yapmayýn sayýn bayým, o silah tehlikelidir neden ama sevgili sayýn bayým, ben sadece þey dedim hem zaten þairin ne günahý var ki bunda yorulduysanýz bu kadar adam öldürmekten, dinleniniz misafirperverliðimiz var ne de olsa size yarayan lütfen baþköþeye kurulun þöyle beþ on metre ben size kötü þiirler okuyayým, anlayýn neyin güzel olduðunu sýkýlmamalýsýnýz sayýn bayým, burasý keyif meclisi deðil ne oldu bayým, bayýlmayýn, yýkayýn yüzünüzü, arýnýrsýnýz biraz ama efendim, saygýdeðerim, bayým ben söylemiþtim deðil mi haksýzdýnýz biraz, yani yanlýþ yere bakýyordunuz ýþýðýn kaynaðýný aramadý oysa doðu-m-edeniyeti siz bunu bilirdiniz, öyle deðil mi ama, onca bilgin varken sizce aþk mý kokmalýydý þiir, akmalýydý okurken ama bayým, bunca þey varken durun biraz duralým yenildiniz deðil mi bayým kendinize dev aynasýnda baktýðýnýzý anladýnýz, ne güzel ben baþtan demiþtim ama bayým o kýz bana bakmadý, size niye baksýn bayým hesap hatasý yaptýnýz, bakýþ açýsý, yanlýþ hesap hem þairlerin biraz feylesof olduðu söylenir efendim bayým? sizce susmalý mýyým tamam, sustum

6


DERKENAR

Aynur Kulak

POSTA KUTUSU Zamaný durduramýyoruz ve zamanla meydana gelen deðiþimi, dönüþümü, geliþimi engelleyemiyoruz. Bir bakýyorsunuz bir þey, bir durum, bir söz, bir icat o çaða damgasýný vurmuþ. O çað o durumla o icatla anýlýr olmuþ. "Mektup" da bunlardan biri. Hatta en bilineni. Bunda bir iletiþim aracý olmasýnýn payý büyük. Özellikle de tanzimat döneminden sonra sivil toplum arasýnda bir iletiþim aracý olarak kullanýmýnýn yaygýnlaþmasýndan sonra daha da önem kazanmýþ. Fakat çoðu þey gibi mektubun da altýn çaðlarý çoktan bitti. Artýk eposta, cep telefonu, faks zamaný. MEKTUBUN BÜYÜSÜ Zamanýn sürekli ilerleyiþi ve bu ilerleme içersinde deðiþimin kaçýnýlmazlýðý, insanlar arasýndaki iletiþimin her geçen gün daha da hýzlanarak ilerlemesi, geliþmesi mektubu olumsuz yönde etkiledi þüphesiz. Zamanla az kullanýlýr hale geldi ve günümüzde neredeyse hiç kullanýlmaz oldu. Kredi kartý bildirimlerini, yýlbaþý ve bayram kutlamalarýný, banka mektuplarýný, sýnav sonuçlarýný saymazsak tabii. Fakat, altýn çaðlarýný geride býraksa bile mektubun bir büyüsü olduðuna inanýyorum. Yazmak... Hele de mektup yazmak apayrý bir büyü, hatta güzel hayallere dalma hali. Birçok mektup kaðýtlara yazýlmýþtýr, dolma kalemle; zarflara yerleþtirilmiþlerdir, özenle; pulla süslenmiþtir zarflarýn üzeri, uzun bir yolculuktan sonra sahiplerine sýrlarýyla beraber ulaþmýþlardýr. Hepimizin sýkýntýlý günleri olmuþtur. Ne yapacaðýmýzý, hangi dala konacaðýmýzý, bir kavþaðýn tam ortasýnda ne tarafa döneceðimizi bilemediðimiz günlerimiz olmuþtur muhakkak. Ýþte tam da bu günlerde bir mektup geliverir. Ýçimiz ýþýr. Gözlerimizin sönen feri yeniden aydýnlanýr. Bambaþka oluruz. Ýçeriði ne olursa olsun, mektubu özel yapan mahremiyetidir, hüznüdür. Akýldan çok yürek iþidir mektup. Kalpten gelir ve direkt kalbe

gider, özellikle de elle yazýlanlar. Hep yolunu gözlediðimiz, elimize aldýðýmýzda heyecandan bir müddet açamadýðýmýz, zarfýna, puluna bakakaldýðýmýz; narin ve naif gelinciktir. Bir mektup, arkalý önlü doldurulmuþ iki dosya kaðýdý bizi hiç beklemediðimiz anda bambaþka yapabilir hakikaten. Mektup biraz da sabýr iþidir. Alelacele, çalakalem yazýlan bir not, bir pusula deðildir mektup. Önce düþünülür yazýlacak olan üzerinde. Belki de en güzel kýsmý bu düþünme ve nereden baþlayýp nerede bitirileceðine karar verme kýsmýdýr. Mektup yazmak ciddi bir disiplin iþidir ayný zamanda. Vakit ayrýlmasý, yazýlacaklar üzerinde düþünülmesi, özen gösterilmesi gerekir. Mektup gönderilen kiþinin eline geçtiðinde de ayný sabýr gereklidir. Yalnýz bundan önce mektubun gönderilene ulaþmasý için bir dizi iþlemden geçirilmesi gerekir. Bu iþlemlerden sonra gönderilmesi gereken kiþiye ulaþan mektuptaki haberin ne olduðunu, neler yazýldýðýný, kimlere selam gönderildiðini düþünmek, hayal etmek güzel bir düþ gibidir. Sabredip selamete çýkmak sözü mektuba aittir belki de. Mektup düþündürür. Dalar gidersiniz hiç aklýnýza gelmeyen þeylerin, olaylarýn, durumlarýn, insanlarýn peþi sýra kaptýrýverirsiniz kendinizi. Bir masal dinler gibi dinlersiniz iç sesinizi. Mektubun sizi götürdüðü yer Alis'in Harikalar Diyarý bile olabilir. Masal hiç bitmesin istersiniz. Zaten mektubun sonuna doðru bir hüzün kaplar içinizi. Evet, masal biter belki ama bu sefer de hayaller baþlar. Mektubun size getirdiði sesler, yüzler, sözler dolduruverir hayalhanenizi de, alamazsýnýz kendinizi güzel hayallere dalmaktan. EDEBÝ MEKTUPLAR George Sand'dan Alfred De Musset'ye, Friedrich Nietzche'den Annesi Franziska'ya, Franz Kafka'dan Oscar Pollack'a, Stefan Zweig'dan Sigmund Freud'a, Fiyodar M. Dostoyevski'den Kardeþi Michail'e gibi

7


DERKENAR

günümüze kadar ulaþmýþ özellikle edebiyatçýlarýn yazdýðý mektuplarýn en az kitaplarý kadar önemli olduklarýný görürüz. Listeyi biraz daha geniþletirsek Sait Faik, Cemal Süreya, Nazým Hikmet, Ahmet Arif, Aziz Nesin, Bilge Karasu mektuplarýnýn en az metinleri, hikayeleri, öyküleri ve þiirleri kadar edebi deðere sahip olduklarý kesindir neredeyse. Mesleði yazarlýk, þairlik, ressamlýk olan, bu iþe gönül vermiþ kiþiler mektuplarýnda özel meselelerine de yer vermiþlerdir. Özel olan mahremdir ve herkes tarafýndan bilinmemelidir fakat, okuyucular, özellikle sevdikleri yazarlarýn mektuplarýný büyük bir merakla okumaktan kendilerini alamazlar. Bunun birçok nedeni olabilir. Mesela yazarýn yapýtlarýnda bulamadýðýmýz yazara dair izdüþümleri mektuplarda bulabiliriz. Özellikle de yayýnlanmak amacýyla yazýlmamýþ arkadaþa, sevgiliye, aile bireylerine giden mektuplar, yani alýcýsý tarafýndan saklanýp saklanmayacaðý bilinmeyen mektuplar okuyucunun kulaðýna yazar hakkýnda birçok mahrem bilgi fýsýldayabilir.

Mesela Vincent Van Gogh'un kardeþi Theo'ya yazdýðý çoðu resimli toplam 650 mektuptan Gogh'un psikolojisi, düþünceleri, sýkýntýlarý, çektiði ruhsal ve bedensel sancýlarýn nasýl bir yaratým sürecini baþlattýðýný öðrenebiliyoruz. Ya da Kafka'nýn sevgilisi Milena'ya, kýz kardeþi Ottla'ya, niþanlýsý Felice'ye, dostlarý Max Brod'a, Robert Klopstock'a yazdýðý mektuplar olmasaydý sadece romanlarýndan yola çýkarak Kafka'yý deðerlendirebilir miydik? Hatice Piraye Pirayende Nazým Hikmet'in 1933'ten 1950'ye kadar on yedi yýl boyunca ceþitli cezaevlerinden yazdýðý mektuplarý, Nazým'ýn cezaevinden yapýp gönderdiði bir ahþap çantada biriktirir, saklar. Piraye bu tahta 8

çantada yalnýzca mektuplarý deðil -dile kolayon yedi yýlýn aþkýný, hüznünü, hasretini hatta kalýn duvarlar, demir parmaklýklar ardýndan atýlan çýðlýklarý saklar. Nazým'ýn Piraye için yazdýðý mektuplar genellikle Hatçem!, Yavrum!, Biriciğim!, Karıcığım, Canım Karıcığım diye baþlar ve sonunda hasretle kucaklanýlýr ya da öpücüklere boðulur. Bu mektuplar Nazým Hikmet'in hayatýnýn en güzel ve belki de en verimli yýllarýný cezaevinde geçirmesine raðmen yaþam ile þiir arasýndaki iç içeliði göstermesi bakýmýndan da okuyucuya önemli ipuclarý verir. Kýsacasý Nazým Hikmet'in Piraye'ye yazdýðý mektuplarýn her harfinde kalp seslerini iþitir, hayata ne olursa olsun sýmsýký tutunabilmenin ve yaþama isteðinin hiç sönmemesine hayretle þahit olabilirsiniz. MEKTUP ARTIK YAZILMASA BÝLE... Haydar Ergülen'in de tanýmladýðý gibi mektup, yazýüstü ve yazýötesi bir ifade aracýdýr, anlamlandýrma çabasýdýr. Bu yüzden mektubu yabana atmamak gerekir. Özellikle þu günlerde eðer bir mektup gelirse, size o mektubu getiren postacýya minnet duymanýz gerekir ki bir dahaki sefere daha hýzlý ulaþtýrsýn size mektubu. O mektubun bütün gizlerini, haberini, heyecanýný saklayan zarfa bir yorgunluk çayý ikram edin ki, mektupta yazýlý olanlarý, yani bütün sýrrý yol boyunca taþýmanýn yorgunluðunu atsýn üstünden. Neden artýk posta kutularýmýza neredeyse hiç bakmazken, herkesin içinde ciyak ciyak çalan cep telefonlarýmýzýn çalmasýný bekliyoruz birilerinden haber almak ya da iletiþim kurmak için. Ya da e-posta adreslerimize en fazla bir gün durup ertesi gün, sanki çok hayati bir þeyi kaybetmiþiz de arýyormuþuz gibi nefes nefese bakýyoruz? Çünkü artýk içinde bulunduðumuz ve bizi sürekli olarak bir yerlere sürükleyen zaman bunu gerektiriyor deðil mi? Ýnsanlar her þeyin bu kadar hýzlý deðiþmesinin suçunu zamana atýyor. Zaman hýncýný mektuplardan çýkarýyor. Evet hiçbir þey yerinde durmuyor herþey deðiþiyor, geliþiyor. Ve mektup disiplin, incelik ve sabýr gerektirdiði için hýzlý zamana kurban ediliyor.


DERKENAR

Bahadır Cüneyt

KÝTAP ÖZETÝ pudra kokusu balýklarýn yüzünde yosunda artist telaþý, gemi yanaþýr tayfalarýn midesinde kabile yazýtlarý yorulmayý andým hey biri bana mola verdik desin ah siz meteliksiz kurþunlar geç kaldýnýz, arsýzca akýyor kaðýda daktilonun rimelleri büyük harflerle yazýlan mevsimde portre ilk yaðmurda yerle yeksan sentetik bu olanlar, yalaným varsa gözüm iþte þemsiye sevmeyenler arkamdan gelsin gidelim oturalým boyutlarýn göbeðine ayrýca garanti ediyorum bu yýl bulacaklar kayýp sahafýn cesedini prova almaya geldim ipekli nesir için çantamda manzumun esareti kabrime biçilen beyazlar altýmda serili elveda paragraftaki kar lekesi çocukluk deniz tutuyor, içime baktýkça büyüyorum bulanarak ucuz mürekkebe, sorsanýza kaç kere kýrýldým sandýðýmý açýn, açýn onüçüncü sayfa, son satýr gür sesle okuyalým bir kerede hepsi bitsin kreþandolar deneyerek güçlü nefesle vakit kabiliyetli çünkü derinden sokulmaya

9


DERKENAR

Atanur Memiş

GÜNLÜKLER ve HATIRALAR 25 Temmuz 2001 nokta kalakaldým bir cümlenin baþýnda Hava öyle sýcak ki! Saat 4.00'e kadar kaç deðiþik konuyla kaç uyku yapýþtý üstüme; kalkamadým. Düþünce levhamdaki zaman tanýmaz, þekil sýra gözetmez ve olur olmaz düþünceler þimdi kaþýnmaz kalemle; koþuyorum. Aklýmdan geçenleri ikinci kez kendime, hem de daha anlatamaz yazýyla diyorum. Düþünceler açýða çýkýyor, sayfaya tutulunca. Sayfada durdurmak istiyorum kendimi. Zihnim düðmesi olmayan ve kanallarý sürekli deðiþen bir ekran gibi iþliyor. Sürekli açýk. Sürekli yayýn. Uykuda geçirdiðim süreç belirsiz. Ýçinde olaðanüstü unsurlar bulunduðundan masallardan, efsanelerden; yer yer aðýtlardan, Türk filmlerinden geçmiþ gibiyim. En son, düþünceyi, mikroskobik canlýlarýn seri-yönsüz hareketlerine benzer bir yapý içinde tutuyordum ki; defteri açtým. Satýrlara düþmek imkansýz bir anda. Baþka bir boyuta girdiðimi hemen anlýyorum. Sözcükleri yumuþatmam gerekiyor önce. Isýnsanýz da soðutuyor dil; birkaç cümle gidip kesiliyorsunuz. Bu yüzden, 'Hava öyle sýcak ki!'yle baþladým yazýya. Oysa, demek istediðiyle ilgilenen kiþi, bir heykeltraþ gibi yontacaktýr kelimelerini. Kelimeler azalmýyor yazmakla. Sýrtým kaþýnýyor. 'Kaþýnýyor' demek, yetmiyor bu hisse. Aðaç kepçe-kaþýklar satan adamlarýn sepetlerindeki el biçimindeki sýrt kaþýma aletlerini düþünüyorum ister istemez. Sanýrým yirmi dakikadýr yazýyorum. Zaman içinde o kadar zaman var ki; soluksuz kaldým. Yazýyý bitirmem gerektiði kesin. Aksi takdirde çaðrýþýmlardan büyük tufan olmaz düþüncede. Ama hangi yazý bitmiþtir denilebilir? Ya da kim nasýl imza atabilir kelimelere? Ev sahibi yine bütün apartmanda rahatça 10

dolaþtýrdýðý sesiyle 'Zekiyeeeeee' diye baðýrýyor. Karþýdan ses gelmeyince 'e' leri uzuyor Zekiye'nin. Daha iki gün önce topladýðým odanýn bu hale gelmesine söyleniyorum. Yine de en çok, her þeyi daðýttýðýmda topluyorum kendimi.

Temmuz, 2004 düþünce düþünüyor insan Ekonomik kriz sýcaklarla bir olup insanlarý fena halde terletiyordu. Hatta kaç tartýþma yaþanmýþ, kaç kavgayla akýþýný kaybetmiþti yollar. Benim de nihayet sinirlerim yýpranmýþtý. Bu eve temmuzda taþýndým. Yalnýz yaþamak için hazýrlýklýydým. O zamanlar bunun gerekliliðine çok inanmam, þu anki yalnýzlýk hissini bir piþmanlýkla perçinlememe izin vermiyor. Kimseden yardým alamamýþ, borç harç içinde taþýmýþtým koca temmuzu aðustosa. Üstelik bir arkadaþým intihar etmiþ, alerjim de büsbütün ýsýnmýþtý tenime. Temmuz bana hâlâ ders verir. Son yaz okulumdu. Son yüksek lisans dersime giriyordum. Ders, yaþadýklarýmla hemfikirmiþ gibi, hayatýmý toparladýðým bir zamana denk gelmiþti. 'Günlükler ve Hatýralar' Üstelik, öðretmenliðim yaz tatiline girmiþ, ben de yeniden sadece bir öðrenci olmuþtum. Böylece, altý yýllýk üniversite hayatýmýn da günah ve sevaplarýný düþünme fýrsatým oldu. Artýk deneme evrem bitmiþti. Boþa kurþun atamaz; yanlýþlarýmý çevreye, öðrenciliðime, kafamdaki soru iþaretlerine baðlayamazdým. Tektim. 'Ne?' sorusunun yerini, 'Nasýl?' alýyordu. Hatýralar ve günlükler üzerine düþünürken aklýma gelen görüntü ve düþünce parçacýklarýndan anladýðým, o zamanlar daha çok içgüdüsel olarak davrandýðýmdý. Oysa, düþünmeden hiçbir


DERKENAR

iþe baþlayamýyorum þimdi. Bu, sadece yazýda böyle deðil ya da aslýnda yazý yüzünden artýk böyle; içgüdülerimi yazýlarla müsavileþtirmeye çalýþmaklýðýmdan. O zamanlar tuttuðum günlüklerde, içtekiyle dýþta olanlar arasýnda yýðýnla farklar görüyorum. Varlýðýmý yalnýzlýk-farklýlýk üzerine hüzünlü notlara düþmem gördüðüm çaresiz yönlerimden. Hatýralar.. onu unuttum: hocamýz bize bir ödev-sýnav vermiþti, bir hafta da süre. Önceleri bunun harika bir sýnav þekli olduðunu düþünsem de, benden istenenenin yine, kimi notlarý bir kaðýttan diðerine, kendi cümlelerimle de olsa taþýmak olduðunu anladýðýmda, yapamadým. Son güne kadar bekledim. Üstelik lisans döneminde neden canýmýn bir hayli sýkýldýðýný da anladým. O zamanki sýnavlar, çoðunun hayatýma bir etkisi olabileceðini düþünmediðim bilgilerin, sýnav zamanýna dek hamal gibi taþýnmasýndan baþka bir þey deðildi. Ya da ben hep bu bilgilerin yalnýzlýk-farklýlýk hissimi yatýþtýramamasýna kýrýldým en çok.

Mustafa Uysal

elma kokulu ev

öykü

KALEM -hey lanetli ok! býrakmadýn peþimizi gidelim -akýttýn mürekkebini günlerimize -bomboþ bir sayfa oldu dünya doldurulacak -ellerimizde kesik parmak acýsý -kýramýyoruz.. kalacak!

NESÝL YAYINLARI

11


DERKENAR

Ahmet Kırtekin

ALEV ALATLI ÝLE YAZIÞMA Türk romanýnýn usta kalemi Alev Alatlý ile bizzat görüþmemiz mümkün olmadýðýndan ancak yazýþabildik. Sonuçta ortaya çýkan metin açýk uçlu bir cümleye benziyor. Ve biz de bu metni herhangi bir yorum katmadan yayýnlýyoruz. Kendi yataðýný ve anlamýný bulmasý dileði ile... Sevgili Ahmet, cevaplarýmý sunuyorum. Umarým iþine yarar, kolay gelsin.

Öncelikle Türk edebiyatında romanın şu anki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Gelin, bu sorunun cevabýný eleþtirmenlere ya da edebiyat uzmanlarýna býrakalým. Bu konularda ya da diðer yazarlar hakkýnda konuþmayý bir romancý olarak ahlâki bulmuyorum. Şimdiye kadar "Türk romanı" diye bir şey ortaya konabildi mi, yoksa henüz doğum sancıları mı çekiyor? Elbette, kondu! Þunu anlamalýsýnýz, birden fazla roman türü vardýr. Bazý uluslar bir türde, diðerleri baþka bir türde parlarlar. Örneðin, casus ve polisiyede Ýngilizler daha çok iyi eser verirler de, aþkta Fransýzlar yücelirler gibi. Bizim de hoþlandýðýmýz hoþlanmadýðýmýz türler var ve bu çokça da toplumun ruh haliyle ilintidir. Yoğun bir okuma faaliyetinde bulunmuşsunuz. Türk okurunun da mutlaka bunu okuması gerekir dediğiniz kitaplar var mı okuduklarınız arasında? Sistematik okuyan birisiyim, efendim. Demek istediðim, ilgilendiðim konulara dair onbinlerce sayfa okuduðum olur. Bana sizin hangi konuyla ilgilendiðinizi söylerseniz ve eðer ilgi alanlarýmýz örtüþüyorsa, memnuniyetle bir liste sunmaya çalýþýrým. "Bir kadın ve Türk" olarak bir Rusya kitabı yazmış olmanız hayretle karşılanıyor. Yabancılığınız bir yana, kadın olmanızın yadırganmasının sebebi nedir? Bunu bilemem. Belki de zihinlerdeki kadýn tipolojisi ile entellektüel merak bir arada düþünülemiyor. Yabancýlýða gelince, Rusya þöyle dursun, insan bilmediði her konunun yabancýsýdýr. Okursunuz, sorarsýnýz, görürsünüz, yabancýlýðýnýzý silmeye çalýþýrsýnýz.

12

Cinsiyet yazarlık konusunda bu kadar belirleyici bir etken mi? Doðrusu sanmýyorum. Ama þu var tabii, dikkat ederseniz kadýn kahramanlar bende daha bir aðýrlýktadýr. Nedeni, bir kadýnýn nasýl düþündüðünü bir erkeði bildiðimden daha iyi bilmem. Örneðin, futbola düþkün bir erkeði yazmaya kalsam zorlanacaðým kuþkusuzdur! "hep Rus ekolüne yatkın oldum" diyorsunuz. Gogol'un İzinde bittikten sonra kendinizi benzettiğiniz bir yazar oldu mu? Hem evet, hem hayýr. Benzer kaygýlarý paylaþtýðým yazarlar oldu ama orasý baþka bir kültür. Yine de, okurken müthiþ beðeniyle, aþkla okuduðumu itiraf etmeliyim. En beğendiğiniz Rus romancısı kim desem... Tek bir isim veremem. Rus edebiyatýnýn ihtiþamý da burada zaten. Birini bitiriyorsunuz baþka birini buluyorsunuz. Edebiyat bazen bir kehanetse kendinizin "koalisyon" kehanetinizi şu anda nasıl karşılıyorsunuz? Eðitimli bir tahmindi desek daha doðru olacak. Olaylarý iyi incelerseniz, gidiþatý kestirebiliyorsunuz. Çoðunlukla da doðru kestiriyorsunuz. Sýrrý iyi incelemekte sanýrým. Hükümsüzleştirme ile afazi çok ayrık gibi durmuyor.. Pek ayný fikirde deðilim. Çünkü, Rusya'da afazi yok, intellijenti birbirini çok iyi anlýyor ve bir blok gibi ama hükümsüzleþtirme var ve bu onlara Batý'nýn reva gördüðü bir ceza gibi. Türkiye ile Rusya arasında birçok benzerlikler bulup kader ve sonralarının benzeşmesinden ürküyorsunuz. Acaba bizde de Rus aydınlarına benzer aydınlar var mı? Hayýr. Rus aydýnlarý bizimkilerden çok daha donanýmlý, cesur, fedakâr ve acýmasýzdýrlar.


DERKENAR Bizim bir Gogol'umuz var mı sizce? Yine, hayýr. Gogol'un en büyük meselesi din inancýydý. Bizde Ýslamiyete iliþkin benzeri bir tutkuyla yazan yoktur. Din konusu özellikle büyük bir yer kaplıyor kitabınızda. Bu konuda yazdığınız gazete yazılarının sayısı da az değil. Bu nedenle hiç olumsuz tepki aldınız mı? Burasý özgür bir ülke. Kimin haddine düþer ki? Birileri çıkıp "neden kendi ülkeni yazmıyorsun" dedi mi hiç? Cevabým yine ayný, kimin haddine düþmüþ?! Bakýn, öðrenilmiþ çaresizlik diye bir kavram vardýr. Kendi sansürümüzü kendimiz koyarýz. Ben öyle birisi deðilim, kendime sansür koymam. Hiç de zararýný görmedim.

okur. Ama benden okur sayýsý artacak diye standardý düþürmem beklenmemeli. Zaman zaman argo veya benzeri kullanımlar başvuruyorsunuz. Bunu yapmak zorunda mısınız diye sorsam? Yaþamýn, hele de anlattýðým o dönemin yaþayan bir olgusuysa, roman kiþisini tanýtmama yardýmcý oluyorsa neden olmasýn? Durup dururken küfür edilmez ama küfürlü konuþan bir karakteri anlatmak istiyorsanýz, küfür ettirmeniz lâzým, yoksa karton karakter olur. Kitabınızın Rusça dışında başka bir dilde daha yayınlanması konusunda bir teklif / girişim var mı?

Özellikle Cemil Meriç'i sık sık anıyorsunuz… Elbette! Türkiye'nin gelmiþ geçmiþ en büyük entellektüelidir. Diğer aydınlarımız gibi sizi de medyada görmek pek mümkün olmuyor. Bu herhangi bir tarafın ya da iki tarafın ortak tavrı mı? Ya da bir birinize söyleyeceğiniz bir şey mi yok? Ne o, ne de diðeri desem? Bakýn, çalýþtýðýmýz sahalar ayrý. Ben kendimi yazarak ifade eden birisiyim, onlar konuþarak ya da baþka biçimlerde. Televizyoncu olmayý seçmiþ deðilim. Konu uzmanlýk alanýma giriyorsa ve zamanlamasýný uygun buluyorsam, çýkýyorum. Bir ara TRT için ekonomik krizleri konu alan bir program hazırladınız ve metinleri internette yayınlandı. Buna benzer bir projeniz var mı? Ýþte bir örnek de bu sizin söylediðiniz. Konu uzmanlýk alanýma giriyordu ve ülkemin deprasyona girdiði bir zamandý. Yardýmcý olmaya çalýþtým. Yazım tekniği ve konularınız çok da kolay hazmedilecek türden değil. Okuyucu bulamamaktan korkmuyor musunuz? Hayýr! Þunu anlamanýz lâzým, ben, örneðin, fizik yazýyorsam bunu dört iþlem aritmetiði ile yazamam ya da yazýyormuþum gibi yapýp okuru kandýramam. Zor bulan, hazmedemeyen henüz benim olduðum yerde deðil demektir. Öyleyse gider baþka birilerini

Hayýr, henüz yok. Schrödinger'in Kedisi'ni yazan Alev Alatlı ile Gogol'un İzinde'yi yazan Alev Alatlı arasında bir fark oluştu mu? Hem de çok! Bir kere daha meyus, daha hüzünlüyüm. Rusya'ya baktýðýmda, adamlarýn ne kadar gayret gösterdiklerini, onca gayrete raðmen bu hale düþebildiklerini görmek insanýn insanlýða dair umutlarýný kýrmaya yetiyor! Schrödinger'in Kedisi yayınladığında sıradaki kitabın Gogol'un İzinde olacağını biliyorduk; şimdi sırada ne var? Durun bakalým! Ýkinci cilt baskýda ama daha iki cilt var!!! 13


DERKENAR

Ahmet Mahir Pekşen

ÖYKÜCÜ Þu Beyoðlu caddesine bir baþka geliþinde, ünlü bir yayýnevinde öykü kitabý yayýnlanmýþ meþhur bir yazar olacaktý. Ýçinde taþýdýðý klasöre göre bir hayli büyükçe duran bond çantayla yayýnevinin merdivenlerini týrmanýrken kendinden emindi. O sadece birkaç yýlýn deðil, yüzyýlýn en büyük öykücüsü olmaya adaydý. Bir an binanýn asansörünün de olduðunu fark etti. Birinci kata çýkmýþtý ama, daha üç kat çýkmasý gerekiyordu. Bir an asansörü kullanýp kullanmamakta tereddüt etti. Sonra, hem gideceði yere nefes nefese gitmemek, hem de asansörün aynasýnda kýlýk-kýyafetine, saçlarýna son þekli vermek için binmeyi tercih etti. Tarihi binanýn özelliklerine uygun, demir oymalý asansöre bindi. Kendisinden baþkasýnýn olmamasýna da sevindi. Çünkü o zaman saçýný tarayamazdý. Bir baþkasý olduðunda saçýný tarayamayýþýný deðerlendirdi bir ara. Niye bir baþkasýnýn yanýnda saçýný tarayamýyordu ki. Bu, yakýn bir gelecekte ünlü bir yazar olacak birine yakýþýr mýydý?. Daha rahat olmalý, toplum baskýsýndan veya en azýndan insanlarýn arkasýndan konuþmasýndan bu kadar çekinmemeliydi. Asansör geldiðinde saçýný taramak için yere býraktýðý çantayý gururla aldý eline. Beyaz boyalý kapýnýn önüne geldiðinde, hayatýnýn en önemli saatlerinden birini yaþamak üzere olduðunu düþündü. Zile dokundu. Zil sesini duymadý. Acaba zil çalmamýþ mýydý, yoksa içerilerde bir yerdeydi de sesini mi duymamýþtý. En iyisi biraz beklemekti. Bir yazar zili üst üste basma kabalýðýný yapmamalýydý. Bir dakika kadar bekledikten sonra zilin çalmadýðý kanaatine vardý. Biraz daha kuvvetli dokundu zile. Evet bu sefer sesi gayet net bir þekilde duymuþtu. Zaten kapýda, sanki onu bekleyen biri varmýþçasýna çabuk açýlmýþtý. Bir koridora açýlan dört beþ kapý vardý. Kendisini karþýlayan kýz; -Nasýl yardýmcý olabilirim? -Yazmýþ olduðum öyküleri yayýnevinde... Kýz gerisini dinlemedi. Anlaþýlan her gün birkaç tane yazar geliyordu ki, kýz meramýný anlamýþtý. -Buyurun, Burhan Bey’le görüþtüreyim sizi. 14

Burhan Bey’in odasýna girdiðinde, tahmin ettiði tipte bir adamla karþýlaþtý. Hep bir editörü, gözlüklü ve gözlüðünün zincirleri kulaklarýndan aþaðý sarkan, kýr saçlý, orta yaþýn biraz üzerinde bir adam olarak hayal etmiþti. "Buyurun, oturun" dedi. Tam karþýsýndaki koltuða oturdu. Editör, önündeki kitaptan baþýný kaldýrdý. -Hoþ geldiniz, buyurun. Bu kadar kestirmeden lafa girmesinin, sadede gelmesini istemesinin bir anlamý vardý. Bu adamýn vakti kýymetliydi ve en kýsa zamanda diyeceðini deyip gitmesi gerekiyordu. Hemen gururla taþýdýðý çantasýnýn þifrelerini ayarlayýp açtý ve öykü dosyasýný uzattý; -Efendim, yýllardýr üzerinde çalýþtýðým öykülerim. Sonuna kadar okuduðunuzda beðeneceðinizi, mutlaka beðeneceðinizi sanýyorum. Editör, zincirli gözlüðünü çýkardý. Anlaþýlan okumadýðý zaman bu gözlüðü kullanmýyordu. Masanýn üstündeki piposunu alýp, tütününü karýþtýrdýktan sonra özel çakmaðý ile yaktý. Mavi dumanlar halka halka tavana doðru yükselirken; -Okunur ve size bir cevap verilir. Bu iþleri deðerlendiren birkaç editörümüz daha var. Zaman bulursam ben de okurum. -Ne kadar sürer bu cevap verme iþi. -Bir buçuk ay, bilemedin iki ay. Eðer Ýstanbul dýþýnda iseniz mektupla sonucu bildiririz. -Hayýr hayýr. Ben Ýstanbul'da ikamet ediyorum. -O zaman problem yok. Kasým'ýn on beþinde gelin. Size sonucu bildiririz. ... Genç öykücü, bindiði asansörün aynasýna baktýðýnda yanaklarýnýn al al olduðunu gördü. Þakaklarýnda ki teri sildi. Ama büyük bir iþ baþarmýþtý. Huzur içinde dönebilirdi evine. Bir buçuk ay sonra alacaðý cevabýn olumlu olduðuna adý gibi emindi. Beyoðlu caddesinin nostaljik havasýnda, bir görevi baþarýyla yapmanýn rahatlýðýyla yürürken az önce tanýþtýðý editörü düþünüyordu. "Belki ömründe hiç kitap yazmamýþ, yazsa bile yazdýðý kitaplarýn bir teki bile baský masrafýný


