Kapak
sallallahu aleyhi ve sellem
nun izinde
YIL: 3 Sayı: 35 Fiyatı: 7 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ramazan Küpoğlu Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Abone ve Dağıtım Sorumlusu Hakan Sarıküçük (0543 654 46 63) - (0212 515 65 72) Abonelik Hesap Bilgileri Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük (Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.)
Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik-Tasarım Yakup Hazman Kapak Ercan Araz Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları 2015 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 80 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı Cilt: Öz Karacan Matbaa Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Ekim 2015 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
İçindekiler Peygamber Efendimiz’in Üzerimizdeki Haklarından Biri de Ehl-i Beyt’i Sevmek / Mahmut Varhan
4
Humeyni’nin Hayatı ve Eleştiriler / Zafer MERT Şîa’nın İnanç Sistemi / S. Ramazan AYCİL
12
20
Şiilerin Sahabe Anlayışı / Hakan SARIKÜÇÜK 28 Şîa’nın Hadis Anlayışına Genel Bir Bakış / Muhammed Salih TATLI
32
Şîa’nın Temel Kaynakları / Ömer ERGÜL 36 Şii Sapıklığı Muta / Derya FIÇICI
40
Gündem: Kudüs’ün Fatihine Küfredenler Mescid-i Aksa’yı Özgürleştiremezler!! / Nedim BAL 44 Cennet Gençlerinin Efendisi Hz. Hüseyin (radıyallahu anh) ve Kerbela Hakkında Bazı Gerçekler / Cihan MALAY 50 Stresli misin? O Halde Peygamberini Takip Et! / M. Sabri YÜCEL 58 İslam’ın Afrika’daki Kapısı: Habeşistan (Etiyopya) / Metin EKEN 62
“(Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde oturun, eski cahiliyye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti anın. Şüphesiz Allah, her şeyin içyüzünü bilendir ve her şeyden haberdardır.” (Ahzâb; 33-34)
MAHMUT VARHAN PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN ÜZERİMİZDEKİ HAKLARINDAN BİRİ DE EHL-İ BEYT’İ SEVMEKTİR
S. RAMAZAN AYCİL ŞÎA İNANÇ SİSTEMİ
M. SALİH TATLI ŞÎA’NIN HADİS ANLAYIŞINA GENEL BİR BAKIŞ
4
20
32
P
eygamber Efendimiz’i insanlığın en seçkin kabilesinden seçen ve en seçkin insanları onun Ehl-i Beyt’ine dahil eden Allah Teâlâ’ya hamd olsun. İnsanlığın efendisi olan Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun şerefi ile üstünlük kazanmış olan Ehl-i Beyt’ine, onun sohbeti sayesinde yücelmiş olan ashabına ve kıyamete kadar bunlara tâbi olarak istikâmet üzere devam eden mü’minlere salât ve selam olsun. Hariciler ve Nâsıbî fırkası gibi kimileri Hz. Ali ve onun soyundan gelenleri, onu destekleyen ve onu sevenleri tekfir etmiş ve onlara buğzederek helak olmuşlardır. Diğer taraftan bütün kollarıyla Rafizi (İmam Zeyd’den ayrılan ve Ehl-i Beyt sevgisi kisvesi altında diğer sahabelere buğzeden Şîa) fırkası da Ehl-i Beyt sevgisinde aşırı gitmiş, hak etmedikleri makamlara onları çıkararak ifrata kaçmış, Ehl-i Beyt’ten olan imamları meleklerden ve peygamberlerden üstün görerek âdeta onları ilahlaştırmışlardır. Ğulat’ı Şîa denilen Nusayri, İsmailî, Dürzi ve Kızılbaşlar gibi bazı fırkalar ise açık bir şekilde Ehl-i Beyt’ten bazı şahısları ilahlaştırmış ve Ümmet’i Muhammed’in icmasıyla kâfir olmuşlardır. Nebevi Hayat Dergisi olarak ekim ayında Şia ve temel meselelerini detaylı bir şekilde mercek altına alıp özel bir sayı hazırlayarak karşınıza çıktık. Tabi ki bu sayıda birilerini hedef tahtasına oturtup içimizi dökmek maksadımız değil. Binlerce yıllık bir geleneği olan ve İslam sonrası hayatlarında değişimin fazla gözükmediği (iyileri hariç) bir topluluğun Suriye Savaşıyla dışa yansıyan yüzlerinin öncesinde kalplerinde taşıdıkları inanç ve tutumu göstermek istedik. Suriye Savaşında ehli sünnet Müslümanlara aldıkları tavrın, akide ve inançlarından geldiğini bilip bunun ne ilk ne de son olduğunu unutmamak gerekmektedir. Selam ve dua ile...
Kapak Dosya
MAHMUT VARHAN
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN
ÜZERİMİZDEKİ HAKLARINDAN BİRİ DE
EHL-İ BEYT’İ SEVMEKTİR P
eygamber Efendimiz’i insanlığın en seçkin kabilesinden seçen ve en seçkin insanları onun
kadar bunlara tâbi olarak istikâmet üzere devam eden mü’minlere salât ve selam olsun.
Ehl-i Beyt’ine dahil eden Allah Teâlâ’ya hamd
İmdi; biz bu makalemizde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Ehl-i Beyt’inin faziletlerinden ve bizim üzerimizdeki haklarından bir demet arzetmeye çalışacağız. Allah Azze ve Celle bizleri Ehl-i Beyt’i sevenlerden ve onların şefaatine nâil olanlardan eylesin.
olsun. İnsanlığın efendisi olan Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun şerefi ile üstünlük kazanmış olan Ehl-i Beyt’ine, onun sohbeti sayesinde yücelmiş olan ashabına ve kıyamete
4
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
Ehl-i Beyt Kimlerden Oluşmaktadır Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’e mensup bütün âlimlerin ittifakıyla Ehl-i Beyt, başta Peygamber Efendimiz’in bütün çocukları, hanımları ve Hz. Abbas, Hz. Ali, Ca’fer ve Akil radıyallahu anhum’un soyundan oluşan Beni Haşim’den meydana gelmektedir. İmam Şafiî ve İmam Ahmed, bunlara Muttaliboğullarını da eklemişlerdir. Bunların zekattan pay almaları haram kabul edildiği gibi, ganimetin beşte birinden bir payın da bunlara verilmesi gereklidir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarının Ehl-i Beyt’e dahil olduklarının delili şu ayet’i kerimedir: “(Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde oturun, eski cahiliyye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti anın. Şüphesiz Allah, her şeyin içyüzünü bilendir ve her şeyden haberdardır.” (Ahzâb; 33-34) Bu ayet’i kerimeler açık bir şekilde göstermektedir ki, Efendimiz’in hanımları olan annelerimiz de onun pak Ehl-i Beyt’indendir. Zira ayet’i kerimelerin başı ve sonu annelerimizden bahsetmektedir. Bu da ayetin ortasında geçen ve tertemiz kılınmaları irade buyrulan Ehl-i Beyt’e öncelikle onların dahil olduğunu göstermektedir. Nitekim validemiz Ümmü Seleme radıyallahu anha’nın rivayet ettiği bir hadis’i şerifte şöyle geçmektedir: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” ayet’i kerimesi benim evimde nâzil oldu. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir elçi göndererek Fâtıma, Ali, Hasan ve Hüseyin radıyallahu anhum’u çağırttı ve şöyle buyurdu: “İşte benim aile efradım bunlardır.” Ümmü Seleme der ki: “Bunun üzerine ben: “Ya Rasûlallah! Biz de Ehl-i Beyt’ten değil miyiz?” dedim. Şöyle buyurdu: “Evet, Allah’ın izniyle siz de Ehl-i Beyt’tensiniz.” (1) Zeyd b. Erkam radıyallahu anhu -daha sonra aktaracağımız üzere- Ehl-i Beyt’in faziletiyle ilgili bir hadis aktarınca, Husayn ona şöyle dedi: “Ey Zeyd! Peygamber Efendimiz’in Ehl-i Beyt’i kimlerdir? Onun hanımları da onun Ehl-i Beyt’inden dergi.nebevihayatyayinlari.com
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’e mensup bütün âlimlerin ittifakıyla Ehl-i Beyt, başta Peygamber Efendimiz’in bütün çocukları, hanımları ve Hz. Abbas, Hz. Ali, Ca’fer ve Akil radıyallahu anhum’un soyundan oluşan Beni Haşim’den meydana gelmektedir. İmam Şafiî ve İmam Ahmed, bunlara Muttaliboğullarını da eklemişlerdir. Bunların zekattan pay almaları haram kabul edildiği gibi, ganimetin beşte birinden bir payın da bunlara verilmesi gereklidir.
değil midirler?” Zeyd şöyle cevap verdi: “Tabii ki onun hanımları da Ehl-i Beyt’tendir. Fakat zekat almaları haram olanlar da onun Ehl-i Beyt’indendirler.” Husayn dedi ki: “Bunlar da kimlerdir?” Zeyd: “Ali’nin ailesi, Ca’fer’in ailesi, Abbas’ın ailesi ve Akil’in ailesi” diye cevap verdi. Bunun üzerine Husayn: “Bütün bunların zekat almaları haram mı?” diye sorunca; Zeyd: “Evet” dedi. (2)
Kur’an-ı Kerim Nazarında Ehl-i Beyt Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Beyt’i övmüş ve onları tertemiz kılacağını bizlere haber vermiştir. Az önce de söylediğimiz gibi bu büyük fazilet, ezvâc’ı tâhirâttan bahsedildiği bir makamda beyan edilmiştir. Bu makamda Allah Azze ve Celle, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in pak hanımlarının Allah’ı ve Rasûl’ünü her şeye tercih ettiklerini ve dünyadan yüz çevirerek ahireti seçtiklerini de bize bildirmektedir. Ezvâc’ı tâhirât olan validelerimizin daha pek çok fazilet ve erdemi bu ayet’i kerimelerde zikredilmiştir. Allah MUHARREM 1437
5
Vâsile b. el-Eska’ radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Allah, İsmail’in çocuklarından Kinâne’yi, Kinâne’den Kureyş’i, Kureyş’ten Haşimoğullarını, Haşimoğullarından ise beni seçmiştir.”
Azze ve Celle Nûr Suresi’nde de validelerimizden olan es-Sıddık’ın kızı Hz. Âişe’yi yedi kat göğün üzerinden paklamış, onun iffet ve nezahetini kıyamete kadar okunacak ayetlerinde açık bir şekilde ortaya koymuş ve ona dil uzatacak kimselerin büyük bir azaba maruz kalacaklarını haber vermiştir. Allah Azze ve Celle’nin bizzat onu savunması, şeref ve üstünlük olarak Hz. Âişe validemize yeterlidir. Ona dil uzatan bedbahtların kendisine herhangi bir zararı olmayacaktır. Onlar sadece Allah Azze ve Celle’nin çetin azabına müstahak olduklarını belgelemektedirler. Bütün bunlar “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” ayet’i kerimesinin öncelikle ezvâc’ı tâhirâtı kapsadığını göstermektedir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de bu ayet’i kerimeye Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’in de dahil olduğunu beyan etmiştir. Nitekim Hz. Âişe radıyallahu anha şöyle demektedir: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, üzerinde siyah yünden yapılmış ve deve semeri resmi nakşedilmiş bir aba olduğu halde sabahleyin (evden) çıktı. Derken Ali’nin oğlu Hasan geldi. Onu abanın içine aldı. Sonra Hüseyin geldi, o da Hasan’ın beraberinde abanın altına girdi. Sonra Fâtıma geldi. Onu da abanın altına aldı. Sonra Ali geldi. Onu aynı şekilde abanın altına aldı. Daha sonra da şöyle buyurdu: “Ey
6
MUHARREM 1437
Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”(3) Bu hadis, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarının Ehl-i Beyt’ten oldukları gerçeğiyle çelişmemektedir. Zira yukarıda da değindiğimiz gibi Hz. Abbas’ın ailesi, Ca’fer ve Akil’in ailesi de Ehl-i Beyt’ten oldukları halde bu hadiste zikredilmemişlerdir. Şu halde bu hadis, Ehl-i Beyt’in sadece dört kişiyle sınırlı olduğunu ifade etmek için değildir. Bu dört kişinin, Peygamber Efendimiz’in en yakınları olduğunu ifade etmek içindir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Nazarında Ehl-i Beyt Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den, Ehl-i Beyt’in fazileti hususunda hem genel olarak hepsini kapsayan hem de tek tek her biri hakkında pek çok hadis’i şerifler varid olmuştur. Biz bu hadis’i şeriflerden sadece bazılarını aktaracağız. Vâsile b. el-Eska’ radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Allah, İsmail’in çocuklarından Kinâne’yi, Kinâne’den Kureyş’i, Kureyş’ten Haşimoğullarını, Haşimoğullarından ise beni seçmiştir.” (4) Zeyd b. Erkam radıyallahu anhu dedi ki: “Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke ile Medine arasında bulunan ve Hum diye isimlendirilen bir suyun başında ayağa kalkıp bize konuşma yaptı. Allah’a hamdu senâ etti. Sonra vaaz, nasihat ve hatırlatmalarda bulundu. Ardından da şöyle buyurdu: “Dikkat edin! Ey insanlar! Ben ancak bir beşerim. Yakında Rabbimin elçisi gelir, ben de ona icabet ederim. Ben, size iki önemli şey bırakıyorum: Birincisi, Allah’ın Kitab’ıdır. Onda hidayet ve nur vardır. Allah’ın Kitab’ına yapışın ve ona sımsıkı tutunun.” Ardından Allah’ın Kitab’ına uymaya ve onunla amel etmeye teşvik etti. Sonra şöyle buyurdu: “Size bir de Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum. Ehl-i Beyt’im(e iyi davranma) konusunda size Allah’ı hatırlatıyorum. Ehl-i Beyt’im(e iyi davranma) konusunda size Allah’ı hatırlatıyorum. Ehl-i Beyt’im(e iyi davranma) konusunda size Allah’ı hatırlatıyorum.”(5) Bu hadisin şerhinde Ebu’l-Abbas el-Kurtubî şöyle demektedir: “Bu vasiyet ve bu önemli vurgular şunu gerektirO’nun İzinde...
mektedir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in aile efradına ve Ehl-i Beyt’ine ihtiramda bulunmak, onlara iyilik etmek, onlara saygılı davranmak ve onları sevmek farzdır. Bu, öyle kuvvetli farzlardandır ki, bu farzı yerine getirmekten geri kalmakta hiç kimse için herhangi bir mazeret yoktur. Zira onların Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e yakınlıkları ve onun bir parçası oldukları bilinen bir husustur. Çünkü onlar ya Peygamber Efendimiz’in kendilerinden meydana geldiği aslı ya da Peygamber Efendimiz’den meydana gelen neslidirler. Nitekim Peygamber Efendimiz: “Fâtıma benden bir parçadır. Onu rahatsız eden her şey beni de rahatsız eder” (6) buyurmaktadır. Bununla beraber Ümeyyeoğulları bu büyük haklara muhalefet ettiler ve Ehl-i Beyt’in haklarını çiğnediler. Onların kanlarını döktüler, kadınlarına esir muamelesi yapıp çocuklarını alıkoydular. Yurtlarını tahrip ederek, onların şeref ve faziletlerini inkâr ettiler. Onlara sövmeyi ve lanet okumayı helal saydılar. Böylece Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vasiyetine muhalefet ederek, onun maksat ve arzusunun zıddına hareket ettiler. Bu yaptıklarından dolayı Rasûlullah’ın huzurunda duracakları zaman nasıl mahcup olacaklar! Rasûlullah’a arzedilecekleri gün nasıl rezil rüsvay olacaklar!” (7) Ebû Mûsâ el-Eş’ari radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Erkeklerden pek çokları kemale ermiştir. Kadınlardan ise ancak şunlar kemale ermiştir: İmran kızı Meryem, Firavun’un hanımı Âsiye, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed’in kızı Fâtıma. Âişe’nin de kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.”(8) Yine Peygamber Efendimiz Hz. Fâtıma’ya şöyle buyurmuştur: “Cennet ehlinin kadınlarının hanımefendisi olman seni hoşnut etmez mi!” (9) Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ali hakkında: “Ben kimin velisi isem, Ali de onun velisidir” (10) ve “Ali’yi ancak mü’min olan sever ve ona sadece münafık olan buğzeder” (11) buyurmaktadır. Ebû Said el-Hudri radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Hasan ve Hüseyin, cennet ehlinin gençlerinin efendileridirler.”(12) Yine Peygamber Efendimiz, Hasan ve Hüseyin hakkında: “Bu ikisi, benim dünyadan dergi.nebevihayatyayinlari.com
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhu, Hz. Ali radıyallahu anhu’ya şöyle demiştir: “Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki benim için, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in akrabasıyla iyi ilişkiler içerisinde olmam, kendi akrabamla iyi ilişkiler içerisinde olmamdan daha sevimlidir.”
kokladığım iki reyhanımdır” (13) ve: “Allah’ım! Ben bu ikisini seviyorum. Sen de onları sev (ve onları sevenleri de sev)” (14) buyurmaktadır. Bu ve benzeri pek çok hadisten açık bir şekilde anlaşılan şudur ki: Peygamber Efendimiz’in hanımlarını, bütün çocuklarını ve Ehl-i Beyt’ini sevmeden Peygamber Efendimiz’in sevgisini iddia etmek gerçek dışı ve yalandır. Zira sevgilinin bütün sevdikleri de muhakkak sevilir. Onun sevdiklerine buğzederek onu sevmek imkânsızdır. İşte bundan dolayı Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat, Ehl-i Beyt’in ve bütün ashabın sevgisini, itikadın bir parçası kabul etmişlerdir.
Sahabe’i Kiram Nazarında Ehl-i Beyt Peygamber Efendimiz’in sevgisi kalplerine kök salmış ve onlarda itikat halini almış olan ashab’ı kiram, Efendimiz’in Ehl-i Beyt’ini sever, onları dost bilir, onlara saygıda asla kusur etmezlerdi. Efendimiz’in akrabalarını her zaman kendi akrabalarından öncelikli kabul ederlerdi. Bu konuda ashab’ı kiramdan varid olan pek çok örnek vardır. Biz bu örneklerden sadece bazılarına yer vereceğiz. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhu, Hz. Ali radıyallahu anhu’ya şöyle demiştir: “Canım elinde olan Allah’a MUHARREM 1437
7
yemin ederim ki benim için, Allah Rasûlü sallallahu
Selef’i Salihin Nazarında Ehl-i Beyt
aleyhi ve sellem’in
Sahabe’i kiramı örnek alan ve güzellikle onlara
akrabasıyla iyi ilişkiler içerisinde
olmam, kendi akrabamla iyi ilişkiler içerisinde olmamdan daha sevimlidir.” radıyallahu anhu
tâbi olan selef’i salihinimiz de (Tâbiîn ve Tebe’i
Yine Hz. Ebû Bekir
Tâbiîn) Ehl-i Beyt sevgisini dinin bir parçası kabul
şöyle demiştir: “Muhammed sallallahu
eder ve onların haklarına riayet etmekte asla
aleyhi ve sellem’i,
(15)
Ehl-i Beyt’ini gözetip kollayarak
kusur etmezlerdi. Bunun pek çok örnekleri ol-
hoşnut edin.” (16) Yani Efendimiz’in hatırı ve hoş-
makla birlikte, biz birkaç örnekle iktifâ edeceğiz.
nutluğu için, onun Ehl-i Beyt’ini gözetip kollayın.
Anlatıldığına göre Abbasiler devrinde Medine va-
Ukbe b. Haris radıyallahu anhu dedi ki: “Ebû Bekir radıyallahu anhu
ikindi namazını kıldırdı, sonra yürü-
yerek mescidden çıktı. Dışarıda Hasan’ın çocuklarla oynadığını gördü. Hemen onu omuzlarına aldı ve şöyle dedi: “Babam ona feda olsun ki (bu çocuk), Nebi’ye benziyor, Ali’ye benzemiyor.” Bunu duyan Ali radıyallahu anhu da gülüyordu.” (17) Hz. Ömer radıyallahu anhu, kuraklık olduğu zamanlarda Abbas b. Abdulmuttalib ile tevessül ederek yağmur duası yapar ve şöyle derdi: “Allah’ım! Bizler Peygamber Efendimiz ile Sana tevessül ederdik de Sen bize yağmur yağdırırdın. Biz (şimdi de) Peygamberimiz’in amcası ile Sana tevessül ediyoruz, bize yağmur yağdır!” Bunu rivayet eden Enes diyor ki: “(Bu duadan sonra) yağmur yağardı.” anhu,
(18)
Yine Hz. Ömer radıyallahu
bir gün Hz. Abbas’a şöyle demiştir: “Vallâhi
lisi olan Ca’fer b. Süleyman, İmam Malik b. Enes’i kırbaçlatıp hakaret etmişti. İmam Malik yediği dayağın tesiriyle bayılınca, onu alıp evine götürmüşler, bunu duyan halk da o büyük âlimi ziyaret etmişti. İmam kendine gelince, orada bulunanlara: “Şahit olun ki ben, beni dövene hakkımı helal ettim” dedi. Ona kendisini dövene hakkını neden helal ettiği sorulunca da şunu söyledi: “Ölüp de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile karşılaştığımda, onun Ehl-i Beyt’inden birinin, benim yüzümden cehenneme girmesinden korkup utandım.” Bu olayı haber alan Halife Mansûr’un, İmam Malik’e yaptıklarından dolayı Medine valisi Ca’fer b. Süleyman’a kısas uygulatmak istediği, buna razı olmayan İmam Malik’in Halife’ye şöyle dediği söylenir: “Böyle bir şey yapılmasını kesinlikle istemem. Yemin ederim ki, sırtıma inen her kırbaç darbesinden sonra, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
olan yakınlığı sebebiyle, beni kırbaçlatana
müslüman olduğun gün, senin müslüman ol-
hakkımı helal ettim.” (20)
mana o kadar sevindim ki, şayet (babam) Hattab
İmam Ebû Hanife’nin, Emevi Devleti’ne karşı
müslüman olsaydı o kadar sevinmezdim. Çünkü
Ehl-i Beyt’ten olan İmam Zeyd’i malıyla ve ona
senin müslüman olman, Peygamber sallallahu aleyhi
katılmaları için insanları teşvik ederek destek-
ve sellem nezdinde Hattab’ın müslüman olmasından
lediği; aynı şekilde Abbasi Devleti’ne karşı Ehl-i
daha sevimliydi.” (19) Hz. Ömer radıyallahu anhu, Hz. Peygamber ile akrabalık bağının oluşması için Hz. Fâtıma’nın kızı Ümmü Gülsüm’ü Hz. Ali’den istemiş ve onunla evlenmiştir. Bütün bunlara rağmen Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ile, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt arasında hayali bir düşmanlık tasavvur eden ve bunun üzerinden cahil insanların duygularını sömürerek siyasi ve
Beyt imamları olan Muhammed Nefsü’z-Zekiyye ve İbrahim b. Abdullah’ı malıyla ve onlara katılmaları için insanları teşvik ederek desteklediği bilinen bir husustur. İmam Şafiî rahimehullah da Abbasiler devrinde Yemen’de, Ehl-i Beyt’i desteklediği ve onları överek sevgisini ilan ettiği için Alevilerin (Hz. Ali’nin soyunu destekleyenlerin) başı olduğu ithamıyla tutuklanmıştır. Bunun üzerine o, şu meşhur sözünü
toplumsal rant elde edenlere Allah Azze ve Celle
söylemiştir: “Eğer Rafizilik Ehl-i Beyt’i sevmekse,
lanet etsin!
herkes bilsin ki ben Rafizi’yim.”
8
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
Son olarak şunu kaydedelim: Ömer b. Abdülaziz rahimehullah, Hz. Ali radıyallahu anhu’nun torunlarından olan Fâtıma’ya şöyle demiştir: “Ey Ali’nin kızı! Vallâhi yeryüzünde benim için sizden daha sevimli hiçbir ev halkı yoktur. Vallâhi sizler bana kendi ev halkımdan bile daha sevimlisiniz.” (21) Yine Ömer b. Abdülaziz, Emevilerin çirkin bid’ati olan Ehl-i Beyt’e sövmeyi hutbelerden kaldırmış ve adaleti, akrabaya iyilik etmeyi emreden ayet’i kerimeyi hutbelere koymuştur. Bu da sahabe’i kiramın izini takip eden selef’i salihinin Ehl-i Beyt sevgisinde birleştiklerini göstermektedir.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat Nazarında Ehl-i Beyt Buraya kadar anlattıklarımızdan açık bir şekilde anlaşıldığına göre, her konuda iki aşırı ucun arasında vasat bir yol tutmayı, ifrata kaçmadan ve tefritte kalmadan istikameti muhafaza etmeyi menhec edinen Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’e mensup bütün âlimler, Ehl-i Beyt sevgisini itikadın bir parçası kabul etmişlerdir. Bunu itikad kitaplarında yazıp ilan etmişlerdir. Tabii ki Ehl-i Sünnet’e göre Ehl-i Beyt’in hâiz olduğu bu yüce makam, onların Peygamber Efendimiz’e iman etmeleri ve onu desteklemelerinden dolayıdır. Yani burada akrabalık bağı, iman bağına tâbidir. İman bağı varsa, akrabalık bağından dolayı her türlü sevgiyi ve saygıyı hak etmektedirler. Eğer iman bağı yoksa, kim olursa olsun hiçbir sevgi ve saygıyı hak etmez. Nitekim iman bağı Selman-ı Farisi’yi yücelterek Ehl-i Beyt’e dahil ederken, iman bağının olmaması Ebû Leheb’i esfel’i sâfilîne yuvarlamıştır.
Sapık Bid’at Fırkası Olan Şîa Nazarında Ehl-i Beyt Bilinmesi gerekir ki, her konuda olduğu gibi bu konuda da ifrat ve tefritten uzak kalarak istikameti muhafaza eden ve vasat yol üzerinde bulunan sadece Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’tir. Diğer fırkalar her konuda olduğu gibi bu konuda da bid’atlere saplanmış, hevâ ve arzularına uymuş ya ifrata kaçarak veya tefritte kalarak helak olmuşlardır. dergi.nebevihayatyayinlari.com
Anlatıldığına göre Abbasiler devrinde Medine valisi olan Ca’fer b. Süleyman, İmam Malik b. Enes’i kırbaçlatıp hakaret etmişti. İmam Malik yediği dayağın tesiriyle bayılınca, onu alıp evine götürmüşler, bunu duyan halk da o büyük âlimi ziyaret etmişti. İmam kendine gelince, orada bulunanlara: “Şahit olun ki ben, beni dövene hakkımı helal ettim” dedi. Ona kendisini dövene hakkını neden helal ettiği sorulunca da şunu söyledi: “Ölüp de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile karşılaştığımda, onun Ehl-i Beyt’inden birinin, benim yüzümden cehenneme girmesinden korkup utandım.” Bu olayı haber alan Halife Mansûr’un, İmam Malik’e yaptıklarından dolayı Medine valisi Ca’fer b. Süleyman’a kısas uygulatmak istediği, buna razı olmayan İmam Malik’in Halife’ye şöyle dediği söylenir: “Böyle bir şey yapılmasını kesinlikle istemem. Yemin ederim ki, sırtıma inen her kırbaç darbesinden sonra, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e olan yakınlığı sebebiyle, beni kırbaçlatana hakkımı helal ettim.”
