Derkenar 9

Page 1


DERKENAR Edebiyat-Kültür dergisi Ýki ayda bir çýkar ISSN 1304-6667 Yıl:2

Sayı:9

Mayıs-Haziran 2005

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Aynur Ulutaş

Genel Yayın Yönetmeni Seyfullah Aslan

Yayın Danışmanları Mehmet Ali Başaran Ahmet Kırtekin Atanur Memiş

Son Okuma Abdullah Sami

İdare Yeri Merkez Mah. 4. Sk. Yiğitoğlu Apt. B Blok No:44/13 Bağcılar - İST

Yazışma Adresi

Ýçindekiler Merhaba..............................................................1 Mehmet Korkmaz, Ýkindi uykusu..............................2 F. Zehra Kalkan, Ýstasyon bahçesi...........................3 Ali Karýnca, Eleþtiriyi okumak..................................4 Bahadýr Cüneyt, Eve yalnýz dönen ayaklar................6 Seyfullah Aslan, Burasý orasý deðil...........................7 Mehmet Ali Baþaran, Feyza Hepçilingirler ile söyleþi..10 Mehmet Ali Baþaran, Korsana hayýr adlý kitabýn fiyatý.18 Furkan Çalýþkan, Donmuþ bir nehir kadar rahat........19 Mustafa Uysal, Müthiþ þeyler................................20 Atanur Memiþ, Cemal Süreya’nýn kelime anlayýþý......22 Mervan Aksu, Tufan.............................................27 Ahmet Kýrtekin, Yýldýzlarýn altýnda.........................28 Hümeyra Yargýcý, Fal............................................30 Yasin Onat, Akþam çökmeden omuzlara.................33 Fatma Pekþen, Yayla rüzgârý..................................34 Serkan Türk, Uzak yaz.........................................38 Aynur Kulak, Yarým iþ günü...................................39 Necip Fazýl Kurt, Balat yokuþunda ben...................42 Emre Þimþek, Bir kadýn bir þair.............................46 Tarýk Kürtünlü, Yolculuðun 3 günlük kýsa tarihi........47 Kütüphane.........................................................52 Fotoðraf............................................................56

P.K. 29 Bağcılar - İST

İletişim www.derkenar.gen.tr dergi@derkenar.gen.tr derkenardergi@yahoo.com 0 536 511 99 02

Abonelik Yıllık: 18.000.000 TL / 18 YTL Abonet (212) 210 0 110 www.abonet.net

Genel Dağıtım

2004 yýlý DERKENAR sayýlarýnda kampanya

6 dergi 10 YTL

Pentimento (0212) 293 39 59

Baskı - Cilt Bayrak Matbaası (0212) 638 42 02 K.Ayasofya Cad. Yabacı Sk. Birlik Han No:2/1 Sultanahmet / İSTANBUL Baskı Tarihi: 02.05.2005

Yayın Türü Yerel, süreli, iki aylık Gelen yazýlar yayýnlansa da yayýnlanmasa da geri verilmez. Yazýlarýn sorumluluðu yazarýna aittir. Kaynak gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Yazarlara telif ücreti ödenmez. Reklamlarýn sorumluluðu reklam verene aittir. Ýlan pazarlýða tâbidir. Yayýn politikasýna uymayan ilanlar alýnmaz.

Sipariþ için

(0212) 210 0 110 numaralý telefonu arayabilir ya da

abonet@abonet.net adresinden isteyebilirsiniz!


istanbul alkým kitabevi/beþiktaþ

.

beyazmartý kitabevi/bakýrköy

.

mephisto/beyoðlu

.

simurg kitabevi/beyoðlu

.

pandora kitabevi/beyoðlu

.

.

birey kitabevi/caðaloðlu

.

genç mephisto/kadýköy

.

final kitabevi/kadýköy

.

khalkedon kitabevi/kadýköy

robinson kitap kafe/beyoðlu . aðaç kültür merkezi/fatih . sýla kitabevi/fatih. inkilâb kitabevi/fatih

. n-t kitabevi/fatih . mekan kitabevi/vezneciler . sahaflar kitap . alkým kitabevi/kadýköy . nezih kitabevi/kadýköy . imge kitabevi/kadýköy . eminönü iskelesi gazete bayii/kadýköy . n-t kitabevi/libadiye . n-t kitabevi/üsküdar . kýz kulesi kitabevi/üsküdar . eminönü iskelesi gazete bayii/üsküdar . inkilâp kitabevi/beylikdüzü migros . inkilâp kitabevi/ümraniye carrefour . inkilâp kitabevi/levent metrocity . inkilâp kitabevi/ataþehir migros . inkilâp kitabevi/baðdat caddesi . inkilâp kitabevi/maltepe carrefour . adana karahan kitabevi . zend kitabevi . adapazarý ilk sahaf kitabevi . ankara bilim ve sanat kitabevi . galeri kültür merkezi . kare kitabevi . turhan kitabevi . dost kitabevi . antalya nokta kitap kýrtasiye . kuyucu kitabevi . elt kitabevi . bursa inkilâp kitabevi-nilüfer carrefour . gaye kitabevi . çanakkale or-ka kitabevi . denizli yaprak kitabevi . erzincan üniversite kitabevi . erzurum üniversite kitabevi . eskiþehir kitapçi&kitapçý . hatay yener kitabevi . izmir iskenderiye kitabevi . ilpa kitabevi . kabile kitapçýlýk . pan kitabevi . yakýn kitabevi . inkilâp kitabevi/çiðli kipa . inkilâp kitabevi/bornova kipa . inkilâp kitabevi/balçova kipa . kayseri akabe kitabevi . kýrþehir düþün kitabevi . gül kitabevi . ahi kitabevi . kocaeli izmit kitap kulübü . kelepir kitabevi . konya nüve kültür merkezi . enes kitabevi . kütahya as ajans . üniversite kitabevi . denbay kitabevi-tavþanlý . malatya fidan kitabevi . mardin mnc kültür sarayý . mersin kitapsan kitabevi . turunç kitabevi . antik sahaf kitabevi/tarsus . rize çemberci kitabevi . samsun ebabil kitabevi . trabzon üçyol kültür merkezi . çaðrý kitabevi . derya kitabevi . denge kýrtasiye/akçaabat . zonguldak merdiven kitabevi .

sarayý/beyazýt

pentimento kitabevi/beyoðlu

.

ERÝÞÝM NOKTALARI

DERKENAR

Merhaba,

Türkiye’de yayýncýlýk faaliyetleri zordur. Edebiyat dergiciliðiyse hepten zordur. Bunun en önemli nedeni okur sayýsýnýn az olmasý ve okullarda edebiyat kelimesinin, tabir yerindeyse harcanmýþ olmasýdýr. Yüzyýlýn baþýnda insanlarýn birbirini boðazladýðý Ýngiltere'de, bugün 5.000 abonesi olan bir edebiyat dergisi var. Türkiye’de en köklü edebiyat dergisinin bile 1.000 aboneye ulaþmamasý yayýncýlar ve okurlar açýsýndan sorgulanmasý gerekir.

Sýkýntýlarla çýkan edebiyat dergilerinin kendi iç dinamikleri hep yayýnladýðý yazýyla orantýlý olarak görülmüþtür. Bu bir yönüyle doðru bir yargý olsa da, yayýnlanan derginin daha çok okuyucuya ulaþmasý, söylenen sözün anlamýný kat be kat artýracaðý için, fildiþi kulesine çekilip, okuyucu bizi bulur havalarýna girmek yerine, derginin etki alanýný geniþletmek için çalýþmak daha akýllýca geliyor bana.

Derkenar, ilk sayýsýndan itibaren hem içeriðini zenginleþtirmek, daha iyi ürünler, yazýlar yayýnlamak için enerji sarf ederken, bir yandan da derginin daðýtýmý ve aboneleri için giriþimlerde bulunan bir dergi. Bu çabalara olumlu cevap verdiði için okuyucularýmýza teþekkür ediyorum.

Ýnternet sitemiz de, tam da bu noktada, derginin etki alanýnýn geniþlemesi anlamýnda önemli bir rol oynuyor. Sekiz aydýr yayýnda olan ve yavaþlýðýndan þikayet edilen site tasarýmýmýzý deðiþtiriyoruz. Daha hýzlý ve kullanýþlý bir sitemiz oldu. Tüm özverili çalýþmalarýyla derginin dünyaya açýlan penceresi olduðu için Þahin Can Erdemir’e; derginin hemen hemen her sayýsýnda uykusundan fedakarlýk ederek on parmaðýný çalýþtýran Fatih Avcý’ya teþekkür ediyorum.

Edebiyatçýlarýmýzýn mektuplarýný okuyuculara ulaþtýrma görevini üstlenen Derkenar Mektup Servisi, bundan sonra sürpriz bir þekilde mektup gönderecek.

Yeniden buluþmak umuduyla...

Seyfullah Aslan

www.derkenar.gen.tr Adresimiz güncellendi / yenilendi!

1


Mehmet Korkmaz / Ă?kindi Uykusu


DERKENAR

F. Zehra Kalkan

ÝSTASYON BAHÇESÝ I biraz hayat çalýþmalý bugün toplanabileceði kadar dökülenlere inat ve iþte kalabalýðýnda öfkenin ýslýk çalmalý -ölmek için özgürce hani ya sýðdýrmak için yarým kalmýþ maviye bir damla yaþ -biraz hayat II biraz ölüm çalýþmalý bugün çünkü bilmiyorum bezgin miyim, özgür mü yoksa sadece yaþýyor muyum oysa her þey biraz daha ölüyor bugün eskimiþ kelimelerini boyuyor bir kadýn, aynada renksiz dudaklarý bir adam katlanmýþ bakýþlarýný býrakýyor masaya kalkýn! diyorum, uzatýn yüzünüzü hem bakýn, nasýl da uyuyorum tariflerinize hani anlatamadýðýnýz bir koku gibi metanetime siniyorum ve öksürüyorum birikmiþ umutlar eþliðinde iyileþebileceði kadar hastalananlara inat biraz fazla oluyorum -biraz ölüm III biraz da aniden gitmeli bugün gitmek biraz ölmektir diyen þaire inat kýzýl hovardalýklar sarkýtmalý ta istasyon bahçesine eriþsin diye -yani adýmlarýmýz eskimemiþçesine oysa düþlerimiz bile uzamýyor þimdilerde sýra dýþý olmak için mi yalnýzlýðýmýz yoksa yalnýz kalmamak için mi sýradanýz -boþ verin! iþte hâlâ bildiðimiz rakamlar kadar karmaþýðýz bilmediðimiz uzaklar kadar cesur ama yine de gitmeli deðil mi hem de bugün -ölmeden hayat biraz gitmeli -biraz... 3


DERKENAR

Ali Karınca

ELEÞTÝRÝYÝ OKUMAK Ülkemizde eksikliði sürekli dile getirilen eleþtiri, bu yoksunluðu dile getirenler tarafýndan bile, artýk alttan alta edebiyat dünyasýndan uzaklaþtýrýlmaya çalýþýlan bir tür halini aldý. Eleþtirmenlerin yüzlerine karþý sevecen davranýp, arkalarýndan eleþtirmenin artýk bu 'piyasada' iþinin bittiðini hararetle savunanlar, kitaplarý hakkýnda sadece övgü duymak istiyorlar. Bunu da tanýtým yazýlarýyla saðlamak niyetindeler. Bugün yayýnlanan kitap eklerine, kitap dergilerine bakýldýðýnda, eleþtirinin, bu yayýnlarýn kenarýna köþesine uðramadýðý görülecektir. Bu yayýnlarda gözlenen sadece önlerine gelen kitapla ilgili sevecen laflar etmekten ibaret. Eleþtiri dergisi alt baþlýðýyla yayýnlanan edebiyat dergilerinde bile, zaman zaman eleþtirinin vermesi gereken ciddiyetten ve sorumluluktan uzaklaþýlýp gerçekte hiçbir deðeri olmayan yayýnlar ya da kitaplar hakkýnda yazýlar yayýnlanmaktadýr. Eleþtirmen sýfatýyla yazan kalemin deðersiz addedilen kitapta büyük bir edebi deðer keþfettiðini varsaysak bile, önümüzdeki yazý kitabý sattýrmak için yazýlmýþ olduðunu haykýrýyor. Eleþtiri neden edebiyat dünyasýndan uzaklaþtýrýlmak isteniyor? (Hem de bu kadar çok eleþtirinin yokluðundan yakýnýldýðý bir ortamda.) Eleþtirmenlere söz sýrasý gelmeden, yayýn dünyasýnda senaryosu belirlenen bir plan medya aracýlýðýyla sahneye konuluyor. Eleþtirmenin eline kitap geçmeden önce, eleþtiri yazýsý yazmamasý gereken hemen hemen herkes eleþtiri baþlýðýyla yazmýþ oluyor, gazetelerde söyleþiler yayýnlanýp fýrtýnalar kopartýlýyor. Kendi kendilerine bir kitabý 'deðerlendirip' satýþ rakamlarýný uçurmaya bakýyorlar. Kimsenin eleþtirmenin sözünü merak ettiði yok. Buna zamanlarý da yok! Her þey hýzlý üretilip, hýzlý tüketilmek zorundadýr! Yeni kitaplar yazýlmasý gerekiyor. Bunun için gazetelerde ya yazar üzerinden ya da yazýlacak kitabýn konusu üzerinden bir alt yapý hazýrlanmalý, ortam ve okuyucunun zihni buna müsait hale getirilmelidir. Bu sýrada büyük(!) bir titizlik4

le kitabýný on günde yazan yazarýmýz da söyleþilere ve pozlarýný vermeye hazýrdýr. Tüm bu olup biten senaryonun hiçbir karesinde eleþtiriye yer yok. Eleþtirinin olduðu yerde sorgulama ister istemez baþlayacaðý için, neticede kitabýn iyi olduðuna kanaat getirme ihtimalimiz dahi olsa, yayýncý yayýnladýðý kitaba pek güvenmediðinden olsa gerek, eleþtiri aracýlýðýyla kitabýn sorgulanmasýna, edebi deðerine þüphe düþürülmesine elinden geldiðince engel olmaktadýr. Bu engeller maddi engeller deðil, daha çok eleþtirmenin edebiyat dünyasýna küsmesini saðlamaya yönelik giriþimlerdir. Eleþtirinin olmadýðýný ileri sürenler yukarýda anlattýðýmýz tablo itibariyle haklýdýrlar ancak iyi eleþtirmenlerimizin olmadýðýna katýlmýyorum. Sadece eleþtirinin azlýðýyla ilgili þunu söyleyebiliriz; bugün eleþtiri, gazetelerin kitap eklerinde, dergilerde kendine yer bulamadýðý için edebiyat dünyasýnda etkili olamýyor. Bu da bir anlamda eleþtirmenin küsmesine sebep oluyor. Küskünlük ya ciddi eleþtiri yazýlarý yazmaya giriþirken kalemlerine oto-sansür koymalarýyla tanýtým yazýlarý yazmalarýna ya da kalemi ellerine almamalarýna neden oluyor. *** Cemil Meriç'in o meþhur ifadesiyle, dergiler tefekkürün kaleleri olacaksa bu, öncelikle eleþtirinin dergi ortamýndan baþlayarak etrafa yayýlan bir hakimiyet alaný kazanmasýyla olur. Hakimiyet kazanan eleþtiri deðil de dergi olursa, o zaman bugünkünden hiç de farklý olmayan bir tablo çýkar ortaya. Zira, herhangi bir derginin hakimiyeti, tefekkür kalesi deðil, ciddi savunma kaleleri oluþturacak ve hep ayný kiþiler eleþtirilmeden ve sahiplenme duygusuyla dergide yer bulacaktýr. Bugün olan da bundan farklý deðildir. Birçok kitabý çýkan bir yazara artýk kötü yazamaz gözüyle bakýlmakta ve her yazdýðý satýr ilahi buyrukmuþçasýna kusursuz görülmektedir. Belki bu kadar büyük bir körü körüne baðlýlýk olmasa


DERKENAR

bile, yazýnýn kötü olmasýnýn sorumluluðu yazara yüklenmekte ve o yazý dergilerde yer bulabilmektedir. Ýyi kalemlerin zaman zaman kötü ürünler verebileceði düþüncesi yerleþmediði için, edebi deðere deðil, imzaya bakan bir anlayýþ hakim olmaya baþladý. Bu eleþtirinin dibine kibrit suyu dökmeye eþ deðer bir anlayýþ. Artýk, o yazar eleþtirinin süzgecinden geçilirmeyecektir. Ýsmi bilinmediði halde çok harika bir eser veren biri de yine bu sakat düþüncenin kurbaný olup kenara býrakýlacaktýr. *** Eleþtiri geleneðimizin olmamasý edebiyat dünyasýnda hep bir þeylerin eksik kalmasýna neden oluyor. Modern edebiyat eleþtirisini sistematik bir þekilde iþleten ve bunun öncüsü olan Mehmet Fuat’ý ve eleþtiri kuramlarýyla yol açýcýlýk yapan Berna Moran’ý geleneðimizi oluþturan isimler olarak andýðýmýzda bile, tam bir tablo çýkmýyor karþýmýza. Bugün eleþtiri yazýlarýný gördüðüz ancak eleþtiriyi bir sorumlulukla görev edinmeyen bazý isimler özellikle Memet Fuat’ýn eleþtirel bakýþýný yansýtýyorlar. Füsun Akatlý, Ömer Türkeþ, Yýldýz Ecevit, Feridun Andaç ve Fethi Naci bu isimlerden birkaçý. Eleþtirmenin ve eleþtirinin, yayýncýnýn ve okuyucunun sorumluluðunun tam olarak ayýrt edildiði net bir ortam olmadýðý için eleþtiriyi kim, nerede sekteye uðratýyor, tam belli deðil. Ancak sanatçýlar, yapýtlarý hakkýnda eleþtirmenden övgü dolu sözler duyarsa memnun oluyor ve eleþtirmeni tasdik ettiðini, gerçek eleþtirmenin eserini anlayacaðýný söylüyor; ayný eleþtirmen baþka bir yapýtý için ya da ayný yapýtý için baþka bir eleþtirmen hoþa gitmeyen þeyler söylediðinde sövgüler baþlýyor. Memet Fuat “Eleþtiri Sorumluluðu” kitabýnýn ‘Kavga Neden Çýkýyor” adlý denemesinin baþýnda sanatçý eleþtirmen iliþkisine deðiniyor: “Önceki kuþaklarýn sanatçýlarýyla son kuþak sanatçýlarý arasýnda, kendilerine yöneltilen eleþtirileri deðerlendirmek açýsýndan olumlu bir geliþme bulunmadýðý kanýsýndayým. Önceki kuþaklarýn sanatçýlarý genellikle eleþtirileri bireycilikleriyle deðerlendirirdi. Bugünküler de öyle yapýyorlar. Yazdýklarýnýz övgüyse doðru, yergiyse yanlýþ. Hoþlarýna gitmeyen bir þey mi söylediniz, karþýlýðýný nasýl olsa alýrsýnýz, bir gün bir yerde,

onlar da sizin hoþunuza gitmeyecek bir þeyler söylerler.” Memet Fuat, bu tespiti 1976 yýlýnda yapmýþ olmasýna raðmen, onca yýlda sanatçý eleþtirmen iliþkisinin ayný çarpýklýkla devam ettiðini söylemek hiç de yanlýþ olmaz. Edebiyat yayýnlarýnda çýkan eleþtiri ya da kitap tanýtýmý yazýlarýnýn imzasý bulunan bir isimle sanatçýnýn “arkadaþ” olduðunu gördüðümüzde yazýya tüm güvenimizi kaybediyoruz. Kaldý ki, eserin kötü yönlerine hiç deðinmek yok, hep övgülerle, göklere çýkarmalarla sürüyor yazý. Hatta daha ilginci, eserin kötü yönü açýkça ortadayken bunun hiç görülmemesi. Eleþtiriden yanlýþ anlamlar çýkarýldýðý ve eleþtirmenin sevilmediði bir ortamda eleþtiriyi doðru okumak da zorlaþýyor. Yapýtlarý-ürünleri deðerlendirirken, imzanýn tanýnmýþ biri olup olmamasýna bakmaksýzýn, yapýttan hareketle eleþtiri geliþtirilirse en saðlýklý yöntem uygulanmýþ olur. Aksi taktirde, ismi edebiyat dünyasýnda duyulmuþ bir yazara isminden dolayý övgüler düzerse, ismi duyulmadýðý halde iyi bir eser veren genç kalemlere hazksýzlýk edilmiþ olur. Ne abartarak ne deðerini düþürmeye çalýþarak: Eleþtiri neyi gerektiriyorsa ona göre deðerlendirerek eser incelendiðinde, hem yazara haksýzlýk edilmemiþ olur hem de okura.

5


DERKENAR

Bahadır Cüneyt

EVE YALNIZ DÖNEN AYAKLAR Dedem sakal býrakmýþ Kuruyan aðacý kesmiþ, soðan ekmiþ, yenilenmiþ Kolonya sürmüþ gömleðinin yakasýna Ceketini antene asmýþ Oyuncak kar tal yavrularýný kovalayýp Kiremit gagalayan kuþlar ekmiþ çatýya -seçimler yaklaþýyor kýna yakma parmaklarýna yoksa üzerler seni cetvelleri çok ser t plastik onlarýn hacý neye benzedin sen böyle git bir yýkan gel muhtar olalým mý Dedem ofansif oynardý Çekilmiþ kabuðuna ofsaytý bozuyor Armutlu tarlaya gitmiþ bir gün Sazlardan süzmüþ kendini Güneþ gelip üstüne doðru batýnca Ayaklarý yalnýz dönmüþ eve -koyunlar otluyor hacý keþke kur tlar da ot yeseydi ama anlýyorum beni dinliyor musun kur tlar da ot yese hiç ot kalýr mýydý dünyada hacý boþ bakmayý býrak da oy verelim vakit geldi kontör bayisi olalým mý Dolu hep onun saçaklarýna düþmüþ Bakýr, yaðmura hamur gibi bakar Ardý ardýna týpladýkça kamburuna Dedem dereleri tutmuþ köprü dinlensin Suyu tutmuþ boyunca, öteyi anlatmýþ Su dinlemiþ kelâmý da adem dinler mi? -nerde bu hükümet beybabam eþek yüküyle götürdü götüren insaf bekleme insan sýfatlarýndan hacý bana bak berbere git de insana benze hazýr perukçular aç kalmýþken ben öðrendim þu dizinin sonunu hacý bankamatik olalým mý

6


DERKENAR

Seyfullah Aslan

BURASI ORASI DEÐÝL Bugün çok yorgunum. Onca iþin peþinde koþtur dur... Gelen giden evraklar, takip çizelgeleri, hububat miktarlarý, Büyükbaþ Hayvanlarýn Meralara Zararýný Önleme Komisyonu raporu… hepsini okuyup, inceleyip kanunun bana verdiði zamaný kullanarak iki gün içinde onaylýyorum ya da görüþülmek üzere gerekli yerlere gönderiyorum. Bazý durumlarda evraklarýn karýþmasý ihtimalini de göz önünde bulundurarak, bütün evraklarýn fotokopisini çekip bir depoda özenle arþivliyorum. Geçen yýl yapýlan arþiv odasý küçük geldiði için yan taraftaki bahçedeki aðaçlar kesildi ve oraya güzel bir arþiv odasý yapýldý. Ha, bu arada unutmadan söyleyeyim, "Ormanlarýmýzdan Nasýl Yararlanmalýyýz?" adlý kitabýmýn sekizinci cildi olan "Kesmek Her Þey Deðildir"i geçen gün yayýnlayýnca kýyamet koptu. Tabii ki çok beðenildiði için. Kimsenin bir þey dediði yok yazdýklarýma. Zaten diyemezler de. Çünkü, "Ýzleme ve Gözleme Faaliyetleri Anabilim Dalý" her yere uzanma baþarýsýný gösteriyor sayemde. Mesela geçen yýl, benim yaptýklarýmý beðenmeyen bir delikanlýnýn bunu etrafta yaydýðýný bana "gizli" koduyla raporlayan "ÝGFAD"ýn saðlam kaynaklarýndan öðrendiðime göre, bu toy delikanlý bana karþý bir giriþimde bulunmayý düþünmüyormuþ ama deðerli halkýmýn aklýný karýþtýrýyormuþ. Ayrýca, hemen belirtmeliyim ki, aklýnýn bu genç tarafýndan karýþtýrýldýðý þikayetiyle bir çok vatandaþýmýz, Acil Þifalar Dileriz-Yine Bekleriz Hastanemize müracaat etmiþlerdir. Gencin bu hatasýný gençliðine vererek affettim. Ama herkes benden ayný lütfu göremiyor. Bu gencin sorumsuz ve köyümüzün geleceðine hizmet etmeyen davranýþýndan dokuz ay sonra, baþka bir talihsiz olay daha yaþandý. Belki de, benim yumuþak davranmamý yanlýþ yorumladýklarý için oluyor tüm bu isyankâr hareketlenmeler. Eðer ben, günde yirmi beþ saat yerine otuz iki saat çalýþýn deseydim ses çýkarmalarýnda haklý olabilirlerdi. Ama benim gösterdiðim iyi niyeti anlayamayacak kadar burunlarýnýn dikine gitmekte ýsrar edenler var. Ýþte burunlarýnýn doðrusuna giden vatan-

daþlar kümesinden biri, dere suyunu baþka bir köye sattýðým halde, kuraklýk yaþandýðý için su olmadýðý yalanýný halkýma yutturduðumu iddia etmiþ. Ben bu tip ihanet kokan iddialara asla dayanamam; "Böylelerine Ne Yapmalý?" yasasýnýn üçbinikiyüzdoksenyedinci maddesinin bana verdiði yetkiye istinaden, deðerli vatandaþýmýzýn vatandaþlýðýnýn ve deðerinin ortadan kaldýrýlmasý için talimat verdim. Yasalar böyle emrediyor, ben ne yapabilirim ki! Çok acýmasýz olduðumu sakýn ola düþünmeyin. Köyümüzün bölünmez bütünlüðü için bazý acemi sesleri kesmekte yarar var. Ayrýca, bu tip kötülüklerin artmasý halis muhlis yaþayan köylümüzün sinir kat sayýsýný artýrýyor ve dengesiz hareketlerde bulunuyorlar. Ayrýca, "Köylüyü Koruma ve Yaþatma Derneði"nin bana verdiði bilgiye göre, bu tip asayiþi bozucu faaliyetlerin artmasý üretilen ürünlere de yansýmaktaymýþ. Hatta daha kötüsü, büyükbaþ hayvanlar bile olur olmadýk arsýzlýklar yapýyormuþ. Bir hayvan neyi görürse onu yapar zaten, aklý yok ki düþünsün! Düþünme demiþken, geçen ay "Tek Kiþilik Dev Meclis"imde yaptýðým oturumda, iþ sýrasýnda düþünmenin vakit kaybýna, dinlenirken düþünmenin enerji kaybýna, konuþurken düþünmenin anlamlý cümleler kurmaya neden olduðunu tespit ettim ve düþünmeyi sýnýrlandýrdým: "18 yaþýndan küçükler düþünemez; 18-25 yaþ arasýndakilereyse 'Soruculuk'tan alýnmýþ 'Bu Adamda Bir Numara Yok' kaðýdý ve muhtarlýk onaylý, kendinizin ve tüm sülalenizin vesikalýklarýnýn ekli olduðu 'Bunlar Bu Kadarlýk' muhbir kaðýdýný pembe hariç bütün renkli dosyalarla dosyalayýp 'Düþünme ve Felsefe Vakfý'na tesliminden 242 gün sonra 'Düþün, Biraz Da Bizi Düþün' izin belgesi verilecektir. 25 yaþýndan büyüklereyse daha titiz bir hizmet anlayýþýyla muamele edilecektir. 25'ini geçen herkese '25 Yaþýndan Sonra Düþünmenin Zararlarý ve Korunmanýn Bir Yolu' adýyla kitaplar hediye edilecektir." þeklinde özetlenebilecek bir yasayý meclisin oybirliðine sundum ve hemen onayladým. 7


