Derkenar 8

Page 1



DERKENAR

DERKENAR Edebiyat-Kültür dergisi Ýki ayda bir çýkar ISSN 1304-6667 Yıl:2

Sayı:8

Mart-Nisan 2005

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdiresi Aynur Ulutaş

Genel Yayşn Yönetmeni Seyfullah Aslan

Yayın Danışmanları Mehmet Ali Başaran Ahmet Kırtekin Emine Öte

Ýçindekiler Tarýk Kürtünlü, Merhaba..........................................4 Hakan Demirtaþ, Karikatür.......................................5 Ýbrahim Tenekeci, Kýzýmýn müzik bilgisi ..................6 Murat Çeri, Yaþamak ................................................7 Sefer Göltekin, Geç kalýnan.....................................11 Seyfullah Aslan, Tahsin Yücel ile söyleþi ................. 12 Atanur Memiþ, Þiir mektup ....................................18 Mesut Varlýk, !Yangýn!.............................................19 Mustafa Uysal, Memurolog......................................20 Mehmet Þah Erincik, Þiddet ...................................22 Ahmet Kýrtekin, Salkýmsöðüt’ün gölgesinden..........24 Bahadýr Cüneyt, E-serenat ......................................26 Niyazi Karabulut, Yersiz korku ................................27 Sefer Göltekin, Ahmet Uluçay ile sohbetimiz ..........28 Hüseyin Akýn, Ýþte bu! ............................................34 Furkan Çalýþkan, Elvis left the building....................36 Yasin Onat, Kar þiiri................................................37 Ýlkay Kefeli, Yaban arýlarýnýn üremesi üstüne.........38 Biricik Leyla Cezairli, Hoþgörü semti Kuguncuk......40 Kütüphane..............................................................42 Fotoðraf.................................................................. 46 .....

Düzelti Abdullah Sami

...

...

Tasarım Seyfullah Aslan

İdare Yeri Merkez Mah. 4. Sk. Yiğitoğlu Apt. B Blok No:44/13 Bağcılar - İST

Yazışma Adresi P.K. 29 Bağcılar - İST

....

..

..

..

..

..

İletişim www.derkenar.gen.tr dergi@derkenar.gen.tr derkenardergi@yahoo.com 0 536 511 99 02

Abonelik Yıllık: 18.000.000 TL / 18 YTL Abonet (212) 210 0 110 www.abonet.net

Genel Dağıtım Pentimento (0212) 293 39 59

Baskı - Cilt Bayrak Matbaası (0212) 638 42 02 K.Ayasofya Cad. Yabacı Sk. Birlik Han No:2/1 Sultanahmet / İSTANBUL Baskı Tarihi: 28.02.2005

Yayın Türü Yerel, süreli, iki aylık Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Reklamlarýn sorumluluðu reklam verene aittir. Ýlan pazarlýða tâbidir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez.

3


DERKENAR

ERÝÞÝM NOKTALARI ÝSTANBUL alkým kitabevi / beþiktaþ beyazmartý kitabevi / bakýrköy mephisto / beyoðlu simurg kitabevi / beyoðlu pandora kitabevi / beyoðlu pentimento kitabevi / beyoðlu robinson kitap kafe / beyoðlu aðaç kültür merkezi / fatih sýla kitabevi / fatih inkilâb kitabevi / fatih n-t kitabevi / fatih sarmaþýk kafe / fatih mekan kitabevi / vezneciler sahaflar kitap sarayý / beyazýt birey kitabevi / caðaloðlu genç mephisto / kadýköy final kitabevi / kadýköy khalkedon kitabevi / kadýköy alkým kitabevi / kadýköy n-t kitabevi / libadiye n-t kitabevi / üsküdar kýz kulesi kitabevi / üsküdar eminönü iskelesi gazete bayii / üsküdar

ANKARA bilim ve sanat kitabevi galeri kültür merkezi kare kitabevi turhan kitabevi

ÝZMÝR iskenderiye kitabevi ilpa kitabevi kabile kitapçýlýk pan kitabevi yakýn kitabevi

ANADOLU karahan kitabevi / adana zend kitabevi / adana gaye kitabevi / bursa fidan kitabevi / malatya ebabil kitabevi / samsun kitapsan kitabevi / mersin turunç kitabevi / mersin antik sahaf kitabevi / tarsus-mersin yener kitabevi / antakya üniversite kitabevi / erzurum üniversite kýrtasiye-kitabevi / erzincan kitapçi&kitapçý / eskiþehir merdiven kitabevi / zonguldak mnc kültür sarayý / mardin nüve kültür merkezi / konya or-ka kitabevi / çanakkale nokta kitap kýrtasiye / antalya kuyucu kitabevi / antalya elt kitabevi / antalya düþün kitabevi / kýrþehir gül kitabevi / kýrþehir ahi kitabevi / kýrþehir as ajans / kütahya yaprak kitabevi / denizli çemberci kitabevi / rize ilk sahaf kitabevi / adapazarý izmit kitap kulübü / kocaeli kelepir kitabevi / kocaeli üçyol kültür merkezi / trabzon çaðrý kitabevi / trabzon derya kitabevi / trabzon denge kýrtasiye / akçaabat-trabzon

4

Değerli Okuyucular, Her yýlýn Þubat ayýnda yayýnlanan þiir yýllýklarýna bu sene yenileri eklendi. Ancak objektif davrandýðýný ýsrarla vurgulayan Mehmet H. Doðan bile, YKY Þiir Yýllýðýnda Derkenar'ýn ne þiirlerine ne de þiir hakkýnda yazýlan yazýlarýna yer verdi. Tabii bu noktada sorun olan, nesnelliðin sadece bizim açýmýzdan bozulmuþ olmasý deðil. Ýyi þiir yayýnlayan bir çok derginin de "anlamak istemediðimiz" sebeplerle görmezden gelindiðini gördük. Ne yazýk ki hâlâ edebiyatla alakasý olmayan "ahbap çavuþ" mantýðýyla iþ yapýlýyor. Ayrýca önümüzdeki yýldan itibaren YKY ve çevresinin þiir yýllýðý yayýnlanmayacakmýþ; bu haberin Türk edebiyatýný üzdüðünü sanmýyoruz. Türk Milleti olarak hiçbir þeyin dengesini tutturamýyoruz. Ucuz kitap furyasý baþladýðýnda bunun, kitap alamayanlar için iyi olacaðýný düþünmüþtük. Ancak son iki aydýr yayýnlanan ucuz kitaplarýn kaðýt parçasýndan öteye gidemeyecek derecede niteliksiz olmasý, korsaný önleme çabalarýndan çok, fýrsatçýlýk yapýldýðýný akla getirdi. Derkenar her sayýsýný bir öncekinin üstüne koyarak önemli bir sorumluluðu yerine getiriyor. Birçok edebiyat dergisinin duraðanlýðýna raðmen kendisini yenileyen ve her sayýsýyla okuyucusuna da, edebiyata da güzellikler armaðan eden bir dergi. Ancak eleþtiriyi hem okuyucularýmýzdan hem de deðerli edebiyatçýlarýmýzdan ýsrarla talep ediyoruz. Ýnanýyoruz ki eleþtirinin olmadýðý yerde üretim tek tipe dönüþür, geliþim olmaz.

Daha iyi sayýlarda buluþmak dileðiyle...

Tarýk Kürtünlü


Çizgi: Hakan DemirtaÞ


DERKENAR

İbrahim Tenekeci

KIZIMIN MÜZÝK BÝLGÝSÝ annesine ne güzel güveniyor müzik biliyor, o eyvah dese bile. iþte bunun için uyuyor kuþlar, bahçede meyve, tarlada buðday buradan her yere kadar... melekler, dualar, hevesler eþliðinde bir ayaðý þiirin eþiðinde, öpüyor alnýndan hata payýnýn büküyor her gün ölümün bileðini, aklý ermiyor babanýn telaþýna aklý ermiyor, ne iyi. bir destek alýp bu beyazlýktan çýkmýþ gibi iyi geçmiþ bir sýnavdan nasýl gülüyor, ah nasýl içi tamamlanýyor evimin her eksiði. gücü yok henüz can taþýmaya ama, kulaða okunan ezanlar gibi dinliyor, hiç dinmeyeni. aðlamasý bile bir þey söylüyor, ne diyor diyorum, dünya diyor; - bir kere ýsýrýp býrakacaðým seni!

6


DERKENAR

Murat Çeri

YAÞAMAK Dükkaný bugün devredecekti. Yataðýndan kalkmak istemiyordu. Sanki yorganýnýn altýnda gizlendikçe veya uykuya kendini teslim ettikçe her þeyden, istemediði her þeyden bir an olsun kurtuluyordu. Ama nereye kadar kaçabilirdi. Borçlular her gün kapýsýný aþýndýrdýðýndan karþýlarýna çýkmaya bile yüzü tutmuyordu. Aslýnda þu kriz olmasa borçlarýný bal gibi ödeyebilirdi. Ýþler de kötü gidince dükkanýný satmaktan baþka çaresi kalmamýþtý. Daha fazla duramadý. Yataðýnýn içinde kývranmaktan vazgeçerek üzerindeki yorganý bir yükmüþ gibi fýrlattý. Alelacele giyinip kapýdan çýktý. O kadar hýzlý davranmýþtý ki arkasýndan kahvaltý yapmayacak mýsýn diye seslenen eþini dahi duymadý. Her þey bir an önce olsun bitsin istiyordu. Zaman geçtikçe aklýna o dükkaný alabilmek için çektiði zahmetler geliyordu. Bu hedef uðruna az mý sabahlamýþtý. Dükkanýnýn her köþesi onun için döktüðü alýn terinin izlerini saklýyordu adeta. Onca emek, onca zahmet, onca eziyet ne olacaktý!? Ama ne yapabilirdi ki! Yaþamý boyunca kimseye el açmamýþ, ekmeðini taþtan çýkartmasýný bilmiþti. Bundan sonra da açamazdý.Aðýz kokusu çekmektense dükkaný satardý daha iyi. Eminönü otobüsüne bindi. Oradan Üsküdar vapuruyla karþýya geçecek; dükkanýn devir iþlemlerini tamamlayacaktý. Otobüse binen yolculardan biri yanýna yaklaþýp bileti olup olmadýðýný, yaþlý bir kadýn da gideceði yeri söyleyip nerede inmesi gerektiðini sordu. Yolcuya biletinin olmadýðýný söyledi. Yaþlý kadýna ineceði yeri gösterdi. Son durakta da kendisi inip Üsküdar vapur iskelesine doðru yürümeye baþladý. Ýstanbul'a ilk geldiðinde hayretlerle seyrettiði þeylere karþý öyle aþinalýk kazanmýþtý ki hiç birinin farkýnda bile deðildi. Ne yerlere serilmiþ giysilerin baþýnda duran satýcýlarýn baðýrýþlarý, ne seyyar tezgahlarýnda aralýksýz öten saatlerin o mýzmýz gürültüsü, ne martýlarýn çýðlýklarý, ne kýyýya baðlanmýþ kayýklarda balýk-ekmek satanlarýn

davetleri, ne kýyýlarý tokatlayan denizin hali. Hele þu yýkýk haliyle bunlar hiç ilgisini çekmiyordu. Yalnýz vapurun o kalýn, gürültülü, boðuk sesi yükselince bir çimdik yemiþ gibi kendine geldi. Koþmaya baþladý. Üsküdar vapuru kalkmak üzereydi. Giþeden acele bir jeton alýp para uzattý ve jetonu alarak turnikeden geçti. Zaten o geçtikten sonra da görevli kapýlarý kapattý. Soluk soluða kalmýþtý. Bu sýcak havada içerde oturamazdý. Yukarý çýktý ve oturdu. Biraz sonra da vapur o hararetli, denizi köpüklere boðan motorunun çalýþmasýyla hareket etti. Uzun zamandýr vapura binmemiþti. Halbuki denizi, deniz seyahatini ne çok severdi. Denize olan tutkusu taa gençliðinden gelmekteydi. Caný sýkýldýkça Sarayburnu'na gider, orada köpüren, dalgalanan, kâh kýzan, kâh sakinleþen bu mavi canavarý seyrederdi. Eþine aþýk olmadan önce iki büyük tutkusu vardý; futbol ve deniz. Mahalle maçlarýnda oynayabilecek kadar büyüdüðünde mahalleli çocuklar taþlý topraklý sahada yaptýklarý maçlarda onu da aralarýna almýþlardý. Her haftasonu karþý mahalleyle maç yapýlýr; bu da muhakkak bir iddia üzerine olurdu. Bu iddia da genelde gazozdu. Doðrusu kazandýklarý maçlardan sonra içtiði gazozun tadýný baþka bir zaman bulamýyordu. Gerçi çoðu zaman maçlarý yarým kalmaktaydý. Toplarý sahanýn hemen kenarýnda olan Çöpçü Ali'nin bahçesine düþtüðü vakit ya gizlice giderek toplarýný alýp maçý kurtarýyorlar ya da Çöpçü Ali'nin annesi elindeki bastonu sallayarak çýkýyor "sizi gidi Ermeni tohumlarý" diye baðýrýyor, topu alýp bir býçak saplýyordu. Bütün hayali taþsýz, topraksýz, düz, yeþil bir sahada maç yapmaktý. Bunu düþlerken bile düþünün arasýna mahalle kavgalarýný sokmadan edemiyordu. Ne de olsa onlar iþin tuzu biberiydi. Herkes birbirini tanýmakla beraber her maçlarýnda kavga çýkardý. O forvette oynadýðý için kavga çýktýðý zamanlarda en yakýnýndaki kaleci Dobi Ayhan'a dalardý. Okulda yan yana oturmalarý hiç bir þeyi 7


DERKENAR

deðiþtirmiyordu. Bu bir mahalle maçýydý. Millî dava sayýlýrdý icabýnda. Ne olursa olsun kavga sona erer, maça devam edilirdi. Tabi yenen takým yenilenlere gazozu içerken nazire yapmaktan kendini alýkoyamazdý: -Çeeeeek keriz malý! -Maçtan sonra soðuk soðuk bi de gidiyo ki sorma! -Tabi olum bunlar böyle sütçü beygiri gibi oynadýktan sonra biz daha çok enayi gazozu içeriz. Haydaaa! Bir kavga daha. Bu her hafta böyle tekrarlanýr giderdi. Hiç unutamadýðý ve hiç unutmayacaðý bir rüyasý vardý. Rüyasýnda yine karþý mahalleyle maç yapýyorlardý. Ama ne toz vardý ne toprak; denizin üzerindeydiler. On bir on bir ayrýlmýþlar o maviliklerin üstünde maviden bir pamuðun üzerinde yürüyormuþ gibiydiler. Düþüyorlar, düþürülüyorlar, kendilerini atýyorlar, hiç bir yerlerine bir þey olmuyordu. Güneþin çizdiði akisler içinde güneþin çocuklarý gibi þen þakrak koþuyorlardý. Güneþ hakemliklerini yapýp kendini daðlarýn ardýna saklayýncaya kadar o uçsuz bucaksýz, düz ve pürüzsüz maviliklerin üstünde hem oynamýþlar hem kavgalarýný yapmýþlardý. Hayali rüyasýnda gerçekleþmiþti iþte. Taþsýz, tozsuz, topraksýz, düz bir zeminde keyiflerince gün boyu, býkýp usanýncaya kadar maç yapmýþlardý. Yalnýz yeþilliklerin deðil maviliklerin üzerinde; pembe, cilveli, akislerin oynaþtýðý maviliklerin. O rüyadan sonra daha bir baðlanmýþtý denize. Artýk daha sýk Sarayburnu'na gidiyor, kâh denizde bir sefere çýkýp varýlmayan, bilinmeyen, gidilmemiþ yerlere gitmeyi, ufkun sonuna ulaþmayý; kâh denizin dibindeki efsânevî krallýklarý bulmayý istiyordu. Onlara "ben de denizlere aidim, ben de sizdenim" demeyi ne kadar da isterdi. Ta ki deniz gözlü bir kýza sevdalanýncaya deðin. Bu, güldüðü zaman gözlerinin içi gülen, saçlarý denizin rüzgarlarýyla oynayan deniz kýzý onu kendi denizine çekti. Her güzelliðin bir bedeli olmalýydý. Bu güzelliðin bedeli de hayatla yüzleþmekti. Küçüklükten bu yana hayatý hep bir tarafýyla omuzlamaktaydý lâkin bütün bütün yükü sýrtýna almanýn vakti gelmiþti. Ve o deniz gözlü deniz kýzýyla evlendiler. Omuzlarýnda hayatýn yükü, ilk baþlarda zevkle, sonra meþakkatle, sonra sonra 8

zorla, didine didine yaþamýn bir kenarýndan tutunmaya çalýþýp; gecesini gündüzüne katarak onca emek sarf edip biriktirdiði, ve bu parayla satýn aldýðý dükkanýný þimdi satmaya gidiyordu. Yani yine baþa dönmüþtü. Vapur büfesinin garsonu yanýna yaklaþýp bir þey alýr mýsýnýz diye sordu. "Su" dedi, yutkunurken "bir bardak soðuk su". Garson suyu getirdi. Suyun parasýný uzatýnca jeton için verdiði paranýn üstünü almayý unuttuðunu hatýrladý. Garsonun anlam veremediði bir ifadeyle güldü. Suyu içtikçe diþ etlerinin hissizleþtiðini,içinde bir þeylerin çözüldüðünü duyuyordu. Suyunu bitirdiðinde adamýn birinin yolcularýn ortasýnda durmuþ, elindeki otomatik týraþ makinesini tanýtarak satmaya çalýþtýðýný gördü. Adam, "þu elimde görmüþ olduðunuz tam otomatik týraþ makinesi Amerika'dan ithal olup maðazalarda elli milyona satýldýðý halde bizde sadece beþ milyon lira. Bitti mi? Hayýr! Ayný zamanda týraþ olurken yüzünüzde tüy kalýp kalmadýðýný görebilmeniz için bir ayna. Peki bitti mi? Hayýr! Bunun yanýnda makinemizin kesemeyeceði burun kýllarýnýzý kesebilmeniz için bir makas. Bitti mi? Hayýr! Bunun yanýnda týraþ olduktan sonra kendinizi seyrederek saçýnýzý tarayabilmeniz için bir tarak. Bitti mi? Evet bitti. Daha ne olsun! Ýþte vatandaþ, hizmet burada. Hepsi ama hepsi sadece beþ milyon lira. Babasý yapmaz adama bu kýyaðý." Sesler gelmeye baþladý. "Ver bakalým bana bir tane" "bana da" "ben de alsam mý ki?" "al al, ben geçen aldým, çok kullanýþlý." Bu satýcý tam ayrýlmadan kucaðýndaki çocuðu sýkýca kavramýþ, elindeki þeffaf dosya arasýna sýkýþtýrýlmýþ bir kaðýt parçasýný gösteren bir kadýn yolculara hitaben "abilerim, elimdeki çocuk henüz sekiz aylýk ve hasta. Her ay aþý vurulmasý gerekiyor. Beyim çalýþmýyor abilerim. Abilerim, bir aþýnýn parasý otuz beþ milyon. Söyleyin ben bunu nasýl alayým? Abilerim siz bilirsiniz. Sizlerin de çocuklarýnýz var. Abilerim onlarýn baþýna bir þey gelmesini ister misiniz? Abilerim Allah vermiþ bir kere, çekeceðiz. Beni dilenci sanmayýn abilerim; muhtaçlýðýmdan bu haldeyim. Ablalarým bilir, annelik baþka bir þeye benzemiyor". Kadýn konuþmasýný aðlayan, iç sýzlatan bir sesle bitirirken önünde duran adam biz