MUHARREM 1437
9
İmamiyye fırkasının kitaplarında Ehl-i Beyt imamlarını aşırı derecede yüceltme ifadeleri bolca bulunmaktadır. Bu konuda onlar, Hz. İsa’yı ilahlaştıran ve onu (hâşâ) Allah’ın oğlu diye niteleyerek övdüklerini ve yücelttiklerini zanneden hıristiyanlara benzemişlerdir. Bu hususa örnek olarak; günümüzde bazı gafil ve saf Ehl-i Sünnet mensuplarının ümmetçi olduğu vehmine kapıldıkları Humeyni’nin şu meşhur sözünü vermekle yetinelim: “Bizim imamlarımızın öyle makamları vardır ki, o makamlara ne bir mukarreb melek ne de bir nebiyyi mürsel ulaşamaz.” Bu kâfirce sözün imamlar için bir övgü olmadığını, aksine bunun söylenebilecek en ahmakça ve en bâtıl nitelemelerden biri olduğunu izah etmeye ihtiyaç yoktur.
Hariciler ve Nâsıbî fırkası gibi kimileri Hz. Ali ve onun soyundan gelenleri, onu destekleyen ve onu sevenleri tekfir etmiş ve onlara buğzederek helak olmuşlardır. Diğer taraftan bütün kollarıyla Rafizi (İmam Zeyd’den ayrılan ve Ehl-i Beyt sevgisi kisvesi altında diğer sahabelere buğzeden Şîa) fırkası da Ehl-i Beyt sevgisinde aşırı gitmiş, hak etmedikleri makamlara onları çıkararak ifrata kaçmış,
10
MUHARREM 1437
Ehl-i Beyt’ten olan imamları meleklerden ve peygamberlerden üstün görerek âdeta onları ilahlaştırmışlardır. Ğulat’ı Şîa denilen Nusayri, İsmailî, Dürzi ve Kızılbaşlar gibi bazı fırkalar ise açık bir şekilde Ehl-i Beyt’ten bazı şahısları ilahlaştırmış ve Ümmet’i Muhammed’in icmasıyla kâfir olmuşlardır. İmamiyye fırkasının kitaplarında Ehl-i Beyt imamlarını aşırı derecede yüceltme ifadeleri bolca bulunmaktadır. Bu konuda onlar, Hz. İsa’yı ilahlaştıran ve onu (hâşâ) Allah’ın oğlu diye niteleyerek övdüklerini ve yücelttiklerini zanneden Hıristiyanlara benzemişlerdir. Bu hususa örnek olarak; günümüzde bazı gafil ve saf Ehl-i Sünnet mensuplarının ümmetçi olduğu vehmine kapıldıkları Humeyni’nin şu meşhur sözünü vermekle yetinelim: “Bizim imamlarımızın öyle makamları vardır ki, o makamlara ne bir mukarreb melek ne de bir nebiyyi mürsel ulaşamaz.” Bu kâfirce sözün imamlar için bir övgü olmadığını, aksine bunun söylenebilecek en ahmakça ve en bâtıl nitelemelerden biri olduğunu izah etmeye ihtiyaç yoktur. Burada şunu da ifade etmemiz gerekir ki, Şîa mezhebine mensup olan cahil insanları bu vartaya düşürenler, onların içine gizlenmiş ve eski Pers imparatorluğunun özlemiyle yaşayan zındıklardır. Onlar, imparatorluklarının müslümanların eliyle yıkılmasının intikamını bu şekilde almaya çalışmaktadırlar. Sasani imparatorluğunu yıkan ashab’ı kirama buğzetmekte ve bu kinlerini de Ehl-i Beyt sevgisi ve onları destekleme kisvesi altında yürütmektedirler. Öyle ki, “asıl maksatları Ali’yi sevmek değil, Ömer’e buğzetmektir” sözü, darb-ı mesel olmuştur. Bu zındıklar, insanlık tarihi boyunca ortaya çıkmış en faziletli ve en saadetli toplumu, faziletten hiçbir nasibi olmayan bir toplum şeklinde tasvir ettiler. Onların tasvir ettiği şekliyle sahabe toplumu, birbirine buğzeden, türlü entrikalar peşinde koşan, birbirlerinin yüzlerine gülerken arkadan birbirlerinin kuyusunu kazan münafıklar topluluğu halini almıştır. Bir tarafta Hz. Ali ve taraftarları, diğer tarafta Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve taraftarları sürekli birbirleri hakkında komplolar çevirmişlerdir. Bunları yaparken de birbirlerinin yüzüne gülmekten ve dostluklarını izhar etmekten hayâ etmemişO’nun İzinde...
lerdir. Hatta onların iddiasına göre Peygamber
-------------------------
Efendimiz’in döneminde dahi Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve onların taraftarları bu hal üzereydiler. Ancak Peygamber Efendimiz onların içyüzle-
1. Sahih bir hadistir. Hâkim, Müstedrek: 3/146; Taberânî, el-
rini bilemiyor ve çevirdikleri entrikaları farkede-
Kebîr: 23/627
miyordu. Bu zındıklar, insanlık tarihi boyunca eşine rastlanamayacak bir şekilde doğruluk, iffet,
2. Müslim: 2408;
hayâ, emanet, ahde vefa, basiret, feraset, adalet
Müsned: 4/366
ve hikmet prensipleri üzerine kurulan bu saadet toplumunu; hayal ölçülerini zorlayacak derecede yalancı, iffet ve hayâdan uzak, ahdine vefa göstermeyen ve emanete riayet etmeyen, basireti kör, feraseti kapalı, adalet bilmeyen ve hikmetsiz bir toplum şeklinde tasvir ettiler. Hevâ ve arzularına tapan cahil ve gafiller de zındıkların bu kâfirce hezeyanlarını kabul etmekte ve savunmakta ge-
Nesâî, el-Kübrâ: 8175;
İmam Ahmed,
3 Müslim: 2424 4. Müslim: 2276 5. Müslim: 2408; İmam Ahmed, Müsned: 3/14 6. Buhari: 5278; Müslim: 2449 7. Ebu’l-Abbas el-Kurtubî, el-Müfhim: 6/304
cikmediler.
8. Buhari: 3434; Müslim: 2431; Tirmizî: 1834
Hiç şüphe yok ki, Yahudi zekasının ve Pers ent-
9. Buhari: 3624; Müslim: 2450. Hz. Âişe radıyallahu anha’dan...
rikasının ürünü olan bu ham hayalleri rızaları ile kabul edenlerin İslam’dan bir nasipleri yoktur.
10. Sahih bir hadistir. Tirmizî: 3713. Zeyd b. Erkam radıyallahu
Zira bu entrikacılar, Ehl-i Beyt’ten sadece kendi
anhu’dan...
emelleri uğruna sömürebilecekleri ve faydalanabilecekleri bazı kişileri ve onların da bazı durumlarını sürekli gündemde tutmaktadırlar. Yoksa Ehl-i Beyt’in hakikati ile hiçbir alakaları yoktur. Peygamber Efendimiz’in hanımlarına düşman olan ve pak annelerimize en kötü ve iğrenç şeyleri reva görerek onları karalayan, Efendimiz’in kızlarından da sadece Hz. Fâtıma’yı ve onun da bazı hallerini dillerine dolayan, Hz. Fâtıma’nın oğullarından sadece Hz. Hüseyin’i sürekli gündemde tutan ve Efendimiz’in akrabalarından Hz. Abbas’ın bütün soyuna düşmanlık eden bu taife; bölücü, ayrıştırıcı, entrikacı, yalancı ve komplocu bir taifedir. Esasen bu topluluk kendi iğrenç sıfatlarının aynasında diğer bütün toplumları görmek istediğinden, insanlığın en pak nesli olan sahabe’i kiram ve Ehl-i Beyt hakkında bu iğrenç yapıştır-
11. Müslim: 78; Tirmizî: 3736; Nesâî: 5022. Zirr b. Hubeyş radıyallahu anhu’dan... 12. Sahih bir hadistir. Tirmizî: 3768 13. Buhari: 3753; Tirmizî: 3770. Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma’dan... 14. Buhari: 3749; Müslim: 2422. Bera b. Âzib radıyallahu anhu’dan rivayet edilmiştir.. Parantez içindeki kısım, Tirmizi (6556)de geçmektedir.
Usame b. Zeyd radıyallahu anhu-
ma’dan... 15. Buhari: 3712 16. Buhari: 3713 17. Buhari: 3542
malarda bulunmuşlardır.
18. Buhari: 1010
Allah Azze ve Celle bizleri, Ehl-i Beyt ve ashab’ı
19. İbni Sa’d, Tabakât: 4/22
kiram sevgisini cem eden ve o pak toplumun bütün fertlerini canu gönülden seven Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat çizgisinden ayırmasın. Âmin! dergi.nebevihayatyayinlari.com
20. Kâdı İyaz, Şifa: 2/385 21. İbni Sa’d, Tabakât: 5/333
MUHARREM 1437
11
ZAFER MERT
Kapak Dosya
Doğumu ve Çocukluğu
HUMEYNÎ’NİN
HAYATI ve
20
Cemâziyelâhir 1320 (23 Eylül 1902) tarihinde Kum’un 160 km. güneybatısındaki Humeyn ka-
sabasında doğdu. İmam Mûsâ el-Kâzım soyundan gelen ataları, XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Nîşâbur’dan ay-
ELEŞTİRİLER
rılarak Hindistan’ın Leknev bölgesindeki Kintur kasa-
1902-1989
XIX. yüzyılın ortalarında Leknev’den (veya Humey-
12
)(خميني MUHARREM 1437
basına yerleşmişlerdir. Aynı aileden tanınmış âlim Mîr Hâmid Hüseyin’in çağdaşı olan dedesi Seyyid Ahmed, nî’nin ağabeyi Seyyid Murtazâ Pesendîde’nin bir ifadesine göre Keşmir’den; bk. Ali Devânî, VI, 760) Necef’e gelerek Hz. Ali’nin türbesini ziyaret etti; bu arada Humeyn’in ileri gelenlerinden Yûsuf Han’la tanıştı ve onun teklifi üzerine Humeyn’e yerleşmeye karar verdi. Burada kendisi ve soyu Hindî nisbesiyle tanındı. O’nun İzinde...
şehrine gitti. Erâk’taki hocaları arasında Şeyh Muhammed Gülpâyigânî, Âgā-yı Abbas Erâkī, Şeyh Muhammed Ali Burûcirdî ve Seyyid Ahmed Hânsârî zikredilebilir. Humeynî’nin Erâk’a varmasından yaklaşık bir yıl sonra Şiî ulemâsının önde gelen isimlerinden Âyetullah Abdülkerîm Hâirî’nin Erâk’tan ayrılarak Kum’a yerleşmesi ve burada dinî eğitim kurumlarını ihya etmesiyle Kum âdeta İran’ın mânevî başşehri olma yoluna girdi. Bunun üzerine 1922’de Kum’a giden Humeynî asıl terbiyesini burada aldı ve kişiliğini de burada kazandı.
(2)
1930’da, doğduğu kentin
anısına Humeyni soyadını aldı. Felsefe, mantık, kelâm, fıkıh, irfan ve öteki İslam ilimleriyle ilgili çok sayıda yapıt kaleme aldı. 1929’da Betül Sakafi Humeyni ile evlendi. Evlendiğinde kendisi 27, Betül Sakafi Humeyni 15 yaşındaydı. Yedi çocukları oldu, bunlardan ikisi hayatını kaybetti.
Siyasi Eylemleri 1930’larda Humeynî’nin herhangi bir siyasî faaHumeynî beş aylık iken babası Seyyid Mustafa bir ci-
liyeti bulunmamakla birlikte Hacı Nûrullah İs-
nayete kurban gittiğinden çocukluğunu annesi ve ha-
fahânî, Mirza Sâdık Âgā Tebrîzî, Âgāzâde Kefâî
lasının himayesinde geçirdi. Bunların 1918’de vefatı üzerine ağabeyi Seyyid Murtazâ’nın yanında kaldı. Bu dönemde içinde bulunduğu güvensizlik ortamının Hu-
ve Seyyid Hasan Müderris gibi Pehlevî rejmine karşı olan ulemâ ile temas halindeydi. Siyasî gö-
meynî’de mücadeleci bir ruh halinin gelişmesine yol
rüşlerini ilk defa açık bir şekilde 4 Mayıs 1944 tari-
açtığı anlaşılmaktadır. Nitekim kendisi bu dönemi an-
hinde yazdığı bir yazıda ortaya koydu. “Okuyun
latırken, “Çocukluğumdan beri savaş halindeyim” demiştir (Sahife-yi Nûr, X, 63). (1)
Eğitim ve Gençliği Humeynî yedi yaşında hıfzını tamamladıktan sonra Arapça dersleri aldı. Ağabeyi Seyyid Murtazâ’nın des-
ve Uygulayın” başlıklı bu yazısında Humeynî, “De ki: Size bir tek öğüt veriyorum: Allah için ikişer ikişer ve teker teker kıyam edin”
(3)
meâ-
lindeki âyette geçen “kıyam” kavramını “siyasî direniş” anlamında yorumlayarak özellikle ulemâ
teğiyle tahsilini ilerletmek üzere 1339’da (1921) o sırada
zümresini İran’ın ıslahı için başkaldırmaya çağı-
önemli bir ilim ve eğitim merkezi olan Erâk (Sultanâbâd)
rıyordu. (4)
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
13
metin politikasını protesto için 21 Mart 1963’teki Nevruz bayramı kutlamalarının iptal edilmesine fetva verdi. Bir gün sonra Humeynî’nin halka konuşma yaptığı Kum’daki Feyziye medreselerine gönderilen paraşütçü komandalar birkaç öğrenciyi öldürüp bazılarını da tutukladılar. Fakat Humeynî rejimi tenkide devam etti. 1 Nisan’da politika dışında kalan bir kısım ulemânın tutumunu “zalim rejimle iş birliği” olarak ilân etti (Kevŝer, I, 67). Humeynî, şahın bir tehdidine karşı onu “küçük adam” diye nitelendirerek aşağıladı. 30 Nisan 1963’te Feyziye medreselerine saldırının kırkıncı günü İran hükümetini Amerika ve İsrail adına İslâm’ı yok etmeye çalışmakla suçladı. İki ay sonra bu mücadele ayaklanmaya dönüştü. Dinî hassasiyetin arttığı muharremin başında sarayın önünde şahı itham eden bir gösteri yapıldı. (5)
Taklid Merciiliğine Yükselmesi Burûcirdî’nin 1961’de vefat etmesinden sonra Hu-
Hapishane Hayatı Aşure günü (3 Haziran 1963) Humeynî, Feyziye medreselerinde şah ile Emevî Halifesi Yezîd ara-
meynî dinî liderliğin yeni sahibi olarak görüldü,
sında paralellik kuran ve şahı uyaran bir konuşma
birçok İranlı Şiî tarafından merci-i taklîd kabul
yaptı (Sahife-yi Nûr, I, 46). Bu ağır konuşmadan
edildi. 1962 sonbaharında hükümet, belediye
iki gün sonra tutuklanarak Tahran’daki Kasr Ha-
seçimlerini kazananların Kur’an üzerine yemin
pishanesi’ne konuldu. Humeynî’nin tutuklandığı
etme şartını kaldıran bir kanunu kabul etti. Bunu
haberinin yayılması üzerine Kum, Tahran, Şîraz,
Bahâîler’in kamu alanına girmesini sağlayan bir
Meşhed ve Verâmin’de gösteri yapan kızgın halk
plan olarak gören Humeynî kanunu feshettir-
tanklarla karşılandı. Üç gün süren ve kanlı biten
meyi başardı. Bu başarı onun şaha muhalefette
bu 15 Hurdad (İran takviminde olayların başla-
en önemli isim olarak sahneye çıkmasında etkili
dığı gün) ayaklanması İran tarihinde bir dönüm
oldu.
noktasıdır. Bu tarihten itibaren Amerika’nın desteğiyle güçlenen şah rejiminin baskısı artmaya
Şah’a Karşı Protestolara Başlaması
başladı. Bu durum, rejime meydan okuyan tek şahsiyet olarak Humeynî’nin prestijini güçlen-
Ocak 1962’de şahın “beyaz devrim” diye adlan-
dirdiği gibi birçok ulemânın Humeynî tarafından
dırdığı on maddelik bir reform programı ilân et-
belirlenen radikal hedefler etrafında birleşmesine
mesi ve ulemânın ısrarına rağmen bu reformdan
de sebep oldu. Humeynî, Kasr Hapishanesi’nde
vazgeçmemesi üzerine Humeynî, 22 Ocak 1963’te
on dokuz gün kaldıktan sonra önce İşretâbâd as-
şahı ve planlarını reddeden bir protesto yayım-
kerî üssüne, oradan da Tahran’ın Dâvûdiye böl-
ladı. Şah iki gün sonra Kum’a gelerek ulemâ sı-
gesinde bir eve götürülerek burada hapsedildi.
nıfını tenkit eden bir konuşma yaptı. Humeynî,
Çeşitli yerlerde Humeynî’nin serbest bırakılması
sekiz önemli âlimin imzasını taşıyan bir bildiriyle
için gösteriler yapıldı. 7 Nisan 1964’te Humeynî
şahın programını ithama devam etti. Ayrıca hükü-
serbest bırakıldı. Üç gün sonra Kum’da, 15 Hur-
14
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
dad’da başlayan hareketin sürdürüleceğini ilân ederek hakkında çıkarılan uzlaşma rivayetlerini yalanlamış oldu. (6)
Sürgün Hayatı 1964 sonbaharında Amerikalılar’ın İran mahkemelerinde yargılanmasını önleyen resmî bir karar alınması, Humeynî’ye şah rejimiyle yaptığı bütün mücadelesi boyunca belki de en ateşli konuşmasını yapma fırsatı verdi. Bu anlaşmayı İran’ın bağımsızlık ve egemenliğini ortadan kaldıran vahim bir gelişme olarak nitelendiren Humeynî anlaşma lehinde oy kullananları vatan haini diye itham etti. Fakat 4 Kasım 1964’te tekrar tutuklanarak Türkiye’ye sürgüne gönderildi. Önce Ankara’ya ve 12 Kasım günü on iki ay kalacağı Bursa’ya götürüldü. Büyük oğlu Mustafa Humeynî de 3 Aralık 1964’te Bursa’ya gitti. Ayrıca İran’dan gelen bazı dostlarının kendisini ziyaret etmesine izin verildi, kitap talebi karşılandı. Humeynî Bursa’da geçen süre içinde Taĥrîrü’l-vesîle adlı eserini derledi. 5 Eylül 1965’te Humeynî on üç yıl kalacağı Irak’ın Necef şehrine gönderildi. Necef’e yerleşince Şeyh Murtazâ Ensârî Medresesi’nde fıkıh okutmaya başladı. Dersleri İranlı öğrencilerin yanı sıra Irak, Hindistan, Pakistan, Afganistan ve Körfez ülkelerinden gelen öğrenciler tarafından da takip ediliyordu. Humeynî, 21 Ocak-8 Şubat 1970 tarihleri arasında velâyet-i fakîh doktrini konusundaki
Humeynî yedi yaşında hıfzını tamamladıktan sonra Arapça dersleri aldı. Ağabeyi Seyyid Murtazâ’nın desteğiyle tahsilini ilerletmek üzere 1339’da (1921) o sırada önemli bir ilim ve eğitim merkezi olan Erâk (Sultanâbâd) şehrine gitti. Erâk’taki hocaları arasında Şeyh Muhammed Gülpâyigânî, Âgā-yı Abbas Erâkī, Şeyh Muhammed Ali Burûcirdî ve Seyyid Ahmed Hânsârî zikredilebilir. Humeynî’nin Erâk’a varmasından yaklaşık bir yıl sonra Şiî ulemâsının önde gelen isimlerinden Âyetullah Abdülkerîm Hâirî’nin Erâk’tan ayrılarak Kum’a yerleşmesi ve burada dinî eğitim kurumlarını ihya etmesiyle Kum âdeta İran’ın mânevî başşehri olma yoluna girdi. Bunun üzerine 1922’de Kum’a giden Humeynî asıl terbiyesini burada aldı ve kişiliğini de burada kazandı.
konferanslarını Şeyh Murtazâ Ensârî medreselerinde verdi. Bu konferanslarda, on ikinci imamın gaybeti döneminde imamın siyasî ve fıkhî fonksiyonlarını ulemânın icra etmesi gerektiği şeklinde özetlenebilecek olan bir doktrin ortaya koydu ve bunun, Şiî imâmet düşüncesinin açık bir sonucu olduğuna ilişkin naklî deliller gösterdi, İslâmî devlet kurmaya götüren bir program ortaya koydu (Velâyet-i Faķîh, s. 204). Irak’taki sürgün döneminde Humeynî, bir yandan İran’daki gelişmeleri takip ederek çeşitli yazıları ve mektup-
mücadele etti. Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı vesilesiyle Humeynî, İsrail ile olan bütün ilişkileri kesmeyi öneren ve onların ürünlerini kullanmayı yasaklayan bir bildiri yayımladı. Bu bildiri, Humeynî’nin Kum’daki evinin yağmalanmasına ve orada yaşayan ikinci oğlu Seyyid Ahmed Hu-
larıyla rejime karşı tavrını açıklarken bir yandan
meynî’nin tutuklanmasına sebep oldu. Hume0y-
da 1967 Temmuzunda Irak’ta Baas Partisi’nin ikti-
nî’nin yayımlanmamış bazı eserleri de bu sırada
dara gelmesinden kaynaklanan olumsuz şartlarla
kayboldu. 1971’de Irak ve İran ilân edilmemiş bir
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
15
savaş haline girince Irak rejimi kendi topraklarına yerleşmiş olan ve bazıları nesiller boyu orada yaşayan İran vatandaşlarını sınır dışı etmeye başladı. O zamana kadar Irak resmî makamlarıyla çatışmamaya özen gösteren Humeynî bu defa Irak liderlerine hitap ederek bu tutumu kınadı. (7)
6 Ekim 1978’de Şah’ın baskısıyla, Irak lideri
Saddam Hüseyin Irak’ı terk etmesini isteyince, Fransa’ya gitti ve Paris’in bir banliyösü olan Neauphle-le-Chateau’ya yerleşti. Oradan şah yönetiminin yıkılması ve bir İslam Cumhuriyetinin kurulması yolunda yoğun bir propagandaya girişti. Mesajlarını ilettiği teyp bantları İran’da gitgide genişleyen bir kitleye ulaştı. 1978 sonlarında kitle gösterilerinin, grevlerin ve halk arasındaki hoşnutsuzluğun bütün ülkeye yayılması karşısında Şah Muhammed Rıza Pehlevi 16 Ocak 1979’da İran’ı terk etmek zorunda kaldı.
İran’a Dönüşü 1 Şubat 1979’da Tahran’a ulaşan Humeynî’yi 10 milyon insan karşıladı. Humeynî, havaalanından devrim şehidlerinin gömülü olduğu Bihişt-i Zehrâ Mezarlığı’na gitti. Orada Bahtiyar hükümetini tanımadığını, kendisinin yeni bir hükümet kuracağını ilân etti (a.g.e., IV, 281-286). Geçici İslâm hükümeti Mehdî Bâzergân’ın başkanlığında 5 Şubat’ta kuruldu. Silâhlı kuvvetlerin gittikçe dağıldığını, birçok askerin Humeynî taraftarlarına katıldığını gören Bahtiyar 10 Şubat’ta Tahran’da sokağa çıkma yasağı ilân etti. Humeynî bu yasağa uyulmamasını istedi ve şaha bağlı ordu mensuplarının halka ateş açması durumunda cihad ilân edeceğini açıkladı (a.g.e., V, 75). Ertesi gün Yüksek Askerî Konsey Bahtiyar’dan desteğini çekti, 12 Şubat günü de rejimin bütün organları çöktü. Artık devrim başarıya ulaşmıştı.
(8)
Devrimin si-
yasi, hukuki, ruhani lideri olan İmam Humeyni, dört gün sonra bir hükümet atadı ve 1 Mart’ta gene Kum’a yerleşti. Aralık ayında yapılan anayasa referandumuyla İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra ömür boyu siyasi ve dinsel önderi seçildi. Bir grup üniversiteli gencin 4 Kasım 1979’da Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’ni ele geçirerek büyükelçilikte ve dışişleri örgütünde görevli 66 ABD vatandaşını rehin almasından sonra ABD ile ilişkiler çatışma noktasına geldi. İmam Humeyni’nin onayıyla yapılan bu eylem, rehinelerin serbest bırakıldığı 29 Ocak 1981’e değin sürdü.
Humeyni’nin Vefatı ve Kabri 23 Ocak 1980’de bir kalp rahatsızlığı yüzünden Kum’dan Tahran’a getirilen Humeynî, tedavinin ardından 22 Nisan’da Tahran’ın kuzeyinde yer alan Cemerân’da mütevazi bir eve yerleşti ve ömrünün geri kalan kısmını bu evde geçirdi. Evin etrafında giderek genişleyen yeni bir mahalle oluştu. Humeynî hastahanede iken Ebü’l-Hasan Benî Sadr İran İslâm Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Fransa’da iktisat öğrenimi
16
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
görmüş bir kişinin cumhurbaşkanı seçilmesinde, Humeynî’nin bir din âliminin seçime girmesinin doğru olmayacağı yönündeki kararı da etkili olmuştur. Bu hadise, siyasî sistemin kurumlaşması ve istikrara kavuşması için atılan önemli bir adım olarak görülebilir. Ancak Humeynî’den bağımsız bir yönetim peşinde olan Benî Sadr’ın cumhurbaşkanlığı bir hükümet krizine yol açtı. Bu kriz devam ederken 22 Eylül 1980 tarihinde Irak yaklaşık sekiz yıl sürecek bir savaş başlattı. Humeynî bu savaşı başlatanın Amerika Birleşik Devletleri olduğunu ifade etti ve İran halkından devrim döneminde yaptığı gibi bu tehlike karşısında da direnmesini istedi. Humeynî’nin eski arkadaşı ve takipçisi olan Âyetullah Hamaney 2 Ekim 1981’de cumhurbaşkanı seçildi ve Humeynî’nin vefatından sonra onun yerine İslâmî cumhuriyetin dinî liderliğine getirildiği 1989 yılına kadar bu görevde kaldı. Bu
Burûcirdî’nin 1961’de vefat etmesinden sonra Humeynî dinî liderliğin yeni sahibi olarak görüldü, birçok İranlı Şiî tarafından merci-i taklîd kabul edildi. 1962 sonbaharında hükümet, belediye seçimlerini kazananların Kur’an üzerine yemin etme şartını kaldıran bir kanunu kabul etti. Bunu Bahâîler’in kamu alanına girmesini sağlayan bir plan olarak gören Humeynî kanunu feshettirmeyi başardı. Bu başarı onun şaha muhalefette en önemli isim olarak sahneye çıkmasında etkili oldu.
dönemde Irak’la yapılan savaşın zamanla İran lehine geliştiği görüldü. Bunun yanında Amerika Birleşik Devletleri İran’ın kesin bir zafer kazanmasını önleme yolundaki çabalarını arttırdı. Nitekim 2 Temmuz 1988’de bir İran uçağını vurdu; olayda
Humeyni’ye Eleştiriler
290 yolcu hayatını kaybetti. Bunun üzerine Humeynî, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin
İmamların Makamını Peygamberler ve Melek-
598 sayılı kararında belirtilen şartları kabul ederek
lerden Üstün Görmesi
daha önce Saddam rejimini devirinceye kadar savaşacakları yolunda açıklamada bulunmuş olmasına rağmen savaşa son vermeye razı oldu.
