Özgür Halk Sayı 8

Page 1

İçindekiler

Editörya 2

Abdullah Öcalan

En Güzel Yürüyüşler Nisan Yürüyüşleridir

4

Duran Kalkan

Tarihi Özgürlük Yürüyüşü

12

Mustafa Karasu

Demokratik Siyasetin Zaferi İçin Seferberliğe

16

Duran Kalkan

1949 Nisanında Doğmak

23

Besê Erzincan

Önderlik Gerçeğinde Özgürleşen Kadın

27

Muzaffer Ayata

HDP’nin Önemi Seçimler ve İttifaklar

31

Rıza Altun

Ortadoğu’nun Yeniden Yapılandırılması Sürecinde Kürtlerin Rolü

38

Şiyar Amed

100. Yıldönümünde Ermeni Soykırımı ve Ortadoğu Kaosundan Çıkış

42

Abdullah Öcalan

Ermeni Halkına Gönderdiği Mektup

43

Hêlîn Ümit

4 Nisan ve Tanrıçaların Dönüşü

46

Rıza Altun

Kürdistan Tarihi-VIII

49

Şiyar Koçgirî

Gençleri Buluşmayan Halkların Gelecekleri Ortaklaşamaz

51

Sînemaya Çiya

Rêwiyê Çyayê Agirî

52

Arya Amed

Baş Eğdiren Bir Kadın Gerilla

54

Şinya Amed

Gecelerin En Parlayan Yıldızı Sensin Ey Hevalcan!

Newrozlaşan, baharlaşan halk gerçekliği, özgürlük ve direniş ruhunu büyüterek umudu tüm Ortadoğu halklarına yaydığını bir kez daha Newroz alanlarında gösterdi. Başta Kürdistan olmak üzere Türkiye, Ortadoğu, Avrupa ve dünyanın bir çok yerinde Newroz alanlarına halkların özgür birlikteliği ve Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’a Özgürlük şiarı damgasını vurdu. Bu görkemli kutlamalar aynı zamanda Özgürlük Hareketin ve Önderliğinin projesi olan Halkların farklılıkları temelinde eşit, özgür ve barış içinde bir arada yaşamasının teminatı olan halkların demokratik birlikteliği ve Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi’nin gerçekleşme referandumu niteliğindeydi. Bu umut ve mücadele azmiyle baharın gelişini müjdeleyen Mart ayını geride bırakarak dergimizin Nisan sayısıyla halkların baharını karşılıyoruz. Nisan ayı baharın gelişini karşılayan aydır. Doğanın bin bir rengiyle yeniden yaşamı karşılamasının en güzel ifadesi Nisan ayıdır. Siyasal ve toplumsal koşullar bu baharın sadece doğanın değil her zamankinden daha fazla halkların baharını da karşılamaya gebe olduğunu gösteriyor. Sosyalizmden, demokrasiden, özgürlüklerden, halkların farklılıklar temelinde eşit, özgür ve barış içinde bir arada yaşamasından yana olan kesimler bu süreci doğru değerlendirir ve başarılı bir şekilde karşılarsa Halkların Baharı da doğadaki bahar kadar yakın ve mümkündür. Bu konuda hiç olmadığı kadar tarihi fırsatlar ve koşullar mevcuttur. Türkiye ve Kürdistan halkların baharına gözlerini açmış durumda. Toplumsal kesimler her zamankinden daha fazla faşist sömürgeciliğe ve diktatörlüklere başkaldırış ve serhıldan içindedir. Kürt halkı son 40 yıldır PKK ve Önderliğinin öncülüğünde büyük bir fedakârlık ve mücadele azmiyle meşaleyi zafer çizgisine kadar taşıdı. Kuşkusuz Kürt halkı açısından bu baharın daha özgün yanları da var. Nisan ayı aynı zamanda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın da doğum günü oluyor. Elbette halk önderlerini yaratan da dönemin siyasal, toplumsal ve çevresel koşullardır. Fakat sömürgeciliğin tabiriyle ‘betona gömülmüş bir halk’ gerçekliğini yeniden diriltmek, faşizmin göz açtırmadığı, yaprakların kımıldamasına bile müsaade etmediği ve katliamlardan geçirilmiş bir halkı yeniden yaşatma, cesaret ve fedakarlığını göstermek, hayatının her anını bu halka adamak ve halk için yaşamak kolay bir seçim değildi. Bunun için Kürt halkı, Önderliğinin doğuşunu, PKK’nin kuruluşunu aynı zamanda bir halkın doğuşu olarak ele aldı. Sömürgeciliğin insanlıktan çıkardığı toplum ve birey, Önderliği ve PKK ile özgürlüğü tatmaya başladı. Kadın Özgürlük arayışı bu mücadeleyle gün ışığına çıktı ve giderek dünyaya yayılmaya başladı. Gençlik kendi özgür kimliğini bu mücadele pratiğinde gördü. Halklar bu eşsiz mücadelenin sonucu bugün Newroz alanlarında özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini büyüterek geleceklerini kurmaya başlıyor. Ortadoğu halkları PKK ve Önderliğini halkların teminatı olarak gördü. Bu nedenle Kürt halkı özgürlüğünün yolunu Önderliğinin özgürlüğünde gördü. Et ve tırnak kadar bu halk ve Önderliği birbiriyle bütünleşmiş durumda. Bu halkın ve Önderliğinin özgürlüğü de birbirine bağlı. ‘Önderliksiz özgür yaşam olmaz’ sloganı bunun en yalın ve doğru ifadesi oluyor. Bizler de Halkların ve Önderliğin baharının her zamankinden daha yakın olduğunun inancı ve mücadele azmiyle Nisan sayımızda özgürlüklere perspektif oluşturabilecek yazılarımızla siz değerli okurlarımızın karşısın çıkıyoruz. Ve mutlaka... Özgürlük Kazanacaktır…


Özgür Halk

Nisan 2015

En Güzel Yürüyüşler Nisan Yürüyüşleridir İsterdik ki bu yürüyüşü, herkes oldukça donanımlı, diri bir şekilde kendisinde başlatsın. Tam hedefe ulaşacak kadar iddialı, yine yeterli çabayla katılsın. Buna tanık olmanız, şahit olmanız sizin için kıvanç vericidir. Gerekli olanı da artık kendinize güvenerek, özgücünüze, örgüte, halka dayanarak sağlayın, sağlatın. Abdullah Öcalan

7 Nisan 1995

Bahar, gerçekten güzel. Sizler güzel misiniz, değil misiniz? İyi misiniz, değil misiniz, bu önemli. Bugün 7 Nisan oluyor galiba. Benim Baki Tuğ tarafından tutuklanmamın tam yirmi üçüncü yıldönümü. Şimdi Savunma Komisyonu Başkanıdır ve Türkiye’yi, bana karşı savunma görevini üstlenmiş. Mecliste tabii. Evet, tam bugün, yani tutuklandığımız bir gündü. Yirmi üç yılı geride bıraktık. Böyle bir bahar günüydü aynen. O tarih ki, onun deyişiyle, Türkiye’nin elinden kendimizi kıl payıyla kurtardık. Bu kadar gelişeceğimiz belli değildi. Ama azmimiz, inancımız ve çok sınırlı bir bilincimiz vardı. Üç-dört arkadaşımız ya vardı ya yoktu. Tek başımızaydık. Ama bir tarzımız vardı; inanç tarzımız, idealimiz, arzumuz, bize her türlü engeli aştırıyordu.

ği yıllardır. Öyle hemen hepiniz, benden daha fazla olanaklarla, şimdi bu mücadelenin içindesiniz, bu örgütün içindesiniz. Ama sizde olmayan nedir; azmin, iradenin keskinliği veya yine zorlukların göz ardı edilmesidir. Yine kendinizi bütün yönleriyle, doğru bir biçimde bu işe vermemedir. Sanıyorum bunu tam sağlayamıyorsunuz. Bu noktada ciddi noksanlıklarınız var. Kendinizi doğru yoğunlaştırın. Başka türlü bu yaşamın altından kalkılmaz.

İçeriye girdik. Yedi ay kaldım. Ama ben, bütün dersleri bu altı ay içinde aldım. Ki fazla işkence, dayak da bana uygulanmadı. Benim dayak yemem, bir dakika bile sürmedi. Ama tüm köklü, tarihi dersleri ondan aldım: Bir daha içeri girmeme, ayrıca sürekli, kalıcı bir örgüte sahip olma ve ulusal sorun üzerinde ilerleme. Bunlar benim bu zindana girişimden çıkardığım en temel derslerdi. Bir, bir daha zindana girmeme ve onun içinde kesin sonuna kadar tedbirli olma. İki, bunun için yine sürekli, kalıcı bir örgüte sahip olma. Yani örgüt çalışmasını, tüm çalışmaların başına alma. Üç, ulusal sorunda bir çözüm yoluna girme.

Aslında benden alabileceğiniz en önemli bir sonuç da, kendini iyi disipline etme amacıyla, uyumlu yaşamı, kesintisiz, zincirlemesine aylarca, yıllarca bağlayarak götürmedir. Bunun sabrı, bunun biraz da ustalığı oldu mu, yaşamda kazanmamak düşünülemez. Yani bütün baharları yirmi üç yıldır böyle yakaladık. Bu yirmi üç bahar, gerçekten Kürdistan tarihinin en anlamlı baharıdır. Hemen her bahara çok güçlü bir siyasi baharla karşılık verme, bu halk için ne menem bir gelişme olduğu, bence açık ortadadır. İnsanlar, baharı önce kendi kişiliklerinde gerçekleştirmelidirler. Herkes siyasi ve askeri baharını kendinde yaşamalıdır. Daha sonra bu baharı, kendi halkının baharına dönüştürebilmelidir. Biz bunu biraz yaptık. Nasıl oluyor? Onun hikayesini de siz görüyorsunuz. Madem sözünüzün adamı olmak istiyorsunuz, tabii işte bir kişinin siyasi baharı nedir? Kendinize güveniniz varsa, bu baharı kendinizde gerçekleştirin.

İşte bu amaçlara bağlı bir çıkışla birlikte bu yirmi üç yılı buraya kadar getirdim. Gerçekten tam yirmi üç yıl doluyor. Ve hemen hemen kendime amaç bellediğim, üç temel amaca da ulaştım; tutsak düşmedim, çok kalıcı, çok güçlü bir örgüt ortaya çıkardım ve ulusal sorunda da dev bir çözüm yoluna girdim. Yani o günkü anıyı size çok rahatlıkla böyle ifade edebilirim. Siz biraz yaşamlardan ders çıkarmayı bilmelisiniz. Gençsiniz; siyasal mücadelenin anlam ve önemini, örgütlü olmanın anlam ve önemini, yine onun büyük azminin ne kadar gerekli olduğunu fazla idrak edemiyorsunuz. Veya size çok kolay geliyor, rahat geliyor. Bunlar doğru değil. Bir kişi amaçlarına ciddi bir biçimde ne kadar bağlıysa ve tüm gücünü biraz bu temelde yoğunlaştırıyorsa; o her şeyi başarabilir. Benim deneyimim, size bunu çok açıkça gösteriyor. Dikkat edilirse, bu yıllar, başlangıçta çok zayıf, tek ve hiçbir imkanı-olanağı olmayan, ama büyük azmi, iradesi olan, dürüst, tutarlı olan bir kişinin, tarihin en büyük bir eylemini başarıyla geliştirip, çözüme kadar götürebilece-

Benim her bahara gerçekten vereceğim anlam, önce kendi baharımdır. Kendi içimde baharı yakalayamazsam, bu dıştaki baharlar benim için fazla anlaşılmaz. Yine, bir halk için de bahar olmazsa, baharın gerçekten diriltici etkisini de duyamaz. Bunu gördük bu arada. Görüyorsunuz, şimdi bahar çok güzel. Hem kişi baharıdır, hem halkın baharıdır; hem siyasi bahardır ve hep yeni yaşam gözenekleri olarak ortaya çıkar. Biz bu baharda gözlerimizi çok özgürce, bağımsızca açıyoruz. Yaşamı yine bütün yönleriyle bağımsızca, özgürce yakalayıp yaşamaya çalışıyoruz. Ama tabii bu bir başlangıçtır. Yani bağımsız, özgür yaşamak; tam bir bağımsızlık ve özgürlük savaşı vermekle mümkündür. Ne kadar düşürülmüşsek, ne kadar baharlarımız kavrulmuşsa, o kadar yüceltme ve kasıp kavrulan baharlarımızı kendimizde, savaşla yeşertmeye ihtiyacımız vardır. Benim şaştığım nokta; neden bu baharları güçlü bir biçimde kendinizde gerçekleştirmiyorsunuz? Çok gençsiniz. Baharın olağanüstü coşku getiren, yaşama çağrıştıran yönlerini ruhunuza, beyninize niye işleyemiyorsu-

2


Özgür Halk nuz? Her yönüyle büyük bir kişilik ve onun dirilişi esastır. Giderek yaşama geçirilişini niye sağlayamıyorsunuz?

Nisan 2015

unutmayalım ki, halen en kötü bir hüküm olarak size bunu dayatıyor. Yine “bu savaşta dayanamazlar, kaçıp kurtulamazlar” diyor. Dikkat edin, ne teslimiyet, ne de kaçıp kurtulma gibi bir sorunumuz yok. Ama bunun tarihimizde ilk defa sağlanılan bir düzey olduğunu da göz ardı etmemelisiniz. Her başkaldırı; teslimiyet ve kaçış yolu bulamama gibi bir talihsizlikle sonuçlanırdı. İlk defa PKK’nin öncülüğünde, ne teslimiyet, ne kaçış var. Tam tersine sonuna kadar savaş ve başarı ihtimali ortaya çıkıyor. Bu küçümsenmemelidir. Yenilgiye gitmeyen bir savaş ve asla teslimiyetle sonuçlanmayan bir direniş ve giderek başarı şansı yükselen, değil kaçıp kurtulma, tam tersine, düşmanın doğru yola gelmesi ya da kaçıp kurtulamaması gibi bir durum var. Bunun yalnız halkımıza değil, tüm dünyaya dayatılması ve kabul görmesi gerçeği de vardır. Bu gelişmeye kolay ulaşılmamıştır. Gerçekten çok iyi bilmeniz gereken, buna bir savaşım tarzıyla ulaşılmış olmasıdır. Tüm parti-ordu ve cephe de savaşan güçlerimiz, bu doğru önderlik tarzını ve geliştirdiği savaşımı, ne kadar gereklerine yoğun olarak yürütürlerse, düşmanın dayattığı teslimiyet de düşmanın teslimiyeti olur.

Çok ihtiyarlamışsınız, öyle anlaşılıyor. Ve bir türlü, gençleşmeye cesaret edemiyorsunuz. Tabii dediğim gibi, baharlara saygım var. Bir bahar için ne kadar diri olmak gerekiyorsa o kadar diri olmak, ne kadar genç olmak gerekiyorsa o kadar genç olmak. Tabii bu ne kadardır derken, kaybeden bir halk varsa, Newroz’u kendi bayramı olarak bin yıldan beri yaşayıp da, baharın artık çoktan kasıp kavurduğu bir halk varsa, işte o halkı görüp diriltmek, onda kendi yaşamını yine özgürleştirmek, onun için her türlü savaşıma kendini vermek. İşte bizim felsefemiz budur. Umarım artık biraz anlıyorsunuz. Kendini aldatmadan, gerçekten bir felsefenin, ahlakın ve siyasetin, onun ışığında da pratik çabanın sahibi olarak, kendinize bir yaşam biçiyorsunuz. Belki eskiden kendi başınıza buna cesaret edemezdiniz. İmkan-olanaklarını bulamazdınız. Ama şimdi bunun cesareti benden daha fazla hepinizde var. Yine imkan-olanakları hepiniz için fazlasıyla var. Değerlendirme kabiliyeti göstermelisiniz. Başka tür bizim için yaşam seçenekleri yoktur. Ne kadar “var” diye kendinizi aldatsanız da, çok iyi biliyorum ki; insana yaraşır tek yaşam olanağı, bizim bu açtığımız yolda söz konusu olabilir. Hem de savaşla. Diğer bütün yollar sahtekarlığın, yalanın, demagojinin ve düşkünlüğün, düşmana hizmet etmenin yollarıdır. Cüceleşmenin, çirkinleşmenin, hiçleşmenin çıkmaz yollarıdır. Size yapabileceğimiz en büyük iyilik, böylesine bir yaşam yolunu, başlangıç kabilinden de olsa önünüze sermemizdir. Zaten yaşam çok değerli, her şeyden daha değerli bir nesnedir. Yaşam gittikten sonra, yaşamın anlam ve önemi yitirildikten sonra, paraların olmuş, malın-mülkün olmuş, hayır, hiçbir anlamı yoktur. Biz, size maldan da, mülkten de, paradan da daha değerli olan gerçek bir yaşam yolunu çizmekle, en büyük iyiliği yaptığımıza inanıyoruz. Şimdi bunu hem anlayacak, hem bu yaşamın büyük kıvancıyla birlikte gereklerini, yani savaşımını belleyerek, yürüyüşe geçeceksiniz. Ben bu Nisan ayında bir çok özgürlük yürüyüşü biçiminde sınırlı kampanyalar düzenledim.

Bize dayattığı, “kaçamazlar, kurtulamazlar” akıbeti, düşmanın kaçamayıp kurtulamayacağı akıbeti olur. Bizim ise artık savaşta başarma diye bir yenilmez tavrımızın, nihai zaferi söz konusudur. Büyük gaye, kişinin tarihi rolünü belki de bu içinden geçtiğimiz savaş döneminde hakkıyla oynamasını gerektirir. Zaten başka türlü de hiçbir işe yaramayız. Ya bu savaşta rolümüzü mükemmel oynar, layığımız olan neyse ona ulaşırız; ya da beş paralık durumdan daha da kötü bir duruma düşeriz. Tarih, günümüzde her şeyi şöyle karşımıza çıkarmıştır: Ya bu savaşı başarırsın, dolayısıyla insanlığın en iddialı bir halkı, kimliğinin sahibi olarak yaşarsın; ya da en lanetlisi olarak, yerin dibine batarsın. Başka bir seçenek yoktur. Eğer bu doğruysa, o zaman bu başarı için gerçekten tutkuyla, yüzyılların o kaybettirdiklerinin acısı ve öfkesiyle, bunun karşıtında yoksun olduğumuz her şeyin, bütün yüceliklerin, onun kazanımlarının elde edilmesinin tutkusu, azmiyle yüklenir ki, bir kişinin muhtaç olduğu tüm güç kaynağı da bu ihtiyaçlara göre kendini bir işe vermesidir. Verdi mi o insan başarır. Hem de çok büyük başarır. Önderlik Gerçeği, bu geçen yıllardaki mücadelesiyle, bunun mümkün olduğunu çok parlak bir biçimde ispatlamıştır. Şimdi sıra sizde, sizlerin ispatındadır. Çok güçlü bir kazanmamız olmazsa kendinize yaşam hakkı tanımayın. Gün, hemen her militanımızın, her savaşçımızın kendine büyük kazanımları yakıştırma ve başarma günüdür.

En güzel yürüyüşler, bizim Nisan yürüyüşleridir. Görüyorsunuz, şimdiki de bir güzel Nisan yürüyüşüdür. İsterdik ki bu yürüyüşü, herkes oldukça donanımlı, diri bir şekilde kendisinde başlatsın. Tam hedefe ulaşacak kadar iddialı, yine yeterli çabayla katılsın. Buna tanık olmanız, şahit olmanız sizin için kıvanç vericidir. Gerekli olanı da artık kendinize güvenerek, özgücünüze, örgüte, halka dayanarak sağlayın, sağlatın. Başka yaşam seçeneğimiz olmadığı gibi, bu özgürlük yürüyüşümüz, tek gerekli olan yaşam seçeneğimizin de kendisidir. Gerekli olan; şimdi onun akıllı, yerinde savaşımıdır. Hiç kimse bunun dışında da başka tür bir yolla, yaşama ulaşacağını sanmasın. Hiç şüphesiz bu anlamsız olur. Bu yola da girmişiz. Şimdi savaş zamanıdır. Düşman savaşta dayanamayacağımızı iddia ediyor.

Ben bu temelde düşmanımızın, işte yirmi üç yıl önce bize dayattığı bir tutukluluğun ve onun olumsuz sonuçlarla düşman açısından başarıya gitmesi şurada kalsın, önemli başarısızlıkla sonuçlanmasını sağlamak ve çıkardığım dersler temelinde bu yirmi üç yılı, bu yirmi üç baharı güçlü bir biçimde kendi baharım, halkımızın baharı ve sizlerin baharı haline getirmekle, en doğrusunu yaptığıma inanıyorum.

Son operasyonun anlamı da şuydu; “dayanamazlar, işte bu sefer kaçamazlar”. Her gün bunun sloganını da atıyor. Yani o lanetli devletin sizin için pişmanlık yasası da var. Kendisi ancak, insanlık adına teslim olarak sonunu getirebilir. Ama

Sizlerin de kendi baharınızı, halkımızın baharını, günü daha güçlü bir biçimde, bu büyük emeğe, çabalara dayanarak sağlayabileceğinize inanıyor ve onun başarısını diliyorum.

3


Özgür Halk

Nisan 2015

Tarihi Özgürlük Yürüyüşü Newroz direnişi, özgürlüğü, yeni bir yıla girişi temsil ediyor, baharlaşma anlamına geliyor. Önder Apo Newrozlaşan, baharlaşan bir halk gerçeğine ulaştığımızı ifade etti. Kürtleri Newroz halkı, Newrozla baharlaşan halk olarak tanımladı. Newrozların PKK ile daha güzel, daha anlamlı yaşandığını ve kutlandığını belirtti. Duran Kalkan Newroz direnişi, özgürlüğü, yeni bir yıla girişi temsil ediyor, baharlaşma anlamına geliyor. Önder Apo Newrozlaşan, baharlaşan bir halk gerçeğine ulaştığımızı ifade etti. Kürtleri Newroz halkı, Newrozla baharlaşan halk olarak tanımladı. Newrozların PKK ile daha güzel, daha anlamlı yaşandığını ve kutlandığını belirtti. Kürt varoluşunu en iyi temsil eden ve Kürt halkını tarihten günümüze taşıyan Newrozun özgürlük ve direniş ruhudur. Kürt halkının olduğu kadar Newroz insanlık içinde de çok önemli ve anlamı bir yeri vardır. Newroz gibi topluma dayalı halk bayramı ve bu kadar uzun tarihi süreç boyunca yaşamış olan bir bayram herhalde yok denecek kadar azdır. İnsanlığın bugün kutladığı bayramlar daha yakın zaman dilimini ifade ederken, esas olarak da devlete, egemen sisteme dayanıyorlar. Aslında bu bayramların çoğunluğu da toplumların yarattığı değerler olmalarına rağmen iktidarcı-devletçi sistemler tarafından özümsenmiş, emilmiş bulunuyorlar. Bu duruma gelmeyen, devletleşmeyen, iktidarlaşmayan, yaratıldığı gibi toplum değeri olarak kalan ender bayramlardan birisi Newroz özgürlük ve direniş bayramıdır. Bu bakımdan da insanlık, insanlığın politik-ahlaki gerçeği ve yine demokratik komünal yaşamı açısından çok büyük önem, anlam ve değer taşıyor.

lirgin boyutu buydu. Yurtdışında Önder Apo’nun çabaları, zindanda ise Mazlum doğan öncülüğündeki o büyük kahramanlık direnişi 12 Eylül Faşist Askeri Rejimi karşısında Kürt halkının varlık ve özgürlüğünü nasıl yaşayacağını, temsil edeceğini, geliştireceğini ortaya koydu. Büyük zindan direnişi PKK’yi PKK yaptı. Onun direniş ruhunu, özgürlük ruhunu, eylem çizgisini, cesaret ve fedekarlığını, kararlılığını, fedai militan ruhunu ortaya çıkardı. 12 Eylül faşizmine vurduğu öldürücü ideolojik darbeyle de Kürt varlığının ve özgürlüğünün zaferini ilan etti, garantiledi. Bugün gelinen aşamada ise Newroz meydanlarında milyonlarca insanın beyninde, ruhunda, yüreğinde, dilinde yaşıyor. Kadın erkek, genç ihtiyar tüm topluma ruh veriyor, duygu kazandırıyor, öncülük ediyor. Etkisinin azalması bir yana her geçen yıl çok daha etkisi artıyor. Önder Apo bunun için de “Çağdaş Kawa Direnişçiliği” dedi. Mazlum Doğan gerçeğini PKK gerçeği olarak ilan etti. Parti Mazlumdur, dedi. Halka çağrı yaptı, “Mazlum Doğan öncülüğünde gelişen zindan direnişinin kölelikten özgürlüğe kurduğu sağlam bir köprü var. Bu köprüden cesaretle, kolaylıkla geçilebilir ve özgürlüğe yürünebilir” çağrısında bulundu. Geçen 33 yıl boyunca Kürt halkı kadın, erkek, genç-ihtiyar bu Önderliksel çağrıya olumlu cevap verdi. Çağrının gereklerini yerine getirdi ve özgürlüğe yürüdü. Gerilla olarak yürüdü, serhıldan olarak yürüdü, demokratik siyaset olarak yürüdü, özgür basın olarak yürüdü, demokratik kültür hareketi olarak yürüdü. Bugün ulusal diriliş devrimi temelinde bütün insanlığa cesaret veren, moral veren, ilham kaynağı olan bir demokratik ulus haline kendini bu yürüyüşle getirdi. Tarihi özgürlük yürüyüşü de işte budur.

Diğer yandan parti olarak özünde bir Newroz hareketi olduğumuzu belirtebiliriz. PKK sadece Newrozları daha anlamlı, yaşanabilir, güzel hale getirmedi, bir Newroz gerçeği olarak doğdu. Newroz özgürlük ve direniş ruhunu, geleneğini, gerçeğini yeniden diriltti, canlandırdı. Kendisi çağımızın Newrozu oldu. Bu resmi olarak da böyledir, fiilen yarattığı gelişmeler, pratik açısında da böyledir. İyi biliyoruz ki, PKK’nin temelleri bir Newroz döneminde atıldı. Önderliksel doğuş, Önder Apo’nun özgürlük ve demokrasiyi etkili kılmak için çıkış yapmaya karar verdiği dönem yine bir Newroz dönemidir. Her ne kadar resmi kuruluşu başka tarihlerde gerçekleşmiş olsa da PKK’nin temelinin Newrozda atıldığı, Önderliksel doğuş iradesinin Newrozda oluştuğu tartışmasızdır. Bunlar tarihimizin hala canlı yaşayan, bilinen gerçekleridir. İnkar ve imha sistemi karşısında, kültürel soykırım rejimi karşısında bir Newrozda doğuş yapıldığı gibi, 12 Eylül Faşist Askeri Darbesi karşısında da yine bir Newrozda doğuş yapıldı. PKK’nin ikinci doğuş hamlesinin çok be-

1973 Newrozun’da Ankara’dan başlatılan, 1982 Newrozu’nda Amed Zindanı’nda başlatılan büyük kahramanlık ve özgürlük yürüyüşü bugün bütün meydanlarda, dört parça Kürdistan’da, yurtdışında ve Kürtlerin bulunduğu her yerde on milyonların yürüyüşüyle devam ediyor. Özgürlük sloganları on milyonların dilindeki haykırış oluyor. Özgürlük bayrakları on milyonların elinde taşınan yüksekte dalgalanan bir özgürlük bayrağı olarak yol gösteriyor, güç veriyor. 2015 Newrozu bu anlamda bütün Newrozların en büyüğü, en anlamlısı,

4


Özgür Halk en görkemlisi. Hem coşku, iddia ve irade bakımından hem de nicelik, katılım bakımından tarihin en görkemli Newrozu olarak yaşanıyor. Zindan direnişi temelinde gelişen kahraman gerilla yürüyüşü, Agitlerin, Beritanların, Zilanların kahramanlığı temelinde büyüyen gelişen bu büyük özgürlük ve kahramanlık hareketi, 2014 Ağustosundan bu yana Şengal’de, yine 2013 yazından bu yana Rojava’da tarihin en anlamlı kahramanlık direnişlerinden, zaferlerinden birini ortaya çıkarmış bulunuyor. Bu 2015 Newrozu bu büyük direnişin ve zaferin ruhunu temsil ediyor, coşkusunu temsil ediyor.

Nisan 2015

eleştiri-özeleştiriyle kendini düzeltme, Önderlik ve parti gerçeğine yeniden katma ve yeniden partileşme hamlesini çok önemli bir dönem çalışması olarak yürüttük. Bu çabalar ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi, partileşme mücadelesi çabaları daha şimdiden çok önemli başarılı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu, önümüzdeki süreç mücadelesi açısından derinleşerek ve yayılarak devam edecektir. Bütün kadroları, savaşçıları, yurtsever halkımızın hepsini kapsayacak, daha güçlü ve etkili pratik mücadeleden derslerini daha çok çıkarıp Önderlik çizgisini daha derinden anlayarak pratiğe yürür hale getirecektir.

Newrozlaşan halk gerçekliği DAİŞ bir provokasyon ve tekçi bir harekettir 1990’ların başından itibaren başlayan ve Ulusal Diriliş Yine Medya Savunma Alanları’nda kış boyu eğitimDevrimi dediğimiz, merkezinde kadın devriminin olduğu ler yapılmıştır. Kürdistan parçalarında, bir yandan halkın özgürlük yürüyüşü, serhıldanı bugün dört parBaşur ve Rojava’daki DAİŞ faşizmine karşı sürdürüça Kürdistan’da ve yurtdışında bir savaşan ve direnen len direnişi desteklemeye, güçlendirmeye çalışırken, halk gerçeği, halk ordusu temelinde bütün insanlığa yol diğer yandan da daha büyük özgürlük hamleleri için gösteren, ilham kaynağı olan bir özellik taşıyor. İdeolokendimizi hazırlamak üzere kapsamlı bir eğitim çalışjik, siyasi, örgütsel, askeri olarak hareketimizin yürüttüması yürütülmüştür. Akademiler ve parti okullarımız ğü bütün çalışmalar böyle bir gerilla ve halk gerçeğiyle çok kapsamlı ideolojik ve askeri bir eğitim sürecinden birleşerek Önder Apo’nun Demokratik Modernite kurageçmiştir. Şimdi bu eğitimleri de tamamlıyoruz ve somının aydınlatıcılığı temelinde bütün ezilenlere, emeknuçlarını 2015 mücadele hamlesine seferber ediyoruz. çilere, halklara, özgürlük ve demokrasiye ihtiyacı olan İnanıyoruz ki, bu Newroz ruhuyla birleşerek, yönetim herkese öncülük ediyor. Dünün, ülkesi parçalanan, kimçalışmalarımızın, eleştiri-özeleştiri platformlarımızın liği yasaklanan, inkar edilen ve imhaya tabi tutulan halkı, bugün böyle bir kahramanlık hareketi ve özgürlük AKP’ye veya karşıtı olan şoven milliyetçi iktidar bloku tek yürüyüşü ile bütün insanlığın umudu başına iktidar olacak bir sonucu alırsa, bunun Kürtlere haline gelmiş bulunuyor. Newrozdönük, demokratik güçlere dönük yeni bir saldırıyı ortaya laşan halk gerçeği budur. PKK’nin, çıkartacağı tartışmasızdır. Önder Apo’nun ortaya çıkardığı Kürt gerçeği, Kürdistan gerçeği, yarattığı gelişmelerin düzeyi budur. Kuşkusuz ki, bu gelişmeler tarihin en anlamlı, en önemli olayı, en ve esas olarak da yürüttüğümüz eğitim çalışmalarının ciddi ve en büyük gelişmelerinden biridir. Asla küçümsonuçları bu yeni yıl hamlesine çok büyük katkılar yasenemez, inkar edilemez, zayıf görülemez. Fakat yeterli pacak, öncülük edecektir. Dolayısıyla da yeni Newroz de görünemez. “Ancak bu olurdu, olabilirdi, buraya kadar yılını mücadele tarihimizin en güçlü hamlesel yıllarınolmuş yeter, bundan ötesine gerek yok” da denemez. dan biri haline getirecektir. En büyük zaferlerin, başarıların kazanıldığı bir yıla dönüştürecektir. Özellikle Gelişmelerin büyüklüğü, yüceliği, kahramanlığı ne kaeğitim gören, böyle bir mücadeleye katılmak için ant dar anlamlı ise bunları her gün yeni kahramanlıklarla içen her bir arkadaşımız böyle bir pratik mücadele büyütmek, yeni adımlarla ilerletmek, geliştirmek de o içinde öncü düzeyde rol oynayan, büyük katkılar sukadar gerekli ve anlamlıdır. Böyle bir özgürlük yürüyünan fedai Apocu militanlar olarak rol oynayacaklardır. şünde “benim de yerim olsun, katkım ve emeğim olsun” Yeni mücadele yılı nereden bakarsak bakalım çok daha diyenlerin omuzlarındaki temel, tarihi bir görev budur. kapsamlı ve derinlikli bir çalışma ve mücadele yılı olaBu görevi 2015 yılı içerisinde hareket ve halk olarak cağa benzemektedir. Tüm veriler de bunu göstermekdaha güçlü, daha etkili ve daha başarılı yerine getiretedir. Kapitalist modernite sisteminin ve Ortadoğu’nun ceğimize inanıyoruz. İddiamız bu ve çabamız da bu ulus-devlet statükoculuğunun arkasında olduğu faşist temelde olacaktır. Bunun için bu kış boyu kapsamlı haDAİŞ çetelerinin saldırıları Rojava ve Başur halkımızırlık yaptık. Bu hazırlık temelinde yönetim toplantıları za dönük devam etmektedir. Önümüzdeki yılda da bu yaparak, geçen mücadele yılını bütün yönleriyle değersaldırıların devam edeceği anlaşılmaktadır. Her ne kalendirerek önümüzdeki mücadele yılını, yeni Newroz yıldar Kobanê direnişi ve zaferiyle ciddi bir biçimde darlının mücadelelerini planladık. Platformlar yaptık, Önder be yemiş ve kırılmış olsa da, yine Til Hemis, Til Berak Apo’nun 2014 yılı içerisinde geliştirdiği eleştiriler temezaferleriyle beli kırılmış diyebileceğimiz bir darbeyi yelinde kendimizi eleştiri-özeleştiri süzgecinden, Önderlik miş olsa da arkasındaki güçler bu faşist gücü besliyor, ve Şehitler çizgisinden yeniden geçirerek, Önderlik gerdestekliyor ve yeni saldırılara sevk etmektedirler. Bu çeğine, Parti gerçeğine doğru, yeterli ve tam katılmaya bakımdan DAİŞ gerçeğini doğru anlamamız, o cepheçalıştık. Bu anlamda en üstte yönetimimizden başlayan den gelen saldırıları doğru görmemiz gerekmektedir.

5


Özgür Halk DAİŞ, herhangi bir tarihe bağlı olan, toplumsal kesimlere dayanan, hele hele iddia edildi gibi şu veya bu inancın çizgisinde yürüyen bir hareket değildir. DAİŞ, Ortadoğu’da büyük bir kaos içerisinde süren ve artık tıkanan 3. Dünya Savaşı’nın kilitlerini açmak üzere, bir yıkım gücü olarak ortaya çıkartılmış bir provokasyon hareketi ve tetikçi harekettir. Arkasında az veya çok herkes bulunmaktadır. Bu faşist gücün arkasında “şu mu bu mu var” diye ayrım yapmamak lazım. Bu ve benzeri tartışmalar saptırmadır. Arkasında bütün küresel gericilik, tüm bölgesel gericilik, bir de üstüne işbirlikçi Kürt gericiliği vardır. Herkes kendi çıkarı doğrultusunda bu faşist çeteyi kullanmaktadır. Ortadoğu’da önemli değişiklikler bu faşist çetenin saldırıları temelinde olmuştur.

Nisan 2015

bakımında gerillacılıkta derinleşme, modern gerillacılık dediğimiz esaslara ulaşma görev ve sorumluluğu vardır. İran rejimi idamlarla bizi savaşa tahrik ediyor Diğer yandan, saldırı sadece Rojava ve Başur üzerinden de değil, saldıran, saldırtılan sadece DAİŞ de değildir. Bakur’da da, Rojhılat’ta da benzer saldırılar vardır ve DAİŞ benzeri faşist yapılar oralarda da bulunmaktadır. Bakur’da Hizbulkontra vardı, Rojhılat’ta ise her türlü çete örgütlenmesi geliştirilmektedir. Şunu görmemiz gerekir ki, bölge genelinde mevcut çatışma, savaş durumu devam etmektedir ve devam edecektir. Bu savaşın merkezinde ise Kürdistan var. Dolayısıyla da Kürdistan merkez olmayı sürdürecektir. Bu noktada savaşın diğer parçalara da daha fazla yayılmasıyla derinleşme ihtimali güçlüdür. İran’la 2011 yazındaki savaş ardından PJAK’ın gerçekleştirdiği bir ateşkes durumu bulunmaktadır. Şimdi süren bu ateşkes pamuk ipliğiyle bile bağlı değildir. Kürtlerin tutarlılığı temelinde devam eden bir ateşkes konumu vardır. Yoksa İran yaptıklarıyla çoktan ateşkes konumunu bozmuş durumdadır. Son olarak alçakça idamları da gerçekleştirdi ki, bu bir savaş tahrikidir. Kobanê zaferini gölgelemek için Hasekê’den saldırı yapan da İran’dı. Cezire’de katliamları yapan, Hizbulkontrayı saldırtan da İran’dı. Bunların hepsini biliyor, gerçekleri göremeyen, olup bitenleri anlamayan durumda değiliz. Dolayısıyla 2011 güzündeki ateşkesin devam edip etmeyeceği belli değildir. Her an bu durum değişebilir ve Rojhılatê Kürdistan da kapsamlı bir savaş alanı haline gelebilir.

Saldırılara karşı direneceğiz ve savaşacağız Binlerle ifade edebileceğimiz sayıda şehit vererek yurdunu ve varlığını korumak için direnip zafer kazanan Kürt halkının, Rojava ve Başur halkının bu zaferini darbelemek, Önder Apo’nun 42 yıllık insanüstü bir çabayla ortaya çıkardığı devrimci birikimi darbelemek, yok etmek üzere yeniden saldırtıyorlar. Besbelli ki, arkasında her türlü gericilik var ve bu gericilikler yıkılmadıkça, kırılmadıkça, aşılmadıkça bu tür çete güçleri saldırtarak sonuç almak istemeye devam edeceklerdir. Bugün saldırtılan DAİŞ yok edilse de, Önder Apo’nun “yeni DAİŞ’ler ortaya çıkartılacaktır” diye dikkat çektiği husus açık bir gerçektir. Bu bakımdan Kürt zaferini zayıflatmak, hatta yok etmek üzere Kürt varlığını tehdit etmek, ortaya çıkmış Kürt özgürlük kuvvetlerini darbelemek, zayıflatmak üzere saldırılar sürecektir. Bu da önümüzdeki yılda da hareket ve halk olarak bu faşist çeteye karşı savaşmaya devam edeceğimiz anlamına gelmektedir. Bu faşist yapı, arkasındaki her bir besleyici gücün çıkarı doğrultusunda yönlendirdiğine göre, hem küresel sistemin hem de bölgesel gericiliğin Kürdistan üzerinde büyük emellerinin bulunduğu da bir gerçek olduğuna göre, Kürdistan’a saldırmaya devam edeceklerdir. Kürt güneşinin insanlığa aydınlatmasını sınırlandırmaya çalışacakları açık bir gerçektir.

Önder Apo Eyüp sabrıyla Demokratik Çözüm Sürecini yürütüyor Bakur’daki durumu ise hepimiz takip etmekteyiz. Önder Apo’nun Eyüp sabrıyla, büyük bir duyarlılıkla, tedbirle, insanüstü çabayla yürütmeye çalıştığı bir demokratik çözüm sürecini tersyüz etmek için her taraftan saldırılar yürütülmektedir. Sistemin egemen güçleri, partileri CHP ve MHP bir taraftan, AKP diğer taraftan… Böyle ciddi bir olayı günlük siyasete alet etmek ve içini boşaltmak üzere adeta orta oyunu tarzında kavgayı kendi aralarında sürdürüyorlar. Onların tutumları anlaşılırdır. Gerçekten de tepki duyuyoruz, öfkeleniyoruz. Aslında buna hakkımız yoktur. Tayyip Erdoğan çıktı ve “Kürt sorunu yok” dediğinde öfke duyduk. Başbakanlık yapan zat “fitne” dedi, öfke duyduk. Halbuki bizim görevimiz öfke duymak yerine doğru anlamak ve onlara karşı doğru, yerinde mücadeleyi geliştirmektir. Fakat öyle görünüyor ki, bizi öfkeyle, tepkiyle hareket eden bir güç olarak görüyorlar. Akılla hareket etmemizi engellemek için böyle öfkelendirmeye ve tepkilendirmeye çalışıyorlar. Halbuki bu onların gerçeğiydi. Tayyip Erdoğan başka ne biter, ne çıkar! Ahmet Davutoğlu’ndan başka ne çıkar! Türk-İslam sentezciliğinin ruhuna işlemiş, ona en çok sarılan insanlardan birisi Ahmet Davutoğlu’dur. Aslında çok şoven bir Türk milliyetçisidir. Dolayısıyla eğer bunlardan öyle olumsuz etkileniyor, tepki duyuyorsak bu şunu gösteriyor, Önder Apo’nun çabalarını doğru anlamıyoruz. O tepki duyuşumuz aslında bu doğru anlamazlıktan kaynaklanıyor. Dolayısıyla görevlerimizi yerine getirememekten kaynaklanıyor.

Bu saldırılara karşı kuşkusuz direnceğiz ve savaşacağız. Bu gerçeklik karşısında farklı bir tutum, duruş kesinlikle olamaz. Önder Apo “DAİŞ nerede savaş orada” dedi. Direneceğiz, savaşacağız, ama şimdiye kadar yürüttüğümüz savaştan da dersler çıkararak, daha doğru tarzla, taktikle yapacağız. Bunu, daha sonuç alıcı ve bizi başarıya, zafere taşıyıcı, kayıplarımızı daha da azaltıcı tarzla yapacağız. Bu bakımdan yürütülen direniş, sürdürülen savaş tartışılmazdır, ama aynı zamanda bu savaşın doğru bir tarza, taktiğe kavuşturulması için çalışma da tartışılmazdır. Önder Apo bunu intihar gerillacılığı biçiminde tanımladı, eleştirdi, düzeltilmesini istemiştir. Zaten savaş pratiği de bize bunu net olarak göstermiştir. Halkın tutumu da bizden bunu istemektedir. O halde bizim de boyun borcumuz intihar gerillacılığını aşmak, zafer gerillacılığına ulaşmaktır. HPG ve YJA STAR başta olmak üzere bütün gerilla kuvvetlerimizin hepsinin önünde geçmiş gerilla tecrübesinin derslerini çıkararak taktik ve tarz

6


Özgür Halk PKK bir istek aydınlanma gücüdür tehdit gücü değil! Esasında ise İmralı’da yürütülen bu insanüstü büyük çabanın muhatapları görevlerine sahip çıkmıyorlar. Görevine sahip çıkmayanların başında ise biz geliyoruz. Tabi sadece biz değiliz, bütün demokratik güçler, özgürlükçü güçler, kadın ve gençlik hareketleri de böyledir. Önder Apo’yu, o büyük çabalarını AKP’ye mecbur bırakıyoruz. Ondan sonrada “AKP acaba bunu mu şunu mu yaptı? Şu şöyle yanlış olmuyor mu?” diye kendimizi kandırıyoruz. Bunlar doğru tutumlar değildir. Başkaları yapsa da biz yapmamalıyız, Önder Apo’yu doğru anlamalı, doğru hayata geçirmemeliyiz. Dolayısıyla eleştirilerini de doğru kavramalıyız. Önderliğin mevcut tutumumuz üzerine eleştirileri var ve “PKK, sürecin gerektirdiği görevleri yerine getiremiyor” diyor. “Duruşu bir militan öncü duruş değil sağa sola şantajla yürütmeye çalışıyor” diyor; bu çok ağır bir eleştiridir, ama gerçeğimizi de yansıtmaktadır. PKK bir istek gücü, bir aydınlatma gücü, bir tehdit gücü değildir. PKK, ilk günden, Önderliksel çıkışından ideolojik grubuna, zindan direnişinden gerillasına, oradan serhıldanına kadar bakalım, bunların hiçbirisinde tehdit yoktur. Sadece doğruları söyleme yoktur, uygulama vardır. Düşündüğünü, doğru gördüğünü, kendisini örgütleyerek, doğru tarz ve taktiğe kavuşturarak pratikleştirme vardır. PKK bir tehdit hareketi, bir öfke hareketi değil, bir aydınlatma hareketi, bunlarla birlikte daha önemli özelliği bir uygulama hareketi, pratik hareketi, eylem hareketi olmasıdır.

