Nebevi Hayat Dergisi 75.sayı (Şubat, 2019)

Page 1




Yıl: 7 - Sayı: 75 - Fiyatı: 9,5 TL

Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Kadri Karataş Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu: Kadri Karataş Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0533) 056 83 19 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2019 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 100 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Şubat 2019

Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

Editör H

amd, Rahman ve Rahim olan, kullarının ihtiyaçlarına vakıf olup onların sıkıntılarını gideren Allahu Teâlâ’ya, salat ve selam ademoğlunun efendisi ve onların gerçek örnekliği olan Allah Rasûlüne, ehline ve ashabına olsun inşallah. Peygamber aleyhisselâm’a duyulan saygının ve üstün hürmetin gereklerinden biri de onun ashabına hürmet göstermek ve onları yüceltmektir. Onların bizim üzerimizdeki haklarını bilip takdir etmek ve onları kendimize örnek almaktır. Onları övmek ise; Allah azze ve celle’den onların bağışlanmasını niyaz etmekle mümkündür. Yüce Rabbimiz bu sebeple şöyle buyurmaktadır. “Bunların (Muhacir ve Ensar’ın) arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” Bu ayeti kerime ile alakalı olarak müfessir Katade rahimehullah şöyle der: “… Daha sonra Allahu Teâlâ üçüncü bir grubu zikretti. (Yani Muhacir ve Ensar’dan sonra gelenler) Bunlar Nebiyyi Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin ashabına istiğfar etmekle emrolundular, onlara sövmekle değil.” Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber akşam namazını kılmıştık. Aramızda: Burada oturup yatsıyı da onunla birlikte kılsak” dedik ve oturduk. Derken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi ve “Hâlâ burada mısınız” buyurdu. “Evet” dedik. “İyi yapmışsınız” buyurdu ve başını semaya kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Yıldızlar semanın emniyetidir. Yıldızlar gitti mi, vaad edilen şey semaya gelir. Ben de ashabım için bir emniyetim. Ben gittim mi, onlara vaad edilen şey gelecektir. Ashabımda ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi, ümmetime vaadedilen şey gelir.” Ümmetin emniyeti konumunda olan ashabın yaşantısını bilmek ve örnek yaşamlarından istifade edebileceğimiz sonuçlar çıkarmak biz Müslümanların ihmal etmememiz gereken vazifeleri arasındadır. Çünkü bu sayede Rasûlullah aleyhisselâm’ın ve yollarına tabi olmamızı emretmiş olduğu ashabının yolu üzerinde sağa sola meyletmeden müstakim bir şekilde devam edebiliriz. Bizler sahabeyi örnek alıp onlarla dirilmeli ve bu vesileyle de çevremizi de diriltmeliyiz. Şahsiyet eğitiminden geçmek, her birinin öne çıkmış vasıflarından faydalanmakla ve sahabeyi günlük yaşamımıza dâhil etmekle mümkündür. Bu da ancak onların üstün vasıflarını öğrenip amel etmekle mümkündür. Nebevi Hayat Dergisi olarak bu gerçeğin gölgesi altında bir yazı dizisi oluşturmak istedik ve kapak başlığımızı da “Allah’ın Kendilerinden Razı Olduğu Sahabe Nesli” olarak belirledik. Rabbimiz istifade etmeyi bizlere nasip etsin. Selam ve dua ile…


İçindekiler

Rabbânî Âlim Portresi: İbni Abbas Mahmut Varhan

İslâm Elçilerinin İlki: Mus’âb B. Umeyr ve Davet Hakan Sarıküçük

04

14

Sorumlulukta Faruk: Ömer Bin Hattab M. Sadık Türkmen

28

Ebu Ubeyde İbnü’l-Cerrah ve Allah Yolunda Cihad Ahmet İnal

33

Kapak Dosya Zatu’n-Nitakeyn Derya Fıçıcı

39

İktibâs Çin Mezalimi Nedim Bal

42

İslâm Dünyasındaki Kâşifler Sosyoloji Ve Modern Tarihçiliğin Öncüsü: İbn Haldûn Cihan Malay

47

Yakın Tarih Dilden Kalbe Sirayet Edemeyen Kudüs Furkan Uyanık

56

Nebevî Aile İslam’da Kocanın Kadın üzerindeki Hakları Halime Yılmaz

62


KAPAK DOSYA Mahmut Varhan

RABBÂNÎ ÂLİM PORTRESİ:

İBNİ ABBAS

İ Rabbânî âlim, hak ve adalet hususunda ümmet'i Muhammed'e rehberlik eden âlimdir.

4

Şubat 2019

nsanı yaratan ve ona Kur'an'ı öğreten Allah'a hamdederiz. Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanan ve Sünnet’i Seniyye ile Kur’an’ı tefsir eden Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun getirdiği ilmi hakkıyla öğrenen ve gereğince amel ederek sonrakilere öğreten âline ve ashabına ve bu hususta onlara tâbi olanlara salât ve selam olsun!

âlimler kervanının öncülerinden biri olan İbni Abbas radıyallahu anhuma’yı örnek olarak ele alacağız.

İmdi; biz bu makalemizde Rabbânî âlimlerin özelliklerinden bazılarını ele alacağız. Bunun beyanı için de Rabbânî

Rabbânî âlim, sadece Allah azze ve celle’den korkan ve O’na hakkıyla tevekkül eden âlimdir.

Öncelikle Rabbânî âlimlerin özelliklerini en kalın çizgilerle belirtecek, ardından da İbni Abbas’ın hayatından bazı kesitler sunmaya çalışacağız. Rabbânî âlim, hak ve adalet hususunda ümmet’i Muhammed’e rehberlik eden âlimdir.


Rabbânî âlim, dünyaya meyletmeyen ve dünyevîleşmenin önünde bir set olarak duran âlimdir. Rabbânî âlim, ilmi asıl kaynaklarından öğrenen ve doğru kaynaklardan beslenen âlimdir. Rabbânî âlim, hevâya değil de hüdâya tâbi olan ve bid’atlerden şiddetle sakınıp sakındırarak Kur’an ve sünnete tâbi olmaya özen gösteren âlimdir. Rabbânî âlim, ilmiyle amel eden ve sözleri ile davranışları arasında tam bir uyum bulunan âlimdir. Zira sözleri davranışlarına uymayan kimse, kendisinden ilim alınmaya ehil olmadığı gibi ilimde rehber kabul edilmeye de ehil değildir. Rabbânî âlim, ilmini sadece kitaplardan değil de ilimde derinleşmiş âlimlerden alan ve uzun bir müddet âlimlerin dizleri dibinde eğitim görmüş olan âlimdir. Rabbânî âlim, kendilerinden ilim öğrendiği Rabbânî âlimlerin halleriyle hallenen, onların âdâbı ile müteeddib olan ve ilmî mesleğinde onlara tâbi olan âlimdir. Rabbânî âlim, öğrenip amel ettiği ilmi, insanlara Allah rızası için öğreten ve Allah’ın dinini öğretme karşılığında herhangi bir dünyevî çıkar gözetmeyen âlimdir. Zira ilim öğrenen, onunla amel eden ve onu Allah rızası için öğreten kimse melekût âlemlerinde/melekler arasında “ulu insan” olarak tanınır.

Rabbânî âlim, tevâzu sahibi, Allah’ın kullarına karşı şefkatli ve hilim sahibi olan âlimdir. Allah’a, O’nun Kitab’ına, Rasûl’i Ekrem’ine, müslüman olan yöneticilere ve bütün müslümanlara karşı samimi davranan âlimdir. Ayrıca halîm olmaya en layık kişi ve hilim sıfatının üzerinde en süslü göründüğü kimse de âlimdir. Rabbânî âlim, kınayanların kınamalarına aldırmadan hakkı haykıran, emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker vazifesini yerine getiren ve bâtılın karşısında hak ve hikmetle kıyam eden âlimdir. Rabbânî âlim, Allah yolunda cihadın dört mertebesi olan nefisle cihad, şeytanla cihad, münafıklara ve bid’atçılara karşı cihad ve kâfirlere karşı cihadı hakkıyla yerine getirmeye çalışan âlimdir. Bu husustaki hali, Allah azze ve celle’nin onu överek vasfettiği gibidir: “Maiyetinde birçok rabbânîlerin savaştıkları nice peygamber var ki, Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşemediler, zaafa düşmediler ve (düşmana) boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever. Sözleri de şundan ibaretti: “Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki israf (savurganlık)larımızı bağışla, bize sebat etme gücü ver ve kâfir kavme karşı bize yardım et!” Nitekim Allah onlara dünya sevabı (mükâfatı)nı ve ahiret sevabının da en güzelini verdi. Allah iyi davrananları sever.” (Âl-i İmrân; 146- 148)

Cemazi-el Ahir 1440

5


Rabbânî âlim, ilmini sadece kitaplardan değil de ilimde derinleşmiş âlimlerden alan ve uzun bir müddet âlimlerin dizleri dibinde eğitim görmüş olan âlimdir.

İşte Rabbânî âlimlerin özelliklerinden sadece bazıları bu şekildedir ki, bunlardan her birine dair pek çok ayet'i kerime ve hadis'i şerif bulunmaktadır. Rabbâni âlimlerin bütün bu ve diğer özellikleri Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma’da

kemâl derecesinde bulun-

maktaydı. Şimdi de bu özelliklere en güzel misal olacak şekilde onun hayatından bazı kesitler sunmaya çalışalım. Allah Teâlâ onun benzerlerini ümmet’i Muhammed’e her dâim lütfeylesin!

Özet Bir Terceme'i Hâl Ümmetin âlimi, asrının fakîhi ve tercümânu'l-Kur'an olan İbni Abbas; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in amcası Abbas b. Abdulmuttalib'in oğlu Abdullah el-Kuraşî, el-Hâşimî, el-Mekkî, el-Emîr radıyallahu anhuma'dır. 1. Buharî: 8/129

6

Şubat 2019

İbni Abbas hicretten üç sene önce, Kureyş kâfirlerinin ambargosu altında bulunan Beni Hâşim mahallesinde doğmuştur. Mekke’nin fethi senesinde (hicrî 8. senede) anne-babası ile birlikte 11 yaşlarındayken hicret etmiştir. Fakat bundan önce müslüman olduğu halde babası tarafından hicret etmesi engellenmiştir. Nitekim kendisi bu konuda şöyle demektedir: “Ben ve annem mustaz’aflardan (Allah Teâlâ’nın ma’zûr gördüğü kimselerden) idik. Ben çocuklar sınıfından, annem de kadınlar sınıfındandı.” (1) İbni Abbas otuz ay kadar Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yaşamış, ondan sonra da Hulefâ’i Râşidin’in en önde gelen yardımcıları arasında yerini almıştır. Râşid halifelere emin bir müsteşar olmuş, derin ilmiyle onlar için iftâ vazifesini deruhte etmiş, büyük fetihlere katılarak ön saflarda savaşmış, komuta kademesinde yer almış, valilik görevini âdil bir şekilde yerine getirmiş, önemli siyasi meselelerde rol oynamış, hak ve hidayet yolunda rehberlik etmiş, bid’at mezheplerinin karşısında durmuş büyük bir âlim, ilmiyle âmil ve muallim bir şahsiyettir. İbni Abbas, Hz. Peygamber’den ve ashabın önde gelenlerinden ilim almış ve tâbiînin önde gelenlerine ilim öğretmiş seçkin bir âlimdi. Hocaları en büyük âlimlerden oluştuğu gibi, talebeleri de zamanlarının en önde gelen âlimlerinden oluşmaktaydılar.


İbni Abbas hadis ilminde, fıkıh ilminde, tefsir ilminde, tarih ve soy bilimi ilminde, şiir ve Arap edebiyatı ilminde zirveye çıkmış ansiklopedik bir âlimdi. İbni Abbas parlak ve güzel yüzlü, uzun boylu, görünümü heybetli, aklî kemâle ermiş son derece zeki ve her yönden kâmil/olgun bir kişilik sahibiydi. 1660 hadis rivayet eden İbni Abbas, hicretin 67. veya 68. senesinde yetmiş bir yaşında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Allah Teâlâ kendisinden razı olsun.

Hz. Peygamber’in Duasına Mazhariyet İbni Abbas radıyallahu anhuma'nın mazhar olduğu en büyük lütuf, Peygamber Efendimiz'in duasına mazhar olmasıdır. Rasûl'i Ekrem, onda ince anlayış ve ilmî kabiliyet görünce derinlemesine ilim sahibi olması için dua etmiştir. Ona Kitab'ı, hikmeti öğretmesini, onu dinde fakîh kılmasını Yüce Mevlâ'dan niyaz etmiş ve bu duasına da hakkıyla icabet edilmiştir. İbni Abbas anlatıyor: “Teyzem Meymûne radıyallahu anha’nın evinde gecelemiştim. (Helâya çıkan) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için abdest suyu koydum. Bunu gören Rasûl’i Ekrem, “Bunu kim koydu?” diye sordu. “Abdullah koydu” cevabını alınca da, “Allah’ım! Ona te’vili

Rabbânî âlim, kınayanların kınamalarına aldırmadan hakkı haykıran, emr'i bi'lma'rûf ve nehyi ani'l-münker vazifesini yerine getiren ve bâtılın karşısında hak ve hikmetle kıyam eden âlimdir.

(Kur’an’ın tefsirini) öğret ve onu dinde fakîh kıl!” buyurdu.” (2) İşte bu duanın bereketiyle İbni Abbas, ashab’ı kiram arasında Kur’an tefsirini en iyi bilenlerdendi. Nitekim İbni Mes’ud radıyallahu anhu şöyle demektedir: “Şayet İbni Abbas bizim yaşlarımızda olsaydı, bizden hiç kimse onunla boy ölçüşemezdi.” Ve şöyle demekteydi: “İbni Abbas ne güzel Kur’an tercümanı/müfessiridir!” (3) İbni Ömer radıyallahu anhuma da onun hakkında şöyle demekteydi: “İbni Abbas, insanlar arasında Allah Teâlâ’nın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiği Kur’an’ı en iyi bilendir.” Ebû Vâil şöyle anlatıyor: “İbni Abbas Nûr Sûresi’ni (başka bir rivayette: “Bakara Sûresi’ni”) okudu ve ardından onu tefsir etmeye başladı.

2. Buharî: 143; Müslim: 2477; İmam Ahmed, Müsned: 1/266 3. Ya’kub b. Süfyan, Târîh: 1/495. İsnadı sahihtir.

Cemazi-el Ahir 1440

7


İbni Abbas hadis ilminde, fıkıh ilminde tefsir ilminde, tarih ve soy bilimi ilminde, şiir ve Arap edebiyatı ilminde zirveye çıkmış ansiklopedik bir âlimdi.

Orada bulunanlardan biri dedi ki: “Şayet Deylemliler bunu dinleselerdi, hepsi müslüman olurlardı.” (4)

İlim Talebi Uğrunda Üstün Bir Çaba ve Büyük Bir Gayret Ortaya Konmalıdır Hz. Peygamber’in duasına mazhar olan İbni Abbas, ilim talep etmek konusunda büyük bir gayret ortaya koyar ve yüce bir himmet ile işe koyulur. Çünkü büyük bir gayret ve yüce bir himmet olmadan ilim elde edilemez ve hiçbir hususta başarı sağlanamaz. Nitekim şöyle denilmiştir: “Yakıcı bir başlangıcı olmayanın, parlak bir sonucu olmaz.” Evet, ilim talebi yolunda sıkıntılara tahammül etmeyen, zorluklara göğüs geremeyen ve bütün çarelere başvurarak üstün bir himmet ortaya koymayan kimse; parlak bir sonuç elde edemez ve ilimde 4. Ya’kub b. Süfyan, Târîh: 1/495. İsnadı sahihtir.

8

Şubat 2019

imamlık derecesine yükselemez. İşte İbni Abbas da nübüvvet pınarından çıkan duanın bereketiyle üstün bir gayret ortaya koymuş ve ilimde imâmet derecesine yükselmiştir. İbni Abbas anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat edince, ben Ensâr’dan bir kişiye dedim ki: “Gel, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına (ilmî mevzuları) soralım (ve onlarda bulunan ilmi toplayalım). Zira onlar şu anda pek çokturlar.” Adam bana şöyle karşılık verdi: “Ey İbni Abbas! Doğrusu senin haline şaşılır. Sen, insanların arasında Hz. Peygamber’in ashabından gördüğün gibi şu kadar çok kimse bulunduğu halde insanların sana ihtiyaç hissedip başvuracaklarını mı zannediyorsun?!” Bundan dolayı adam bana katılmadı. Ben ise ilim talep etmeye ve hadisleri sormaya yöneldim. Öyle ki bir kişinin bir hadisi bildiğini öğrendiğimde, onun kapısına giderdim. Adam kaylûle uykusuna yattığı için ben de onun kapısında âbamı yastık edinerek uzanırdım. Böylece rüzgâr üzerime tozu toprağı saçıp savururdu. Adam çıkıp da beni bu halde görünce şöyle derdi: “Ey Rasûlullah’ın amcasının oğlu! Bana bir kişiyle haber yollasaydın, ben sana gelirdim.” Ben de şöyle karşılık verirdim: “Senin kapına gelerek sana soru sorması gereken benim.” İbni Abbas dedi ki: “Ensâr’dan olan o kişi, insanların benim etrafımda toplandıklarını ve benden ilim aldıklarını


görünceye kadar yaşadı. Bu halime şahit olunca şöyle derdi: “Bu delikanlı, benden daha akıllıydı.” (5) İbni Abbas dedi ki: “Ben, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ilminin çoğunu Ensâr’ın yanında buldum. Ben onlardan birinin kapısına giderdim de bana onun uyuduğu haber verilirdi. Şayet benim için uyandırılmasını isteseydim, uyandırılırdı; fakat kendisi uyanıp çıkıncaya kadar onu kendi halinde bırakırdım. Böylece onun gönlünü kazanmaya ve kalbini hoş tutmaya çalışırdım.” (6) İbni Abbas dedi ki: “Muhakkak ki ben tek bir hususu, Hz. Peygamber’in ashabından otuz kişiye sorardım.” (7)

Emin ve Âlim Bir Müsteşar Yöneticilerin muvaffak olmaları, danışman ve yardımcılarının emin ve âlim olmaları ile orantılıdır. Bundan dolayı Hz. Ömer radıyallahu anhu’nun danışma meclisinde -genç olsun yaşlı olsun- hep ilim ehli kimseler bulunmaktaydı. Bu âlimlerden biri de henüz çok genç yaşta olan (15-25 arası yaşta bulunan) İbni Abbas idi. İbni Abbas radıyallahu anhuma şöyle dedi: “Ömer radıyallahu anh, Bedir savaşına katılmış yaşlı sahabilerle beraber beni de danışma meclisine dahil etti. Sahabilerden biri buna içerledi ve Hz. Ömer’e: “Bu, neden bizimle bera-

Ebû Recâ dedi ki: "Ben İbni Abbas'ı gördüm; ağlamaktan dolayı iki gözünün altı, çürümüş ayakkabı bağcığı gibi iki hat olmuştu."

ber oluyor? Oysa bizim onun yaşıtı çocuklarımız var” dedi. Hz. Ömer: “Bildiğiniz bir sebepten (onun ilminden) dolayı” diye cevap verdi. Derken bir gün beni çağırdı ve büyük sahabilerin meclisine aldı. Bana öyle geliyor ki, o gün benim bilgimi ve anlayışımı onlara göstermek istiyordu. Sahabilere: “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde...”diye başlayan Nasr Sûresi hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu. Bir kısmı: “Yardım görüp fetih gerçekleşince Allah’a hamd ve istiğfar etmekle emrolunmaktayız” dedi. Kimi de hiçbir yorum yapmadı. Hz. Ömer bu defa bana hitaben: “Ey İbni Abbas! Sen de böyle mi diyorsun?” dedi. Ben, “Hayır” dedim. “Peki, ne diyorsun?”

5. Hâkim, Müstedrek: 3/538. Hâkim sahih olduğunu söylemiş, Hafız Zehebî de ona muvafakat etmiştir. 6. İbni Sa’d, Tabakât: 2/368; Belâzûrî: 3/34, 35. İsnadı sahihtir. 7. Siyeru A’lami’n-Nübelâ: 3/344. İsnadı sahihtir.