DERKENAR

bu safsatalarý çok duyduk edasýyla cin parmaðýný kulaðýna sokmuþ karýþtýrýyordu. Kadýn konuþmasýný bitirdikten sonra yolcularda bir hareketlenme oldu. Kimi çantasýna sarýldý; kimi cüzdanýna. Kimi de cebini yokladý. Kadýn hemen hemen her cümlenin baþýný veya sonunu abilerim sözüyle bitirmesine raðmen ona doðru uzanan, aralarýnda para tutan parmaklarýn sahibi genelde kadýnlardý. Kadýn aldýðý her paranýn ardýndan bütün insanlýðýn, özellikle muhtaçlarýn azalmayan yegane sermayesi olan "Allah razý olsun" sözünü paranýn sahiplerine bir tebessümle beraber hediye ediyordu. Týraþ makinesi satan ve elindeki çocukla yardým toplayan kadýn oradan ayrýldýklarýnda baþka bir satýcý ortaya çýktý. Yalnýz bu adam týraþ makinesi satan gibi deðildi. Oldukça yaþlý, konuþmasýnda sokaklarda piþmenin verdiði bilmiþlik ve piþkinlik yerine gün görmüþ insanlarýn olgunluðu seziliyordu. "hanýmefendiler ve beyefendiler! Þu elimde görmüþ olduðunuz alet Kore'de imal edilip Ýstanbul'da sadece bir yere gelmektedir. Biz de oradan alýp sizlere ulaþtýrmaya çalýþýyoruz. Þunu söylemek isterim ki bu aleti kendim denedim ve memnun kaldým. Zaten böyle olmasa size tavsiye edemezdim. Kullanýþý da çok basit. Parmaklarýnýzý þu aralardan geçirip sýrtýnýzda hareket ettiriyorsunuz. Ve yolcular-

dan birisinin üzerinde nasýl kullanýldýðýný tatbik etmeye baþladý. Yolcu yanýndakine "yahu sahiden bir gevþeme hissediyorum" . Yaþlý adam "iþte bu mucize sadece bir milyon lira. Benim sizin ceplerinizde gözüm yok efendiler. Bunca yýl memurluk yaptýktan sonra emeklilik maaþýyla geçinemediðim için bu iþi mecburen yapýyorum. Ýþe yaramasa size satmam. Saðlýðýnýz için bir milyonun ne deðeri olabilir!" Biraz önce çocuklu kadýn konuþurken kulaðýný karýþtýran adam almak için ilk davrananlardandý. "iþe yarar deðil mi?" "iþe yarar caným, ben kendim denendim". Bu yaþlý adam da çekildikten sonra yolcular yine kendi alemlerine döndüler. Kendisinin hemen yanýndaki yolcular UEFA maçýndan bahsediyorlar: "hep hakem, o hakem olmasaydý biz maçý kesin kazanýrdýk. Görmedin mi, bariz penaltýmýzý vermedi" diyorlardý. Az ilerde belli ki uzun zamandýr birbirlerini görmeyen iki arkadaþ hararetli hararetli hasret gideriyorlar; hiç ölmeyecek eski günlerden bahsediyorlardý. Çaprazýnda üç kadýn bir araya gelmiþ; çocuklarý kendi aralarýnda oynarken onlar da komþularýný, kocalarýný, çocuklarýný, akrabalarýný çekiþtiriyorlardý: -Dün bizim komþunun oðlu içmiþ içmiþ eve gelmiþ. Mahalleyi birbirine kattý. -Sorma þekerim. Bizim komþunun kýzý da bakkalýn oðluyla kýrýþtýrýyor. 9


DERKENAR

-Bak bunu bilmiyordum. Demek öyle ha! -Caným sen de ayakta uyuyorsun. Hiç bir þeyden haberin yok. -Ayol vallahi haklýsýn. Bu kadýnlarýn hemen arkalarýnda bir kýz yanýndaki delikanlýnýn omzuna baþýný dayamýþ, yaralý bir serçe gibi ona sokulmuþ, elindeki kýrmýzý gülü kokluyordu. Delikanlý da kýzýn elini avuçlarýnýn içine almýþ, bu mutluluðu bozmamak için nefes almaktan dahi çekinen bir eda ile mavilikleri seyrediyordu. Onlar ne satýcýlarý duymuþlar, ne çocuklu kadýný görmüþler, ne de etraflarýnda olanlarla ilgilenmiþlerdi. Onlar için dünyada henüz Adem ve Havva'dan baþka kimse ve hiç bir þey yoktu. Vapur iskeleye yaklaþtý. Yolcular birer ikiþer ayaklanmaya baþladýlar. Hepsinin bir acelesi varmýþ gibi hepsi önden gitme; önden inebilme telaþýndaydý. En son o indi. Dýþarý çýktýðýnda yine bir sürü davet, baðrýþma ve gürültü karþýladý onu ve diðer insanlarý. Yanýna on yaþlarýnda bir boyacý çocuk yaklaþýp: -Abi ayakkabýlarýný boyayayým mý? Parlamazsa para yok. Dedi. Çocuða baktý, on yaþýnda boyacýlýk yapan kendi çocukluðuna baktý. Elleri simsiyah boya, gözleri simsiyah hayat. -Sen okuyor musun? Çocuk sebepsiz bir anlýk ruh coþkunluðuyla: -Okuyorum abi! Elbet okuyorum. Hem de okuyacaðým. Pilot olacaðým. Gökyüzünde kuþlar gibi uçacaðým. Kuþlardan daha hýzlý... Daha yükseðe... Sonra ayakkabýsýný boyamak istediði kiþinin yüzüne baktý. Utandý. Tanýmadýðý birine hayallerinden bahsediyordu. Bakýþlarýný yere eðdi. O: -Bak, dedi. Seninle anlaþalým. Ayakkabý-

larýmýn boyanmasýna izin vereceðim. Yalnýz bir þartým var. -Nedir abi? -Þu taþýn üzerine oturup ayakkabýlarýmý sen giyeceksin. Senin ayaðýnda bu ayakkabýlarý ben boyayacaðým. Çocuk "abi" dedi. Peþinden "olmaz" gelecekti ki o çoktan terlikleri almýþ ayakkabýlarý çýkarmýþtý. Çocuk taþýn üzerine oturdu. Bir tekine iki ayaðýný da geçirebileceði ayakkabýlarý ayrý ayrý giydi ve ayaðýný ona uzattý. Kalabalýkta onu on yaþýndaki boyacý bir çocuðun ayaðýndaki ayakkabýlarý boyarken görenler önce þaþkýn bakýþlarýný onlara çeviriyor, sonra bu þaþkýnlýðý ifade eden sözlerle oradan uzaklaþýyorlardý. On yaþýndaki boyacý çocuk bu garip halden gizli bir haz almakla beraber herkesin onlara baktýðýný zannederek utanýyor; baþýný kaldýramýyordu. Boyama iþi bittiðinde terlikleri iade edip ayakkabýlarýný giydi. Boyacý çocuða: -Niçin pilot olmak, gökyüzüne uçmak istiyorsun? Diye sordu. Çocuk baþýný yerden kaldýrmadan: -Çünkü, çünkü gökyüzüne dokunamýyorum. Pilot olunca yükseðe, çook yükseðe uçacaðým. Ona dokunacaðým kadar yükseðe. Çocuða adýný sordu. Boyacý çocuk "Murat" dedi. Hâlâ gözleri yerde olarak. Çocuða hiç beklemediði bir yirmilik verirken: -Murat, ben denizlerin dibine varamadým. Ýnþallah sen göklerin sonuna varýr, gökyüzüne dokunursun, murâdýna ulaþýrsýn. Dedi. Çocuk baþýný yerden kaldýrdý. Parayý aldý. Oradan uçarcasýna ayrýlýrken arkasýna dönüp dönüp baðýrýyordu: -Abi saðol... Saðol abi... O da bugün ilk defadýr gülerek: -Sen de saðol Murat, dedi. Sen de saðol.

www.derkenar.gen.tr Bütün söyleşilerimiz internet sayfamızda! 10


DERKENAR

Sefer Göltekin

GEÇ KALINAN sorumluluðu aðýr yüklerle býrakýverir ortasýna hayatýn pencereden bakýnca görünmeyen sokaklarda yaþamak dumura uðramýþ kelimelerle kadim bir aþký anlatmak zor ve hatta imkansýzdýr, çeker içine doðru bir sýzýnýn sabah mý olmuþtur akþam mý gelmiþtir bir bilinmez zaman içinde kaybolmaya yüz tutar neþe ve heyecan bunca vurdumduymazlýk ve iþte bunca heyelan kendine mi dönmüþtür bütün bu insanlar çözülmez ömür tükenir gider kanýrtýlmýþ gözlerle bakarken ayaklarýmýzýn ucunda bitiveren cýlýz gölgelere geç kalýnmýþtýr evet, gitmek için o uzak ülkelere kimsenin gitmeyeceðini anlarýz oturup aðlarken

11


DERKENAR

Seyfullah Aslan

TAHSÝN YÜCEL ÝLE SÖYLEÞÝ Romanlarý, denemeleri, öyküleri ve eleþtirmenliðiyle tanýdýðýmýz, Türk edebiyatýnýn köþe taþlarýndan Tahsin Yücel ile, yapýtlarý, edebiyatýmýz ve dil üzerine sohbet ettik. Son romaný “Kumru ile Kumru” ile hem romancýlýðý hem de kullandýðý duru dil yine gündeme geldi. Roland Barthes "Yazar, dünyanýn 'niçin'ini kesinlikle bir nasýl yazmalýda eriten kiþidir." diyor. Sizce yazar kimdir? Sorumluluðu nedir? Bu konuda çok þey söylenebilir. Dünyanýn 'niçin'ini nasýl yazmalýya dönüþtürmek... Yazar için o sýrada önemli olan yapýtýdýr; yapýtýný nasýl oluþturacaðýdýr ve tam gerçek dünya deðildir onun sorunu. Bunu söyledikten sonra bir çýðlýktan söz eder, bu çýðlýðý anlatabilmek için uðraþýr. Ama nasýl yazmalýnýn deðiþik yanýtlarý olabilir. Sorun aslýnda tam olarak güzel yazmak da deðildir. Yalan bir þey ortaya çýkarmak da deðil, þiirsellik de deðil. Yani anlatmak istediði þeyi en iyi nasýl anlatmalý? Duyurmak istediði þeyi en iyi nasýl duyurabilir? Bir yerde, nasýl yazarsa bütünlüðe ulaþýr? Tabi yazmak derken sadece cümleler deðil, kurgusu filan hepsi bunun içine girer. Pekala Paul Auster'in dediði gibi azýnlýk meraký mý sizce yazarlýk? Hayýr deðil. Neden deðil? Çünkü en eski toplumlara da gittiðimiz zaman bile bakýyoruz bir edebiyatlarý var, bir takým þiirleri var, destanlarý var ve bunlar daha yazýnýn oluþmadýðý dönemlerden beri süregeliyor. Þimdi bu güzel sanat gereksinimi, edebiyat gereksinimi hepimizde az çok vardýr. Kimileri bunu temel bir sorun durumuna getirir, kimileri belli bir ölçüde, ne bileyim, arada sýrada bir roman okuyarak, bir þiir okuyarak gereksinimini giderir. Bir ara benim Padova Üniversitesi'nde Lorenzo Renzi adýnda bir dostum vardý, inþallah hâlâ vardýr, çoktan haberleþmedik. Onun þöyle bir görüþü var; "Þiir gereksinimini herkes þu ya da bu ölçüde giderir." Az okumuþ kiþilerden söz eder ve onlarýn da þiir gereksinimini þarkýlarla, geleneksel türkülerle -bizde de olduðu gibi- giderdiklerini söyler. Edebiyat da çok sanayileþti, belli bir þeylere uydu, ondan sonra toplumda deðer ölçütleri biraz deðiþti, yani doðrudan, bizim anladýðýmýz anlamda, gerçek edebiyatla ilgilenenlerin sayýsý 12

da azaldý. Bu dönemde, bir çocuðunun -küçükken olur da- lisenin sonlarýna doðru hâlâ þiir yazýyor olmasý babasýný kaygýlandýrýr. Sefalete düþecek diye olmalý... Evet, ama hani edebiyatta her þeye karþýn onun da bir çevresi var, biraz belki uc olabilir ama gene de edebiyat gerekli bir çok bakýmdan. Ýnsanlarýn ruh saðlýðý için gerekli çünkü þimdi günümüzdeki bu medya olayýný düþünürsek, medya insanlarý tek biçimliliðe koþullandýrýyor. Televizyon çok güzel amaçlarla da kullanýlabilir. Ama bunu yöneten kiþilerin baþlýca amaçlarý insanlarý olabildiðince fazla süre televizyonun karþýsýnda tutabilmek. Bunun için de onlarýn zayýf yanlarýndan yakalamaya çalýþýyorlar. Günlük basýn da büyük ölçüde öyle oldu. Yani tek biçimliliðe doðru yöneliþ, iþte efendim görüyoruz hepsini, birinin programý ötekinin ayný. Hatta saatlerini bile ayný saatlere koyuyorlar tuhaf bir biçimde. Toplumun neden hoþlandýðýný çok iyi biliyorlar, dedikodudan, kavgadan… Öyle de olmayabilir, fakat ona koþullandýrýyor yavaþ yavaþ. Nereden yakalayabilirim, iþte zayýf yanýndan. Bir arz talep dengesinden bahsediyorlar, ama arzý da oluþturan onlar, talebi de oluþturan onlar. Evet, ayný kaynaktan yönlendiriliyor. Böyle bir ortamda, en azýndan farklý sesler getirmesi bakýmýndan edebiyatýn önemli bir iþlevi olduðu söylenebilir. Edebiyat deyince tabi buna denemeyi de sokuyoruz. Baþka türleri de sokuyoruz. Tiyatro da ayný þekilde olabilir. Bir de gereksinim dediðiniz gibi. "Sanatçý düzen dýþý kiþidir" diyorsunuz. Sizce sanatýn görevi nedir? Doðaya öykünme mi, doðayý dile getirme mi, deðiþtirme mi? Vallahi bence ikisi de deðil. Yani doðayý olduðu gibi yansýtmak. Dünyayý mý desek doða


DERKENAR

yerine. Dünyayý, insanlarý, deðiþtirmek de aþýrý bir þey olur. Evet, elbette herkesin öyle bir amacý olabilir. Diyelim ki iþte deðiþik yazarlar var. Her biri deðiþtirmek isterse de kendi istediði þekilde deðiþtirmek ister. Yani insaný, doðayý deðiþtirmek o kadar güzel deðil. Ama az önce konuþtuðumuz sorunlarý göz önüne alýrsak, bir yerde deðiþtirmekten de söz edilebilir. Az ya da çok deðiþmesine katkýda bulunmak. Roland Barthes'den alýntýlandýrdýðýnýz; "Edebiyat bize kesin yanýtlar vermez." der. Sorular sorar. Yani böyle midir, böyle mi olmalýdýr? Yani bir takým olaylar yahut görüntüler karþýsýnda bir sorgulama biçimi olarak edebiyatý görür. “Kumru Ýle Kumru” dedik, olmayan birini ortaya çýkarýyoruz. Ama yani bir takým sorular sordurtuyor. Sorular sorar derken belki onu daha keskin bir þekilde sordurmak, kendi çapýnda, evet bu böyle mi olmalý, eþyaya insan böyle tutkulu mu olmalý, yaþamý böyle mi anlamalý? Karýnca kararýnca, iþte her yapýtýn kendi çapýna göre soru sordurma özelliði var. Sanatçýnýn düzen dýþý olmasý da burada mý? Yani normal iç çevresini benimsemeden dýþ çevresine bir þeyler katmak. Yani ille de bir þeyler katacaðým savý olmaz. Benim þöyle bir katkým olsun demek daha iddialý bir þey olur. Ama bu süregelen düzenden hoþnut olmamak, onu olduðu gibi kabul etmemek en azýndan... Baþka görüþ biçimleri, baþka anlayýþlar... Hatta bize dayatýlan güzel ve iyi kavramlarýndan baþka güzel ve iyi olabileceði duygusunu, düþüncelerini yaratmak da edebiyatçý için önemlidir. Bir de ister istemez düzeni kurulu düzeni olduðu gibi kabul etmemek, yani sorgulamak her zaman... Bu tabi yalnýz her zaman edebiyatçýnýn yaptýðý bir þey de deðil yani bir ekonomist de icabýnda sorgulayabilir, filozof hayli hayli. Yani herkesin olabilir de edebiyatýn uðraþý daha çok bu. Çünkü dediðimiz gibi düzenin karþýtý olmasa bile her zaman, az çok onun dýþýnda olan biridir. Paul Auster'i anmýþtýnýz, onun fikrini söylemiþtiniz. O da öyle bir insan. Yani yazdýðý yapýtlara baktýðýmýz zaman hani duygusal, bireyci, öyle þeyler. Ama gene de has bir sanatçý ve o düzenin dýþýnda. Yani ne Clinton'un adamý olabilir ne onunla iþbirliði yapabilir. Bush'la hiç yapamaz. Hatta Amerika'yla bile... 11 Eylül üzerine bir televizyon programýnda,

Fransýzlar'a, kendini Amerikalý hissetmediðini, New York tek baþýna bir ülke olsa çok daha memnun olacaðýný söylemiþtir. “Yazýn Gene Yazýn” adlý yapýtýnýzda bugün Türk yazýnýnýn hatýrý sayýlý bir yere ulaþtýðýný söylüyorsunuz. Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz? Hiç de öyle olmadýðýný söyleyenler de var ayný zamanda. Belli bir düzeyi var diyeceðim. Bir kere bugünkü Türk edebiyatý derken geniþ bir tarihsel kuþaðý, diyelim ki ellilerden bugüne kadar aldýðýmý sanýyorum. Bir kere çok iyi þairlerimiz var. Kimileri bugün yaþamýyor. Bilmiyorum belki o düzeydekiler bugün yok ama gene de Necatigil günümüzün ozanýdýr. Öleli belki 20 yýla yakýn bir süre geçti ama. Fazýl Hüsnü örneðin yaþýyor, ondan daha da yaþlýdýr. Yani bir þiirde belli bir anlayýþ olarak ortaya konulan deðiþik yapýtlar olarak Melih Cevdet'in, Daðlarca'nýn yapýtlarýna göre bayaðý ileri bir þiirimiz var bizim. Bunu daha çok son dönem için soruyoruz. Son dönem durum bayaðý karýþtý gibi görünüyor. Bir canlýlýk var en azýndan son dönem. Bir düzeyi var. Bunu derken ben Fransýz edebiyatýný düþünmüþtüm. Fransýz edebiyatý arkasýnda çok geniþ bir tarihi barýndýran bir edebiyat. 16. yüzyýldan beri, daha eskisi de vardýr ama. Çok önemli yazarlar, þairler çýkarmýþ. Fakat bugün mesela Fransýz romancýlarýna, Fransýz romanýna baktýðým zaman bizimkilerden çok da 13