Nisan 2015

Süreci Taslağı ve onun somut müzakere başlıklarını ifade eden 28 Şubat Dolmabahçe açıklaması ardından bunların pratiğe geçirilmesi için herkesi görev ve sorumluluklarına sahip çıkmaya çalışan Newroz bildirisi açıklaması Amed Newroz meydanında milyonların önünde bir kere daha okundu. Önderlik doğruları ortaya koyuyor. Önderlik çözüm projelerini oluşturuyor, tarihi çağrılarını yapıyor. Önderliksel görev yapılmış oluyor. Gerisi harekete düşüyor, gerisi harekete, halka, demokratik güçlere düşer. Bu kadar Önderlik çabası, çalışması hareket ve halk olarak hepimize büyük görev ve sorumluluklar yükler. Dolayısıyla bu görev ve sorum-

lulukların sahibi olmamız, gereklerini yerine getirecek bir tutum, çaba içerisinde kesinlikle olmamız gereklidir. AKP süreci seçim süreciyle birleştirdi. Devletle de bütünleşmek için elinden gelen çabayı harcıyor. Paralel yapı adı altında Fetullahçılarla yürüttüğü mücadelede geldiği nokta burasıdır. Eğer devletle uyumunu, bütünlüğünü güçlendirir, 7 Haziran seçimlerinde de iktidarını bir kere daha sağlamlaştırırsa, ardından Kürdistan özgürlük hareketine saldıracağından şüphe duymamak lazım. Aslında Önder Apo’nun yürüttüğü demokratik çözüm sürecini seçim süreciyle birleştirmesi bu anlama geliyor. 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bu karara vardılar da. Şimdi bu bakımdan mevcut günlük olarak seçim dışında süreci yürütmek üzere çaba harcamamız gereklidir. Önder Apo, yönetimimiz sürecin seçim süreciyle birleştirilmesini eleştirdi, yanlış buldu, onun dışında tutuyor ve ayrı yürütmeye çalışıyoruz, ama karşımızdaki gücün anlayışı, tutumu da budur.

Önder Apo şimdi eylemimizin zayıflığını, taktik ve tarz bakımından dönem görevlerinin gereklerini yerine getiremeyen konumda olduğumuzu ifade ediyor. Bu doğrudur. Bakur’daki süreç bu kadar zora sokuluyorsa, bu kadar oyalama zamana yayma gerçekleşiyorsa, AKP’nin bu kadar tahrik edici, davranışları hepimizin, toplumumuzun psikolojisini bozar bir savaş olarak ortaya çıkıyorsa, bunda onları kötüleyen bir tutumla sonuç almayı değil, onların kötülüğüne bunu bağlamayı değil, bizim yetersizliğimize, Önderlik gerçekliğini doğru uygulayamayışımıza bağlayacağız. O halde bu temelde ders çıkarmamız gerekiyor. Hareket olarak bizim, Türkiye’nin tüm demokratik güçlerinin, Önder Apo’nun geliştirdiği süreç, yaptığı açıklamalar, ortaya koyduğu projeler kapsamında çok somut, ertelenemez görev ve sorumlulukları var. 2013 Newrozunda bu anlamda tarihi bir demokrasi bildirgesi yayınladı, buna Özgürlük ve Demokrasi Manifestosu dedik. Geçen yıl Newrozda bunun uygulanması için çağrı yaptı. Şimdi Kasım 2014’te ortaya konan Barış ve Demokratik Müzakere

Türkiye’nin nereye gideceği 7 Haziran seçimlerine göre belli olacak. Biz her ne kadar onun dışında tutmaya çalışsak da, karşıtlarımız, hükümet ve devlet durumu bu hale getirdi. Buradan neyi olacağı da açık; eğer demokratik güçler, demokrasi hareketi seçimde önemli bir başarı kazanırlarsa Önder Apo’nun yürüttüğü demok-

7


Özgür Halk

Nisan 2015

ratik siyasi çözüm süreci seçimden sonra da işleyecek. O halde bir boyut olarak seçimleri kazanmayı bütün güBaşta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin sorunlarına, cümüzü seferber etmeliyiz, ama diğer yandan her ihtidemokratikleşme temelinde çözüm arayışları gelişebilir. male karşı da hazır olmalıyız. 7 Haziran seçim sonucu Yok eğer böyle olmaz da AKP’ye veya karşıtı olan şoven böyle olmaz da tersinden gerçekleşirse, o durumda ormilliyetçi iktidar bloku tek başına iktidar olacak bir so- taya çıkacak savaş gerçeğine göre de kendimizi hazır nucu alırsa, bunun Kürtlere dönük, demokratik güçlere kılmalıyız. Önder Apo en son açıklamaları yaptırırken dönük yeni bir saldırıyı ortaya çıkartacağı tartışmasızdır. bize şunu sordu: “savaşa da barışı da hazırlar değil Bu konuda yanılmamalıyız ve ayrım da yapmamalıyız. mi?” Biz “evet” tekmilini verdik, bu siyasetleri buna göre AKP kazanırsa mı böyle olur, CHP-MHP kazanırsa mı yürütüyor. Yoksa örgütten, genel gelişmelerden haberböyle olur dememeliyiz. Al birisini çal ötekine! Birbirle- siz, kendi başına yapmıyor. Önderlik gerçeğine bu tekrinden hiçbir farkı yoktur. TC devletinin Kürt karşıtı in- mili verdik, bu güvenceyi verdik. O halde bunun gerekkarcı ve imhacı zihniyet ve politik duruşu çerçevesinde lerini yerine getireceğiz, bunun gereklerini yapacağız. bu iki iktidar bloğu arasında çok ciddi bir fark yoktur. Bazıları “PKK, Kürt hareketi, Önder Apo AKP’ye yakın, Savaşan halk gerçekliğine göre örgütlenmeliyiz AKP ile bu süreci yürütüyor” diyor. Yok, ondan önce de Şu ortaya çıkıyor, zaten Başur ve Rojava’da savaş deEcevit Başbakanlığındaki koalisyon hükümeti vardı, Ön- vam ediyor, önümüzdeki yıl içerisinde mevcut savaş der Apo ve hareketimiz onlarla da ilişki yürüttü. “dev- durumu dört parçaya yayılabilir. Rojhılat da Bakur da letle yürütüyoruz” dedi ve doğru olan da budur. Bugün bir savaş haline gelebilir. Hareket olarak bunun gerekiktidarda olan onlar olduğu için, bu temelde mücadele lerine göre hazır olmalıyız. İstekli olmamalıyız ama yürütülecek muhatap onlar olduğu için yürütülüyor. Bu gerektiğinde dört parçada birden savaşmaktan da asla açıdan 7 Haziran seçim sonucunun da tanımı şu olu- geri duramayız. O halde dört parçanın halkı, dört paryor: Demokrasi hareketi başarılı olursa demokratik si- çanın özgürlük güçleri kendilerini her an ortaya çıkayasi çözüm yürüyebilir, eğer mevcut iktidar bloklarından bilecek saldırılar karşısında ülkeyi ve halkı savunmak herhangi birisi başarılı olursa, Tayyip Erdoğan’ın dedi- üzere hazır olmalılar. Hazırlıklarını buna göre yeterli ği gibi 400 milletvekilliğiyle meclise girerse, bunun yeni bir soykırım sal- İki proje çatışıyor; birisi Ortadoğu’nun bölüp parçalayan, dırısına dönüşeceğine asla kuşku çatıştıran, gücünü bitiren proje, diğeri Önder Apo’nun duymamak lazım. Dolayısıyla savaş Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi projesidir. ve çatışma olacağı gün gibi açık bir Savaşı bitirecek proje kesinlikle Demokratik Ortadoğu gerçektir. O halde biz bu gerçeklere Konfederalizmi projesidir. göre hareket etmek durumundayız. Güçlü bir Kürdistani ittifak kuruldu Savaş durumunu önlemek, sorunların demokratikleşme temelinde çözümünü sağlamak için demokratik siyasetin 7 Haziran’da başarı kazanmasına sağlamaya dönük elimizden gelen çabayı bütün hareket olarak seferber etmeliyiz. İçeride dışarıda, bütün parçalarda böyle bir başarıya kesinlikle seferber olmalıyız. Yönetimimiz böyle bir kararlılığı oluşturdu, Önder Apo bu çalışmalara öncülük ediyor. Önemli bir gelişme de yaşanıyor. Eksiklikleri var, tam bunu garantileyecek bir ittifak düzeyi, demokratik güçlerin tümünü bir blokta birleştirme mümkün olmadı. Ama geçmişe göre çok ileri bir demokrasi bloğu da yaratıldı. ÖDP’nin Birleşik Haziran Hareketi’nin tutumunun dışında kalması oldu, tam katılmadılar. Bu biraz zarar veriyor, ama onun dışında şimdiye kadar olanın çok ötesinde bir ittifak durumu vardır. Güçlü bir Kürdistani bir ittifak oluşturuldu. Bu çok önemliydi. Biz bunun sadece bir seçim ittifakı olmasından da yana değiliz, gerçekten Kürt sorununu çözecek, Kürt demokrasisini Kuzey Kürdistan’da geliştirecek bir ittifak olarak kalıcı kılmaya çalışmalıyız.

düzeyde mutlaka geliştirmeliler. Bunun çok önemli bir yönü halk savunma güçlerini büyütmektir. Önder Apo “her parçada gerilla 50 bini aşabilir” dedi. Her parçada yüz bine ulaşan potansiyelimizin bulunduğunu söyledi. O halde bunları pratikleştirme zamanıdır. Diğer yandan, halk savunma güçlerinin eğitimi ve örgütlenmesi de önemlidir. Gücü sadece nicelik olarak görmemek lazım. Hazırlık çalışmalarını nicelik düzeyinde tutmamak gereklidir. Vuruş gücünü arttıran çok önemli bir olay eğitimdir, o da eğitim ve örgütlenme ile kazanılır. O halde halk savunma güçlerinin ideolojik ve örgütsel eğitimini en ileri düzeye çıkarmalıyız. Üçüncüsü de, halkın buna göre hazırlanması, savaşan halk gerçekliğine göre örgütlenmemiz, demokratik ulus inşasını savaşan halk gerçekliği çizgisinde gerçekleştirmemiz önemli. Önder Apo’nun bir uyarısı da bu temelde oldu. Rojava pratiği de bize bunu açıkça gösterdi, aslında Bakur pratiği de buna benzerdir. Yani savaş dursun da kendimizi inşa edelim, anlayışı yanıştır. Bu, beklentiye yol açıyor ve savaşı da olumsuz etkiliyor. O halde her an gelişebilecek saldırı karşısında devrimi savunmak, ülkeyi, halkı ve özgürlüğü savunmak üzere kendimizi hazır tutan bir demokratik toplum inşasını, demokratik ulus inşasını, demokratik öz yönetimi geliştireceğiz, gerçekleştireceğiz. Bunu esas alırsak bu durumda inşa çalışmalarımız da, demokratik ulusu, demokratik konfederalizm çalışmala-

Türkiye cephesinde de şimdiye kadar olanın çok ötesinde bir bloklaşma var, bazı güçler tutumlarında zayıf kaldılar, ama olanda önemli ve ileri bir düzeydedir. Doğru adaylar, belirlenir ve etkili bir kampanya yürütülürse kazanılabilir. Kazanılmaz diye bir kayıt kesinlikle yoktur.

8


Özgür Halk rımızı da her alanda çok güçlü ve etkili bir biçimde yürütebiliriz. Gerçek durumla birleşen çalışma doğru yürür, ama kopartılırsa, koşullardan farklı olursa, savunma ile inşa bir birinden kopuk ele alınır, birlikte bütünlüklü olarak ele alınamazsa ne inşa yürütülebilir ne de savunma. O halde düzelttiğimiz ölçüde bu çalışmaları geliştireceğiz.

Nisan 2015

bunun eleştirisinin temel içeriği buydu. Hareket olarak bizim de özeleştirimizin temel içeriği bu durumumuzu aşma sözü oldu. Çözümü burada gördük, zihniyet yetersizliğini gidermek, olup bitenleri Önderlik çizgisinde doğru anlamak ve onlara karşı günlük olarak doğru ve yeterli tutum geliştirebilmek… Demek ki anlam gücümüzü geliştirmeliyiz ve derinleştirmeliyiz. Bunun içinde Önderlik çizgisini özümsemek, Önderlik gerçeğini özümsemek, bölgede, Kürdistan’da dünyada yaşananları bu çizgi temelinde derinliğine anlamak büyük önem taşıyor. Bütün arkadaşlar böyle bir anlam gücünü kesinlikle geliştirmeye çalışmalılar. Yeni dönemin başaran Apocu militanı olmak kesinlikle böyle bir anlam gücü kazanmaya, bunu sağlayacak zihniyet devrimi yapmaya bağlıdır. Başarının yolu, çizgiyi doğru anlamanın yolu, çizgiyi başarıyla uygulamanın yolu kesinlikle buradan geçiyor. Doğru tarz ve taktik güç haline gelmek, doğru, yeterli ve derinlikli kavrayışa dayanıyor, anlayışa dayanıyor. O halde Ortadoğu’daki olup bitenleri, Kürdistan’a dayatılanları doğru anlamalıyız. Kimin dost kimin düşman ol-

Ortadoğu’ya dayatılan bölüp parçalamaktır Mevcut Ortadoğu’ya dayatılan savaşın karakteri Ortadoğu’yu bölüp parçalamadır. Herkesi zayıf düşürmeye çalışıyorlar. Bize yansıyan kesinlikle budur. Dışımızdaki güçlere de baktığımızda herkese yansıyanın da bu olduğu görülebilir. En büyük karşıtımız Türkiye’deki devlet ve hükümettir, onlar da bizim gibi söylüyorlar. İran zaten aynı durumda duruyor. Şimdi ortaya çıkan, aslında kimsenin Ortadoğu’daki mevcut kaos ve savaş durumunu ortadan kaldırmak için projesi yok. ABD 90’ların başında Yeni Dünya Düzeni planı çerçevesinde Büyük Ortadoğu Projesi sözünü dillendirdi. İçini dolduramadı. Bu projenin içinde bir şey yoktur. Bu proje temelinde gelişen pratik Ortadoğu’nun bölünüp parçalanması, çatıştırılması, Ortadoğu dinamiklerinin zayıflatılmasıdır. Bunun da bir Siyonist proje ihtimali fazladır. Bütün bunların aslında İsrail’in politikaları olması, projeleri olması ihtimali fazladır. Böyle midir değil midir, bir şey diyemeyiz ama gerçek bunu gösteriyor. Öyle olmaya bilir de, kimden kaynaklandığını bilemiyoruz ama iki proje çatışıyor; birisi Ortadoğu’nun bölüp parçalayan, çatıştıran, gücünü bitiren proje, diğeri Önder Apo’nun Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi projesidir. Savaşı bitirecek, halkları kardeşçe bir arada tutacak, özgür ve demokratik yaşamı var edecek proje kesinlikle Demokratik Ortadoğu projesidir. Diğeri Ortadoğu’yu tarihinden kopardığı gibi günümüzde de dinamiklerini tüketen bir proje oluyor. Bu uygulanıyor, mevcut DAİŞ saldırıları, DAİŞ gibi provokasyon güçlerinin arkasında da Ortadoğu’yu bölüp parçalayan, gücünü tüketmek isteyen proje bulunuyor.

duğunu doğru bilmeliyiz. Kim ne yapmak istiyor? Kim ne kadar tehlikeli? Hangi çatışmadan nasıl yararlanılabilir? Kimin ne kadar dost ne kadar düşman olunabilir? Kiminle birlikte kiminle karşıt olunabilir? Bu sorularını doğru bir analizi, yeterli bir tespiti kesinlikle önemlidir. Bunu doğru yapamazsak pratikte başarı kazanamayız. Fırsatları değerlendirirsek Kürdistanın dört parçasında devrim yaparız Bununla birlikte ikinci konu ise, irade yetersizliğiydi. İrademizi yeterli hale getirmek demek, günlük doğru tarz ve taktik uygulama içinde olmayı yaratıcı bir biçimde becermek demektir. Tarz ve taktik zenginliğine ulaşmak demektir, bunu sağlayacak bir yaratıcılığa kavuşmak demektir. Bunun bir yolu Önderlik çizgisini doğru anlamak, anlam derinliği kazanmaktır. Ama sadece bu da değil, pratiğin de kendine göre dili vardır. Tarz ve taktikte zengin ve yaratıcı olabilmeyi becerebilmemiz gerekli. Taktik ve

Bütün bunlar karşısında öncelikle olup bitenleri doğru anlamalıyız. Önder Apo uyardı ve sert eleştirilerde bulundu. Zihniyet ve irade yetersizliğinden söz etti. Temel sorunumuzun bu olduğunu belirtti ve zihniyet yetersizliği aslında olup bitenleri, yaşananları doğru ve yeterli anlamamak oluyor. Ortadoğu’da yaşananları, Kürdistan’a dayatılanları doğru ve yeterli anlamamak, ona karşı doğru bir strateji ve taktik duruş gösterememeyi, günlük yaratıcı, sonuç alıcı taktikler, pratik politikalar üretememeyi getiriyor. Önder Apo’nun 26 Haziran tarihli mektu-

9


Özgür Halk tarz bakımından zenginlik, yaratıcılık nedir? Bunu nasıl sağlarız? Bir tanesi girişkenliktir. Önemli görebildiğimiz, günümüz açısından çok lazım olan girişkenlik, ataklıktır. İmkan ve fırsatları doğru değerlendirebilmek, öyle ki, bu kadar imkan ve fırsat var. Kürdistan’da ve yurtdışında toplum ayakta. PKK’nin doğuş dönemiyle kıyaslandığında her gün birkaç devrimi yapılabilecek imkana ve fırsata sahip olma durumu var, ama bunlar kullanılmıyor. Bir bekleme, izleme, azdan alma, yetinmecilik durumu var. Çok sınırlı olanla yetiniliyor. Risk üstlenme zayıf, girişkenlik az, hamlecilik yok. Tarz ve taktik olmanın çok önemli bir şeyi hamlecilik, ataklık, girişkenliktir. Bu çok çok önemlidir. Öyle ki, arkadaşlarımız, her birimiz olduğumuz imkan ve fırsatları değerlendirsek Kürdistan’ın dört parçasında ve yurtdışında her gün devrim yaparız.

Nisan 2015

ve fırsatların üzerine en küçük bir zayıflık göstermeden gitme için örnek arayacaksak Sakine Cansız örneğini alalım. Yerinde durmayan, hiçbir şeyle yetinmeyen, olup bitenleri yeterli görmeyen, her an başka şeylerin arayışı ve peşinde olan değil miydi? Öyleydi. Bu tarz önemli ve bunu kesinlikle anlamalıyız. Önderlik ve Şehitler gerçeğinden doğru girişken, hamleci bir tarzı edinmeliyiz. 2015 mücadele yılının, özgürlük yürüyüşünün başarısı, birincisi, doğru anlamak kadar tarzda böyle bir düzeltmeye bağlıdır. İkincisi, cesaret ve fedakarlığı küçümsemememiz lazım. Bu, çok önemli bir düzeye geldi. Hareket olarak da halk olarak da tam bir fedailik hakim. Kürt toplumu 40 yıl önce böyle değildi. Kültürel soykırım rejimi bütün özelliklerinden düşürmüştü. Önder Apo: “teslim alınmış, kendi gerçeğine ihanet ettirilmiş toplum ve insan duruşu” dedi. Oradan bugüne gelindi. Bugün ki toplumsallık, fedailik eşi bulunmaz, örneği bulunmaz bir düzeydir. Bu halk

Hiçbir devrimde, hiçbir ulusal kurtuluş hareketinde, özgürlük hareketinde bu kadar büyük bir halk desteği, bu kadar cesaret ve fedekarlık kazanmış bir halk gerçeği ortaya çıkmamıştır. Bunları daha büyük güç, daha büyük değer mi olabilir. Ama değeri burada görmeme var. Halkın gücünü, değerini anlamama var. Paradigma değiştirememek, demokratik modernite kuramını anlamamak, Demokratik-Ekolojik-Kadın Özgürlükçü Paradigma’ya göre hareket edememek burada ortaya çıkıyor. Değer ve güç parada, silahta, sayıda görülüyor. Halkın gücünde görülmüyor, halkın bilincinde, iradesinde, onun iş yapma yetisinde görünmüyor. Ondan dolayı da bir hantallık var, ağırlık var, tembellik var. Fırsat ve imkanları heba eden, heder eden bir durum var. Bu konuda kendimize Önderlik gerçekliğinden başka örnek bulabilir miyiz? Önder Apo bizi burada eleştirdi. Örneğin, Mazlum Doğan gerçeğini böyle anlayalım. Zindanda beklemedi, “talimat gelsin” demedi. “Buradaki örgütümüz karar alsın” da demedi, örgütün kararının da geciktiğini görünce çizgi neyi gerektiriyorsa yalnız başına yürüdü. Eğer Newroz direnişçiliğini doğru anlayacaksak, Mazlum Doğan gerçeğini, dolayısıyla PKK’nin eylem ruhunu doğru anlayacaksak buraya bakalım. Mahsum Korkmaz örneğine bakalım, bu kadar engele ve geri çekmeye rağmen “başkaları yapmıyor ben de yapmam” demedi. Anladığı kadar, hiçbir tereddüt göstermeden uygulama geliştirdi. Şehit Beritan gerçeğine bakalım, “üst yönetimimiz teslim olmuş, etrafımız kuşatılmış, yapabileceğim bir şey kalmadı” dedi mi? Yoksa Apocu ruh, çizgi, mücadele gerçeği nedir, onu anlayıp uygulamasını mı geliştirdi? İkincisini yaptı. Sara gerçeğini anlayalım, bu Ocak PKK Sakine Cansız Ocağı, arkadaşlar Ocak’ta eğitim gördü, pratiğe gidecekler. Eğer hamle ruhu, girişkenlik, imkan

ta yaşanıyor, kadın hareketinde yaşanıyor, gençlik hareketinde yaşanıyor. 8 Mart kutlamaları oldu, gördük. Kürdistan’da bütün cihanı aydınlatan Kadın Özgürlük Devrimi şekilleniyor, gelişiyor ve yayılıyor. Gençliğin kahramanlığından gördük, özellikle de gerillada gördük. Kobanê şehitleri yoktan var ettiler Eğitim devremizin adı Kobanê Şehitleri Devresi’ydi, Kobanê direnişi devresi. Zindan direnişiyle başlayan PKK’nin fedai militan çizgisini ortaya koyan kahramanlık duruşunun en son temsilcisi Kobanê direnişçiliği oldu. Kobanê şehitleri yoktan var ettiler. En son noktaya kadar kazanma umutlarını kaybetmediler. Kobanê düştü, yeniden kurtarıldı. O düşüşü kabul etmeyen, oradan kurtuluşu başlatan ve Kobanê’ye bir zafer ocağı haline getiren Kobanê’nin kahraman şehitleri oldu. Arinleri böyle anlamak lazım, Gelhatları, Diyarları, Destinaları, Özgürleri, Hebunları böyle anlamak lazım. Apocu cesaret ve fedakarlık, fedailik kobanê direnişinde de kendisini bariz ortaya koydu. Önder Apo’nun umut zaferden

10


Özgür Halk daha değerli sözünü Kobanê’yi kurtarma umudu son ana kadar bu militanların esas aldıkları oldu ve başardılar da. Küçük bir umut kırıntısı doğru ele alınır ve üzerinde durulursa oradan büyük zafer yaratılabileceğini, bu Apocu ilkeyi Kobanê direnişçiliği kanıtladı. Demek ki Kobanê direniş gerçeğini, onun fedai ruhunu, cesaret ve fedekarlığını doğru anlamamız gerekiyor. Tarzımızın önemli bir boyutu da budur. Bunlar yetmiyor, girişkenlik ve fedailikle birlikte koparıcılık da önemlidir. Yani sonuç alıcılık. Koparıcı tarz, sonuç alıcı tarz çok beceremediğimiz tarz ve taktik yandır. Önder Apo’nun eleştirilerinin en çok yoğunlaştığı yer de burasıdır. Önderlik “benim bir işe başlayışım değil, bitirişim görkemlidir” dedi. “Siz sonucuna bakın, başına bakmayın” dedi. Bütün mücadele pratiklerini bu konuda örnek gösterdi. Apocu tarz olarak bunu ortaya koydu. Önder Apo öyle şatafatlı, gösterişli bir başlangıç yapıp da sonunda yeniden ezilen büzülen bir tarzın sahibi olmadı. Sonunda zafer kazanan, her ortamda koparıp almayı bilen tarzın sahibi oldu.

Nisan 2015

alıcı olmak, sonuna kadar gitmek, bir atımlık barut olmamak, sonuna kadar gitmek, kazanmak ve başarıyı koruyabilmek önemlidir. Tarzımızın çok önemli bir gerçeği, ilkesi bu olmalı. Tarz düzeltmesinde en fazla yoğunlaşmamız gereken nokta bunlar olmalıdır. Bunlarla birlikte biz bir özgürlük hareketiyiz, farklılıklara dayalı eşitlik hareketiyiz, paylaşım hareketiyiz. Demokratik komünalizmin ilkelerini, parti yaşamının ilke ve ölçülerini, mücadelenin her alanında, yaşamın her alanında en üst düzeyde hayata geçirmemiz gerekiyor. Örgütlenmiş ve eyleme geçmiş hakikat olma gerçeğini her yoldaş, anlayış ve tarz düzeltmesi temelinde hayata geçirmeyi bilmelidir. Bir lokma, bir hırka felsefesiyle yaşayarak, Önder Apo 1. Manifesto’da da halktan biri gibi yaşamak sözü ile bunu ifade etmişti. Halktan biri gibi yaşayarak halka demokratik toplum yaşamını, demokratik komünal yaşamı bilinç olarak, pratik olarak aşılayarak öncülük etmemiz esas olmaktadır. Bu konuda eleştirdiğimiz parti dışı bireyci, maddiyatçı, kendine göre anlayışları kesinlikle aşılması, pratikte bir izinin bile yaşanmaması gerekiyor. Biz bir demokratik sosyalizm hareketiyiz. Demokratik sosyalizmin özü demokratik komünalizmdir.

İşte biz bu noktada eksiğiz. Girişkenlik zayıflıkları var ama onu aşan çok önemli pratikler var. Cesaret ve fedekarlık konusunda denecek hiçbir şey yok. İnsanlığa heyecan veriyor, umut veriyor, ama koparıcılık, sonuç alıcılık, sonuçta kazanan olmak çok çok önemlidir. İşte burada zayıflıklarımız var. Bu yeterince önemsenmiyor, dikkate alınmıyor. Aslında bunun gerektiği dayanma, süreklilik gösterilmiyor. İşte burada parçalılık, kopukluk olumsuz rol oynuyor. Sonunu getiremiyoruz, devam ettiremiyoruz, kazandığımız zaferi elde tutamıyoruz. Kazandığımızı da kaybeder noktaya geliyoruz. İşte Rojava’ya şimdi dayatılan saldırılar da bu anlama geliyor. “Sürdüremezler! Kazandılar ama üzerlerine gidersek kaybettiririz…” Bizi biliyorlar ve üzerimize geliyorlar. Kazandığımız zaferi geri almak için, kaybettirmek için yeni saldırılar yapıyorlar. Buna düşmememiz lazım. En çok kendimizi bu konuda eğitmemiz gerekiyor. En fazla değişim dönüşüm gerçekleştireceğimiz, kişilik devrimi yapacağımız nokta burasıdır. Bu husus aklın kullanımını, örgütsel disiplini, örgütlü hareket etmeyi, bütünlüğü gerektiriyor. Yani yorulmamayı, durmamayı, tıkanmamayı, kopukluk yaşamamayı ifade ediyor. Biz de bu konularda ciddi eksiklikler ve zayıflıklar var. Önderliğe bakarak, Önderlik çizgisinde yürüyen şehitlerimizin gerçeğine bakarak ders çıkarmaya çalışmalıyız. Reşit yoldaş bir düzeltme hareketini en azından bu temelde gerçekleştirmek üzere çok çalıştı. O da bundan muzdaripti. Bütün çabaları bu koparıcı olamamayı, sonunu getirememeyi aşmak üzere girişkenlikti. Kemal Pir tarzı kendini en çok burada gösteriyordu. Eğitim, örgüt ve eylemi iç içe yürütmek ve sonuç almak. Sonuç almayı, sonunda başarmayı mutlaka gerçekleştirmek… Gösteriş için, bir şeyleri yapıyor diye göstermek için değil, hedeflediğini başarmak üzere bir işe girmek… Bu bizim için çok çok önemli bir husustur.

Biz bir demokratik sosyalizm hareketiyiz. Demokratik sosyalizmin özü demokratik komünalizmdir. Özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, paylaşım, dayanışma ilkelidir. Özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, paylaşım, dayanışma ilkelidir. Demokratik toplum duruşu, politik-ahlaki toplum gerçeğinin hayata geçirilmesidir. O halde parti hareketi olarak özgürlük mücadelesine öncülük eden bir demokratik sosyalist hareket olarak, ideolojimizin ve felsefemizin gereklerini pratikte eksiksiz hayata geçireceğiz, onun gereklerine göre yaşayacağız, onun gereklerine göre çalışacağız ve bu temelde de sonuç alacağız. Öncülük görevlerini bu esas üzerinde gerçekleştireceğiz. 2014-2015 kış devreleri boyunca eğitimimizi bu esaslar üzerinde yaptık. En son eleştiri-özeleştiri platformlarını böyle kişilikler olma temelinde gerçekleştirdik. Arkadaşlar sözlerini bu esas üzerinde verdiler, pratiğe gitme onayını da bu temelde alıyorlar. O halde bunun gereklerini pratikte eksiksiz bir biçimde, yüksek başarıyla yerine getirmekte her bir arkadaşın boynunun borucudur. Önderlik ve şehitler çizgisi doğru anlaşılır, bu çizgide kararlı yürünürse de böyle bir ortamda, bunun gereklerini pratikte getirilmemesi diye bir durum kesinlikle yoktur. Bu anlamda aslında eğitimin sonuçları pratiğe yeterli bir düzeyde aktarıldığında ortaya çıkacak olan başarıdır, zaferdir. Bu noktada doğru hareket etmeyi bilelim, Önderlik ve Şehitler gerçeğine göre hareket etmeyi bilelim, öyle hareket ettik mi de kazanacağımıza, başaracağımıza dair sonuna kadar kendimize inanalım, güvenelim.

Önderlik tarzına ulaşmamızın ölçütü kesinlikle budur. Bu noktada bütün eksikliklerimizi, eleştiri-özeleştiriyle, yoğunlaşmayla gidermeliyiz, kendimizi düzeltmeliyiz ve bunları aşmalıyız. Koparıcı olmak, sonuç

11


Özgür Halk

Nisan 2015

Demokratik Siyasetin Zaferi İçin Seferberliğe Yurtseverlik, demokrat zihniyeti olan, emekten ve halktan yana olan, Türkiye’yi seven, demokratik yaşam isteyen, kardeşlik isteyen herkes AKP’nin alternatifi olarak demokratik siyaseti HDP şahsında 7 Hazirandan sonra Türkiye siyasetinin temel aktörü haline getirmek üzere birleşip çalışmalıdır. Mustafa Karasu AKP’nin tutumu deyim yerindeyse ipe un sermektir. Özellikle Yalçın Akdoğan’ın tutumu tamı tamına ipe un sermektir. Neymiş “PKK terör örgütüymüş, silah bırakmazsa görüşmeler olmazmış!” Peki, 28 Şubat’ta Dolmabahçe açıklaması yapılırken de PKK yok muydu? PKK’nin silahları yok muydu? Peki, niye o açıklamayı yaptınız? Şimdi öyle sanıyorlar ki, sadece akıllı biziz, alem ise deli ve ahmaktır. Her gün, gece gündüz durmadan televizyonlarda kanal kanal dolaşıyorlar, konuşuyorlar. Zaten bir yandaş medya oluşturmuşlar, borazan gibi halkın kafasını yıkamak üzere gece gündüz kendi sözlerini psikolojik savaş kapsamında dikte ettiriyorlar. Böylece bir algı operasyonu yürütmeye çalışıyorlar.

Kürt sorununu kabul etmiyor. 2005’te söyledi ama devam ettirmedi ve vazgeçti. Amed’te söyledikleri için “bu benim tarihte yaptığım en büyük hata” dediğini biliyoruz. Ahmet Davutoğlu o açıklamaya sahip çıkmaya çalışıyor, ama ‘başkanım’ dediği sahip çıkmıyor ki sözüne Davutoğlu’nun sahip çıkması bir çözüm getirsin. AKP iktidarını sağlamlaştırmanın peşinde PKK’yi çözmek, demokrasi sorunu çözmek, AKP’nin iktidarını sağlamlaştırmak ve uzun ömürlü kılmak için yürütülen süreç boşa çıktı, tersine döndü. Süreç gerçek bir demokratikleşme ve sorunların çözümü yönünde evrilir hale geldi, Tayyip Erdoğan buna müdahale etti. Şimdi bunu herkes gördü. AKP’nin sözcüleri Tayyip Erdoğan’ın herkesçe görülen gerçeğini el birliği ederek maskelemeye çalışıyorlar. Erdoğan “ben sürecin sahibiyim” diyor, öbürleri “başkanımıza böyle denirse iş yürümez” diyor. Sorumlu olarak ise Selahattin Demirtaş, Kandil gösteriliyor. 28 Şubat açıklamasından sonra Kandil’den sadece Önder Apo’nun yürüttüğü süreci sonuna kadar destekleme açıklaması geldi. Newroz mesajları bununla doluydu. Bunun dışında hiçbir açıklama gelmedi. Yalçın Akdoğan bu süre içerisinde Kandil’den gelen bir tane karşıt açıklama göstersin inanalım, ama yoktur. Yalçın Akdoğan doğru söylemiyor.

Haklı olanda telaş olmaz! Oldukça telaşlılar. Madem çok haklısınız niye telaşlanıyorsunuz? Haklı olanda telaş olmaz. Zaten haklı olanı halk görür, dolayısıyla onların telaşlanmasına gerek kalmaz. Mesela Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan diyor ki, “bu süreci ben başlattım!” Gerçekten sen başlattıysan söylemene gerek yok ki, âlem zaten bilir. Demek ki kuşkusu var, başlattığı bir şey yoktur. Kendisinin olmayan bir şeye sahip çıkmaya çalışıyor. Evet, kendisi de bir şeye katıldı da neye katıldığını gördük. Açığa çıktı ki, durum ciddileşince, Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorunu ve diğer Türkiye’nin temel sorunlarının çözümünün önü açılınca, çözüm yolu görülünce aslında kendisinin başlattığı sürecin tersine döndüğünü görünce fark ederek derhal müdahalede bulundu. Darbe ve müdahale Tayyip Erdoğan’dan geldi. Dolmabahçe açıklamasına karşı, Newroz açıklamasına karşı, izleme kuruluna karşı… Aslında Hakan Fidan’ın istifa edip milletvekili olmasına da karşıydı. Hakan Fidan’la Suudi Arabistan’da görüştüler, baskı uyguladı, tekrar aynı göreve döndürdü.

AKP’nin sözcülüğünü Tayyip Erdoğan üslenmiş durumda. Bundan dolayı da bu süreçte Selahattin Demirtaş ile Tayyip Erdoğan arasında bir mücadele sürdü. 7 Haziranda seçim var ve iki parti seçim mücadelesi yürütüyor. AKP sözcülüğü Tayyip Erdoğan’da olunca elbette ki Selahattin Demirtaş’la da, Kemal Kılıçdaroğlu’yla da, Bahçeli’yle de Tayyip Erdoğan karşı karşıya geldi. Bunun anlaşılmayacak bir yanı yoktu. AKP süreçten umduğunu bulamadı. Açığa çıktı ki, Tayyip Erdoğan aslında hile yapıyormuş, oyun yapıyormuş. Onun çözüm süreci dediği sorunların çözümü değil, Kürt sorunun çözümü değil, Türkiye’nin demokratikleşme sorunun çözümü değil, PKK sorunun çözümüymüş. PKK’yi çözmek, devrimci demokratik hareketi yok etmek istiyormuş. Bunun tersinden gelişmeler olunca da müdahalede bulundu. Bu temelde yine 7 Haziran seçiminde oy oranlarını artırarak girmeyi umut ediyorlarmış, ama görüldü ki, tersi oluyor. HDP yükselişte

Tayyip Erdoğan’ın demokratikleşme diye, Kürt sorunun çözümü diye, Türkiye’nin sorunlarını çözme diye bir sorunu yoktur. Onun tek sorunu PKK’yi çözmektir, devrimci demokrasi hareketini çözmektir, onun tek sorunu hile ve oyalamayla seçim kazanıp oy almak ve iktidarını sağlamlaştırmaktır. Tayyip Erdoğan “Kürt sorunu yoktur” dedi. Bu açıklama Erdoğan’ın Kürt halkının varlığını kabul etmediği anlamına gelmekte.

12


Özgür Halk

Nisan 2015

AKP artık hiçkimseyi kandıramaz Bu atmosfer Tayyip Erdoğan’ın “Dolmabahçe açıklamasına da Newroz açıklamasına da karşıyım. İzleme Kurulu’nu da olumlu görmüyorum” deyip hükümetin politikasına karşı tavır alana kadar sürdü. Hükümetle Cumhurbaşkanı karşı karşıya geldi. Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı olarak Cumhurbaşkanına “hükümetimizin politikalarına müdahale etme” dedi. Hüseyin Çelik de aynı şeyi söyledi, Abdullah Gül de bunu söylüyordu. Bazıları ise karşı olsa korkularından ve menfaatten dolayı söylemedi. Şimdi takke düştü kel görüldü. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın esas amacının, zihniyetinin ne olduğu açığa çıktı. Hükümeti sırt üstü düşürdü. En çok alkış çalanlar AKP’lilerdi. Birden bire şoke oldular. Ondan sonra böyle bir U dönüşüyle “Silah bırakılmalı! Silah bırakılmazsa olmaz! PKK terör örgütüdür! Selahattin Demirtaş şunu yaptı, bunu yaptı!” gibi laf kalabalığıyla gerçekler gizlenmeye çalışıldı. Bu çaba boş ve anlamsızdır. Ar-

AKP düşüyor; AKP gidiyor, HDP geliyor… Bunun üzerine Erdoğan müdahale etti. Bu müdahale ile ortamı gerginleştirerek Selahattin Demirtaş’ı, HDP’yi hedef alarak HDP’yi baraj altına düşürme hedeflenmekte. Hareketimiz silahları bırakma sözü vermedi AKP’nin kimi sözcüleri “PKK silah bırakmaya söz verdi, ama sözünü yerine getirmedi” anlamına gelen açıklamalar yaptı. Bu yalandır. Hareketimiz hiç kimseye böyle bir söz vermedi. Bu ve benzeri açıklamalarla toplumu yanlış bilgilendirilip, yalanla Hareketimizin aleyhine bir hava oluşturmaya çalışılmakta. 2013 Newrozunda Önder Apo açıklamasını yaptığında biz bir gün sonra ateşkes ilan ettik. Bir hafta sonra elimizdeki esirleri bıraktık. 15 Mayıs’ta gerillanın geri çekilmesi başlayacaktı 8 Mayıs’ta başlattık. Haziran başına kadar gerillanın geri çekilişi netleşecekti. Biz Haziran başına kadar gerillanın üçte birini çektik. Ama ondan sonra durum şöyleydi: Karşılıklılık ilkesi vardı. Yani gerillanın çekilmesiyle demokratikleşme paralel yürüyecekti. Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözümünü de geliştirecek siyasi ve hukuki adımlar atılacaktı. Demokratikleşme adımları, AKP bunun hiçbirini yapmadı. Önce “biz Haziran başı değil Haziran sonunda anlaştık” dedi, Haziran sonu geldi, bu ikinci adımda, 3 aşamalı eylem planı vardı. Birinci aşama çatışmasızlık, esirlerin bırakılması, gerillanın geri çekileceğinin netleşmesi, ikinci aşama gerilla çekilirken Türkiye’nin demokratikleşmesi, üçüncü aşama ise normalleşmeydi. İkinci aşamaya geçilemedi. Önder Apo bu durumu sabırla sürdürdü. Yoksa birçok kez Önder Apo da belirtti, 2013 Haziran sonunda süreç bitmişti. Ama sabırla AKP’yi doğru çizgiye çekmek üzere mücadele yürüttü.

tık kimseyi kandıramazlar. Tüm gelişmeler alemin gözü önünde olmuştur. Toplum da, AKP’liler de artık uyanmışlardır. Neyin ne olduğu görülmekte ve anlaşılmaktadır.

2014 Kasımında ise Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı adı altında bir proje sundu. Hareket olarak bu taslağa olduğu gibi katıldık ve söz konusu süreci de bu proje başlattı. Ondan sonra 28 Şubat açıklaması gündeme geldiğinde baktık ki, AKP’liler hiç oralı değil. Cumhurbaşkanı, AKP sözcüleri, Başbakanın sözleri, üslupları, yaklaşımları ile tam bir karşıtlık içinde tahrik ediyorlar. AKP ciddi değildi ve Önder Apo’ya “bu biçimde olmaz” diye görüş sunduk. Tartışma bunun üzerine oldu. Önder Apo ise “biz açıklamamızı yapacağız. Açıklama ortak olacak” dedi. Ortak açıklama karşılıklı bir tür mutabakattı. Bunun ortada belgesi vardı ve hareket olarak biz buna göre evet dedik, 28 Şubat açıklamasını destekledik. Ondan sonra görüşmeler oldu, İzleme Kurulu’nun oluşturulması kararlaştırıldı. İzleme kurulunun kimler olacağına dair basında bir sürü tartışma yürüdü. En çok AKP yandaşı basın bu tartışmayı yürüttü. AKP sözcüleri, basındaki yandaşları süreç ilerliyor diye el çırptı. Aynı çevreler Önderliğin Newroz bildirgesini alkışla karşıladı.