Humeyni kitabı el-Hukûmetu’l-İslâmiyye
(9)
adlı
eserinde şöyle demektedir: “Mezhebimizin zaruri esaslarından biri şudur: İmamlarımızın hiçbir
14 Şubat 1989’da Humeynî’nin Hz. Peygamber’e
mukarreb meleğin ve hiçbir peygamberin ulaşa-
hakaret eden The Satanic Verses (Şeytan Âyetleri)
mayacağı bir makamları vardır.” (10)
adlı romanın yazarı Selman Rüşdi ile kitabın yayımlanmasından sorumlu olanların öldürülmesine dair verdiği fetva özellikle Batı’da geniş tepkilere yol açtı.
Sahabeye Özellikle Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer radıyallahu anhuma’ya Karşı Sözleri Humeyni, “Keşfu’l-Esrâr” isimli kitabında, birin-
Humeynî 3 Haziran 1989 tarihinde vefat etti. 9
cisi Ebubekir’in (11) ikincisi ise Ömer’in (12) Kur’an’a
milyon insanın hazır bulunduğu cenaze töreninde
muhalefetini anlatan ve din, ilim ve marifet iddi-
naaşı Tahran’ın güneyinde Kum’a giden yol üze-
asında bulunan bir adamdan beklenmeyecek şe-
rinde bulunan mezarına ancak helikopterle taşı-
kilde, Müslüman önderlerine karşı yalan, iftira ve
nabildi.
kinin olduğu iki ayrı fasıl kaleme almıştı. Nitekim
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
17
Ehli Sünnet ve’l-Cemaat’e Karşı Tutumu Humeyni; “et-Te’âdul ve’t Tercîh” başlıklı risâlesinde, Âmme (yani Ehli Sünnet ve’l Cemaat)’nin muhalefetleri ile ilgili haberleri aktarıp incelerken
Burûcirdî’nin 1961’de vefat etmesinden sonra Humeynî dinî liderliğin yeni sahibi olarak görüldü, birçok İranlı Şiî tarafından merci-i taklîd kabul edildi. 1962 sonbaharında hükümet, belediye seçimlerini kazananların Kur’an üzerine yemin etme şartını kaldıran bir kanunu kabul etti. Bunu Bahâîler’in kamu alanına girmesini sağlayan bir plan olarak gören Humeynî kanunu feshettirmeyi başardı. Bu başarı onun şaha muhalefette en önemli isim olarak sahneye çıkmasında etkili oldu.
şöyle diyor: “(Bu konudaki haberler) iki guruptur: Birincisi, çelişen iki haber hakkında gelen haberler; İkincisi ise, (Ehli Sünnet ve’l Cemaate) muhalefet etmenin ve –onlara göre- sağlıklı haberlerin tümünden uzak durulmasının gerekliliğini vurgulayan haberler.” Humeynî, Ehli Beyt’e isnat edilen ve Ehli Sünne ve’l Cemaat’e muhalefetin gerekliliğini vurgulayan çeşitli rivâyetlere yer verdikten sonra şöyle devam ediyor: “Bu haberlerin, çelişkili iki haber karşısında Âmme (Ehli Sünnet)’ye muhalefetin tercih edilmesine delaletinin açıklığı ortadadır. Velev ki bazısının senedi sahih veya metni ashab arasında meşhur olsun. Bu tercih, tüm fıkıh bab’ları ve fakihlerin dilinde yaygın olan genel bir kanaattir.” (15)
Yazımı merhum Said Havva’ın nasihatleri ile sonlandırıyorum: Artık bu vebanın İslâm topraklarından yok olma vakti geldi. Akıncının akıncı olma vakti geldi. İslâm ümmetinin saf akaidi canlandırmak için Şeyhân (Ebubekir ve Ömer) hakkında şöyle demişti: “Şimdi bizim burada Şeyhân’ın kendileri, Kur’an’a muhalefetleri, İlah’ın ahkâmıyla oyunları, kendi kendilerine helal ve haram kıldıkları,
İran’ı yeniden fethetmesi ve İran’ın bu ümmete yönelik tehditlerinin kökünü kazıması gerekiyor. Yazdıkları ve söyledikleriyle hala ümmeti sapkınlığa sürükleyen kiralanmış kalem sahipleri ve satılmış söz erbabı bilsinler ki, Allah onları sapma-
Nebi’nin oğulları ve kızı Fatıma’ya karşı uygula-
larından ve saptırmalarından ötürü hesaba çeke-
dıkları zulümler hakkında bir tedahülümüz yok.
cektir. Onların elinde Humeyni’ye destek çıkmak
Ancak biz bu ikisinin din ve ilah’ın ahkâmına
için bir hücced yoktur ve Humeyni’ye yardım, Al-
karşı cahilliklerine işaret ediyoruz… Bu cahil, ahmak ve zalim kişiler gibileri imamet konumunda ve ulu’l-Emr arasında olmaya layık değiller.
(13)
Ve efendimiz Ömer bin Hattab’ın –Allah
ondan razı olsun- yaptıklarını, “küfür ve zındıklıktan doğmuş ve Kur’an’ı Kerim’de zikri geçen âyetlere karşı ameller” şeklinde vasfetmişti. (14)
18
MUHARREM 1437
lah’a, Resulüne ve Müminlere ihanettir. Humeynilik ve yandaşlarının gücü ele geçirdiklerinde Müslümanlara ne yaptıklarını görmediler mi? Humeyni ve destekçilerinin İslâm düşmanlarıyla olan ittifaklarını fark etmediler mi? …Bu Humeyniciler zalimler. Zulümlerinden bazısı da Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e zulmetmeleridir. Hangi Müslüman bunlara yardımcı olaO’nun İzinde...
bilir? Allah Teâlâ, “İşte böylece biz, işledikleri kötülüklerden ötürü kimi zalimleri diğerlerinin peşine takarız.” (En’am sûresi, 129) buyurarak kendilerini ancak zalim olanın destekleyeceğini belirtiyor. Öyleyse kim Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ebu Ubeyde, Hazreti Talha ve Hazreti Zübeyr’e zulmedene razı olabilir? Kim sahabe ve bu ümmetin müçtehitlerinin karşı safında yer almaya razı olabilir? Kim Müslümanların kanlarını ve mallarını kendilerine helal gören zümrenin elinde bir oyuncak olmaya razı olabilir? İnsanlar görmezler mi ki, İran’ın üçte biri sünnî olmasına rağmen bir tane bile sünnî bakan yok! Görmezler mi ki, Lübnan’da gerek Lübnanlılardan gerekse de Filistinlilerden sünnî olanlara neler yapılıyor. İran’ın müttefiki Hafız Esed’in (16) İslâm ve Müslümanlara neler yaptığını görmezler mi? Tüm bunlar gözlerin açılması için yeterli değil midir? Bundan sonra aldatılmış için bir özür mümkün mü artık? Aldatılanların kendi haklarında, bu ümmete, kendi halklarına ve vatanlarına düşman olduklarına, kendi tebaalarının gelecekleriyle oynadıklarına hükmetmeleri gerekmez mi? Gelin görün ki acaba onlar tövbe edip döndüler mi? Allah’ım; Humeyni ve Humeynicilikden, onları dost edinen, destekleyen ve onlarla ittifak eden herkesten beri olmayı senden niyaz ediyorum! Âmin. Allah, efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, Onun ehline ve ashabına salât ve selâm etsin. (17) -------------------------
8. Age, s. 361. 9. El-Hukûmetu’l-İslamiyye, s. 52, 1979 Kahire ya da Tahran –Berzek el-İslamiyye Yayınevi Baskısı. Daha fazla ayrıntı için bkz. Ebu’l-Hasan en-Nedvî, Sûretân Mutedâttetân (İki Zıt Portre), s. 77 vd. 10. Muhammed Surur Zeynelabidin, Mecûsilerin Geri Dönüşü, Guraba Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, s. 147. 11. Keşfu’l-Esrâr, s. 111-114’den aktaran Said Havva, age. s. 43. 12. Keşfu’l-Esrâr, s. 114-117’den aktaran Said Havva, age. s. 43.
1. Hamid Algar, “Humeynî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 18, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1998.
13. Keşfu’l-Esrâr, s. 107-108’ den aktaran Said Havva, age. s. 44.
2. Age, s. 359.
14. Said Havva, Humeynicilik, 1. Baskı, Kökler Derneği Yayın-
3. Sebe’ 34/46.
ları, İstanbul, 2014, s. 43-44.
4. Hamid Algar, age, s. 359.
15. Age, s. 51-52.
5. Age, s. 360.
16. Günümüzde kâtil Beşşar Esad ile müttefiki İran ve Lübnan
6. Age, s. 360.
Şiilerinin yaptıkları herkesin zihnindedir.
7. Age, s. 360.
17. Age, s. 75-76.
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
19
S. RAMAZAN AYCİL
Kapak Dosya
ŞÎA İNANÇ SİSTEMİ Ş
iilik yirmiden fazla fırkaya ayrılmıştır. Günümüzde bu fırkalardan, İsmailiyye, Zeydiye ve
ilk fırkadır. Humeyni gibi dünyaca tanınmış fikir
isna Aşere (on iki imam), dışında varlığını devam
- İsna Aşere (on iki imam), bu fırkalardan en çok
ettirenlerin az müntesipleri kalmış, bir kısmı da
müntesibe sahip fırkadır.
tamamen silinmiştir. Biz bu makalemizde isna
- İsna Aşere (on iki imam), Ehli Sünnet Müslü-
Aşere (on iki imam)’yi ele alacağız. Çünkü;
manlarını Şiileştirmek için sıkı çalışmaktadır.
- İsna Aşere (on iki imam), bu fırkanın en meşhur
Zehra gibi onlarca değişik dillerde yayın yapan
olanı ve günümüzde Şiilik ismi denince akla gelen
20
MUHARREM 1437
adamlarına sahiptir.
Bunu gerçekleştirmek için Kewser, el-Menar ve televizyon kanallarını kullanmaktadır. O’nun İzinde...
Irak, Lübnan ve Bahreyn’de de çok sayıda bulunan Şiilerin büyük çoğunluğu İran’dadır. Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi bazı ülkelerde ise azınlıkta olan Şiilerin, Türkiye dahil bazı Avrupa ve Kuzey Afrika ülkelerinde sıkı faaliyetleri vardır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem sonra, ”on iki imam düşüncesine sahip olduklarından dolayı bunlara On İki İmam Şia’sı deniliyor. Aynı şekilde İmamiye Şia’sı veya Caferiler de denilmektedir.
A- İmammet Düşüncesi ve Konumu
Kimi Ehl-i Sünnet uleması ise, bunlara Rafizi (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman’ın radiyallahu anhum halifeliklerini kabul etmediklerinden dolayı) ismini vermişlerdir.
rılması için bir imamın tayininin gerekli olduğu
Irak, Lübnan ve Bahreyn’de de çok sayıda bulunan Şiilerin büyük çoğunluğu İran’dadır. Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi bazı ülkelerde ise azınlıkta olan Şiilerin, Türkiye dahil bazı Avrupa ve Kuzey Afrika ülkelerinde sıkı faaliyetleri vardır. (Şia ve Şiilik /İsmail Kaya)
dergi.nebevihayatyayinlari.com
İslam ümmeti, toplumun yöneltilmesi, kargaşadan korunması, mazlumların haklarının zalimlerden alınması ve kötülüklerin ortadan kaldıkonusunda ittifak etmiştir. Bu durumda ümmet kendisini yönetecek bir imamı ya kendisi seçmek suretiyle iş başına getirir yahut Şia’da olduğu gibi imam, Allah ve Peygamber tarafından seçilip görevlendirilir.! Buradaki Ehl-i Sünnet ile Şia arasındaki ihtilaf, İmamın olup olmadığı değil İmamı tayin edecek merciin ümmetin kendisi yahut Allah ve Peygamber olup olmadığı meselesidir. MUHARREM 1437
21
metmesi için ümmete peygamber tarafından bildirilmesi gereklidir. (Kaşiful gıta, Aslu-ş Şia syf 211-212)
Alleme Meclisi Biharul- Envar isimli eserinde şunları söylüyor: İmami alimlerimiz, peygamberlerin ve İmamların peygamberlikten ve imametten önce ve sonra da her türlü küçük ve büyük günahların her çeşidinden masum oldukları hususunda ittifak etmişlerdir. (el-Meclis Biharul- Envar syf 350 )
Yine el-Kafi’de şöyle geçer: İmamlar Allah’ın kapılarıdır ki Allah’a ulaşmak ancak o kapılardan geçmekle mümkündür. Onlar olmasaydı Allah bilinemezdi. Onlar ile Allah, kullarına hüccet ikame etmiştir. (El-Kafi 192.) Başka bir eserde “Bizim inancımıza göre imamların emirleri, Allah’ın emri; yasakları, Allah’ın yasakları; itaatları, Allah’a itaat; isyanları ise Allah’a isyandır. Onlara dost olan Allah’a dost. Onlara düşman olan Allah’a düşman olur. Onlara karşı gelmek, Allah’a ve Peygamberine karşı gelmektir. Onlara teslim olmak ve emirlerine boyun eğip söylediklerini kabul etmek gerekir. Bunun için ilahi emirler ancak onlar vasıtası ile alınabilir. (el-Akaid el-islamiyye/Muhammed Rıza el- Muzaffer syf 70)
Şia, İmametin, ümmetin reyine ve tayinine bırakılabilecek umumi maslahatlardan olmayıp, dinin rüknü, İslam’ın temel esası olduğu, hiçbir peygamberin imamet esasından gaflet ederek onu ümmetin görüşüne havale etmesinin caiz olmadığını, aksine ümmeti için imam, tayin ve tespit etmesinin kendisine vacip olduğunu ileri sürmüştür. Onlara göre seçilmiş olan imam tıpkı peygamberler gibi küçük ve büyük her türlü günahlardan korunmuştur. Bu bakımdan Hz. Peygam-
İran devriminin lideri olan Humeyni, el-Hükumetul-İslamiyye’de, İmamların öğretileri, Kuran’ın öğretileri gibidirler. Bu öğretiler sadece belirli bir nesil için değildir. Bu öğretiler her şehirde ve her asırda kıyamete kadar uygulanması ve uyulması gereken öğretilerdir demektedir. ( Humeyni, el-Hükumetul-İslamiyye’de syf 113)
Bütün bu sözler imametin de nübüvvet gibi ilahi kaynaklı olduğu inancının Şia’nın ayırıcı bir vasfı olduğunu göstermektedir.
ber’den sonra Ali, ümmetin imamıdır. Ali’den sonra ise, onun neslinden gelen imamlar, İslam toplumunun cismani ve ruhani liderleridir.
Şia’nın İmamlar Hakkındaki Aşırılıkları; 1- İmamet İlahi Kaynaklı İddiası Şia için İmamet Allah tarafından verilen bir makamdır. Bu peygamberlik gibidir. Nasıl ki Allah
2- İmamlar Günahlar ve Her Türlü Hatalardan Korunmuştur İddiası İmamlar hata, yanılma ve unutmaktan masumdurlar. Bu konuda Alleme Meclisi Biharul- Envar isimli eserinde şunları söylüyor: İmami alimlerimiz, peygamberlerin ve İmamların peygamberlikten ve imametten önce ve sonra da her türlü küçük ve büyük günahların her çeşidinden masum oldukları hususunda ittifak etmişlerdir.
kulları arasından istediğini peygamber olarak
(el-Meclis Biharul- Envar syf 350 )
seçer ve görevlendirirse, aynı şekilde imam olarak
Seyyid Ali el-Milani, İsmet adlı eserinde ismetin tarifini yaparken şunları söylüyor: Masumiyetin tanımı buysa ve Allah tarafından peygamberine bir lütuf ve ihsan ise bu masumiyet on iki imam
ta dilediğini seçer ve nass ile peygamberine onu kendisinden sonra tayin etmesini emreder. İmamın peygamberden sonra şeriatına göre hük-
22
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
ve Hz. Fatıma için de söz konusudur. (Ali el-Milani, İsmet syf 13-14)
Şia’ların İmamlarına atfettikleri ismet sıfatı kendi kaynaklarında sayılamayacak derecede çoktur. Özellikle Usul’ul Kafi eserine bakılabilir. Bu konuda son olarak Humeyni’nin şu sözlerini aktarıyoruz: “İmam için övülmüş bir makam, yüce bir derece ve tekvini bir hilafet vardır. Velayet ve hükümranlığına bu kainatın her zerresi boyun eğer. Mezhebimizin gereklerinden biride, imamlarımız için ne yakınlaştırılmış melek’in, ne de gönderilmiş peygamberin ulaşabileceği bir makam olduğuna inanmaktır. Elimizdeki rivayet ve hadisler
El-Kafi’de İmam Rızanın şöyle dediği nakledilir: “Bizler Allah’ın yeryüzündeki eminleriyiz. Bizim katımızda tüm musibet ve ölümlerin bilgileri, Arapların nesepleri ve İslam’ın doğuşunun bilgisi mevcuttur. Biz bir insanı gördüğümüzde gerçekten mümin mi yoksa münafık mı olduğunu biliriz. ( El-Kafi 261 )
bize şunu söylüyor: Rasûlu azam sallallahu aleyhi ve sellem ve İmamlar bu alem yaratılmadan önce nur idiler ve Allah arşını onlarla sardı. Zira İmamlardan bize şu sözleri ulaşmıştır: ‘Bizim Allah ile öyle hallerimiz vardır ki, buna ne yakınlaştırılmış melek ne de gönderilmiş bir peygamber nail ola-
- İmamların, korunacağını bilseler her şahsın le-
bilir.’ “ (Humeyni, el-Hükumetul-İslamiyye’de syf 52 )
hinde veya aleyhinde başına gelecekleri haber verebilecekleri bölümü
3- İmamlar Gaybı Bilirler İdiası Bütün Müslümanlar gayb bilgisinin sadece Allah’a ait olduğunu ve tebliğ eden peygamberlerden dilediğinin dışında kimseyi buna vakıf kılmadığı hususunda ittifak ederler. Ancak Ehl-i Sünnete muhalefet etmeyi inançlarının bir gereği olarak gören Şia, bu konuda da aşırıya giderek İmamları hususunda gayba muttali olabileceklerini iddia etmişlerdir. Bu konuda kendileri nezdinde Buhari mesabesinde olan el-Kafi isimli hadis kitabında el-küleyni, gaybı bildikleri hususuna birçok bölüm tahsis etmiştir. Bu bölümlerden dört tanesi şunlardır: - İmamların ne zaman öleceklerini bildikleri ve ölmelerinin kendi seçimleri olduğu
El-Kafi’de İmam Rızanın şöyle dediği nakledilir: “Bizler Allah’ın yeryüzündeki eminleriyiz. Bizim katımızda tüm musibet ve ölümlerin bilgileri, Arapların nesepleri ve İslam’ın doğuşunun bilgisi mevcuttur. Biz bir insanı gördüğümüzde gerçekten mümin mi yoksa münafık mı olduğunu biliriz. (El-Kafi 261) Yine Küleyni, İmamlar hakkında “Onlar olmuş ve olanı bilirler. Onlara hiç bir şey gizli kalmaz.” hadisini kendi hadis kitabında rivayet etmektedir. (Usul’ul Kafi syf 287)
Bunlar gibi daha nice rivayetlerde Şiilerin, imamların yeryüzünün bütün tabakalarında ve göklerde olan her şeyin bilgisine sahip olduklarına inandıkları açıkça ortaya çıkıyor Oysa ki bütün Müslümanlar bu tafsili ilmin sadece Allah’a has olduğunu ve onun dışında hiç
- İmamların meleklere ve peygamberlere verilen
kimsenin bilemeyeceği hususunda müttefiktirler.
bütün ilimleri bildikleri
Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor:
- İmamların olmuş ve olacak her şeyi bildikleri ve
“Gaybın anahtarları O’nun katındadır, onları
hiçbir şeyin onlara gizli kalmayacağı
ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir.
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
23
iddia etmişleridir. Nitekim müfid, en-Nuket fi mukaddime el-Usul’da, Nass bulma sıkıntısı çekilen durumlarda bu mucizelerin de tıpkı naslar gibi imameti ispat ettiğini ileri sürmüşlerdir. (Metin Bozan/ İmamiyyenin İmamet Tasavvuru)
Şia’ya göre Mehdi’nin zuhurundan sonra, daha önce vefat etmiş olan en değerli insanlarla en düşük insanlar dünyaya döneceklerdir. Bu dönüş birinciler için bir mükâfat olurken, ikinciler ise bu dönüşte işledikleri zulmün cezasını göreceklerdir. Rec’at telâkkisi de zaman içerisinde Şia’nın inanç esaslarından biri hâline gelmiş ve onların kelâm kitaplarında yerini almıştır.
Ayrıca Şeyh Saduk, ileluş-Şerayi adlı eserinde mucizenin illetini izah eden bir rivayetle doğru söyleyen ile yalan söyleyenin birbirinden ayırt edilebilmesi için tıpkı peygamberler gibi imamlara da mucizenin verildiğine inandıklarını ifade eder. (İleluş-Şerayi/Şeyh Saduk syf 122) Ancak Ehl-i Sünnet alimleri peygamberler dışında da insanlardan harika hallerin (kerametlerin) vaki olabileceğini kabul etmekle beraber bunu hiç bir zaman o insanın mucizesi olarak isimlendirmezler. Bunlar Allah’ın salih kullarına, onların iradesi dışında verdiği ikramlar anlamında keramet olarak kabul edilir. Velinin kendi irade ve kudretinin payı olmaksızın meydana gelen bu haller, onun bağlı olduğu nebi için mucize olarak görülür.
B- Rec’at İnancı Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı, kuruyu ki apaçık Kitap’tadır ancak O bilir.” (En’am: 59) Kainatta meydana gelen olayları detaylı bir şekilde ancak kainatın yaratıcısı olan Allah bilir. O’ndan başka hiç bir kimse bilemez. Ama Şia, imamlarının da bu bilgiye sahip olduklarını iddia eder. Onlara göre bütün alemlerde meydana gelen olayların bilgisine sahiptirler. Konuyla ilgili Tabrisi’nin el-İhticac adlı eserine bakılabilir. Oysaki Rabbimiz kendi kitabında şöyle buyuruyor: “De ki: “Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.” Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” (Neml: 65 )
4- İmamlar Peygamberler Gibi Mucize Çıkarırlar İddiası Şia, Peygamberlerin peygamberliklerini ispat etmek için gösterdikleri mucizeleri, İmamların da imamlıklarını ispatlamak için gösterebileceklerini
24
MUHARREM 1437
Rec’at’ın sözlük mânâsı ise “geri dönüş” demektir. Rec’at fikrini ilk ortaya atan kişinin Abdullah b. Sebe olduğu ifade edilmiştir. O, Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra gerçekte onun ölmediğini ve tekrar dünyaya gelerek yeryüzünü adaletle dolduracağını ileri sürmüştür. Gulât-ı Şia bu kelimeyi, imamın ölümünden veya gaybetinden sonra tekrar dünyaya geri dönmesi mânâsında kullanmış olsa da, İmâmiyye Şiası’na göre rec’at, kıyametin kopmasından önce imamlar ile onlara zulmeden kimselerin diriltilerek tekrar dünyaya döndürülmesi demektir. Biraz daha açacak olursak Şia’ya göre Mehdi’nin zuhurundan sonra, daha önce vefat etmiş olan en değerli insanlarla en düşük insanlar dünyaya döneceklerdir. Bu dönüş birinciler için bir mükâfat olurken, ikinciler ise bu dönüşte işledikleri zulmün cezasını göreceklerdir. Rec’at telâkkisi de zaman içerisinde Şia’nın inanç esaslarından biri hâline gelmiş ve onların kelâm kitaplarında yerini almıştır. Rec’at inancı Şia nezdinde üzerinde ittifak edilen hususlardandır. Muhammed Bakır şeriatu akaidu O’nun İzinde...
imamiyye adlı kitabının 288. sayfasında bu hu-
C- Beda İnancı
susta şunları dile getirir. Rec’at’a inanmak lazım
Zuhur etmek, ortaya çıkarmak ve görünmek anlamlarına gelen Beda kelimesi, bir işi yapmaya niyet etmişken, yapmaktan vazgeçip bir başka işi yapmaya yönelmek veya teşebbüs etmek için kullanılmaktadır. Günlük hayatta insanlar için bilgi noksanlığı veya bilmemekten dolayı bir işi yapmaya teşebbüs etmişken vazgeçip fikrini değiştirip başka bir şeyi yapma her zaman görülen bir olaydır. Fakat Allah bir şeyi yapmayı murat ettiği zaman, bilgisizlik veya bilgi noksanlığından dolayı o işi yapmaktan vazgeçip başkasını yapmaya yönelmez. Keza bir işi yaptıktan sonra, yaptığı işten pişman olarak yapmamış olmayı temenni etmez. Bunlar Allah için düşünülemez.