DERKENAR

üstün bir þey görmüyorum. Þiirde de oralarda bir durgunluk var ve böyle bazý þairler olur çarpýcý falan, ne bileyim, bir Aragon bir Eluard, o türlü yani 20'li 30'lu 40'lý yýllardaki þairler orada da bugün yok. Roman derseniz arada sýrada güzel yapýtlar çýkýyor fakat fevkalade deðil. Bizim edebiyatýmýzda da bugün belli bir düzeyin üstünde olan öykücülerimiz, þairlerimiz romancýlarýmýz var diye düþünüyorum. 1997'de de Milliyet Sanat'a verdiðiniz bir mülakatýnýzda þöyle bir ifadeleriniz var: "Canlanma var ama yeterli deðil". Bunu 1997'de söylüyorsunuz. Bu canlanmanýn bugün için yeterli olduðu görüþündesiniz. Yalnýz canlanma konusu deðil roman alanýnda þimdi büyük bir hareketlenme var. Okurdan da ilgi var. Türkiye'de geçtiðimiz yýl siz de biliyorsunuz 261 roman yayýnlanmýþ. Eskiden yazardýnýz bastýramazdýnýz. Öyle bir ortam da vardýr. Mesela “Ben ve Öteki” diye bir öykü kitabým vardýr. O kitabýn yayýnlanmasý yýllar aldý. Birine veriyorsunuz iki sene bekletiyor geri veriyor, öbürüne veriyorsunuz þu kadar.. Yani benimkini basmadýlar ama baþka da bastýklarý çok kitap yok. Þimdi yirmi yaþýnda bir genç kýz götürüyor öykü kitabýný. Hadi roman olsa anlarým. Öykü kitabýný götürüyor. Altý ay sonra yayýnlanmýþ olarak görüyor. Güzel bir þey. Hani yayýnlanacaksa o yapýtlar, yayýnlanacak deðerdeyse. Yeniler içinde de iyileri var, olmayanlarý var. Ama gene de bu sayýnýn içinde derim ki en azýndan on iyi roman çýktýysa 2004 yýlýnda, bu bile iyi bir þey. Ortalamanýn üzerinde bir dil hassasiyetiniz var. Bu sadece yazarlýðýnýzýn size yüklediði bir sorumluluk mu, evetse, bugünkü yazarlar, genç yazarlar bu sorumluðu neden duymuyor? Benim için dil özel olarak önemli. Biz birincisi edebiyatçý olarak “bütün malzememiz dildir” demek biraz dile hakarettir. Çünkü her þeyi dille kuruyoruz. Dille edebiyat bir kaðýdýn iki yüzü gibi. Ana ayrý, baba ayrý kardeþ gibi. O bile deðil. Yani ayýramazsýnýz onu birbirinden. Dil olmadan bir edebiyat olamaz tabi. Dilden dile de fark vardýr ama dile özen göstermek elbette gerekir. Bir edebiyatçý olarak ayrýca dille de hani özel olarak ilgilendiðim için, 14

iþte meslek yaþamýmda, üniversitede filan, oradan gelen titizliðimin bir baþka yönü de Türkçe'nin geliþmesi ve arýlaþmasý sorunu. Özellikle edim, tansýk, us, izlence... Yani bizim hoþumuza gitti okurken. O kelimeleri okurken o dile ait bir þey okuduðumuzun hissine, ayrýmýna varýyoruz. Türkçe zaten saf bir dil. Örneðin arýdilcilerin, hiçbir yabancý sözcük kalmasýn dilde diye bir amaçlarý var. Böyle bir amaç, böyle bir amacýnýz olsa bile gerçekleþtirilemez. Her dilde yabancý kökenli sözcükler vardýr ama mesela elmanýn yabancý kökten olduðunu çok arý Türkçeci de olsanýz düþünür müsünüz? Düþünmezsiniz. Kasa, yani Ýtalyanlar hâlâ "cassa" diyor. Yani onlardan geldiði muhakkak. Fakat bize bir sýkýntý vermiyor. Bazý yabancý sözcükler asýl, Türkçe'de sýrýtan sözcükler. "Konsensus" diyorlar mesela, biz buna Türkçe'de oydaþma diyoruz. "Konsensus" yani bir kere kitabi, Latince, ölü bir dilin sözcüðü, bir kodunu alýyor. Buna benzer iþte. Türkçe geliþtikçe, arýlaþtýkça batmaya baþlýyor artýk bu yabancý sözcükler, fakat söylediðimiz gibi gerçekten bazý çok genç yazarlar bunun belki daha edebi olacaðýný düþünüyorlar. Günlük dilin dýþýna çýkmak istiyorlar belki. Ama arý Türkçe daha iyi. Ve o koyduklarý hakimiyet demek egemenlik yerine, daha mý güzel. Hayýr, güzeli çirkini olmaz da sözcüðün. “Taþ yerinde aðýrdýr” dedikleri gibi, çirkin kaçar yabancý olduklarý zaman. Bunu iþte bazýlarýna anlatamýyorsunuz. Edebiyat dünyasýnda yadýrgayan yazar var mý, bu þekildeki bir dil politikasýný? Var tabi, örneðin biri “Yalan”ý çok beðendiðini yazmýþ da baþka biri ona katýlmýyor, sözlükle okunan romandan hoþlanmam gerkeçesi ile. Sözlükle okuyorsa o kendi ayýbýdýr. Ýþte onun bu bilince varmasý lazým. Yýllar önce Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ýna karþý bir eleþtiri yazýsý yazmýþtým biliyorsunuz, o yazýyý çok savunan oldu ve altý yedi ay süresince hep onu savunan ardý ardýna yazýlar çýktý, üniversite hocalarý, gazeteciler tarafýndan. Biri de "Proust'u Öztürkçeye çeviren adamdan ne hayýr gelir" diyor. Yani Proust'u Türkçeye öztürkçeyle


DERKENAR

çeviren adam, zaten bunu yapmýþ olmak bile ne boktan adam olduðunu göstermeye yeter demeye getiriyor. Ve öneriyordu; Proust Halit Ziya'nýn Türkçesiyle çevrilmeli. Halit Ziya kendisi de kitabýný yeniden gözden geçirip daha yaþayan bir dile çeviriyor fakat o, 1990 yýlýnda Halit Ziya'nýn diliyle çeviri yapýlmasýný istiyor. Böyle olanlar da var. Bakýn bir ara, çok eski bir tarih de deðil 70'li yýllar filan, gazetelerin dilindeki Türkçe sözcük oraný açýklandý. Diyelim ki Cumhuriyet'in yüzde seksenbeþ ise, Tercüman Gazetesi -o zamanýn tutucu gazetesi-yüzde elli iki filan, yaklaþýk olarak böyleydi. Þimdi bir fark yok. Örneðin Yeniþafak tutucu bir gazete, Yeniþafak'ýn yazarýnýn yazýsýna bakýn onlar da Öztürkçe yazýyor. Büyük çoðunluðu özel olarak kullanmak istemiyorsa ve hani böyle çok bilgili görünmek için eski Türkçe sözcükleri, 30'larýn dilinden, almýyorlar da yabancý sözcükleri alýyorlar. Çünkü yabancý sözcüklere ulaþýyor ona ulaþamýyorlar. Dil zaten kendisi insanlarý oraya getirmiþ. Buna direndiler. Dil devrimine çok karþý olanlar vardý iþte komünist de dediler, her türlü olumsuz niteliði yüklediler. Benim bir de yýllar yýlý Türk Dil Kurumu yani þimdi kapatýlmýþ olan Türk Dil Kurumu'nun yönetim kurulunda çalýþmýþlýðým var. Öyle bir savaþým verdik. Onun da bir kalýntýsý var. Þimdiki Türk Dil Kurumu'nu nasýl görüyorsunuz? Valla, ilgilendirmiyor beni. Yani pek bir þeyi yok. O ayrý bir devlet kurumu oldu. Ve sürdürmediler de o politikayý. Bir de hani ben dil konusunda tutucu da olsam oraya üye olmazdým. Çünkü bir kere yasal bir þey deðil. Yani bu ülkenin kurtarýcýsýnýn vasiyeti çiðnenerek, dolayýsýyla özlük haklarý, kiþisel haklarý çiðnenerek kuruldu. Yazýk ki ondan sonra gelen yönetim de bunu düzeltmek için parmaðýný oynatmadý. Çok yazdýk. Ne var ki kimsenin umurunda deðil. Bunu defalarca söyledik ama... Romanlarýnýza gelecek olursak... “Yalan”da Yusuf Aksu kendine ait olmayan hem de tam olarak doðruluðunu savunamadýðý bir dil teorisiyle ünleniyor. Aksu, bunu bir yalan olarak sürdürmek istemese de kimse teorinin yanlýþlýðýný, Yusuf Aksu'nun yalancý oluðunu kabullenmiyor. Bu noktada hem idolleþtirmeye hem de yalaný meþrulaþtýrmaya duyulan tepki var. Bu romaný yazmanýza hangi koþullar sebep oldu? Toplumun

gidiþatý mý, o zamanki siyasi durum mu? Bugün deðiþik alanlarda, bilim alanlarýnda fazla bir deðeri olmayan kiþilerin çok yüceltildiðini görüyoruz. Ne bileyim bir iki gazetenin öncülüðü, birkaç kiþinin böyle onu yüceltmesi bunun için yetiyor. Ýnsanlar deðersizi mi genellikle yeðliyor diyeceksiniz? Böyle bir þey yok elbette ama bir de hemen kabullenme var, sorgulamadan, iþin nedenini araþtýrmadan. Hani biri "Bu büyük adamdýr." diyor o yetiyor. Yavaþ yavaþ yað lekesi gibi herkesçe paylaþýlýyor. En kabul etmemesi gereken adamlar; diyelim ki dilbilimciler bile Maçka Çarþambalarý’na geliyorlar… Evet. Geliyorlar, “hakkýmda bir yazý yazar mýsýn?” deyince “kitap bile yazarým” diyebiliyor. Bu dönemimizde de belki eski dönemde de baþka toplumlarda da muhakkak olan bir eðilim gibi gelir bana. “Yalan”da da Kuþlarýn Oðlu Yunus bir yitik dili arýyor. Siz de gerçekten böyle bir dilin varlýðýný düþlüyor musunuz? Bende bir yitik dili bulma deðil de çocukluðumun diline özlem var. Ben 12 yaþýma kadar Elbistan'da yaþadým. 12 yaþýmda Ýstanbul'a geldim. Bir baþka dil deðil fakat birtakým sözcük seçimleri bizim kullandýðýmýz bazý sözcükler burada argo olarak algýlanýyor. Mesela biz parasýza beleþ derdik. Ben parasýz yatýlý olarak geldim Galatasaray lisesine. 10 kadar parasýz yatýlý var ve onlar benden sonra geldi. Onlara kitaplarý defterleri verdiler, bana defter vermediler. Üzerinde GS yazan o defterlerden kendi paramla almýþtým bir iki tane. Öbürlerine altýþar defter vermiþler, e bana niye verilmedi? Cesaretimi topladým ve müdür muavinlerinin odasýna gittim, dedim ki "Öteki parasýz yatýlý arkadaþlara beleþ defter vermiþsiniz bana vermediniz." Arif Bey, "Biz bu 1400'e beleþ defter vermedik mi?!" diye sordu diðer hocaya. "Bilmem beleþ defter verdik mi, vermedik mi?!" Bir beleþtir gidiyor; anladým ki pot kýrdýk bedava diyeceðime beleþ diyerek. Yalnýz bu deðil, söyleyiþ þekli filan... Ýnsan böyle onu arýyor. Hâlâ da iþte böyle aðzýmdan çýkar arada. Orada da þimdi böyle konuþmuyorlardýr. Tekbiçimliliðe gidiyor ya her þey; dil de öyle. Ýstanbul gibi deðilse de o benim kýrkbeþlerdeki gibi dil de yok oralarda. Çoktandýr gitmedim 15


DERKENAR

ilk okula gitmediðim zamanlardan da biliyorum roman okurdu mesela. Annem de dinler tepki gösterirdi. Edebiyatçý olmama mani olmadý. Ben zaten çok özgürdüm.12 yaþýmda buraya geldim ve kendi kararlarýmý kendim verirdim. Sonra iþte anneme demiþler memlekette "Tahsin'in" demiþler "Yazýlarý çýkýyor, kitabý çýkýyor, edebiyatçý oldu." "Ne yapayým ben" demiþ annem; "þair olmadýktan sonra!" Þiire daha çok önem veriyordu annem. Tabii abimden dolayý þiir daha önemli. Bir de okumasý yazmasý olmayan biri olarak þiir daha önemli. Böyle tek gördüðü sakýnca þair olmamamdý.

ama bu da bir tür yitik dil. Söyleyiþ biçimi, belli sözcükler böyle kalýplaþmýþ espriler çok güzel olduðundan deðil ama sizin ilk duyduðunuz ilk söylediðiniz þeyler. Öyle bir durum vardýr. Onun tadýný aðzýmda beynimde hep duyarým. Son romanýnýz “Kumru ile Kumru”ya gelirsek; eþyalaþma ekseninde düþündüðümüzde sahip olduklarýmýz sonunda bize mi sahip olu-yor? Bir yerde öyle. Bize sahip oluyor, bize egemen oluyor. Yavaþ yavaþ onlara göre kendimizi ayarlýyoruz. Ve çoðaltabildiðimiz kadar da çoðaltýyoruz. Deðiþtirebildiðimiz kadar deðiþtiriyoruz. Yani biraz önce çocukluk döneminden filan bahsettik örneðin böyle bir þey düþünülemezdi o zaman. Olanaklar da yoktu belki. Bu kadar çok eþya; yararsýz olduðu da söylenemez. Eþyalaþmanýn tüketimle de büyük bir baðý var. Bir arkadaþým "Para harcadýkça mutlu oluyorum" derdi. Bir þeyler almak, her zaman dolap masa iskemle olmasa bile, insanlarda var fakat günümüzde bu sürekli reklamlarýn, gazeteyi açýyorsunuz, TV'yi açýyorsunuz, devamlý bombardýmanýn sonucu. Eþya eþya. Ýnsanlarla karþýlaþýyorsunuz "Þunu aldým, bunu aldým". Bizim zavallý “Kumru”da tutku þeklinde ama tüketimin alt seviyesi. Yani pek öyle eþya zamparasý deðil. Çocukluk dönemi dediniz de; sizin yazarlýk hikayeniz nasýl? Büyüklerinizi endiþelendirdi mi böyle bir olay? Hayýr. Benim bir abim vardý çok genç yaþta yirmi iki yaþýnda öldü, o þiir yazardý. Hatta dergilerde filan da çýkardý. Bize romanlar okurdu küçükken, ben çok küçüktüm o zaman daha 16

“Yazýn Gene Yazýn” adlý yapýtýnýzda "Elimde olsa ilk öykü kitabýmý yürürlükten kaldýrýrým" diyorsunuz. Çok zor mu oldu o kitabýn yayýmlatýlmasý? Zor olmadý. Hatta hoþ bir hikayesi vardýr onun. Rahmetli Þükran Yurdakul ile lise yýllarýndan tanýþýrýz. Bir gün Ýstiklal'de yürüyoruz, Sait Faik ile karþýlaþtýk, Þükran tanýyor tabi onu. Bir yerde oturduk. Sait Faik, "Ben sizin öykülerinizi biliyorum" dedi tanýþtýrýldýðýmýzda. "Sen" dedi "Bu öykülerini kitap olarak yayýmlayacak mýsýn? Yayýmlamak istemiyor musun?" "Daha o kadar olmadý" dedim. "Hem zaten henüz kitap yayýmlayacak duruma gelmedim" dedim. "Ne demek" dedi "böyle alçakgönüllülük filan, çok da olmamak lazým. Yaþar Nabi'ye götür sen - Varlýk'ta da iki ya da üç öyküm çýkmýþtý o zamana kadar - yayýmlar senin kitabý. Ben de söyleyebilirim istersen. Sen bunu düþün" dedi. "Çok teþekkür ederim" dedim. Bunu bir iltifat olarak gördüm. Sonra iþte liseyi bitirdim. Memlekete gittik. Oradan Yaþar Nabi'ye mektup yazdým; "Sait Faik ile karþýlaþmamýzda öykülerimin kitap olarak yayýmlanabilir olduðunu söylemiþti ben de ondan cesaret alarak kitabýmý basar mýsýnýz diye önermek istiyorum. Hem de benim için bir baþka açýdan da önemli; þimdi liseyi bitirdim, çalýþarak da okumak durumundayým. Buradan alacaðým telif hakký da bana bir manevi destek olacak" gibi bir þey yazdým. Hemen yanýt geldi "Kitabýnýzý '54 Nisan ayýnda yayýmlarýz. Ayrýca çalýþarak okuyacaðýnýzý söylüyorsunuz. Eðer þimdiden bir iþ bulmadýysanýz görüþelim" diye bir cevap geldi. Hemen görüþtük. Altý yýl falan ben Varlýk’ta çalýþtým. Yarým gün, öðleden sonralarý oraya giderdim. Kitap da dediði tarihte basýldý. Yalnýz


DERKENAR

o arada daha kitap basýlmadan önce, sýk sýk gelirdi Sait Faik Varlýk'a. Öykülerini getirirdi. Hatta okurdu da Yaþar Bey'e. Ayný odadaydýk yaþar beyle. Ben de dinlerdim. Ben çalýþmaya baþladýktan sonraki ilk geliþinde Yaþar Bey, "Tahsin Beyi tanýyorsunuz" dedi. Þöyle bir baktý Sait Faik, "Tanýmýyorum" dedi. "Öyle mi, ben tanýyorsunuz sanýyordum" dedi. "Tanýmýyorum" dedi "memnun oldum." Yalancý durumuna düþtük durup dururken. Sonra gitti Sait Faik. Yaþar bey "Sen onu hiç önemseme. Olabilir, onun kafasý her zaman yerinde deðildir. Belki de sarhoþtu." dedi. Sait Faik'in o tavsiyesi bu iþi bulmama yaradý. Öbür yandan demeseydi, kitabým belki iki yýl sonra yayýmlasam daha iyi bir kitap olacaktý. “Yalan”da Yusuf Aksu'nun Yunus Aksu'nun hatýrasýna, “Kumru ile Kumru”da Kumru'nun eþyalara ve ilk romanýnýz “Mutfak Çýkmazý”nda Divitoðlu'nun yemek yapma tutkusu söz konusu. Bütün kahramanlarýnýzýn tutkulu olmasýný neye baðlamalýyýz? Tabi buna sizin dil tutkunuzu da eklersek, ilginç bir denklem çýkýyor ortaya. Tutku özellikle birçok romana konu oluyor da örneðin klasik konu aþk. Buradaki de bir anlamda yan aþk. Yalan'da biraz daha farklý. Orada daha çok dosta olan baðlýlýk, bir dostun anýsýna olan baðlýlýk ve özdeþleþmeye çalýþýyor hep. Ama arkadaþýnýn yukardalýðýný her zaman biliyor. Bir de bilerek ya da bilmeden çevresindekiler onu bu bilmedikleri Yunus'la özdeþleþtiriyorlar. Yani bir anlamda o Yunus'un silik bir gölgesi. Ama bilmeden Yunus'un ayrýmýna varmadan öyle biri olduðunu bilmeden… Onda da evet belli bir baðlýlýk, tutkusal bir baðlýlýk var. Eleþtirmen kimliðinizle de tanýnýyorsunuz. Türkiyede eleþtiri kurumunun zayýflýðýndan yakýnýlýyor sürekli. Bir eleþtirmen olarak olaya nasýl bakýyorsunuz? Eleþtirmenin sorumluluðu nedir?

öne çýkmayan dergileri filan görseler belki de bunu söylemezlerdi. Yani az eleþtirmen var. Ve insanlar eleþtirmenliði bir meslek olarak yapmýyorlar. Amatör olarak, arada sýrada… Mesela siz “Kumru ile Kumru”yu okudunuz. "Güzel bir kitap þunun için bir yazý yazayým" diyorsunuz. Ve bizde ortada görünen eleþtirmenler de bu iþi uðraþ olarak benimsemiþ deðiller. Böyle bir eksiklik var. Ben eleþtirmenim diye ortaya çýkanlar gene az. Balzac gibi kapanýp yazan bir yazar mýsýnýz? Nasýl bir ortamda daha rahat yazýyorsunuz? Þu duvarýn arkasýnda küçük bir odam var. Masada çalýþmayý severim ama Balzac gibi deðil çünkü Balzac gerçekten kapanýp sabahlara kadar yazan biri. Yazdýklarýnýn toplamý doksana yakýn, birkaç uzun öykü vardýr gerisi romandýr. Genç baþlamýþ ama en hýzlý çalýþmasý da belli bir dönemden sonra. Þöyle 15-20 yýl süresinde ancak bu kadar yazmýþtýr. Deðil daktilo tükenmez kalemi bile yoktu. O tüy kalemlerle o kadar eser vücuda getirebilmek korkunç bir þey. “Yazýn Gene Yazýn”da bir Ýngiliz yazarýn þölenle yazarlýðýný býraktýðýný yazmýþsýnýz. Umarým sizin böyle bir düþünceniz yoktur. Bundan sonra neler hazýrlýyorsunuz? Yine bir roman mý, yoksa öyküler mi? Öyle bir þey düþünmüyorum da seksene falan gelmek lazým. Hani yazarlýktan emeklilik diye bir þey yok. Ancak kendiniz isterseniz emekli oluyorsunuz. Ama belli projeleri de oluyor insanýn. Þu projelerim var, bu projelerim var demek de bu yaþtan sonra biraz iddialý oluyor. Kýsmet olursa sanýrým roman… Merakla bekliyoruz. Bize zaman ayýrdýðýnýz için teþekkür ederim.