Peki, niye böyle oldu? PKK, AKP’ye karşı hile mi yapıyor? Bundan PKK memnun mu? Memnun değiliz ve böyle olmasını istemiyoruz, tüm bunlar böyle olması için yapılmadı. AKP bu duruma Kürt sorunun çözümünü de içerecek şekilde Türkiye’nin demokratikleşmesi yönündeki süreci yürüttüğü için gelmedi. Doğru yürütmediği için geldi. İnanmadığı için geldi. İçinde hile taşıdığı için geldi. Çözüm süreci dedi, sorunları çözeceğiz dedi, demokrasiyi getireceğiz dedi, ama aslında demokrasiyi getirmedi, demokratikleşme adımları atmadı. Tam tersine İç Güvenlik Paketini getirdi. Bu yasalarla Türkiye’yi daha da faşistleştirmeye çalıştı. Newroz gösterilerine saldırı oldu. AKP yandaşı medya da “polisin saldırmadığı yerde olay olmadı” diyordu. Doğru. Bazıları çıkar gereği gerçekleri söylemiyorlar ama AKP’nin inanılırlığı aşınıyor, güvenilirliği aşılıyor, hile ve yalanları açığa çıkıyor. Sen bu kadar

13


Özgür Halk PKK’ye düşmanlık yapacaksın ve ondan sonra da diyeceksin ki, silah bırak! Kendini savunmasız hale getir! Peki, ondan sonra sen ne yapacaksın? Ben sana bildiğimi yaparım! Alem ahmak mıdır? Önder Apo net ifade etti, biz de hareket olarak katıldık: Demokratikleşme paketinde mutabakat olsun, kararlar müzakere olsun, biz silahlı mücadeleyi sürdürüp sürdürmeme durumunu tartışalım. Önderlik iyi niyet beyanı olarak “Bunun için ben PKK’yi kongreye çağırıyorum” dedi. Ama bununlar birlikte “demokratikleşme paketinde bir mutabakat, anlaşma olursa, izleme kurulunun şahitliğinde bunlar netleşir, kesinleşirse bu olabilir” dedi.

Nisan 2015

teşhir olmuştur. Bu tür yaklaşımlar AKP’yi içine bulunduğu çöküşten kurtaramayacaktır. Bu durumuyla kendilerini daha fazla batırmışlardır. AKP’liler gerçekten akıllılarsa Tayyip Erdoğan’ın müdahalesini aşmalıdırlar. Tekrar 28 Şubat açıklaması, Newroz açıklaması yönünde süreci ilerletilmelidir. Demokratik güçler de bu gerçeği görmüşlerdir. Bu gerçeği halka iyi taşmaları gerekmektedir. AKP seçimler öncesi bir gerginlik yaratmak istediğine dönük belirtiler bulunmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın son yaklaşımlarında bu son üç dört yıldır yürüttüğü politikaların başarısız kalması sonucu ondan bir dönüş yapma eğilimi gözükmektedir. Bu yaptığı sadece bu çözüm sürecine müdahale değildir. Şimdiye kadar izlediği politikalar başarısız kaldı, yenilgiye uğradı. İranlılar da açıklama yapmışlardı, “Suriye’de yenildi, AKP bizim üzerimize atıyor” diye. Gerçekten de izledikleri politikalarda başarısız kaldı, şimdi böyle yumuşak bir dönüş, değişiklik yapmak istiyorlar. ABD’yle karşıt düşmüşlerdi şimdi ABD’yle uyuşmaya çalışıyorlar. Yemen’de Suudi Arabistan saldırılarını destekliyorlar. Dolayısıyla Suudi-ABD cephesine yeniden dönüş yapmak istiyorlar. Suriye’deki politikalarını buna göre gözden geçirdiler, ABD ile daha uyumlu hale gelmeye çalışıyorlar. Tayyip Erdoğan’ın ABD ve İsrail karşıtı politikaları kendisine fazla kazandırmadı, giderek kaybetme noktasına getirdi. Tekrar o tarafa dönmeye, bu yönlü politika değiştirmeye çalışıyor gibi bir eğilim vardır.

Asıl Tayip Erdoğan’ın sözleri süreci zehirlemiştir Şimdi AKP’nin bu adımları atması gerekirsen, İzleme Kurulunu oluşturup İmralı’da 10 madde üzerinden müzakereleri başlatıp, demokratikleşme paketini ortaya çıkarıp ortak olarak imzalayarak PKK’nin Kuzey’de silahlı mücadeleyi durdurmak üzere kongre yapmasının önünü açacakken, “PKK terör örgütüdür, silah bırakmadan biz hiçbir şey yapmayız” demektedir. Tayyip Erdoğan’ın sözleri 40 yıldır Türkiye’yi yönetenlerin sözleridir. Ha CHP’liler, ha MHP’liler, ha diğer parti hükümetleri, bu arada bir sürü parti geldi geçti, hepsi aynı şeyi söylemişlerdi. Tayyip Erdoğan “Cumhurbaşkanı mı olmadılar, Başbakan mı olmadılar, Bakan mı olmuyor, neleri yok!” şeklinde de açıklama yaptı. Evet, Kürtler her şey oluyorlar, doğru, ama Türk olmak kaydıyla olabiliyorlar. Türk olmak kaydıyla, Kürtlüğünü inkar etmek kaydıyla, Kürt diliyle kültüründen kopmak kaydıyla, mevcut asimilasyoncu faşist düzenin iyi bir hizmetçisi olmak kaydıyla mal-mülk sahibi olunabiliyor. Bakan da olunabiliyor, şimdi AKP’nin içinde de böyleleri vardır. Ama onların Kürtlükle ne alakaları var, Kürtlükleri nerededir? Mahmut Esat Bozkurt ne demişti: “Kürtler ancak Türkün hizmetçisi olur, başka bir şey olamazlar” Tayyip Erdoğan’ın sözü ile Mahmut Esat Bozkurt’un sözleri arasında hiçbir fark yoktur. Erdoğan “Kürt sorunu yoktur” demesi, “Kürt yoktur” demesi anlamına gelmektedir. AKP içinde olanlar, “Kürt yoktur” diyen bir Cumhurbaşkanının, parti başkanının izinde yürümektedirler. Böylelerinin ne kadar menfaatçi çıkarcı oldukları, kendi bireysel çıkarları için Kürtlüğü de sattıkları ortaya çıkmıştır.

AKP’nin kimi sözcüleri “PKK silah bırakmaya söz verdi, ama sözünü yerine getirmedi” anlamına gelen açıklamalar yaptı. Bu yalandır. Hareketimiz hiç kimseye böyle bir söz vermedi. Ordu tahrik ve porovakasyon operasyonları yapıyor Çözüm süreci karşıtlığı da bu temeldedir. Şimdiye kadar hile ve oyalama ile yürütmüş, şimdi bunu yürütmeye gerek kalmıyor, çatışmalı bir durumu da gündeme getirebilir. İç politikada da böyle yaptı. Harp Akademi’lerine gitti, ordunun önünde özür diledi. “Bizi aldattılar, ben de sizin gibi mağdurum” dedi, Balyoz, Ergenekon davalarından dolayı, yapılanlardan dolayı ordudan özür diledi ve böylece orduyu yanına çekti, Genelkurmayı harekete geçirdi. Ondan sonra bir yandan Tayyip Erdoğan, bir yandan Necdet Özel sürece karşı politika yürütmeye başladı. Tayyip Erdoğan açıklama yaptı, Necdet özel de açıklamalar yaptı. Önder Apo’nun Aşme ruhu kavramına şiddetle karşı çıktı. Aşme’ye gitti, sınırı aştı, görüntüler verdi. Genelkurmay türbeyi Aşme’ye kendilerinin getirdiklerini açıkladı. Peki, o ordu Kobani’den geçti geldi. Kobani kimin elinde? Nasıl geçti o ordu? “Vurdum geçtim!” O zaman buyursun, bir daha vursun geçsin! Bunlar herkesin gözü önünde oldu. Kobani için 5-6 aydır yüzlerce şehit vererek savaşmış bir güç var, DAİŞ faşizmini yenmiş, kovmuş ve atmış bir güç var. Sen onun ortasından geçmişsin, diyorsun ki, “ortada kimse yoktu, ben yoldan vurdum geçtim!” O zaman DAİŞ de

AKP bu hileli politikayı yürütmeye devam ederse çökecektir. Bundan vazgeçmelidir. Gerçekten hükümet etkili yürüyordu, umut vermişti, Newroz ertesinde Tayyip Erdoğan’ın sözlerine kadar Türkiye’de barışçı bir ortam hakimdi. Herkes demokratikleşme olacak, sorunlar çözülecek diye umutlanmıştı, umutlar yeşermişti. Olumlu bir hava vardı. Yeni adımlar atılacak diye herkes beklenti içindeydi. Tayyip Erdoğan’ın sözleri bu olumlu havanın ortasına bomba gibi düştü. Türkiye’deki o sıcak demokratikleşme ortamını buz kesti, zehirledi. Yalçın Akdoğan PKK’nin sözlerine değil de “sözleri talimatımdır” dediği genel başkanı, yani Cumhurbaşkanının sözlerinin ortamı nasıl zehirlediğine bakmalıdır. Ortada eğer bir zehirleme varsa, süreci Tayyip Erdoğan’ın sözleri zehirlemiştir, zehirlemeden de öte dondurmuştur. Bununla birlikte kendisi

14


Özgür Halk

Nisan 2015

vurur gelirdi, gelebildi mi? Gelemedi, kovuldu. Kaldı ki bilançolar da ortadır. Ama Genelkurmay ile Tayyip Erdoğan’ın anlaştığı görülmektedir. Ondan sonra da Türk ordusu operasyonlar başlattı. Oremar da, Uludere’de durmadan tahrik etmeye, operasyon yapmaya, sınır üzerinde Medya Savunma Alanlarına dönük top, obüs saldırıları yapmaya başladı. Sadece buralarda da değil Amed tarafında, Mazıdağ’da operasyonlar yapıldı. Bizzat gerillaya dönük kara operasyonuna çıkıldı. Oremar’da gerilla da karşılık verdi, çatışma oldu. Tayyip Erdoğan AKP’yi çark ettirmeye çalışmaktadır. Bunu doğru görüyor olabilirler, ama o zaman şimdiye kadar izlediği politikalar başarısızdır, sonuçsuzdur. Çark ederek, başka bir tarafa geçerek aslında kendini kurtaracağını sanmaktadır. Böylece güya Kürtleri, Kürt Özgürlük Hareketi’ni, Rojava’da, Başur’da DAİŞ faşizmine karşı Kürtlerin kazandığı itibarı zayıflatmaya, ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Kürtlerin çeşitli kesimlerle geliştirdikleri ilişkilerin önünü kesmek istiyor. Hedefi ve amacı budur. Bir de gerginlik yaratmak istiyor olabilirler. Ama gerginlik politikası, AKP’yi çökertir. Hani AKP çatışmaları ortadan kaldırmıştı, barıştan yanaydı, barışı getiriyordu. Bir de, “PKK adım atmamızı engelliyor” deniliyordu. 2013 Newrozundan beri PKK ateşkestedir, birkaç misilleme dışında bir tane silah kullanmamıştır. Zaten PKK savaş ilan etmemiş ki, ateşkes var, çatışmasızlık var, AKP hükümeti demokratikleşme yönünde istediğini yapabilir, buna bir engel yoktur. Ama yapmıyor. Kendi istediği kanunu çıkarıyor. Demokratikleşme ve Kürt sorunun çözümü yönünde adım attılar da PKK mi ellerini tuttu, gerilla mı ellerini tuttu, hayır. Tam tersine bu kadar tahrike rağmen, Cizre’de, Amed’te çocuk ve genç katliamına rağmen, bu kadar baskı ve zulme rağmen büyük bir sabırla Önder Apo gerilla ve halkı çatışmasızlık ortamında tutmaktadır. Önder Apo’nun sabırla yürüttüğü bu politika olmasa ne Kürt halkını, ne gerillayı, gençlerini kimse tutamayacaktır. İstediği kadar faşist polis örgütlesin, devletini saldırtsın kimse artık Kürdü korkutamayacaktır. PKK 40 yıldır mücadele eden bir harekettir. Ama AKP 2011-2012’de iki sene savaş yapamadı, herkese yalvarır hale geldi.

Barışı istiyoruz, Önder Apo’nun yürüttüğü sürecin sonuna kadar arkasındayız. Ama bazıları “PKK artık silah kullanamaz hale geldi” demektedir. PKK’nin ne yapacağını şimdiye kadar yaptıkları göstermektedir. Önder APO’nun başlattığı sürecin sonuna kadar arkasındayız AKP’yi telaşa düşüren, Tayyip Erdoğan’ı da süreci tersine çevirmek üzere alenen riskli bir biçimde müdahale etmek zorunda bırakan HDP’nin barajı aşmış olmasıdır. Onu gördükten sonra bu müdahalede bulundular. Mehdi Eker itiraf ediyor. HDP yükseliştedir ve iyi çalışırsa baraj değil, 2002’de AKP’nin yaptığı gibi HDP de bir çıkış yapabilir. Çünkü boşluk var ve AKP’nin yalanı, hilesi ortaya çıkmıştır. AKP Türkiye’nin sorunlarını çözecek bir güç değil, Türkiye’ye barış ve demokrasi getirecek bir güç değildir. O halde HDP barış ve demokrasi programını güçlü şekilde oluşturur, siyaset gündemine koyar, bunu topluma taşırsa, yüzde 10 değil de 20’leri ve üstünü hedefleyebilir. Bu mümkündür. Çünkü AKP, CHP, MHP bir elmanın parçaları gibidirler. Birbirlerinin alternatifleri değil birbirlerinin koltuk değneği konumundadırlar. Onlara alternatif olan HDP’nin demokratik siyasetidir. 7 Haziran seçimi AKP ve HDP arasındaki mücadele olacaktır. AKP düşecek, HDP iktidara yürüyecektir. Demokratik siyaset AKP iktidarının alternatifi olarak gelecektir. HDP bu duruma gelmiştir. Bu bakımdan biraz yurtseverlik, demokrat zihniyeti olan, emekten ve halktan yana olan, Türkiye’yi seven, demokratik yaşam isteyen, kardeşlik isteyen herkesi böyle bir ortamda gerçekten de AKP’nin alternatifi olarak demokratik siyaseti HDP şahsında 7 Hazirandan sonra Türkiye siyasetinin temel aktörü haline getirmek üzere birleşip çalışmalıdır. Zaferin demokratik siyasetin olacağına herkes sonuna kadar inanmalıdır.

Şimdi bunları söylemek gereksizdi ama toplum yanlış bilgilendiriliyor. Bir alıklaştırma operasyonu var ve buna algı operasyonu denilmektedir. Yani yalanı 40 defa söyleyince, söyledikleri yalana kendileri de inanmaktadırlar. İnsanları bütün imkanları ellerine almışlar, yalan yanlış şeylerle beyinlerini yıkamaktadırlar. Önder Apo da hareketimize “savaşa da, barışa da hazırlar mı?” diye sordu. Herkesin de bunu bilmesi gerekir.

15


Özgür Halk

Nisan 2015

1949 Nisanında Doğmak 1973 baharında, bir darbe ortamında devrimci örgüt kurmaya, grup oluşturmaya karar veren cesaret, fedakârlık, kararlılık ve irade PKK’yi temsil eden iradedir. Bütün zor koşullara rağmen, onu yenilmez kılan, bugüne kadar getiren bilinç ve irade orada temelleri atılan bilinç ve iradedir. Duran Kalkan Önderliğin Bir Halkı Savunmak ve önceki savunmalarda, daha fazla da çözümlemelerde Önderliksel çıkış ve Önderliksel şekillenmenin nasıl bir süreç yaşadığı geniş şekilde vardır. Bir dönem olarak, çocukluk dönemini, köy ve aile ortamını, onun kendi üzerindeki etkilerini değerlendirdi. Halfeti’nin Amara köyünde ve 1949’da doğdu. Doğum günü 4 Nisan olarak biliniyor. Köy, aile çevresine dair özellikleri, kendisini etkileyen boyutları Önderlik çözümlemelerde çok değerlendirdi. Çocukluk dönemini geçirdiği süreç, yeni sömürgecilik altında köy-tarım toplumunun ciddi bir zorlanma ve dağılmaya başladığı süreç. Hem çok zayıf durumda hem de kendi içinde parçalanan, köy dışında çözüm arayışları epeyce var. Bununla birlikte köy toplumunun özelliklerini yoğun olarak taşıyor. Urfa en eski yerleşim yeri, MÖ 10 bin yıllarında şehirlerin kurulduğu görülüyor. Tarım-Köy devriminin, Neolitiğin merkezlerinden birisi. Toplumsal olarak farklı etnik grupları içeriyor. Ermeniler, Türkmenler, Kürtler, Araplar var. Zengin bir etnik kimlik var. Toplumsal değerler güçlü, fakat ağalık düzeni de beli ölçüde var, onun etkileri var. Çok çelişkili bir toplumsal zemin. Yeni sömürgecilikle kapitalizmin girişi altında dağılmada bir etken. O bu çelişkileri daha çok harekete geçiriyor.

Okul sürecinin de önemli bir etkisi var. Zaten kendi köylerinde okul yok, komşu köyde ilkokula gidiyor. Köy Türk köyü olarak görülüyor, ama Ermeni köyü olabilir. Her gün sabah git, akşam gel. Gelemeyince o köyde kalma oluyor. Okul yeni bir ortam ve yeni bir dil. Öyle olunca o köydeki ve evdeki çelişkiler, yine ortamın umutsuzluğu, kendini kurtarmak için yetmeyeceği bilinci daha çok artıyor. Bu sefer bakıyor ki dil kültür bakımından da öyle değil, kendisinden başka bir şey isteniyor. Kendisine ailenin verdikleri mevcut sistemde hiç değer ifade etmiyor. Bu böyle olunca çok zorlanıyor ama insanı yaşatır görüneni en iyi yapmak için tüm gücüyle çalışıyordu. Önderlik tarzında üstün körü iş yapmak yoktur “Okulun birincisi oldum,” diyor, okula gittiğinde bir kelime bile anlamayan kişi giderek okul birincisi olabilecek kadar bu işi öğrenir hale geliyor. Dine yönelimiyle, okula yönelimi, yaklaşım olarak birbirine denktir. Hakkını vererek. Ya hiç yapmayacak, yapacaksa da en iyisini yapacak. Öyle yarım bırakmayacak, üstün körü yapmayacak. Önderlik tarzında o yok. Bunlar kişilik özellikleri oluyor, daha çocukluk döneminde şekilleniyor. Bir sürü arayışçılığı var, avcılık yaptığını, çocuk gruplarını örgütlediğini, bununla bir tür örgütçülüğünün, toparlayıcılığının orada geliştiğini belirtiyor. Din, namaz kılma, cemaatin önüne çıkma grup oluşturma özelliklerini geliştirdiğini söylüyor. Ailenin çelişkilerinden etkilenme durumları var. Onları da sorguluyor. Ana daha etkin, mücadeleci, bunu öğretiyor ama öğrettiği mücadele kuru intikamcılığa dayanıyor, kuru düşmanlık, “intikamımızı al!” o orda doğrultu göremiyor. Babanın mücadele tarzı sadece yakınmadır, hiçbir maddi temeli yok, örgüt gücü yok, dolayısıyla başarısı yok. Söyleniyor, küfrediyor, öyle kalıyor. “O tarz mücadeleyle de yaşamda bir şey elde edemeyeceğimi babamın tarzına bakarak anladım,” diyor.

Çelişkilerin çok olduğu, tarım-köy toplumunun dağılmaya başladığı, insanlar için umut, gelecek arz etmediği, dolayısıyla da kendisi için yeni gelecekler arama, bulma çabasının çok yoğun olduğu bir dönem. Böyle bir dönemde Önderlik daha fazla bu çelişkileri derinden hissediyor. Bu da anlama ve duygu düzeyidir. Derin bir duygu ve anlama düzeyi var. Kişilik olarak algılama, öğrenme ve muhakeme etme yetisi çok kuvvetli. Çözüm arama daha çok dinde oluyor, bu dini inceleme yaşadığı çelişkilere, sorunlara din üzerinden çözüm arama en çok yaşadığı bir yöntem. Arıyor ama nereye kadar varacak, ancak yapabildiği İslamiyet’in ritüellerini fazlasıyla zamanında ve yerinde hayata geçirmek oluyor. “O kadar çok ilerledim ki, ‘köy hocası böyle giderse Abdullah uçar’ dedi,” diyor. Bu da neyi gösteriyor, Önderliğin bir işe yaklaşımının ne kadar istekli olduğunu, derin olduğunu gösteriyor. Öyle üstün körü, yüzeysel yaklaşmıyor, hakkını vererek yaklaşıyor. Önderlik yine, “benim için Kürt sorunu ilkokula gittiğim ilk gün başladı.” dedi.

Hak adalet duygusu yüksek, emeğe değer veriyor, köylü çocuğu, tarımda çalışıyor. Çalışmadan, emek harcamadan yaşama tutunanlara çok öfkeli, onlara karşı mücadeleci. Kardeşleriyle öyle bir mücadele içinde olduğunu anlatıyor. Herkesi çalışmaya teşvik ettiğini, çalışmadan yaşamanın doğru olmayacağını, yine köy ortamında, aile düşmanlıklarını anlamsız bulduğunu, daha küçük-

16


Özgür Halk

Nisan 2015

çok dağıtıcı bir süreçti. Gerçekten de insan bilincini, ölçülerini felç eden, darmadağın eden bir şey. Öyle bir savaştan, şundan bundan çok daha fazla hızlı tahrip edici bir süreçti. Öyle bir süreç yaşadık. O dönemin toplumsal dönüşümü yaşandı. Kürdistan’da yoğun olarak yaşandı, sadece Kürdistan’da değil, Türkiye’nin kırsal toplum kesimi böyle bir dağılmayı çok parçalayıcı, etkili bir biçimde yaşadı. Toplumsal değer yargıları bir günde altüst oldular. Yenisi yerine kondu mu, hayır! Bu dağılmayı yaratan sistemin yeniden inşa etmek, yeni bir şey yaratmak gibi bir derdi yoktu. Tek derdi dağıtmak, parçalamak, bu şekilde de kapitalizmin verimli bir kölesi haline gelsin. Tek istediği, derdi buydu. Onu başardı mı, başka hiçbir şey istemiyordu. Şimdi böyle bir ortamda Ankara’ya gidiliyor. Ciddi bir arayış olamasa, öyle bir dağılma süreci olmasa gidemez. İkincisi gidilen yerin özellikleri çok önemli. Ankara sömürgeci başkentti. Devlet orada, Kürtlüğü, Kürdistan’ı yok etmek isteyen devletin bütün mekanizmaları orda. Her şey orada şekilleniyor, orada kararlaştırılıyor, Kürtlüğün fermanı oradan çıkmış. Bu sıradan bir yer değil, başkente gitmek önemli. Ciddi siyasi arayışları olmayanlar başkente gidemezler, orası yönetim, siyaset merkezi. Siyasette, yönetimde gözü olanlar giderler, gitmek isterler. Daha o zamandan Önderlikte öyle arayışlar var. Önderlik harp okuluna gitmek istediğini de söylüyor. General olmak için, güç sahibi olmak için ama bir Kürdün askeri okula gidebilmesi için, çok güvenilir kefiller bulması gerekiyor. Onu bulamadığı için gidemediğini söylüyor. Böyle olunca geriye sivil siyasette ilerlemek kalıyor. Ankara’da böyle tanımlanabilir.

lük çağında aile ölçülerine tepki olarak annesinin düşmanlık yapmasını istediği Hasan Bindal arkadaşla, arkadaşlık kuruyor. “Düşmanlık yapacak herhangi bir neden göremedim, tersine çözümü arkadaşlıkta buldum” diyor. Yine kardeşlerinin, kız kardeşlerinin durumu, toplumsal yaşam, alınıp-satılma evlilik durumu, kendisi açısından anlaşılması güç ve hayal kırıklıkları yaratan durumlar olduğunu ifade ediyor. Bütün bunlar yaşadığı ortamın özellikleri ve kişiliğinin şekillenmesine yön veren ortamlar. İnsan kişiliğiyle doğmaz, çocuk olarak doğar, kişiliğini büyüdüğü ortamın özelliklerinden alır. Önderliğin içinde büyüdüğü ortamda o özellikleri veriyor. Arayışçı kılıyor, hareketli kılıyor, yaşanan çelişkileri yakından görüyor, hissedebiliyor ve onun verdiği rahatsızlık var, dinamizm ve hareketlilik var, “cıva gibi hareketliydim,” diyor. İş yapmada öyle dinamik, fakat fayda getirmeyen ilişkileri, çelişkileri görüp, rahatlıkla reddedebiliyor. Aile, toplum ölçülerini reddedebiliyor, o da ailede, çevrede rahatsızlık yaratıyor. Bu ölçülerle çok fazla sonuç alıcı olamayacağı intibası uyanıyor. Köy ortamında aldığı özellikleri şöyle sıralanabilir; doğruyu arayan, zorluklar üzerine giden ama aradığını bulamayan, çelişkilere dolu, verili ölçülere tepki duyan, kendine göre ölçüler geliştirmeye hazır ama çok fazla da onun imkanını bulamayan bir konum. Köy ve aile ortamından kopuş Böyle bir ortamda Nizip’te ortaokula gidiyor. O okulun en önemli yanı artık köy ve aile ortamından kopuştur. Onun ne kadar kendisi için zor geldiğini Önderlik çözümlemelerde çok anlattı. Hem gitmek istiyor, hem zoruna gidiyor. Gitmese köyün kendisine verecek bir şeyi yok, onun farkında. Gitse, aslında ona da gücü yok, okyanusa kulaç atmak gibi bir şey, nereye gideceği belli değil, ne olacağının hiçbir garantisi yok. İkinci dönem, lise yıllarıdır. Liseyi Ankara’da Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nde okuyor. 4 yıllık bir okuldur o. Okuyunca hem lise mezunu oluyor hem de kadastro memuru. Tapuları düzenleyen bir memuriyet. Okul Ankara’da yatılı bir okuldur. Okulu kazanıyor ve okumak üzere Ankara’ya gidiyor. 15-16 yaşlarına denk geliyor bu. Aileden olduğu gibi ortamdan kopuyor. Toplumsal ortamdan olduğu gibi, Kürdistan’dan da kopuyor. Kürdistan’ın en tarihi toplumsal yapısı içerisinde doğup büyüyen bir çocuk, Kürdistan üzerinde inkar ve imha sistemini yürüten rejimin başkentinde, merkezinde daha ilk gençlik yıllarında yalnız başına lise öğrenimi yapmaya gidiyor. Bu çok cüretli bir iş, herkesin kolayca yapacağı bir iş değil. Normal şartlarda yapılmaz da zaten. Toplumsal dağılma süreci oraya götürüyor. Daha önceki süreçlerde olsa böyle bir yönelim içine girmesi çok zor. Kolay değildi, gerçekten de toplumsal dağılma çok zordu. Kapitalist modernite sistemi öyle dağıttı ki, taş taş üstünde bırakmadı deyim yerindeyse. Bir iki yıl önce köyden kasabaya bile gitmeyi kasabaya yerleşmeyi çok ağır, toplumsal yapıyı zorlayan, geleneklere uygun olmayan bir yaklaşım olarak gören değer yargıları, birkaç sene sonra, bırak yakındaki kasabaya gitmeyi, Kürdistan’ı bırakıp Türkiye’yi, Türkiye’yi bırakıp Avrupa’ya gitmeyi çok doğal, normal bir ölçü haline getirdi. Darmadağın oldu. O süreç

Bir de o dönemin Ankara’sı önemli. Gittikçe Türkiye’de yeni sömürgecilik altında resmi ideolojinin kırıldığı, yeni arayışların ortaya çıktığı, örgütlenmelerin olduğu, anlayışların, değer yargılarının değiştiği, yeni ideolojik siyasi mücadelelerin gündeme geldiği, iç mücadelenin yoğunlaştığı, milliyetçi hareketin bir yandan, İslami hareketin bir yandan, sol-sosyalist hareketlerin bir yandan örgütlenip gelişmeye başladıkları Türkiye içindeki çelişkilerin bu temelde arttığı ve ideolojik, siyasi hatta giderek askeri mücadeleye dönüştüğü, dünyada ‘68 gençlik kültür devrimi dediğimiz sürecin yaşandığı, Türkiye’yi de yakından etkilemeye çalıştığı bir dönem. Böyle bir dönemi Ankara’da geçiriyor ki, bu dönemin Türkiye açısından en çok etkilediği yer Ankara oluyor. Mevcut yaşanan değişiklikler en erkenden ve en çok Ankara’yı etkiliyor. Her şey Ankara’da var, en hızlı biçimde her şeyi Ankara’da görebilme imkanı bulabiliyor. Her şeyi görüp anlamaya açık bir çağ. Son derece gözlemci, arayışçı bir yöne var. Yerinde durmuyor, Önderlik deyimiyle “cıva gibi,” ele avuca sığmaz bir durumda. Böyle olunca o dört yıl Ankara’da çok şey öğreniyor. O ortamın bütün etkilerini yaşıyor, çelişki ve çatışmalarını inceliyor. O yaşta herkesle tanışıyor. Sağcı olanların konferanslarına gidiyor, şair Necip Fazıl Kısakürek’i dinliyor. En sol hareketleri de, gençlik hareketlerini de dinliyor, görüyor. Sosyalizmin ve sol-sosyalist düşünceye eğilim Okuyor, inceliyor. Birçok Marksist eserin, ulusal kurtuluş-

17


Özgür Halk

Nisan 2015

çu pratikleri anlatan eserlerin Türkçeye çevrildiği, Türk- hareketi yeni bir gelişme seyri içinde. Çatışmalar oluyor, çede o temelde bir aydınlanmanın, tartışmanın geliştiği, o süreç özerklik arayışına doğru gidiyor. Onun da Diyardergilerin çıkarıldığı bir süreç. Bir yandan para için, bir bakır’da etkisi var. Kürt toplumunu tanıyor, Diyarbakır’da yandan süreç gereği bol bol kitap tercüme edilip piyasa Kürt insanını, gerçeğini daha yakından inceliyor. Urfa’ysürülüyor. İnceleyen aydın gençlik, ona göre yön çiziyor, la Diyarbakır’ı birleştirmesi, bir de sosyalist bilinçlenme kendi düşüncesini oluşturuyor, örgütünü yaratıyor. Türki- temelinde Önderliğin ciddi bir bilinç kazanmasını sağlıye yepyeni bir arayış içerisinde birçok parçaya bölünü- yor. Bu çok çok önemli Kürdistan içindeki çelişkileri, Kürt yor, çelişki ve çatışma durumu gelişiyor. Böyle bir arayış insanın özelliklerini, değer yargılarını, orada görüyor. içerisinde okuyor, inceliyor. Sosyalizmin Alfabesi kitabı Diyarbakır’a gitmese, Kürt gerçeğini öyle tanıyamaz, ile karşılaşıyor, okuyor, bitirdiğinde “İslamiyet’te çözüm Kürt insanını toplumunu bu kadar yakından, derinliğine bulamadığım toplumsal çelişkilerin hepsine biranda tanıyamaz, Kürt gerçeğini tanıması eksik kalırdı. Hem çözüm buldum,” diyor, “kitabı kapattım yastığın altına Kürt toplumundaki tarihten kalan toplumsal özellikleri koydum ve Muhammet kaybetti, Marks kazandı dedim, görüyor hem de kapitalist modernite sistemi karşısınkendi kendime,” diyor. “Dini eğilimden vazgeçtim, onunla daki çaresizliğini görüyor. “Hiçbir şey yapamayız, biz yapacağım bir şey kalmadı. Sol düşünceyi çözüm getire- donmuşuz beyim, bizden bir şey isteme. Biz çürütülcek düşünce olarak gördüm.” Ondan sonra sol-sosyalist dük,” deniliyor. İnsanlarda bir özlem var, hissediş var, düşünceye giderek eğilim duyuyor, araştırıyor. Hepsini ama kırılmış. Bütün gücü, değeri ezilmiş, her şeyden araştırıyor, inceliyor. Aslında Önderliğin öyle bir özelliği mahrum bırakılmış. Bu ciddi bir durum, ciddi bir çelişki. vardı. Bilgiyi inceleme, öğrenme açısından bulduğu, tabi Dönemin Kürt, Kürdistan gerçeğini tanımada, Kürt yararlı olanı inceleyen bir konumdaydı. Sadece kendisi- toplumunu, insanlarının özelliklerini tanımada çok ne doğrudan bilgi verecekleri değil, ters bilgi verecekleri önemli bir durum. Bunları yakından gözlüyor, inceliyor, de okuyordu. Mukayese etmek, tartışma ve oradan doğ- öğreniyor; devletin ne durumda olduğunu öğreniyor, ru sonuçlar çıkarabilmek için. Böylece oradan lise me- toplumun ne durumda olduğunu öğreniyor, güneydezunu oluyor, tapu kadastro memuru oluyor, bir de sosya- ki gelişmelerden bilgileniyor. İlkel milliyetçi hareketin list genç oluyor. Sorunlarına sosyalist düşünceyle çözüm bulacağına inanan, onu araştırıp inceleyen, bütün Ankara sömürgeci başkentti. Devlet orada, Kürtlüğü, Kürdistan’ı yok etmek isteyen devletin bütün mekanizmaları olaylara, çelişkilere sosyalist çizgisinde bakan bir zihniyet durumu ortaya orda. Her şey orada şekilleniyor, orada kararlaştırılıyor, çıkıyor. Onun ötesinde Ankara’yı, Kürtlüğün fermanı oradan çıkmış. sömürgeci başkenti tanıyor, oradaki ilişkiler, çelişkileri, çatışmaları görüyor. Onun kişiliği üzerinde büyük etkisi var. Halfeti gibi, ne olduğunu, ne kadar istikbal vadettiğini orada daha Nizip gibi değil, koca bir şehir. Şehirle kapitalist moder- iyi görüyor, anlamaya çalışıyor. Bu çok çok önemnitenin devletçi sistemin şehir gerçeğiyle daha somut, li bir bilinçlenme dönemi. Kürt gerçeğini Önderliğin ayrıntılı bir biçimde Ankara’da tanışıyor. Ankara’da bir burada tanıdığını, burada öğrendiğini söyleyebiliriz. başkent, Kürt soykırımını planlayan, fermanını çıkaran Toplumsal gerçekliği Urfa’da alıyor, ulusal gerçeklibir başkent. Orada devlet gerçeğini, sömürgeci gerçeği ği Diyarbakır’da, tapu memurluğu sürecinde görüyor. yakından görüyor. Bu da bir şekillenme dönemi oluyor. Bir yıl sonra üniversite imtihanına giriyor, İstanbul Hukuk Toplumsal gerçekliği Urfa’da, Fakültesini kazanıyor. 1970-71 öğrenim yılında İstanbul ulusal gerçekliği Diyarbakır’da görüyor hukuk fakültesine kayıt yaptırıyor, herhalde İstanbul’da Üçüncü dönem olarak ondan sonra geçen birkaç yılı 1970’in güzünden ‘71’in yazı, güzüne kadar olan bir yıl değerlendirebiliriz. Bu süreç Amed, İstanbul ve Anka- içerisinde kalıyor. Bu bir yıl, nasıl bir yıl; Türkiye’de yerin ra’da cezaevine düşüşe kadarki süreçtir. Bunlarda mev- yerinden oynadığı, her şeyin altüst olduğu, Türkiye’de cut çelişkili, çatışmalı durumdan çıkışın çeşitli biçimde demokratik devrimin yaşandığı, bu devrimin bastırılmaelde ettiği bilgilenmeleri, aslında bir ideolojik, politik sı için 12 Mart 1971 Darbesi temelinde her türlü saldıçizgiye, bir anlayışa, kendine göre bir yoruma dönüştü- rıya geçtiği bir dönem. Bu olayların en fazla yaşandığı ren, düşünce gücü haline getiren bir dönem diyebiliriz. yerlerden bir tanesi, belki de birincisi İstanbul’du. Çünkü Tapu kadastro memuru olarak okulu bitirdikten sonar işçi-emekçi, gençlik, dolayısıyla toplum orada, Türkiye Diyarbakır’a, Amed’e görevlendiriliyor. Bir yıl Amed’te toplumunun yarısı orada. En çok harekete geçen, çelişçalışıyor. Tapu işleri halk içindeki işler, köylülük içinde- kinin çatışmanın yaşandığı yer orası. Böyle bir durumki işler birçok köye gidiyor geliyor, köylülerle oturuyor, da bu gerçekliğin hepsini Önderlik yaşıyor. Öncesinde tartışıyor. Bir yandan iş yapıyor, bu tapu işi nedir, tarih Ankara’yı tanıdı, dört yıl Ankara’da yaşadı. Bürokratik nasıl işlemiş, eski sistemi oradan öğreniyor. Diğer yan- kapitalizmi, sömürgeci sistemi başkentte gördü. Ondan dan Kürt toplumunu tanıyor, köylülüğü tanıyor. Biraz sonra bir yıl Amed’e gitti, Kürt toplumunu, ulusal gerçekUrfa’da tanımış, şimdi 70’lerin başında Diyarbakır’da liğini, içine düşürüldüğü durumu tanıdı. Ondan sonra da tanıyor. Urfa insanlığın en eski kenti, Diyarbakır Kürtle- Türkiye’de devrimci yükselişin, ‘71 devriminin en ileri dürin merkezi. Bir yandan Güney Kürdistan’da da Barzani zeyde olduğu dönemde İstanbul’da. Türkiye’nin en büyük

18


Özgür Halk kentinde, Osmanlı’nın, Bizans’ın başkenti. Aslında dünyada devletçi sistem içinde sayılı başkentlerden birisi.

Nisan 2015

lemeyi hedefleyerek bazı yabancı teknisyenleri kaçırıp, pazarlık yapmak üzere, içinde THKO’luların da olduğu bir grupla eyleme geçtiler. Kaçırdılar, Karadeniz’de Kızıldere köyüne gittiler, orada ordu üzerlerine gitti, katletti. İbrahim Kaypakkayalar Dersim’e dayanıyorlardı. Doğu Perinçek’in örgütündendiler. Doğu Perinçek böyle bir sürece direnmek yerine pasifizmi seçti. Ajandı aslında, MİT ajanı. Şimdi de Ergenekoncu çıktı, belli ki o zamandan öyleydi. Onun yerine, ondan koptu TKP/ML-TİKKO’yu kurdu, Kürt sorununda bazı değerlendirmeler geliştirdi. Dersim merkez olmak üzere, Kürdistan’a çekilerek orada gerillayı geliştirmek istedi. Epeyce dayandı, ‘73 Mayısında ihbar ettiler, yaralı yakalandı. Diyarbakır’da cezaevinde işkencede katledildi. Böyle bir karşı devrimci saldırıydı. Liderler böyle katledilirken kadroların hepsi tutuklandı. Sadece bu örgütlenmeler mi, hayır, diğer örgütlenmelerin hepsi yasaklandı, bazı sendikalar, Türkiye İşçi Partisi yasaklandı. İlk defa kontrgerilla iş-

İstanbul’da bütün örgütleri tanıyor, onların eylemini, liderleri tanıyor. Mahir Çayan’ın konferansına gidiyor, Mahir Çayan’ı dinliyor, Kürt sorununa ilişkin nasıl bir çözüm önerdiğini orada duyuyor. Gözlüyor ki, dönemin en etkili kişisi, en militan kişisi, en büyük devrimci örgütlenmeyi yaratan, önderlik eden bir kişi, gençlik önderi. DDKO’ya gidiyor, oradan Kürt gençlerini tanıyor, ne yapmak istiyorlar, durumları nedir, niye öyle örgütlenmişler, onlar neyi savunuyorlar, hatta üye olduğunu söylüyor, seminerlerine katılıyor. Birçok kişiyi tanıyor, onların Kürt ve Kürdistan gerçeğine ilişkin yaklaşımlarını görüyor. Ayrı durmalarının nedenlerini öğreniyor. Sokakta olayları takip ediyor, gözlüyor. Yılın yarısında, o zaman okullar ekimde başlıyor, Marta kadar olan beş aylık devrimci yükseliş var. Ardından 12 Mart 1971 Faşist Askeri Darbesi bu demokratik devrimi ezmek üzere geliyor. İstanbul’dadır ve bu karşı devrimin en çok etkisinin yaşadığı iki şehirden biri oluyor, biri Ankara, biri İstanbul. Muhtıra veriliyor, hükümet değişiyor. Ordu içerisinde Mahir Çayan’ların örgütü THKP/C de etkiliydi. Mahir Çayan’ı cezaevinden kaçırdılar. Hem de sıkıyönetim cezaevinden kaçırdılar. Yaralı yakalandı, mahkemeye çıkıyordu, bir gün cezaevinden kaçtı. Kolay mıydı, sıkıyönetim cezaevinden kaçmak. Sıkıyönetim cezaevleri ordunun içinde, ordunun savunduğu yerlerdi. Askeri elbiseyle, kendi örgütlediği güçler aldılar, çıkarıp götürdüler. O kadar etkinliği vardı. 9 Mart’ta ordu içinde kuvvet komutanlarındaki solcular darbe yapacaktı diye beklenti vardı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanı solcu olarak sayılıyor. O boşa çıkarıldı. Üç gün sonra, 12 Marta Genelkurmay Başkanlığına dayalı, (Memduh Dalmaç), Demirel hükümetine çekilmesi için muhtıra verildi. Süleyman Demirel hemen şapkayı alıp, kaçtı. Menderes idam edilmişti, iyi ders çıkarmıştı, durur mu hiç! Gitmese idam edeceklerdi. Şimdi Tayyip Erdoğan “direneceğim” diyor, ama çok bel bağlamamak lazım, ne yapacağı belli olmaz. Demirel, “neyle direnecektim, ordum mu vardı, üzerime ordu geliyordu.” diyordu. Kendini savunmada haksız değildir. Ordu desteğiyle hükümet kuruldu. Meclis içinde milletvekilleri içinden biri başbakan oldu, Nihat Erim; o da kontrgerillanın iyi bir elamanıydı, İsmet İnönü’nün yakın arkadaşlarından biri sayılıyordu. Onu başbakan yaptılar, diğerleri meclis dışından bir hükümet kurdular. Hükümet, anarşi diyorlardı o zaman, anarşiyi bastırmak üzere Balyoz Harekatı diye bir program hazırladı ve saldırıya geçti.

kence yaptı. Tutuklamaları, kovuşturmaları sürdürdü. 12 Eylül darbesinden sonra geliştirilen kontrgerilla işkencesinin ilk denemesi 12 Mart Darbesi sonrası bu alanlarda uygulandı. İlk uygulamalar orada yapıldı. Tecrübe orada edinildi diyelim. Bu önemli bir durumdu. Örgütler dağıldılar. Cezaevleri doldu. Sıkıyönetim mahkemeleri davaları başladı, 12 Eylül sonrasında da olduğu gibi. Şimdi Tayyip Erdoğan döneminde de benzer toplu davalar var, filan 1, filan 2 davası. Kadrolar önemli ölçüde ezildiler. Önder kadrolar katledildiler. Sadece saydıklarım değil, onun dışında da polisle, askerle çatışmaya girip şehit düşenler oldu. Çünkü onların bir kısmı daha önce Filistin’e gitmiş, gerilla eğitimi görmüşlerdi. Böyle bir eğitim içinde olanların önemli bir kısmı direniş arayışına girdi, çatışmalara girip şehit düşenler oldu, yakalananlar oldu. Nurhak’tan THKO’lulardan bir iki kişi kurtuldu, hala o harekette devam ediyorlar. Kızıldere’de Ertuğrul Kürkçü kurtuldu, 10 kişi şehit düştü. Ev bombalanınca, aşağı bir yerde kurşunlar etki yapmamıştı, sonra sağ yakalandı. Ertuğrul Kürkçü 12 Mart darbesi olurken DEV GENÇ başkanıydı; yükseköğrenim gençliğinin ortak federas-

İkinci dönem, Mart’tan sonraki süreç böyle bir karşı devrimin saldırı sürecidir. Buna karşı da devrimci örgütler direnişe geçtiler. Mahir Çayan, Deniz Gezmişler, İbrahim Kaypakkaya. Denizlerin bir kısmı dağa çıkmışlardı, geri kalanlar dağa çıkarken yakalandılar. Dağa çıkanlar, Sinan Cemgil ve arkadaşları Nurhak’ta çatışmaya girdi, bir kısmı şehit düştü, bir kısmı yaralı yakalandı. Mahir Çayan o sırada, darbeden sonra cezaevinden kaçtı. Mevcut durumda Denizlerin idam tehlikesi var, idamı ön-

19


Özgür Halk yonunun başkanı, THKP/C’nin Merkez Komite üyesidir.