Cemazi-el Ahir 1440

9


sinde Bedir ashabı olduğu halde İbni Abbas’ın görüşünden çıkmıyordu.” (9) İbni Abbas dedi ki: Babam bana şöyle

Ebû Külsüm dedi ki: "İbni Abbas defnedildiği gün, Muhammed b. el-Hanefiyye şöyle demişti: "İşte bugün bu ümmetin Rabbânîsi vefat etti."

dedi: “Evladım! Şüphesiz ki Ömer radıyallahu anhu

seni yakın çevresi ara-

sına katmaktadır. Bundan dolayı sana söyleyeceğim şu üç hususu iyice belle: Sakın onun herhangi bir sırrını ifşâ etme, onun yanında sakın kimsenin gıybetini yapma ve senin yalan söylediğine asla şahid olmasın (sakın yalan söyleme).” (10)

Rabbânî Âlim, Basiret ve Ferâset Sahibidir diye sordu. Ben de: “Bu sûre, Hz.. Peygamber’in ecelinin kendisine bildirildiğini ifade etmektedir. “Allah’ın yardımı ve fetih sana gelince -ki, bu senin ecelinin geldiğinin alâmetidirRabbini hamd ile tesbih et, bağışlanma dile. Çünkü O, tövbeleri kabul edendir” buyuruyor” dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Ben de bu sûreden senin dediğinden başkasını anlamıyorum” dedi.” (8) Sa’d b. Ebû Vakkas radıyallahu anhu şöyle diyordu: “İbni Abbas’tan daha ince anlayışlı, daha zeki ve akıllı, daha âlim ve daha halîm kimse görmedim. Hz. Ömer’in, içinden çıkılmaz zor meselelerde onu çağırdığını ve “İşte içinden çıkılması zor bir meseleyle karşı karşıyayız” dediğini hatırlıyorum. Çevre8. Buharî, Menâkib: 25 9. İbni Sa’d, Tabakât: 2/369 10. el-Hilye: 1/318; Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/346

10

Şubat 2019

Hakiki ilim, çok ezber yapmak ve çok şey bilmek değildir sadece... Gerçek ilim, Allah’ın mü’minin kalbine koyduğu bir nûrdur. Bu nûr sayesinde hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırteder ve işlerin akıbetini kestirip bilir. Zâhiren hayır gibi görünen bazı şeylerde şer saklı olabilir ve şer gibi görünen bazı şeylerin de akıbeti hayır olabilir. İşte bu zor bilmeceyi çözmek için engin bir basirete ve keskin bir ferâsete sahip olmak gerekir. Bu da ancak ilmin nûrunun kalbi tamamen kaplamasıyla gerçekleşir. İşte Hz. Peygamber’in duasına mazhar olan İbni Abbas da bu basiret ve ferâsete sahip olan Rabbânî âlimlerden biriydi.


İbni Abbas radıyallahu anhuma anlatıyor: “Hz. Ömer’in huzuruna bir adam geldi. Hz. Ömer o kişiye insanların durumu hakkında sorular sormaya başladı. Adam şöyle dedi: “Ey mü’minlerin emiri! İnsanlardan şu kadar şu kadar kimse Kur’an’ı okuyup öğrendiler!” Ben de birden şöyle dedim: “Vallâhi, şu zamanda bu şekilde çoklukla Kur’an’ı öğrenmeye yönelmelerinden pek de hoşnut olmadım!” Bunun üzerine Hz. Ömer beni azarlayarak “İşine bak sen!” dedi. Ben de üzülerek ve içim sıkıntıyla dolmuş bir şekilde evime gittim. Ben bu hal üzereyken, “Mü’minlerin emiri’ne icâbet et” diye bana haberci geldi. Ben hemen çıkıp gittim; bir de ne göreyim, kapıda ayakta durmuş beni bekliyor. Elimden tuttu, ikimiz yalnız kalınca bana şöyle dedi: “Az önce adamın söylediği şeyi neden dolayı hoş görmedin?” Dedim ki: “Ey Mü’minlerin emiri, eğer yanlış bir şey söyledimse, Allah’tan bağışlanma diler ve O’na tövbe ederim. Ayrıca senin doğru gördüğünü de benimserim.” Hz Ömer: “Muhakkak bunun nedenini bana söylemelisin! diye ısrar edince; şöyle cevap verdim: “İnsanlar Kur’an’ı öğrenmek hususunda bu şekilde birbirleri ile yarışırlarsa, aralarında tartışmalar çıkar ve herkes sadece kendisini hak üzerinde görür. Herkes hakkı sadece kendi elinde görürse, birbirlerine

hasım olurlar. Birbirlerine hasım olurlarsa, ihtilaf edip tefrikaya düşerler. Tefrikaya düşerlerse, birbirleri ile savaşırlar.” Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: “Allah, babanın iyiliğini versin! Şüphesiz ki ben bu hususu bilmekte, ancak insanlara söylememekteydim. İşte bunu sen ortaya koymuş oldun.” (11)

Rabbânî Âlim, Âbid Olmalıdır Rabbânî âlim, ilmi ile âmil olmalıdır. Allah’tan hakkıyla korkmalı ve kalbi Allah’ın muhabbeti ile ma’mur olmalıdır. İlmin hakikati olan tevhid ilmini ve İlâhî ma’rifeti kazanmış olmalıdır. Bu makamda olan Rabbânî bir âlim, Allah Teâlâ’ya hakkıyla kulluk eder ve huşû içerisinde Yüce Mevlâ’ya ibadet yapar. İşte İbni Abbas da bu makama ulaşmış Rabbânî âlimlerden biriydi. Ebû Recâ dedi ki: “Ben İbni Abbas’ı gördüm; ağlamaktan dolayı iki gözünün altı, çürümüş ayakkabı bağcığı gibi iki hat olmuştu.” (12) İbni Ebi Müleyke dedi ki: “Mekke’den Medine’ye kadar İbni Abbas ile birlikte yolculuk yaptım; yolculuk boyunca namazını iki rekat olarak kasrediyordu/kısaltıyordu. Fakat konakladığı zaman, gecenin yarısını kıyamla/namaz kılarak geçiriyor, harf harf (kelime kelime) tertil üzere Kur’an okuyor ve Kur’an

11. Abdurrezzak, Musannef: 20368; Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/349. İsnadında bulunan adamlar güvenilir kimselerdir. 12. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/352

Cemazi-el Ahir 1440

11


Rabbânî âlim, hevâya değil de hüdâya tâbi olan ve bid'atlerden şiddetle sakınıp sakındırarak Kur'an ve sünnete tâbi olmaya özen gösteren âlimdir.

okurken sesli bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.” (13) Eyyûb, İbni Ebi Müleyke’ye sordu: “Onun kırâati nasıldı?” Şöyle cevap verdi: “Tertilli bir şekilde “Ölüm sarhoşluğu hak ile gelip çattı; işte bu, senin kendisinden kaçıp durduğun şeydir” (Kâf; 19) ayetini okuyor ve çokça hıçkırarak ağlıyordu.” (14)

Rabbânî Âlim, Cömert Olmalıdır İlmin gerektirdiği en önemli özelliklerden biri de cömertliktir. Rabbânî âlim, hem ilminde cömerttir, Allah'ın kullarına ilim öğretmek için çırpınır; hem de malında cömerttir, Allah'ın kullarına ihsanda bulunmak için gayret eder. Zira Allah Teâlâ, kullarından ihsân sahiplerini sever. 13. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/352 14. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/342 15. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/352

12

Şubat 2019

İşte İbni Abbas da her açıdan cömertliğin zirvesinde bulunmaktaydı. Kendisi şöyle demektedir: “Ben bazen bir ayet’i kerime okur ve ondan öyle manalar anlarım ki, bütün müslümanların bunu anlamış olmalarını temenni ederim.” Habib b. Ebû Sabit anlatıyor: “Ebû Eyyûb el-Ensârî, Muaviye’nin yanına gider ve borçları hususunda ondan yardım ister. Muaviye’den memnun edici bir karşılık görmeyince, Basra’ya gelir ve İbni Abbas’ın misafiri olur. İbni Abbas evinde ne var ne yoksa onun önüne dökerek, “Sen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e nasıl davrandıysan, ben de sana aynı şekilde davranacağım” der. Sonra ona: “Borcun ne kadardır?” diye sorar; o da yirmi bin dirhem olduğunu söyler. İbni Abbas ona kırk bin dirhem, yirmi köle ve ayrıca evinde olan her şeyi verir.” (15)

Rabbânî Âlim, Hayatında İlim ile Cihadı Bir Araya Getirmelidir Rabbânî âlimin en önemli özelliklerinden biri de, Allah’ın dinini savunmak ve yaymak için her türlü fedakârlığı yapmasıdır. Bunun zirvesi de Allah yolunda çarpışması ve Allah’ın düşmanlarına karşı cephede cihad etmesidir. Zalim sultana karşı hak sözü söylemesi de canını ortaya koyarak cihad etmesinin


başka bir şeklidir. Her iki durumda Rabbânî âlim, Mevlâ’sı uğrunda canını ortaya koyarak fedakârlığın en büyüğünü yapmış olur. Birinde zalimlere karşı, diğerinde de kâfirlere karşı cihad etmiş olur. İşte Rabbânî âlimlerin öncülerinden olan İbni Abbas da hem kâfirlere karşı en ön saflarda çarpışmış, hem de Hâricî zalimlerine ve bağilere karşı en ön saflarda yerini almıştır. Ebû Said b. Yûnus dedi ki: “İbni Abbas, Abdullah b. Ebû Serh ile birlikte Afrika fetihlerine katıldı. Bu esnada Mısır halkından on beş kişi ondan hadis rivayet etti.” (16)

hassasiyeti içinde olmalıdır ki, ölüm gelip çattığında onu İslam/istikâmet üzere bulsun. İşte bütün sıddıkların, salihlerin, zâhidlerin ve Rabbânî âlimlerin en büyük endişesi de buydu ve bundan dolayı da büyük bir hassasiyet ve ince bir muhasebe çerçevesi içinde hayatlarını sürdürmekteydiler. Böylece güzel bir hayat yaşadılar ve güzel bir akıbetle karşılaştılar. Bugün ilmi bütün dünyayı doldurmuş bulunan İbni Abbas da, bu Rabbânî âlimlerden biriydi. Ebû Külsüm dedi ki: “İbni Abbas defnedildiği gün, Muhammed b. el-Ha-

Hz. Ali’nin zalim Hâricîlere karşı savaşında İbni Abbas radıyallahu anhuma hem dili ile hüccet ikâme etmede ve hem de eli ile cihad etmek hususunda en ön saftaydı. Sıffîn savaşında da bağilere karşı yine Hz. Ali’nin sol kanat komutanıydı. (17)

nefiyye şöyle demişti: “İşte bugün bu

Güzel Bir Hayatın Akıbeti de Güzel Olur

ilmi olduğu söylenmektedir.) Defne-

Sünnetullah gereği genel kaide şudur ki, insan nasıl yaşarsa öylece ölür ve nasıl ölürse o şekilde diriltilir. İnsanın en çok endişelenmesi gereken husus, akıbetinin nasıl olacağıdır. Bunun için de hayatının sonuna kadar İslam/istikâmet üzere yaşama

ümmetin Rabbânîsi vefat etti.” (18) Said b. Cübeyr dedi ki: “İbni Abbas Taif’te vefat etti. Benzeri görülmemiş bir kuş gelerek onun naaşının/kefeninin içine girdi; daha sonra oradan çıktığı da görülmedi. (Bunun, onun dilince de, kim tarafından okunduğu bilinmeden kabrinin başında şu ayetler işitildi: “Ey huzura kavuşmuş (mutmainne) nefis! Artık razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir şekilde Rabbine dön. Haydi (salih) kullarımın arasına katıl ve cennetime gir!” (Fecr; 27 - 30)” (19)

16. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/336 17. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/353 18. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/357 19. Hâkim, Müstedrek: 3/543, 544; Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/358. Hafız Zehebî dedi ki: “Bu mütevatir bir haberdir.”

Cemazi-el Ahir 1440

13


KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük

İSLÂM ELÇİLERİNİN İLKİ: MUS’ÂB B. UMEYR VE DAVET Ailesi Mekke’nin en zengin ailelerinden biriydi. Bu ailenin cahiliye döneminde iki görevi vardı. Askeri görevleri; Mekke’nin sancaktarlığını yapmak iken, dini görevleri ise “Hicabe” yani Kâbe’nin bakımı ve anahtarını korumaktı.

14

Şubat 2019

H

amd, Tevhid davasının öncülerini en güzel şekilde yara-

tıp onları bizler için örnek ve önderler yapan Allah’a Salât

ve

Selâm,

Sahabe-i

Güzini en mükemmel şekilde eğiten ve onları İslâm’ın fedaileri olarak yetiştiren Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e Allah’ın rahmeti ve bereketi, afvu keremi de böyle mükemmel İslâm davetçilerine tabi olan ve onların örnek yaşantılarından istifade etme gayreti

içinde olan mümin kullarının üzerine olsun. Peygamber aleyhisselâm’a duyulan saygının ve üstün hürmetin gereklerinden biri de onun ashabına hürmet göstermek ve onları yüceltmektir. Onların bizim üzerimizdeki haklarını bilip takdir etmek ve onları kendimize örnek almaktır. Onları övmek ise; Allah azze ve celle’den onların bağışlanmasını niyaz etmekle mümkündür. Yüce Rabbimiz bu sebeple şöyle buyurmaktadır.


“Bunların (Muhacir ve Ensar’ın) arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (1) Bu ayeti kerime ile alakalı olarak müfessir Katade rahimehullah şöyle der: “…Daha sonra Allahu Teâlâ üçüncü bir grubu zikretti. (Yani Muhacir ve Ensar’dan sonra gelenler) Bunlar Nebiyyi Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem

efendimizin ashabına istiğfar

etmekle emrolundular, onlara sövmekle değil.” (2) Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber akşam namazını kılmıştık. Aramızda: Burada oturup yatsıyı da onunla birlikte kılsak” dedik ve oturduk. Derken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi ve “Hâlâ burada

mısınız”

buyurdu.

“Evet”

dedik.

“İyi yapmışsınız” buyurdu ve başını semaya kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Yıldızlar semanın emniyetidir. Yıldızlar gitti mi, vaad edilen şey semaya gelir. Ben de ashabım için bir emniyetim. Ben gittim mi, onlara vaad edilen şey gelecektir. Ashabımda ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi, ümmetime vaadedilen şey gelir.” (3)

Ümmetin emniyeti konumunda olan ashabın yaşantısını bilmek ve örnek yaşamlarından istifade edebileceğimiz sonuçlar çıkarmak biz Müslümanların ihmal etmememiz gereken vazifeleri arasındadır. Çünkü bu sayede Rasûlullah aleyhisselâm’ın ve yollarına tabi olmamızı emretmiş olduğu ashabının yolu üzerinde sağa sola meyletmeden müstakim bir şekilde devam edebiliriz. Bizler sahabeyi örnek alıp onlarla dirilmeli ve bu vesileyle de çevremizi de diriltmeliyiz. Şahsiyet eğitiminden geçmek, her birinin öne çıkmış vasıflarından faydalanmakla ve sahabeyi günlük yaşamımıza dâhil etmekle mümkündür. Bu da ancak onların üstün vasıflarını öğrenip amel etmekle mümkündür. İşte bu önemli şahsiyetlerden biri de hayatını Allah’a adamış olan, bu sebeple de elde etmiş olduğu dünyevi her şeyden uzaklaşıp Ahireti uğruna dünyasını satan Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh’tır. Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh, İslâmi bir şuura sahip olmadan önce lüks bir hayatta yaşayan, dünyası olabildiğince mağrur, istediği her şeyi kolayca elde edebilen ancak İslâmi bir yaşantıyı tercih etmekle herşeyin altüst olduğu ve çarkların geriye doğru dönmeye başladığı, işlerin ter-

1. Haşır,10. 2. Taberi, Tefsir, c,23 s.288. 3. Müslim, Fedailu’s Sahabe, 207.

Cemazi-el Ahir 1440

15


Ey bugünün rahat ve refah içinde yaşayan gençleri! Her isteği yerine getirilen, istediğini kolayca elde eden, markalarla büyüyen gençler! Sizin de içinizde Mus’ab radıyallahu anh gibi İslâm’a dair bir merak var mı? İslâm’ın konuşulduğu mekânları merak ediyor musunuz? İslâm’ın öğrenildiği yerleri Mus’ab radıyallahu anh gibi araştırıyor musunuz? Yoksa rahatın verdiği meşgaleler sizi yeteri kadar meşgul ediyor mu? Sosyal medya, internetten vakit bulup İslâm’ı ve Kur’an’ı öğrenme çabasına giriyor musunuz? İbadetlere de You Tube’deki videolara ve İnstagram’a ayırdığınız kadar zaman ayırabiliyor musunuz? Her ne kadar sizin ödeyeceğiniz bedel onunki kadar olmasa da Allah’ın davasının bedel gerektirdiğini Mus’ab radıyallahu anh’ın anladığı gibi anlayabildiniz mi? Zevklerinizden, isteklerinizden vazgeçebilecek misiniz?

16

Şubat 2019

sine döndüğü kişiler için bir örnektir. İslâmi bir yaşantıyı tercih etti diye eski hayatına dair elinde ne varsa alınan ve fakru zaruret içerisinde bırakılan kişilerin sığınacağı bir limandır Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh… Müslümanlar arasındaki lâkabına göre Mus’âbu’l-Hayr’ın şahane bir hikâyesi vardır. Miladi 585 yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Babası Umeyr, annesi ise Hünas binti Malik’tir. Ailesi Mekke’nin en zengin ailelerinden biriydi. Bu ailenin cahiliye döneminde iki görevi vardı. Askeri görevleri; Mekke’nin sancaktarlığını yapmak iken, dini görevleri ise “Hicabe” yani Kâbe’nin bakımı ve anahtarını korumaktı. Mus’ab, Kureyş gençlerinin gözdesi, onların en zarifi ve en yakışıklısıydı... Tarihçiler ve raviler onun gençliğini şöyle tarif ediyorlar: “O Mekkelilerin en çok koku sürüneniydi...” Mekke’nin zengin ailelerinden olup, yakışıklı ve güzel giyinen bir gençti. Anne ve babası evin üç erkeğinin en küçüğü olan Mus’ab’a ayrı bir düşkündü. Mus’ab’ı bolluk ve bereket içerisinde bir dediğini iki etmeden büyütür, onun için en güzel kumaşları getirtir, en özel elbiseleri dokuturlar, en özel ayakkabıları diktirirlerdi. Özellikle, Mekke'nin en zenginlerinden sayılan annesi, Yemen’den sadece ona ait özel koku getirtirdi. Onu en


güzel atlara bindirir, en lezzetli ve taze yiyeceklerle beslerdi. Mekkeliler onu hayranlıkla seyrederlerdi. Hem görüntüsüyle hem de kendisine has kokusuyla dikkat çeken yakışıklı bir gençti. Her gün saatlerce süslenir ve sokağa öyle çıkardı. Mekke’nin en güzel kızları onunla evlenmek için can atardı. Bir defasında Hz. Peygamber aleyhisselâm da onun hakkında şöyle buyurmuştu: “Mekke’de Mus’ab b. Umeyr’den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim.” (4) Belki, Mekke gençleri arasında anne ve babasının şımartmasıyla Mus’âb İbni Umeyr’in elde ettiklerine sahip olan hiç kimse yoktu... Mus’ab, Mekke’de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam içinde yaşarken, Hz. Peygamber aleyhisselâm’ın insanları İslâm’a davet ettiğini öğrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber aleyhisselâm’ın yanına giderek müslüman oldu. Miladi 610 senesinde Peygamber aleyhisselâm’a ilk vahiy indiği zaman henüz 25 yaşındaydı. Mus’ab’ın Müslüman olmasına vesile olan kişi Habbab b. Eret radıyallahu anh’tır. Ey bugünün rahat ve refah içinde yaşayan gençleri! Her isteği yerine getirilen, istediğini kolayca elde eden, markalarla büyüyen gençler! Sizin de içinizde Mus’ab radıyallahu anh gibi İslâm’a dair bir merak var mı? İslâm’ın

konuşulduğu mekânları merak ediyor musunuz? İslâm’ın öğrenildiği yerleri Mus’ab radıyallahu anh gibi araştırıyor musunuz? Yoksa rahatın verdiği meşgaleler sizi yeteri kadar meşgul ediyor mu? Sosyal medya, internetten vakit bulup İslâm’ı ve Kur’an’ı öğrenme çabasına giriyor musunuz? İbadetlere de You Tube’deki videolara ve İnstagram’a ayırdığınız kadar zaman ayırabiliyor musunuz? Her ne kadar sizin ödeyeceğiniz bedel onunki kadar olmasa da Allah’ın davasının bedel gerektirdiğini Mus’ab radıyallahu anh’ın anladığı gibi anlayabildiniz mi? Zevklerinizden, isteklerinizden vazgeçebilecek misiniz? Bir Mus’ab da siz olabilecek misiniz? Ne dersiniz! Var mısınız, Mus’ab’ın yaşadığı gibi bir hayata? Evet diyebiliyorsanız şayet, Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh’ı dünyanın o çekici cazibesinin etkilemediği gibi artık sizi de etkilemiyorsa bu dünyanın süsleri ve cazibesi, o zaman devam edelim de neye talip olduğumuzu bir görelim. O dönemde Mekkeliler, müslümanlara yoğun bir baskı uyguladığından, Hz. Mus’ab müslüman olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalmıştı. Ama o, Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki amcaoğlu Osman b. Talha, Mus’ab’ın namaz kıldığını görüp durumu annesi ile akrabalarına bildirmişti. Mus’âb’ın annesi Hünas binti Mâlik, ender bulunan güçlü bir karaktere ve korku

4. İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116.