çünkü Rec’at Şia’nın özelliklerindendir. Ric’at’ın subutu hem bütün imamların nezdinde hem de bütün Şia nezdinde meşhurdur. Hatta imamlarımızdan; “Bizim tekrar diriltilmemize inanmayan bizden değildir” şeklinde rivayetler gelmiştir. Rec’at demek, Şia’nın düşmanlarından intikamın alınması demektir. Doğal olarak Şia’nın ilk düşmanı Muhammed’in hakkını gasp eden birinci, ikinci ve üçüncüdür. (Burada kastedilenler Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dır) Bunlar zülüm ve fesattan en ileri gelenlerdir. Dolayısıyla Mehdi’nin kendisinden intikam alması için ilk önce diriltilecek olanlar bunlardır. Bu ifadeler İmamiyye Şia’sının en önde gelen alimlerinden olanların bizzat kendi kitaplarında kullandıkları ve rivayet ettikleri ifadelerdir. Aynı şekilde bu ifadeler Şiilerin meşhur aşure günü duasında da geçen ifadelerin ta kendisidir. Rec’at inancı Şia’nın en başta gelen ve hatta bütün Şia’nın üzerinde ittifak sağladığı hususlardandır. (Kendi Kaynaklarına Göre Şia ve Şiilik/İsmail Kaya)
Beşerin yapmış olduğu kötü fiilleri görünce beşeri yarattığına pişman oldu. Şia bu inancı Yahudilik inancından ihtiyaçtan dolayı almıştır. Çünkü daha öncede geçtiği gibi Şia‘ya göre İmamlar gaybı bilir ve haber verdikleri şeylerde söyledikleri gibi olurdu. Bazı İmamlar söyledikleri şeylerin ve verdikleri müjdelerin zaman geçmesiyle ortaya çıkmadıklarını görünce bunun altında kalmamak
D- Takiyye İnancı Sözlük anlamı itibari ile sakınmak, korumak, korkmak, korunmak anlamlarındaki (vky) kö-
Şeyhleri ve muhaddisleri olan Saduk lakaplı Muhammed b. Ali b. Hüseyin, Risale fil İtikat eserlerinde şunları zikreder: “Takiyye ile ilgili inancımız şudur: ‘Takiyyeyi terk eden namazı terk etmiş gibidir. Kaim olan Mehdi çıkıncaya kadar takiyye ile amel etmek vaciptir. Mehdi’nin çıkışından önce takiyyeyi terk eden Allah’ın ve İmamiyenin dininden çıkmıştır. Allah’a, Rasûlune ve İmamlara muhalefet etmiştir.’ ” (Risale fil İtikat /Şeyh saduk syf 104)
künden gelen takiyye, terim olarak kişinin can ve malına yönelik bir tehlike ve zarardan korunması için inancını gizlemesi veya inandığının aksini söylemesi demektir. Buna göre cebir ve ikrah karşısında kalındığında bir müminin takip edeceği ruhsat yolu gösterilmekte, inancına muhalif olanların kendisini sıkıştırmasına karşı kalben olmasa da, lisanen dostmuş gibi davranmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır. Hemen bütün İslam fırkalarında bir ruhsat olarak kabul edilen bu prensip Şia’nın Zeydiyye dışında bütün fırkalarınca dinin zaruri bir emri olarak telakki edilmiş ve benimsenmiştir. Bu sebeple Takiyye denilince Şia hatıra gelmeye başlamış. Şiilikte takiyye farklı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu düşünce bir Şii’ye bir başkasını kandıra bilmesini caiz kılıyor. Bundan hareketle bir Şii inandığı bir şeyi açıkça inkar edebilir, kalbinde inanmadığı bir şeye görünürde inanıyor gibi davranabilir. Bundan dolayı Şiiler, Ehl-i Sünnetin yanında Ku-
için Beda fikrini ortaya attılar. Ve Allah’a başka
ran’ın tahrifi, Sahabelere hakaret etme, Müslü-
bir şey göründü de önceki sözünü değiştirdi, di-
manları tekfir etme ve bunun dışında birçok ko-
yerek mazeretlere sarıldılar. Yani aslında yanılan
nuda ki düşüncelerini gizlerler.
kendileri değil de haşa Allah’tır.
Şeyhleri ve muhaddisleri olan Saduk lakaplı Mu-
Beda fikrinin Şia’ya, İmamı Cafer zamanında sirayet ettiği düşünülüyor. Çünkü o, kendisinden sonra İmamın oğlu İsmail olduğunu söyledikten
hammed b. Ali b. Hüseyin, Risale fil İtikat eserlerinde şunları zikreder: “Takiyye ile ilgili inancımız şudur: ‘Takiyyeyi terk eden namazı terk etmiş gibidir. Kaim olan Mehdi çıkıncaya kadar
sonra İsmail’in ölmesi üzerine bu fikre sarıldığı
takiyye ile amel etmek vaciptir. Mehdi’nin çıkı-
rivayet ediliyor. Yani aslında Allah, Cafer’den
şından önce takiyyeyi terk eden Allah’ın ve İma-
sonra İmam olarak İsmail’i seçmiştir. Ama daha sonra onun öleceğini öğrenince ondan vazgeçtiğini söylemiştir. Yani Allah’ın ilmi kadim değil; yeni şeylerle Allah’ta yeni bilgiler elde etmektedir. Aslında İmam Cafer’in kendisi bu söylemlerden münezzehtir. Bütün bunlar Şiilerin kendi imamlarına bile atmış oldukları iftiralardır. (Başlangıçtan Günümüze Şiilik ve Kolları/Prof. Dr. Mustafa Öz )
26
MUHARREM 1437
miyenin dininden çıkmıştır. Allah’a, Rasûlune ve İmamlara muhalefet etmiştir.’ “ (Risale fil İtikat /Şeyh Saduk syf 104)
Şii’lerin takiyyeye teşvik eden çok sayıda rivayetleri vardır. El-Kafi’de Takiyye Bölümünde Ma’mer b. Halada nispet edilen bir rivayette o şöyle demiştir: Ebul Hasan’a idareciler için ayağa kalkmakla ilgili sordum. O, bana Ebu Cafer bu konuda şöyle dedi buyurdu: Takiyye benim ve O’nun İzinde...
atalarımın dinidir. Takiyye yapmayanın imanı da
6- Şia ve Mescidi Aksa /Tarık Ahmed Hicazi / Meva yayınları
olamaz. (El- Kuleyni syf 219 )
7- El –Münteka /İbni Teymiyye
Başka bir rivayette Ebu Abdullah’tan gelen bir ri-
8- İslam Tarihi /Komisyon / Beka yayınları
vayette o şöyle buyurmuştur: Ey Ebu Ömer! Dinin on da dokuzu takiyyedir. Takiyye yapmayanın dini yoktur. (El-Kuleyni syf 217 ) Yukarda geçen rivayetlerde açıkça ortaya çıktığı gibi Şiiler takiyye’ye sıkı sıkı bağlıdırlar. On ikinci İmamları olan Mehdi ortaya çıkıncaya kadar takiyye’nin terk edilmemesi gerekir. Onu terk eden onlardan değildir.
9- Ehli Sünnetten Şia’ya Kalpten Kalbe /Hammed el- Hamiş/ Guraba yayınları 10- Ehli Beyt ve Hakları / Abdullah ed- Derviş/ Guraba yayınları 11- Ehli Beyt ve Sahabe Arasındaki Rahmet Bağı/ Abdullah edDerviş/ Guraba yayınları 12- Ehli Beyt Fazileti / Abdulmuhsin Abbad/ Guraba yayınları 13- Kendi Kaynaklarından Şia İnanç Sistemi /Halife Keskin/ Beyan yayınları
------------------------Kaynaklar 1- Kur’an’ı Kerim Meali Diyanet Vakfı 2- Mezhepler Tarihi /M. Ebu Zehra / Hisar yayınları 3- El-Milel Ven –Nihal /Şehristani 4- Başlangıçtan Günümüze Şiilik ve Kolları / Mustafa Öz / Ensar yayınları 5- Kendi Kaynaklarına Göre Şia ve Şiilik / İsmail Kaya / Elvan Yayınları
14- Şirk ve Riddet Taifesi Şia /Ebu Basir Tartusi/ Şehadet yayınları 15- Usulud Din /Komisyon /Kevser yayınları 16- Diyanet İslam Ansiklopedisi 17- Şamil İslam Ansiklopedisi 18- Sosyal Bilimler Ansiklopedisi 19- İslam›da İnanç İbadet, Günlük Yaşayış Ansiklopedisi 20- Humeynicik / Said Havva
HAKAN SARIKÜÇÜK
Kapak Dosya
ŞIILERIN SAHABE ANLAYIŞLARI H
amd, Kuran’ı Kerim’de sahabelerden bahsederken “Allah onlardan razı olmuştur.
Onlarda Allah’tan razı olmuşlardır…”
(1)
şeklin-
de buyuran Allah’a,
eden ve onların yolunu kendine yol edinen, müminlerin üzerine olsun. Sahabe-i Kirâma bakış açısında Ehl-i Sünnet ile Şia arasında temel bir takım farklılıklar vardır. Bu
Salat ve Selâm ise; “En hayırlınız benim asrımda
farklılıklar bu fırkanın Ehli Sünnete mensubiye-
yaşayanlarınızdır…” buyuran efendimiz, önderi-
tini mümkün kılmamaktadır. Zaten onlarında bu
miz ve rehberimiz olan Hz. Muhammed sallalla-
meselede böyle bir istek ve temennileri de bulun-
hu aleyhi ve sellem’in üzerine,
mamaktadır.
Allahu Teâlâ’nın rahmet ve mağfireti ise; saha-
Tarihi süreç içinde daima ehli sünnete karşı bir
belerin yeryüzünün en hayırlıları olduğuna iman
tavır sergileyen Şia geçmişte olduğu gibi günü-
28
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
müzde de maalesef şer odaklarının yanında sırf kendi mezhepsel ve devletsel çıkarları uğruna yer almıştır. Nitekim bunu günümüzde Suriye meselesindeki duruşlarında görmemek mümkün değildir. Geçmişteki atalarının yolunu bugünde devam ettiren Şiiler, bizler için adalet mercii olarak kabul edilen ve her birinin adil olduğuna inandığımız ashabı kiram’a ne yazık ki bizim gösterdiğimiz sevgi ve saygıyı göstermemişlerdir. Ne yazık ki Şia, bütün bunlarla da kalmamış, Sahabe-i Kirâmın önde gelenlerine de dil uzatmayı ve lânet etmeyi kendilerine meslek edinmiştir. Onlar, Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem den sonra imamet hakkının Hz. Ali radıyallahu anh’e ait olduğunu iddia etmiş ve bu imameti tanımayan sahabe-i kiramı da irtidatla (dinden çıkmakla) itham etmişlerdir. Çünkü Şii inancına göre Hz. Ali’ye halifelik vahiy yoluyla verilmiştir. Bu nedenle de seçimle gelen diğer halifeleri kabul etmezler. Böyle bir şeyi yapanları da zalim olarak görürler. Bu şekilde ki bir düşünceye sahip oldukları için de sahabelerin hadislerine inanmazlar. Çünkü onları Hz. Ali’nin karşısında olmakla suçlarlar. Onlar ilk üç halifenin hilâfetini bâtıl saymakla yetinmemiş, onlara ağır itham ve iftiralarda da bulunmuşlardır. Bu ithamlar, onlara lânet okuma, sövme ve tekfir etmeye kadar ileri gitmiştir. (2)
Konuya bir başka açıdan bakacak olursak Şia; sahabe arasında fasık, münafık ve irtidat edenlerin bulunduğunu, onların bir kısmının savaştan kaçıp büyük günah işlediğini ve Hz. Ali ile savaşan sahabelerin küfre düştüğünü söylemiştir. Bunların yanında Şia, Hz. Âişe radıyallahu anha başta olmak üzere Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in zevceleri hakkında ağır ithamlarda bulunmuşlardır. (5) Hattâ onlar sahabeye dil uzatma noktasında çok daha ileri giderek Mikdad b. el-Esved, Selman el-Farisi ve Ebû Zer el-Gıfârî dışında geri kalan sahabenin tamamının irtidat ettiğini ifade etmişlerdir. (6) Şia’nın Raşit Halifelere ve diğer sahabeye bu kadar ağır ithamlarda bulunmasının temel sebebi ise, imamet mevzuunda Hz. Ali’ye haksızlık edildiğini iddia etmeleridir. (7)
Bütün bu sebeplerden ötürü de özellikle Fars kültüründe Hz Ömer radıyallahu anh’e karşı ciddi bir nefret ortaya çıkmış, tarihi süreç içerisinde her cuma Hz Ömer’e, Hz Osman’a ve Hz Ebubekir radıyallahu anhum’a açıktan açığa lanet okumuşlardır. İmamiye Şiası’nı diğer İslâmi fırkalardan ayıran temel hususun hilafet meselesi ve Hz. Ali sevgisi değil, bilâkis Raşit Halifelere karşı sahip oldukları düşmanlık hissi olduğu ifade edilmiştir. Özellikle Hz. Ömer radıyallahu anh’e olan düşmanlığı Şia’nın alâmet-i farikalarından birisi hâline gelmiştir. Uzun süre İran’da kalan ve İran taridergi.nebevihayatyayinlari.com
hi üzerine derin araştırmalar yapan müsteşrik Browne, İranlıların Hz. Ömer’e olan düşmanlıklarının dinî ve mezhebî sebeplerden değil, bilakis Hz. Ömer’in Acem ülkesini fethetmesi ve Sasani iktidarına son vermesinden kaynaklandığını ifade etmiştir. Yani Hz. Ömer’in hilafeti zamanında fethedilen, birliği bozulan ve gücü kırılan Persler, kaybettikleri iktidarlarını tekrar ele geçirmek için MUHARREM 1437
29
kızı ile evlenmesi de, İranlıların onların evlâtlarına bağlanarak teselli ve itminan bulmalarını sağlamıştır. (3)
Tarihi süreç içinde daima ehli sünnete karşı bir tavır sergileyen Şia geçmişte olduğu gibi günümüzde de maalesef şer odaklarının yanında sırf kendi mezhepsel ve devletsel çıkarları uğruna yer almıştır. Nitekim bunu günümüzde Suriye meselesindeki duruşlarında görmemek mümkün değildir.
Hz. Ömer ve onun dostlarından intikam alma cihetine gitmişlerdir. Browne göre, İran’ın fethedilmesinden sonra Hz. Hüseyin’in İran melikinin
Özellikle Şiîlerin yaşadığı bölgelerde Rasulullah aleyhisselâm’ın tertemiz zevceleri arasında yer alan Hz. Âişe ve Hz. Hafsa annelerimiz ile ilk üç halife olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman radıyallahu anhum’un isimlerine neredeyse hiç rastlanmaması da, bu düşmanlığın somut bir göstergesi olmuştur. (4) Konuya bir başka açıdan bakacak olursak Şia; sahabe arasında fasık, münafık ve irtidat edenlerin bulunduğunu, onların bir kısmının savaştan kaçıp büyük günah işlediğini ve Hz. Ali ile savaşan sahabelerin küfre düştüğünü söylemiştir. Bunların yanında Şia, Hz. Âişe radıyallahu anha başta olmak üzere Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in zevceleri hakkında ağır ithamlarda bulunmuşlardır. (5) Hattâ onlar sahabeye dil uzatma noktasında çok daha ileri giderek Mikdad b. el-Esved, Selman el-Farisi ve Ebû Zer el-Gıfârî dışında geri
kalan sahabenin tamamının irtidat ettiğini ifade etmişlerdir. (6) Şia’nın Raşit Halifelere ve diğer sahabeye bu kadar ağır ithamlarda bulunmasının temel sebebi ise, imamet mevzuunda Hz. Ali’ye haksızlık edildiğini iddia etmeleridir. (7)
aleyhisselâm’ın övdüğü sahabeleri sevmemek
Şia’nın sahabeye karşı takınmış olduğu bu sert ve haksız tutuma karşılık Ehl-i Sünnet ise Hulefa-i Raşidin’i ve diğer sahabeleri sevmenin yanında Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e karşı da derin bir muhabbet ve hürmet beslemiş ve bütün namazlarında onlar için dua etmiştir.
gruplara düşman ve öteki gözüyle bakan, kinci
Burada şunu da ifade etmek gerekir ki, Hz. Ali’nin biraz geç de olsa Hz. Ebû Bekir’e biat etmesi, aynı şekilde ondan sonra Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın da hilafetini kabul etmesi ve bu üç halifenin sürekli kendisine danıştığı bir kimse olması, hilâfet ve imametle ilgili Şiîlerin iddialarına en büyük cevap teşkil etmektedir. Ayrıca imamlıkla ilgili onların iddia ettikleri gibi ilâhî bir emir vaki olsaydı, Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem bunu açık bir şekilde tebliğ eder, ilk üç halife bu emre karşı gelmez, Hz. Ali de ilk üç halifenin hilafetine asla boyun eğmez ve kendisinden sonra bir halife tayin ederdi.
Rabbimizden duamız; ayağımızı dini üzere sabit
Bunların yanında Hz. Ali’ye ölüm döşeğindeyken halefi olacak kişi sorulduğunda, “Allah Rasûlü, sizi nasıl bıraktıysa ben de öyle bırakıyorum.” şeklinde cevap vermesi ve Hz. Hasan’ın Muaviye ile anlaşarak hilâfet makamını ona bırakması da, bu konuda ilâhî bir nass olmadığını göstermesi adına yeterli bir delil olarak kabul edilmiştir. (8) Bu anlattıklarımızın dışında daha birçok husus vardır ki meseleye derinlemesine vakıf olmak isteyen kardeşlerimiz için bunlar bir mukaddime niteliğindedir. Bu meselede İslâm’i duruşumuz Sahabeleri karşımıza almakla değil bilakis onları başımızın tacı edinerek onlar gibi Ensar olabilmek ve onları daima desteklemek, onlar gibi Muhacir olup İslâm dışı her şeyden ve herkesten hicret edebilmek ve uzak durmakla mümkün olacaktır. Her ne kadar günahtan masum olmasalarda Allahu Teâlâ’nın ve Rasûlü Hz. Muhammed dergi.nebevihayatyayinlari.com
ve onlara buğzetmek bizler için asla mümkün bir davranış olamaz. Bilakis bugün dahi geçmişin intikamını almak için çabalayan, geçmişi bugüne taşıyıp kendinden olmayan tüm İslami ve Müslümanca bir duruştan uzak bulunan böyle güruhlardan uzak durmak imanımızın bekası ve Allah’ın rızası için bizlerden beklenen bir davranış olacaktır.
kılması ve bizleri Sıratı Müstakîm üzere yaşatıp bu hal üzere canımızı almasıdır. Bizleri katında peygamberlerle, SIDDIK’larla, hak ve batılı ayıran FARUK’larla, şehidlerle haşredip, onlara arkadaş kılmasıdır. Allahumme Amin. Selam ve Dua ile.
-------------------------
1. Tevbe, 100 2. Meclisî, Bihâru’l-envâr, 8/301-302; 27/58; 28/157; 30/145; 31/601-607; Küleynî, el-Kâfî, 1/620-621. 3. İhsan İlâhi Zahîr, Şia’nın Kur’ân İmamet ve Takiyye Anlayışı, s. 48-49. Ayrıca bk. Şahin Ahmedov, Sâsâni Kültürünün Şia›nın Teşekkülündeki Rolü, s. 73-77. 4. İhsan İlâhi Zahîr, Şia’nın Kur’ân İmamet ve Takiyye Anlayışı, s. 25-44; Musa el-Musevî, Şia ve Şiîlik Mücâdelesi, s. 13, 64. 5. Meclisî, “Bâbu ahvâli Âişe ve Hafsa” adıyla açtığı bölümde, Allah Resûlü’nün bu iki mübarek zevcesi hakkında zem, lânet ve tekfir ifade eden on yedi rivayet zikretmiştir. (Meclisî, Bihâru’l-envâr, 22/227-246) 6. Meclisî, Bihâru’l-envâr, 22/345, 351-352; Küleynî, el-Kâfî, 8/200; 2/347; Âmilî, Tafsîlu vesâili’ş-Şîa, 6/462. 7. Kıfârî, Usûlü’l-mezhebi’ş-Şîa, s. 728-729; Cemal Sofuoğlu, “Şia’nın Sahabiler Hakkındaki Bazı Görüşleri”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 24, s. 530-538. 8. Bk. Musa el-Musevî, Şia ve Şiîlik Mücâdelesi, s. 41-60.
MUHARREM 1437
31
Kapak Dosya
M. SALİH TATLI
ŞÎA’NIN HADİS ANLAYIŞINA
GENEL BİR BAKIŞ
H
adisler, ehl-i sünnet gibi şîa’nın da ana kaynakları arasında yer almaktadır. Şîa’nın düşünce sistemini ve meselelere bakışını anlamak için, şîa’nın hadis anlayışının incelenmesi gerekmektedir. Ancak, şîa’nın hadise bakışını tespit edebilmek için, şîa’da hadise yüklenen mananın, hadis rivâyetinin keyfiyetinin ve temel hadis kaynaklarının bilinmesi elzemdir. Tabidir ki, belirtilen hususları tespit etmek büyük bir çaba gerektirmektedir. (1) Bu yazı, şîa’nın nazarında hadisin nasıl anlaşıldığına kısaca eğilmeyi hedeflemektedir. Ayrıca “Şîa’nın Hadis Anlayışı” isimli bu
32
MUHARREM 1437
yazıda şîa terimiyle, şîa’nın imâmiyye kolu kastedilmektedir. Şîa’nın tefsir, hadis, fıkıh ve inanç esasları hakkında konuşabilmek, şîa’nın doğuşu ve temel esasları hakkında bazı hususların bilinmesi şartıyla mümkündür. (2) Burada şîa bütünüyle ele alınamamakla birlikte, şîa’nın hadis anlayışını kavramaya yardımcı olacak birkaç meseleye değinilecektir. Şîa’nın temel kabullerinden biri Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber tarafından halife tayin edildiği ve halifeliğin Hz. Ali evladına ait olduO’nun İzinde...
ğudur. Bu düşünceye göre, Hz. Ali’den önceki halifeler ve onlara biat eden sahâbîler Hz. Peygamber’in emrine karşı çıkmışlardır. Şîa’nın temel doktrinlerinden bir diğeri, Hz. Ali’nin soyundan gelen imamların, günah işlemekten korunmuş (mâsum) olduğudur. Hz. Ali ve onun soyundan gelen on bir imam ilham yoluyla özel bilgilere sahiptirler. Bu durum, Cafer es-Sâdık’tan rivâyet edilen şu sözlere dayanmaktır: “Benim sözüm, babamın sözüdür; babamın sözü, dedemin sözüdür; dedemin sözü, Hüseyin’in sözüdür; Hüseyin’in sözü, Hasan’ın sözüdür; Hasan’ın sözü, Emirü’l-mü’minîn (Hz. Ali) sözüdür; onun sözü, Resûlullâh’ın sözüdür; Resûlullâh’ın sözü de Allah’ın kelâmıdır.” (3) Ehl-i beyt mensuplarının masum olması ve on iki imamın özel bilgilere sahip olduğu düşüncesi, şîa’nın hadis anlayışının esasını oluşturur. Buna göre imâmiyye şîasında hadis, Hz. Peygamber ile onun gibi masum kabul edilen on iki imamın sözleri, fiilleri ve takrirleridir. Hz. Peygamberle on iki imamın sözleri arasında herhangi bir fark yoktur. İmâmiyye’ye göre, Hz. Peygamber’e gelen ruh onun vefatından sonra imamlara intikal etmiştir. (4)
Şîa’nın hadisle ilgili temel görüşlerinden bir diğeri, ehl-i beyte mensup sahâbîlerden gelmeyen rivâyetlerin güvenilir kabul edilmemesidir. Zira şîa’ya göre sahâbenin çoğu yalancı, münafık hatta mürteddir. Masum imamlardan Cafer es-Sâdık’ın sahâbenin Hz. Peygamber hakkında doğru söyle-
Şîa’nın temel kabullerinden biri Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber tarafından halife tayin edildiği ve halifeliğin Hz. Ali evladına ait olduğudur. Bu düşünceye göre, Hz. Ali’den önceki halifeler ve onlara biat eden sahâbîler Hz. Peygamber’in emrine karşı çıkmışlardır. Şîa’nın temel doktrinlerinden bir diğeri, Hz. Ali’nin soyundan gelen imamların, günah işlemekten korunmuş (mâsum) olduğudur. Hz. Ali ve onun soyundan gelen on bir imam ilham yoluyla özel bilgilere sahiptirler. Bu durum, Cafer es-Sâdık’tan rivâyet edilen şu sözlere dayanmaktır: “Benim sözüm, babamın sözüdür; babamın sözü, dedemin sözüdür; dedemin sözü, Hüseyin’in sözüdür; Hüseyin’in sözü, Hasan’ın sözüdür; Hasan’ın sözü, Emirü’l-mü’minîn (Hz. Ali) sözüdür; onun sözü, Resûlullâh’ın sözüdür; Resûlullâh’ın sözü de Allah’ın kelâmıdır.” (3)
diğini belirtmesine rağmen şîa, sadece Selman-ı Fârisi, Ebû Zer el-Gıfârî, Mikdâd b. Esved ve Ammâr b. Yâsir gibi belirli sahabileri güvenilir kabul etmektedir. Ne var ki, ismi geçen sahâbilerden nakledilen rivâyetler pek nadirdir. Bu durum, şîa’nın Kütüb-ü Sitte’de yer alan hadisleri kabul etmemesinin de temel sebebidir. Onlara göre, bir hadisin muteber sayılabilmesi için, oğuldan babaya doğru
Şîa’nın temel hadis kaynaklarına bakıldığında rivâyetlerin büyük oranda Cafer es-Sadık’tan geldiği, bazen onunla Hz. Peygamber arasındaki isnad zikredilse bile çoğu kere böyle bir isnadın
Cafer es-Sâdık → Muhammed el-Bâkır → Zey-
hiç kaydedilmediği görülmektedir. Birçok rivâyet
nelâbidin → Hz. Hüseyin → Hz. Ali → Resûlullah
ise Cafer es-Sadık’ın hadisi olup orada Hz. Pey-
yoluyla gelmesi gerekir. (5)
gamber’in adı anılmamaktadır. Bu durum, şîa’nın
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
33
sahabiler Asr-ı saadet’te hadis yazmışlar. Şiîlerde daha Hulefâ-yi raşidin döneminden itibaren hadisleri tedvin etmeye başlamışlar. Şîa’ya göre Hz. Ali’ye “Câmi‘a” isimli bir sahife yazdırmıştır. Bu sahifede insanların muhtaç olduğu her şey, kıya-
Şîa’ya göre Hz. Ali’ye “Câmi‘a” isimli bir sahife yazdırmıştır. Bu sahifede insanların muhtaç olduğu her şey, kıyamete kadar vuku bulacak her olay, bütün helal ve haramlar yazılıdır. Bu sahifenin dışında, Hz. Peygamber’e mirac gecesi verilen, ondan da Hz. Ali’ye ve imamlara intikal eden “Divânü’ş-Şîa” adlı kitap, ehl-i beytten olan sahâbîlerin sahifeleri ve Cafer es-Sâdık’ın yanındaki “el-Cifrü’l-ebyaz” adlı eserin şîa’nın ilk hadis kaynakları arasında yer aldığı şiî muhaddislerce belirtilmektedir
mete kadar vuku bulacak her olay, bütün helal ve haramlar yazılıdır. Bu sahifenin dışında, Hz. Peygamber’e mirac gecesi verilen, ondan da Hz. Ali’ye ve imamlara intikal eden “Divânü’ş-Şîa” adlı kitap, ehl-i beytten olan sahâbîlerin sahifeleri ve Cafer es-Sâdık’ın yanındaki “el-Cifrü’l-ebyaz” adlı eserin şîa’nın ilk hadis kaynakları arasında yer aldığı şiî muhaddislerce belirtilmektedir.