Nisan 2015

açtı? Orada diyor, şuna ulaştım, “öyle bir örgüt olmalı ki, karşı devrimini saldırıları karşısında ezilmemeli, sürekli olmalı.” Lenin de öyle söylüyor, o çok önemli. Örgütlenme, onun yaklaşımı, pratik yaklaşımı yenilgiyi önleyen, her koşulda başarılı yürümeyi sağlayan pozisyonda olmalı. Bu sonuca ulaşıyor. Bunun nedenlerini sorguluyor.

12 Mart saldırıları devrimci yükselişi kırdı, ezdi. Önderlik hem yükseliş dönemimi İstanbul’da gördü hem de ezilme, bastırma dönemin bir kısmını. Daha sonra 1971 güzünde yatay geçişle İstanbul Hukuk Fakültesinden Ankara Siyasi Bilgiler Fakültesi’ne (SBF) nakil yaptırıyor. O zaman belli bir yönetmelik varmış, okulda belli bir not başarı gösterilirse Hukuktan Siyasal Bilgiler Fakültesine geçebiliyormuş ve ‘71 güzünde Ankara’ya geliyor. İki sene ayrıldıktan sonra, Diyarbakır ve İstanbul’da birer yıl geçirdikten sonra tekrar üçüncü yıl Ankara’ya bu sefer Türkiye’nin en büyük okulu, Mülkiyeliler Mektebi denen, devleti yöneten kadroların yüzde 70’nin eğitildiği okul olan SBF’ye kayıt yaptırıyor, geliyor. Mahir Çayan da o okulun öğrencisidir. O zaman devrimci harekete öncülük eden militan o okulun öğrencisidir. SBF devrimci gençlik hareketinin karargahı gibi. Bütün o gençlik direnişin eylemlerinin örgütlendirildiği, yürütüldüğü, yönetildiği merkez. Önderlik de öyle bir ortama giriyor, oraya dahil oluyor. Tabi tanıdığı kişiler oluyorlar, etkisi altındadır, sempatizan oluyor. O eylem görkemini, direnişi, çok etkileyici kitle eylemlerini görüyor. Diğer yandan karşı devrim saldırılarını, onun karşısında tutunamama, ezilmeyi görüyor.

Yenilme olduysa, neden oldu? Hatalar var, eksiklik ve yanlışlık neredeydi? Mevcut hareketlerin teorik, ideolojik çizgilerini sorguluyor. Türkiye’yi değerlendirmelerini, tarih, devlet, ordu değerlendirmelerini, devrim anlayışlarını, mücadele çizgilerini hepsini sorguluyor. Bunlarda aslında ortaya çıkan sonucun arkasında buralardaki yanlışların yattığını biliyor. Tarih yaklaşımları yeterli değil, çok dogmatik ve ezberci. Devlet ve ordu anlayışları doğru değil, orduyu devrimci görüyorlar, onun için tedbir geliştirmediler. Mahir Çayan’lar ordunun kendilerine saldıracağını beklemediler. Pazarlık yapacakları umudu vardı, hiç konuşulmadı, ordu bombardıman yaptı, ezdi. Nurhaklarda da öyleydi, çok fazla ordunun saldırmasını beklemiyorlardı. Çünkü “Mustafa Kemal’in ordusu, devrimci ordudur.” diyorlardı. Ordudan sol darbe olacak diye bekliyorlardı. Kendilerine verilen bilgi, biraz geliştirdikleri örgütlenmelere dayanarak öyle bir sonucun ortaya çıkabileceğini sanıyorlardı. Türkiye’yi tahlil etmede, özellikle Kürt sorunu, Kürdistan’ı tahlil etmedeki yanlışlıklarını değerlendiriyor.

Önderlik 8 Nisan eylemine öncülük ediyor 30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayanlar katledildikten sonra, 8 Nisan da Ankara’da bu katliamı protesto eden bildiri dağıtıyorlar, SBF’de. Önderlik de bu bildiri dağıtma eylemine katılıyor. Demek ki o dönemde aktifleşen bir sempatizan konumunda. Tutuklananlar tutuklanmış, öncü kadrolar daha önce örgütlenmiş, eyleme geçmiş olan kadrolar tutuklanmış, sempazinlara kalıyor, o eylem sempatizanların oluyor. Önderlik öyle bir bildiri eylemine öncülük edebildiğine göre sempatizanlıktan kadrolaşmaya doğru geçiş yaptığı bir dönem oluyor bu. Bildiri dağıtma sırasında tutuklanıyor. 7 ay Ankara Mamak Cezaevi’nde kaldı. 1972 Nisanından Kasımına kadar cezaevinde kalıyor. Bu dönem önemli bir dönem. Kızıldere katliamı arkasından oluyor, 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan Mamak cezaevinde idam edildiler. Ankara’da tutuklanan sol örgütlerin bütün kadroları, hayatta kalan liderleri Mamak cezaevindedir. Onları orada görme, tanıma imkanı buluyor. Örgütler gerçeğini biraz daha yakından tanıyor, öğreniyor. Cezaevidir, hücrededir, başka bir iş yok, yaşamdan kopuyor, daha fazla olup bitenleri yorumlamaya, anlamaya çalışıyor. Aslında yoğun bir düşünce muhakemesi yaptığı süreç. Cezaevinde oluş buna imkan veriyor. Bir yandan bu kadar birikim edinmiş, devrimci yükselişin görkemini yakından tanımış ona sempatizan olarak katılmış, diğer yandan devrimin ezilmesini, devrimci önderlerin katledilmesine tanık edilmiş. Yanı başında devrimci önderler katledilmiş, ordu saldırılarıyla katledilmiş. Devrim yenilgiye uğratılmış, ezilmiş, öncüleri katledilerek. Neden böyle? Bunları sorguluyor, sorular soruyor nedenleri üzerine. Devrimci yükseliş neydi? Gerçekten başarıya gidebilir miydi? Bu ezilme ne anlama geliyor? Neden ezilme oldu? Neler buna yol

Diğer yandan mücadele anlayışlarını, örgüt anlayışlarını değerlendiriyor. Yani tedbirsiz, güvenliksiz, gözü kara bir gidiş, devlete en üstte meydan okuma. Silahları çekip, en üstte liderlerin eyleme geçmesi ve öyle bir eylemle devrim olacağını sanması. Küba’da Castro öncülüğünde bir yürüyüş yapmışlar, bir eylem o kadar kayıp vermelerine rağmen, dağda biraz tutunan geri kalanlar devrime gitmiş, Küba’da öyle olduysa Türkiye’de de öyle olur hesabı, beklentisi var. Yetersiz bir yaklaşım tabi. Önderlik bütün bunların hepsini sorguluyor, ciddi bir durum değerlendirmesi yapıyor. Aslında hem demokratik devrim yükselişinin hem de ezilişinin eleştiri-özeleştirisini yapan tek kişinin Önderlik olduğunu söyleyebiliriz. Sonraki süreç de onu gösterdi. Eleştiri-özeleştiri yerine devrimci direnişin yarattığı olumlu etkiyi örgütlemek, gruba dönüştürmek için çaba harcadılar. Ucuz yaklaşım gösterdiler. Ders çıkarmadılar, düzeltme olmadı. Önderliğin doğru ders çıkardığını, 12 Eylül öncesi çalışmalarda da bu böyle ama esas olarak da 12 Eylül Askeri Darbesi karşısında Mahir Çayan’ların, Deniz Gezmişlerin içine düştüğü durama düşmeyen bir tarzla direnişi sürdürmesinde gördük. Hem direnişi sürdürdü, hem de onların tarzıyla değil, yeni tarz geliştirdi. Dolayısıyla direnişin yenilgisini önledi. Önder Apo’nun geliştirdiği gerilla direnişi başarıya gitti. Cezaevinden güzün çıkınca yasal olarak kalabilmek için devre ortası sınavlara girememiş, yılsonu sınavları var, bütünleme sınavları. Bu sınavlara girip okula devam ederek yasal öğrencilik durumunu sürdürme hakkı

20


Özgür Halk elde ediyor. Cezaevinden çıkarken, cezaevinde birlikte kaldığı bazı arkadaşları dışarı çıkınca nerede kalabileceği yönünde adres veriyorlar. Verdikleri adres Haki arkadaşla, Kemal Pir arkadaşın kaldıkları evdir. Karadenizli bir öğrenci arkadaşı onları adres olarak veriyor. “İyidirler, yardımcı olurlar sana, devrimci kişilerdir,” diye tasviyede bulunuyor. Önderlik de çıkınca, o eve gidiyor. O arkadaşlarla tanışıyor. Orda kalırken sınavlara giriyor, onları da bitirdikten sonra 1972-73 kış sürecinde bir tartışma, yoğunlaşma o arkadaşlarla da başlıyor.

Nisan 2015

ayrıldıysa, onlarla birlikte yürütülen çalışmalarda, ayrılana kadar onların kat kat fazlası genç gruba katılmıştır. Dolayısıyla da o bir zayıflama değil, örgütsel başlangıcı ifade ediyor. PKK’nin temellerinin atılışı böyledir. Önderlik bir düşünce gücü olarak kalsa, örgütlenmeye adım atmasa bu bir Önderlik çıkışı olamazdı, fazla etkide de bulunamazdı. Düşüncelerinin bir entelektüel etkisi olabilirdi. Ama eylem için grup örgütlemeye kalkmak tabiki bir entelektüeli aşıyor, siyasi ve askeri etkiye dönüşüyor. Çubuk barajı toplantısının önemi o. Çubuk barajı Ankara’ya su veren barajdır. Etrafı serin olduğu için pikniğe, dinlenmeye gidiyor insanlar. Gezi yeridir, geziye gider gibi gidip, bunları tartışıyorlar. O zaman 12 Mart darbesinin baskıları altında kendini gizleyebilmek için sol devrimci güçler, öğrenciler bu tür yöntemleri kullanıyorlardı. Bu tür toplantılar, gezi toplantılarını çok yapıyorlardı. Önderliğin yaptığı düzenlemede odur.

Önderliksel çıkışın partileşmeye adımı 1973 yılı Newroz sonrası Nisana doğru Ankara’nın çubuk barajında ilk gruplaşma adımını atıyor. Cezaevinde oluşan düşünce birikimi, muhtemelen 1972-73 kışında Haki ve Kemal arkadaşlarla birlikte kaldığı evdeki incelemeleri, tartışmaları –çünkü orası bir okul gibiydi. O dönem hala yasak olan kitaplar orada bulunuyordu. Okuyor, inceliyor, tartışıyorlardı. Yoğun bir tartışma yeriorada da edindiği düşünceleri tartışarak, araştırarak, bir sisteme kavuşturup doğruladıktan sonra onların eylemi geçirecek örgüt kurmak üzere ilk gruplaşma adımını atıyor. PKK’nin ilk çekirdeğinin kuruluşudur. Önderlik, oluşan düşünce birikimini örgüte dönüştürmek üzere ilk grubu kuruyor. PKK’nin örgüt çekirdeğini oluşturuyor. PKK demek örgüt demek, Önderliğin düşüncelerinin pratiğe geçirileceği bir örgütsel yapıya kavuşturulması demektir. Başka bir parti yok, başka bir örgütlenme yok. PKK’yi başka bir olgu olarak ele almamak lazım. O zaman Önderlikten koparılır ki, parti Önderliksiz, Önderlik partisiz herhangi bir şey ifade etmez. Kendisi ile birlikte 6 kişilik gruptur. Bir grup olarak hareket etme kararı alınıyor. O toplantının önemi o. Önderlik düşüncelerini ortaya koyuyor, çıkardığı sonuçları, devrimci yükselişten önderlerin katledilmesinden, devrimin bastırılmasından çıkardığı sonuçları, yanlış hata olarak gördüğü durumları, özellikle de Kürt sorunun daha çok gündemleştirilmesi için Kürt öğrencilerden oluşan bir grup, hareket oluşturmaya karar veriyor. Bunları açıklıyor ve “Biz de bu görüşleri savunalım, yeni bir grup olalım, bir mücadele geliştirelim,” diyor. O kişiler de bunu kabul ediyor. Daha sonra birçoğu bıraktı. Sadece o gruptan kalan Önderliğin dışında Fuat arkadaştır. Diğer dördü bıraktılar. Diğer hareketlere de geçmediler. Yani Önderlik düşüncesinin ve eyleminin ciddiyetini gördükçe, öyle bir ciddi mücadeleye katılacak olmadılar, sistemden kopamadılar, okullardan kopamadılar, yaşamdan kopamadılar ve dolayısıyla Önderlikle birlikte yürüyemediler, Önderlikten ve gruptan koptular. Fakat önemli olan grup olmaya karar vermedir. İlk adımı atma, çekirdeği oluşturmadır. Önderlik, “biri gider onu gelir.” dedi. Onlardan 3-4 tanesi

Çubuk barajı toplantısı Önderliksel doğuşun kanıtı, Önderlik olarak ifade ettiğimiz ideolojik, politik çizginin felsefe ve düşüncenin örgüte dönüştürülmesinin başlama süreci ve yeri oluyor. Düşünceyle eylem orda

bütünleşiyor, birleşiyor. PKK’li grubu Apocu grup orada temellerini atıyor. 1973 Martında, Nisanında örgüt kurmak bazı temel ölçüleri, değerleri temsil etmek anlamına gelir. Niye, dönem 12 Mart 1971 Faşist Askeri Darbesinin devam ettiği, saldırılar yürüttü bir dönem. Darbe ortadan kalkmamış, etkisi yok olmamış. Dolayısıyla öyle bir ortamda örgüt kurmaya kalkmak darbeye meydan okumak anlamına geliyor. Değil örgüt kurmak öyle bir dönemde kurulu örgütlerin hepsi dağıtılmış. Darbeciler örgütlere ulaşmasa bile, örgüt mensupları örgütlerini dağıtıyorlar. Çünkü her yerde tutuklama var, baskı var. Bütün örgütler yasadışı ilan edilmişler, terör örgütü sayılmışlar ve ezilmeleri için her türlü baskıya maruz kalıyorlar. Örgütü olanlar, var olan örgütü dağıtırken Önderlik hiç yoktan örgüt kurmaya giriyor. Bu çok cesur, cüretkâr bir iş. Öyle sıradan, herkesin yapabileceği bir iş değil. Örgüt kurmanın idam edilmek olduğu bir ortamda örgüt kurmaya karar vermek çok önemlidir.

21


Özgür Halk PKK’nin temeli öyle atılıyor işte. Önderlik niye öyle yapıyor, birkaç ay daha bekleyebilir, sene bekleyebilir, durum değişebilir ama bekleyemiyor, kendi değerlendirmesine göre, ortam devrimci ortam kurmasını gerektiriyor. Sorumluluk gereğidir, erteleyemez. Ölümü göze alır ama o adımı mutlaka atması gerekiyor. Öyle yapıyor zaten Önderlik. PKK adımının atılmasını, Önderlik çıkışının anlamını iyi kavrayalım. Liderler, önderler katledilmiş, o şehadetlerin anısına sahip çıkmak, sorumluluğun kendine kaldığını, düştüğünü görüp, ona sahip çıkarak şehitlerin anılarını sahiplenme, yerde bırakmama, tersine saldırganlığa, darbeye karşı hareketleri, örgütleri, liderleri, varlığını devam ettirme girişimi oluyor.

Nisan 2015

tan’a taşıdı, Kürdistan’da günümüze kadar devam ettirdi. Kürdistan’da ayakta tuttu, yenilgisini önledi. Kürdistan’da gelişen direnişin bütün Türkiye için demokratik direniş olduğunu, demokratik devrimin devam ettirilmesi olduğunu dolayısıyla 12 Mart Faşist Askeri Darbesinin devrimi ezmede başarıya ulaşmadığını bu biçimde göstermiş, kanıtlamış oldu. Önderlik duruşu da, bunu pratikleştiren PKK örgütlülüğü de bu biçimde bir devrim varlığının devamlılığını, sürekliliğini gösteriyor. Şimdiye kadar gelen temel özellikleri, sorumluluk karşısında, görev karşısındaki duruşu, cesareti, fedakârlığı, kararlılığı aslında bu çıkışta saklıdır. Temelini orada almıştır.

1973 baharında, bir darbe ortamında devrimci örgüt kurPKK Türkiye ve Kürdistan’da maya, grup oluşturmaya karar veren cesaret, fedakârlık, 71-74 arasında kurulmuş tek örgüttür kararlılık ve irade PKK’yi temsil eden iradedir. Bütün zor PKK’nin kuruluşu öyle sıradan bir kuruluş değildir. Nor- koşullara rağmen, onu yenilmez kılan, bugüne kadar gemal koşullarda bir kuruluş değildir. “PKK parti olarak tiren bilinç ve irade orada temelleri atılan bilinç ve iradeHaki Karer’in anısının örgütlenmesi” dedi Önderlik ama, dir. Üzerine birçok şey eklenmiş, örgüt büyümüş, eylem Önderliksel çıkış da Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin büyümüştür ama orada temsil edilen değerler, özellikler anılarının yaşatılması, sahiplenilmesi çıkışı oluyor. Ön- temel bir Önderlik ve PKK gerçeği olarak var olmuş, güderliksel çıkış da şehitlere böyle bir yaklaşım var. Diğer nümüze kadar bütün gelişmelerin temelinde yer eden yandan örgüt olmanın en ağır suç olduğu bir ortamda o özellikler olarak varlığını korumuştur. Onlar yaşıyor, desuçu göğüsleyerek örgüt olmaya adım atma var. Cesa- vam ediyor, PKK onlarla var. PKK’yi zindanlarda o kadar ret, fedekarlık düzeyi, kararlılık düzeyi bu çerçevededir. direnişçi kılan, gerilla olmaya götüren, on binlerce şehit Türkiye’de de, Kürdistan’da da 71 ile 74 arasında kurul- verecek bir cesaret ve fedekarlık hareketi haline getiren muş tek örgüt PKK’dir. 12 Mart 71 Darbesinde kurulmuş, esas cesaret, fedekarlık, kararlılık 73 baharında, daha öncesinde kurulmuş birçok 12 Mart Darbesinin hüküm örgüt var. Darbe öncesinin kosürdüğü koşullarda temelinin şullarında, devrimci yükseliş “PKK parti olarak Haki Karer’in anısının atılmış olması, örgüt kurmaya koşullarında oluşmuş örgüt- örgütlenmesi” dedi Önderlik ama, Önkarar verilmiş olması. Kolay lerdir. Ocak 1974 Ecevit-Er- derliksel çıkış da Mahirlerin, Denizlerin, koşullarda, gelişme ortamlabakan Hükümetinin çıkardığı İbrahimlerin anılarının yaşatılması, sa- rında oluşan örgütlerde koşulaf ortamında bir sürü örgüt lar zorlaşınca, faşist saldırılar hiplenilmesi çıkışı oluyor. kuruldu. Türkiye’de mevcut arttığında ya yenildiler, ya davar olan örgütlerin, Kürdisğıldılar. PKK’nin 12 Eylül fatan’da var olan örgütlerin hepsi 1974 ile 75’te kuruldu. şist askeri darbesi karşısında yenilmemesi, dağılmamaCezaevinden afla çıktılar, çıkanların her biri grup kurdu, sı aslında zor koşullarda, darbe koşullarında kurulmuş birkaçı bir araya gelip örgüt kurdu. Kürtler de, Türkler olmasındandır. Öyle bir ortamda kurulmuş olması her de öyle yaptı, “49 parçalı sol oluştu” diyorlar. Önderlik türlü saldırı karşısında PKK’yi yenilmez, direnişçi kıldı o zamanı beklemedi, mesela bir sene daha beklese 74 ve zorlukları yenerek bugüne kadar gelmeyi sağladı. Ocağında af çıkıyordu, legal örgüt olmanın üzerine kimse gelmiyordu, darbenin etkisi silinmişti, siyasi ortam PKK’nin temel özellikleri bunlar ve bu özellikler kubelli bir rahatlık ifade ediyordu. Daha rahat kurabilirdi. ruluşunda vardır. Artık gerçekleşmiş bir olgudur. Hiç O kadar riski, tehlikeyi Önderlik göze almayabilirdi. Ama kimse bunu farklı göremez, gösteremez, değiştireÖnderlik öyle yapmadı. En tehlikeli olan bir ortamda mez. Önemli olan doğru anlamak, doğru katılmak ve ihtiyacı hissedince örgüt kurma adımını atmaktan çe- ona uygun davranmadır. Böyle olanlar onun bir militanı kinmedi. Eyleme geçme imkan dahilinde olsa, gerekli olarak rol oynarlar, yapamayanlar ise gerisinde kalırlar, olsa eyleme de geçerdi. Eylemi gerekli görmedi çünkü içinde bile olsa PKK’den kopuk olurlar, başarılı olao eylem çizgisini eleştirdi. Ama örgütsüzlüğü kabul et- mazlar. Her türlü başarısızlığın, zayıflığın, tasfiyeciliğin medi. Darbe bütün örgütleri eziyorum, derken, Önderlik, altında bu gerçekleri göremeyen, anlamayan, kendi“ezemiyorsun biz varız,” demeye getirdi. 12 Mart Dar- ni bu temelde Önderlik gerçeğine, partiye katamayan besinin örgütleri ezemediğini, bitiremediğini böyle bir durumlar, tutumlar yatıyor. PKK gerçeğini doğru gögrup temelini atarak kanıtlamış, devrimin, demokratik receksin, Önderlik gerçeğini doğru göreceksin, doğru devrimin, devrimciliğin yaşadığını, devam ettiğini gös- ve tam katılacaksın. O zaman başaran hale gelirsin. termiş oldu. Günümüze kadar da süren gerçeklik bu- Böyle görmezsen, başka yerde ararsan, doğru nedir, dur. Türkiye’de ezildi, 1970’lerin demokratik devrimi, ‘68 yanlış nedir bilemez, düzeltme yapamazsın. Hata ve Gençlik Kültür Devrimi’nin Türkiye’deki etkileri ezildiler, eksikliği giderecek bir yenilik, bir düzeltme ortaya çıliderler katledildi ama Önderlik oradan devraldı Kürdis- karamazsın. Bunları böyle bilmek, anlamak önemlidir.

22


Özgür Halk

Nisan 2015

Önderlik Gerçeğinde Özgürleşen Kadın Kadınlarla Önderlik arasındaki ilişki tarihseldir. Bu ilişki kadınlar tarafından başlangıçta yaşam sezgisellikleri ile sonrasında Kadın Özgürlük Hareketinin mücadelesi ile somut bir duruma dönüşmüştür. Bu tarihsel ilişki büyük bir sevgiye, aşka, saygıya ve bağlılığa dayalıdır. Besê Erzîncan Yine bir Nisan ayındayız. Yine bir Nisan ve yeni bir doğuş. Baharlaşma ve hayata güçlü umutlarla yeniden bakabilme gücünü gösterebilmektir Nisan.

Bu kelime günümüz de halen en çok kullanılan ve güç alınan bir sözcüktür. Ana kaynağını bu tarihsellikten almaktadır. Bu bölgede yaşam kadın elleri ile toplumsallaşarak yeni icatlar ve buluşlar temelinde yapılandırılmıştır. Yaşam adeta kadın etrafında yeniden keşfedilmiştir.

Önderlik doğuşunda kendi doğuşunu görür kadınlar. Bu nedendir? Nasıl oluyor da bir kişinin doğuşu, kadının, halkların tüm insanlığın doğuşu haline gelebiliyor? Bu denli heyecan, umut ve sevinç getirebiliyor. Kutsallaşabiliyor?

Bu tarihsel çerçeveden yola çıkıp ilerlediğimizde elbette Önderliğin kadınla işe başlama söyleminin ne anlam ifade ettiğini tarihsel olarak biraz daha derinlikli anlayabiliriz. Yine tarihsel olarak bir adım daha ileri attığımızda aynı bölgelerin peygamberler şehri olarak değerlendirildiğini göreceğiz. Peygamberler kültürünün, kaynağı Urfa ve çevresinden Sümer ve neolitik inanç kurumlarını reformdan geçirerek ve dönüştürerek, M.Ö 2 binlerden itibaren her tarafa yayılması tarihsel gerçekliklerdendir. Urfa kaynaklı peygamber geleneği esasen üç büyük din ve peygamberlere yansır.

Önderlik gerçeği, tüm ezilenlerin hakikatlerini bu denli çarpıcı bir şekilde kendi kişiliğinde nasıl temsil edebiliyor? Kadınların, halkların Önderliğe karşı duydukları sevgi ve bağlılıklarını, onların kaybolmuş hakikatlerinin açığa çıkarılması olarak mı anlamalı? Önderliğe duyulan insan aşklarının asıl tarihsel kaynakları nerededir? Önderliğimizin bir bütün mücadelesini ve en son İmralı da ki tarihsel duruşunu anlama zayıflıklarımız Önderlik gerçeğini derinlikli kavrama konusundaki yüzeyselliklerimizin sebepleri nerelerdedir?

Neolitik toplumdaki kadın emeği ve aklının yarattığı yeni toplum, insanın insanlaşmasındaki toplumsallıkta kadın rengi, sesi, emeği belirleyicidir. Peygamber geleneğinin toplumsallık kaynağı elbette ki neolitik kültüre kendisini dayandırmaktadır. Burada görünmez kılınan tarihe hiçbir zaman geçmeyen kadın emeğinin, kadın düşünce tarzının, kadın kültürünün güçlü etkilerini görmek gerekir. Kadın emeği ile örülen yaşam insanın insanlaşmasına bu topraklar da beşiklik etmiştir. İnsanlığa dalga dalga yayılmıştır.

Önderliğimiz mücadelesinin başından itibaren kadınla işe başladığını sürekli belirtmiştir. Burada çok önemli bir yaşam duyarlılığı, derinliği ve sezgiselliği vardır. Yaşamın asli bir tarafı olan kadın cinsinin varlığının bulunmadığı bir yaşam fazla anlamlı görülmüyor. Bununla da kalmayarak kadını sürekli yaşamın aslı bir öğesi durumuna getirmek istiyor. Önderliğin bu yaklaşımının kökenlerine inersek tarihsel olarak Mezopotamya’nın ve bunun içinde en eski yerleşim birimlerinden biri olan Urfa’nın insanlık tarihi içersinde ki yerini anlamamız gerekmektedir. Önderliğimizin doğduğu şehir olan Urfa en eski insan yerleşkelerinin bulunduğu yerlerdir. Urfa ve civar yöreler, neolitik çağın 10 bin yıl süren merkezleridir. Bugün “göbekli tepe” denilen anıtlar insanlığın ilk tapınaklarının bulunduğu topraklardır. Buralarda ilk tarım ve hayvancılığın gelişmesi yerleşik köy yaşamı ile birlikte gelişen devrimsel buluşlar toplumsallaşma temelinde bir yaşam geliştirmiştir. Neolitik devrimde kadının rolü çok büyüktür. Tarım ve hayvanları evcilleştirme esas olarak kadın etrafında gelişmektedir. Koşullar kadının rolünü çok büyütmekte, tanrıça kültürü oluşmaktadır. Kadınlar yıldızlarla tanımlanmaktadır. “Star” tanrıçası bu topraklardan çıkmıştır.

Ayrıca bu bölge eskiden beri Arap, Ermeni, Türkmen gibi çeşitli halkların, dinlerin, dillerin bir arada çelişki ve ilişki içerisinde yoğrulup yaşadığı zengin bir halklar mozaiği durumundadır. Burada da kadının barışçıl, birleştirici rolüne güçlü anlamlar yüklenilebilir. İnsanlığın tarihsel gelişimindeki bu çizgi sadece yerel bir Mezopotamya-Urfa tarihi çizgisini içermiyor. Buradaki merkezi uygarlık dalga dalga tüm dünyaya yayılmıştır. İnsan burada insanlaşmıştır. Yani buradaki tarih aynı zaman da evrensel bir tarihtir. Kadının burada oynadığı rol de evrenseldir. Bu anlamda Önderliğimizin tarihsel yaşam sezgileri son derce güçlü ve bir o kadar da adalet duygusunun titiz vicdani hassasiyetini taşımaktadır.

23


Özgür Halk

Nisan 2015

Ancak Önderliğimizin içinde doğduğu 20. yy. nasıl bir yüzyıl idi? Mezopotamya ve Urfa’nın içinde olduğu durum ne idi? Halklar kendi kimliklerine, dillerine, tarihlerine nasıl yabancılaştırılmıştı?

nın yanı sıra kadının kölelik konumu idi. İçinde bulunduğu köy yaşamında ki gelenek ve görenekler çerçevesinde çizilen sınırlar Önderlik açısından sürekli aşılması gereken gerçeklikler olarak ele alınmıştır.

Kadın ve erkek nasıl krizli bir yaşam içersinde kıvranmakta idi? İnsanlığın durumu yaşadığı bunalımlar, savaşların vahşeti, çözümsüzlükler ve tıkanmalar nasıl ifade edilebilir? Dünya da ki ekolojik krizin kendisi bile her gün kıyamet günlerini yaşama ihtimallerini barındırmıyor mu?

Örneğin; küçük yaşlarda arkadaşlık ettiği köy arkadaşı Elif evlenince geleneklere karşı çıkıp tekrar onunla çocukluk oyunlarını oynamak istemiştir. Kız kardeşinin başlık parası ile başka bir köydeki bir erkekle evlendirilmesini hiçbir zaman hazmedememiştir. Tüm bunlar daha küçük yaşlardan itibaren yaşadığı köy içerisinde Önderliğin kadına yaklaşımının farklılıklarını ortaya koymuştur. Kadınların tüm geri bırakılmışlıklarına ve ezilmişliklerine rağmen yaşam sezgileri güçlüdür. Önderliğin farkını, ondan bir zarar gelmeyeceğini, dahası onunla arkadaşlık edebileceklerini kadınlar o zaman da anlamışlardır.

Önderliksel çıkış tüm 21.yy olumsuzluklarına karşı nasıl ortaya çıkıp gelişebildi? 20.yy’a gelindiğinde Tüm Kürdistan’da olduğu gibi Urfa’da feodal-dini geleneklerin tortusunda, yaşamın ölü sessizliğine kaplanmıştı. Geçmişin büyüleyici Ekolojik-Anaç tarihimiz tozlu tepelerde gömülü kalmıştı. Ve üzerlerine sanki tek gerçeklikler onlarmış gibi erkek zihniyetinin yarattığı çevre düşmanı binalar dikilmişti. 21. yy.’da erkek egemen gerçeği kurumlaşma düzeyinde en doruğu yaşarken kadın köleliği önceki hiçbir çağla karşılaştırılmayacak tarzda derinleşmişti. Kadının köleleşmesi, meta durumuna gelmesi, cinsel bir obje olarak görülmesi kadının kendisi tarafından bile çok normal görülmekte idi. Dolayısıla Kadının yaşamda bir gölge olması, renginin ve

Önderlik egemen sistemi ve sistemin kadını köleleştirme düzeyini yaşamsal düzlemde görebilmiştir. Yaşamı sürekli çok iyi inceleyen, yorumlar getiren sonuçlar çıkarmaya çalışan bir durumu sürekli yaşamıştır. 1970’li yıllarla birlikte ilk gurup oluşumu, PKK’nin kuruluşu ve Kürt halkının içinde olduğu pozisyon kimliksizlik, ana dilini bile konuşamama, yurtsuzluk asla kabul edilmemişti. Bu nedenle atılan ilk adımlarda kadınlar sürekli devrimci çalışmaların içinde oldular. İlk gurup aşamasında Önderliğimizin Kesire ile evlilik ilişkisi burada yürütülen savaş ve ortaya çıkan sonuçlar, kadın gerçeğinin kapsamlı çözümlenmesine ve kadın özgürlüğünde ileri adımlar atmasına vesile olmuştur.

Yeni yaşamı eşitlik, özgürlük, adalet ilkeleri temelinde kurmada başat öğe özgürleşmiş kadınla olan yoldaşlık ilişkisidir. Özgür kadın ile birlikte kurulacak yaşam anlamlıdır, değerlidir ve kutsaldır.

Kadın sorunu çözülmeden devrimcileşilemez Önderliğimizin kadın ve yaşam konusunda yaşadığı en büyük sorgulama, zorlanma üniversite yıllarında tanıştığı ve evlendiği Kesire ile olmuştur. Önderlik-Kesire karşılaşması tarihseldir ve son derece öğreticidir. Burada içinde şiddetli duyguların da olduğu iki dünyanın çarpışması yaşanmıştır. Kesire egemen sınıf gerçekliği içinde yaşamış ve bu temelde özel olarak yetiştirilmiş yetenekli ve donatılmış bir kadındır. Ailesi Kemalistlerle işbirliği yapmış alevi kökenli bir ailedir. Önderliğimiz hem kadın özgürleşmesine verdiği değer hem de alevi kökeninden dolayı kazanımcı yaklaşmaya çalışmış, ayrıyeten evlilik görüntüsü ile özel savaş dinamiklerinin dikkatini kendisine vermemesini sağlamıştır. Elbette ki esasında Kesire ile daha güzel, özgür ve eşit bir yaşama duyulan bir özlemle, duygulanma ile bir birliktelik ve mücadele arzulanıyordu. Ancak Kesire’nin bireyciliklerini aşamaması, kendisini toplumsallaştıramaması, egemen sınıf gerçeğinden kopamaması ve kadın olarak bu anlamda güçlü bir dönüşümü sağlayamaması kopuşa sebep olmuştur. Buradaki evlilik ilişkisine yaklaşımda önderliğimizin klasik-feodal-erkek mantığı ve refleksleri temelinde yaklaşım göstermemesi son derece tahammülü, sabırlı ve çözümleyiciliği esas alması kadın mücadelemizde de tarihi bir kilit noktayı oluşturmuştur.

sesinin olmaması adeta hiçlik denizinde sürekli kulaç atması kabul edilemez olmasına karşın en olağan bir duruş olarak değerlendirilmişti. Kadın büyük aldatmacalar ve kandırmacalar temelinde özgürleştiğini sanırken alabildiğine kadın kimliğinden uzaklaştırılmıştı. Koyu bir kendine yabancılaşmayı yaşarken kadın olmanın asli vasıflarından uzaklaştırılmıştı. Kadın kendi rengi ile yaşamdan silinmiş ve yaşam dışına atılmıştı. Bedeninden, konuşmasına, giyimine, cinsel yaşamından, çocuk doğurmaya kadar her tarafına müdahale edilmişti. Kendisi olmaktan çıkarılmış tüm kadın hakikatleri erkeğin yalancı hakikatlerine eklemlenmişti. Kutsal Mezopotamya toprakları beş bin yıllık erkek egemen zihniyeti ile kirletilmişti. Kadın yaşam olmaktan çıkarılmış ve erkek ölüm olmakla yorumlanabilecek duruşları içselleştirmişti. Önderliğimiz bu şekilde biçimlenen 21. yüzyılın erkeği olmayı asla kabul etmemiştir. Böylesine yabancılaşmış, yalanlarla dolu hakikatlerden kendini kurtarabilmesi ve yaratabilmesi müthiş bir olaydır. Burada yaşamı sorgulayış ve verili olanı kabul etmeme çok çarpıcıdır. Önderliğimizin kişiliği, duruşu daha çocukluk ve gençlik döneminden itibaren farklıdır. Yaşadığı en temel çelişki Kürt kimliğinin yok sayılması-

Önderliğimiz yaşadığı bu evlilik ilişkisinden kapsamlı

24


Özgür Halk

dersler çıkarmıştır. Egemen sistemin klasik erkek kodlamalarını kendi kişiliğinde çözümleyerek ve bunları aşmanın derin boğuşmasını yaşayarak beş bin yıllık erkek egemen sistemin kadınlara ve erkeklere çizilen öngörülmüş yaşam düzeneklerinden kopuşu sağlaması bir mihenk taşı rolünü mücadelemizde oynamıştır. Buradaki tutum devrimler tarih açısından bir ilktir. Esas olağanüstü olan durum ise Kesire ile yaşanan bu ilişkinin oldukça zorlamalı ve olumsuz yanlarının ağır basmasına rağmen bunu tüm kadın cinsine karşı bir inançsızlık ve güvensizlik olarak yansıtmamasıdır. Tam aksine bu durumu büyük bir irade ve bilinçle kadın cinsinin özgürleşmesine, kadının ve erkeğin daha fazla toplumsallaşması temelinde bir güç oluşturmasına temel dayanak yapmıştır.

Nisan 2015

Önderliğin yaşam tarzındaki özgürlük, bağımsızlık temelli alternatif olma gerçeğidir. Burada kadına yaklaşım temel olarak ele alınmış olan konulardandır. Erkek egemen sistem kadınların özgürleşmesine öncülük eden bu mücadeleyi sonlandırmak istemiştir. Önderliğimiz bu yalancı ve zalim erkek tarihine köklü bir karşı çıkışı yaşamıştır. Bu egemen tarihin kurumlaşmasının temsili olan ulus-devletlerin bir üyesi olmayı da kabul etmemiştir. Kadın ile ilişkilenmesini bu yönüyle de kölelik-egemenlik kodları üzerinden değil özgürlük, eşitlik, adalet ilkeleri üzerinden sağlamaya çalışmıştır. Toplumsal cinsiyetçiliğin yarattığı kadının içerilmiş köleliğine karşı da sürekli bir savaşımla geriletme temel hedeflerden biri olarak belirlenmiştir.

Buradaki en temel yaklaşımlardan birisi kadın sorununun devrim içinde çözülmesi gereken başat bir sorun olması gerçeğidir. Kadın sorunu çözülmeden devrimcileşilemez. Militanlaşma gelişemez. Yeni ve özgür yaşamın temelleri atılamaz. Bu temeldeki sonuç çıkarma tarihsel önemde bir ön açıcılıkla örnek olmayı teşkil etmektedir. Hiç bir devrim lideri kadın sorununu bu anlamda bir çözümleyicilikle ele alıp pratikleştirememiştir. Dolayısı ile kapitalist modernist sistem tuzaklarından ve onlara benzeşmekten ve türev olmaktan kendilerini kurtaramamışlardır. Yarattıkları sistemde reel sosyalizm örneğinde olduğu gibi kapitalizmi, erkek egemenliğini aşmadığı gibi aksine egemen sistemin ömrünün uzamasına da sebep olmuşlardır.

Bu anlamda Önderlik kişiliğinin oluşumunda ve giderek çarpıcı bir gelişimle ivme kazanmasında kadına yaklaşımdaki bu tarihsel arka planı ve güncel mücadeleyi bütünlüklü görebilmeliyiz. Önderlik çıkışının olağan üstünlüğünü bu temel de değerlendirebilmeliyiz. Buradaki müthiş bilinç, irade, yaratıcılık, ustalık, fedakârlık ve cesaret inanması zor boyutlarda gerçekleşmiştir. Önderliğimizin yaşadıklarından sonuç çıkarma, öğrendiklerini pratikleştirmedeki iradesi ve yeteneği ise ayrıca değerlendirilmesi gereken hususlardandır. Burada dönemlere, kişilere yönelik tarihsel sezgileri, bu temeldeki değerlendirmeleri son derece öngörülüdür. Yeniyi yakalama konusunda hayata geniş bir perspektiften bakabilmektedir. Güzeli, doğruyu ve iyiyi yakalama tutkusu ile sürekli yol gösterici olmuştur. Egemenlik ve köleliklerden kurtulma tarihi görkemli, zorlu ve acılıdır. Ve aşıldığı oranda da müthiş moral verici, maneviyat artırıcı faktörler olarak mücadele tarihimizi sürekli besleyen, büyüten unsurlar olarak güç verici olmuştur.

1999 yılında gerçekleşen Uluslararası Komplonun en temel sebeplerinden bir tanesi de Önderliğin kadın şahsında gerçekleştirmek istediği özgürlük projelerinin hedeflenmesi idi. Kapitalist modernist sistem bu özgürlük hamlesinden büyük bir korku yaşamıştır. Nerede ise dünya içinde güç sahibi olan tüm devletlerin komplonun içinde olmalarının temel sebebi

Önderliğimizin hiçbir tarihsel ve günümüz liderleri

25


Özgür Halk ile kıyaslanmayacak düzeyde özelde kadınlardan ve halklardan esasında bütün ezilenlerden bu denli ilgi, sevgi ve bağlılık görmesinde, beş bin yıllık ezilenlerin, kadının tarihinin alt üst edilmiş hakikatlerinin ortaya çıkarılmasının büyük bir payı vardır. En önemlisi ve zor olanı ise gerçek hakikatler temelinde donatılmış, doğru tarihi temeller üzerinde yapısallaştırılmış düşüncelerin pratikleştirilmesidir. Doğru hakikatler üzerinden donatılmış bir yaşamı günlük olarak yeniden yaratmak, hakikatler temelinde an be an yaşamak, önderliğimizin işte bir güneş gibi tüm Ortadoğu’da doğması bu yaşamsal gerçekliklerle bağlantılı olmaktadır.

Nisan 2015

analarının emekleri büyük olmuştur. Bu temelde Kapitalist modernist sistem ile derinleştirilen toplumsal cinsiyetçi yaşam içersinde kadın için çizilen kölelik modelleri, yaşam kalıpları ve bunun günlük düzenekleri kabul edilmemiştir. Başta klasik evlilikler ve kadının mal-mülk haline getirilmesi olmak üzere kadının potansiyelini ve yaratıcılığını öldüren tüm anlayış ve yaklaşımlar yerle bir edilmiştir. Kadının öncelikle kendisine ait olmasını, kendisini tanımasını ve kendi ayakları üzerinde durarak kararlarını almasının pratikleşmeleri güçlü yaşanmıştır. Kadın özgürlük savaşımında kadın en başta kendini yaratır. Kürt kadının dirilişi ile birlikte Kürt halkının ve halkların dirilişidir. Buradaki temel çıkarsama anlaşılırdır. Yürütülen mücadele erkek egemen sistemin yaşama kodladığı egemenlik ve kölelik genlerinin hepsini sarsmaya ve parçalamaya dönük olacaktır. Kadın mücadelesi bu temelde yürütülür. Kadınların önderlik gerçeğine katılımları ve buradan büyük güç ve cesaret alıp kendi gerçeklikleri ile buluşmaları sonucunda kadın kahramanlıkları dağda, zindanda yaşamın her yanında gelişmiştir. Bu anlam da Önderlik gerçeği ile kadınlar arasında büyük bir sevgi ve bağlılık vardır. Berivanların, Beritanların, Zilanların, Arin Mirkanların ortaya çıkması direnişleri ve yeni yaşamın nüvelerinin atılmasında bu tarihsellikle yoğrulmuş Önderlik mücadelesinin belirleyici rolü çarpıcı görülmektedir.