Türkiye'de eleþtirmen yok derken bir yerde bunu nitelik açýsýndan söylüyorlar. Yani iyi eleþtirmen yok demeye getiriyorlar. Eleþtirinin çok deðiþik kuramlarý var. Deðiþik anlayýþlara göre eleþtiri yapýlabilir. Ama bu hep nitelik bölümüne giren þeyler. Bir de Türkiyede bugün eleþtirmen yok derken nicelik açýsýndan eleþtirmenin azlýðýndan yakýnýyor insanlar. Belki bu sizin derginiz gibi baþka pek o kadar 17


DERKENAR

Atanur Memiş

ÞÝÝR MEKTUP mektubuma baþlamadan önce üç kýrlangýç saydým birinin kanatlarý küçüktü daðlarý görmemiþti ayaklarý yeri hiç bulmamýþtý birinin kýrýlgan gagasý topraða deðmemiþti birinin gözleri var ediyordu çabayý hemen yumuverdim avuçlarýmý sürmesi “öl” demiþti bu mektubu sana ellerimi yýkamadan yazýyorum daðlardan sel baskýnlarýyla ovaya sürüklenmiþ alüvyonlu topraktan yaratýlmýþým her yaným mineral, opal.. su boylarýndaki sazlarý dillendiren sihirli rüzgârlardan üflenmiþ ruhum suyun iþlediði, ýþýðýn öðrettiði daðlardan yuvarlanmýþ bir çift opal... kýzgýn bir çift opal gözlerin volkanik zamanlardan ta! bolkanlý çeþminden Ferhat'ýn akan þirin ovaya.. mektubuma baþlamadan önce derin bir iç geçirdim saat 12.30 Muþlar'ý -- yarým tam kaç yan* kaðýtlarý üzerime çekmiþim ellerime inen ilk kanla gönderiyorum bu mektubu sana bir güvercin geceleri saran sarmaþýklar gibi bana yaz *Behçet Necatigil

18


DERKENAR

Mesut Varlık

!YANGIN! Aþk içer bazan sesini duydunuz mu siz yokken fýsýldadý kulaklarýna nedir bunca susmak daha daha yavaþ yanmasýný umarak odunun izlemek bahçeyi bir baþýna ölüm en çok susar fýsýltýyý içmek ister yutkunur !yangýn! âþýk olmak ister ölüm de susku taþýyor ses i duydunuz mu

19


DERKENAR

Mustafa Uysal

MEMUROLOG Þimdi doktor bey, size doktor diyebilir miyim?, zor bir hayat sürüyorum. En son çare olarak size geldim. Aslýnda en son çare olmamalýydýnýz ama ben yine de öyle yaptým. Daha önce bir çok yerlere gittim. Olmadý. Þeyden baþlayalým, ee, ta gençliðimden. Çocukluðumdan baþlarsam biraz karýþýk olacak çünkü, çocukluðumda iþ hayatýna dair pek bir þey tasarladýðýmý sanmýyorum. Biliyor musunuz, nereden bileceksiniz þimdi anlatacaðým, sakin bir iþ hayatýmýn yanýnda sakin bir hayat sürmek hayaliyle geçti gençliðim. Sakin bir hayattan ne kastediyorum, öyle ya? Kimseye bulaþmayacaðým, kimsenin yaptýðýný eleþtirmeyeceðim ve kimsenin de bana karýþmasýna izin vermeyeceðim. Ýnanabiliyor musunuz, bunun için memurluðu seçtim. Basit bir memurluk, tarým müdürlüðünde basit bir büro görevi. Önce, bir vilayete çýktý tayinim. Biraz uðraþýnca þöyle orta halli bir ilçeye naklim zor olmadý. Bakýn burasý kýrýlma noktasýdýr, buraya dikkat etmenizi istiyorum. Nasýl geldim ben ilçeye? Ýyi, tamam ilçeye gelince oh, pek rahat ettim. Etli yok, sütlü yok karýþayým. Nasýl mý geldim? Ýlçe baþkanýyla babam tanýþýyordu, öyle geldim. Ben henüz tanýþmýyordum. Teþekkür etmek için gittim, tanýþtýk. Keþke gitmeseydim. Belki beni unutup gideceklerdi. Ben hangi partiliyim bilin bakalým? Bundan kolay ne var doktor bey? Benim gibi rahatýna düþkün ve baþkasýyla iþi olmayan bir adam hangi partiden olur, hiçbir partiden deðilim. Vallahi deðilim, bakýn memurum diye böyle söylüyorum sanýyorsanýz yanýlýyorsunuz. Ýktidar kimden yanaysa o partiyle iyi geçineceksin, ben bunu bilir bunu söylerim. Bu durumun karakterim üzerinde yýpratýcý etkilerine dair nutuklar atmaya kalkan karýmý dinliyormuþ gibi yapmaktan býktým. Kadýn, psikiyatrist kesildi baþýma. Siz üzerinize alýnmayýn ama her gün de çekilmiyor ki. Ruhumun beni týrmýklamayý kesmesinin üzerinden yýllar geçti. Ne zannediyor bilmem ki? Ha o parti ha bu parti, ne fark eder? Tanýþtýk dedim ya, tanýþmakla kalmadýk ilçe baþkanýyla. Adam sýcak, cana yakýn biri. Hemen kaynaþýverdik. Gelip gidiyorum ben tabi. O da bir kere mi iki kere mi 20

ne bizim daireye geldi. Tarýmla ne iþi olur ki bu adamýn? Oturduk çay içtik, havadan, sudan, topraktan, vatandan, milletten, cumhuriyetten, hükümetten, bakanlardan, baþbakandan, bürokrasiden konuþtuk sonra tekrar, havadan sudan bitirdik. Rahatýmýza düþkünüz, etliye sütlüye karýþmayýz, dediysek dümbük de deðiliz hani, bizim de bunlara dair fikirlerimiz var. Ya, bir bir saydýk döktük memleket ahvalini. Gerçi ben, hep yuvarlak laflar ettim ama, ne kadar yuvarlayabilirsiniz ki bizim memleketin hallerini? O kadar olur iþte. Yumurta gibi. Öyle, yuvarlak laflar yumurta gibi ortada kaldý. Dokunsan kýrýlýr halde anlayacaðýnýz. Biz aðzýmýzla tutulduk hoca! Pardon efendim, kendimi bir an lise yýllarýnda zannettim. Bu devirde iki insan anlaþmak istiyorsa yuvarlak laflarla konuþmalýdýr bana kalýrsa. Ancak, aðzýmdan birkaç þey kaçýrdýðýmý biliyorum. Ýlçe baþkanýnýn hoþuna gidecek ve beni kendilerinden zannetmesine yetecek þeyler iþte. Ne bileyim ben, öyle þeyler yani. Yani, caným, sizin nineniz de baþörtülü deðil miydi? Bunun gibi, deðerler, dedikleri þeylerden iþte. O günden sonra bizim ilçe baþkaný bir vesile ile il baþkanýna methetmiþ beni. Duyan da daireyi ben çekip çeviriyorum sanacak. Yahu, doktor bey beni, vilayete tarým müdürü olarak atadýlar! Düþünebiliyor musunuz, müdür olarak atadýlar beni! Af edersiniz, baðýrmamalýyým. Önce, kabul etmek istemediðimi söyledim. O iþ oldu bile, dediler. Hayýrlý olsuna koþtu partililer. Tanýmam etmem, nereden bir çok dostum oldu benim? Gittik tabi. Vardýk vilayete. Ah, doktor bey, rahat huzur kalmadý bende. Boyunduruk altýna girdik. Baþtan düþünemedim böyle olacaðýný. Üç sendika ayaðýma kadar geldi, hepsini reddettim. Benim, devletle ne iþim olur dedim. Öyle ya, maaþýmý veriyor, iyi kötü, orasýný bilmem, ben her koþulda rahat edebilirim. Sendikayla falan uðraþamam, dedim. Solcular geldiler gittiler, ülkücü olduðumu ilan ettiler; ülkücüler geldiler gittiler, solcu oldum; falancýlar geldiler gittiler, ýlýmlý oldum; filancýlar geldiler gittiler, radikal oldum. Ne lan bu? Af edersiniz efendim. Ancak böyle rahatlayabiliyorum. Sövmeyi öðretmedi babam bana. Þeyini


DERKENAR

keserim bir daha duyarsam, dedi. Sonra sonra da aðzýmýza yakýþmadý. Dünya kupasýnda Brezilya ile oynarken Rivaldo'ya sövdüm de herkes güldü; “Lan sen sövme daha iyi” dediler. Bir utandým. Sormayýn, yerin dibine girdim. Halbuki, onlar çok rahat. Þimdi de ayný, ne desem boþ, sendikacýlar gelip gitmeye devam ediyorlar. Bir gün ilçe baþkaný aradý. Ayýp oluyor ama, dedi, insan nereye nasýl geldiðini bilmeli deðil mi? Daha bir çok þey söyledi. Hýk mýk, dedim. Onlarýn tarafýnda olan bir sendikaya üye oldum. Partiler, iktidar olacaklar kardeþim, sendikayla ne iþleri var? Yarýn iktidar olunca sendikan seni nasýl sýkýþtýracak? Yahu, bu sendika iþi yaþ iþ. Siz de mutlaka bir sendikaya üye olmuþsunuzdur. Bana ne caným. Hay eþek arýsý soksun dilimi! Benim üye olduðum sendikanýn yakýn olduðu parti iktidarda diyelim, e, kim kimden neyin hakkýný isteyecek? Yahu böyle oyun mu olur? Neyse, ben anlamam, dedim, üye olup savdým baþýmdan. Biter mi? Bitmez. Arkadaþlar arasýnda, balýða gidince bile konuþtuklarýmý il baþkanýndan dinlemeye baþladým. Sanki herifin yanýnda konuþmuþuz da herif aynen ezberlemiþ söylediklerimi. Baþým yerde kalýyor haliyle. Bir baþka zaman da ne oldu biliyor musunuz, tavla oynarken bizim dairenin þefini yendim. Ardýndan da, “yürü bu iþi okulunda oku, hükümet gibi çok konuþup az iþ yapýyorsun” dedim. Yahu, bu lafta kasýt var mý þimdi? Memleketim insaný hep söyler bunu. Ertesi günü il baþkaný çaðýrdý. Benim gibi bir müdürü, devletin koca memurunu ayaðýna çaðýrdý. Gülmeyin doktor bey! Vallahi acayip alýngan oldum, hiç þaka kaldýracak halim yok bu günlerde. Siz de haklýsýnýz, seni oraya kim getirdi, öyle ya? Devletin bir onuru var, doktor bey! Koca bir memur ayaða çaðrýlýr mý? Gitmedim. Gülme yahu, zaten kendime güvenim falan kalmamýþ, bir de siz! A, lütfen! Gerçekten gitmedim. Hayýr, mazeret falan da ileri sürmedim. Düpedüz gitmedim yahu. Bir nevi rest çektim. Karýma söyledim, o gün el üstünde tuttu beni. Övdü övdü, göklere çýkardý. Aynada kendime bir baktým þöyle, eh, müdür dediðin de böyle olmalý caným. Ne o öyle? Biz, siyasilerin oyuncaðý mýyýz? Meðer bunun baþka yollarý da varmýþ, sonradan öðreniyoruz tabi. Haftasýna yemeðe çaðýrdý sevdiðim bir esnaf. Kentin güzel

bir lokantasýnda hem de. Öðle yemeði. Gerine gerine gittim, ne bileyim ben, geðire geðire çýkacaðýmý sanýyordum. Burnumdan geldi yemek. Ya, adamýn burnunu sürterler böyle. Öyle demeyin doktor bey, biz o iliþkilere güvenerek, il baþkanýnýn ricasýyla az buçuk kanunsuz birkaç iþ çevirmiþtik. Belki kanunsuz deðil ama, baþ aðrýtýr iþte. Ýl baþkaný da yemekteymiþ. Ýþ öyle deðilmiþ meðer baþ aðrýtýrmýþ. Müdür bey, bu iþlerde sýkýlýk þart, dedi, üstü kapalý tehdit etti yani. Mideme bir kramp girdi ki, dana rosto mu yedim dana mý oldum böðürdüm, bilemedim. Kuzu incik yerken, gözlerim yaþardý, fazla sýcakmýþ, dedim. Ýl baþkaný býyýðýnýn altýnda güldü, güldü vallahi, gördüm. O an, anam yanýmda olsa vallahi sarýlýr aðlardým. Baktým olmayacak, bastým küfürü. Güya çok sevdiðim hükümete laf ettiðimi gören varsa, duyan varsa erkek gibi çýksýndý karþýma. Yok efendim, bunlar çekemeyenlerin iþi, aman efendim ne haddime, altý üstü bir devlet memuruyum, gibi bir sürü laf ettim. Adamlar keyiften dört köþe oldular. Biri hakikaten köþe oldu; gülerken sandalyeden düþtü köþeye yýðýlýp kaldý. Kalp spazmý geçirmiþ, ne bileyim nasýl oluyor, ertesi günü doktora gidince öðrenmiþ. Gizli kalp krizi geçirmiþsin, gibi bir þey söylemiþ. Bu doktorlar da anasýnýn gözü ha, gizli kalp kriziymiþ, ne dolaplar döndürecek bakalým adamla. Aman, doktorum sen baþkasýn! Sakýn alýnma ne olur, ne dediðimi biliyor muyum þu saatten sonra. Yerel seçime gidilirken, beni büyük þehre sürdüler. Ya, sürdüler de kötü mü oldu, bakýn sizinle tanýþma fýrsatým oldu böylece. Yine düz bir memur olduk. Sormayýn, il baþkanýyla pek iyi geçinemedik. Ondan sonra çook yemek yedik anlayacaðýnýz. Doktor bey, siz nasýl geçiniyorsunuz bu büyük þehirde kuzum, ben kiramý bile yetiþtirmekte zorlanýyorum. Sahi, benim gibiler çoktur deðil mi? Yok caným size hakaret ediyor deðilim, sadece durumumu arz ediyorum. Buradaki il baþkanýyla tanýþmak için çok uðraþtým ama ne mümkün? Diðer iller gibi deðil ki, çok büyük burasý. Kum gibi memur kaynýyor. Köye haber saldým, tanýdýk bütün particileri tarayacaklar benim için. Emekli olmama mý, ohoo çok var doktor çok! Önce ruhumu emekli ettiler benim.

21


DERKENAR

Mehmet Şah Erincik

ÞÝDDET Þimdi orada öfke duruyor alýp parçalamak geliyor içimden Bir þeyleri oldum olasý parçalamak dümdüz etmek yüzümü Mesela bir yoldaki tüm binalarý mesela bir köprüyü bir denizi Aþk acýsý deðil demek istediðim, çoðul sancýsý yýllarýn Bir adam deðirmi suratýnda eðlendiriyor çocuklarý Çarþaflarý kirleniyor bir valinin çýplak pozlar sürüyor o manken Alýp parçalamak gazeteleri, duvara çarpmak bir arabayý Bir kadýný ana avrat düz gitmek bir vahada baðýrarak Muþ'ta yüzüm nasýlsa Mardin'de dümdüzdür sonsuzdur Ýncecik evlerinde incecik kadýnlarýn gezdiði Karanlýðýn yýldýzlarla kendini süslediði Bir çamaþýrýn hýþýrtýsý güzel ve narin Hayýr böyle deðil düpedüz bir öfke duruyor düpedüz bir nefret Aþk acýsý deðil demek istediðim acýsýndan öte Baldýzým beni seviyor, annem, ablam, dostlarým Onun annesi de seviyor herkes bir þey buluyor yüzümde Gülüþümün çaðrýþýmlarýnda buluyorlar öyle diyorlar Belki Ýstanbul'da yaþadýðýmdandýr haylazlýðým kadýným Bir at gibi debeleniyor içimde bir þey gibi debeleniyor Çiçek satýyor roman kýzlarý, on daneden dokuz eksik Yollarý kirletiyor çaðdaþ kan besleyicileri saðrýlarým Alýp parçalamak arabalarý danslarý gece alemlerini Bir hayatý ana avrat düz gitmek bir çaðda baðýrarak

22



DERKENAR

Ahmet Kırtekin

SALKIMSÖÐÜT'ÜN GÖLGESÝNDEN BÝR DEMET ÖYKÜ Hayatýn sahnelerinde, kendi hocasýný anlatýr; fakülteye kaldýrým taþlarýnýn arasýndan baþladýðýnda koridorun nasýl akan yaðmur damlalarý gibi kasvetli bir yer olduðundan, süzülüp mazgallarla yeni bir yolakademik hayatýn görünen cilalý culuða baþlýyoruz. Dünyaya ve ve arkasýnda sezilen iðreti yöninsanlara deðip geçerken lerinden bahsettikten sonra defhepimiz yaralar ve sýzýlarla giyiteri kalemi iplemeyip sözü öne süren niyoruz git gide; kimisinin zehir ve "küllerinden soyunan kor" olan gibi akýtýlmasý gerekiyor, kimihocasýndan (Ýbrahim Celâl!!!) sinin bengisu gibi muhafaza bahseder. Hoca görünen âlemi edilmesi gerekiyor. Ne var ki ne bir tarafa býrakýr ve gönül'e hitap zehrin akýtýlmasý kolay ne de eder. Daha sonra Hoca'nýn acýnýn damýtýlmasý. Ýnsan ister etrafýndaki zincire dâhil olan istemez aracýlara ve dostlara Hoca kendi beslendiði kaygerek duyuyor. Dost olarak naklara deðinir: tarih'ten eylemi, deðilse bile bir aracý olarak edeedebiyat'tan kelamý / sözü, biyat'ýn bu amaçlarýn ikisine birmüzik'ten þifayý, felsefe'den yitiden hizmet ettiðini ifade etmek rilmiþi aramayý öðrenir ve din'de Saklý Yara yanlýþ olmayacaktýr. gönül ve eylemin birleþtirilmeKöksal Alver Saklý Yara, taþradan Ýstansine dikkat kesilir. Ýstanbul'a Hece Yayýnlarý bul'a gönderilmiþ bir sevda mekduyulan büyük özlem bu kaytubu, selam ve dua yüklü. On iki kapýsýnýn naklarla bir medeniyet tasavvuru olarak satýr birinden girip Beyazýt Meydaný'ndan Erzurum'a, aralarýnda arzý endam eder: bu masada iþte þu kentte oradan bir taþra 'kentinin' ilçesine, Hezarfen arayýþýmýz o pusulanýn eseri deðil mi?(13) Ahmet'in kanatlarýna, martýlarýn simit parçalarýný Ýstanbul özlemi ve sevdasý öykülerin ekserihavada kapýþlarýna, dolunayýn Çamlýca sýrtlarýnsine damgasýný vurmuþtur. Ýstanbul, Yüzündür dan doðuþuna, fakültelerin soðuk ikliminden çay Cihaný Münevver Eden, Gri, Þu Sazýma Düzen Ver, Her ocaklarýnýn sýcaklýk ve samimiyetine sýðýnmak, Dolunay Bu Bahçede Ýstanbul'un deðiþik ölçülerde salkýmsöðüt'ün gölgesinden yanýk türkülere kanatyer aldýðý diðer öyküler. lanmak ve sonunda Ýstanbul'u tavaf ettiðini Üniversite yaþamý da bir diðer önemli konusu görmek mümkün. öykülerin. Saklý Yara Ýnce Sýzý maskelerden yorulOn iki öykü yüz on bir sayfaya sýðmýþ. Yalýn ve muþ ve gerçeði, gönlünden geçenleri haykýrmak kýsa cümleler, okuyucuyu yormayan akýcý bir dil. isteyen, insan olarak bir þeyler paylaþmak isteyen Öyküler sade bir yapýda kurgulanmýþ. Gerilimden bir öðretim görevlisinin öyküsü. Tünel Düþleri de uzak, düðümsüz ve hal tercümesi ile mektup taþra 'kenti'nde merkezden ilçeye haftanýn iki arasýnda bir tada sahip kýsa metinler. Çoðu ben günü ders vermeye giden bir öðretim görevlisinin kipinde yazýlmýþ. Hâkim unsur Ýstanbul. öyküsü. O da öðrencilerine "sevgili arkadaþlar, güzel Koridor ve Kapý tam anlamýyla ismiyle müseminsanlar" diye baþlayan bir konuþma yapmayý ma bir öykü. Okuyucunun kýlavuzu ve yolunu düþünüyor/düþlüyor. Birincisi, gerçeðin kendisini aydýnlatan bir fener, dönüp dolaþýp varýlacak ikiz kuleler gibi çökertmesinden korkuyor ve istikameti iþaret eden bir pusula. Belki de okuyubaþarýsýz oluyor. Ýkincisinin ise sadece düþlerine cuya gönderilmiþ bir mektup. Öykülerin nereden vakýfýz, ama onun da bunu yapmasý pek mümkün geldiðini nereye gittiðini anlatan bir hal tercümedeðil. Hâlbuki Koridor ve Kapý hoca ile öðrenci si: salkýmsöðüt adýyla bilinen bir kýr kahvesinde, bir arasýnda kurulmuþ insani iliþkileri ve güzel paytaþra kentinde Ýstanbul'u anýmsatan bir mekânda laþýmlarý anlatýyor. Bir tarafta kurulabilen bir iliþki bir hoca ile öðrencileri buluþup 'öyküler' diðer tarafta þiddetine raðmen gerçekleþemeyen anlatýr/paylaþýr/yaþarlar. Hoca kendi hikayesini, arzular. Ýlk iki öyküde ortak ilginç bir nokta: hoca 24