DERKENAR

kurtaramamýþ bir tip. Baþarýlý bir yazar olsaydý mutlaka tanýrdým. Zaten böyle baþarýsýz tipler, kýlýk kýyafetle, aksesuarla tatmin olmanýn yollarýný ararlar. O entel görünme sevdasýnýn göstergesi zincirli gözlük ve pipo. Bu adamlar çok kaprisli olurlar. Kendi baþarýsýzlýklarý akýllarýna geldikçe, baþarýlý olabileceklerin de önünü týkarlar. Aslýnda hiçbir þeyden anladýklarý da yoktur. Tesadüfler bunlarý maalesef çok iyi yazarlarý bile durdurabilecekleri bir noktaya getirmiþtir." Bütün bunlarý düþünürken morali bozuldu. Artýk kitabýnýn beðenilmemesinin mazeretini de bulmuþtu; kýskanç editör. ... Bu sefer elinde çantasý yoktu. Yine de asansörle çýkmayý uygun buldu. Editörün karþýsýna nefes nefese çýkmamalýydý. Zaten heyecandan neredeyse zor nefes alýp veriyordu. Gerçi sonuçtan emindi. Kitabýnýn basýlacaðýna inancý tamdý. Bir önceki tecrübesine dayanarak zile biraz hýzlý dokundu ve kapý yine çabuk açýldý. Bu sefer kýzýn göstermesine gerek duymadan Burhan Bey’in odasýna doðru yöneldi. Yine yalnýzdý ve yine bir þeyler okuyordu. Yine zinciri gözlüðünü çýkardý. Ve karþýsýna oturan öykücü genci inceden inceye süzdü. Öykücü genç de, editörün yüz ifadelerinin altýna inip sonucu çýkarmaya çalýþtý. Meraký fazla sürmedi. -Öyküleriniz basýlmaya deðer bulunmadý. Üzgünüm. Böyle bir cevap beklemeyen genç önce sarardý, sonra kýzardý. -Nasýl olur? Hepsi okundu mu? -Hepsi. Hem de ben okudum. -Öyleyse nasýl beðenilmez. -Nasýl beðenilmediðini hiç kimseye açýklamak zorunda deðiliz ama, hadi sana izah edeyim. Genç, öykülerinin gücüne o kadar çok inanýyordu ki, nasýl bir hata bulunduðunu merak ediyordu doðrusu. -Bak genç kardeþim. Þu epilepsili, yani saralý çocuðun hayatýyla ilgili öykünde, epilepsili ve dolayýsýyla geri zekalý bir genci tiplediðin öyküyü ele alalým. Epilepsi illa ki geri zekalýlýðý gerektiren bir hastalýk deðildir. Bu konuda hiçbir bilgin olmadýðý için böyle yazmýþsýn. Sonra epilepsili genç "Novaljin"le, Diazemle tedavi edilmez. Ha sonra, bu hastalýðýn tedavisi psikologlar tarafýndan deðil, nörologlar tarafýndan yapýlýr. Bildiðin

bir iki ilaç ismini yazmýþsýn buraya, hastayý da Psikologa havale etmiþsin. Ýnceleme yok, araþtýrma yok. Genç maðlubiyeti kolay kabul etmeyecekti; -Benim bildiðim bir epilepsili var, geri zekalý. Zaman zaman Novaljin, zaman zaman da Diazem kullanýyor. Editör de pes diyeceðe benzemiyordu: -Bak genç kardeþim. Bu öykünü deðerlendirirken, açtým bir nörologla konuþtum. Çok aðýr vakalarda Diazem kullanýlabilirmiþ ama tedavi için kullanýlan ilaçlar bunlar deðil. Onlarý da öðrendim. Ýstersen iþimi ne kadar ciddiye aldýðýmý belirtmek açýsýndan sayayým; Luminal, Tegratol, Rivotril, Convulex, Lamictal, Nörontin, Maliasin, Eptantion vb. Gönül isterdi ki yazmadan önce sen araþtýrasýn. Bu kitabý basmak okuyucuya hakaret olur, yayýnevimizin saygýnlýðýna da gölge düþürür. "Hadi yazan araþtýrmadan yazdý, peki inceleyen nasýl atladý?" demezler mi? Öykü dosyasýný býraktýðý gün, editör hakkýndaki düþündükleri geldi aklýna. Pek de boþ deðildi. Bayaðý bir þeyler biliyordu. Üstelik amma da araþtýrýcýydý ha… Genç maðlubiyeti kabul etmek zorunda kaldý... Ama bir hamle daha yapmayý uygun buldu; -Bu öyküyü çýkarabiliriz. Editör güldü; -Çoðunda bu tür hatalar var. -Bir daha böyle hatalý bir þey bulursanýz ben öykücülüðü býrakýrým. -Hayýr hayýr, býrakmayýn. Ama dikkat edin. "Gönül Salýncaðý" diye bir öykünüz var. Gencin en fazla beðendiði, en çok güvendiði öyküsüydü; -Evet. -O hikayenizde güzel bir aþký anlatmýþsýnýz. Þeker veya senin deyiminle Ramazan bayramýnda, mehtapta sevgilileri salýncaða bindirmiþsin. Genç öykücü bunda garipsenecek ne olabileceðini düþünürken editör sordu; -Sen hiç Ramazan bayramýnda mehtap gördün mü? ... Genç öykücü hiç düþünmemiþ üstelik araþtýrmamýþtý da. Koltuðunun altýnda öykü dosyasý evin yolunu tutarken, niçin Ramazan bayramýnda mehtap olamayacaðýný çözmeye çalýþýyordu. ... 15


DERKENAR

Sefer Göltekin

OKUR-YAZAR’A BÝR ÖRNEK; ENÝS BATUR "Yarısı 'yazan'dan, öbür yarısı 'okuyan'dan oluşan bir yazı adamıyım..." Enis BATUR

Altý sayýyla birlikte bir yýlýný dolduran Derkenar'ýn hitap ettiði/hedef aldýðý kitle tarafýndan ciddiye alýndýðýna, ve "edebiyat dünyasý"ndaki yerini sabitledikten sonra bile "sürekli yenilik halini terk etmeden okuyucusuna seslenmeyi sürdüreceðine inanýyorum. Türkiye'de bir "okur" ve "okuma" sorunu olduðu kesin. Böyle bir sorunun varlýðý bir çok "bilirkiþi" tarafýndan her þart ve ortamda vurgulanýyor. Derkenar'ýn da okuyucuya ulaþan sayýlarýnda ýsrarla altýný çizdiði bir konu; okur ve okuma sorunu. "Edebiyatýn doðru bir zeminde ilerlemediði bir ortamda, okuma oranýnýn yazanlar arasýnda bile düþük olduðu…", "Yazan arkadaþlarýmýzýn tek suçu, çok okuyup az yazacaklarý yerde, çok yazýp neredeyse hiç okumamasý…" 1 "Bir edebiyat eserinin en önemli özelliði, deðiþik okumalara fýrsat vermesidir…" 2 "Bana 'özel zevkleriniz nedir?' diye sorduklarýnda 'imla klavuzu okumak' diyorum…" 3 Kitaplarý önemsiyoruz, çünkü okuma eylemi olmaksýzýn yazma eyleminin fazlaca yol almasý mümkün deðildir…" 4 "…Yeni yetiþen yazarlarýn ne yazýk ki okumadan yazmaya çalýþtýðýný söylemeliyim. Temeli saðlam olmayan bir yapý ayakta kalamayacaðý gibi, bu anlamda okuma eylemini sürekli kýlmadan yazmaya çalýþmak, içi boþ, dili savruk bir metin çýkarýr ortaya… Okumak yazmaktan daha önemli bir eylem." 5 gibi cümlelerle -özellikle bir okur ve okuma bilincinin olmadýðý ülkemizde,- yazarlýða soyunan gençlerin bile bu bilinçten uzak metinler kotarmaya çalýþtýklarýnýn haberlerini veren Derkenar, böylece her yazarýn iyi/kaliteli bir okur olmasý gerektiðini ve ancak bu þekilde (belki) her yazanýn okumasý gerektiðini ve her okuyanýn da yazar olamayacaðýný dillendirmek istedi. Aslýnda bu yazýyý 'Derkenar dergisinin hemen her sayýsýnda "okur", "okuma" ve 16

"yazar" kaygýlarýný ön plana çýkarýþýnýn hikmetleri' üzerine kotarmaya niyetlenmiþtim ancak, yedinci sayýnýn "Enis Batur" dosyasý içereceðinin haberini aldýktan sonra, hem Derkenar'ýn hem de Enis Batur'un kaygýlarýnýn/tespit veya tavsiyelerinin ilave yorumlara muhtaç olmadan bir ortak noktada buluþtuklarýný fark ettim ve yarýsý "yazan"dan öbür yarýsý "okuyan"dan oluþan bir yazar olduðunu saklamayan birinin örnekliðinin de mutlaka yeni yazmaya baþlayanlara faydalý olacaðýný diye düþündüm… Enis Batur hem yazan hem de yazdýðý üzerinde düþünen biri. Kitaplarýnýn alýcýlarýný seçme olasýlýðýna sahip olmadýðýný biliyor ve yine de "kurduðu büyük mektubu" "doðru adrese" göndermenin sancýlarýný taþýyor. Kendindeki okuru tartýyor ve yeri geldiðinde tartaklýyor. Belki de bu þekilde kendisini seçmeyecek okuru uzaklaþtýrmayý, kitaplarýndan uzak tutmayý baþarýyor. Yazdýklarýný her zaman bir bütün olarak görüyor: "geniþ bir yazý gövdesi." Bir kitabýna önce hazýrlanan sonra yazan biri. Herkesin cd dinlediði bir ortamda 33'lük plak üretmeyi tuhaf buluyor. Yazdýðý dergilerde, kitap dizinlerinde dünyaya pencereler açma çabasýnda bulunduðunu ve baþtan beri kendini dünyalý bir þair, dünyalý bir yazar olarak gördüðünü söylüyor. Halkalar halinde açýlmaya çalýþtýðýný, karanlýk bölgelere sokulmak istediðini belirtiyor. 6 Enis Batur, okur kitlesinin Türkiye'deki nüfusunu iyi kötü biliyor ve kendi okurunu tarif ederken; "Sadece okuduðu ile yetinmeyip zaman zaman baþka kaynaklara baþvurmayý göze alabilecek, bunu yaparken de zevk alacak biri. Bir çeþit üretici okur. Meraklý, metinler arasýndaki iliþkileri gözlemlemekten hoþlanan, kurulan oyunun kurallarýný zevkle oynamayý kabullenen bir okur tanýmý benim kafamdaki. Benden daha aþaðýda olan bir takým insanlara vaaz verme isteðiyle ortaya çýkmýþ biri deðilim. Kendi dengim olan soyut bir okur kitlesine, soyut


DERKENAR

þu anlamda, bugün yaþýyor olmalarý þart deðil. Çünkü bugünün okuru ölecektir. Ama benim kitabým kalýrsa yarýnýn okurlarý tarafýndan okunabilir. Ýkincisi coðrafya sýnýrý da tanýmýyorum. Yazdýklarým baþka dillere çevrildiðinde baþka okurlar tarafýndan da okunabilir." diyor. 7 Enis Batur yazdýklarýyla yakýndan ilgilenen bazý insanlarýn ayný zamanda oldukça soðukkanlý ve eleþtirel davranabildiklerini düþünüyor. Tapýnma, kült iliþkileri arayýþý içinde olmak istemediðini belirtiyor ve "Gerçek okurum yazdýklarýmla yoðun biçimde ilgili ama gözükörlük dediðim þeyden mustarip deðil. Yazdýðým bir kitap onlarda düþ kýrýklýðý yaratmýþsa, dile getirdiklerinde görüyorum ki, ben mürit meraklýlarý gibi davranmýyorum. Kendimden uzaklaþtýrýp cezalandýrmaya da kalkýþmýyorum" diye de ekliyor. Enis Batur az okunmak isteyen bir yazar da deðil. Türkiye'de gerçekten nitelikli denilebilecek metinleri okuyabilecek okur sayýsýnýn en iyi niyetle (2002'de) beþ bin olduðunu, kitaplarýnýn 10 bin 15 bin satmasýnýn kendisi için karabasan halini alacaðýný düþünüyor. 8 "Kimse bir þey okumak zorunda býrakýlmamalý, edebiyat; güç kullanýlarak yaratýlacak bir müdafaa mantýðýna dayandýrýlmamalý" diyor. Fakat bir istisna getiriyor; "Yazar olacak kiþi için baþka. Bir biçimde dilinin önemli ürünleriyle tanýþmalý, onlardan alacaðýný almalý. Okur neden ayný yolu izlesin?" Bizim olsun taþtan olsun perspektifini kabul etmiyor Enis Batur ve 20 yaþýndaki bir okura Hüseyin Rahmi yerine Calvino'yu seçmesini salýk veriyor. "Yüzyýl öncesinin 'birinci sýnýf okuru'nun ufku bir hayli sýnýrlýydý, günümüzde koþullar çetrefil. Ekranlarýn kullanýmý görmekten çok bakmayý öne çekti, ulaþýlacak kitap sayýsý inanýlmaz ölçüde arttý, eðitim bütünüyle çöktüðü için klasik metinlere giden yol hepten týkandý. 'Birinci sýnýf okur' olmak dehþet zor bir kiþisel inþa programý, dirayeti, çabayý gerektiriyor. Size bir 'birinci sýnýf okur' örneði vereyim: Tanpýnar, hem Bakî Efendi'yi hem Valery'yi, hem Euripides'i hem Bergson'u okuyabiliyor; hem Itrî'yi hem Debussy'yi sahiden zevk alarak dinliyor; hem Siyah

Kalem'i hem Picasso'yu yakýn takibine alýyor…" diyor. Bir okur olarak her aþamada "Anlama yetimi nasýl geliþtirebilirim" sorusunu kendisine yöneltiyor. Bir çok yapýtýn kendisine sýnýrlarýný gösterdiðini, sýnýrlarýnýn duvarýna çarptýðýný, çarpýþma sonrasýnda önce yaralarýný iyileþtirdiðini, ardýndan eksiklerini görmeye çalýþtýðýný, görebilmenin yollarýný aradýðýný vurguluyor. Baþarýsýzlýklarýnýn olduðunu daha da olacaðýný biliyor. Hiçbir zaman faturayý kendisini yaralayan yapýta çýkarmýyor. Ýnsanýn anlama yetisini geliþtirmesi için emek harcamasý, yatýrým yapmasý, sabýrlý olmayý öðrenmesi gerektiðine inanýyor. Ona göre okur ya geliþmeye açýktýr ya deðildir. "Olmadýðýnda küstahlaþýr, suçlamaya giriþir. Öylelerini kim sever bilmem ama ben sevmem!" diyor. 9 Ýbrahim Tenekeci, "Okumak yazmanýn silah arkadaþýdýr" der. Bu cümleyi haklý çýkaracak onlarca cümleyi burada sýralayabiliriz. Tek bir þey eklemek gerekirse bile bu, okumanýn sadece "kitap" la sýnýrlandýrýlmayacaðý olmalýdýr. Okumak en geniþ anlamýyla sarmalý bir insaný. Ki belki bundan sonra "yazýlan" kýymetli olur. (1) Editör, Derkenar, Sayý: 4 (Sözü edilen yazý sayfa 26’da) (2) Ahmet Kýrtekin, Uyurgezer, Derkenar, Sayý: 4 (3) Emine Öte, Türk Dil Kurumu mu Dil Derneði mi?, Derkenar, Sayý: 4 (4) Ahmet Kýrtekin, Merhaba, Derkenar, Sayý: 5 (5) Ali Karýnca, Derkenar, Sayý: 6 (6) Ýhsan Yýlmaz, Enis Baturla söyleþi, Gösteri, Aðustos 2001 (7) Ýhsan Yýlmaz, Enis Batur'la söyleþi, Hürriyet, 18 Kasým 2001 (8) Oray Engin, Enis Batur'la Söyleþi, Radikal, 06 Nisan 2002 (9) Ýbrahim Yýldýrým, Enis Batur'la Söyleþi, Cumhuriyet-Kitap Eki, 05 Temmuz 2001

17


DERKENAR

Mehmet Ali Başaran

TOPARLAYIP ZARFA KOYACAKTIM Ne zaman günceme bir þeyler yazmaya baþlasam, yazý bir mektuba dönüþüyor. Hemen býrakýyorum yazmayý. Biliyorum çünkü, mektup da sahibine ulaþmak isteyecek. Sana... Yüzlerce kez azar çektim bu yüzden kalemime. Sadece sana dediklerimi yaz diyorum ona; dinlemiyor sözümü. Konuyu sana getiriyor. Senden sensizliðe götürüyor. Bu tür getir götür iþleri yapýyor. Bütün uçlarýný kýrmakla tehdit ediyorum, ciddiye almýyor; blöf yapýyorsun, diyor. Sen de çokbilmiþlik yapýyorsun ama, diyorum. Gülümsüyor. Kaç yýllýk arkadaþýným senin, diyor, ciðerini bilirim. Çok seviyorsun o kýzý sen abi, ben senin için yazýyorum! Beni düþündüðü için kalemime teþekkür ediyorum. Hemen þýmarýyor. Ohoo, ben daha neler biliyorum, diyor, þu silgiyi elinden býrak hele, anlatayým. Olmazlanýyorum. Kalem ve kaðýdýn beni oyuna getirmeye çalýþtýðýný düþünüyorum. Kaðýt, düþündüðün þeye bak, diyor, sanki sýnav oluyorsun! Haklýsýn ama, diyorum benim durumum epey karýþýk. Biz de dün gece kaleminle tam da bu konuyu konuþuyorduk demez mi kaðýt! Bu kaðýt beni mi düþünüyor yoksa bahane edip kalemimle bir özne yüklem iliþkisi mi düþünüyor kestiremiyorum. Hocam, diyor kaðýt, dök bana içini, koy beni zarfa, yolla beni ona. Bak gör, dost eli uzattýðýný gösterecek bir sahici mektup ona. Sizin bir amca vardý, ne diyordu; ne kadar yalansýz yaþarsak o kadar iyi. Yalan yok; seviyorsun onu, zaman yok, bir bakmýþsýn birazdan her þeyin sonu. Kaðýdýn þiir gibi konuþmasýndan etkileniyorum. Aþka geliyorum; tamam ulan döktüreceðim bir mektup diyorum. Haa þöyle, diyerek rahat bir nefes alýyor kaðýt. Aldýðý o nefesi vermeden soruyorum: Ama ben hiç mektup yazmadým, nasýl yazýlýr? Ne hissediyorsan yaz, diyor

18

kaðýt, bir kuralý yok. Dünyada ne iyi kaðýtlar var diye düþünürken içime bir kurt düþüyor. Ýyi güzel de, kýyýda köþede durup dururken bu kaðýt neden böylesi bir istekle bana yardýma giriþiyor? Kafa kaðýdý olsa insana bu iyiliði yapmaz! Yapar. Yapmaz! Yok yapardý, yapmazdý derken kitaplarýn üzerinden kafasýný uzatmýþ bakan boþ çay bardaðý, Lazlýðýn sýrasý mý þimdi Mehmet Abi, diyor, yazýya zarar veriyorsun. Hiç güleceðim yokken bir kahkaha atýyorum. Saatin on ikiyi geçtiði ile ilgili o küflü nükteyi yapýp sýrýtmaklý olmadýðýndan bardaðý samimi buluyorum. 'Güven' sence de çok önemli bir sözcük deðil mi? Elbette, diyor bardak, 'güven' önemlidir. Bunu düþünürken yýllar önce ilgili ve güzel bir cümlenin altýný çizdiðimi hatýrlýyorum. Sahibinin senin için yazmýþ olacaðý o cümleyi bulup sana hediye etmek istiyorum. Ne var ki, o sýrada olan oluyor; kayda deðmez bir hata yapýyor ve kendimi sözcüklerimle hýr gür içinde buluyorum. Seni ne çok sevdiðimi ve özlediðimi anlatacaðýmýz yerde tartýþýp duruyoruz sözcüklerimle. Sözcüklerim kasýt arýyor yaptýðýmda. Oysa ben sadece dalgýndým o anda. Neden olayý bu kadar büyütüyorsun ki dedim. Olayý büyüttüðüm yok dedi, olayýn kendi zaten büyük! Hiç anlamýyorum. Bu kadar zaman kaybediyoruz; üstüne üstlük sinirlerimizi geriyoruz çünkü ben altýný çizdiðim bir cümleyi ararken eski defterleri karýþtýrmýþým: 08.05.02 Bunları sana söyleyemiyor, ancak yazabiliyorum. Zor anlarda yanımda olmaktan öte senin yanında beni bir başıma bırakmayacak sözcükler arıyorum. Bunun için gazeteye ilan vermeyi, Büyük Türkçe Sözlük'ün kapısını aşındırmayı ve eğer


DERKENAR

bulabilirsem bir bilgeye danışmayı planlıyorum. Böyle gizli planlarım olduğunu sezinleyip huzursuzluk çıkaran çoğu İngilizce'den dilimize girmiş sözcüklerimle tartışıyor, onlara zor da olsa hadlerini bildiriyorum. Yaptıklarının delikanlılığa sığmadığının farkında olup mahzun görünen çoğu Arapça'dan dilimize girmiş vakur ve mütevekkil sözcüklerime ise söyleyecek bir laf bulamıyorum. Her defasında, tam seninle konuşacakken pazarda annesini kaybetmiş minik bir kız çocuğu gibi kalakalmama sebebiyet vermelerinden ötürü kızgınım sözcüklerime. Beni resmen sattıkları son rastlaşmamızda iki laf edemiyor, mecburen susuyorken, haklarında TDK'ye suç duyurusunda bulunmayı düşündüm. Çok geçmeden de bu düşüncemi tehdide bandırıp kendilerine ilettim. Sözcüklerim, neden olayı bu kadar büyütüyorsun ki dedi. Olayı büyüttüğüm yok dedim, olayın kendi zaten büyük! Tamam, unutalým bütün bunlarý diyor ve sözcüklerimden özür diliyorum. Silgi, kardeþim, bu yazý da nedir, nereye gider belli deðil diyerek Türkiye'de eleþtiri kurumu yok demeye getiriyor. Bununla da kalmayýp sözlerini mesaj kaygýma meze yaptýðým gerekçesiyle bana güncel sunturlu küfürler ediyor. Hiç oralý olmuyorum. Yeni bir tartýþmanýn içinde kendimi bulmak niyetinde deðilim. Býktým artýk senin þu yanlýþlarýný düzeltmekten, diye çýkýþýyor kalem hemen. Ulan yine ne var bakýþlarýyla süzüyorum kalemi. Milletin içinde denecek laf mý bu! Ama bizimki diyor: Kendimi'yi yükleme fazla yaklaþtýrdýn. Biraz daha dikkatli ol! Vay be, ne göz varmýþ benim kalemde. Tabii bunu ona söylemiyorum. Tam þu sýrada hiç þýmarýklýk istemiyorum. Kaðýda dönüp, sen diyorum, beni deðil sadece kendini düþünüyorsun. Macera peþindesin. Tek amacýn yolculuða çýkmak! Hayretle bakýyor. Gerçekten böyle mi düþündüðümü soruyor. Sorusunu göðsümde yumuþatýp, derinlemesine bir pasla ona iade ediyorum: Sana nasýl

güvenebilirim? Var ya, sen duygu ve düþüncelerini açýklayamayacak kadar korkaksýn, diyor kaðýt, ya da bir çoklarý gibi sahtekâr. Çok mu yüz verdim þu kaðýda! Tepem atýyor. Senin kafan basmaz böyle þeyleri diyerek paylýyorum kaðýdý. Kaðýt kýrýþýyor ve beni þiddetle kýnýyor. Seni etnik kökeninden ötürü hor gördüðümü de nereden çýkardýn þimdi, diyorum. Beni dinlemiyor. Gözleri doluyor. Dörde katlanýp çekmeceye saklanýyor. Bak, valla öyle demek istemedim, diye dil döküp özür diliyorum. Ýçeriden sesi geliyor; kaðýt aðlýyor. Ben aðlýyorum. Kalem, eski bir þiirimden alýntý yapýyor bana danýþma gereði bile duymadan: Durumu izah çalýþmasý var mevcut saman kaðýtlarda... Ne alaka þimdi diyorum kaleme. Ýzah et abi, diyor, niye aðlýyorsun bu kadar? Ýnsan hiç bir sayfa kaðýda böyle aðlar mý? Düþünüyorum; kalemin dedikleri çok mantýklý geliyor. Bayaðý okumuþ yazmýþ bir kalem bu! Beni köþeye sýkýþtýrmaya çalýþýyor. Harbi harbi, sayfa da bitmek üzere. Kaç tane uc kaldý sende? Sabaha temize geçmem gereken metinler var da. Yemezler, diyor kalem. Sen son zamanlarda çok uç yiyorsun, çok da hassassýn bazý konularda farkýnda mýsýn? Sana iki laf etmeye gelmiyor, hemen kýrýlýyorsun. Konuyu deðiþtirmeye çalýþma boþuna, diyor kalem. Söylesene, bir sayfa kaðýt için insan böyle aðlar mý? Yapma Sýfýrbeþ, diyorum, ýsrar etme, yaramý deþme! Abi sen yazmamýþ mýydýn geçende, ýsrarcý ol, hayat pes edenin deðil kurcalayanýndýr diye. Öyle bir þey yazdýðýmý hatýrlamýyorum. Derhal iþkilleniyorum. Kalemim yaban ellerde beni aldatýyor olabilir mi? Atasözleri Sözlüðü ile mi kýrýþtýrýyor yoksa? O kadar da emin ki kendinden. Kamuoyu oluþturacak beyanlarla ýsrarýný sürdürüyor. Þu yazýma geldim diyor, insanoðlunun bir sayfa kaðýt için aðladýðýný görmüþ deðilim. Çekiyorum kalemi kenara, ulan kereta diyorum, o bir sayfa kaðýt deðildi, diyorum. O, benim sevgiliye yazacaðým mektubumdu diyorum.

19


DERKENAR

Tarık Kürtünlü

KIÞ BÝLGÝSÝ “kardeşi olmayanlar kitap okurlar” (Ahmet Murat)

Ahmet Murat þiirinin, okuyucunun rahatýný kaçýrýrken kötülük niyeti yoktur. Aksine, daha uyanýk olmayý þiddetle tavsiye ederek kendi yoluna dostlar arar. Bir anlamda “Benle gelin ama öncelikle yaþadýðýnýz hayata ve kendinize karþý uyanýk olun” diyerek þiire davet etmektedir. Sayılı Dize Çabuk Biter adlý þiirinde, ikinci kýtaya baþlarken þairin göstermiþ olduðu zeka ve þairanelik hem gülümseten hem de düþündüren cinstendir: “ikinci kıtaya başladım yedi kelimelik ilk dize / saydın yedi işte artık sevgilim değilsin”

Þiir hakkýndaki tartýþmalar devam ediyor ve bitecek gibi de görünmüyor. Þiirin bittiðini savunan nesircilerden tutun da, þiiri kendi kafasýna göre anlamak isteyen kalem ya da “kale” sahiplerine kadar, hemen hemen herkes þiirin istikbali hakkýnda birþeyler söyleyip duruyorlar. Bazý söylenenlerin doðruluk payý olsa bile onca kalabalýðýn arasýnda kaybolup gidiyor. Belki bu yazý da ayný akýbete uðrayacak ama hiç deðilse þiiri þiir olduðu için savunanlarýn sesi biraz daha gür Kýþ Bilgisi çýkmýþ olacak. Ahmet Murat, okuyucusuna Ahmet Murat Þiirin bunca farklý cephelergüvenmek istediði ve bu Birun Yayýnlarý den yoðun saldýrýya maruz güvenin beraberce bir yolculuða kalmasý bazý þiir sevmeyen yazarlarý “Hah, iþte çýkacak kadar yer etmiþ bir güven gerektirdiðini baþardýk, þiir de bitti. Ey ahali, duyun þiir bitti. sezdiriyor. Þiirine çaðýrýrken uyanýk olunmasýnBizim yazdýklarýmýza itibar edin. Þiire itibar dan kastýmý da bu iki dize çok net gözler önüne etmeyin.” çýðlýklarýyla sokaða dökse de ve bazý seriyor. Ahmet Murat kurduðu þiir tuzaðýna þiir severleri üzüntüye sevk etse de, yeni yayýndüþmeyen okuyucularýný ikinci dizeden muaf lanan þiir kitaplarý gösteriyor ki þiir bitmemiþtir tutarak karþýsýna alýyor. Kelimeleri saymayanlarý ve bitmeyecektir. ve kendine güvenenleri sevgilisi yerine koyuyor. Ahmet Murat, Kaf ve Rengiyle (Yediiklim Yay. Kýrk sayfalýk küçük bir þiir kitabý olmasýna 1999) þiirini belli ve seviyeli bir çizgiye oturtraðmen her þiir üzerinde tek tek durulmasý tuðunu ilan ettikten sonra, son þiir kitabý Kış gerekiyor. Þairin þiirlerin kalbine iþlediði derinBilgisiyle þiirini birkaç basamak daha yukarýlara liði bulup çýkarmak öyle kolay olmuyor. taþýyor. Ayrýca bu kitap, “þiir bitti çýðýrtkanlarý”na Tüm bu iyi yönlerine raðmen Ahmet Murat tertemiz bir gol atarak þiir severlerin gönlünü þiirinde sadece bir durak niteliði taþýyabilecek bu ferah tutmasýna iþaret ediyor. kitabý, þairin kýsa zamanda aþmasý gerekiyor. Zira Ahmet Murat 1971 Karaman doðumlu genç Ahmet Murat þiirinin varacaðý “nirvana” noktasýbir þair. Þiirlerinde yaþayan o heyecanlý, o çoþkun na daha çok var. Yoðurduðu hamurun suyunu hal de, eminim bu gençliðinden geliyor. Her biraz daha doðal yerlerden seçerse sanýrým þiirinde o durdurulamaz çoþkunluðun seline þiirinin de önünü açacaktýr. kapýlýp gidiyorsunuz. Felsefi altyapýsý çok daha Kelime oyunlarýna ve dizelerin gücüne yöneön plana çýkmýþ olan þiirlerde bile, Ahmet len bir bütülükle okunan þiirlerin, dize ne kadar Murat’ýn o kendine has çoþkunluðu, sanki bir önemli olursa olsun, sadece dize olarak deðil, atýn üzerinde daðlarý, ovalarý aþýyormuþçasýna, bütün olarak da kendini bulmasý gerekir. En sizi ileriye doðru taþýrken rahatsýzlýk verebilir azýndan ben okuyucu olarak, Ahmet Murat þiiriancak bu, sizi dinç tutup uyutmamak içindir. ni böyle bir umutla bekliyorum. 20


DERKENAR

Furkan Çalışkan

ÇÝNGENELER ZAMANI* Kýsa öykülere göre bir adamým ben Verem olur sonu, Aðýz dolusu yaþadýðým zaman Þu notasýz halimle bilebiliyorum Týrnaklarýný yerse eðer, çok kanar dünya Nitekim bütün güller ayný renktir aslýnda Ve bir çingene için nedir ki zaman Sýrtýndan inerken bir sýzý yavaþça Peki ya kadýnlar yorgun, terli, damarlarý kesilmiþ Bileziklerinde çocuklar Susuyorum, son kere özür dilemek için, biraz santiago Konuþmak bir iç kanamadýr oysa, görsel ve çümbüþ Sadist bir kedi aðaca baðlanmýþ, aðlamaklý, belki de kedi deðil belki duvak, o da susuyor, ben? ederlezi...(1) Sýrasý gelmiþken, Kýyýsýnda iþlediðim güzel bir suçu çenesinden akan ironi için, özür dileyen bir bayana ithaf ediyorum Ben adabýna göre ölmek nedir bilmediðim için geliþmesi eksik kaldý hikayelerin, yanlýzlýk ve karýnca Bunu da atlamýyorum, siz anlayýþ gösteriyorsunuz, Ben de silahýmý saklýyorum Giymeyi düþündüðüm beyaz elbisenin altýna Ben bensem eðer, yetinemiyeceðim kutsallýðýyla bakirelerin Üzgünüm son bir tane; üzüm, su ve kuduz