Özgürlük, eşitlik ve adalet temelinde yeniden yazılan yeni bir tarihe Önderlik yapılmaktadır. Kadınların ve halkların büyük tarihsel ihtiyacına, boşluklara karşılık verilmektedir. Halklardan ve kadınlardan çalınmış olan güç kaynakları erkek egemen sistemin elinden alınıp gerçek sahiplerine verilmiştir. Kadınların ve halkların büyük bağlılıklarının ana kaynağı buradan alınmaktadır. Önderlik etrafında yeni bir yaşam kurulmakta ve bu yaşam artık kadınlara, halklara mal olmuştur. Önderliğimizin sosyalist-devrimci yaşama ve dolayısı ile kadın özgürlük problemine yaklaşımı bu yönü ile stratejik olmuştur. Yeni bir yaşamı eşitlik, özgürlük,

4 Nisan sadece Önderliğin doğum günü değildir. Kadınların ve halkların doğum günüdür. Yeni yaşamın tomurcuklanan bahar çiçekleri, tomurcuklarıdır.

Egemen erkek ve köle kadın gerçeğine karşı açılan bu büyük savaş elbette büyük bir tepki ve direnme ile karşı karşıya kalacaktır. Beş bin yıllın kadınlarda ve erkeklerde adeta bir var oluş gibi içselleştirdiği davranışlardan, yaşam tarzından kurtulmak adeta atomu parçalamaktan zor bir çalışma, çaba, yaratıcılık, ustalık, inat, bilinç ve irade gerektirmektedir. Kadında bir nebze olsa gelişebilecek özgürlük pırıltılarına karşı egemenlikli dünyada elbette büyük hırçınlık, hazımsızlık, saldırılar olacaktır. Bu özgürlük pırıltılarını koruyabilmek güçlendirebilmek için kadınlar ve ezilenler olarak daha güçlü çalışmalı ve katılmalıyız. Önderliğe layık olabilecek pratik çalışmalar içinde olabilmeliyiz. Egemenlikli sistemin saldırılarına karşı başta özgün kadın örgütlenmeleri, sistemleri başta olmak üzere tüm kurumlarımızı iyi korumalı geliştirmeliyiz.

adalet ilkeleri temelinde kurmada başat öğe özgürleşmiş kadınla olan yoldaşlık ilişkisidir. Özgür kadın ile birlikte kurulacak yaşam anlamlıdır, değerlidir ve kutsaldır. Kadın cinsel bir obje olarak asla ele alınmamış tam aksine kadının kişiliğine adeta kodlanmış bu köleleştirici anlayıştan kurtulması için kadına özgü her türlü askeri, siyasi, örgütsel bir bütün yaşamsal bir çalışma yapılmıştır. Öncelikle kadınla yoldaş olma, dost olma anlayışı erkekler içinde geliştirilmeye çalışılmıştır.

Kadınlarla Önderlik arasındaki ilişki tarihseldir. Bu ilişki kadınlar tarafından başlangıçta yaşam sezgisellikleri ile sonrasında Kadın Özgürlük Hareketinin mücadelesi ile somut bir duruma dönüşmüştür. Bu tarihsel ilişki büyük bir sevgiye, aşka, saygıya ve bağlılığa dayalıdır. Buradan çıkan sinerji ezilenlerin kurtuluşunda, yaşamın yeniden diriltilmesinde yaşamın yeniden yapılandırılmasında temel yapı taşı durumundadır.

Tüm bunlardan ortaya çıkan sonuç Önderlik ve kadın ilişkisinin bölgemizde yaşanan tarihsel hakikatler temelinde geliştiği ve güncellikte yaşanan çarpışmanın da bunun sonucu olduğudur. Önderliğimizin şahsındaki yaşam döngüsünde ezilenler ve egemenler tam bir çarpışma ve boğuşma yaşamıştır. Kazanan insanlık tarihinde bir türlü hak ettiği yeri alamayan kadınlar, halklar, dinler, topluluklar ve aşiretler olmuştur. Buradan aldığı sonuçlarla demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigmayı geliştirmiştir. Sadece reddetme değil alternatif yolların güçlü açılması sağlanmıştır.

Bu anlamı ile 4 Nisan sadece Önderliğin doğum günü değildir. Kadınların ve halkların doğum günüdür. Yeni yaşamın tomurcuklanan bahar çiçekleri, tomurcuklarıdır. İnsanlık bahçesinin açan güller misali güçlü yaşam renklerini toplayan unutulmaz insanlık mekânlarıdır. 4 Nisan başta kadınlar olmak üzere tüm halklara kutlu olsun.

Bu mücadele içerisinde şekillenen özgür kadın hareketinin kahraman kadın şehitlerin, kadın emekçilerinin,

26


Özgür Halk

Nisan 2015

HDP’nin Önemi Seçimler ve İttifaklar Kürdistan Halk Direnişi gerici, faşist rejimin maskesini düşürmüş ve yenilmeyerek onu bir yol ayrımına getirmiştir. İşte bu tarihsel kavşakta, yol ayrımında toplumsal güçler nasıl bir rol oynayacak, örgütlü siyasi yapılar sürece nasıl müdahale edecekler, bunlar en önemli sorular olarak öne çıkmaktadır. Muzaffer Ayata Türkiye 7 Haziran’da genel seçimlere hazırlanıyor. Ağır sorunları olan Türkiye gibi ülkelerde demokratik sistem gelişkin olmasa da seçimler bir biçimde önemli oluyor. Çünkü doğu toplumlarında hala iktidar ve otorite önemli bir güç kaynağı ve çekim merkezi durumunda. Politika, demokrasi ve toplumun kendisini yönetme sanatı olarak kavranmış ve öne çıkmış değildir. Kimin iktidar olacağı ve nimetleri nasıl paylaşacağı bir alan olarak öne çıkıyor. Yoksulluğun ve işsizliğin fazla olduğu bir ülkede iktidar odaklı politika yapılınca kitleleri harekete geçirmek önem kazanıyor. Onun için seçimler kıran kırana bir mücadele biçiminde geçiyor.

Tekçi ve ırkçı eski paradigma artık aşılmıştır. Eskiyi savunmak, olduğu gibi sürdürmeye kalkmak mümkün değildir. Özellikle kırk yılı aşan PKK önderlikli Kürdistan Halk Direnişi gerici, faşist rejimin maskesini düşürmüş ve yenilmeyerek onu bir yol ayrımına getirmiştir. İşte bu tarihsel kavşakta, yol ayrımında toplumsal güçler nasıl bir rol oynayacak, örgütlü siyasi yapılar sürece nasıl müdahale edecekler, bunlar en önemli sorular olarak öne çıkmaktadır.

ise Baykal’ın elinde daraltıldıkça daraltıldı. Ulusalcı, devletçi söylem ve yönetim yapısıyla kitlere güven vermedi. Halkın demokrasi ve özgürlük özlemlerinin çok uzağında durdu. Bu duruş ve söylemiyle meydani AKP´ye bıraktı. AKP, Baykal’a nazaran daha reformcu ve değişimci bir söyleme sahip oldu. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına gelmesiyle de bu durum değişmedi. Ulusal kesim partide eskisi gibi güçlü değil ama Kılıçdaroğlu’da bir çıkış yapacak önderlik yeteneği gösteremedi. CHP´yi sosyal demokrat bir kimliğe kavuşturamadı, halka güven veremedi. CHP´yi dönüşüme uğratamadı. Söylemlerinde zaman zaman farklılıklar görülse de, AKP´nin yönetim biçiminden rahatsız olduğunu söylese de halka güven veremiyor. Kürt sorununu çözme ve köklü bir demokratikleşme talebi ve programıyla halkın karşısına çıkamıyor. MHP ve CHP´nin bu durumu AKP´nin ekmeğine yağ sürüyor. AKP de bu partilerin geriliğini, alternatif olamayışlarını güçlü biçimde kullanıyor. AKP hiç hak etmediği bir payeyi edinmiş gibi yüksekten konuşarak kitleleri etrafında toplamayı başardı. Kurduğu güçlü basın ayağını da kullanarak yıllardır iktidarda olduğu halde halen mağdur edebiyatı yaparak egemenliğini sürdürmeye çalışıyor. Bu yapısıyla da AKP Türkiye’nin değişim ve dönüşümü önünde engel olmaya devam ediyor. 12 yılı aşan bir iktidara sahip. YÖK, RTÜK gibi 12 Eylül kurumlarını ele geçirdikten sonra eleştirileri bitti ve bunları iktidarının hizmetine koştu. Türkiye’yi 12 Eylül Anayasasıyla yönetiyor. İhtiyaç duyduğu maddeleri değiştirdi ama özüne, esasına dokunmadı. Generallerin koyduğu yüzde on seçim barajını bile kaldırmadı. Türkiye´yi 12 Eylül Anayasasıyla ele geçirip yönetebildiği için değiştirme gibi bir derdi de yok. Sadece seçimlerde, sıkıştıklarında propaganda amaçlı yeni bir anayasadan söz etmektedirler.

Türkiye’de mevcut durumda belirgin ve etkili düzen partileri AKP, CHP ve MHP olarak karşımızda durmaktalar. Sol ve demokratik güçler çok parçalı ve dağınık durumdalar. Alternatif olmaktan ve kitlelere güven vermekten uzaklar. MHP, eski ırkçı söylem ve örgütlemesinden şaşmadan yoluna devam etmektedir. Sanki Türkiye’de ve dünyada hiç bir değişim olmamış, sistemi ve toplumu eskisi gibi yönetebilecekmiş gibi yerinde duruyor. CHP

Görüldüğü gibi Türkiye mevcut iktidar partisi AKP ile CHP benzeri partiler arasında sıkışıp kalmış. AKP giderek devlete yerleşmiş, daha otoriter bir yönetimi savunur olmuştur. CHP ve MHP ise geleneksel, ulusalcı, milliyetçi ve ırkçı bir rotada seyretmeyi sürdürüyorlar. Ekonomik ve sosyal alanda büyük bir değişim yaşayan ve siyasal yapıda da buna denk dönüşümlere ihtiyaç ortadayken mevcut iktidar ve muhalefet odakları bunun

7 Haziran seçimleri tarihi önemi olan bir seçim. Seçimlerin tarihsel bir karakter kazanmasının nedeni, Türkiye´nin geldiği yol ayrımı, Kürt halkının uzun yıllara dayanan direnişi, örgütlü yapısı ve Ortadoğu’da oldukça hızlanan gelişmelerdir. İçeride dengeler değiştiği ve eskisi gibi işlerin yürütülemeyeceği gerçeği yanında dışarıda, özellikle bölgede ve dünyadaki gelişmelerde değişimi zorlamaktadır. Asil sorun, Türkiye değişime gebeyken, bir yol ayrımına gelmişken, kimin nasıl bir tutum takınacağı ve nasıl bir oyun oynayacağı sorunudur.

27


Özgür Halk çok çok gerisindeler. AKP sistemin mağduru olduğunu propaganda yaparak iktidar oldu ama bugün değişim ve dönüşümün önünde en büyük engel durumunda.

Nisan 2015

bani´yi destekleme ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görüldü. Başta BDP kadroları ve yöneticileri bile HDP´ye sıcak bakmadılar. Örgütlerine ve halka ne olduğunu doğru dürüst anlatmadılar. Ancak pratikte kitlelerde umut yarattığını, Türkiye genelinde kabul gördüğünü gördükten sonra biraz daha istekle HDP´ye sahip çıkmaya ve aktifleşmeye başladılar. Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP yüzde ona varan bir oy aldı. Türkiye´nin her tarafından şu veya bu oranda oyu olduğu görüldü.

Bu kısır döngüden çıkmak için demokratik bir alternatife büyük bir ihtiyaç vardı. Türkiye´de en dinamik demokratik gücü ise Kürt Özgürlük Hareketi oluşturuyordu. Özgürlük Hareketi Türkiye sosyalist hareketlerinin bir devamı olarak ortaya çıkmıştı. Bu gelenekten geldiği için Türkiye demokrasi güçlerine her zaman kendisini yakın görmüş, sol ve demokratik güçlerle birlik ve ittifaklara hep sıcak bakmış, öncülük etmeye çalışmıştı. Ancak olması gerektiği ve beklendiği gibi kalıcı birlikler yaratılamamıştı.

12 Eylül Darbesi esas olarak Kürdistan Devrimci Hareketini ve Türkiye´deki sol, demokrasi güçlerini hedef almıştı. Kürtlere dönük en vahşi ve yıkıcı saldırılara imza attı. Ancak Kürt hareketi zindanlarda ve dışarıda direndi, gerilla savaşını geliştirerek 12 Eylül´e karşılık verdi. Türkiye sol güçleri zindanlara atılmış, işkenceler görmüş, çok sayıda militanını kaybetmişti. Bedel ödeyen sol olmuş, parsayı toplayan ise sağ ve milliyetçi çevreler olmuştu. Öyle ki, Türkiye sağ ve milliyetçi güçlerin cennetine dönmüştü. Solu ise bir dozer gibi ezip geçmişti.

HEP ve DEP’ten başlayıp gelen demokratik gelenek bütün çabalara rağmen Türkiye partisi olamamıştı. Kürt Hareketi milliyetçi temelde örgütlenmemiş ve kendisini Türkiye´ye kapatmamıştı. Ancak devletin sistematik baskıları, onlarca yıl yürütülen psikolojik savaş, ötekileştirme çalışmaları bu partileri Kürt potansiyeliyle sınırlamış, Türkiye genelini kucaklamasını engellemişti. Bunlara yaşanan örgütsel yetmezlikler ve zihinsel darlıklar da eklenince legal partiler Kürt partileri biçiminde görülür olmuştu.

Sol ve demokrasi güçleri günümüze kadar da toparlanmış ve politik yaşama müdahale edebilmiş değildir. Cezaevlerinden çıkan binlerce kadrosu, taraftarı ortada direnen örgütleri görmeyince sistemiçileşmiş, umutsuz

Önder Apo bu kısır döngüyü kırmak ve Türkiye´nin demokratikleşmesini sağlamak AKP´nin adil, hilesiz bir seçim yapacağını beklemek için girişim ve arayışlarını hep sürdürdü. Kürt cephesinde paradigma saflık olur. Nitekim barajı düşürmediler, HDP´nin hazine değişikliği, demokratik, ekolojik cins yardımından yararlanmasına izin vermediler. HDP 70-80 eşitliğine dayalı toplum projesini gemilletvekili çıkarırsa AKP´nin başkanlık sistemi olanaksız liştirirken buna uygun politikalar da hale gelecektir. geliştirecekti. Barış ve demokratik çözüm önerilerini sunarken, ateşkesler ilan ederken doğal ki, Türkiye´nin tümüne hitap ve karamsarlığa yenik düşmüştür. Değerlerini korumaedecek ve kucaklayacak örgütsel önlemleri de gelişti- ya çalışanlar da etkisiz, legal bazı parti ve oluşumlarda recekti. Barış projesinde Kürt-Türk birliğini ve kardeşli- yer almışlardır. Ama genelde parçalı, dağınık ve gittikğini temel almak, Türkiye’nin geleceğini düzen partile- çe pasifize olan bir konumu aşamadılar. O muazzam rinin insafına bırakmamak için HDP projesini geliştirdi. kadro gücü, potansiyel ya sistem içinde tamamen eridi HDP, Türkiye´nin, Kürt sorununun çözümü ve barış ara- ya da güç kaybederek pasifize oldu. Kürdistan devriyışlarının AKP ve CHP´nin insafına bırakılmamasının, minden ilham alacak, onunla bütünleşecek, onu kendemokrasi güçlerinin birleşip örgütlenmelerinin ve süre- disine ait kılacak bir tarihselliğin çok uzağında kaldılar. ce müdahalelerinin ortak adresi olarak tasarlandı. Bu acıdan HDP, Türkiye´deki sol, demokrasi güçlerinin ve Kürt Kobanê direnişi halklar arası Hareketi’nin tarihsel buluşması, dağınıklığa son verilme- dayanışmayı güçlendirmiştir si ve meydanın devlet güçlerine terk edilmemesini ifade Kürt demokratik hareketinin kırk yıla varan birikimi, eder. Bu proje belki yeterince anlaşılamadı veya anlatı- milyonları bulan kitle gücü Türkiye sol ve demokrasi lamadı ancak özünü ve içeriğini böyle anlamak gerekir. güçleriyle buluşursa açık ki, halklarımızın kaderini deKürt demokratik hareketinin küçümsenemez bir gücü ğiştirecek ve geleceğini eline almasını sağlayacaktır. ve etkinliği vardı. Bunu esas alarak mücadelesini sür- Türkiye´deki sol ve demokratik birikimi daha fazla heba dürebilirdi. Ancak bu Türkiye´yi değiştirmeye ve halkları etmeden, atıl bırakmadan Kürdistan özgürlük güçleriyistendiği gibi birleştirmeye yetmezdi. Nitekim şimdiye le buluşturmak ve tarihsel birliği geliştirmek gerekiyor. kadar bu denendi. Kürtlerden alınacak destek önem- Kobani direnişi ve Ortadoğu’daki gelişmeler halklar li oranda alınmıştı. Türkiye´nin dönüşmesi için bun- arası dayanışmayı ve birliği güçlendirmiştir. AKP´nin dan fazlasına ihtiyaç vardı. Kürt sorununun çözümü, buyurganlığı, İŞİD gibi halklara, inançlara, farklılıklademokrasinin gelişmesi için, Türkiye´deki ezilenleri, ra düşman güçleri desteklemeleri Türkiye halklarında emekçileri, Alevileri, farklı inanç gruplarını ve kültür- tepkilere ve tutum almaya yolaçmıştır. CHP´nin buna leri kapsayacak bir demokrasi gücüne ihtiyaç vardı. karşı alternatif olmadığı da görülmüştür. Açıktan direnen güçlerin başında Kürtler ve örgütleri olduğuna tanık Bu projenin ne kadar gerekli ve bir ihtiyaç olduğu Ko- olmuşlardır. Her zamankinden daha fazla aleviler, azın-

28


Özgür Halk lıklar, ezilenler HDP’yi kendilerine yakın görmüşlerdir.

Nisan 2015

çıkmaya başladı bile. Bu kadar müdahale ve güç kaybı AKP´yi daha da sarsacak ve çelişkileri derinleştirecektir.

Ortak Türkiye evinde demokrasi güçlerinin HDP çatısı altında birleşme, birlik ve ittifaklar oluşturması tarihsel bir görevdir. Halklar ve kültürler, inançlar arası birlik ve eşitlik yanında güncel acil bir görevle de karşı karşıya bulunmaktayız. Bilindiği gibi T. Erdoğan 7 Haziran seçimleri için meydanlara çıkıp seçim kampanyası yürütmektedir. Kampanyasının eksenine de başkanlık sistemini koymuş durumda. 400 milletvekili istediğini halka anlatmaktadır. Bu sayıya ulaşırsa anayasayı değiştirecek ve başkanlık sistemini getirecektir. Bu giderek otoriter bir çizgiye kayan Erdoğan’ın istediği gibi ülkeyi yönetmesine olanak bulması demektir. Halkların eşitliği, Alevilerin, diğer azınlıkların hakları ve özgürlük sorunları daha da ağırlaşacaktır. Türkiye´de kazanılan haklardan geriye bir düşüsün olacağı çok açıktır. Nitekim 6-8 Ekim Kobani protestolarını gerekçe yapıp güvenlik yasalarını tüm itirazlara rağmen çıkarmışlardır. Tutuklama, cezalandırma ve öldürmeyi daha da kolaylaştırmışlardır.

Çoğulculuk içinde birlik 7 Haziran seçimlerinin bir seçimden daha fazla önem kazandığını bu kısa anlatımlardan çıkarabiliriz. Bu açıdan sorumluluk sahibi güçler sürece sıradan yaklaşamazlar. HDP ve özgürlük hareketi bu bilinçle hareket ederek tüm sol ve demokrasi güçlerine çağrılar yaparak, görüşmeler yürüterek birlik kurmaya, ittifaklar oluşturmaya çalıştı. Genel anlamda görüşmeler olumlu bir zeminde yürüdü. ÖDP ve içinde yer aldığı Birleşik Haziran Hareketi dışındakilerle ortaklaşıldı. ÖDP ise tabanını serbest bıraktığını, bir partiyle ittifak yapmayacağını açıkladı. Bu karar ve anlayış tabi ki, yanlıştır ve eleştiriyi

Bu seçimlerin çok kritik bir yanı da HDP´nin baraj sorunudur. Yüzde on gibi yüksek bir barajı aşmak çok da kolay bir sorun değildir. İktidara bu kadar kilitlenmiş AKP´nin adil, hilesiz bir seçim yapacağını beklemek de saflık olur. Nitekim barajı düşürmediler, HDP´nin hazine yardımından yararlanmasına izin vermediler. HDP 70-80 milletvekili çıkarırsa AKP´nin başkanlık sistemi için istediği sayıya ulaşması olanaksız hale gelecektir. Bu da güçlü bir demokrasi gücünün parlamentoya girmesi ve etkili bir muhalefetin ortaya çıkması anlamına gelecektir. Bu da İmralı’da yürütülen görüşmelerin rayına girmesine ve hükümetin oyalama, seçim malzemesi olarak kullanmasını zorlaştıracaktır.

hakketmektedir. Türkiye bu kadar önemli bir kavşaktayken, Ortadoğu kaynıyorken hala sıradan, normal yorum ve değerlendirmelerle hareket etmek kabul edilemez bir durumdur. Mahir Çayan mirasını sahiplendiğini ve sosyalist olduğunu iddia eden bir güç böyle davranamaz. Neredeyse CHP´yle ittifak yapacaklardı, ondan sosyal demokrat bir parti çıkaracaklardı. Bunun tepki çekeceğini gördüklerinde de böyle bir orta yol buldular.

Demokrasi güçleri etkin bir birlik, ittifak kuramaz ve AKP´yi durduramazsa açık ki, bundan Türkiye zarar görecek, demokrasi ağır darbe alacaktır. Her şeyden önce HDP barajı asamazsa onun çıkaracağı tüm milletvekillerine AKP konacaktır. HDP´nin milyonlarca oyu çöpe gidecek, 60-70 milletvekili AKP hanesine yazılacaktır. Bu da barış görüşmelerinin ağır darbe almasına, muhtemelen tümden rafa kaldırılmasına yollanacaktır. Bu, ateşkesin bitmesi, şiddetli bir savaşın başlaması demektir. Hükümet secim sonuçlarından büyük bir güç alarak saldırıya geçecektir. Erdoğan da pesinde koştuğu başkanlık sistemine daha fazla yakınlaşmış olacaktır. Mevcut haliyle Erdoğan’ın AKP´ye hakim olmasına ve partinin bütünlüğünü sağlamasına olanak yoktur. Daha şimdiden AKP´yle arasında çelişkiler ve çatlaklar ortaya

ÖDP bu tarihsel sorumluluğunu bir tarafa atarak, olağan, demokratik bir rejimdeymişiz gibi kaygısız, rahat hareket edemez. Çıkacak olumsuzlukların sorumlu güçlerinden birisi olacaktır. Tehlike ve fırsatlar bilinmez, görünmez durumda değildir. Fırsatları kullanmamak, tehlikeye karşı mevzileri güçlendirmemek otoriter, faşizan kesimlerin işini kolaylaştıracaktır. Tüm bu sonuçları hesaplayarak Birleşik Haziran hareketi, özellikle de ÖDP pratikte demokratik, birleşik ittifaka katılmalıdır. Kitlelerini harekete geçirerek kendisi için de güçlü bir çıkış ve örgütlenme fırsatına dönüştürmelidir. Türkiye artık siyasi İslamin ve milliyetçiliğin cenneti olmaktan çıkmalıdır. Çoğulculuk içinde birlik esprisinden yola çıkarak toplu-

29


Özgür Halk mun tüm kesimlerine hitap edilmeli. Türkiye´de yasayan bütün azınlıklar, farklı kültürden olanlar, aleviler ve ezilenler, dışlananlar, ötekileştirilenlere ulaşabilmek ve hepsini kucaklamak, kapsayabilmek çok önemlidir. Demokrasi bir kesimin ihtiyacı değildir. Sözünü ettiğimiz bütün kesimleri ilgilendirmektedir. Bu acıdan eskisi gibi dar, alışılagelen dil ve propaganda aşılmalıdır. Partiler, gruplar ve kadroları özgün yapılarını koruyabilirler ama dar ve kendilerini tekrar edecek tutumlardan uzak durmalıdırlar.

Nisan 2015

Sürece önderlik eden ve örgütlemede belirleyici rol oynayan kadroların tutumu çok önemlidir. Sorun sadece yetkiye sahip olmak ve ona dayanarak memurvari çalışmak değildir. Gerçek anlamda öncülük etmek, beceri ve ikna gücünü kullanarak tüm örgütleri harekete geçirmek ve herkesi çalışmalara katmak önemlidir. Komiteler etkili biçimde çalışır ve denetlenirse ulaşılmadık kesimler kalmaz. Kadrolar birleştirici ve harekete geçirici olursa etraflarına güç ve moral verirler. Yalnız kendilerini değil, ulaşabildikleri herkesi ve yanındakileri de harekete geçirici olacaklardır. Kadroların hamalvari çalışması yetmez. Önemli olan kendileriyle birlikte örgütleri çalıştırmaları ve etrafındakileri de katmalardır.

Düz, her zaman yapılan propaganda ve ilişkilerle yetinmek doğru olmaz. Tüm kesimlere ulaşmak, hızlı, yaygın ve etkili bir örgütlenmeye ihtiyaç vardır. Seçim kampanyası giderek hız kazanacaktır. Özellikle AKP muazzam maddi olanaklara sahip. Basın ve iletişim araçlara hakim durumda. Devletin de bütün gücünü kullanmaktan geri durulmamaktadır. Eşit ve adil bir ortamda yapılan bir yarıştan söz edilemez. Bu dengesizliği aşmak ve arayı kapatmak için haklı olmak yetmiyor. Haklı olmak önemli ama bunu halka anlatabilmek, düzen partilerinin etkisini kırmak gerekiyor. Bunu başarmak hiç de kolay olmayacaktır. Onların kadroları çok, devletin imkânları elinde, yirmi dört saat beyinler üzerinde basınç uyguluyorlar.

Öncü kadrolar sürecin özelliklerini kavramaz ve derinden hissetmezlerse bunu halka anlatmaları ve etraflarına mal etmeleri beklenmemelidir. Bu acıdan sürecin yükünü ve sorumluluğunu üstlenmiş kadro ve örgütlerin kafalarının açık olması gerekir. Pratik koşturmalar artacaktır. Burada pratikte boğulma tehlikesine dikkat edilmelidir. Pratik koşturma ve sürece hakimiyet önemlidir. Kitleleri aydınlatmak, etkili bir secim kampanyası yürütmek, halkı sandığa götürmek ve sandıktan çıkan oyları korumak olmazsa olmaz bir görevdir. Tüm bu görevleri planlı, bilinçli ve örgütlü bir tarzda yürütmek önemlidir. Yoksa işlerin arkasından sürüklenmek, koşturup sonuç alamamak, istenen başarının çok gerisinde bir tabloyla karşılaşmayı getirecektir. Daha önceki seçimlerde benzer durumlarla karşılaşıldı.

Bunu aşmak ve halkı aydınlatmak mümkündür. Yeter ki birlik olunsun, umut yaratılsın ve buna uygun bir ruh ve

Sonuç almak için hızlı, etkili ve örgütlü bir çalışma şart. Herkesin başarıyı esas alarak görevlerin başına gitmeleri gerekiyor. Bu sağlanırsa başarı da gelecektir.

HDP bu haliyle bile AKP´nin gözünü korkutmuş ve önünü kesecek bir güç olarak görülmüştür. HDP ve onunla ortak hareket eden tüm güçler örgütlü ve etkili bir kampanyaya başlarsa, AKP´yi daha fazla sıkıştıracaktır. HDP´nin oy potansiyeli yüzde on değil, on beş, yirmiyi rahatlıkla bulabilir. Yeter ki halka ulaşılsın, umut yaratılsın. Sistemden rahatsız olan, dışlanan milyonlarca insan var. Bu potansiyelin milyonlarca Kürt seçmeniyle birleşmesi sağlanırsa aşılmayacak baraj kalmaz. Önemli olan kadroların buna inanmaları ve kendilerini doğru örgütlemeleridir.

moralle çalışılsın. Burada yönetimlere ve kadrolara çok iş düşmektedir. Kadrolar ölgün ve sıradan davranırsa açık ki, halka umut ve moral aşılayamazlar. Daha önceki seçimlerden çıkarılan derslerle etkin bir örgütlenmeye gidilmesi gerekiyor. Son derece hızlı, herkesin seferber olduğu ve koordineli çalıştığı bir örgütlenme şart. İş yapabilecek bütün kadrolar, eski yeni demeden tümünü aktifleştirmek önemlidir. İç sorunları ve tartışmaları bir tarafa bırakarak süreç üzerinde yoğunlaşmalıdır. Adaylar açıklandıktan sonra istemesek de tartışmalar ve tepki gösterenler olacaktır. Aday belirlemelerini eksik ve yanlış görenler de çıkacaktır. Bunlar da normal, tepkiler ve itirazlar demokratik sınırlar içinde tutulmalıdır. Kırılmalara, geri çekilmelere ve ortalığı karıştırmaya iş vardırılmamalıdır. Daha önce aşırıya varan ve seçimlere zarar veren tutum ve tepkiler görüldü. Seçimlerde herkesi tatmin edecek, mükemmel ve eksiksiz bir sonuç çıkarmak mümkün olmamaktadır. Önemli olan yaygın ve büyük haksızlıkların, yanlışlıkların yapılmamasıdır. Listelere giren veya girmeyen herkesin büyük bir anlayış ve olgunlukla hareket etmesi gerekiyor. Listelere girmeyenler de unutmamalıdırlar ki, bu partilerin ve mücadelenin mensubudurlar. Mücadele devam ediyor. Sadece seçimler ve parlamento ayağıyla mücadelemiz sınırlı değildir.

Seçimler yaklaşınca provokasyonlar da boy vermeye başladı. İstanbul’daki adliye sarayında savcının rehin alınması ve içeridekilerin savcıyla birlikte imha edilmeleri, cenaze törenini AKP´nin gösterisine dönüştürmeleri, ırkçı, militarist devlet törenleri tehlikeli bir dönemece de işaret etmektedir. AKP tam da bu dönemde orduya yanaşmaya ve arayı düzeltmeye başlamıştır. Erdoğan harp akademilerine giderek askerlere kandırıldıklarını söyleyerek özür dilemiştir. Ardından da Balyoz davasından yargılanan tüm sanıklar beraat etmişlerdir. Bunlar öyle sıradan olaylar ve tutumlar değildir. Değinmeye çalıştığımız gibi provokasyonlara karşı da son derece uyanık olmak gerekiyor. Bunun için olabildiği kadar disiplinli hareket etmek, ihlal edenlere izin vermemek gerekir. Sağlıklı bir seçim kampanyası yürütmek çok önemlidir. Sonuç almak için hızlı, etkili ve örgütlü bir çalışma şart. Herkesin başarıyı esas alarak görevlerin başına gitmeleri gerekiyor. Bu sağlanırsa başarı da gelecektir.

30


Özgür Halk

Nisan 2015

Ortadoğu’nun Yeniden Yapılandırılması Sürecinde Kürtlerin Rolü Kürtlerin Ortadoğu siyaset ve diplomasi sahnesine gişleri 1970’lere tekabül etmektedir. Giriş, iki ayrı çizgi biçiminde olmuştur. Birinci çizgi, tarihi işbirlikçi egemen gelenekten kaynaklanmaktadır. İkinci çizgi, gücünü halkların demokratik direniş geleneğinden almakta ve bu geleneği demokratik sosyalizm bilinci temelinde örgütlülüğe kavuşturmaktadır. Rıza Altun Devletçi uygarlık sistemi, bugün varmış olduğu kapitalist aşamayla birlikte, o iktidarcı-tekelci doğasından kaynaklanan bünyesel krizlerinin son sınırlarına ulaşmıştır. O nedenle de 20. yüzyılın sonları itibariyle kapitalist modernitenin genişleyerek krizlerini aşarak kendisini yaşatma şansı kalmamıştır. Çünkü binlerce yıl boyunca demokratik toplum ve bakir doğayı yavaş yavaş tüketerek beslenen devletçi sistemin aksine kapitalist modernite, bu beslenme zamanını birkaç yüzyıla sıkıştırarak toplumu-doğayı hızla tüketirken kendi ömrünün de sonuna gelmiştir. O nedenle de doğal çevre ve demokratik toplumlar üzerindeki genişlemesine-derinlemesine yayılmasını tamamlayan kapitalist sistem, bünyesine dahil ettiği bireyi, kendisini koruyan toplumsal değer ve ilişkilerden yoksun bırakarak savunmasız bırakmıştır. Bununla da yetinmeyerek, kurbanı üzerinde ince bir sömürü operasyonu gerçekleştirerek insanı kapitalist sistemin üretim ve tüketim çarkının basit bir nesnesi haline getirmiştir. Doğası gereği, nüfuz alanına aldığı bütün bireyleri esas almayan kapitalist sistem, ‘kalifiye eleman’ dediği bir ‘ayrıcalıklı’ kesimi de gücüne katarak sistemini sürdürürken, geriye kalan işsiz ve topraksız, aç bıraktığı yüz milyonlarca insanı adeta ölüme terk etmiştir. Bu durum insanlığın önemli bir kesiminde büyük ahlaki çöküntülere yol açarken aynı zamanda da siyasal ve toplumsal kaoslara neden olagelmiştir. Bu şekilde sistemin hem kendini yaşatma ve hem de sonsuz egemenlik güdüsüyle hareket etmesi nedeniyle, doğal çevreyi yaşanılamaz duruma getirmesi de yaşanan kriz ve kaosu daha da derinleştire gelmiştir. Bundan dolayı da kapitalist sistem, sadece ve hem de büyük bir hızla kendi ölümüne doğru koşmamakta, aynı zamanda da tüm doğa ve insanlığı kendisiyle aynı kaderi paylaşmaya zorlamaktadır.

arenalardaki gladyatörlerin kapışmasından geri kalmayan tükeniş yarışı içerisine konulmaktadır. Öyle ki, hiçbir ahlaki-manevi değer ve ilke tanınmadığı bu yarışmalarda geçerli tek kural: Yaşamak için her bakımdan bir ölüm makinasına dönmek olmaktadır. Bu, aynı zamanda tarihsel ve toplumsal insanlık değerleri ve kültürleri karşısında, kapitalist kültürün ne anlama geldiğini de açık-net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu kültür, gelişkin iletişim teknolojisinin de desteğiyle doğal-toplumsal kültürleri asimile ederek yaşanan kaosu daha da derinleştirmektedir. Kapitalizmin derinlemesine geliştiği Batı toplumlarındaki halk kültürleri bu tarzdan en çok etkilenen ve en hızlı eriyen kültürler olmaktadır. Uygarlık krizinin en temelinde yatan gerçeklik de kadının köleleştirilmesi ve siyasal-toplumsal sistemden dışlanmasıdır. Kapitalist modernite dönemiyle birlikte yeni bir aşamaya giren krizin derinleşmesinin temel faktörlerin başında da kadını “metaların kraliçesi” durumuna getiren bu nesneleştirme durumu olmuştur. Özgürlük söylemleri eşliğinde, kadını ucuz iş gücü ve meta olarak sistem içerisine çekerek krizini aşmaya çalışan kapitalizm, daha önceki dönemlerde aile ve feodal çitlerle sınırlı olan kadın köleliğini evrenselleştirip derinleştirmiştir. Bütün bu yaşananlar karşısında kapitalist sistem, dünya çapında derinleşen kriz ve kaosunu aşmak için, kendi gerçekliğini ifade eden zihniyet yapısı ve paradigmasının sınırlarını aşamadığı için köklü bir çözüm de üretememektedir. Doğal olarak da hem kendi içerisinde hem de sistem dışı unsurlarla sürekli çatışma halinde olmaktan bir türlü kurtulamamaktadır. Bu nedenle de sorunlara çözüm adına sık sık geliştirdiği konjonktürel ve geleneksel müdahaleleri, palyatif olmaktan öteye gidememekte, aksine sistemin kriz ve kaosunu daha da derinleştirmektedir. Bu temelde tarihi boyunca hem uygarlık krizinin hem de krize çözüm girişimlerinin merkezinde yer alan Ortadoğu coğrafyası, 16. yüz yıl ile 18. yüz yıl arasında kısa bir süre dünya siyasetindeki merkezi yerini ve önemini kaybetse de 19. yüz yılın ikinci yarısından itibaren bu sefer de farklı özellikleriyle merkezi bir konum kazanmıştır. Bunda, Doğu ile Batı arasında bir kavşak olmasının yanısıra kapitalist sistemin can damarı olan

Bugün yaşanan sistem krizi ve kaosunun derinleşmesine yol açan temel etmenlerden biri de kapitalizmin toplumların moral-manevi değerlerini çok çeşitli biçimlerde hızla tüketmesi ve toplumsal kültürleri adeta kültürel soykırımdan geçirme sürecine alarak bir kültürel çölleşmeye neden olmasıdır. Bu nedenle de moral ve manevi değerlerden koparılarak yaşamın anlam ve büyüsüyle bağları kesilen insanlar, tatmini imkansız maddi arzular ve tüketim dünyası içerisine çekilerek,

31


Özgür Halk endüstrisini devindirecek dünya petrollerinin yüzde 50’sine ve dünya doğalgaz rezervlerinin de yaklaşık olarak yüzde 40’na sahip olması belirleyici rol oynamıştır. Ortadoğu’nun bu konumu onu hem küresel hegemonya mücadelesini yürüten güçlerin en temel ilgi odağı haline getirmiş hem de yerel siyaset ve iktidar odaklarının kendi çıkarlarını küresel güçlerle içerisine girdikleri ilişkilerle sağlama ve ifade etmelerine yol açmıştır.

Nisan 2015

Bu dönemin Ortadoğusu’ndaki en önemli olaylar, sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı ve Filistin sorunu etrafında cereyan eden Lübnan iç savaşıdır. İran-Irak Savaşı’nda ABD’nin İsrail ile birlikte hem İran hem de Irak’a silah satması hegemon gücün siyaset ve diplomasi tarzına çarpıcı bir örnek oluştururken, aynı savaşta Suriye’nin Arap koalisyonuyla birlikte Irak’ı değil de İran’ı desteklemesi dikkatle incelenmeyi gerektirir. İran’ın bugün Suriye’de oynadığı rol bununla bağlantılıdır. Filistin sorunu da Ortadoğu’daki güçlerin siyasi ve diplomatik ilişkilerinin temel konularından biri olmuştur. O nedenle de Nasırcı ve BAAS’çı Arap milliyetçileri Filistin sorununu Arap dünyasındaki liderlik mücadelesiyle uluslararası ilişkilerin bir enstürmanı olarak ele alırken, Batı dünyasıyla ilişkili Suudi ve Ürdün gibi güçler de bölgedeki statükoyu tehdit eden bir unsur olarak değerlendirip kontrol altına almaya çalışmışlardır. Bu nedenle Filistin hareketleri sürekli olarak mevzi ve müttefik değiştirmek zorunda kalmışlardır.

Kürtlerin Ortadoğu’da diplomasi sahnesine girişi 20. yüzyılın ilk yarısında hala dünya siyasetinin hegemon gücü olan İngiltere ve Fransa, Ortadoğu’yu Arap, Fars ve Türk ulus-devletleri temelinde düzenleyerek, kendi aralarında egemenlik bölgelerine böldüler. Bu düzenlemede Kürtlerin payına düşen de yeri geldiğinde bölgedeki ulus-devletlere karşı bir tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanılmak üzere dört ulus-devlet arasında bölünmek oldu. Daha sonra bölge siyasetinde çok etkili olacak olan İsrail, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını korumada dayanabilecekleri stratejik bir müttefik devlet olarak kuruldu. Hiç kuşkusuz Yahudilerin ABD, İngiltere başta olmak üzere Batı’daki maddi-manevi güçleri de bu devletleri İsrail’in kuruluşunu desteklemede teşvik edici olmuştur.

Kürtlerin Ortadoğu siyaset ve diplomasi sahnesine aktif olarak girmeleri 1970’lere tekabül etmektedir. Giriş, iki ayrı güç tarafından ve iki ayrı çizgi biçiminde olmuştur. Birinci çizgi, tarihi işbirlikçi egemen gelenekten kaynaklanmaktadır. Bu gelenek, öz güçten çok çeşitli çelişki ve güçlere dayanarak yol almaya çalışmaktadır. Her an, herkese ihanet edebilecek ve sıkıştığında teslim olacak bir konumda duran bu çizginin en belirgin temsilcisi KDP olmaktadır. O nedenle de 1960’ların

İkinci Dünya Savaşı’na kadar küresel hegemon güç olan İngiltere’nin yerini, savaştan sonra ABD ve Sovyetler Birliği’nin iki kutuplu düzeninin alması yeni bir durum olarak gelişmiştir. Bu kutuplaşmanın Ortadoğu siyaset ve düRojava, Şengal, Maxmûr, Kerkük ve diğer direnişlerle birzenine ciddi etkileri olmuştur. Birinci likte başta TC olmak üzere, bölge gericiliği karşısında ideoDünya Savaşı’ndaki düzenlemelerden ve İngiltere’yle ABD’nin, ikin- lojik, siyasi ve diplomatik alanlarda bir üstünlük sağlayan ci dünya savaşından sonraki Arap Kürt Özgürlük Hareketi üzerinde herkes mutabıktır. Ancak politikalarından rahatsız olan Arap bu mutakabat mevcut haliyle konjonktüreldir. milliyetçileri, bu kutuplaşmadan yararlanarak art arda Mısır, Irak ve Suriye’de askeri dar- sonu ve 1970’lerin başında Şah rejiminin desteğinde beler gerçekleştirip Batı yanlısı iktidarları devirmiştir. BAAS rejimine karşı savaşan KDP, her iki devlet 1975 Bu durum ABD ve İngiltere’nin bölgedeki etkinliklerine yılında Cezayir Anlaşması’yla anlaşınca silahlarını bıönemli bir darbe olurken, Sovyetlerin Ortadoğu’da ciddi rakarak aşbettal yapmıştır. 1980 İran-Irak Savaşı’nda bir ağırlık oluşturmasına imkan sunmuştur. Bu gelişme yine aynı tarzda siyaset ve diplomasi yaparak sonuç aynı zamanda bölgedeki Arapları, “ilerici cumhuriyet- almak istemiş, ancak bu sefer de Kürt halkını Enfal çiler’’ ve “gerici kralcılar’’ olarak ikiye bölmüştür. Genel ve Halepçe katliamlarıyla karşı karşıya bırakmıştır. En olarak da bölge ülkelerinden, aralarında Türkiye, İran, son Şengal katliamı da bu güç ve çizginin siyaset ve Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez ülkelerinin bulundu- diplomasi anlayışının tipik sonuçlarından biri olmuştur. ğu devletler Batı yanlısı, Mısır, Irak, Suriye ve Güney Yemen’de Sovyetler yanlısı olarak mevzilenmişlerdir. İkinci çizgi, gücünü halkların demokratik direniş geleİki istisna hariç bölge siyasetindeki iki kutuplu yapı, neğinden almakta ve bu geleneği demokratik sosya1990’da Sovyetler Birliği’nin çözülmesine kadar devam lizm bilinci temelinde örgütlülüğe kavuşturmaktadır. etmiştir. Bu istisnalardan birincisi; 1967 Arap-İsrail sa- Siyaset, savaş ve diplomaside ilkesel olarak öz güce vaşında aldığı ağır yenilginin neticesinde Arap dünya- dayanmayı esas alan bu çizgi, ezilen halklar ve sosyal sında ciddi prestij kaybına uğrayıp liderlik iddiasını yi- sınıfları demokratik uygarlık gücü olarak ele almakta tiren Mısır’ın 1978 Camp Davit anlaşmasıyla İsrail ile ve stratejik müttefik olarak değerlendirmektedir. Çeşitbarışıp Batı cephesine geçmesidir. İkincisi ise 1979 li bölgesel ve uluslararası güçlerle de ortak siyaset ve devrimiyle ABD yanlısı Rıza Şah rejimini devirerek diplomasi yapabilecek kadar öz güvene sahip olan bu İran’da yeni bir rejim kuran Şii ulemanın devrimidir. Bu çizgi, ilişkilerinde ilkeli ve samimi olmayı esas almaktabiçimi ile ortaya çıkan her iki devlet de Ortadoğu’nun dır. Kürdistan’da bu çizginin en temel temsilcisi Özgürsiyaset ve diplomasisinde çok etkin roller oynamışlardır. lük Hareketi olmaktadır. Özgürlük Hareketi’nin Filistin ve Türkiye halkları ve devrimci güçleriyle olduğu kadar,

32


Özgür Halk

Nisan 2015

gerektiğinde başta bölge olmak üzere devletleri demokrasiye duyarlı kılma noktasında girilen düzeyli ve ilkeli ilişkiler bu çizginin örnek kabilinden uygulamalarıdır. Kürdistan’da bu iki çizgiye yakınlıklarıyla değerlendirilebilecek birçok ara eğilimden bahsetmek de mümkündür.

sonra kısa sürede kendisini toparlayarak, dünya siyasetinde hala söz sahibi olduğunu göstermiştir. Bu durumda dünya siyaseti, soğuk savaş dönemindeki iki keskin kutup tarafından olmasa da yumuşak güç mücadelesi içerisinde olan birçok kutbun etkisi altına girmiştir.