DERKENAR

Kitaplara büyük önem verdiðimi, yukarýdaki yasa metninden de anlamýþsýnýzdýr sanýrým. Ben deðerli köylümün kitaplarla iç içe olmasýna büyük önem veriyorum. Mesela halkýmýn kitaplarý daha rahat okuyabilmesi için gereksizliðine herkesin kanaat getirmek durumunda olduðu ansiklopedilerin, araþtýrma-inceleme alt baþlýðýyla yayýnlanan safsata kitaplarýnýn, insana yalandan baþak bir þey öðretmeyen romanlarýn ve sayfayý tam doldurmadýklarý için kaðýt israfýna sebebiyet veren þiirlerin gece 12'den sonra sokaða çýkmalarýný yasakladým. Bunun yerine daha ince, þýp dedim anladým türü kitaplarý bütün herkese tavsiye ettim. Tavsiye ettim dediðime bakmayýn, o anda herkes harýl harýl o kitabý okuyordu. Bu da halkýmýzýn "Burasý Orasý Deðil" yasalarýna ne kadar baðlý olduðunun ve kitaba ne kadar önem verdiðinin bir göstergesi. Halkýmla böylesine kaynaþmýþken aramýza nifak tohumlarý ekmeye çalýþan dýþ güçlere karþý birlikteliðimizi gösteriyoruz. Bayramlarda ve resmî tatil günlerinde halkýmýn arasýna karýþýr ve hiç bir dertlerinin olmamasýný büyük bir mutlulukla dinlerim. Ayrýca, onlar da bana, yönetimde göstermiþ olduðum baþarýdan dolayý hediyeler sunarlar. Böyle bir köylü-devlet kaynaþmasý nerede görülmüþtür, hiçbir yerde! Bunu hazmedemeyen komþularýmýz ve terörü besleyen bazý dað aþýrý köyler, medya yoluyla köyümüzde büyük bir kýtlýk olduðunu, insanlarýn sefalet içinde yaþamaya mecbur edildiðini, baskýcý bir yönetim kurduðumu falan iddia etmektedirler. Kendi köylerindeki baský ortamýný ve sefaleti gizlemek için üretilen bu yalan haberlerin aksine, 'Merkez Depo'muzun kayýtlarý ve 'Köy Ýstatistik Dairesi Genel Müdürlüðü'ne baðlý 'Ekonomik Göstergeleri Normalleþtirme Dairesi Yüksek Kurulu'nun verileri düþmanlarýmýzýn iddialarýný yalanlamaktadýr. Geçen yýlýn son çeyreðine göre bu yýlýn ilk çeyreðinde, Toptan Ot Pazarý'nda Otlama Endeksi 1,2 puan artmýþ. Ayrýca, Tüketici Hayvan Endeksi'nde 0,3'lük bir artýþ var. Enflasyonla mücadelemiz devam ediyor. Halis muhlis buranýn topraðýndan olan deðerli halkýmýn, enflasyon canavarýný öldürmek için her gece dað bayýr nöbet tutmasý önemli bir fedakarlýk. Bir köy neyle kalkýnýr? Halkýnýn refahýyla, 8

deðil mi! Ben de gece gündüz, uykusuzluk, yorgunluk demeden bunun için çalýþýyorum. Yanlýþ anlamayýn, þikayetçi deðilim. Köyümün kalkýnmasýna kendimi adadýðým herkes tarafýndan bilinsin isterim. Bunu kendimi övmek için deðil, bazý yalan haberlerin kasýtlý bir þekilde yayýlmasýndan dolayý halkým beni yanlýþ tanýmasýn diye söylüyorum. Ben kendimi daha iyi bir gelecek hedefiyle yýpratýrken, bazý densizler gizli örgütler ve cemiyetler kurarak halký yalanlarla kandýrmaya çalýþýyorlarmýþ. Sözde, yok ne bileyim, ben köyün en iyi meralarýný yakýnlarýmýn üzerine kaydettirmiþim de, yok bazý besi hayvanlarýný soframa kavurma etmek için köylünün elinden zorla almýþým da, yaylada kendime lüks villalar yapmýþým da bunun parasý nerden gelmiþ de …miþ miþ de miþ miþ! Ticaretten kazandýðým parayý nereye harcayacaðýmý kimseye danýþmaya niyetim yok ve bunun için kimsenin hesap sormaya hakký yok! Ayrýca, tüm bu yalanlarý halkýn arasýna sokmaya çalýþan hainleri "ÝGFAD"ýn titiz çalýþmasýyla yakalatýyorum. Adaletin önünde hesap veriyorlar ve hak ettikleri cezaya çarptýrýlýyorlar. Köyümüz insan hak ve hürriyetlerine saygýlý bir hukuk devletidir. Hainlere bile adaletli davranmaya çalýþan bir köy, uysal halkýna hiç haksýzlýk yapar mý! Hakimler ve savcýlar yüksek kurulu düzenimiz sayesinde adaleti baþka ülkelerden deðil, kendi öz kaynaklarýmýzdan temin ediyoruz. Ýklimimiz ve topraðýmýz adaletin yeþerip gürleþmesi için gayet müsaittir. Batýlýlar "Sezar'ýn hakký Sezar'a" diye bir sözü ilke edinerek adaleti temin etmeye çalýþmaktadýrlar. Halbuki bizde Sezar yoktur. Bizde Sezarlaþan, hakkýný olur olmadýk yerlerde arayanlara "Hakkýný Ararsan, Bulursun" kurulunun heyet raporu olmadan hak verilmez. Her isteyene hakkýný versek, ne olur bu köyün hali! Hukuku üstün tutmak için, mecliste alýnan her karara uyuyorum. Eðer yeni bir karar çýkarýlmasý gerekiyorsa da meclisi toplamak hiç zor olmuyor, ben sað olayým! Geçen yýl mahkemelerimizi ve zindanlarýmýzý ziyarete gelen Dünyadaki Doðal Alanlarý Koruma, Toplama, Derleme ve Hakkýný Verme Müdürlüðü büyük bir memnuniyetle ayrýldýlar. Köylerine döndükten sonra yayýnladýklarý raporun adaletle ilgili


DERKENAR

bölümünde, insan hak ve hukukunu artýk aþtýðýmýzý, bu kadar adaletin halkýn bünyesine zararlý olabileceðini, savcýlarý ve hakimleri çok serbest býraktýðýmýzdan dolayý adaletin baþý boþ iþlediðini, "Yargýyý Denetleme Kurulu"nun gayet düzenli iþlediðini ve zindanlarda yatanlarýn yeterli karanlýkta tutulduðunu kaydetmiþlerdir. Raporun sonunda köyümüzden ve yapýlan reformlardan övgüyle söz edilmiþtir. Bazý dýþ köylerle iliþkilerimiz iyi olmasýna raðmen, köy meramýzda gözü olan düþmanlarýmýz da var. Geçen hafta deðerli meclisimizde düþmanlarýmýza karþý savunma mekanizmalarýmýzý görüþtük. Köy sýnýrlarýmýzý gözünü kýrpmadan koruyacak muhafýz birliklerinin oluþturulmasýna, köy halký arasýnda birlik ve beraberliði daha da kuvvetlendirmek için düþman tehdidine karþý birlik ve beraberlik içinde olunmasý gerektiðinin propaganda araçlarýyla yayýlmasýna, köyümüzün silah alýmlarýný yapýp savunma sanayinin oluþturulmasý için çalýþacak ve bu alanda görev tanýmý yapýlacak "Yeþili Koruma ve Yeþilliði Savunma Bakanlýðý"nýn kurulmasýna meclisteki ikna edici konuþmalarýma dayanamayan deðerli ihtiyar heyetimizin oybirliðiyle karar verilmiþtir. Ayrýca düþman olarak tanýmladýðýmýz köylere müziðin evrensel barýþýný simgelemesi açýsýndan birer nota gönderilmesi için dýþiþleri bakanlýðýmýza emir verilmiþtir. Ayrýca ders kitaplarýnda "dost köy" þeklinde tanýmlanan yeni düþmanlarýmýzý gerçek yüzleriyle tanýtmak için "Ders Kitaplarý

Terbiye ve Hizalama Kurulu" gerekli çalýþmalara kararý aldýðýmýz gün baþlamýþtýr. Eðitim sistemimizden geçen her öðrencimizin köyünün deðerlerine sahip, bölünmez bütünlüðümüze karþý her türlü tehdidin farkýna varabilecek nitelikte yetiþmesi için elimizden geleni yapýyoruz. Zaten ders kitaplarýmýzýn bir çoðunu ben yazdýðým için, bugüne kadar yetiþtirdiðimiz öðrencilerde hiçbir eksiklik olmadý. Çobanýn El Kitabý, Ýlimin ve Bilimin Ýnsaný Mutsuzluða Sürükleyen Yönleri, Ýktidarýn Dayanýlmaz Aðýrlýðý, Köy Yönetimi ve Devlete Karþý Gelmenin Zararlarý adlarýyla dört ders kitabý yazdým. Bu kitaplar sayesinde her þeyiyle "tam teþekküllü ve teslimiyetli" nesiller yetiþmiþ oluyor. Ayrýca bu kitaplarýn yanýnda ormanlarýmýz, daðlarýmýz ve yaban hayvanlarý üzerine yazdýðým kitaplarým da var. Bunlarýn dýþýnda halkýmýn duygu ihtiyacýný karþýlasýn diye maddeler ve kurallar halinde yazdýðým Aþkýn 100 Kuralý, Seni Seviyorum Çünkü, Ayrýlýðýn 1001 Bedeli, Biz Birbirimiz Ýçin Yaratýlmýþýz Çünkü adlý kitaplarým da var. Bu kitaplarýn hepsi elliþer binlik sekiz baský yaptý ve korsan kitabýn köyümüzde yaygýnlaþmasýný engellemek için bol küsurlu rakamlarla satýldý ve haliyle tükendi. Çünkü deðerli halkým, raflarda kalan kitaplarým için çok üzülüyor ve ben baský yaptýkça onlar alýyor, onlar aldýkça ben baský yapýyorum. Hayýr, baský yapmýyorum!

9


DERKENAR

Mehmet Ali Başaran

FEYZA HEPÇÝLÝNGÝRLER ÝLE SÖYLEÞÝ Akýllarda kalan bir isim Feyza Hepçilingirler. Yurdun dört bir köþesinde aklýmýzý baþýmýza almanýn zamaný geldi de geçiyor diyerek bize ait önemli bir deðer olan Türkçe'yi anlatýyor, sevdiriyor diye; öyküleri ve üslubu kendini sevdiriyor diye; ya da hiç olmadý, ilginç bir soy ismi var diye. Yýldýz Teknik Üniversitesi'ndeki mütevazý odasýnda konuþtuk kendisiyle Türk Dili, kültürü ve edebiyatý üzerine. Bu dili konuþan minikler Derkenar okuyorlar mý bilmiyorum ama 'elebaþlarý' örgütle ilgili açýklamalarda bulundu. Türkçe'nin dostu Hepçilingirler, genç öykücülere yol gösterecek bir kitap yazacaðýndan da bahsedip, önerilerde bulundu. Siz hem öykücü kimliðinizle tanýnýyorsunuz, hem dilbilimci kimliðinizle. Dil konusunda gerçekten Türkiye'de yazýlmayan bir üslupla yazdýnýz. Ondan sonra sizin gibi yazan çoklarý çýktý. Tüm bu sürecin baþýnda, Edebiyat Fakültesi'ne girdikten hemen sonra diþ hekimliðine kaçmak istemiþsiniz. Evet, edebiyat fakültesine giderken, ben yazar olmayý hayal ediyordum. O hayalle girdim. Daha ilk derslerde gelen hocalar, 'Buraya yazar olmak için gelmiþseniz boþuna gelmiþsiniz.' demeye baþladý. Her gelen hocamýz bunu yineliyor: 'Biz burada yazar, þair yetiþtirmiyoruz, buradan öðretmen de yetiþtirmiyoruz' hatta. 'Edebiyat tarihçisi olacaksýnýz.' Ýyi de nasýl doyuracaðýz karnýmýzý, edebiyat tarihçisi olarak nerede çalýþacaðýz, onu kimse söylemiyor. Bir de daha ilk derslerde Osmanlýca baþladý. 'Eyvaah, ben yanlýþ geldim' dedim. Buradan þair yazar falan olunamayacaðý gibi benim hayatým kararacak burada. Ben bir an önce kaçmalýyým. O zaman altý tercih yapýyorduk, o tercihlerden hangisine puan tutuyorsa ona kayýt yaptýrabiliyorduk. Bu kadar ölümcül bir yarýþ halinde deðildi üniversite. Ben de o altý tercihin altýsýný da tutturmuþtum. Ama bazýlarýnýn kayýt zamaný dolmuþtu. Gidebileceðim diþ hekimliði fakültesi vardý, hâlâ kayýt yaptýrabileceðim. O yüzden acaba oraya mý gitsem diye bir düþündüm. Babama telgraf çektim, telefon da yok o zaman. 'Diþ hekimliði fakültesine girmeyi düþünüyorum, ne dersin?' diye. O soruþturmuþ arkadaþlarýna falan, demiþler ki çok masraflý, sakýn ha! Babam da 'otur oturduðun yerde' dedi, öylece kaldým. Yoksa bayaðý gözümü karartmýþtým, ben yanlýþ yere geldim diye. Piþman mýsýnýz? 10

Diþ hekimliðine gitmediðim için piþman deðilim ama edebiyat fakültesi bana ne verdi diye düþündüðümde tam da, tabii daha önceki halimi de hayal edemediðim için, o katkýyý somut olarak canlandýramýyorum kafamda. Ama ne bileyim, bir filolojiye gitseydim daha iyi olabilirdi diye düþünüyorum. Türkiye'de edebiyat fakültelerindeki eðitim sýkýcý mý? Edebiyatýn zevkli tarafýný öðretmiyorlar. Edebiyatýn kadavra kýsmýyla meþgul oluyorsun; müzelik kýsmýyla ve bu da insanda edebiyat zevki býrakmýyor. Ýþte benim okuduðum zamanda gelebildiðiniz en çaðdaþ kiþiler Aldülhak Hamit Tarhan'dý. Bu da üstelik Yeni Türk edebiyatý dersinde. Abdülhak Hamit Tarhan'a gelince bayaðý yaklaþtýk günümüze diyorduk. Ýyi de koskoca Nazým Hikmetler var, Orhan Veliler var. O zaman Cemal Süreya, Edip Cansever, onlar hayatta. Gidip görüþmek mümkün. Hiç öyle bir þansýmýz olmadý. Hatta þöyle bir düþmanlýk da vardý. Mesela Refik Durbaþ vardý, bizim fakültedendi. Benden önceki dönemde idi. Öðretmenler, hocalar, profesörler ona sonunda 'boþuna uðraþma biz seni mezun etmeyeceðiz' demiþler. O da ümidi kesti ve mezun olamadan okulu býraktý. Neden? Çünkü o zamanlar þiirleri vardý, yayýnlanýyordu dergilerde. Yani sen zaten þimdiden þair olmuþsun, bize ihtiyacýn yok, edebiyat fakültesi diplomasý alacaksýn da ne yapacaksýn gibi kýskanç bir tavýr vardý. Þair olmuþsa olmuþtur, o baþka o baþka. Sizi de herhalde biraz etkilemiþ o edebiyat hocalarýnýn söylediði sözler. Çok etkiledi. Biraz deðil, bayaðý etkiledi. Çünkü çok daha sonra, 7-8 sene sonra, kalemi


DERKENAR

elime alabildim. Asýl cesaret kýrýcý laflar da þunlardý: 'Bütün güzel þeyler yazýlmýþtýr, hiç kimse sizden bir þey yazmanýzý beklemiyor. Sizin yazacaðýnýz bir þey yok. Siz sadece yazýlanlarý inceleyin.' Böyle bir þey nasýl söylenebilir? Her þey yazýlmýþsa, kimse de bir þey beklemiyorsa, o zaman kýrarsýn boynunu, öðretmenliðini yaparsýn; olacak þey deðil. Sonra sonra kendi kendime bir þey geliþtirdim. Ve þunu düþünmeye baþladým: Tamam yani herkes kendi yazabileceði þeylerin en iyisini yazmýþtýr. Ama benim yazacaklarýmý kimse yazmýþ olamaz. Bunu düþündüðüm zaman çýkýþý buldum. Yani benim yazacaklarýmý tek ben yazabilirim, baþka biri bunlarý yazmýþ olamaz. Çünkü kiþisel bir þeydir de edebiyat. Ondan sonra ufak ufak ben de aralara girmeye baþladým. Ufak ufak derken nasýl geliþti? Üniversiteden önce þiir yazýyordum. Bayaðý da cesurdum. Yani üniversite böyle kolumu kanadýmý kýrmadan önce bayaðý cesurdum. Saðda solda þiirlerim yayýnlanýyordu. Orta okuldayken þiirlerim yayýnlanmaya baþlamýþtý. Birkaç yýl önce buldum: 1963 tarihini taþýyor ilk yayýnlanan þiirim. Antoloji gibi bir kitapta yayýnlanmýþ, dergi deðil de. 15 yaþýndayým. Lisedeyken de hep dergilere falan gönderdim. O zaman gazetelerin edebiyat sayfalarý vardý. Oralarda yayýnlanýyordu. Sonra üniversiteye geldim, bir durdum; dur bakayým dedim ne oluyor, burada bir þey oluyor da ne olacak bunun sonu falan diye. O frene basmak bir yedi sekiz sene sürdü. Sonra yavaþ yavaþ, tekrar hareketlenmeye baþladýðýmda ilk gönderdiðim öyküyü o zamanýn Türk Dili Dergisi’ne gönderdim. Türk Dil Kurumu var, sapasaðlam ayakta. Ve edebiyatýn nabzýný tutan da bir dergi. Edebiyat ödülleri veriyordu o kurum. Þimdikiler þarký sözü yazarlarýna falan ödül veriyorlar. Bir kez verdiler gerçi, ödül verecek halleri de yok ya. Oraya gönderdim ilk öykümü. Ve eylül ayýydý ilk gönderdiðimde, onu hiç unutmuyorum. Eylül ekimde yayýnlanýr diye bekliyordum; yayýnlanmadý. Ekim, kasým, aralýk geçti, yine yayýnlanmayýnca ben de ‘Ne yani, ne bekliyordun ki?’ dedim. Olmayacak derken yýlbaþýnda özel sayý çýktý. Özel sayýnýn içinde. Çok sevindim. Tamam o zaman, hadi devam dedim. Öyle bir yüreklendirmeyle, ondan sonra dergilere gönderdim. Böyle þimdi bakýyorum adý saný duyulmamýþ

insanlarýn pýrýl pýrýl kitaplarý çýkýyor, eskiden böyle bir þey yoktu. 80'li yýllarýn baþýndan bahsediyorum. Önce kitap yayýnlamak için mutlaka dergilerde görünmek gerekiyordu. Dergiler kabul edecek, öykünüzü yayýnlayacak, adýnýz biraz duyulacak ki ondan sonra. Hatta o da yetmezdi mesela... Çok ödül kazanmýþýmdýr ben. Çünkü bir biçimde ben yazýyorum. Bunu kanýtlamam lazým ki kitabým basýlsýn. Baþka türlü basýlmaz. Ödül kazandýktan sonra, gidip yayýnevine kitabýmý basar mýsýnýz demek de çok garip. Yayýnevinden teklif gelmesini saðlayacak þey ödül. Ödüllerle daha sonra kitaplar çýkmaya baþladý. Bugün dergilerde yayýnlanan öykü anlamýnda da, basýlan öykü kitaplarý anlamýnda da büyük bir patlama var. Nedense, bu patlama kitap satýþlarýnda görülmüyor. Bir öykü kitabý öykü yazarlarýnýn sayýsý kadar bile satmýyor. Bunu tam olarak neye baðlýyorsunuz? Hani çoðalýnca kaliteyi korumak da mümkün olmuyor ne yazýk ki. Þimdi sürümden kazanmak gibi. Yani çok daha fazla kitap var. Daha önce yeni çýkan kitaplarý takip etmek öðretmen maaþýyla bile mümkündü. Þimdi, yazmaya heveslenen bir gencin yerine koyuyorum kendimi; kimi takip edecek? Adý en çok duyulanlarý. O da iþte üç beþ kiþi var. Daha açýlýrsa bu piyasa iþi þeylerle burun buruna gelme tehlikesi var. Hangisi kalitelidir, hangisi deðil onu da bilmiyor. Çünkü kitap tanýtýmlarýnda da hakça bir þey yapýlmýyor. 11


DERKENAR

'Edebiyatýmý Geri Ýstiyorum' diye bir kitabý çýktý Bakýyorsunuz bir kitap göklere çýkartýlmýþ ama ne ya, yani eski edebiyatçýlarda öyle bir panik de var, edebiyat bakýmýndan ne kültür bakýmýndan bir eyvah edebiyat gidiyor diye. Çünkü her þey kirdeðer taþýyor. Ee, niye övülüyor? O zaman ben bu leniyor; toprak kirleniyor, su kirleniyor, edebiyat iþten hiçbir þey anlamýyorum diye düþünüyor. da kirleniyor. Zaten toplum kirlendi. Her gün Kafasý bulanýyor. Bir de, dergiler o eski hükmünü insanlar birbirinin boðazýna sarýlýyor. Edebiyat kaybetti. Yani dergide eskiden bir seçici kurul temiz kalamaz yani bu durumda. Týplý birleþik vardý, yayýnlanmaya deðer görülen ürün birinci kaplar gibi. aþamayý aþmýþ, geçmiþ oluyordu. Þimdi öyle deðil. Bu durum çok ilginç bir þeyler çýkartýyor Dergilere gelen öykülerde de çok nitelikli þeyler ortaya: Sermaye kuruluþlarý iþin içine girince bulamadýklarýný biliyorum dergi çevrelerinden. baþta herkes sevindi, edebiyatý geliþtirmek Mesela yýðýnla þiir gelirmiþ ama yayýnlanabilir isteyen böyle kuruluþlar var diye. Sonra anlaþýldý öyküyü bulmak gelen öyküler içinde bayaðý zor ki hayýr, yani edebiyatý sevdikleri için kitap basoluyormuþ. Çünkü þiir belki biraz ilham iþidir mýyorlar. Buradan bir kazançlarý olmasa koskoca ama öykü baðayý da bir çalýþmayý gerektirir. bir banka niye böyle bir yatýrým yapsýn? Gençleri Basbayaðý bir hayal gücünü kullanmayý gerekde bir yandan umutsuzluða, ben oraya gelemem tirir, kurguyu gerektirir. Ama mesela 20 yaþýna düþüncesine getiriyorlar. Ama medya simsarý gibi gelmiþ ya da 18 yaþýndaki biri de öykü kitabý yaparsam, ben de oraya yükselirim diye düþüçýkarýyor büyük büyük yayýnevlerinden. Hatta nülüyor. O zaman da gençlerin kendi durduklarý ben bir yayýnevinin halkla iliþkiler sorumlusunun yerde kayma oluyor. Kalemlerinde belli bir týkanbana verdiði bir kitabý okudum. 18 yaþlarýnda ma, eðilme oluyor. Bu yazdýðýmý kimse okumaz birisinin. Bana harika, çok iyi falan dedi ama ben düþüncesine kapýlýyorlar daha iþin baþýnda. sýkýldým okuyunca. Sonra ben kendimi sorguluyoÇünkü piyasa malý deðil. O da iþte ne yapýyor; rum acaba ben mi yanýlýyorum diye. Yani koskoca piyasa için yazmaya koyuluyor; aþkýn 200 kuralýný yayýnevi bastýðýna göre... Sonra tekrar okudum, da ben yazayým diyor. yanýlmamýþým. Garip bir þey var. Ya birileri biriÝþte suyu bulandýrmak biraz da bu oldu. lerini kolluyor... Sermaye kuruluþlarý gerçekten nitelikli bir þeye Ya da ortalýðý karýþtýrmak istiyor. Medyada yatýrým yapmaz çünkü onun yapýlan da benzer bir þey deðil çok satmayacaðýný bilir. Satami? Bakýyoruz iþte bir yýðýn ...her þey kirleniyor; cak kitaba yatýrým yapacaktýr. nitelikli insan var. Saz çalan, toprak kirleniyor, su Þimdi yeni kitap yazan birisi söyleyen bilmem ne. Hiçbiride neyi düþünecektir? Çok satsinin esamesi okunmuyor. kirleniyor, edebiyat da Medyada gördüklerimiz hep kirleniyor. Zaten toplum mayý düþünecektir. Bugün yeni böyle birbirini tekrar ediyor. kirlendi. Her gün insanlar bir yazar adayý, edebiyata yaranmak için bir þey yapmasýAyný þeyler, laylaylom þeyler. birbirinin boðazýna na gerek olmadýðýný kýsa Çok ilginçtir, bir ara medyasarýlýyor. Edebiyat temiz sürede fark eder. Çünkü çok da sýklýkla Latife Haným'ýn Atatürk'e mektuplarýndan kalamaz yani bu durumda. edebi bir þey yazsa ne olacak ki? Edebiyat tarihine kalacak bahsedildi. Gazetelerde, saðda da, o da belli deðil; edebiyat solda sürekli bu konu edildi. tarihi olacak mý, yazýlacak mý, belli deðil. Oysa Ýþte Atatürk'ün aþklarý þudur, budur gibilerden. þimdiden el üstünde tutulmak var, alkýþlanmak Sonra bir baktýk ki böyle bir sürü kitap çýkmýþ, var, sýk sýk televizyonlara çýkmak var. O zaman raflarda. Yani gazetelerde, televizyonlarda bunu yapmak için ne gerekiyor, ona bakacak. altyapýsýný oluþturuyorlar, sonra piyasaya çýkartýBunu yapmak için de gayet basit bir dille havadan yorlar. Demek ki on günde yazýlýp piyasaya sudan, herkesin anlayabileceði bir dilde yazacak. sürülen kitap deðil onlar. Bu 'herkesin anlayabileceði' sözü de ne demekse, Hep böyle bir þey var tabi. Kandýrýlma durumu millet öküz müdür, neden anlamasýn? içindeyiz. Þimdi mesela Demirtaþ Ceyhun'un 12


DERKENAR

Zelanda'ya gitmek gibi hayaller kurulurdu. En Varlýk dergisinin son sayýsýnda bir soruþturma uçuk hayalleri de buydu edebiyatçýlarýn. Bir gün yapýldý. Oradaki soruþturma sorusunu sormak her þeye veda edeceðim ve Yeni Zelanda'ya gideistiyorum. Sizce 1990'lardan itibaren yeni kuþakceðim. Neden Yeni Zelanda'ysa, onu da bilmiyolarca yazýlmakta olan öykünün belirleyici özellikrum. Þimdi bakýyorsunuz, Küba'da, Ýspanya'da, leri nelerdir? Bu özellikler öykümüze yeni açýlýmMeksika'da, dünyanýn dört bucaðýnda yaþamýþ lar kazandýrýyor mu? gençlerimiz var. Aslý Erdoðan mesela. Oralarda Ben son zamanlarda birçok öykü jürisinde de yaþamýþ, uydurmuyor onlarý, hakikaten de gidiyor, yer alýyorum. Varlýk'ýn Yaþar Nabi öykü jürisinde, görüyor, tanýklýk ettiði bir þey. Buna karþý biraz bu yýl Cevdet Kudret öykü jürisinde... Daha kendi toplumlarýný yabancý olduklarýný görüyoöykülerin dumaný üzerindeyken okuma þansýna rum. Mesela eleþtirilebilecek bir þey olarak ulaþmýþ oluyorum böylece. Bu öykücülerde, anlatýlan hep bir takým bunalýma yakýn duyarlýlýköykülerde demeyeyim de, gördüðüm belirleyici lar. Toplumsallýktan uzak. Mesela; Anadolu'da ne özellik þu; mesela kim var böyle o döneme oluyor, kimsenin umurunda deðil. Yoksul bir damgasýný vuran Murathan Mungan mý! Hepsi adam bir takým yaþamý güzelleþtirme yöntemleri Murathan Mungan gibi olmuþ. Bunda da þaþýlacak bulabilir, bu da bir öykünün konusu olabilir. Böyle çok bir þey yok, çünkü bakýyorsunuz kadýnlar bir þey yok. Sadece o bireysel bunalýmlar aðýrlýk dünyasý, moda alemi, medyatik dünya... Sibel kazanýyor. Bunaldýklarý için mi yoksa moda Can modasý çýkarsa bütün kadýnlar Sibel Can gibi olduðunu düþünüp mü yazýyorlar, o konuda kesin olmak ister ya. Benzer bir þey bu da. Murathan bir bilgim yok. Mungan çok baþarýlý oldu, alkýþlanýyorsa eðer, Öykücülüðünüzün yaný sýra, hatta ondan da hepsi onun gibi yazmaya çalýþýr. Böyle öte bir dilbilimci kimliðiniz var. Türkçe sadece benimsedikleri birkaç yazar var. Gençlerde Feyza Hepçilingirler meselesi olmadýðý halde gördüðüm þey böyle idol dedikleri kiþileri benimzamanýnýzýn çoðunu buna harcýyorsunuz. Bu seyip onlara benzemeye çalýþmalarý. Oysa belki yönüyle öykücülüðünüze haksýzlýk ettiðinizi de hiç yapýlmamasý gereken bir þey. En yapýlmadüþünüyor musunuz? masý gereken þey hatta. Ne Düþünüyorum, düþünüyoolmalýdýr? Ben neyim diye bak- Gençlerde gördüðüm þey, malýdýr. Çünkü Cezmi Ersöz böyle idol dedikleri kiþi- rum çok. Yani öykücülüðümden çok fazla zaman çalýyorum var zaten, onun gibi yazmanýn leri benimseyip onlara Türkçe'ye. Ve iþte biraz önce gereði yok. Murathan Mungan benzemeye çalýþmalarý. gördüðünüz gibi defterimi o tarzda en iyisini yazýyor zaten kendisi olarak. Birileri onu tak- Oysa belki de hiç yapýlma- açsam hiç boþ günüm yok. lit ederek, onu geçemez. O masý gereken bir þey. En Konuþma yapmaya gidiyorum. yüzden yapýlmasý gereken belki yapýlmamasý gereken þey Bunlar da uçuyor. Gerçi uçuyor de zorunlu olarak bu taklit hatta. Ne olmalýdýr? Ben diye bakmak da doðru mudur bilmiyorum. Yani orada bulunan basamaklarýndan geçmek ama neyim diye bakmalýdýr. kiþilerin aklýna bir soru iþareti sonunda gelinen noktada ben düþürsem, o bile bir þeydir diye kimim, ne yazabilirim, yazadüþünüyorum ama, beyinsel üretimim de caðým en iyi þey ne olabilir, bu sorularýn yanýtýný Türkçe'den yana kaymaya baþladý. O yüzden oluþturacak metinler yazmak... öykücülüðüm bundan çok zarar görüyor herhalde. Pekala, gençlerde iyi özellikler görüyor Bunun için ne yapýyorsunuz? Keþke daha fazla musunuz? Öykümüze kazandýrýlacak yönler var zaman ayýrsam öyküye diyor musunuz? mý? Demiyorum çünkü Türkçe meselesini biraz Bu konuda çok olumsuz bakmýyorum. Bir kere daha fazla önemsiyorum. Türkçe'nin hýrpalancoðrafyamýz çok geniþledi. Yani öykünün masýna engel olabilecekse benim bu çalýþcoðrafyasý çok geniþledi. Eskiden Ýstanbul'un malarým, iki öykü eksik yazmayý tercih ederim. dýþýna çýkmazdý edebiyat. Romanlar Ýstanbul'da Öyküyü canlý tutmak için de kendime görevler geçerdi, öyküler Ýstanbul'da geçerdi, Yeni 13


DERKENAR

veriyorum. Baþlangýcýný bilmediðim bir tarihten beri öðretmen olarak çalýþýyorum. Memur zihniyeti de ister istemez; ne görev verilirse onu yapacaksýn. Kendime de böyle görevler veriyorum. Mesela her ay yayýnlanan bir dergiye her ay öykü yazmak sözü verdim. Böylece ayda bir öykü yazýyorum. Esmer'e yazýyorum. Ondan önce Hayvan'a yazmýþtým, ondan önce de Öküz var. Biraz hayvanattan gidiyoruz ama... Öküz'e yazdýðým öyküler, 'Öykünmece' adlý bir kitapta toplandý. O kitaptaki öykülerin tamamýný Öküz'e yazmýþtým ben. Her ay böyle bir zorunluluk olunca iþin içinde, öykü de kurtuluyor bir anlamda. Þimdi de üç ayrý öykü dosyasý var elimde. Birine fazlaca bir þey yazmýþsam dönüp öbürünü tamamlamaya çalýþýyorum. Bir göç öyküleri projem var. Biraz araþtýrma gerektiriyor. Yani biraz temellendirmek, gerçeðe oturtmak gerekiyor. Türkiye odaklý düþünüyorum onu. Türkiye'ye dýþarýdan göçenler ve Türkiye'den dýþarý göçenler olmak üzere. Yolu Türkiye'den geçenlerin öyküleri olacak. Ayvalýk öyküleri yazýyorum. O da doðduðum yere borcumu ödemek amacýyla yazýlan öyküler. Bir de daha deneysel öyküler yazýyorum. Biraz da gençlere yol açýcýlýðý yapmak için de yararlý olabileceðini sanýyorum. Böyle de bir takým deneysel çalýþmalarým var. Ýþte korku öyküsü yazýyorum, bilmem ne. Yani böyle kendimi eðlendirmek için baþka bir deyiþle. Edebiyatýn bir anlamda temeli de o. Ýnsana okuduðunun zevk vermesini saðlamak. Siz Türkçe'yi sevdirmek ve öðretmek için çalýþýrken baþkalarý da müthiþ(!) bir icatla Türkilizceyi var ettiler. Onun için çalýþýyorlar. 14