Cemazi-el Ahir 1440

17


verecek derecede bir heybete sahipti, Mus’âb müslüman olduğunda, yeryüzünde, annesinden başka hiçbir güçten çekinmiyor veya korkmuyordu. Ancak, annesinin düşmanlığı, üstesinden gelinemeyen bir korkuydu!... Bugünün gençleri de İslâm’a yönelince nedense başta aileler olmak üzere tüm çevreden çok büyük tepkiler gelmeye başlıyor! Sanki yaşanan yer tamamıyla kâfirlerin egemen olduğu bir yermiş gibi! Sanki bu tepkiyi verenler azılı bir İslâm düşmanıymış gibi! İnsan hayret ediyor ve şu soruyu sormadan edemiyor! Ey evladına bu kadar düşkün olan ana-babalar çocuğunuzun İslâm’a yönelmesi sizleri neden bu kadar rahatsız ediyor? Siz de Mus’ab’ın annesi gibi statükocu (5) musunuz? Çocuklarınızın Allah’ın dinine yönelmeleri sebebiyle toplumun size olan tepkilerini neden bu kadar önemsiyorsunuz? Toplumun diğer tüm meselelerdeki tepkilerini de bu kadar önemsiyor musunuz? Sizler herkesten bu kadar kolay mı etkileniyorsunuz? Her diyenin sözüne göre ayrı bir kimliğe veya ayrı bir şekle mi bürünüyorsunuz? Ne zaman beyaz ne zaman gri ne zaman siyah olduğunuz belli olmuyor mu? Nedir bu haliniz? Allah’ın rızası sizler için daha önemli olması gerekmez mi? Vazifesini yerine getirmiş bir ebeveyn olarak Ahirette Allahu Teâlâ’nın huzuruna çıkmak sizleri daha mutlu etmez mi? Yüce Allah’ın çocuklarınızı Allah’ın dinine uygun yetiştirmeniz veya en azından bu isteklerine saygı duyup onları bu

yolda desteklemeniz sebebiyle sizlere takacağı “vakar tacı” yeterli gelmez mi? Ne dersiniz? Toplumun tepkisi mi yoksa Yüce Yaratıcının tepkisi mi? Hangisini göğüsleyeceksiniz? Bunu iyi düşünün ve sizin için en hayırlı olanı tercih edin. Yani Allah’ı razı etmeye bakın. Sizin tercih yapmanızı kolaylaştıracak olan Peygamber aleyhisselâm’ın şu güzel nasihatlerini de iyi dinleyin ve bunları hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Bakınız Peygamber aleyhisselâm ne buyuruyor: “Kur’an’ı Kerim’i okuyan ve hükümleriyle amel edenin anne ve babasına kıyamet günü bir taç giydirilir ki, bu tacın ışığı, güneşi evlerimizin içinde farz etseniz dünya evlerindeki güneş ışığından daha güzeldir. O halde Kur’an’ı Kerim’i bizzat öğrenen hakkında ne düşünürsünüz? (Onun sevabını da siz takdir ediniz) (6) “Her kim Kur’an’ı okur ve onu ezberlerse, helalini helal, haramını da haram kabul ederse, Allahu Teâlâ onu bu sebeple cennete girdirir ve onu yakınlarından kendilerine cehennem vacip olan (cehenneme girmesi gereken) on kişiye şefaatçı (Yardımcı) kılar.” (7) Bugünün Mus’ab adaylarından bazıları da şu anda sessizlik ve çaresizlik içinde beklemekteler… İmanlarını, itikatlarını Yüce İslâm’ın herkese anlatılması gereken esaslarını içlerinde gizliyor, ne olduklarını, kim olduk-

5. Şu anda ve eskiden beri içinde bulunulan, değişmesi beklenmeyen ve istenmeyen durum. 6. Ebu Davud, Vitr, 14; Ahmed, 3/440; Hakim, Müstedrek, 1/567. 7. Tirmizi, Sevabu’l Kur’an, 13; İbni Mace, Mukaddime, 16; Ahmed b. Hanbel, 1/147,149

18

Şubat 2019


larını ifade etmede zorluk çekiyorlar. Davalarını tebliğ etmekten çekiniyorlar. Belki kendini ifade edememekten, belki yanlış anlaşılmaktan, belki kınanmaktan belki başka başka şeylerden… Sebepleri farklı olabilir, ancak bu suskunlukları ve İslâmi değişimin olumlu etkilerinin üzerlerinde görülmeyişi başkasına değil bizzat kendilerine zarar veriyor, aileleri tedirgin ediyor, git gide içine kapanan ve anne babadan uzaklaşıp farklılaşan bir çocuğu hiç kimse istemiyor. Sonuçta her türlü baskı ve engelleme çabası netice veriyor. Zamanla, etkileşim, değişime, değişimde bu yoldan kopmaya sebep oluyor. Ve artık tarihin geçmişinde bir yerlerde eski anılar olarak yerini alıyor. Özgüvenin yitirilmesi, ebeveynin tahakkümüne boyun eğiş ve bu kervandan kopuş ve kayboluş… Ne acı ki Mus’ab olmak buraya kadarmış! İşte maalesef bu aşamada pes etmiş bazı Mus’ab sevdalıları! Neden? Çünkü Mus’ab gibi bir iman ve bu uğurda gereken fedakârlık yok ta ondan… Mus’âb’ın müslüman olması üzerine annesi Hünas onu yakalayıp bir mahzene hapsetti. Aç ve susuz bıraktı. Hatta zamanla bunun da fayda etmediğini görünce önceleri o pek kıymet verdiği oğlunu kölelerine kamçılatarak sırf Müslüman diye işkence yaptırdı. Artık onun için çile dolu zor günler başlamıştı. Annesi Hünas, denediği her yolun faydasız olduğunu görünce Mus’ab’ı şöyle tehdit etmeye

başladı. Mus’ab ya ailesini ve servetini tercih edecekti ya da Müslümanlığı seçip ailesi tarafından reddedilecekti. Mus’ab’ın tercihi elbette ki İslâm’dan yana oldu. Evinden, ailesinden ve dünya servetinden ayrılarak Habeşistan’a hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar Daru’l Erkam’da kalmaya devam etti. Miladi 615 senesinde vahyin inmesinden 5 sene sonra Mekke’de çok fazla sıkıntı ve işkenceye maruz kalan Mus’ab, Habeşistan’a hicret etmek için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den izin istedi. Mus’ab olmak bedel ister demiştik. Nitekim de Mus’ablar bazen aileleri veya yakın çevrelerinden çok şiddetli baskılar görebilir. Maddi veya manevi işkenceye tabi tutulabilir. Psikolojik baskı altında bırakılabilir. Kendisine aşağılayıcı her türlü lakaplar takılabilir. Ebeveynler tarafından çevresi ile özellikle de İslâmi özelliklere sahip olan kesimlerle olan ilişkileri kesilebilir. Ancak Mus’ab radıyallahu anh gibi olmak ve fırsatını bulduğu ilk anda gerektiğinde hicrete talib olmak gerekir. “Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: “Ne iş de idiniz!” dediler. Bunlar: “Biz yeryüzünde çaresizdik” diye cevap verdiler. Melekler de: “Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.” (8)

8. Nisa,97.

Cemazi-el Ahir 1440

19


O, diğer muhacir kardeşleriyle birlikte Mekke’ye dönecek, sonra yine Hz. Peygamber aleyhisselâm’ın hicret etmelerini emrettiği sahâbîlerle birlikte ikinci defa Habeşistan’a hicret edecektir. Birgün o, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in

yanında oturmakta olan bazı

müslümanların yanına gitti. Onlar, Mus’âb’ı görür görmez, başlarını önlerine eğip gözlerini yumdular. Bazılarının da gözlerinden yaşlar boşandı. Çünkü onlar, Mus’âb’ı eski ve yamalı bir elbise giymiş olarak görmüşlerdi. Bu onlara Mus’âb’ın müslüman olmadan önceki halini hatırlatmıştı. Hâlbuki onun, müslüman olmadan önceki elbiseleri bir bahçenin parlak, zarif ve kokulu çiçekleri gibiydi... Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun gelişini, hikmetli, şükür ve sevgi ifade eden bakışlarla seyretti ve gülümseyerek şöyle dedi: “Bir zamanlar Mekke’de anne ve babasının yanında ondan daha rahatı yokken, şimdi şu Mus’âb’ı görüyorum. Ama o, bunların hepsini Allah'a ve Peygamberine olan sevgisinden dolayı terketti...” İşte Allah ve Rasûlüne duyulan sevgi neticesinde ödenen bedel: Dünyadan ve onun tüm ziynetinden yüz çevirebilmek veya gerektiğinde bunlardan kopabilmeyi göze almak… Abdullah b. Mugaffel radıyallahu anh’dan rivayete göre o şöyle demiştir. 9. Tirmizi, Zühd,36.

20

Şubat 2019

“Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben seni gerçekten seviyorum” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Söylediğin söze dikkat et” buyurdu. Adam da, “Vallahi seni gerçekten seviyorum” diyerek üçüncü sefer de aynı sözü tekrar etti. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Eğer beni seviyorsan fakirliğe karşı bir kalkan hazırla. Çünkü fakirliğin beni seven kimseye gelmesi, selin durak yerine akması gibi hızlıdır.” buyurdu. (9) Annesi oğlunun, yeni dininden vazgeçeceğine dair inancından ümidini kesince, dünya nimeti olarak ona verdiği herşeyi kesti. Tanrıları terketmiş ve onların lanetine uğramış bir insanın kendi ekmeğini yemesine razı olmadı. Hatta bu insan, oğlu bile olsa!... Mus’âb, içinde yaşadığı bol nimetten, zorluk ve yoksulluğa geçti. Artık, daha önce şık giyinen ve kokular sürünen delikanlı şimdi en kaba elbiseleri giyen, bir gün yiyen, günlerce yemeyen birisi olmuştu. İslâm’ı yaşamayan veya yaşayanlara da tahammül edemeyenler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve ona iman eden ilk Müslümanlara uyguladıkları boykot gibi uzun süreli boykotları uygulayabilirler. Ekonomik olarak her türlü zorluklara onları mahkûm edebilirler. Geçim sıkıntısı, açlık, işşizlik vs. gibi şeylerle onları yola getirmeye çalışabilirler.


Ancak Mus’ab taliplilerinin böyle zorluklar için “Bu da bir imtihandır sabredeceğim inşallah” diyerek kararlı bir duruş ortaya koyması gerekir. Bütün bunlar ileride İslâm’ın yükünü taşıyacak kişilerin eğitilmesi ve dava uğruna her türlü engellere göğüs gerebilmesi için Yüce Allah’ın kulunu eğitmesi sürecidir. Bu sırada Birinci Akabe Beyati olmuş ve Medinelilerden bir grup İslâm’ı kabullenmişti. Kendilerine İslâm’ı anlatmak ve diğerlerine de tebliğ yapmak için Rasûlullah aleyhisselâm’dan bir öğretici istediler. Hz. Peygamber aleyhisselâm da bu önemli görev için Hz. Mus’ab b. Umeyr’i görevlendirdi. O, Peygamber aleyhisselâm’ın Medine’deki elçisi olacak, iman edip Akabe’de Peygamber aleyhisselâm’a biat eden Ensar’ı yetiştirecek, başkalarını da Allah’ın dinine sokacak ve Medine’yi büyük hicret gününe hazırlayacaktı. Hz. Mus’ab onlara hem namaz kıldıracak, hem Kur’an öğretecek, hem de diğer insanlara İslâm’ı anlatacaktı ve yeni kimseleri İslâm’a davet edecekti. Mus’ab radıyallahu anh, ben Medine gibi uzak olan bir yere tek başıma gitmem. “Ne yaparım oralar da bir başıma” demedi. Burun bükmedi. Belli şartlar ileri sürmedi. Yüksek maaşlar, ücretler, ikramiyeler istemedi. Orada iş yapabilmek için geniş imkânlara sahip olmayı, bir ev, bir binek (araba) talep

etmedi. Sadece emre itaat etti. Çünkü yapacağı işin her şeyden daha değerli olduğunu, tüm dünyadan ve içindeki her şeyden daha kutsal ve önemli bir işle görevlendirildiğinin şuurundaydı. O güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha kıymetli bir hazineye sahip olacaktı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kim hidayete çağrıda bulunursa kendisine tabi olanların sevapları kadar ona sevap verilecek ve tabi olanların sevaplarından da hiçbir şey eksiltilmeyecektir…” (10) “Allah’a yemin ederim ki, senin sayende Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi senin için, kırmızı develerin olmasından daha hayırlıdır.” (11) O zamanın en kıymetli bineğine, hatta hadisteki ifadesiyle bineklerine sahip olmak… Zamanın en güzel bineği kızıl renkli, gösterişli… Bugünün Ferrarisi… Sadece bir tanesi yaklaşık 5,5 milyon tl (5,5 trilyon tl.) Kim göze alır ve kim katlanabilir, Ferrariyi bırakıp ta insanların hidayetine vesile olmak için çalışmayı… Kim ister, iman edecek tek bir yürek için Ferrarilerden ayrı kalmayı… Yoksa önce Ferrariler olsun sonra sıra tebliğe de gelir mi demişti Mus’ab radıyallahu anh… “Evvela dünyayı imar, sonra

da ahirete yarar mı” demişti. Hayır,

10. İbni Mace, Sünnet, 14. 11. Buhari, 7/3468;Müslim, 2406/34.

Cemazi-el Ahir 1440

21


kesinlikle hayır… O böyle dememişti. Eski şaşalı günlerine özlem duyan insanlar için bir fırsat gibi görülen bu durumu lehine değerlendirmemişti. Mus’ab olmak isteyenler için bir dönüm noktası daha… Kim istemez ki dünya metaını? Tabi ki Mus’ablar istemez. İmanın tadını alanlar istemez. Onlar en hayırlısını isterler. Hayır neyde ise Rablerinden onu isterler, dualarında dünya ve ahiretleri için “hasene” isterler. “Ama içlerinden öyleleri de vardır ki “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru, derler.” (12) Böylece Medine’ye ilk hicret eden sahabi Mus’ab b. Umeyr oluyordu. Medine’de ilk cuma namazını da Mus’ab b. Umeyr’in kıldırdığı kaynaklarda ifade edilir. (13) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu Sa’d b. Ebî Vakkas radıyallahu anh ve Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh ile kardeş ilan etmişti. (14) Mus’âb, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından Medine’ye gönderildiğinde, orada daha önce Akabe’de biat eden 12 kişiden başka müslüman yoktu. Bir yıl sonra Mekke’ye, Akabe biatından sonraki hac mevsiminde yanında 75 kişi ile gelen Mus’ab b. Umeyr, 12. Bakara, 201. 13. İbn Sa’d, a.g.e., III, 118. 14. İbn Sa’d a.g.e., III, 120.

22

Şubat 2019

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e İslâm’ın Medine’deki hızlı yayılışının müjdesini verirken şöyle demişti: “İslâm’ın girmediği ve konuşulmadığı ev kalmadı.” Mus’âb, zekâ ve kabiliyetiyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kimi seçeceğini iyi bildiğini ispat etmişti... Es’âd İbn-i Zurare’nin misafiri olarak, onunla birlikte, insanlara Rabbi’nin Kitabını okumak ve “Allah ancak bir tek ilâhtır” sözünü fısıldamak üzere kabilelere, evlere ve toplantılara gidiyorlardı... Boş durmuyordu Mus’ab… Medine’ye geliş gayesini biliyordu. Medine’nin hurma bahçelerinin gölgesinde yatmak, tatil yaparcasına rahatlığı fırsat bilip uzanmak, vazifeyi ihmal etmek manasına gelirdi. Aynı zamanda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ona olan tüm güvenini de boşa çıkarmış olurdu. Mus’ab durmadı, gece gündüz davetini insanlara götürdü. İslâm’ın konuşulmadığı tek bir ev dahi kalmadı Medine’de… Zamanın Mus’abları! Sizlerin de bulunduğunuz yerlerde İslâm konuşuluyor mu? Yoksa spor, magazin, eğlence, boş muhabbetler daha çok mu revaçta? Ev ev dolaşıp tebliğ yapıyor musunuz? Hadi bunu bırakın da kendi evinize tebliği götürdünüz mü? Anne babanız, kardeşleriniz, abi


ve ablalarınız, yakın akrabalarınıza Allah’ın davetini ulaştırdınız mı? Hayır mı? Öyleyse hâlâ niye duruyorsunuz? Hani Mus’ab olmak istiyordunuz? Ne oldu zorlandınız mı Mus’ab olmaya… Burada pes mi ettiniz? Tamam mı artık?.. Yeter mi? Buraya kadar mı? Zordur Mus’ab olmak… Bir yıl boyunca dur durak bilmeden ev ev dolaşmak… Toplantılara katılmak… 12 kişi ile başlayıp bir yıl içinde 73’ü erkek 2’si kadın 75 kişiye ulaşmak… Siz bugüne kadar kaç kişinin şuurlanmasına vesile oldunuz? “Elhamdulillah bir kişi dahi olsa İslâm’ı ulaştırdığım kişi var” diyebiliyor musunuz? Öyleyse, Allah hamdınızı artırsın. Nice kimselerin İslâm ile tanışmasına vesile olarak hamdınızı artırmaya devam edin. Size olan güveni ve umutları boşa çıkarmayın. Ahirette karşılığını görmek üzere fedakârlığa devam edin. Rabbim yardımcınız olsun.

“Niçin bizim yurdumuza geldiniz? Niçin

bizim

zayıf

kimselerimizle

uğraşıyorsunuz ve insanları aldatıyorsunuz? Eğer sağ kalmak istiyorsanız derhal buradan ayrılın ve bizi terkedin!” dedi. Mus’âbul-Hayr’ın yüzü gülümseyip şöyle konuştu. “Dinlemek için oturmaz mısın? Eğer bizim işimizi beğenirsen onu kabul edersin. Şayet beğenmezsen, biz de sizden vazgeçeriz”. Ne güzel bir üslup… Gülümsemek ve nazikçe “Dinlemek için oturmaz mısınız” diyebilmek… Daveti muhataba götürürken davet yolarını en mükemmel şekilde sunabilmek … Daveti öğrenmek ve hikmetle hareket etmek… Kötülüğe kötülükle cevap vermemek…

Yapılan

saygısızlığa

misliyle mukabelede bulunmamak… Daveti tanımak, muhatabı tanımak, sonuca götürecek yolları tanımak… Başarılı bir tebliğin usullerini öğren-

Bir gün, halka vaaz ederken Medine’deki Abdu’l-Eşhel oğullarının efendisi Useyd İbnu’l-Hudayr çıka geldi. Kavmini dininden çıkarmaya, onları tanrılarını terk etmeye davet etmeye, onlara daha önce bilmedikleri ve alışık olmadıkları bir tek ilâhtan bahsetmeye gelmiş olan bu adama karşı kızgınlığından titrer bir halde ona mızrağını çekti.

mek… Mus’ab olabilmenin bir diğer

Useyd, Mus’âb’ın önünde durup Es’ad İbn-i Zurare’yle ona hitaben:

nın asıklığı gitmeye ve neşeli bir hal

şartı daha ortaya çıkıyor: İyi bir tebliğci olmak… Useyd: “Tamam, haklısın” deyip mızrağını yere bıraktı ve dinlemek üzere oturdu. Mus’âb, Kur’ân-ı okuyup Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği daveti açıklayınca Useyd’in suratıalmaya başladı.

Cemazi-el Ahir 1440

23


Mus’âb,

sözünü

bitirir

bitirmez,

Useyd İbnu'l-Hudayr ona ve yanındakilere şöyle fısıldadı: “Bu söz ne kadar güzel ve doğru... Bu dine girmek isteyen kimse ne yapar?” Mus’âb:

“Müslüman

olmak

iste-

yen elbise ve vücudunu temizler. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet eder” dedi. Useyd bir süre onların yanından ayrıldı. Daha sonra, başından temiz sular

damlaya

damlaya

döndü.

Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ettiğini ayakta ilân etti. Daveti götürürken Kur’an ile gitmek… Herkesin sözünden daha üstün olan bir sözü haykırmak… Tüm mahlûkatın ilahının sözlerini anlatmak… Kur’an’ı bilmek… Daveti götürürken en çok ihtiyaç duyacağımız husus: Kur’an… Kaçımız Kur’an okumasını iyi derecede biliyor, içindeki manalarına vâkıf? Kaçımız Rabbinin buyrukları ile diğerlerinin arasını rahatlıkla ayırabiliyor? Hangisi ayet, hangisi hadis, hangisi sıradan bir söz bunun farkında? Var mı böyle kimseler aramızda? Kur’an’ı kaç kez hatmettiniz? Mealini kaç kez baştan sona okudunuz? İnsanlara daveti götürürken onlara sunabileceğiniz kaç ayet ezberlediniz? Ey Mus’ablar! Haydi cevap verin…. Ne kadar Kur’an’a vâkıfsınız?

24

Şubat 2019

İnsanları kazanmanın en önemli şartı İslâm’ı tanımak, tanıtmak ve yaşamak… İşte Mus’ab olmak böyle bir şey… Useyd İbnu'l-Hudayr’ın Müslüman olma haberi sanki bir şimşek gibi yayıldı. Sa’d İbn-i Muaz gelip Mus’ab’ı dinledi, kalbi kanaat getirdi ve müslüman oldu. Onu, Sa’d İbn-i Ubade takip etti. Onun müslüman oluşuyla iş tamam oldu. Medineliler birbirleriyle: “Useyd İbnu'l-Hudayr, Sa’d İbn-i Muaz ve Sa’d İbn-i Ubade müslüman olmuşlar, biz neden geç kaldık? Haydi, Mus’ab’a, onunla birlikte biz de iman edelim, çünkü diyorlar ki hak, onun dişlerinin arasından çıkıyor”, şeklinde konuşmaya başladılar. Eğer davetinizi güzel götürebilirseniz, insanların güvenini ve sevgisini kazanabilirseniz insanlar sizin peşinizden gelirler, Mus’ab’ın peşinden gittikleri gibi… Davet için çok yorulabilirsiniz, çaba sarf etmenize rağmen bazen başarısızmış gibi gözükebilirsiniz ancak buna da sabredebilirseniz başarı çorap söküğü gibi peş peşe gelir Allah’ın izniyle. Bitti zannettiğiniz yerde yepyeni filizler fışkırabilir. Ve o filizler giderek etrafa kök salarlar… Yeter ki sabredin, kararlı olun, asla pes etmeyin. Davanıza inancınız olsun… Allah’ın vaadine güvenin, ihmalkârlığa ve gevşekliğe kapılmayın. Durmayın, yola devam edin. Ufukta aydınlık gözüküyor, vazgeçmeyin. Başarıyı Allah’tan bilin ve hamd etmeye devam edin.