Ortadoğu’da oluşan ikili yapının temel denge unsurlarından biri olan Sovyetler Birliği’nin 1990’da çözülmesinin dünya çapında sonuçları oldu. Bu dağılmanın en önemli sonucu, Batı dünyasının uzun süre Sovyetler Birliği ve sosyalist hareketler karşısında desteklediği aşırı ‘’dinci-İslamcı’’ hareketlerin tüm dünyayı tehdit eder hale gelmesidir. Başlangıçta ABD’nin, özellikle de ‘Yeşil Kuşak’ projesi temelinde kullanılacak bir araç olarak siyaset ve savaş sahnesine dahil ettiği bu unsurlar, zamanla birçok küresel ve bölgesel gücün kullandığı bir enstrüman haline gelmiştir. Sovyetlerin çözülmesinden sonra hedefsiz kalan bu güçler, önemli oranda kontrol dışı kalarak 11 Eylül saldırılarında görüldüğü gibi sonunda kendilerini örgütleyen kaynaklara da yönelmiştir. Ancak durum böyle olduğu halde, en etkili biçimde ve en ucuza kullanılacak araçlar oldukları için birçok güç bunları kullanmaktan vazgeçmemiştir. Diğer yandan bu hareketlerin Ortadoğu’da dayandıkları güçlü bir tarihsel ve kültürel temelleri vardır. O nedenle bunlar, her zaman ve bölgenin her yerinde hızla örgütlenebilme kabiliyetine sahip olmuşlardır. Bunun için de bugün, karşısında uluslararası bir koalisyon gücü oluşturulma gereği duyulan DAİŞ’i doğru değerlendirmek gerekiyor. DAİŞ ve benzeri hareketler, ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi güçlerce, küresel ve bölgesel siyasette araç olarak kullanılmak üzere oluşturulmuş olsalar da Ortadoğu’da beslenebildikleri güçlü zeminleri bulunduğundan, oluşturucularının amaçlarını aşan bir pozisyon kazanabilmektedirler. Güç kazandıkları oranda kendilerine olan güvenleri artan bu hareketler, sistem kaosunun çaresiz bıraktığı insanların yönelim alanları haline gelebilmektedir.

Bu dünya gerçekliğine bağlı olarak iki kutuplu dünya sisteminin çözülmesinin hemen ardından ABD ve müttefikleri Ortadoğu’ya iki önemli müdahalede bulundu. Bunlardan biri; Birinci Körfez Savaşı, ikincisi de; Kürt Halk Önderi’nin Suriye’den çıkmaya zorlanmasıydı. Bunların ikisi de birbirleriyle bağlantılı olarak ABD’nin bölgede kurmak istediği yenidünya düzeni çerçevesinde gerçekleştirilmekteydi. Buna göre oluşturulacak yeni düzen ile hem İsrail devletinin güvenliği sağlanacak ve hem de ABD’ye sağlam bir üs ve müttefik olarak düşünülen bir Kürt oluşumu devreye konulacaktı. Ancak Önder Apo ve PKK bu oluşumun inşasının ve bütün Kürtlerin bu oluşum

etrafında bir araya gelmesinin önündeki en temel engeller olarak görülmekteydi. Bu nedenle Kürt Halk Önderi esir alınarak PKK’yi KDP’ye eklemleyip bu projelerini başarmak istiyorlardı. ABD’nin Saddam rejimini devirmesinden sonra Kürt Özgürlük Hareketi içinde geliştirilen ama hem Önder Apo’nun ve hem de Kürt Özgürlük Hareketinin direnişi daha da yükseltmesi sonucunda boşa çıkan 2003-2004 tasfiyeciliği bu projeyle bağlantılıdır. Diğer yandan bütünlüklü olarak ele alınması açısından bölgede 2011 yılında başlayan ve hem küresel-bölgesel güçler hem de halklar açısından çok tarihi sonuçlar ortaya çıkaran ‘Arap Baharı’ dikkatli bir analiz yapmayı gerektirmektedir. Zira sürecin başında doğru öngörülerde bulunanların önemli kazanımlar elde edip, basiretsiz olanların çok yönlü olarak kaybettiği bu süreç henüz sonuçlanmış değildir. Arap Baharı, tarihte ezilen halklar ve sosyal kesimlerle, küresel hegemon güçlerin çıkarlarının çakıştığı ender anlardan birinde gerçekleşti. Statükocu güçler, her iki kesim açısından da ‘istenmeyen güç’

İki kutuplu dünya düzeninin fiilen sona ermesinin dünya çapındaki bir başka önemli sonucu da ABD ile müttefiklerinin dünyayı yeniden düzenlemelerinin önünde görünürde büyük bir engel kalmaması olmuştur. Ancak içerisine girilen pratik, bunun ABD’nin tek başına altından kalkamayacağı kadar ağır ekonomik, siyasi ve askeri külfete mal olduğunu göstermiştir. ABD’nin siyasi ve askeri hegemonyası karşısında, Çin ve Hindistan gibi devletler, hızla büyüyen ekonomi ve teknolojileri ile yeni güç odakları olarak ortaya çıkan boşluğu doldurmaya çalışmışlardır. Rusya ise belli bir tökezlemeden

33


Özgür Halk konumundaydı. Ezilenler onlarca yıldır bir kambur gibi sırtlarında taşıdıkları bir yükten kurtulmak istiyorlardı; küresel güçler de sermayenin serbest dolaşımı kadar, kendi siyasi hedefleri önünde engel oldukları için bu rejimleri aşmak arzusundaydılar. Ancak her iki tarafın da bu rejimleri devirme amaçları farklıydı. Çünkü halklar ve ezilen sosyal gruplar bu rejimlerin yerine demokratik ve eşitlikçi bir düzen kurmayı arzularken; küresel güçler de kendi programlarını uygulayacak yeni seçkinleri iktidara oturtmak istiyorlardı. Diğer yandan küresel ve bölgesel hegemonya mücadelesi içerisinde olan birçok güç, kimin iktidara getirileceği konusunda farklı düşünüyor ve bunların planları çatışıyordu. Bu şekilde küresel ve bölgesel hegemonya mücadelesi veren güçlerin Libya ve Mısır’da çelişen çıkarları, Suriye’de sıcak çatışmaya dönüştü.

Nisan 2015

sinden uzaklaştırarak sisteme entegre etmektir. Ancak, Rojava şahsında egemen güçler açısından hedef haline getiren nitelikler, PKK’yi halklar ve ezilen sosyal kesimler açısından da bir umut kaynağına dönüştürmüştür. Özgürlük Hareketi ve Kürt halkının kısa sürede Rojava ve Suriye’de kendi kimliği ve paradigmasıyla bir statü elde etmeye doğru ilerlemesi en başta AKP hükümetiyle KDP’yi kaygılandırmış ve onları Özgürlük Hareketi’ne karşı tedbirler almaya sevk etmiştir. Çünkü her iki güç de böylesi bir güçlenmeyi kendilerinin yok olmalarıyla eşdeğer bir durum olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle AKP ve KDP sürekli olarak ortaklaşarak sürekli karşı bir faaliyet içerisine girmektedir. Bu temelde AKP hükümeti, Rojava’da kazanılacak bir statünün kaçınılmaz olarak Bakur’da da benzer bir statüyü getireceğini hesaplayarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun demokratik çözümü için Kuzey Kürdistan’da başlattığı süreci istismar ederek tüm gücüyle kantonları tasfiye etmek istemiştir.

Arap baharı asıl meyvesini Rojava’da vermiştir Suriye’de yoğunlaşan çatışmalarda İran, Irak, Suriye ve Lübnan bir cephede yer alırken, başını Türkiye’nin çektiği diğer cephede Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün gibi Sünni devletler yer aldı. KDP’nin Türkiye ile YNK’nin de İranla birlikte hareket etmesine karşın, Özgürlük Hareketi’nin Kürtleri ısrarla bu hegemonya ve iktidar savaşının dışında tutması neticesinde Kürt halkı, fiilen bu savaşta herhangi bir bloğun tarafı olmamıştır. Bu tutumuyla Suriye ve Rojava’da üçüncü çizgi temelinde kendisini örgütleyerek hareket eden Kürtler, en az kayıpla en fazla kazanım elde eden halk olmuştur. Bu sonuçtan yola çıkılarak “Arap baharı Tunus ve Mısır’da başlamış olsa da asıl meyvesini Rojava’da vermiştir” denilebilir.

Bu durum aslında inkar-imha politikasının doğal bir sonucu olarak gelişmektedir. Çünkü PKK’nin siyaset sahnesine çıktığı ilk günden itibaren TC devleti, onu tasfiye etmeyi siyasi ve diplomatik faaliyetlerinin merkezine almıştır. Geleneksel bloklaşmadan dolayı bölge devletleriyle yürüttüğü bu yönlü ilişkilerinde beklediği sonuçları alamayan TC, Batılı müttefikleri yoluyla Özgürlük Hareketi’nin yükselişini engellemek için bölge devletleri üzerinde de baskı oluşturma yoluna gitmiştir. Bunun için de küçük bazı adımlar karşısında bile ilgili-ilgisiz bir çok güce sınırsız tavizler vermişdir. Devletin bu yaklaşımı iç siyasette Türkiye’yi bir kısır döngüye, dış siyasette de körlüğe mahkum etmiştir. Türk devleti, sırf PKK ve Kürtler bir kazanım elde etmesinler diye kendi elleriyle, en tehlikeli bir Kürt oluşumuna ebelik yapan bu siyaset ve diplomasi anlayışından hala vazgeçmemiştir.

Bölgede en az dört yıldır yaşanan sıcak savaş ve çatışmalarda, savaşa doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil olan bütün güçler önemli oranda kan kaybederek, mevzi ve maddi kayba uğrarken Rojava Devrimi birçok güç açısından beklenmedik bir gelişme olarak ortaya çıkmıştır. Burada biriktirilen güç ve elde edilen stratejik pozisyon Özgürlük Hareketi ve Kürt halkına bölgede yürütülen çok yönlü mücadelenin kaderini tayin edebilecek bir konum kazandırmıştır. O nedenle de sistem krizine alternatif bir çözüm üretilen Rojava şahsında Özgürlük Hareketini ideolojik, politik ve askeri açıdan başta küresel güçler olmak üzere birçok gücün hedefi haline getirmiştir. Doğal olarak da devletçi egemenliğin zirvesi olan kapitalist moderniteyle, demokratik modernite güçleri burada her bakımdan tarihsel bir hesaplaşma anlamına gelen yoğun bir mücadele içerisine girmiştir. Kobanê ve Şengal gibi yerlerde içerisine girilen bazı ilişkiler her iki modernite açısından da konjonktürel olup bu gerçeği değiştirmemektedir. Bölgesel güçler de mümkünse buradaki birikim ve kazanımları, demokratik Kürt iradesini inkar ederek yedeklemek, eğer bu mümkün değilse açığa çıkan halkların demokratik iradesini ezmek için Rojava’yı hedeflemektedir. Kapitalist modernite ve bölgesel güçlerin sahadaki gölgesi olan KDP ise Rojava’da yaşanan gelişmelerin, ulusal sahayı KDP’ye daralttığı, PKK açısından ise uluslararası sahayı açtığı için bu kazanımlara yönelmektedir. Tüm bu saldırıların asgari hedefi, Kürt Özgürlük Hareketi’ni demokratik modernite çizgi-

Küresel güçler Türkiye’yi dar ve yerel siyasetin sınırlarına hapsetmiştir AKP hükümeti, Türkiye’nin yaşadığı bu kısır döngü ve körlüğü aşacağı umuduyla, içerde çeşitli toplumsal kesimlerin, dışarda da Türkiye’nin müttefiklerinin destekleyerek iş başına getirdiği bir oluşumdur. AKP, beklentilerin farkında olarak başlangıçta ilgili her kesime sıcak mesajlar verirken aynı zamanda elde ettiği imkanları devlet içerisinde hegemonyaya dönüştürerek bölgesel hegemonya mücadelesine katılmayı tercih etmiştir. Özellikle Arap baharıyla beraber gelişen olaylardan yararlanarak, ‘Yeni Osmanlıcılık’ politikaları çerçevesinde bölgesel güç olma arayışı ve uygulamaları, AKP’yi başta müttefikleri olmak üzere birçok güçle karşı karşıya getirmiştir. Bu durum, Türkiye’yi küresel güçlerin bölgede yürüttükleri büyük projenin dışında bırakarak, dar bölge ve yerel siyasetin sınırlarına hapsetmiştir. Bu da doğal olarak siyaset alanını giderek daralan AKP’yi fanatikleştirmiştir. Küresel hegemon güçlerin, Afganistan ve Irak’a yönelik müdahalelerinin başarısız olmasının yanısıra Arap ba-

34


Özgür Halk harından umduklarını elde edememeleri önemli bölgesel sonuçlara neden olmuştur. 1979 devrimiyle bölge siyasetine ideolojik ve politik hegemonya hedefleriyle giren İran, yaşanan gelişmelerden en çok kazanım elde eden güçlerden biri olmuştur. ABD’nin müdahalesinden sonra hem Afganistan hem de Irak’ta nüfuzunu arttıran İran, Suriye ve Lübnan’da da kontrolü önemli oranda kendi eline almıştır. Bunun yanında Bahreyn, Yemen ve Suudi Arabistan’daki Şiileri rejim karşısında hareketlendirecek kadar bu ülkelerin ve bazı Körfez ülkelerinin iç siyasetine dahil olmuştur. İran, bu biçimde hem kendi iç sorunlarının üzerini örtmüş hem de savaşı kendi sınırları dışında tutarak bölgedeki siyasi, askeri ve diplomatik ilişki ve çelişkilere ciddi bir hakimiyet sağlamıştır. Çok aktif olmasa da İran bu politikalarında Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin siyasi, diplomatik ve askeri desteğini almıştır.

Nisan 2015

si, üçüncüsü de; Kuzey Suriye’de Özgürlük Hareketi öncülüğünde demokrasilerini kurmaya çalışan Kürtlerin statü kazanmalarına izin vermemekti. Mevcut dünya dengeleri, bu devletlerin doğrudan Suriye ve Irak sorununa müdahale etmelerine imkan sunmadığı için DAİŞ, bu plan üzerinden uygulayıcı güç olarak Sünni ittifak tarafından oluşturularak güçlendirildi. Suriye rejiminin İran ve Hizbullah’ın desteğiyle uzun süre direnmesi ve DAİŞ’in Rojava kantonlarına yönelik saldırılarında kayda değer bir sonuç ortaya çıkmaması, Sünni ittifakın projesinin tıkanması anlamına geldiği için farklı bir hamleyle çıkış yapıldı. Musul’a yönelik saldırı ve kentin teslim edilmesiyle birlikte KDP’nin fiilen bu projeye dahil edilmesi gündeme geldi. Zira KDP, Özgürlük Hareketi’nin Rojava ve Kuzey’de sağladığı gelişmeler nedeniyle önemli oranda sıkışmış ve gündem dışı kalmıştı. Ayrıca, KDP ve Maliki hükümetinin karşılıklı olarak izlediği milliyetçi politikalar da

Bu durum, bölgede İran’a benzer hegemonik hesapları oan TC devleti ve AKP hükümetini karşı cepheyi daha sıkı örgütlemeye teşvik etmiş, İran lehine yaşanan gelişmelerden kaygı duyan Suudi Arabistan, Ürdün ve Katar gibi devletleri bu cepheye yöneltmiştir. Irak’ta devrilen BAAS rejiminin eski subay ve kadroları da bu cephenin temel güçlerinden biri olmuştur. Farklı hedefleri olmakla birlikte İsrail’in de bu cephenin oluşumunda ve sonrasında bu cephe adına yaşanan gelişmelerde çok önemli bir yeri vardır. Bölgede oluşan bu iki cephenin orta yerinde bulunan Kürdistan’ın ve Kürt halkının konumu bu mevzilenmede stratejiktir. Bu nedenle her iki taraf da Kürtleri kendi politikalarının bir aracı olarak değerlendirme çabası içerisine girmiştir. Ancak dört parça Kürdistan’da büyük bir toplum desteğine sahip olan PKK, bu noktada Kürtlerin tavrını halkların kardeşliği ve demokrasiyi esas alan üçüncü çizgi olarak belirlemesi, Kürtlerin kütlesel olarak bu cepheleşmenin bir tarafında yer almasını engellemiştir. Daha sonraki gelişmelerin gösterdiği gibi Özgürlük Hareketi’nin bu tavrı, dost-düşman birçok çevrede takdirle karşılanırken aynı zamanda da halkların büyük kazanımlar elde etmesini sağlamıştır. Arap halkları isyanının Suriye’ye sıçramasıyla beraber, gerisinde İsrail’in bulunduğu Sünni cephe bölgedeki sıcak gelişmeleri kendi lehine bir sonuçla taçlandırmak için işbirliği ve çalışmalarını her zamankinden daha fazla yoğunlaştırmıştır. Sünni ittifakın üzerinde ilkesel olarak anlaştıkları üç konu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; Suriye rejiminin en kısa zamanda devrilmesi, ikincisi; Irak rejiminin devrilerek bunun yerine bu ittifakın denetiminde bir Sünni rejimin ikame edilme-

KDP’yi zor durumda bırakarak onu bir çıkış yapmaya zorlamıştır. Böyle bir durumda kendisine sunulan Cizre Kantonu’nun da eklenmesiyle 36. parelelin kuzeyinde ‘’bağımsız bir Kürdistan’’ kurma karşılığında Musul’un DAİŞ’e teslim edilmesi teklifine dört elle sarılmıştır. Sünni ittifakın KDP’yle birlikte uygulamaya koyduğu bu proje, bir yandan Özgürlük Hareketini Rojava’da tasfiye ederek KDP’ye alan açarken diğer yandan da KDP’yi ‘Bağımsız Kürdistan’ın kurucu partisi ve Barzani’yi de kurucu lideri yaparak hakim güç haline getirecekti. Ancak oyun içerisinde oyun vardı. Çünkü Arap ve Türk milliyetçiliklerinin gizli projesinde Kürt halkının bütün kazanımları yok edilmek istenmekteydi. O nedenle de DAİŞ’in Musul’dan sonra Şengal, Maxmûr ve Duhok’a doğru saldırıya geçmesi KDP’nin derin bir gaflet içerisinde de olduğunu göstermiştir. KDP’nin bu saldırılar karşısında yardım istediği halde TC devletinin en küçük bir yardım girişiminde bulunmaması, Kürtler PKK’nin her koşul altında KDP’nin varlık nedeni olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne ser-

35


Özgür Halk miştir. Zira PKK olmazsa kimse KDP’ye ihtiyaç duymayacağı gibi PKK direnişinin açtığı siyasi ve askeri alan olmadan KDP yaşayacak bir yer bulmayacaktır.

Nisan 2015

rinde daha faal olma imkanlarını değerlendirebilecektir. İngiltere’nin son dönemlerde, iki yüz yıldır etkin olduğu coğrafyada giderek daha aktifleşmesi böyle değerlendirilebilir. Ortadoğu kaosunda Mısır ve Suudi Arabistan ittifakı etrafında yeni bir Arap gücünün oluşturulmaya çalışılması bu bağlamda anlam kazanmaktadır. Basra körfezinden, Kızıldeniz ve Süveyş kanalına kadar olan alan İngiliz çıkarları açısından hep stratejik olmuştur. Mısır etrafında oluşturulmaya çalışılan Arap gücü aynı zamanda İran ve Türkiye’nin Ortadoğu üzerindeki hegemonya mücadelelerinde önemli bir denge unsuru olarak da düşünülmektedir. Keza bu birlik dağınık Arap gücünü kontrol altına almak suretiyle İsrail’in güvenliği için de belli bir güvence oluşturacaktır. Ancak İngiltere’den farklı olarak İsrail’in bölgedeki politikasının iki temel hedef üzerinde odaklandığı söylenebilir. Birincisi; İsrail bölge devletlerini sürekli bir iç çatışma halinde tutarak hem zayıflatmaya hem de kendi karşısında birleşemeyecek kadar husumet içinde tutmaya çalışmaktadır. Bu durumda başkalarının çatışması, İsrail için bir güvenlik unsuru olmaktadır. İkincisiyse; kendi denetiminde kuracağı bir Kürt ulus devletçiğini güvenliğinin bir unsuru olarak kullanmayı hedeflemektedir. Bölgede AB’nin politikalarıysa genellikle ABD’nin yaklaşımlarıyla örtüşmektedir.

ABD bölgeden çekiliyor, İngiltere ve İsrail aktif hale geliyor Bu noktada başta ABD olmak üzere AB ve Rusya gibi güçlerin bölge politikaları önemli olmaktadır. Musul’un DAİŞ’e teslim edilmesi de dahil olmak üzere ABD’nin bölgede yaşanan gelişmelerden habersiz olabileceği düşünülemez. Ancak özellikle 2000’li yılların başında bölgeye yaptığı müdahalelerde başarısız olan ve geri çekilmek zorunda kalan ABD, yaşanan durumları daha önce uğradığı kayıpları gidermenin bir vesilesi olarak değerlendirdi. Çünkü ABD’nin çekilmesinin ardından geçen yaklaşık yedi yıllık zamanda Irak fiili olarak daha fazla İran’ın nüfuz alanına girmiş, KDP öngörüldüğü gibi Irak’ın bütünlüğü içinde Şiileri dengeleyici bir unsur olarak rol oynamak yerine, ABD ile çelişkileri giderek artan AKP hükümetinin denetimine girmiş ve İran genelde bölgedeki nüfuzunu arttırmıştı. ABD’nin, DAİŞ saldırılarının bir ucunun Hewler’e, bir ucunun İran sınırına ve bir ucunun da Bağdat’ın kuzeyine ulaşıncaya kadar duruma müdahale etmemesi, izlediği, kayıplarını telafi etme ve çıkmak zorunda kaldığı bölgeye kurtarıcı güç olarak dönme politikasıyla ilgilidir. Nitekim ABD’nin müdahalesiyle eş zamanlı olarak, Maliki’nin istifa etmesi, KDP’nin Bağdat’ta kurulan hükümete katılması ve İran’ın resmen olmasa bile fiilen uluslararası koalisyonla birlikte hareket etmesi ABD’nin bu politikasının sonucudur. Bu da özü itibariyle bölge devletlerine ve halklara ölümü gösterip, onları sıtmaya razı etme politikasıdır. Ancak ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra öncülük ettiği Ortadoğu politikalarını ciddi biçimde yeniden gözden geçirmektedir. Çünkü şimdi ABD derinlemesine bölge sorunlarının içerisine girmekle verdiği kayıplar ve yaptığı harcamaların, elde ettiği kazanım ve gelirlerden fazla olduğunu hesaplamaktadır. Yani mevcut politikaları nedeniyle ABD, bölgede her bakımdan güç kaybına uğramaktadır. Ayrıca Asya ve Uzakdoğu’da Çin, Hindistan ve Endonezya gibi yeni ekonomik ve askeri güçlerin hızla gelişmesi ABD’nin hegemonyasını tehdit etmektedir. ABD, hem bu sahayı tamamen söz konusu güçlerin kontrolünde bırakmamak hem de bu bölgedeki devasa enerji ve insan kaynaklarından yararlanmak için stratejisini bu alanlara doğru kaydırmayı ciddi bir biçimde tartışmaktadır. Kuşkusuz bu, ABD’nin derinlemesine içerisine girdiği Ortadoğu politikaları ve ilişkilerinden tamamen kendisini yalıtacağı anlamına gelmez. Bu küresel hegemon güç olmanın doğasına da aykırıdır. O nedenle Ortadoğu’daki son krizde ABD’nin daha sınırlı bir müdahaleyle daha nitelikli sonuç almaya çalışması dikkat çekicidir.

Rusya, Suriye ve İran üzerinden bölgede siyasi ve diplomatik varlık gösterip çıkarlarını korumaya çalışmakla birlikte, Ortadoğu’da yaşanan kriz ve kaosun en önemli sorumlularından biridir. Zira bölgede iflas eden sadece hegemonik kapitalist güçlerin yüz yıllık politikaları değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin yetmiş yıllık reel sosyalist politikalarıdır. Sovyetler Birliği, bir yandan Batı karşısında evrensel Arap milliyetçiliğinin ifadesi olan ‘Nasırizmi’ desteklerken, Nasırcılığa karşı da reel sosyalizmin Arap ulus devletçi tezahürü olan BAAS’çılığı oluşturdu. Sovyetlerin oluşturduğu bu dengenin 1967 savaşında İsrail karşısında kesin bir yenilgi alarak Nasırcılığın tükenmiş bir biçimde ABD güdümüne girmesiyle birlikte Sovyetler önemli bir mevzi ve güç kaybına uğradı. 1967 ve 1973 savaşlarında Arapların İsrail karşısında yaşadığı yenilgiler, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin hanesine de yazıldı. Ondan sonra Arapların gözünde Sovyetlerin değeri, Sovyetlerin de gözünde söz konusu Arap devletlerinin stratejik önemi son derece zayıfladı. Körfez krizinin ardından Saddam rejiminin de iyice tecrit olmasından sonra, Sovyetlerin mirası kadar sorunlarını da devralan Rusya’nın, Ortadoğu’da stratejik dayanak noktası neredeyse kalmadı. 1990’lardan sonra temel sorunu, Batı ile Uzakdoğu’da yükselen Çin ve Hindistan gibi güçler arasındaki sıkışmışlığını aşmak olan Rusya’nın, Ortadoğu bölgesindeki sorun ve ilişkilere yaklaşımı taktik düzeyle sınırlı kalmıştır. Bu nedenle Rusya, bölgeye yönelik bir proje geliştirmemiştir. O nedenle de Rusya’nın İran politikası, geçmişte Suriye ve Irak’ta uyguladığı BAAS politikalarını aşmamakta, mevcut Suriye politikası da BAAS’ı ayakta tutarak Suriye’deki çıkarlarını korumanın ötesine geçmemektedir. Rusya’nın, başta Kürtler olmak üzere, Ortadoğu ve Suriye’de yaşayan halklara yönelik bir projesinin olma-

Bu durum hegemon güçlerin bölge siyasetinde büyük bir boşluk yaratmayacaktır. Zira ABD, hegemonik politikalarının bir gereği olarak kendisinden boşalan alanda en stratejik müttefikleri olan İngiltere ve İsrail’in daha etkin olmasını sağlayacaktır. Bu biçimde hem Ortadoğu’daki etkinliğini sürdürecek hem de dünyanın değişik yerle-

36


Özgür Halk ması bu yaklaşımın bir sonucudur. Bu nedenle Rusya, Ortadoğu’da ABD politikalarının tek taraflı olarak başarılı olmasının önünü almaya çalışmakla yetinmektedir. Hızla büyüyen ekonomileriyle küresel güç dengelerinde önemli konumları bulunana Çin ve Hindistan, Ortadoğu gibi sorunlu bölgelere siyasi ve askeri olarak müdahil olmaktan özenle kaçınmaktadırlar. Bu tür müdahalelerin getireceği ağır siyasi, askeri ve mali yükümlülükler altına girmek yerine, buralarda ekonomik güç olmayı temel strateji olarak benimsemiş görünmektedirler.

Nisan 2015

oldu. Bunun karşısında Kürt Özgürlük Hareketi, izlediği düzeyli ve kişilikli siyasetle sadece bölgenin en önemli ve etkin aktörlerinden biri haline gelmekle sınırlı kalmayıp, uluslararası alanda da önemli bir konum kazandı. Rojava, Şengal, Maxmûr, Kerkük ve diğer direnişlerle birlikte başta TC olmak üzere, bölge gericiliği karşısında ideolojik, siyasi ve diplomatik alanlarda bir üstünlük sağlayan Kürt Özgürlük Hareketi üzerinde herkes mutabıktır. Ancak bu mutakabat mevcut haliyle konjonktüreldir. Bölgede yaşanan siyasal ve askeri gelişmeler, birçok olanak sunduğu gibi, bağrında önemli tehlike ve riskleri de taşımaktadır. Bütün mücadele sahaları çok önemli olmakla birlikte, bölgede demokratik kazanımların geliştirilip korunmasında Kuzey Kürdistan ve Türkiye stratejik önemde bir mücadele alanıdır. Çünkü, başta Rojava olmak üzere bütün mücadele sahalarında Kürt halkı ve PKK’ye karşı en vahşice saldıran güç AKP hükümeti olmuştur. DAİŞ ve El Nusra çeteleri her bakımdan AKP tarafından desteklenerek Rojava ve Güney Kürdistan’daki kazanımlara saldırtılmıştır. Bu bakımdan AKP, cumhuriyet hükümetleri içerisinde Kürt halkına ve

Şengal’in DAİŞ tarafından işgal edilmesi ve binlerce Şengal’linin katledilip, yüz binlercesinin de katliam tehdidi altında kalması, uluslararası ve bölgesel siyasette olduğu kadar, insanlığın zihniyet ve vicdan dünyasında da kalıcı izler bırakmıştır. Bütün dünya Şengal katliamını izlerken, PKK’nin tamamen vicdani, ahlaki ve insani duyarlılıklardan hareketle, hiçbir askeri ve siyasi aklın göze alamayacağı riskleri göze alarak Şengal’e müdahale etmesi, hiç de hesapta olmayan siyasi sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Tam da AKP ve KDP’nin, DAİŞ aracılığıyla Özgürlük Hareketi ve özellikle Rojava kazanımlarını tasfiye etmek istediği noktada, KDP ihanet pozisyonuna düşerken, PKK sadece Rojava değil Güney Kürdistan’daki kazanımları da savunması hem AKP hem de KDP’ye büyük bir darbe olmuştur.

Sonuç almak için hızlı, etkili ve örgütlü bir çalışma şart. Herkesin başarıyı esas alarak görevlerin başına gitmeleri gerekiyor. Bu sağlanırsa başarı da gelecektir.

AKP çözülme sürecinde Bu durum gerek bölgesel ve küresel siyaset aktörleri, gerekse de halklar ve ezilen sosyal kesimler nazarında Özgürlük Hareketine prestij kazandırmıştır. Bununla birlikte TC devletinin 30 yıl boyunca ve büyük masraf ve tavizlerle uluslararası alanda PKK aleyhine oluşturduğu negatif algı çok kısa bir zamanda yerle bir olurken karalama kampanyası yürütenler sorgulanır hale gelmiştir. Diğer yandan Özgürlük Hareketi, başta Güney Kürdistan ve Rojava’da yaşayan farklı halklar ve inanç kimlikleri olmak üzere, bölge düzeyinde halkların en büyük umudu haline gelmiştir. Benzer bir biçimde dünyanın değişik coğrafyalarında da büyük bir sempati dalgası gelişmiştir. Özellikle kadın savaşçıların, dünyanın bu en gerici ve vahşi çetelerine karşı büyük bir moral ve güvenle savaşmaları, PKK’ye yönelik ilgiyi bir kat daha arttırmıştır. Bu ilgi sadece duygusal düzeyde kalmayıp anlama ve algılamaya yönelik olarak da gelişmiştir. Özellikle alternatif sistem arayışında olan eşitlikçi ve özgürlükçü gruplar Kürt Özgürlük Hareketini yoğun bir biçimde incelemek gereğini duymuşlardır.

demokrasi güçlerine karşı en pervasızca ve hiçbir değer tanımadan saldıran hükümet olmuştur. Özgürlük Hareketini tasfiye etmek için Türkiye ve Kürdistan’ın bütün maddi değerlerini peşkeş çekmenin yanında, din ve ahlak gibi manevi değerleri de kullanarak tüketmiş ve kendisi de tükenme noktasına gelmiştir. Öyle ki, artık bütün yalanları deşifre olduğu için dış ilişki ve ittifakları nazarında bir itibarı kalmayan AKP hükümeti, dış siyasetini tamamen içe yönelik olarak yapmaya başlamıştır. Görüntüde ABD, AB ve İsrail gibi devletlere verdiği sert mesajları, gerçekte iç kamuoyuna vererek, güçlü bir görüntü yaratıp içerde iktidarını korumaya çalışmaktadır. Bir hükümetin uluslararası ilişkilerini iç siyasette bu kadar ucuz bir biçimde kullanır hale gelmesi, zorlanma ifadesi kadar bencilliğinin de dışavurumu olmaktadır. Bu noktada AKP hükümeti ve devletin tek şansı, Kürt halk Önderliğinin hazırladığı demokratik çözüm taslağını, belirttiği takvim temelinde uygulamaya koymasıdır. Aksi taktirde, zaten toplumun büyük bir kesiminde güvensizlik ve hayal kırıklığı yaratan AKP’nin hızlı bir çözülme süreci içerisine gireceği ve hatta girdiği muhakkaktır. Bu açıdan 7 Haziran genel seçimleri sadece Kürtler açısından değil, tüm Türkiye halkları açısından tarihi öneme haizdir. Bu seçimler, meclise güçlü bir temsille giren demokratik bloğun sağlayacağı dinamizmle Türkiye’nin büyük bir hamle mi yapacağını, yoksa geçmişi kat be kat aşacak büyük bir iç savaşa mı gireceğini belirleyecektir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kuzey Kürdistan’da başlattığı demokratik çözüm çalışmalarını da boşa çıkarmak dahil olmak üzere, bütün umudunu KDP ile birlikte kurduğu komplonun başarısına bağlayan AKP, komplo başarısız olunca bütün gücüyle DAİŞ’i destekleyerek Kobanê’yi düşürmek istedi. Tüm dünya DAİŞ’e karşı kurulan uluslararası koalisyonda yer aldığı halde, AKP hükümeti alenen DAİŞ’le ittifakını sürdürdü. Bu kirli politikalarının neticesinde Türkiye neredeyse tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar uluslararası siyasetten tecrit

37


Özgür Halk

Nisan 2015

100. Yıldönümünde Ermeni Soykırımı ve Ortadoğu Kaosundan Çıkış Ermeni soykırımının 100. yıldönümünde halen sorunun etrafında dönülmekte; “soykırım var mıdır yok mudur, soykırımdan ittihatçılar mı yeni kurulan Türk devleti mi sorumludur, Ermenilerden özür dilenecek mi, Ermeniler toprak mı istiyorlar, Ermeniler de Türkleri katletmedi mi?” gibi soru ve tartışmalarla işin özünden uzaklaşılmakta, gerçekler sis perdesi arkasında bırakılmakta veya saptırılmaktadır. Şiyar Amed Soykırım gerçeğini çözmek Soykırım üzerine değerlendirme yapanlar genellikle dinsel fetih hareketlerini veya faşist diktatörlükleri sorumlu tutmuş, soykırım rejimini çözümlemekten uzak oldukları için sürekli olarak yeni soykırımlara davetiye çıkarmaktan kurtulamamışlardır.

değil “demokrasi-ekoloji-kadın özgürlüğü” ölçütleriyle ele aldığından tarih bilimini bugüne kadar bilinenden farklı bir bilme tarzı ile ele almış, yaşanan felaketlerin tek suçlusunun devlet egemenlikleri olmadığını, yanlış bilme tarzlarının da buna gerekli payandayı sağladığını göstermiştir. Bilgi ve tarihin parçalanması hakikatin kaybedilmesine yol açarken soykırımlar hükmünü her alanda süregelmiştir. Binlerce yıllık bir destur olan “kendini ve düşmanını tanımak” maalesef kendi gözüyle-aklıyla değil düşmanının gözüyle-aklıyla tanımaya dönüşmüş, ona hizmet etmiştir.

Ermeni soykırımının 100. yıldönümünde halen sorunun etrafında dönülmekte; “soykırım var mıdır yok mudur, soykırımdan ittihatçılar mı yeni kurulan Türk devleti mi sorumludur, Ermenilerden özür dilenecek mi, Ermeniler toprak mı istiyorlar, Ermeniler de Türkleri katletmedi mi?” gibi soru ve tartışmalarla işin özünden uzaklaşılmakta, gerçekler sis perdesi arkasında bırakılmakta veya saptırılmaktadır. Daha da önemlisi, soykırım mekanizmasının geçmişte kaldığı algısı oluşturulmakta, günümüzde halen hükmünü icra ettiği ve aynen geçmişin devamı olduğu gözlerden kaçırılmaktadır.

Bugün Ermeni burjuva milliyetçiliğinden, soykırıma zemin hazırlayan akıldan, her türlü provokasyonu hazırlayan lobicilikten bahsetmek kendine en demokratım diyenler tarafından bile tepkiyle karşılanabiliyorsa bilme tarzlarının çarpıtılmasında ne denli ileri gidildiği anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım, konunun önemini daha fazla artırmakta, sadece geçmişin soykırımlarının aydınlatılması için değil günümüzde halkların, toplumların yaşadığı savaş ve kaosların aydınlatılması için projektör rolünü oynamaktadır.

Bugüne kadarki yorum ve değerlendirmeler soykırım gerçeğini çözümlemeye yetmediği gibi soykırımdan çıkış yolunu da gösterememiştir. Soykırıma uğramış veya soykırım tehdidi altındaki tüm halklar ve soykırımı anlamak isteyen tüm entelektüel çabalar için yeni bir bakış açısına ihtiyaç vardı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yeni bir paradigmaya dayalı olan tarih ve toplum yorumuyla bu ihtiyaca yanıt oluşturmuştur. Bu aynı zamanda, 100. Yılına giren “büyük felakete” verilebilecek en anlamlı yanıttır.

Soykırım kavramının yaratıcısı olan Rafael Lemkin bile sadece sonuçlardan hareket etmiştir. BM ise soykırıma götüren süreçleri çözümlemek bir yana sonuçların kabulü ve cezalandırılmasını bile birçok kural ile sınırlandırmıştır. Çözümleyici olmaktan uzaktır.

Soykırımları katiyen inkâr eden Türk egemen aklının son manevrası “konuyu tarihçilere bırakalım” biçimindeki pozitivist kurnazlıktır. Hangi tarihçilere, hangi tarih anlayışına? Açık ki pozitivist aklın tarihçiliğinde hiçbir soykırım çözümlenemez. Bu anlayışta kimin kimi öldürdüğü merak konusudur. Olaylar geçmişte yaşanmış ve kapanmıştır. Sebepler çok önemli değildir, günümüzle bağlantısı ise “çıkarlar neyi gerektiriyorsa” o kadardır. Soykırımdan hesap sormak isteyenlerin yaklaşımı ise kuru kuruya devletleri suçlamaktan öteye geçmemektedir.

Tarihsel, toplumsal analizlerin doğru kaynaklardan beslenilerek yapılması ancak Mezopotamya ve Kürdistan’ın kadim halklarının yaşadığı soykırımların ele alınmasıyla mümkündür. Çünkü soykırım mekaniğini oluşturan sürecin ilk adımları burada atılmıştır. Kapitalin laneti: Süryani, Keldani, Ermeni kadim halkların trajedisi Kürdistan ve Anadolu topraklarında yaşayan kadim halkların birçoğu soykırım uygulamasına maruz kalmıştır. Ermeni soykırımı ile benzer özellikler gösteren ve ondan daha önce yaşanan soykırımların başında Süryani-Keldani soykırımı gelmektedir.

Önderlik paradigması, evreni, doğayı, toplumu “sınıf, devlet, iktidar, bürokrasi” saptırmalarına dayalı ölçütlerle

38


Özgür Halk

Nisan 2015

üzere Hıristiyan halkların milliyetçiliklerine hitap ederek bunlardan yararlanmaya çalışmışlardır. Bu politika Süryani-Keldani soykırımına giden süreci başlatmıştır.

Kökenleri Ortadoğu’nun ilk imparatorlukları olan Akad, Asur ve Babil’e dayanan bu ve diğer Hıristiyan halkların 19.yy’da uğradıkları soykırımın sebepleri incelenirken en az 4 bin yıl geriye gitmeden doğru sonuçlara ulaşılamaz. Bu halklar MÖ 2000’li yıllarda tarihin ilk kapital sahibi olanların egemenliğinde yaşamış halklardırlar. Kendi soykırımcısını yaratma serüveninin ilk adımı bu şekilde atılmıştır. İlk kapital, soykırıma giden yolun ilk taşıdır.

Ermeni soykırımının taşları ise Rus Çarlığı üzerinden geliştirilen benzer politikalarla örülmüştür. Erken gelişen milliyetçilik, bu Hıristiyan halkların soykırımla karşılaşmalarında üçüncü unsur olmuştur. Böylece provokasyonlara da uygun zemin oluşmuş, soykırım mekanizması çalışmaya başlamıştır. 1840’larda Süryani-Keldani soykırımı, 1915’lerde ise Ermeni soykırımı bu tarihsel gerçekliklerle en trajik ve vahşi haliyle hayat bulmuştur.