(7)
Şîa’nın bu ilk kaynakları dışındaki erken döneme ait en önemli eser, Cafer es-Sadık’ın çeşitli meselelere verdiği cevaplardan oluşan dört yüz asıl isimli eserdir. Usul-i Erba’a Mi’ e ya da Dört yüz asıl, Ehl-i Beyt imamları özellikle de Sadıkayn (İmam Muhammed Bakır ve Cafer-i Sadık) döneminde yarenleri tarafından hazırlanan ve Şia›nın hadis mecmuaları için temel kaynak sayılan sahifeleridir. Dört yüz asıl’dan günümüze on altısı ulaşmıştır. Şîa’nın en önemli hadis kaynağı, Dört yüz asıl’dan meydana getirilen Kütüb-i Erbaa (Dört kitap)’dır.
genel olarak bütün dînî meselelerini başta Cafer es-Sadık olmak üzere sadece imamlardan nakledilen hadislere hasrettiklerini göstermektedir. Ancak Hz. Peygamberle görüşmediği açık olan imamlar dışında rivâyet kabul edilmez ve ehl-i beyt dışındaki sahâbilerden gelen hadisler redde-
Günümüze ulaşan bu dört kitap, Kur’an’ı Kerim’den sonra en çok itibar edilen eserlerdir. 1. Kuleynî’nin (ö. 329/940) el-Kâfi’si: 16099 hadisten meydana gelen bu eser, “usul” ve “furu” adlı iki bölümden oluşmaktadır. Usul bölümünde itikada taalluk eden rivâyetler, furu bölümünde
dilirse, bu durum dînî hükümlerin çoğunun tespit
ise, ibadet ve muamelatla ilgili hadisler yer alır. (8)
edilememesi anlamına gelecektir. Ayrıca imam-
2. İbn Bâbeveyh el-Kummî’nin (ö. 381/991) Men
ların doğrudan Hz. Peygamber’den naklettiği ri-
lâ yehduruhu’l-fakîh’i: 5963 hadisten olmaktadır.
vâyetlerdeki bilgi kaynaklarının bilinmemesi ve
Müellif eserin fazla uzamaması için senedleri
buna bağlı olarak ortaya çıkan sıhhat sorunu ciddi
hazfetmiştir. Men layahduruhu’l-fakİh kitabın-
bir tenkit noktası olmaktadır.
daki rivayetlerin dizimi, fıkıh konulan esasınca
(6)
Büyük oranda imamların rivâyetlerinden oluşan şiî hadis kaynaklarına kısaca değinilerek yazı tamamlanabilir. Öncelikle, şîa’ya göre Hz. Peygamber’in hadislerini yazmayı hiçbir zaman ya-
yapılmıştır. Örneğin ilk bab, sular ve temizlik hükümlerini açıklayan rivayetlerden oluşmaktadır. Daha sonra gusül, teyemmüm, namaz vb. konulu bablar sırasıyla getirilmiştir.
saklamadığı bilinmesi gerekmektedir. Bu sebeple
3. Ebu Cafer et-Tûsî’nin (ö. 460/1067) Tehzîbu’l-ah-
başta Hz. Ali olmak üzere İbn Abbas gibi bazı
kâm’ı: Ahkâma dair 13590 hadisten oluşmaktadır.
34
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
Müellif, hocası Şeyh Müfîd’in el-Mukni‘a adlı fıkıh kitabını esas alarak ilgili konulara ait hadisleri derlemiş ve çalışmasını bunun şerhi olarak planlamıştır. (9) 4. Yine Cafer et-Tûsî’nin el-İstibsar’ı: 920 babtan meydana gelen ve Tehzîbu’l-ahkâm’ın ihtisarından ibaret olan eserde 5511 ahkâm hadisi bulunmaktadır.
(10)
Kütüb-i erbaanın sonuncusu olan eser,
önemli fıkıh konuları kapsamakla ve rivâyetleri sıralamakla kalmayıp bunlar arasındaki çatışmaları gidermeye çalıştığı için tarih boyunca şiî hadis geleneğinde büyük ilgi görmüştür. dergi.nebevihayatyayinlari.com
-----------------------1. Şîa’nın hadis anlayışıyla ilgili daha fazla bilgi almak için bk. Kuzudişli, Bekir, Şîa’da Hadis Rivâyeti ve İsnad, BSR Yayın Grubu, İstanbul, 2011; Ünalan, Abdullah, Şîa’da Hadis Usûlü, İşrak yay., İstanbul, 2008, Eren, Mehmet, Şîa’da Hadis Ricâli İlmi, Konya, 2010. 2. Şîa’nın doğuşu ve temel düşünceleri hakkında daha fazla bilgi için bk. Şiilik Sempozyumu, İsav, 1933; Sarıkaya, M. Saffet, İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler, Rağbet yay., 2009, 148-186; Öz, Mustafa, “Şîa”, DİA, XXXIX, s. 111-121. 3. Kandemir, M. Yaşar, “Hadis”, DİA, XV, s. 38. 4. Yücel, Ahmet, Hadis Tarihi, İFAV, İstanbul, 2011, s. 62. 5. Kandemir, “a.g. m.”, DİA, XV, s. 40. 6. Kuzudişli, Şîa’da Hadis Rivâyeti, s. 47. 7. Kandemir, “a.g. m.”, DİA, XV, s. 38-39. 8. Sofuoğlu, M. Cemal, “Şia-i İmamiyye’nin Hadis Anlayışı, Şiilik Sempozyumu”, İsav, 1933, s. 266. 9. Üzüm, İlyas, “Kütüb-i Erbaa”, DİA, XXVII, s. 4. 10. Kandemir, “a.g. m.”, DİA, XV, s. 39.
MUHARREM 1437
35
Kapak Dosya
ÖMER ERGÜL
ŞİA’NIN TEMEL
Ş
iî imâmiyye fırkası varlığını, Hz. Peygamber dönemine dayandırmaktadır. Sahabenin içe-
Bu bakış açısı şiî ve sünnî dünyayı birbirinden
risinde Hz. Ali ve soyuna verilen vasilik veya
Bunun sonucu olarak da Şiî itikadı ve Şiî fıkhına
velayet itikadında olan birçok sahabe olduğuna
temel olan rivayetlerin ve yorumların da şekille-
inanırlar. Bu hususlarda Hz. Ali ile beraber olan
nişi gerçekleşmiş olmaktadır. Yani şiî dünyanın
ve ona karşı yürütülen (!) mücadelelerde onun ya-
temel eserlerinde yer alan rivayetler kendilerince
nında yer alan kişileri muteber kabul ederlerken,
muteber sayılan kişiler kanalıyla gelmektedir.
diğer sahabelere karşı da birer hain gözü ile bak-
Bunlardan Hz. Peygamber, Hz. Fatıma ve on iki
maktadırlar.
masum (imamlar) yani on dört kişinin sözleri bir
36
MUHARREM 1437
ayıran önemli konuların başında gelmektedir.
O’nun İzinde...
Şimdi temel İslam ilimlerine dair birkaç eserlerini ele almaya çalışalım. Şia’nın temel eserleri denildiği zaman ilk akla gelen kuşkusuz Kütüb-ü Erbea olarak bilinen dört temel hadis kaynağıdır. Sünnî dünyadaki Kütüb-ü Sitte’nin onlardaki karşılığı denilebilir. Hz. Peygamber ve masum kabul ettikleri imamların rivayetlerini ihtiva eden bu eserlerin ilki Küleynî’nin (ö.329/941) el-Kâfi adlı eseridir. Küleynî, rivayet olunduğuna göre eseri imam Mehdi’ye göstermiştir. O da onay verip kâfi olduğunu belirttiği için bu ismi almıştır. Dört eserin en erken dönemde yazılmış olanı olan bu eser, itikadî ve fıkhî olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır.
KAYNAKLARI nevi ilahi yasa hükmü taşımaktadır. Bunların dı-
Sünnî dünyadaki Kütüb-ü Sitte’nin onlardaki kar-
şında da bir grup sahabeye de itibar ettikleri görül-
şılığı denilebilir. Hz. Peygamber ve masum kabul
mektedir. Temel eserlerini oluşturan rivayetler de
ettikleri imamların rivayetlerini ihtiva eden bu
bu kişilere dayanmaktadır.
eserlerin ilki Küleynî’nin (ö.329/941) el-Kâfi adlı
Şimdi temel İslam ilimlerine dair birkaç eserle-
eseridir. Küleynî, rivayet olunduğuna göre eseri
rini ele almaya çalışalım. Şia’nın temel eserleri
imam Mehdi’ye göstermiştir. O da onay verip
denildiği zaman ilk akla gelen kuşkusuz Kütüb-ü
kâfi olduğunu belirttiği için bu ismi almıştır. Dört
Erbea olarak bilinen dört temel hadis kaynağıdır.
eserin en erken dönemde yazılmış olanı olan
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
37
asır), ikinci rivayet dönemi (XI-XIII. asır) ve ikinci dirayet dönemi (XIV-XV. asır) şeklinde olduğunu
Habibov, şiî dünyada tefsir faaliyetlerinin tıpkı Sünnilerde olduğu gibi rivayet tefsiri olarak başladığını ve rivayet tefsirinde kaynak olarak da Kuran’ın kendisi, Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarının kaynak olduğunu söylemektedir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra insanlar kuran ile ilgili bilgilerini imamlara sorarak karşılama yoluna gitmişlerdir. Bir nas mesabesinde olan imamların açıklamaları ise zamanla rivayet tefsirlerinin en önemli kaynağı haline gelivermiştir.
belirtir. Bu dönemlere ve önemli eserlere geçmeden hemen önce sahabe döneminde ilk tefsir faaliyetleri hakkında şiî bakış açısı kabaca şu şekildedir; Şia’ya göre ilk tefsir sahibi müfessir, Said b. Cübeyr’dir. Ancak eseri bize ulaşmamıştır. Ayrıca sahabe içerisinde İbn Abbas, İbn Mes’ud, Ubeyy b. Kab, Cabir b. Abdullah, Ebu’l Esved ed-Düeli gibi önemli isimleri sahiplenirler. Kendi kaynaklarında bu isimler ilk şiî müfessirler olarak tanıtılmaktadır. Şia’ya göre ilk şiî tefsir birinci yüzyılda yazılmıştır. Habibov, şiî dünyada tefsir faaliyetlerinin tıpkı Sünnilerde olduğu gibi rivayet tefsiri olarak başladığını ve rivayet tefsirinde kaynak olarak da Kuran’ın kendisi, Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarının kaynak olduğunu söylemektedir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra insanlar kuran ile ilgili bilgilerini imamlara sorarak karşılama yoluna gitmişlerdir. Bir nas mesabesinde
bu eser, itikadî ve fıkhî olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Dört temel eserden ikincisi ise Şeyh Sadûk’un (ö.381/991) Men la yahduruhu’l-fakih isimli eseridir. Kâfi’den sonra en güvenilir eser olarak kabul edilen bu kaynak, beş binden fazla rivayet ihtiva etmektedir. Kütüb-ü Erbea’nın üçüncü ve dördüncü eserleri ise Ebu Ca’fer et-Tûsi’ye (ö.460/1067) aittir. Bu eserlerden birincisi Tehzibu’l-Ahkâm, ikincisi ise el-İstibsâr ismini taşımaktadır. Bir fıkıh kitabı olan Muknia’nın şerhi niteliğinde olan eserde 13.590 hadis yer almaktadır. Tehzib’in muhtasarı formunda olan İstibsar ise 5.511 hadisten oluşmaktadır.
olan imamların açıklamaları ise zamanla rivayet tefsirlerinin en önemli kaynağı haline gelivermiştir. İlk dirayet dönemi olarak isimlendirdiği dönemde yazılan ilk eser Cabir el-Cûfi’ye (ö.127/745) aittir. Ancak Cûfi’nin eseri günümüze ulaşmamıştır. Dördüncü yüzyılda kaleme alınan önemli çalışmalar olmuştur. Bunlarda en önemlileri Kummî (ö.329/941) ve Ayyaşî’nin (ö.320/932) eserleridir. Habibov, ilk dönemde kaleme alınmış tefsirlerden 5 tanesinin günümüze kadar varlığını sürdürebildiğini söylemektedir. Bunlar; İmam Ca’fer esSâdık, İmam Hasan el-Askerî, Furât b. İbrahim b. Furât el-Kûfî, Muhammed b. Mesûd el-Ayyâşî ve Ali b. İbrahim b. Haşim el-Kummî’ye nisbet edilen tefsirlerdir. Ancak bu eserlerin her biri ile
Tefsir alanında Şia’nın temel kaynakları üzerine
de ilgili bir takım kusurlar bulunmaktadır. Bu dö-
çalışma yapan Dr. Aslan Habibov’a göre Şii tefsir
neme dair en önemli olay dört hadis kitabından
tarihi birbirini takip eden iki dirayet ve rivayet
ilk ikisinin yazımının tamamlanmış olmasıdır ki
döneminden oluşmaktadır. Birinci dirayet dö-
bu eserler, rivayet tefsirleri için bir kaynak özelliği
nemi (I-IV. asır), birinci dirayet dönemi (IV-XI.
taşımaktadır.
38
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
Birinci dirayet döneminde artık rivayetler gelişen ve değişen şartlarda yeterli gelmemektedir. Dirayet usulü ön plana çıkmıştır. Bir takım kısmî tefsirler yapılsa da Kuran’ın tamamının tefsirini yapan en önemli sima Ebu Ca’fer Muhammed b. Hasan el-Tûsi olmuştur. Tûsi’nin yanısıra yazmış oldukları eserleri ile Ebu Ali et-Tabersi ve Ebu’l Futuh er-Razi de kendilerinden sonraki müfessirler üzerinde önemli tesirler yapmışlardır. Muhammed Emin el-Esterebâdi (ö.1033/1624) ile canlanan Ahbarilik ve rivayet tefsir çalışmaları bu dönemin ikinci rivayet dönemi olarak isimlendirilmesine yol açmıştır. Bu dönemde yazılan en önemli üç eserden birincisi Feyz el-Kâşânî’nin esSâfî, ikincisi Bahrânî’nin (ö.1107/1695)el-Burhan, diğeri ise Huveyzî’nin (ö1112/1700) Nuru’s-Sakaleyn adlı eserleridir. Allame
Muhammed
Hüseyin
et-Tabatabâî
(ö. 1402/1981) ve telif ettiği el-Mîzân fî Tefsi-
Şia fıkhı, Caferi fıkhı olarak bilinir. Caferi fıkhının tedvini son imamın gayrete girmesinden sonra başlamıştır. İlk olarak dört hadis kitabı ile yetinilen dönemin arkasından, bu eserlerde yer alan muamelata dair hadislerin çıkarılması ile oluşan eserler kaleme alınmıştır. Bu eserlere örnek olarak verilebilecek eserler İbn Ebi Ukeyl el-Hazza’nın (ö.369/979) el-Müstemsek bi Habli Ali’r-resul ve İbnü’I Cüneyd eI-İskafi’nin (ö. 381 / 991) Tehzibü’ş-Şia Şiali-ahkami’ş-Şeria’sıdır.
ri’l-Kur’ân adlı tefsiri dördücü döneme yani ikinci dirayet dönemine damgasını vurmuştur. Şia fıkhı, Caferi fıkhı olarak bilinir. Caferi fıkhının tedvini son imamın gayrete girmesinden sonra
yapmaksızın özgün eserler kaleme alan ilk kişidir.
başlamıştır. İlk olarak dört hadis kitabı ile yeti-
el-Lüma ve el-Elfiyye en çok ilgi gören iki eseridir.
nilen dönemin arkasından, bu eserlerde yer alan
Ca’feriliğin devletin resmi mezhebi haline gel-
muamelata dair hadislerin çıkarılması ile oluşan
diği Safeviler döneminin en önemli isimleri ise
eserler kaleme alınmıştır. Bu eserlere
örnek
Ali b. Hüseyin el-Kereki (ö. 940/ 1533), Ahmed
olarak verilebilecek eserler İbn Ebi Ukeyl el-Haz-
b. Muhammed el-Erdebili (ö 993 / 1585) ve Mu-
za’nın (ö.369/979) el-Müstemsek bi Habli Ali’r-
hammed Emin el-Esterabadi’dir (ö 1036/ 1626).
resul ve İbnü›I Cüneyd eI-İskafi›nin (ö. 381 / 991)
Tehzibü’ş-Şia Şiali-ahkami’ş-Şeria›sıdır.
IV. (X.) yüzyılın sonlarına kadar hakim olan hadis ve rivayet ağırlıklı (ahbarî) fıkıh anlayışı, V. (XI.) yüzyıldan itibaren yerini Kur’an ve sahih sünnetten sonra akıl ve ictihada yer veren
Genel olarak Şia’nın temel kaynaklarına dair değineceğimiz şeyler bunlardan ibaret. Daha geniş ve ayrıntılı bilgiye sahip olmak isteyen okuyucular kaynakça da belirtilen eserlere müracat edebilirler.
usüli fıkıh anlayışına terketmiştir. Şeyh Müfid’in el-Muknia’sı Şerif el-Murtaza’nın el-İntişar›ı, Ebü’s-Salah el-Halebi’nin el-Kafi fi’l-fıkh’ı bu yeni türün ilk örneklerindendir. Ebu Ca’fer et-Tusî’nin el-Mebsut ve en-Nihaye eserleriyle sistem ve muhteva olarak ahbar metodundan tamamen farklı bir konuma getirdi. İlk defa Şehid-i Evvel (ö.786/1384) sünni fıkıh ekolünden alıntılama dergi.nebevihayatyayinlari.com
-----------------------Üzüm, İlyas, Kütüb-ü Erbaa, DİA Karaman, Hayrettin, Ca’feriyye, DİA Özel, Ahmet, Fıkıh, DİA Habibov, Aslan, İlk Dönem Şiî Tefsir Anlayışı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Doktora Tezi)
MUHARREM 1437
39
DERYA FIÇICI
Kapak Dosya
Şİİ SAPIKLIĞI:
MUTA
“Yine O’nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.” (Rum: 21)
40
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
“Yine O’nun âyetlerindendir ki, sizin için ne-
olur. Çocuklar kendilerini güven içerisinde his-
fislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler
seder ve sağlıklı, huzurlu bir ortamda yetişir.
yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.” (Rum: 21)
Allah celle celaluhu, nikah hükümlerine göre olmayan birlikteliğe zina nazarıyla bakar. Rabbimiz cinsi iç güdüyü ondan sadece şehvet duyması için değil,
İslam’da nikah yani evlilik, karşı cinsten iki insanı
neslin devamı için bahsetmiştir. Dolayısıyla İslam
birleştiren en köklü, en güçlü ve en sürekli bağdır.
inancı, kişilerin cinsi münasebetlerini kendi se-
İşte bu bağ, Allah şahit tutularak, O’nun emir ve
çimlerine, arzularına göre hür bırakmamış, neslin
yasaklarına uyarak iki tarafın birbirine ahit ver-
sağlıklı ilerlemesi, güven içerisinde yetişmesi için
mesiyle gerçekleşir.
hükümler koymuştur.
Aile ve evlilik, hayati önem taşıdığından Allah
İnsan için hürriyet, Allah celle celaluhu’nun koy-
bu kurumla ilgili bütün hükümleri
duğu yasaklardır, haramlar ve helallerdir. Kim
Kur’an-ı Kerîm’de peygamberleri aracılığıyla
Allah’ın haram kıldığını, yasakladığını helal (ser-
vahyetmiştir. Mesela, meşru nikahın şartlarından
best) kılarsa, o bütün insanlığa zulmetmiş olur ve
bazıları: Kadına mehir verilmesi, nikahın alanî ol-
yine kim Allah’ın helal kıldığını haram kılarsa en
ması, nikahın belirli bir zamanla sınırlandırılma-
büyük zulmü gerçekleştirmiş olur.
celle celaluhu
ması, nikahın veraset hakkını doğurmasıdır.
Allah celle celaluhu kullarına nikahı nasıl, hangi şartla,
“Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hük-
hangi şekilde yapacaklarını Kuran’da bildirmiştir.
mettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve ge-
Bizler de Peygamber aleyhissalatu vesselam aracı-
rekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka
lığı ile onu en güzel şekliyle öğreniyoruz. Bunun
bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Re-
dışında başka bir nikah şeklini asla kabul etmiyor
sulüne âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.”
ve uygulamıyoruz.
(Ahzab: 36)
Cahiliye toplumunda nikah şekli türlü türlü idi.
İnsanı kötülüklere karşı en önleyici unsur, ailedir.
Bunlardan bir tanesi de, belirli bir süreye dayalı
Zinadan korunmak, iffeti korumak evlilik ile ko-
olan geçici muta nikahıydı. Belirli bir süre için
laylaşır. Eşlerin birbirine karşı desteği hayatın yo-
ücret karşılığında yapılan bu nikah, İslam’ın ilk
rucu yükünü paylaşmakta birbirlerine yardımcı
günlerinde mübahtı. Ancak daha sonra neshe-
İnsanı kötülüklere karşı en önleyici unsur, ailedir. Zinadan korunmak, iffeti korumak evlilik ile kolaylaşır. Eşlerin birbirine karşı desteği hayatın yorucu yükünü paylaşmakta birbirlerine yardımcı olur. Çocuklar kendilerini güven içerisinde hisseder ve sağlıklı, huzurlu bir ortamda yetişir.
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
41
Şii fıkhında kiminle muta yapılabileceğiyle alakalı olarak birçok çelişkiler mevcuttur. Bazı rivayetlerde mutanın ancak inanan biriyle yapılacağı söylenirken, bazılarında ise Müslüman bir kadınla yapılamayacağı, sadece Hristiyan ve Yahudi kadınlarla yapılabileceği ruhsatı olduğu belirtilmektedir. Mümin bir kadınla muta yapmak, onu küçük düşürür diyenler de bulunmaktadır. Bu çelişkileri, batıl bir iş yaptıklarına açık bir delildir.
dilip yürürlükten kaldırıldı. Esasen ne Kuran ne
Kuran’daki nikah, boşanma, iddet ve miras hü-
de Rasûlullah Efendimiz mutayı helal kılmış de-
kümleri bu tür evlilikler ile ilgili değildir. Dolayı-
ğildir. Muta, cahiliyede yaygın olduğundan, nasıl
sıyla muta nikahı batıldır.
İslam tebliğinde tedrici bir yol izlenmiş ise mutanın haram kılınmasında da böyle bir tedriciliğin
Şiiler muta nikahına şu ayeti delil gösteriyorlar:
söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Tıpkı içkinin
“Bir de harp esiri olarak elinize geçen cariyeler
tedricen haram kılınması gibi.
dışında, evli kadınlarla evlenmeniz Allah yazısı
İbn Abbas radıyallahu anh’ten rivayeten Hz. Ali radıyal-
olarak haramdır. Bunların dışındakileri ise, zi-
lahu anh şöyle demiştir:
nadan kaçınıp namuslu yaşamak üzere malları-
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem muta nikahından ve ehli eşeklerin etlerini yemekten Hayber’in fetih günü bizleri men etti.” (Buhari, Müslim) Dört mezhebe göre böyle bir nikah yapmak batıldır. Şiiler ve Rafiziler hariç bütün İslam âlimleri bu nikahın haram
olduğunu
kabul etmişlerdir.
42
MUHARREM 1437
nızla istemeniz size helal kılındı. O halde hangisiyle nikah ile münasebette bulundunuzsa mehirlerini kendilerine bir farz olarak verin. O mehri kesiştikten sonra aranızda bir değişiklik yapmak hususunda anlaşmanızda da size bir günah yoktur. Her zaman Allah hakkıyla bilen mutlak hüküm sahibidir.” (Nisa: 24)
O’nun İzinde...
İslam’da nikah yani evlilik, karşı cinsten iki insanı birleştiren en köklü, en güçlü ve en sürekli bağdır. İşte bu bağ, Allah şahit tutularak, O’nun emir ve yasaklarına uyarak iki tarafın birbirine ahit vermesiyle gerçekleşir.
Bu ayetin tefsirine baktığımızda, onlardan hangisiyle evlenirseniz mehirlerini veriniz manası olduğunu görüyoruz. Hâşâ onların anladığı gibi bir anlam çıksaydı, kadınlardan ücret karşılığında faydalanmak zina olmazdı. Ayeti böyle yorumlamak; fuhşa kapı açmak, ahlaksızlığa din kisvesi giydirmektir. Şii akidesine sahip olan ülke ve toplumlarda muta nikahı adı altında batının yaptığı gibi kadın ticareti yapıyorlar. Müslüman toplumlarda, şii akidelerini yaymaya çalışanlar sapkın inanç ve akideleriyle
Sahebeden Culeybib radıyallahu anh’ı hatırlar isek, bu genç sahabi şehevi duygularının baskısıyla zina yapma konusunda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den izin ister. Efendimiz de Culeybib’e böyle bir şeyin kendi annesine, kızına, kız kardeşine, halasına, teyzesine yapılmasını nasıl karşılayacağını sorar. Culeybib,
zehirlemeye çalışıyorlar.
bunların hiçbirisini hoş karşılamayacağını söyler.
Şii fıkhında kiminle muta yapılabileceğiyle ala-
Peygamber Efendimiz de hiç kimse bunu hoş kar-
kalı olarak birçok çelişkiler mevcuttur. Bazı rivayetlerde mutanın ancak inanan biriyle yapılacağı söylenirken, bazılarında ise Müslüman bir kadınla yapılamayacağı, sadece Hristiyan ve Yahudi kadınlarla yapılabileceği ruhsatı olduğu belirtilmektedir. Mümin bir kadınla muta yapmak, onu küçük düşürür diyenler de bulunmaktadır. Bu çelişkileri, batıl bir iş yaptıklarına açık bir delildir. Bütün bunlardan şöyle bir sonuca varıyoruz ki, şii akidesi birçok meselede sapkın fikirlere sahip olduğu gibi, Muta meselesinde de şehevi arzulara
şılamaz deyip iffetli olması için Culeybib radıyallahu anh’a dua eder. Görüyoruz ki, ona zina etme yerine
muta yap dememiştir. Rabbim, Ümmet-i Muhammed’i her türlü sapkın fikirlerden korusun, ayaklarımızı Kuran ve sünnet üzere sabit kılsın. Tevhid dini olan İslam’ın nuru ile yolumuzu aydınlatsın.
kılıf uydurmak için bu sapkınlığın peşinden gitmektedir. dergi.nebevihayatyayinlari.com
Selam ve dua ile… MUHARREM 1437
43
GÜNDEM GÜND EM EM ND GÜ GÜ
M GÜNDEM G NDE ÜN GÜ DE M EM
GÜNDEM G ÜN EM DE ND Ü M G
gündem NEDİM BAL
DEM GÜNDEM GÜN GÜ EM ND ND
KUDÜS’ÜN FATİHİNE KÜFREDENLER MESCİDİ AKSA’YI
ÖZGÜRLEŞTİREMEZLER!! Bismillahirrahmanirrahim
İ
ran’ın sömürgecilik geçmişi 2500 yıl öncesinde kurulan Pers imparatorluğuna kadar dayanır.