Günler ve yıllar geçer, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı Medine’ye hicret eder, Kureyş, kin ve öfkesini ortaya koyar. Uhud savaşı olur. Müslümanlar kendilerini harbe hazırlar, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sancağı taşıyacak kimseyi seçmek için inanan yüzleri incelemek üzere ayakta durur. Mus’âbu’l-Hayr’ı çağırır. Mus’âb ilerler ve sancağı alır. Daha önceden kendisine olan güveni sarsmayan, vazifesini layıkıyla yerine getiren görev adamı Mus’ab’a bir vazife daha… Sancağı taşıma vazifesi… Bu işe en layık olan davanın ilk tebliğcisi ve öncüsü Mus’ab’a bir öncülük görevi daha… Korkunç çarpışma başlar, savaş kızışır. Müşriklere karşı meydan okuyarak savaşanların başında Ebû Dücâne, Hamza bin Abdülmuttalib ve Mus’ab bin Umeyr radıyallahu anhum gelmektedir. Okçular Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine muhalefet ederler, müşriklerin bozguna uğrayarak çekildiklerini görünce dağın tepesindeki mevkilerini terkederler fakat onların bu hareketi, müslümanların zaferini hemen bozguna çevirir. Düşmanlar, karışıklık ve korkunun müslüman saflarını parçaladığını görünce, yakalamak için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafında toplanırlar. Mus’ab İbn-i Umeyr bu korkunç tehlikeyi sezer. Hücum edip üzerlerine atılmak üzere harekete geçer. Bütün

gayesi, düşmanın dikkatini üzerine çekmek, onları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile uğraşmaktan alıkoymak ve bir ordunun tümünü ondan uzaklaştırmaktı. Mus’ab basiretli… Mus’ab vazifesine sadık, işini bilen birisi… Emir ne ise onu yapıyor, nefsi içtihatlarla hareket edip vazifesini ihmal etmiyor. Müslümanların vazife yerlerini terk etmeleri sebebiyle ortaya çıkan düşman saldırıları karşısında can siperane Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i korumaya koşuyor. Bütün saldırıları üzerine çekmeye çalışıyor. Görünüm olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e benzerliğini kullanarak müşriklere Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i öldürdükleri izlenimini vermeye çalışıyor. Ne güzel bir fedakârlık örneği… Davanın liderine bir şey olmaması uğruna kendini feda etmek… Mus’abların başarabileceği cinsten bir iş… Fedakârlık… Biz şimdi, büyük Mus’ab’ın hayatının son sahnesini anlatması için sözü olaya bizzat şahit olan kimseye bırakalım: İbn-i Sa’d, İbrahim İbn-i Muhammed İbn-i Şurahbîl el-Abdurî’nin babasının şöyle anlattığını rivayet etmektedir: “Mus’âb İbn-i Umeyr Uhud günü, sancağı aldı. Müslümanlar saldırıya geçince, Mus’ab bulunduğu yerden ayrılmadı. İbn-i Kamia atlı olarak geldi ve Mus’ab’ın sağ eline vurup onu kopardı. Bu arada Mus’âb şöyle diyordu: “Muhammed ancak bir

Cemazi-el Ahir 1440

25


peygamberdir, ondan önce de başka peygamberler gelip geçmiştir...” (15)

Bir münadi de: “Muhammed öldürüldü!” diye bağırdı. (18)

Sancağı sol eliyle tutup üzerine eğildi. Düşman bu defa sol eline vurup onu da kopardı. Mus’âb sancağın üzerine kapanıp pazılarıyla onu bağrına bastı. Yine şöyle diyordu: “Muhammed ancak bir peygamberdir, ondan önce de başka peygamberler gelip geçmiştir...”

Uhud savaşında Ashab-ı kiram’ın ileri gelenlerinden birçok kimse şehid oldu. Hz. Mus’ab b. Umeyr de şehidler arasındaydı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ne kadar üzüntülü olduğu yüzünden okunuyordu. Mus’ab’ın mübarek na'şının başucunda oturarak, Uhud şehidleri hakkında nazil olduğu bildirilen şu ayeti okudu: “Mü’minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah’a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler” (19)

Düşman bu defa mızrakla saldırıp Mus’âb’a mızrağı sapladı ve mızrak kırıldı. Mus’âb yere düştü ve sancak da düştü...» O, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i çok sevdiği ve ona bir zarar gelmesinden korktuğu için onun uğrunda kendini feda ediyordu. Yürürken kendisinden kolunu birer birer alan her kılıç darbesiyle birlikte: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir” diyordu. Daha sonra devamı nazil olacak bu âyeti tekrar edip duruyordu. İbni Kamia onu yere düşürdü, şehit etti. (16) İbni Kamia, şehit ettiği Mus’ab b. Umeyr’in Peygamberimiz Aleyhisselam olduğunu sanarak müşriklerin yanına döndüğü zaman: “Ben Muhammed’i öldürdüm!” dedi. (17)

Allah yolunda canını feda eden bu aziz şehid sahâbi için Ashab-ı Kiram’dan Habbab radıyallahu anh şunları anlatıyor: “Biz Hz. Peygamberle birlikte Medine’ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah’tan bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki Mus’ab b. Umeyr de bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da, kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayak-

15. Bkz. Âl-i İmran,144. 16. İbn Sa’d, Tabakâtü ‘l-Kübrâ, c. 3, s. 120 17. İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 77, Taberî, Târih, c. 3, s. 18, Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, c. 3, s. 238, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 155, Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, c. 1, s. 103. 18. Taberî, Târîh, c. 3, s. 17, Zehebî, Megâzî, s. 143. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/172-175. 19. Ahzab, 33/23.

26

Şubat 2019


ları açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de ızhîr denilen kokulu ottan koymamızı emretti.” (20) Hz. Mus’ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşayan bu değerli insanı kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, yanına geldiğinde Mus’ab b. Umeyr eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem üzüntülü bir halde şunları söyledi: “Seni Mekke’de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor.” Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabiyi de Uhud şehidleri arasına defnettiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gözleriyle savaş alanında şehit olarak yatan Mus’âb’ın bütün arkadaşlarını süzüp şunu da söylemişti: “Allah’ın Rasûlü şehadet eder ki: Siz kıyamet gününde Allah katında, şehid kimselersiniz”. Arkasından Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanındaki, sağ kalan

sahabilere, şehidlere yaklaşıp selâm vermelerini söyledi ve verilen selâmların şehidler tarafından alınacağını ifade etti. (21) “Ey insanlar! Onları ziyaret ediniz, onlara gelip selâm veriniz. Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, kıyamet gününe kadar, birisi onlara selâm verse, onlar o kimsenin selâmını alırlar” demişti. (22) Ey bugünün Mus’ab’ı olmaya talip olanlar! Selâm verin seleflerinize, öncülerinize… Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şehidler tarafından selâmınızın alınacağını bildiriyor. Uhud’da selâm verin o mübarek şehidlere… Yollarından devam ettiğinizi haykırın… “Sizler görevlerinizi yaptınız, Rasûlullah aleyhisselam’ı ve davasını yalnız bırakmadınız ama merak etmeyin arkanızdan bizler geliyoruz, gözünüz arkada kalmasın” deyiniz. “Bizler de onu ve davasını yalnız bırakmayacağız. Onu asla terk etmeyeceğiz” deyin. Verin bu sözü onlara ve kendinize… Sonrasında da sadık olun sözünüze… Sadakat gösterin sözünüze ki yukarıda ki ayet size de hitap etmiş olsun. Asla verdikleri sözü değiştirmeyenlerden olabilesiniz. Rabbimiz bizi sözüne sadık olanlardan eylesin. Selam ve Dua ile…

20. Buharî, Cenâiz 27; İbn Sa’d, a.g.e., III, 121. 21. İbn Sa’d, a.g.e., III, 121. 22. Halid Muhammed Halid, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/393-402.

Cemazi-el Ahir 1440

27


KAPAK DOSYA M. Sadık Türkmen

SORUMLULUKTA FARUK:

ÖMER BİN HATTAB “Şayet benden sonra peygamber olsaydı O, Ömer Bin Hattab olurdu.”

28

Şubat 2019

H

amd alemlerin Rabbine, salat ve selam Rasûlullah’a, onun

ailesine ve ashabına olsun. İslam tarihi, bu yüce dine

İşte bu yiğitlerin öncülerinden biri olan Hz. Ömer radıyallahu anh

İslam’a çok değişik alan-

larda hizmet ederek İslam’a gönül veren her müminin kal-

hizmet ederek Allah katında

binde taht kurmuştur. Daha

üstün mertebelere yükselen

İslam’a girdiği ilk gün Darul

kahramanlarla doludur. Bu

Erkam’da

yiğitlerin hepsi ya davetleri

manları Kabe’de namaz kıl-

ile ya cihatlarıyla ya da ilim-

maya davet etmiş ve hak ile

leri ve ibadetleriyle nesillere

batılı

güzel örnek teşkil etmişlerdir.

“faruk” ismini almıştır.

gizlenen

birbirinden

Müslü-

ayırarak


Hz. Ömer radıyallahu anh davet sahasında

zorluklara

göğüs

germesi,

hicrette öncü olması, cihad meydanlarında müşriklerle göğüs göğse çarpışması, hükmünde adaleti, ilimde hikmetiyle hem dinin önder şahsiyetlerinden biri olmuş hem de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in inşa ettiği İslam devletinin temellerini sağlamlaştırmıştı. Peygamber efendimizin pek çok övgüsüne mazhar olan Hz. Ömer radıyallahu anh hakkında şu hadisi şerifler rivayet edilmiştir. Ukbe b. Amir radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şayet benden sonra peygamber olsaydı O, Ömer Bin Hattab olurdu.”

(1)

İbni Ömer radıyallahu anh’ten rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah, hakkı Ömer’in dili ve kalbi üzerine koydu.” İbni Ömer radıyallahu anh

diyor ki: “İnsanların başına

çözmeleri gereken kaç mesele geldi ise hem onlar hem de Ömer konuştuğunda Kur’an Ömer’in söylediği şekilde inmiştir.” (2) Sad b. Ebu Vakkas’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

şöyle buyurdu: “Ey Hattab’ın

oğlu! Nefsimi elinde tutana and olsun ki şeytan bir yolda yürürken seni görse mutlaka senin gittiğin yoldan başka bir yola yönelir.” (3)

Hz. Ömer radıyallahu anh İslam’a girmeden önce Mekke’de kabadayılığı ile bilinirdi. Bu durum İslam ile şerefleninceye kadar devam etti. O, Mekke’nin önde gelen şahsiyetlerinden değildi. Ancak üstün meziyetleri dolayısıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in duasına mazhar olmuştu. O’nun İslam tarihine not düşülecek meziyetlerinden biri de sorumluluk hissi ve Müslümanların dertleri ile hemhal olmasıydı.

Hz. Ömer radıyallahu anh’ın Hayatından Bazı Tablolar: Hz. Ömer radıyallahu anh İslam’a ilk girdiği gün içinde yanan iman ateşini ortaya koymuş ve Müslümanların İslam’ı açıktan duyurması ve yaşaması gerektiğini söylemişti. Daha öncede belirttiğimiz üzere o, Müslümanların gizli mekanlardan dışarı çıkmasını ve müşriklerle kora kor mücadele edilmesini arzuluyordu. Henüz ilk gününde Kabe’nin yanında saatlerce kavga etmiş ve Müslümanların ibadetlerini rahatça yapmasını temin etmişti. Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh diyor ki: Ömer’in Müslüman olması fetih, hicreti zafer, idareciliği ise rahmet idi. Ömer İslam’a girinceye kadar Beytullah’ta namaz kılmaya güç yetiremezdik. O Müslüman olunca müşriklerle kavga etti, böylece namaz kılmamıza artık karışmadılar. (4)

1. Süneni Tirmizi hn: 3686 2. Süneni Tirmizi hn: 3682 3. Sahihi Buhari hn: 4923 Sahihi Müslim hn:2596 4. Et-Tabakatü Kübra c: 3 s: 250

Cemazi-el Ahir 1440

29


“Ömer radıyallahu anh birini vali tayin ettiğinde, ona bir sözleşme hazırlardı. Muhacir ve Ensar’dan bir topluluğu buna şahit tutardı. Şartlar şunlardır: Ata binmeyecek, beyaz ekmek yemeyecek, ince yumuşak elbiseler giymeyecek, ihtiyaç sahiplerinin yüzüne kapıyı kapatmayacak, eğer yaparsa takdir edilen cezayı çekecek.”

Hz. Ömer radıyallahu anh Allah ve Rasûlüne son derece bağlı idi. Onların vermiş olduğu hüküm her şeyden daha üstün idi. Hudeybiye’de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem barış anlaşması imzalayınca yapısı gereği itirazda bulundu. Fetih sûresinin inmesi üzerine ölünceye kadar o günde yaptığı davranışlardan tövbe amacıyla sadaka vermeye devam etmişti. Ebul Esved diyor ki: İki kişi mahkeme olmak için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi o da aralarında hüküm verdi. Aleyhinde hüküm verilen kişi

30

Şubat 2019

“Bir de Ömer ibn Hattab’a gidelim dedi ve onun yanına gittiler. Adamlardan biri şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim lehime bu adamın aleyhine karar verdi, bu da Ömer’e gidelim dedi. Ömer diğerine doğru mu? dedi. Adam evet deyince Ömer ben gelinceye kadar bekleyin dedi. İkisinin yanına kılıcını alarak geldi ve Ömer’e gidelim diyen kişiyi vurarak öldürdü. Diğer adam ise kaçtı ve ya Rasûlallah! Ömer arkadaşımı öldürdü dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ömer mümin bir kişiyi öldürmeye cüret etmez” dedi. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi: “Rabbine yemin olsun ki aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonrada verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olamazlar.” (Nisa, 65) Hz. Ömer radıyallahu anh halife olduktan sonra ashabı kiramın ileri gelenlerini Medine de tutmak istemişti. Bunun sebebi ortaya çıkan meselelerde onlarla istişare edip öyle karar almaktı. O tek başına değil sorumluluğu kendi arkadaşlarının da üstlenmesini istiyordu. Hz. Ömer radıyallahu anh istişare meclisini alim kişilerden teşekkül ettirmişti. O ilimde derinleşmeyi teşvik etmiş ve ilimde derinleşenleri kendi yanında tutmuştu: Abdullah b. Abbas radıyallahu anh dedi ki: Uyeyne b. Hısn yeğeni Hürr b. Kays’a gelip ona misafir oldu. Genç ve yaşlı olsun Kur'an'ı


iyi bilenler Ömer”in meclis ve istişare ehlinden idiler. Uyeyne yeğenine: Yeğenim senin bu emir yanında bir makamın var, onun yanına girmem için bana yardımcı olur musun? dedi o da izin istedi. Ömer de izin verdi. Uyeyne içeri girince: “Ey Hattab’ın oğlu! Sen bize bolca vermiyorsun ve aramızda adaletle hükmetmiyorsun” dedi. Buna çok kızan Ömer kalkıp onu dövmeye yeltenince, Hürr şöyle dedi: “Ey müminlerin emiri! Allahu Teâlâ Nebisi sallallahu aleyhi ve selem’e: ‘Af yolunu tut. İyiliği emret, cahillerden yüz çevir.’ (Araf, 199) buyurdu. İşte bu da cahillerden biridir.” Hürr bu ayeti okuyunca Ömer daha ileri gitmedi. Çünkü o Allah’ın kitabına karşı “vakkaf” (5) idi. (6) İbni Abbas radıyallahu anh diyor ki: Ömer beni Bedir savaşının ileri gelenleri ile aynı meclise dahil ediyordu. Sanki bundan dolayı bazıları içinden kızıp “Bu da niye bizimle beraber meclise giriyor. Daha bizim çocuğumuz emsali” demişti. Ömer “O sizin derecesini bildiğiniz birisidir” demişti. (7) Hz. Ömer radıyallahu anh valileri seçerken çok titiz davranırdı. Onlara ayrılmamaları gereken bazı şartlar koyardı. Huzeyme b. Sabit radıyallahu anh’ten şöyle dediği rivayet edilir: “Ömer radıyallahu anh birini vali tayin

ettiğinde, ona bir sözleşme hazırlardı. Muhacir ve Ensar’dan bir topluluğu buna şahit tutardı. Şartlar şunlardır: Ata binmeyecek, beyaz ekmek yemeyecek, ince yumuşak elbiseler giymeyecek, ihtiyaç sahiplerinin yüzüne kapıyı kapatmayacak, eğer yaparsa takdir edilen cezayı çekecek.” (8) Hz. Ömer radıyallahu anh valilere insanlara dini öğretmeleri için uyarır ve onları gözetim altında tutarak sürekli hesaba çekerdi. Talimatlarına ve emirlerine önce kendisi ve ailesinin uymasına dikkat ederdi. İnsanlara bir şey yasakladığında ailesini toplar ve onlara şöyle derdi: “Ben insanlara şu şeyleri yasakladım. İnsanların gözü yırtıcı kuşun avına baktığı gibi sizin üzerinizde. Allah’a yemin olsun ki birinizin bunu ihlal ettiğini görürsem cezasını kat kat veririm.” (9) Medine’de ve civarında yaşanan kıtlıkta Hz. Ömer radıyallahu anh halkın içinde düştüğü durumu müşâhade ediyor ve dertleri ile yakından ilgileniyordu. Hakimiyeti, altındaki civar bölgelerden kıtlık yaşanmayan yerlere haber salmış ve ihtiyaç sahiplerinin sıkıntısını gidermek için Medine’ye erzak taşıyan kervanları seferber etmişti. İhtiyaç sahiplerine bizzat sır-

5. Vakkaf: Hz. Ömer’in radıyallahu anh’ın sıfatı olup Kuran okunduğu zaman onun emirlerine son derece riayet etmesi ve o emirleri aşmaması anlamındadır. 6. Sahihi Buhari hn: 4642 7. Sahihi Buhari hn: 4970 8. Taberi c:4 s:207-208 9. Taberi c:4 s:207

Cemazi-el Ahir 1440

31


Hz. Ömer radıyallahu anh hak sahiplerinin hakkını muhafaza etme konusunda son derece titiz idi. Mısır valisi

Müslümanlara ait olan malı korumakta çok titiz davranıyordu. Ali b. Ebi Talip radiyallahı anh şöyle der; Bir gün Ömer b. Hattab’ı bineği üzerinde hızla giderken gördüm. Dedim ki “nereye gidiyorsun müminlerin emiri.” dedi ki: “Zekât develerinden biri kaçmış peşinden gidiyorum.” Dedim ki: “Senden sonra gelen halifelerin işini çok zorlaştırdın.” Dedi ki “Ebul Hasan beni kınamayasın, Muhammedi nübüvvetle gönderen Allaha yemin olsun ki Fırat’ın kenarında bir oğlak ırmağa düşse kıyamet günü Ömer’den sorulacaktır.”

olan Amr b. As radıyallahu anh’ın ğayri müslim birine yaptığı haksızlıktan dolayı onu yanına çağırıp azarlamış ve Mısırlının hakkını iade etmiştir. Müslümanlara ait olan malı korumakta çok titiz davranıyordu. Ali b. Ebi Talip radiyallahı anh şöyle der; Bir gün Ömer b. Hattab’ı bineği üzerinde hızla giderken gördüm. Dedim ki “nereye gidiyorsun müminlerin emiri.” dedi ki: “Zekât develerinden biri kaçmış peşinden gidiyorum.” Dedim ki: “Senden sonra gelen halifelerin işini çok zorlaştırdın.” Dedi ki “Ebul Hasan beni kınamayasın, Muhammedi nübüvvetle gönderen Allaha yemin olsun ki Fırat’ın kenarında bir oğlak ırmağa düşse kıyamet günü Ömer’den sorulacaktır.” (10) Adaleti ile ve Allah yolunda büyük gayreti ile bilinmesine rağmen şehadetine vesile olan suikasttan sonra insanlar onu övdüğü zaman o Müslümanların sorumluluklarını omuzla-

tında yiyecek taşıyor, bazılarına kendisi yemek pişiriyor ve onlarla beraber yemek yiyordu. O kıtlık yılında

etmiş ve kendi nefsine bir pay biçmemiştir: “Vallahi bu meselede baş başa çıkmayı ne lehime ne de aleyhime

halkın durumunu daha iyi anlayabil-

olmamasını çok arzu ederim. Rasû-

mek için kendi ailesi ile oturup yemek

lullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dostluğu

yememiştir.

bana yeter.” (11)

10. Taberi c:4 s:202-203 11. El-Müstedrek c:3 s:91

32

manın ne kadar ağır olduğunu beyan

Şubat 2019


KAPAK DOSYA Ahmet İnal

EBU UBEYDE İBNÜ’L-CERRAH VE ALLAH YOLUNDA CİHAD

İ

çinde bulunduğumuz asra Müslümanların halini izah edecek şekilde isim vere-

için tahammül edemedikleri

cek olsaydık herhalde “ İhtilaf

üzerine kâbus gibi çöktü,

ve Tefrika Asrı”

zalimi

ifadesinden

bir şekle büründü. Düşmana yönelecek diller kardeşlerin doğrayacak

kılıçlar

daha uygununu bulamazdık.