*

Emir Kustirica’nýn bir filmi 1.Boþnakça’da hýdýrellez

21


DERKENAR

Çiğdem Can

KÖÞE BAÞI Binanýn kendisine en yakýn kapýsýndan hýþýmla dýþarý çýkýp, kapýyý ardýndan gümm diye çarptý. Gittiði son adres de ölmüþtü artýk. Ellerini beline koymuþ, gözlerinde hayal kýrýklýðýnýn her çeþidiyle, deli gibi, tepesine üþüþmüþ binalara bakýndý. Bir o yöne bir bu yöne hamlediyor fakat hangi yöne dönse o kara kararsýzlýk çýkýyordu karþýsýna. Baþka nereye gidebilirdi ki? Her yere gidilmiþti. Alnýndaki teri koluyla silerek, önünden sel halinde akan kalabalýðýn akýntýsýna býraktý kendini. Kalabalýðý yara yara hýzla ilerliyordu. Çarptýðý insanlardan yediði küfürler umrunda bile deðildi. Ýçindeki hüsranýn ve acýnýn acýsýný, ezerek yürüdüðü kaldýrýmlardan çýkarýyordu sanki. Çalmýþlardý onu. Bunda bir yýl önce, bedel olarak ömrünün tam yirmibeþ yýlýný verdiði emekli ikramiyesini özel bir þirkete kaptýrmýþtý. O da þeytanýn deðirmenine aldýrmadan " bire on abiler" suyuna kapýlýp, onluk hayatýný bire satmýþtý. tam on aydýr, þehrin yalnýzca kabuslarda ve korku filimlerinde görülebilecek yerlerine bile bakmýþtý. Ama hissedarlarýn gölgeleri dahi yoktu ortalýkta. Buhar olup uçmuþlardý sanki. Gece yüzlerce kez saða sola dönerek bulup çýkarttýðý son ipucunun da az önce çýktýðý binanýn kapýsýný çarpmasýyla son kullanma tarihi dolmuþtu. Þimdi sadece yürüyordu. Kaybettiði paradan çok, yirmibeþ yýlýn uykuya kanýlmadan çýkýlan yataklarýna, çocuklarýna ve karýsýna gösterebileceði ilgiye, mesai saatlerine kurban edilmiþ dost ve akraba ziyaretlerine yanýyordu. Kýsacasý tüm fedakarlýklarýna yanýyordu. Ýþte asýl tüm bunlarý çalmýþtý adamlar. Þimdi sadece yürüyordu. Üzerlerine, yolun iki kenarýnda sadece gölge üreten makineler gibi duran yüksek binalarýn uðultusu sinmiþ insanlarýn yüzlerine bakýyordu. Kendi gibi birilerini arýyordu. Hepsinin hikayesinin acýklý bir yeri vardý mutlaka ama onun hikayesi hepsininkini döverdi. En acýklý onunkiydi. En azýnda o böyle düþünüyordu. Kendi kendine söylenmeye baþladý. "Þu hale bak. Resmen çalýndým. Ömrüm gitti, ömrüm" diye diþlerinin arasýndan homurdandý. Bu isyan 22

kokan þikayetleri uzun zamandýr ediyordu. Karýsýnýn bu konu hakkýndaki görüþleri beterin beteri var þeklindeydi. Adamsa her defasýnda "bundan daha beteri olur mu?" diyordu. Halbuki karýsý haklýydý. Beterin beteri vardý ve köþe baþýnda onu bekliyordu. Yol kenarýnda, yerde erimiþ gibi oturan, kirden teni gerçek rengini kaybetmiþ sakat bir dilenci, adamdan yardým istedi. Adam "defol git baþýmdan. Sende varsa bana ver, ben senden beterim" diye iþtahla tersledi adamý. Kaþlarýný çatmýþ sinirli gözlerle etrafýna bakýnýyor, kendisini eve götürecek otobüsün duraðýný arýyordu. Yanlýþ tarafa yürüdüðünü anlayýp geri döndü. Tam bir iki adým atmýþtý ki sanki görünmeyen bir duvara çarpýp geriye doðru sendeledi. Olduðu yerde mýhlanýp kaldý. Etrafý alacalandý. Gölgeler birleþti. Binalar baþýna üþüþtü. Eðilip ona bakmaya baþladýlar. Nefes alamýyordu. Sanki damarlý koca bir el kalbini avuçlarýnýn arasýna almýþ parmak aralarýndan fýþkýrtýrcasýna sýkýp sýkýp býrakýyordu. Sanki kör ve paslý bir makas kalbini çiðneye çiðneye kesiyordu. Birden ter su içinde kalmýþtý adam. Nefes alabilmek için aðzýný kocaman açtý. Yalpalayarak, gördüðü en yakýn elektrik direðine gidip dayandý. Kesik kesik ve sýrf nefesten akortsuz bir sesle "olacaða bak sen. Eee, bir yerde bitecek tabii" diye hayýflandý. Canýnýn acýsýndan eliyle göðsünü sýmsýký kavramýþ, bu yüzden gömleði bumburuþuk olmuþtu. Göz kapaklarýnýn üzerinde sanki tonlarca aðýrlýk vardý. Zar zor aralayýp az önce terslediði dilenciye ve üzerinde bozuk paralar olan mendiline bakarak "ne alacaðý var ne vereceði. Tezgahý tek bir mendil. Ah keþke bende bir dilenci olsaydým" dedi. KEÞKE! Sanki bize mutluluk yerine hep üzüntü ve keder reva görülmüþ izlenimi veren bu hesapsýz ve salýmýna kelime büyük bir iþtahla çýkmýþtý adamýn aðzýndan. Ýyi, has niyetlerle kullanýldýðýnda kiþiyi hayra boðan, paçamýz sýkýþtýðý zaman hiç düþünmeden sarfedildiðinde insaný günaha sokan bu nankör kelime, adamý dev bir dalga gibi kýyýdan daha da uzaklara itmiþti.


DERKENAR

Bir süre bulunduðu yerde hiç kýpýrdamadan bekledi. Biraz kendine gelir gibi olmuþtu. Gölgeler yerlerine geri döndüler. Binalar baþlarýný kaldýrdý. Kalbindeki kör makas gitti. Derin bir nefes alýp "galiba yýrttýk kefeni. Bir an evvel eve gitsem iyi olacak" dedi ve toparlanýp tekrar yürümeye baþladý. Þükretmek aklýna bile gelmedi. Her an diðer tarafa geçebileceði þuuruna varamadý. O zaman derdinin ne anlamý kalýrdý, hiç düþünmedi. Gözleriyle duraðý arayarak dolaþmýþ insan yumaðý içinde ilerlemeye çalýþýyordu. Fakat birkaç adým sonra tekrar tuhaf bir þekilde zýnk diye durdu. Daha doðrusu durduruldu. Çelik gibi buzdan bir el, adamýn arkadan kolunu kavrayýp olduðu yere mýhlamýþtý. Adam dondu. Korktu. Kolunu silkeleyerek bu korkudan kurtulmak istedi fakat ne mümkün. Kendisini tutan güç sarsýlmadý bile. Eli ayaðý iyice boþanmýþtý. Baþýný arkaya çevirip bir türlü bu korkunun sebebine bakamýyordu. Birden sýrtýnda bir ürperti hissetti. Daha önce hiç duymadýðý korkunç bir histi bu. Kolunu kavrayan kiþi yavaþça kulaðýna doðru eðildi. Adam gözlerini kýstý, omuzlarýný kýstý, kaskatý kesildi. Arkasýndaki, kulaðýna iyice yaklaþýp buz gibi bir nefes ve buðulu bir sesle "aradýðýn köþe baþýnda" dedi. Adamýn gözleri iyice büyüdü ve titrek bir sesle "sen kimsin?" diye sordu. El "cevabý köþe baþýnda" dedi ve yavaþça kolunu býraktý. Adam tüm cesaretini toplayýp hýzla geri döndü. Çeþit çeþit suratlar, binalar, arabalar, sýcak. Yoktu. Nereye gitmiþti? Kimdi? Daha doðrusu neydi? Gördüðü tüm yüzleri tek tek inceledi. Tüm manzarayý taradý. Sesin yüzünü aradý. Ama yoktu. "Kim bu adam? Benim birilerini aradýðýmý nerden biliyor? Sakýn þirketin ortaklarýndan biri olamasýn? Tamam, þimdi buldum. Menfaatleri çarpýþýnca birbirlerine düþtüler. Oh olsun. Alýr mýsýn garibanýn ahýný? O adamý mutlaka bulmalýyým" diye söylendi. Elleri belinde, baþýný yukarýya doðru iyice uzatýp çevresine tekrar tekrar bakýndý. Yoktu. Buhar olup uçmuþtu sanki. Bir insan nasýl da sýrra bu kadar hýzlý kadem basabiliyordu? Az önce yaþadýklarýnýn bir hayal olduðu tereddütüne kapýldý. Tam vazgeçip duraða doðru yöneldi ki varlýðý bir rüzgâr gibi hissettirdi onu. Yavaþça kalbinin iþaret ettiði yöne doðru döndü. Oradaydý. Elleri karnýnýn üzerinde baðlý, gözlerinde iki ucu

keskin bir bakýþ, uzun boyu, gri saçlarý ve tüm heybetiyle duruyordu yolun karþýsýnda. Önünden arabalar, yanýndan insanlar gelip geçerken sanki bir anda her þey mat bir görüntüye büründü. Her þey hareket edebilen cansýz fotoðraflar gibiydi. Bu ruhsuz ve içi boþalmýþ þehirde sadece kendisi ve o uçurum bakýþlý adam kalmýþtý ortalýkta. Birbirlerinin çekim alanýna girmiþler yolun iki kenarýnda karþýlýklý bakýþýyorlardý. Ses çýkarabilen her þey susmuþtu. Ne tek bir korna sesi ne de insanlarýn toplu lisaný olan uðultu. Tüm þehir susmuþtu. Adam "ordasýn" dedi. "Ýþte buldum seni". Birden transtan çýkýp kendine geldi. Þehrin sesleri týka basa doldu kulaklarýna. Nehir yine akmaya baþladý. Adam, karþýya yabancýnýn yanýna geçmeye niyetlenirken, yabancý niyetini anlamýþ, elleri karnýnýn üzerinde baðlý, bulunduðu yolun köþesindeki trafik ýþýklarýna doðru yavaþça dönüp dimdik, aðýr aðýr yürümeye baþladý. Adam yola atladý. Výzýr výzýr geçen arabalarýn arasýna daldý ve durmalarý için iþaretler yaparak zar zor karþýya geçti. Yabancý ise, adamýn arkasýndan geldiðine emin, ardýna bile bakmadan köþedeki trafik lambalarýna doðru ilerliyordu. Adam ise ona yetiþmek için bu insan ormanýnda kendine eliyle koluyla bir yol açmaya çalýþarak koþar adýmlarla yabancýya yetiþmeye çalýþýyordu. Yabancý ise bu dalga dalga insan selinde bir iniyor bir çýkýyordu. Adam nihayet ter su içinde trafik lambalarýnýn bulunduðu köþeye gelmiþti. Ama ne yazýk ki yabancýyý yine kaybetmiþti. Can havliyle etrafýna bakýnmaya baþladý. Ýnsanlar, binalar, kokular her þey birbirine karýþtý. Yine tam ümidini kestiði bir anda, önünden geçen büyük bir kamyonun ardýnda belirdi yabancý. Yolun karþýsýnda ona bakýyordu. Adam eliyle kendisine gel iþareti yaptý. Yabancý, elleri karnýnýn üzerinde baðlý, her an daðdan kopmaya hazýr bir çýð gibi duruyordu. Adam, bu araba cinnetinde karþýya geçecek cesareti bulamadý kendinde. Eliyle yabancýya tekrar gel yaptý. Yabancý baðladýðý ellerini çözdü. Bir karýnca katarý gibi hiç durmadan akan karayolunun içine girip yürümeye baþladý. Arabalarýn arasýnda bir kaybolup bir beliriyordu. Adam ezileceðinden korktu. Yorulmuþtu artýk. Yanýndan geçerken sürekli kendisine sürtünen insanlar, sanki sýrf ses olan arabalar, insana küçümseyerek bakan binalar, sýcak, yine koca23


DERKENAR

man bir el olup adamýn boðazýný sýkmaya baþlamýþtý. O kör makas kalbini yine aðýr aðýr çiðniyordu. Nefes alamýyordu. Soluk almaya çalýþýrken koca þehir sanki burnundan ve aðzýndan katý katý girip genzini yýrtarak içine doluyordu. Etraf birden karardý. Sonra yeniden aydýnlandý. Cýrtlak bir fren sesinin ardýndan acý bir çýðlýk duyuldu. Adam kendine gelip korkuyla çevresine bakýndý. Az ilerde insanlar yolun kenarýna toplaþmýþ meraklarýna bakýyorlardý. Yavaþça yanlarýna gitti. Az önceki afakan kalkmýþtý üzerinden. Kalabalýðýn yanýna yanaþtýðýnda baktýklarý görüntünün anlam ve önemiyle ilgili konuþmalar duydu. "Vah vah! Kimin nesi acaba? Yazýk oldu gözleri de açýk". Birilerine ne olmuþ diye sordu. Ama kimse onu kâle almadý. Adam, insanlarýn gözlerine acýklý bakýþlar olarak yansýyan görüntüyü çok merak etti. Kalabalýklardaki küçük boþluklardan herkesin baktýðý yere ulaþtý. Baktý. Bir daha baktý, yine baktý. Gözleri doldu. Omuzlarý düþtü. Dudaklar titreyerek "ama, ama bu benim" dedi. Evet oydu. Bir bacaðý kývrýlmýþ. Gözleri hafif aralýk, kollarý iki yana açýk yatýyordu yerde. Ýnsanýn ömrünün bir yerlerinde böyle bir sahnenin mutlaka yaþandýðýný nasýl da unutmuþtu? Nasýl da hazýrlayamamýþtý kendine bu taklidi olmayan duyguya? Dolu gözlerini eve gideceði duraða doðru çevirdi. Ama artýk gidemezdi. Evi durduðu yerde duruyordu. Ama artýk o yoktu. Þu anda karþýsýna hissedarlardan biri çýkýp "al paraný" dese ne anlamý vardý ki? O para orda geçmezdi. Oranýn para birimi döviz bürolarýndaki kýrmýzý ýþýklý tabelalarda yazýlý olanlardan deðildi. Oranýn para birimi rýza ve sevaptý. Ömrünün diðer telaþlarý arasýnda asýl konuyu nasýl da unutmuþtu? Belki o da tuttuðu takýmýn galibiyetiyle, son nefesinde dünyaya karþý kaç sýfýr galip geleceðinden daha çok ilgilenmiþti. Takip ettiði pembe dizideki Luis Fernando ile Dolores'in iliþkilerinin ne olacaðýný kendi akýbetinden daha çok düþünmüþtü. Belki o da defalarca kalp kýrýp, tamirini müsait bir zamana ertelemiþti. Ýlahi bakkala yazdýrýp yazdýrýp borcunu ödemeden çekip gitmiþti. Kaç kere durup gülleri koklamýþtý acaba? Ama bitmiþti artýk. Tamamdý. Fiþi çekilmiþti. Zili çalmýþ, esas yarýþma baþlamýþtý. Hayatý boyunca defalarca hep baþkasý için duyduðu ünlü er kiþi niyetine cümlesi onun için de kurulacaktý artýk. 24

Seyfullah Fatih

ARZUHAL Halimi görüyorsun keþmekeþler içindeyim Bu mevsimde bu yaðmur hangi hayra yorulur? Akþam salkým salkým yýldýz toplamýþtým Viran baðýmýn sesi þimdi senden sorulur... Sen benim sermestliðime aldýrma sakýn Akþamdan kalma bir þiirle uyandým. Uzanýp dokunabilmek için gözlerine Bu sabah uzun boylu dizelerle yýkandým... Sabahýn aþkýna geceyi terkettim iþte Gözet beni ne olur, koru bütün düþlerden Bir kanat ver bitsin bu meczup serenat Bugün yaralarýmý yalnýzca sen kanat....


DERKENAR

Niyazi Karabulut

SUSASA DEM Haramilerden kaçýrdýðým tek þiir bu Ýçimden geçen kuþlara emanet ettiðim Sebepsiz deðil tenha limanlarda beklemem Gök mavisi mitinglere Moðol istilasýndan kurtarýlmýþ Bir yürek saklýyorum. Ve nefret… Haramilerden kaçýrabildiðim tek þiir bu Ýçinde kekik kokusu Güvercinlerin kanadýnda kurþun yarasý Mahrum býrakýlmýþ anneler bebeklerinden Saatler bir yokluðu adýmlar Beddua kanatlý yarasalar Ve fetret… Her zaman dolu elim / ecelim Büyütür bizi / acýlarýmýzý Lanetli rakamlar Ýmzalý mühürlü tabutlarýn Ýçinde ufuklar ve deniz mavisi Antik tabletlere muhalif Kitap Ve ülfet… Züleyhadýr bütün caddeler Gömleðim sýrtýndan yýrtýlsýn diye Kapýlarý açan kelimeleri Alýp daðlara çýkýyorum Yoruyor beni teklif Ve külfet…

Fatih Nergiz

ÞOFÖRLE KONUÞMAYIN "Kelimeleri Garb’a satan benim Valslere ve renkli boncuklara karşılık…"

Bir müþküldür bu ihanet serinliðinde Sabah ayazýna kavuþmadan Hayatýna katýyorum hayatýmý Ayný kalýpta dökerken ruhlarýmý Konuþamamanýn erdemiyle - elimde kalan ahraz kelimeler ve sessiz harflerne kadar anlatabilirse o kadar onursuz ve yolunmuþ býyýklarýmla gözlerimi dinlendirecek yer bulamamanýn endiþesi Beyrut'a, Filistin'e, Baðdat'a korkarak Bir sýrtlan kanadýnda katýlan benim "M" sini kaybetmiþ ben

Haramilerden kurtardýðým tek þiirim bu Kardan adamlarýn çýðlýklarýnda Kirmendir zaman -erir- / görecedir. Kuþanarak en kavi kelimeleri Balkar esiyor baþaklara nicedir. Mürüvvet…

25


DERKENAR

Seyfullah Aslan

EDEBÝYAT ÝÞÇÝSÝNDEN BEKLENTÝLER Edebiyat dergileri vasýtasýyla yeni kalemler okur karþýsýna çýkar. Elbette, bu noktada derginin mutfaðýnda emek verenlere büyük görev düþüyor. Bu bilinçle dergiyi hazýrlamalarý, en ufak noktayý gözden kaçýrmamalarý gerekiyor. Edebiyatýn doðru bir zeminde ilerlemediði bir ortamda, okuma oranýnýn yazanlar arasýnda bile düþük olduðu bir ortamda edebiyat dergilerinden en iyisini beklemek, edebiyat dergilerine duyulan saygýdan ve bu dergiler vasýtasýyla edebiyatýn ilerlemesi gereken yoluna gireceði inancýnýn hakim olmasýndandýr. Açýkçasý, yozlaþmanýn her þeyiyle hakim unsur olduðu bir toplumda edebiyatýn bundan etkilenmemesini beklemiyorum. Sadece okuyan, düþünen, üreten insanlarýn daha az etkilenmesi gerektiðini düþünüyorum. Ama ne yazýk ki, herkes bu bayaðýlaþmadan nasibini alýyor. Yazýlan yazýlardan, þiirlerden bu çok rahat anlaþýlýyor ve insana derin bir üzüntü veriyor. Sokakta, televizyonda kullanýlan dil edebî bir nitelik taþýyormuþ gibi sunularak edebiyat dergilerinde de, çok saygýn(!) yazarlarýn kitaplarýnda da "sokak aðzý" kullanýlýyor, ne yazýk ki. Durum böyle olunca, insanlarýn edebiyat ürünlerini algýlamadaki zevkleri, beðenileri alt seviyeye çekiliyor. Elbette, bundan seçkin okur etkilenmiyor. Ama, iþi sadece okumak olan masum okur bundan olumsuz þekilde etkileniyor. Peki sokakta ya da televizyonda kullanýlan dil nasýl oldu da edebiyat dergilerine, kitaplara girdi. Bunu anlayabilmek için magazin kültürü denilen, pop kültürü denilen basit kültür(!) ortamýný çok iyi tahlil etmek gerekiyor. Bundan on beþ, yirmi yýl önce TRT sunucularý (kusura bakmayýn enkýrmen diyecektim ama, demiyorum) en özenli dili kullanabilmek için eðitim görürken, bugün iki üç tane kelime ezberleyen birini çok rahat televizyona çýkartýp "Türkçe" konuþturabiliyorlar. Tabii, konuþtuklarý dili Türkçe olarak kabul edebilme basitliðine düþebilirsek. Çok çok deðerli sanatçýlar ve sevgili mankencikler bakýn neler diyorlar; "bir sitkom çalýþmam var" (sitcom diye yazýlýyormuþ ama, Türkçe ya bu, c ile yazýlýp k okunuyor), "o kadar haus deðil" (iþte bakýn bunu çözemedim, eðer "house" diyorsa, cümledeki anlam ne menem bir durum alýyor, bilmiyorum), 26

"singilim var" (tüh neden biz de bir tane singil almadýk, bak þimdi ne kadar utandým, bende yok diye). Ve son olarak sizi müthiþ bir "edebî" cümleyle baþbaþa býrakýyorum; "fonda bir uzun yol soundtrack'ý, akýlda anýlar" Bu cümleyi çok deðerli bir yazarýmýzýn köþe yazýsýndan aldým. Ne kadar edebî bir cümle, deðil mi? Böylesine dehþet verici, insanýn kanýný donduran bir yozlaþma ile karþý karþýya olduðumuz gerçeði yüzümüze tokat gibi iniyor. Bu insanlar "Tükçe" konuþtuklarýný zannediyorlar. Bu insanlara yazar, çizer, sanatçý gibi sýfatlar veriliyor. Bu insanlar toplumun önünde örnek olarak hergün boy gösteriyorlar. Neticede olan, eli kolu baðlý olmadýðý halde masumiyetini korumaya çalýþan okurlara oluyor. Yazar(n)larýmýzýn nasýl bir dil kullandýðýný bir de bu pencereden bakarak okuduðunuzda, benim bulduðumdan çok daha fazla uyduruk cümle bulabilirsiniz. Ýyi de, bu cümleleri bulmak problemi hallediyor mu? Hayýr. Bu cümlelerin ortalarda serseri mayýn gibi dolaþýp düzgün Türkçe konuþmaya çalýþan insanlarýmýza zarar vermesini engelleyebilirsek ne âlâ. Buraya kadar yazdýklarýmýzý bir giriþ bölümü olarak kabul edip, asýl yazmamýz gerekene geçebiliriz. Evet, edebiyat iþçisinden ne gibi beklentilerimiz var? Bir okuyucu olarak, bir yazan (yazar deðil) olarak, Türkçe konuþan biri olarak neler bekliyoruz? Öncelikle edebiyat iþçisi diye tanýmladýðýmýz kiþilerin, gerçek anlamda edebiyatý iyi noktalarda görmek için çabalayan kiþiler olduðunu belirtmemiz gerekir. Edebî kaygýlarla yola çýkan, edebiyatý dert edinen insanlar… Yazýnýn baþýnda da deðindiðim gibi edebiyat dergileri, edebiyatýn geliþmesinde ve yeni yazarlarýn okuyucu karþýsýna çýkarýlmasýnda büyük rol oynuyorlar ve bu anlamda büyük de bir sorumluluklarý var. Ancak edebiyat dergilerine genç kalemlerden iyi ürünler gelmediðine üzülerek þahit oluyorum. Genç kalemlerden gelen yazýlarda uyduruk cümlelere, yabancý hayraný cümlelere rastlamak için özel bir araþtýrmaya hiç gerek yok. Elinize aldýðýnýz üç yazýdan mutlaka bir tanesi bu þekilde. Anlayamadýðým


DERKENAR

þey, nasýl oluyor da edebiyat dergisine gönderdikleri yazýlarýnda yabancý kelimeleri, uyduruk Türkçe'yi büyük bir cesaretle kullanýyorlar. Ve iþin bir diðer garip noktasý, biz bu tür yazýlarý yayýnlamadýðýmýzda bize bir tepki geliyor; "ne var benim yazýmda, gayet iyiydi" Biz deðerli arkadaþýmýza yazýsýnýn yabancý kelimelerle yazýlmýþ Türkçe bir metin olduðu için çok garabet bir halde olduðunu nazikçe anlatmaya çalýþsak da anlamak istemiyor. Hatta tüm bu sözlerimizin ardýndan "bana bir "mail"le, yazýlarda ne gibi þartlar aradýðýnýzý yazar mýsýnýz?" diyor. Birincisi "mail" denilen kelimenin yabancý olduðunu, bunun doðrusunun ya "e-posta" ya da "ileti" olduðunu; ikincisi, yazýlarda edebiyat-edebîlik aradýðýmýzý belirtiyorum ama, nafile. Hâlâ gelen yazýlar ayný. Ben burada arkadaþýmýza suç bulmuyorum. Çünkü, dedim ya, yabancý kelime kullanma saplantýsý bu ülkede salgýn haline geldi. Ayrýca, arkadaþýmýzýn edebiyat dergisinden kendisine yazýlarla ilgili (metre ya da gram cinsinden) bir ölçü istemesi de kendisinin suçu deðil. Bunun sorumlularý da, bence, bahsi geçen deðerli yazarlarýmýz ve onlarýn destekleriyle "daay" durmaya çalýþan edebiyat dergilerimiz. Kendilerine yazý gönderenlere edebiyat dýþýnda baþka baþka ölçütler verdikleri için, yazan arkadaþýmýz da bizden de bambaþka bir ölçüt bekliyor. Bu noktada yazan arkadaþýmýzýn tek suçu, çok okuyup az yazacaðý yerde; çok yazýp neredeyse hiç okumamasý. Kendisini daha çok geliþtirmek için daha çok okumuþ olsa, gönderdiði yazýnýn aslýnda gönderilmemesinin daha uygun olacaðýný, kimseye boþ yere zahmet verme hakkýnýn bulunmadýðýný kavrar ve bizden edebiyat dýþýnda bir ölçü istemez. Edebiyat dergilerindeki "komiserler" için de birkaç hatýrlatmam olacak. Peyami Safa 1945'de (Peyami Safa, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Yay. 6.Bas. Ýst 1999 s.256-257) yazdýklarýyla bugünkü "komiserlere" de cevap veriyor; "Bazý mecmualar, sahifelerinde basýlmak için manzume yollayan amatörlere þiir öðütleri verirler. Talebe vazifelerinin altýna fikirlerini yazan eski tipteki edebiyat öðretmenleri gibi, bu mecmualarda da þiirin yazma sýrlarýný ve gizli kanunlarýný bildiðini sanan hocaefendi, gençliðe tavsiyeler ve direktifler yaðdýrýr. Bunlar içinde neler yoktur: "Ýlhamýnýzý günlük hayattan alýnýz", "biraz daha kuru olmanýz lâzým",

"mýsralarýnýz sade ve samimî olmakla beraber henüz yeterli derecede olgun deðildir", "modasý geçmiþ bir romantizmin hayâllerinden kendinizi kurtarýp hayata bakýnýz" ilh... Þiirin de saðlýk bilgisi gibi kaideleri olduðuna inanan hocaefendi "terli iken su içmeyiniz", "uzun bir yoldan dönünce ayaklarýnýzý sýcak suya sokunuz", "sýtma neslin düþmanýdýr" tarzýnda emirler ve düsturlar gibi, þiirin de kazýk kesilmiþ esaslarý olduðunu sanýr ve bunu hem bilmeyenlere öðretmek, hem de tavsiye ve direktif yoluyla þâir yetiþtirmek sevdasýndadýr. Fakat bu öðütler arasýnda bir tekine rastlamazsýnýz ki öðütçünün þiir denilen mürekkep ruh hâdisesini -anlamak ne kelime!- sezinlemekten bile nasibi olmadýðýný açýkça göstermesin." Genç yazarlarýn yazýlarýndan þu anlaþýlýyor ki, hep ayný musluktan su içiyorlar, hep ayný yemekle besleniyorlar. Böyle bir durum da hem yazýnýn zenginliðini engelliyor, hem de yazarýn ufkunu daraltýyor. Farklý yazarlardan ve farklý edebiyat dergilerinden beslenmeyi kendine alýþkanlýk edinmiþ biri, bir zaman sonra daha iyi yazýlar yazabilecek seviyeye geldiðini görür. Elbette sadece okumasý, sadece yazmasý yetmez; bir þiiri yazmadan, bir öyküyü þekillendirmeden önce çokça düþünmelidir. Bu süreç sonrasýnda edebiyat seviyesi düþük bir ürün ortaya çýkmasý zor bir ihtimaldir. Ancak, bu bir doktor reçetesi deðildir, kim nasýl en iyi ürünü çýkarabileceðini düþünürse öyle yazsýn. "Neden edebiyat dergilerinde iyi þiir göremiyoruz?" diye sormadan önce, "Neden artýk genç kalemlerden iyi þiirler, iyi öyküler çýkmýyor?" diye soracak olursak, meselenin temelinde yatan unsuru göz ardý etmeyiz. Derkenar dergisi, kimden gelirse gelsin, yazýlarýn edebî ürünler olmasýný gözeterek yayýnlayacaktýr. Ýyi ürünler olduðunda sayfa sayýsýný artýrmaktan çekinmeyeceði gibi, eðer iyi ürünlerle karþýlaþmazsa sayfalarýný azaltmak suretiyle sadece yayýnlanmasý gerektiðini düþündüðü ürünleri yayýnlayacaktýr. Yani, sýrf biraz dolgun görünsün diye, savunamayacaðý ürünler yayýnlamayacaktýr. Genç bir dergi olmamýza raðmen, edebiyata karþý sorumluluðumuzun farkýndayýz, edebiyat yayýnlayacaðýz.