Pers imparatorluğu; bugünkü İran, Afganistan, Arap yarımadasının büyük bir bölümü ve Mısır’a kadar uzanan geniş bir bölgede hâkimiyet kurmuş, o zaman ki dünya nüfusunun üçte birinden daha fazlasına hükmetmişlerdi. Daha sonraları Part’lar ve Sasani devletlerini kurarak tarihte yerini alan Persler, Hz Ömer (Allah ondan razı
olsun) döneminde Müslümanlara mağlup olmuş ve
44
MUHARREM 1437
o görkemli imparatorlukları tüm cahili düzenler gibi tarihin çöplüğüne gömülmüştür. Hz Ömer (Allah ondan razı olsun) döneminde; imparatorluklarını, saltanatlarını, şatafatlarını, iktidarlarını kaybeden ve Müslümanlara mecburen boyun eğmek zorunda kalan Mecusi İranlılar/Farslılar kalplerinde gizledikleri İslam düşmanlığını hiçbir zaman açıkça ortaya koyamamışlardır. Fakat İslam dinine olan düşmanlıklarını; 2500 yıllık pers imparatorluğunu sonlandırmak kendisine nasip olan Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) nefretiyle kusmuşlardır. Mecusi İran/Perslilerin İslam düşO’nun İzinde...
manlığı adına ortaya koydukları ikinci husus ise; yaşanan tarihsel olayları da bahane ederek sözde “Ehli Beyt sevgisi” görünümünde “Şİİ’LİK” fitnesini daha da köpürterek ve körükleyerek, yüzyıllardır İslam ümmetinin altını oymaya çalışmasıdır. Maalesef bunu da fazlasıyla başarmışlardır. Pers ırkçılığı ile Mecusi inançlarını batıl Şii’lik akidesiyle birleştiren İran merkezli yeni din anlayışı, her zaman İslam dünyasından ve ümmet anlayışından tamamen farklı ve muhalif bir çizgi izlemiştir. İslam ümmetinin hamisi/bekçisi konumunda olan Osmanlı devleti 1900’lü yılların başında emperyalist ve Siyonist egemen güçlerin etkisiyle ortadan kaldırılmış, yerine Kemalist, ulusalcı, laik bir rejim oturtulmuştur. Bu yeni rejim; yüzünü İslam’a ve Müslümanlara değil, Amerika’ya, Avrupa’ya ve İsrail’e çevirmiştir. Yeni rejimin oturması için ülke içinde binlerce katliama imza atılmış, İslam’ın tüm değerlerine karşı düşmanca bir tutum takınılmış, İslami yaşam tarzı yasaklanmıştır. İslam dünyasının diğer coğrafyalarında da durum çok farklı değildi. Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin İslam coğrafyalarının birçok yerini işgal etmiş, yüzbinlerce Müslüman katledilmiş, on binlerce kadının namusu kirletilmiş, topraklar ve kaynaklar sömürülmüştür. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu gibi, ”kâfirler, Müslümanların üzerine aç köpekler gibi saldırmış, ümmetin tüm güçleri dağılmış ve suyun üzerindeki çer çöp gibi etkisiz hale gelmiştir.” Uzun yıllar bu ezilmişlik ve sahipsizlik içinde yaşayan dünya Müslümanları 1979 yılına geldiklerinde, radyo ve televizyon kanallarından şu haberleri işitiyorlardı; ”İran’da Amerikancı ŞAH yönetimi devrilmiş ve HUMEYNİ önderliğinde İran İslam(!) Cumhuriyeti kurulmuştur”. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiyeli “Sünni” Müslümanlarda da; başında İslam(!!) olan bir devletin kurulması ve devrimin önderi Humeyni’nin; ‘büyük şeytan Amerika’dır. Amerika ile dost olanda büyük şeytandır’ sözleri; sempati ve büyük bir umutla karşılandı. Hele hele Humeyni, devrimin ilk günlerinde; ”İran İslam Devrimi, kedergi.nebevihayatyayinlari.com
Hz Ömer (Allah ondan razı olsun) döneminde; imparatorluklarını, saltanatlarını, şatafatlarını, iktidarlarını kaybeden ve Müslümanlara mecburen boyun eğmek zorunda kalan Mecusi İranlılar/Farslılar kalplerinde gizledikleri İslam düşmanlığını hiçbir zaman açıkça ortaya koyamamışlardır. Fakat İslam dinine olan düşmanlıklarını; 2500 yıllık pers imparatorluğunu sonlandırmak kendisine nasip olan Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) nefretiyle kusmuşlardır. Mecusi İran/Perslilerin İslam düşmanlığı adına ortaya koydukları ikinci husus ise; yaşanan tarihsel olayları da bahane ederek sözde “Ehli Beyt sevgisi” görünümünde “Şİİ’LİK” fitnesini daha da köpürterek ve körükleyerek, yüzyıllardır İslam ümmetinin altını oymaya çalışmasıdır. Maalesef bunu da fazlasıyla başarmışlardır.
MUHARREM 1437
45
rimin o ilk günkü cafcaflı, yaldızlı sloganları değerini hızlıca kaybetti. İran, diğer Ulus-Devletler gibi kendi çıkarlarına yöneldi. Fars ırkçılığı, Şiilik inancını da kendisine kamuflaj yaparak İslam dünyasında meşruiyet kazanmaya ve bölgede daha geniş bir etkiyle yayılmaya çalışmıştır. İran/fars milliyetçiliği tarihsel olarak bölgede Araplara tepeden bakar. Onlara göre; Araplar bedevidir. Medeniyet ve uygarlık ise ancak Acemlere yani asil Fars ırkına aittir. Bugün İran’ın içinde 2 milyona yakın Sünni Arap yaşamaktadır. İran’ın başkenti Tahran da Sünni Müslümanlara ait bir caminin olmaması Şii İran’ın Sünni dünyaya bakışını çok güzel resmetmektedir.
Afganlı Müslümanların, emperyalist Amerika ile giriştikleri mücadelede İran pers/şii Rejimi bizzat Amerika’nın yanında yer almış, Humeyni’nin deyimiyle “Büyük Şeytanla aynı yatağa girmiş ve nur topu gibi bir KARZAİ kukla rejimi dünyaya getirmişlerdi. Öyle ki dönemin İran cumhurbaşkanı Ahmed’i Necat, kameralarında kayıtta olduğu bir basın toplantısında bu ilişkiyi şu sözlerle itiraf etmekten çekinmemişti: ”Eğer biz Afganistan da ABD ye yardım etmeseydik onlar Afganistan’a bile giremezlerdi.”
sinlikle mezhepsel bir devrim değildir. Bu devrim; mustazafların, İslam ümmeti halklarının ve Filistin’in kurtuluşu lehine bir devrimdir” sözleri, Sünni dünyanın samimi insanlarında umutları daha da artırmıştı. Birçok insan Humeyni’nin, Şiiliğin sapkın inançlarını düzelteceğini ve tarih boyunca ehli Sünnete karşı ihanet kokan tavırlardan kurtaracağını zannettiler. Fakat öyle olmadı. Dev-
46
MUHARREM 1437
İran; Şii nüfusun bulunduğu Lübnan, Yemen, Irak, Bahreyn ve Suriye’ye aktif olarak müdahale etmekte ve buradaki mezhepsel çatışmaların kaynağını oluşturmaktadır. İran, devrimin ilk yıllarında kullandığı İsrail ve Batı karşıtı söylemiyle Müslüman halklar nezdinde ilgi görüyordu. İsrail karşısında Filistin’de Hamas’ı, Lübnan’da Hizbullatı desteklemesiyle Sünni dünyada ciddi anlamda sempati topluyor ve Şiilik mezhebinin yayılması için aradığı zemini rahatlıkla buluyordu. Sünni anadan babadan doğan, Şiilik hakkında hiçbir ön bilgisi olmadığı halde sırf Humeyni’nin meşhur sloganlarına ve devrimin İslami görünümüne aldanarak önce İran konsolosluğuna, oradan da Humeyni’ye ve Devrime biat etmek için Tahran’ın yollarına düşen binlerce insan; İran’ın Sünni dünya içinde nüfuz alanı açma ve Şii’leştirme projesinin somut ispatlarındandır. Bazıları şöyle diyebilir; İslami (!)bir devletin, dünya Müslümanlarından biat almasından daha doğal ne olabilir ki?. Bu itiraz ilk başta haklı gözükse bile bu itirazı yapan kimseler ya meseleleri derinlemesine bilmeyen saf kişilerdir veya hakikatin ne olduğunu bilip de her zamanki gibi takiyye yaparak insanları aldatmaya çalışanlardır. O tarihlerde Türkiye’den İran’a biat etmek için gidenlere, Şii mollalar gözetiminde 15 günlük ya da aylık programlar düzenlendiğini, bu programlarda Şiilik inancının benimsetilmeye çalışıldığını, O’nun İzinde...
buna itiraz edenlerin programdan çıkarılarak ülkeden alelacele kovulduğunu, itiraz etmeyenlerle programların devam ettiğini ve bu programlardan geçerek ülkeye dönen insanların başka dertleri yokmuşçasına ha bire Kerbela olayı ve ehli beyt sevgisi üzerinden Şiilik propagandası yaptıklarını cümle âlem biliyor. Bu olaylar gizli saklı bir şey değil. O günlerde bu toplantılara bizzat katılanlar hala hayattadır. İmtihan; İyiyi Kötüden, Temizi Necis’ten Ayıran İlahi Bir Ölçüdür Şanı yüce Allah beyazı siyahtan, güzeli çirkinden, temizi necis’ten ayırt etmek için bazı imtihanlar nasip etti. Filistin’de Sünni direniş hareketi Hamas, Suriye’de zalim ve kafir Esed/Baas rejimini desteklemeyi reddedince İran; İsrail ambargosu altında inim inim inleyen Gazze’ye desteğini kesti. Bu durum şunu açıkça ortaya koydu ki; Şii İran’ın, Sünni Hamas’ı desteklemesi ümmetçi bir anlayışın değil tamamen siyasi bir anlayışın sinsi adımlarıydı. Zaten Filistin meselesinde İsrail’e karşı içi boş tehdit cümleleri kurmaktan öte hiçbir ciddi katkısı olmayan İran, Filistin meselesini gerçekten sahipleniyormuş havası vererek Sünni dünyaya sahte gülücükler dağıtıyordu.. Fakat zor oyunu bozdu. İran rejiminin gerçek yüzü ortaya çıktı. 1980 yılında baba hafıss Esed döneminde, Suriyeli âlim Said Havva ve Zuheyr Salim İran’a gitmişti. İmam Humeyni’ye Suriye’deki durumu bizzat anlatarak Suriye’de İslami bir devletin kurulması için kendilerine destek olmalarını istemişti. Gelişen süreçte Hama’da büyük bir katliam olmuş, 40 bin Müslüman katledilmişti. İran İslam(!) devriminin mangalda kül bırakmayan Şii rejimi, bırakın Müslümanlara yardım etmeyi 40 bin kişinin katlinin suçunu; utanmadan, sıkılmadan İhvan-ı Müslim’e ve “büyük şeytanın” üzerine attılar. Bugün 35 yıl öncesinden farklı değil. Şuan İran, bölgede kendi mezhebine yakın olan rejimleri ve grupları desteklemektedir. Suriye’de Esad rejimine para, silah ve lojistik destek vermenin yadergi.nebevihayatyayinlari.com
1979 yılında yapılan devrim Humeyni’nin dediği gibi; ‘Ümmet adına, Mustazaflar adına, Filistin adına, Mescid-i Aksa’ adına yapılmış İslami bir devrim değildir. Tam aksine 1979 yılında yapılan Fransız/Humeyni devrimi; 2500 yıllık pers/fars ırkçılığının Şiilik inancıyla sentezlenerek iktidara taşınması için yaptırılmış sahte bir devrimdir. Bu devrimin amacı; HİLAL ve HAÇ savaşında; her daim HİLAL’le savaşan fakat HAÇ ile barışık yaşayan Şiileri güçlendirerek; savaşı İslam coğrafyasının içine taşıyıp fitneyi büyütmek ve küfür cephesini rahatlatmaktır.
nında Lübnan’dan, Afganistan ve Pakistan’dan Şii gruplar getirterek Suriye’de savaştırmaktadır. Tüm bunları yaparken 35 yıl önce olduğu gibi Suriye’de ki savaşın tek suçlusu olarak yine Sünni Müslümanları ve Amerika’yı göstermektedir. İslam tarihi boyunca Şiilerin büyük bir kısmının Ehli sünnete karşı yaptıkları ihanet ve alçaklıkları MUHARREM 1437
47
duğu bir basın toplantısında bu ilişkiyi şu sözlerle itiraf etmekten çekinmemişti: ”Eğer biz Afganistan da ABD ye yardım etmeseydik onlar Afganistan’a bile giremezlerdi.” Aynı şekilde İran cumhurbaşkanı yardımcısı Seyit Muhammed Ali Abtahi de şöyle diyordu: ”İran’ın desteği olmasaydı Amerika; Irak ve Afganistan da savaşmayı hayal dahi edemezdi”. ABD eski Dış İşleri bakanı ve Bilderberg’in daimi üyesi Henry Kissinger’da “İran bize destek vermeseydi Irak ve Afganistan’da 2 hafta bile kalamazdık” ifadesi aslında malumun ilanından başka bir şey değildi.
Kerbela’da vahşice katledilerek şehid edilen Hz. Hüseyin’in gerçek katilleri; zalimlere karşı savaşması için onu defalarca Kufe’ye davet eden, ‘kanımız canımız senin yoluna fedadır, sen neredeysen biz oradayız’ diyen, sonrada o zorluk gününde Rasûlullah’ın biricik torununu ve ailesini ortada bırakarak ihanet eden, Hz. Hüseyin’e sırtını dönüp uğradığı zulümlere gözlerini kapatan; VİCDANSIZ , YÜZSÜZ, UTANMAZ TAKİYYECİLERDİR.
bir tarafa bırakın, özellikle acem Şiileri, 1979 Humeyni devrimi sonrasında bile Sünni dünyaya düşmanlık uğruna emperyalist ve Siyonist kâfirlerle işbirliği yaparak ihanet etme ve arkadan kalleşçe vurma huyundan asla vazgeçmemiştir. Afganlı Müslümanların, emperyalist Amerika ile giriştikleri mücadelede İran pers/şii Rejimi bizzat Amerika’nın yanında yer almış, Humeyni’nin deyimiyle “Büyük Şeytanla aynı yatağa girmiş ve nur topu gibi bir KARZAİ kukla rejimi dünyaya getirmişlerdi. Öyle ki dönemin İran cumhurbaşkanı Ahmed’i Necat, kameralarında kayıtta ol-
48
MUHARREM 1437
İran rejimi; Yemen, Kuveyt, Bahreyn’de de Şii grupları destekleyerek yönetimleri ele geçirmeye çalışmaktadır İran’ın şuan ki cumhurbaşkanı Ruhani’nin baş danışmanlarından Ali Yunusi, geçtiğimiz Mart ayında ’ İran’ın artık bir imparatorluk haline geldiğini ve başkentinin de Bağdat olduğunu’ ilan etmişti. Yemen de Şii Husi darbesinden hemen sonra İran’ın dini otoritesi Ali Hameney’in danışmanı Ali Reza Zekai 2014 yılının eylül ayında ’Dört Arap başkentinin İran’ın kontrolüne geçtiğini’ ilan etmişti. Bu açıklama bölgedeki tüm çatışmaların, dökülen kanların, kirletilen namusların arkasında emperyalist ve Siyonist güçlerle birlikte iş tutan İran/Şii/Pers rejiminin olduğunun en açık kanıtıydı. Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki, 1979 yılında yapılan devrim Humeyni’nin dediği gibi; ‘Ümmet adına, Mustazaflar adına, Filistin adına, Mescid-i Aksa’ adına yapılmış İslami bir devrim değildir. Tam aksine 1979 yılında yapılan Fransız/Humeyni devrimi; 2500 yıllık pers/fars ırkçılığının Şiilik inancıyla sentezlenerek iktidara taşınması için yaptırılmış sahte bir devrimdir. Bu devrimin amacı; HİLAL ve HAÇ savaşında; her daim HİLAL’le savaşan fakat HAÇ ile barışık yaşayan Şiileri güçlendirerek; savaşı İslam coğrafyasının içine taşıyıp fitneyi büyütmek ve küfür cephesini rahatlatmaktır. İran Pers/Şii rejiminin ortaya attığı ‘mezhepler arası yakınlaşma’ çağrıları büyük bir aldatmacadır. Samimi ve gerçekçi değil tamamen siyasidir. Bununla maksat; mezhepler arası ihtilafların O’nun İzinde...
giderilmesi ve Ümmetin birbirine yakınlaşması değil, Ehli sünnetin, Şia mezhebine yakınlaştırılmasıdır. Aradaki fark çok büyüktür.
İran/Pers Şii Devleti Ve Mescid-i Aksa’nın Kurtuluşu Şiiler; Kudüs’ün ilk fatihi ile ikinci fatihi olan Hz. Ömer ve Selahattin Eyyubi’yi ‘katilü’l müslimin’ ‘Müslümanların katili’ diye anarlar. Kudüs onlar açısından hiçte önemli değildir. Hatta bazı müsteşrik/oryantalist ve Yahudi yazarlar; Mescidi Aksa’nın Kudüs’te olup olmadığı ile ilgili şüpheler ortaya atarken dayandıkları noktalar ise Şii kaynaklardır. Bazı Şii müellif ve müfessirlere göre; Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) Kudüs’ü fethettiğinde burada Mescidi Aksa yoktu. Dolayısıyla Mescidi Aksa Kudüs’te değil, gök semasındadır. Aynı iddiaları Şii müfessir Feyz Keşani ”tefsirus safi” adlı eserinde de dile getirmiştir. Ayani ve Bahrani gibi tanınmış Şiilerde aynı görüştedir.(1) İran’ın; Filistin ve Mescidi Aksa üzerindeki duygusal söylemleri tamamen siyasidir. İran’ın gerçek derdi, Şia akidesinin Filistin topraklarında yayılmasıdır. Muhammed Bakır Harrazi’nin şu sözü işte bu gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya dökmektedir: ’Filistin halkı Ehli Beyt mezhebini benimsemedikçe, onunla İsrail (yahudiler) arasında bir fark yoktur.’ (2) Bu arada düşmana karşı takiyye yapmayı imanlarının gereği olarak gördükleri için Harrazi konuşmasında Sünni dünyanın tepkisini çekmemek için ’Filistin halkının Şia akidesini benimsemesi gerektiği’ ifadesi yerine daha yumuşak ve tevil edilebilir olan ‘ehli beyt’in yolu’ ifadesini kullanıyor. Bugün Türkiye’de direk olarak Şia akidesini savunup yayamayan gafillerin ‘ehli beyt sevgisi ve ehli beyt inancı’ üzerinden propaganda yapmalarına karşı uyanık olunması gerekmektedir. Bizler, Rasûlullah’ın (salat ve selam onun üzerine olsun) ehlini sevmenin imanın alametlerinden olduğuna inanan ehli sünnetiz. Bizler, hutbelerimizde dahi ehli beyti rahmet ve hürmetle anan ehli sünnetiz. Ehli sünnetin, bugüne kadar ehli beyte karşı ne tür rahatsızlığı, ne tür saygısızlığı olmuş dergi.nebevihayatyayinlari.com
ki ha bire; ehli beyt sevgisi, ehli beyt düşüncesi, ehli beyt inancı, Kerbela olayı üzerinden seviyesiz tartışmalara girişilerek Sünni dünya suçlanmaya çalışılıyor. Dert ehli beyt değil. Asıl dert; ehli beyti sevmenin imanın alameti olduğuna inanan ehlisünnetin içinde batıl Şia akidesini yaymaktır. Kerbela’da vahşice katledilerek şehid edilen Hz. Hüseyin’in gerçek katilleri; zalimlere karşı savaşması için onu defalarca Kufe’ye davet eden, ‘kanımız canımız senin yoluna fedadır, sen neredeysen biz oradayız’ diyen, sonrada o zorluk gününde Rasûlullah’ın biricik torununu ve ailesini ortada bırakarak ihanet eden, Hz. Hüseyin’e sırtını dönüp uğradığı zulümlere gözlerini kapatan; VİCDANSIZ , YÜZSÜZ, UTANMAZ TAKİYYECİLERDİR. Aşure günlerinde “YA HUSEYN YA HUSEYN” diyerek sırtlarınıza vurduğunuz o zincirlerin, Hz. Hüseyin’e yaptığınız; ihanet, alçaklık ve dönekliğin bedeli olacağına inanıyor musunuz? O gün atalarınızın işlediği bu büyük günahın vebalinden kurtulmayı gerçekten istiyorsanız; o zaman atalarınızın Hz. Hüseyin’e yaptığı ihanetin aynısını bari bugün Müslümanlara yapmayın. Arkadan vurmayın. Kâfirlerle aynı yatağa girmeyin. Kudüs’ü fetheden Hz. Ömer’e (Allah ondan razı olsun) ağzımıza alamayacağımız alçakça iftiralar ve küfürlerle saldıran, onu kâfir ve put olmakla itham eden, (3) sapık Pers/Şii İran rejimi; Kudüs’ün ve Mescidi Aksa’nın onurunu koruyamaz. Kudüs’ün ikinci fatihi Selahattin Eyyubi’ye küfrederek ”müslümanların katili” diyenler; Mescidi Aksa’yı özgürleştiremezler. Allaha emanet olunuz. Esselamu aleykum .
---------------------1. (Cafer Murtaza el- Amil/Mescidi Aksa Nerede?) 2. (A.Eren/Dinde Reformistler) 3. Hasen eş Şehhate/el- Minberul İslam Dergisi sayı 17 Zeynuttin en Nebati/ es- Sıratul Mustekım 3/28 El Meclisi/ Miratul ukul Tefsirul Ayyaşi
MUHARREM 1437
49
CİHAN MALAY
Cennet Gençlerinin Efendisi
Hz. Hüseyin radıyallahu anh
ve Kerbela Hakkında Bazı Gerçekler
Ş
ii Ayetullah Murteza Mutahhari şöyle der: “Kufe halkının Ali Şia’sından olduğu ve İmam Hüseyin’i katledenlerin de onlar olduğunda şüphe yoktur.” (1)
haram görülen bir takım fiiller uygulamaktadırlar. Yine mescid ve camilere “Hüseyniye” ismi vermeleri de bu sapık düşüncelerden biridir. Ayrıca Hz. Hüseyin’in kabrini ziyaret hakkında şöyle sözler
İslam tarihinde yaşanan bazı olaylar unutulmayan ve izleri günümüze kadar devam eden olaylar olarak yaşanmıştır. Hz. Hüseyin’in yaşadığı Kerbela olayı da bunlardan biridir.
uydurmuşlardır: “Kim Hüseyin’in kabrine gelirse,
Bu olayı Ehli Sünnet’e düşmanlık yapmak için kullanan taifelerden en başta geleni Şia. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Hz. Hüseyin’e ihanet edenler Şia’nın ta kendisidir. Bu olaydan sonra uydurdukları ağıt yakma, karalara bürünme, kendini zincire vurma gibi kendi bazı alimleri tarafından
gelecek günahlarını bağışlar.”
50
MUHARREM 1437
Rasûlullah ile birlikte üç hac yapmış gibi olur.”, “Kim faziletini bilerek Hüseyin’in kabrini ziyaret ederse, Allah onun için bin makbul Hac sevabı yazar ve geçmiş Amacımız Allah’ın rızası yolunda İslam’ın bir şehidini anlatmak ile beraber Kerbela üzerinden istismar edilen bazı gerçekleri ortaya çıkarmak olacaktır inşallah. O’nun İzinde...
Doğumu ve Yetişmesi Ebu Nuaym, “Marifetu’s Sahabe” adlı eserinde Hz. Hüseyin radıyallahu anhhakkında şöyle der: “Ebu Abdullah Hüseyin b. Ali b. Ebu Talip... Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in reyhanesi, kulağına ezan okuduğu ve kendisine benzeyen, cennet gençlerinin efendisi, kadınların efendisinin oğlu, nübüvvet eli kendisini beslemiş, İslam’ın kucağında büyümüş(kimsedir.)” (2) Hz. Hüseyin radıyallahu anh, H.4. senenin Şaban ayının beşinde Medine-i Münevvere’de doğdu. Hem Hasan hem de Hüseyin’in isimlerini Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onlara vermiştir. Enes b. Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hz.Hasan ve Hüseyin’i çağırır ve onları koklayarak bağrına basardı.” (3) Başka bir hadiste “Onları seven beni sevmiş, onlara buğz eden bana buğz etmiştir.” (4) buyurmuştur. Bir dedenin torunlarına olan sevgisini her daim gösteren Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şu uygulaması bu duruma örnektir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem hutbe verdiği sırada Hz. Hasan ve Hüseyin, üzerlerinde kırmızı gömlek ile düşe kalka mescide geliyordu. Bu durumu görünce Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem hutbeyi yarıda kesip onları yanına aldı ve hutbesine kaldığı yerden devam etti.” (5) Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hasan ve Hüseyin hakkında “Onlar cennet gençlerinin efendileridir.” buyurmuştur. (6) Hz. Hüseyin ibadete düşkündü. Hatta onun defalarca yürüyerek Mekke’ye gidip haccettiği rivayetlerde vardır. (7) Babasıyla birlikte Cemel, Sıffin ve Nahrevan savaşlarında bulunmuştur.
Fetihlere Katılması ve Muaviye radıyallahu anh Dönemi Said b. As el- Emevi komutasında Cürcan ve Taberistan, Abdullah b. Ebi Serh komutasında Afrika’nın fethine katılmıştır. Hafız İbn Kesir der ki; “Hilafetin Muaviye’de olması karar kılınınca, Hasan ve Hüseyin (r.anhum) beraber Muaviye’nin yanına giderdi. Muaviye onlara geniş ikramda bulunurdu ve atiyye* verirdi. Hasan vefat edince de Hüseyin her sene gelir, atiyye alırdı.” (8) dergi.nebevihayatyayinlari.com
Enes b. Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hz.Hasan ve Hüseyin’i çağırır ve onları koklayarak bağrına basardı.” (3) Başka bir hadiste “Onları seven beni sevmiş, onlara buğz eden bana buğz etmiştir.” (4) buyurmuştur.