Ortada büyük bir mücadele var. Kim kazanacak? Benim savaþým aslýnda umutsuz. O Türkilizceciler çok daha güçlü geliyorlar. Arkalarýnda koskoca Amerika var. Benim onlara karþý mücadelem tam yel deðirmenlerine karþý. Ama bu deðiþimin geliþme olmadýðýný anlatmaya çalýþýyorum ben. Doðru yolda olduðumu düþünüyorum, doðru noktadan baktýðýmý düþünüyorum. Çünkü dili feda ederek bir yere gideceksek, o yer bizi almamalý zaten. Mesela dili feda edip AB'ye mi gireceðiz, kim olarak? Çünkü dili feda ettiðimiz anda bütün kültürümüzü de gözden çýkarmýþ oluyoruz bir anda. Ayrýca herkese de Ýngilizce öðretmeye çalýþýyoruz haldýr haldýr. Ýyi de bir kere Türkçe'yi bilmeden doðru düzgün Ýngilizce öðrenilmez. Ýkincisi, bir dili ne kadar konuþuyorsan o kadarlýksýn diye algýlanmýyor mu? Böyle kekeleye kekeleye Türkçe konuþan birinin müthiþ zeki, olaðanüstü bir düþünce sahibi insan olduðunu düþünür müyüz? Yok, o kadar bir adam iþte. Ne kadar konuþuyorsa o kadar. Bize Ýngilizce öðretiyorlar ama kem küm bir Ýngilizce konuþacak kadar. Peki o kem küm Ýngilizce'yle olaðanüstü düþüncelerimiz olduðuna kimi ikna edebiliriz? Hiç kimseyi. O yüzden Türkçe'yle düþüneceðiz. Yapacaksak bir icat, bir buluþ geliþtireceksek, bunlarý Türkçe düþünüp yapmak zorundayýz. Ha, Ýngilizce ne zaman; ondan sonra iþimize yarayacaktýr. Diyeceðiz ki, “Ey dünya bakýn, biz böyle bir þey yaptýk.” Bunu Ýngilizce söyleyeceðiz. Ama bundan önceki Ýngilizce bir iþe yaramaz. Yani Ýngilizce'nin böyle sihirli bir gücü yok. Kafayý çalýþtýrýr, zihni açar... Yok böyle bir þey. Ama biz böyle bir gücü varmýþ gibi davranýyoruz Ýngilizce konusunda. Hatta matematiði ortaöðrenim basamaðýndaki birçok okulda Türkçe anlatýldýðýnda anlamayan öðrenciye tutup Ýngilizce anlatýyoruz. Sanki hakikaten Ýngilizce okunmuþ üflenmiþ bir dildir. Böyle anlatýnca bir çeþit olaðanüstü büyüyle çocuklar Türkçe'sini anlamadýklarý o matematiði anlayacaklarmýþ gibi. Bir de halka kendisini cahil hissetmesi için elinden geleni yapýyor medya. Halk çünkü televizyonda konuþan adamlarýn konuþtuklarý sözcükleri anlamýyor. Bunu anlamayýnca da kendini suçlu hissediyor. Bu bir yandan halkla aydýn kesimin arasýndaki uçurumu katlayarak büyütü-


DERKENAR

gülüyorum ama bu güldüðüm nedir diye de bir yor. Bir yandan da halkýn zaten içinde kývrandýðý düþünsün. Dilbilgisi kitabýný da, ne kadar aþaðýlýk kompleksini daha da abartarak o komespriyle karýþtýrabilirsen, böyle yazdým. Ancak o pleksin içinde boðulmasýna yol açacak kadar abarkadarýna el verdi. Gene ama konuþur gibi, arada tarak sunuyor. Kocaeli'nde bir konuþmadan sonra, þakalar yaparak, aný anlatarak yazdým. Bu en çok oralý bir þair 'Ben' dedi 'o kadar rahatladým ki, dilcileri sinirlendirdi. Çünkü dilciler biraz sýfýrcý maðazalarýn isimlerini okuyamayýnca çok üzülüöðretmenler gibidir ya. Matematikçilerin de öyle yordum, mahvoluyordum. Demek ki ben hakbir ünü vardýr. Bilmez herkes bu matematiði, bir lýyým, yani onlarý okumam gerekmiyor. Onlar tek ben bilirim! Dilbilgisi hocalarýnda da vardýr. aykýrý.' Evet, tabi yani!.. Ýnsanlara bunu hissetHerkesin aklý ermez. Matematiktir çünkü bir tirmek bile þöyle bir dik durmalarýný saðlýyor. anlamda. E, bunu ben herkes öðrensin diye açýnÇünkü onun dýþýnda, yeni bir maðazanýn ismin ca, çoðu kýzdý. Çünkü bütün fors gitti. Belki bu nasýl okuyacaðým diye yerin dibine geçiyorlar, dilbilgisi kitaplarýný da sulandýrýyorum gibi gelimahcup oluyorlar, utanýyorlar. Çaða yetiþemedik, yordur onlara. Sulandýrma deðil bu dediðim gibi, yakalayamadýk, gitti, kaçtý falan... Nereye kaçýçok taraftar toplayýcý. Özellikle gençler, zaten yor? Sen kendi ülkene kendi insanýna yabancýlaþgözüm gençlerde falan diye laflar dönüyor ya. ma. Maalesef bunu yaþýyoruz. Yabancýlaþmayý... Gençler sahip çýkmazsa bu dil biter. Bu dil O reklamý hatýrlarsýnýz. Mazhar Alanson'un biterse Türkiye kalýr mý? Türkiye ne ile, bayrakoynadýðý reklamda, kendisi çizmeli kýrbaçlý bir la mý yaþýyor? Bayrak için o kadar kýyametler köy aðasý rolünde; bonus saçlý kahyasýna, 'çok koparýlýyor. Hakikaten bayrak bir simgedir. Dil yakýþtý oðlum, yabancý gibi oldun' diyor. Asýl simge deðildir, canlý bir baðlantýdýr. Dil olmadan sorgulanmasý gereken bu: Yabancý gibi olmak eþitbirbirimizle ne iletiþim kurabiliriz ne duygudaþlýk tir güzel olmak. Neden?! Ýnsanlarý kendi kendinkurabiliriz ne düþünce paylaþýmý; hiçbir þey yapaden utandýran bir duygu bu. Yani yabancý gibi mayýz. olduysan güzelsindir, tersi de, yerli gibiysen Gençler dediniz de, siz ayný zamanda çocuk çirkinsin demek ki. edebiyatýyla da ilgileniyorsunuz. Bu sizce bilinçsiz mi yapýlýyor, bilerek mi? Ýlgileniyordum. Çocuk edebiyatýndan beni Bir özenmeyle bu noktalara geldik. Sürekli soðutmak için, sað olsunlar ellerinden geleni yapolarak kafasýna vurulan insanlar düþünün. Yeni týlar. Epey bir zamandan beri canlý bir baðlantým yetiþiyor çocuk; durmadan kafasýna vurup bak yok. Kýsaca anlatayým bir yazarý soðutmak için komþunun oðlu nasýl çalýþýyor, bak ne güzel neler yapýlabilir? Ýlk kez ismimin ortaya çýkmasý giyiniyor... Komþunun oðlu gibi olmaya çalýþtýk bir çocuk kitabýyla oldu. 'Yanlýþlýklar' adlý bir sürekli. O da olamadýk, kendimiz olmaktan da çocuk oyunu yazdým. Kültür çýktýk. Böyle acayip yaratýklar Bakanlýðý'nýn açtýðý bir yarýþhaline dönüþtük. ...Yabancý gibi olmak maya gönderdim. Baþarý ödülü 'Türkçe off' ve 'Dedim ah!' eþittir güzel olmak. kazandým. Kitap yayýnlandý. gibi çok önemli kitaplarýnýz var. Neden?! Ýnsanlarý kendi Altý Çocuk Oyunu diye þöyle Bu kitaplarda müthiþ de bir alay var, kara mizah var. Bu sýrf kendinden utandýran bir kalýn bir kitap olarak. Arkasýndan ihtilal oldu ve meseleye dikkat çekmek için duygu bu. Yani yabancý kullandýðýnýz bir yöntem mi gibi olduysan güzelsindir, Kültür Bakanlýðý kaldýrýldý; kültüre mültüre ihtiyacýmýz yoksa üslubunuz gereði mi? tersi de, yerli gibiysen yok denildi. O kitaplar olduðu Mesele bundan baþka türlü çirkinsin demek ki. gibi bakanlýðýn depolarýna anlatýlamaz mý? atýldý. Yýllarca orada kaldý. Bundan baþka anlatýlýr; Sonra çýktý ve anlayamadýðým bir biçimde marhatta öyle ciddi anlatýlýr ki oturur aðlar insanlar. ketlerde satýlmaya baþlandý. Sonra yeniden Ama ben taraftar toplamak derdindeyim. Daha Kültür Bakanlýðý kuruldu, yeni baskýsý yapýldý çok kiþi okusun, gülsün okurken ama güldükten ama þu anda gene yok piyasada. O öyle bir þey. sonra da neye güldüðünü bir düþünsün. Ben 15


DERKENAR

patýp rastgele bir yer seçiyor, ha iþte burasý diyor: Çocuklarla ilgili yazdýðým ikinci oyunu Yalçýn Bir okyanus ülkesi. Küçük bir ada. Oraya çöpleri Menteþ istemiþti benden. Onun Ýzmir'de küçük dökmek için gidiyorlar. Filmin sonuna kadar bekbir tiyatrosu vardý. Ona yazdým, anlaþtýk. Bir aylýk ledim, þöyle bir laf gelecek mi acaba diye: da telif ücreti ödedi bana. Sonra izini kaybettim. Üçüncü dünya ülkeleri çöplük müdür? Hayýr öyle Aradan yýllar geçti. 10 yýl falan. Birileri gelip o bir þey gelmedi. Þimdi bunu izleyen çocuk algýlýoyunu oynama izni istedi benden. Ben nereden yorsa bunu ki algýlýyordur yani, üçüncü dünya biliyorsunuz bu oyunu dedim, biz bu oyunu çok ülkesi eþittir çöp dökülen bir yer. Sonra ama þunu oynadýk dediler. Nerede oynadýnýz? Ne Balýkesir duyacak: Türkiye bir üçüncü dünya ülkesidir. kalmýþ ne Bursa kalmýþ bütün Ege'yi dolaþmýþlar. Sonra çocuðun kafasýnda bu neler yaratacaktýr Hatta, bu belki de dedikodudur ama çocuðun neler? boynuna günahý, Balýkesir turnesinden Yalçýn Bugün okullarda verilen Türkçe eðitimi nasýl Menteþ bir araba alarak dönmüþ. Aa, iyi o zaman görüyorsunuz? Üniversitelerde verilen Türkçe dedik! Yalçýn Menteþ araba alsýn diye mi yazdýk eðitim de var. biz o oyunu? Þimdi siz olsaydýnýz devam eder Zaten üniversitede Türk Dili dersinin miydiniz oyun yazmaya? Ben yeter artýk dedim. verilmesi baþarýsýzlýðýmýzýn resmen ilan edilmesi Sonra bir oyun daha yazdým. Kendi öðrencilerime anlamýna geliyor. Çünkü üniversiteye gelinceye oynatmak için. Onu mesela yayýmlatmadým. kadar biz o öðrenciye dili nasýl kullanacaðýný Aslýnda öyle bir oyun var, yayýmlanmamýþ, kimse öðretememiþiz. Ýlköðretim ve ortaöðretim de birbilmiyor ne olduðunu. Onu temize çekip yayýmbirinden son derece habersiz. Ýlköðretimde lamaya bile amaan boþver dedim, istemedim. öðretilen bir yýðýn þey ortaöðretimde bunlar yanYayýmlasanýz iyi olur. lýþ diye üstü çizilerek anlatýlýyor. E, yanlýþsa yýlDoðru, aslýnda çocuk oyunlarý alanýnda da çok lardan beri niye insanlara yanlýþ bilgileri veriyorlar eksik var. hâlâ. Dilin öðretiminde yaþama dönük hiçbir þey Ve þu an çocuklarýn ellerinde garip garip yapýlmýyor. Oysa dil kullanýlan bir þeydir. Yani dil dergiler var. 'kids', 'toys' diye. Ne olduðu belli ne bileyim, bir fizik bilgisi deðildir ki ancak bir deðil. Ýnsan çocuklarýn okumasýna sevinse mi laboratuvar ortamýnda kullanalým. Hayýr, sokaða üzülse mi bilemiyor doðrusu. çýktýðýn anda, yanýna döndüðün anda kullanýyorAyþegüllere bile hasret kaldýk. sun o dili zaten. Bunu sadece dilbilgisinden Çocuk edebiyatý ile baðlarý tam da koparmýþ ibaret sanma yanlýþlýðýna düþüyoruz. Böyle yapdeðilsiniz ama. Çünkü geçen yýl Tüyap'ta çocuk týðýmýz zaman da kuru bir bilgiedebiyatý üzerine bir konuþma yaptýðýnýzý duymuþtuk. ...Diyarbakýr'da açýlmýþ den ibaret kalýyor. Sýfatlar kaça ayrýlýr, zarflar kaça ayrýlýr falan... Evet, çocuk edebiyatý ve dil Ýngilizce kursuna giden Yani onu iyi bilmesi þart deðil, üzerine bir konuþmaydý. O kýzýn birine mikrofon dili iyi kullanmasý için. Dili iyi konuþma için bir iki hafta tutuyorlar niye Ýngilizce kullanmasý için bol bol pratik boyunca çocuk programlarý, yapmasý gerekiyor. Orada uyarýlçizgi filmler izledim. Ve içler öðreniyorsun diye, 'E, masý gerekiyor yani. Mesela sýk acýsý hakikaten. Çocuklarýmýza AB'ye girdiðimizde sýk, ne bileyim ne bileyim diizlettiðimiz bu yapýmlarýn Ýngilizce konuþmaya yorsan konuþma sýrasýnda, bir zaten tamamý yabancý. Özellikbaþlayacaðýz ya, þimdiden öðretmen demeli ki 'çok sýk ne le Amerikan yapýmý çizgi filmöðrenmeye baþlayalým' bileyim diyorsun, deme!' Onu lerde korkunç korkunç þeyler konuþmadýðý sürece kimse bilevar. Mesela birini hiç unutdiyor. mez. Üniversitede böyle eðitim mam; filmde kaptan var, bir de yapýlmasý gerek diye düþünüyorum. Ve ben böyle tayfa. Gemi çöp yüklü ve nereye dökeceðiz bunyapýyorum. Ben sýnýfýmda konuþturuyorum larý diye konuþuluyor. Kaptan diyor ki þimdi bir herkesi. Herkes iki defa konuþacak dönem üçüncü dünya ülkesi buluruz. Ve bir haritanýn içinde. Bir dergi tanýtýmý bir de sözlü olacak. Her baþýna geçiyorlar. Kalemini alýyor, gözlerini ka16


DERKENAR

ders ama her ders mektup, aný, günce, öykü… ne yazmak istiyorlarsa yazdýrýyorum onlara. Toplamýyorum yazdýklarýný. Toplayacaðým desem, elleri titrer, rahat yaza-mazlar. Zevkli hale getirilince bayaðý da yazabiliyor öðrenciler. Bunu ilkokuldan baþlatmak gerekiyor. Yazmanýn öyle çok özel durumlarda gereken bir þey olmadýðý kavratýlmalý. Okur yazar olacaksak, yazmalýyýz da. Sadece okumak yetmiyor. Okurken de bakýyorsun, lise öðrencisi bile dudaklarýný kýpýrdatýyor. Olmaz ki yani. Göz ile okuma aþamasýna geçememiþse daha, o tahsilde, o eðitimde bir eksiklik var. Yazmayý da öldürtecek bir boyuttan çýkartýp günlük yaþama indirmemiz lazým. Avrupa Birliði'ne gireceðiz diye bir çok deðerimizden de vazgeçiyoruz. Acaba daha nereye kadar deðerlerimizden, kendimizden ödün vereceðiz? Geçenlerde bu konuyla ilgili konuþuyorum bir okulda; neyse coþtum konuþtum falan, çocuklardan biri 'Siz iyi anlatýyorsunuz ama AB'ye gireceðiz, o zaman da dilimiz Ýngilizce olacak o zaman ne yapacaðýz?' diye sormaz mý! Kim söyledi sana bunu diye çocuðun üstüne yürüyecektim nerdeyse. Ondan önce de bir televizyonda, haber programýnda Diyarbakýr'da açýlmýþ Ýngilizce kursuna giden kýzýn birine mikrofon tutuyorlar niye Ýngilizce öðreniyorsun diye, 'E, AB'ye girdiðimizde Ýngilizce konuþmaya baþlayacaðýz ya, þimdiden öðrenmeye baþlayalým' diyor. Birileri böyle bir þey mi söylüyor? Ýnsanlar durup dururken niye böyle sanýyor? AB de bizi kara kaþýmýz kara gözümüz için mi alacak? Yani bu da bir alýþveriþ. Biz onlara diyoruz ki bir girersek Allah; iþ imkaný, ballý ballý iþler falan. Onlar ne diyecek yani? Türkler gelecek; þiþ kebap, döner, raký... Eee, bitti. Baþka bir þey yok mu? Yok, baþka bir þey kalmayacak hakikaten. Sazý bile, artýk Türk iþi diye kenara itmeye dünden razýyýz. Çok teþekkür ediyorum söyleþi için. Ayrýca; Türkçe'ye sahip çýkma bilincini oluþturmak ve yaymak adýna verdiðiniz mücadele için de. Ben de teþekkür ederim. Türkçe için çok önemli iþler yapýyorsunuz. Ýnþallah yaptýklarýnýz doðru anlaþýlýr, çabalarýnýz doðru yere ulaþýr: Ýnsanlarýmýz bu gidiþatýn kötü bir yerlere gittiðini anlarlar. Siz biraz umutsuz olduðunuzu söylediniz ama....

Umutlu olmamý saðlayabilecek bir tek þey var: Gençler. Çünkü görüyorum üniversitelerde yapýlanmalar var, Türkcan (Türkçemizi Canlandýrma Derneði) var, Türkkal (Kadiköy Anadolu Lisesi Türkçe'yi Koruma Ve Geliþtirme Kulübü) var. Bu Ýstanbul'da bile böyle. Anadolu'da yavaþ yavaþ yeniden böyle bir bilinçlenme ýþýðý var. Ne yapýyorum biliyor musunuz, gittiðim yerlerde? ilkokullarý örgütlemeye baþladým. Evet tabi, üniversite tamam ama daha temelden çünkü ilkokullar daha büyük tehlikede. Ana okullarýnda cadýlar bayramý falan kutlanýyormuþ. Yabancýlaþma diyoruz da hakikaten böyle bir þey var, bunu uydurmuyoruz. Benim oðlumun kýz arkadaþý geçen yýl ana okulunda bir yýl öðretmenlik yaptý. Ne öðretmenliði? Ýngilizce! Dört yaþýndaki çocuklara Ýngilizce öðretiyorlar. Veliler deli gibi istiyorlarmýþ; evet evet, iyi olur diye! Ana Okulu dediniz de, muhtemelen Ana Okuluna hiç gitmemiþ bir çocukla konuþmuþtum ben de. Ona 'büyüyünce ne olacaksýn' diye sordum; 'büyüyünce yumrukçu olacaðým' dedi. Boksör olacaðým demedi. 'Ya yumrukçu olamazsan ne olmak istersin' diye sorunca bu kez daha ilginç bir cevap verdi: 'o zaman ben de güldürücü olurum!' Çocuk basit bir Türkçe mantýðý yürüterek doðru kelimeler türetti. Ýþte Türkçe bu! Dýþ etkiler olmasa, kendiliðinden geliþse iþler, böyle olacak. Yeni bir kavram mý; hemen Türkçe üzerinden çocuk nasýl buluyor onu, büyükler de bulacak.

17


DERKENAR

Mehmet Ali Başaran

“KORSANA HAYIR” ADLI KÝTABIN FÝYATI Bir öðrenci olarak, istediðim kitaplarý satýn alýp okuyabilmem ahlaksýz olmamý gerektiriyor. Okumayý sevdiðimden ahlaksýzýn biri olup çýktým. Daha geçen gün gazetelerin kitap eklerinde eleþtirilerini okuduðum, kitabevlerine gidip etiket fiyatlarýna bakýp dokunduðum dört kitabý satýn aldým tezgahtan. Sen git sevdiðin yazar Selim Ýleri'nin okumak istediðin 'Kar Yaðýyor Hayatýma' adlý kitabýna 22 YTL verme, orjinalinden ayýrt edebilene aþk olsun dediðin, Vedat Türkali'nin 'Kayýp Romanlar', Sabahattin Ali'nin 'Kuyucaklý Yusuf', Soner Yalçýn'ýn 'Efendi' ve Goethe'nin 'Faust' adlý kitaplarýna 15 YTL ver! Gerekçe de þu: Daha çok kitap okumalýyým. Evet daha çok kitap okumalýyým; okumalýyým ki ukala olmayayým. Önceki yýl kitap fuarýna katýlýp Yapý Kredi Yayýnlarýnda görevli arkadaþa kitaplara baktýktan sonra, afedersiniz, dedim, öðrencilere kitap satýyor musunuz acaba! Görevli afallar gibi oldu. Ne demek istediðimi anlamamýþ olacak, kaþ gözle benden açýklama istedi. Yani, kitaplarýnýz çok pahalý da, dedim. Biliyorum, hiç öyle denir mi! Ne ayýp!.. Ama dedi görevli, biz Yapý Kredi'yiz. Beni göreceksin; özür dileyip, baþýmý öne eðerek gitmek varken yine dikkafalýlýk yaptým; biz de öðrenciyiz ama, dedim. Hem suçluyum hem güçlü. Üstüne üstlük giderken adam bana üstten aþaðý bakýyordu diye düþündüm. Halbuki yok; sergilik biraz yüksekte kurulmuþ, biraz da bana öyle gelmiþ. Yine de dünkü olay ve verdiðim tepki olmasaydý 'ben adam olurum' umudunu taþýyor olacaktým. Çünkü giriþ ve geliþme bölümlerinde fazlasýyla duyarlý bir kiþilik sergiliyordum. Sonuçta olan oldu ve amma vicdansýz bir adam olduðum ortaya çýktý. Nihat Genç'in kitabýný fiyatý katiyen indirimsiz 25 TYL de olsa almalýydým. 10 tane kitabým çýktý, daha bir milyar gibi bir parayla bütün bütün tanýþmadým, korsanlar hayat hikayemi bilse bana acýr, satmazlar kitaplarýmý demiþ adam. Üzüldüm onun adýna. O sözleri aklýmda, pahalý da olsa alacaðým kitabýný kararlýlýðýyla gittim kitabevine. Ne var ki ödeme yapmak için kasanýn baþýna geldiðimde ne kadar pinti, vicdan18

sýz ve adi biri olduðumu anladým. Bir iki hesap yaptýktan sonra caydým; kitabý satýn almadým. Masanýn üzerine atar gibi býraktým. Ara ara tozunu almayý unutmazsýnýz artýk, der gibi baktým. Ýflah olmam ben. Yayýnevi yazarla anlaþýyor, kitabýný yayýna hazýrlýyor, basýyor, üstüne o kadar da fiyat koyuyor ama almýyorum. Hiç emeðe saygým yok. Ýstiyorum ki çok kitap alayým. Oysa bir ayda biriktirdiðim harçlýkla altý tane kitap alabiliyor olsam ne deðeri kalýr ki kitabýn? Bir þey zor ulaþýlýr olacak ki deðerli olsun. Millet olarak da böyleyiz biz; kadir kýymet bilmeyiz. Bunun farkýnda olan kültür þirketlerimiz de olmasa hiç deðer vermeyiz kitaba. Allah onlardan razý olsun. Ta Amerikalar'dan yazarýn kitabýný Türkçe'ye çevirtip basmakla kalmýyorlar, ne deðerli bir þeydir kitap, anlayalým diye ona kendi dilindeki fiyatýndan çok daha yüksek bir fiyat koyuyorlar. Sýrf bizim için. Kitap aþýklarýndan baþka kim yapar bu fedakarlýðý? Bunlarý biliyor, yine de yasal olmayan, korsan kitaplar alýyorum. Yasa dýþý, ahlak dýþý… Aslýnda ahlaksýz olmak sorun deðil de ahlaksýz olduðunun farkýnda olmak kötü. Ýnsan kendini deðersiz hissediyor. Hayat anlamsýzlaþýyor. 'Ahlaklý Yaþam Sürmenin 24 Yolu' adýnda bir kitap mý yazsam?Hazýr ucuz kitaplar da 'ucuzlamýþken.' Ya da doðrudan bir yayýnevi mi kursam; kitap mý allayýp pullasam? Ama yok, yayýnevleri kan aðlýyor. Türk milleti kitap okumuyor ki. Bu toplum þöyle, bu toplum böyle. Kime kitap satacaksýn?


DERKENAR

Furkan Çalışkan

DONMUÞ BÝR NEHÝR KADAR RAHAT Sonuncusu öldürür. Demir tadý dolaþýr aðzýnda, damaklarýnda çýktýðýn kapýlar Susmalýsýn, topuklarýnda baygýn izler. Gitsen iyi olacak Bir denizi kabar tmak için, taþlarý kaynatmak için, git. Buradan bakýnca venüs ne kadar bakire,çirkin ve benim. Kiþisel çýðlýklar, rutubet, biri fena halde yanýlýyor Her üþümekte biri yanýlýyor, her kaçmakta Bir sabah uyandým ve hissetmediðimi fark ettim, bilmem gerekmiyor Parmaðýmý kesmem gerekmiyor, Anestezi yapabilir hayat. Paslý ve yorgun, saygýsýzca zevk alýyorum, mahsustan gitmiyorsun ya? Unuttum. Donmuþ bir nehir kadar rahat.

Bir yanlýþtan döner gibi konuþuyorum, Siz de kabul edersiniz ki, kim hatýrlar bir denizi vurmadýkça sahile Þiddet, ekþi tenini uzatmadan köpüklere, gazapta kalmýþ yapraklara dokunmadan Kim ölebilir? Uzun zaman geçti demiþti birisi, açýklama ihtiyacý diyelim, diyelim ki geç kalmýþ Hem zaten masumiyet çok ürkütücüdür, uzun zaman beyaza bakýnca Tercih meselesi, bir kariyeri iki arabasý hiç çocuðu olmayan bir kadýn meselesi Ucuz davran bana, serkeþ, farmakolojinin nimetlerini dök eteðine Ellerin titresin yalnýzlýktan, koþarken yavaþla, venüse bak, zühreye

Rengi atmýþ dünyanýn. Evlerinden çýkmamýþ henüz ahali Teoride mutlu olmak da fena sayýlmaz, nasýl sevsem þimdi mesela geceyi Korku lokmalara bölse, yani yutmak için zaaf kadar tatlý her ne varsa Sana baktým, uyumuþtun, hep böyle olur zaten, giderken uyur insan Ilýk sonuçlar doðurur þehir, tersinden de anlayabiliriz her þeyi, neticede insan doðurgan Gerçekten baktým mý sana? Bilmiyorum vücudum ýlýk, soðuk bile deðil Aynýyýz, yarým ve ar ta kalan

19


DERKENAR

Mustafa Uysal

MÜTHÝÞ ÞEYLER Sebep bu olmalý, yani insan zekasý... Ýnsan bir çok garip durumun içine doðrudan balýklama dalmýþ buluyor kendini çoðu zaman... Aniden birine, "Yahu ne olsun?" demek zorunda kalýyorsunuz. Bu garip sohbetlerden, alakalý-alakasýz pek çok þey de öðrenme fýrsatý buldum. Gerçi buna fýrsat demek ne kadar doðru bilmiyorum! Pazar sabahý... “Ýçerisi pek duman olmuþ” diyen biriyle karþýlaþýyorsunuz ve ev ahalisinden olmayan biri bu. Dýþarýsý ayaz, daha bir tek sigara içmiþim ve bu laf karþýsýnda þaþkýnlýkta kalýyorum. Pazar sabahý, özellikle yumurta yeme günü, tam anlamýyla keyifli bir kahvaltý günü. En azýndan Ýseviler gibi pazar sabahýnda kalkýp þýk giyinmek ve ayný hikayeleri dinlemek zorunda deðilsiniz. Sonradan farkýna vardým ki biz de ayný hikayeleri, yinelenen hikayeleri yaþýyoruz. Bir pazar sabahýndan ne umulabilir ki? Ayný gün, öðle vakti... Elektrikler kesik. Okuduðum kitap sýkýcý bir noktaya geldi. Çeviren hödük güzel bir kitabý okunamaz hale getirmiþ. Hiç adetim olmadýðý halde kitaba bir sürü çizikler attým. Ne yani, benden sonra o kitabý okuyan yanlýþlarý fark ettiðimi bilmesin mi? Hareket noktasý sakat. Biliyorum, çevirenin adýna bir kez daha baktým, yayýncý ile ayný soyadýný taþýyor. Kadýn eli deðmiþ bir iþin ilk defa bu kadar berbat olduðunu görüyorum. “Ýlk defa” demekle, diðer kadýnlara kýyak geçtiðim unutulmasýn. Ýkindiye doðru... Baharýn ortasýndayýz ve kar atýþtýrýyor. Dýþarý çýkmak çözüm deðil. Garip iþler çevirip de iyi para kazanan adamlarla karþýlaþýyorum. Onlarla sohbet etmek sahiden ilginç oluyor. Onlar da anlatmayý seviyorlar. O soðukta ýslanýyorum. Ellerim kenetleniyor. Her þey zýddýyla kaim, derler ya üþüyünce elbette -bir terslik yoksaýsýnýyorsunuz da. Hafif yemek atýþtýrýyoruz. Yanýmda biri var. Birazdan yanýmda biri olmadan eve dönüyorum. Elektrik hala yok. Akþama doðru... Soðuk havada, motosikletle uzun sayýlacak bir yolculuða çýkmam gerekiyor. Hava güzel olsa zaten keyfimden giderdim. Þimdi buna mecburum. Tedbirimi alýyorum. Kulaklarýmda hoþlandýðým müzik, boðazým pat20

layana kadar eþlik ediyorum yol boyunca. Aynaya bolca bakmam gerektiðini unutmuyorum. Bir daðýn baþýna geldiðimde motorda küçük bir arýza oluþuyor. Arýzayý hallediyorum. Ýþe yaradýðýmý hissetmek keyif veriyor. Bir sigara tüttürüyorum. Küçük Aðaç'ýn meraklý gözleriyle süzüyorum kuþlarý, otlarý, taþlarý... Ne bile-yim, çok farklý bir dünya. Buradaki "Gidiþat" çok farklý belki. Burnum sýzlamaya baþlýyor. Hafif nezleyim. Bu hava iyi gelmiyor. Þehri uzaktan görmek iyi ama. Üstündeki dumaný görüp buralarýn nasýl bir cennet (?) olduðunu hayal ediyorum. Burada kalma düþleri bile kuruyorum. Atkýmý sarýyorum, müziðimi açýyorum sonuna kadar, eldivenlerimi giyiyorum, motoru çalýþtýrýyorum. Yol beni bekli-yor. Ne olursa olsun, bütün yollar heyecan vericidir. Heyecana kapýlýyorum. Müziðin ritmi o kadar etkileyici ki elimi gazdan çekip çekmemek konusunda kararsýz kalýyorum. Yüzüm sarýlý olduðu için yerleþim birimlerinden -neden köy demiyorum ki- geçerken bile þarkýlara eþlik ediyorum. Hem de baðýrarak. Yollardaki çukurlara aldýrmýyorum. Boþ çiftliklere aldýrmýyorum, cýlýz ineklere aldýrmýyorum, besili köpeklere aldýrmýyorum, alabildiðine uzanan boþ ovalara aldýrmýyorum, köy güzellerine aldýrmýyorum. Onlar birer resmin parçalarý gibi kalýyor. Karlý daðlara aldýrýyorum. Hiç de alakasý olmayan müzikte manevi bir yan bulu-yorum böylece. Ritmi kalbime uyduruyorum. O baþka þey söylüyor ben baþka þey. Akþam... Öðle yemeðini atladýðýmýz için akþam erken iniyor. Sofra kuruluyor, pek isteksiz davranýyorum. Atlayan ben deðilim öðünü. Anlýyorlar tabi. Bu, moral bozukluðu yaratýr mý sizce? Moral bozukluðu iyidir, kalýp düþünceleri kýrmaya yarar. Sen de uyursan sýkýlýrým, diyen anneye küçük kýz, sýkýlýrsan ne yaparsýn, sorusunu yöneltirmiþ hikayede. Bilirsiniz bu hikayeyi. Güya, iyi bir þeyse ben de uyumayayým, diyor. Uyuyor tabi. Yorulduðumu zannettiðim için biraz uyumak istedim. Telefon denilen densiz yüzünden vakitsiz yatmak kabus oldu. Tam dalmak üzereyken birinin sohbete baþlamasý ne kadar hoþtur? Can sýkýntýsýna bire birdir kaþýnmak. Ya da canýnýz sýkýldýðý