DERKENAR

insanlarla iletiþim kurmak, ahbaplýk etmek istemesine raðmen yanýndan geçen insanlarý görmezden geliyor, selamlarý almamaya çalýþýyor, yanýndaki koltuða kimsenin oturmasýný istemiyor ve yanýndakiyle konuþmamak için bazen uyuyor numarasý yapýyor. Diðer taraftan rüyasýný gerçekleþtiren hoca ise 'kent'in keþmekeþinden uzaklaþmak ve huzurlu bir ortamda ehli dil ve ehli gönül olanlarla bir arada bulunmak için yola düþüyor. Bir yanda yanlarýndakilere sýrt çevirip uzaktaki tanýmadýklarýyla hem hal olan insanlar diðer tarafta güzel insanlarýn muhabbeti için yola düþen insanlar: Türk aydýnýn trajedisinin kýsa anlatýmý. Öykülerin kahramanlarý gerçek kiþiler, týpký öykülerde anlatýlan düþler gibi. Ýdeolojik veya politik göndermelerle yüklü olmamasýna karþýn satýr aralarýnda çaðrýþýmlar ve iþaretler bulmak mümkün. Bu da okuyucunun bizzat kendisine düþen bir meþgale. Ama Camekân'a deðinmemek de olmaz: iki çocukluk arkadaþý hapishanede karþýlaþýrlar. Faklý siyasi gruplarýn safýnda yer alan ikili bir gece bir fýrsatýný bulup sohbet eder. Dýþarýda buluþmak üzere sözleþirler. Önce anlatýcý çýkar, sonra arkadaþý. Beraberce çocukluklarýnda özel bir yeri olan Uðrak adlý lokantaya gidip týka basa yemek yerler. Sýcak bir anlatýmý, çocuksu bir sýcaklýðý olan bu öyküde asýl ilginç olan farklý kamplara savrulmuþ insanlarýn bu konulara hiç girmeden kol kola geçmiþin güzelliklerini hatýrlayýp geleceðe yelken açmalarý. Öykünün sonunda da ideolojiye hiç deðinilmediði için okuyucu bir ölçüde þaþýrýyor; böylece temelde ortak olan insani öðeye güçlü bir vurgu yapýlmýþ oluyor. Bir öykü kitabýný eleþtirmek/deðerlendirmek pek kolay deðildir, içindeki her öykü ayrý bir yazý konusudur çünkü. Yapýlabilecek genel olarak öykülerin içeriðinden, dilinden, kurgu bütünlüðünden bahsetmektir. Buraya kadar da bunu yaptýðýmýzý zannediyorum. Sadece Tutanak adlý öykünün tüm tespitlerden azade olduðunu ifade etmeliyim. Çünkü dar bir vakitte yapýlan inceleme bu öyküye hakkaniyetli bir yaklaþýmý mümkün kýlmamaktadýr. Diðer öykülerin özelliklerini göz önüne alacak olursak: sade bir dili olan, kurgusu fazlaca zorlanmamýþ gayet yalýn bir halde olan, bir yanda Ýstanbul özlemi bir yanda 'kent' keþmekeþi dolu satýrlar ve ince naðmelerle örülmüþ satýr aralarý. Birkaç tane basým hatasý ve Kimi iþi biter bitmez ayrýlýr buradan, kiminin iþi geceye kalýr (54) gibi bir iki cümlede görülen aksaklýk dýþýnda bir sorunu yok.

Ama kapak tasarýmý konusunda ayný þeyi söylemek mümkün deðil. Bu kadar payitaht kokan bir kitabýn kapaðýnda mutlaka bir Ýstanbul niþaný olmalýydý ve belki bir de taþra 'kenti' fotoðrafý. Bunlar kitabýn içeriðine halel getirmiyor elbette, ama daha iyisi olabilecekken varolan halden memnun olmak da kanaatkarlýk deðildir. Yazýmýzýn konusunun dýþýnda býraktýðýmýz Tutanak'ta Hasan Aycýn'ýn bir çizgisinden bahsediliyor. Keþke bu çizgi de bir þekilde kitabýn sayfalarý arasýna dâhil edilseydi. Bu okuyucularýn dikkatini çekecektir ve çizgi bir þekilde aranýlýp bulunacaktýr. Ama kitapta yer alacak bir çizgi daha çok kiþiye ulaþacak ve sýcaðý sýcaðýna bir deðerlendirmeye tâbi tutulacaktýr. Edebiyat da belli ölçü ve þekillerde kaynak gösteriminde bulunabilir pekâlâ; bu konuda Alev Alatlý'nýn Dünya Nöbeti (Gogol'un Ýzinde-II. Kitap) adlý kitabý örnek gösterilebilir. Bir de kent kelimesi var. Ne kadar geçti üzerinden hatýrlamýyorum ama, bir ara kent mi þehir mi tartýþmasý vardý. Öykülerde tercih kent'ten yana kullanýlmýþ. Dile yerleþmiþliði açýsýndan bir sorun bulunmamakta. Diðer yandan kapitalist dönüþüm sürecinde de yavan kaçan bir ifade deðil. Ne var ki Ýstanbul'a bir türlü yakýþtýramadýðým bir ifade. Edebiyat dünyasýnýn kalbi Türkiye'de Ýstanbul'dur. Bu, merkez-taþra baðlamýnda ortaya atýlmýþ bir iddia deðildir. En azýndan ekonomik olarak bu böyledir. Zira Ýstanbul'da çýkan genç dergiler bile -Derkenar da bunlardan biridirçeþitli zorluklara raðmen bir süre sonra ayaklarý üzerinde durabilmekte ve saðlam bir çizgi oluþturabilmektedir. Diðer büyük þehirlerde de Ýstanbul'a benzer imkanlar -kýsýtlý olsa da- bulunmaktadýr. Ama bir taþra kentinde edebiyat solumak apayrý bir meziyet ve yetenekle beraber dopdolu bir gönül gerektirir. Öykü kitabýndan önce iki ciddi edisyon çalýþmasý, bir çok öykü, deneme ve inceleme yayýnlamýþ bir insanda bu gönül elbette mevcuttur. Ýnþallah bu gönül insanýnýn yeni ve daha güzel çalýþmalarýný görürüz, ve umalým ki o zamana kadar Ýstanbul dýþýnda basýlan kitaplar da Ýstanbul'da ve diðer þehirlerde kolayca bulunur hale gelsin. Aralýkta çýkan kitap þubatta ancak elimize vardý çünkü. Hece Yayýnlarý’ndan çýkan diðer kitaplarýn da durumu farklý deðil ne yazýk ki. Sonuç olarak; yüreðinize, kaleminize saðlýk Hocam. 25


DERKENAR

Bahadır Cüneyt

E-SERENAT 1. bir gelinciktir geliþin kýrmýzý ve daðseven alnýmda kýpýrdar, saçlarýmýn arasýndan geçip baharýn taçyapraklarýna sýðarsýn zor ve yalçýn yürürsün, bencaðzým dað olurum. oluveriþin kuma çizdiðim yüz bin kere çýrpýlan kanat gölgesi soðuk terleyen. pirinç tarlasýndaki su kadar dingin ve çalýþkan. kelebeklerin açtýðý parantez kurduðu kozanýn yenileniþi. eki: gülüþünle maðdur bütün bulutlar.

2. adýný duydum kitabýmdan sesleniþini 3. ve firavun atýna biner son hecende, mahmuzlar çölü 4. rüzgara emredilen þey notalara ara verdiren (burasý ilk hece, vurgu vurulur) yýlanýn da dilinde dolanýr ya böyle bir s (es)

26


DERKENAR

Niyazi Karabulut

YERSÝZ KORKU Bir hudut çizdi çevreme zaman Hayattan çok þey öðrendik, Ölümden de… Gel/ince bir yoldan yürüyelim Maviye… Ölmeden önce. Uyandýralým denizi Kaybolmanýn telaþýndadýr Geceye saldýðým ýtýr kokusu Þimdi bütün eski ölümler Bir dosyada arþivlenmiþtir. Ve þiir korkusu…

27


DERKENAR

Sefer Göltekin

AHMET ULUÇAY ÝLE SOHBETÝMÝZ Ahmet Uluçay, son yýllarda en çok konuþulan isimlerden biri. Hatta onun adý henüz bir uzun metraj filmi yokken de çok konuþuluyordu. Bunlarý sinema ile biraz ilgilenen herkes biliyor. Onunla söyleþi yapacaksak, sadece röportaj için gelenlerden farklý olarak, hep yaptýðýmýz gibi sohbet ortamýnda olsun ne olacaksa diye düþündük. Çünkü röportaj için gelenler sadece sinemasý ile ilgilendiler. Biz onun edebiyatla da ilgili olduðunu bildiðimizden konuyu bu merkezde tutmaya çalýþtýk. Sinemayla ne yapmak istemiyorsun abi? Sinemayla "bayaðý sinema" yapmak istemiyorum. Her þeyin bayaðýsý olur; bayaðý insan, bayaðý kalem, bayaðý çanta, bayaðý boya, bayaðý resim… Alçalmak istemiyorum hiçbir zaman. Hiçbir zaman insan avlamak amacýyla sinema yapmak istemiyorum. Kitleleri avlamak istemiyorum, bayaðýlaþarak.

Peki bu güne kadar Türk Sinemasý bunu baþaramadý mý? Ya da çok mu azýnlýkta kalýyor? Azýnlýkta kalýyor maalesef. Türk Sinemasýnýn namusunu yeni yeni Türk Sinemasý yönetmenleri kurtardý.

Kimdir onlar? Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Yeþim Ustaoðlu, Derviþ Zaim bir de ben varým.

Yani umutlu bakabiliriz geleceðe? Kesinlikle!

Yeni Türk sinemasýnda dýþarýnýn bir yansýmasý söz konusu mu yoksa kendi yataðýný buldu mu? Hayýr, filizlerini verdi.

Biraz "Sinema ve Edebiyat" konusuna deðinmek istiyorum. Sizinle sanýrým hiç konuþulmadý? Benimle iþlenmedi. Ama dergilerde filan böyle bir dosya halinde yer aldý.

Bunu þunun için sordum. Ben sizi yakýndan tanýyorum ve edebiyat, bir edebiyat iþçisini ne 28

kadar ilgilendirirse sizi de ayný oranda ilgilendiriyor. Bunu nasýl deðerlendirmemiz gerekiyor. Yani edebiyatla sinemayý ne zaman iç içe geçirdiniz? Belki tabanýnda edebiyat yatýyor, “Karpuz Kabuðundan Gemiler Yapmak”ýn. Ben ifade güçlüðü çekiyorum yalnýz yazarken. O olayý sanki bir sinemada gösteriyormuþ gibi, perdede gösteriyormuþ gibi onu kelimelerle kurmaya çalýþýnca beni yoruyor biraz. Aslýnda ifade güçlüðünden çok malzeme farklýlýðý mý diyeyim, yöntem farklýlýðý mý diyeyim yoksa, edebiyat sinema farklýlýðý caným. Doðalarý farklý her ikisinin de.

Siz kamerayla þiir mi yazýyorsunuz, resim mi yapýyorsunuz? Kýsa filmler için þiir yazýyor dendi. Bu son filmle ilgili resim yapýyor dendi. Resim belki ama þiir yazmak yerine þiir tadý veriyor diyebiliriz. Ben þiiri çok seviyorum çünkü.

Önceden þiir de yazýyormuþsunuz! Evet yazýyordum. Ýdris (oðlu) zaten öyle derdi; "En üstün sanat þiirdir baba!" Ýlk sanat belki de þiir. Ýnsanoðlunun kendini dünyada bulduktan sonra iþte maðaralarýn duvarlarýna resim yapmýþ sonra þiir söylemiþ. Bence, olabilir… Ýnsan doðasýna çok yatkýn bir þey, güzel söylemek. Ýnsanlar da kendi aralarýnda sosyaliteyi saðlamak için birbirlerine güzel konuþmuþlardýr mutlaka. Bu þiir olabilir, bundan þiir doðmuþ da olabilir…

Ahmet Uluçay ne okur, ne kadar okur?


DERKENAR

Karpuz Kabuðundan Gemiler Yapmak’tan bir sahne

Ben roman ve þiir okurum. Öyküler çabucak bitiverdiði için, hele o rüyadan uyanývermek bana þey oluyor; öðle uykusuna yatmýþ gibi… Böyle, bir yerden çok güzel bir manzara seyrediyorum ama birden ayaðým kayýveriyor…

Ama film için de sürekli bir öykü arayýþý içindesiniz? E, n'apayým?

Senaryoyla romanýn ne gibi bir baðý var sizde? Hemen teknik.

hemen

ayný.

Senaryo

daha

Ama senaryo iskelet gibi kalýyor romanýn yanýnda. Ya þimdi gözümün önüne üçyüz milyon bilmem kaç kemikli bir iskelet geldi!

Yani þöyle, romanýn özleþtirilmiþ hali. Ya da dokusundan ayrýlmýþ hali. Onu görüntüyle veriyorsunuz senaryoda. Senaryoyu dümdüz okumak ayrý bir zevk veriyor, o da okunabilir, yani nasýl bir fark var arada ben hala çözebilmiþ deðilim? Ben de hala çözebilmiþ deðilim. Hemen hemen ayný, öz olarak, tat olarak, þiir olarak, aksiyon olarak ayný…

Senaryolarý nasýl yazýyorsunuz o zaman? Senaryolarý ben ilk ameliyatýmdan önce, benim güzel bir sesim vardý. Bir arka fon, müzik tuttururdum, devamlý mýrýldanarak senaryolarý öyle çýkarýyordum. Ve o kulaðýmda devam eden müzikle birlikte kahramanlarým yanýmda yürürlerdi. Ben nereye gidersem onlar da gelirlerdi. Hatta belki de çay bile içerlerdi bu masamda. Sürekli onlarla yaþardým. Müzik yardýmcý olurdu. Bunu kaybettim ilk ameliyatýmdan sonra. Bu üst solunum yollarýnda bir yanma olmuþ. Müzik yeteneðini, mýrýldanmamý kaybedince, biraz aðýrlaþtý. Bir de öfkelenince ve yanýþ halinde olduðum zaman daha hýzlý çalýþmaya baþlýyor kafam! Bir ilk resim oluyor. Ben bir resmin peþine düþüp koca bir senaryoyu yazabiliyorum. Önce bana bir handikapmýþ gibi geliyordu. Fakat bir çok ünlü yönetmenin ayný þeyi yaptýklarýný okudum. Öyleyse dedim ben niye yapmamayým. Doðal bir þekilde bende böyle oluþuyor. Çekirden böyle düþmüþ ve böyle filiz veriyorsa ben de kendi haline býraktým. Bir ara senaryolarýnýzýn kitaplaþacaðý haberini aldýk. Bu ne aþamada þu an? "Karpuz Kabuðundan Gemiler Yapmak" ve "Küller ve Kemikler" ÝFR tarafýndan kitaplaþtýrýlacak.

Filmlerin senaryolarýnýn kitap olarak yayýn29


DERKENAR

lim… Sinemaya dönelim o zaman. Kamerayý kendiniz kullanmayý istiyor musunuz bazý sahnelerde? Þundan dolayý istiyorum; kendime hükmetmek daha kolay.

Güvenmemekten dolayý deðil kameramanlara? Deðil.

Mutlaka sizin gözünüz daha baþka görür?

lanmaya deðer bulunmasý, filmin iyi bir film olduðunun kanýtý olabilir mi? Son zamanlarda örneklerini gördük. Senaryolarý kitaplaþtýrýlan filmler hakikaten de iyi dediðimiz filmlerdi. Hayýr ama böyle bir þey de var sanki.

Bir de sizin edebiyat dergilerini çok sevdiðinizi biliyorum. Bunun sebebi nedir? Niye sevmeyeyim.

Þuraya getirmek için sordum aslýnda. Edebiyat dergilerinin okuyucu sayýsýnýn, yüz binin üzerinde bir nüfusu olan Tavþanlý'da yüzü geçmediðini sanýyorum. Yani sýnýrlý bir alan. Siz de bunu fark etmiþ olmalýsýnýz ki çok önceleri bir edebiyat dergisi çýkarmayý düþünmüþsünüz. Hatta bir sayý yayýnlanmýþ galiba? O meseleyi hiç açmayalým. O bir yara. 78 de. Aklýma geldiðinde kötü oluyorum. Bir arkadaþtan 5 lira herhalde para almýþtým. O arkadaþý da þimdi göremiyorum buralarda.

Adý neydi? Türkümüz… Tüylerim diken diken oluyor, hatýrlamak istemiyorum. Ýsterseniz bu meseleyi kapatalým. Yani beceremedik diye30

Evet. Bir de yoruyor beni. Yani "biraz saða, biraz sola…" bunlar yoruyor. Bir de kameramanla kiþilik çatýþmasý baþlýyor, benim alanýma giriyor diye kameraman, yönetmenle çatýþmaya giriyor. Bu da beni çok yoruyor. Bu film maksimum yirmi hadi yirmi beþ günde bitecekken, otuz yedi günde bitti. Sette çok hýzlý düþünüyorum. Benim düþündüðüm zaman kamera grubu ayak uyduramadýðýnda çok þey kaybolabiliyor. On dakika önce çok güzel bir þey geliyor

Senaryo dýþýnda mý? Hayýr teknik senaryo dýþýnda. Öykünün dýþýnda deðil. O anda insanýn kafasý çok daha hýzlý çalýþmaya baþlýyor. Orda þöyle oluyor; "Len getir, anaa çok güzel len burasý, buradan bakalým, getir kamerayý! Þu açý…" O orda baþka bir þeyle uðraþýyordur sana ayak uyduramaz, vakit uzar, sen saçlarýný yolarsýn burada… Sette deðiþtirilen senaryo deðildir. Teknik. Hani beceriksiz eski Türk sinemasý gibi sette senaryo yazmak gibi bir þey yok! Ben kalemimi defterimi evde unutup geliyorum.

Siz sinemayý sadece Türkiye için deðil dünya için yapýyorsunuz deðil mi? Evet. Tabii ki.. Sinema ekonomik olarak çok büyük giderler gerektirdiði için, daha çok kiþiye ulaþmasý gerekliliði var yaný sýra, hayýr ben yetmiþ milyon için sinema yapmýyorum kesinlikle. Fakat yetmiþ milyonun diliyle yapýyorum. Onlarýn diliyle konuþuyorum. Onlarýn diliyle konuþmaktan sadece Türkçe'yi kast etmiyorum. Bir çok yerde


DERKENAR

evrensel bir dili var diye “Karpuz Kabuðu”nun tanýmlamalarý benim çok hoþuma gitti. Demek ki ben dünya insanýyým.

Bir þiirinizle ara verelim isterseniz. Parmaðýyla ilkokul çantama týk týk diye vurur Cevizdendir, Ýnegöl iþidir kýymetini iyi bil derdi babam Küçük bir asker bavulu gibiydi ilkokul çantam Küçük bir askerdim ben de Siyah önlüðümün içinde bembeyaz bir yürek Dökülürdüm yollara hava soðuktu okulum uzak Bir avucumda közde piþmiþ sýcacýk bir patates Hem beslenmeliyim hem üþümesin diye elim Deðiþtirirdim ara sýra çantamla patatesi Dikkat ederek çantama Cevizdendir, Ýnegöl iþidir kýymetini iyi bil derdi babam Babamýn bilmediði bir þey vardý Her sabah çantamýn içine bir gün doðar Ortasýndan ekvator geçer Ve masmavi gökyüzünde çantamýn Güneyden kuzeye göçmen kuþlar uçardý Gülün bakalým býyýk altýndan þimdi siz Söylesem inanmayacaksýnýz Siz uyurken çantamýn içinde Atatürk Samsun'a çýkardý Ve bilirdi yedi kere sekizin kýrk iki olduðunu Bilmeseydi eðer Bandýrma Vapuru Sinop Burnu'na çarpardý Ben bir türlü bilemedim aram hiç iyi olmadý hesap kitapla Nohut ve fasulyeden bir abaküsüm vardý Hesabýný hâlâ verebilmiþ deðilim hayata Ýyi þiir okurdum ama iyi resim yapardým Eyvah dediler bu çocuk adam olmaz Yazýk oldu çantaya Cevizdendi Ýnegöl iþiydi…

Eyvallah. Sinemaya dönelim Gölgelerle ne alýp veremediðiniz var?

tekrar.