Ayrıca h.50 yılında Muaviye b. Ebu Süfyan döneminde Yezid b. Muaviye (meşhur Yezid) komutasındaki orduya İstanbul’un fethi için yapılan sefere katılmıştır. (9) Muaviye radıyallahu anh vefatı yaklaşınca, Yezid kendisi ile her zaman birlikte olduğundan halife olarak onu önermiştir. Yezid’e “Ümmet arasında nasıl davranacağını” soran babasına Yezid “Vallahi babacığım, onlar arasında Ömer b. Hattab’ın davrandığı şekilde davranacağım” demiştir. (10) Hem bu konuda İbn Abbas, Yezid’in faziletine şahit olmuş, ona biat etmiştir. Aynı şekilde İbn Ömer ve de sahabede 60 kişi biat etmişti. Muaviye radıyallahu anh’nin Yezid’i halife seçmesine İbn Haldun şöyle demiştir: “Muaviye radıyallahu anh Allah Teala nazarında en önemli olan birlik ve beraberliğe özen göstermiş ve bu hususta hırslı davranarak faziletli olan yerine daha az faziletli kişiyi seçmiştir. Muaviye radıyallahu anh hakkında bundan başka herhangi bir zanda bulunulamaz. Çünkü onun adaleti ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sohbetinde bulunması bunun dışındaki şeylere manidir.” (11) Yine İmam Ahmed bu konuda “adalet, ilim ve fazilet şartlarına itibar edilmediği” rivayet edilmiştir.
Kerbela Olayı Öncesi ve Bazı Gerçekler KERBELA OLAYI ŞİA’NIN KENDİSİNE ÇOKCA TARAF TOPLAMAK İÇİN KULLANDIĞI OLAYLARDAN BİRİDİR. ANCAK BURADA SİZLERE ŞİA’NIN HZ. HÜSEYİN’İ KUFE’YE MEKTUPMUHARREM 1437
51
LARLA DAVET ETTİKTEN SONRA NASIL TERK ETTİKLERİ HAKKINDA BİLGİ VERİLECEKTİR. Hz. Ali’nin vefatından sonra Kufeliler, halife olarak Hz. Hasan’ı seçti. Hz. Hasan, Muaviye’nin hilafeti ve kendi hilafet arasında Müslümanların kanının akmaması için hilafetten geri çekildi. İmam Zehebi şöyle der: “Bize ulaştığına göre Hz. Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye teslim etme işi Hüseyin’in hoşuna gitmemiştir. Bilakis onun görüşü savaşmaktan yanaydı. Fakat o, kardeşine tabi oldu.” (12)
Şii muhaddis el Kummi; tek bir günde 600 mektup, toplamda 12 bin mektup yazıldığını söyler. Yine Hüseyin’e biat edenlerin sayısının 40.000 olduğu söylenmiştir. Bu arada dönemin Medine valisi Velid b. Utbe, Yezid’ten habersiz Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyir ve Hüseyin b. Ali’den beyat almaya karar verdi. Bu durum karşısında rivayetler İbn Zübeyir ile Hz. Hüseyin’in geceleyin Medine’den Mekke’ye geçtiğini aktarır ve Velid’in onları yakalamak için gönderdiği 30 süvarinin onları yakalayamadan onların Mekke’ye ulaştıklarını aktarır.
Hz. Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye bıraktıktan sonra Hüseyin’i de yanına alarak Medine’ye gitti.
Kufe Yolunda
Hz. Hasan vefat edeceği sırada kardeşi Hüseyin’e
Gönderilen mektupların doğruluğunu öğrenmek isteyen Hz. Hüseyin, amcasının oğlu Müslim b. Akil’i Kufe’ye gönderdi. Müslim, Medine’den yanına iki klavuz alarak Kufe’ye doğru yola çıktı. Kufe yolunda toz toprak içinde yolu şaşırdılar ve klavuzlardan biri susuzluktan öldü. Bunun üzerine Hz. Hüseyin’e zorlukları belirterek bu işten affını istedi. Fakat Hz. Hüseyin, yola devam etmesini istedi.
şöyle demiştir: “ Ben Kufe halkının beyinsizlerinin seni hafife almayıp gözden çıkaracağına emin değilim” diyerek Hz. Hüseyin’i Kufe halkı hakkında uyarmıştır. (13) Hatta Hz. Hasan’ın vefatından sonra Muhammed el Hanefiyye ve Hz. Hüseyin’e, Emeviler üzerine yürümesi talebinde mektuplar gönderen Kufeliler’e Hz. Hüseyin “Bu topluluk bizi yiyip bitirmek ve kanımızı dökmek istiyor” diyerek tepki göstermiştir. (14)
Bu durumdan haberdar olan Hz. Muaviye, ken-
disine ne yapmaları gerektiği sorulunca “Kesinlikle ona dokunmamaları” dair bir mektup gönderdi. (15) Muaviye radıyallahu anh vefat öncesinde oğluna şunu vasiyet etti: “Hz. Hüseyin ile ilgilen çünkü o insanlar içerisinde en sevimli olandır.” (16)
Hz. Hüseyin’in Yezid’e Beyatı Reddetmesi Sonrası Yaşananlar Yezid’in halifeliğine Hz. Hüseyin, Abdullah b. Zübeyir ve Hz. Ebubekir’in oğlu Abdurrahman b. Ebubekir karşı çıktı. Hatta Abdurrahman; “O Heraklius mudur?! Vallahi Ebubekir çocukları hakkında böyle davranmadı. Muaviye ise merhamet ve cömertliğinden dolayı bunu yaptı.” (17) Bunun yanında Kufeliler, Hz. Hüseyin’e “Başımızda hiç bir imam yok. Gel ki belki Allah senin elinle bizi hak üzerinde birleştirir” şeklinde mektuplar yazarak en kısa zamanda hareket etmesini istediler.
52
MUHARREM 1437
Müslim, bu zorlu yolculuğun ardından Kufe’ye vardığında 10.000 kişi ona beyat etti. (18) Bazı rivayetler 40.000 olarak belirtmiştir. Bu durumu Hz. Hüseyin’e mektup ile haber verince, Hz. Hüseyin hemen yol hazırlıklarına başladı. Ailesi ve yanındakiler ile Kufe’ye doğru yola koyuldu. Kardeşi Muhammed el Hanefiyye ona şöyle dedi; “... Bu şehirlerden birisine gidip te bir topluluğun gelmesi ve aralarında ihtilafa düşerek bir kısmının seninle diğer kısmının aleyhine olması ve savaşa tutulması sebebiyle mızrağın ucundaki ilk kişinin sen olmandan endişe duyuyorum.” Bunun üzerine Hüseyin “Ey kardeşim! Ben kesinlikle gideceğim.” dedi. Amcasının oğlu İbn Abbas; “Allah sana merhamet etsin! Emirlerini öldürmüş bir topluluğa mı gidiyorsun? Onlar seni sadece harp ve ölüme davet ediyorlar. Seni aldatmaları, yalnız bırakmaları ve ürküp kaçmaları hususunda güvenim yoktur.” Bunun üzerine Hz. Hüseyin “ Ben Allah’tan hayırlısını istiyorum” dedi. Sonraki akşam (istihareden yaptıktan sonra) İbn Abbas, “Ey amcaoğlu! Ben bu işte bir uğursuzluk O’nun İzinde...
görüyorum ve sabredemiyorum. Bu durumda senin helak olup yok olmandan korkuyorum. IRAK HALKI SADAKATSİZ BİR KAVİMDİR, ONLARA SAKIN YAKIN DURMA VE BURADA KAL. EĞER IRAK HALKI İDDİA ETTİKLERİ GİBİ SENİ İSTİYOR-
Bu nasihat onu Kufe’ye gitmekten vazgeçirmedi. Kardeşi Muhammed b. Hanefiyye, son bir defa gitmemesi için ısrar etti fakat Hz. Hüseyin kararlıydı. Yanında ailesinden 19 kişi ile birlikte Kufe’ye doğru yola koyuldu.
LARSA ONLARA MEKTUP YAZ VE DÜŞMANLARINI ORADAN ÇIKARSINLAR, SEN DE O ZAMAN ONLARIN YANINA GİT. İLLA DA GİTMEK İSTİYORSA YEMEN’E GİT. ORADA SAĞLAM KALELER, DAĞ YOLLARI VE GENİŞ ARAZİLER VARDIR. ŞAYET GİDECEKSEN HANIMLARIN VE ÇOCUKLARINI GÖTÜRME. ALLAH’A YEMİN EDERİM
Kİ
ÇOCUKLARININ
GÖZLERİ
ÖNÜNDE OSMAN’IN VE HANIMLARININ KATLEDİLDİĞİ
GİBİ
KORKUYORUM.”
(19)
KATLEDİLMESİNDEN
İbn Zübeyir’de “NEREYE GİDİYORSUN? BABANI KATLEDİP DE KARDEŞİNE İHANET EDENLERE Mİ?”
(20)
Kufe’de İlk İhanet Kufe’de Ubeydullah b. Ziyad bir hile kurmuştu. Müslim b. Akil’i misafir eden Hani b. Urve’yi sarayda tutukladı. Bu haber üzerine Müslim, 4.000 kişi ile sarayı bastı. Ubeydullah, sarayı basanlara “Müslim b. Akil’in yanından uzaklaşın yoksa maaşınızı keserim” diye tehdit edince herkes çekilmeye hatta anneler çocuklarını yanından çekip almaya başladı. Sonunda 4.000 kişiden 30 kişi kaldı. Günün sonunda ise Müslim, tek başına kaldı. Kufe’de tek başına bir eve sığındı. İbn Ziyad, yerini ihbar edene ödül vereceğini duyurunca, ev sahibinin oğlu yerini ihbar etti ve yakalandı. Müslim ölümle tehdit edilince de Rey valisi Ömer b. Sa’d b. Ebi Vakkas’a21, Hz. Hüseyin’e bildirmek
üzere şu sözleri söyledi: “AİLENE GERİ DÖN. KUFE HALKI SENİ ALDATMASIN. KUFELİLER SENİ YALANLADILAR. DOLAYISIYLA YALANCININ GÖRÜŞÜ OLMAZ.” Müslim, sözden 27 gün sonra bir dama çıkarılıp başı koparıldıktan sonra bedeni damdan aşağı atılarak şehid edildi. Hz. Hüseyin’in Müslim’den haber almak için gönderdiği süt kardeşi Abdullah b. Buktur, İbn Ziyad tarafından yakalandı ve ona da aynı ceza verilerek şehid edildi.
Kerbela Faciası Yolda meşhur şair Farezdak ile karşılaşmış ve Farezdak ona “Onlar seni yalnız bırakırlar, sakın gitme. Sen kalpleri seninle fakat elleri senin aleyhinde bir topluluğa gidiyorsun.” (22) Hz. Hüseyin, olanlardan habersiz Kufe’ye doğru yola devam etti. Yezid de Hz. Hüseyin’in Kufe’ye gidişini öğrenince, eski Basra yeni Kufe-Basra valisi Ubeydullah b. Ziyad’a “Bana ulaştığına göre Hüseyin Kufe’ye doğru yola çıkmış. Zamanlardan senin zamanın, beldelerden senin belden deneniyor. Seninle savaşmayan kişiyle savaşmaktan sakın.” (23) Hz. Hüseyin, Zübale ya da Şuraf’a gelince Müslim’in başına gelenleri haber aldı ve beraberindekilere şöyle dedi: “Bu gece ailesine dönmek isteyene izin verdim, bunlar sadece beni istiyorlar. Bunun üzerine Malik b. Nadr; “Benim borç ve ailem var.” Hz. Hüseyin; “İşte gece karanlığı çöktü. Bir deve edin ve gideceğin yere git.” dedi. Onlar sadece beni istiyorlar, şayet beni yakalarlarsa başkasına bakmazlar.” (24) Bu durum karşısında geri dönmeyi uygun buldu. Yanındakilere de geri dönmenin önemini beyan etti. Büyük oğlu Ali, bu görüşü doğru buldu. Ancak Müslim b. Akil’in çocukları Kufe’ye gitmeye ve babalarının intikamını almaya ısrar edince bu görüşünün aksine tavır sergileyerek Kufe’ye doğru devam etti. (25) Şuraf’ta 1.000 süvariyle Hur b. Yezid, önlerini kesti. Onları İbn Ziyad’ın emriyle Kufe’ye götüreceklerini söyledi. Hz. Hüseyin de kendisine Kufe’ye çağıranların yazdığı iki heybe dolu mektubu gösterdi. Hur, bunlara inanmadı. Bunun üzerine Hz. Hüseyin beraberindekilere Medine’ye döne-
54
MUHARREM 1437
ceklerini söyledi ancak Hur bunu kabul etmeyerek Kufe’ye, İbn Ziyad’a götüreceğini söyledi. Rivayete göre Irak yolunda şöyle bir rüya görmüş “At üzerinde bir binici gördüm. Şöyle diyordu; “Kavim ilerliyor, ölümde onlara doğru geliyor. Anladım ki ölümümüz bize haber veriliyor.” (26) Kerbela’ya (sıkıntı ve bela yeri) varınca Sa’d b. Ebi Vakkas’ın oğlu Ömer, 4.000 kişi ile Hz. Hüseyin’i karşıladı. Bu ordunun hedefi Deylem cihadı için Rey şehrine gitmekti. İbn Ziyad onu Hz. Hüseyin ile savaşmaya, savaşmadığı taktirde Rey valiliğinden azletmek ve ölümle tehdit etti. En başta yanaşmadı ancak daha sonra tehditlerden korkarak savaşmayı kabul etti. (27) Hz. Hüseyin ile Ömer b. Sa’d arasında görüşmeler başladı. Ömer b. Sa’d, durumu İbn Ziyad’a mektupla bildirince “Yezid’e biat etmesini iste. Biat ederse sorun yok” cevabını aldı. Hz. Hüseyin de Ömer b. Sa’d ile şu maddeler üzerine anlaşmayı teklif etti: Geldiği yere geri dönmek için izin vermesini, Şam’da Yezid’e beyat etmeyi, İslam sınırlarından birinde cihad etmeyi” (28) Bu durum İbn Ziyad’a bildirilince “İbn Ziyad’ın meclisinde bulunanlardan Şemir b. Zilcevşen, Hz. Hüseyin’in İbn Ziyad’a boyun eğmesi gerektiğini” söyledi. Bu fikri benimseyen İbn Ziyad da Şemir’i, İbn Sa’d’a göndererek teklifi bildirmek ve teklife uymazsa İbn Sa’d’ı öldürmesi görevini verdi. (29) İbn Sa’d, teklifi Hz. Hüseyin’e sununca teklif reddedildi. Savaş olacağını anlayan Hz. Hüseyin, yanındakilere serbest olduklarını söyledi. Fakat onunla birlikte savaşacaklarına ısrar ettiler. Kardeşi Abbas, onu yalnız bırakmayacağını bildiren şu sözleri söyledi: “Rabbim senin yaşamadığın günü bize göstermesin.” (30) Hz. Hüseyin’in Kufe’ye gelmesine ısrar eden İbn Ziyad’ın büyük komutanlarından Hur b. Yezid ve Ömer b. Sa’d’ın ordusundan da 30 kişi Hz. Hüseyin’e katıldı. Hz. Hüseyin tarafında 32 atlı, 40 piyade oldu. O’nun İzinde...
Savaş başladı. İbn Sa’d’ın ordusu şiddetli bir direnişle karşılaştı. Savaş kızıştığında Hz. Hüseyin şöyle dua ediyordu: “Allah’ım! Her türlü acımda güvendiğim, zorlukta ümidim Sensin. Gönlün zayıf düştüğü, arkadaşın terkettiği, düşmanın gülüp geçtiği nice niyetler vardır. Onları Sana arz ediyorum. Sensin ferahlatan, kolaylaştıran ve kifayet gelen. Bütün nimetlerin velisi, güzelliklerin ve her türlü sonucun sahibi de Sensin.” (31) Abdullah b. Ammar, savaş meydanında Hz. Hüseyin’i şöyle anlatıyor: “Başına toplandıkları zaman sağ tarafındakilere hamlede bulununca, onlar bir anda ürküp kaçtılar. Vallahi daha önce bu kadar çok çocuğu ve arkadaşı katledilen birisini görmedim. Buna rağmen o, çok metanetli ve soğukkanlıydı. Bu durumunu hiç kaybetmedi. Ne ondan önce ne de ondan sonra öyle birisini görmedim...” (32) Ancak bu kadar az askerle yapılan mücadele fazla sürmedi ve Hz. Hüseyin’in başı koparıldı. (Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öptüğü o baş!) (33) Savaş sırasında Hz. Hüseyin’in hanımı Rebab, doğum yaptı. Adı Abdullah konulan bu çocuğa su verilmesi için havaya kaldırılınca bir ok tarafından şehid edildi. (34) Hz. Hüseyin’in katledilmesi h. 61 senesinin Muharrem 10 tevafuk etti. Şehid edince elbisesini dahi çıkardılar. Bedeninde 33 mızrak yarası, 32 kılıç yarası vardı. Okların açtığı yaralar bunun haricindedir. Hz. Hüseyin’in ordusundan 72 kişi, İbn Sa’d ordusundan 88 kişi öldürülmüştür. (35) Hz. Hüseyin ile birlikte Ehl-i beytten 17 genç şehid edildi. (Kardeşleri; Ebubekir, Ömer, Osman, Abbas, Cafer, Abdullah, Osman, Muhammed el Asğar. Çocukları; Ali el Ekber, Abdullah...) Tek oğlu Ali b. Hüseyin (Zeynelabidin) buluğ çağına ermemiş ve hasta olduğundan sağ kaldı. O da öldürülmek istenmiş ancak araya giren bir kişi tarafından engellenmişti. Savaş bittikten sonra atlar meydanda koşturulup, sağ olabilme ihtimali olanlar bile karınları patlayacak şekilde dehşet bir şekilde şehid edildi. (36) Ömer b. Sa’d; Hz. Hüseyin’in başı, hanımları ve beraberindeki çocuklarını ilk olarak İbn Ziyad’a gönderdi. dergi.nebevihayatyayinlari.com
Tabiin döneminin büyük alimlerinden İbrahim en Nehai şöyle demiştir: “Hüseyin’i katledenler arasında cennete girseydim, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yüzüne bakmaktan utanırdım.”
İbn Ziyad onlara ev, rızık ve nafaka verilmesini emretmiştir. (37) Elinde değnek başı ile oynadığı sırada yaşlı bir sahabe olan Zeyd b. Erkam “Çek şu değneği dudaklarından. Vallahi ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i onun başını öperken gördüm.” dedi. Bunun üzerine sinirlenen İbn Ziyad “Allah seni ağlatsın, bunak! Şayet ileri yaşta aklını kaybetmiş bir bunak olmasaydın, boynunu vurdururdum!” (38) İbn Ziyad’ın annesi de şöyle tepki verdi: “Ey Habis! Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in evladını öldürdün. Cenneti göremeyecek, kokusunu asla duyamayacaksın.” (39) İbn Ziyad, Hz. Hüseyin’in kalan tek oğlu Ali’nin de öldürülmesini isteyince ablası Zeynep araya girerek kendisinin de onunla öldürülmesini istedi. Bunun üzerine İbn Ziyad bu fikrinden vazgeçti. (40) Şia’ya göre on iki imam Ali ile devam etmiştir. Yezid, kesik başı kendisine getirildiğinde bunu çirkin karşılamış ve ağlayarak “İbn Mercan’a(İbn Ziyad) yazıklar olsun. Allah onu da böyle yapsın.” (41) demiştir. Hz. Hüseyin’in şehadeti İbn Zübeyir tarafından duyulunca şöyle dedi: “Onlar(Kufeliler) görünürde liderlerine karşı evliya fakat içlerinde düşmandırlar.” Hz. Hüseyin’in başının nereye gömüldüğü de ihtilaflıdır. En sahih görüşün Medine olduğu bildirilmiştir. İbn Haldun, Hz. Hüseyin’in bu ayaklanmasını şöyle aktarmıştır: “Hüseyin’in yanıldığı ortaya çıkmıştı. Fakat bu dünyevi bir mesele olduğu için bu koMUHARREM 1437
55
nuda yanılmanın zararı olmaz. Şer’i hüküm konusunda ise herhangi bir yanılma yoktur çünkü o, onun zannına bağlıydı ve zannı da buna güç yetirebiliyordu.” (42)
tanımadılar. O da bunu kabul etmedi. Derken savaşa
Tabiin döneminin büyük alimlerinden İbrahim en Nehai şöyle demiştir: “Hüseyin’i katledenler arasında cennete girseydim, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yüzüne bakmaktan utanırdım.” (43)
Asla Hüseyin’in haremine dil uzatmadı. Aksine onlara
tutuştular ve mazlum bir şehid olarak katledildi. Bu haber Yezid’e ulaşınca üzüntüsünü belli etti ve ağladı. ikramda bulundu ve refakatçiler eşliğinde memleketlerine uğurladı... Fakat o bununla beraber Hüseyin’in tarafında olmadı, katilinin öldürülmesi için emir vermedi ve intikamını da almadı.”” (46)
Kerbela Üzerine Yalanlar İbn Kesir de şöyle der: “O gün yıldızlar ortaya çıkacak derecede güneş tutulması, kaldırılan taşın altından kan çıkması, semanın kızıla boyanması, güneşin ışınlarının adeta kan olup semayı kan pıhtısı haline getirmesi, semanın kan yağdırması... gibi bir çok yalan ve hadis uydurmuşlardır ki, bunlar hakkında sahih hiç bir rivayet bulunmamaktadır.” (44) Bu konuda şu sahih hadis rivayeti bulunmaktadır: “Hüseyin, Fırat kenarında katledilecektir.” (45)
İbn Kesir de “Fakat o bundan dolayı onu görevden almadı, cezalandırmadı ve kınamak için mektup da yazmadı.” (47) Hz. Hüseyin’in çocukları Yezid’in yanına girdiklerinde Hüseyin’in kızı Fatıma şöyle dedi: “Ey Yezid! Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kızları esir mi? “ Yezid de: “Aksine hür ve ikrama layık olanlardır.” Fatıma der ki: “Yanlarına girdiğimde ağlamayan hiç bir Emevi görmedim.” (48) Yezid, her sofraya oturuşunda mutlaka Hz. Hüseyin’in
Yezid Üzerine
oğlu Ali’yi de davet ederdi. (49)
Yezid hakkında İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Nakledenlerin ittifakıyla Yezid, Hz. Hüseyin’in öldürülmesini emretmemiştir. Fakat İbn Ziyad’a onu Irak’a girmekten alıkoyması için mektup yazmıştır. Hüseyin radıyallahu anh, Iraklıların kendisine yardım edeceğini zannediyordu. Hz. Hüseyin ihaneti görünce Yezid’in yanına gitmeyi, İslam sınırlarının birinde cihadı ya da geldiği yere gitmeyi teklif etti. Ona teslim olma dışında bu hususta hiç bir imkan
Yezid, Hz. Hüseyin’in ailesini yanında kalmak ve Medine’ye gitmek arasında serbest bıraktı. Onlar da Medine’ye dönmeyi tercih ettiler. Güvenliğini sağlayarak onları Medine’ye gönderdi. (50) İbn Kesir de bu konuda şöyle der: “Yezid, kendi evinde de Hüseyin için ağlayıp yas tutuyordu...” (51) Son olarak İbn Teymiyye, Yezid hakkında “Sövmeyiz de sevmeyiz de. İyi bir adam değil ki sevelim. Biz Müslümanların hiç birisine muayyen olarak sövmeyiz.” (52)
Şia’nın Yanlız Bırakılması Şii Ayetullah Murteza Mutahhari şöyle der: “Kufe halkının Ali Şia’sından olduğu ve İmam Hüseyin’i katledenlerin de onlar olduğunda şüphe yoktur.” (53) Başka bir eserde de Kufeliler hakkında “Kufe halkından nefret edilmesine sebep olan şeylerden birisi Hz. Hasan’ı yaralamaları54 ve Hz. Hüseyin’i katletmeleridir.” (55) O’nun İzinde...
Şiirleri
18. Tehzibu’t Tehzib, İbn Hacer 2/301
“Kabir sakinlerine nida ettim fakat susturulmuşlar
19. Taberi, 5/383-384
Onların yerine cevap verdi toz ve toprak
20. İbn Asakir, s.264-265 21. Sahaben Sa’d b. Ebi Vakkas’ın oğludur. Resulullah(sas)’ın vefatından sonra dünyaya gelmiştir.
Dedi ki; sakinlere ne yapıldı bilir misin?
22. Taberi, 5/386
Etleri parçalandı ve elbiseleri yırtıldı
23. Taberani, el Mucemu’l Kebir 3/115; Heysemi, Mecmua’z Zevaid 9/139
Gözleri toprakla doldu
24. El Bidaye ve’n Nihaye, 11/530
Birazcık eziyetten sonra Kemiklerine gelince, onları ben parçaladım...” (56)
25. El İsabe, İbn Hacer 1/334 26. El Bidaye ve’n Nihaye, 11/536
“ Halık ile yetinip uzak durursan mahluktan
27. İbn Sa’d,5/377; Taberi 5/409
Kazipten de sadıktan da olursun müstağni
28. İbn Sa’d, 5/378; Taberi, 5/392 29. Tabakatu’l Hamise, s.308
Rahman’ın fazlını rızık olarak iste
30. El Bidaye, 8/177
Çünkü yoktur Allah’tan gayrı Razık
31. El Bidaye ve’n Nihaye, İbn Kesir 11/516
İnsanların kendisine yeteceğini zanneden kimse
32. El Bidaye ve’n Nihaye, 8/204 * Hediye, maaş
Rahman’a güven duymuş değildir
33. Taberi, 5/422-453
Malı kendi kazancı sanan kimse Dağın tepesinden iki ayağı kayan gibidir.”