DERKENAR

zaman kaþýnmaktan baþka bir þey gelmez aklýnýza. Öylesine, tatlý tatlý kaþýnmak. Sebep yokken. Baþýnýzý kaþýrken yakalarsýnýz kendinizi. En son ne zaman yýkandýðýnýzý sorarsýnýz hemen. Akþamdan sonra... Aile daðýldý. Zaten diþim aðrýmaya baþlamýþtý. Kendimi okumaya zorlamakla olmayacak. Diþimin içine çeþitli boy ve ebatlarda kürdan sokma denemeleri az da olsa netice verdi. Tam o sýrada, inanmazsanýz inanmayýn, Küçük Aðaç, dedesiyle birlikte viski satmaya gittikleri dört yol aðzýndaki dükkanda gördüðü "Diþ sýçratan"ý anlatý-yordu. Ýçim ürperdi. Diþ sýçratmanýn ne olduðunu daha önce hiç duymadýnýz mý? Ben de duymamýþtým. Adam, elindeki teli kor haline gelene kadar ateþte tutuyor, kurbanýn diþine yerleþtiriyor ve kimseye çaktýrmadan çekiçle belli bir sertlikte diþe vuruyor. Sonuç: Diþ, yerinden sýçrýyor. Ondan önceki akþam da, Yeni Hayat filmindeki kahramanýn, ýssýz adada kendi diþini nasýl çektiðini görmüþtüm. Bunlar can sýkýntýsýný daðýtmaya yetmez mi? Kaygý, en zayýfýndan bile olsa, sýkýntýyý daðýtýr. Ýlerleyen saatler... Arkadaþým çaðýrdý. Ýki kiþilik yalnýzlýk iyidir. Üçüncü kiþi geldi. Eðer muhabbete karýþacak olursam, kemik düþen taraf olurum. Sonra dördüncü þahýs geldi. Sahi, Türkçe'de öyle bir þahýs tanýmlamasý yok deðil mi? Dört kiþi, dört kiþilik masada iki ayrý muhabbet tesis ettik. Ýki uçuk deðer, dört ayrý gerilim. Dumandan gözlerim

yanmaya baþladýðýnda bunu ifade etmek için tam bir buçuk saat beklemek zorunda kaldým. Arkadaþýmla ben muhabbetlerin dinleyen tarafýnda bulunuyorduk. Ki, onlarýn muhabbetini de dinlemeye çalýþýyordum ara sýra. Ne ayýp deðil mi?! Asýl ayýp olaný, benim partnerimin söylediði bazý þeyleri anlamadan onaylamam. Sürekli ayný heyecan tonuyla anlatýlan ve uzun süren bir muhabbete tanýk olmamýþ olabilirsiniz, ben sürekli böyle yaþýyorum. Silik karakteri oynamak ve psikolojik tahliller yapmak oyununu bu yüzden geliþtirdim zaten. Çok zevkli bir oyun... Gerekmedikçe oynamayýn tabi. Çaylar bize kaldý, muhabbetin yenilen tarafý biz oluyorduk bu durumda. Dinleyen aðýr abidir, bu konumda da elbette elleri cebe atmak bize düþtü. Bu da çok güzel bir duygu. Ýnsanýn þükredebileceði ne kadar çok durum var. Soðuk bir pazar gününü bir çok tecrübe (!) ile doldurmuþ olmaktan memnun, uyuyakalmak isterdim. Kendimi yatakta dönerken bulmayayým mý? Ýþte günün finali: Ve sabahý bekler...

21


DERKENAR

Atanur Memiş

CEMAL SÜREYA’NIN KELÝME ANLAYIÞI "Kim ne derse desin þiirin birimi kelimedir" Cemal Süreya'nýn deneme ve söyleþilerinin bir bölümünü kendi þiiri üzerine yaptýðý deðerlendirmeleri oluþturur. Bu yazýlarýnda da söze düþtüðü gibi, þiirinde en göze çarpan özellikler: erotizm, humour, sözcük seçimindeki özen, biçimciliði ve toplumsal bakýþ açýsýdýr. Þiiri popüler kültüre karþýt bir yerde konumlandýran þair, yine de anlamsýzlýða yönelmiþ elitist bir þiir anlayýþýndan yana deðildir. Divan þiiri ve halk þiirinin olanaklarýndan faydalanmayý bilmiþ, günlük konuþma diline dizelerinde yer vererek Ýkinci Yeni þiiri üzerindeki karanlýk havayý daðýtmaya çalýþmýþtýr. Kelime seçimindeki özen ve kelimeyi kullanma biçimi þairin kiþiliðini oluþturduðu gibi, þiirselliðini de ön plana çýkaran bir tutumdur. Süreya, modern þiirin en önemli öðesi olarak gördüðü kelimeyi yaþayan bir varlýk olarak betimlerken, yazdýðý birçok denemede, katýldýðý pek çok söyleþide kelime üzerinde ayrýca durur. Ona göre, kelime þiirin en önemli unsurudur. Þair þiirini yazarken ilk olarak kelimeyle karþý karþýyadýr ve kelimeler, basit birer iþaret ve anlamlarýndan öte varlýklar olarak, hayatýn içinde yerlerini alýrlar. Cahit Sýtký Tarancý'nýn 'Kelime, dosttur, kadýndýr, kadehtir.' görüþü Süreya'da da karþýlýðýný bulur: "Kelimeler canlýdýr, soluk alýr, kaðýt oynar, þarap içer, hürlük olsun isterler."1 Süreya, yine, "Þiirin Birimi Sözcüklerdir" baþlýklý yazýsýnda, 'Sözcük nedir?' sorusuna, "Sözcük ayný zamanda duygudur, düþüncedir, hayatýn bütünüdür." 2 yanýtýný yakýþtýrarak, onlarýn hayattaki yerlerini saðlamlaþtýrýr. Þaire düþen ise bu durumda þiirin yapýsýný oluþturan kelimeye gereken titizliði göstermektir. Kelimenin her türlü parçalanýþýndan, soyutlamalarýndan, deðiþik iþlemlerle farklý farklý yapýlandýrýlmalarýndan yararlanmak yerine, hâlâ folklora ve halk deyimlerine yer veren þairlerin bir

22

kýsýr döngü içinde olduklarýný düþünen Süreya, "Folklor Þiire Düþman"3 adlý denemesinin ilk cümlesinde "Çaðdaþ þiir geldi, kelimeye dayandý." diyerek, kelimenin, artýk modern þiirin bir gereði olduðunun altýný çizer. Kelimeleri, çaðdaþ þiirin her türlü kullanýmýna açýk öðeler olarak konumlar ki; François Villon'dan, André Breton'a, Henri Michaux'ya kadar uzanan çizgideki þairler, þiirlerini oluþtururken kelimelere önemli görevler biçmiþler; yerlerini deðiþtirmek ve sahip olduklarý deðerlerle oynamak yoluyla onlardan yeni anlamlar çýkarmayý bilmiþlerdir. Þiirin bugün ulaþtýðý entelektüel niteliði taþýyacak unsurlar, dolayýsýyla, folklorda ve artýk dar bir kullaným alaný olan halk deyimlerinde bulunamaz. Anlamý kýsýtlayan, hikâye anlatýmý barýndýran folklor, þiir için kaçýnýlmasý gereken bir tehlike olarak görülmelidir. Halk deyimlerindeki kelimelerin, deyimin anlam çizgisiyle kaynaþmalarý sonucu, deyim kapsamý dýþýnda, ayrý bir iþlem gücü olamamakta; çaðrýþýmlarý, gösterdikleri anlam iliþkileri tek yönlü kalmaktadýr. Deyimlerindeki kelimelerle yazýlan þiirlerle þarký, türkü mýsralarýyla oluþan þiirler arasýnda da bir fark bulunmamaktadýr. Çünkü, ikisinde de þiir, kelimelerle deðil, çaðrýþýmlarý belirli kelime gruplarýyla ortaya çýkmaktadýr. Süreya, kliþeleþmiþ, sloganlaþmýþ kelime öbeklerine ve sýkça kullanýlmýþ biçim öðelerine yer vermenin, þiirde kiþiliði de olumsuz yönde etkileyeceði fikrindedir. Özellikle de Divan þairlerinin, sayýlan nedenlerden ötürü kendilerine özgü bir kiþilik oluþturamadýklarýný, zaten oluþmuþ olan bir kiþiliðin içinden yazdýklarýný düþünür. Öte yandan Süreya, kendi kuþaðý þairlerinin -özellikle ilk örneklerini ortaya koyan Ýlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever'in- bu çýkmazdan sýyrýlýp, daha hafif kalýplardan bile sýrt çevirdiðini; böylelikle kelimenin artýk Türk þiirinde de bir evrim geçirdiðini muþtular: "Bir iki yýldýr dilin daha iç, daha derin imkânlarýyla baþ baþayýz…


DERKENAR

Kelimeler bizde de yontuluyor artýk. Kelimeler bizde de yerlerinden yarý yarýya koparýlýyor, anlamlarýndan ufak tefek saptýrýlýyor, yeni yükler yükleniyor kelimelere. Böylece bir kavramýn deðiþik görüntü ya da izlenimleri elde edilerek yeni imajlara, yeni mýsralara varýlmak isteniyor."4 Süreya, kelimeyi þiir için vazgeçilmez bir dayanak olarak konumlandýrýrken, roman sanatý için kelimenin ayný önemi taþýmadýðýný düþünür. Çünkü, romanýn birimi kelimeden ziyade bir olay, bir tip, bir sorundur. Ona göre, þair kelimeye dayanarak hayatý anlamlandýrýr; romancý ise onu sadece bir þey anlatmanýn aracý olarak görür. Þiirde dil, bir araç olmanýn yanýnda, þiirin ortamýný da oluþturur. Yani, þiirin 'gövdesi', kendisi gibidir. Þiirde sözcükler, birbirleriyle çaðrýþým zinciri oluþturabilir; bir 'masa' sözcüðü masadan baþka þeyleri de anlatabilecek kadar esnekleþebilir. Oysa, romanda kelimeden bu türde bir iþlev beklenmez. Süreya, þiirde önemli olan özelliði, Braque'nin resimde söylediklerini þiire uygulayarak þöyle özetler: "Þiirde asýl olan 'hikâye etmek' deðil, kelimeler arasýnda kurulacak 'þiirsel yük'tür; Braque'ýn lafýyla, anekdotik deðil, poetik."5 Kimi yazýlarýnda þiir yazýmý sürecinde kelimenin seyrini de anlatmaya koyulan Süreya, yazým öncesindeki uyarýlma sürecinde daðýnýk bir halde bulunan kelimelerin; sýralarýný, kazandýklarý deðerleri yazým sýrasýnda edindiðini belirtir. Kelimeler, böylece, þiir bitene kadar her türlü yapýya uyum saðlayabilecek bir konuma ulaþýrlar. Süreya, ayrýca, ayný ya da yakýn bir kavrama dönük kelimeler arasýndan yapýlacak seçimi, kelimenin 'özel kullaným deðerini'6 edinmesi olarak tanýmlar. Kelimelerin kelime gruplarý içindeki yerleri, iþlemleri ancak þiir yazýldýktan sonra belli olmaktadýr. Dolayýsýyla, þiir bitene kadar kelimeler her an iþleme hazýr olarak sürekli bir devinim içinde bulunmaktadýr. Cemal Süreya, sýk sýk sözcüklerin, þiirde her türlü kullanýma açýk öðeler olduðunu dile getirirken, bir sýnýrlama yapmayý da ihmal etmez: "Þair sözcüklere dayanarak yazar, deyince, 'söz salatasý yapar' demek deðil, bu taným."7 Ona göre, þiirde canlý bir varlýk olan kelimelerle oynamak,

onlarý ezip bükmek mümkünse de; üst üste geliþigüzel yýðýlmalarý, doðalarýna aykýrý kullanýlmalarý sonucunda her canlý gibi ölmeleri de olaðandýr. Bu noktada, kelimelerle 'þiirsel gerginlik' iliþkisine deðinen Süreya, fazlaca iþlenen kelimelerin, 'oynanmýþ, ezilmiþ, ölü kelime parçalarý'na dönüþebileceðini, sonuçta da þiirsel gerginliðin sýfýrla en üst seviye arasýnda gidip gelebileceðini öne sürer. Yani kelimelerle fazla oynamak onlarý þiirsel açýdan öldürmeye yol açtýðý gibi, þiirsel gerginliði sýfýra kadar düþürebilmekte; çaðrýþým zenginliðini de ortadan kaldýrabilmektedir. Diðer bir deyiþle, 'þiirsel gerginlik' ya da 'þiirsellik' ancak kelimelerin yerli yerinde bir iþleme tâbi tutulmasýyla mümkündür. Pazar Postasý'nda, 'Halis Acarý' takma adýný kullanan Asým Bezirci'nin sorularýný yanýtlayan þair, soyut þiirin gerçekle iliþkisine deðinirken, resim ve þiiri kýyaslar.8 Bir þiirin, resim gibi soyut olamayacaðý sonucuna varýr. Resmin birimi tek boyutlu olan renkken; þiirin birimi, bir hacmi olan kelimedir. Kelimenin çaðrýþýmlarý, tarihi ve serüvenleri söz konusudur. Ne kadar deðiþtirilse de büsbütün deðiþmesi düþünülemez. Bir ressam renkleri yüzeye nasýl iþlerse iþlesin bu durum renklerin doðalarýna aykýrý gelmezken; kelimeler nasýl iþlenirse iþlensin, eninde sonunda gerçeðin küçük parçalarý olurlar. Bir baþka deyiþle, resimde renk bir izlenimken, þiirde kelime bir yorum olarak kendini gösterir. Sonuç olarak Süreya,

23


DERKENAR

rengin gerçeði, sadece bir nitelik olarak kavradýðýný; kelimelerinse gerçeði bir bütün olarak kavramak zorunda olduðunu savunur. Bu anlamda, ona göre, tamamen soyut ve anlaþýlmaz bir þiirden bahsetmek mümkün deðildir. Cemal Süreya, "Þiirde Yeni Kelimeler"9 adlý yazýsýnda yeni, 'Öztürkçe' sözcük kullanmaya deðinir. Þiirin yaþantýlarla baðlantýlý olmasý gerektiðinden, þiirin ayný zamanda bir otobiyografi olduðundan söz açar. Þiirin araçlarý olarak gördüðü kelimeleri, þiirin ayný zamanda içinde soluk aldýðý, hareket ettiði bir ortam olarak deðerlendirir ki; þairin de, yaþadýðý evrenle

arasýnda saðlam bir ilgi kurabilmesi; ancak günlük konuþmasýný, oturmasýný, kalkmasýný ifade ettiði kelimelerle mümkün olmaktadýr. Diðer bir deyiþle, þair, þiirini yaþadýðý kelimelerle kurar ve bu doðrultuda gerçeði kendine özgün bir biçimde ele alýr. Düþünürken sinema perdesine 'beyaz perde' deyip, sonra bunu þiirine 'ak gerelti' olarak aktaran sanatçýnýnsa gerçeði adlandýrýþýnda bir 'özdenlik' bulunmaz. Süreya'ya göre, yazarken aklýmýzdan geçen kelimeleri, þiirsel platforma geçirirken henüz hayattaki yerlerine oturamamýþ yeni kelimelerle deðiþtirmek, Aragon'un "Bütün güzel yazýlar otomatiktir" sözünü de yalanlayan bir olgudur. Bir sözün yerine baþka bir söz koyulduðunda, kavram deðiþmese bile, þiirsel planda yeni sözün diðer kavramlarla baðýntýlarýnýn deðiþmesi söz konusudur. Kelime seçimindeki bu yanlýþ sonucunda, dilin imkanlarý, þairin duyarlýlýðýyla baðlantýlarýný kaybetmekte; sonuçta da, ortaya 'çeviri' iþleminden baþka bir þey çýkmamaktadýr. Süreya, kimi söyleþi ve yazýlarýnda ise yeni kelime kullanmaya karþý olmadýðýný açýk bir dille ifade ederken; sadece tutunamamýþ, bilinmemiþ kelimelerle þiir yazmanýn güçlüklerine deðinir. Bu güçlüklerin yeni kelimelerin yaþamdaki yerlerini alana deðin süreceðini ve bunun da uzun bir süreç olacaðýný söyler. Pek çok þiirdeki baþarýsýzlýðýn sebebini yaþanmamýþ kelimelerin ölçüsüzce kullanýlmasýna baðlar. Çünkü, bu kullaným mekanik bir þiir yapýsýný ortaya çýkarmaktadýr. Süreya'nýn bu anlamda savunduðu þiir ise, yaþayan kelimelerle kurulmuþ organik bir þiirdir. Ona göre, gelenekleri, kullanýlmýþlýklarý, zengin serüvenleri olmayan kelimelerle þiir yazmak, þiirsel getiri açýsýndan risklidir. Süreya, ayrýca, yeni kelime kullanmak amacýyla kimi þairlerin daha önce yazdýklarý þiirlerdeki bazý eski kelimeleri yenileriyle deðiþtirdiklerini; bunun sonucu olarak da kimi güzel mýsralara kýydýklarýný dile getirir. Yeni kelimelere imkan veren dil devrimini de þiiri feda etmeden yürütmek gerektiðini savunur.10 Süreya, "Þiirin Birimi Sözcüklerdir"11 adlý yazýsýnda, yine, Türkçeleþme hareketinin ve dolayýsýyla dilin zenginleþmesinin, dilimizin çaðrýþým deðerlerini arttýrdýðýný öne sürer. Þiirin

24


DERKENAR

de -yeni þiir- bu sayede büyük bir atýlým içine girdiðini düþünür. Fakat, sadece dilimize yerleþen, kullanýlan, esnek olan, çaðrýþým deðeri taþýyan sözcüklerin þiire katký saðlayacaðýný; þiirin de bu durumda konuþma dilinden çok da uzaklaþmamasý gerektiðini savunur. Aðustos 1980 yýlýnda, Aydýnlýk dergisinde yayýmladýðý "Sözcükleri Deðiþtirmek"12 adlý baþka bir yazýsýnda dil devrimi etkisiyle, yine, eski kelimeleri yenileriyle deðiþtirmek üzerinde durur. Oktay Rifat baðlamýnda tartýþtýðý konuya, onun son kýrk yýla damgasýný vuran bir þair olduðunun, Türkçe'nin bugünkü haline gelmesine katkýda bulunanlardan biri olduðunun altýný çizerek baþlar. Ancak, kitaplarýnýn yeni baskýlarýnda kimi sözcüklerin yerine yenilerinin koyulmasýný doðru bulmaz. 'Günüm neþeyle uzun' dizesi yerine 'Günüm sevinçle uzun' dizesinin kullanýlmasý gibi. Süreya, uzun zaman önce yayýmlanmýþ, kitap olmuþ, eleþtirilere konu olmuþ, antolojilerde yer almýþ þiirlerin, dil kaygýsýyla deðiþtirilmesine anlam verememektedir. Bu þiirlerin belli bir duyarlýk ve dil baðlamýnýn ürünleri olduðunu ve de öylece kalmalarý gerektiðini savunur. Bu deðiþtirmelerin þiiri yapaylýða sürüklediðine inanýr. Ona göre, bir dize, o dizenin ve þiirin tamamýndaki kelimelerle bir bütün olarak kurulmaktadýr. Bir baþka deyiþle, dizeler, tek tek sözcüklerin toplamýyla deðil, birbirini besleyen sözcüklerin bir çeþit bileþimiyle ortaya çýkar. Bu durumda, dizelerdeki sözcük deðiþiklikleri, dizenin yeniden kurulmasýný gerektirmektedir. Dize yeniden kurulmadan, sadece sözcüklerin deðiþtirilmesini þiirde bir sýkýntý olarak gören þair, bu sýkýntýyý da 'dil devrimi'nin olumsuz bir etkisi olarak görür. Sadece Oktay Rifat'ta deðil, Yaþar Nabi Nayýr'da, Talip Apaydýn'da ve Fazýl Hüsnü Daðlarca'da da, bu tür sözcük deðiþtirmelere rastlandýðýný belirterek yazýsýný, "En iyisi eski yapýtlarýmýzý olduðu gibi býrakalým. Yenilerine yönelelim. O zaman öyleydik. Þimdi böyleysek, yeni yapýtlarýmýz da böyle olsun."13 diyerek tamamlar. Süreya, "Üvercinka dedi ki…"14 adlý söyleþide ise, kendi þiirleri için yapýlan, "külliyetli miktar, dahil, seda, kýyamet, hüzün, nehir, Allah, garanti, mahzun, þahane… gibi eski ve yabancý sözcüklerin yaný sýra, kural, çevre, önceleyin, evrensel,

kutsal, alýmlý, tanrý, denge… gibi yeni ve Türkçe sözler...." kullandýðý yönündeki tespit üzerine, eski sözlerin imkanlarýyla da mýsra kurmaya gittiðini onaylar. Eski veya yeni kelimeleri kullanýrken þiirdeki atmosfere göre hareket ettiðini belirtir. Bu sayede, kendine özgü bir yoðunluk elde etmeyi, onlardan farklý bir þekilde yararlanmayý amaçladýðýný, "Ýngiliz" adlý þiirinden bir mýsrayla örnekleyerek anlatýr: 'Karanlýk bastýrmýþ üstümüzü külliyetli miktarda' mýsrasýnýn, 'külliyetli' kelimesiyle birlikte eski bir hava yakaladýðýný, baþka bir yoðunluk elde ettiðini dile getirir. Bunun yanýnda, dilde karþýlýðý olan eski kelimeleri kullanmaktansa özellikle kaçýndýðýnýn altýný çizer. Kelime ekseninde görüþlerini aktardýðýmýz Cemal Süreya'nýn ilk kitabýnýn isminin "Üvercinka" olmasý da, onun kelime anlayýþýnýn bir ürünüdür. Güvercinle karýþýk bir isim olduðunu belirttiði 'Üvercinka'nýn ayný zamanda bir kadýn adý olduðunu; içinde 'güvercin' ve 'kadýn' çaðrýþýmlarý barýndýrmasý bakýmýndan da, 'barýþ'a ve 'aþk'a dönük bir kavram haline dönüþtüðünü söyleyen þair, bu kelimeyi kitaba isim olarak seçmesini ise dönem þiirinin ve kendi þiirinin kelimeyi zorlayan bir þiir olmasýyla açýklar: "Günümüz þiiri ve bu arada benim þiirim kelimeyi zorlayan bir þiir. O adla þiirimi özetlemiþ ya da bir parça belirtmiþ oluyorum. Þiirimden ufak, ama anlamlý bir kesit vermiþ oluyorum galiba."15 Yine, asýl adýnýn Cemalettin Seber olduðunu bildiðimiz þairin, Cemalettin'in 'ettin' bölümünü atmasý ve 'Süreyya' olarak deðiþtirdiði soyadýndaki 'y' harflerinden birini çýkarmasý da onun kelimede söyleyiþ güzelliði arayýþýnýn bir göstergesidir. Süreya'nýn kelimenin þekilsel imkanlarýndan yararlanmasýnýn bir baþka örneðini "Elma" 16 þiirinde görebiliriz. Þiirin son dizesinde "Adýmýn bir harfini atýyorum" diyen þairin, adýndan, 'Cemal' kelimesinden, 'c' harfini atýp geriye kalan 'e-m-a-l' harflerini kullanarak þiirin baþlýðý olan 'elma' kelimesine ulaþýrýz. Süreya'nýn þekilsel bazda kullandýðý kelimeler yanýnda, Türkçenin imkanlarýyla oluþturduðu kelimeler de mevcuttur. Buna en iyi aþaðýdaki þiiriyle örnek verilebilir:

25


DERKENAR

ADI ÝLHAN BERK OLAN ÞÝÝR17 Nurullah Ataç çeliþtirmen Tahir Alangu soruþturman Cevdet Kudret deriþtirmen Suut Kemal çekiþtirmen Mehmet Kaplan uyuþturman Sabahattin Eyüboðlu yetiþtirmen Orhan Burian barýþtýrman Vedat Günyol biliþtirmen Adnan Benk veriþtirmen Fahir Onger geçiþtirmen Memet Fuat alýþtýrman Fethi Naci kýzýþtýrman Hüseyin Cöntürk yarýþtýrman Rauf Mutluay doluþturman Asým Bezirci koðuþturman Mehmet H. Doðan geliþtirmen Doðan Hýzlan buluþturman Konur Ertop araþtýrman Vecihi Timuroðlu seviþtirmen Muzaffer Uyguner üleþtirmen Adnan Binyazar örtüþtürmen Füsun Akatlý konuþturman Atilla Özkýrýmlý dalaþtýrman Murat Belge yakýþtýrman Enis Batur ileþtirmen Ýlhan Berk eleþtirmen Þair, dize kurarken kelimeleri kimi zaman grameri bozacak þekilde bir araya getirir. Bu dizelerden göze çarpan birkaçýný da þöyle sýralayabiliriz: "Kibrit çak masmavi yanardý sesin" Ülke18 "Bir sürü güvercin havalan. Saçlarýn" Türkü19 "En yakýþtýran kadýn kendini" Bir Park Konuþkaný Üstüne20 Ýkinci Yeni'nin en þöhretli þairlerinden olan Cemal Süreya, þairliðinin yanýnda poetikasýný ortaya koyan yazýlarý ve söyleþileriyle de ses getirmiþtir. Bu yazýlar ve görüþler çokça iþlenip pek 26

çok yoruma dönüþtüðü, birçok genç þaire yol gösterdiði gibi, kimi zaman eleþtirilerin de hedefi haline gelmiþtir. Yukarýdaki yazýda kendi görüþ ve deðerlendirmelerine baðlý kalarak kelime anlayýþýndan ve dar bir çerçevede þiirindeki yansýmalarýndan bahsettiðimiz þairin, kelime üzerine kaleme aldýðý söz konusu düþünceleri, ayný zamanda 'saf þiir' arayýþýnýn da bir ürünü olarak görülmelidir. Bu yüzden de, þiirin tekliðine ve kapsamýna uygun bir kelime anlayýþýný savunur. Þiirde kelimeyi konumlandýrýrken, diðer edebi türlerdeki konum farkýný da ortaya koymayý ihmal etmez. Sonuçta, "Kim ne derse desin þiirin birimi kelimedir."21

DÝPNOTLAR 1 Cemal Süreya, "Üvercinka Dedi ki...", Pazar Postasý, 23 Mart 1958; Nursel Duruel (haz.), Güvercin Curnatasý, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, Haziran 1997, s.17. 2 Cemal Süreya, "Þiirin Birimi Sözcüklerdir", Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s. 359. 3 Cemal Süreya, "Folklor Þiire Düþman", a dergisi, Ekim 1956; Folklor Þiire Düþman, Ýstanbul: Can Yayýnlarý, 1992, s. 23. 4 a.g.y, s.26. 5 a.g.y, s. 23. 6 Cemal Süreya, "Oktay Rifat'ýn Þiirinde Fýrsat Rantý", Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s. 187. 7 Cemal Süreya, a.g.y., s. 359. 8 Cemal Süreya, "Üvercinka Dedi ki...", Pazar Postasý, 20 Nisan 1958; Nursel Duruel (haz.), Güvercin Curnatasý, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, Haziran 1997, s.17. 9 Cemal Süreya, "Þiirde Yeni Kelimeler", Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s.274. 10 a.g.y., s. 276. 11 Cemal Süreya, "Þiirin Birimi Sözcüklerdir", Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s.360. 12 Cemal Süreya, "Sözcükleri Deðiþtirmek", Folklor Þiire Düþman, Ýstanbul: Can Yayýnlarý, 1992, s. 373. 13 a.g.y., s.375. 14 Cemal Süreya, "Üvercinka Dedi ki...", Pazar Postasý, 20 Nisan 1958; Nursel Duruel (haz.), Güvercin Curnatasý, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, Haziran 1997, s.16. 15 a.g.y., s.15. 16 Cemal Süreya, Sevda Sözleri, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, Þubat 2001, s.25. 17 a.g.e, s.190. 18 a.g.e, s. 48. 19 a.g.e, s. 24. 20 a.g.e, s. 47. 21 Cemal Süreya, "Oktay Rifat'ýn Þiirinde Fýrsat Rantý", Toplu Yazýlar I, Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2000, s.187.