Müslümanların

İslam tarihinde Müslüman-

türlü bırakmaz oldu. Camile-

lar arasında çekişme, çatışma

rin Müslümanları bedenen ve

ve savaşların olduğu; safla-

ruhen, Kur’an ve sünnetin ise

rın ciddi manada ayrıldığı,

aklen ve kalben cem edişinin

her hizbin kendi haklılığına

üzerinden bir hayli zaman

sebepler

geçti. Fikirler ayrıştı, kalpler

ürettiği

dönemler

peşini

bir

olmuştur elbet. Ancak yaşa-

dağıldı,

dığımız zaman dilimi üç-beş

den hızla uzaklaştı. İmamesi

Müslümanın dahi oturduk-

kopmuş tespih taneleri gibi

larında

dağılan ümmet önce gücünü

birbirlerine

Allah

bedenler

birbirin-

Cemazi-el Ahir 1440

33


Asıl mağlubiyet savaş meydanlarında yenilmek değil, dava yolunda kimliğini kaybetmekti. Ve biz bugün Müslümanlar olarak iki yüz yıldır kaybettiğimiz kimliğimizi, öz benliğimizi arıyoruz.

yitirdi, sonra da benliğini. Asıl mağlubiyet savaş meydanlarında yenilmek değil, dava yolunda kimliğini kaybetmekti. Ve biz bugün Müslümanlar olarak iki yüz yıldır kaybettiğimiz kimliğimizi, öz benliğimizi arıyoruz. Bu arayış halindeyken birçok yerde tökezliyor ve duraksıyoruz. Ümmet olarak tökezlediğimiz, sınıfta kaldığımız birçok husus var. Ancak açtığı yara açısından öncelikle zikredilmeye hak sahibi olan hususların baş sıralarında belki de “Allah yolunda Cihad” meselesi gelecektir.

Bizler Müslümanlar olarak yürüdüğümüz bu yolun ilk yolcuları değiliz. Bizden önce nice ümmetler, nice yiğitler geldi ve geçti. Yolcular ilk olmadığı gibi yaşanan sıkıntılar da yeni değil. Aynı olaylar farklı şekillerde önceki müminler için de bir imtihan sebebi oldu. Ancak günümüz Müslümanları olarak bizler geçmişimizden kopup bir şahsiyet bunalımı yaşadığımız için karşımızdaki engellere takıldık ve her seferinde düştük. Oysa yürüdüğümüz yola daha önce yürüyenlerin baktığı gibi bakmış olsaydık, önümüzde duranın engel değil bizi daha üst seviyeye çıkaracak basamak olduğunu hemen anlardık. Şimdi, “Allah yolunda Cihad” meselesini engel olmaktan çıkarıp cennet için bir fırsata dönüştürmek düşüncesiyle gözlerimizi “Hz. Ebu Ubeyde B. Cerrah” isimli sahabeye çevirelim. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından “Emin’ül-Ümme (ümmetin emini)” şeklinde isimlendirilip Necran Hristiyanlarına rehber olarak gönderilen (1) , Kureyş’in iki dâhisinden birisi olarak kabul edilen Ebu Ubeyde radıyallahu anh (2) genç yaşında İslam’a girmiş ve Müslümanların ilklerinden olma şerefine erişmiştir. Mekke döneminde birçok Müslüman gibi o da iman etmenin bedelini ödemiş, İkinci Habeşistan ve Medine Hicret’lerine katılmış ve Medine döneminde peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

1. Buhârî, “Fedâilu Ashâbi’n-Nebi” 21; Müslîm, “Fedâilu’s-sahâbe” 53. 2. İbn Asâkîr, Tarihu Medineti Dımeşk, VIII, 734.

34

Şubat 2019


ile birlikte tüm gazvelere iştirak etmiştir. Teslimiyeti, güvenilir oluşu, tevazuu ve komutanlığı ile ön plana çıkan Ebu Ubeyde radıyallahu anh 58 yıllık bir ömre büyük hizmetler sığdırmıştır. Kabri Ürdün’de bulunmaktadır. Allah kendisinden razı olsun.

başka bir zorluk vardı. Nereye gitse

Hz. Ebu Ubeyde B. Cerrah’ın mütevazi kişiliği onun iyi bir komutan oluşunu engellememiş, bilakis taçlandırmıştır. Gerek asker gerek komutan olarak gerisinde büyük başarılar bırakan Hz. Ebu Ubeyde radıyallahu anh’ın cihad serüveninin temel taşlarını dört maddede özetleyebiliriz:

Bu bir hak-batıl savaşıydı. Bugün

1- Sadece Allah’ın rızasını arzulaması

vermişti. Allah celle celaluhu kendi rızası

2- Fedakâr oluşu

için en yakın akrabalarıyla dahi çarpı-

3- Adaleti gözetmesi

karşısında kendisini öldürmek için hazır

bekleyen

babasını

görüyor

ve “Çekil önümden baba!” diyerek onunla savaşmaktan imtina ediyordu. Ancak baba Abdullah b. Cerrah her seferinde karşısına tekrar çıkıyordu. hakkın yanında batılın karşısında olmanın günüydü. Allah’ın davası için kendi canından bile geçen Ebu Ubeyde radıyallahu anh için babasıyla savaşmaktan başka çare kalmamış ve neticede Abdullah b. Cerrah evlat kılıcıyla Rasûlullah’a düşman olarak can

şan müminlerden razı olduğunu ilan etmek ve arkadan geleceklere emsal

4- Dünyalığa meyletmemesi

teşkil etmesi için şu ayetleri indirmişti:

Sadece Allah’ın Rızasını Arzulaması

“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir

İman ile tanıştığı günden beri Hz. Ebu Ubeyde radıyallahu anh’ın en büyük hedefi Allah’ı razı etmekti. Bunun için Mekke’de çile çekmiş, yurdunu terk etmek zorunda kalmış, yine de amacından vazgeçmemişti. Bu sefer O’nu bekleyen daha zor bir imtihan vardı. Müslümanlar ile Mekkeli Müşrikler Allah’ın taktiri ile Bedir’de karşı karşıya gelmişlerdi. Bugün saflar ayrışacak, hak ile batılın rengi tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktı. Savaş başlamış ve kılıçlar çekilmişti. Ebu Ubeyde radıyallahu anh için bugün savaşın dışında

leri yahut akrabaları da olsa Allah

toplumun babaları, oğulları, kardeşve Rasûl’üne düşmanlık edenlerle dost

olduğunu

göremezsin.

İşte

onların kalbine Allah iman yazmış ve katında bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinde ırmaklar akan cennetlere sokacak, onlar orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.” (Mücadele, 22)

(3)

3. İbn Kesir,Tefsirü’l-Kur’ani’l Azim, IV, 66; Hâkim, el-Müstedrek,III,297; İbn Hacer,el-İsâbe,V, 509.

Cemazi-el Ahir 1440

35


Hz. Ömer halife olduğunda Ebû Ubeyde’ye tüm Suriye ordularının başkomutanlığı vazifesini vermiş, bu dönemde Dımaşk, Hama, Lazkiye, Halep, Antakya ve Kudüs başta olmak üzere pek çok şehrin fethi gerçekleşmiş, Anadolu içlerine seferler düzenlenmişti.

Ebu Ubeyde, Zatu’s-Selasil Seriyyesi’nde de tüm Müslümanlara örnek olacak bir hareket sergilemiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Amr b. As radıyallahu anh’ı bir seriyyenin başında düşman üzerine gönderir, Müslümanlar yolda düşmanın çok kalabalık olduğunu öğrenince Efendimize bir mektup yazarak yardım isterler. Allah Rasûlü, Ebu Ubeyde b. Cerrah önderliğinde bir orduyu yardıma gönderir. Peygamber Efendimiz birleşen İslam ordularına Ebu Ubeyde’nin komuta etmesini isterken, Ebu Ubeyde’ye Amr b. As ile iyi geçinmesini, asla ihtilafa düşmemelerini öğütler.

İki ordu bir araya geldiğinde Amr b. As, Ebû Ubeyde’nin komutan olmasını kabul etmez ve tartışma yaşanır. Sahabiler Ebu Ubeyde’nin komutan olması gerektiğinde ısrar ederler. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun komutan olmasını istemiştir. Amr ise muhalefete devam etmekte, inatla “Komutan benim” demektedir. Ebu Ubeyde radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözüne tabi olmak için ısrar etmez ve ihtilaf böylece ortadan kalkar. (4)

Fedakâr Oluşu Ebu Ubeyde radıyallahu anh’ın hayatında İslam için yapmış olduğu yüzlerce fedakârlık vardır. Sevdiklerinden, yurdundan, canından vazgeçmesi vs. Ancak bunlar arasında Uhud savaşında Rasûlullah’ın yüzüne batan miğfer halkalarını ön dişleriyle sökme çabası vardır ki; gerçekten O’nun bu davaya nasıl bir sevda ile bağlandığına dünyada da ahirette de şahitlik edecektir. Uhud savaşı Müslümanlar için en zor savaşlardan birisiydi. Bu savaşta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dahi büyük tehlikelerle karşı karşıya kaldı. Müşrikler tarafından yüzü yaralanmış, mübarek dişleri kırılmıştı. Miğferinden kopan iki halka yüzüne batmıştı efendimizin. Hz. Ebubekir radıyallahu anh Rasûlullah’ı bu ıstıraptan kurtarmak için harekete geçmişti

4. Vakıdî, el-Meğâzî, II, 770-771; İbn Hacer, el-İsâbe, V, 511; Zehebî, A’lâmu’n-nübelâ, I, 9.

36

Şubat 2019


ki Ebu Ubeyde radıyallahu anh, koşarak geldi ve “Ey Ebubekir! Allah hakkı için bu şerefi bana bırak, o mübarek yüzdeki halkaları ben çıkarayım!” dedi. Ebubekir efendimiz bu samimi çağrıyı geri çeviremedi. Ebu Ubeyde “Uzan Ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Efendimiz uzandı, Ebu Ubeyde de başı ucunda dizleri üzerine çömeldi ve ‘Bismillah’ diyerek sağ yanaktaki halkayı çıkardı. Ancak halka ile birlikte Ebu Ubeyde’nin ön dişlerinden birisi de gelmişti. Ebubekir radıyallahu anh onun bu halini görünce dayanamadı ve “Ey Ebu Ubeyde! İkinci halkayı da bana bırak” dedi. Ebu Ubeyde aynı sözlerle tekrar ricacı olarak sol taraftaki halkayı da çıkarmak için davrandı. Halka çıkmış ama Ebu Ubeyde’nin bir dişi daha onunla birlikte gelmişti. Ebu Ubeyde dişlerini düşünmüyordu. O’nun tek derdi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem idi. “Ya Rasûlallah, rahatladın mı?” diye sordu. Efendimiz de “Evet, Ey Ebu Ubeyde rahatladım” buyurdu. (5) Ebu Ubeyde yaptığı bu hareketle ön iki dişini Allah yolunda feda etmiş ve kendisinden önce cennete göndermişti.

Adaleti Gözetmesi Ebu Ubeyder radıyallahu anh Hz. Ebu Bekir devrinde, önce devletin mali işlerini yürütmüş daha sonra ise Suriye cephesinde cihad eden ordu-

lardan birinin komutanlığına getirilmişti. (6) Hz. Ömer halife olduğunda Ebû Ubeyde’ye tüm Suriye ordularının başkomutanlığı vazifesini vermiş, bu dönemde Dımaşk, Hama, Lazkiye, Halep, Antakya ve Kudüs başta olmak üzere pek çok şehrin fethi gerçekleşmiş, Anadolu içlerine seferler düzenlenmişti. (7) Ebu Ubeyde’nin fethettiği yerlerden birisi de Humus’tu. Bu adil komutan fetih sonrasında yüksek bir tepeye çıkarak konuşma yapmış ve halka nasıl muamelede bulunacağını ilan etmişti. Bunlar arasında korunmaları karşılığında alınacak olan cizye vergileri de vardı. Rum halkı şahit oldukları bu durumdan memnunlardı. Zira karşılarında haklarını gasp etmeyen bir yönetici vardı. Hal böyleyken Ebu Ubeyde bir müddet sonra Heraklius’un büyük bir orduyla üzerlerine geleceğini öğrendi. O zaman İslam askerleri çeşitli bölgelere dağılmışlardı. Ebu Ubeyde’nin elinde bu saldırıya karşı koyabilecek kadar asker yoktu. Bu nedenle Antakya civarına çekilme kararı aldı. Ama Humus'tan geri çekilirken Rum halkına şu tebliğatı yaparak eşi benzerine nadir rastlanacak bir olaya imza attı: “Ey Rum halkı! Sizleri koruma karşılığında Cizye almıştık. Ancak şu an sizi koruyacak gücümüz olmadığından dolayı aldığımız tüm vergileri iade edeceğimizi ilan ediyoruz. Herkes Beytülmalden sorumlu

5. bkz: Vakıdî, el-Meğâzî, I, 246-247; Hâkim, el-Müstedrek,III,27. 6. İbn Hacer, el-İsâbe, V, 509; Halife b. Hayyât, Tarih, I, 123; Ezdî, Fütûhu’ş-şâm, 5. 7. İbn Hacer, el-İsâbe, V, 509; Ahmet Önkal, “Ebu Ubeyde”, DİA, X, 250.

Cemazi-el Ahir 1440

37


şahit olmuş ve O’nu taktir etmekten kendisini alamamıştı.

Hz. Ömer Ebû Ubeyde’nin Şam'daki evini ziyaret etmiş ve orada karşılaştığı manzara dan sonra ağlayarak Ebû Ubeyde’ye hitaben; Ey kardeşim Ebu Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi”

Habib b. Mesleme’nin yanına gelsin ve verdiği miktarı geri alsın.” Rumlar duyduklarına inanamıyor ve hayretle olan biteni anlamaya çalışıyorlardı. Ebu Ubeyde radıyallahu anh bu adaletli hareketiyle Rumların kalplerini fethetti ve birçoğunun İslam’a girmesine vesile oldu.

(8)

Dünyalığa Meyletmemesi Ebu Ubeyde radıyallahu anh koskoca komutan olmasına rağmen dünyanın şatafatına meyletmez daima zahidane bir hayat sürerdi. Başını sokacağı bir ev, karnını doyuracağı basit bir azık onun iaşesi için yeterli olurdu. Ömer efendimiz onun bu özelliğine bizzat

“Ömer efendimiz, Şam’a gittiği zaman, Onu karşılayanlara “Kardeşim Ebu Ubeyde nerede?” diye sordu. “Geliyor efendim” diyerek gelmekte olan Hz. Ebu Ubeyde’yi gösterdiler. Kavuşan iki dost selamlaşıp birbirine sarıldı. Hz. Ömer, Ona: “Haydi senin evine gidelim” deyince Hz. Ebu Ubeyde: “Buyurunuz ey Mü’min’lerin emiri” diyerek evine götürdü. Hz. Ömer, Ebu Ubeyde’nin evinde bir şey görememiş, Ona “Nerede senin eşyan? Burada bir keçe, bir kırba gibi şeylerden başka bir şey yok. Senin burada yiyecek bir şeyin yok mu?” dediğinde, Hz. Ebu Ubeyde O’na bir zenbil getirerek birkaç lokma çıkardığında Hz. Ömer ağlamıştı. Sonra da “Ey kardeşim Ebu Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi” buyurmuştu. (9) Başka bir olayda ise; Hz. Ömer, Hz. Ebu Ubeyde’nin şahsına dört bin dirhem göndermiş, bu parayı Ona götürecek elçiye “Dikkat et, bakalım, bu parayı ne yapacak?” diye tenbih etmişti. Hz. Ebu Ubeyde bu parayı aldıktan sonra onu hemen askerleri arasında taksim etmişti. Elçi, geri dönünce hadiseyi anlatmış, Hz. Ömer de “Hamd olsun ki Müslümanlar arasında böyle insanlar var.” demişti. (10)

8. bkz: Ebu Yusuf, Kitabü’l- Harac, s. 81. 9. İbn Hacer, el-İsâbe, 2: 254; İbnu’l-Esir,Üsdü’l-Gàbe, 3: 85. 10. İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımaşk,VII,165.

38

Şubat 2019


KAPAK DOSYA Derya Fıçıcı

ZATU’N-NİTAKEYN

A

llah’ın dinine hizmet ve fedakârlık deyince Hz. Esma radıyallahu anha geldi aklıma. Zorlukları aşanlar için kullandığımız bir tabir vardır; “Dağları aşmış.” İşte Hz. Esma radıyallahu anha dağları aşan kadındı. O dağlarda Allah’ın Rasulü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem olunca aşılmaz mıydı? Birde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkadaşı, sırdaşı Sıddık olan Ebubekir radıyallahu anh varsa o dağlar aşılmaya değmez miydi? Biz olsak biz de yapardık diyorum, neleri feda etmezdik ki, belimizdeki kuşağın ne önemi olurdu, söz konusu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve O’na ulaşmak, O’na varmaksa

yolun sonu, her şey feda edilirdi elbet. Tam da böyle düşünürken Hz. Esma radıyallahu anha

olabilir miydim düşün-

cesinden uyanıyor ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in

Sevr Mağarası’nda

değil de Cennette beni beklediğini biliyorum. Rabbimin vaadi var hepimize. Sırat-ı Müstakim üzere yürürsek, Allah’ın dinine yardım edersek, Allah da bize yardım edecek. Bugün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e

gitmek için aşmamız

gereken dağımız, yürümemiz gereken yolumuz bu. Yanımıza alacağımız azığımız ise Kur’an ve sünnet. Feda etmemiz gerekenler ise dünyalıklar.

Cemazi-el Ahir 1440

39


Tokat yedim mi Allah ve Rasulü için? Böyle birbirini kovalayan sorular...

Rabbimin vaadi var hepimize. Sırat-ı Müstakim üzere yürürsek, Allah’ın dinine yardım edersek, Allah da bize yardım edecek. Bugün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitmek için aşmamız gereken dağımız, yürümemiz gereken yolumuz bu. Yanımıza alacağımız azığımız ise Kur’an ve sünnet. Feda etmemiz gerekenler ise dünyalıklar.

İşte şimdi biz de olsak yapardık demekte

zorlanıyorum.

Yapabili-

yor muyum Ya Rabb?! diyorum, gerçekten

bunu

istiyor

muyum?

Neleri feda etmezdik ki demekten geri duruyorum. Feda edemediklerim neler acaba? Hz. Esma radıyallahu anha’nın

kuşağından daha önemsiz

neleri feda edemedim ya Rabb? Ya da daha değerli neleri feda ettim, edebildim? Hz. Esma radıyallahu anha’nın Sevr dağına tırmanırken harcadığı nefesin ne kadarını harcadım acaba? Ne kadar ter döktüm bu yolda? Ne kadar endişe yaşadım İslam davası için? Ebu Cehil beni takip ediyor mu diye arkama baka baka yürüdüm mü hiç?

40

Şubat 2019

Ey Esma! Sen yolunu yürüdün, dağını aştın, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaştın. Feda edeceğin kuşağın vardı, onu da feda ettin. Yiyeceğin bir tokat, korku ve endişeyle yürüyeceğin bir yol vardı. Yürüdün ve müjdeni aldın. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Esma radıyallahu anha’ya: “Ey Esma! Sana cennette iki kuşak verilecek.” buyurdu. Şimdi sıra bizde. Ümmetin diğer Esma’larında! Bu kadar mıydı Hz. Esma radıyallahu anha’nın Allah yolundaki fedakarlıkları, sıkıntıları, dertleri? Değil elbet. Daha şehit annesi olacaktı, evlat acısına sabredecekti. Sabır ki ne sabır! Üstelik ümmetin en sıkıntılı günlerine de şahit olmuştu. Dört halife dönemi bitmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatını gördükten sonra O’nun Sıddık’ı olan ve Hz. Esma’nın da babası olan Hz. Ebubekir radıyallahu anh’in acısını yaşadı. Derken Müminlerin Emiri Hz. Ömer radıyallahu anh’in şehit edilmesi, ardından Hz. Osman radıyallahu anh’ın şehadeti ve Hz. Ali radıyallahu anha ‘nin şehadeti... Rasûlullah sallallahu ve sellem’in gözdelerinin tek tek gidişini görmek, ardında kalmak, sabretmek kolay olur muydu hiç? Derken daha sıkıntılı günler ard arda geldi. Hz. Esma Radıyallahu anha’nın oğlu Abdullah b. Zübeyr radıyallahu anh, Yezid’e biat etmemiş, dokuz yıl Mekke’nin yönetiminde kalmıştı. Dokuz yılın sonunda Haccac


b. Yusuf, Abdullah b. Zübeyr radıyallahu anh’i Mekke yönetiminden alıp Emevi Hanedanlığına bağlamak için Kabe’yi kuşatma altına alıp mancınıklarla yıkmaya kalktı. Günler süren bu kuşatmanın ardından Abdullah b. Zübeyr radıyallahu anh’i şehit etmişti. Abdullah b. Zübeyr radıyallahu anh, şehadetinden önce annesine gelip: “Tüm askerlerim beni terkettiler. Ne yapayım?” diye sorduğunda: “Oğlum, sana ancak şehadet yakışır.” demişti. Bunu söylediğinde yüz yaşında, gözleri görmeyen bir anne idi. Düşmanları, Abdullah b. Zübeyr radıyallahu anh için: “Analar Abdullah gibi bir aslan doğurmamıştır.” diyordu. Haccac, Abdullah b. Zübeyr radıyallahu anha’in, başını gövdesinden ayırmış, başını Mısır’a göndermişti. Mısır halkına, ‘Eğer bana başkaldırırsanız sonunuz böyle olur’ demek istemişti. Abdullah radıyallahu anh’ın başsız bedenini de bir direğin üzerine çakıp teşhir etmiş, insanlar: “O bir sahabî, indir O’nu oradan.” deseler de dinlememişti. Haccac: “Eğer anası gelip benden rica ederse o zaman indiririm.” demişti. Esma validemiz radıyallahu anha: “Ben evlatlarımın sağlıklarında onların ayaklarına gitmedim, şimdi Allah yolunda öldürülmüşken mi onların ayaklarına gideceğim.” demişti. Ve bir gün oğlunun başsız bedeninin yanında durup: “Bu hatip minberden ne zaman inecek, yetmedi mi?” demişti. Başsız bir bedenin hatiplik yaptığını, o günün Mekke’sinde yaşayanlara çok şey söylediğini ifade ediyordu.