27


DERKENAR

Murat Çeri

HAYALÝN VE ÖLÜMÜN PORTRESÝ Saat 15:00. Yine ýþýk sýzmýþ perdelerden. Galiba kalkmam gerekecek. Ne kadar zorlasam da uyumaya devam edemiyorum. Prensip meselesi yani (Þaka þaka). Kaç zamandýr böyleyim. Gittiðim tek yer market. Marketle ev arasýnda kaç kaldýrým taþý olduðunu bile biliyorum artýk; 167. Bunun haricinde dýþarýya sadece yaðmur yaðdýðýnda ve gece yarýsýndan sonra, kimsecikler kalmadýðý zamanlarda çýkýyorum. Evet, insanlarla karþýlaþmayý sevmiyorum. Eðer bu þehrin bir kalbi olsaydý onu yalnýz bulmaktan niçin zevk aldýðýmý anlardý. Senin bir kalbin var; sen de anla. Ama bugün yani sana bu satýrlarý yazmaya baþlamadan on iki saat önce gün ýþýðýnda dýþarý çýktým. Hatta kalabalýða karýþtým. Ne kadar yabancý kaldýðýmý anlatamam. Sanki gördüðüm her suret benden bir þey istiyor, bana bir þey soruyormuþ gibi geldi. Nasýl bir dünyada yaþadýðýmýzý unutmuþum. Seyyar satýcýlarýn baðrýþmalarý, araba kornalarý, birbirine küfreden þoförler, kaðýt mendil satan çocuklar, lime lime elbiseleriyle bir ekmek parasý isteyen viraneler, vitrinler önünde kadýnlarýn fýsýldaþmalarý, döner kokularý... Anlayacaðýn yaþam ve hayat namýna her þey. Bir an için kendimi onlardan biri gibi hissetmek istemedim desem yalan olur. Ben þapþallaþmýþ bir þekilde etrafýma yeni yetme bir çocuðun merakýyla bakýnýrken ayaðým belediyenin kazýp tam kapatmadýðý çukurlardan birine takýldý. Hoop. Yüzükoyun bir kýzýn ayaklarýna kapaklandým. Kýz ne dese beðenirsin " Ayaklarýma kapanmana gerek yok. Teklifini kabul ediyorum" demez mi! O ve arkadaþlarý aptal aptal bakan bana kahkahalarla gülerek gittiler. Bundan üç sene önce olsa aynýsýný ben yapardým diye düþündüm. Doðrusu kýzamadým. Demek ki yaþamak insana gurur veriyor. Üç sene önceki gururumu vehmettiren de yaþamak mýydý acaba!? Sen þimdi yine edebiyat yapmaya baþladý diyeceksin. Hayýr hiç tasalanma. Artýk o da umurumda deðil. Ýnanmayacaksýn ama hikmet 28

yumurtlama hastalýðýmdan bile kurtuldum. Neyse anlatacaðýma gelelim. Kalktým yürümeye baþladým. Herkes gibiydim iþte. Kalabalýkta, insanlar içinde bir insan. Herkes gibi, herkes gibi, herkes gibi. Bu söz hoþuma gidiyor. Her söyleniþinde bir bahane tütüyor sanki. Gene daðýttýk. Yürüyordum ve birisi bana omuz attý. Hah þöyle, nihayet söyledim. "Sonra?" diyeceksin. Sonra dönüp bakmadan ilerledim. Baksam biliyorum dayýlanacak, "ne bakýyon lan!" diyecek. Kim bilir neye kýzdý da piyango bize vuruyor. Arkadan bir el omzuma yapýþtý. Artýk günah benden gitti. Döndüm, bir de ne göreyim. Neþeli günlerden kalma eski bir dost. Korkudan arkama bile bakamamýþým. - Dangalak herif! Her korktuðumda arkamý dönüp gidebilseydim bu halde mi olurdum. Eski günlerin hatýrý için (O öyle diyor) Bir kafeye çay içmeye girdik. Demek ki eski günlerimiz hatýrý sayýlýr günlerdenmiþ. Oturduk, hatýra tadýndaki çaylarýmýzdan içerken o devamlý konuþtu. Meðer ne çok yaþamýþýz. Hayýr bu böyle deðildi. Meðer ne çok þey yaþamýþýz. Zaten insanýn gülüþünü suratýnda donduracak bir yüz ifadesine sahibim. Bir de üstüne aðlamaya baþladýðýmda dayanýlmaz oluyorumdur herhalde. Hiç deðiþmemiþsin dediðini duyar gibiyim. Deðiþen tek þey gözyaþlarým galiba. Önceden sicim gibi inerdi; þimdi boncuk boncuk dökülüyor. Olgunlaþýyor muyum nedir?! O boncuklardan birisi çayýmýn içine düþmüþ, ben de farkýnda olmadan içmiþim. Gerçi farkýnda olsam da içerdim ya... Zaten sana bunlarý yazmama neden olan sorulardan birisi bunun neticesinde doðdu. Bana "Ýçin dýþýn gözyaþý olmuþ, niçin bu kadar aðlýyorsun? Eskiden böyle deðildin, kolay kolay aðlamazdýn" dedi. Tamam, itiraf ediyorum. Bir erkeðin aðlamasý hoþ olmuyor. Ben de herkes gibi (bu sözü sevdiðimi söylemiþtim deðil mi?) erkek adam aðlamaz diyor ve bu söze sýðýnýyordum. "Peki ne oldu da..." diyeceksin. Erkekliðimi yitirdim desem (Bunu sana bir


DERKENAR

defasýnda söylemiþtim hatýrlarsan) yine inanmayacaksýn. Bunlarý sana yazmama neden olan diðer soruya gelince... Hani devamlý baþýmýn etini yediðin; cevabýný alamadýkça hýrçýnlaþtýðýn bir soru vardý ya "Neden böylesin?" "Ne oldu sana, ne oldu da birden deðiþtin?" Ýþte o da bu soruyu sordu. "Neden böylesin?" Aslýnda umurumda deðildi. Hem öðrense ne olurdu ki! "Haa öyle mi! vah vah, ben de bir þey sanmýþtým". Sonra... Sonrasý yok. Ama sen düþtün aklýma. Bana bu soruyu soruþun düþtü. Benim kabahatli bir çocuk gibi baþýmý önüme eðiþim düþtü. Senin anne gibi, baba gibi, yarsevgili gibi, dost gibi kýzgýnlýðýn düþtü. Sonra bir boncuk yere düþtü. Sonra diðeri, sonra diðerleri. Artýk sen vardýn karþýmda o siyah gözlerinle, neden böylesin diyen sesinle sen. Ben de senin yokluðunda sana anlattým her þeyi. Hani þairin "Öyle yoksun ki her an yanýmda taþýyorum seni" dediði gibi. Bu sana geç kalmýþ bir cevaptýr veya daha önce hiç yazýlmamýþ bir mektup. Sana hakkýný iade ediyorum. Orada hayaline anlattýðýmý burada gerçeðine aktarýyorum. Þimdi onun diliyle sor bakalým yeniden. Sen neden böylesin diye. Çünkü... (Allahým bütün cevaplar böyle mi baþlar?) Çünkü ölüm var. Yeryüzünde hiçbir þeyin varolmadýðý kadar ölüm var. Bu muydu deme. Evet. Daha önce de vardý, bundan sonra da var olacak. Onu keþfeden ilk kiþi de ben deðilim. Hatýrlar mýsýn bir hafta ortadan kaybolmuþtum. Senin için bir muammaydý o bir hafta. Benim içinse cinnet. Ondan sonra sen hep sordun. Bense hep sustum. Bir hafta boyunca ölümü yaþamak nedir bilir misin? Ölmek demiyorum, ölümü yaþamak diyorum, ölümü yaþamak! Bir hafta boyunca baþkasýnýn bedeninde o acýyý son damlasýna kadar hissetmek. Ama ölmemek; ölememek. Gel sana hayatýn ve ölümün resmini çizeyim. Kapat gözlerini, düþün yatakta birisi yatýyor, boylu boyunca uzanmýþ. Gözlerini açma göreceksin. Yatakta bulunduðu kýsým çukurlaþmýþ. Belli ki bayaðýdýr bu halde. Bir haftalýk ömrü kalmýþ. Önceleri sývý gýdalar verilmeye çalýþýlýyor. Ýki kaþýk içse üç kaþýk balgam çýkarmakta. Öksürükleri bütün vücudunu sarsýp yer yer nefesi týkanýyor. Bütün sevdikleri veya sevgi rolünde olan herkes etrafýnda son görevlerini görev bilinciyle ye-

rine getirme uðraþýnda. Günler hep bu halde geçiyor. Düþün ve gör. Belki en aðýr yüklerin altýna giren bu bedeni þimdi bir yükmüþ ve küçük bir çocukmuþ gibi kucakta tuvalete götürüp getiriyorlar. En leziz yemekleri tadan bu aðýzdan çorba bile girmez olmuþ. Seruma baðlamýþlar. Serumla damla damla azalan bir yaþama baðlanmýþ gibi. Kendi yüzünü düþün. Aynada hayran hayran seyrettiðin, hayran olduðum o yüzünü. Sadece kemikten ibaret kaldýðýný. Vücudunda et namýna ne varsa eridiðini, pörsüdüðünü. Teninin dünyaya ait olmayanlarýn rengine dönüþtüðünü. Düþün ve gör. Vücut serumu kabul etmez hale geliyor. Serumun vücuda baðlandýðý damar þiþmiþ, týkanmýþ. Bak serum gitmiyor damara. Artýk hiçbir duygusu hiçbir kimse için hiçbir þey ifade etmiyor. Yalnýz tuvalet diyor! Beþ nefeste; son hecesi çýkmayan bir sesle bir saatte onuncu defadýr. Çukurlaþan karanlýk iki delik haline gelen gözlerinde hala itiraf edile-

meyen bir acabanýn umudu gizli Azraille buluþmaya saatlerin kaldýðý bu anlarda. O acabanýn da yitirildiði dakikalarda ölesiye aðlamak istiyor. Üzerinde hoþ durmayacaðýna aldýrýþ etmeden ama aðlayamýyor. Aðlamamýþ gözlerden ölüm döþeðinde dahi yaþ çýkmýyor. Yalnýz kuru bir hýçkýrýk duyuluyor sesinde. Kulak ver; sen de duyarsýn bu hýçkýrýðý. Önce ayak uçlarýnda bir uyuþukluk peydahlanýyor. Zamanla bu uyuþukluk yukarý doðru çýkmaya baþlýyor. Geçtiði, arkada býraktýðý her yer soðuk, hissiz, bir kalýp haline dönüþüyor. Odada gizemli bir konuk misafir ediyormuþ da 29


DERKENAR

aksi hastanýn yüzünde belirecekmiþ gibi herkes ona bakmakta. Ne bir akis, ne bir iz. Hissedilen yalnýz bir aðýrlýk. Daha önce hiç taþýmadýðým, bilmediðim, o günden sonra çökük omuzlarýmda izi kalacak bir aðýrlýk. Sanki bu aðýrlýk yalnýz bana ve ona bindirilmiþ gibi, takatim yok. Parmaðýmý kaldýramýyorum. Beni götürüp yatýrýyorlar. Ýtiraz edemiyorum. Biliyorum kalkmalýyým. Gözlerimi açmalýyým. Lakin kirpiklerim kalýn kalaslar gibi gözlerimin üstüne yýðýlmýþ, hareket etmiyorlar. Evden aðlayýþlar yükselmeye baþlýyor. Duyuyorum, kalkmalýyým. Kendimi son gayret yataðýn kenarýndan aþaðý atýyorum. Caným yanýyor, gözlerim açýlýyor. Duvarlara tutuna tutuna onun yanýna varýyorum. Tavanda bir hayali seyrediyormuþ gibi gözleri tavana dikili. Pamukla dudaklarýný ýslatmayý, su vermeyi kesmiþler. Artýk telkinde de bulunmuyorlar. Gözlerine bakýyorum. Sanki beni görüyor. Yüzü aydýnlanýyor veya ben öyle sanýyorum. Bitti iþte her þey. Þimdi iki çubuk gibi yanýnda sarkan kollarýndan tutsam, sallasam, kalk desem gözlerini aç, böyle þakalardan hoþlanmam. Ölmek ne demek, yok olmak, olmamýþ gibi olmak ne demek! Ýþte karþýmda duruyorsun. Sensin. Kaþýnla, dudaklarýnla, çizgilerinle, uzuvlarýnla sen. Nereye gidebilirsin? Ne oldu? Buhar olup buluta karýþsan yanaðýma dokunan her yaðmur damlasýnda seni hissetmeliyim. Toprak olsan seninle otlar, aðaçlar, çiçekler büyüse rüzgar bana senin kokunu getirmeli. Kalk ayaða! Yok olma, gitme hayatýmdan. Buna hakkýn yok. Bize kendini sevdirip, baðýmlý edip saklambaç oynarmýþ gibi saklanmaya; gizlenmeye hakkýn yok. Tamam. Çýk ortaya. Su içtin, kazandýn, seni sobelemiþ sayýyorum. Yeter ki gitme. Hiç olmamýþ gibi olma. Ama o gitti. Herkesin gittiði, herkesin gideceði yere. Hiç olmamýþ gibi olanlarýn gittiði yere... Bütün bunlar olurken; bütün bu iç kýyýmlarý yaþanýrken þimdi kýz çocuklarý gibi aðlamadan teskin olmayan ben aðlamadým, aðlayamadým. Artýk o bir cenazeydi. Önünde hiçbir sýfatý olmayan bir cenaze! Herhangi bir çuval gibi. Görüntü ayný görüntü. Belki biraz solgun ama ayný görüntü. Yine de artýk o ne bir baba, ne bir anne, ne bir abi, kardeþ, hala, teyze veya tanýdýk. Ýstisnasýz herkes için sadece ve sadece bir cenaze. Ve 30

ben... Ne o ölüm döþeðindeyken, ne de öldükten sonra aðladým. Aðlayýþlarý, feryatlarý dinledim. Aðýtlarý duydum. Onun için aðlayanlarýn bir gün sonra yine güldüklerini, birbirlerine baðýrdýklarýný, hakka girdiklerini, zevke daldýklarýný gördüm. Korktum bu dünyadan. Böyle yaþamaktan. Ölümden korktum. Arkamý dönüp senin yanýna gelemedim. Ýnsan her korktuðu þeyi arkasýnda býrakamýyor. Ve aðladým hiç dinmeyen, hiç dinmeyecek gözyaþlarýyla aðladým. Ve hâlâ aðlýyorum. Merhamet, piþmanlýk ve korku saklý olan gözyaþlarýyla. Þimdi aç gözlerini, yüreðini aç ve beni anla. Sýcak bir iklimden boþanan gözyaþlarýn þahitlik etsin buna. Ve içini kemiren en son sorunu sor. "O kimdi? O ölen kimdi?" de. O bendim! Yok olan bir kalýp deðil; bir ruh. O ruhun içinde erittiði anlayýþ, fikir, his, duyuþ ve kavrayýþlarla ben. Elimde avucumda tutunduðum; baðlandýðým herkes gibi (yine o sözcük) sýhhatli yaþamama, sýhhatli düþünmeme neden olan bütün inandýklarým. Benim dýþýmda benle beraber çalkalanan bir dünya, hepsi yok oldu. Hepsi bitti, hepsini yitirdim. Anlýyorsun deðil mi? Bilsen buna ne kadar muhtacým. Yýllar sonra da olsa senin dudaklarýndan bu sözün çýkýþýný duymak isterdim. Affet beni. O kadar zaman sonra karþýna acýyla kývranan satýrlarla çýkýyorum. Halbuki ne güzel baþlamýþtým. Belki biraz hayat gibi zaman ilerledikçe gerginleþiyor ve ciddîleþiyoruz. Senin için bir muamma çözüldü. Benimse ruhumun kilidi. Bir türlü ifade edemediðim; boðazýma yumruk gibi oturan bir külçe çýktý içimden. Seneler sonra rengini bulan bir resim gibiyim þimdi. Ýçinden geçeni, gözlerinin niçin buðulandýðýný, dudaklarýnýn niçin kýmýldadýðýný biliyorum. Ben de... Ben de seni seviyorum! Bugün yaþadýklarým gibi hiç olmamýþ, belki de hiç olmayacak sevgilim. Þairin dedikleri tekrar geliyor aklýma. "Öyle yoksun ki; her an yanýmda taþýyorum seni" Sabah ezanlarý okunurken sonlanýyor sana yazdýklarým. Yaðmur da baþladý. Artýk dýþarý çýkabilirim. Yanaðýma yaðmur taneleri deðecek. Hatýrlayacaðým hatýrlamam gerekeni. Herkes gibi deðil! Asla herkes gibi deðil! Zaten nefret ediyorum ben bu sözden!


DERKENAR

Mehmet Şah Erincik

ISLIKLARDA KALANLAR Þurada ýslýk çalmýþtýn, þurada þarký okunurdu, Burasý da musalla deðil mi Üþümek olmazdý, daha geceye on kulaç vardý, boylu boyunca ýslýk çalmýþtýn Seni oradan hatýrlarým, üzgünlüðe oradan varmýþtýn deðil mi... Þurada da diyememiþtin, hiçbir þey yalnýzlýðýn kadar büyük deðildi. Ben seni hep böyle hatýrlarým , biraz mahzun biraz kibirli, Aðlasan her þey yoluna girecekti, belki memleket bile deðiþtirirdim Aðlasan çömleklere su doldurup gidecekti kadýnlar Þehre sýðar olurdun seni hatýrlar dururdu daðlar Biraz koku katardýk yapay güllere olur biterdi, her þey olup biterdi Ýsminin önüne durmadan bir sýfat gelirdi, güzel olurdu. Ýyi olurdu Karýncalar kadar hür olurduk, belki diyorum, niyeyse bilmiyorum. Bak en sonunda dediðime varacak kuþlar, öyle olacak Bir mercan adasý bulacak oraya kaçacak deliliðim, seni bilmem Ben en çok taburelere yaslanýrým, sokaðýn ucuna kadar Bütün duvarlar boyu yaþarým, çok uzun olur Çin Seddi Yahya ve Yakup beraber gelir belki dese Yusuf Kim bilir dese Züleyha, hikmetlerini alýr büyütürüz Herkese bir hikmet de biz ekleriz deðil mi... Bahþiþe karþýyým bilirsin ýslýk çalarken söylemiþtim Senin gülüþün bahþiþti sanki üzülmüþtüm. Seni terk ettim, belki kadar kesin, seni içimden terk ettim Dýþýmdan terk ettim. Bütün terk etmeleri aldým hangisi uyuduysa Onu denedim seni terk ettim. Artýk kendi ýslýðýmý kendim çalarým denizi kendimle seyrederim. þimdi olmaz mý, ýslýðýnda olmuþtu, 'bir sen vardýn kendinden içeri' Seni terk ettim Ben çok kýrýlýrým þiir bir kadýn gibidir, bir kadýn gibi kýrýlýrým Islýðýnda kalaný getirdiðinde rüzgar. belki diyorum niyeyse bilmiyorum

31


DERKENAR

Ahmet Kırtekin

KAPÝTALÝZM VE ARTIKLARI: ÝSTÝHDAM DIÞI'LAR Paris ve Londra'da Beþ dalanýyor. Dervla Murphy'nin Parasýz, - yazarýnýn deyimiyle1naklettiklerine bakýlýrsa6 kitap bir yolculuk güncesi. Yazar Orwell'in kendi öz yaþamý olup olmayý küçüklüðünden beri olmamak hususunda tartýþ2 aklýna koymuþ ve bu uðurda malara neden olmuþtur. Orwell ailesinin almasýný istediði eðitida, olaylarýn oluþ sýrasýna göre mi reddetmiþ genç bir adamýn aktarýlmasýnýn zorunlu olmaParis'te baþlayýp Londra'da sondýðýný ifade etmiþ ve kiþilerin lanan macerasý. gerçek mi yoksa kurmaca mý Kitabýn ilk yayýnlanýþ tarihi olduðu hakkýnda çeliþkili ifade1933. Yazýlýþ tarihi dikkate alýler kullanmýþtýr7. Eðer oluþturulmak istenilen tür belgesel ise, nacak olursa hemen hemen bunlar ciddi sorunlar olarak ele dünya savaþlarýnýn ortasýnda alýnabilir. Ama bir gezi güncesi yazýlmýþ olduðu ortaya çýkýyor. söz konusu olduðunda bunlarýn Bu sebeple her ne kadar birinci önemi gittikçe azalýyor. dünya savaþýndan etkilenmiþ Bugün bütün dünyada kaolsa da savaþ okumalarý için bullenilmiþ ve hâlâ tartýþýlmakta elveriþli deðil. Buna karþýn Paris ve Londra’da Beþ Parasýz olan bir Batý ve Avrupa 1929'un, yani Amerika'dan George Orwell medeniyeti var. Bu medeniyetin baþlayýp bütün dünyaya yayýlan Ýthaki Yayýnlarý mihenk taþý olarak da ekonomik büyük buhranýn canlý tanýðý. Ne göstergeler büyük önem arzediyor. Ve bu var ki büyük buhran bu yýllarda Avrupa'da þidgöstergeler rakamsal deðerler olmaktan öte bir detli bir etki yapmamýþtý. Amerika'da her dört anlam ifade ediyorlar. Bu ifade bugün fabrikalar, çalýþandan biri iþini kaybederken Fransa'da iþsiztoplu iþ sözleþmeleri olarak tezahür ederken, lik oraný yüzde beþ civarýndadýr. Dolayýsýyla doðum ve geliþme aþamasýnda, madenlerde Orwell'in düþkün insanlar arasýnda yaþadýklarýný, doðan ve gün yüzü görmeden ölen çocuk iþçilere, þahit olduklarýný anlattýðý bu kitap, Steinbeck'in sömürülen kadýn iþ gücüne tekabül etmekteydi. eserleri kadar derin tahliller içermemekte. Gerçi Bu süreçte sokaklarda akaduran yaþam da tüm bu bunda anlatýlan kitlenin de önemli bir payý var. deðiþimlerden etkilenmiþtir. Bugün hâlâ Steinbeck, iþ-güç sahibi insanlarýn nasýl yerdünyanýn en geliþmiþ þehirlerinde, metro istaslerinden yurtlarýndan olduklarýný anlatýrken yonlarýnda, köprü altlarýnda, gökdelenlerin arka Orwell, evsiz insanlarýn nerede, ne þekilde karýnsokaklarýnda karton evler içinde yaþayan insanlarýný doyurduklarýný anlatýr. lara rastlamak mümkündür. Geliþen kapitalizmin Orwell'in anlatýsý, her ne kadar sefaletin ancak buralarda yaþayan nüfusu - tamamen yok içinde yüzen insanlarý konu edinse de genç bir etmiþ olmasa bile - en aza indirdiði ileri delikanlýnýn insaný tebessüm ettiren tatlý bir sürülebilir. Bütün bu unsurlar dikkate alýndýðýnda kaçamaðý olarak okunmaktan ileri gidemiyor. Bu, Orwell'ýn bu eseri daha önemli hale gelmektedir. anlatýnýn, yazarýn üstüne kurulmasýndan ve Ne ki tatlý ve akýcý üslubu ile ve politikaya bulaþyazarýn bu sefil hayata bir misafir olarak girmiþ mamasý ile bu eser yetkin ve kusursuz deðildir ve olmasýndan kaynaklanýyor; zaten sonunda Murphy'in de belirttiði gibi bir baþyapýt deðildir. düþkünler sýnýfýndan çýkarken, yazar da bu hayatý Ama belli bir dönemde ekonomik ve sosyal iliþancak kýyýsýndan köþesinden tanýmýþ olduðunu kilere iliþkin verdiði bilgiler açýsýndan son derece itiraf edecektir3. Yazar kendisine konu olarak yoksulluðu4 ve kýymetlidir. En azýndan kapitalizmin geliþim ve yoksul insanlarý seçiyor. Parasýz kalan kimselerin deðiþimini anlamak açýsýndan önemlidir. nasýl bir hayatla karþýlaþacaklarýný5 anlatmaya Nasıl yazar olunur? üzerinde sýkça durulan bir çalýþýyor. Bunun için kendi deneyimlerinden faykonu olmakla beraber bu konuda tek ve yüzde 32


DERKENAR

yüz doðru bir reçetenin var olduðuna inanmak mümkün deðildir. Kendini sürekli yazý yazmaya adayan bir küçük burjuva ile hayatýný idame ettirebilmek için günde on sekiz saat çalýþmak zorunda olan bir kiþi pekâlâ farklý yollarý izleyerek iyi birer yazar olabilirler. Kitap bu açýdan tanýnmýþ bir yazarýn - tam olarak gerçeði yansýtmasa da- hayatý hakkýnda bir fikir vermesi açýsýndan okunmaya deðer. Baþka eserleriyle herkes tarafýndan tanýnan George Orwell'in Paris ve Londra'da Beþ Parasýz ve Papazýn Kýzý- adlý kitaplarýný yayýnlayan İthaki Yayınları da tebriði hak ediyorlar. Tek eksiklik olarak, yazarýn 'Why I Write' (Neden Yazýyorum, 1947) baþlýklý yazýsýnýn iki kitabýn da baþýnda verilmemiþ olmasý zikredilebilir. Türkçe'ye çevrilmiþ bu metin de hem Orwell okurlarý hem de meraklýlarý için ilginç bir yazý olma niteliði taþýyor.

MUHABBET EHLÝ ÇAY TÝRYAKÝSÝ T A V L A U S TA S I NARGÝLE MEFTUNU K Ý T A P KU R D U MÜÞTERÝLER ARIYORUZ

SARMAŞIK KİTAP-KAFE TEL : (0 212) 521 19 57

ÝKTÝBAS "Çok genç yaşta bile yiğit ve yürekli olan George Orwell, (1903-1950) önce döneminin ve ülkesinin toplumsal düzenine karşı çıktı. Rus devrimine inandı. Troçki'ye hayrandı. Ancak, İspanya savaşı sırasında Stalinistlerin Troçkistlere karşı tutumu, umutlarını yıktı. Bu durumu ve hastalığı, Orwell'i 1984'ün mutlak umutsuzluğuna götürdü. Orwell, yapısı gereği karamsar ya da siyaset tutkunu değildi. İlgi alanları çok genişti; daha az acılı bir dönemde yaşasaydı yaşamaktan mutluluk duyardı. Ama çağımıza siyaset egemendir. Orwell, hayatı boyunca gerçeklere bağlı kalmıþ, en acı dersleri bile öğrenmekten vazgeçmemiştir. Ama umudunu yitirmiştir. Orwell'in çağımızın peygamberi olmasını engelleyen de bu olmuştur. Belki de, dünyanın bugünkü durumunda umutla gerçeği birleştirmek olanaksızdır. Durum buysa, tüm peygamberler yalancı peygamberlerdir. Orwell gibi kişiler bence, günümüz dünyasında gerekli olanın yarısını, ama ancak yarısını ortaya koymuşlardır. Öteki yarıyı hâlâ aramaktayız.8"

1.George Orwell, Paris ve Londra'da Beþ Parasýz, çev. Ç. Zühre Ýlkgelen, Ýstanbul: Ýthaki,2004 s.254. 2.a.g.e.,s.5. (Bu bilgi Giriþ yazýsýnda yer alýyor, metnin yazarý Dervla Murphy) 3.a.g.e.,s. 255. 4.a.g.e.,s.23. 5.a.g.e.,s.254. 6.a.g.e.,s.15. 7.a.g.e.,s.15. 8.Bertrand Russell, http://www.bilimkurgu2000.com/asp/Yazar.asp?inNo=194

33


DERKENAR

Mine Aksoy

ZÝYARETÇÝ Saat gecenin on biriydi ve Emre kapýyý çalýyordu. Nihat sinirli bir þekilde kapýyý açtý. "Saatin kaç olduðundan haberin var mý senin? Neden geleceðini söylemedin?" "Sakin ol! Uykum kaçtý. Ben de arkadaþýmý bir ziyaret edeyim dedim. Fena mý etmiþim?" Ýçeri girdi. "Annem dýþarý çýkma, üstümüzde bir uðursuzluk var dese de…" Hýnzýrca güldü. "…böyle saçmalýklara kim inanýr?" Ýnancý hayal gücünün de ötesinde olan genç adam, sordu. "Ne uðursuzluðu?" "Þey… etrafýmda soðuk bir enerji hissetmiþ. Ne zaman bana yaklaþsa ürperiyor. Garip biri…öyle deðil mi?" "Bilmiyorum." Salona geçtiler. Ancak Nihat'ýn kafasýnda yýðýnla anlamsýz ifade belirmiþti. Emre bunu anlamýþçasýna arkadaþýnýn ensesine hafifçe vurdu. "Takma kafana dostum. Sen bayaðý bir gerginsin. Bana anlatmak ister misin?" Kanepeye yerleþtiler. Demet’le kavga ettik." "Neden?" "Annesi bugün hastaneden çýktý ve ben onu bir türlü ziyaret etme fýrsatý yakalayamadým." "Anlýyorum." "Bu bence komik deðil. Beni ciddiye almaný tavsiye ederim." "Pekala, bunu da anlýyorum ama kadýnlardaki kaprisin bulaþýcý ve öldürücü bir hastalýk gibi olduðunu da senin anlamaný beklerdim. Bu yüzden sürekli yenilemen gerekir. Yoksa seni de öldürür. Hazýr ölümden bahsetmiþken, burasý neden bu kadar soðuk? "Hayýr, yanýlýyorsun. Hava þu anda gayet iyi." "Evet, tuhaf deðil mi?" "Yine o tuhaf þakalarýna baþlama!" "Þaka deðil…" Genç adamýn yüzü donuk bir ifade aldý. Bunu hafif bir þaþkýnlýk ve endiþe izledi. "Bir þeyin yaklaþtýðýný hissediyorum." Etrafýna bakýndý. Sonra da yere… "Ayaklarýný kaldýr! Hemen!" Beriki haykýrarak dediðini yaptý. "Neler oluyor?" Emre yüzünü sola doðru çevirdi. Ýkisi de 34

odanýn kapýsýnýn yavaþça açýldýðýna tanýk olmuþtu. Bir an birbirlerine baktýlar. Cevap arýyorlardý. Sanki olayýn tüm sinir sistemini harekete geçiren gücü diyaloglarýný da kolaylaþtýrmýþtý. "O neydi?" "Bilmiyorum. Ýlk defa böyle bir þeyle karþýlaþýyorum." "Az önce uðursuzluktan söz etmiþtin. Bu o mu?" "Bilmiyorum, dedim. Ama þimdi öðrenirim." Genç adam ayaða kalktý. "Nereye?" "Onun ne olduðunu öðreneceðim." "Saçmalama! Gel buraya." Emre arkadaþýný dinlemedi. Yarýya kadar açýk kapýdan koridora doðru yavaþça ilerlemeye baþladý. "Benimle konuþ! Ýyi olduðundan emin olmalýyým" dedi Nihat. "Sayý saymamý ister misin?" "Ne söylersen söyle ama konuþ, lütfen!" "Bir, iki, üç, dört,…" Nihat yalnýz kalmaktan yine de memnun deðildi. "Az sonra bütün ýþýklar sönecek, Emre'nin sesi kesilecek ve ben önümüzden yavaþça geçen hayaletin gelip beni bulmasýný bekleyeceðim." Emre..! Tanrým, ne kadar da soðukkanlýydý. Kendisi dizlerini karnýna çekip, boyun kaslarýný gereðinden fazla çalýþtýrýrken, o hayalet avýna çýkmýþtý. "Þimdi öðrenirim." "Emre!" Arkadaþýnýn sesi artýk duyulmuyordu. Genç adam dizlerini iyice karnýna doðru çekti. Kalkmayacaktý. Þu an için bulunduðu ortam daha güvenliydi ve hiçbir þey onu yerinden alýkoyamazdý. "Neden sustun? Bir þey mi var?" Tanrým lütfen olmasýn! "Bu bir þakaysa hiç komik deðil. Ben oraya gelemem, hadi kes artýk!" Ýçindeki ses onu korkutmaya çalýþýyordu: "Hayalet arkadaþýný yakaladý ve yuttu. Sýra sana gelecek. Seni bekliyor." "Hayýr, aklýnca beni korkutmaya çalýþýyor." "Peki önünüzden geçen o þey neydi?" "Rüzgar..!" "Komik olma! Arkadaþýn bile fizikötesinin


DERKENAR

gerçekliðine inanmýþken sen aptalca korkularýn yüzünden bunu gözardý ediyorsun. Bak, sesini kesti. Orda bir þeyler oluyor. Sessizliðin çýkardýðý gürültüyü duyuyor musun?" "Emre..! Hadi lanet olasý, bana cevap ver! Oraya gelirsem senin kemiklerini kýrarým!" Yine ses yok… Birbirini kovalayan zaman zerrecikleri, sanki þakalaþýyormuþ gibi iþlerini aðýrdan alýrken, orada öylece oturup beklemek Nihat’a zulüm geliyordu. Daha ne kadar bekleyecekti? Hepsinden önemlisi neyi bekleyecekti? Çýldýrmayý mý? Böyle olursa her þey daha mý kolay olacaktý? Aklýný kaçýrmasa bile koridora çýktýðýnda yaþayacaðý dehþet sabaha kadarki yaþayacaklarýndan daha mý büyük olacaktý. Orada kendisini bekleyen bir þey varsa ve hedefini belirlemiþse; koltuðun üstüne sinerek kurtulabilecek miydi? Genç adam, bu soruya yanýt vermemeyi tercih etti. Yavaþ fakat kendinden emin ve dikkatli hareket etmek istiyordu. Ve bu düþünceyle aðýr adýmlarla hareket ederek aralýklý kapýya doðru ilerledi. Koridor bomboþtu. Seslendi. "Emre, nerdesin?" Yanýt yok… Derin sessizliði yarýp geçen telefon sesi ani bir irkilmeye sebep olmuþ olsa da, kurtarýcý sayýlýrdý. Israrla çalmaya devam ediyordu. "Ya susarsa… susmayacak! Ona ihtiyacým var!" Nihat az öncekinden daha kararlý adýmlarla yatak odasýna girdi. Lambayý yakýp, etrafý kolaçan etmeyi de ihmal etmemiþti tabi. "A..alo, kimsiniz?"