DERKENAR

Mervan Aksu

TUFAN tufan bekçisi durmadan aðlýyor yapayalnýz yazýlan þiirlere o þimdi aslýnda bize çok uzak bir maðaranýn on altýncý katýnda yaþýyor yolu düþenler ancak bilir orayý þairler bilir düþ gezginleri bilir ve seyyahlar bilir o þimdi aslýnda bize çok uzak tufan bekçisi durmadan aðlýyor yapayalnýz yaþayan þairlere çünkü aðýt yaktýðý bütün þairlerin folklorik ecnebi sezgileri varmýþ boynumuzda bulunan muskanýn en alt ininde o þimdi bize çok uzak çünkü o þimdi keldanilerin dilsiz çadýrýnda dilbaz kelebeklerin seyahatnamesini yazýyor

27


DERKENAR

Ahmet Kırtekin

YILDIZLARIN ALTINDA: TARÝH, ROMAN, KADIN 'Yýldýzlarýn Jeanne'ý üçlemesi 1450 ile 1520 yýllarý arasýnda meydana gelen deðiþimlerin roman yoluyla anlatýlma çabasýndan ibaret. Yazar Gerald Messadié'e göre bu zaman aralýðý Ortaçað'ýn sonu ile Rönesans'ýn baþlangýcý1 arasýnda yer alýr. Þüphesiz bu dönemde Avrupa'da bir çok önemli geliþme yaþanmýþ, tarih sahnesinin aktörleri deðiþmiþtir. Yazar da sosyal, ekonomik ve politik boyutlarý olan bu deðiþimleri, kahramaný 'Jeanne' üzerine kurduðu kurgu çerçevesinde anlatýyor.

üçüncü kitabýn konusu. Her cilt için bir yýðýn okuma yapmak mümkün. Feodal yapýlarýn çözülüp burjuva sýnýfýnýn ortaya çýkmasý, ulus devletlerin yavaþ yavaþ oluþmasý, bilgi tekelinin kýrýlmasý, ruhanî otoritelerin güç kaybetmesi, ticaret yollarýn deðiþmesi, yeni zenginlik kaynaklarýnýn keþfi… ciltlerde izi sürülebilecek konular. "…üçleme elbette ki bir tez romaný deðil, sadece bir resim oluþturmaktýr"3 diyor yazar. Bu açýk yürekliliði dikkate almakta fayda var. Yýldýzlarýn Jeannet Gerald Messadié Ýthaki Yayýnlarý

Jeanne ailesinin kaçak askerler tarafýndan katledilmesi üzerine Normandiya'dan Paris'e göçer. Bildiði tek þey çörek yapmaktýr ve Paris'in arka sokaklarýndan birinde küçük bir tezgahta çörek yapýp satmaya baþlar. Fransa kralýnýn metresinin bir gün bu sokaktan geçerken Jeanne'ý fark edip ona lütufta bulunmasý üzerine hayatý deðiþir. Yapayalnýz ve hiçbir dayanaðý olmadan güç bela devam ettirdiði hayatý maddi olarak zenginleþirken çevresindeki insan sayýsý da artar. Kendisine bir aile kurar ve ahbap edinir. Yazarýn vurguladýðý üzere saraya çok da yaklaþmama eðilimindedir, saraya yakýn olmak tehlikeye yakýn olmak demektir; her iliþkinin makul bir seviyesi vardýr. Siyasi olaylar ve kiþiliklerin kararlarý ister istemez Jeanne'ýn hayatý üzerinde de etkili olur. Jeanne bu süreçte basit bir çörekçi olmaktan çýkýp yavaþ yavaþ bir burjuvaya dönüþür. Kendi kardeþini kurtlara parçalatýr ve birkaç adam öldürür. 'Ama bu þiddet, dönemi yansýtmaktadýr sadece.'2 Birinci kitapta Fransa içi karýþýklýklar konu edilirken ikinci kitapta matbaanýn keþfi ve etkileri iþleniyor. Yeni dünyanýn/ Amerika'nýn keþfi 28

Romanýn Fransýzcadan çevirisini Hakan Tansel (1. ve 3. kitap) ve Elif Gökteke (2. kitap), redaksiyonunu ise Ali Ece (1. kitap) ve Aysen Altýnel (2. ve 3. kitap) yapmýþ. Çeviri bir kitabýn dili hakkýnda ne söylenebilir? Açýk bir dili var kitaplarýn, anlatýmý yer yer þiirselleþen bir akýcýlýða sahip. Baský hatalarý ortalama düzeyde her halde artýk hatalarýn olabilirlik ve kabul edilebilirlik derecelerini tespit edip ona göre bir hükme varacaðýz-. Bir roman konusu olarak "tarih" -itiraf edilmelidir ki- zor bir nesnedir. Her ne kadar bir bilim hüviyetine bürünmüþse de ihtiyatlý yaklaþýlmasý gereken birçok yönü olduðu aþikardýr. Aslýnda zor olan "tarih"in inþasý ve anlatýsý deðil, onun edebiyatta veri olarak kullanýlmasýdýr. Kendi çaðýnýn vicdaný olmak isteyen bir yazarý "tarih" elbette yargýlayacaktýr ve tarihin ulaþtýðý yargýda yanýldýðý da pek az vakidir. Fakat geçmiþ zamana ait bir metin oluþturmak bir önceki çaba kadar masum deðildir, zira burada "yaþananý aktarma/var olaný tasvir etme - bu günü kayda geçme" gibi bir niyetten ziyade "eldeki verilerle bilinen bir 'tarih'i belli bir perspektiften - açýk açýk belli bir ideoloji veya güdüyle - 'yeniden kurmak'" amacý vardýr. Bu da ister istemez sorunlara neden olur.


DERKENAR

Bizi asýl ilgilendiren 'tarih'in mahiyeti ve metotlarýndan ziyade, edebiyatta kullanýlmasý. Son yýllarda sýk sýk tarihî içeriði olan kitaplar yayýnlanýyor. Aný, özlem, yad etme, fanteziler vb.le zenginleþtirilen(!) bu kitaplarýn bir kýsmý çok satanlar listesinde üst sýralara týrmanýyor. Tarih bilgisinin ve deneyiminin paylaþýldýðý alaný arttýrmasý muhtemel bu kitaplarýn hiç mi kötü ve yanlýþ yaný yok peki? Elbette var; en baþta fanteziler geliyor, yazarýn fantezisi okurlara ciddi tarih çalýþmalarýna nazaran daha kolay ulaþýp daha fazla etki ediyor. Diðer yandan 'tarih' ve 'tarihî kiþilikler' 'yazarlarýn' açýk sömürüsüne açýk hale geliyor. Kimisi için Nietzsche'nin psikolojisini irdelemek de mümkün Fatih Sultan Mehmet'in mahrem dünyasýnda gezinmek ve buralara þekil vermek de. Fantezileri tamamen ayýklanmýþ olsa bile tarihte önemli bir yere sahip kiþi, kurum ve olaylar hakkýnda yazmadan önce ciddi ciddi düþünmek gerekiyor. Aksi halde ortaya sömürüden baþka bir þey çýkmýyor. Bu açýdan bakýldýðýnda Messadié kimseyi sömürmüyor, hatta tarihi olaylarýn anlatýlýþ biçimi o derece iðreti ki okuyucunun bunlarý okuduktan sonra aklýnda tutmasý mümkün deðil. Siyasi geliþmeler arka arkaya sýralanýyor ve konu kendi istikametinde akmaya devam ediyor. Bunu yazarýn hanesine olumsuz bir not olarak yazmak gerekiyor. Çünkü bu þekilde yazar, üzerinde çalýþtýðý tuvale zarar veriyor. Yazarýn dili konusuna gelince bu kadar argo ve küfür kullanýmýn nasýl bir gerekçesi olabilir? Zamanýn dilini yansýtmak ayrý bir þeydir küfürlü/argolu yazmak ayrý bir þey.

Yazar güzel bir fikri mahvetmiþ. Ele aldýðý dönem ve yaþanan geliþmeler farklý bir teknikle daha ince iþlenseydi kuþkusuz yazýlan eser kýsa süre klasikler arasýnda yer alýrdý. Bu haliyle ise ancak bir ön çalýþma niteliðinde. Belki biraz Balzac biraz da Hugo olmalýydý karýþýmda, metin dimaðda bu isimlerin hatýrasýný canlandýrýyor, ama kesinlikle tatmin etmeye yetmiyor. Bir süre sonra okuyucuda Türk pembe dizisi seyrediyormuþ gibi bir izlenim býrakýyor, nasýlsa kahraman belli ve onun kazanmasý için senaryo yazýlýyor diye düþünmeye baþlýyor okuyucu. Birçok eksikliði bulunmasýna raðmen Ýthaki bu seriyi yayýnladýðý için övgüyü hak ediyor. Üç kitaplýk seriyi birer aylýk aralýklarla yayýnlamak her þeyden önce cesaret isteyen bir iþ. Bu nedenle bu denemenin baþarýsýzlýðýna - hatta açýkçasý hatalý olmasýna - raðmen daha iyi kitaplarýn yayýnlanacaðýný beklemek gerekiyor. George Orwell'ýn kitaplarý bu konudaki iyi bir örnekti mesela. Þüphesiz her baþarýsýz - az satan diye algýlanýr çoðu zaman, ama genelde öyle deðildir- giriþim, giriþimciye emek, zaman ve para kaybettirir. Bu kayýplar ancak, belli bir hedef doðrultusunda malum bir yol üzere olanlar için bir lütuftur; böyle bakmayanlar mý, onlar bu konuya dâhil deðil. 1 Gerald Messadié, Yýldýzlarýn Jeane'ý Amerika Çiçeði (Üçüncü kitap), çev. Hakan Tansel, Ýthaki, Ýstanbul, 2004, s. 415 (Sonsöz baþlýklý metin). 2 A.g.e.,s. 418. 3 A.g.e.,s. 417. 4 Cemil Meriç, Bu Ülke, Ýletiþim yay. , Ýstanbul, 1997, s. 120.

Þiddet kullanýmýný konusundaki görüþüne yukarýda deðindiðimiz yazarýn 'kadýn' ve 'cinsellik' konusundaki tutumu da bir hayli garip. 14-15 yaþýndaki bir kýz çocuðunun cinsel deneyimleri þiirsel bir dille anlatýlýyor daha ilk kitapta, diðerleri için söylenecek söz kalmýyor böylece. Alev Alatlý'nýn 'lolita'nýn anlatýmý üzerine yazdýklarýný hatýrlamamak mümkün deðil (bkz. Alev Alatlý, Aydýnlanma Deðil, Merhamet!) 'Aþk da -Tanrý gibi- öldüðüne göre, cinsiyet tek deðer.'4 'Kadýn' 'kadýnlar' 'kendileri olarak var olup'' kendilerine sahip çýkana kadar' 'savrulup duracaða' 'benziyor'.

1.Kitap

2.Kitap

29


DERKENAR

Hümeyra Yargıcı

FAL Uzun yaz ikindilerini eflatun renkli akþamlara taþýyan, kar kokulu sabahlarý ýsýtan kahve fallarý… Ve muhatabýnýn merakla çarpan kalbine, titreyen nefesine tadý çýkarýla çýkarýla üflenen kelimeler: Ýnce, uzun bir siluet, üzerine eðilmiþ, üstelik hemen kenarda iki katlý bir ev, hanene girecek besbelli… Yahut; bir sürü göz, içiçe sarýlmýþ kollar, nazar var üzerinde kuvvetle muhtemel. Ama üç vakte kadar iyi bir haber alacaksýn. Fincanlarý yýkamadan önce uzun uzun incelerdi kurumuþ telvenin içinde sýrlar taþýyan, çeþitli manalara gelen kalýntýlarýný… Bütün gün tekrarladýðý fal cümleleri, gecenin sessiz ve hayâle davetiye çýkaran karanlýðýnda; iyi piþirilmiþ bir kahve, cezveden köpüklerini taþýra taþýra nasýl dökülürse porselen bir fincana, öyle dökülürdü gittikçe daralan yüreðinin kuytularýna… Fincaný eline alýp konuþmaya baþladýðýnda, kendisinin de kalbi çarpar, her seferinde deðiþik lekeler býrakarak akan, kabaran, durulan kahverengi kalýntýlarýn onu alýp götüreceði benzerlikler ülkesine yola çýkardý… Bu yolculuðun sonunda o kadar bitkin hissederdi ki kendini, sýrada baþka kadýnlar varsa, bir yarým saat beklemelerini isterdi. Her fal, yeni bir hikâyeydi onun için. Bazen karþýsýndaki insanýn geleceði sanki avuçlarýnýn içinde, dudaklarýnýn arasýndaymýþ gibi hisseder, fakat bu hissediþin hemen ardýndan, içinden "estaðfirullah, tövbe" diye mýrýldanýrdý. Çok küçük bir çocukken, babaannesi fala bakmanýn da baktýrmanýn da haram olduðunu söylemiþti çünkü. Ama yine de kendini alamazdý bu fiili tekrarlamaktan. Meselâ bu sabah yürek çarpýntýlarýyla gelen "üç yýldýr evli" banka memuresi… Nasýl da belliydi, fincanlarýn dibinde kocasýnýn hayatýnda baþka birinin olup olmadýðýna dair bir bilgi kýrýntýsý, bir ipucu aradýðý… Ama arada bir kendisini baþtan aþaðý süzmesi, arkasýna yaslanmadan iðreti bir pozisyonla oturmasý, yine de tereddütlerinin olduðuna, arkadaþýna uyup böyle bir yere gelip gelmemekle iyi yapýp yapmadýðýný ölçüp biçtiðine iþaretti. "Fala inanma, falsýz da 30

kalma" hesabý. Böylelerine kendini ispatlamaya çalýþmazdý. Duymaya hazýr olduklarý felaket haberleri zaten gönüllerinin aynasý gibi çýkardý fallarýnda. O bu iþi ün ya da para kazanmak için yapmýyordu ki… Her gün kapýsýný çalan insanlarýn hayatlarýnýn bir ucundan tutup, geçmiþ ve geleceklerine dair hikâyeler avlýyordu sadece. Senelerce fincanlarý yalnýz kendisi için kapatmýþtý. Yalnýz kendisi için konuþmuþtu, sesinin odanýn dört duvarýna yayýlan âhenginden kimi zaman ürkerek. Ama bir gün, karþý komþusu ile karþýlýklý kahve içtikleri sabah, tutamamýþtý kendini. Leyla Haným'ýn fincanýný da almýþtý eline. Sanki senelerin yükü çözülmüþ, kelimeler mükemmel benzetiþlerle dahil olmuþlardý ikisinin arasýna. Sonra çoðalan komþu kadýnlar, komþu kadýnlarýn ahbabý diðer kadýnlar… Kadýnlarca artýp zenginleþen geçmiþ ve gelecek öyküleri… Para teklif edenler olurdu çoðu zaman. En kýzdýðý teklifti bu. Bir gönülden bir gönle akan, tarif edemediði o çok özel duygu için hiçbir karþýlýk beklenemezdi. Sonra dört duvarlara konuþtuðu günler aslýnda hep hatýrlatýyordu kendini. Bir çift nefese hasret, yalnýz içilen kahvelerin ve senelerce gizli gizli bakýlan fallarýn yüreðinde býraktýðý kalýn hüzün tabakasýný yeni sýyýrýp atmýþken…Ve karþý komþusundan sonra asla bir daha fincaný kendisi için kapatmamýþken… O yüzden ilk gelene sýký sýký tembih edilirdi bu husus diðer kadýnlar tarafýndan… Karþýsýna oturan her kadýn farklý türlü bakardý ona. Hissederdi ki bu nazarlara geçmiþin bütün tortusu sinmiþ…O tortunun izinden giderek, geleceðe dair varsayýmlar dökülürdü dudaklarýndan. Týpký yeni bir yolculuða çýkar gibi, bilmediði bir ülkenin gizemli sokaklarýnda dolaþýp yeni bir þeyler keþfetmenin heyecanýný tadar gibi…. *** Biliyorum saçma olduðunu, yani en azýndan benim gibi eðitimli bir kadýnýn böyle þeylere inanmamasý gerektiðini ama, gerçekten çok farklý bir kadýn. Yaptýðý iþ yanlýþ veya doðru, ama o kadar ciddiye alýyor ki, bilemezsin. Orda bulun-


DERKENAR

duðun süre içinde kendini sanki bir törenin, bir ayinin parçasý imiþsin gibi hissediyorsun. Evin her tarafýnda dinlendirici ve huzur verici bir sessizlik… Oturduðun odanýn kapýlarý balkona açýlýyor ve balkon adeta bir çiçek bahçesi… Uzun zamandýr beklenen bir konukmuþsun gibi karþýlýyor seni. Ben bu kadýn için çok önemli biriyim, diye düþünüyorsun yani. Bunu sana hissettiriyor. Kahveyi kendisi piþiriyor ve içerken sanki onunla çok eskiden tanýþýyormuþsun, geçerken bir kahve içimliðine uðramýþsýn, konuþacak çok þeyiniz varmýþ gibi bir duyguyla yudumluyorsun bu mükemmel tadý. Çok etkileyici gözleri var. Ve sesi…Orada bulunduðum süre içinde zannettim ki, karþýmdaki kadýn eline bir ayna almýþ, yaþadýklarýmý ve yaþayacaklarýmý o aynanýn onlarca parçaya bölünmüþ akislerinden süzerek bana sunuyor. Renkleri, acýlarý, öfkeleri, umutlarý öyle bir elemeye tâbi tutuyor ki, ben unutuyorum kendi kendimi, bu rafine edilmiþ öyküye kapýlýp, sanki daha önce fark etmediðim onlarca rengini fark ediyorum hayatýmýn. Aslýnda yeni bir þey söylemiyor, zaten var olanlarý ayrýmsamaný, onlarý yeniden yorumlayýp kendine dönmeni saðlýyor. Ona gittiðim gün Murat’la tartýþmýþtýk meselâ. Birbirimizi çok kýrmýþtýk. Ýþ yerinde zaten her zamanki huzursuzluklar, kýskançlýklar, ayný düzeysiz iliþkiler sürüp gidiyordu. Ayþe uðradý o gün. O teklif etti gitmeyi halimi görünce. Tek amacým biraz eðlenmekti aslýnda. Ýçinde boðulduðum tekdüzelikten kur-

tulmak isteðini de buna eklersek, nasýl bir ruh hali taþýdýðým anlaþýlabilir. Bana ilk söylediði cümle neydi biliyor musun?" Kelimelerin ve insanlarýn peþine fazla takýlmýþsýn.." Nerden bildi sence dilbilimi eðitimi alýp, sonra halkla iliþkiler okuduðumu. Bence bilmedi, hissetti. Üstelik biliyorsun edebiyatla ne kadar yakýndan ilgilendiðimi. Bazen bir romanýn beni günlerce etkilediðini. Ýþte söylediði bu bir cümle bana yýðýnla hatýranýn kapýsýný açtý. Tutuk tutuk, kesik kesik böyle birbirinden baðýmsýz onlarca cümle. Bir hortum beni içine aldý. Geçmiþimde dolaþtýrýp yeniden o odaya býraktý sanki. Sonra fincaný gösterdi bana gülümseyerek, "Bak, yazýlar gittikçe belirginleþmiþ, bir mektup zarfý gibi öne çýkmýþ, istersen güzel bir haber diyelim, istersen gönül aydýnlýðý, rahatlayacaksýn. Deðil mi ki söze ve yazýya dökülünce hafifler yüreðin yükü…" *** Mahalleye taþýnalý üç yýl oluyor. Karþýmdaki daireye oturacaðýný öðrenince ben yaþlarda bir komþum olacaðý için çok sevinmiþtim. Ellisini henüz geçmiþ, görmüþ geçirmiþ bir edasý var, üstelik o da benim gibi yalnýz. Gerçi ben onun gibi büsbütün yalnýz sayýlmazdým. Oðlum, kýzým, torunlarým…Ama iþte ne kadar da olsa, benim baþýmý beklemez hiç biri, bekleyemez. Rahmetlinin yerini kimsecikler dolduramaz üstelik. Kim bilir, can yoldaþý olurduk belki birbirimize… Gerçekten de çok þey paylaþtýk. Uzun kýþ 31


DERKENAR

gecelerini ýsýttýk geç saatlere kadar süren sohbetlerle, yaz ikindilerini paylaþtýk, herkesin uyuduðu tenha sabahlarý, hepsini… Onun kadar iyi bir dinleyici görmedim ben. Bütün anlattýklarýnýzý sarýp sarmalayan bakýþlarla içine alan öyle derin gözleri, söylediklerinizi sizinle beraber hissettiðini belli eden sýcak cümleleri vardý. Hiçbir yorum yapmasa bile sizi dinlemesi yeterdi. Ama kendisi çok az konuþurdu. Geçmiþi ile ilgili hiçbir þey anlatmadý. Yalnýzdý, kimsesi yoktu, evlenmiþ ve boþanmýþtý. Sadece bunlar…Yaþayýþýndan anladýðým kadarýyla maddî durumu gayet iyiydi. Çocuklarý var mýydý, eski eþi yaþýyor muydu, hiç birini bilmiyorum. Çünkü, bu konularda ona soru soramadým hiç. Tavrý, edasý, bu konularý konuþmaya o kadar uzaktý ki, anlatamadýðým, sadece hissedebildiðim bir yönlendirmeyle, sessiz bir anlaþmayla hareket ettim sanki, belki de merakým yüzünden benden uzaklaþmasýndan, dostluðumuzun bozulmasýndan korktum. Yalnýz o sabah, bundan iki yýl önce, kahve içmiþtik. Fincanýmý kapatmamý istedi. Daha önceleri yalnýz kendi fincanýný kapatýrdý. Bunun bir alýþkanlýk olduðunu düþünürdüm, zira o fincanýn açýldýðýný hiç görmemiþtim, en azýndan ben gidene kadar! Yüzünde muzip bir ifadeyle "Hadi falýna bakalým!" dedi. Þaþýrmýþtým. Sonra konuþtu. Ýstedim ki o hep karþýmda otursun, derin ve her þeye anlam kazandýran bakýþlarýyla, duru ve içe iþleyen sesiyle konuþsun. Fincaný tekrar sehpaya koyduðunda ruhumun haritasýný çýkarýp ellerime vermiþti sanki. Ondan sonra her gün tekrarladýk bunu. Yanýmda getirdiðim dostlarýmý, sonra onlarýn dostlarýný, hiç kimseyi kýrmadan herkesin yüreðinin derinliklerine seyahate çýkmayý reddetmedi… Ama iþte o gün, hiçbir açýklama yapmadan, aniden, apar topar çekip gitti. Eþyalarýný bile almadan, bir tek bavulla köþeyi dönüþünü seyrettim, veda cümleleri kulaklarýmda…" Sebebini sorma ne olur, gidiyorum ben. Evi satýlýða çýkardým. Eþyalarýyla birlikte. Ýlgilenirsen sevinirim. Bilhassa sen ilgilen. Komþunu seç, gözünün tuttuðu birine sat. Seni çok özleyeceðim." Bu kadar... Çekti gitti... Hayatta hiç kimseye tam anlamýyla asla sahip olamayacaðýmýza dair bir fanilik duygusunu ellerime tutuþturarak… gitti. Aramayýn artýk onu. Sormayýn. Belki de her þeye 32

sebep olan, hayatýna sonradan eklenen insan kalabalýðýydý. Bu kalabalýðýn her gün yüreðine býraktýðý aðýrlýðý kaldýramadý. Bilmiyorum. Bundan sonra bilsem de ne faydasý olur, onu geri getirir mi? *** Gitmiþ, karþý komþusu söyledi. Ýþten çýkmýþtým. Yorgundum, kýrgýn ve ümitsizdim. Ona uðramalý, evinin huzur bahþeden sessizliðinde bir fincan kahve içmeliydim. Acý olmalýydý kahvem. Damaðýma yayýlan burukluða, açýk balkon kapýsýndan giren çiçek kokulu rüzgâr eþlik etmeliydi. Bir çift derin göz, gülümseyerek konuþmalýydý sonra. Halleþmeliydi. Ýkimiz de bilmeliydik, bu basit bir fal bakma merasimi deðil, gönülden gönüle bir akýþtý. Gitmiþ. Karþý komþusu söyledi. Belki de hiç olmamýþtý. Bunalýmlarýmý yenmek için ben uydurmuþtum onu. Öyle ya, benim gibi eðitim görmüþ bir kadýn yapar mýydý bu denli basit þeyler? Peki damaðýmdaki bu kekremsi tat? Ondan nasýl kurtulacaðým? *** Gitmeliydi, býrakmalýydý yine her þeyi. Evini, iki yýl önce yeni baþtan kurduðu gizem ve huzur dolu hayatý, karþý komþusunu, artýk neredeyse dost olduðu onlarca kadýný… Baþka hayatlar, baþka þehirler, hatta ayný þehirde baþka baþka mahalleler, açýða çýkmamýþ hikâyeler, o hikâyelerin dayanýlmaz cazibesi… Önceleri sessizce baþlamalýydý her þey. Kimse sýzmamalýydý hayatýna. Hep bir giz olmalýydý. Ölçülü ip uçlarý verilmeliydi, týpký fal cümleleri gibi. Ve fincanlar biraz da kendisi için kapanmalýydý. Kendi hayatýna dönmeliydi bir müddet, geçmiþinden devþirdiklerini geleceðine aktarýr gibi anlatmalýydý dört duvara. Acýyla hatýrlamalýydý babaannesinin bir günaha davetiye çýkartmaktan baþka bir iþe yaramayan cümlelerini. Harmanlamalýydý, yoðurmalýydý biriktirdiði yüzlerce öykünün tortusunu. Ýyi piþirilmiþ bir kahve cezveden köpüklerini taþýra taþýra nasýl dökülürse porselen bir fincana, öyle dökülmeliydi cümleler muhatabýnýn yüreðine… Evet, yeni bir fal kapatýr gibi gitmeliydi… Arkasýnda kurumuþ telvelerin yol yol kabarmýþ kalýntýlarý….!


DERKENAR

Yasin Onat

AKÞAM ÇÖKMEDEN OMUZLARA Beklemek ne güzel boþ geçmeyen bir ânýn tekrarýný dilimde bir þarký ellerimde bir þiir henüz yoðrulmamýþ.. yeminler ediyor hiç durmadan önünden geçip de yüz vermediðim parlak vitrinler satýlmasý için yaþamak adýna her ne varsa Nereye çevirsem yönümü baþlangýcý cezbeden sonu karanlýk dehlizler kim tutabilir þimdi elinden kardeþinin akþam çökmeden omuzlara.. Beklemek ne zor askýda kalan umutlarýn düþüþünü Yedi kardeþli bir ailenin altýncýsý olmak ve beklemek yine de uykusuz geçen bir geceden sonra sessizlik kabýna dökülmüþ gözyaþlarýnýn tekrarýný.