Gölgelerin benle ne alýp veremediði var? Çocukken benim tek oyuncaðým gölgelerdi.

Sinemayla gölgenin bir alakasý var mý? Titan felsefesi ile bu daha güzel açýklanabilir.

Bir de þey var. Eskiden beri Türk sinemasý toplumun (dini) deðerleriyle dalga geçer bir hava veriyordu. Hâlâ da devam ediyor sanýrým. Bu sizde böyle deðil. Kendini entelektüel görebilmesi için, entelijansiyanýn diyelim, Tanrýnýn varlýðýný inkar eder gibi bir þeyleri var; hastalýklarý.

Eðer bunu kendine ya da baþka birine kanýtlayamýyorsa entelektüel deðil. Bir þeçkinler sýnýfý gibi. Oradan kovulmak gibi. Onun için Tanrýyý inkar, bir. Ermenilere, Kürtlere Türklerin iþkence yaptýðý gibi kendi ulusunun iþkence yaptýðý gibi bir suçluluk duygusuna ihtiyacý var. Garip bir þey ama bizim entelektüelimizin böyle bir hastalýðý var. Ýlla ki bir suçu yüklenmek ve Allah'ý inkar etmek… Benim ulusum kesinlikle soykýrým yapmadý, kesinlikle. O kadar kolay kanýtlanabilecek bir þey ki nedense defteri açýlmýyor. Bu mesele "sýkýysa açýn" gibi bir þey. Yok abi benim ulusum böyle bir suç iþlemedi.

Yani Türk sinemasýnýn yaptýðý þey önce deðerleri görmeyip sonra oraya gelmek mi? 31


DERKENAR

Ýlla ki oraya iliþecek. Ýlla ki bizim deðerlerimize iliþecek. Entelektüelimizin iþi bu. Sadece sinemayla deðil. Edebiyatla baþka bir þeyle…

Peki sizin senaryonuzda bir imam karakteri olsa nasýl olurdu? Son örnek Vizonteledeki kekeme imamdý sanýrým. Çarpýcý bir örnek olduðu için. Ýnsan olurdu. Ýnançlarý olan bir insan olurdu. Ýdealize edilmiþ olmazdý. Ya da çok bayaðýlaþtýrýlmýþ da olmazdý. Kekeme de olmazdý. Ya, namuslu olmak baþka bir þey, bir etiði olmasý insanýn baþka bir þey.

Bir þey var sanki, bizden olmayanlarla bizi anlatmak? Ama olan þey o kadar gözünüzün önünde ki, normal akýyor hayat, böyle durgun bir nehir gibi ama sizin ona bir þiirsel bakýþýnýz vardýr, orasý hoþunuza gidiyordur, ne kadar güzel diyorsunuzdur

Ya da hoþunuza gitmiyordur. Evet. Bu sinemaya girer. Edebiyata da girer.

Bir de son günlerde (Geçtiðimiz günlerde "Siyaset Meydaný" programýnda da tartýþýldý) sanat filmi, sanat olmayan film gibi tartýþmalar var. Siz nasýl bakýyorsunuz buna? Bu çayla kola gibi hemen ayrýmlanacak þeyler deðil.

Daha önce sorduðum bir soruydu. Açarak sorayým. Filmlerinizi sadece görsel öðelerle deðil belli bir okuma alt yapýsýyla da saðlamlaþtýrdýðýnýz görülüyor. Neleri ve kimleri okudunuz? Ýngiliz, Fransýz edebiyatlarýný, Rus edebiyatýný.

Türk edebiyatýný? Tabi. En sevdiðim romancý Peyami Safa. Kemal Tahir.

Bu teknik bilgi nereden geliyor? Zaman zaman ben kendimi de þaþýrtýyo32

rum. Nerden geliyor bilmiyorum. Herhalde bir þeyi çok isteyince bir insan, roman okurken bile onlarý hep bir çerçeveden görüyorum. Sinema çerçevesinin içinde görüyorum. Yaþamý da böyle.

Filmini yapmak istediðiniz bir roman oldu mu mesela? Hayýr. Çünkü öykü de benim olmalý gibi bir þey var. Ne denir ona?

Bir romanýn sinemaya çevrilmesi çok fazla anlamlý deðil desek doðru olur mu? Roman yerinde çok güzel. Bir de seyirci romaný önce okuduysa onun kafasýndaki o güzelim dünyayý bozuyorsun. Bu yazana da bir saygýsýzlýk. Çok satan yazarlar belki romanlarýnýn sinemaya aktarýlmasýný istemiþler. Bir zamanlar TRT'nin biten yabancý dizileri hemen kitaplaþýr ve binlerce satardý. Hayýr o güzelim dünya yerinde durmalý. Seyirci romaný önceden okuduysa o dünyayý asla bulamayacak, çünkü dil baþka. Ve bence dil daha üstün. Dil ile anlatýlan. E bir sinemacý bunu nasýl der? O zaman ben neden roman yazmýyorum? Hayýr görüntünün gücü fazla. Ama roman okurken görüntü de sunuyor.

Roman okurken içinizdeki yönetmen mi okuyor romaný yoksa keyif almak isteyen adam mý? Ben çay içerken bile, sigara içerken bile içimdeki yönetmen içiyor. Bundan kopamýyorum. Kopmak da istemiyorum. Bu daha güzel.

Bu bir oyun olmuyor mu o zaman? Hayýr hayýr bu benim arzu ettiðim bir þey deðil. Bu böyle.

Her þey malzeme o zaman? Doðal mý bu? Evet evet tam bu. Doðal çünkü ben onlara dokunmuyorum.

Küller ve Kemikler'e gelelim. Bu roman mý, senaryo mu, hikaye mi, türü nedir? Okuduðum için soruyorum. Zaten yayýnlanacak kitap olarak. En azýndan bilgimiz olsun? Biz onu kýsa film için düþünmüþtük.


DERKENAR

Yönetmen iþini görürken kapý açýlýyor ve kahraman içeriye giriyor diye bir kýsa film yapacaktýk. Sonra Ýlker (Berke) þey dedi buna, biraz alaycý, güzleme olur dedi. Fakat kararý ben verecektim Ýlker'i dinlemedim, elime kalemi alýp kaðýdýn sol üst baþýna götürdüm ve akýþýna býrakýverdim elimi.

Bu senaryolarý romanlaþtýrmak iyi olmaz mýydý? Doðasýný bozmak istemiyorum filmin.

Türkiye'de bir eleþtirisizlik ortamý var. Özellikle edebiyat dahil her alanda. Mesela Ahmet Hakan bile sinema eleþtirisi yapabiliyor. Herkes yapabilir mi? Sinemada eleþtiri bol. Edebiyattaki eleþtirisizlik eskiden beri var. Benim edebiyata ilk bulaþtýðým zamandan beri var. Hatta genç yazarlar þairler çýðlýk çýðlýða "ya bi okuyun bi biþey yazýn" derler. Yani önem verilmek istiyor çocuklar. Mesela Karadenizli bir spor yazarý, yok yok, bir kulübün idarecisi þöyle diyor, "Karpuz Kabuðu okyanusa açýldý, vira bismillah…" Ýdris dedi hatta "bu adamlarýn ne alakalarý var" diye.

Karpuz Kabuðundan önce yazdýðýnýz iki senaryo vardý Kuzey Masalý ve Bozkýrda Deniz Kabuðu. Bunlar ne zaman film olacak? Valla ben Bozkýrda Deniz Kabuðunu on yýldýr koltuðumun altýnda taþýdým Ýstanbul’da. Kapý kapý dolaþtým “þuna bir bakýn” diye. TRT çekecekti vazgeçti bilmem ne. Rezil etti beni TRT.

Ne oldu TRT'de? TRT'de ne oldu. Git dediler bunun çekim senaryosunu yaz. Gittim yazdým. “Þunu yap” dediler yaptým, “bunu yap dediler” yaptým, en sonunda dediler ki “bu senaryoyu baþkasý çeksin, sen onun yanýnda asistanlýk yap” dediler. “Ben Schphilberg'in yanýnda bile asistanlýk yapmam, ne diyorsunuz” dedim. Ama þu anda düþünülüyor bunlar. Çekilecek.

Karpuz Kabuðundan Gemiler Yapmak’tan bir sahne

Biri diðerinin önüne geçebilir. Benim dýþýmdaki þartlar yüzünden. Ben önce “Bozkýrda Deniz Kabuðu”nu çekelim diyorum bizim patron “Kuzey Masalý” diyor. Ama Bozkýrda Deniz Kabuðu aðýrlýk kazanmaya baþladý ne olur bilmiyorum. Beni hayli yoracak. Koca lokomotif arkasýnda üç dört tane vagon. Ýleri git stop… geri gel stop… olmadý stop…

Hikayesinden bir bölüm alabilme imkaný var mý? Bu en zor soru. Köy merkez. Çevre daðlarýn ufuk çizgisi sýnýr. Bu kadarcýk bir dünya. Bu daðlarýn arkasýnda ne var. O daðlarýn arkasýný bilmeyen bir köy çocuðu için daðlarýn ardý… Deniz diye bir þey duymuþ ama bilmiyor. Böyle bir çocuk, çoban çocuðu. Bir gün ona, cim derler ya cim, bizim buralarda böyle derler de baþka yerlerde ne derler bilmiyorum, o cim çimdikliyor içini ondan sonra sorular baþlýyor çocuðun kafasýnda. Çözmeye çalýþýyor ufkun ötesindeki dünyayý.

Çocuklar hep olacak mý filmlerde? Kendi çocukluðunuz mu anlattýðýnýz? Hayýr. Çocuk masumiyet demek. Çocuklarýn, kedilerin ve delilerin olmadýðý bir film düþünemiyorum.

Her zaman sohbet ediyorduk, bu da onlardan farklý olmadý sanýrým. Teþekkür ediyorum.

Bunlarýn dýþýnda var mý?

33


DERKENAR

Hüseyin Akın

ÝÞTE BU! Genç adam, parmaklarýný briyantinli saçlarýnda gezdirerek bir türlü yolunu bulup da vermeye cesaret edemediði kaðýt tomarýný editör olduðunu söyleyen adama nasýl olduysa þimdi verivermiþti. Ne zamandýr birleþtirerek oturduðu dizlerini birbirinden ayýrdý. Editörün bakýþ ve tavýrlarýný izlemeye koyuldu. Sigara izmaritini küllüðe bir böceði öldürürcesine bastýrarak aðzýndaki son dumaný da tükürür gibi dýþarý býraktý. Enseye doðru sarkmýþ uzun saçlarý, kirli sakallarý ve kül rengi gömleði uyum içerisindeydi. Bir ilk sözle uzayýp giden sessizliði bozmasý gerekiyordu. Kaðýt tomarlarý içinden önceden birini gözüne kestirdiðini hissettirerek çýkardý. Þiir heveslisi genç adamla ilk kez göz göze gelerek "Ýþte bu!" dedi "diðerlerini yýrt at." Genç adamýn gözlerinde aniden bir þeyler yanýp söndü. Uzun yýllar yazdýklarýný hiçbir yere vermemekte direnmiþ, yazdýklarýnýn birikmesi karþýsýnda, "artýk ne olacaksa olsun" diyerek onlarý bir dergiye vermeyi kafaya koymuþtu. Ýþte þimdi bu kritik aný yaþýyordu. Duyduklarý karþýsýnda hoþnutsuz olsa da editörün ayýrýp 'iþte bu!' dediði þiir kendisi için bir kapý açabilirdi. Zaten her þairden geriye yüzlerce þiir içinden bir-iki þiir kalmaz mýydý? Böyle düþünerek teskin olmayý denedi genç. Bilgisayarda özenle yazdýðý her halinden belli olan þiiri bir de alýcý gözüyle okumaya çalýþtý: "göðsü daralan atlarýn þaþý þahidiyim ben yoktu vestiyerde unutacak kasketim" Otuz altý dizelik þiiri kendine özgü içe çekilmeler ve âniden yüzeye çýkmalarla, sesine zoraki orjinallik katmaya çalýþan birinin edasýyla okumaya çalýþtý genç. Editörün daha demin 'iþte bu!' dediði þiirden sadece üç mýsra kalmýþtý geriye. Diðer mýsralarýn üzerini 'bunlar þiir deðil, þiir elbisesi giymiþ sahte duygulardýr" diyerek hemen çizivermiþti editör. Yeni bir þey keþfetmeye hazýrlanan bir kaþifin zaptedemediði coþkuyla, biraz da alaysý bir tonla: -Ýsim neydi dostum, bakalým isminde þair34

lik izleri var mý? -Muzaffer Kafadar Soyismi birkaç kez tekrarlayýp durdu editör. Belli ki bir çaðrýþým yakalayamamýþtý isimde. Bunu hissettirmek istemedi. Bu kez sadece laf olsun diye, konuþmak için konuþtu: -Bitiþik yazýlan kafadarlardan mýsýn? Sakýn ha, ayrý yazýlan kafadarlardan olma! Sadece "hý"demekle yetindi Muzaffer. Bu "hý" sesi sohbetin bundan sonrasýný sýkýcý hale getirecek bir sessizliðin habercisiydi ayný zamanda. Oturanlarýn sigara dumanýndan yüzlerinin zor seçildiði karþý masada içinde "Ýsmet Özel", "Ýbrahim Tenekeci", "Cafer Keklikçi" ve "Yeniþehirli Avni" gibi isimlerin bolca geçtiði hararetli sohbete kulak misafiri oldular bir süre. Muzaffer’in masanýn üzerinde daha yeni açtýðý LM sigarasýnda tek dal kalmýþtý. Teklifsiz yaktý son sigarayý. Dumaný aðzýnýn içerisinde bir süre gezdirdikten sonra üfleyip helezonik þekiller ve kavisler çýkarýyordu. Editör biraz önce yan dönüp iliþerek laflaþtýðý baþörtülü kýzla sohbeti bitirmemiþti hâlâ. Yeþil Kilim Dergisi’nin son sayýsýndaki þiirini okuyordu. Editör sesini gereksizce yükseltiyor ve ara sýra yan masalara kaçamak bakýþlar fýrlatýyordu. "çenesi düþük bir hafýzým ben pembe elbisesi olmayan söyleyin ne çýkar bir hiçten baþka kaþý kalkýk adamlar ülkesinde hercai gülüþler, bir de iskemleler" Muzaffer hiçbir orjinallik göremediði mýsralarý dinledikçe sigarasýndan peþ peþe bir daha, bir daha çekiyordu. -Ýþte bu abi, Ýþte bu! diye alaysý bir coþkuyla baðýrdý muzaffer. Daha kaç saattir sessiz sakin, süklüm püklüm oturan Muzaffer'in bu heyecanlý çýkýþýna bir anlam veremese de, yine de hoþuna gitmiþti editörün. Ne de olsa içerde dost var düþman vardý. Onlarýn nezdinde bir havasý olmuþtu. Baþörtülü kýz ve diðerleri alelacele uzaklaþmalarýna bakýlýrsa rahat bir nefes almýþlardý. Önünde konuþmaktan fýrsat


DERKENAR

bulup bir türlü içemediði soðuyup kompostoya dönmüþ çayý bir dikiþte içti editör. Muzafferin sahte beðenisini anlamamýþ olmalý ki,bir süre ondan þiiri hakkýnda kanaatlerini aldý. Muzaffer havayý hiç bozmadý. Çabucak hayranlýk moduna girivermiþti. "Hiçbir þey birden bire olmuyor" Muzaffer’ciðim, dedi editör. "Týrnaklarýmýzla topraðý eþerek buraya geldik". Muzaffer dinliyormuþ gibi yapýp habire baþýný sallýyordu. -Abi, 'Haram Lokma' dergisine göndersene bu þiiri, millet þiir görsün. Geri çekilir gibi yaptý editör,müdanesiz bir triple: -'Haram Lokma' benden kaç kez ürün istedi göndermedim.Adamlar þiþirilmiþ balon, sâfi reklam! -Ama abi, senin neden 'Kapý Kilidi' yayýnlarýndan kitabýn çýkmasýn ki? Hep ayný çevreye kýsýlýp kalmýþsýnýz, diye mukabele etti Muzaffer. Editör hafif uzamýþ sakallarýný avuçlarýyla yoklayýp, kuruyan dudaklarýný ciddi bir kelama hazýrlarcasýna diliyle ýslatýp sesi sanki baþka bir boyuttan geliyor gibi konuþtu: -Muzaffer kardeþ, biz Müslümanýz! Salyongoz satýlan mahallelerde iþimiz olmaz. Ne diyor Nuri Pakdil usta: "Sanat Tanrý ile aramýzdaki engelleri ortadan kaldýrmaktýr." Muzaffer kafasýna koyduðu þeyi gerçekleþtirmekte ýsrarlýydý. Editöre iltifatlarý art arda sýralayacak, onun karar verme ve beðeni yetisini esir alýp dumura uðratarak açtýðý bu gediklerden edebiyat dünyasýna girecekti. Gül ne kadar okþanmak isterse diken de o kadar okþanmak ister. Sünger ne denli okþanmadýðý zaman içlenirse, kauçuk ve elyaf da bir o kadar muzdarip olur. Her þeyde bir parça gurur vardýr. Camda çerçevede bile. O halde “Kravatlýlar Dergisi”nin editöründe neden olmasýndý? Þifreyi çözmüþtü Muzaffer. Konuþtukça çözülen bir þeyler vardý. Uzun konuþmalardan sonra anlaþmaya varýlmýþtý. Editör meðerse Muzaffer'in 'back-raund'unu bilemediði için þiirleri konusunda erken davranmýþ ve olumsuz kanaate varmýþtý. Oysa þimdi konuþurken Muzaffer’in ne denli birikimli ve yetenekli olduðu ortaya çýkmýþtý. Editör finali baðlayan bir hatip üslubunca þimdi üzerine basa basa konuþuyordu:

-Muzaffer bundan böyle Ký ra vat lý lar Der gi si nin þa i ri dir! Sa de ce bur da, ya za cak týr! Eðer buna uyarsa denemelerini hatta öykü ve romanlarýný bile basarýz. Allaha þükür elimizin altýnda imkan var! Muzaffer editörün elinin altýna dikkatlice ve muzipçe baktý. Editörün elinin altýnda var dediði sabahtan beri kaç saattir içilen çaylarýn kabarýk hesap fiþinden baþkasý deðildi. Muzaffer hýzlý düþünüp çay paralarýný kendisi ödemesi gerektiðini hemen kavradý. Editör buna çoktan hazýr ve razýydý zaten. Ýkindi ezanýyla birlikte kalktýlar. Çýkarken editör sanki unutmuþ da hatýrlamýþ gibi yaparak; "Muzafferciðim"dedi, "sana kitabýmý göndereceðim, benimle ilgili yazacaðýn yazýyý "Fay Hattý Dergisi”ne deðil "Berzah Dergisi”ne ulaþtýr, tamam mý? "Olur abi." dedi Muzaffer saygýlý ve itaatkar ses tonuyla. Editör mühim bir þeyi hatýrlatýr gibi yeniden devreye girerek: -O býyýklarý da kes! Sahi, hani senin kravatýn? Bir kez daha "olur abi" demekle yetindi Muzaffer. Medreseden bozma binanýn dar çýkýþ kapýsýndan geçerken kafasýný vurmamasý için editör Muzaffer'i eliyle uyardý. Bir hayli kiþiyle selamlaþtý editör. Bazýlarýný es geçti. Güneþ çekilmiþ, gün yavaþlamýþ, Muzaffer, tramvay duraðýna kadar editörle birlikte yürüyüp her tür kalabalýðýn harmanlandýðý tramvaya bininceye dek orada bekledi. Editör bir bacaðýný kapýdan zorlukla içeri atabilmiþ, o insan karmaþasý içinde enkaz gibi duran bu adama bakýp aklýna söyleyecek hiçbir þey gelmemiþti. Her þey birden bire tanýmsýzlaþmýþtý. Bir kez daha o mahzun ve mahrum silueti zihninden silmek umuduyla tramvayýn son vagonuna yeniden baktý. Editör þimdi raylar altýnda kalmýþ bir tebessüm gibiydi. Kelimeler sanki bir daha hiç dönmemecesine öz yurtlarýna gitmiþlerdi. Sessizlik gittikçe bir öyküye dönüþüyordu. Muzaffer iki elini yana açarak bildiði þeyi bir kez daha tekrarladý: "Ýþte bu!" diye söylendi, çaresiz "Ýþte bu!"