"Nihat, ben Emre" dedi karþýdaki ses. Genç dostumuz, içinden bir þeylerin akýp gittiðini ve rahatladýðýný hissetti. "Nereye kayboldun sen?" "Bir yere kaybolmadým, evdeyim. Sen iyi misin?" "Hiç sanmýyorum. Beni böyle yüz üstü býrakýp nasýl gidebilirsin?" "Gitmek mi? Sen neden söz ediyorsun?" "Beni evimde yüzüstü býrakýp gitmenden söz ediyorum. Anlamazlýktan gelerek bu iþin içinden sýyrýlabileceðini sanýyorsan yanýlýyorsun. Ne oldu? Hayaletler dýþarý kaçtý da onlarýn peþinden mi gittin?" "Nihat, üzgünüm arkadaþým ama senin çok ciddi problemlerin var." "Problem sende…! Ben sakin sakin oturup televizyon izlerken evime gelip hayaletlerden söz eden sensin!" "Ben senin evine gelmedim. Hayaletlerle de hiçbir ilgim yok. Seni aradým, çünkü caným sýkýlýyordu. Ve yanýna gelmek istedim. Ama þimdi anlýyorum ki bu gece hiç iyi deðilsin." "Az önce buradaydýn." "Deðildim. Evine en son ne zaman geldiðimi bile hatýrlamýyorum." Nihat ahizeyi sýkýca tutuyordu. Sanki hayatla olan tüm baðý avucunun içindeki o þeyde gizliymiþçesine… "Seni gördüm. Kapýmý çaldýn. Oturduk. Önümüzden bir þey geçti. Kalktýn ve bir daha seni görmedim. Buna yemin edebilirim." "Seni þeytan yoklamýþ, dostum." "Ne?" 35


DERKENAR

"Oraya gerçekten geldiðime dair bir kanýtýn var mý?" Genç adam, düþündü. "Sanýrým. Oturduðun kanepe… Senden önce düzeltmiþtim. Eðer bozuksa…" "Onu kontrol et." "Bunu yapmak istemiyorum." "Oraya gelmemi ister misin?" "Hayýr! Kesinlikle olmaz. O yüzü bir daha görmek istemiyorum. Sen olduðundan emin olamam." "Pekala, o zaman sana býrakýyorum. Ýyi þanslar! Kendini kasma, rahat ol!" Kontrol etmek mi? Bunu en azýndan gün aydýnlanana kadar yapamayacaktý. Yataðýn üzerine oturup tekrar ayný pozisyonu aldý. Belki de Emre'yi çaðýrmalýydý. Evi hayaletliydi ve sabah olmasýna koca bir beþ saat vardý. Zamanýn geçmesini bekledi. Ortalýk aydýnlanýnca her þey normale dönecekti. En olaðanüstü durumlarýn bile gün ýþýðýnda üzerine perde çekilirdi, ne de olsa. Aradan yarým saat geçmedi ki kapý çaldý. Gergin bir bekleyiþ içerisindeyken buna bir yenisinin eklenmesi pek de iç açýcý deðildi. Yine ayný duygularý yaþayacaktý. Bu defakinin ne olduðunu kim bilebilirdi? "Seni þeytan yoklamýþ, dostum." "At onu kafandan! Bu sadece þakaydý. En saçma þeyleri bile fazla ciddiye alýyorsun." Peki bu muammayý nasýl çözecekti? Israrla çalmaya devam eden kapýya bakarak mý? Yoksa komþularýnýn uyanmasýný ve ondan önce davranmalarýný bekleyerek mi? Ýtici güç vücudunu harekete geçirirken, aslýnda bunu yapmayý hiç istemediðini düþündü. Zorunluluk hissi, tüm beklentileri boþa çýkaracak kadar güçlüydü. Yok oluþa doðru sürükleyen var olma çabasý… gidiyordu ancak gittiði yer koridorun ucundaki kapý deðildi. Belirsizliðe doðru yavaþça adým atýyordu. Onu keþfettiðinde bütün her þey bitecekti. Bu belki iyi belki kötüydü ama zorunluluk olduðu muhakkaktý. Dairenin sahanlýða açýlan kapýsýnýn önünde durdu. Açýlmadan önce yapýlmasý gereken bir görev daha vardý. Yani zorunluluða ulaþtýran küçük bir çaba… Nihat’ý harekete geçiren bu zorunluluktan çok zilin sesiydi. Artýk onu duymak istemiyordu. Ne telefon sesi ne de zil sesi… Bu iþ bittikten sonra hepsinin icabýna bakacaktý. Esas sorun git gide esrarengizleþen 36

daire kapýsýnýn arkasýnda beklerken, Nihat yüzünü iyice kapýya doðru yaklaþtýrdý. Gözetleme deliði sað gözünün sadece 3-4 cm uzaðýnda kalýyordu. Kaydý. Onu görüyordu. "Emre!" Hýzla arkasýný dönüp kapýya doðru yaslandý. Yanlýþ görüyordu… yanýlýyordu… ya da yanýlmýyordu ve bu o deðildi. Yine ayný þey gelmiþti. Bu kez amacýný gerçekleþtirmeden gitmemekte kararlýydý. En yakýn arkadaþýnýn kýlýðýna giriyordu. Onun sesini taklit ediyor ve yine onun þakalarýný yapýyordu. Emre gelmeyeceðini söylemiþti. Ama o yaratýk belli ki bunu hesaplayamamýþtý. "Buraya sana yardým etmeye gelmiþtim. Ama istemiyorsam gidiyorum." "Ýnanma ona! Bunlarýn hepsi oyun. Emre þu anda kendi evinde. Buraya da hiç gelmedi." "Ona kadar sayýyorum. Sonra gideceðim. Bir…" Bu bir tehdit deðil miydi? Açmadan kapýdan hayalet gibi girmesine izin mi verecekti? Ya sonra kendini nasýl savunacaktý. Nihat, düþünce karmaþasýna son vererek mutfaða doðru hýzlý bir dalýþ yaptý. Eline geçirdiði ekmek býçaðýný sýkýca kavrayýp, olayýn baþlayacaðýný düþündüðü yere geri döndü. "…on. Sendeki bu inat keçide bile yoktur. Hadi aç þu kapýyý… bütün niyetim sana yardýmcý olmak. Bak eðer açmazsan kapýyý kýrmak zorunda kalacaðým." Terli ve titreyen eliyle býçaðý daha sýký kavradý. Geliyordu. Pes etmeyecekti. "Pekala, bunu sen istedin." Kapýya indirilen ilk darbe Nihat’ýn irkilerek geri çekilmesine sebep oldu. Demek doðal yollardan ele geçirmeyi planlýyordu. Elindekine daha sýký yapýþtý. Ýkinci darbe kapýyý geriye doðru savurdu. Emre'nin olanlarla hiçbir ilgisi yoktu. O sadece en yakýn arkadaþýný güç durumda býrakmak istemediði için fikir deðiþtirmesinin kurbaný olmuþtu. Kapý açýlýr açýlmaz üzerine atlayan çýldýrmýþ bir adam ve kalbine indirilen yirmi santimlik býçaktan geriye sað bir adamýn çýkmasý beklenemezdi. Öyle de olmuþtu. Genç adamýn ölü beyninde yanýtlanmamýþ bir sürü soru vardý elbette. Mesela kendinden önceki ziyaretçi… cevaplanamayan tek soru da bu olmuþtu.


DERKENAR

Ali Karınca

TÜRKÇE’NÝN ÝMKÂNLARI Türk edebiyatýnýn bugün durduðu yerden geçmiþe baktýðýmýzda, eski ediplerimizin çoðunluðunun Türkçe’yi doðru kullanmak konusunda bugünkü yazarlara göre çok daha dikkatli olduklarýný görüyoruz. Günümüzün ediplerinde bu tür hassasiyetleri gözlemleyebilmek ne yazýk ki pek mümkün olmuyor. Yazarlar, üç beþ tane parýltýlý kelimenin ya da kuyruklu yýldýzlara benzeyen cümlelerin peþine takýlýyorlar. Halbuki dilin imkânlarý içinde bakýldýðýnda, dili en iyi þekilde kullanmanýn o dilin her türlü sadeliðini de, akýcýlýðýný da, parýltýsýný da metne eksiksiz yedirmekten geçtiði görülebilir. Türkçe ne yazýk ki, lise öðrencilerine bile doðru þekilde öðretilmiyor. Üniversitelerde ise durum baþka bir yazýnýn konusuna girecek kadar uzun ve vahim. Zira Türk Dili derslerine zorunluluktan konulmuþ gibi bakýlýr. Edebiyat Fakültelerinde bile, edebiyatýn temelini oluþturan dile gereken önem verilmediði gibi, verilmeye çalýþýlan “göstermelik önemler” de hep dilin -sanki- imkânlarýný gizlemeye yöneliktir. Ard arda Türkçe üzerine iki kitap yayýnlandý. Biri, Türkçe’ye kendini adamýþ, her türlü ortamda dilin korunmasý ve yeni nesillere doðru öðretilmesi konusunda ýsrarlý ve titiz çalýþmalarýyla bildiðimiz Feyza Hepçilingirler’in kaleminden çýktý. Ýkinci kitap ise, Fuat Bozkurt’un kaleminden yeni bir yöntemle okuyucuya sunuldu.

Türkçe Dilbilgisi Feyza Hepçilingirler Remzi Kitabevi

Akademisyen yönleri de olan her iki yazarýn kitaplarýnda dilbilgisi ve anlatým baþlýklarý altýnda farklý teknik çözümlemeler yer alýyor. Feyza Hepçilingirler’in “Türkçe Dilbilgisi” kitabýnda daha teknik örneklemelerle anlatýlýrken, Fuat Bozkurt’un kitabýnda detaylý açýklamalara girilmiþ ve daha saðlýklý anlaþýlmak için çok daha akýcý bir dille kaleme alýnmýþ. Türkçe’nin kazandýðý bu kitaplar, Türkçe’yi konuþan herkese rehber olacak nitelikte. Ama gelin görün ki, dilbilgisi anlatan kitaplar, bu dili konuþanlarýn, konuþmaya çalýþanlarýn, çoðu zaman da konuþmayý beceremeyenlerin baþucu kaynaðý olmasý gerekirken, hep öðretmenlere hitap eder gibi konumlandýrýldý. Belki de dilbilgisiyle ilgilenmek eþittir Türkçe öðretmenliði anlamýna getirildiði için bu durum ortaya çýkýyor. Edebiyat okumak dili bilmekten geçer; dili bilmek ise edebiyattan zevk almayý saðlar. Yazmaya kalkýþmanýn birincil þartý o dilin imkânlarýnýn en asgarisini biliyor olmaktan geçer. Yakýnmalar iþe yaramayacak, bunu biliyorum. Ama yazmaya çalýþanlarý, ne yazacaklarýný, neden yazmak istediklerini sorgulamadan önce Türkçe’nin yani anadillerinin imkânlarýndan ne kadar haberdar olduklarýný sorgulamatmayý saðlayabilirsem belki yakýnmalar iþe yarayabilir.

Türkiye Türkçesi Fuat Bozkurt Kapý Yayýnlarý

37


DERKENAR

Abdullah Sami

NEREDEN NEREYE Epey zaman oldu okul hayatým biteli. Hani derler ya, köprünün altýndan çok sular aktý. Askere gittim. Geçmez dediðimiz, dolu dolu altý yüz gün geçti, terhis oldum. Ýþ kurdum. Ýflas ettim. Bitmez zannettiðimiz Ýran-Irak Savaþý sona erdi. Çoðumuzun eriþilmez hayal ülkesi olan Komünist Rusya daðýldý. Hayal ülkenin rüya kadýnlarý Nataþalar, Laleli'de beþ milyona bile zor alýcý bulur oldular. "Hepsi esir oldu, artýk kurtulmaz" dediðimiz Irak'a Amerika özgürlük götürdü. Bir tanesine bir cep dolusu kaðýtlý kader þekeri aldýðýmýz, çocukluðumuzun kuruþlarý tekrar tedavüle girdi. Cadde ve sokaklardaki tabelalar çoðaldý. Düne kadar, "Bizi almazlar, almak isteseler bile biz girmeyiz, onlar gavur abi yaa!" geyiðini yaptýðýmýz AB günlük hayatýmýzýn vazgeçilmez bir parçasý oldu. Teknolojinin ardýndan ýþýk hýzýna yüz seksen kilometre fark atan uçaklar bile yetiþemiyor. Dinler arasý diyalog muhabbetleri arttý. Ýnsanlar ve memleketler birbirlerine artýk çok yakýn. Ezeli düþmanýmýz Yunanistan en kadim dostumuz oldu. Kýsacasý; "deðiþmez-deðiþemez" dediðimiz pek çok "þey", yerini yeni "þey" lere býraktý. Kafa yapýsý olarak, sabit fikirli deðilimdir. Hatta yenilikleri kolay kabul edenlerden sayýlýrým. Ama kabullenemediðim bir deðiþim var; þapka. Evet þapka. Hayýr hayýr, Kastamonu'da baþýmýza taktýðýmýz, takmayanlarýn ise baþlarýna ip taktýrtan þapkadan bahsetmiyorum. Öðrencilik yýllarýmda baþýma takmak zorunda olduðum þapkadan bahsediyorum. Þimdi okula giden gençlerin ellerinde kitap-defter, baþlarýnda da þapka yok. Belki de kýskançlýðýmdan kabullenemiyorum, bu deðiþimi. Bedende takým elbise, kafada (tereði on beþ santim ileride) þapka… Ortaokula ilk baþladýðým ve birbirleriyle oldukça uyumlu

38

bu üniformayý ilk giydiðim gün kendi kendimle ve kendi milli eðitim sistemimle gurur duymuþ, hatta bu kýlýk-kýyafet tarzýný askeri bir giyim tarzý olarak düþünmüþ, "Valla helal olsun benim sevgili yöneticilerime." diye, Brütüs'ün hakkýný Sezar'a yedirmemiþtim. Atalarýmýz at üstünden inmeyen, kýlýcýný elinden uyurken bile býrakmayan asker bir milletmiþ ya, ondan. Yine de, "Ne iþe yarar ki bu þapka? Ýnsanýn okumasýný kolaylaþtýrmaz, ezberine yardýmcý olmaz." diyerek, þapka konusunda fikrimi sabitleþtirmiþtim. Ta ki, bu öykünün esas oðlaný Muharrem Hoca'nýn þapkayla verilen selamý sevdiðini keþfedene kadar. Ortaokul ikinci sýnýftayýz. Muharrem Hoca Ýþ ve teknik öðretmeni... "Ýþ ve teknik ne iþe yarar?" diye sormanýn bir anlamý yok. Sýnýfta kýrk kiþi varsa, ayný gün ve saatte kýrk tane kara tahta silgisi imal ediyorsunuz. Bir tanesini sýnýfta kullanýyor, kalan otuz dokuz tanesinden satabildiðinizi baþka okullara satýyor, satamadýklarýnýzý ise yan sýnýftaki öðrencilerin yaptýklarý aðaçtan yontma ayýcýklarla takas yapýyorsunuz. Mini bir deðiþim sistemi yani... Ýþ ve teknik dersini müfredata koydurmayý baþaran çok ileri görüþlü, saygýyla önünde þapka çýkarýlasý, deha tarlasý büyüðümüz ise; "Bu adamlar okuyup adam olmaz, hem üretime hem de ticarete alýþsýn bu keratalar." diye ikna etmiþ olabilir yetkilileri. Ýlkokulu köyde okuduktan sonra, köyde ortaokul olmadýðý için ilçedeyim. Ýþ ve teknik dersinde verilen ödevler malzeme gerektirdiði, henüz çocuk olduðum ve þehre alýþamadýðým, köydeki utangaçlýðýmý, saflýðýmý ve masumluðumu üzerimden atamadýðým için, iþ ve teknik ödevlerini yaparken zorlanýyorum. Silgi yapýlacaksa marangozdan tahta, terziden bez tedarik


DERKENAR

edilmesi gerek. Ne marangozdan tahta ne de terziden bez isteyebiliyorum. Tahtayý ve bezi sokaklarda arýyorum, olur da uygun bir þeyler bulurum umuduyla. Tembel olmadýðým gibi, vasat bile sayýlmam diðer derslerde ama, ders iþ ve teknik olunca sürünüyorum... Muharrem Hoca, bizim içinde bulunduðumuz namüsait þartlarý göz ardý ettiði için, iþ ve teknik notum beþ üzerinden iki veya üç geliyor... Zaten iþ ve teknik dersinde en yüksek not dört. Muharrem Hoca tarihinde, hiçbir talebe, hiçbir sebeple "beþ" almamýþ, alamamýþ… Bu anlayýþsýzlýðýndan ve acýmasýzlýðýndan dolayý, Muharrem Hoca, bütün talebeler tarafýndan "Kaz Muharrem" olarak isimlendiriliyor... Yine bir iþ ve teknik dersi ödevi arifesinde sokaklardan malzeme bulmaya çýkmýþtým ki, sokaklardan birinde Muharrem Hoca'yla karþýlaþtým ve tereði on beþ santim ileride olan þapkama, dirseðimi kýrk beþ derece kýrarak elimi yapýþtýrdým. (bu hareket, öðrencinin öðretmenle karþýlaþtýðý yerde vermek zorunda olduðu selam oluyor ve bu selama, öðretmen kafasýný hafifçe eðerek karþýlýk veriyor.) Muharrem Hoca da farklý bir þey yapmadý, kafasýný hafifçe eðerek karþýlýk verdi. Ayrý ayrý yönlere giderek ayrýldýk. Ben büyük

umutlarla malzeme arama çalýþmalarýma devam ediyordum. Aradan on dakika bile geçmemiþti ki, bir baþka sokakta yine Muharrem Hoca karþýma çýktý ve ben yine sað kolumu kýrk beþ derece kýrarak, çok nizami bir selam daha çaktým. Muharrem Hoca yine baþýný hafifçe eðerek selamýma karþýlýk verdi ve "gel bakalým çocuðum" dedi. Benim "buyur hocam" dememe fýrsat vermeden, "Adýn ne? Hangi sýnýf? Numaran kaç?" sorularýný, bir solukta soruverdi. Adýmý, sýnýfýmý ve numaramý söyledim. Elini cebine attý, kaðýdýný ve kalemini çýkardý; adýmý, sýnýfýmý ve numaramý kaydetti. Yine ikimiz de ayrý ayrý yönlere giderek ayrýldýk. O gün, iþ ve teknik dersi ödevi olan silgi yapýmý için, bir tahta ve bir parça bez buldum, ve tahtayla bezi birbirlerine alýþtýrana kadar epey bir uðraþ verdikten sonra yumruk kadar, yamruyumru bir top bez ortaya koyabildim. Ertesi gün iþ ve teknik dersinde, Muharrem Hoca adýmý okuyup, "beþ" dediði zaman, þapkanýn ve selamýn anlamýný biraz daha iyi anlamýþtým. Okul hayatým boyunca þapkayý ve selamý Muharrem Hoca için bol miktarda kullandým, Muharrem Hoca da, benim için en yüksek notunu..

39


DERKENAR

Hümeyra Yargıcı

EMÝNE IÞINSU ve KADIN "KÜÇÜK DÜNYA, CANBAZ, KAF DAÐININ ARDINDA, NÝSAN YAÐMURU, HAVVA" ROMANLARINDA KADIN TEMASI

GÝRÝÞ: Türk edebiyatýnda önemli bir yere sahip olduðu halde ihmal edilen yazarlarýmýzdan Emine Iþýnsu, devrinin hadiselerini ciddi ve gerçekçi bir bakýþ açýsýyla, zaman zaman pervasýzca kaleme almýþ, romanlarýnda büyük aðýrlýk teþkil eden kadýn kahramanlarýna da zengin bir çeþitlilikle eserlerinde yer vermiþtir. Tanzimatla birlikte kadýn, Divan edebiyatýndakinden farklý bir anlayýþla ele alýnmaya baþlar. Ýlk olarak "düþkün ve kurtarýlmasý gereken kadýn" tipiyle romanýmýza yansýyan izlenimin milâdý, A.Mithat'ýn "Henüz On Yedi Yaþýnda" adlý romanýdýr. H.Ziya, kadýný bir meta ve bir yiyici olarak deðerlendirir. Son dönem romanlarýnda yazarlarýmýz, kadýn karakterlere daha ziyade "baþkaldýrý ve özgürlük" konularý ekseninde yer vermektedir. Cumhuriyet dönemi yazarlarýmýzdan Emine Iþýnsu'nun romanlarýnda -özellikle bu incelemeye konu olan beþ romanda- kadýnlarýn karþýlaþtýklarý sorunlar, mücadele etmek zorunda kaldýklarý kabuller, toplum içindeki yerleri, ithal edilmemiþ bir bakýþ açýsýyla, -Türk toplumumun millî ve manevî deðerleri ihmal edilmeden- ele alýnmýþtýr. Bu konularda eleþtiren, fikir üretip çözüm getiren bir bakýþ açýsý da tercih edilmiþtir. Bu romanlar bir çok açýdan incelenmeyi hak etmiþ olmasýna raðmen, Iþýnsu, bazý eserlerini "tezli roman" karakterinde yazdýðý için, edebiyatýmýzda hak ettiði ilgiyi ve deðeri elde edememiþtir. Emine Iþýnsu'nun eserlerinde kadýn kahramanlar, romanlarda aldýklarý role ve bulunduklarý yere göre, toplumun onlara biçtiði deðer de sorgulanmak suretiyle, zaman zaman ideolojik bir bakýþ açýsýyla; sadece mücadeleci kimlikleriyle deðil; zaaflarý ve mutsuzluklarý ile de ele alýnmýþtýr. 40

Bu romanlarda kadýn; anne olarak eþ, sevgili ve çocuk olarak; meslekleri de göz önüne alýnarak iþlenmiþtir. Bazen bu roller birbiriyle çatýþmýþtýr. Çoðu tahsil yapmýþ, kültürlü, çevrelerini ve iliþkilerini sorgulayan bu kadýnlar, aslýnda hep ortak bir yazgýyý yaþarlar: Yalnýzlýk. Kadýnlar; kâh bencilliðe boðularak, kâh sevgiyi ve vermeyi öðrenerek, romanlarda büyük yer tutan tasavvufun tesirinde kalarak, kendi içlerinde bir sükuna kavuþurlar. Romanlarýn karakteristik özelliði diyebileceðimiz bitiþteki bu sükûn; büyük bir arayýþtan, sancýlý dönemlerden sonra gerçekleþir. Âdeta mesnevîlerdeki ve halk hikâyelerindeki yol, yolculuk, karþýlaþýlan engeller vs. gibi motifleri hatýrlatan bu seyir, bilinçli olarak mý tercih edilmiþtir bilmiyoruz. Fakat doðulu deðerlerin modernize edilmiþ bir þekilde ele alýndýðýný söyleyebiliriz. ("Küçük Dünya"da "Nur" ile "Murat"ýn aþký,"Canbaz"da "Mehmet"in þahsýnda modern bir "Yunus Emre "tasavvur edilmesi gibi) 1)KADIN KARAKTERLERÝN FÝZÝKSEL ÖZELLÝKLERÝ Bütün kadýn kahramanlarýn fiziksel özellikleri belirtilmemiþtir. Beþ romandan dört tanesinde bazý kahramanlar tasvir edilirken, bazýlarý tasvir edilmemiþtir. Yapýlan tasvirler de çok detaylý deðildir. "Nisan Yaðmuru" romanýnda "Meryem"in otuz altý yaþýnda olduðu belirtilir: "Evet otuz altý yaþýna bastým bile…"1 "Küçük Dünya"da "Nur", annesini þöyle tasvir eder: "Ýnce,uzun saçlarýný dümdüz arkasýna toplamýþ, iri siyah gözlü…"2 "Canbaz" romanýnda "Selen"in kaldýðý pansiyonun sahibi "Sevim Abla" þu fiziki özelliklere sahiptir: "Uzun boylu, balýk etinde, kýzýlkahverengi saçlarýný ensesinde toplamýþ, alýmlý bir kadýn. Zarif yürüyordu… Güzel


DERKENAR

fakat acayip bir kadýn..."3 "Gülnaz" ise "Koçsa"nýn aðzýndan anlatýlýr: "Baþýný kaldýrýnca kadýnýn kocaman kahverengi gözleriyle karþýlaþtý. Bu gözler onun bütün yüzünü kaplamýþ gibiydi, varlýðýnýn tümünü; ipeksi yumuþaklýðýnýn altýnda kaya sertliði… Sabýr, meydan okuma, merak, teslimiyet, isyan, dikkat, hepsi bakýþlarýnda toplanmýþtý, kahverengi, siyah, yeþil, kýzýl ýþýklar saçýyordu."4 Romanlarda bazý kahramanlar, kendi aðýzlarýndan "sýska, esmer, aksak" olarak tasvir edilir ve kendilerini beðenmezler. "Selen" kendisini beðenmez ve kendisiyle barýþmasý çok sonra olur: "Esmerin solgunu, ince yay kaþlý, iri kara gözlü…" "Kendimle barýþmaya baþlamam, galiba ilk defa görünüþümü benimsememle oldu."5 "Kaf Daðýnýn Ardýnda" romanýnda ise "Mevsim Öz" kendi aðzýndan þöyle tasvir edilir:" Ýki kara göz… Grek burun, kalýn dudaklar, aðýz büyük. Bu gece Çinliler gibi arkama tek örgü yaptýðým gür, uzun, kestane rengi saçlar… Boyum orta, bedenim ince."6 Kahramanlar, eserlerde yeri geldiðinde tasvir edilmiþ, fazla detaya girilmemiþ, bazý kahramanlarýn fiziksel özelliklerine ise hiç deðinilmemiþtir. 2)KADIN KARAKTERLERÝN KÜLTÜREL DURUMLARI "Küçük Dünya"da "Nur", diðer kahramanlardan farklý bir eðitim safhasý geçirir. Annesi okullara güvenmediði için ona evde ders verir. Bu, "Nur"a göre tam bir iþkencedir. "Nur", her zaman yaþýtlarýnýn üstünde bir bilgi birikimine sahip olur. Bu durum, onun, kendisini herkesten üstün görmesine sebebiyet verecektir: "Oysa ben okulu sevmedim. Öðretilen þeyler pek basit, pek sudan geliyordu. O neyse ya, asýl etrafýmdakilerle hiç anlaþamadým. Bir türlü giremedim aralarýna, ýsýnamadým. Hoþ sanki onlar beni sevdiler de! Bir küçük, bir ukalâ kýz. Ciddî mi ciddî. Kendini beðenmiþin biri. "ukalânýn biri", "kendisini bir þey sanýyor."7 "Evvela pek garibime giden bu yakýþtýrmalarý sonralarý benimsedim. Hatta tuhaftýr

ama hoþuma da gitmeye baþladý. Beni onlardan, bütün etrafýmdakilerden ayýran bir þey oldu."8 "Nur", kimyager olmuþtur. Fakat diplomasýný annesine verir. Avrupa'da ihtisasý ise annesi istediði ve okul ona hiçbir zaman cazip gelmediði için reddeder: "-Ben seni sürüden ayýrmak istedim. Bütün gençliðimi bunun için harcadým. Tam mükâfatýmý alacaðým sýrada… Beni geri götürmeye, ta baþladýðým yere götürmeye ne hakkýn var? -Bir mükâfat için mi çalýþtýnýz? Bu mükâfat, parlak diplomam olsun. Onu size býrakacaðým zaten."9 "Canbaz"da "Selen", önce koleji bitirir: "Ve böylece, varlýklý bir kolej hayatýndan sonra üniversitede yoksulluk çekmek…"10 Daha sonra Gazi Eðitim Enstitüsü Ýngilizce bölümüne gider: "Gazi Eðitim Enstitüsü, birinci sýnýf öðrencisiydim. Ýngilizce bölümü."11 "Kaf Daðýnýn Ardýnda" romanýnda ise "Mevsim" okulu yarým býrakýr. Zaten kendisi için gerekli olan bilgileri ona tutulan özel hocalar sayesinde edinmiþtir. Ona da babasýnýn söylediði þey þudur: "Fakültelerin sana ilâve edeceði bir þey yok… dedi.Okuman gereken kitaplarý zaten okuyorsun, ne yapacaksýn diplomayý… Paramýz var, mesleðin de."12 "Havva" romanýnda, "Berrin" kolej 41


DERKENAR

mezunudur. Psikoloji tahsilini yarým býrakmýþtýr:"…. fedakârlýk edip, onu zengin çocuklarýn, zengin, þýmarýk, rahat yaþayan çocuklarýn gittiði koleje vermiþlerdi."13 "Berrin Hümeyra'dan önce evlendi, psikoloji tahsilini yarým býraktý, ailesinin baskýcý havasýndan kurtulmak istiyordu."14 Bunlardan hareketle romanlarda okumuþ ve kültürlü kadýnlarýn büyük yer tuttuðunu, eðitim sisteminin de yer yer eleþtirildiðini söyleyebiliriz. 3)TOPLUM ÝÇÝNDEKÝ DURUMLARI BAKIMINDAN KADIN KAREKTERLER Romanlarda kadýn kahramanlar, toplumun kadýnlýklarýna biçtiði yer yüzünden çeliþkiler ve umutsuzluklar yaþarlar. Kadýn olmakla iþini yapmak arasýnda tereddüde düþerler. Ýþlerini çok iyi yapmalarýna raðmen bazen geleneksel kabullere farkýnda olmadan yenik düþerler. Bunu "Canbaz"da "Gülnaz"ýn iç çatýþmasýnda görürüz: "Ne olursa olsun, isim ve sýfatlar alabildiðince deðiþsin, bu devir Gülnaz'ýn devri deðildi. Öz konusuna, yegâne konusuna yabancý düþmüþtü kadýn, iþ arkadaþlarýný anlamýyordu… Dönen dolaplardan baþý dönmekteydi. Kullanýldýðýnýn, bir çeþit alet yerine konduðunun farkýndaydý. Kendisini aciz hissetti… "tek bir hamle daha…" diye karar verdi: Kadýn iþçilerin haklarýný da alayým, sonra býrakacaðým. Ev tamamlanýr o zamana kadar."15 "Mevsim" büyük sancýlarla Kaf Daðýna ulaþmaya çalýþýrken bir türlü "Mehmet"i yazamaz. Çünkü O, mevsimin kadýn yaný olduðu için bunca sancýlý yazýlmaktadýr: "Mehmet erkek, Mevsim'in erkek yaný olduðu için mi, þu basit sebep yüzünden mi yazamadým?" Romanda Mehmet kadýn olmalýydý, Mevsim'in kadýn yaný. Oysa Mehmet için kurduðum, düþündüðüm hayat tarzýný, bir kadýn yaþayamaz, bir kadýn yaþayamaz bizim ülkede; belki hiçbir ülkede! O kâh yürüyerek kâh kamyon sýrtýnda, bazen de özel arabasýyla Anadolu'yu gezecek, uzun duraðý Kütahya olacak, çiniciliði öðrenecek."16 Bazen kadýna cinsel bir obje olarak yak-

42

laþýldýðýný ve kadýnýn sýrf bu yüzden yani toplumun geleneksel kabulleri yüzünden birçok engelle-kendini denetleyerek-boðuþmak zorunda kaldýðýný görürüz: "Atakul ölüp de Gülnaz yalnýz kalýnca, yeni bir iþ ararken, dulluðunda deðiþen çehreleri fark ederek yavaþ yavaþ ve bocalayarak, annesini memnun etmeye, gönlünü kýrmamaya çalýþarak, boyun eðerek… içinde kabaran arzularýn tümüne engeller çekerek, bir taraftan namus, þeref, haysiyet kavramlarý ile boðuþurken, bir taraftan teklif edilen iþlerde kadýnlýðýný yoklayanlarý hayretle reddederek, þaþkýn olabildiðince…"17 Gülnaz iþinin getirdiði problemlere ek olarak -kadýn olmasý sebebiyle -toplumun ve erkeklerin ön yargýlarýyla savaþmak zorundadýr. Fakat mücadeleci kimliði,kendine güvenen kiþiliðiyle kararlý bir tutum sergiler: "Önce kadýn olduðum için zordu bu adamlarla baþa çýkmak anlýyor musun Selen? …..kadýn sendika baþkaný, bir baþýna; konfederasyonun emirlerine karþý çýkýp greve gidebilir miymiþ? Ben deðil inancým güçlü. Haklý olduðuma inanýyorum, ta ellilerden bu yana."18 Bazen bütün bu mücadelelere raðmen kadýnlarýn hayatýn monotonluðuna teslim olduklarýný görürüz: "Günlük olaylarýn dýþýna çýkamýyoruz ki. Ne kadar kuru ve dümdüz bir hayatýmýz var, dedim içimden."19 Oysa onlar, sorumlu olduklarý roller dýþýnda yine kendileri olmak istemektedirler: "Ben iyi bir yazar olmak istediðim kadar, kendime özgü de olmak istiyorum."20 "Bir yere bir gruba mensup olma bilinci tabii destek verir insana da. Bu mensûbiyetin derecesi önemli, reddetmek deðil benimkisi, denge, derecenin dengesi! Mevsimliðimi kaybetmeden, anlatabiliyor muyum? Kendimden, kiþiliðimden ödün vermeden."21 Romanlarda kadýnlar, toplumun kendilerine biçtiði deðerleri sorgulamýþlar, zaman zaman bu deðerlere teslim olup çatýþmalar yaþasalar da kendi kiþiliklerinin gerektirdiðini yapmýþlardýr. 4. BEKLENTÝLER, YALNIZLIKLAR, UMUTSUZLUKLAR VE MUTSUZLUKLAR ÝÇÝNDE KADIN