33


DERKENAR

Fatma Pekşen

YAYLA RÜZGÂRI Giderayak olacak þey miydi bu? Keçe döþek çinko damýn bir yerinden akan sýzýntýyla yarýya kadar ýslanmýþ, acý acý rutûbet kokuyordu. Döþeði, kiraz alacasý, parlak terli suratýna yayýlan ekþimsi bir duyguyla kucakladýðý gibi, ýkýna sýkýna damýn güneþ alan kýsmýna býraktý, çabucak geri döndü. Birazdan, Ayvaz; "Hadi be kadýn, patlatma adamý burda" diye, tütün kokulu bir nara koyuverir, elini ayaðýný temelli birbirine karýþtýrýrdý. Kavruk yüzünde, ilkokul çocuklarýnýn müsamerelerde taktýðý býyýklar gibi duran pala býyýklarýyla, esmer teninde dolunay misali parlayan gözleriyle, döþeðin ýslandýðýný, hele böceklendiðini farkederse, söylenip dururdu. Her sene yayla sonu denkleri beraberce indirip, kimini eve kimini çatýya yerleþtirdikleri halde, eþyalarda bir arýza gördü müydü huysuzlanýp, "ben sabahtan akþama kadar o dað senin bu dað benim dolaþayým caným çýksýn, senin yaptýðýna bak! Akþama kadar evde ne halt ediyon? Malýndan niye haberin yok?" diye gürler dururdu. Söyletmemeliydi sabahýn köründe o edepsizi. Bir müddet býkkýnlýkla korku dolandý yüreðinde, sonra ilmek ilmek çözülüp, yerini acýmaya, sonsuz bir sevdaya býraktý... Körpe bir fidanken, tek kelime bile etmeden gözleriyle anlaþýp, ömür boyu sürecek bir beraberliðin temeline ilk taþý koyarak, Ayvaz'ýn -o zaman da pala olan- býyýklarýna, engebeli arazi misali, iniþli çýkýþlý duran cildinde, hünkâr kýlýcý gibi delen bakýþlarýna vurulup kaçmamýþ mýydý? Eve taylarla þeker, un yollayan babasýnýn bitmez iþlerinden, tükenmez misafirlerinden bezdiði bir gün, þeker torbalarýnýn boþalan yerine atlayarak, töreleri bir kenara atýp, dað be dað aþarak kurduklarý yuvalarýnda, nal þakýrtýlarýný, beygir çýngýraklarýný, tütün kokularýný beklememiþ miydi? Hakký yoktu Ayvaz'a kýzmaya. Varsýn biraz da edepsizlik etsindi. Bilmiyor muydu sanki, "senin kapýnda arabacýlýk eden bir uþaktým. Benim neyime kaçtýn? Baban evindeki rahatlýðý bir ömür 34

boyu çalýþsam yerine getiremem. Bunca hýrçýnlýðým, dað rüzgârý kokuluma, sana iyi bakamayýþýmdandýr... Senin ayakkabýnýn çivisi olamam ama sensiz bir gün dahi de geçiremem..." diye iç geçirdiðini... Ýçinde pembe bir gül açtý. Gülümsedi. Onun tütün kokusunu, gürlemesini duymasa, kendi de edemezdi herhalde... * Kuruyacaðýný bile bile, camgüzeline bir tas su boþaltýp, ocaklýða doðru seðirtti yeniden... Arkaya devirdikleri koskoca bir onbeþ yýllarý da olsa genç sayýlýrlardý. Çocuklarý olmamýþtý. Allah bir bebe vermemiþti onlara... Bundan on yýl önce kocasý, kýrk köye ün salmýþ Elmas Ana’yý arabaya atarak, yumuþak minderlere oturtup, eline sarma tütün tutuþturarak daðlara çýkarmýþ, keklik yuvalarýndan kartal oyuklarýna, ulu aðaç kovuklarýndan yýlan yuvalarýna kadar her yere varýncaya kadar dolandýrýp, türlü çiçek, ot, yumurta, tüy toplatmýþ, on küsur baharatla ilaç yaptýrtýp yedirdiðinde olmuþtu olanlar... Yediklerinden dolayý zehirlenip, gözleri belerip, aðzýna köpükler yýðýldýðýnda, öte tarafý görüp geri gelmiþti kýsrak yeleli kadýn. Yalnýz kalmak korkusuyla deli olan Ayvaz, ölüp ölüp dirilmiþti moraran bedene bakýp... Günlerce yorgan-döþek yattýktan sonra, yeni bir nefes istemez olmuþlardý her ikisi de. Daðlar delen, çöller aþan bir tutkuyla baðlandýklarý yoksul yuvalarýnda üçüncü bir sesin, bir bebek aðlamasýnýn aralarýna girmiþ bir çalý, baðlarýný bozan bir kuma, sevda güllerini kanatan bir diken gibi olacaðý vehmine kapýlmýþ, evlat isteðiyle dua etmek þöyle dursun, týlsýmlarýný bozacaklarý korkusunu taþýyýp, ses etmez olmuþlardý. * Her sene kasabalýyla birlikte yaylaya çýkar, onlarla geri dönerlerdi. Yerlisi olmamalarýna raðmen, halktan biri gibi kaynaþýp kaybolmuþlardý aralarýnda... Günde birkaç evin göçünü götüren Ayvaz, en son kendi dengini yüklerdi beyaz beygirlerinin çektiði arabasýna... Güneþin ýþýl ýþýl vur-


DERKENAR

duðu temmuz sýcaklarýnda, atlarýn ak sýrtlarýndan çýkan þavkýma gözlerini alsa da yayladan kasabaya, kasabadan köylere, "dað rüzgârý" kokusuyla çýlgýnca uçar giderdi. Tevekkeli boþa dememiþlerdi civardakiler "Beyaz Tayyare" diye. Çevrede o lâkapla anýlýr olunca, emektar arabasýný beyaza boyayýp, sað enseye de "Beyaz Tayyare" yazýsýný yazmýþtý gururla. Sevdalýsýnýn ak ellerinden çýkan yumruk büyüklüðündeki gülkurusu püskülleri, koþumlarýn orasýna burasýna tutturur, Ýstanbul beyefendilerinin kalýba vurulmuþ fesi gibi ahenkle dalgalanýþýndan büyük haz duyardý. Alýnlarýna birer iri nazar boncuðu takarak, haset gözlerden korumaya çalýþtýðý beygirleri çevrede namlýydý. Býçakçý Kâzým' la, kalaycý Hamza'yla kaç sefer yarýþ yapmýþlar, kendisi yüklü arabasýyla uçar gibi çýkmýþtý bayýrlarý... Ýyi bakardý hayvanlara. Tarla kenarlarý, yol kenarlarý, okul bahçeleri, nerede bir yeþillik bulursa, arabadan eksik etmediði týrpanýyla biçer, "canlarým" diye hitap ettiði hayvanlarýn kursaklarýna gönderirdi. Arpayla harmanladýðý otlarý, düðüm attýðý kuyruklarýný çarpa çarpa, zevkle yerken sevinir, diþlerinden çýkan týkýrtýyý zevkle dinlerdi. Kadýn, döþeðin nemini, böceðini unutmuþ gibiydi. Nasýl olsa birkaç ay yaylada kalacaklardý; dönüþte erine göstermeden bir hal çaresi bulur, çýkmazdan kurtulurdu. Belki, kýrkýmda yardým

ettiði zenginlerden birisi para yerine yün verirdi de fare deliði yerini onarýp, keçe döþeðin içine týkardý. Pencereleri kapýlarý telaþla son bir kez daha kontrol edip, avludan gelecek, "hadi gel yahu, sýcaða kalacaðýz" baðýrtýsýný duymamak için acele ederken içinden güldü. Bir Köroðlu bir Ayvaz deðiller miydi sanki? Kimi yatýracaklardý ki döþeðin içinde? Her sene götürüp getirmelerine raðmen, ancak bir iki kere yataný olmuþtu. Hep dürülü durmuyor muydu damýn bir ucunda... Ýçinde debelenecek bir canýn hayâli bile yoktu. O yumuk can gerçek olsaydý, aðaçlara týrmanýp tüy toplamaz mýydý yuvalardan? Tüy bir kenara dursun, kucaðýnda baðrýnda yatýrmaz mýydý? -Güvercin! Haydi be kadýným. Haydi be anam, haydi be yavrum! Elindeki bohçayý kolunun altýna sýkýþtýrarak, kapýyý dualarla kilitleyip, adamýn yanýna ilk kez atlayýþýnda olduðu gibi atlamýþtý Güvercin. Yayla güneþiyle kararacak olan yüzünü, ilk kez görüyormuþ gibi çevirdi diz dize, omuz omuza oturduðu adama. Çiçek bozuðu çehreyle, tek tük yýldýzlarýn parladýðý pala býyýklarda, hünkâr kýlýcý bakýþlarda eridi hemen. Edepsizliðini de unutmuþtu, yumuk canýn hayâlini de... Araba, ahýrýn köþesini dönerken, damdaki nemli böcekli yataðýn üstüne daðlý bir güvercin süzülüyordu... * 35


DERKENAR

Yaðlarla peynirlerle, yünlerle dönüþ yaptýklarý gün, kadýn, yaz baþýnda býraktýklarý evin toz pis içinde olacaðýný, iþlerle boðuþacaðýný hesap ediyor, içini isteksizlik kaplýyordu. Ev temizlenecek, eþyalar yerleþtirilecek, yiyecekler yerlerine konacaktý. Ahýrýn sývanmasý lazýmdý, yemlikler elden geçecekti... Ýki göz evceðizi uzaktan göründüðünde, çinko çatýnýn tam kapatamadýðý yerinde beyaz bir külçe gibi duran, keçe yataða iliþti gözleri. Bakýþlarý gayriihtiyari yanýndakine çevrildi. Adam, her sene yayla dönüþünde olduðu gibi huysuz tavýrlý durmuyordu. Daha da esmerleþmiþ yüzünde, deruni bir sükûnet vardý. Sabah, yaylanýn son gecesinde gördüðü bir rüyadan söz etmiþ, ak sakallý bir ihtiyarýn, "adýný yayla koy" dediðini söylemiþti. Keyfi bundan olmalýydý. Beygirlerden birisi yavrulayacaktý herhalde. Gümüþ bir damla gibi, ýslak bir tay geçti ikisinin de hayâlinden... * Kadýn ertesi gün akþam üstü, döþeðin ne halde olduðunu kontrol edip, gereken tamiri yapmak için bir kucak yünle dama týrmandýðýnda, gözlerine inanamadý. Yatak neredeyse yarýya kadar boþalmýþtý. Kýzgýn güneþi görüp, delik yeri iyice büyüyen yataðý yokladý ve þaþýrdý. Ehven yünle, kýrpýk çaputlardan yaptýðý þilte sanki elenmiþ ayýklanmýþtý. Aylarca güneþ yiyen yatakta, en ufak bir böcek olmadýðý gibi, çaputlar da tek tek seçilmiþ gibiydi. Sanki birisi yataðý döküp lüzumsuzlarý boþaltýp, didikleyip kabartýp geri yerine doldurmuþtu... Yeni yünleri týkýþtýrýp düzlerken, akþam rüzgârýyla hýþýrdayýp, kendi makamlarýnca þarký söyleyen kavaklarýn ýþýltýlý yapraklarý arasýndaki kuþ yuvalarýna çevrildi üzüm gözleri. Birçok yuvayý barýndýran koca aðacýn gövdesinde renkleri hemen tanýdý. Keçe döþeðin içindeki çaputlar tek tek ayýklanýp, yuvalardaki yeni canlar için koruyucu birer sýðýnak haline getirilmiþti. Ýçindeki böcekleri, karýncalarýn ve kuþlarýn rýzk olarak taþýdýðýný, yünün havalanýp hazýrladýðýný anlayamadý þaþkýnlýðýndan.... Ýðnesini ipliðini toplayýp, yataðý dürüp kucaklarken, nal þakýrtýsý geldi sokaðýn öte ucundan. Akþam alacasýnda, içinde yeni bir gül katmerlenmiþti. Ayvaz atlarý ahýra baðlayýp, yemlerinin sularýný 36

verene kadar döþeði yerine kordu ki adamýn ruhu bile duymazdý. Kuþlarýn, çaputlarý tek tek ayýkladýðýný, Sepetçi Hatç'ana gibi nasýl yuva ördüklerini münasip bir dille sýrdaþýna anlatmalý, ne zekâlý bir hayvan olduklarýný söylemeliydi ona. Koca kanatlý baba kuþ, "Beyaz Tayyare" gibi yuvaya süzülürken, aþaðýdan bir tütün kokusu yükseldi burnuna... Yüreði gümbürdedi gene sevdayla; yok yok, yüreði deðildi gümbürdeyen, karnýydý... "Adýný yayla koyun" dedi kavaklarýn hýþýrtýlý makamý... Yoksa, yoksa... Bir yýldýz kaydý lacivert akþamda... Ötelerden yanýk bir türkü sesi karýþtý gecenin koynuna...

VEFAT Yazarýmýz Mine Aksoy’un ölüm haberini geç öðrenmiþ bulunuyoruz. Kendisine Allah’tan rahmet, yakýnlarýna ve sevenlerine baþsaðlýðý diliyoruz. DERKENAR


DERKENAR

Bugünkü edebiyatýmýza bakarken, bizden önceki edebiyatçýlarýmýzý, ediplerimizi de iyi tanýmamýz gerekiyor. Tarihle baðý kurulmamýþ bir gelecek tasavvuru olamayacaðý gibi, bizden önceki yazarlarýmýzý tanýmadan da günümüzdeki yazarlarýmýzý, edebiyat dünyamýzý iyi tahlil edemeyiz. Ayrýca, geleceðimizi kurarken düþünce hayatýmýza yön veren insanlardan istifade etmek kurulan medeniyetin saðlamlýðý açýsýndan da önemlidir. “Boðaziçi medeniyeti”ni en iyi þekilde dile getiren eserleriyle tanýnan Abdülhak Þinasi Hisar, mükemmeli arayan bir üslupçu olarak edebiyat tarihindeki müstesna yerini almýþtýr. Birebir tanýklýklarýný kaleme aldýðý aný merkezli yazýlarý edebiyat sahasýnda kaynak kabul edilen Abdülhak Þinasi Hisar’ýn bu kitapta yer alan yazar portreleri, ilk kez kitap olarak yayýnlanýyor. Namýk Kemal’den Tevfik Fikret’e, Yahya Kemal’den Ahmet Haþim’e kadar pek çok önemli ismi yakýndan tanýma imkaný sunan kitap, Doðan Hýzlan’ýn Takriz yazýsýyla sunuluyor.

Selis Kitaplar

Edebiyatýmýzýn kilometre taþlarýndan olan Oðuz Atay özellikle son yirmi yýldan bu yana büyük bir okur kitlesine ulaþtý ve benimsendi. Yazarýn gerek yaþamý gerekse eserleri hakkýnda yazýlanlar ise makalelerle sýnýrlý kaldý. Modern Türk edebiyatý konusundaki ciddi ve kapsamlý araþtýrmalarýyla tanýnan, ayný zamanda önemli bir Oðuz Atay uzmaný olan Yýldýz Ecevit, Ýlk defa Oðuz Atay’ýn yaþamýný ve eserlerini kitaplaþtýrdý. Ecevit bu kitabýnda Oðuz Atay’ýn yaþam öyküsünü anlatýrken eserleri ile yaþamýnýn örtüþtüðü yerleri ve hayatýndaki esin kaynaklarýný da keþfediyor. Ayný zamanda eserlerinin yetkin bir eleþtirisini de yapýyor. Tutkunlarýnýn Oðuz Atay’a dair hemen her þeyi bulabileceði bu eser, ayný zamanda biyografi yazarlýðý açýsýndan da önemli bir yerde duruyor. Yýldýz Ecevit, sadece Oðuz Atay’ýn gerçek dünyasýný deðil, kurmaca dünyasýný ve kurmacayla gerçeðin kesiþtiði yerleri ortaya çýkararak edebiyat tarihinde bir ilki gerçekleþtiriyor.

ÝLETÝÞÝM YAYINLARI 37


DERKENAR

Serkan Türk

UZAK YAZ içime giren kuþlar uçamaz olurlar. mevsim yaz, her yerde yalnýz bacalar. tülden bir ör tüyle kapattým içimdekileri. sahilde kalabalýklar arasýnda bir kaya yalnýzlýðým. bir yengeç suya atar gövdesini sürüyerek yavaþ. dönecek kadar yerim yok. -kýyýlar besliyor gemileri ki her akþam vakti yanaþýyorlar korkmadan saçlarýmý tarayan rüzgârlara kýrgýnýmdýr. göç yollarýnda bir týkanmadýr özlemelerim asla kilitsiz dolaþmaz dilime sarýlan zehir. insanýn sesinde yalnýz uçurumlar deðil, sarp yamaçlar da birikir. yaz biterken bulutlar çoðalýr daðlarýn göðsünde, beni býrakýp gitmekte yaprak dökecek. sularýmýn üzerinde kaðýttan gemiler ah yaz kalbimin yamasýný. aðaç sýr týný dayamýþ bana koruklar sus pus. leylekler yönlerini deðiþtirmiþ sazlýklarda kuruyorlar yuvalarýný. güneþ yükseliyor ince otlarýn arasýndan.

38


DERKENAR

Aynur Kulak

YARIM ÝÞ GÜNÜ "Eee Günseli Haným" "Buyrun Murat Bey" "Odama gelebilir misiniz?" "Tabii. Hemen geliyorum" Günseli not tuttuðu defteriyle kalemini de almýþtý yanýna, Murat Bey'in odasýna giderken. Ablasý, her an hazýrlýklý olmalýsýn, demiþti Günseli'ye. Neydi adý adamýn, ha evet Murat Bey, seni çaðýrdýðý zaman not defterinle, kaleminle gitmelisin Murat Bey'in odasýna. Aðzýndan çýkan her sözcüðü not almalýsýn, ki unutmayasýn. Günü geldiðinde sen hatýrlatmalýsýn Murat Bey'e yapýlacaklarý, gözüne girebilmelisin. Günseli sekiz yýldýr muhasebe müdürü olarak çalýþan ablasýný dinlerken tecrübe böyle bir þey olsa gerek diye düþünmüþtü. Günseli yeni iþine baþlayalý üç buçuk gün olmuþtu. "Buyrun Murat Bey" "Biz seninle ne konuþmuþtuk kýzým iþe baþladýðýn gün" "….." "Tamam ben iþi kavradým Murat Bey, artýk Sevda'yý iþten çýkarabilirsiniz demeyecek miydin?" "….." "Ama görüyorum ki ikiniz bir adam bile etmiyorsunuz. Bu yüzden ablacýðým, daha fazla zaman geçirmeye gerek yok. Üç günlük maaþýný versin Bülent Bey, tamam mý ablacýðým, herkes kendi yoluna devam etsin." Bir kelime bile söyleyemedi Günseli. Bir harf dahi çýkmadý aðzýndan. Ýki harften oluþan bir ünlem, ah! mesela. Üç harften oluþan bir ünlem, vah! mesela. Nutku tutulmuþtu. Hiçbir anlam veremedi Murat Bey'in söylediklerine. Daha kaç gün olmuþtu ki iþe baþlayalý? Üç buçuk gün. Deneme süresine ne olmuþtu? Konuþamadý Günseli. Konuþamamasýnýn nedenini bulamayacaktý. Saatlerce düþünecekti. Büyük patronlarýn yanýnda iki çalýþanýn bir adam bile etmediði ilk defa görülen bir þey deðildi. Büyük patron. Yanýnda iki çalýþan. Etmeyen bir adam. Hiçbir þey etmeyen. Bu denklemi def-

terine yazmalý mýydý Günseli. Sonuçta üç gündür çok kibar olan Murat Bey 'kýzým' ve 'ablacýðým' diye hitap eden sokak aðzý bir þeyler söylemiþti Günseli'ye. Not etmeliydi belki. Ama þimdi deðil. Þimdi yarýmken her þey, gün yarýmken, tamamlanmamýþken günlük iþler, cevaplanacak telefonlar, gönderilecek fakslar, çekilecek fotokopiler, düzenlenecek dosyalar varken ayrýlmasý gerekiyordu buradan. Oysa henüz üçüncü gün tamamlanmamýþtý. Öðle yemeði daha yeni yenmiþti. Günseli nutku tutulmuþ bir vaziyette Murat Bey'in odasýndan çýkarken sadece, hiç deðilse üçüncü gün dolsaydý, diye düþünüyordu. Üçüncü günün mesaisi tamamlanmýþ olsaydý keþke. Bülent Bey'in odasýna gidip üç buçuk günlük parasýný aldý. Aslýnda kýsa bir süre için almamayý düþündü verecekleri parayý. Kapýyý çekip çýkmalýydý bir an önce. Ýþe baþladýðý ilk gün altmýþ milyon verip bir ay boyunca sýnýrsýzca kullanabileceði belediyenin mavi kartlarýndan çýkartmýþtý. Heyecanlýydý. Hiç deðilse, diye düþünüyordu Bülent Bey'in odasýna giderken yaþadýðým hayal kýrýklýðýnýn bedelini ödemeli bu adamlar. Üç buçuk günün parasý küsürlüydü. Bülent Bey küsürlü rakamý yuvarladý, ‘birkaç milyon fazla olsun, fark etmez’ diyerek. Büyük þirketti gerçekten. Bir adam edememiþ iki insana karþý. Günseli'nin yaþadýklarý, heyecanlarý, hayal kýrýklýklarý, þirketin büyüklüðüne karþý devede kulaktý. Günseli Sevda Haným'ýn yanýna dönünce çantasýný dolaptan çýkardý masanýn üzerine koydu. Üç buçuk günün sonunda kendisinin olan, masanýn üzerinden alýp çantasýna koyabileceði bir þeyin olmadýðýný gördü. Hafifledi. Murat Bey'in odasýndan çýkarken hissettiði kaba aðýrlýk kalktý omuzlarýndan. Sevda'yla göz göze geldiler. Günseli'nin içi ýsýnmýþtý Sevda'ya. Bundan önceki çalýþtýðý iþ yerlerindeki insanlar gibi deðildi Sevda. Kendi halinde, kendine verilen iþi kýsa sürede yapan, yardým eden biriydi. Üstelik Günseli geldi diye niye iþten çýkacaktý ki Sevda? Bunu bir türlü anlayamamýþtý. Sevda, dedi duraksadý Günseli. Sadece “Sevda” diye hitap edince 39


DERKENAR

daha çok sevdi Sevda'yý. Hiyerarþiden, haným, bey, patron, ortak, hissedar konuþmalardan, sizden, bizden, onlardan, sürekli gelen fakslardan, sürekli gelen, sürekli edilen telefonlardan, sormasý ayýp maaþýn ne kadar olacak sorularýndan nefret etmiþti Günseli. Kendini bildi bileli. Para kazanmak zorunda oldu olalý. Sadece sigorta için, ilerideki rahat günler için, rahat geçecek olan yaþlýlýk günleri, huzur, umut, dayanak… Deðer miydi? Evdekiler ne kadar çok baþýnýn etini yemiþlerdi. Hiç deðilse bir sigortan olsun. Hiç deðilse... Çalýþmalýsýn. Çalýþ. Herkes çalýþýr. Yapabilirsin. “Denedik olmadý” dedi Murat Bey, “Ben çýkýyorum, hoþçakal Sevda” dedi Günseli Sevda'ya. Herkese, “Denedik olmadý, dedi” diyecekti Günseli, Murat Bey'le aralarýndaki konuþma sorulduðunda. Asýl söyleneni anlatmak, izahýný yapmak uzun sürebilirdi. Yaþamýnda olup biten hiçbir þeyi uzun uzadýya anlatmak istemezdi, hiçbir zaman anlatmadý da. Uzun uzadýya anlatsa ne olacaktý sanki? Günseli'nin yarasýna merhem mi olacaktý acýyan gözler, çok bilmiþ bakýþlar, tecrübeli sözler. Üstelik uzun uzadýya yaþamamýþtý bu güne kadar hiçbir þeyi. Örnek mi; iþte tamamlanmamýþ bir gün. Orkide Ýþ Haný'ndan dýþarýya adým atar atmaz gözlerine güneþ ýþýðý doldu. Kahverengi gözlerini kýrpýþtýrdý. Kumral yüzü aydýnlandý. Omuzlarýna dökülen kumral rengi saçlarý rüzgarýn esmesiyle dalgalandý. Aðustos ayýnýn son haftasýydý. Üç gün bardaktan boþanýrcasýna yaðmur yaðmýþtý. Üç gün boyunca sýrýlsýklam olmuþtu Günseli hem sabahlarý iþe giderken, hem de akþamlarý iþten eve dönerken. Þimdi yakýyordu iþte güneþ. Gökkuþaðý çýkmýþ olabileceðini düþündü Günseli. Bir gökkuþaðý çýkmýþ olsa bile yüksek iþ hanlarý arasýnda görülmesi imkansýzdý. Yürümeye baþladý. Topuklu ayakkabýlar ayaklarýný aðrýtýyordu. Bu yüzden doðru dürüst yürüyemiyordu da. Kendini topuk seslerinin ritmine kaptýrýp bir an önce bu yüksek iþ hanlarýnýn bulunduðu caddeyi arkasýnda býrakamýyordu. Elindeki poþette bez ayakkabýlarý vardý. Fakat aceleyle çýkmýþtý, hemen uzaklaþmak istemiþti, kendini yangýndan kaçar gibi dýþarý atmýþtý. Sað ayaðýnýn küçük parmaðý iyice aðrýmaya baþlamasýna raðmen (parmaðýn kanadýðýna emin40

di) yürümeye devam ediyor ayný zamanda bu kaçýncý diye düþünüyordu. Bu kadar kötü müydü gerçekten! Yoksa bunlarýn hepsi tesadüften ibaret miydi? Bir yýlý bile doldurmayan birkaç aylýk çalýþma süreleri, çalýþtýðý yerdeki insanlara bir türlü ýsýnamama, bürolarda kendini boðulacakmýþ gibi hissetme… Cehennemin ta kendisi, cehennemin tam ortasý bürolar. Yemeði var, servisi var, yýlbaþlarýnda ve bayramlarda çift maaþý var, satýþýn iyi olursa pirim de var. Kocaman yalanlar. Haftanýn altý günü sekiz saat çevrenin ateþle kuþatýlmasý. Maaþ zarfýyla verilen kocaman mutsuzluklar. Bir iþ yerinin, çalýþmaya baþlayalý beþ ay olmasýna raðmen kendisine asgari ücretin altýnda para vermeye devam etmesini hatýrladý Günseli. Bunu kime söylerse söylesin, e tabii tecrübeli deðilsin henüz, hele bir tecrübe edin ondan sonra hakkýn olaný alýrsýn, demiþlerdi. Bunlarý söyleyenlerin bir iþi, kariyeri, tecrübeleri vardý. Tecrübe kelimesini duyunca midesinin kasýldýðýný hissediyordu Günseli. Yani tecrübe edinmeden insan gibi, çalýþma imkaný bulamayacak mýydý; çalýþtýðýnýn karþýlýðýný alabilmek için illa tecrübeli mi olmasý gerekiyordu? Üstelik tecrübe çalýþýlarak edinilen bir þey deðil miydi? Ama, iþte her þey ortadaydý. Günseli'nin hayatý ortadaydý. Çalýþtýðý yerlerde tecrübeli insanlarla karþýlaþmýþtý. Korkunçtular. Yüzleri fondötenli, dudaklý rujlu, gözleri rimelli, týrnaklarý bakýmlý, ojeli, saçlarý fönlü tek diþi kalmýþ canavardýlar. Tecrübeli biri olmayacaktý Günseli. Hayatý deðiþtirebilecek, kendi hayatýna da yön verecek tecrübelerden yoksun, eksik, yarým yamalak bilgilerle yaþayabilmeliydi. Bu kocaman þehirde, rüzgar estikçe bir o yana bir bu yana sallanan köprünün üzerinde dengede durmak kesinlikle tecrübeye tabi deðildi Günseli'ye göre. Yürümeye devam ediyordu Günseli. Ayaklarý aðrýmaya devam ediyordu. Yol uzadýkça uzuyordu. Aðlamamalýydý. Ama yol bir türlü bitmiyordu. Tükenmiyordu. Yine de aðlamamalýydý. Bunlarýn bir anlamý olmalýydý. Neyi göremiyordu? Neydi ona göre olan? Mecbur olsa bile býkmayacaðý, baþarýsýz olsa bile mutsuz olmayacaðý þey…? Aðlamaya baþladý. Aðlamalýydý. Niye ayak diretiyordu ki aðlamamak için? Belki de daha hýzlý yürüyebilmesi için aðlamasý gerekiyordu.


DERKENAR

Gözleri bineceði otobüsü ararken, kalabalýðýn içinde kaybolmuþ bir çocuk gibi hissetti kendini. Üstelik kaybolmuþ bir çocuk gibi aðlýyordu. Nereye gitmeli, ne yapmalý, ne yöne bakmalý, kimden yardým istemeliydi? Gözlerini kýrpýþtýrarak semt isimlerinin yazýlý olduðu levhalara bakmaya baþladý. Otobüsü henüz gelmemiþti. Camekanlý bekleme bölmelerinden birine oturdu. Ýçinde, derinlerde bir yerlerde kendine bir þeyler fýsýldayan ses onu geri çekilmeye, geri adým atmaya çaðýrýyordu. Yirmi dokuz yaþýndaydý Günseli. Ýçindeki fýsýldayan ses artýk kendini hiçbir þey için zorlamamasý gerektiðini söylüyordu. Herkes gibi olamýyordu iþte. Farklýydý. Hayýr cüce deðildi Günseli. Farký göz farký, dudak farký, burun farký, saç farký, küçük veya büyük meme farký, yürüyüþ farký, ayak numarasý farký da deðildi. Hayýr bunlarýn hiç biri deðildi. Ýçlerde bir yerlerdeydi farký. Görünmeyen, bilinmeyen bir yerlerde. Belki de hayallerinde. Hayallerini düþünmeye baþladý Günseli. Hep bir çay ocaðýnda çalýþmayý hayal etti. Av

malzemeleri satan küçük bir dükkanda.Ya da kitapçý dükkanýnda. Ayný zamanda sahaf olan bir kitapçý dükkanýnda çalýþsa ne güzel olurdu. Derdi para kazanmak deðildi. Oralarda zaman geçirmek hatta baþka memleketlere gitmek, o memleketlerin dükkanlarýnda, sahaflarýnda çalýþmak, bilmediði dillerde kitaplar satmak, masallar dinlemek, yolunu izini öðrenmek oralarýn, üzerine bir pantolon bir gömlek geçirdikten sonra çýkmak yola; dere tepe, ine çýka, dura soluklana gitmek iþte, baþka memleketlere. Üç gün boyunca her akþam duþ almasý, týrnaklarýnýn ojesini sürmesi, her sabah yüzünü fondötenlemesi, gözlerinin altýna kalem çekmesi, kirpiklerini rimelleyip, dudaðýna ruj sürmesi deðildi hayalleri. Baþkalarýna benzemeye çalýþmak, baþkalarý gibi tecrübeli olmaya çalýþmak, farklýyken üstelik, farklý olduðunun farkýndayken, farklý olduðunu bile bile rol yapmak, ..mýþ gibi, sevmediði halde makyaj yapmak, jilet gibi ütülü kumaþ pantolonlar, ceketler giyinmek, sevmediði halde bir yemeðin kaþýk kaþýk aðzýna sokulmasý, boðazýndan geçmesi, midesine düþmesi. Midesi kasýlýyordu Günseli'nin. Bütün bu korkunçluklar, kendisinin korkunç halleri… Günseli bunlarý hayal etmemiþti. Etseydi yarým kalmazdý gün. Hep baþka türlü bir þeyler istemiþti. Hayalleri hep baþka türlü olmuþtu. Bu yüzden iþte þimdi mutsuzdu. Hayallerine ihanet etmiþti... Otobüs geldi. Ýlk binen Günseli oldu. Sýra yoktu. Günün ilk yarýsý geride kalmýþ, mesai saatlerinin ikinci yarýsý için insanlar tekrar çalýþmaya baþlamýþtý. Herkes iþinde gücündeydi. Günseli'nin gününün yarým kalmasý hayatýn umurunda deðildi. Akýyordu hayat. Otobüs hareket etti. Günseli eve gidiyordu. Her yenilgiden sonra olduðu gibi. Her hayal kýrýklýðýndan, umutlarýn sönmesinden, hatalardan sonra olduðu gibi. Binalar, iþ yerleri, duraklar, trafik ýþýklarý, köprüler arkada kalýyordu. Günseli eve gidiyordu. Duraklar gelince durup, yeniden hareket ederek, körüklü otobüsün homurtularý içinde, rampalarda yavaþlayýp, yokuþ aþaðý hýzlanarak, dura kalka eve gidiyordu Günseli. Oturduðu yere güneþ vuruyordu. Üç gün süren yaðmurdan sonra güneþin etrafý aydýnlatmasý faydasýzdý. Gün yarým kalmýþtý. O gün bir daha hiç tamamlanamayacaktý. 41