35


DERKENAR

Furkan Çalışkan

ELVÝS LEFT THE BUÝLDÝNG* kýsa çöpü çektim. ben denklem oldum, çözmek gerekmedi, bilinmeyeni öldürdüm dudaklarýný yaktým. toprak döktüm küllerine parmaklarýn, çürük ve tutkulu, trafiðe karýþmýþ bir gecenin içinde ben saç oldum, çözmek gerekmedi, düðüm yapmayý ögrendim en sona ben kaldým çýkarken kapýyý örttüler, söylendim biraz. Hayýr, telefonda söylenmeyenlerden çok yaþamayacak bir umut lazým bana renk veremem. Güzel ve solgun, unut gitsin yeniden arkaný dönüp bakarsýn, bozulmuþ peynir gibi kokar dünya damarlarýn, kumara doymuþ, eski bir madamýn koynunda biraz daha kolonya? siz hâlâ burdamýsýnýz bu makyajý akmýþ rüya, þurada duran bayat ve hayatta adam oysa "Elvis left the building" gerektigi gibi, derisine güneþ bulaþmýþ. Ölçülmüyor ölüm býrak, uyu, þaþýr, yakýcý bir hayat çeþitliligi, hiç gitmez bu yüze çekingenlilk sevmek gerekmez.

* Elvis binadan ayrıldı

36


DERKENAR

Yasin Onat

KAR ÞÝÝRÝ Sen bu havalara uyarsýn, iyiden iyiye hýzlanýr kar Sýcacýk bir odanýn diplerinde kaç kitap varsa toplarsýn Ýlk sigara deðmiþ gibi dudaða buðulanýr cam Bir demliðin fokurdayan sesi, bir kaþýk iki þeker kar Dalýp baþýný dalýp gidersin ufuklara Cama Ruhun hallerini çizer parmaklarýn Umudun mavi yüzü taþýnýr vapurlarda seyredersin Sen bu havalara hava katarsýn Düþenleri toplarým ben bir güzel. Þimdi ben bu havalara uyuyorum iyiden iyiye Tam sahrayý ceditte trafik sýkýþýyor Ýki araba arasý yolculuða çýkýyor gözlerim Trajiðe tutuluyor sonra içimdeki kahkahalar Görmüyor kahkahamý celladým kar. Bir þair alýr ikimizi havalara birden uydurur Komik duruyor bir de büyücünün asasýndaki resmimiz Ben bu resimde durdukça trafik sýkýþýr Ve yaslanýp bir sokak lambasýna uyusun kar.

37


DERKENAR

İlkay Kefeli

YABAN ARILARININ ÜREMESÝ ÜSTÜNE Sýcak... Çok sýcak bir yaz akþamýydý. Narende Apartmaný'nýn dördüncü katý 12 numarada oturan Ýsmet Sancak sýcaktan öylesine bunalmýþtý ki evde ne kadar kapý pencere varsa açmýþtý. Yataðýnda bir oyana bir bu yana dönüp duruyordu, uyuyamamak oldukça huzursuz etmiþti Ýsmet Beyi, saatler ilerledikçe artýyordu stresi. En sonunda geç bir saatte yatakta dönüp durmaktan yorulup uyuya kaldý. Derin bir uykudaydý. Gece sýcaklýðýn düþmesiyle çýkan hafif rüzgâr perdeleri havalandýrýyordu, havalanan perdelerin altýndan beklenmedik misafirlerimiz bir anda bu öykünün içinde beliriverdiler: tam dört tane yaban arýsý. Yaban arýlarýnýn orada ne iþleri olabilirdi ki; yoksa yumurtalarýný býrakacak bir yer mi arýyorlardý? Ama burasý yumurtlarýný býrakmak için hiç de uygun bir yer deðil, yaban arýlarý benim bildiðim kadarýyla, yumurtalarýný sokarak felç ettikleri bir tarantulanýn üstüne býrakýrlar ve tarantula on gün boyunca canlý canlý yemek olur yavrulara. Yoksa bu vahþi yabanarýlarý (bunlarýn evcili de yok iþin garibi) Ýsmet Bey’i kurbanlarý olarak mý seçtiler? Tabi ki öyle, Türkiye'de tarantula olmadýðýna göre kurbanýmýz Ýsmet Bey oluyor. Sizi seçtim Ýsmet Bey! Yaban arýlarý evin içinde výzýldayarak uçuyorlardý ama Ýsmet Bey (artýk adý “Kurban” olsun) derin bir uykudaydý, ilerleyen saatler onun için gerçekten acý dolu olacak, hissediyorum bunu, nasýl olduðunu bilmesem de. Arýlardan biri Kurban’ýmýza doðru sert bir dönüþ yaptý ve diðerleri de onu takip ettiler. Kurban’ýmýzýn üstünde bir tek külotu vardý, derisi olduðu gibi ortadaydý, bu sebepten arýlardan biri doðrudan karnýna kondu Kurban’ýn ve iðnesini batýrdý ama Kurban hiçbir þey anlamadý. Bir diðeri boynundan soktu, diðer ikisi de kolundan soktu kurbaný. Zehir hýzla yayýldý damarlarýndan vücuduna Kurban’ýn, felç oluyordu ancak o bunun farkýnda deðildi. Arýlar Kurban’ýn karýn bölgesinde toplanýp, yumurtlarý býrakmaya baþladýlar

38

hiyerarþik bir sýra izleyerek. En yaþlýsý ilk önce býraktý yumurtalarýný çünkü her an ölebilirdi. Diðerleri de yumurtalarý býraktýlar ve ölmek için gidip bir köþe seçtiler kendilerine. Güneþin ilk ýþýnlarý Kurban’ýmýzýn yüzüne vurmaya baþladý, hemen rahatsýz oldu ve uyandý zaten güneþi hiç sevmezdi. Gözlerini açtý yavaþça, yan dönmeye çalýþtý ama yerinden bir santim bile kýpýrdayamadý. Ne oluyordu böyle? Kolu da hareket etmiyordu. “Karabasana tutuldum” diye düþündü, “biraz

beklersem geçer” diye düþündü ama boþuna bekledi dakikalarca çünkü bedeni sanki yataða yapýþýp kalmýþtý. Kalbi deli gibi çarpmaya baþladý korkudan, baðýrmak istiyordu fakat boþunaydý iþte... Bu arada Kurban’ýn karnýndaki yumurtalar ilk yemeklerini yemeye baþladýlar. Yüzlercesi ayný anda taze kaný alýr almaz büyümeye baþladý, her saniye büyüyordular ve yemeye devam ediyordular. Þu an üst deriyi yedikleri için kurban acý hissetmiyor ama derinin iþ


DERKENAR

bitip de iç organlara geçtiklerin de acýnýn alasýný yaþayacak Kurban’ýmýz. O hala hareketsizliðinin þaþkýnlýðý içindeydi, kendi kendine aptalca sebepler uyduruyordu, aklýna ilk gelen fikir ölmüþ olduðuydu ama “keþke ölseydim” diyecek, yalvaracak. Felç olduðu da aklýna geldi ancak dört yabanarýsý tarafýndan felç edildiði aklýnýn ucundan bile geçmedi. Görebildiði tek yer tavanýydý. Bugüne kadar tavanýna böyle dikkatli bakmamýþtý, oldukça kirliydi, is içindeydi, boyasý dökülüyordu. Hep bunlar evin güneþ görmemesinden diye düþündü, kalkýnca ilk iþim evin bütün perdelerini açmak olmalý diye de düþündü, sadece düþündü, bir daha bu þansý yakalayamayacak. Sizce böyle bir ihtimal var mý? Olamaz, yazýyý ben yazdýðým sürece. Her þey önceden tasarlandý, birilerinin beni ve diðerlerini önceden kurguladýðý gibi ben de bu öyküyü önceden kurguladým þu an yazýyorum. Hava kararmaya baþladý. Alacakaranlýðýn sessizliði çökmeye baþladý sokaða, etraf sessizleþmeye baþladý, bir yaz günü olmasýna raðmen. Yoksa duyamýyor muydu artýk? Bunu oda bilemez siz de bilemezsiniz. Alacakaranlýkta nesneler daha güzel görünür diye düþündü. Bir daha göremeyecek olduðunu hatýrlatmama gerek var mý? Midesinde hafif bir yanma duydu, karným acýktý diye geçirdi aklýndan ama yanýlýyorsun çünkü yüzlerce küçük canlý mideni yemekle meþgul þu an ve acý dayanýlmaz olacak birazdan. Ne gastrit yanmasýna benzeyecek bu acý ne de ülserin verdiði acýya; acýyacak canýn ateþler içinde yanýyormuþsun gibi, canlý canlý ameliyat ediliyormuþsun gibi... Baþka benzetme ister misiniz? Baðýrýyordu, çýðlýk atýyordu ama ne kendisi duyuyordu sesini ne de baþkalarý hatta küçük yaratýklar bile duymuyordu öylesine kaptýrmýþlar ki kendilerini yemeðe. Büyüyorlar, evrimleri devam ediyor, nesilleri onlar Kurban’ýmýzý yemeye devam ettikçe birkaç yýl daha garantilenmiþ oluyor. Doðanýn en önemli olayý gerçekleþiyor iþte: yaþamak için öldür, insanlarýn da dediði gibi! Az kalsýn anne yaban arýlarýný unutuyordum ama unutmadým iþte. Onlar da kendilerine seçtikleri iyi bir köþede ölürken hem ölümü hem de yaþamý seyrediyorlardý. “Výýzzz výz” dedi biri, bir diðeri de “výz zýýzz výz” diye

karþýlýk verdi, ben ne dediklerini anlamadým. “Herhalde baþardýk” gibi bir þey söylediler. Tam bu anda en yaþlý anne arý öldü. Esen hafif rüzgâr bir süre sonra anne arýyý bulunduðu yerden düþürdü. Kurban’ýmýz baðýrmaya devam ediyor, gözlerinden yaþlar boþalýyor, yastýk su içinde kalýyor. Aðlama boþuna! Geri dönüþü imkânsýz bir yoldasýn. Miden çoktan iþ göremez hale geldi, benim insaf etmem de iþe yaramaz. Ölmene çok az bir zaman kaldý, vücudundaki kan kaybý sýnýrýna yaklaþtýn. Kanýn yataðýný kýzýla boyadý, keþke sen de görebilseydin ama miden bulanýrdý, þimdi bulanmasýna imkân yok. Kalbin de dayanamayacak denli yorgun düþtü, yavaþlamaya baþladý, o da birazdan durur. Henüz dört gün oldu ama seni yemeye devam edecekler onuncu günün sonuna kadar. Seni merak edip gelecekler, cevap alamayýnca kapýný kýrýp içeri girecekler, pis ayakkabýlarýyla dolanacaklar evinin içinde. Cesedini kesip biçecekler. Tabii onlar gelmeden önce açýk duran pencerelerden misafirlerin uçup gidecek. Kayýtlara bugüne kadar geçen en ilginç ölüm seninki olacak. Kalbin, zavallý kalbin, durdu iþte. Gözlerin açýk gittin, gittiðin bir yer varsa. Göz bebeklerin büyüdü. Beynin üç dört dakika daha yaþar ama bu süre için de bilincin olacak mý bilemiyorum. Tenin soðumaya baþladý, vücuduna kan akýmý durduðu andan itibaren hücrelerin ayrýlmaya baþladý ki buna çürüme diyorlar. Bir süre sonra da kokmaya baþlarsýn ama sen kokmadan seni bulacaklar büyük bir ihtimalle, bulunamayabilirsin de, bundan sonrasýna karýþmýyorum. Ýlk yavru yaban arýsýný midenden çýkarýp, açýk duran pencereden titreyen ýþýklarýn arasýna yolluyorum, yeni yaþamýný ve kendi kurbanlarýný bulmak üzere.

39


DERKENAR

Biricik Leyla Cezairli

HOÞGÖRÜ SEMTÝ KUZGUNCUK Ýnsanlar karþý komþusunu bile tanýmýyor artýk. Koca Ýstanbul'da gerçekten mahalle olan çok az yer kaldý. Türk, Rum, Ermeni ve Yahudi... Bu dört kültürü bir arada yaþatýyor. Keþke herkesin böyle mahallesi olsa dedirtecek türden. Ýþte hoþgörünün semti Kuzguncuk... Elimde fotoðraf makinesi.. Haftasonu... Kentimi yürüyerek tanýmaya çalýþýyorum. Akþamdan hazýrlýðýmý yapýyorum... Ýstanbul Ansiklopedisi'nden “Kuzguncuk” maddesine göz atýyorum. Belleðime yazýyorum kýsa bilgileri: "Anadolu yakasýnda, Üsküdar - Beylerbeyi arasýnda kalan, Boðaziçi'ne açýlan vadideki eski bir köyün adý “Kuzguncuk.” “Altýn Kiremit” anlamýna gelen "Hrisokeramos" sözcüðünden geldiðine inanýlýr. 17. yy. kaynaklarýna göre Museviler, Kuzguncuk'u Kudüs topraðýna bitiþik sayarak benimsemiþler. Ayný tarihte Rumlar da bu Boðaziçi köyüne yerleþmiþler. 18. yy.da Ermenilerin ve 20. yy.da Türklerin nüfusu artmýþ. Bu mozaik yapý beraberinde farklý ibadethanelerin kurulmasýný saðlamýþ; nitekim biri büyük, biri küçük olan iki sinagog,; bir cami (Kuzguncuk Cami), bu camiyle yan yana iki Rum Ortodoks Kilisesi (Ayios Georgios, Ayios Pantelemion); bir de tek kubbeli Ermeni Kilisesi (Surp Kirkor Lusavoric) inþa edilmiþ. Kuzguncuk karma yerleþim alanýna dönüþmüþ. Bugün Kuzguncuk'ta bir Müslüman mezarlýðý, bir Rum mezarlýðý ve bir de Musevi mezarlýðý var. Türkiye'nin ilk müzesini kuran Fethi Ahmet Paþa'nýn ve Türk ordusuna terzilik yapan ilk kadýn olan Ayþe Melehat'ýn Kuzguncuk'ta yaþadýðý bilinmekte." Kuzguncuk ve Kuzguncuklulara iliþkin tarihsel arka plan bu; artýk gezi gözlemlerimi aktarmak için sabýrsýzlanýyorum. Anladýðým kadarýyla Kuzguncuklular güne erken baþlamayý tercih ediyor... Sabah saat dokuz civarýnda baþlayan yürüyüþümde, yavaþ yavaþ açýlan kepenkler, fýrýndan gelen taze ekmek kokularý ve kahvehanecilerin baðýrýþmalarý eþlik ediyor bana. Daha önce sadece bir kez balýk yemek için gittiðim bu þirin semtte hiç ama hiç yalnýzlýk çekmiyorum. Herkes o kadar samimi ki... Muhtar Faik, Elektrikçi Hamza, Papaz Kadri, Yüksel Reis, Butik Nursel, Bahriyeli Hasan... Boðaz havasýndan mýdýr bilinmez herkes birbiriyle akraba gibi. O kadar sýcakkanlý o kadar yardýmseverler ki kendimi Ýstanbul'un çok uzaðýnda küçücük bir 40

kasabadaymýþým gibi hissetmemi saðlýyorlar. Muhtar Faik, Ýsmet Baba lokantasýnda garson olarak çalýþan Hasan Bey, doðma büyüme Kuzguncuklu olan Hami Gören ve eþi Nursel Hanýmla yaptýðým sohbetler sýrasýnda kendimi o kadar kaptýrýyorum ki not almayý kaçýrdýðým anlar oluyor. Ýlk olarak bana Kuzguncuk'a neden hoþgörü semti denildiðini anlatýyorlar. Dünyada cami, sinagog ile kili-senin yan yana bulunduðu ikinci yer olan Kuzguncuk'ta, bir yandan ezan sesi, bir yandan kilise çaný duyarsanýz þaþýrmayýn. Farklý kültürler ve inançtakilerle bir arada yaþamak Kuzguncuk sakinlerine insan olmanýn önemini öðretmiþ. 1835 yýlýnda inþa edilen ilk cami olan Üryanizade Cami'ye ilk baðýþý yapan kilisenin papazýymýþ. Öyleki, bir cenaze oldu mu kiþinin dini gözetilmeksizin herkes törene katýlýr ve merhum için dua edermiþ. Kuzguncuk'a o kadar sahip çýkýyorlar ki, 1983'ten beri sit alaný olan bu semtte yapýlaþmaya izin yok, göz yuman yok.. Ah bir de þu diziler olmasa diye söylenmiyor deðiller hani! Kuzguncuk, televizyon ekiplerinin en çok ziyaret ettiði mahallelerin baþýnda geliyor. Ýlk mahalle dizisi olan Perihan Abla (dizinin adý bir sokaða verilmiþ), Ekmek Teknesi, Hayat Bilgisi, Aliye, Aþk Olsun gibi televizyon dizileri Kuzguncuk'u kendilerine doðal plato edinenlerden. Kimi zaman halkýn orada yaþadýðýný unutan bu ekiplere halkýn tepkisi büyük. Yirmi metre ötedeki evine gitmek için yolunu deðiþtiren, kamera önünden geçti diye azarlanan, gece yarýsý jeneratör sesiyle uyandýrýlan ve kablolara takýlýp düþen Kuzguncuk sakinleri artýk rahatsýz edilmek istemediklerini ve fýrýndan ekmek almak için çekimlerin bitmesini beklemek istemediklerini her fýrsatta dile getiriyorlar. Kuzguncuk Muhtarý Ali Faik Kaptan þimdiki dizi ekiplerinin yemeklerini hatta çaylarýný dahi dýþarýdan getirdiklerini, bir de çöplerini ortaya býrakýp gitmelerini kýnayarak, tek dileðinin biraz özen ve saygý olduðunu belirtiyor. Þimdi de Kuzguncuk denince akla gelen ilk yer olan Ýcadiye Caddesi'nden söz etmek istiyorum. Bu caddenin semtin ortasýndan geçen yaklaþýk üç yüz metre uzunluðundaki kesiminde


DERKENAR

her iki tarafý yaþlý çýnar aðaçlarýyla kaplýdýr. Yol boyu bir sýra araç park edildiðinden ancak iki arabanýn yan yana geçebilmektedir. Þirin küçük dükkanlarýn yer aldýðý bir semt caddesidir de. Yine burada, kadýnlý erkekli oturulan cay bahçesine, gençlerin ve yaþlýlarýn Kuzguncuk ile ilgili tek ortak yaný olan kahvehaneye ve berbere rastlamak mümkündür. “Ýcadiye Caddesi” üzerindeki kiliseyi yaklaþýk on metre kadar geçince sað tarafta “Bereketli Sokak” bizi karþýlýyor. Neredeyse beþ-altý katlý bir binanýn heybetine sahip olan, çýplak denecek kadar yapraklarý dökülmüþ olup yine de insanýn içini ürperten bir çýnar aðacý göklere uzanýyor bu sokakta. Bu aðacýn yaþlý gövdesi üstüne ise dikdörtgen þeklinde beyaz bir yazý tahtasý, bir nevi ilan panosu asýlmýþ. Bu duyuru panosunun üzerinde, Kuzguncuk ile ilgili alýnan kararlardan tutun o gün ölen bir kiþi varsa kiþinin cenaze saatine kadar, hemen her bildiri yer alýyor. Biz yakýnlarýmýzýn bayramýný telefonda kutlamak yerine bir mesaj göndererek geçiþtirirken Kuzguncuklular insani deðerlerini yitirmemek için tek vücut halinde birbirlerine kenetlenmiþ

durumdalar. Yeþil Bostan'a gelmeden yaklaþýk yirmi metre önce bulunan Behlül Sokak ise, iplerde kurumaya býrakýlmýþ çamaþýrlarýyla, arnavut kaldýrýmý taþlarýyla bezeli yoluyla, yamuk gri beton merdivenleriyle, penceresinden marketin çýraðýna sepet sarkýtan kadýnlarýyla sonu hiç gelmeyecekmiþ gibi gözüken bir kasaba filmini düþündürtüyor. Kuzguncuk'un giriþinde, deniz tarafýnda, Çýnar Kahve'nin arkasýnda Ýstanbullularýn bir boðaz klasiði olarak nitelendirdiði Ýsmet Baba'yý anlatmadan da olmaz! 1951 senesinden beri akþamcýlarýn ve balýktan vazgeçemeyenlerin uðrak noktasý olan Ýsmet Baba, belki de Ýstanbul'un alçak ahþap- taþ evleri ve dar mahalle sokaklarý arasýnda kalan son mekanlarýndan biridir. Gerek taze balýklarýn yenilip gerekse hoþ sohbetlerin gerçekleþebilmesi için neredeyse asgari ücretin üçte birinin harcanmasýnýn lüzumsuz olduðunu gösterir. Her ne kadar artýk meze kokan caddeleri, tanýdýk yüzleri, sokakta kurulan lakerda tezgahlarý, bir zamanlar açýk hava sinemasý olarak iþletilen Nur Sinemasý olmasa da Kuzguncuk yüzyýlý aþkýn süredir ayakta duran ve insana huzur veren bir semt. Tarihinin yaný sýra atmosferi ile de yaþanmalý, yaþanmalý ki çan sesi ile ezan sesi tekrar ayný anda duyulduðunda kimi zaman hatýrlamadýðýmýz insan olmanýn anlamýný unutmayalým. Kuzguncuk tarihi ve doðal güzellikleri yaný sýra insanýyla da görenleri büyüler. Deniz kenarýnda yudumlanan çaydan, iplerinde kurumaya býrakýlmýþ çamaþýrlar kadar sýcak, kimi zamansa denizden gelen serinlikle ürperen içler kadar soðuk; ama her þeyden önce hoþgörünün semti KUZGUNCUK...