34. El Bidaye, 8/197 (57)
35. İbn Sa’d, 5/386; Taberi,5/455 36. Taberi,3/365
------------------------
37. Taberi, 5/393
Cennet Gençlerinin Efendisi Hz. Hüseyin; Hayatı Ve Şehadeti Dr.Muhammed B.Abdulhadi Eş Şeybani-Muhammed Salim Hıdır (Ummul Kura Yayınevi)
39. İbn Esir, el Kami 4/265
Hz. Hüseyin’in Katlinin Perde Arkası Abdullah b. Abdulaziz (İnceleme Araştırma Eserleri) Peygamberimin İki Gülü Hasan-Hüseyin Ahmet Lütfi Kazancı (Ensar Neşriyat) 1. El Melhametu’l Huseyniyye, 1/129 2. Marifetu’s Sahabe, 2/661 3. Tirmizi, 3772
38. Buhari, Fedailu’s Sahabe 22; Tirmizi, Menakıb 31 40. İbn Kesir, el Bidaye 8/194 41. Taber, 5/393, Ensabu’l Eşraf, Belazuri 3/422-424 42. Mukaddime, 1/271 43. Mucemu’l Kebir, Taberani 7/195; Heysemi, 9/194 44. İbn Kesir, 8/203 45. Musannef, İbn Ebi Şeybe 15/97; Müsned, Bezzar 1/101 46. Minhacu’s Sunne, 4/472-558
4. İmam Ahmed, Müsned 7863
47. El Bidaye ve’n Nihaye, 9/204
5. Ebu Davud, 1109
48. Taberi, 5/464
6. Müsned, İmam Ahmed 3/3,62,64,82; Tirmizi, 5/566
49. İbn Sa’d, 5/397
7. El İstiab, İbn Abdilberr 1/378
50. Minhacu’s Sunne, 4/559
8. El Bidaye ve’n Nihaye, 8/150-151
51. İbn Kesir, 8/235
9. Tarihu’l İslam, Zehebi (s.104)
52. Mecmua’l Fetava, 4/487
10. El Ahad ve’l Mesani, İbn Ebi Asım 1/375 Hasen senedle 11. Mukaddime, İbn Haldun 1/65 12. Siyeru Alemu’n Nübela, 3/291 13. El İstiab, İbn Abdilberr 1/391 14. İbn Sa’d, 5/356
53. El Melhametu’l Huseyniyye, 1/129 54. Büyük Şii taklit mercii el Amili şöyle demektedir: “Oğlu Hasan ile biatleşildi. Sonra da kendisine vefasızlık edilip düşmanına teslim edildi. Irak halkı üzerine atıldı ve yan tarafından hançerle yaraladı.” (Ayanu’ş Şia 1/26)
15. Ensabu’l Eşraf, Belazuri 3/152
55. Tarihu’l Kufe, Hüseyin b. Ahmed el Beraki en Necefi, s.113
16. İbn Sa’d, 5/356
56. Tarih-i Dimaşk, 14/186-187
17. Tefsir-i İbn Ebi Hatim 12/224
57. Aynı eser
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
57
Hadis-i Serif
M. SABRİ YÜCEL
sallallahu aleyhi ve sellem
STRESLİ MİSİN? O HALDE PEYGAMBERİNİ TAKİP ET! عن حذيفة رضي اهلل عنه قال كان النبي صلى اهلل عليه وسلم إذا حزبه أمر صلى
H
er şeyin çok çabuk değişebildiği, bu değişimlerin neredeyse hızına yetişemediğimiz
ması, zorlanmaması gerekirdi. Vakıa siyer kitap-
bir zaman diliminde yaşıyoruz. Olgular, müsem-
detaylarına kadar gözlerimizin önüne sermek-
malar aynı olsa da isimler ve şekiller zaman ve zemine göre değişkenlik arz edebiliyor. Hızına yetişemediğimiz bu kadar vakıa içersinde muhakkak ki hepimizi üzen, sıkılmamıza sebep olan, içimizi daraltan, kimi zaman dünyayı dar eden pozisyonlarla karşılaştığımız olabiliyor. Bu konuda herhangi bir kimseye özel iltimas geçilecek değildir.
ları onun hayatının ne şekilde geçtiğini en ince tedir. Bizler sıkıntı ile dünyaya gönderilen Âdem aleyhisselam’ın çocuklarıyız. O halde ilk insan da dâhil olmak üzere insanlığın hakikat güneşleri olan peygamber efendilerimiz de onca sıkıntılı durum ve hadise ile karşı karşıya kaldılarsa her hangi bir açıdan onlardan daha üstün meziyetli
Şayet böyle bir kayırma söz konusu olacak olsaydı
olamayan bizlere bu konuda tolerans tanınması
âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed
mümkün değildir. Dünyadaysak sıkılacak, dara-
Mustafa aleyhisselam’ın sıkılmaması, daralma-
lacak, bunalacak ve yorulacağız.
58
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
Hepimizin hayatında karşılaştığı bu hakikatin
güzel şekilde izah etmektedir: “Peygamber sallal-
diğer bir yönü ise imkân varsa şayet karşılaştı-
lahu aleyhi ve sellem sıkıntılı bir işle karşılaşınca
ğımız bu sıkıntılı durumlardan kurtulmak için
namaz kılardı/”Peygamber aleyhisselamı bir iş
veya bunalıp daralmamıza sebep olan etkenlerin
üzdüğü zaman namaza dururdu.” (2)
ortadan kalkması için bir çeşit çaba ve gayret içe-
İslam’ın müesseselerini hakkıyla takdir ede-
risine girme gerçeğidir. Civarına sığınabilecek, kendisinden yardım alınabilecek, gözüken derde çare olabilecek ne varsa yapmak ister insanoğlu bu gibi durumlarda. Hatta bu hal insanı öyle davranışlara sürükler ki kendisine zarar verdiğini bildiği ve inandığı yalancı çözümlere bile sarılabilmektedir. Zararlı olduğu içenlerin gözünün içine sokulurcasına tespit edilmiş olan tütün ürünlerinin derde çareymiş gibi kıyamet günü sorguya tabi tutulacak el emanetine sıkıştırılması
meyen biz Müslümanların gözünden kaçan, hakkını takdir edemedikleri ve olması gereken konumda değerlendiremedikleri yitik yadigârlarımızın başında hiç şüphesiz namaz gelmektedir. O, peygamberlerin üzüldükleri zamanlarda gönüllerinin ilacı ve sıkıntılı anlarda yegâne çare umdukları kapıydı. Firavunun karşısına çıkacak olan Musa aleyhisselamı motive eden namazdı zira Allah’ı anmanın ve O’nu hakkıyla zikrederek müstekbirlerin küçüklüğünün farkına varmanın
bu duruma sadece basit bir örnek olabilir. Ayet-i
yolu namazdan geçiyordu. (3) Bedir savaşının are-
kerime ile sabit olduğu gibi herkes kendi mizaç
fesinde Resulullah aleyhisselam beş bin nişanlı
ve meşrebine göre iş yapar. (1) Süfli bir ruh ve süfli
meleği celbetmek adına namaz ile Rabbine arz
duygulara sahip insanların sıkıntı, dert, stres ve
ediyordu sıkıntı, dert ve kederini. Allah’ın dinini
kederden kurtulmalarının yolu da elbette süfli
dert edinmiş Müslümanların dünya hayatında
olacaktır. Ulvi hedeflere talip yüce ruhlu kimseler
karşı karşıya kaldıkları problemlerde sığınılacak,
ise dertlerinin çaresini, kendilerini imtihana tabi
dayanılacak, umut beslenecek bir kapı olarak
tutan Zat-ı Zü’l-Celâl’in kapısında ararlar. Zira
namazdan gafil olmaları ne kadar esef verici bir
onlara göre derdi veren ona derman da nasip
durum. Oysa önderleri olan Hz. Peygamber aley-
eder. İmam Ebu Davud’un Hz. Huzeyfe radıyal-
hisselam “Kalk, (ezan oku da) bizi namazla rahatlat
lahu anhu’dan aktardığı şu rivayet durumu en
ey Bilal!”
(4)
buyurmuştu. Dünyanın dert ve tasa-
Ey dertli kardeşim, ey stres girdabında boğulmaktan endişe eden Müslüman, ey bütün genişliğine rağmen dünya kendisine dar gelenler, sessizce ve boyun eğerek yalvarmamızı bekleyen Rabbimizin huzurunda şimdi durmayacaksak başka ne zaman duracağız acaba? Yoluna canlar feda Peygamberimizin tavrı böyle değil miydi problemler ve hüzünler karşısında? En büyük huzurumuz namaz olmadığı ve namaz gözümüzün aydınlığı olmadığı sürece sadra şifa olacağını zannettiğimiz sahte tedaviler bize fayda sağlamayacaktır. Canını Allah’a şehit olarak teslim etmek üzere olan Hubeyb b. Adiyy radıyallahu anhu, namazdan nasıl bir haz ve tat almıştı da şehit olacağı esnada bile aklına ilk gelen şey namaz oluyordu? Rabbine derdini anlatmanın yolu olarak namaz Hubeyb’in sinesinde nasıl yer etmişti?
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
59
ve dualarla geceden kazanılmış bir zaferdi. Hem Allah azze ve celle, kapısında derman arayanları geri kovar mıydı hiç? Derdinizi bana dökün, huzurumda secdelerde Zekeriyya gibi sessiz sessiz derman arayın, gönlünüze cennetin serinliğini
Haris b. Hassan radıyallahu anhu evlenmişti. Gerdek gecesinin sabahında bile sabah namazını cemaatle kılabilmek için mescide gelmişti. Bu konuda kendisine bir takım şeyler söylendiğinde verdiği cevap şöyle olmuştur: “Vallahi, beni sabah namazına cemaate gitmekten alıkoyacak kadın çok kötü bir kadındır.”
yansıtmamı istiyorsanız Peygamberinizin gönlünü rahatlatan namaza tutunun diyen âlemlerin Rabbi, huzurunda durup namaz kılanları kovar mı hiç hâşâ! “Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin”
(5)
ilahi buyruğunu özümsemiş olan selef-i salihin, namazlarında gevşeklik ve tembelliğe sebep olacak ne varsa hepsini ellerinin tersi ile itmiştir. Tâbi oldukları Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselam’ın düşmanla karşı karşıya harp ederken dahi namazı bırakmayıp bu konuda gevşekliğe müsaade etmediğini bilen bahtiyar insanlar, dünyalık hiçbir gaileye namazlarını feda etmemiş-
sına göğüs gerebilecek yürek isteniyorsa o yüreği namazla yüceltmek gerekmektedir. Ey dertli kar-
lerdir. Nur Suresi 37. ayet-i kerimede kendilerinden bahsedilen yiğit adamları, ne ticaret ve ne de alış-veriş namaz kılmaktan alıkoymamaktadır.
deşim, ey stres girdabında boğulmaktan endişe
Şu kıssa, sahabe efendilerimizin namaz hassasi-
eden Müslüman, ey bütün genişliğine rağmen
yeti ile ilgili ne kadar müthiş bir örnektir: Haris
dünya kendisine dar gelenler, sessizce ve boyun
b. Hassan radıyallahu anhu evlenmişti. Gerdek
eğerek yalvarmamızı bekleyen Rabbimizin hu-
gecesinin sabahında bile sabah namazını cema-
zurunda şimdi durmayacaksak başka ne zaman
atle kılabilmek için mescide gelmişti. Bu konuda
duracağız acaba? Yoluna canlar feda Peygam-
kendisine bir takım şeyler söylendiğinde verdiği
berimizin tavrı böyle değil miydi problemler
cevap şöyle olmuştur: “Vallahi, beni sabah na-
ve hüzünler karşısında? En büyük huzurumuz
mazına cemaate gitmekten alıkoyacak kadın çok
namaz olmadığı ve namaz gözümüzün aydınlığı
kötü bir kadındır.” (6)
olmadığı sürece sadra şifa olacağını zannettiğimiz
Bizi namazdan alıkoyacak iş ne kötü bir iştir sa-
sahte tedaviler bize fayda sağlamayacaktır. Canını Allah’a şehit olarak teslim etmek üzere olan Hubeyb b. Adiyy radıyallahu anhu, namazdan nasıl bir haz ve tat almıştı da şehit olacağı esnada
habe bakışına göre, namazı cemaat ile kılmaktan alıkoyan oyalayıcı her şey kötü kabul edilmelidir o güzide insanlara göre. Hayata gözlerini kapamadan evvel “Aman ha namaza dikkat, namaza
bile aklına ilk gelen şey namaz oluyordu? Rabbine
dikkat” diye ikazda bulunarak dünyadan ayrılan
derdini anlatmanın yolu olarak namaz Hubeyb’in
Muhammed Mustafa aleyhisselamın yolundan
sinesinde nasıl yer etmişti? Kudüs’ün fatihi, Hıt-
giden insanlar için namaz, şeytanın saldırılarına
tin’in muzaffer komutanı Selahaddin Eyyubi, or-
maruz bırakılmayacak kadar önemsenmesi ve
dusunda geceleri nazlı nazlı dertlerini Allah’a arz
korunması gereken müstahkem bir kale idi. Se-
eden yiğitleri araştırıyordu zira o çok iyi biliyordu
leften Âmir b. Abdullah, vefatına yakın hasta bir
ki Bedir zaferi bir önceki gece kılınan namazlar
şekilde yatarken ezanı duymuştu. Elinden tutup
60
MUHARREM 1437
O’nun İzinde...
kendisini namaza götürmelerini istedi. Hasta olduğu söylenince, dilimize terennüm edeceğimiz mükemmel bir seda ve namaza gevşek gönüllere kırbaç mesabesindeki şu sözleri söyledi: “Allah’ın davetini duyduğum halde nasıl icabet etmem?” Daha sonra koluna girip onu namaza götürdüler. Akşam namazı kılınıyordu. Âmir b. Abdullah birinci rekatı bitirince ruhunu Rahman’a teslim etti. (7)
“Ümmetin meselelerini görüşüyoruz” diyerek geç saatlere kadar yatmayıp bundan dolayı sabah namazına tembel ve gevşek bir şekilde kalkanlar hangi hayırlardan mahrum olduklarının farkındalar mı acaba? Geç saatlere kadar spor yaparak vücudunu yoran ve bundan dolayı sabah namazını kaçırma cinayeti işleyenler yapacakları hangi hayırla bunu telafi edebilirler ki? Allah’a olan kulluğumuzda elimizdeki yegane canlılık emaresi olan namaz direğini çürümeye maruz bırakmışsak ve sağlamlaştırmak için çözümler aramıyorsak hangi davanın taliplisi olabiliriz
Seleften Âmir b. Abdullah, vefatına yakın hasta bir şekilde yatarken ezanı duymuştu. Elinden tutup kendisini namaza götürmelerini istedi. Hasta olduğu söylenince, dilimize terennüm edeceğimiz mükemmel bir seda ve namaza gevşek gönüllere kırbaç mesabesindeki şu sözleri söyledi: “Allah’ın davetini duyduğum halde nasıl icabet etmem?” Daha sonra koluna girip onu namaza götürdüler. Akşam namazı kılınıyordu. Âmir b. Abdullah birinci rekatı bitirince ruhunu Rahman’a teslim etti.
biz? İslami davetin dinamolarından biri olan namazımız, vazifesini icra edemez hale gelmişse ne tür bir muvaffakiyet bekleme hakkımız var acaba? Yük olmak bir tarafa dertli her durumda Peygamber efendimizin sığınağı olan namaz,
namazında huşuyu yakalamak için gayret gösterenlerden eylesin. Amin.
ne zaman bizim derman listemizde yer alacak? Dünya ve onun geçici eşyalarının tortusu ile kirlenmiş muhabbetlerimizi namaz destanları süsleyecek mi hiç? Yakalandığımız hastalığı dert edip o doktor bu hastane dolaştığımız kadar yaralanmış namazlarımıza çare aramak için yollar katedecek miyiz? Ahiret meydanında hesap mevzuu ilk amel olan namaz konusunda şüphe uyandıran herkesin diğer amellerinin daha ayrıntılı teftiş
-----------------------
1. İsra Suresi 84. 2. Ebu Davud, 1319. Şuayb el-Arnavut ve Muhammed Kamil’in tahkikinde rivayetin senedinin zayıf olduğu belirtilmiştir. İmam Ahmed’in Müsned’inde bu manayı destekleyen ve senedinin sahih olduğu belirtilen rivayet için bkz. A.g.e. 18937
gün? İbrahim aleyhisselam misali, nesillerimizin
3. Bu konuda Taha Suresi’nin 14. ayet-i kerimesini bir nebze tefekkür etmek davetçilere mükemmel bir motivasyon sağlayacaktır.
dünyalıklarından önce namazlarını dualarımızın
4. Ebu Davud 4985.
en nadide köşesine oturtmayacak mıyız hâlâ?
5. Bakara Sûresi 45 ve 153. ayet-i kerimeler.
Rabbim bizleri ve nesillerimizi namazı hakkıyla
6. Taberani, Mu’cem’ül-Kebir, 3249.
ikame edenlerden eylesin! Kaybolmuş olsa dahi
7. İmam Zehebi, Siyer-u A’lâmi’n-nübelâ 5/221
edileceği gerçeği dizlerimizin bağını çözer mi bir
dergi.nebevihayatyayinlari.com
MUHARREM 1437
61
METİN EKEN
İslam’ın Afrika’daki Kapısı:
Habeşistan (Etiyopya)
62
MUHARREM 1437
İ
slam coğrafyalarını ele aldığımız yazı dizimizin bu sayısında Nijerya ve Mısır’dan sonra Afrika’nın nüfus bakımından en kalabalık ülkesi olan Etiyopya’ya konuk olacağız. Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olarak bilinen ve erken dönemlerden itibaren ilahi dinlerin önemli merkezlerinden biri olan Etiyopya İslam ve Müslümanlar için de büyük önem arz etmektedir. İslam Medine’ye ulaşmadan 6 yıl kadar önce Afrika’ya bu topraklardan girmiş, bu topraklar İslam’ın Afrika’ya açılan kapısı olmuştur. Müslümanlara kapılarını açan, ilahi bir dine inanması ve adaletli olması sebebiyle peygamber tarafından övülen Necaşi bugünkü ismiyle Etiyopya olarak bilinen O’nun İzinde...
ancak geçmişte Habeşistan olarak anılan bu topraklarda hüküm sürmüş ve yine bu topraklar, ilerleyen yıllarda İslam’ın Afrika’daki önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir. Günümüzde ise ülke Müslümanları, diğer Afrika beldelerindeki dindaşlarına benzer bir biçimde ciddi problemlerin kıskacında yaşamlarına devam etmektedir. Coğrafi ve Stratejik Konum Afrika’nın doğusunda yer alan ve “Afrika Boynuzu” olarak anılan stratejik bölgenin içine dahil edebileceğimiz Etiyopya’nın sınır komşuları batıda Sudan, doğuda Cibuti ve Somali, kuzeyde Eritre, güneyde ise Kenya’dır. Ülkenin bugünkü kuzey komşularından biri olan Eritre 1993 yılında yapılan halk oylaması ile bağımsızlığına kavuşmuş ve ülke Kızıldeniz’e olan kıyı şeridini kaybetmiştir. 1.2 milyon kilometre kareyle neredeyse Türkiye’nin iki katına yakın bir yüz ölçüme sahip olan ülke Nil deltasında yer almakta ve Nil nehri ülkede yaklaşık sekiz yüz kilometrelik bir hat çizmektedir. On bir yönetim bölgesinin oluşturduğu federal bir devlet olan Etiyopya yaklaşık 90 milyonluk nüfusuyla Afrika’nın en geniş popülasyona sahip ülkelerinden bir tanesidir. İlginç Bir Anektod: Afrika kıtasının en kadim ülkelerinden biri olan Etiyopya 1936-1941 yılları arasındaki Faşist İtalyan işgali sayılmazsa sömürgeleştirilemeyen ve erken zamanlardan beri bağımsızlığını müdafaa eden yegâne Afrika ülkesidir. (1) Ve Ayrıca Etiyopya; Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam için ilk yayıldıkları bölge olma özelliği taşımaktadır. Falaşalar olarak adlandırılan Afrikalı Yahudiler M.Ö.’den beri Etiyopya’da bulunmaktadırlar. Hıristiyanlığı da ilk resmi din olarak kabul eden ülkedir. En eski Hıristiyan devlet olarak kabul edilir. (2)
Etiyopya Tarihine Kısa Bir Bakış Etiyopya dünyada varlığını sürdüren en eski ülkelerden biridir. Arkeleoglar Etiyopya’nın insanoğlunun köken noktası olduğunu belirtilmiştir. (3) Etiyopya, coğrafi konumu sebebiyle ilk çağdergi.nebevihayatyayinlari.com
Etiyopya, coğrafi konumu sebebiyle ilk çağlardan beri Sami ırkına mensup toplulukların göç dalgalarıya karşı karşıya gelmiş, Tevrat’a göre Hz Nuh’un torunlarından olan Küş’ün çocukları Hz. İbrahim’in doğumundan önce bu günkü Etiyopya topraklarının bulunduğu yerde Aksum’u inşa etmişlerdir. Suyuti’ye göre ise hanedanın kökleri daha eskilere, bu topraklara yerleşen Hz. Nuh’un oğlu Ham’a dayanmaktadır.
lardan beri Sami ırkına mensup toplulukların göç dalgalarıya karşı karşıya gelmiş, Tevrat’a göre Hz Nuh’un torunlarından olan Küş’ün çocukları Hz. İbrahim’in doğumundan önce bu günkü Etiyopya topraklarının bulunduğu yerde Aksum’u inşa etmişlerdir. Suyuti’ye göre ise hanedanın kökleri daha eskilere, bu topraklara yerleşen Hz. Nuh’un oğlu Ham’a dayanmaktadır. (4) Milattan sonra dördüncü yüzyıla gelindiğinde bölgenin semavi bir din olan Hristiyanlıkla tanıştığı bilinmektedir. Bu dönemden itibaren Hristiyanlık Etiyopya toprakları üzerinde önemli ölçüde etkili olmuştur. Burada zikredilmesi gereken önemli hususlardan bir tanesi de Ebrehe’nin Habeşistanlı bir Hristiyan oluşudur. Kur’an-ı Kerim’de Fil Suresi’nde detaylarına vakıf olduğumuz “Fil Vakası” bu topraklardan Arap yarımadasına yönelen bir Habeşistanlı olan Ebrehe ve ordusunun başından geçmiştir. Habeşistan’ın İslam ile tanışması ise yedinci yüzyılda hicret ile gerçekleşmiştir. Mekke’de karşılaşılan güçlükler sonucunda Hz. Peygamber’in tavsiyesiyle Müslümanlar ilk önce 11 erkek ve dört kadın ile ve daha sonra da 77 erkek ve 13 kadın ile MUHARREM 1437
63
birlikte Habeşistan’a hicret etmiş ve bölge Müslümanların sığınağı haline gelmiştir. Bu hususta Nahl Suresi’ndeki aşağıdaki ayet nazil olmuştur; Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince: Onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ahiretin mükâfatı ise büyüktür, onlar sadece Rablarına tevekkül ederek sabretsinler.5 Bu yönüyle Habeşistan Müslümanlar için önemli bir tarihsel değere sahiptir. Habeşistan’ın İslam’la müşerref olmasını takip eden süreçte ise, Müslümanlar bölgedeki etkinliğini arttırmış, ilerleyen yıllarda bölgede Osmanlı etkileri de önemli ölçüde hissedilmiştir. 1936-1941 yılları arasında ise Faşist Mussolini idaresindeki İtalya’nın bölgeyi işgal ettiği bilinmektedir. Bu dönemden itibaren ülkede önemli istikrarsızlıklar baş göstermiş, 1974 yılında ülkede Marksist devrim meydana gelmiş, 1991 yılında ise ülke yeni bir devrime sahne olmuştur. On yedi yıllık bir sürecin sonunda Laik bir devlet olarak ilan edilen Etiyopya 1995 yılında onaylanan yeni anayasa ile birlikte Federal bir devlet olarak bu günkü görünümüne kavuşmuştur.
Ülkede yaşanan baskı ve zulümler sebebiyle Müslümanlar geçmişten bugüne açlıkla mücadele etmekte, Müslüman gençlerin eğitimleri engellenmekte, tutuklama ve işkence vakalarının çokluğu dikkat çekmektedir.
(7)
Bununla birlikte özellikle
Etiyopya hükümeti ve dış güçlerin desteğiyle ülkede tevhid esaslarına bağlı İslami oluşumlar engellenmekte ve Müslüman topluluklar ihtilaf ve çekişmelerin içerisine çekilmektedir. Tüm bu anlatılanlar dünyanın dört bir yanındaki Müslüman topluluklarla birlikte Afrikalı Müslümanların sesine kulak vermenin ve onlarla ümmet bilincinin gerektirdiği şekilde hemhal olabilmenin önemini açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
-----------------------1. DEİK, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Etiyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti Ülke Bülteni, Ocak 2014; Unicef, Ethiopia Demographic and Health Survey, Central Statistical Agency Addis Ababa, Ethiopia ICF İnternational Calverton,
Etiyopya’da İslam ve Müslümanlar Yukarıda da anlatıldığı üzere gerek ilk hicretin bu ülkeye gerçekleşmesi gerekse de bölgenin İslam’ın Afrika’ya açılan kapısı olması sebebiyle Etiyopya ya da diğer bir adıyla Habeşistan, geçmişten günümüze Müslümanlar için önemli bir toprak parçası olagelmiştir. Ancak bölge Müslümanları uzun yıllardır hem ülkedeki siyasal durum hem de ekonomik ve sosyal problemler sebebiyle önemli zorluklarla mücadele etmektedir. Bölge Müslümanları her ne kadar nüfusun yaklaşık % 60-65’lik bir kısmını teşkil etse de Uluslararası arenada bölgede Hristiyan nüfusun daha fazla olduğuna dair spekülasyonlar üretilmektedir. Ülke yönetimi hali hazırda azınlık olan Hıristiyan Tigray kabilesinin elindedir ve Hıristiyan azınlık Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in desteğiyle yıllardır Müslüman çoğunluk üzerinde baskı ve zulümlerini sürdürmektedir. (6)
64
MUHARREM 1437
Maryland, USA, March 2012. 2. Zülfikar Bağrıyanık, Etiyopya’da İslam ve Müslümanlar, Afrika Stratejik Araştırmalar Merkezi, AFSAM. Web Erişim Tarihi: 10.09.2015. Detaylı bilgi için bkz: http://www.afrika. com.tr/?pnum=43&pt=ET%C4%B0YOPYA%27DA+%C4%B0SLAM+VE++M%C3%9CSL%C3%9CMANLAR. 3. Abdu Mohamad Ali, Etiyopya’da Devlet ve Din, Türk Bilimsel Derlemeler Dergisi 1 (2): 77-84, 2008. 4. Levent Öztürk, “Etiyopya”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2013. 5. Nahl Suresi 41. Ayet. 6.Bağrıyanık; a.g.m. 7. Etiyopya’da yaşanan tutuklama ve katliamlara dair Türkiye basınında yer alan bazı haberlere ulaşmak için Bkz: http://www.kuremedya.com/etiyopyada-muslumanlar-katlediliyor-4260h.html#.VfvSvNLtmko http://www.turkiyegazetesi.com.tr/dunya/62106.aspx http://www.kanalahaber.com/haber/gundem/italyanlar-etiyopyada-habesistan-bakin-nasil-katliam-yapmis-214179/ http://islamigundem.com/muslumanlar-etiyopyada-katliama-dur-dediler-haber-6746.html
O’nun İzinde...