Ey Esma! Sen yolunu yürüdün, dağını aştın, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaştın. Feda edeceğin kuşağın vardı, onu da feda ettin. Yiyeceğin bir tokat, korku ve endişeyle yürüyeceğin bir yol vardı. Yürüdün ve müjdeni aldın. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Esma radıyallahu anha’ya: “Ey Esma! Sana cennette iki kuşak verilecek.” buyurdu.

Bunu duyunca Haccac, kendi elleriyle Abdullah radıyallahu anh’ın başsız bedenini oradan indirmişti. Hz. Esma radıyallahu anha,

oğlunu kendi elleriyle def-

netmişti. Aradan iki üç gün geçmeden kendisi de Rabbine kavuşmuştu. Hz. Esma radıyallahu anha, mümine bir hanımın Allah yolunda nasıl fedakârlık edileceğini en güzel şekilde gösteren, Sevr dağına tırmanan ayak izlerinden takip ederek Abdullah gibi arslanlar yetiştirip, şehitlerin annesi olabilme zirvesine ulaştıran yolun adıdır. Onun adı hem Esma hem de Zatu’n-Nitakeyn (iki kuşaklı)’dir. Selam ve dua ile

Cemazi-el Ahir 1440

41


İKTİBÂS Nedim Bal

ÇİN MEZALİMİ “İnsanlık içerisinde ey iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile allah’a ortak koşan (müşrikleri) bulursun.” (Maide, 82)

Çin'in Doğu Türkistan'daki Toplama Kampları Yakın zamanda Devlet Başkanı Şi Cinping’in “Yaşam Boyu Lider” olarak Komünist Parti tüzüğüne kaydedilmesiyle, ülkede Müslümanlara yönelik baskının dozunun daha da arttığını söylemek mümkün. Şi’nin statüsündeki değişimin ardından bölgede toplama kampları daha sık duyulmaya başlandı. Çin'in Doğu Türkistan'da Uygurları zorla tuttuğu top-

42

Şubat 2019

lama kamplarının her geçen gün yeni detayları ortaya çıkıyor.

Çöldeki Toplama Kampı 12 Temmuz 2015 tarihinde Doğu Türkistan üzerinden geçen uyduların kaydettiği görüntülerde yer alan sadece çöllerdeki boş arazilerdi. Fakat üç yıldan kısa bir süre içerisinde, 22 Nisan 2018 tarihinde, bölgedeki çölde uydu görüntülerinde farklı olan bir şey vardı.


Büyük, hassasiyetle korunan bir tesis. 2 kilometrelik dış duvara, 16 koruma kulesi eşlik ediyordu. Çin'in Doğu Türkistan'da böylesi bir uygulama gerçekleştirdiğine dair ilk bilgiler geçtiğimiz yıl ortaya çıkmaya başlamıştı. Varlığı uydu görüntüleriyle ispatlanan bu kamplardan birisi olan Dabancheng kampı. Bu kamp Uygur bölgesinin başkenti sayılan Urumçi’nin Güneydoğusunda bulunuyor. 2018 yılının Ekim ayında çekilen son uydu görüntüleri ise Çin'in söz konusu tesisi daha da büyüttüğünü ortaya koyuyor.

Tohti, kamplardaki uygulamaların bazılarını aktarıyor. Buna göre güneş doğmadan bir saat önce uyanan Uygurların, sıraya geçip “sabah sporu” olarak koşmaya başlamaları için 1 dakikaları var. Tohti, yeterince hızlı koşamayanların cezalandırılması için özel bir odanın bulunduğunu ve bu kişilerin odada tekme ve kemerle dövüldüğünü anlatıyor. Yine bu kamplarda kalanların domuz eti yemeye, alkol almaya ve İslam dinini kınamaya zorlandıkları belirtiliyor.

Kamplardaki Durum

Ablet Dursun Tohti isimli Uygur Türkünün tutulduğu kamp, güneydeki Hotan bölgesinde yer alıyor ve bu kampın da uydu görüntüsü mevcut.

Çin'in toplama kamplarında zorla tutulmuş olan bir isim de 29 yaşındaki Ablet Dursun Tohti.

Ablet Dursun Tohti 2015 yılının sonlarında bir ay boyunca burada tutulduğunu ifade ediyor. Bu da toplama

Cemazi-el Ahir 1440

43


kamplarının, basına yansıdığı tarihten çok daha önce teşkil edildiğini gösteriyor. Türkiye’ye kaçmayı başaran Ablet, 74 yaşındaki babasının ve 8 kardeşinin toplama kamplarında olduğunu söylüyor. 2014 yılında bir cenazede Kur’an’dan bir ayet okuduğu gerekçesiyle tutuklanan Abdusselam Muhammed de toplama kamplarında zaman geçirmiş Uygurlardan biri. “Eğitilmesi gerektiğini(!)” söyleyen Çin yetkilileri onu da Hotan’daki bir toplama kampına zorla kapatmış. Muhammed şimdi Türkiye’de. 2015 yılında toplama kampına atılan bir diğer Uygur da, telefonunda nikap/peçe takan bir kadının fotoğrafı bulununca zorla kampa götürülmüş. Su faturasını zamanında ödememe ve Hacca gitme gibi gerekçelerle toplama kamplarına gönderilen birçok Uygur’dan bahsediliyor.

Toplama Kamplarının Sayısında Artış Her geçen yıl Doğu Türkistan’da daha çok toplama kampının varlığı ortaya çıkıyor. Güvenlik güçleri tara-

44

Şubat 2019

fından sıkı sıkıya korunan bölgede bunu tespit edebilmenin tek yolu ise uydu görüntüleri. Çin'in son yıllarda bu tesisleri inşa etmeye hız verdiği görülüyor. 2017 ve 2018 yılında inşa edilen yeni tesislerin oldukça fazla olduğu göze çarpıyor. Bölgedeki toplama kampı alanlarının 2003 yılından bu yana 440 hektar arttığı ifade ediliyor. Durumun daha iyi anlaşılması için BBC’nin verdiği örnek oldukça çarpıcı. ABD’nin Los Angeles şehrinde 14 hektarlık bir alanda kurulu tesiste yaklaşık 7 bin mahkûm kapasitesi var. Buradan hareketle Çin yönetiminin ne kadar fazla Uygur’u toplama kamplarına gönderdiği anlaşılabilir. Dabancheng’deki

kamp

incelendi-

ğinde, kampın az alanda çok fazla kişiyi tutmak üzere planlanarak inşa edildiği ifade ediliyor. Uzmanların ifadelerine göre, sadece bu tesiste 130 bin civarında insanı tutmak mümkün. Doğu Türkistan’da bazı eski okul ve fabrikaların da toplama kampına çevrildiği ifade ediliyor.


Bunlardan biri de Yining 3 Numaralı Ortaokulu. Uydu görüntüleri, okulun ve yanındaki futbol sahasının bir toplama kampına dönüştürüldüğünü ortaya koyuyor. İki görüntünün arasında en fazla 1 yıllık zaman var.

Modern Eğitim Okulları (!)

| Hotan'daki bir toplama kampı

Müşrik Çin yönetimi, kampların varlığını başlangıçta reddetti. Ardından bu tesislerin “Yeniden Eğitim Okulları” ve “Mesleki Eğitim” okulları olduğunu ve amacının “Aşırıcılıkla Savaşmak, Çin Dilini ve Kültürünü Öğretmek” olduğunu öne sürdü.

Asya Toplumları Merkezi’nin yayın-

Ancak bu kampların, bir “Okul” olma amacıyla kullanılmasının olanaksız olduğu herkesçe malum… Bu “Okullarda(!) Eğitim(!)” görenlerin; “Kendi hatalarımı anladım. Eve dönünce artık iyi bir vatandaş olacağım.” şeklindeki ortak ifadeleri, buraların bir toplama kampından farksız olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bağımsız kaynakların belirttiğine göre; herhangi bir yargı kararı olmaksızın bu kamplarda tutulan mahkûm sayısının 3 milyonun üzerinde olduğunu belirtiyor.

Müslümanların Dindarlıkları Gözlemleniyor Çin, kendilerini akraba olarak tanıtan bir milyondan fazla Han Çin’lisini istihbarat toplamak için Uygur Müslümanlarının evlerine yolladı.

ladığı rapora göre, Çinli yetkililerin, 2014’te 200 bin, 2016’da 110 bin ve 2017’de ise bir milyonun üzerinde Han Çinlisini Uygur köylerine gönderdiği belirtildi. Bu rapora göre, ziyaretçiler ev sahibi Uygur Türklerinin namaz kılıp kılmadığını, Ramazan ayında oruç tutup tutmadığını, kadınların giyim kuşamlarını ve İslami kelimeler kullanıp kullanmadığını kayıt altına aldı. Uzatılan sigarayı veya alkolü almamak, karşı cinsle el sıkışmamak gibi davranışlar da not alınan hususlar.

Dini Uygulamalar Siliniyor Çin yönetiminin bölgede uyguladığı önemli politikalardan biri de İslam dininin pratiklerinin ortadan kaldırılması. Bu amaca binaen bölgede namaz, oruç, başörtüsü, sakal, peçe gibi pratiklere karşı kısmen ya da tamamen yasaklar uygulanıyor. Uygur Türklerinin çocuklarına İslam dinini çağrıştıran isimleri vermesi de yasak.

Cemazi-el Ahir 1440

45


Yurtdışına Kaçan Uygurlar Çin yönetiminin baskıcı uygulamalarından kaçarak Türkiye, İngiltere gibi ülkelere yerleşen Uygurların sorunları da bitmiyor. Akrabaları Doğu Türkistan’da kalan Uygurların bir kısmına ülkeye geri dönmeleri için baskı yapılıyor. Çin yönetimi yurtdışına çıkmayı başaran Uygurlardan, hatta yabancı bir ülkenin vatandaşlığına geçenlerden dahi belgelerini, ülkedeki adreslerini, pasaportlarını telefon numaralarını, eğitim ve çalışma hayatlarına dair bilgileri talep ediyor.

Çin Hapishanelerinde Hayatını Kaybeden Doğu Türkistanlı Alimler 1990 yılında komünist Çin tarafından «bölücülük» suçlamasıyla tutuklanan ve 28 yıldır Çin hapishanesinde esaret hayatı yaşayan Doğu Türkistanlı alim Abdülkerim Abdülveli (Kirem Qari), hayatını kaybetti. Konuyla ilgili açıklama yapan Doğu Türkistan Maarif Derneği Başkanı Hidayet Oğuzhan, Abdulveli’nin 1990 yılında çeşitli suçlamalarla 12 yıllık cezaya çarptırıldığını, daha sonra bu cezasının bitişi üzerine cezasının tekrar uzatıldığını ve tek kişilik hücrede tutulduğunu belirtti. Oğuzhan, bölgede etkin bir alim olan Abdulveli’nin vefatı dolayısıyla başsağlığı diledi. Abdulveli’nin ölümünün İsveç’te yaşayan kardeşi tarafından da doğrulandığı bildirildi. Son 2 sene içerisinde Çin hapishanelerinde yaşamını yitiren Doğu Türkistanlı beşinci ilim adamı olan Abdulveli’den önce Abdulha-

46

Şubat 2019

mid Damolla, Abdulahad Mahdum, Muhammed Salih Damolla ve Abdurreşid Hacim adlı alimler de aynı şekilde yaşamlarını yitirmişti.

Kaşgar’ın Sokaklarında Ölüm Sessizliği Bir zamanlar Doğu Türkistan’ın ve Uygur kültürünün kalbi olan Kaşgar da Çin yönetiminin baskısında nasibini alan bir diğer şehir. Sokaklarda gezen insanların, cami cemaatinin, çarşılardaki kalabalığın yerini ölüm sessizliği almış durumda. Bölgede sivil halka, gazetecilere nasıl cevap vermeleri gerektiğini telkin eden görevliler olduğunu aktarıyor. Şehrin merkez camisi de camiden daha çok bir müzeyi andırıyor. Gazeteciler bir sonraki namaz vaktini sorduklarında, onlara yanıt vermeye cesaret edebilen kimse karşılarına çıkmıyor. Yaşlı Uygurlara aynı soru sorulduğunda çoğunun dudaklarında sessiz ol manasına gelen aynı mimik canlanıyor. Bölgede gazetecilerle konuşmak oldukça riskli. Yaşlı bir Uygur şöyle fısıldıyor: “Artık kimse gelmiyor.” Tüm dünyanın derin bir sessizliğe büründüğü doğu Türkistan’da Çin yönetiminin baskıcı politikaları, müslümanları köklerinden ve inançlarından koparmaya devam ediyor. -------------------------

Kaynak Mepa News | Haber Merkezi


İSLÂM DÜNYASINDAKI KÂŞIFLER Cihan Malay

Sosyoloji ve Modern Tarihçiliğin Öncüsü:

İBN HALDÛN (1332-1406)

T

am adı Ebu Zeyd Abdurrahman bin Muhammed bin Haldûn el-Hadramî olan İbn Hal-

dûn, h.732/1332 yılında Tunus’ta dünyaya gelmiştir. Künyesi ilk evladı Zeyd’den gelmektedir. İbn Haldûn, kendi hayatını kendi

kayda kalmış kimselerden biridir. Zira o, “et-Târif” adlı eserinde kendi otobiyografisini kaleme almıştır. Eserinde Endülüs’te yaşayan ve “Beni Haldûn” olarak anılan bir aileden olup, 1332’de (Hicri 732) Tunus’ta doğduğunu ve ailesinin Endülüs fetihlerine katıldğını ve zamanla Endülüs’te önemli devlet görevlerinde yer aldığını ancak 13. yüzyılın ortalarında Endülüs’ün Kastilya kralı III. Ferdinand tarafından ele geçirilmesinden sonra da Tunus’a göç ettiğini yazar.

Cemazi-el Ahir 1440

47


Ailesini ve hocalarından bazılarını 1348 yılında yaşanan veba salgınında kaybettikten sonra kendisin-

İbn Haldûn’un öne çıkan en önemli özelliklerinden biri, kabileleri ve aşiretleri dolaşarak hanedanlıklar ve emirler lehine veya aleyhine ikna edici propaganda yapabilme yeteneğidir.

den Tunus’tan çıkması istense de hayatını burada sürdürmeye devam edeceğini dile getirerek Fas’a giden hocalarından bazılarından ayrılmak durumunda kalmıştır. Tunus’ta kaldığı bu süre zarfında bir takım idari görevlerde bulunmuş, ardından ilmi birikimini arttırma adına Fas, Endülüs ve “Dünya incisi, âlem bahçesi, milletler mahşeri, karınca gibi insanlar diyarı” adını verdiği Mısır’a yolculuklarda bulunmuştur.

Aileye “Haldûn” isminin verilmesi hakkında kaynaklarımızda şu bilgi aktarılmıştır: “Ailenin soy ismini aldığı kişi, Hâlid b. Osman b. Hânî’dir. Bu kişi, ailenin Endülüs’e gelen ilk kişisidir. Hâlid ed-Dâhil olarak da bilinen Hâlid’in ismi Endülüs’te âdet olduğu üzere saygı ifadesi olarak “Haldûn” şeklinde söylenmeye başlanmış, onun soyundan gelenler de “Beni Haldûn” diye tanınmıştır. Karmûne’de bir süre ikamet eden Haldûnoğulları, daha sonra yerleştikleri İşbîliye’de (Sevilla) saygın bir aile olarak tanınmışlar, Endülüs’te ve Kuzey Afrika’da siyasî ve ilmî alanda önemli rol oynamışlardır.” Ömrünün ilk yıllarından itibaren ailesinden gelen ilmi mirasa sahip çıkma özelliği kendisinde de devam etmiş ve ilmi hayata ilk adımlarını erken yaşta atmaya başlamıştır. Erken yaşta Kur’an’ı ezberlemiştir.

48

Şubat 2019

İbn Haldûn’un öne çıkan en önemli özelliklerinden biri, kabileleri ve aşiretleri dolaşarak hanedanlıklar ve emirler lehine veya aleyhine ikna edici propaganda yapabilme yeteneğidir. Mısır’da bulunduğu süre içerisinde 1384 yılında Kahire’deki el-Kamhiyye Medresesi’nde

müderrislik

göre-

vinde bulunarak öğrenci eğitimiyle ilgilenmiş, ardından aynı yıl Mısır’da hâkim bulunan Memlük Devleti Sultanı el-Melikü’z-Zâhir Berkuk tarafından sultanın ısrarı üzere Malikî başkadılığına atanmıştır. Bu görevinden dolayı kendisine “Veliyüddin” lakabı verilmiştir. Çeşitli defalar kadılık görevinden azledilmiş ancak tekrar görevine iade edilmiş, vefat edene kadar da görevini sürdürmüştür. Altı kez Mâliki kadısı olmuş, beş kez de görevi bırakmıştır.


Mısır’da olduğu yıllarda Mâliki fıkhı hocalığı yanında hadis hocalığı da yapmış, İslami ilimlerin diğer bazı alanlarında da öğrenci yetiştirmiştir. İbn Haldûn’un Ezher Camii’nde verdiği dersler büyük ilgi gördü. Makrîzî, İbn Tağrîberdî ve Sehâvî gibi tarihçiler, geniş bilgisi ve etkili hitabetiyle kendilerinde hayranlık uyandırdığını kaydederler. Talebeleri arasında en önde gelenlerden biri, kendisini bazı hususlarda eleştirmekle beraber İbn Hacer el-Askalânî’dir. İbn Haldûn, Mısır’da yaşadığı yıllarda Timur Devleti hükümdarı Timur’un Anadolu topraklarını işgal etmesi ve sıranın Şam topraklarına gelmesi üzerine Sultan Ferec tarafından Timur’a elçi olarak gönderilir. (1401) Et-Ta’rîf’ eserinin son bölümünde “Topal Kasırga Timur” başlığını taşıyan bölümde görüşmesine dair bilgilere yer verir. İbn Haldûn detaylarından eserinde bahsettiği Timur ile tam dört konuşma yapar. Tercüman aracılığıyla yapılan sohbette Timur, İbn Haldun’a özellikle Kuzey Afrika coğrafyasıyla alakalı sorular sorar. İbn Haldûn, Timur’un kendisine “Uzağıyla yakınıyla, dağlarıyla ırmaklarıyla, köyleriyle kasabalarıyla bütün Mağrib diyarını, sanki görüyormuşum gibi bana yazmanı istiyorum” dediğini ve kendisinin de on iki yaprağı bulan kısa bir özetle konuyu işlediğini söyler.

Çeşitli defalar kadılık görevinden azledilmiş ancak tekrar görevine iade edilmiş, vefat edene kadar da görevini sürdürmüştür. Altı kez Mâliki kadısı olmuş, beş kez de görevi bırakmıştır.