DERKENAR

Necip Fazıl Kurt

BALAT YOKUÞUNDA BEN O sýra Balat’ta oturuyordum. Malatyalý kahveci Osman'ýn evinde. Bir akþam, yeni baþladýðým iþten eve dönmüþ, bahçeye bakan camýn kenarýndaki masada kitap okuyordum. Bahçe dediysem, sýrt sýrta vermiþ üç binanýn apartman boþluklarýnýn baktýðý, sokaða açýlan kýsmý briketle örülmüþ en nihayet bir evlek yer. Bir de, sývasýz apartman boþluklarýnýn kirli sabun kokan kuþatmasýna, dibini bürümüþ arsýz yabani otlara raðmen yine de varlýðýný sürdürmeye çalýþan çelimsiz gövdeli, bakýmsýz bir dut aðacý. "Aðaç aðaçtýr. Dili de yoktur hissi de." diyenlerle aram yoktur. Kedinin yeri vardýr: sýcak bir kucak. Söðüt en çok bir pýnarýn civarýnda, dallarýný yayabileceði çimenlikte rahattýr. Dallarýna týrmanan çocuk olmadýktan sonra, dut, dut mudur? Hem de bir apartman boþluðunda! Kendimle eþya arasýnda tuhaf sayýlabilecek rabýtalar kurarým hep. Çocukluðumdan beri böyledir. Kahverengi perdenin dalgalý beyaz çizgilerinden süzülüp yüzüme vuran ýþýðý, kanatlý bir melek sayardým. Dokuz yaþlarýndayým. Annem içeride kardeþimi uyutuyor. Ben sabahýn köründe gittiðim okuldan döneli bir saat olmuþ. Öðle yemeði için okuldan gelen babamla yer sofrasýnda yemek yemiþiz. Babam bana o gün okulda olup biteni, her gün yaptýðý gibi anlattýrmakta. Ve ben her gün ayný þeyleri anlatmamak için bin türlü yol buluyorum. Babam anlattýklarýmý o kadar dikkatle dinlemekte, her duyduðu yeni þeyden sonra yüzüme o kadar dikkatle bakmakta ki, bunu tadmak için sürekli çalýþtýrýrým hayal gücümü. Fakat dikkati diri tutmak pahasýna yalan söylemekten kaçýnmalýyým. Zira babam söylenen her yalaný anýnda fark eder. Sözlerinde gerçek olmayandan uzak durma hissi o kadar yerleþmiþtir ki, çoðunun kurgu zannettiði þu satýrlarda bile uydurma tek kelime yoktur. Ne deðiþirdi ki, kahveci Osman yerine, emlakçý Abdullah deseydim, deðil mi? Deðil. Hikayenin dürüstlüðüne halel gelirdi. Aklýma bile gelmezdi babama yalan söylemek. Babam çünkü her þeyi bilirdi. Güçlüydü. Titizdi. Sertti. Ben de, týpký öðrencileri gibi çekinirdim 42

ondan. Onun gibi olmak istedim hep. Yeni hikayeleri farklý tadlarda anlatabilmeyi ilkin onun için becermeye çalýþtým. Hayal gücümü ilk ona anlatacaklarým için yordum. Kahverengi perdenin dalgalý beyaz çizgilerinden süzülüp yüzüme vuran ýþýðý, kanatlý bir melek sayardým, dedim ya, gerçekten öyledir. Abimle paylaþtýðýmýz küçük odamýzda, çalýþma masamýzýn raflarýndan en sevdiðim kitaplarý çeker, sýrt üstü uzanýr, okumaya baþlardým. Çalýþma masamýz dedim de aklýma geldi. Evet, abimle benim ortak kullandýðýmýz bir çalýþma masamýz vardý. Babam özel olarak yaptýrmýþtý. Düþünüyorum da, çamaþýr makinesi, renkli televizyon, müzik seti gibi elektronik aletler evimize çok geç girmiþti. Oysa evimizde kitaplýk ve çalýþma masasý her zaman oldu. Ve bunu o kadar tabii sayardým ki, evlerinde kitaplýk olmayan aileleri çok uzun süre anlamadým. Fakat ne zaman ki Ýstanbulda yaþamaya baþladým ve belli bir sosyal çevre edindim, bu ön yargýyý yitirdim. Hep olur bu: bir þey anlatmaya baþladýðýmda bir de bakarým ki hikaye bambaþka bir yere gelmiþ. Devam edeyim: bir çocuk olarak doymaz bir iþtihayla okuyor, sürekli hayal kuruyordum. Deniz altýnda gezenler, gök yüzünde uçanlar, bin iklimin masal kahramanlarý. Sultanýn kýzýný almaya niyetlenen yoksul ama anasýnýn sözünden hiç çýkmayan asil delikanlýya, hain vezirin hilelerine karþý yardým eden karýncalarý, güvercinleri, peri suretinde ayan olan iyilik elçilerini kendimden geçercesine nakþediyordum zihnime. Kah bir Gürcü masalýnda yeþil kýrlarda uça koþtura ilerliyor, kah Ali Cengiz oyunlarýyla baþa çýkýyordum. Fakat her ne olursa olsun benim kahramaným belliydi. Hayallerimin kahramaný Hz. Aliydi. Deðil mi ki o çocukken bile kahramandý; o halde bir çocuðun hayal kahramaný elbette olabilirdi. Hayber Kalesi Cengi ve diðerleri. Onun asaleti, hazýrcevaplýðý, bilgece yol göstermeleri, hemen herkesin ona duyduðu hürmet ve itimat, mülke tamah etmeyip bahþediþleri… O asla ilk vuran olmaz. "Hamle et yâ kâfir!" diye ünler ve daima


DERKENAR

galip gelir. Ýmâna geleni affeder. Hediye edileni, "Madem ki artýk benimdir, ben dahi sana hediye ettim." diyerek iade eder, ve beni mest eder, mest eder, mest eder... Kendimle eþya arasýnda tuhaf rabýtalar kurmam tâ o zamanlardan baþlar. Kýrýlan bir bardaðýn boynunu büktüðünü düþündüðüm çok oldu. Ve dalýndan düþmüþ zedeli bir kayýsýyý beðenmediðim için bir kenara koyduðuma üzülüp, yarým saatlik yolu yürüyerek bahçeye dönüp onu yediðim. Henüz açmýþ bir çiçeðin hep neþeli bir konuþkanlýkla bana baktýðýný düþünürdüm. Ellerimi sürte sürte kýyýsýndan yürüdüðüm duvarýn, elini omzuma atacak iyi bir arkadaþ olmadýðýný kim söyleyebilirdi? Çok üzüldüðümde de ortaklýklar kurardým. Çok üzgün olduðumda, abimin kenarýna býçakla çentik attýðý masayla ayný akýbeti paylaþtýðýma inanýrdým. Ýkimiz de aðlýyor olurduk çünkü. Ya da yaðmurlu bir Ýzmir akþamýnda eve dönerken, uðuldayan rüzgarýn yerinden koparýrcasýna yüklenip durduðu taze bir fidanla ben kardeþ sayýlabilirdik. O da küçüktü, ben de. O da üþüyordu, ben de. O da yorgundu, ben de. Saat beþ buçuk, etraf karanlýk. Ben 11 yaþýndayým. Servis otobüsünden inmiþ, baþým önde eve doðru yürüyorum. Lacivert kravatým, mavi gömleðim, paltom ve küçük siyah ayakkabýlarým… Çok uykum var. Çantam çok aðýr. Çok ödev var. Kelimeler on defa yazýlacak. Yarýnki konu hazýrlanacak. Deyimler ezberlenecek. Karným aç. Annemi özledim. Saat 7'den beri evde deðilim. Týpký o fidan gibi. Tretuvarý güzelleþtirmek için dikilmiþ tüm küçük aðaçlar gibi… Týpta muhakkak bir adý vardýr bu anlattýklarýmýn. Uzmanlýðý sýrf bu konular olan bir sürü de profesör olmalý. "Ýlk öðretim Evresinde

Çocuk-Nesne Ýliþkisi Üzerine Bir Araþtýrma Denemesi ve Doðuracaðý Olasý Kiþilik Bozukluklarý" adlý, bol dip notlu makaleler bile bulunabilir aranýrsa. Fakat benim bu tuhaf tarafým hiç deðiþmedi. Sadece biçim deðiþtirdi. Poe'nun Annabel Lee'sini okuyorduk derste. Ve ben niyeyse kendimi "o uzak deniz ülkesinin kayalarýna bindiren" ve Ömer Seyfettin'in Forsa hikayesinden çýkýp gelmiþ bir gemiye benzetiyordum. Niçin Define Adasýndan yahut Robinson Crusoe'dan deðil de, Forsa'dan? Bilmiyorum. Ama öyle hissediyordum. Her þiirde bir yerim, her kitapta bir görevim, her oyunda bir rolüm, her þarkýda bir ülkem, her tartýþmada bir cephem, her aþkta durulacak bir kafiyem, her düzlükte aþýlacak bir tümseðim oldu böylece. Üniversite yýllarým farklý geçeydi ya... Olmadý. Kavafis'in "Kent" þiirini anlamaya vaktim yoktu hiç. Sesimi yükselterek durulturum zannediyordum eþyayla aramda, dünyayla aramda sürekli aleyhime vehamet kesbetmesini ýstýrapla seyrettiðim iliþkiyi. Tâlip olduðu her yük, sýkletindeki gediklere hamlonulabilecek bir uzak þiir olmak; daha Türkçesi, hülyalardan yapýlma bir iklimden, bir saat titizliðiyle iþleyen dünyevî çarka düþmek yazgýsý benim istikametimdi. Yürüdüm. Kaval kemiðim sýzlayana kadar; Ýstanbul'un bitmek bilmeyen yokuþlarýný; araçla katedilmesi gereken ve her ikisi de bana yabancý iki menzilin arasýný; Eminönü’nden Kabataþ’a, Eyüp’ten yalnýzlýða, "uzak ülkenin kayalýklarý"ndan yutucu sýradanlýðýyla halkýn içlerine kadar yürüdüm. Sonra Balat’a geldim. Üç katlý evin ikinci katýný kiralamaya. Dilbaz, girgin, fazla yaklaþmadýkça sýcaklýðý sevecen olabilecek bir yarý köylü kadýndan, iþe tek otobüsle gidebileceðim bu evi kiralamaya. Bir akþam, yeni baþladýðým iþten eve dönmüþ, 43


DERKENAR

bahçeye bakan camýn kenarýndaki masada kitap okuyordum. Bahçe dediysem, sýrt sýrta vermiþ üç binanýn apartman boþluklarýnýn baktýðý, sokaða açýlan kýsmý briketle örülmüþ en nihayet bir evlek yer. Bir de, sývasýz apartman boþluklarýnýn kirli sabun kokan kuþatmasýna, dibini bürümüþ arsýz yabani otlara raðmen yine de varlýðýný sürdürmeye çalýþan çelimsiz gövdeli, bakýmsýz bir dut aðacý. "Aðaç aðaçtýr. Dili de yoktur hissi de." diyenlerle aram yoktur. Kedinin yeri vardýr: sýcak bir kucak. Söðüt en çok bir pýnarýn civarýnda, dallarýný yayabileceði çimenlikte rahattýr. Dallarýna týrmanan çocuk olmadýktan sonra, dut, dut mudur? Hem de bir apartman boþluðunda! Kendimle eþya arasýnda tuhaf sayýlabilecek rabýtalar kurarým hep. Çocukluðumdan beri böyledir. Þimdiyse, dut aðacýnýn dibini bürüyen arsýz otlara hayatýmda denk geldiði anlamý vermekte zihnim. Kirli sabun kokan bu apartman boþluklarýyla kuþatýlmýþ aðaç, týpký benim gibi, gökyüzüne aylak bir doðurganlýkla bakýp mevsimi geldiðinde tatlý yemiþler vereceðine, sývasýz duvarlarýn daima kestiði güneþten bile mahrumdu iþte. Sýrtüstü topraða uzanýp kulaðýmda dolaþan karýncayý bile umursamadan gökyüzünü seyredecek, kýrlarda tatlý tatlý keyfedecek, uður böceðinin parmaðýndan uçup gideceði yönden bir kýsmeti çýkacaðýna inanacak bir adam olmalýyken ben, sokaðý sinekleriyle dolduran kirli bir yaz akþamýnýn yaydýðý gevþek bir bakýþla seyrediyorum dýþarýyý. Cepleri dýþarýda kel çocuklarýn, koþturduklarý topun peþinde birbirlerine ettikleri küfürleri dinliyor, gol atýnca birbirlerine sarýlýp kalmalarýný seyrediyorum. Bir sokak kedisi, baþýný, karýþtýrýp durduðu çöpten çýkarýp, aðzýnda sallanan bir þeyle uzaklaþýyor. Mütevazý silüetiyle Yavuz Sultan Selim Camii, ezanlarýyla Haliç’e sesleniyor. Taþ döþeli yokuþun kenarlarýnda, kapý önlerinde oturmuþ kadýnlar çekirdek çitliyor, dedikodu ediyorlar. Arada kadýnlardan biri terliðini kapýp fýrlatýyor oðluna. Hedefi bulmayan terliði gidip getirmek, babasýnýn dönecek olmasýyla korkutulmayan, saçýnýn örgüsü ucuz pembe bir tokayla tutturulmuþ ufak, cýlýz kollarý Barbie baskýlý kýsa kollu tiþörtünden dal gibi fýrlamýþ kara kýza düþüyor. Sonra iþten dönen kýzlar sökün ediyor. Torbalarýný sallaya sallaya; kah kikirdeþip birbirlerine sarýlarak, kah yan gözle top koþturan 44

oðlanlardan birine bakýp yorgun adýmlarla evlerine giriyorlar. Tekrar kitaba dönüyorum. Ne çelimsiz dut, ne arsýz otlar, ne kirli sabun kokusu, ne sokak kedisi, ne bu terli yaz akþamý, ne þu sýra kapý önlerinde pinekleyen kadýnlar, ne köþede mahallenin ergenlik kocamaný burunlarýndan yeni dadandýklarý sigaranýn dumanýný püskürten henüz ergen delikanlýlar, ne yan apartmanýn 3. katýndan gelen baðýrýþ çaðýrýþlar… Kitap benim için daima içimde ilerlemek demekti. Ve bunu yapabilmek içinse dýþýmdan uzaklaþtým sürekli. Kapý çalýndý. Gelen Osman Abi. Aslýnda ona hiç ‘abi’ demedim. Daha doðrusu ben insanlara böyle hitap etmem hiç. Ýstanbula yerleþtikten sonra belki bir iki kiþiye. Fakat bu tür durumlarda ne denir ki? Abi demiyorsunuz. Bey demekse bu türden insanlara karþý hiç de sevimli bir hal deðil. Mesafe koyar gibi oluyor. Kapýcýlara "efendi", temizlikçi kadýnlara "haným" deme itiyadýnda kimselere benzemeyi hiç istemediðimden, siz demeninse tüm bunlarýn bir çeþidi olduðundan senli benli konuþuyoruz benden bu yirmi yaþ büyük adamla. 45'indeki bu adamýn neden diþlerinin döküldüðünü, ve neden 10 yaþ büyük gösterdiðini anlattýklarýndan sonra anladým. Evi karýsýndan kiralamýþtým. Dilbaz, girgin, fazla yaklaþmadýkça sýcaklýðý sevecen olabilecek yeni þehirli karýsýnýn anlatýmýyla tanýdýðý kiracýsýný merak eden Osman Abi tanýþmak istemiþ. Mutfaktaki yuvarlak masadaki kitaplar dikkatini çekti. "Öðretmen misiniz?" diye sordu. "Bir tür." dedim. Zaten o da benim öðretmen olduðumu duymuþ ve semt okulundan daha iyi eðitim veren bir baþka okula kayýt ettirmek istediði kýzý için yardým edip edemeyeceðimi sormak için gelmiþ. Sanýrým yakýnlarda bir devlet okulunda çalýþtýðýmý zannetmiþti. Durumu açýkladým. "Peki." dedi. Orada oturduðum süre boyunca kýzýnýn eðitimi için ettiði bu rica dýþýnda hiçbir isteði olmadý ev sahibimin benden. Sonra kitaptan açtý sözü. Fakat o kadar doðallýkla yaptý ki bunu, þaþýrmamak elde deðil. Okumanýn öneminden bahsetti. Ve kurduðu cümleler dünmüþ gibi aklýmda: "Ýnsanýmýzýn temel sorunu eðitim. Fakat bilinç kazandýracak türde eðitim. Yoksa yasak savar cinsten bir þeyden bahsetmiyorum. Bugün okul kurumu iyice kaðþamýþ. Öðretmen kendi derdinde. Aileler çocuklarýný amaç sahibi


DERKENAR

yapacak toplumsal kavrayýþtan yoksun. Böyle olunca tüm kurumlar gibi eðitim de kýsýrlaþýyor. Deðil mi hocam?" "Evet hocam" dedim, þaþkýnlýkla. Osman Abinin "estaðfurullah"ýna bakmadan soruverdim: "Sizin eðitim durumu nedir?" "Ýlkokul." dedi. Peki ama bu cümleler? "Okur musunuz?" diye sordum. "Estaðfurullah." dedi. "Ufak tefek bir þeyler okuduk, ama sizler gibi lise üniversite okuyamadýk. Bizimki biraz el yordamýyla oldu." Sormalýydým: "Nerede edindiniz okuma alýþkanlýðýný?" "Hapiste" dedi. 12 Eylül sonrasýnda uzun süre hapis yatmýþ. Sebep siyasi. Bunu öðrendiðimde onunla fazlasýyle samimiydik. Belki birkaç saatlik bir tanýþýklýktý bizimkisi. Fakat yine de samimi olmamýza yetti. Dolayýsýyla hapishane hatýralarýnýn konuþulmasý için aramýzdaki güven engeli aþýlmýþtý. Her þeyden konuþuyorduk. Oðlunun güvercinlerinden. Depremden. Ýþlettiði kahveden. Gülünecek yerde aðzýný kapayarak gülüyordu, diþleri yok ya. Nice sonra izin isteyip kalktý gitti. Þaþkýnlýk, derin bir þaþkýnlýk. (…) Gece iþte yaný baþýmda. Þakaklarým zonkluyor, bundan anlýyorum. Duvarýn kenarýnda, camýn dibinde bir yer yataðý. Boðazýn sesine meftûn, niçin ülkesinden bu denli uzakta bile evindeymiþ gibi hürmet ve konukseverlik gördüðünü muhtemelen hiç düþünmemiþ Amerikalý adamýn sözleri: -Dünyanýn en güzel müziði iþte burada. Çok yer gördüm. Herkesin hayranlýkla bahsedip durduðu þehirlerin çoðuna gittim. Fakat bu ses. Ýnsaný içinde huzurlu bir rüyayý hissetmeye çaðýran bu ses. Bu sesin üzerine bir baþka ses olabileceðine ihtimal vermem. Öyle deðil mi? Belki de. Boðazýn tatlý seriliþlerini iþaret ederek söylediði sözleri düþünüyor deðilim. Tatlý bir ýrgalanýþla, nazlý nazlý endamlanan Boðazý deðil de, onun zihnimdeki aksini düþünüyorum. Þimdi o orada; yo, hayýr burada, yaný baþýmda, kalkmaya davranan, edasýndan emin, gayetle maðrur bir asil kadýn da, ya ben neyim? Dibinde biriktirdiði tortunun eczasýndan uzakta, maðrur yürüyüþündeki vezne uymaya çalýþan, çöktüðü yerden yekinerek doðrulma telaþýnda bir yeniyetme mi, yoksa lâl ü ebkem bir aciz mi?

Esintiyle söyleþtik daha bir vakit. Suyun kývrýlýþlarýnda akisler arayarak baktým da baktým. Koyu yeþil karanlýkta bir mýsra bulurum ümidiyle öylece sustum. Gece susuzluktan boðazým kurumuþ uyandým. Bir uçurumu tüketemeyen bir düþüþle içim inip inip kalkmýþ. Karýþýk bir düþ gördüm. Bir kuyuda kalmýþým da kurtaraným yokmuþ. Sesim baðýrmaktan kýsýlmýþ. Ýçimi bir karanlýkla kaplamýþlar. Ben kuyunun duvarýndan bir taþý diðerine rapteden harcý týrnaðýmla kazýyor ve iç çekiyormuþum. Ýçerim küf kokmaktaymýþ, yeþil karanlýk küf. Duyan var mý düþünmeden eskilerden bir þarký söylemeye baþlamýþým. Sesimi çok uzaktan biri duymuþ da etraftakilere "Bir dakika. Bu ses. Siz de duyuyor musunuz?" "Ne sesi?" demiþ onlar, "Ses-mes yok" O biraz daha kuþkuyla, biliþ çýkarmaða çalýþan dikkatli bir yüz anlatýmý ve gayretle kulak kesilmiþ. Sonra gizini çýkaramadýðý sesi atlayýp geçmiþ. Tabii ben þarký söylerken bunu bilmiyormuþum da sonradan rüya gören olarak seyrediyormuþum. Sonra nasýl olmuþsa olmuþ ben kurtulmuþum. Bir anda olur ya kurtuluþlar, ben kuyudan çýkmýþ oraya gitmiþim. Gülüyordu. Sigara yaktým. Tütün ciðerlerimi doldurdu, sinirlerim yatýþýyor. Bir sis perdesi ardýndan baktýðým dünyaya bu kez uykulu, kýsýk gözlerimle bakýyorum. Sokaktan fýrlayan sesi yakaladým. Dünyanýn en güzel müziði mi demiþti adam? Su içtim sürahiden. Dünyanýn en güzel müziði benim için tatlý ve derin bir uykudur oysa. O þiir takýlýyor zihnime, uyku göz kapaklarýmý kaldýrýlmasý imkansýz külçelerle tekrar aðýrlaþtýrýrken. Ama hafýzamdaki kýymýk baskýn çýkýyor. Elimi yandaki kitap yýðýnýna atýyorum. Kitabý ararken pýt pýt bir þey. Ne ki? Gitsem mi peþinden? Þunun altýna girdi galiba. Belki böcektir. Kaldýrýyorum. Ufak, açýk renk bir þey. Aa, akrep. Öldürdüm. Boþ bir kibrit kutusuna koydum, gelene gidene gösteririm diye. Buldum iþte: … Daðýl, karanfillerin bahçeye yaydýðý hülyanýn adý gibi Uykusuz gecelerde ruhumda iþleyen halin gibi daðýl, Zevkinden incinen yüreðe ömrümün miladý gibi, Daðýl, nicedir kývrandýðým üç harfli týkýrtýlar…

Rahatladým. Iþýðý söndürdüm. Yastýðýmýn altýnda ölü bir akrep, derin bir uykuya daldým. 45


DERKENAR

Emre Şimşek

BÝR KADIN BÝR ÞAÝR bir þiir yazdýrdý þiiri bana... bir kadýndý o istanbul'un salaþ bir çorbacýsýnda var mýydý öz geçmiþi bilmiyorum bilmek de istemem duyamadým sesimi sessizliðinden yýr týktý üstü baþý düþlerim gibi çorabý kaçmýþ dizelerle konuþuyor üþüyordum yanaðýmdan öpüþüydü bir çocuðun çorbasýný içerken aðzýný þapýrdatmasý rengine büründü bir ara kraliçe duruþlu gölgesiyle tek taþ hüzün vardý parmaðýnda düþük belli saati ciltleyip sað elini avuçlarýmla hiç mi güzel yaný yok dedim hayatýn isminisöyledi bir kadýndý o istanbul'un salaþ bir çorbacýsýnda var mýydý öz geçmiþi bilmiyorum bilmek de istemem en çok ona benziyordu

46


DERKENAR

Tarık Kürtünlü

YOLCULUÐUN 3 GÜNLÜK KISA TARÝHÝ Bir toplumun seyir defteri gibi gördüðüm trenleri, garlarý hüzünlü dev bir adama benzetiyorum. Doktor Jivago filminde karlý daðlardan geçip insanlarý sürgüne taþýyan trenin hüznü, oradaki yolcularýn çaresizliði sanki bütün trenler için evrensel bir yargý halini alýyor. Trenler tarihini Türkiye tarihiyle ayný paralelde düþündüðümden, Osmanlý'nýn son zamanlarýnda inþa edilen Hicaz demiryolunu, 1920'lerde trenlerin oynadýðý büyük rolü, sonrasýnda ülkede yaþanan karýþýklarla unutulan, unutturulan trenleri ve son dönemlerde hatýrlanan ve geliþen demiryollarýný siyasî geliþmelerle paralel deðerlendirdiðimde ayný hüzünlü tablo karþýma çýkýyor. Zira bir seyahat yolunun bu kadar siyasete baðlý olmasý kendi içinde çarpýklýðý ve hüznü barýndýrýr. … Mehmet Aycý'nýn yeni çýkan kitabý "Serkisof Ahbabým Olur"u okuduðumda trenlere olan sevgim bir kat daha artmýþtý. Aycý, trenlerin, garlarýn, makasçýlarýn tarihini anlatýrken gar delilerinin ve yolcularýn hallerini de anlatýyor bize. Kitabý okurken yaza doðru Mehmet Ali'yle planladýðýmýz trenle Türkiye seyahatinin beklediðimden daha zevkli geçeceðini düþünmüþtüm. Ýki hafta önce, Mehmet Ali'nin trenle üç günlüðüne Konya'ya gitme önerisine evet dediðim anda yolculuðun heyecanýna kapýlmýþtým. Trenle uzaklara gitmek, garlardan geçmek, insanlarýn yüzlerine biraz sonra gitmeye ayarlý bir bakýþla bakmak… Trenler hakkýnda bütün olumlu düþüncelerim ve sabýrsýzlýðýmla çýkmýþtým evden. Fakat, þehrin keþmekeþinden kurtulamayýp treni kaçýrdýðýmda, nedense suçu trenin zamanýnda kalkmasýna atýp tüm iyi niyetimi iki saatliðine hasýr altý edip trenler hakkýnda, hiç de burada yazýlmayacak cinsten, kötü þeyler düþünmüþtüm. Oysa Serkisof Ahbabým Olur'da en çok hoþuma giden trenlerin saatlerine hiç ihanet etmemesiydi. Beni on dakika bekleselerdi ne olurdu sanki!.. Neyse, dört saat sonraki Ýç Anadolu Mavi trenine bilet alýnca

yolculuðum biraz gecikmeli de olsa baþlamýþ oldu. Mehmet Ali ve Sinan Ýzmit'ten trene bineceklerdi; onlar treni kaçýrmadýlar benim gibi. Ama biletler bende olduðu için, Haydarpaþa Garý Þefliðinden biletler için Meram Trenine anons yaptýrmam gerekti. En azýndan onlarýn sorunsuz bir þekilde trene binmeleri tesellim oldu. Bir de, biletler bende olduðu için onlar da binemeseydiler… I.GÜN Trendeyim. Numaralý vagondan yer bulamadýðým için mecburen numarasýz vagondan bilet aldým. Numarasýz vagonda istediðim yere oturunca kimse, beni yerimden kaldýramazmýþ. Ben de trenin kalkmasýna bir saat olmasýna raðmen hemen yerimi aldým. Pencere kenarýndaki tek kiþilik koltuklardan birine oturdum. Benden hemen sonra iki dede yanýmdaki ikili koltuklara oturdu. Nereli olduðumu sormalarýyla koyu bir sohbet baþladý. Kütahya'ya gidiyorlarmýþ. Burada torunlarýný ziyarete gelmiþler. Memleket meselelerini de bir kalemde hallettik tabii ki. Biz konuþurken vagonun arka kapýsýndan birbirlerine baðýra baðýra konuþan iki adam girdi. Vagonun arka koltuklarýnda ayrý ayrý yerlere oturdular ama baðrýþmalarý hiç kesilmedi. Aslýnda birbirlerine kýzmýyorlardý, Ýstanbul'a kafayý takmýþlar. Ýstanbul'da hiçbir iþ beceremedikleri için hayýflanýyorlardý. Ama biri, yine de Ýstanbul'a döneceðini ve mutlaka para kazanacaðýndan büyük bir hýrsla bahsediyordu. Sonradan bilet kontrolleri sýrasýnda kondüktörün itirazlarýndan ikisinin de paralarý olmadýðý için bilet alamadýklarýný öðrendim. Biraz tartýþmadan ve tren þefinin müdahalesinden sonra TCDD'nin himayesinde Adana'ya kadar gitmelerine izin verildi. Yolculuða gece baþladýðýmýz için hemen hemen herkes uyumak için uygun bir hal aramaya baþladý. Saðýna soluna dönenler, koltuðunu geri yatýrýp yayýlanlar, ikili koltuklarý boþ bulup boylu boyunca uzananlar… Uyumayan ve uyumaya niyeti olmayan bir tek ben vardým. 47


DERKENAR

Elimde Ahmet Hamdi Tanpýnar'ýn Ders Notlarý, þiirle ilgili bölümlerini okuyorum. Tanpýnar'ýn ders notlarýndan þiirimize veya kendi þiir anlayýþýna dair bir þeyler bulabilir miyim diye birkaç saat karýþtýrdým durdum. Bir öðrencinin ders notlarý olduðu için parça parça cümlelerden bütüncül bir anlam çýkartmak çok zor. Ama yine de inatla kitabý okuyorum. Ancak, iki koltuk önümdeki adamýn tüm vagonu gürültüye veren horlamasý olmasa, çok daha dikkatli okuyacaðým. Horlayan adamýn yanýndaki arkadaþý, uykusunun mecburen bölündüðü anlarda arkadaþýný uyarýyor ve bir on dakika horlama kesiliyor, sonra yeniden horrrrrrrr… Karanlýk þehirlerden, daðlardan, ovalardan geçerken elimi pencereye perde yapýp cama yansýyan görüntümü engelliyor ve dýþarýyý seyretmenin zevkine varýyorum. Iþýklarý hiç söndürmedikleri için saatlerce o halde dýþarýyý seyrettim. Cep telefonumun radyosundan gelen müzik seyrime ayrý bir hava katýyor, her ne kadar ne çaldýðýyla o anda ilgilenmemiþ olsam da. Kitap okumaktan, müzik dinlemekten, dýþarýyý seyretmekten, yazý yazmaktan, ondan ona atlamaktan yorgun düþüyor ve kulaðýmda kulaklýkla beraber, saatini kestiremediðim bir vakitte uykuya yenik düþüyorum. Gözlerimi, yaðmurla ýslanan Eskiþehir'e açtýðýmda anlýyorum tüm bunlarý. Uyandýktan sonra gözümü hiç kýrpmadan Kütahya'yý, Afyon'u, dümdüz ovalarý, küçük küçük tepeleri, tüm o güzellikleri seyrediyorum. Eskiþehir'deki yaðmur sanki hiç kesilmeden, Akþehir'e kadar bizimle beraber geldi. Sanki, yaðmur bulutu bize rahmet olsun diye damlalarýný küçük küçük serpiþtirdi durdu. Akþehir'den sonra güneþli, berrak bir hava eþliðinde Konya'ya doðru, alabildiðine geniþ ovalardan geçerken, oyuncak bir trende gidiyormuþuz gibi bir hisse kapýldým. Ýnsan böylesine büyük bir ovanýn içinde gerçekten ne kadar küçük bir cisim olduðunu anlýyor. Hava aydýnlandýktan sonra istasyonlarýn mütevazý ve þirin yapýlarýný daha net görebiliyorum. Hepsi de gayet bakýmlý görünüyor. Ayrýca Mehmet Aycý'nýn anlattýðý türden, istasyonlara renk katan simalar görüyorum bir çok yerde. Polatlý'da bir tanesi, yüzünde koskocaman bir gülümsemeyle bütün yolculara el salladý. Bu inceliðe karþýlýk olsun diye ben de ona el sal48

ladým. Saat on gibi, annemi arayýp treni kaçýrdýðýmý, ikinci trenden bilet aldýðýmý, yolculuðumun iyi geçtiðini söylüyorum. Babamýn iþyerini aradýðýmdaysa "Senin treni kaçýracaðýný biliyordum." diyor babam; babalar bilir… Konya'ya yaklaþtýkça heyecaným artýyor. Þaþkýnlýðým da… Koskocaman ovanýn ortasýnda yükselen binalarý görünce Anadolu'ya çivi çakýlmýþ gibi hissediyorum. Öðleye doðru Konya istasyonuna vardýðýmda sakin, insaný sarýp sarmalayan bir þehre geldiðimi çoktan anlamýþtým. Benden önce Konya'ya varan arkadaþlarla garda buluþuyoruz. Sinan'ýn çocukluk arkadaþý Sinan'la (2.Sinan) da tanýþýyoruz. Kalacaðýmýz yere doðru giderken bir kafenin camýnda gördüðümüz afiþ, programýmýzý deðiþtiriyor. Ýlhan Berk, Latife Tekin, Metin Kaygalak 14:30'da Meram Belediyesi'nin kültür merkezi Konevi'ne geleceklermiþ. Açýkçasý Ýlhan Berk'in cazibesiyle programýmýzý deðiþtirdik. Sinanlar gelmek istemedi, 2.Sinan'ýn kaldýðý yurda gittiler. Ben Mehmet Ali'yle gitmekte ýsrar edince akþam yurtta buluþmak üzere ayrýldýk. Sen Ýstanbul'dan kalk, Konya'da Ýlhan Berk'i dinlemeye git. Kültür Merkezi Konya'ya yakýþýr büyüklükte ve güzellikteydi. Konferanslar ve tiyatro gösterimleri için kullanýlan solonu 2000 kiþilik. Her türlü teknik donanýma sahip salonun akustiði de çok iyi. Salonda 300-400 kiþi ancak var ve böyle bir edebiyat toplantýsý için bu sayý bile sevindirici. Açýkçasý Ýstanbul'da olsa, 100 kiþi olur muydu salonda, emin deðilim. Ýlhan Berk rahatsýzlandýðý için gelememiþ. Herhalde bizim gibi birçok kiþi de Ýlhan Berk için gelmiþ olacak ki, salonda bir hareketlenme ve hemen ardýndan on beþ yirmi kiþi çýktý. Latife Tekin ve Metin Kaygalak, Ýlhan Berk ve þiiri hakkýnda biraz konuþtular. Sonra Latife Tekin kendi yazarlýk baþlangýcýný anlattý. Kemal Tahir, Yaþar Kemal ve Fakir Baykurt'u örnek almýþ. Romancýlýðýnýn baþlangýcýný anlatýrken küçük yaþta Ýstanbul'a göç ettiklerinde, þehir dilini garipsediðini, köy dili konuþtuðu için arkadaþlarýnýn kendisine güldüðünü söyledi. Buna tepki olarak ilk romanýndan itibaren "evinin dili"ne döndüðünü, kendisinden önce halkçý bir