Tartışılması gereken ikinci unsur, bu halkların Hıristiyan olmasıdır. Kültürlerini ve varlıklarını hem korumalarının hem de kaybetmelerinin Hıristiyanlıkla ilgisi vardır. Bölgenin hegemon gücü olmaktan çıktıktan sonra Süryani Soykırımların baş sorumlusu kapitalist modernitedir. ve Keldani adını alan bu kadim halklar Roma ve Sasani Azami kar ve sömürüyü elde etme ve halkları egemenliği İmparatorlukları karşısında güçsüz durumdayken varlık- altında tutabilmenin aracı olarak geliştirdikleri ulus-devlarını sürdürebilmek için zorunlu olarak kültürel bir daya- let anlayışının Ortadoğu’ya dayatılması, kadim kültürlenak oluşturmak adına Hıristiyanlığa geçmişlerdir. Orta- rin yok edilme sürecini başlatmıştır. Türk milliyetçiliği ve doğu’da Hıristiyanlaşan ilk halklar olarak zanaat, ticaret iktidar İslam’ının buradaki rolü kapitalist modernitenin ve kültür alanında muazzam yetenekler sergilemişlerdir. işbirlikçisi ve kılıcı olmadır. Arka planda ise Yahudi SiyoKent halkları olarak kent yaşamı ve kültürüne damgalarını vurmuşlardır. Soykırımların baş sorumlusu kapitalist modernitedir. Varlıklarını sürdürmelerinde bu kültür ve yetenekleri önemli rol oynamıştır. Azami kar ve sömürüyü elde etme ve halkları egemenliği Kurucusu oldukları Hıristiyan- altında tutabilmenin aracı olarak geliştirdikleri ulus-devlet lık dini, köken olarak geldikleri anlayışının Ortadoğu’ya dayatılması, kadim kültürlerin Akad-Babil-Asur askeri kültürünyok edilme sürecini başlatmıştır. den uzaklaşıp ılımlı bir karakter kazanmalarında belirleyici bir rol oynamıştır. Bu yeni din ve ona dayalı ılımlı, barışçıl nizminin Hıristiyanlığı tasfiye etme zihniyeti yatmaktadır. karakter olmasa imparatorluklar karşısında tümden Soykırımcı karakterdeki Türk milliyetçiliğinin fikir babalaezilip yok olmaktan kurtulamazlardır. Fakat sonraki ta- rının Yahudi olmaları bu gerçeği yeterince kanıtlamaktarihlerde çok trajik şekilde soykırımlara uğramalarında dır. Anadolu’daki Helen, Rum, Gürcü soykırımları için de da yine Hıristiyan olmaları önemli bir rol oynamıştır. aynı realite geçerlidir. Bu soykırım mekanizması en son olarak Kürt halkına karşı işletilmeye başlanmış; PKK Dönemin Yahudi üst tabakasının Roma İmparatorluğuyla direnişine kadar da hükmünü rahatlıkla icra etmiştir. işbirliği içine girmesi ardından alt tabakayı oluşturan tüm halklar Hıristiyanlığa sarılmışlardır. Zamanla kendi kilise- Büyük felaket lerini kuran Helen, Asur, Keldani, Ermeni halkları öncülü- “Ulus-devletçiliğin bir soykırım rejimi olduğunu (geğündeki Hıristiyanlık, İslamiyet’in ortaya çıkışına kadar nel olarak tarihi yadsıma, yerel kültürü ve demokratik Doğu’ya, 10.yy’a kadar da Batı’ya damgasını vurmuştur. otoriteyi yok ederek) hiçbir örnek, Ermeni ve Türkçü ulus-devlet çatışmasından daha öğretici olarak gösİslamiyet’in yayılmasıyla birlikte üst tabakaların fe- teremez. Ermeni halkın trajedisi; erken kapitalistletihçiliği nedeniyle Hıristiyanlıkla çatışması kaçınıl- şen bir burjuvaziye, komşularının üstünde bir kültürel maz hale gelmiş; bu aşamadan sonra siyasi ağır- gelişmeye sahip olmasından ve kapitalist hegemonlıklarını yitirmiş halde zanaat, ticaret ve kültürel yacılığın acımasız oyunlarından (küçük günlük bir yeteneklerine dayanarak varlıklarını sürdürebilmiş- menfaat karşılığında binlerce yıllık bir kültürü gözden lerdir. 19.yy’a kadar Ortadoğu’daki tablo bu şekildedir. çıkarmalarından) kaynaklanmaktadır.” (A. ÖCALAN) 19. yy dünyasına bakıldığında, Avrupa’da hegemonyasını tamamlamış olan kapitalizmin Doğu’ya yönelmesi, günümüze dek damgasını vuracak gelişmelerin önünü açmıştır.

24 Nisan 1915 tarihi, Ermeni halkının yaşadığı BÜYÜK FELAKET’in yani soykırımın başlangıç tarihi olarak kayıtlara geçmiştir. 100. Yıldönümüne geldiğimiz bu tarihin önemi nedir ve o gün ne olmuştur?

Hegemon güçlerin başında gelen İngiltere, Hindistan’a dek uzanan hattı güvenceye almak amacıyla tüm Ortadoğu’da kendisine bağlı güçler oluşturma arayışına girmiştir. Zayıf düşmüş Osmanlı imparatorluğundan bunun için gerekli desteği sağlarken yerel düzeyde ise Süryani ve Keldani’ler başta olmak

1.Dünya Savaşının yaşandığı yıllardır ve Osmanlı devleti savaş halinde olduğu Rusya’ya Ermenilerin yardım edeceğinden ve isyan çıkaracaklarından şüphelenmektedir. Rus Çarlığı da Ermeni milliyetçiliğini kışkırtmaktadır. Bu gerekçeyle İktidardaki İttihat-Te-

39


Özgür Halk rakki Partisinin Dâhiliye Nazırı (İç İşleri Bakanı) Mehmet Talat imzasıyla Ermeni siyasetçileri, aydınları, sanatçıları, iş adamları ve din adamlarının tutuklanması kararı çıkarılır. İstanbul’da yaşayan Ermeni önde gelenlerinden 2.345 kişi tutuklanıp Anadolu’ya sürgüne gönderilir. Bunların çoğu sürgünde katledilir.

Nisan 2015

meler, güya yanlışlıkla öldürülenler; geride kalan Ermeni çocukların “Türk Öksüzler Yurdu”nda Türkleştirilmesi… Ermeni soykırımına giden süreçte ulus-devlet peşinde olan Taşnakçı Ermeni milliyetçiliğinin kışkırtıcı rolünün olduğunu ve hatta bazı yerlerde Ermeni çetelerinin Müslümanları katlettiğini belirtmek gerçeğin bir yanını gösterir. Bunlar soykırıma ne gerekçe olabilir ne de haklılık payı kazandırabilir. Ancak dönemin Ermeni milliyetçiliğinin soykırımı önleme kabiliyetinde olmadığı, aksine zemin sunduğu net olarak belirtilebilir. Kapitalist hegemonyacılık, burjuva iktidarın onunla bütünleşme arayışları, milliyetçi kışkırtmalar ve ulus-devletçi zihniyet soykırımın gerçek sebebidir.

27 Mayıs 1915 günü ise TEHCİR KANUNU çıkarılarak Ermenilerin zorla göç ettirilmesi genelleştirilir. Türk Devletinin Osmanlı kayıtlarına göre kabul ettiği göç ettirilen Ermeni sayısı 400 bin civarındadır. Resmikabule göre bir soykırım değil güvenlik tedbiri olarak göç ettirme uygulanmıştır. Ölümler ise (56 bin kadar) göç sırasında, hastalık, çete saldırıları vs. sebeplerle olmuştur. Tarihteki soykırımları inkâr etmek, yeni soykırım planlarına sahip olmakla ilgilidir.

Ermeni halkının yüksek kültürel düzeyiyle baş edebilecek güçte olsalar fiziki kırımdan ziyade asimilasyonu ve kültürel soykırımı esas alabilirlerdi. Fakat soykırım rejimi, kadim Ermeni halkının binlerce yıllık kültürel gücü karşısında, hızla ve sınırsız şekilde kanlı bir yok etme seferberliğini başlatmıştır.

Resmi inkârın aksine Ermeni halkına soykırım uygulanmış ve 1 ile 1,5 milyon arası insan katledilmiştir. Soykırım kronolojisine bakıldığında bu kanıya ulaşmak zor olmamaktadır. Fakat daha önemlisi Osmanlı’nın içinde bulunduğu durum ve emperyalizmin hedeflerinin neler olduğudur ki hakikat bu noktada ortaya çıkmaktadır.

Yeni Cumhuriyetin temellerinin soykırım mekanizmasıyla atılması sonraki gelişme seyrini de belirlemiştir. Türkiye’de halen soykırımlar reddedilmektedir. Oysa günümüzde halkların, inanç ve kültürlerin yaşadığı sorunların kaynağında da Türk ulus-devletinin kuruluşuna damgasını vuran soykırımcı mantık bulunmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu Balkan Savaşlarında toprak kaybetmiş ve bu yenilgiden sonra imparatorluğun birliği Panislamizm ve Pantürkizm akımlarıyla korunmaya çalışılmıştır. Bir başka kanlı siyasetin temsilcisi olan Abdülhamit döneminin İttihat-Terakki egemenliğiyle son bulmasından sonra Türkçülük akımının ilk hedefi Ermeniler olmuştur. Bahanesi bir yana, aslında Türk milliyetçiliğinin Ermeni soykırımına yönelmesi, kaybedilen toprakların alınmasıyla birlikte Çine kadar uzanan bir egemenlik hayal etmeleriyle başlamaktadır. İngiltere gibi emperyalist devletler ise Türkleri bir küçük ulus-devlete mahkûm etmenin hesaplarını yapmaya başlamıştır. Her iki hesabın ortak noktası Beyaz Türk unsurlar haricindeki kesimlerin tasfiyesidir.

Ulus-devletin inşa sürecinde Ermeniler kadar Kürtler, Rumlar, Çerkezler, Gürcüler, Aleviler, Süryaniler, Sosyalistler ve batı ile bütünleşme adı altında Müslümanlar hedef alınmış, özünde Türklükle bağı olmayan ithal bir Türkçü milliyetçilik ya da diğer deyişle Beyaz Türkçü Faşizm Türkiye’yi soykırımlar ülkesine çevirmiştir. 1980’li yıllardan sonra yavaş yavaş devreye İslami kılıflı Yeşil Türkçü Faşizm sokulmuş ve soykırım bayrağını devralarak, soykırıma karşı direnen en örgütlü güç halindeki Kürt halkını yok etmeyi en temel görev olarak bellemiştir.

Türk ulus-devleti sadece 1. Dünya savaşında alınan mağlubiyetinin ardından birden bire ortaya çıkmış bir fikir değildir. Bunun yolu çok önceden döşenmeye başlanmıştır. 19. yüzyıl başlarından beri Hindistan’a dek uzanan alanda hâkimiyet aracı böl-yönet politikasının en etkili biçimi olan ulus-devlet inşalarıdır ve Türkiye bunun için hazırlanmıştır. Ulus-devletçi sistemlerin tüm dünyada yaptıkları bu kez Anadolu’da yapılacak ve Ermeniler başta olmak üzere Türk eliti dışındaki unsurlar yok edilecektir. Ulus-devletin soykırımcı karakteri sayesinde 19 ve 20. yüzyıl, halkları boğan kan deryalarının oluşturulduğu bir dönem haline gelecektir.

Direniş ve demokratik Ortadoğu konfederasyonu 21. yy’a doğru gelindiğinde kapitalist modernitenin yaşadığı kriz Ortadoğu halklarına karşı yeni bir saldırı dalgasına dönüşmüş ve 3. Dünya savaşını başlatmıştır. Yüz yıl önce inşa edilen ulus-devletlerin küresel sermayeye hizmet etme kapasitesi gerileyince Afganistan ile başlayıp Irak işgaliyle devam eden ve günümüzün kontrgerilla gücü olan İŞİD saldırılarıyla iyice açığa çıkan yeni emperyalist müdahale süreci, soykırım mekanizmasını olduğu gibi işletmektedir. Etnik ve mezhepsel çatışmalarla tüm Ortadoğu bir soykırım tezgâhına dönüştürülmüş durumdadır. Bu savaşta kapital yine başrolü oynarken geri planda bu kez Yahudiliğin İslamiyet’e karşı hamlesi görülmektedir.

Soykırımın acı hatıraları, bizzat yaşayanlarca günümüze aktarılmıştır. Bu anlatılar soykırımda başvurulan yöntemleri çarpıcı olarak göstermektedir. Ermenilerin tehdit olarak gösterilmesiyle Müslüman komşusu tarafından ailesi katledilenler ya da Müslüman komşu tarafından saklanarak katliamdan kurtarılan çocuklar; göç yollarında çekilen açlık, hastalık ve uğranılan saldırılar; toplu katlet-

Küresel sermayenin yeni dizayn çabasına karşın halkların direnişi bir çok diktatörlüğü devirirken alternatif sistemin kurulmaması halklar adına en temel açmazı oluşturmuştur. Mısır bunun tipik bir örneği olmuştur.

40


Özgür Halk

ve onun tüm devletçi kurumlaşmalarına karşı çıkmak, alternatif sistem olarak demokratik modernitenin zihniyet ve kurumsal inşasına sıkıca sarılmakla mümkündür.

2011 yılında “Tahrir meydanı” ile sembolleşen Mısır halk direnişi, 30 yıllık Mübarek iktidarına son vermiş olsa da yeni diktatörlüklerin kıskacından kurtuluş sağlanamamış ve 3 Temmuz 2013 ordu darbesi ile adeta başa dönülmüştür. Mısır siyasetinin ana akımlarını oluşturan devletçi, liberal ve İslami örgütlenmelerin üçünün de birbirinin alternatifi olamayacağı, ulus-devlet sisteminin dışında bir anlayışa sahip olmamalarından belli olmuştur. Ulus-devlet sınırlarını aşmayan bu anlayış küresel güçlerin tesirindeki bölge dengelerini de aşma kapasitesinde olamaz. Milyonların özgürlük talebiyle yaratılan Tahrir ruhunun kalıcı bir devrime dönüşmemesinin en temel sebebi budur.

Bugüne dek Türkiye’de soykırıma uğratılan veya bastırılan her halk ve inancın kendini yeniden var etmesi, kültürel canlanışla direnişe geçmesi PKK’nin soykırım rejiminde açtığı gedik sayesinde gerçekleşmektedir. Önderliğin siyasal çözüm ve barış çabalarının istediği sonuca ulaşması, kültürel direnişin zaferi anlamına gelecektir. Aynı zamanda inkâr-isyan döngüsünü kıracak ve emperyalizmin “birbirine kırdırtma” politikalarının önüne set çekmiş olacaktır. Şimdiden halklar arasında geniş yankı bulan ve uyanan bilinç, tarihin geri dönülmez bir şekilde demokrasi durağına doğru yol almasını koşullamıştır.

Mısır’da yaşananlar bölge genelinde krizlerin nasıl derinleşeceğinin göstergesiydi. Nitekim 2015 yılı baharı Yemen açısından bu kaosun tam bir kırıma dönüşmesine sahne olmuş ve mezhep çatışması temelinde büyüyen savaşın nereye doğru evirileceği ve bölgeyi ne düzeyde etkileyeceği de halen kestirilememektedir. Halk devrimlerinin yapıldığı düşünülen her yerde kaos devam etmektedir. Bugün Yemen’de yarın başka yerde bu kaos her an patlamaya, savaşa, iç çatışmaya dönüşme potansiyelini taşımaktadır.

Türkiye’de sağlanacak demokratik başarı ve Türk-Kürt ittifakı tüm bölgeyi yüksek düzeyde etkileme kapasitesindedir. Tüm halkların ve inançların soykırım kıskacından çıkışı için tarihi bir şans oluşturulmuştur. Ermeni ve diğer kadim halkların yaşadığı trajediye bundan daha anlam-

Dolayısıyla Ermeni soykırımının 100. Yılında büyük acılara verilecek en anlamlı yanıt yeni milliyetçi ve dinci oyunları önleyecek kadar güçlü şekilde, demokratik halklar birliğini gündemleştirmektir.

Demokratik ulus anlayışıyla halk devrimlerinin güvenceye alınması mümkündür fakat bunun da kalıcılığı Ortadoğu çapında halkların demokratik birliğini -konfederasyonunu- kurmaktan geçer. Rojava devrimi bu açıdan umut yaratan bir örnek oluşturmuş ve Ortadoğu’da yeni bir süreç başlatmıştır.

lı bir yanıt verilemez. Bunun önündeki engeller sadece kapitalist modernite ve onun küresel saldırı güçlerinden kaynaklanmıyor. Bölgede hegemonya peşinde koşan ve soykırım mekanizmasını sürekli işlevli kılacak -başta İran olmak üzere- devletler, rejimler bulunmaktadır. Kışkırtma tecrübesi ve becerisi ileri derecede gelişmiş olan Yahudi ve Ermeni lobiciliği, bunun arkasındaki milliyetçi, dinci ideolojiler de her an tetikte olan tehlikeyi oluşturmaktadır.

Rojava halk devriminin ulus-devlet kurmaya yönelmemesi, Kantonlar halinde öz yönetim ilanına gitmesi ve en son İŞİD çetelerine karşı Kobanê’de kahramanca bir direnişle zafer yaratması tüm ilerici insanlığa moral ve ilham kaynağı olduğu gibi Demokratik Ortadoğu Konfederasyonunun önemini ve gerçekleşme umudunu artırmıştır. Bu direniş çizgisinin Önderlik ve PKK gerçeğine dayandığını bugün tüm dünyada bilmeyen yoktur.

Tehlikenin büyüklüğü karşısında Önder Apo 2015 Newroz mesajında çözümün “Ortadoğu’nun Demokratik Ortak Evi” olarak adlandırdığı halkların, inançların, kültürlerin birliğinde olduğunu vurgulamıştır. Ortadoğu kaosu ve 3. Dünya savaşından çıkış için başka hiçbir gücün projesi bulunmamaktadır. Tüm halkların kaderi bu projenin gerçekleştirilmesine bağlı hale gelmiştir.

Aynı şekilde soykırım rejimi İŞİD eliyle Şengal’de 73. Ézidi katliamına yönelirken bunun karşısında yine PKK’yi bulmuştur. Maxmur direnişi bugün Kerkük ve Germiyan hattına yayılmıştır. Gerillanın müdahalesi olmasa Hewler’in düşmesi an meselesi haline gelmişti. Bütün bu gelişmeler, PKK’nin savunduğu demokratik çizginin, direniş ve demokratik kurtuluş anlamına geldiğini göstermiştir. Bu ruh tüm Ortadoğu halklarının kurtuluş manifestosu haline gelmiş, birlik zeminini oluşturmuştur. Dolayısıyla Ermeni soykırımının yük acılara verilecek en anlamlı çi ve dinci oyunları önleyecek de, demokratik halklar birliğini

Nisan 2015

Halkların demokratik birliği, bir arada kardeşçe yaşamı için konfederasyon kurumlaşmasını sağlamak tüm küresel oyunların ve yerel iktidar hastalıklarının boşa çıkarılması anlamına gelmektedir. Ortadoğu kaosundan halklar lehine başka türlü çıkış sağlanamaz.

100. Yılında büyanıt yeni milliyetkadar güçlü şekilgündemleştirmektir.

3. Dünya savaşını halkların barışıyla sonlandırmak ve tüm soykırımların hesabını sormak için Önderliğin demokratik Ortadoğu konfederasyonu projesi gerçek bir çaredir. Bu projeyle 5 bin yıldır Ortadoğu toplumuna dayatılan tüm baskıcı, sömürücü, egemenlikçi sistemlerin hegemonyasının son bulması sağlanabilecektir.

Türk, Kürt, Ermeni, Süryani, Arap, Türkmen, Ézidi, Alevi tüm halkların, inançların ve kültürlerin yegâne kurtuluşu ancak soykırımın babası olan kapitalist moderniteye

41


Özgür Halk

Nisan 2015

Kürt Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın Ermeni Halkına Gönderdiği Mektup Mezopotamya ve Anadolu’nun kadim halkları arasında yüzyıllardan bu yana var olan toplumsal ilişkiler son üç yüzyıldır büyük bir altüst oluş içerisindedir. Özellikle kapitalist modernite ve onun tapınağı ulus devletlerin saçtığı zehir nedeniyle bu topraklar adeta halklar ve kültürler mezarlığına dönmüştür. Monolitik ulus yaratma projeleri Avrupa’dan Afrika’ya, Asya’dan Avusturalya’ya, oradan Amerika’ya kadar insanlığın bütün değerlerini alaşağı etmiş, binlerce yıllık kültürel mirasları ve değerleri yeryüzünden silip süpürmüştür. İnsanlığın ve medeniyetin ilk boy verdiği anavatanımız olan bu topraklar da bu felaketten fazlasıyla nasibini almıştır. Halklarımız arasına hançer gibi sokulan ırkçı-milliyetçi akımlar bu felaketin ideolojik alt yapısını oluşturmuştur. Onlarca dil ve kültür bu yangın yerinde yanıp kül olmuş, birer nostaljik öge olarak bile günümüze kalmayı başaramamışlardır. Birçok halk soykırım gibi insanlık suçu nedeniyle yok edilirken birçok inanç ve kültür de baskılar sonucunda ortadan kaybolmuştur. Son yüzyıllarda yaşanan felaketler insanlığın başına gelmiş en büyük felaketlerdir. Tarih boyunca savaşlar ve çatışmalar hep yaşanagelmiştir ama hiçbir dönemde bugün olduğu gibi insanlığı ve doğayı yok etmeyi hedefleyen, büyük ölçüde başarılan bir yönelim olmamıştı. İşte, Ermeni halkına yönelik geçen yüzyılın başında uygulamaya konulan soykırım planı da bu iğrenç politikaların en zalim olanlarındandır. Ermeni halkının içine düşürüldüğü durum tam bir soykırım gerçeğidir. Bu soykırıma rağmen Ermeni halkının trajedisiyle birlikte kendini bugüne taşıyabilmiş olması büyük bir mucizedir. Bu mucize, hiç şüphesiz mazlum Ermeni halkının büyük emekleri ve mücadelesi sonucu gerçekleşmiştir. Günümüzde Ermeni halkının yaşadığı tarihsel gerçekle bütün dünyanın yüzleşmesi ve Ermeni halkının acısını paylaşarak yasını tutmalarının önünü açması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu olgunlukla meseleye yaklaşması ve bu acılı tarihle yüzleşmesi kaçınılmazdır. Ermeni halkının ise ırkçı-milliyetçi tuzaklara düşmeden, halklarımızı daha yüzyıllar boyunca çatıştırmayı hedefleyen uluslararası sermaye güçlerinin ve lobilerinin sinsi amaçlarından uzak durarak mücadelesini sürdürmesi naçizane önerim olabilir ancak. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile Ermeni halkının acılarının sağaltılması, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak bu topraklarda yaşama mücadelesi iç içe geçmiştir. Demokrasiyle taçlandırılmış bir cumhuriyet hem geçmişiyle hesaplaşmış hem de farklı bütün kimliklerin özgürce yaşadığı bir cumhuriyet olacaktır. Bizler, bu çerçeveden bakıldığında sadece Kürt halkının değil; bu kadim coğrafyanın bütün halklarının ve inançlarının özgürlüğü için mücadele ediyoruz, diyebiliriz. Bu nedenledir ki, Kürt sorununun çözümsüzlüğü için iç ve dış bütün demokrasi karşıtı güçler her dönemde önümüze engeller çıkardılar. Barışçıl yolları denediğimiz her dönemde büyük provakasyonlarla süreçleri kesintiye uğrattılar. Bu kesimlerin dayandığı iki temel güç; para-kapital ve milliyetçiliktir. Araç olarak da büyük sermaye lobilerini ve son dönemlerde de cemaat türü yapıları kullandılar. Halklar arasında henüz görülmemiş hesapların olduğu propagandasıyla sürekli olarak kendilerine zemin oluşturma gayreti içerisinde oldular. Oysa bu topraklarda yaşayan bütün kadim halklar bu toprakların sahibidir ve paylaşamayacakları hiçbir şey yoktur. Kürt, Türk, Arap, Fars, Ermeni; hangi halktan olursa olsun, aralarındaki hukuk eşitliğe dayalı kardeşlik hukuku olmak zorundadır. Halklar arasında yaratılan düşmanlık bizim öz kültürümüzün bir parçası olarak kabul görmemelidir. Bunun gelecek nesillerimize sirayet etmesine engel olmak zorundayız. Bu da ancak gerçek bir adalet üzerine inşa edilmiş tarihi bir barışla olur. İşte 2013 Newrozu’nda başlattığımız süreç de ancak bu anlayışla gelişirse kalıcı ve anlamlı olur. Halkların gerçek dostu ve Ermeni halkının yiğit evladı Hrant Dink de işte bu kirli zihniyetin temsilcileri tarafından katledilirken, yukarıda izah etmeye çalıştığım aynı amaca hizmet için katledilmiştir. Bu amaçla katledilen son Ermeni de O’dur işte. Zorlu koşullarıma rağmen sürdürmeye çalıştığım barış arayışının hiçbir halkın zararına ve aleyhine olmayacağı, olamayacağı 30 küsur yıllık mücadelemizin her anında saklıdır zaten. Bizler burada bütün halkların çıkarına amansız bir uğraş verirken bizi boşa çıkartmak için canla başla uğraşan bütün derin, açık, paralel yapılara, lobilere ve cemaat türü yapılara karşı herkesi daha dikkatli olmaya ve objektif bir bakış açısıyla meseleleri ele almaya davet ediyorum. Politik ahlaki duruşumuz bugüne kadar yolumuzdan şaşmadan yürümemize yardımcı oldu, bundan sonra da aynı ferasetle bütün halklar için mücadele edeceğimden kimsenin kuşkusu olmasın. Bu temelde bir kez daha sevgili Hrant Dink’i saygıyla anıyor, Ermeni halkı başta olmak üzere bütün halklarımıza selamlarımı iletiyorum. Abdullah Öcalan İmralı Cezaevi 30 Ocak 2014

42


Özgür Halk

Nisan 2015

4 Nisan ve Tanrıçaların Dönüşü... Önderlik gerçekliği özgürce yürüyüşü gerektiren bir yol. Yola çıkarken atılan ilk adım nasıl özgürlük adımıysa yürüdükçe özgürleştiren bir özelliğe sahip. Tüm yasakları, tabulawrı, putları devire devire bireyin kendi içinde yürüdüğü bu yol tarihin tüm süreçlerini kendi içinde yaşandığı içsel bir yolculuk anlamını taşıyor. Hêlîn Ümit Nisan ayı bahar mevsiminin en coşkulu, heyecanlı zamanıdır. Şubatın soğuk, zalim zamanı Newroz’a yenik düşünce, güneşin sıcak, yağmurların bereketli yağışları ile birlikte yeryüzü yıkanır ve parıldar. Tüm zorluklarına rağmen yeryüzünde yemyeşil bir örtü belirir. Ağaçlar hüznü ve yalnızlığı bırakarak neşeyle umut verirler dallarına. Ilık rüzgârlarla birlikte patlayan ağaç tomurcukları ile birlikte kuşlar, böcekler, insanı bir hoş eden kokular yayılıverir. Doğayı bir renk ve koku cümbüşü sarar. Değişmeyen, dönüşmeyen, yeşermeyen hiçbir şey yok gibidir. Taşların rengi bile değişir. Suyun kokusu, berraklığı değişir. Soluduğumuz havada başka bir tat vardır, dolar insanın ciğerlerine. Terk edilmiş gibi duran toprak, nasıl bir ana olduğunu bir kez daha hatırladır. Varoluşun bilinebilen ilk gününden beri olan ve hep aynı canlılığı, güzelliği, çekiciliği ile tanrıça bu ayda geri döner. Hem bilgedir hem bakire genç kadın. Asıl Nisan’da anlar insan bahar da olduğunu. Ve işte Nisan ayının ilk haftası özgür kadınlar için yenilenmenin, yaşamın kökünden dallarına yürüyen özsuyunun, umudun ve özgürlüğün inadına doğuşuna tekabül eder. 4 Nisan’da gerçekleşen bunun tezahürüdür, sembolüdür, yaşamın unutturulmaya çalışılan ama insanlık tarihi boyunca bunun savaşını veren egemenlerin yenildikleri bir ritüelin gerçekleşmesidir. Tüm insanoğulları unutsa ve kadınların gözleri bağlanmış olsa bile yaşamın var olmak için tekrar ettiği bir ibadettir. Hatırlanacak bir an ve görecek gözler olduğu müddetçe umut her bahar insanlığa yeniden çağrı yapacaktır. Unutkanlıklar yaşananların silinmesi değildir, yaşananlar farkında olmasak bile orada bir yerde durur, çağrılmayı bekler, anımsanmayı, yok olmaz. Bazen çok küçük bir çağrışım geriye getirir yaşananları. İnsanlığın hafızasında yaşayan demokratik Komünal yaşam, baharımızdır. 4 Nisan bir çağrışımdır, çağrıdır. 4 Nisan’da Önder APO’nun toplumsal doğa için gerçekleştirdiği baharlaşmayı selamlıyor, kadınların zamanını müjdeleyen doğum gününü özlemle, sevgiyle kutluyorum.

maya çalışırken uyarı ve önerileri akılda tutmak gerekiyor. Önderlik gerçekliği özgürce yürüyüşü gerektiren bir yol. Yola çıkarken atılan ilk adım nasıl özgürlük adımıysa yürüdükçe özgürleştiren bir özelliğe sahip. Tüm yasakları, tabuları, putları devire devire bireyin kendi içinde yürüdüğü bu yol tarihin tüm süreçlerini kendi içinde yaşandığı içsel bir yolculuk anlamını taşıyor. Evrenin özeti insan kendisini tanımayı ancak bu sınavlardan geçerek başarabilecek. Bu yolda irade ve aşkı kanat yapmış bir özgürlük atı eşlik edecek. Modernitenin araçları bu kıldan ince kılıçtan keskin yolda işlemeyecek. Gönül gözü pusula olacak. Sevgisiz, aşksız bu yolda yürünemeyecek. Kendisini Kürt toplumunun en zayıf toplumsal yapısının içerisinden çıkararak yaratan Önderlik gerçekliği bu yolun yaratıcısıdır. İnsanın kendi gerçekliğini, anlamını, var olma nedenini yitirmesi karanlık bir ormanda kaybolmaya benzer. Başlangıçta böyle değildi. Doğa ve insan bir bütün, kadın ve erkek var oluşun en muhteşem ikilisiydi. Toplumsal hakikat yitiminin yaratıcısı ‘O’ değil. İnsanı, kadını, toplumu bu kadar karmaşık, bilinmez, ne yaptığının, ne olduğunun, yaşamın ve yaşamasının cevabı olan anlamın kaybını yaratan kesinlikle ‘O’ değil. Önderlik gerçekliği bu hakikat yitiminin farkına vararak özgürlük yolunu açan, bu yolda ilk önce her türlü tehlikeyle kendisi yüzleşen, insanın neden var olduğunun sorusuna anlamlı yanıtlar üreterek yol için yoldaş yaratan ve yolun ucundaki yaşamı hayalleriyle yaratan bir gerçekliktir. Kadınla hakikat ilişkisine dair Önder APO’nun kadınla serüveni ancak hakikat ilişkisi ile açıklanabilir. Bunun dışındaki yorumların ne kadar duygu yüklü yönleri olsa da bilimsel-felsefik yönü zayıf ve etkisiz olur. Sadece bir yürekten gelen, duygu dolu bir istek değildir ulaşılan cevaplar. Kadının ezilmişliğinden duyulan acıya verilen yanıtta değildir sadece. Burada acıma vardır ki Önderlik ile kadın ilişkisi bunu çok çok aşan bir gerçekliktir. Acıma gibi aşağılayan bir duyguya yer yoktur. ‘Kadın eziliyordu Önderlik buna cevap buldu’ demek çok yavan kalıyor. Birçoğu sağımızda solumuzda kadınla ilişkisini bu söylemler altında tanımlamaya çalışırken ne kadar da anlam zayıflığı yaşadıklarının farkında bile olmuyor.

Önderlik gerçekliğini anlamak Ortadoğu’da bin yıllardır süren hakikat arayışçılığına benzer bir arayışı gerektiriyor. Bu arayışın kendisi bir yol. Bu yolun yolcusu olmanın herkesin harcı olmadığı konusunda Önder APO uyarılar yapıyor. Basit hevesleri olanların, maddiyat düşkülerinin, güdülerinin esiri olanlarının bu yolda yürüyemeyeceklerini, sıkılacaklarını, düşeceklerini, aldanacaklarını belirtiyor. Bu yolun yolcularının bilinç ve inançla donanmış olmalarını ise tembihliyor. Önderliğimizin doğum günü vesilesiyle Önderlik gerçekliğinde kadın ile ilişkilerini anla-

Kadının korkunç bir yaşam-ölüm zinciri altında tutulduğu, erkek egemenlikli bir dünyada kafes altına alındığı, muh-

43


Özgür Halk taç kılındığı, nesneleşerek insan olmanın ilk özelliği olan düşünceli varlık olma niteliğinin yok sayıldığı bir dünyada yaşadığımız doğrudur. Kadın olmak aşağılanmak için yeterliymiş gibi bir algının yaratıldığı, her gün aldatılan, her an kendisine ihanet edilen, hep ağlatılan bir yaşam kadına layık görülen. Bu acınacak bir hal elbette. Acıtan aşağılayan bir gerçeklik. Buna gerçekliği kendisine dayanak yapan anlayışlarla kadını koruma adına yürütülen söylem kadının gücünü ve özne olma gerçekliğini yadsıyarak kendisine yeni egemenlik alanları yaratıyor. Bahşedilen bir alan, bahşedilen yeni bir kafes çağrışımını içinde taşıyor. Önder APO’nun kadına dayatılan bu yaşam gerçekliği karşısında büyük öfke duyduğu, bunu çirkin bulduğu açıktır. Fakat bunu kadının gerçekliği olarak kabul etmediği, bu durumdan erkeği, erkek egemenlikli sistemi sorumlu tuttuğu da bilinen bir doğrudur. Bu anlamda bin yıllardır yalan, hile, baskı ve zor ile oynanan bu oyuna özgür bir kişilik olarak çocukluğundan itibaren katılmamış, kavga etmekten çekinmemiştir. Belirtmek istediğim şudur ki burada kadına acıma değil gerçek, hakiki kadını arama daha belirgin bir durumdur.

Nisan 2015

olarak değerlendirilebilir. Ruhunu teslim etmemek çocukluk sezilerinin giderek bir çizgiye dönüşmesi yaşanmıştır. Birçoğumuzda çocukluk duyguları çocukça şeyler görülerek yenik düşürülmüş, boşlukta bir ses, uzakta bir anı, anımsanan ve gülüp geçilen duyumsamalara dönüşmüştür. Önderliğimizde ise farkına vardığı toplumsal gerçekliğe bağlılık ve onun gereklerini yerine getirme vardır. Bu dönemdeki ilgi ve tepkilerini bir çocuk duyarlılığı ile dile getirmesi, yaşaması ve yaşatması tüm kadınların duyumsadığı bir gerçekliktir. Her bahar coşku ile yeniden yeşillenen doğa gibi. Yenilenme, unutmama ve yeşerme… Kadına ilginin çocukluk ilgileriyle sınırlı kalmadığı, gözlem ve yorumlama gücü çok yüksek olan Önderlik gerçekliğinde kadınla ilişki kurma arayışlarına dönüşmüştür. Bu arayışın yaşamın anlamına ilişkin arayışla bağı nettir. Kadınla eşit ve özgür bir düzeyde bağ kurma arayışı toplumsal hakikat yitimini yaşamış yaşam gerçekliği içerisinde muazzam bir mücadele deneyimine dönüşmüştür. Yitirilmiş vatan ve kimlik, yitirilen ülke ve özgürlük kaybedilen kadın gerçekliği ile özdeşleşmiştir. Bunda Kürt toplumunda kadının özgün yeri büyük rol oynamıştır. İçinde bulunduğumuz zamana gelinceye kadar her ne kadar birçok özgünlüğünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bulunsa da

Önderliğimizin Ş. Nuda arkadaşla yaptığı bir diyalog belki bize bir ipucu verebilir. Kendisini tanımlamasını isteyen Önderliğe Nuda arkadaş “önderlik bize balık tutup vermedi, balık tutmayı öğretti” demişti. Bu tanımlama Önderliğin çok hoşuna gitmiş ve onaylamıştı. Özcesi kadını muhtaç olan, erkeğin eline bakan, zayıflığını kabul eden bir yaklaşım yoktur. Kadın zayıflık değil güç kaynağı olarak görülmüş, kadındaki farklılığı bir çekim merkezi olarak görmüş, bakış açısının duygu yüklü ve yalansız olduğu keşfedilmiştir. Kadınla ilişki bu temel duygu ve düşünceler temelinde ele alınmıştır.

Kadınla eşit ve özgür bir düzeyde bağ kurma arayışı toplumsal hakikat yitimini yaşamış yaşam gerçekliği içerisinde muazzam bir mücadele deneyimine dönüşmüştür.

Önderliğimizin kadını başat bir konumda ele almasının en önemli nedeni tarihsel toplum içindeki yerini belirlemesi ile ilgilidir. Toplumla, toplumun dinamikleriyle, gelişim yasalarıyla ilgilenen bir Önderliğin bu arayışlarında kadın gerçekliği ile yüzleşmemesi düşünülemezdi. Hele hele varlığı yadsınan, yok sayılan, kadın gibi nesneleştirilerek varlığı her türlü uygulamaya açık hale getirilen bir halk gerçekliği adına özgürlük yürüyüşüne başlanmış olması yaşam adına ne varsa sorgulanmasına yol açmıştır. Kapitalist modernite zamanında toplum yaşamının karşı karşıya kaldığı saldırılar ile birlikte yok edilmek istenen Kürt kültürünün savunulması toplumsal yaşamın doğruya yakın tanımlaması ile gerçekleşebilir olmuştur. Kadın gerçekliği ile tanışma böyle bir süreç içinde olmuştur. Elbette onun öncesi de vardır. Öncesi sezgiler ve ilgilerdir…

Kürt kültürünün ağırlıklı olarak kadın yaşam ve kültüründe varlığını koruması bir gerçektir. Uygarlığın erkek egemenlikli karakterinin farkına varma ile birlikte genelde kadını özelde ise Kürt kadınını güç kaynağı olarak görmek en önemli tarihsel gelişme olmuştur. Kadınla anlamlı yaşam arayışı kadın devrimini mayalamıştır. Dikkat edilirse Önderliğin Kesire ile olan ilişkisinde de bu arayışın izleri yoğundur. Kesire’nin Önderliğin özgürlük ilişkisine verdiği yanıttın olumsuz olması bu gerçekliği değiştirmez yada farklılığını görmeyi engelleyemez. İlgi sıradan bir ilişki veya duygu arayışı değil toplumsal yaşamın nasılına ve yaşamın kadınla bağını doğru kurmaya yönelik mücadele istemi ile ilgilidir. Kesire’nin bu ilişkide geleneksel ölçüleri aşamadığı, Önderliğe bunu dayattığı, bir geleneksel erkek olarak görerek bunun üzerinden etkilemeye çalıştığı bilinmektedir. Tüm bu yönelimlere verilen karşılık Özgür Kadın Hareketinin gelişmesi olmuştur. “On yıllık bir mücadelenin sonucu ‘kadınsız yaşanmaz ancak bu kadınla da yaşam olmaz’ olmuştur. Bu mücadele olmasaydı siz de olmazdınız.”

Sezgiler ve ilgiler Önderliğin kendi varlığını tanımlamaya çalıştığı çocukluk arayış ve eğilimleri bu yönlüdür. Çevresindeki kadın imgelerine yaklaşımda bunu çözümlemek zor değil. Ki bu konuda kendisi kapsamlı değerlendirmeler yapmıştır. Üveyş Ana ile ilişkisi, köydeki kız çocukları ile oyunları hep eşit ve özgürcedir. Var olan yaşam biçimindeki yanlışlığı sezme, katılmama, reddetme vardır. Ninesinin ‘sana kimse kız vermez’ demesi de yaklaşımındaki bu farklılığın anlaşılmasıyla ilgili bir durumdur. Bu dönem için çok bilinçli bir tercihten bahsedilemezse de çocukluk duyguların doğruya daha yakın olduğu, kirletilmemiş, teslim alınmamış yönlerinin yoğun olduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki tercihler kendi duygu ve hayallerine bağlı kalmakta ısrar

Buradan çıkan sonuç Önderliğin klasik erkeği öldürmesi ve verili kadın gerçekliğini reddetmesi olmuştur. Bu çizgi Kürdistan’da sosyal devrimin özüdür. Duygu savaşı… Büyük duygular bu mücadelenin sonucunda büyük düşünce ve projelere dönüşmüştür. İlgi ve sezgiler düşünce dehası ve bilgelikle tarihte şimdiye kadar görülmemiş bir kadın hareketi gerçekliğinin önünü açmıştır.

44


Özgür Halk Ana hatlarıyla dikkat çekmeye çalıştığımız Önderliğin kadın ile ilişkisi kendi gerçekliğini yaratırken neden kadını başat bir öge olarak tercih ettiğine veri sunmak içindir. Özellikle üçüncü doğuş dönemi olarak ifade ettiği ve bunu demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigma olarak tanımladığı döneme kadarki arayışlarına dikkat çekmek ve bu paradigmaya gelene kadar geçirdiği aşamaları ifadelendirmek içindir.

Nisan 2015

olarak ele almaması düşünülemezdi. Bu anlamda Önderlik kendi gerçekliğini kadının gücüne dayandırmıştır. Burada değerlendirilmesi gereken bir diğer husus var olan sistemin erkek egemen karakteriyle hesaplaşma olmaktadır. Bu sistem yani devletçi iktidarcı uygarlık sistemi bir halk olarak Kürtleri tarihte hiçbir halkın karşı karşıya kalmadığı kültürel soykırım politikalarıyla yok etme sürecine yönelmiştir. Sistemin erkek karakteri çok açıktır. Bu karakterden kopmadıkça ve buna karşı durmadıkça Kürtler adına özgür bir sistemin kurulamayacağı açık olduğu gibi çekilen acıların anlamlı bir karşılığının olmayacağı da anlaşılırdır. Bir halkın tüm fertlerini çeşitli şekillerde kültürel soykırım kıskacına alarak düşünsel, duygusal, fiziksel olarak dumura uğratan uygarlık sistemine eklemlenmek, onun bir parçası olacak olan başka bir sistem üretmek anlamlı olmasa gerek. Bu nedenle Önder APO’nun sistemden kopuşu, ona karşıtlığı ve mücadelesini kadın değerlerine, onun özüne dayanması sistemsel bir yaklaşım sonucudur. Kürt halkına yönelik uygulanan politikalar açısından belirtilebilecek bu hususlar tüm ezilenler, kadınlar ve insanlık açısından da çözüm üretmeyi hedefleyen bir devrimci düşünce ve eylem Önderi açısından aynı yaklaşımla ele alınmıştır. Bu gün eğer dünyayı etkileyen bir paradigma gelişimine yol açılmış ve bunun pratikleştirilmesine yönelik atılan adımlar büyük etkilere yol açmışsa sistemsel yaklaşımla ilgilidir.

Üçüncü doğuş ve kadın… “Anlamını, hakikatini bilmeyen insanlık ya olamaz ya da olursa en alçakçası, en barbarcası olur.” diyen Önderlik gerçekliğinde gerçekleşen savaşçılığı anlamadan kadının neden öncelik kazandığını anlamak da mümkün değildir. Toplumun doğasına yakınlaştıkça kadınla daha güçlü ve dengeli bir ilişkinin gündeme girdiği açıktır. Yeni özgür insan kimliğinde kadını merkezine almayan bir var oluş toplumsal doğaya yabancılaşmayı sürdürecek ve yaşam üzerinde kurulan büyük baskı ve sömürü çarkı devam edecektir. Önder APO, özgürlük ve kadın ilişkisini bu bağlamda tarihsel temelleri ile kurmuştur. Kendisinin de ifade ettiği gibi bu olmazsa Önderlik olmaz. Ana çocuk ilişkisine benzer bir simbiyotik ilişki kurulmuştur. Önderlik kadını, kadınla ilişki Önderliği şekillendirmiştir. Kadınla buluştukça dünyaya bakan farklı gözler, farklı duyumsayan yürekler, analitik zekânın felç etmediği duygusal bir zeka ile buluşma yaşanmıştır. Birbirini keşfetme ve güvenme denilen şey Önderlikte bu temelde gelişmiş ve kaybedilen bir yaşam gerçekliği gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.