Timur’un bu seferinin İslam dünyasında çok büyük tahribata neden olduğu, Bağdat’ın talan edildiği ve Kuzey Afrika âlimlerinin Timur tarafından esir alındığı aktarılmıştır. Bu âlimler, 1402 yılında gerçekleşen Osmanlı-Timur devletleri arasındaki Ankara Savaşı’na esir olarak götürülmüşlerdir. (1) Muhammed Ebu Zehra, İbn Haldûn ile ilgili şöyle demiştir: “İbn Haldûn denince hemen akla, onun tarih ve sosyal olaylar ilmindeki yeri, toplumu anlama konusunda ortaya koyduğu kurallar, toplumların güçlüyken nasıl zayıf duruma düştüğü, asabiyet, devlet, devlet-otorite ve hatta hilafet ile ilgili yeri ve fikirleri akla gelir. Hiç kimsenin aklına bu büyük tarihçinin fıkıh ve kadâ (yargı) ile ilgili konumu gelmez. Halbuki o, en olgun

1. Cüneyt Kanat, “Orta Doğu'da Hâkimiyet Mücadelesi (1382-1447) Memlûk-Timurlu Münasebetleri”, https://www.tarihtarih.com

Cemazi-el Ahir 1440

49


yirmi dört senesini fıkıh okutarak ve

O, toplumun bağımsız bir ilmin

kadılık yaparak geçirmiştir. Onun diğer

konusu olması gerektiğini vurgula-

Müslüman kadılar içerisinde kendine has

mış ve bu ilme umran adını vermiştir.

bir yargı siyaseti ve çok fazla olmasa veya mahir fakihlere yetişmese de fıkhî görüşleri mevcuttur.” (2) “Umran İlmi” adıyla kendine ait bir disiplin oluşturan İbn Haldûn, bu yeni ilim dalında tarih üzerine düşünceler ortaya koyarak medeniyet ve kültür tarihine öncülük etmiştir. Umran, “imar, imaret ve mimar” kelimeleri ile aynı kökten türeyen ve genel olarak “bayındır olma, abad olma uygarlık ve toplumsal kalkınma” gibi anlamlara gelmektedir. Bu yüzden kavram genellikle uygarlık, şehir hayatı ve toplumsal kalkınma olarak algılanmıştır. İlm-i Umran’ın amacı toplumsal sünnetullah’ı araştırmaktır. (3)

İçtimaî hadiselerin birtakım sebep ve illetlerden kaynaklandığına inanmış ve bu sebep ve illetlerin toplumun tabiatından neşet ettiğini ifade etmiştir. İbn Haldûn sosyal olayların illiyet kanununa ve determinizme (belirlenimcilik) bağlı olduğunu ifade etmiştir.” (4)

Çağını Aşmış Bir Eser Olarak Mukaddime İbn Haldûn denilince ilk akla gelen onun

“Mukaddime”

adlı

eseridir.

Bu kitap müstakil bir kitap olarak hazırlamamış, ancak daha sonraları “Kitâbü’l-İber” adlı yedi ciltlik dünya tarihiyle ilgili yazdığı eserinin giriş ve önsözünü teşkil eden birinci cilti-

Eserlerinde yer verdiği bazı bilgiler-

nin ayrı bir kitap olarak basılmasıyla

den sonra yer verdiği şu satırlar onun

meydana getirilmiştir.

İslam hassasiyetini gözler önüne sermektedir: “Geceyi gündüze, gündüzü geceye çeviren Allah’tır. Aziz ve Cebbar olan da O’dur. En iyisini yüce Allah bilir.”

Tarihçi öğrencilerinden Makrîzî (ö. 845/1442) hocasının bu eserinden şöyle söz eder: “İnsan, muradına ancak bir benzeri daha yazılmayan Mukaddime

Onun sosyoloji (toplumbilimi) ilmi-

ile erişebilir. O, ilim ve marifetin özüdür.

nin kurucusu olması hususunda Satı

Hadiselerin ve haberlerin hakikatini tarif

el-Husrî (ö.1969) şöyle der: “İbn Hal-

eder. Sözleri, eşi bulunmayan pırlantadan

dûn üç nedenden dolayı sosyolojinin

daha güzel, meltem ile serinlemiş sudan

kurucusu olarak kabul edilmektedir:

daha latiftir.”

2. Dr. Emine Gümüş Böke, İbn Haldûn ve Fıkıh İlmine Dair Görüşleri, s.96. 3. Alaaddin Yanardağ, İbn Haldun’a Göre Liderin ya da İyi Bir Hükümetin Nitelikleri ve Tek Kişinin İktidarı, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Sayı: 11, Nisan 2017, s.276. 4. Cengiz Tomar, Mit ve Gerçek Arasında: Arap Dünyasında İbn Haldûn Yaklaşımları, İslâm Araştırmaları Dergisi, Sayı 16, 2006, s.18.

50

Şubat 2019


Mısır’da eser telif eden büyük tarihçi Cebertî (ö.1240/1825), İbn Haldûn’un Mukaddime’sine “Onu kim okursa ilimle dolu bir denizle ve marifenin nefis mücevherleriyle

karşılaşır”

şeklinde

atıfta bulunmuştur. İngiliz tarih felsefecisi Toynbee eser hakkında şu ifadelere yer verir: “Mukaddimedeki tarih felsefesi, türünün en büyük eseridir. Şimdiye kadar hiçbir ülkede ve çağda, hiçbir insan zekâsı böyle bir eser ortaya koyamamıştır.” O, yazdığı eserlerinden Kur’an ve Sünnet aydınlığında yol alabilmenin gayreti içerisinde yer almıştır. Nite-

İbn Haldûn denilince ilk akla gelen onun “Mukaddime” adlı eseridir. Bu kitap müstakil bir kitap olarak hazırlamamış, ancak daha sonraları “Kitâbü'lİber” adlı yedi ciltlik dünya tarihiyle ilgili yazdığı eserinin giriş ve önsözünü teşkil eden birinci ciltinin ayrı bir kitap olarak basılmasıyla meydana getirilmiştir.

kim mukaddime eserinde de bu yön bariz bir şekilde göze çarpmaktadır. Meseleleri yorumlama da sık sık bu iki temel kaynağı kaynak göstermiştir. Eserin yazılış nedenini kendisi şu sözlerle açıklamıştır: “Mukaddime’nin

Tarih

hedefi, sosyal kaide ve kanunları, kavim-

İbn Haldûn, bu eserinde tarih ilminin

lerin, asırların, ülkelerin, hallerini, olay-

şu sözlerle dile getirmiştir: “Malum

ların değişmek olduğunu, bu değişmenin

olsun ki tarih ilmi; gayesi şerefli, fayda-

tesirlerini bilmek, sebep ve sonuçların

ları pek çok ve usûlü gayet önemli olan bir

incelemek, devletlerin başlangıç ve değiş-

(disiplin ve) fendir. Çünkü bu ilim, geç-

melerini icap ettiren amirleri, bu devletleri

mişteki kavimlerin ahlâkı, nebilerin gidi-

yönetenlerin hallerini incelemektir.”

şatı, hükümdarların devletleri ve siyaset-

Eserde tarih, devlet yönetimi, coğ-

leri ile ilgili hallere bizi vakıf kılar. Din ve

rafya, ekonomi gibi çeşitli konulara

dünya hallerinde, maksadı, örnek (ibret)

değinen İbn Haldûn, bu konular hak-

almak olan kimsenin temin edeceği fayda

kında fikirlerine de yer vermiştir.

bu suretle tamamlanmış olur.”

(5)

5. Mukaddime, c.I, s. 64-65.

Cemazi-el Ahir 1440

51


“İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür.”

Tarih ilmini şöyle tarif eder: “Tarih ilmi; düşünmek, araştırmak ve hadiselerin sebeplerini bulup ortaya koymaktır.” Tarihle ilgilenen kimsenin şu hususları iyi bilmesi gerektiğini söyler: “Bu ilimle uğraşan, siyasetin kaideleri ve varlıkların tabiatlarını bilmesi gerekir... Gaib hususları halihazır duruma bakarak kavraması, mevcut durum ile gaib ve tarihi durum arasındaki uygunluğu veya ikisi arasındaki farkı ihata etmesi, uygunluğun ve farkın illet ve sebeplerini göz önünde bulundurması, devletlerin ve milletlerin hangi esaslar üzerinde kurulu olduğuna, ortaya çıkış esnasında dayandıkları prensiplere, meydana gelişlerine temel teşkil eden sebeplere, vücuda gelmesine tesir eden amillere, o devleti idare edenlerin haber ve hallerine dikkat etmesi, bütün bu hususlarda malumat sahibi olması gerekir... Eskilerin tarih ilmini büyük ve önemli görmelerinin yegâne sebebi söz konusu husus idi. Onun için Taberî, Buhârî ve İbn İshak gibi bu ümmetin âlimleri tarihçiliği bir meslek ve ihtisas dalı olarak benimsemişlerdi.” (6) Tarihi bir hakikati şöyle dile getirir: “Mağluplar, galiplere doğaları gereği 6. İbn Haldun, c. 1,240-241

52

Şubat 2019

düşkünlük gösterir, hayranlık duyar ve onda üstün/kâmil vasıflar ararlar... Mağlup taraf birinci aşamada galip tarafa ait nişan, kıyafet ve toplumsal hal, tavır ve davranışları taklide eğilim gösterir.” “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer” sözüyle, tarihi zamanlar değişse de insanın yine insan olduğu hakikatinin unutulmaması gerektiğini ifade eder. Câbirî, İbn Haldûn’un tarihçiliği hakkında şöyle der: “İbn Haldûn, İslam tarihi ve onun seyri hakkında kendisine has tecrübelerine, döneminin olaylarına ve kendi döneminde yaşayan toplumların sosyal ve tarihî verilerine dayanan bir tasavvur oluşturmuştur.”

Devlet Yönetimi Devlet beş tavır ve devreden geçmektedir: I. Devre. Zafer ve başarı devresidir. Kuruluş ve galibiyetler dönemidir. ll. Devre. İstibdat devresidir. Bu devrede yönetenlerle teba arasında ayrılıklar baş gösterir. Devlete ortak olanlar arasında mücadele vardır.


III. Devre. Rahat ve huzur devresidir. IV. Devre. Kanaat ve barışla yaşama çağıdır. Bir taraftan önceki tecrübelerden istifade edilirken diğer taraftan da gevşeme ve gerilemenin başladığı dönemdir. V. Devre. İsraf ve bozulma devresidir. Sefahat, şehvet ve arzuların hâkim olduğu safhadır. İnsanın olgunluktan ihtiyarlık çağına geçişine karşılıktır. Devletin yıkılmaya ve çökmeye yüz tuttuğu dönemdir.” (7) İbni Haldûn’a göre devlet; doğan, büyüyen ve ölen bir organizma kimliğindedir. Bu benzetmeden sonra devleti üç döneme ayırarak inceler. Bunlar: “Kuruluş, yükselme, gerileme ve çöküş dönemi. Kuruluş Dönemi: Devlet bir mücadele sonunda oluşur ve kuruluş döneminde muhalefet edenler sindirilir ve yenilgiye uğratılır. Bu dönemde, devlet örgütlenmesinin bütün şartları tam anlamı ile yerine getirilemez. Bu dönemde sosyal dayanışma aynı kandan gelme gibi bir maddi olguya dayanmaktadır. Daha sonraları bu kabile diğer aşiretlerden katılmalar sonucunda, kandaşlık özelliğini yitirmektedir. Yükseliş Dönemi: İbni Haldûn’a göre bu dönemde toplumu, “istibdat (baskı)” ve “ferağ” olmak üzere iki tavır karakterize etmektedir.

İstibdat dönemi, iktidarın tamamı ile bireyselleştiği devredir. Bu dönem her şeyden önce hükümdarın kavmini baskı altına alarak devleti kendi başına idare etmeye başladığı dönemdir. Yükseliş döneminin ikinci aşaması olan ferağ tavrı, taklit yolunun sosyal yaşantıyı tümüyle etkisi altına aldığı devreyi ifade eder. Gerileme ve Çöküş Dönemi: Gerileme ve çöküş dönemi, hayatın son iki aşamasını içine alan “müsalemet(barış)” ve “israf (gereksiz harcama)” olmak üzere iki madde olarak ifade etmektedir. Müsalemet aşamasını ifade eden özellik, kanaat ve barışçılıktır. İsraf, saçıp-dağıtma temel davranış biçimi olur. Hükümdarlar ve çevreleri, bu dönemde kendilerinden önce hükümette bulunanların topladıklarını şehvet, arzu ve zevkleri uğrunda harcarlar. Askere ayrılan masrafları kendi arzuları için sarfederler. Hükümdar ordu örgütü ile ilgilenmez. Ordu teftiş edilmez. Böylece askeri güçlerde bozulmuş olur. (8)

İktisat Kitabında ekonomi hakkında verdiği bilgiler ve yaptığı çıkarımlarından dolayı Boulakia, İbn Haldûn’un ekonomi biliminin babaları arasında sayılması gerektiğini düşünmektedir. (9)

7. İbn Haldûn, Mukaddime, trc.Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, s.?. 8. İbn Haldûn’un Devlet Anlayışı, https://www.mepanews.com/ibn-haldunun-devlet-anlayisi-72yy.htm 9. Rauf Belge, İbn Haldun’un Mukaddime’sinde İktisadi Coğrafya, Marmara Üniversitesi Öneri Dergisi, Cilt 13, Sayı 50, Temmuz 2018, s.270.

Cemazi-el Ahir 1440

53


Toplumların geçim kaynakları ile yaşam tarzları hakkında uyum olduğunu, iktisadi olayların toplumsal olayları etkilediğini dile getirmiştir.

Toplumların ayakta durmasını sağla-

İbni Haldûn şöyle der: “Allah insanı yaratmış, gıdasız yaşaması ve hayatını devam ettirmesi mümkün olmayacak sûrete ve biçime koymuş, fıtratı ile gıdasını aramaya ve kendisine tevdi edilen kudret ile bunu elde etmeyi ona belletmiştir.”

olan temel faktörün gurur olduğunu

İbn Haldûn üzerine yaptığı araştırmaları kitaplaştırılmış olan Satı el-Husrî (ö.1968) onun ekonomi hakkında yaptığı tespitler üzerine şu sözleri aktarır: “İbn Haldûn, ekonomiye yaklaşımı bakımından yüzyıllarca öncü olma özelliğini korumuştur.

Medeniyet ve Kültür Toplum ve kültürü canlı bir organizmaya benzeterek, insanın gelişimi ve ihtiyarlaması ile medeniyetin gelişimi ve çöküşü arasında birebir ilişki kurmaktadır. İnsanın tek başına yaşamasının zorluğundan yola çıkarak onun sosyal bir varlık olduğunu söyledikten sonra bunu insanlar arasındaki birbirine muhtaçlık ilişkisi ile dile getirir. Toplumların ilerlemelerinin tek yolunun maddi etkenlerden ibaret olduğunu zannedenlere de bunun ahlak olmadan tam anlamıyla gerçekleşemediğini söyler. Toplumda ilerlemenin yolunun güzel ahlak ve ahlaki değerlere sahip çıkmayla gerçekleşebileceği gerçeğini ortaya koyar.

54

Şubat 2019

yan en önde gelen etkenlerin başında adalet

geldiğini

dile

getirdikten

sonra adaletin gerçekleşmesine engel söylemiştir.

Vefatı Hayatının ilk yirmi yılını Tunus’ta, yirmi altı yılını Cezayir, Fas ve Endülüs’te, dört yılını yine Tunus’ta, son yirmi dört yılını da Kâhire’de geçiren, ilmi kişiliği yanında çeşitli idari görevlerde bulunan ve sosyoloji ilminin kurucusu ve modern tarihçiliğin öncüsü kabul edilen İbn Haldûn, 26 Ramazan 808 (17 Mart 1406) tarihinde Kâhire’de vefat eder ve Nasr Kapısı karşısındaki Sûfiye Kabristanı’na defnedilir. İbn Haldûn’un kabrinin yeri bugün bilinmemektedir. Batılılar onu “Tunuslu Büyük Bilge” olarak adlandırmıştır. Avrupalı tarihçi Toynbee, “Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından meydana getirilmiş en büyük tarih felsefesinin sahibi” ifadeleriyle İbn Haldûn’u övmüştür. “İbn Haldûn, orta çağın karanlık gecesinde muhteşem ve münzevi bir yıldız; Ne öncüsü var ne devamcısı… O, kendi semasında tek yıldız.” (Cemil Meriç)


Eserleri

“İnsan, alışkanlıklarının çocuğudur.

- Lübâbü’l-Muhassal fî Usûli’d-Dîn. Eser, Fahreddin Râzî’nin (ö.1210) “el-Muhassal” isimli eserinin kısaltılmış şeklidir.

Neye alışırsa doğru ve doğal olan ona oymuş gibi gelir.” “Şehirlerin de bir ruhu vardır. Bir şehirde yaşayan insanlar zamanla

- Şifâü's-Sâil li-tezhîbi’l-Mesâil. İbn Hal-

yaşadığı şehrin ruhuyla karakteristik

dûn’un tasavvufa dair eseri.

açıdan özdeşleşirler.”

- Kitâbü’l-İber ve Divânü’l-Mübtede’ ve’l-Haber

Eyyâmi’l-Arab

ve’l-A-

cem ve’l-Berber ve men Aşârahüm min Zevi’s-Sultânî’l-Ekber. Dünya tarihi

“İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür.”

niteliği taşıyan eser, üç kitap ve yedi

“Şehir, istenilen ölçüde refaha ve bolluğa

ciltten meydana gelmektedir. Eserin

ulaşmış ve artık rahat ve huzurlu bir

birinci kitabını geniş bir önsöz ve giriş kısmı yani mukaddimesi oluşturmaktadır. Eser bu bölümü daha

hayatı tercih eden toplumların edinmiş oldukları bir istikrar ve yerleşim yeridir.”

sonra müstakil olarak “Mukaddime”

“İyi hasletlerde yarışmak mülkün alamet-

olarak basılmıştır.

lerindendir.”

- et-Ta’rif.

“Elimize geçmeyen ilmî eserler, elimize

Sözleri “Kıtlık zamanlarında insanları öldüren şey açlık değil, fazlaca alıştıkları tokluk-

geçenlerden daha çoktur.”

-----------------------

tur.” “Merhamet, masum olduğu için her kalbe

Kaynaklar

misafir olmaz.”

1. Bahadıroğlu, Diba. İbn Haldun Kimdir?,

“Adaletsizlik medeniyeti mahveder.” “Peygamberler bile başkalarını yenmek için, kendileri gibi düşünen yol arkadaşları bulmak zorundadır. “ “İlme yasak koyanlar veya insanları yalanla meşgul edenler, aklın ve insanlığın en büyük düşmanlarıdır.”

www.makaleler.com 2. Şulul, Kasım. İbn Haldun’un (1332-1406) Tarih Görüşü, D.E.Ü. İlahiyat Fakiiltesi Dergisi, Sayı XV; İzmir 2002. 3. İbn Haldun, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları. 4. Uludağ, Süleyman. TDV İslam Ansiklopedisi “İbn Haldûn” maddesi, cilt: 19, yıl 1999, sayfa: 538-543.

Cemazi-el Ahir 1440

55


YAKIN TARİH Furkan Uyanık

DİLDEN KALBE SİRAYET EDEMEYEN KUDÜS Filistin 1920 San Remo Konferansı’nda İngiltere’nin manda yönetimine verildi. Böylece 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar devam edecek İngiliz sivil yönetimi göreve gelmiş oldu.

56

Şubat 2019

Hilafetin Yolu Kudüs’ten Geçer… Alimlerimiz ne kadar yerinde bir tespit yapmış. Bir beldenin izzeti ve şerefi ancak bu denli nitelenebilirdi. Bizler Kudüs’ü çok seviyoruz, oradaki zulümden çok rahatsızız.

şekillerde

tanımlayacaktır.

Peki bizler Kudüs’ü gerçekten ne kadar iyi tanıyoruz? Orada verilen mücadeleyi ne kadar biliyoruz? Ve daha da önemlisi bizler Kudüs için ne yapıyoruz?

Cevap,

zihnimizin

aslında

derinliklerinde

bildiğimiz ama kabullenmek

Hangi Müslümana sorarsak

istemediğimiz,

Kudüs’ü; kanayan yaramız-

geldiğimiz

dır, Müslümanlarındır, orada

evet… Hiçbir şey yapmıyo-

büyük bir zulüm vardır vb.

ruz…

görmezden

cinsten.

Evet,


Bugünlere kadar sadece konuştuk, Kudüs ile ilgili mitinglere katıldık, bağırdık, sesimizi haykırdık ve neticede acıktığımız için miting sonunda Burger King’lere gittik. Bir pilavı bile coca colasız içemez olduk. Çay ocaklarında ateşli konuşmalarımızı nargilesiz yapamaz olduk…

çıkarıp, Tih çölünden çıkmalıyız.

Peki unuttuğumuz neydi? Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethederken yüreğindeki imanın mümin erkek ve mümin kadınlara anlatmadık. Selahaddin Eyyubi’nin (rahmetullahi aleyh) orayı fethetmek istediğinde, gülmemesindeki ve sırf bu işi başarmak ve Rabbinden yardım dilemek adına Rabbine sığınıp 40 yıl boyunca namazlarını cemaatle kılmasındaki hikmetin kalbindeki imanın gereği olduğunu bizler anlatmadık, kardeşim. Bizler de maalesef kontrol altına alınmışız. Düşmanlarımız sistemi sıkıştırıp vidalandırdılar. Bu vidanın oynamaması için de zihinlerimizi kontrol etmekteler. Biz, zulüm görülen coğrafyalardan bihaber olmuşuz. Ey Müslümanlar! Kendinize gelin. Bakın Gırnata Emirliği’nin son sultanı Ebu Abdullah şehrin anahtarlarını İspanyol kral ve kraliçesine teslim edip şehri terk ederken yanı başındaki Ayşe Sultan şöyle söyler: “Ağla oğlum ağla… Erkekler gibi savaşmadın şimdi otur kadınlar gibi ağla!” bu bizim için ciddi bir örnektir. Bu ümmetin bizden neler beklediğini anlayalım. İslam müdafaa ister, mücadele ister. Karanlık odalarda söylediğimiz hakikatleri gün yüzüne

sabretmektir. Bizler inşallah bu yazı-

Gâvura fırsat vermeyince her şeyin düzeleceğini iyi fehmetmeliyiz. Her ne kadar Siyonist Haçlı saldırıları İslam beldelerini cayır cayır yaksa da bizler Kur’an ve sünnete sarılıp sebat etmeliyiz. Sebat etmek, başlanan hayırlı işin sonuçlanmasına dek mızda gündemimizde sürekli olması gerektiğini düşündüğümüz Kudüs’ümüzün son yüzyıldaki ahvalini aktarmaya çalışacağız. Kudüs, Müslümanların yıkılmayacağını muhakkak bir gün ispatlayacaktır.