DERKENAR

anlayýþla köy hayatýný yazan Kemal Tahir, Fakir Baykurt ve Yaþar Kemal'den bu yönüyle ayrýldýðýný, kurduðu dünyayla halký halkýn içinden anlattýðýný söyledi. Kendisinden önceki yazarlarýn halký anlatýrken dile o sýcaklýðý katamadýklarýný iddia etti. Ayrýca bir çarpýklýðý da dile getirdi; "yoksullarý anlatýyorum diye birinci sýnýf hizmetle uçuyorum ancak, benim sokakta gördüðüm ve anlattýðým yoksullara kimse ilgi göstermiyor. Benim kurguladýðým fakir dünya insanlara daha yaklaþýlabilir geliyor herhalde, gerçeðini kimse görmek istemiyor." dedi. Edebiyatýn aristokratik halini bildiðinden, yoksullarýn romanla, yazýyla alakalarýnýn olamayacaðýndan, yazmanýn zengin iþi olduðundan bahsetti… Bir müddet sonra, sýkýldýðýmýz için çýktýk. Bizi aðýrlayan 2.Sinan'ýn misafiri olarak, kaldýðý yurda gittik. Kantinde baþka arkadaþlarla da tanýþýp muhabbet ettik. Hepsi baþka baþka yerlerden gelmiþler; Gümüþhane'den, Artvin'den, Sivas'tan… Konya'yý çok sevdiðimizi söylüyoruz; onlar da kendi memleketlerini þimdiden unutmuþlar gibi; burada kalmayý kafalarýna koymuþlar. Akþam yemeðimizi en üst kattaki yemekhanede yedikten sonra, Konya'nýn en büyük alýþveriþ merkezi Afra'ya gittik. Birkaç maðazaya uðrayýp çýktýk. Konya'nýn merkezi sayýlan Zafer Meydaný'na doðru yürüdük. Her þeyi gündüz gözüyle görebilmek için yarý yoldan yurda geri döndük. II.GÜN Sabah uyandýðýmýzda kahvaltý saatini kaçýrmýþtýk. Yatakhane arkadaþýmýz Ercan'ýn saz resitalini dinledikten sonra, hemen hazýrlanýp Zafer Meydaný'nda bir yerde kahvaltý yapmaya çýktýk. Kahvaltýdan sonra Konya'nýn en büyük iki kitapçýsýndan biri olan Çaðrý Kültür Merkezi'ne gittik. Giriþ katýnda kitabevi, alt katýnda seminer salonu ve eðitim amaçlý kullanýlmak üzere ücretsiz internet baðlantýsý var. Kitaplar da çok ucuz Çaðrý'da. Ýstanbul'da 15 YTL'ye indirimli ancak alabileceðimiz kitabý 10 YTL'ye aldýk. Kitabevinin elemanlarý da kitaplara yabancý deðiller. Hiç kitap almak aklýmýzda yokken 8-10 kitapla çýktýk kitabevinden. Kitabevinin giriþimleriyle çaðrýlan yazarlar da Konya'lý gençlerin önemli bir sosyal etkinliði

haline gelmiþ. Biz kültür merkezinden çýkarken beþ altý genç önümüzdeki ay hangi yazarlarýn geleceðini soruyorlardý. Çaðrý Kültür Merkezi'nden çýktýktan sonra Enes Kitabevi'ne gittik. Burasý da Konya'nýn büyük kitabevlerinden biri. Öðleye kadar kitabevlerini dolaþtýktan, þehrin caddelerini arþýnladýktan sonra Selçuk Üniversitesi'nin Meram ilçesindeki Eðitim Fakültesi'ne gittik. Saat 15:00'de Konya'da bize büyük misafirperverlik gösteren Ýhsan'ýn ve 2.Sinan'ýn sýnavlarý vardý. Ben, Mehmet Ali ve Sinan üniversitenin yemyeþil çimenlerinde oturmuþ sohbet ederken, onlar içerde ter döküyorlardý. Neyse ki, yarým saat içinde yüzleri gülerek çýktýlar. Sýnav zormuþ ama bizim arkadaþlara epeyce kolay gelmiþ. Ve sýra Konya'nýn meþhur yemeðini yemekte… Konya'da etli ekmeðin en iyi yapan yere götürdüler arkadaþlar bizi. Tadý, Ýstanbul'da yediðimden biraz farklýydý; daha lezzetliydi diyemeyeceðim ama garip bir tadý vardý. Restorandan çýkarken bir de kitap hediyesi alarak çýktýk. Konyalýlarýn bu kadar kitapla iç içe olmasý, Konya'yý görmüþ olmaktan daha sevindiriciydi bizler için. Yemekten sonra þehrin merkezindeki Alaaddin Tepesine gittik. Aslýnda çýktýk demem gerekirdi ama çýkýlabilecek kadar yüksek bir tepe deðil. Tepenin üstünde Selçuklulardan kalma bir saray kalýntýsý var. Konya Belediyesi 13 yýl önce, bu kalýntýyý muhafaza etmek için kemer gibi bir þey yapmýþ. Kalýntýnýn üstünde þemsiye gibi

49


DERKENAR

duran, dört ayaklý bir yapý. Ancak ilginçtir, asýrlara o haliyle bile meydan okuyan saray 13 yýl önce yapýlan muhafazasýndan daha saðlam görünüyor. Yapýlan muhafaza yapýsýnýn kubbe kýsmý çatlamýþ, sývalar dökülmüþ, ayak kýsýmlarýnda da çatlaklar var. Maazallah, eðer muhafaza için yapýlan yapý çöküp, korumasý gereken saray kalýntýsýný yýkarsa, trajik komik bir durum çýkar ortaya. Bu saray kalýntýsýnýn yirmi metre yukarýsýnda tepeye de adýný veren Alaaddin Camii ve Selçuklu sultanlarýnýn yattýðý sandukalarýn bulunduðu büyükçe bir Selçuklu yapýsý var. Camiinin kapýsýnda yazan kitabeden öðrendiðimiz kadarýyla, neredeyse tüm Selçuklu sultanlarý burada yatýyormuþ. Ýþte, koskoca tarih bir tepenin üzerinde ve bu tepe de Anadolu'nun göbeðinde duruyor. Gara gidip akþam 22:30'a Ýç Anadolu Mavi trene iki kiþilik bilet aldýk. Sinan bir gün daha kalmak istediði için onun biletini bir sonraki güne aldýk. Mehmet Ali ve ben akþama yolcuyuz. Hava kararmak üzereyken, yürüyerek yurda döndük. Akþam oynanan Galatasaray - Diyarbakýr maçýný izledikten sonra hazýrlýðýmýzý yaptýk ve yurttan çýktýk. Trenin kalkmasýna on beþ dakika kala gardaydýk. Trenin gara yanaþmasý görülmeye deðerdi. Arkadaþlarla vedalaþýp yerimizi aldýk. Yolcuyuz… III.GÜN Oturduðumuz koltuktan pencere kenarýný rahat göremediðim için bir can sýkkýnlýðýyla baþladýðý yolculuðum. Mehmet Ali'nin dýþarýyý seyretmek gibi bir derdi olmadýðý için kendi halinde gazetesini okumaya baþlamýþtý bile. Ben de daha ne kadar sabredebilirim diye kendime sorarken, elimdeki fotokopilerden Hüseyin Cöntürk'ün Çaðýnýn Þairi'ni altýný çize çize okuyordum. Bir müddet sonra, bu tip poetik metinlerin trende en son okunacaklar listesinde olmasý gerektiðini düþünerek, radyolarý karýþtýrmaya baþladým. Yerel radyolarýn sesleri bana hep daha sýcak geldiðinden bilindik frekanslarý es geçip, yerel radyolarda çalan müziklere, yayýnlanan reklamlara kulak kabarttým. Biraz radyoculuk geçmiþim de olduðundan, yerel radyolarýn yaptýklarý iþin ne kadar önemli olduðunu biliyorum. Bazý frekanslarda fazlasýyla amatör sesler çýkarken, bazýlarýnda Ýstanbul'dan yayýn yapan 50

dev bütçeli radyo kanallarýna taþ çýkartacak kalitede yayýn vardý. Kondüktörün biletleri kontrolü sýrasýnda, önümüzdeki pencereyi gören ikili koltuðun boþ olduðunu öðrenir öðrenmez hemen oraya taþýndým. Mehmet Ali'de arka koltukta keyfine göre gazetesini okumaya devam etti. Unutmadan iki afacaný da yazmalýyým. Tren henüz Konya garýndan kalkmadan, koridorda gezinmeye baþlayan iki ufaklýk bütün vagonun neþesi oldu. Arabacýlýk oynuyorlarmýþ. Mehmet Ali, artýk yeni arabalarýn sessiz olduðunu, eski araba sürmemelerini söyleyince, biraz sessiz sesiz koridorda gitti geldiler. Sonra "ama böyle arabanýn gittiðini anlamýyoruz ki" deyip yine "hýn hýn" sesleriyle oyunlarýna döndüler. Yorulunca da annelerinin yanýna gittiler ve büyük ihtimalle uyuyup kaldýlar. Dolunayýn ýþýðýyla beliren daðlar, ovalar ve uzaktaki evleri garip bir inatla seyrettim durdum. Benim bu inadýmý küçümseyen, diðer taraftaki pencere kenarýnda oturduðu halde pencereden yana yüzünü çevirme zahmetine katlanmayan adam "dýþarýyý göreceksin de ne olacak" dedi, "görmek tefekkürün baþlangýcýdýr" diye bir cevap verince benim kafayý sýyýrmak üzere olduðumu ima edercesine gülümsedi. "her þeyi gördüm, içim rahat" diyen þair ne kadar da haklýymýþ. Geçtiðim yollarý görmek, bir anlamda güvende olmanýn hissini çýkarýyor. Ayrýca, her ne kadar temelde, Konya'yý gezmek için bu yolculuða çýkmýþ olsam da, geçtiðim yerleri görmek de benim için ayrý bir yolculuk hali. Hepi topu iki saat uykuyla sabah ettim. Ondan sonra da uyuyamadým. Gözüm yolda. Arada bir radyoyu karýþtýrýyorum. Kütahya'yý, Eskiþehir'i, Bilecik'i geçiyoruz. Ýzmit'e geldiðimizde üzülsem mi sevinse mi bilemiyorum. Haydarpaþa'ya yaklaþtýðýmýzda trenin kapýsýný açýp, trenin gara yanaþmasýný büyük bir zaferden dönen komutan edasýyla izliyorum.



DERKENAR

K Ü T Ü P H A N E

Eserlerini okuduðumuz, yazdýðý bir dizeye Mehmet Nuri Yardým UNUTULMAYAN EDEBÝYATÇILARIMIZ gönül baðladýðýmýz, meseleler hakkýndaki tahayyüllerine ve yorumlarýna hayran Nesil - Ýnceleme kaldýðýmýz yazarlarýn hayatlarýný, eserlerini oluþturan arka plandaki incelikleri anlatan önemli bir edebiyat tarihi incelemesi... Edebiyatçýlarýmýzý unutulmaz yapan, kalemlerine sadýk kalmalarý ve yazdýklarý eserlerle bir devre, bir kuþaða rehberlik edebilmiþ olmalarýdýr. Ayrýca, yazdýklarý eserlerle edebiyatýmýza yön vermiþler ve modern edebiyatýmýzýn oluþmasý için çaba sarfetmiþlerdir. Bugün edebiyat dünyasýnýn içinde bulunduðu þartlarýn oluþumunda bütün önemli edebiyatçýlarýmýzýn az çok, iyi kötü etkisi olmuþtur. Edebiyatçýlarýmýzýný daha iyi anlamak, kalemlerinin ruhunu kavrayabilmek için öncelikle “duruþ”larýný iyi bilmemiz gerekir. Tayfun Pirselimoðlu Gelecekteyiz, sýkýyönetim koþullarýnýn hüküm ÞEHRÝN KULELERÝ sürdüðü Ýstanbul’da... Bir kuleden þehri Ýthaki - Roman gözetlemekle görevli T. Kara’nýn, iþiyle evi arasýnda sýkýþmýþ, sýradan tedirginliklerle örülü yalnýz yaþamý, aldýðý bir emirle aðýr ama kararlý bir deðiþime uðramaya baþlar. Yeni görevi, hiç kimsenin görmediði bir film çekmiþ olan Ferit Göz’ü izlemektir. T. Kara, göreve baþladýktan sonra, ortadan kaybolan bu garip yönetmenin ardýndan huzursuz kalabalýða karýþýp sonu belirsiz bir karmaþanýn içine dalar. Tedirgin þehrin labirentlerinde yüzyüze geldiði ve bir türlü çözemediði bir muamma onu hiç ummadýðý bir kapýya doðru götürmektedir... Tayfun Pirselimoðlu romanýný polisiye inceliklerle kurarken, modern insanýn çýkmazlarýna ilgi çekici bir dikkatle yöneliyor. Edebiyatýn asi ýrmaðý olarak görülen kara mizah, aslýna bakýlýrsa, insana insan olduðunu ve çarpýttýðý dünyanýn ne hale geldiðini gösteren önemli bir ayna. Kara mizahýn tuttuðu aynada sahtekarlýklarýmýzý, caniliklerimizi, acýlarýmýzý görüyoruz ve gülüyoruz. Üstelik acýnacak halimize gülüyoruz. Canýmýzý acýttýðý halde gülüyoruz. Enis Batur’un yirmi yýl önce hazýrladýðý ‘Kara Mizah Antolojisi’nin yeni baskýsý yapýldý. Bu alandaki tek kaynak olmasý açýsýndan önemli bir antaloji. Dünya Edebiyatýndan ve Türk Edebiyatýndan en gözü pek örneklere yer verilmiþ. André Breton, kara mizahý “aydýn kiþinin tek lüksü” sayýyor. Hayatýnda baþka hiçbir lükse yer açmamýþ insanlar için bu sert, amansýz söz yaðmuru önemli bir sýðýnak. Enis Batur KARA MÝZAH ANTOLOJÝSÝ Sel - Antoloji

“Enver Paþa ihtilâlden önce, ahlâk, cesâret Ziya Nur Aksun ve kahramanlýk misâli tanýnmýþtýr. Enver’e en SARIKAMIÞ HAREKÂTI çetin kýt’a hizmetleri, tam ve i’timadla emniyet Ötüken - Tarih edilmiþtir... Enver Paþa, þahsî meziyetleriyle iyi bir asker, iyi bir zâbit olarak, cemiyetin kusur olarak bildiði unsurlardan, insanýn tasavvur edemeyeceði kadar nasîbî olmayan bir tiptir. Askerî vasýflarý bakýmýndan vazîfesever, çalýþkan ve korku nedir bilmez müstesnâ kahraman olarak, askerliðin aradýðý ölçülerin en yukarýsýnda yer almýþtýr...” Ýsmet Ýnönü

52


DERKENAR Aslý E. Perker Kapaðýnýn dilinden ve adýndan okuyucuyu BAÞKALARININ KOKUSU kendine çeken bir roman, Baþkalarýnýn Çýnar - Roman Kokusu. Aslý. E. Perker’in babaannesinden ve onun devrinden kalan hatýralarý önce küçük küçük öykülere, daha sonra o öykülerle katmanlaþan bir romana dönüþüyor. Yazar, kafasýnda kurguladýðý aný-romaný okuyucusuna yansýtýrken zamanýn ve mekanýn olabildiðince gerçekçi olmasýna özen gösteriyor. Bir ailenin yaþadýðý trajedileri, mutluluklarý çarpýcý bir dille okuyucuya sunan yazar, kullandýðý dille ve kahramanlarýnýn hareketiyle romanýný sinemaya da yaklaþtýrýyor ve olabildiðince canlý sahneler önümüze çýkarýyor.

Konstantin Simonov (1915-1979) II. Dünya Savaþý sýrasýnda Sovyetler Birliði’nin Almanlara karþý açtýðý cephelerin birçoðunda “Kýzýl Yýldýz” ordu gazetesinin savaþ muhabiri olarak görev yapmýþ; ileri hatlarda çarpýþan askerlerle yan yana, savaþa tanýklýk ederek, birkaç kez ölümle burun buruna gelmiþtir. Savaþý, bir gazeteci soðukkanlýlýðýyla izleyen Simonov (romanda Lopatin), komutanlar, askerler arasýnda iliþkileri, ölümüne çarpýþan insanlarý birer savaþ makinesi olarak deðil, duygu dolu, sýmsýcak varlýklar olarak, gerçekçi irdelemelerle anlatmaktadýr. Konstantin Simonov SAVAÞ GÜNLERÝ Gendaþ Kültür - Roman

Hasan Özkýlýç Hasan Özkýlýç, yeni öykülerini topladýðý ORADA YOLLARDA Orada Yollarda ile okurunu yine Doðu’nun Can - Öykü zorlu coðrafyasýna götürüyor. Doðu kentleri Özkýlýç’ýn öykülerinde, belki eski gizemini çoktan yitirmiþ, kimlik kaybýna uðramýþ, ama birer hikâye kovaný olma özelliðini hep sürdürmüþtür. Özkýlýç, yaþamýn içinden seçtiði öykülerini gerçekçi bir dille anlatýyor. Ayrýntýlarýn aktarýlmasýnda, kiþilerin psikolojik derinlikliklerinin gösterilmesinde kendine özgü üslubunu baþarýyla sürdürüyor. Aþk, ölüm, umutsuzluk, umut bu öykülerde baþarýyla harmanlanýyor. Orada Yolarda Doðu’nun gizemli, çekici, ama bir o kadar da trajik dünyasýna bir yolculuk.

Carson McCullers daha yirmi üç yaþýnda yazdýðý Yalnýz Bir Avcýdýr Yürek adlý romanýyla ABD’deki edebiyat çevrelerinde adýný duyurmuþ ve gerçek olduðu kadar karamsar da olan bir varoluþ felsefesi içeren yapýtlarýyla okuru, insanlýk durumunun temelindeki ruhsal yalnýzlýðýn derinlikleriyle tanýþtýrmýþtý. Küskün Kahvenin Türküsü’nde ise daha önceki romanlarýnýn ortak temasý olan “sevgi felsefesi”ni daha da geliþtirerek sevgisinin doðasýna iliþkin gerçek bir kurama dönüþtürür. Öykünün sonundaki “Oniki Ölümlü” zincirli mahkûmlar, tekdüzelikten kaçmayý nasýl bir türküde ararlarsa, yazarýn kiþileri de bu kaçýþý sevgide arýyorlar. Carson McCullers KÜSKÜN KAHVENÝN TÜRKÜSÜ Ýþ Kültür - Öykü

Arizona Üniversitesi’nde dil profesörü olan N. Scott Momaday yazarýn yirmibeþ sene önce yayýnlanan ve YAÐMUR DAÐINA GÝDEN YOL sekizyüz bin basýlan kitabýn yeni baskýsý Akis - Öykü yapýldý. 1969’da Þafaktan Yapýlan Ev isimli romanýyla Politzer ödülü kazanan N. Scott Momaday, Yaðmur Daðýna Giden Yol’da bir Kýzýlderili kabilesinin hikâyesini anlatýyor. Onlarýn gözünden modern sayýlan dünyaya bakmayý deneyen ve bunda da baþarýlý olan yazar, seçtiði konu itibariyle de, bir anlamda yaþadýðý topraklara borcunu öderken, geçmiþiyle de hesaplaþmaya giriyor.

53


DERKENAR Emine Gürsoy Naskali Hapis ve hapishane konusu ilk çaðlardan bu HAPÝSHANE KÝTABI yana suç ve ceza kavramlarý çerçevesinde, Kitabevi - Ýnceleme tartýþmalý bir alan olarak varlýðýný devam ettirmektedir. Bu hususta geçmiþten günümüze kültür, inanç ve coðrafya ekseninde deðiþik uygulamalar göze çarpmaktadýr. Bu kitap son olarak ülkemizde F tipi cezaevleri çerçevesinde gündeme gelen bu konuyu bütün yönleriyle ele almayý amaçlamaktadýr. Dünyada ve Türkiye’de hapishanelerin tarihsel geliþimi, toplumlardan toplumlara deðiþen ceza anlayýþlarý ve uygulamalarý, tutuklu ve hükümlülerin gündelik hayatlarý, hapishanelerde karþýlaþýlan sorunlar ve çözüm yollarý, hapishane olgusunun kültürün deðiþik alanlarýna (dil, edebiyat, karikatür vs.) yansýmalarý, ünlü yazar ve sanatçýlarýn hapishane yaþamlarý gibi pek çok konu uzman gözüyle sunulmaktadýr. “Son zamanlarda þiir üzerine yazýlan bir yýðýn deneme, araþtýrma ve makaleye raðmen, þiirimizin pratikteki sorunlarýnýn irdelendiði tespitler pek olmamýþtýr. Teorik yazýlarýn eserlerimize yansýmasý için böyle bir eðilime ihtiyaç vardýr. Özellikle genç þairlerimizin, þiire yeni baþlayan, þiire baþladýðý hâlde arayýþýný tamamlayamamýþ olanlara bu tür çalýþmalar önemli kapýlar açacaktýr. Bu bir yakýnma da olsa itiraf edelim ki þiire yönelen gençlerimiz, ustalarýn birikiminden, bilgisinden ve tecrübesinden faydalanmamaktadýrlar. Bizde çok þiir yazýlmasýna raðmen kaliteli þiirin çok çok az oluþunun ana sebebi budur. Biz bunun ýstýrabýný duyduðumuz için burada, önemli þairlerimizin, bu konuda görüþleri olan ustalarýmýzýn yazdýklarýný da harmanlamaya özen gösterdik.” Muhsin Ýlyas Subaþý ÞÝÝRDEN ÞUURA Nesil - Ýnceleme

Dr. Emil Ott Ünlü filozof Henri Bergson’un yaþamý ve HENRI BERGSON felsefesi üzerine derinlikli bir inceleme... Birey - Felsefe Bergson’u Modern Dinin Filozofu olarak tanýmlayan yazar Dr. Emil Ott, ünlü filozofun ortaya koyduðu fikirlerle gençliðin vecd ile O’na kapýldýðýný iddia ediyor. Bergson’da bir peygamberin ateþi ve þairin gücünü gören yazar, bu özelliði çaðýn önderi ve yol göstericisi olmakla iliþkilendiriyor. Yazara göre, bugünkü toplumlarýn kültür hareketleri aslýnda Henri Bergson’un fikirleri etrafýnda dönmektedir.

Hollywood’un egemenliðindeki seyirci, Bergman, Fellini, Visconti, Berson, Ozu vs. Kapý - Ýnceleme yönetmenlerin eserlerinde benzer filmler görmekten ümidini kesmiþken, birden bire sýra dýþý gelen Ýran sinemasýyla karþýlaþtý. Sinema, Ýran’ýn modern bir dünyada dinî bir yaþama tarzý oluþturma tecrübesi sýrasýnda, sanatçýlarýn kendilerini özgür hissettikeri bir estetik alan durumundadýr. Bu alan, modernlikle din arasýndaki anlaþmazlýk konularýnýn açýkça tartýþýlmaya baþlandýðý bir zemine dönüþtü. Cihan Aktaþ, dünyayý büyüleyen Ýran sinemasýnýn yakýndan ve doðru okunmasý yönünde, içeriden sayýlabilecek, önemli bir çalýþma yapmaktadýr. Cihan Aktaþ

ÝRAN SÝNEMASI

Trenler bu ülkenin kader çizgisi gibidir. Eðer Mehmet Aycý demiryollarý ihmale uðramýþsa, ülkede iþler SERKÝSOF AHBABIM OLUR kötüdür... Mehmet Aycý, yýllardýr trenlerle iç içe Elips - Deneme olan biri. Serkisof Ahbabým Olur’da, trenlerin, demiryollarýnýn hüzünlü, çoþku dolu, vakur hallerini anlatýyor Aycý. Denemelerinde kullandýðý dille de trenerin sýcaklýðýný yansýtmayý baþarmýþ yazar. Anlattýðý ya da anlatacaðý meseleyi, öyle bir ustalýkla anlatýyor ki yazar, hemen yanýmýzda konuþan birinin anlattýklarýný büyük bir zevkle dinliyormuþuz izlenimine kapýlýyoruz. Trenlerin yazýlmamýþ gayrî resmi tarihinin parçalarý gibi duruyor. Ancak bu haliyle bile, çok hacimli bir kitap olmamasýna raðmen, trenler hakkýnda yazýlmýþ kendi içinde bütünlüðü olan bir deneme kitabý olduðunu ve kitabýn yanýnda tren biletinizi de almanýz gerektiðini söylemeliyiz.

54


DERKENAR Ahir Zaman Gülüþleri, Gün Akþamsýzdýr, Fatma Karabýyýk Barbarosoðlu Senin Hikâyen adlý kitaplarýyla tanýdýðýmýz ÝKÝ KÝÞÝLÝK RÜYALAR yazardan yeni bir öykü kitabý. Çeþitli Timaþ - Öykü dergilerde yayýnlanmýþ öykülerin bir toplamý da olan kitapta yeni öyküler de var. Ýki Kiþilik Rüyalar... Ýki kiþinin ayný rüyayý görmesi üzerine kurulu bir metinle karþýlaþacaðýmýz, belli belirsiz bir uyku haline kapýlacaðýmýzý zannediyor ve yanýldýðýmýzý kýsa zamanda anlýyoruz. Yazar, her öyküsünde kendi dünyasýnda þekillendirdiði önemli bir fotoðrafý, üzerinde hiç bir oynama yapmadan, bize gösteriyor. Dilde yakaladýðý akýcýlýkla yazar, okuyucusunu bir yerden alýp hiç tahmin edilmeyen yerlere götürmeyi seviyor herhalde. Öykünün içinde kendi rüyasýný ikinci kiþiye gösterebilecek bir geniþlik var. Leyla Ruhan Okyay, öykülerinde toplumun deðiþik kesimlerini, yaþamýn cývýltýsýný, renklerini ve tonlarýný yansýtýrken, insanlýk durumlarýný abartýya kaçmadan, bütün içtenliðiyle gözler önüne seriyor. Gölgesi Güz, yazarýn ilk öykü kitabý. Acýlar, aþklar savaþlar, göçler ne kadar derin izler býraksa da, yazarýn kiþileri yaþamdan kopmuyor. Onlara sevgiyle, hüzünle, buruk bir gülümsemeyle yaklaþýyor; alçak sesle, fýsýldar gibi, insanýn içine iþleyen öyküler yazýyor. Leyla Ruhan Okyay GÖLGESÝ GÜZ Can - Öykü

Heyeti Mahsusalar, Cumhuriyetin kuruluþ Cemil Koçak sürecinin karakteristik olgularýndan biridir. HEYETÝ MAHSUSALAR 1923 sonbaharýnda, Millî Mücadele’ye düþÝletiþim - Araþtýrma manca tavýr alan veya katýlmayan ya da Türkiye’nin yeni sýnýrlarý dýþýnda kalan ülkelerin “ahâlisi”nden olan ve ülkeyle baðýný sürdürme eðiliminde bulunan subaylarýn tasfiyesi amacýyla oluþturulmuþlardý. Bu olaðanüstü yargý organý, iþleyiþi sýrasýnda ama özellikle kuruluþ yasasý çýkarken TBMM’de yapýlan müzakerelerde, Millî Mücadele’yle ilgili sýcak bir hesaplaþmanýn zemini olmuþtur. Cemil Koçak, titiz çalýþmasýyla Heyeti Mahsusalarýn karar ve uygulamalarý ve ilgili Meclis görüþmelerinin bir dökümünü sunuyor. Yazar, deðerlendirmesini akademisyenlerin görüþleriyle ve devrin tanýklarýnýn anlattýklarýyla zenginleþtiriyor.

BÝZE

GELEN

DÝÐER

KÝTAPLAR

Rüzgâr Ne Diyor, Susanna Tamaro, Can, Öykü Ruhun Gökkuþaðý, Mehmed Uzun, Ýthaki, Anlatý Maskeler ve Yüzler, Mustafa Armaðan, Timaþ, Tarih Hilye-i Saadet, Ýskender Pala, Kapý, Ýnceleme Yaþadýðýmýz Dünya, Prof.Dr.Ayhan Aydýn, Gendaþ-Kültür, Düþünce Batak, Andre Gide, L&M, Roman Bir Garip Cindi Zümrüdüanka, Ali Teoman, Sel, Roman Gemilerde Talim Var, Ahmet Turan Alkan, Ötüken, Deneme Ben Bir Gürgen Dalýyým, Hasan Ali Toptaþ, Ýþ-Kültür, Roman Machado de Asis, Filozof Köpek, Ýþ-Kültür, Roman Milena-Kafka’nýn Kadýný, Margarete Buber-Neumann, Everest, Biyografi Latife Tekin Kitabý, Pelin Özer, Everest, Biyografi N’etti bu Yunus N’etti, Hüsrev Hatemi, Pan, Ýnceleme 55


Fotoðraf: Sabah Dükancý

Fotoðraf

Anadolu Kadýný




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.