DERKENAR

Romanlarda yalnýzlýk, mutsuzluk ve hatta güvenlik kavramlarýnýn diðer temalara baðlý olarak yoðun bir þekilde yer aldýðýný görürüz. Özellikle birkaç romanda bu kavramlar aðýrlýklý olarak iþlenmiþtir. (Küçük Dünya, Kaf Daðýnýn Ardýnda, Havva) Yalnýzlýða, umutsuzluða, mutsuzluða, bazen çocuðunun isteklerini ve eðilimlerini dikkate almayan, otoriter ve "dediðim dedikçi" bir anne; bazen kendi egosuna hapsolmuþ, kadýný ayrý bir deðer olarak görmeyen bir koca ve bazen de çocuðuna verdiði özgürlüðün dozunu ayarlamayan bir anne sebep olur. "Babam yaþasaydý, acep yine kimyager haným olabilecek miydim? Herhalde istemezdin deðil mi babacýðým? Yaþasaydýn, ben þimdi boyalarýmla, çamurlarýmla mutlu! Mutlu mu? Artýk bundan bile þüphelenmeye baþlamýþtým. Saadet nedir sanki, diyordum. Böyle bir þey var mýdýr?"22 Bazý romanlarda erkek kahramanlar, olaylarý sathî bir bakýþla deðerlendirir, derin deðildirler. Kadýnlarsa kendilerini ve çevrelerini çok iyi gözlemlerler. Nerde durduklarýnýn farkýnda olmak, oto kontrol mekanizmalarýný sürekli harekete geçirmek onlarý bir boþluða sürükler. Nitekim "Küçük Dünya"da "Nur", bu sorgulayýþýn mutsuzluðunu yaþar. Ona "Murat" þöyle der: "Bir kere her þeyden önce bütün insanlarýn, senin gibi bir mutluluk problemleri yoktur. Olaný olduðu gibi kabul ediverirler, biter. Senin huzursuzluðun bu iþi bir mesele yapmandan doðuyor. Mütemadiyen yokluyorsun kendini 'mutlu muyum deðil miyim?' 'Mutluluk bu mudur, nedir? vs.'… Kendi kendinin içinde o kadar bîtap düþüyorsun ki, etrafýndakileri doðru dürüst anlamýyorsun."23 Annesinin kendisini býraktýðý sonsuz özgürlük içinde bunalan "Selen"e "Sevim Abla" þöyle der: "Hâlâ kendine güvenin yok, hâlâ… Her þeyden korkuyorsun."24 Kahramanlar bu duygu anaforlarýný genellikle tek baþlarýna yaþarlar. "Rezil bir þey. Oysa bilhassa son zamanlarda insanlarýn gözünde ne kadar huzurlu, muntazam, sakin bir yaþantým var, di mi. Ömer bile öyle söyledi. Ýçimde habire bina edilip çöken, yeniden yapýlan, tekrar yýkýlan

þeylerden… kimsenin haberi yok!"25 Bu yalnýzlýk, sýðýnýlacak birilerini bulur kendine. Kahramanlarýn güvenli görünüþlerinin arkasýnda bazen sonsuz bir güvensizliðe, kendine yetememezliðe rastlarýz: "Biliyor musun, o benim kendime çok güvendiðimi sanýyor, -omuz silktim- ee, yýllardýr yalnýz yaþayan bir yazar kýz, toplumdan kabul görmüþ, ün yapmýþ. Senin arkanda, önümde, yanýmda… daima senin bulunduðunu biliyorum ya ne dersin babacýk? Ömer þu basit gerçeði bilmiyor! Beni özüne güveni sonsuz sanýyor."26 Kendini dýþ dünyaya kapatmaya bazen de kahramanlarýn meslekleri sebep olur. "Mevsim Öz", yazdýðý için mi yalnýzdýr, yoksa yalnýz olduðu için mi yazar: "Sosyal iliþkileri geliþtirecek, hatta belki kuracak vaktim yoktu. Ýnsana bu denli yöneliþime raðmen kendi yalnýzlýðým, katlanarak devam ediyordu. Ders çalýþmanýn ve bütün öbür iliþkilerimin yanýnda, büyük bir tutku ile yazmaya devam ediyordum."27 "Havva", kendi ayaklarýnýn üzerinde yýllarca durmuþ olmasýna raðmen; bazen mutsuzluða, güvensizliðe yenik düþer: "Güvenmiyorum, hayýr güvenemiyorum, iþte az bir güven, gruptakilerin iyi niyetlerine… Fikirlere deðil de insanlara mý baðlýyým ben? Bu benimkisi nasýl bir yük? Ve yürekteki üþümüþ serçe nasýl bir serçe?! Ruhum benim. Kararsýz. Korkak. Kuþkulu ve çýlgýn. Ve dargýn. Ve öfkeli!" Kendimi gereksiz bir þekilde tahlil etmeye baþladým yine. Ki içimdeki acýlarý oyup deþmekten baþka bir iþe yaramýyor."28 Sonuç olarak, yalnýzlýðýn, kahramanlarý çok fazla umutsuzluða sürüklediðini söyleyemeyiz. Onlar, yalnýzlýklarýný ve mutsuzluklarýný derinliðine ve sorgulayarak yaþarlar. Bunu yenmek için bir çýkýþ yolu bulmayý da genellikle baþarýrlar. 5. AÞK TEMASI OLARAK KADIN Romanlarda aþk, kahramanlarýn kendileriyle ve âþýk olduklarý kiþilerle çatýþmalarý þeklinde zuhur eder. "Küçük Dünya"da "Nur", "Murat"la kocasý arasýnda bocalar, bir taraftan da kocasýndan baþkasýný düþünmenin utancýný

43


DERKENAR

ve vicdani ezikliðini yaþar. "Murat", ideal ettiði erkek tipi olmasýna raðmen, onda kendisine karþý bir temâyül görmekten korkar ve tedirgin olur: "Neden bilmem, bu sorudan ve soruyu sorduðu an yüreðimi deler gibi bakmasýndan rahatsýz oldum. Gözlerimi yola çevirdim."29 "Murat gelse, diyordum, gelse ona anlatabilir miyim acaba? Düþüncelerimin tümü sana dönük. Vücudum onunla, kafam seninle yaþýyor; diyebilir miyim? Sen, ben, o, üçümüz mutluyuz. Ama Ferit bir þey bilmiyor, düþüncelerimi okuyamýyor, ona yazýk deðil mi, ayýp deðil mi? 'Ben ne kadar suçlu hissediyorum kendimi, bana yardým et ne olursun!' diyebilir miyim?"30 "Küçük Dünya"nýn yazýlýþ gayesi "plâtonik aþk"ý günümüze uyarlamaktýr. "Nur", masallardan ve hayallerden ördüðü küçük dünyasýnda tattýðý mutluluðu; annesinin dersleriyle baþlayan, evliliðiyle devam eden acý hayat tecrübesiyle kaybetmekte, büyük dünyanýn acýmasýz ve zalim ellerinde küçük dünyasýnýn eriyip ufalandýðýný hissetmektedir. Küçük yüreðinde beliren isyan, -her þeye raðmenyerini tevekküle býrakýrken; "Murat"a duyduðu aþk da fiziki olmaktan -elbette- uzaklaþýp ulvîleþecek, plâtonik merhaleye yükselecektir. Nitekim bu platonizm, þu satýrlarda gayet

44

açýktýr: "Ama ben yine de tek taraflý aþký düþünmek istemiyorum. Ýki taraf da ayný þeyi hissedecek, sadece hissedecekler. Baþtan sona… Ama bu kelimelere dökülmeyecek, anlýyor musun? Buncasýna kuvvetli bir hissin yanýnda kelimeler yetersizdir, lüzumsuzdur."31 "Kaf Daðýnýn Ardýnda" romanýnda ise "Mevsim Öz", aþka þu duygularla düþer: "Yalnýz, korunmaya ve esirgenmeye muhtaç, biraz þýmarýk, daha da þýmartýlmak isteyen bir küçük kýz gibi uzandým ona. Benimle ilgilensin istedim. Ýhtiyaçlarýmý bilsin, anlasýn… cevap versin istedim…… yaþantýsýnda önemli bir yer almayý, öyle olacaðýný umdum."32 Fakat, bu umutlarý boþa çýkacaktýr. Ýliþkileri boyunca "Mevsim", hep veren olmuþtur. "Orçun"un "Mevsim"den alýp götürdükleri, odasýnýn düzenini deðiþtirmek istemesiyle müþahhas bir nitelik kazanýr: "….Ýlk defa o anda Mevsim olarak bütünlüðümün bozulmaya baþladýðýný açýk açýk fark ettim."33 Her þeye raðmen bu aþk ona çok þey öðretmiþtir:"….en mühimi Orçun, beni aþk üzerinde düþündürmüþ, öyle yahut böyle bir þeyler duyurabilmiþti."34 Romanlarda kadýnlar, aþký, bir varoluþ ve özgürlük ikilemi içinde, kendilerini alabildiðine hýrpalayarak yaþarlar. Toplumun deðer yargýlarý ve baðlý bulunduklarý inanç sistemi bu aþklarda onlarýn tavýrlarýný etkiler. 6. AÝLE VE EVLÝLÝK KURUMUNDA KADIN Romanlarda evlilik baþlý baþýna bir problem olarak sadece "Küçük Dünya"da ele alýnmýþtýr, diyebiliriz. Zaten bu roman, yazarýn diðer romanlarýndan tamamen ayrý bir karakter arzeder. Fakat diðer romanlarda da evlilik meselesinin baþka konularla içiçe geçmiþ bir biçimde ele alýndýðýna þahit oluruz. "Küçük Dünya"da "Nur", annesinin baskýsýndan kurtulmak için, âdeta ondan intikam alýrcasýna, sevmediði ama çok beðendiði bir adamla evlenir. Bu evleniþi þu satýrlarda buluruz: "Bir þeyler yapmalý, diyorum. Yeni bir þey, hiç denemediðim deðiþik bir þey. Ne? Evlenmeliyim, hem de Feritle!…"35 Düðün töreni bile "Nur"un hayal ettiði gibi


DERKENAR

olmaz: "…Düðün yapmadýk. Oysa nasýl isterdim düðünüm olmasýný….. Bir masal dünyasýnýn içinde, yalnýz ben ve kocam, el ele ayýn doðuþunu seyredecektik."36 Toplumda hâkim olan deðer yargýlarý, bütün evliliklerde olduðu gibi, "Nur"un evliliði için de geçerlidir. O, okumuþ ve kültürlü bir hanýmdýr. Diðer hanýmlarýn zevk aldýðý bir çok þeyden zevk almaz. Onlarý saçma bulur (kabul günleri, mücevherler, genel kabuller). Eþi de tahsilli olmasýna raðmen, "Nur", âdeta kocasý için yaþamak zorundadýr. Kocasýndan oluþan dünyasýnda þikayet ettiði eski hayatýný aramaktadýr: "Eskiden önemli olan bendim. Benim dersim, benim vazifem, benim yemeðimin saati. Oysa þimdi rolleri Ferit'le deðiþtik. Önemli olan o ve onun iþleri… Evimin, saatlerimin muntazam düzeni boðuyor beni. Alýp baþýmý gidemiyorum, caným istediði gibi gezemiyorum sokaklarda. Yapýlmasý lazým gelen iþler, yetiþtirilmesi lazým gelen yemekler…"37 "Ferit", sathî bir insandýr. Týpký "Kaf Daðýnýn Ardýnda" romanýndaki "Orçun" gibi. "Nur"un hassas, masallarla süslü dünyasý, her þeyi sorgulayýp derunî bir mücadele haline getiren þahsiyeti, derin dünyasý, eþi tarafýndan anlaþýlamaz. "Nur", iç monologlarla sürekli kocasýný kendisiyle mukayese eder, evliliðini irdeler. Bazen kendini tek baþýna bulur. Ýnsanlarý ve eþini küçümsemeye, onlarý bir varlýk olarak kabul etmemeye baþlar. "Nur, "Ferit"in aksine, mutsuzdur: "Anlamýyor beni…. çocuk- kadýn kabul etmiþ bir kez. Baktým ki olacaðý yok, þimdi de ona özenmeye baþladým iþte. Keþke ben kendimin bir hiç olduðunu bilmesem, öbür insanlarýn hiçten de berbat olduðunu bilmesem. Güzelliðimin ve tahsilimin hayraný olan bir halkada yaþasam, mutlu olurdum diyorum, anlatabiliyor muyum?"38 Tartýþmalar, konuþmalar hep "Ferit"in zaferiyle sonuçlanýr. Yüzeyinde yaþadýðý dünyayý ve hâdiseleri hep ayný duyarsýzlýkla deðerlendiren "Ferit"týpký "Orçun"gibi hep ister: "Fakat þaþýrýyorum, sadece sen istiyorsun, ben veriyorum. Biraz da sen vermeyi öðrensen!…"39 Kadýn, annelik içgüdüsüyle ve toplumun etkisiyle vermeyi öðrenir. Karþý taraf ise bunu

-çoðu zaman- sorgulamadan kabullenir. Bir evin ya da eþin sorumluluðu roman kadýnlarýný zaman zaman korkutur. Evlenince mesleðini sürdürememek korkusu da bazen baskýn çýkar: "Ben zayýfým yahut tam anlamýyla bencil deðilim, evlenirsem kendimi kocama kaptýrýrým, yazýlarým ikinci plana düþer, buna da çok üzülürüm."40 Bunun tam tersi bir durumla "Nisan Yaðmuru" romanýnda karþýlaþýrýz. "Meryem", mutlu bir evliliði varken eþini kaybetmiþtir. Düþtüðü boþluk bir türlü dolmaz. Çünkü, onlarýn evliliðinde veren "Cahit", alan "Meryem"dir: "Cahit veriyordu ama diyorum, yüksek sesle….. O, vermeyi becerenlerden olmuþ…. Mum ýþýðý bendim çünkü, Cahit ise pervane. Pervaneler yanmaya mahkum."41 Evlilikte egemen kadýn olduðunda da ayný bencillik çarký iþlemekte, evliliðin tabiatýnda olan paylaþým duygusu ortadan kalkmaktadýr: "Tam bana göre bir adam, bana ait ve benim emrimde, diyordu. O günlerde Berrin'e pek ihtiyacý yok gibiydi… Çevresinde dört dönen birine sahipti artýk."42 Havva, annesiyle babasýnýn evliliðini sorgularken; bu iliþkide sevginin olmadýðýný söyler. Annesi bir efendi otoritesi ile adeta babasýný sömürmüþtür: "Ben sevgiyi bilmiyorum. Babamla annemin iliþkisinde bile daima bir efendi-köle alýþveriþi gördüm, sevgiyi bulamadým."43 Bazý roman kadýnlarý evliliði aðýr bir yükümlülük olarak görürken ayný vazifeler yükünü bir mecburiyet olarak kabullenen ve teslimiyeti tercih eden kadýnlar da vardýr: "Evliliðinde vazifeleri vardý, haklarý olduðunu pek düþünmezdi… Kocasý nazik ve terbiyeli ve mesafeliydi, ev iþlerinde mutlak bir düzen beklerdi."44 Bu anlayýþ tarzý evliliklere de tesir eder. Kadýnlarýn kendilerini kocalarýna ifade edememesi iliþkilerinin saðlam olmasýný engeller. Ayný evde karý kocayý yabancý durumuna düþürür: "Sonralarý Berrin, ne bir arkadaþý, hatta ne kocasý ile þöyle açýk, dürüst bir iliþki kuramamýþ, kendini ifade edememiþti."45 Kocanýn sorumluluðuna bir de çocuðun sorumluluðu eklenince kadýna yaþamak için çok dar bir alan kalýr: "Ýyi ama benim yolum hangisiydi acep? Bir yanda ben yaþayacaðým, 45


DERKENAR

beni tamamlayanla yaþayacaðým. Öbür yanda da yaþamak için çýrpýnan iki varlýðý yaþatacaðým."46 Bu romanlarda evlilik ve aile kurumu çok zengin bir çeþitlilikle ele alýnmýþ, konuya bir çok açýdan yaklaþýlmýþtýr. 7. ANNELÝK AÇISINDAN KADIN Eserlerde annelik; hem anne hem de çocuk açýsýndan irdelenmekte, büyük bir yer tutmaktadýr: "Küçük Dünya"da "Nur"un annesi, otoriter yapýsýyla, kendi isteðini çocuðuna yaptýrmak istemesiyle dikkati çeker. Ona þefkat göstermez, yüklü bir eðitime tâbi tutar ve onun isteklerini dikkate almaz: "Fazla þefkat gösterisi çocuðu bozarmýþ. Sýk sýk tekrarlardý bu cümleyi, daha neler bozardý çocuðu, mesela ilkokul! Ya öyle, bu yüzden ilkokula göndermedi beni."47 "Nur", sýrf annesi istedi diye okur. Çünkü okuduklarýný sevmez. Oysa "Nur", ilerde bir eþ ve anne olacaktýr. Bu sorumluluklara annesi onu hiç hazýrlamamýþtýr:"Ama bana kýzmayýn, bir tanem. Kabahati kendinizde arayýn. Beni bütün bunlara hiç hazýrlamadýnýz ki! Bir evin, bir kocanýn sorumluluðunu yüklenmeye hiç hazýrlamadýnýz ki…"48 "Canbaz" romanýnda "Gülnaz", annesinin onu çok sýktýðýný düþündüðü için kendi kýzýný serbest býrakýr. "Selen" kendi ayaklarý üzerinde durmayý öðrenmelidir. "Gülnaz Haným" annesine zor katlanmýþtýr, ama o ölünce de kendisini boþlukta hissetmiþtir. Ve istemiþtir ki, kýzý onun çektiklerini çekmesin. Hatta o, çocuðunu kucaðýna bile almamýþ, kitaplarla, doktorlarýn söyledikleri ile büyütmüþtür. Ama neyi ihmal ettiðini asla fark etmemiþtir:" "Kitabýn yazdýðýna, doktorun sözlerine göre hareket edilmiþtir. Kundaða sarýlmamýþ, kucaða alýnmamýþ."49 "Eserde bebek büyütürken fazla kitap okunmasý tenkit edilir. Henüz tecrübe edilme safhasýnda olan bazý modern pedagojik metotlarýn iþe yararlýðý tartýþýlýrken, bunlarý uygulama çoðu zaman faydadan çok zarar getirir."50 Zaten bu yetiþtirme tarzý, "Selen"in ruhunda derin yaralar açmýþ, annesini çok yanlýþ anlamýþ ve ona nasýl baðlý olduðunu fark

46

edemeden uzunca bir süre ondan nefret etmiþtir. Annenin çocuðu, kendi istediði gibi ve toplumun deðer yargýlarýna uygun görme arzusu da yine bu romanda "Selen"i yalnýzlýða iten bir unsur olarak ele alýnýr. "Engeller, kibarlýk, aðýr baþlý, efendi, vakur bir kýz olma mecburiyeti, tek açýk kapý býrakmayan dar bir sýnýr… Selen öbür çocuklara benzemez, þýmarýk deðildir, düþüncelidir. Sakindir, pek kibardýr benim kýzým!"51 Belki de asýl sorun, annenin kýzýnda kendini yaþamak istemesidir: "Maksadýn kendi hayallerini kýzýnda yaþamak mý? Ben sen deðilim ki…"52 Yine de geç kalýnmýþ deðildir. Her þeye raðmen yeniden baþlanabilir. "Gülnaz Haným" da anne olarak kýzýna yanlýþ davrandýðýný fark etmiþtir. "Kimi örnek alacaktý Selen?… Yürü Selen… kimse yok arkanda…. seçebilme hürriyeti var ama, yetmeli… öyle mi Gülnaz Haným."53 Her çocuk, çevresinden, ailesinden ve annesinden farklý bir varlýktýr. Bu gerçek, bazen anneleri korkutur: "Benden alýnanlar bir daha geri gelmeyecek. Benden olan her þey karþýma bir yabancý gibi çýkacak. Ve ben, kendi kanýmdan, etimden meydana gelen bu yabancýya, daha çok vermeye devam edeceðim. Böyle düþününce korkmaya baþlýyorum…"54 "Nur", annesinin otoriter varlýðý yüzünden hep acý çekmiþtir. Kendi isteklerini deðil, annesinin isteklerini ön plâna almak zorunda kalmýþtýr. Fakat, ayný yanýlgýya "Nur" da düþer. Zanneder ki; kendi istekleri ve yapamadýklarý, kýzýnýn istedikleri ve yapacaklarýdýr. Neyse ki, bunu çabuk fark eder: "Ben yalnýzým. Kýzýmý da öyle yapmak istiyorum. Vazgeç dostum, vazgeç. Sen parmaklarýný o pembe plastik hamurdan çek! Ona baþka eller uzansýn, yaþayacaðý hayatýn tâ kendisi uzansýn; istediði gibi þekil versin."55 "Havva" romanýnda anne-kýz çatýþmasý bariz bir þekilde hissedilir. "Havva"nýn annesi için bebek(kýzý) geçici bir oyuncaktýr. Gelip geçici bir heves; "Acaba doðursam mý? demeye baþladý. Bir deðiþiklik olur mu benim için, çünkü sýkýlmaya baþladým bu hayattan artýk"56 Megaloman ve narsist bir karakterin tüm


DERKENAR

özelliklerini sergileyen "Hümeyra" için güzelliði her þeyden önemlidir, kýzýndan bile… O, yalnýz kendisinin önemli sayýlmasýný ister. Kendisinden baþkasýnýn önemli sayýlmasýna tahammül edemez: "Kalçalarýnýn geniþlemesinden yaþlýlar, çocuðun kýz olacaðýný tahmin ediyorlardý. Hümeyra belli belirsiz kýz çocuðunun kendisine rakip olabileceðini seziyor, gittikçe huzursuzlaþýyor, saatler boyu Rýfký'nýn baþýnýn etini yiyordu."57 "Havva" da "Canbaz"daki "Selen" gibi özgür býrakýlmýþtýr. Fakat bu özgür býrakýlýþýn sebebi, "Canbaz"dan farklýdýr. O, annesini rahatsýz etmemesi için serbest býrakýlýr. "Annemi rahatsýz etmemek, onu üzmemek kaydýyla baþýboþtum, terkedilmiþtim… Ýlk hatýram; iki yaþýnda mýydým, iki buçuk, üç müydüm; titizlenen bir kadýnýn bol bulanýk þýmarýk sesi yankýlanýyor beynimde: 'Al þu çocuðu baþýmdan' Sonra annemin eteklerine yapýþan ellerimi biraz hoyratça çekip koparan bir adam."58 Böyle bir anne "Havva"yý çok deðiþik duygular içinde býrakýr. Onun, saðlýklý bir çocukluk geçirmediðini, kendisine verilen özgürlük ortamýnda yine annesinin dikkatini çekmek üzere kurulu bir düþünce tarzýyla hareket ettiðini söyleyebiliriz: "Kiminle arkadaþlýk edersem edeyim, karýþmazlardý, eve hayvan taþýrdým, bir gözü kör, kuyruðu kesik sokak kedileri, çirkin mi çirkin sokak köpekleri, akvaryum balýklarý, sakat kuþlar, ne bileyim, böyle hayvanlar… Bir keresinde sýrf annemi iðrendirmek için bir kutunun içine koyduðum solucaný getirmiþtim. Hümeyra bir çýðlýk atmýþtý onu görünce. Bu bana yeterdi, solucaný bahçeye salýverdim."59 "Havva" annesinin eleþtireceði bütün hareketleri yaparak ondan bir nevi intikam alýr: "Kambur durma Havva, iðrenç görünüyorsun, inadýma eðiliyorum. 'Çiklet çiðneme Havva, mahalle kýzlarýna benziyorsun' çiðnemekle kalmýyorum, patlatmayý da öðreniyorum."60 "Nisan Yaðmuru"nda "Meryem"in çocuðu olmaz. Zaten o da bir çocuðun sorumluluðunu yüklenecek gücü kendinde görmemektedir: "Ýlk bebeðimi düþürdüm. Ýkinci için uzun bir tedavi ihtiyacým vardý. Cahit, 'Ýkimiz birbirimize yetiyoruz, çocuk istemiyorum.' dedi ve

bu laf o zaman bana pek makul göründü… lakin þimdi… ben bir çocuðun mesuliyetini alamazdým, zaten o tedavi de beni spordan ayýrabilirdi bir süre… Sonra her ihtimale karþý, dokuz ay yatakta kalmak, hayýr benim yapacaðým iþler deðildir."61 Bu romanlarda annelik, çok yönlü ve tarafsýz olarak ele alýnmýþtýr. Bazen iyi niyetli yaklaþýmlar bile kötü sonuçlar vermiþ, anne-kýz çatýþmalarý kahramanlarýn birbirlerini sorgulamasý suretiyle iþlenmiþtir. Emine Iþýnsu, bazen tavrýný geleneksel olandan yana koymuþ, pedagojik deðerleri küçümsemiþtir. Belkýs Gürsoy'a göre de "Çocuk terbiyesi Iþýnsu'nun gerek "Canbaz" romanýnda gerekse diðer romanlarýnda bazen doðrudan doðruya, bazen de dolaylý olarak ele alýnan bir meseledir. Ebeveynler, çocuk yetiþtirmede genellikle þahsi tecrübelerden yola çýkarken, çoðu zaman aþýrý uçlarda kalýr, bir türlü denge saðlayamazlar. Sevgisiz geçen yaþanmamýþ çocukluk yýllarý, Iþýnsu'nun bir çok kahramanýnda gördüðümüz gibi, ilerdeki zamanlarda ferdi patlamalara, cemiyet planýnda düþünülürse sosyal patlamalara yol açýyor."62 8)DÝNÝ VE METAFÝZÝK KABULLER AÇISINDAN KADIN Söz konusu beþ romanda din ve tasavvuf bahsinin kadýn kahramanlarýn hayatlarýnda önemli rol oynadýðýný görürüz. "Küçük Dünya" romanýnda, yirmi beþ yýl ney üfleyen, müzik yoluyla Allah'a ulaþmaya çalýþan bir sanatkarla karþýlaþýyoruz: Ziyaeddin Efendi, "25 yýl ney üflemiþ, müzik yoluyla Allah'a ulaþmak isteyen bir sanatkâr."63 Þeyh Ziyaeddin Efendi'nin þahsýnda kendi imanýný sorgulayan "Nur", "Murat"la onu birleþtiren duygunun da bu iman arayýþý olduðunu düþünür. Bu romanda seçilen mekân bile din eksenlidir. Urfa peygamber þehridir. Hz.Ýbrahim'in ateþe atýlmasý, ateþin gül bahçesi olmasý, "Nur"un masallarla dolu dünyasýný mistik bir atmosfere çevirir. Bu romanda "dað motifi"ne rastlarýz. Nemrut, hem küfrün, hem de engelleri temsil eden daðýn adýdýr. Fatalist kader anlayýþýna bu romanda karþý çýkýldýðýný, kaderin; romanýn gidiþatýný ve

47


DERKENAR

sonunu etkileyecek bir biçimde ele alýnýp tahlil edildiðini görürüz. "Nur", "Murat"la kocasý arasýnda bocalarken, hatta boþanmayý düþünürken, "Kaderini zorlama!" ikazýna muhatap olur. Kader, valinin hanýmýnýn tanýmýyla "Ýnsanýn bir yola girmemek için mücadele etmesi deðil, girdiði yolda mücadele etmesidir." Neticede "Nur", kaderine teslim olur. Evliliðini sürdürmeyi tercih eder. "Canbaz" romanýnda "Selen"e "Mehmet"in söyledikleri Yunus Emre'in þiirlerinin bir özeti gibidir. "Kaf Daðýnýn Ardýnda" romanýnda, "Tahir Hoca", "Mevsim"in lise yýllarýnda din öðretmenidir. Geniþ tasavvufî kültüre vakýftýr. Ýnandýðýný bizzat yaþamakta olan birisidir: "Tahir Hoca güçlüydü; göðsünün içinde koca bir gönül taþýyordu. O, fýrtýnalara karþý çýkabilirdi."64 "Tahir Hoca" romanda, "Mevsim"in metafizik yanýnýn dinî cephesidir. Daima verici olma, insanlarý yaratanýndan ötürü hoþ görme, nefsanî arzulardan sýyrýlma gibi telkinlerle "adem"i sembolize eder. O, "Mevsim"in din vasýtasýyla kendisini tanýmasýna yardým eder. "Kaf Daðýnýn Ardýnda" romanýnda "Kaf Daðý", nefsi sembolize eder. "Mehmet", "Mevsim"in içinde yaþayan modern bir derviþtir. "Mevsim"in erkek yaný ve manevi yolculuðunun baþlangýç noktasýdýr. "Mevsim", bazen nasýl dua edeceðini bile þaþýrýr, çareyi Allah'a teslim olmakta bulur. Dini kabulleri irdeler. Allah karþýsýnda kendini âciz hisseder. Fatalist kader anlayýþýna ise onun dünyasýnda yer yoktur: "Hayatýn en mühim unsuru; insanýn bizzat kendisiydi. Bereket de onun elindeydi; kýsýrlýk da. Kaderse, kiþinin öz seçiminin bir sonucu, baþka bir þey deðil."65 Ýnanmak yolundaki tereddütler, "Mevsim"i yýðýnla çeliþkiye düþürse de, bütün mesele, insanýn benliðini aþmasýdýr. Benlik týpký bir dað gibidir. Yani nefistir. Yani "Kaf Daðý"dýr. "Mevsim", yüreðinde cam kýrýklarýyla bir temmuz güneþinde yola çýkar. Bu roman "Mevsim"in arayýþýnýn ve açlýðýnýn romanýdýr. Ahmet Kabaklý, bu roman hakkýnda "Türk Edebiyatý" ansiklopedisinin 5.cildinde þu yorumlarda bulunur: "Bu roman bir bakýma 48

Iþýnsu'daki tereddütlerin, deðiþmelerin ve geliþmelerin hikayesidir. Nitekim "Mevsim Öz" adýndaki haným, türlü çevrelere girip çýktýktan, insanlarý ve aþklarý tanýdýktan sonra, bu dünyada mutluluk bulamayacaðýný anlamýþ gibidir. Aranan güzel hayat ve özlenen sevgili (Mehmet) birer kuruntu ve hayaldir. Mevsim'in hiç bir yerde bulamadýðý iç huzuru, olsa olsa Kaf daðýnýn ardýndadýr. Yani masallarda, belki "ideler aleminde" bulunabilir. Kendi oluþumu ile Mevsim Öz arasýndaki benzerliði düþünen Iþýnsu, bu romaný için 'manevi biyografimdir' diyor." Aslýnda bu dünyada mutlu olamama ve benliðini aþma duygusu Türk edebiyatýnda sýkça iþlenen mevzûlardandýr. Ahmet Haþim "O Belde" þiiriyle hayalî bir sýðýnak tarif eder.Yahya Kemal'in "Mehlika Sultan'a Âþýk Yedi Genç"i, muammâ güzeli bulmak üzere gece þehrin kapýsýndan çýkarlar. Edebiyatýmýzla iç içe yaþamýþ ve edebi lezzeti özüne sindirmiþ olan Emine Iþýnsu'nun bu romaný ile Þeyh Gâlip'in "Hüsn ü Aþk"ý arasýnda da benzerlikler kurulmuþtur. (Bkz.Bir Yazarýn Masalý, Kaf Daðýnýn Ardýnda, Alâaddin Karaca, Millî Kültür, sy.83, Nisan 1991) "Havva" romanýnda "kader" kavramý diðer iki romanla paralellik arzedecek bir anlayýþla ele alýnmýþtýr: "Allah bize seçme hürriyeti ver-