Son Yüzyılda Kudüs Tarihi “Birinci Siyonizm kongresi 1897’de İsviçre’de toplandı. Theodore Herzl’in “Der Judenstaat” (Yahudi Devleti) adlı makalesi kendisinden önceki Siyonist zihniyetli insanların fikirlerine sahipti ve bu kongrenin temel dinamiklerini oluşturmaktaydı. Siyonist devlet fikrinin gerçekleşme sürecinde büyük etkisi olan Theodor Herzl, II. Abdülhamid’den Filistin topraklarına yerleşme izni isteyen -zira çıkardıkları kargaşalardan

dolayı

Yahudilerin

Filistin’e giriş izinleri önceki Osmanlı padişahları tarafından yasaklanmıştıve her seferinde red cevabını alan kişiydi. 2 Kasım 1917’de Balfour Deklerasyonu ile İngiltere’nin Yahudilerin bölgede siyasi bir varlık oluşturmalarını destekleyeceğini açıkladı.

Cemazi-el Ahir 1440

57


Tel Aviv’de 14 Mayıs 1948’de saat 16:00’da İsrail Devleti ilan edildi. Karar son İngiltere birliklerinin bölgeyi terk ettiğinin ertesi günü yürürlüğe girdi. İsrail Devleti, iki bin yıl sonra kurulan ilk Yahudi devletiydi. Filistinliler 15 Mayıs’ı “En-Nekbe” diye andılar. Yani “Büyük Felaket” günü… Bir anda binlerce Filistinli, mülteci durumuna düştü, evlerini terk etmek zorunda bırakıldı.

1917 yılı Kudüs için bir kader yılı oldu. Kudüs Savaşı’ndan sonra General E. Allenby tarafından yönetilen İngiliz Ordusu, şehri ele geçirdi. Böylece Kudüs’teki yaklaşık 1200 senelik Müslüman hakimiyeti de sona erdi. Filistin 1920 San Remo Konferansı’nda İngiltere’nin manda yönetimine verildi. Böylece 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar devam edecek İngiliz sivil yönetimi göreve gelmiş oldu. İngiliz yönetiminin yoğun Yahudi göçüne izin vermesiyle Kudüs ve

58

Şubat 2019

daha geniş manada Filistin, Filistin, 1920-28-29-33-36’da bir dizi protesto, silahlı ayaklanma, grev ve boykota sahne oldu. Hatta 1946 yılında İngilizlerin karargâh olarak kullandıkları King David Oteli’nin Siyonist örgüt İrgün tarafından dinamitlenmesi ve bunun sonucunda farklı milletlerden 91 kişinin ölümü ve 46 kişinin yaralanması olayı İngilizlerin artık bu topraklarda gücünün tükendiğinin göstergesiydi. Bu trajik olay çoğu terör uzmanı tarihçiler tarafından modern terörün ilk gerçek eylemi olarak nitelendirildi. Ayrıca israil’in kurulmasına giden sürecin kırılma noktalarından biri oldu. 1922 yılında Aksa Cami 20.yy’da ilk kez onarıma girdi. İngiliz mandası altındaki Filistin’de Müslümanların en yüksek organı olan Yüksek Müslüman Konseyi, Türk mimar Ahmet Kemalettin Bey’i, Aksa Cami’nin 20.yy’daki ilk restorasyonunu yapması için görevlendirildi. Caminin temeli ile kolon ve kirişinde onarım yapıldı. 1929-1936 arasında Filistin’de Yahudi Nüfusu giderek artmaya devam etmişti. İngiltere mandası altındaki Filistin’e Siyonist proje kapsamında yüz binlerce Yahudi göç etti. Bu da Arap topluluklarda öfkeye, isyana yol açıyordu. 1922’de İngiltere’nin düzenlediği bir nüfus sayımı Yahudilerin sayısının Filistin’deki 750 binlik nüfusun %11’ine ulaştığını gösteriyordu. Bundan sonraki 15 yılda 300 bin Yahudi daha gelecekti. Siyonistlerle Araplar arasındaki düşman-


lık Ağustos 1929’da canlı tartışmalara dönüştü. Bu çatışmalarda İngiltere polisi 110 Filistinliyi öldürdü. Tel Aviv’de 14 Mayıs 1948’de saat 16:00’da İsrail Devleti ilan edildi. Karar son İngiltere birliklerinin bölgeyi terk ettiğinin ertesi günü yürürlüğe girdi. İsrail Devleti, iki bin yıl sonra kurulan ilk Yahudi devletiydi. Filistinliler 15 Mayıs’ı “En-Nekbe” diye andılar. Yani “Büyük Felaket” günü… Bir anda binlerce Filistinli, mülteci durumuna düştü, evlerini terk etmek zorunda bırakıldı. 1949 yılında Türkiye, İsrail’i 31.sırada tanıyan devlet oldu. İsrail, Ocak 1950’de Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olarak Batı Kudüs’ü başşehir ilan etti ve parlamento ile birlikte diğer önemli hükümet birimlerini oraya taşıdı. 1948’de Kudüs’te 60.000 Arap nüfusuna karşılık Yahudi nüfusu 100.000 dolayındaydı. Bu rakam 1967’de 197.000’e kadar yükseldi. İsrail dışındaki yahudilerin sözde vadedilmiş topraklara dönmesi olarak nitelenen “Siyonist Aliyah” 1882 yılından itibaren milyonlarca yahudiyi dünyanın dört bir yanından Filistin’e getirmişti. 1974 yılında Arafat, BM’de ilk kez İsrail sorunu hakkında konuştu. Arafat liderliğindeki FKÖ ile Ebu Nidal gibi FKÖ dışındaki Filistinli örgütler, İsrail ve diğer hedeflere karşı 1970’lerde bir dizi eylem düzenledi. Kara Eylül diye de bilinen Ebu Nidal’in örgütü, 1972 Münih Olimpiyatları’ndaki eylemde

21 Mart 2014 tarihinde ise Müslümanlar Mescid-i Aksa’da yeni bir uygulama ile tanıştı. İsrail’in 50 yaş altındaki Müslüman erkeklerin Harem-i Şerif’e girişini yasaklamasının ardından binlerce Filistinli Kudüs sokaklarında namaz kıldı.

11 İsrailli sporcuyu öldürdü. Filistin’in tamamını “kurtarmak” için silaha başvuran FKÖ lideri Arafat, bir yandan da BM’de barışçı çözümü savunduğunu belirten ilk konuşmasını yaptı. Siyonist projeyi kınadı ama ekledi: “Bugün bir elimde zeytin dalı, bir elimde kurtuluş savaşı veren birinin silahı var. Zeytin dalını düşürmeyin.” Bu konuşma Filistinlilerin uluslararası tanınma çabalarına büyük katkı sağladı. Bir yıl sonra ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Harold Saunders, Arap-İsrail barışı müzakere edilirken Filistin halkının meşru çıkarlarının da hesaba katılması gerektiğini söylüyordu. 1977’de dünya büyük bir şaşkınlık yaşadı. Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat 19 Kasım 1977’de İsrail’e uçup parlamentoda konuşma yapınca

Cemazi-el Ahir 1440

59


yerine göre 3 ya da 4 milyon doları gözden çıkarmışlardır. Günümüzde satın alınmaya çalışılan bu bölgelere

2015 yılında Kudüs’ü 600 bin Amerikalı, 400 bin Rus, 300 bin Fransız ve 200 bin Alman ziyaret etmiştir. Buna mukabil ülkemizden Kudüs’ü ziyaret eden kişi sayısı 26 bindir. Daha da acısı bu sayı dünya nezdinde Müslüman ülkeler arasında en yüksek olanıdır.”

dair açık çek yazıldığı vakidir. Bu satışların önüne geçmek için Filistinli bazı gruplar da “toprağını satanın katli vaciptir” fetvasını çıkarmışlardır. Bütün toprak kazanma çalışmalarına rağmen işgal devleti mensuplarının 1948 savaşından önce toplam toprak yüzdesi Filistin topraklarının yaklaşık %6’sıdır. İsrail’le ittifak yapan Falanjistler, İsrail ordusunun da yardımıyla Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce Filistinliyi öldürdü. Bu, Ortadoğu’da yüzyıllardan beri görülmeyen en vahşi katliamlardan biriydi.

dünya şok oldu. Zira Yom Kippur Savaşı’nı daha 4 yıl önce başlatan kendisiydi. Ardından Sedat, İsrail’i tanıyan ilk Arap lider oldu. Mısır ve İsrail’in 1978’de imzaladığı Camp David antlaşmalarına göre, Ortadoğu’da barışın çerçevesi çiziliyordu ve buna Filistinlilere sınırlı özerklik verilmesi de dâhildi. Bir sonraki yılda imzalanan ikili barış antlaşmalarına göre de Sina Yarımadası Mısır’a geri verildi. Enver Sedat ihanetinin bedelini 1981’de suikaste kurban giderek ödedi. 1980 yılında birleşik Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu ilan edilmiş lakin hiçbir ülke bu kararı tanımamıştır. Hıristiyanlara ve Müslümanlara ait evleri almaya çalışmışlar,

60

Şubat 2019

Başka bir aşırılık yanlısı grup Aksa’yı havaya uçurmayı planladı. “Haremüşşerif Sadıkları” adlı bu grubun lideri Yehuda Etzion isimli fanatik bir yahudiydi. Aksa Camii’nin yıkılması ve yerine Üçüncü Yahudi Tapınağı’nın inşa edilmesi “hayaliyle” saldırı girişiminde bulunmuş lakin Allah (c.c) buna izin vermedi ve bu kişilerin de Harem-i Şerif’e girişi yasaklandı. 1987-93 yıllarında Gazze Şeridi’nde başlayan İntifada (kitlesel ayaklanma) kısa sürede Batı Şeria’ya yayıldı. Uluslararası ilgi toplayan bu protestonun kahramanları ağır silahlarla donatılmış İsrail askerlerine karşı sadece taş ile direniyorlardı. Protestolar boyunca binlerce Filistinli bu şekilde şehit oldu.


1994 yılında İbrahim Camii’nde sabah namazı kılan Filistinlilerin üzerine makineli tüfekle ateş açan Yahudi yerleşimci Baru Goldstein, 67 kişiyi şehit etmiş, 300’ yakın kişiyi de yaralamış ve ardından öldürülmüştü. İşgalcilerin barış! içinde geldiklerini lanse etmeye çalışan aldanmış ve/veya satılmış kişilerin, kurumların, uluslararası örgütlerin varsayımlarına açık bir manifesto olan Yahudi yerleşimcinin bu davranışı yüzlercesi gibi olan diğer örneklerinden sadece birisiydi. Dönemin muhalefet lideri Ariel Şaron, 2000 yılında yüzlerce korumasıyla Mescid-i Aksa’yı ziyaret edince İkinci İntifada başladı. 2002 yılında Batı Şeria yeniden işgal edildi. Birkaç dalga halinde gelen intihar saldırıları ardından, İsrail önce Mart sonra da Haziran aylarında Batı Şeria’nın neredeyse tamamını işgal etti. Ekim 2004’de rahatsızlanan Filistin lideri Yaser Arafat, 11 Kasım’da tedavi için götürüldüğü Fransa’da hayatını kaybetti. Mahmud Abbas Filistin Kurtuluş Örgütü liderliğine getirildi. 21 Mart 2014 tarihinde ise Müslümanlar Mescid-i Aksa’da yeni bir uygulama ile tanıştı. İsrail’in 50 yaş altındaki Müslüman erkeklerin Harem-i Şerif’e girişini yasaklamasının ardından binlerce Filistinli Kudüs sokaklarında namaz kıldı. 30 Ekim 2014’te İsrail 1967’den bu yana İsrail Mescid-i Aksa’yı ilk kez

kapattı. Kudüs’te gerginlik, İsrail’in Yahudi bir hahama suikast girişiminde bulunmak gerekçesiyle eski bir Filistinli esiri öldürmesinin ardından tırmandı. İsrail silahlı saldırının ardından Mescid-i Aksa’nın tüm Müslümanlara kapatıldığını duyurdu. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, bu kararı “savaş ilanı” olarak nitelendirdi. Gerginlik iyice tırmandı ve İsrail askerleri her gün Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi. Kudüs’te bunlar yaşanırken öte taraftan Gazze, şiddetli bir şekilde İsrail tarafından bombalanıyordu. 2015 yılında Kudüs’ü 600 bin Amerikalı, 400 bin Rus, 300 bin Fransız ve 200 bin Alman ziyaret etmiştir. Buna mukabil ülkemizden Kudüs’ü ziyaret eden kişi sayısı 26 bindir. Daha da acısı bu sayı dünya nezdinde Müslüman ülkeler arasında en yüksek olanıdır.” (1)

1. Kudüs Platformu, “Zamanın Kudüs’ü Kudüs’ün Zamanı; 100 Maddede Kudüs”, 2017.

Cemazi-el Ahir 1440

61


NEBEVÎ AİLE Halime Yılmaz

İSLAM’DA KOCANIN KADIN ÜZERİNDEKİ HAKLARI “Kocası kendisinden razı olduğu halde ölen kadın Cennete girer." (Tirmizi)

K

oca İslam’a ters düşen bir şey emretmediği sürece ona itaat etmek: Öyle ki kadının

ibadetlerini yerine getirip kocasına meşru konularda itaati gerçekleştirmesi durumunda kendisine cennet bile vaat edilmiştir. ”Nasıl yani? Cennet

yorlar mı? Bakın! Abdurrahman bin Avf anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

ne buyuruyor:

Kadın, beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, namusunu korur ve

bu kadar kolay mı?” Dediğinizi duyar

kocasına itaat ederse, ona: “Cennetin

gibiyim. Elbette ki cennete girmek

hangi kapısından dilersen oradan gir!”

kolay değil. Ama kocaya itaat kolay

denilir.” (1)

olsaydı eğer, bunun karşılığında cennet verilmezdi. Bugün bunun kavgasını vermiyor muyuz? Birileri hala kadının kocasına itaat etmesini kölelik gibi addederek rant elde etmenin peşindeyken; kocaya itaatten bahse-

Ebu Umame radıyallahu anh anlatıyor: Bir kadın, iki çocuğu ile beraber Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in yanına geldi. Kadın bir çocuğunu taşımış, diğer çocuğunun da elinden tutup

den ve kendisi de bu konuya dikkat

çeker vaziyette idi. Rasûlullah sallallahu

edenler küçük düşürülmeye çalışılır-

aleyhi ve sellem

ken, bu konuda Allah ve Resulünün

bu şefkat ve düşkünlüğünü görünce)

emir ve yasakları dışına çıkmayanlar,

şöyle buyurdu:

1. Taberani

62

zorlu imtihan süreçleriyle sınanmı-

Şubat 2019

(kadının çocuklarına olan


“(Kadınlar çocuklarını) karınlarında taşırlar, doğururlar, çok merhametlidirler. Kocalarına da eziyet etmezlerse, namazlarını kılanları cennete girer.” (2) Kocasıyla tartışmanın değil iyi geçinmenin yollarını araması: Çünkü bu senin cennete girmeni daha da kolaylaştıracaktır. Bir Hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Kocası kendisinden razı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.” (3) Üstelik kocanı kimseyle paylaşmak istemezsin değil mi? Ama sen onu haksız yere üzdükçe cennette sadece ona hizmet eden huriler kocanı sahiplenmekte ve sana karşı onu savunmaktadır: Muaz bin Cebel radıyallahu anh’ dan rivayete göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Dünyada bir kadın kocasını üzerse, o kimsenin hurilerden olan hanımı o kadına şöyle seslenir: “Allah canını alsın! Üzme onu! O senin yanında şimdilik misafirdir. Yakında senden ayrılıp bize kavuşacaktır.” (4) Kocasının ailesiyle iyi geçinmek için gereken her şeyi yapması: Herkesi memnun etmek mümkün değildir. Kastımız da bu değildir. Ama sen iyi geçinmenin yollarını arar bulursun. İyi niyetini ispatlar ve gönüller fethedersin. Kocanın ailesinden bu iyiliğini

anlamayan varsa kendi kaybeder. Seni anlamadılar, dinlemediler diye kendini parçalamazsın. Sadece yapman gerekene, Allah’ın bu konudaki razı olduğu şeye odaklanırsın. Niyetine göre sevabını alır, gerisini Allah’a bırakırsın. Allah’ın her şeyi görüp duyduğunu, adil olduğunu unuttun mu yoksa? Sana zulmedilmesine izin vermek anlamına gelmiyor dediklerim. Kendine saygı gösterilmesini sağlarsın. Bu da zaman alır. Süreç ister. İnsan saygıyı satın alamaz. Ancak kendisine saygı gösterilecek davranışlar sergiler. Karşı tarafın sana saygı duymasını istiyorsan, o saygıyı hak edecek işler yapmalısın. Bu da sabır ister, sınırlarını bilmen gerekir. Emek vermen gerekir. Sen elinden geleni yapmakla sorumlusun. Gerisi zamanla oluşur. Kocasını sevip onun rızasını almaya çalışması: Bunun için her fırsatı değerlendirmelidir akıllı bir Müslüman kadın. Çünkü bu, Allah’ın rızasına götüren yoldur. Kocasının sırrını ifşa etmemesi: Bu bir kadının için en büyük ayıplardan biridir. Kocasıyla yaşadığı özel zamanları etrafındakilere anlatmak. Bu hem cinsel hayat ile ilgili hem de kocasıyla arasında geçen her olayla ilgilidir. Kocanla çözemediğin durumlar olursa elbette ki güvendiğin ve doğruyu göstereceğine inandığın takva sahiplerine danışır varsa yanlışın düzeltmeye çalı-

2. Taberani 3. Tirmizi 4. Tirmizi, Rada’ 19

Cemazi-el Ahir 1440

63


şırsın. Burada kast ettiğimiz bu değil. Bazı kadınlar ki, kocasıyla ne yaşasa tüm dünya bunu duymuştur. Bundan şiddetle kaçınmak gerekir. Çünkü bu, kocanın karısı üzerindeki haklarından biridir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namaz kıldı, selam verince ashabına döndü ve şöyle buyurdu: “Yerinizde durun! Acaba içinizde şöyle bir erkek var mı? Ailesinin yanına varınca kapısını kapatır, perdesini indirir. (Münasebet kurduktan) sonra da dışarıya çıkar ve: “Ben karımla şöyle şöyle yaptım!” diye anlatır. Orada bulunanlar sustular. Sonra kadınlara yöneldi ve: ”Sizden böyle konuşanlar var mı?” diye sordu. Bunun üzerine bir genç kız, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in kendisini görmesi ve sözünü işitmesi için bir dizi üzerine dikilerek uzandı ve: “Evet, vallahi! Erkekler konuşuyorlar, kadınlar da konuşuyorlar!” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Böyle yapanın durumu neye benzer biliyor musunuz? Şüphesiz böyle yapan kimse, herkesin gözü önünde ihtiyaçlarını gideren, işlerini gören erkek şeytan ile dişi şeytana benzer.” (5)

yoldan gidermesi o kadar mühimdir ki, bu istekle karısına geldiği an, kadın hangi işle meşgul olursa olsun bu isteğe karşılık vermelidir. O an gerçekten veremiyorsa da bunu izah etmeli ve telafisini yapacağını söylemelidir. Bu erkeğe İslam tarafından verilmiş bir haktır. Ebu Ali Talk İbni Ali radıyallahu anh’dan rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

koca karısına ihtiyaç duyup da onu yanına çağırdığında kadın ocak başında bile olsa, hemen kocasının yanına gelsin.” (6) Daha buna benzer nice hadisler, bu işin önemini anlatmaya yeter. Gözünün kocasından başkasına kaymaması, kocasına başka kadının şeklini nakletmemesi, kocası için rahat ve sükûnetli bir ortam hazırlaması, evine ve çocuklarının terbiyesine gereken özeni göstermesi: İbn Mes’ud radıyallahu anh’

dan rivayetle Rasûlullah sallal-

lahu aleyhi ve sellem

şöyle buyuruyor: “Bir

kadın başka bir kadınla çıplak vücutları birbirine temas ederek yatmasın. Sonra o kadını kocasına anlatır da kocası sanki o kadına bakıyormuş gibi olur.” (7)

İslam’a ters düşmediği müddetçe kocasının hep destekçisi olması ve Allah’a itaat konusunda kocasına yardımcı olması

Daha yazacak çok şey var. Bu konu-

Kocası için süslenip onun haramdan korunmasına yardım etmesi: Bir erkek için cinsel istek geldiğinde bunu helal

Rabbime O’nun emirlerini anlatma

daki ayet ve hadisleri özellikle incelemenizi ve bu konuda yazılmış risaleleri okumanızı tavsiye ediyorum. imkânı verdiği için hamd ederek sözümü sonlandırıyorum…

5. Ahmet bin Hanbel 2,541; Ebu Davud, Nikah, 50 6. Tirmizi, Rada’ 10; Nesai, es-sünenü’l-Kübra , İşretü’n-Nisa babı 7. Buhari, Nikah, 118

64

şöyle buyurmuştur: “Bir

Şubat 2019




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.