41


DERKENAR

K Ü T Ü P H A N E

Alev Alatlý nehir roman serisi Gogol’un Ýzinde’nin ikinci kitabý Dünya Nöbeti’ni yayýnladý. Adýyla bile içeriðinin ne denli dolu olduðu anlaþýlan serinin ikinci romanýnda Alatlý, Rusya için söylenen her þeyin bizim için de geçerli olduðunu ifade ediyor. Meþruiyetini ve güvenilir ulemasýný kaybetmiþ, aþýrý derecede yýpranmýþ, sadece aydýnlarýnýn desteðinden deðil, camilerini dolduracak güvenilir müminlerinden de yoksun bir toplum... Entelektüel bir boþluk içinde, temsil ettiklerinin ihtiyaçlarýný dillendirmekten aciz, bir o kadar zayýf ve deorganize muhalefet... Ülke çýkarlarýný hiçe sayan küreselleþmeciler diye birileri... Ýnsan hayatýnýn gündelik gereksinimlerinin ötesinde, daha üstün bir anlamý yokmuþ gibi yaþanýyor olmasý... Alev Alatlý DÜNYA NÖBETÝ Everest - Roman

George Orwell George Orwell’ýn Paris ve Londra’da Beþ DARALMA Parasýz ve Papazýn Kýzý’ndan sonra ÝthaÝthaki - Roman ki’nin yayýnladýðý üçüncü Orwell kitabý Daralma oldu. George Bowling, kýrk beþ yaþýnda, evli ve çocuklu, evi ipotekli, beli giderek kalýnlaþan, takma diþleri yenilenmiþ ve kasvetli yaþamýndan kaçmayý umutsuzca arzulayan bir sigortacýdýr. Ýkinci Dünya Savaþý patlak vermek üzeredir; yiyecek kuyruklarýnýn, askerlerin, gizli polisin ve zorbalýðýn gelmekte olduðunu sezen Bowling modern çaðdan korkmaktadýr. Böylece çocukluðunun dünyasýna, huzur ve dinginlikle dolu bir pastoral sýðýnak olarak anýmsadýðý köye kaçmaya karar verir. Ancak sýðýnak saydýðý yerde kendisini nerlerin beklediðinden habersizdir. Faili meçhul bir cinayete kurban gitmiþ Selçuk Altun ANNEMÝN ÖÐRETMEDÝÐÝ ÞARKILAR dâhi babayla muhteris annenin oðlu. iki kadýn arasýnda parçalanmýþ yazgýsýnýn traSel - Roman jik düðümlerini çözmekte kararlý bir (kahr)aman. Toplumun týmarhaneye dönüþtüðünü görünce çözümü hastaneye gizlenmekte bulan bir bilge. Peþ peþe ýsmarlanmýþ cinayetleri iþlerken, aðýr aðýr filozoflaþan, cellât geleneðinin son temsilcisi. Ülkenin, bir düzine sayý çarpýcýlýðýnda özetlenen ana açmazlarý ve bir küme sözcükle çizilen anti-kent Ýstanbul portresi. Selçuk Altun, dördüncü romaný Annemim Öðretmediði Þarkýlar ile gizemli bir öyküyü anlatýyor.

Yer yüzünde yaþanan savaþlara, acýlara ve Kadýr Tanýr bunlarýn üzerine kurulan imparatorluklara SAVAÞ ÝMPARATORLUÐU öykünün diliyle bir gönderme... Ýz - Öykü Kendilerini dünyanýn hakimi olarak gören insanlarýn ve devletlerin kitleleri, toplumlarý, ellerindeki aðýr ve acýmasýz kitle imha mekanizmalarýyla yok ediþi... Kadir Tanýr, savaþlarýnýn acý yüzünde kurulan imparatorluðu anlatýrken sorular soruyor: “bu savaþlarý kim icat etti?”, “kurallarý kim koydu?” Çýkarlarýn ve onun malzemeleri olan propagandalarýn, stratejik kurgularýn, ahlâksýz oyun ve düzenlerin, büyük yalanlarýn ve çirkin savaþlarýn karþýsýnda “insan” öyküleri... Acýmasýzlýðýn esaretine düþen insanlar...

42


DERKENAR D. Mehmet Doðan Türkçe üzerinde oynanan oyunlar, bir YÜZYILIN SOYKIRIMI toplumu yok etmeye yönelik giriþilen Ýz - Düþünce büyük bir soykýrýma benzer. Bir toplumun dilini aldýðýnýzda, o toplumun tarihini, geleneklerini ve geleceðini almýþsýnýz demektir. Dilini aldýðýnýzda, bir toplumu bütün kurum ve kuruluþlarýyla güdümünüze almýþsýnýz demektir. D. Mehmet Doðan’ýn Türkçe üzerine önemli ve oylumlu çalýþmasý Yüzyýlýn Soykýrýmý, Türkçe’nin düþürüldüðü durumu gözler önüne seriyor ve çeþitli çözüm önerileri sunuyor. Henüz saðduyusu elinden alýnamamýþ bu topluma Türkçe’yi tartýþtýrmak ve diline sahip çýkmasýný saðlayabilmek için atýlmýþ önemli bir adým.

Tutku meyvesi þu ölümcül soruyu soruyor: Sevdiðimiz kiþiyi ne kadar iyi tanýyoruz? Bir babanýn, yýllar sonra tesadüf eseri kýsýr olduðunu öðrenmesiyle baþlayan trajikomik olaylar silsilesi. Anne bir hastalýk yüzünden yýllar önce ölmüþtür. Adam, oðluna bu durumu nasýl açýklayabilir? Çocuðun babasý gerçekte kimdir? Ýþi aile doktorunu çocuðun babasý olduðu konusunda suçlamaya vardýracak kadar, herkesten ve her þeyden þüphe eden bir babanýn ilginç ve trajikomik macerasý. Karel van Loon’un akýcý ve çekici roman tekniðiyle elden býrakamayacaðýnýz; þüphe dolu, dokunaklý bir roman... Karel Van Loon TUTKU MEYVESÝ Gendaþ Kültür - Roman

Tahsin Yücel Etrafýmýzdaki eþyalar iþlerimizi kolaylaþtýrKUMRU ÝLE KUMRU mak için mi var? Bir eþyanýn hayatýmýzý çýkCan - Roman mazlara soktuðunu ve bizi daha çok yorduðunu düþündünüz mü? Tahsin Yücel’in son romaný “eþyalaþma” üzerine. Etrafýnda gördüðü eþyalara tutkuyla baðlanan bir köylü kadýn; Kumru. Kocasýnýn peþine takýlýp geldiði Ýstanbul’da bir çok eþyanýn tutkusuyla hayatýný renklendirmeye çalýþýr, eþyalara bir insan gibi bakar ve onlarýn görünümüne büyük özen gösterir. Ancak, hiçbir eþya onun tutkusunu gidermez. Derin bir tutkuyla baðlandýðý eþyadan bir müddet sonra soður ve baþka eþyanýn tutkusuna kapýlýr. Kapitalist dünyanýn insan modeline önemli bir eleþtiri sayýlabilecek Kumru ile Kumru, akýcý diliyle de okuma zevkini artýrýyor. Osmanlý’nýn Hükümeti adýna, Kýzýlay’ýn emri altýnda Türk ordusunda görev yapan Avustralyalý doktor Charles Ryan, 1877-78 Osmanlý-Rus Savaþý anýlarýný anlatýyor. Ryan, Osmanlý-Rus Savaþý’ndan önce Sofya ve Niþ’te görev yapýyor. Ardýndan savaþýn baþlamasýyla Gazi Osman Paþa komutasýnda Plevne’ye geçiyor. Rus ordusunun aylarca süren kuþatmasý sýrasýnda binlerce askerin tedavisini üstleniyor, salgýn hastalýklarla boðuþuyor. Ryan’ýn anýlarý 1870’lerde Osmanlý ordusunun durumu ve savaþma gücünün yaný sýra, savaþýn dehþetinin de resmini çiziyor. Charles S. Ryan PLEVNE’DE BÝR AVUSTRALYALI Ýþ Kültür - Aný

Dünyanýn her diyarýndan seçilerek hazýrSerkan Özburun lanan Doðu ve Batý Mitolojisi-Aþk AÞK EFSANELERÝ 3.Cilt Efsaneleri kitabýnýn üçüncü cildi, her gün Birey - Mitoloji bir aþk efsanesiyle devam ediyor. Ancak öyle görünüyor ki dördüncü cildi de yakýnda çýkacak ve bir yýl tamamlanmýþ olacak. Aþk efsaneleri dünyanýn hangi coðrafyasýnda olursa olsun ilgiyle dinlenmiþ, kulaktan kulaða aktarýlmýþ ve her efsane kendine göre bir gerçeklikle insanlarýn zihninde yer etmiþtir. Serkan Özburun’un titiz ve uzun çalýþmasý neticesinde okuyucuya sunulan bu eser, sözlü edebiyatýn önemli metinlerini bir araya getirmesi açýsýndan da dikkate deðer.

43


DERKENAR Doðan Hýzlan’ýn geniþ bir “takriz” yazýsýyla Abdülhak Þinasi Hisar sunulan “Geçmiþ Zaman Edipleri”, Türk ve GEÇMÝÞ ZAMAN EDÝPLERÝ Dünya edebiyatýnýn önemli isimlerini hayat Selis - Edebiyat Kültürü hikaleriyle beraber sunuyor. Namýk Kemal’den Tevfik Fikret’e, Yahya Kemal’den Ahmet Haþim’e kadar pekçok önemli ismi yakýndan tanýma imkaný sunan kitap, bizleri nezih bir edebiyat ortamýndan istifade etmeye davet ediyor. Özellikle Edebiyat Bölümü öðrencileri için kaynak kitap niteliði taþýmasýnýn yanýnda, edebiyat tarihimizin meraklýlarýna da, ediplerimizin hayatlarýný okurken bugünkü edebiyatýmýza daha objektif bakma imkaný saðlýyor.

Amin Maalouf’un romanlarýný bilen bilir. Özgün bir üslupla kaleme aldýðý ‘Yüzüncü Ad’, ‘Semerkant’, ‘Afrikalý Leo’ ve ‘Yollarýn Baþlangýcý’yla sürdürdüðü roman büyüsünü bir anlýðýna da olsa ortadan kaldýrarak denemelerinin büyüsünü sunuyor önümüze. ‘Yollarýn Baþlangýcý’ndaki köken sorgusunu farklý bir bakýþla dile getiriyor. Ýnsanlarýnýn kimliklerinin özlerinde var olan aidiyet duygusundan ileri geldiðini; kimliðin, insanýn zamanýn içindeki inceliþinde onu dünyaya baðlayan bir ayna olduðunu vurguluyor. Denemenin geniþ sýnýrlarý içinde kurgulanan bir kimlik sorgulamasý, insanýn yine kökenine ait, geçmiþin izlerine ait bir yolculuk... Amin Maalouf ÖLÜMCÜL KÝMLÝKLER Yapý Kredi Kültür - Deneme

A. Zeynep Maðgönül Toplumlarýn seçkinleri ve bu çabalarýna TEÞVÝKÝYE-NÝÞANTAÞI yönelik sosyoljik bir çalýþma. Kitap, ‘seçkKitabevi - Sosyoloji in’ semtin ‘seçkin’ sakinleri olan NiþantaþýTeþvikiyelilerin ‘seçkinlik’ söylemleri ve bu söylemlere dayanarak ‘ayýrma’ biçiminde geliþtirdikleri stratejileriyle oluþturduklarý kimlik kurgularýnýn irdelenmesi üzerine kuruludur. Semt sakinlerinin yürüttükleri bu ‘seçkinlik’ operasyonu ayný zamanda br burjuvalaþma sürecine de denk düþmektedir. Kitap bu süreci de inceleme iddiasýný taþýmaktadýr. Çalýþmanýn sonucunda ortaya çýkan gerçek, Türk burjuvazisinin önde gelen mekânlarýndan olan NiþantaþýTeþvikiye sakinlerinin ‘seçkinlik’ iddialarýný geçmiþe dayandýrdýklarýdýr.

Modern gazeteciliði yaratan adam “Pulitzer”in hayatýný derinlemesine ele alan Remzi - Biyografi önemli bir biyografi eseri. Adýna ödüller de verilen “gazeteciliðin babasý”nýn meslek hayatýný ve özel hayatýný bu kitap gözler önüne seriyor. ABD’ye paralý asker olarak ayak basmasýyla baþlayan Pulitzer’in serüveni, modern gazeteciliðin oluþumu sürecinde ABD ve Avrupa’yý sarsan toplumsal-siyasal çalkantýlarla sürmektedir. Jules Verne ve Emile Zola ile tanýþmasý, Ýstanbul’u ziyareti, 1905 Rus Devrimini izlemesi ve benzeri bir çok olayla geçen Pulitzer’in yaþamý, güncelliðini ve anlamýný yitirmemiþ, taptaze bir gazetecilik öyküsü olarak dikkat çekiyor. 1847 yýlýnda küçük bir Macar kasabasýnda doðan Pulitzer’in en karýþýk yüzyýla tanýklýðý... Jacques Berton

JOSEPH PULÝTZER

Yaþayan en büyük tarihçilerden birinin, tüm Richard Pipes zamanlarýn uðruna en fazla kan dökülen KOMÜNÝZM’ÝN KISA TARÝHÝ fikriyle hesaplaþmasý. Harvard Üniversitesi Okul - Düþünce tarih profesörü Richard Pipes tüm ömrünü verdiði ve yaþayan en büyük otorite haline geldiði bir konuda olgunluk dönemi eserini verdi. Hem de sadece konuyu tüm detaylarýyla bilen bir kalemin yazabileceði kadar kendinden emin ve rahat bir anlatýmla ve herkesin takip edebileceði kadar kolay okunur bir üslupla. Komünizm’in çöküþü “insan hatalarýndan mý yoksa onun doðasýnda var olan kusurlardan mý kaynaklanýyordu?” Tarih ikincinin doðru olduðunu güçlü þekilde vurguluyor. Komünizm sonradan bozulmuþ bir iyi fikir deðil, özünde kötü bir fikirdi.

44


DERKENAR Modern Türk þiirinin yaþayan on üç temsilMuhsin Macit cisinin eserlerine Divan edebiyatýndan GELENEKTEN GELECEÐE yansýyan parýltýlarý göstermeye çalýþan bu Kapý - Ýnceleme kitap, geleneðin bazen soluk bazen koyu renkleriyle ama, bir süreklilik içinde akýþýný çok açýk bir biçimde göstermektedir. Kitapta eserleri incelenen þairlerden özellikle Sezai Karakoç, Hilmi Yavuz ve Attilâ Ýlhan’ýn artýk takipçilerini yitirdikleri, geleneðe yönelen sonraki kuþaklar için birer model olmuþ ustalar olduklarý dile getiriliyor. Modern Türk þiirini incelerken, “gelenekten geleceðe” bir yol izleyen Musin Macit adeta, þiirin ayak izlerini takip edereken bugüne ýþýk tutuyor. Þiir için yapýlan bu önemli çalýþmalar Türk þiirinin geliþimine önemli katkýlar sunacaktýr. Bülent Ata 1972 doðumlu bir þair. Bu Bülent Ata EVE GÝTMEK ÝSTEMEDÝÐÝM GÜNLER kitapta yer alan þiirleri Ýzlek, Dize, Varlýk, Dergah, Kül, Ünlem, Merdiven, Kýrklar, Þule - Þiir Kaþgar, Yediiklim ve Kökler edebiyat dergilerinde yayýnlandý. Dilindeki sadeliðe kendi dünyasýný katan bir þair. ben yavru kedileri seveyim diye yaratýlmýþým þimdilik bu kadar suyun içinde su var

Dünya edebiyatýnýn, kimliði henüz tam bir Kurban Said netlik kazanmamýþ yazarlarýndan biri olan ÝSTANBULLU KIZ Kurban Said’in Türkçe’ye çevrilen son Everest - Roman romaný... Yýl 1928. Hanedana mensup Aziyade Amberi ile babasý, Osmanlý Ýmparatorluðu’nun yýkýlýþýndan sonra kendilerini Berlin’de sürgünde bulurlar. Aziyade, yýllar önce bir Türk prensiyle sözlenmiþtir. Ama, Batý’nýn da cazibesiyle, on dokuz yaþýndaki bu Müslüman kýz Viyanalý bir doktora, bir “dinsiz”e aþýk olur ve onunla evlenir... Ýstanbullu Kýz, savaþ öncesi Ýstanbul’u ile savaþ sonrasýnýn gerilemiþ Berlin’indeki kültürlerin ve deðerlerin, Hýristiyanlýðýn ve Müslümanlýðýn çatýþmasýný konu ediniyor.

BÝZE

GELEN

DÝÐER

KÝTAPLAR

Kirletilmiþ Ölümler Kitabý, Selçuk Küpçük, Þule, Þiir Resme Baþlarken, Bedri Rahmi Eyüboðlu, Ýþ Kültür, Deneme Rahatý Kaçan Aðaç, Melih Cevdet Anday, Ýþ Kültür, Þiir Ayný Þehre Dönüþ, Paco Ýgnacio Taibo II, Everest, Polisiye Küreselleþme ve Direniþ, James Petras, Mephisto, Düþünce Bir Sûfî’nin Portresi, Ýbn Arabi, Gelenek, Biyografi Çocuðun Miraci, Kamil Eþfak Berki, Ýz, Þiir Alevilik, Fuat Bozkurt, Kapý, Ýnceleme Esir Þehrin Ýnsanlarý, Kemal Tahir, Ýthaki, Roman 19 Aralýk, Nuri Akalýn, Sel, Roman Kýrmýzý Karanfil, Gülten Akýn, Yapý Kredi, Þiir Ýkinci Çözümlemeler, Aristoteles, Yapý Kredi-Cogito, Felsefe Ýman, A. Nedim El-Cisr, Kitabevi, Ýslam Dini 45


Fotoðraf

Zamanýn ayak izleri


Faks: 511 89 49



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.