DERKENAR

miþti, akýl ve irade vermiþti. Þu halde insan, tanrý ile müþterek yapýp etmekteydi kaderini."66 Bu romanda kahramanlar, "Doðru Yaþama Kurallarý" adý altýnda Allah'ý ve varlýklarý tanýmaya çalýþýrlar. "Havva" bu kurallarýn telkin edildiði seminerlere devam ederek, sevmeyi öðrenir. Benliðini kemiren bir çok olumsuz duygudan bu sayede kurtulur. Zaman zaman geleneksel din anlayýþýný ve kendi inancýný sorgular. Hayata pozitif duygularla bakan bir fert haline gelir. "Havva" romanýna benzer þekilde "Nisan Yaðmuru"ndaki "Meryem" de kocasýnýn ölümüyle bir boþluða düþmüþken, karþýlaþtýðý bir sedef atölyesinde bir nevi tasavvuf dersleri verildiðini görür. Roman, nefsiyle savaþarak çeþitli engelleri aþan "Meryem"in göz yaþlarýyla biter. "Meryem", kocasýnýn ölümünden beri ilk defa aðlamaktadýr. Gönlü arýnmýþ ve temizlenmiþtir. Bu eserlerde yazar, geleneksel ve dinî kabulleri sorgulamýþ, kader meselesine özel önem vermiþtir. Dini sembolize eden þahýslar, örnek davranýþlar içinde ele alýnmýþtýr. SONUÇ Emine Iþýnsu'nun incelediðimiz beþ romanýnda birinci derecede kahramanlar kadýndýr. Bu kadýnlar fikrî ve felsefî derinliðe hâiz, ciddî, kültürlü, hassas ve zekidirler. Okuduklarý ve öðrendikleriyle hayat arasýndaki tezat, onlarý bazen mutsuzluða sürükler. Çevrelerini sürekli sorgularlar. Diðer kadýnlarýn yaptýklarý iþlerden zevk almazlar. Yazar kadýnlarýn sorunlarýna incelik ve duyarlýlýkla yaklaþmasýný bildiði gibi, onlarýn hatalarýný da ustalýklý bir þekilde kaleme almayý bilmiþ, kendi hemcinslerini de sorgulamaktan çekinmemiþtir. Evliliklerinde sorun yaþayan kadýnlar, bunu bir þekilde içselleþtirmeyi, kendilerini sorgulamayý benimsemiþlerdir. Çevreleri ile hatta kendileri ile yer yer çatýþmalar yaþamýþlar, fakat toplumla barýþýk olmayan bir kadýn portresi de çizmemiþlerdir. Romanlarda aþk, zaman zaman kadýnlarýn özgürlüklerini kýsýtlayýcý bir rol oynar. Bazen de kadýnlar, aþklarý ve âþýk olduklarý erkekler

sayesinde sevmeyi öðrenirler. Yazar, anne-çocuk iliþkilerini de çok yönlü ve tarafsýz olarak ele almýþtýr. Ýyi anne, kötü anne, ideal anne tipleri bariz bir þekilde hissettirilmiþtir. Iþýnsu'nun kadýn duyarlýðýyla bazen adeta bir kanaviçe gibi iþlediði cümleleri; sevgiye, dostluða, arkadaþlýða, kendine güvene pencere açýp bütün bunlarý irdeleyen kalemi, her yaþtan okuyucuya çok þey söyleyecek özelliktedir. 1.Nisan yaðmuru,Ötüken yay,1997,s.87 2.Küçük Dünya,Ötüken yay,1991,s.31 3.Canbaz,Ötüken yay.,1992,s.237 4.a.g.e.;s.319 5.a.g.e.;s.378 6.Kaf Daðýnýn Ardýnda,Ötüken yay,1995,s.60 7.Küçük Dünya,Ötüken yay,1991,s.43 8.a.g.e.;.s.44 9.a.g.e.;s.55 10.Canbaz,Ötüken yay,1992,s.59 11.a.g.e.;s15 12.Kaf Daðýnýn Ardýnda,Ötüken yay,1995,s.49 13.Havva,Ötüken yay,1998,s.126 14.a.g.e.;s.122 15.Canbaz,Ötüken yay,1992,s.52 16.Kaf Daðýnýn Ardýnda,Ötüken yay,1995,s.23 17.Canbaz,Ötüken yay,1992,s.55 18.a.g.e.;s.9 19.Kaf Daðýnýn Ardýnda,Ötüken yay,1995,s.82 20.a.g.e.;s.74 21.a.g.e.;s.292 22.Küçük Dünya,Ötüken yay,1991,s.51 23.a.g.e.;s.77 24.Canbaz,Ötüken yay,1992,s.21 25.Kaf Daðýnýn Ardýnda,Ötüken yay,1995,s.12 26.a.g.e.;s.16 27.a.g.e.;s.72 28.Havva,Ötüken yay,1998,s.23 29.Küçük Dünya;Ötüken yay,1991,s.109 30.a.g.e.;s.180 31.a.g.e.,s.46 32.Kaf Daðýnýn Ardýnda,Ötüken yay,1995,s.145 33.a.g.e.,s.152 34.a.g.e.;s.193 35.Küçük Dünya,Ötüken yay,1991,s.52 36.a.g.e.;s.66 37.a.g.e.,s.69-70 38.a.g.e.;s.78 39.a.g.e.,s.s131 40.Kaf Daðýnýn Ardýnda,Ötüken yay,1995,s.232 41.Nisan Yaðmuru,Ötüken yay,1997,s.56 42.Havva,Ötüken yay,1998,s.123 43.a.g.e.;s.21 44.a.g.e.;s.31 45..ag.e.,s.231 46.Küçük Dünya,Ötüken yay,1991,s.187 47.a.g.e.;s.118 48.a.g.e.;s.70 49.Canbaz ,Ötüken yay,1992.;s.35 50.GÜRSOY,Belkýs,"Canbaza Dair"Millî Kültür,Eylül 1991,Sayý 88,s.60. 51.Canbaz,Ötüken yay,1992,s.383 52.a.g.e.;s.76 53.a.g.e.,s.57 54Küçük Dünya,Ötüken yay,1991,s.111 55.a.g.e.,s.112 56.Havva,Ötüken yay,1998,s.125 57.a.g.e.;s.125 58.a.g.e.,s,15 59.a.g.e.,s.15 60.a.g.e.;s.13 61.Nisan Yaðmuru,Ötüken yay,1997,s.33 62.GÜRSOY,Belkýs,"Canbaz'a Dair",Millî Kültür,Eylül 1991,Sayý 88,s.61-62 63.Küçük Dünya,Ötüken yay,1991,s172 64.Kaf daðýnýn Ardýnda,Ötüken yay,1995,s.92 65.a.g.e.,s.215 66.Havva,Ötüken yay,1997,s.73

49


DERKENAR

Yasin Onat

TRENDEKÝ YALNIZLIK Tren garýnýn önünde bekleþen kalabalýðýn arasýna karýþtý. Fark edilecek kadar iri, fark edilmeyecek kadar çirkindi. Yüzünde bir iki haftalýk sakal birikintisi oluþmuþtu. Düzensiz çýkan sakallardan dolayý bir görüntü kirliliði meydana gelmiþti yüzünde. Sanýrým bu yüzden böyle sakallara kirli sakal deniliyordu ya da gerçekten eski zamanlarda kýsa ve kirli bir sakal yüzünden bu taným ortaya çýkmýþtý, neyse bu durum pek de önemli deðil, mevzuumuzun derinliðini zedeleyeceði için bir geçiþ yaparak kahramanýmýzýn nerede ve nasýl olduðuna geri dönelim. Kahramanýmýz yalnýz ve morali bozuk her insan gibi insanlarý süzüyor, ona doðru gelen kalabalýða hýrs ve merakla bakýyordu. Merak olmasa zaten insan yaþamýný devam ettiremezdi yalnýzlýkta. Bunun bilincinde olmayarak saða sola bakýyor, kayan cisimleri -ki bunlar elbise yýðýnlarýdýr- yakalama telaþýnda olmasa bile, garip bir þekilde keþfine devam ediyordu. Güzel ve alýmlý kýzlar daha fazla mýydý yoksa kendisine mi öyle geldi bilmiyordu. Bildiði bir þey vardý, algýda seçici oluyorsa erkek, güzel kýzlar yoðunluktadýr memlekette. Güzel kýzlarýn yanýnda sürü sürü delikanlýlar coþkulu nehirler gibi hareketliydiler. Tren garý bu saatte böyleydi. Zira Diyarbakýr, Eskiþehir, Ankara ve Karadeniz trenleri art arda geliyordu. Ýyi bir zaman seçmiþti anlayacaðýnýz. Elini cebine attý, yol arkadaþý olan sigara paketini çýkardý, bir tanesini aldý, yakmak için boþta kalan eliyle ceplerini arandý, çakmaðý yine unutmuþtu, yarý mekruh bir küfür savurdu içinden. Sadece dudaðý kýpýrdadý. Yanýndan geçen sigaralý bir adamdan ateþini istedi, adam izmaritini uzattý ona, yürümesi bölünmesin diye 'Atarsýn.' dedi ve uzaklaþtý. Teþekkür edecek zamaný bulamadý kahramanýmýz. Elindeki izmariti yüzüne doðru yaklaþtýrýrken, boynunu hafif eðdi. Bu durum dýþardan da makul bir görüntü arz ediyordu, aslýnda arz etmiyordu ama alýþýldýk bir durum olduðundan görmezden geliniyor, es geçiliyordu. Kendisi de es geçti. Sigarasýný yaktýktan sonra izmariti yere atýp ayaðýyla çiðnedi, çiðnemese de olurdu. Ama yangýn çýkmasýn 50

telaþý ta ilkokuldan bu yana zorla öðretilmiþti ona, bu yüzden alýþkanlýklarý onu hep takip ediyordu. Yoksa küçük bir izmarit betonu yakamazdý, etrafta kuruyan otlar da yoktu, þehrin bu bölümünde ot görmek mümkün deðildi, bir eski zaman aðaçlarý gözüküyordu uzaktan, o kadar... aðaçlarýn olmamasý üstüne üstlük hiç fidan dikilmemesi ilkokul muallimi Hayri Bey tarafýndan her orman haftasýnda eleþtirilirdi. Nazik bir dille eleþtirildiðinden kimse fidan dikmiyordu ve Hayri Bey'in eleþtirileri bir kulaktan diðer kulaða geçiyor oradan bilinç altýnýn derinliklerine varýyordu. 'Hayri Bey bizi topluma kazandýracaðýna ne kadar inandýrmýþtý.' diye düþündü. Topluma kazandýrýlmýþ birey olmanýn ilk heyecanýný hiç tadamadýðý için Hayri Bey'in yenildiðini düþündü. Belki de haksýzlýk ediyordu Hayri Bey'e; çünkü sigarasýný ayaðýyla ezmiþti. (Okuyucunun bu iliþkiyi anladýðýný düþünerek bu mevzuu da geçmeliyim. Zira küçük ayrýntýlar her ne kadar gerekliyse de o kadar gereksiz görünürler. Olayýn ne olduðunun meraký, olayýn nasýl geliþeceðinin meraký bizi bu ayrýntýlarýn sýkýcýlýðýna ittiðini bilmeyen ve hissetmeyen yoktur. Olayýn aslýnda bir durum olduðunu anladýðýmýzda aðzýmýzdan çýkacak tek ve yegane sözcük 'saçma' olacaktýr. Kahramanýmýz da aynen böyle düþünmektedir. Ama olayýn kendisi durum bile olsa, bundan sýyrýlamamakta, yazar tarafýndan yaþamaya mecbur edilmektedir. Bu sýkýntýsýný ifade ederken tren garýnýn seyrekleþtiðini belirtmemizde yarar var, çünkü biz konuþurken onlar akýp gittiler, kahramanýmýz 'orman haftasý'na takýlý kaldý. Gelen yolcu ve giden yolcu ayrýmýna gidersek giden yolcularýn çoðunlukta olmasý gerekir, ki öyleydi.) Sakarya treni yarým saat sonra kalkacaktý. Oturarak yolculuk etme telaþý, yolcularýn erken gelmesini saðlamýþtý. Zorunluluklarýn bu denli hayatýmýzý etkilediði malumken kahramanýmýzýn da erken gelme sebebi olarak bu gösterilebilir ama böyle deðil, bilakis kahramanýmýzýn düþüncelerine kulak kabartýrsak bunun böyle olmadýðýný hep birlikte göreceðiz.


DERKENAR

Kahramanýmýzýn asýl sebebi arayýþlar içinde olmasýdýr. Oyunu kuralýna göre oynamak ya da oynamamak sorunu onu ikileme düþürmüþtür. Bu arada kahramanýmýzýn bu gerekli gereksiz çýkýþlarýmdan rahatsýz olduðunu belirtmeliyim. Dikkatin kendi üstünde olmasýný istemesi doðal bir durumdur. Fazla asabýný bozmadan kahramanýmýza geri dönelim. Seyrekleþen garda sigarasýný bitirdi. Bank olsa oturacaktý, tren garlarýnda bank olmadýðý için bu isteðini gerçekleþtiremedi. Yorulduðunu hisseti. Þimdiden trene binmek de pek cazip gelmediðinden garýn ön tarafýndaki büfede çay içmeye gitti. Garýn önündeki büfe -uðursuzluk mudur nedir- hep boþ masalarla doluydu. Denize en yakýn masaya oturdu. Garson onu görünce sanki onun yanýna gitmiyormuþçasýna hemen oturduðu masanýn yan tarafýndaki masayý beziyle silmeye gitti. Garsonla göz göze geldiklerinde 'Bir çay!' dedi. Garson baþýyla 'Peki' iþaretini yaptýktan sonra, masayý silmeyi býrakýp büfeden çayý almaya gitti. Çay iki dakikada önündeydi. Çayý getiren garsondan ateþ istedi. Sigarasýný yakarken paketi garsona da uzattý garson kibar bir þekilde 'Saðol kullanmýyorum.' dedi. (Burada garsonun gerçekten kibar bir þekilde 'Saðol kullanmýyorum.' dediðini belirtmeliyim. Garsonlarýn müþteriye gülerken genellikle içinden küfrettiðini bilmenizi isterim sevgili okur ama ona nazik davranýrsanýz o küfürlerini tek tek geri alýr.) Denizde hareket eden maviye ondan sonra da denizi süsleyen martýlara baktý. Vapurlar da karþý kýyýya yolcu taþýyordu. Vapurlarýn ardýnda ilerleyen bir martý sürüsünü görünce aklýna simit geldi. Kaç senedir bu þehirde yaþamasýna karþýn hiçbir zaman martýlara simit atmamýþtý. Bir keresinde tam atacakken vazgeçip simidini kendi yemeye koyulmuþtu. Garsondan bir simit istedi. Çayý yarýlamýþtý. Simit gelince ikinci bir çay daha istedi. Garson istenileni getirdi. (Simitle çay kimilerimize keyifli bir menü gibi görünmesine karþýn aslýnda keyifli bir menüden ziyade ucuz olduðu için raðbet görür.) Simitle çayý bitirdikten sonra saatine baktý. Onbeþ dakika kaldýðýný görünce yediklerinin parasýný garsona verdi. Normalde masaya býrakabilirdi ama öðrenci alýþkanlýðý büfenin yanýnda bekleyen garsonun yanýna gidip ödemeyi yaptý. 'kolay gelsin, usta' dedikten sonra garýn ön kapýsýndan içeri doðru yürüdü. Ýnsanlarýn

çeþitli yönlere gittiði garýn bilet kesilen yerinden geçip trenlerin bulunduðu yere vardý. Son vagona bindi. Ýnsanlar yerleþmeye çalýþýyordu. 'Muhtemelen uzak yolculuða çýkýyorlar' diye düþündü. Torbalarý ve çantalarý yerleþtiriyorlardý. Bu vagonda çocuklu bir aile vardý. Onlarý þöyle bir süzerken, tek baþýna oturanlar ikiþer koltuktan hesap edilirse sekiz koltuðu iþgal etmiþti. (Trenlerde hep böyledir. Ýlk önce boþ koltuklar aranýr, eðer yoksa yalnýzlarýn yanýna iliþiverilir. Ya da tedarikli çýkarsanýz yola; iki kiþi yolculuk edersiniz. Böylelikle yalnýzlarýn yanýna iliþmekten kurtulursunuz.) Oturduðu yerin karþýsýnda evlenmiþ bir çift oturmuþ beklemekteydi. Tek baþýna yolculuk edenlerin elinde genelde ya bir kitap ya da gazete vardý. Kimisi camdan dýþarý seyrediyor, kimisi de çantasýndan gerekli küçük þeyleri çýkarýyordu. Maç yapmaya hazýrlanan bir takýmýn futbolcularý gibi son eksiklikleri tamamlýyordular. Kahramanýmýz en arkaya oturdu. Daha doðrusu vagonun en arkasýna oturdu. Vagonda on sýra koltuk vardý, beþe beþ karþýlýklý sýralar halinde dizayn edilmiþti. Eskiden koltuklarýn hepsinin neden ayný yönde olmadýðýný düþünmüþ, sonra o sivri zekasý ile olayý çözümleyivermiþti. Bu zekaya arkadaþlarla birlikte 'pratik zeka' ismini vermiþlerdi. Vagonlarýn her iki tarafý da kullanýldýðýndan bu böyle dizayn edilmiþti. Böylelikle tren koltuklarýnýn yarýsý daima lokomotifin gittiði yöne doðru olurdu. Yani denilebilir ki her halükarda trenin yarýsý ters oturup yolculuk etmekten kurtulurdu. (Ben yazar olarak yine müdahale etmek durumun51


DERKENAR

dayým. Kahramanýmýz çevre ile ilgilenmekten kendi derdini unutmuþ gibidir. Çünkü çevre, insanýn kendisini kendisinden uzaklaþtýrýr. Büyük topluluklarýn kendine yabancýlaþmasý da bu yüzden deðil midir. Büyük þehirlerde bu denli çok insan yaþamasa, bu denli çok yüz ve imge görmesek geceleri daha az mutsuz oluruz. Çünkü kendimize olan ilgimizi bütün güne yayar böylelikle bir anda yoðunlaþmaktan kurtuluruz. Þehir insanýnýn kendisine zaman ayýramamasýndan kaynaklanýyor bütün depresif ruh halleri... Gündüz unutuyor, gece hatýrlýyoruz kendimizi. Kahramanýmýz da bu düþülen hataya düþmeseydi belki de bu gün yolculuða çýkmayacak ve biz de böyle bir öykü yazma ihtiyacý hissetmeyecektik.) Kahramanýmýz baþýný öne eðdi. Yapýlacak son þey miydi ya da daha her þeyin baþýnda mýydý bilmiyordu. Sadece bu onun ilk denemesi olacaktý. Ýnsanlardan dilenerek arayacak ve belki de bulacaktý. Olaya nasýl giriþ yapacaðýný bilmemekle beraber daha önce kurgulayýp evde denemelerini yaptýðý isteme þekillerini düþündü.... En iyisi olayý somuta indirgemekti. Somut bir þey istenmediðinde insanlar soyutluða kendi göreceliliklerini katarlar. Kendi göreceliklerini kattýklarý için de olayýn ne ucu ne sonu mevcut olur. Uçlar bilinmeyen mecralara sürüklenir. En uygun yöntemin cebinde daha önce hazýr tuttuðu keseyle istemek olduðunu düþündü. Bunu uygulamak için cebinden çýkarttý keseyi. Kesenin aðýz kýsmý hafif kirlenmiþ ve çok kullanýldýðýndan yýpranmýþtý. Saatine baktý. Tren kalkmak üzereydi. Hatta lokomotif çalýþýr vaziyetteydi. Her an kalkabilirdi. Tren kalkmadan istemeye giriþmedi. Ýnsanlarý zor durumda býrakmak hoþuna gidiyordu. Tren kalkýnca yolcular trenden inemeyeceði için, bir yöne ayný zorunluluklar çerçevesinde ve birbirlerini çekerek yolculuk etmek zorundaydýlar. Tren hareket etti. Kahramanýmýz da yavaþ yavaþ yerinden doðruldu. Vagonun ortasýna gelince, durdu. Ýnsanlara baktý. Beyninden hiçbir þey geçmiyordu. Çýplak olduðunu hissetti bir an. Yoksul, biçare ve çokça sebepsiz. Sonra trenin sesini bastýrmak için sesini yükseltti 'insanlar' diye baðýrdý. Bütün bakýþlar ona yöneldi. Bakýþlarýn insanýn üzerinde olmasý ne kadar rahatsýz ediciyse o kadar rahatsýz oldu. Bu rahatsýzlýk biran korkuttu. Konuþmaya çalýþýyor 52

dili dönmüyordu. Aval aval insanlara bakýyordu. Sonra ayarlanmýþ bir robot gibi konuþmaya baþladý. 'Bir sebep, bir sebep, Allah rýzasý için bir sebep!.' Son cümlesi yankýlanmýþtý vagonda. Tekrar yüzlerine baktý. Kadýnlarýn ürkek durduðunu fark etti. Çoðunluk þaþkýndý. Sesine yönelen bakýþlarýn bir kýsmý yavaþ yavaþ eski durumlarýna geri döndü, bazýlarýysa pür dikkat kahramanýmýzý inceliyordu. Kirli sakalýna karþýn elbise ve ayakkabýlarýnýn son derece iyi olmasý, onu dilenci olmaktan kurtarsa da bir kýsým insan onu dilenci diye niteledi. (Etiketlenmek kadar kötü bir þey yoktur hayatta.) Diðer bir kýsým onun deli olduðuna karar vermek için sabýrsýzlanýyordu. Önlerdeki genç çiftten kadýn olaný, eþine mýrýldandý 'deli'. Kahramanýmýz bu kelimeyi hissetmiþ gibi o tarafa baktý. Kadýn biraz geri çekilip eþine sokuldu. Kahramanýmýz kesesinin aðzýný açtý ve en baþa yöneldi. Hala gözlerin bir kýsmý üzerindeydi. En ön sýrada yaþlý bir amca ile onbeþ yaþlarýnda bir çocuk oturuyordu. Onlara yaklaþýp kesesini uzattý 'Allah rýzasý için yaþamak için bir sebep' dedi olanca sevecenliðiyle. Yaþlý amca yavaþ hareketlerle ceplerini karýþtýrdý ve 'bozuk yok' dedi. Kahramanýmýz ikinci sýrada oturanlara da ayný þekilde seslendi. Genç bir kadýn 'Allah versin kardeþim' dedi küçümser bir vaziyette. Kadýnýn gözlerinin içine baktý. Kadýn ona boþ boþ baktý. Hiçbir elektrik yoktu. Kahramanýmýz iþine devam etti. Beþinci sýrada muzip bir delikanlý gülümseyerek 'olsa dükkan senin' dedi. Kahramanýmýz buna güldü. Bu oyuna müdahil olan ilk seyirci gibiydi bu muzip genç. Gazetesine dalmýþ bir yolcu kahramanýmýza bakmadý bile... Çocuklu olan ailenin önüne gelince kadýn dilenciden yana baþýný uzatýp 'Ne istiyormuþ Muharrem' diye sordu eþine. Adam 'Anlamadým, haným' dedi tok bir sesle. Kadýnýn kucaðýndaki çocuða baktý. Çocuk yaþam kokuyordu, ama hala sebep yoktu. Kaç dakika geçti bilinmez, vagondaki þaþkýnlýk yerini alýþkanlýða býrakmýþtý bile. Bazen alýþmak, insanýn gerçeði görmesini engelleyebiliyordu. Kahramanýmýz birden kahramanlýðýný yitirmiþ, onlar için olaðanlaþmýþtý. Kahramanýmýzýn içi burkuldu. Öteki vagona geçti, vagonun ortasýnda durdu. Tren lokomotifi acýlý acýlý düdüðünü öttürüyordu...


DERKENAR

Hatice Göksu

Mesut Varlık

YENÝDEN ÜRET KENDÝNÝ

SÖKÜK

Zaman ah zaman Bu kadar çabuk mu tüketmelisin kendini Belki resimlerde kalacak eskiyen yüzüm O siyah saçlarýmda Ürkek adýmlarla kaçýp gitmeden Matemini tutmadan gençliðimin Biraz daha zaman Bir çýlgýnlýk yapýp Yeniden üret her þeyi Özümseyerek çeksem içime Havayý suyu çiçeði Yeni umutlar doðursam hayata Bütün sözcükler erimeden Varla yok arasý Anlamýný yitirmeden her þey Biraz daha zaman Saçlarýma karlar yaðmadan Kör bir kuyu olmadan umutlarým Gözlerimi baþka ufuklarda açmadan Zaman ah zaman Yok etmeden her þeyi Biraz daha zaman

bunun nedenini biliyorum cenneti duydum durmadan yüklendi defterime sonra kýrýldýkça çoðaldý herþey hepsi bütün kalemlerim hayat yaratmayý öðrendim senden ellerimle cehennemi ördüm tek eksiði aþk olan bu yaþamýn tek eksiði midir ?

53


DERKENAR

Serkan Dargıç

BÝR KÖY MASALI -Menekşe kokulu köy güzellerine-

Tren aðýr adýmlarla giden bir kervan misali yavaþ yavaþ ilerliyor, bir tünelden çýkýp diðerine giriyor, ardýndan tekrar aydýnlýða kavuþuyordu. Birbiri ardýnca sýralanan, zirveleri karlý, haþmetli daðlarýn eteklerinden, derin vadilerin üzerine kurulan köprülerden, kimi zaman da meþe aðaçlarýnýn arasýnda yalnýz kalmýþ ve sadece pencereleri görünen küçük bað evlerinin önünden geçip gidiyordu. Bu sýrada tren, etrafý daðlarla çevrili, ortasýndan küçük bir derenin bir "S" çizerek aktýðý geniþ bir ovaya çýktý. Eeee… Sonbahar da iyiden iyiye geldi artýk. Sanki bir ressamýn yaptýðý yaðlý boya çalýþmasý gibi her yer sarýya boyanmýþ. "Hayat bu iþte!" diye geçirdim aklýmdan. Zaman nasýl da hýzlý geçiyor. Geceler gündüzleri, mevsimler de mevsimleri kovalýyor. Saatime baktým: biri beþ geçiyor. "Amma da yorulmuþum" diye mýrýldandým. Dün ikindi vakti Haydarpaþa'dan baþlayan yolculuðum, bekçinin dediðine bakýlýrsa birkaç saat sonra nihayet bulacaktý. Öyle bir heyecanlýyým ki anlatamam. Daha fakülteyi bitireli dört ay olmuþtu. Þimdiyse ilk görev yerime gidiyordum. Eðer nasip olursa küçücük Çoban Ali'leri, körpe elleri kýnalý Ayþe'lerin öðretmeni olacaðým. Baþým pencereye dayalý öylece uyuyakalmýþým. Fýrat'ýn coþkun zamanlarýydý. Aðaçlar yapraklarýný dökmeye baþlamýþ, kýrlangýçlar ise mavi boþlukta baþka diyarlara doðru sessiz sessiz kanat çýrpýyorlardý. Güneþ bulutlarýn arasýndan parlak yüzünü bazen gösteriyor, bazen de utangaç yeni gelinler gibi köþe bucak saklanýyordu. Tüm bu güzellikler içinde titrek adýmlarla köy meydanýna doðru ilerledim. Bana yardýmcý olmasý için öncelikle köy muhtarýný bulmam gerektiðini düþündüm. Meydanýn tam ortasýnda sýrtýný tarihe dayamýþ olan ihtiyar bir çýnar, rüzgarýn her esiþinde yapraklarýný birer ikiþer döküyordu. Koca çýnarýn biraz ilerisinde nur yüzlü bir ihtiyardan muhtarýn evini sordum. Saðolsun beni alýp muhtara kadar götürdü. Muhtarýn evi köyün sonundaki çamlýklarýn içindeydi. Evin arka tarafýnda kývrýlarak uzayan yol, ufukta gökyüzüyle birleþiyormuþ gibi göz ala-

54

bildiðince uzayan ovanýn içinde kayboluyordu. Bu arada beni muhtara götüren sevimli ihtiyarla tatlý bir sohbete baþlamýþtýk. Ona köyün yeni öðretmeni olduðumu söylediðim andaki sevincini görmeliydiniz. Sanki bu köye yýllardan beri öðretmen gelmemiþ gibiydi. O gün muhtarla beraber okulun arkasýnda bulunan ve daha önceki öðretmenler tarafýndan kullanýlan eve gittik. Muhtar Hüseyin Efendi muhtemelen kýrk-kýrk beþ yaþlarýnda olup, iyi huylu temiz kalpli bir insana benziyordu. Kýraathaneden çaðýrdýðýmýz köyün gençleriyle evi iyice bir temizlemiþ, herkes gittikten sonra da birkaç parça eþyamý da yerleþtirmiþtim. Muhtar o akþam hanýmýnýn yaptýðý kuru fasülyeyle yeni piþirdiði ekmekleri küçük oðluyla gönderip bana insanlýðýný bir kez daha göstermiþti. Evim küçük; ama çok þirindi. Kapýnýn giriþinde bulunan geniþ avlusu, birbirine bakan iki odaya açýlýyordu. Giriþ kapýsýnýn hemen karþýsýnda ise küçük bir kiler bulunuyordu, bu kilerin içindeki küçük bir kapýyla da arka bahçeye çýkýlýyordu. Odalardan birinin penceresi ise okula bakýyordu. Pencerenin önündeki peykenin, bir takým ot ve sazlardan içi doldurulan yastýklarýna yaslanýp oturmanýn zevkini daha ilk günden itibaren keþfettim. Senelerden beri yanýmdan ayýrmadýðým küçük radyomu alýp "þöyle bir dinleneyim" diyerek baþ köþedeki divana kuruldum. Radyoda bir türkü programý baþlýyordu. Tam bu sýrada gözüm karþý duvardaki rafa takýldý. Ani bir hareketle yerimden kalkýp rafa uzandým. Üzerinde tozdan bir tabaka oluþan, eski bir defter gözüme iliþti. Bu defterin ilk sayfalarý koparýlmýþtý. Sonra tekrar oturarak güzel bir el yazýsýyla yazýlmýþ yazýlarý okumaya koyuldum. Koparýlan sayfalardan sonra yazý þöyle devam ediyordu: "… Bugün ilk dersi yaptýktan sonra çocuklarý erkenden býraktým. Biraz dolaþýp hava almak istiyordum. Nisan ayýnýn ilk günleriydi. Fýrat, bir deli gibi baþýný bir o kayaya bir bu kayaya vuruyordu. Çaðlalar çiçek açmaya baþlamýþtý bile.


DERKENAR

Acaba, dedim içimden; Mihriban nerededir þimdi? Bu sefer karar vermiþtim, her þeyi ona anlatacaktým. - Mihriban! Diyecektim. ben seni her þeyden, ama her þeyden çok seviyorum. Sen soluduðum hava, içtiðim su, yediðim bir parça ekmek gibisin, sen karanlýk dünyamýn ýþýðýsýn, güneþisin. - Evet evet, aynen böyle diyecektim. Kafamda bunlarý tasarlarken yürümeye devam ettim. Nehrin kenarýndaki deðirmenin önünden geçerken, küçük çocuklarýn alay ettiði, yaþýný baþýný almýþ adamlarýn bile bir eðlence aracý yapmaktan utanç duymadýklarý Deli Kamber'i gördüm. Bana kalsa Kamber deli meli deðildi, üstelik köyün en akýllýsýna bile taþ çýkartýrdý. Fazla konuþmayan, yalnýz kalýnca da elindeki sazýn teline vurup, dertli dertli türküler söyleyen, baðrý yanýk bir aþýk görünümündeydi. O gün yine belki de kendinden çok uzaklardaki ve hiç kavuþamadýðý sevdiðine olan hasretini dile getiriyordu. …Telli turnam sökün gelir İnci mercân yükün gelir Elvan elvân kokun gelir Yar oturmuş yele karşı…

Nedendir bilmem, her þey bana Mihriban'ý hatýrlatýyor. Hani yuva yapan kuþlar vardýr ya, en küçük kýrýntýlarý bile ikiye bölüp yiyen; ama mutlu, ama huzurlu ve hep birlikte bütün bir ömür süren kuþlar… Tomurcuða durmuþ bir akasya aðacýnýn altýnda oturup, akýp giden nehrin þýrýltýsýyla dalýp gitmiþim. Onu bu köye geldiðimin dördüncü günü görmüþ ve daha o anda yüreðimden bir þeylerin kopup gittiðini hissetmiþtim. Muhtarla beraber köyün en ileri geleni Süleyman Aðanýn evine okulun tamiratý için yardým istemeye gitmiþtik. Mihriban, Süleyman Aðanýn ilk hanýmýndan olan talihsiz kýz, henüz adým atmaya yeni baþladýðý zamanlarda anasýný ince hastalýktan yitirmiþti. Tabi Süleyman Aða da iki üç ay sonra komþu köyden Gülizar adlý evde kalmýþ, yüzünde iyilikten, merhametten eser bulunmayan huysuz bir kadýnla evlenivermiþti. Olan garibime olmuþ.

Her gün binbir eziyetin altýnda bile tek kelime etmezmiþ. Hele o azarlamalar: - "Gýz Mihriban! Goyunlarý saðdýn mý? Avluyu süpür çabuk, gýz, kime diyom, kör olmayasýca daha ocaða odun bile atmamýþ". Bunun gibi daha nice azarlar… O gün Gülizar kadýn yine Mihriban'a baðýrýp çaðýrýrken muhtar dayanamayýp: - "Be kadýn! Sende heç merhamet, heç Allah korkusu yok mu ne istiyon þu garipten? Diyerek Mihriban'ý kollamaya çalýþtýysa da, gözleri ateþ gibi çakmak çakmak olmuþ, yüreðindeki kini yüzüne vurmuþ olan Gülizar, bütün çirkinliðiyle muhtara öyle bir baktý ki, muhtar çaresiz baþýný önüne eðdi ve sesini çýkarmadý." Mayýs ayýnýn geliþiyle havalar ýsýnmýþ, yaðmurlar da dinmiþti. Gelecek yýl rahat edebilmek için okulun bazý eksiklerini tamamlamak gerekiyordu. Süleyman Aðanýn da yardýmýyla kasabadan birkaç torba çimento, kýrýlan tuðlalarýn yerine de bir miktar yeni tuðla getirttik. Ayrýca okulun iyi bir badanaya da ihtiyacý vardý. Ben, muhtar, köyün bazý gençleri ve bazen de öðrencilerim haftanýn belirli günleri, uzun bahar günlerinde akþama kadar çalýþýyorduk. Muhtar Hüseyin her zamanki cömertliðiyle bazý akþamlar bütün çalýþanlarý evine yemeðe götürüyor ve Anadolu'nun en lezzetli yemeklerinden bizlere ziyafet veriyordu. Her defasýnda muhtarýn hanýmýndan isimlerini sorarak ezberlediðim, tadýna doyulmayan o enfes yemekler… Ýçli ve ekþili köfteler, tavalar, güveçler, soðuk ayranlar, ve kýtýr kýtýr yenen tandýr ekmekleri… Bir gün hiç ummadýðým bir þey oldu. Muhtar ile beraber okulun önünde çalýþýrken birdenbire Mihriban çýkageldi. Yine bütün güzelliði ve saflýðý üzerindeydi. Her zaman gülümsemeye meyilli olan o kara gözlerinde bir ýþýk parýldýyordu. Bir elinde mavi bir çýkýn, diðer elinde de bir testi su ile bakýr bir tas vardý. Sað olsun Süleyman Aða evde bir þeyler hazýrlatýp bizlere göndermiþti. O anýn bitmesini hiç istemezdim. "Ne olur zaman dursa da Mihriban hep böyle karþýmda beklese ve gözlerindeki parýltýyla dört bir yanýmý ýþýl ýþýl etse" diye dua etmiþtim. Nehrin kenarýndaki bu tatlý hülyalardan küçük bir serçenin ötüþüyle uyanmýþtým. Güneþ karþýki tepelerin ardýndan evine dönerken ortalýðý görülmeye deðer bir tabiat þaheseri 55


DERKENAR

kaplamýþtý. Kuþlarýn sesleri kesilmiþ, her yer garip bir sessizliðe teslim olmuþtu. Günün birinde köyün Kore gazilerinden Himmet Çavuþ’un askerdeki oðlu Ýbrahim, vatanî görevini bitirerek köye dönmüþtü. Burada yiðitler askere uðurlanýrken nasýl ki davul- zurna ile gönderilirlerse, dönüþlerinde de ayný þenlikler yapýlýrdý. O gün de öyle olmuþtu. Köyün çýkýþýnda kadýný-erkeði, yaþlýsý-genci birçok insan sabahýn erken saatlerinden itibaren Ýbrahim' in dönüþünü beklemiþ, Ýbrahim geldiði zaman da onu omuzlarýna alýp köye kadar getirmiþlerdi. Þimdi ise sýra, Ýbrahim'in iki yýldýr niþanlý olduðu yavuklusuyla düðününe gelmiþti. Bu yüzden köyde bir düðün telaþý baþlamýþtý. Birkaç hafta sonra köyün bütün kadýnlarý ve özellikle yeni elbiselerini giyip süslenen genç kýzlar toplanýp kýz tarafýnýn evine kýna gecesine gitmiþler, biz erkekler ise Himmet Çavuþ’un evinin bahçesinde oturup sohbet etmiþ, eski zamanlardan, eski insanlardan konuþmuþtuk. O akþam ilgimi en çok çeken þey ise bir grup gencin ellerine aldýklarý tabaklarýn içindeki yanan mumlarý bir müzik eþliðinde dolaþtýrarak oynadýklarý yöresel oyundu. "Çayda çýra" adý verilen bu oyunun hikayesini ise Himmet Çavuþ bana þöyle anlatmýþtý: "Bir zamanlar buralarda birbirini çok seven kimsesiz bir çoban ile zalim bir aðanýn güzeller güzeli gýzý yaþarmýþ. Lakin oðlanýn evi Fýrat'ýn öte tarafýnda, gýzýn ise bu taraftaymýþ. Bu iki aþýk her gece nehir gýyýsýnda buluþurlarmýþ. Gýz elinde tuttuðu meþale ile oðlana iþaret verir oðlan da meþalenin ýþýðýna göre yön bulup, nehri yüzerek geçip bir geçeye gelirmiþ. Ama bu durumu gören iblisler hemencecik goþup aðaya haber etmiþler. Aða heç mi heç hoþnut galmamýþ. Ve bir gece buluþmaya giden gýzý takip ederek nehir gýyýsýna inmiþler, gýzýn elindeki meþaleyi de söndürmüþler. Suda olan çoban da yönünü þaþýrýp dalgalara gapýlmýþ. Tabi bunu gören gýz da oðlanýn peþi sýra gendini atývermiþ garanlýk sulara ve o da boðulup gitmiþ. Ondan sonra köy ahalisi o gece ellerine aldýklarý meþalelerle suda bu gençleri aramýþ durmuþlar. Sankim suyun üstü bir çýra kimi yanarmýþ. Çayda çýra yanýyor ismi de zaten buradan gelirmiþ. Ýþte o gün bu gündür, bu oyunda birbirine gavuþamayan bu iki aþýk aranýr durulur" Yaz gelmiþ, leylekler kavak aðaçlarýnýn üst 56

dallarýna yuva yapmaya koyulmuþ, aðaçlardaki meyveler ise olgunlaþmaya baþlamýþtý. Okulun kapanmasýyla beraber bütün çocuklar, sabahýn erken saatlerinden itibaren uyanarak, diðer insanlarla beraber, zamaný gelen meyveleri toplamak için, bahçelerde, baðlarda çalýþmaya gidiyorlar ve karanlýk çökene kadar da oralarda kalýyorlardý. Buralar hakikaten bir meyve cennetiydi. Dutlar, kayýsýlar, yaban erikleri, þeftaliler, kirazlar, elmalar, bal armutlarý ve daha neler neler… Bazý sabahlar erkenden kalkýp Muhtarýn bahçesinde dut silkelemeye gittiðim günleri hiç unutamam. Geniþçe bir çarþafa silkelenen dutlarý, büyük bir kazanda kaynatýp þýrasýný çýkarmak, daha sonra o þýradan pestil ve pekmez yapmak yorucu olduðu kadar da eðlenceli bir iþti. Bu yaz köyden ayrýlmayý pek düþünmüyor, aksine sessiz, sakin bir tatil geçirmek istiyordum. Meðer bu kadar kýsa bir süre içinde buralarý ne kadar da sevmiþim. Sanki bu insanlar bütün bir ömür boyu gördüðüm, görmek istediðim kiþilermiþ gibi geliyor bana. Belki daha açýk söyleyecek olursam; tatilde bile Mihriban'dan uzak kalmak istemiyorum. O olmadan, onsuz geçecek koca bir yaz… Buraya kadar her þey çok güzel gidiyor, talihimin bana hazýrladýðý oyunlardan habersizce günlerim geçiyordu. Tâ ki bir gün kasabadan köye dünüre gelenleri görene dek. Ýþin kötü tarafý bunlar Mihriban'a görücü geliyorlardý. O gün akþama kadar evde oturmuþ, doðru dürüst de bir þey yememiþtim. Bütün bu olanlara inanamýyordum. Her þeyden çok seveceksin, neyin var, neyin yok uðruna feda etmeye hazýr olacaksýn, sonra da eloðlu gelip alacak gül yüzlümü. Daha o kara gözlerine bakýp da "seviyorum seni hem de çok seviyorum Mihriban" bile diyemeden… Ertesi günü ateþler içinde yanmaya baþlamýþtým. Fakat kýþýn ortasýndaymýþým gibi tir tir titriyor, ardýndan buz gibi soðuk terler döküyordum. O günün akþamýndan hatýrladýðým tek þey Muhtarýn geliþi ve beni alelacele kasabadaki hastaneye götürüþüydü. "Nasýlsýn bakalým bugün, iyi misin biraz?" þeklindeki tam olarak anlayamadýðým sorularla gözümü açtýðýmda, baþ ucumda kýr saçlý, çerçevesi kalýn olan gözlüklerinin arkasýndan dostça bakan ve yüzünde hafif bir tebessüm beliren beyaz önlüklü bir doktoru gördüm. Fakat


DERKENAR

ben gözlerimi etrafta dolaþtýrarak hep ayný yüzü aradým; saatler boyu hayali gözümün önünden gitmeyen ve melekler kadar güzel olan Mihriban'ýmýn yüzünü. Doktorun dediðine bakýlýrsa þiddetli bir tifo nöbeti geçiriyordum. Ama þansým varmýþ, eðer bünyem kuvvetli olmasaymýþ kolay kolay atlatamazmýþým. Hastanedeki beþinci günümün sabahýnda iyice sýkýlmýþtým. Hem artýk kendimi de iyi hissediyor, bir an evvel buradan çýkmak için sabýrsýzlanýyordum. Doktor da çýkabileceðimi söyleyince daha fazla zaman kaybetmeden hemen köye döndüm. Bu kadar kýsa zaman içinde bile olsa, köy gözüme yabancý geliyor, her þey bana deðiþmiþ gibi görünüyordu. Köyün mevcut olan güzelliðinin, bir bereketinin kaybolduðunu, henüz sonbahar gelmeden çiçeklerinin solduðunu daha o anda anlar gibi olmuþtum. Meðer o Gülizar olacak kadýn, tez elden Mihriban'ý gelin etmiþ, iyice hastalanan ve acizleþen Süleyman Aða da bu duruma engel olamamýþtý. Benim kýr çiçeðim, nazlý ceylaným Mihriban da bir gelinlik bile giyemeden yedi daðýn ardýna gelin gitmiþti. Þimdi o olmadan buralarda nasýl kalýr, nasýl yaþardým. Bundan sonra ne akþam vakti sürüden dönen küçük kuzularý sevmenin, ne de nehrin kenarýnda oturup onun güzel gözlerini hayal etmenin bir anlamý vardý. Dile kolay, tam üç yýl olmuþtu. Ama artýk gitmeye kararlýydým. Adýný hiç duymadýðým memleketlere gidecek, onun hatýralarýnýn olmadýðý bir yer bulacaktým elbet. Böylece yaþadýðým bütün acýlarý unutacaktým. Kim bilir nerde, nasýl, ne zaman…" Defterde yazýlanlar burada bitiyordu. Dýþarýda hafiften bir yaðmur çiselemeye baþlamýþ, hava da iyice kararmýþtý. Rüzgarýn uðultusu kulaklarda derin bir akis uyandýrýyordu. Hala açýk olan radyodan ise þu ses yükseliyordu. "Evet kýymetli dinleyicilerimiz, þimdi son türkümüzü dinleyeceksiniz": …Yâr deyince kalem elden düşüyor Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor Lâmbada titreyen alev üşüyor Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban…

II. KARÞIYAKA ÞÝÝR KURULTAYI HOMEROS ÝNCELEME ÖDÜLÜ 2005 2005 yýlýnda II. Þiir Kurultayýný gerçekleþtirecek olan Ýzmir - Karþýyaka Belediyesi, daha önce, dil ve þiir dallarýnda verilen Homeros Ödülünü bu yýl bir þiiri inceleme çalýþmasýna vermeyi kararlaþtýrmýþtýr.

Homeros Bir Þiiri Ýnceleme Ödülü Yönetmeliði 1- Bu yarýþmaya Cumhuriyet Dönemi þairlerinden seçilecek bir þiir üzerine yapýlan ve hiçbir yerde yayýmlanmamýþ incelemeler katýlabilir. Seçilecek þiirin nitelikleri deðerlendirmede göz önünde tutulacaktýr. 2- Ýncelemelerde nesnellik gözetilmeli ve kiþisel polemiklerden uzak olunmalýdýr. 3- Ýncelemelerde sayfa sýnýrlamasý yoktur. Yapýlan saptamalarýn, ortaya konmak istenen düþüncelerin oylumunda (uzunluðunda) yazarlar özgür davranmalýdýr. Ancak, alýntýlar ve aktarýlan dizeler yazýnýn 1/7'inden fazla olmamalýdýr. 4- Ýsteyen, birden çok incelemeyle yarýþmaya katýlabilir. 5- Ýki ya da daha çok kiþi birlikte yapacaklarý incelemeyle yarýþmaya katýlabilirler 6- Ýncelemeler, daktilo ya da bilgisayarda çift aralýklý yazýlmýþ olmalý ve 7 suret olarak gönderilmelidir. 7- Gönderilecek çalýþmalarla birlikte ad, soyad, açýk adres, telefon numarasý ve yaþam öyküsü de gönderilmelidir. 8- Ýncelemeler, 31 Ocak 2005 tarihinde, Karşıyaka

Belediyesi Kültür Müdürlüğü, 1713 sokak No:45 Tayfun apt. K:3 Karşıyaka -İZMİR adresinde olacak þekilde aps, taahhütlü ya da kargo ile gönderilmelidir. 9- Yarýþma þiirden yana olan herkese açýktýr. Dereceye giren incelemeler 21 Mart 2005 Dünya Þiir Gününde, II. Karşıyaka Şiir Kurultayı etkinlikleri sýrasýnda açýklanacaktýr. 10- Dereceye giren ve yayýmlanmasý uygun görülen çalýþmalar kitaplaþtýrýlacak; birinci: 750.000.000 TL, ikinci: 500.000.000 TL, Üçüncü: 250.000.000 TL ile ödüllendirilecek ve kendilerine birer plaket verilecektir.

Ýletiþim ve ayrýntýlý bilgi için: Ödül Sekreteri Melih Elhan Tel. 0232 364 52 04 - 368 88 68'den 188

57


DERKENAR

K Ü T Ü P H A N E

Kâmil Yeþil, öykücülüðüyle kendini ispat etmiþ ve kaleminden çýkan metinlere herkesin güvenebildiði bir yazar. Daha önceki kitaplarýný zevkle okuduðumuz yazarýn bu kitabý da, hayatýn fotoðraflarýný çekiyor. Unuttuðumuz kareler bir bir gözümüzün önüne geliyor. O kadar canlý sahneler ki öykülerin içindeki kahramanlar oluyoruz bir anda. Yazarýn geniþ algý alanýný gösteren ve düþünce ufuklarýna açýlan ama ayný zamanda duygu yüklü öyküler var bu kitapta. Bazý öykülerde o kadar çok ironi yüklü ki, gülmekle aðlamak arasýnda kalýyorsunuz. Öyküleri okumanýn tadýna varamadan bitiveren bir kitap. Tamir görmüþ aþk, ismiyle bile büyük çaðrýþýmlara yol açan derinlikli bir öykü kitabý. Kâmil Yeþil TAMÝR GÖRMÜÞ AÞK Ýz - Öykü

Annie Wang Çin Kültür Devrimi sýrasýnda büyüyen bir LÝLÝ kýz Lili. Ailesinin “aþaðýlýk entelektüeller” Everest - Roman olarak damgalanmasýna þahit olmuþ, Pekin dýþýna tekrar eðitilmeye gönderildiklerinde onlarla birlikte gitmiþ... Tekrar Pekin’e döndüðündeyse kentin bambaþka bir yüzü açýlýr ona. Arka sokaklarda gizlenen, alternatif, isyankâr, tabusuz, öfkeli bir dünya... Batýlý bir gazeteciyle iliþkisi sayesinde ülkesine bambaþka bir gözle bakmaya baþlayan genç kadýn, aþk, doðu-batý, özgürlük ve kendisi hakkýnda çok þey öðrenir. Okuyaný kuþatan bir çýplaklýk ve dolaysýzlýkla kaleme alýnmýþ olan Lili, psikolojik ve duygusal derinliðiyle çok güçlü ve çekici bir hikâye anlatýrken, doðu ve batýnýn evrensel çeliþkileri ile önemli tarihi olaylara da keskin bir bakýþ sunuyor. Yýl 2007. Suriye’ye operasyon düzenleyen Amerikan birlikleri bir anda Hatay sýnýrýndan Türkiye’ye kara çýkarmasý yapmaya baþlarlar. Sýnýra binlerce asker sevk edilir. Ankara þaþkýn, Amerika eski dosta savaþ açýyor. Genel Kurmay Kârargahýnda sinirler gergin. Ankara ve Ýstanbul semalarýndan Amerikan bombalarý düþüyor... Ýki yazarýn kaleme aldýðý politik bir savaþ kurgusu. Romanda geçen isimler tamamen gerçek. Bugünün bütün o meþhur politikacýlarýný bu romanda kahraman olarak buluyoruz. Savaþan iki eski dost! Irak’tan sonra sýra Türkiye’ye de gelecek diyenlerin eline, bir kurguyla da olsa koz veren sürekliyici bir savaþ romaný. Dehþeti ve heyecaný yaþarken olaylarýn gerçekliðe ne kadar yaklaþtýðýna tanýklýk edeceksiniz. Orkun Uçar - Burak Turna METAL FIRTINA Timaþ - Roman

Marc Levy ikinci kitabý olan Marc Levy “Neredesin”de, kendine özgü sýcak diliyle NEREDESÝN Susan ile Philip’in upuzun sevda Can - Roman öyküsünü anlatýyor. Birbirlerini çocukluklarýndan beri seven bu iki insan, belli bir yaþa geldiklerinde hayatta yaptýklarý seçimler nedeniyle ayrý düþerler. Susan, kendini insanlýða adayarak Honduras’a, bir kasýrganýn ardýndan açlýk, yoksulluk içinde kývranan insanlarýn yanýna gider. Philip ise, meslek olarak seçtiði reklâmcýlýkta adým adým ilerlemeye baþlar. Çok az görüþseler de her ikisi de bunun geçici bir ayrýlýk olduðunu düþünmektedirler. Ta ki Susan seçimini Honduras’tan yana yapana; Philip baþka bir kadýnla kendine bir aile kurana kadar. Aradan yýllar geçer...

58


DERKENAR Tanja Dückers Almanya’da doksanlý yýllarýn sonlarý... Bir OYUN ALANI dört yol aðzýnda farklý dünyalar birbiriyle Gendaþ Kültür - Roman karþýlaþýyor. Yetmiþli yýllarýn giysileri içinde dolaþan, neredeyse sadece müzik dinleyerek yaþayan iki düþ dansçýsý, komþular tarafýndan merakla ve arzuyla gözetlenmektedir. Diðerlerinin tadýna varamadýklarý özlemlerin timsali olan bu insanlar etrafta rahatça gezinirken; Thomas Mezarlýðý da sýradýþý olaylarýn mekâný olmuþtur... Genç insanlar için Neukölln sýkýcý, eðlence kültürü olmayan, nerdeyse bitmiþ bir yerdir. Baþka yerlerde daha iyi ortamlar bulacaðýný düþünen romanýn kahramaný baþka bir yere taþýnýr. Bir müddet aradýðýný bulduðunu zannetse de, yine ayný klasik eksende yaþamaya baþlar. Yazar, kent insanýn yalnýzlýðýný ve bitmeyen arzularýný iþliyor. Osmanlý, 3 kýtaya yayýlmýþ, onlarca ayrý kültür ve etnisiteye sahip 600 küsür yýllýk dev bir yapýnýn adý. Kitap Osmanlý’nýn son 300 yýlýnýn bir çöküþden ibaret olup olmadýðý sorusunu temel alarak; Türk denizaltýcýlýðýn babasý ve bir entelektüel olarak II. Abdülhamid’in portresinden Osmanlý tarihinin ihmal edilen yüzyýllarýna, Florence Nightingale’in gerçek kimliðinden, Osmanlý tarihçiliðinde Braudel devrimine, Osmanlý despotizmi hayaletinden Yeniçerilere kadar kimi zaman hiç el atýlmamýþ, kimi zaman da çok iyi bilindiði zannedilen konularý edebi bir sohbetle akademik bir anlatýmý birleþtiren bir uslüpla ele almak suretiyle okuyucularý gerçek bir tarih ziyafetine çaðýrýyor. Mustafa Armaðan OSMANLI’NIN KAYIP ATLASI Gelenek - Tarih

Omar Michael Burke Afganistan daðlarýndan Hindistan’a, SÛFÎLER ARASINDA direniþçi Senusîlerden esrarengiz Ýnsan - Aný Ýsmailîlere, Mýsýr’dan bütün dünyanýn unuttuðu K’afiristan’a, maðaralardaki sûfîlerden Ýstanbul’dakilere, Hz. Ýsa’nýn kaçarak kendilerine sýðýndýðýný söyleyen Keþmirli Ýsevîlerden Müslüman Kardeþler Teþkilatýna, büyüden tesbihe, gizli ilimlerden yeraltý örgütlerine kadar uzanan bir yolculuk. Altmýþlarýn Ýslâm dünyasýnda dört sene seyahat eden gizemli bir yolcunun notlarý. Kitap, Ýrlanda asýllý yazarýn, altmýþlý yýllarda Asya ve Afrika’daki sûfî, derviþ ve fakir gruplarýyla geçirdiði dört yýlý anlatmaktadýr. Gizemli coðrafyanýn gizemli insanlarýnýn hayatlarýna tutulmuþ bir ayna... Yolculuðun yazara getirdiklerinin toplamý... Ahmet Muhip Dýranas ÞÝÝRLER YKY - Þiir

“Kardýr yaðan üstümüze geceden, Yaðmurlu, karanlýk bir düþünceden, Ormanýn uðultusuyla birlikte Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte Kar yaðýyor üstümüze, inceden

Kar, Selam, Aðrý, Serenad, Olvido gibi pek çok büyük þiirin ve Fahriye Abla’nýn þairi: Cumhuriyet dönemi Türk þiirinin ustalarýndan Ahmet Muhip Dýranas’ýn Þiirler’i yeni baskýsýyla okuyucularýn karþýsýna yeniden çýkýyor.

Derrida, Nietzsche ile doðrudan karþýlaþJacques Derrida ma aradýðý üç temel eserinden biri olan bu OTOBÝYOGRAFÝ kitap, bir yandan, artýk klasikleþen Birey - Otobiyografi Nietzsche sorununa özgün yorumlar getirirken, diðer yandan, Nietzsche’nin köprüsünde kendi söylemine bir zemin arayarak, Nietzsche’nin ismi ve imzasý üzerinden genel yorum politikasýný tartýþýyor. Nietzscheci þans ekonomisinden kendine açtýðý krediyle, bir ortak imza geliþtiriyor. Ayrýca bu kitap, bir düþünürün yorumlama gücünü ve olaylara bakýþýndaki eleþtirel pencereyi birinci aðýzdan okuyucuya ulaþtýrýyor.

59


DERKENAR Abdülhamid Han, devlet idaresindeki diAhmet Mithat Efendi siplinsizliðe son vermek, asrýn gerektirdiði ÜSS-Ý ÝNKILÂP 2 hürriyetçi reformlarý gerçekleþtirmek, haricî Selis - Tarih münasebetleri yoluna koymak ve memleketi imar etmek için kollarý sývayýp icraata baþladýðýnda, devletin bu durumunu ve yapýlan icraatý tarihe geçirmek maksadýyla, bu inkýlabýn tarihini yazmak vazifesini zamanýn kudretli kalemlerinden Ahmet Mithat Efendi’ye vermiþti. Yazar da, hem bu görevini hakkýyla yerine getirmek için hem de toplumun, devletin daha iyi yönetilmesinde katkýlar saðlamak için yoðun bir çalýþma içine girer. Ýlk cildinde Sultan Abdülhamid Han’ýn tahta geçiþinden önceki durum incelenirken, bu cildinden Osmanlý tarihindeki en büyük inkýlâp olan kanun-u esasî ve meþrutiyet ilâný iþlenmiþtir. Milli Devlet ve Küreselleþme birçok tartýþmaya konu olan iki taným. Birbirine iki zýt kavramýn bugün gelinen noktada bazý yönleriyle yakýnlaþtýrmak gereði ortaya çýkýyor. Bu kitap, küreselleþme adý verilen süreç ile milli devlet arasýndaki iliþkileri tarihî perspektifle ele alýyor. Çünkü, pek çok þey deðiþse de, bir arada yaþamanýn temel gerekleri gerçekliðini korumaktadýr. Yeni döneme, modern millî devlet kurma projesini tamamlayamadan ve tarihî perspektiften mahrum biçimde giren Türkiye bakýmýndan sürecin doðru okunmasý hayati önem taþýmaktadýr. Ayrýca, küreselleþme süreci içinde algý düzlemini sýnýrlarý olmayan bir ütopik coðrafyaya ve kültüre çekmek çok da saðlýklý bir yaklaþým deðil. Kadir Koçdemir MÝLLÎ DEVLET VE KÜRESELLEÞME Ötüken - Düþünce

Enis Batur Enis Batur, edebiyatýmýzýn kalemi sürekli MÜREKKEP ZAMAN çalýþan yazarlarýndan biri. Ýmzasýný koySel - Aný/Düþünce duðu kitaplar yüzü hayli hayli aþtý. Hâlâ da yeni kitaplara imza atmaya devam ediyor ve edecek de. Son kitabý “Mürekkep Zaman”da bir yandan kendi biyografisinin ipuçlarýný verirken, bir yandan da savaþa, insanlara ve olaylara tanýklýk ediyoruz. Aslýnda Enis Batur, hayatýn görüntülerine bakarak kendi resmini bize göstermeye çalýþýyor. Yaþadýðý þehirleri, tanýklýklarýný, olaylar hakkýndaki düþüncelerini anlatýyor. Kitapta temel bir soru üzerinden geliþtiriliyor metin; nasýl, ne kadar anýmsayabilir, neden unutmak isteriz?

Metin Cengiz

Edebiyatýmýzýn

güçlü

kalemi

Ahmet

AHMET OKTAY ÝLE DÜNDEN BUGÜNE Oktay’la yapýlmýþ uzun bir hayat hikâyesi

söyleþisi. Oktay’ýn edebî kiþiliði, dostluklarý, þiirleri, yazýlarý, gazeteciliði, deneyim ve tecrübeleri... Edebiyatýmýza yýllarýný veren ve bugün var olan edebiyatýn þekillenmesine de büyük katkýlar saðlayan ve hâlâ genç kalmayý baþarmýþ bir yazar. Türkiye’nin siyasal geçmiþine ve bugününe dair de önemli düþünceler ve hatýralar içeren kitap, aslýnda, Ahmet Oktay’ýn portresini çizerken, resmin arka planýna belirgin bir þekilde edebiyatýmýzý ve ülkemizi konumlandýrmýþ. Bir þair gözünden, bir gazeteci gözünden yýllarýn getirdiði birikimler var bu kitapta. Everest - Söyleþi

Gezgin, Maðribli bilge Ýbn Arabi’nin kendi Sadýk Yalsýzuçanlar ruhunda yaptýðý ve bereketli bir ömre yayýlan GEZGÝN manevi gezinin öyküsü. Kartallar gibi kimTimaþ - Roman senin uçamadýðý sarp kayalýklarda gezinen, hiçbir faninin kanat çýrpamadýðý göklerde uçan bir arifin serüveni. Bu öykü, kâmil insanýn hikâyesidir... Yýllar süren bir araþtýrma ve arayýþýn ürünü olarak ortaya çýkan Gezgin, sözün bitip sukütün baþladýðý yerle, sessizliðin dile geldiði mekanete kadar uzanýyor. Kendi ruhunda böylesi bir keþfi arayanlar için, okurken yaþanýlacak ve yeniden üretilebilecek bir hikâye bu.

60


DERKENAR "Dünya Fikir Mimarlari" dizisinin ilk kitabý Stefan Zweig olan Üç Büyük Usta'da Stefan Zweig, üç ÜÇ BÜYÜK USTA büyük yazarýn yaþam öyküleri üzerinden, Ýþ Kültür - Ýnceleme okurlarýný dünya tarihine, edebi dehanin sýnýrlarýna bir yolculuða çýkarýyor. "Toplumun romanýný yazan" ve kendi gücünü dünyaya kabul ettirmek isteyen Balzac; "ailenin romanýný yazan" ve döneminin Ýngiliz kültürüyle özdeþleþen Dickens; "bireyin romanýný yazan" ve yaþamla ölüm, dehayla çýlgýnlýk arasýnda gidip gelen Dostoyevski hem birer yazar, hem de gerçek birer kiþilik olarak Zweig'in eserinde karþýmýza çýkýyor. Üç Büyük Usta, roman sanatýnýn bu üç büyük yazarý üzerinden bir dönem portresi verirken okurlarýna "deha"nýn sýnýrlarý üzerine eþsiz bir tahlil sunuyor. Betül Akdoðan ondokuz yaþýnda genç bir kalem. Böyle genç bir yazarýn kitabýna temkinli yaklaþýyoruz ama yazdýðý uzun öykünün ve parçalarý olan mektuplarýn yeni bir yazarý müjdelemeye baþladýðýný söyleyebiliriz. Ancak bunu söylerken yazarýn daha çok yol almasý gerektiðini de söylememiz gerekiyor. Dilde yakaladýðý sadelik ve akýcýlýk biraz daha derinlikli metinlere yaslandýkça çok daha iyi ürünler ortaya çýkabilir. “Sonra bana kuþ dediler”de mektuplarýn ýþýðýnda çizilmiþ uzun hikâyenin bir çocuðun aðzýndan dolaysýz anlatýmýný buluyoruz. Hastanedeki odasýnda dýþarýyý resmeden hayallerine yeni dünyalar çizdiren içi içine sýðmayan bir çocuðun hüznü ve umutlarý var. Betül Akdoðan SONRA BANA KUÞ DEDÝLER Can - Uzun öykü

Edebiyatýmýzda, yeni metin þekilleri oluþDoðan Yarýcý turmak yeni rastlanan bir þey deðil. Yeter GECE KELEBEKLERÝ ki oluþturulan metin dilin ve metnin YKY - Þiir özünün gereklerine çok fazlaca aykýrý olmasýn. Doðan Yarýcý yeni kitabý “gece kelebekleri”nde kýsa metinlerle hikâyeler kurmuþ. Bazý metinlerde tek cümleye düþen görüntü, kitabýn genelini düþündüðümüzde hikâye olgusunun çok uzaðýnda olduðu kanýsýný güçlendiriyor. Ancak yine de, kitaptaki tüm metinlerin ardýnda saklý olan ve açýða çýkartýlmasý okuyucuya býrakýlmýþ bir derinlik, bir felsefi alt yapý var. Yarýcý, az öze sýðdýrdýðý öz hikâyeleriyle ânýn, uçuculuðun ve rastlantýnýn hayatýmýzda nasýl kurucu öðe olduðunu hatýrlatýyor.

BÝZE

GELEN

DÝÐER

KÝTAPLAR

Nietzsche-Kaplan Sýrtýnda Felsefe, Senail Özkan, Ötüken, Düþünce Cezaevi Günleri-Liderler Hapishanesi, Oral Çalýþlar, Gendaþ Kültür, Aný Frankfurt Seyahatnamesi, Ahmet Haþim, Yapý Kredi, Gezi Cendere, Güven Turan, Yapý Kredi, Þiir Feriþtah’ýn Fantazileri, Yýlmaz Erdoðan, Sel, Tiyatro Zula, Mine Artu, Timaþ, Roman Tesadüf Deðil, Talha Bora Öge, Timaþ, Þiir Þebek Romaný, Ayþe Þasa, Gelenek, Roman Ýsa’nýn Güncesi, Melih Cevdet Anday, Ýþ Kültür, Roman Maî Sevda, Yunus Kara, Birey, Þiir Ben Bilal, H.A.L. Craig, Ýnsan, Anlatý Burma Günleri, George Orwell, Can, Roman Geçit-Cemal Kýrca Kitabý, Haz: Ýhsan Tevfik, Pervaz, Ýnceleme-Þiir 61


Fotoðraf: Dick Osseman

Yer: Þanlýurfa

Fotoðraf

Ayakkabý boyayan çocuk


Bir telefonla abone olabilirsiniz!



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.