Yitik aşkın yaratılışı… Önderliğin kadınla ilişkisini ve Önderlik gerçekliği üzerindeki etkilerini değerlendirme yapma arayışımızı bilimsel ve felsefik yönleri kadar duygu boyutuna ilişkin birkaç cümle kurmadan tamamlamak eksik olur. Önderlik gibi büyük duygularla yaşayan, duyarlılığı en üst düzeyde olan, kadınları bakışlarından, duruşlarından, ses tonlarından tanıyan, onların gelişimi için kendisini zor durumlarda bırakmaktan çekinmeyen bir gerçekleşme bunun için hislerini kadına yakınlaştırmış, derin bir empatiyle kadınların dünyasında gerçek bir arkadaş olmuştur. Önderlikle yaşayan her kadın hissedildiğinin, sevildiğinin, farkına varıldığının duygusunu yaşamıştır. Ve dahası Önderliği hiç görmemiş, sadece onun duygu ve düşüncelerini, varlığını anlamlandırmaya çalışan her yaştan kadınlarda kendisini anlayan, bilen, güveneceği bir gerçeklik olarak Önderlikle yaşamıştır. Bu sevgisiz olabilir mi? Böyle bir sevgi devrimi başka bir mücadele içerisinde yaşanmış mı?

Önderliğin kadına öncelik ve öncülük rolünü vermesinin önemli bir nedeni de toplumun ve yaşamın tamamının kadın köleliğinin üzerinde inşa edildiğinin bilincidir. Tüm toplum kadın köleliği etrafında örülen bir egemenlik ve iktidar ağının içine düşürülmekte, kadın üzerinde çeşitli biçimlerde uygulanan ve derinleştirilen köleliğin tüm topluma kanser gibi bulaştırıldığının farkına varmak, kadın özgürlüğünü öne almaktadır. Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez, erkek hiç özgürleşemez ilkesi etrafında özgün bir mücadele dönemi başlatılmıştır. Bu mücadelede Önderlik gerçekliği başta kendisini özgür kılacak bir mücadeleyi yürütmüş ve klasik erkeği öldürmüştür. Kapitalist dönemde kadının daha yoğun nesneleşmesini özgürlük adı altında modernitenin aracı haline getirilmesi erkek egemen toplumun giderek insani özelliklerini daha fazla kaybına yol açmıştır. Bu dengesizliği, kadının yaşamın öznesi haline gelmesi ile çözüm arayan Önderliğimiz sistemin yaşama saldırısına bu temelde yanıt oluşturmaktadır.

Önderliğin kadına yaklaşımda büyük duygularla yaklaştığı ve özgür kadını açığa çıkarma mücadelesini verdiği biliniyor. Buna ‘en büyük tutkum’ diyor Önderlik. Tutku, iradeyi ve yargıları aşan güçlü coşku olarak tanımlanıyor. Önderliğin kadına yönelik tüm yargıları ve geleneksel toplumun iradesini kırdığı hepimizin ortaklaştığı bir konudur. Bu anlamda Önderliğin kendi duygularını yaratma mücadelesinde özgür kadını açığa çıkarma mücadelesi çok nettir. Özgür kadın sevilebilecek kadındır. Bunun için kadının kendi doğasını tanıması, gücünün farkına varması, eşit bir düzeye gelmesi sevginin yaratılışıdır. Eğer Aşk iki kanatlı bir kuşsa, göklere çıkma, yücelmeyse anlam olarak bu kuşun kırık kanadının güçlenerek havalanması gerekir. Heyecanlanmamak mümkün mü? Bu anlamda 4 Nisan yitirilmiş aşkın doğum günüdür. Tüm kadınlara kutlu olsun!

Elbette en önemli neden ise kadının toplumsallık içindeki yeri ile ilgilidir. İnsanın ancak toplumsallık süreci içerisinde insan olabildiği, toplumsuz bireyin en zayıf ve köle duruma düşürülmüşlük gerçekliği Önderlikte toplumsal dinamiklerin bilimsel araştırma ve yorumlarına yöneltmiştir. Bu anlamda duygusal bir yönelimle değil bilimsel gelişmelerin ışığında kadının tarihsel toplum içindeki yeri belirlenmiştir. Önderliğin kadına verdiği başatlığın kaynağında bu vardır. Kadın doğası bireysel değil toplumcudur. Toplumsallık kadın etrafında oluşmuş ve insan türüne yaşam imkanı vermiştir. Dağıtılmış toplumsallığının peşine düşen ve onu bir araya getirmeyi hedefleyerek Kürdistan’da demokratik Komünal değerler etrafında ‘kendi toplumsallığım’ dediği PKK’yi oluştururken Önderliğimizin kadını bir çekim gücü

45


Özgür Halk

Nisan 2015

Kürdistan Tarihi VIII Devlet Kürt sorununun bastırılmasına yönelik İslam’ı resmi bir ideolojiye ve politik bir iktidara dönüştürerek bir uygulama durumuna getirdi.Uluslararası düzeyde de reel sosyalizmin yıkılışı ile ABD’nin geliştirmiş olduğu politikadan güç aldı. Bu Büyük Ortadoğu Projesinin temel politikası haline getirmiş. Rıza Altun Turgut Özal’ın iktidar sürecinde, dinin sürekli güçlendirilerek, belli eller tarafından nasıl iktidara taşındığını görebiliriz. Turgut Özal’ın çatısı altında dincilik gelişti. Onun açtığı yolda, bugün mevcut iktidar oluştu. Sadece bir yönetim olmanın ötesinde, devleti ve toplumu bütün kurum ve kuruluşları ile dinsel bir değişime tabi tutan bir iktidarlaşma biçimi ortaya çıktı. Devlet Kürt sorununun bastırılmasına yönelik İslam’ı resmi bir ideolojiye ve politik bir iktidara dönüştürerek bir uygulama durumuna getirdi. Yine uluslararası düzeyde de reel sosyalizmin yıkılışı ile Amerika’nın geliştirmiş olduğu politikadan güç aldı. Amerika’nın geliştirmiş olduğu politikanın temelinde radikal İslam’ın ortadan kaldırılmasına yönelik daha ılımlı bir İslam’ın kabul edilmesi yönünde bir politika var. Bunu Büyük Ortadoğu Projesi’nin temel politikası haline getirmiş. Yeşil Kuşak diye tabir edilen Ilımlı İslam, siyasallaşmış ılımlı İslam diye bir politikayı ön görüyor. Neden? Çünkü Reel Sosyalizm yıkılmadan önce radikal İslam’ı antikomünist bir kalkan olarak kullanıyordu. Reel sosyalizmin yıkılması ile birlikte radikal İslam, tersinden onun için bir tehlike olmaya başladı. Afganistan vb. yerlerdeki İslam, artık kendisi için tehlike olmaya başladı. Afganistan-Pakistan gibi yerlerdeki İslam, antikomü-

nizm karakteri taşıdığı için, bunları Rusya’ya karşı kullanıyordu. Rusya’nın çöküşü ile birlikte, bunlar anti Amerikancı bir pozisyona geçtiler. Onun için bunlara karşı üsten mücadele ederken, alttan da Ilımlı İslam’ı geliştirerek kendisi için bir tehlike olmaktan çıkarmak istedi. Türkiye’deki İslam Amerika ile işbirliği içerisinde gelişmiştir Asya’daki Ortadoğu politikasını Ilımlı İslam politikasına, Yeşil Kuşak politikasına dayandırıyor. İslamiyet’in kendi iç çatışmaları da dikkate alındığında Suudi Arabistan ve Mısır şahsında Amerika ile kısmi uzlaşma ama Türkiye’de ise daha çok liberal İslam’ı kabullenme temelinde Amerika’nın ihtiyacına cevap veren bir gelişim süreci söz konusu oluyor. Dışarıdan Amerika’dan güç alan, Demokratik Parti’den başlayarak 12 Mart, 12 Eylül’le tırmandırılan bir iktidarlaşma durumu yaşanıyor. Demek ki liberal İslam, ABD ile ittifak içerisinde olan bir İslam’dır. Bu İslam, daha çok da Nakşi esaslarına dayanıyor. Nakşi esasına dayalı liberal bir İslam’dır. Türkiye’deki İslam Amerika ile işbirliği içerisinde gelişmiştir. Bunun mimarı da Fetullah Gülen’dir.

46


Özgür Halk Bir dönemler bize PKK’ye Hizbullah’ı kullandılar. Radikal temelde kullandıkları Hizbullah, başlarına bela oldu. Onu tasfiye ettiler. Erbakan, devlete çok aykırı bir İslam’ın savunucusu değildi. Ama bazı duruşları ile siyasal İslam’a, liberal İslam’a ters düştüğü için Tayyip Erdoğan ekolünü ön plana çıkararak Erbakan’ı da tasfiye ettiler. Liberal, siyasal İslam’ı bütün ayak bağlarından arındırarak iktidara getirdiler. Bazı basına yansıyan birbirini bıçaklamalar, birbirini öldürmeler hep bu esas üzerinden çıktı. Yine Refah Partisinin ikiye bölünmesi ve Tayyip ekibinin ortaya çıkıp iktidar olması, Amerika ve Türkiye’nin ortak olarak geliştirdiği bir konsepttir. Uluslararası sermaye ile Türkiye’deki hâkim güçlerin el ele vererek iktidara taşıdıkları, hatta yüzde elli, elli beş oy ile iktidara getirdikleri bir İslami oluşum ile karşı karşıyayız.

Nisan 2015

lerde PKK’nin çok yoğun olarak gündeme gelmesi, direkt bununla bağlantılıdır. Eğer PKK tasfiye edilemezse siyasal İslam burada büyük bir yenilgi alacak. Çok tehlikeli bir sürece girdik. Dindeki siyasallaşma, PKK’nin ortadan kaldırılması, Kürtlerin ortadan kaldırılması sürecidir. Siyasal İslam bugün iktidardır. Hem de çok ileri düzeyde bir iktidardır. Hem Ortadoğu dengelerinin beslediği, hem ABD ve AB’nin beslediği, hem de bölgesel düzeyde kendisini örgütlediği taban tarafından desteklenen güçlü bir iktidardır. Bu güçlü iktidar, PKK’ye karşı mücadele içerisindeki çelişkilerden yararlanarak güç oldu. PKK’ye dayalı Kürt ekolünü ortadan kaldırmazsa, kendi geleceği büyük bir tehlike içerisindedir. Bu tehlike sadece Türkiye’deki AKP rejimi için değil, tam tersine Güneyde ortaya çıkan federatif rejim için de geçerlidir. İşbirlikçi karakterli liberal İslam, PKK’nin yok edilmemesi durumunda çok büyük bir çıkmaza girecektir. Onun için Kürt sorununun PKK’nin imhası ve tasfiyesi temelinde çözümü, bu denklemin ortaya çıkardığı bir durumdur. Kürt sorununun çözümü, PKK’nin imhası, PKK’nin her yönü ile yok edilmesini esas alıyor. PKK belli bir çizgisel duruş ile kendisini ifade ettiği sürece, sorunun lehine çözülmesi halinde yine siyasal İslam yenilgi alacak, yine Güneydeki federatif sistem büyük bir yenilgi alacak. O zaman PKK’nin kan kaybı, güç kaybı, imhası esastır.

Bu İslami oluşum Nakşiciliğe dayanıyor. Nakşi tarikatı ise, Sunni mezhebini kendisine esas alan içerisinde Arap’ı, Kürt’ü, Türk’ü her türlü milliyetin olduğu bir oluşumdur. AKP, bunun en iyi ifadesidir. Kürtleri ile çeşitli bölgesel insanları ile farklı milletten olma özellikleri ile AKP bunun en iyi ifadesi olarak ortaya çıkıyor. Mesela Amerika bir medeniyet olarak İslamiyet’e karşı olduğu halde Fetullah Gülen’i kendi ülkesinde barındırıyor. Türkiye’de kendi İslamiyet’i iktidarda olduğu halde Fetullah Gülen, Türkiye’den kaçmak zorunda kalıp Amerika’da saklanmak zorunda kalabiliyor. Amerika ile Türkiye arasında bu kadar ilişki olmasına rağmen ne Türkiye Fetullah Gülen’i istiyor, ne de Amerika onu veriyor. Fetullah Gülen, Roma döneminde Hunluların Atilla’yı esir olarak Roma’ya göndermesine benziyor. İslamiyet’i, onun Nakşi karakterini çözmeden ve Fetullah Gülen’in bu İslamiyet içerisindeki rolünü ortaya koymadan, mevcut rejimi çözemeyiz. İslamiyet’in Kürtler için siyasal anlamda bugün neyi ifade ettiğini bilemeyiz.

Bu yeni bir politika değildir. Bu, ABD’nin Irak’a müdahalesi ile birlikte uygulamaya konulmuş uzun süreli bir politikadır. Daha ABD Irak’a müdahale etmeden, Önderliği devreden çıkarması bu politikanın sonucudur. Önderliğin alınıp Türkiye’ye teslim edilmesinin karşılığı, federatif bir devlet olmuştur. Bunu böyle görmek gerekiyor. Resmi ideoloji olarak İslam denen olgu, İslamiyet’in ortaya çıkmasından bu yana bir iktidar ideolojisi olarak uygulanmıştır. Günümüzde ise hem Ortadoğu dengeleri hem de uluslararası çıkarlar ekseninde Kürtlerin yokluğu üzerinde bir resmi ideoloji olarak işlev görmektedir. Yani artık sadece ideolojik bir olgu değil, politik bir iktidar unsuru ve aynı zamanda bir savaş unsuru haline gelmiştir. Güney Kürdistan’daki güçleri de bunun içerisinde değerlendirmek gerekiyor. Bazı tartışmalarda Güneyi değerlendirirken, Güneyi farklı bir olgu gibi ele alan safça değerlendirmeler çıkabiliyor. Politika yapmak ayrı bir şeydir, güçlerin niteliğini ortaya koymak ayrı bir şeydir.

Güneydeki güçlerin iki temel karakterleri: Nakşilik ve işbirlikçilik Barzani ve Talabani’de AKP’nin kayıtsız, koşulsuz destekçileri oldular. “AKP zaten Kürt sorununu çözecek, PKK anlamsızdır” diyen yaklaşımlarının nedenini iyi anlamak gerekiyor. Nakşîcilik, sadece Türkiye’de bir partinin şahsında iktidar olma olayı değildir. Bir tarikat olayıdır. Bu tarikatın sınırları oldukça geniştir. Yunanistan, Bulgaristan’daki Türklerden tutalım, Kürdistan’a kadar uzanan alan üzerinde, özellikle halkların mozaiğinin olduğu alanlarda oldukça örgütlüdür. Talabani ile Barzani’nin AKP’yi destekleyen açıklamaları, hatta AKP’den dolayı PKK’nin kendisini tasfiye etmesi gibi talepleri, onların kendi kökenleri ile de bağlantılıdır. Celal ve Mesut Nakşî tarikatındandır. Barzani ailesi, aynı zamanda şeyh ailesidir. Tayyip Erdoğan ve mevcut iktidar Nakşî tarikatındandır. Türk devleti de bu Nakşî tarikatına izin veriyor.

Şunu görmek gerekiyor: AKP’nin atacağı bütün adımların asasında, Kürt olgusunu PKK’nin elinden alıp kendi eksenine dayalı çözümler ile yeniden sisteme entegre etmektir. Güneydeki güçlerin ise hiçbir zaman milliyetçi karakterleri önde olmamıştır. İki temel karakterleri vardır. Nakşilik ve işbirlikçilik. İşbirlikçilik Amerika ise kendisini ifade ediyor, Nakşicilik ile gericilikle kendisini ifade ediyor. Bunların uluslararası ilişkileri ile geçmişleri arasında da bir bütünsellik vardır. Demek ki Türkiye’deki AKP sistemi, KDP ve YNK’de ifadesini buluyor. Çelişkiler daha çok konjektüreldir. Stratejik düzeyde değildir. Bu çelişkiler adım adım giderilme yönünde belli bir planlama dahilinde gelişmektedir.

Eğer bunlar direkt olarak birbirileri ile sıcak bir temas içerisine girmiyorlarsa, bu, bazı sorunlarını çözemediklerinden kaynaklanıyor. Önümüzdeki dönemlerde bunları durduran bir durum ortaya çıkmazsa, bunların gideceği nokta, kesinlikle ortak bir noktadır. Bu dönem-

47


Özgür Halk

Nisan 2015

AKP içerisindeki Kürtlerin yüzde yetmişi geleneksel olarak KDP çizgisindeki ilkel milliyetçi eğilimi taşıyorlar. Gerici ve ilkel milliyetçi eğilimi taşıyorlar. Kesinlikle AKP içindeki Kürtlük, KDP ve YNK ekolü olarak ortaya çıkıyor. Güneydeki federe devlet ile AKP hükümetinin güçlü bir ittifak içerisinde olduğunu kabul etmek lazım. AKP’nin geliştirmiş olduğu Kürt politikası, Güneyliler tarafından destek gören bir politikadır. Bunu açıkladılar da; “PKK, Kürt sorununun çözümünün önünde engel teşkil ediyor, kendisini fes etsin” dediler.

istiyor. Yaratmak istediği Kürt-Türk, Türk-İslam sentezi ile Kürtlere ve Türklere dayalı olarak Büyük Ortadoğu Projesini hâkim kılmak istiyor. Ancak bu çizgi temelinde Afganistan’ı, Pakistan’ı yola getirebilir. Yine bu çizginin baskısı ile İran’ı yola getirebilir. Ancak böyle bir oluşum ile Suudi Arabistan’ı, Mısır’ı kendi çizgisine getirebilir. Yoksa bunları yapamaz. Amerika için PKK’nin en büyük düşman olması bu temellere dayanıyor. Yeşil Kuşak Projesinin, Büyük Ortadoğu Projesinin uygulanması önünde PKK en büyük engel olarak görülmektedir.

Amerika’nın Yeşil Kuşak Projesine göre en büyük düşman PKK’dir Aralarındaki çelişki nedir? Çelişki, AKP’nin dinsel çizgisinden kaynaklanmıyor. Türkiye’nin değişik odaklarının hâlâ devlet içerisinde güç olmasından kaynaklanıyor. Üniversiteler, Danıştay, Sayıştay, ordu gibi yerler Kürt meselesine aşırı inkârcı yaklaştıklarından, yine bu kesimler dincilere de inkârcı yaklaştıklarından dolayı istediği düzeyde adımlar atamıyor. Cumhurbaşkanının AKP ekolünden biri olması, bu kurumların da değişeceği anlamına geliyor. Bu kurumların değişmesi ve mevcut durumun ortadan kalkmasıyla Güneydeki güçlerle daha açık ittifak temelinde, daha fazla el ele vererek, PKK sorununu, bitirme temelinde mi, etkisiz kılma temelinde mi nasıl çözeceklerine kendileri karar vereceklerdir. PKK’yi siyasal olarak Kürt halkından izole etmek istiyorlar. Çözüm adı altında, PKK’yi siyasal sürecin dışında tutmayı amaçlıyorlar. AKP bunu istiyor. AKP ve KDP bu konuda PKK’nin sahip olduğu tabanın tümünün KDP’ye akabilmesi için, PKK’nin siyasal bir izolasyona tabi tutulmasını şart görüyorlar. AKP, çatışmalarla süreci kaybetmektense dincileşmiş ve kendisine karşı olmayan bir Kürtlüğü kabul ediyor. Bunun için en iyi ekol de KDP ve YNK ekolüdür. Eğer bütün bu baskılar karşısında varlığımızı koruyabilirsek, tarihin derinliklerinden adım adım gelip bizim rantımız ile iktidar olmuş bu dincilik, nasıl iktidar olmuşsa o biçimde iktidardan düşecek ve çok büyük bir yenilgi alacaktır. Bu, Amerika’nın ‘Büyük Ortadoğu Projesini’ oldukça yaralayan, etkileyen bir sonuç ortaya çıkarır. Bunlar bütün acımasızlığı ile AKP’ye yönelirler. Çünkü siyasal İslam’ın sonu, iktidarlaşmış İslam’ın sonu demek bölgeye dönük emperyalist-kapitalist politikaların çökmesi demektir. Dolayısıyla bu güçler için PKK’nin yenilmesi stratejik önemdedir. Amerika’nın Yeşil Kuşak Projesine göre en büyük düşman PKK’dir. El Kaide, Hizbullah’tan çok daha büyük bir düşmanız. Çünkü ABD sadece kendine bağlı bir Türk-İslam sentezi değil, bir Kürt-İslam, KürtTürk sentezi de yaratmak

Önderliğin esareti, PKK’nin giderek bitme noktasına getirilmesi ve KDP’lileştirilmesi bir konseptti. Bunu başaramayınca PKK’yi terör listesine aldı ve bunu herkese imzalattırdı. Bununla da sonuç alamadı. Bu sefer Osman-Botan tasfiyeciliği şahsında büyük bir ihaneti ortaya çıkardı. Örgütü ikiye böldü. Bununla da sonuç alamayınca, 5 Kasım görüşmeleri ile bütün dünyanın fiili olarak devreye girdiği bir sürecin başlamasına yol açtı. Öyle bir noktaya geldi ki, ya bütün güçlerini seferber ederek bizi bitirecekler, bir biçimi ile bu sorunu kendi lehlerine çözecekler ya da işler çok tersine dönecek. Buradan şu sonucu çıkarmalıyız: PKK çizgisi farklı bir çizgi olarak Ortadoğu’da bugün ütopya gibi görünen ama her an reel bir politikaya dönüşebilecek güçlü bir potansiyel taşıyor. İster tarih boyunca Kürtlerin özgürlükçü oluşumları, isterse bugün ulusalcılık, milliyetçilik, devlet olgusu ve dine bakış açıları ile halkların yeniden özgürce birlikte yaşayabilecekleri toplumsal projeyi geliştirmesi, Ortadoğu’da zemin bulabilecek çok güçlü bir potansiyele sahiptir. PKK’nin yenilmemesi, böylesi bir çizgiyi, güncel olarak reel bir politika haline getirebilir. Bunu kimse inkâr edemez. Bu konudaki umutsuzluk, yılgınlık çok saçma olur. Biz kesinlikle şuna inanıyoruz: Kesinlikle PKK’yi yenemeyecekler. Mevcut olarak güttükleri politika, tam tersine PKK’nin genişlemesine ve derinlemesine büyümesine yol açacak. Neticede ya PKK’ye düzen içerisinde yer açacaklar ya da PKK’nin geliştirmiş olduğu yeni strateji Ortadoğu’da halkların sarıldığı bir sistem haline gelecek. -son-

48


Özgür Halk

Nisan 2015

Gençleri Buluşmayan Halkların Gelecekleri Ortaklaşamaz Unutulmamalıdır ki gençleri buluşmayan halkların gelecekleri ortaklaşamaz. Türkiye ve Kürdistan gençliğinin önündeki bu tarihi görevi görmesi ve sahip çıkması halklarımızın demokratik, eşit ve özgür birliğinin yolunu açacağı gibi tüm katliamların da hesabının sorulmasını getirecektir. Şîyar Koçgirî Kürdistan gençliğinin mücadele tarihinin başlangıcı, Kürtlerin modern anlamda geliştirdiği toplumsal mücadelenin de başlangıcıdır. Önder Apo şahsında başlayan özgürlük mücadelemiz Kürdistan gençliğinin halkı adına gerçekleştirdiği ilk çıkıştır. Kürt Özgürlük Hareketinin tohumları bir grup genç tarafından atılmıştır.

çeği-halk gerçeği-mücadele gerçeği gibi konulardaki şabloncu, dogmatik, ezberci yaklaşımları yine küçük burjuva, sosyal şoven özellikleri eleştirilen ve dersler çıkarılan hususlar olmuştur. PKK böylesi bir yaklaşımla Türkiye devrimci gençlik hareketinin ortaya çıkardığı değerlerin takipçisi olmaktan, temsilcisi olmaktan, onun başaran militanlığını yaratmaktan onur duymuştur. Bundan dolayıdır ki hiçbir zaman PKK’nin ruh, irade, iddia ve dinamizmi zayıflamamıştır, PKK hep genç kalmıştır. Hep Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin devrimci duruşunu, eşsiz fedakârlık ve dinamizmini, çıkarsız ve arayışçı yürüyüşünü, yenilikçi ruhunu ve ileriye yürüyen gerçeğini esas almıştır. Kadro ve örgüt yapısında somutlaştırdığı bu değerler olmuştur. Bu nedenle genç başladığı tarihsel misyonunu genç bir ruh, genç bir yürek ve beyinle günümüze kadar getirebilmiştir.

Önderlik etrafında oluşan grupla başlayan özgürlük ve demokrasi mücadelemiz, Kürdistan gençliğinin halkı adına ilk kez ayağa kalkmasıdır, öncülüğe soyunması, söz söylemesi, örgütlenmesi ve eyleme geçmesidir. Öncesinde Kürdistan gençliğinin benzer bir hareketi yoktur. Bu anlamıyla PKK Kürdistan gençliğinin halkı ve toplumsallığı adına öncülüğü ele almasıdır. Yaşları 25’i geçmeyen bir grup gencin adalet-eşitlik ve özgürlük için ayağa kalkışı, sözü, iddiası, intikam ve özgürlük eylemidir. Bu anlamıyla PKK Kürdistan halkı adına Kürdistan gençliğinin ilk tarihsel çıkışının adıdır. Bu çıkışı gerçekleştirirken PKK en çok Türkiye Devrimci Gençlik Hareketinden ve onun ölümsüz önderlerinden öğrenmiştir. Dünyadaki diğer deneyimler de araştırılmış ancak en büyük Türkiye devrimci gençlik hareketi ve önderlerinden öğrenilmiştir. Yaşadığı sorunlardan doğru sonuçlar çıkarmak kadar temsil ettiği atılganlık, fedakârlık, toplumuna ve halkına bağlılık, adanmışlık, dinamizm ve özgürlük tutkusu esas alınmıştır. Bu değerler temelinde ortaklaşma, birlik ve kadrolaşma, bu değerler temelinde amaçlaşma, örgütleşme ve eylemleşmeye gidilmiştir.

PKK Türkiye devrimci gençlik hareketinin temsil gücüdür Önderliği, kurucu kadroları Türkiye devrimci gençlik hareketi içinde şekillenen PKK, devrimci gençlik önderlerinin canları pahasına kaldırdıkları özgürlük bayrağının günümüzde de takipçisi-temsilcisi ve taşıyıcısıdır. Doğuşundan itibaren devrimci gençlik hareketinin ruhunu, özlemlerini ve duyarlılığını esas almış olması, önderlerinin iddiasını, kararlılığını ve iradesini sahiplenmesi şehitlerinin fedakârlığı, cesareti ve onurunu miras alması PKK’nin başarı gerçeğini şekillendirmiştir. Dolayısıyla PKK, değerlerini, ilkelerini ve ideallerini esas aldığı Türkiye devrimci gençlik hareketinin de temsil gücüdür. Türkiye zemininde önü 12 Eylül saldırganlığıyla kesilen devrimci gençlik damarını Kürdistan dağlarına taşırmış, beslemiş, büyütmüş önü alınamaz bir özgürlük nehrine dönüştürerek Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar ulaştırmıştır. Şimdi Anadolu insanının demokrasi, özgürlük ve eşitlik arayışının esinleyeni, güç kaynağı ve savunusudur. Umudu ve başarı inancıdır. PKK’nin oluşumuna damgasını vuran en temel olgular olarak Türkiye Devrimci Gençlik önderlerinde somutlaşan özellikler şimdi bir toplumsal kültüre, yaşam algısına, zihniyete, siyasal tutuma ve kurumsal gerçekliğe kavuşturularak milyonlara mal edilmiştir. 16 Mart Beyazıt katliamının 37. yıldönümünü karşı-

Türkiye zemininde, başkentinde bu özellikler üzerinden gerçekleştirilen doğuş, grubun doğuş esaslarına bağlılığı ile kısa sürede büyüyerek Türkiye devrimci hareketi içinde etkileyici bir yer kazanmıştır. ADYÖD pratiği ile Türkiye devrimci gençlik hareketinin esas ilkelerinin takip edildiği, Mahir-Deniz-İbrahim başta olmak üzere gençlik önderlerinin anılarına bağlı olunduğu kanıtlanmıştır. Daha ilk süreçte ortaya konulan anıya bağlılık, eleştirel bir yaklaşımla günümüze kadar sürdürülmüştür. Anılarına, coşkularına, fedai kişiliklerine ve sonsuz bağlılıklarına sınırsız değer biçilirken; örgütsel ve önderliksel sürekliliği geliştirememeleri, yeni ve deneyimsiz gençlik hareketini koruyamamaları, düşman ger-

49


Özgür Halk ladık. Beyazıt Katliamı, 70’li yılların ikinci yarısında neredeyse günlük yaşanan katliam ve faili meçhuller arasında en unutulmaz olanıdır. Darbeye zemin hazırlama operasyonlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Kimlerin yaptığı, daha önemlisi kimlerin yaptırdığı bilinmektedir. Ancak benzeri diğer katliamlar gibi bu katliamın da yargısı ve hesabının sorulması devletten istenmeye devam edilmektedir.

Nisan 2015

gelenek eksenine oturmalıdır. PKK, Türkiye gençlik hareketi içinde doğarak ve onun mirasını sürdürerek bir özgürlük hareketine dönüştü. Geldiği noktada kimse PKK’yi sadece Kürdistan’la ve Kürtlerle sınırlı bir özgürlük hareketi olarak göremez. Zaten kimse de öyle görmüyor. Bunu saldırılardan, saldıran güçler ittifakından anlamak zor değil. PKK’nin Türkiye halklarının demokrasi ve özgürlük hareketi olduğu nettir. Dolayısıyla Apocu gençlik hareketinin ufku bu büyüklükte olmak, örgütlenmesi, eylemi, hedefleri ve talepleri bu gerçekliğe göre şekillenmek durumundadır. Sorumluluk hattını Türkiye ve Kürdistan bütünlüğü üzerine kurmak, bunun gerektirdiği ruh, duygu, düşünce büyüklüğünü; yaratıcılık, fedakârlık ve azmi sergilemek durumundadır. Yoksa kendini sınırlamış, daraltmış ve fakir kılmış olacaktır. En temel buluşması gereken güç kaynağından yoksun kılmış olacaktır.

Günümüze kadar faillerinin açığa çıkarılamamış, yargılanamamış, hesabının sorulamamış olması katliamcı devlet gerçeğiyle izah edilmektedir. Türk devletinin anti demokratizminin, faşizminin, hukuksuzluğunun, zalimliğinin kanıtı olarak gösterilmektedir. Bütün bunlar doğrudur da ama burada doğru olmayan bir şey daha vardır; o da takipçisi olduğumuz gençlik önderlerinin, onlarda ifadelenen devrimci gençlik hareketinin ruhuyla uyuşmayan devletten beklenti gerçeğidir. Devletten katliamın faillerini bulmasını, yargılamasını ve cezalandırmasını bekleme yaklaşımıdır. Bunun zihniyeti, kültürü ve siyasetidir… Hala faillerin devlet tarafından bulunmasını ve cezalandırılmasını istemek artık kabul edilemez ve sindirilemez gayri devrimci bir tutumdur. Bu yaklaşım genç devrimcilerin ruhuna asla bulaştırılmaması gereken bir virüs gibi uzak tutulmalıdır.

Bu konuda bir ufuk darlığı ve kendi dışında görme durumu yaşanmakta ve bu düşmanın işine yaramaktadır. Bu tutum gençliği Kürdistan ve Türkiye’de demokrasi ve özgürlük güçleri karşısında mevzilendiren inkârcı-imhacı-faşizan güçlerin elini güçlendirmektedir. Halklarımızın ortak direniş hattının öncüsü de örücüsü de gençlik olmak durumundadır. Ancak gençlik üzerinden örülecek bir direniş hattı halklarımızın özlediği özgür ve eşit yaşamın kapılarını aralayabilir.

Yapılması gereken: “Üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen yüzlerce katliamın, faili meçhulün, yargısız infazın hesabını sormaya girişen, bunun için devletle dişe diş mücadele yürüten bir demokrasi ve özgürlük hareketini niye Türkiye cephesinde ortaya çıkaramadık” sorusunu sormak ve bunu sorgulamaktır. Bunu kendini Türkiye devrimci gençliği olarak tanımlayan tüm yapılar sormak ve yanıt bulmak zorundadır. Mahirlerin-Denizlerin-İbrahimlerin ve ardıllarının anılarına bağlı olmanın doğru yolu toplumsal mücadeleyi bu düzeyde örmekten geçmektedir. Halklarımızın demokrasi ve özgürlük dinamiklerini buluşturmak, bunu tarihsel bir yargı hareketine çevirmekten geçmektedir. Bunun için koşullarımız, birikimimiz, tecrübe ve olanaklarımız 70’li yıllarda olduğundan binlerce kat daha fazladır.

HDP gençliğin buluşma platformudur Önder Apo HDP kongresine gönderdiği mesajında Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin direnişlerinin devamcısı olduğunu, onların yükselttikleri devrim bayrağını alarak bugüne kadar getirdiğini ifade etmiş; “Mahir Çayan’dan devraldığım mirası size teslim ediyorum” demiştir. Bununla Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin başlattığı demokratik devrim direnişini başarıya götürme görevini HDP’ye vermiştir. Bu konuda HDP’yi sorumlu kılmıştır. Halklarımızın demokrasi ve özgürlük platformu olarak kurulan HDP açıktır ki gençliğin de buluşma platformudur. Gençliğin sahipliğinde ve öncülüğünde halklarımızın özgürlük gücüne dönüşecektir. Gençliğin hem buluşma hem kendini topluma öncülük eden bir konuma getirme zemini HDP’dir.

Türkiye gençliği bu konuda üzerine düşen sorumluluğu tam anlamıyla yerine getirememiştir. Beyazıt’ta şehit düşenlerin yaraları hala açık, kanları hala akmaktadır. Hala Beyazıt şehitleri yerlerinde yatmaktadır, ayağa kalkacakları günü beklemektedir. “Şahmeranın mağarası” yıkılamamıştır.

Buradan bir yüklenmeyle Beyazıt katliamı başta olmak üzere, aynı kirli gerekçeyle gerçekleştirilen, soykırım ve sömürü sistemini korumayı amaçlayan, hala sürdürülmeye çalışılan fiziki, ruhi, düşünsel tüm katliamların hesabını sorabiliriz. Bu da halklarımızın gençlik üzerinden sağlanacak birliğiyle mümkün olabilir. Bunun zihin gücünü, bunun örgütsel kapsayıcılığını, bunun eylem zenginliğini açığa çıkarabilen bir gençlik hareketi hedeflemeliyiz.

Görülmektedir ki bu iki halkın gençliğinin birliği ve buluşmasıyla olacaktır. Bu açığa çıkmıştır. Egemenlikçi, sosyal şoven, küçük burjuva tutarsızlığı terk edilerek; kapitalist moderniteyle özgürlük düşlerinin iç içe görülemeyeceği anlaşılarak ortakçı, direngen, birlikçi bir gençlik duruşu sergilenebilmelidir. Apocu gençlik de bu sorumluluğun yerine getirilmesinde kendi payına düşeni görmek durumundadır. Kendini ele alışı ve halklarımızın beklentilerine yanıt olma çabaları PKK’nin doğuş ve gelişiminde bağlı kaldığı

Unutulmamalıdır ki gençleri buluşmayan halkların gelecekleri ortaklaşamaz. Türkiye ve Kürdistan gençliğinin önündeki bu tarihi görevi görmesi ve sahip çıkması halklarımızın demokratik, eşit ve özgür birliğinin yolunu açacağı gibi tüm katliamların da hesabının sorulmasını getirecektir.

50


Özgür Halk

Nisan 2015

Rêwîyê Çîyayê Agirî Sînemaya Çiya Xelîl Îbrahîm Uysal 31’ê gulanê di sala 1973’an de li Almanyayê tê dinê. Bavê wî ji Îzmîre, dayîka wî jî ji Agiriyê ye. Xwendina xwe him li Îzmîrê him jî li Almanyayê dibîne. Piştî derdikeve Ewrûpayê weke karkerek dixebite û perwerdeya wênekêşiyê dibîne.Li Ewrûpayê tevgera azadiyê nas dike. Ka werin em Xelîl ji Xelîl nasbikin “Min tevgera azadiyê li Awrûpayê naskir.Di sala 1994’an de di avakirina televîzyona Kurdan a yekemîn MED TV de ciyê xwe girt. Em di sala 1995’an de roja 1’ ê Nîsanê ji bo bi Abdullah Ocelan re roportajek bikin çûn Rojhilata Navîn. Ez alîkarê kameravanê Alman bûm bi vê xebatê min gav avêt Kurdistanê. Ev xebata min a bi nirx û yekem bû ku min bi Abdullah Ocelan re kir, piştî vê bernamê min biryara mayînê û ji vê wêdetir da. Piştî van salan meşa min di çiyayên Kurdistanê de û bi şoreşgerên Kurd re dimeşe.’’ Xelîl piştî tê welat dest bi kar û xebatan dike. Wêneyê gerîla dikşîne. Li ser gerîlla nivîsan dinivisîne. Fîlman çê dike. Ev kar û xebatên kirine ji bo me dibe belgeyek û gerîlla bi me dide nasîn. Armanca Xelîl Dax ji gel re ji cihanê re gerîla nasandin e. Armanca xwe pêk tîne; wêne, dîmen û nivîsên wî ji ciwanan re dibe sedema tevlîbûna wan. Hinek ji fîlmê Şehîd Berîtan hinek jî ji fîlma destpêkê ji Tîrêj bandor dibin. Em di fîlmê Tîrêj de dengê Tîrêj dibihîzin ji me re li ser cîhazê dibêje serê gelê Kurd sax be... Tîrêj pîmê bombayê dikşîne û tevlî rêhevalên nemir dibe. Şehîd Berîtan li hemberî xiyanetê disekine heta dawî şer dike û ji bo çeka wê nekeve destê dijmin, çeka xwe dişkêne û xwe ji tehtê davêje. Ji bo Heval Xelîl, fîlma Şehîd Berîtan pir bi nirx bû. Di Fîrmeskên Ava Zê de şervanê azadiyê diçe li gel xwedavend Star û Star ji xewa hezar salan şiyar dibe. Gerîlla rast naskirin rast xwendin em hinek jî ji Heval Xelîl fêr dibin.

Bakûrê Kurdistanê, cihê gerilla gav avêtiye, her gir, çem û avên Bakûr, çiyayên Bakûr wê bikişanda. Wê hertişt belge bikira. Weke ew jî dibêje ‘’ ez ê biçim ji gelê Bakûr re deynê xwe bidim’’. Êdî di kadraja Heval Xelîl de Bakûr û Bakûrê Kurdistanê jî heye. Gelê Bakûr beş bi beş berhemên ji wê kadrajê derketine seyr dikin. Sînemaya Kurd anî jî çiya. Bi felsefeya xwe di dilê sînemaya Kurd de cîhê xwe çêkir. Xelîl Dax di fîlmên xwe de dîxwest bigihîje awaza muzîka Kurdî û rastiya çîrokên Kurdî. Ji bo vê digot derketina sînemaya Kurd dûr nîne, ew rastiya ku em ti car nikarin înkar bikin cihê ku çîrok û awaz dibe yek e ew jî di dengbêjan de veşartiye. Kûrbûna mûzîka Kurd ji bo sînemayê dibe ku bibe mînak...

Xelîl Dax ji bo gerîlla van gotinan dibêje; “Min hertim li pey gerîlla bazda, ew lehengên min bûn.’’ Xelîl, gerîlla pîroz didît her keliya jiyana gerîlla bê westan qeyd dikir. Her çiqas qeyd dikir, digot têr nake û ji bo vê van got: “Dema min wêneyê gerîlla dikişand min dît ku yê min nekişandiya ji yê min kişandiye zêdetir in. Min ji van wêneyan re got: ‘wêneyên dilê min’’. Ew wêne di rû û jiyana gerîlla de di dilê Heval Xelîl de veşartî ne. Xelîl jî dixwest wan wêneyên nekişandiye bikşîne û nîşanî me bide. Niha bi hezaran gerîla li wêneyên dilê Heval Xelîl dinêrin.

Sînemayên kişand bû malê gerîlla û yê gelekî. Xelîl bi armancek mezin got ezê gerîlla bidim nasîn û bi vê armancê ket nava liv û tevgerê. Me gerîlla ji Xelîl Dax naskir. Dîsa Xelîl dibêje; Ez gerîlla me.... “Heta ku li ser gelê Kurd şûrê înkar û tune kirinê hebe di destê min de çeka min li serê çiya ez ê jiyan bikim. Ez îro kameravan im, sibê wênekêş, roja din jî di firinê de kedkar im. Heke pêwîst be ez li ser gir im, pêwîstbe bibim nobedar nobedar im. Pêwîstbe bi şevan bimeşim ez ê bimeşim.

Heval Xelîl projeyek dîtir da pêşiya xwe. Bi projeya bi navê ‘’yên dimeşin çiyayê Agiriyê ’’ re rêwitiya wi destpê kir. Xelîl bû rêwîyê çiyayê Agirî û dest bi meşa xwe kir. Ji Botanê destpê kir û wê bi heta çiyayê Agiriyê bidomiya.

Ez ji hemû erkên ku gelê Kurd bide min re amade me. Carek din ez ê fîlm çêbikim çênekim nizanim. Lê yên ku pêwîste vê bikin nekin ez carek din derhêner im...”

51


Özgür Halk

Nisan 2015

Baş Eğdiren Bir Kadın Gerilla Arya Amed Dorşîn de şehit düşen Harun arkadaşın grubundan iki arkadaş yaralı olarak kurtulmuştu. Kurtulan bu arkadaşları bize bırakmışlardı. Birisinin adı Zîlan’dı. Operasyon çıktığında onu saklamak durumunda kalmıştık.

Harun arkadaşla gelirken düştükleri pusunun ve Harun arkadaşların şahadetlerinin etkisinden kurtulamıyordu. Heval Zîlanla daha sonra da, Apê Musa alanında birlikte kaldık. Kaldığımız bu alanın arazisi gerilla savaşına pek uygun değildi. Bu yüzden alanda çok hafif güçler bulunurdu. Biz de bir manga kadın arkadaş olarak alana verilmiştik. Grupta Dersimde şehit düşen Efrinli Dicle ve Önderlik için fedai eylemi yapmaya giden Rozerin arkadaşlar da vardı. Alanda yer yer Türk ordu güçlerinin denetimine girme ve zaman zaman çatışma durumumuz yaşansa da, genelde çatışmadan kaçınır ve manevra yapıp bu durumlardan kurtulmaya çalışırdık. Çünkü arazi çatışmaya ve kapsamlı eylemler yapmaya uygun değildi.

Zîlan arkadaş Batman’lıydı. Farklı özellikleri ile belirgin olabilen bir arkadaştı. Orta boylu, çocuk yüzlü ve esmerdi. Hani derler ya, “insanın ruh güzelliği yüzüne yansır.” Zîlan arkadaş da öyle biriydi. Yüzünde çok saf bir güzellik taşırdı. Koyu siyah saçları vardı. Daha önce heval Harun ile mayın tuzağına düştükleri için başından yaralanmıştı. Bu yaralanmadan dolayı saçlarını kesmişti. Dişleri de kırılmıştı. Bu nedenle fazla gülmezdi. “Bu dişlerimin durumu güzelliğimi bozuyor” derdi. Ama o gerçekten çok güzeldi. Ruhu, kişiliği güzeldi. Şakacı yanı da vardı. Çok canlı ve yaşam doluydu. Ancak o mayın pususundan sonra içine kapanmıştı. Yaşına göre çok olgundu. Daha önce Botan ve Mava alanında kalmıştı. Sonra Amed eyaleti için öneride bulunmuş ve Heval Harun’un grubuyla Amed’e gelmiş, grup Dorşîn’de mayın pususuna düşmüştü. Kendisi de yaralı olarak yanımıza gelmişti. O yaralı haline ve operasyonlardaki zorlanmalarına rağmen açlık, yorgunluk demeden yanında taşıdığı kitabını hiç bırakmazdı. Kitap okumayı çok sevdiği için yanında kitabı hiç eksik olmazdı. Benim de kitaplara ilgim vardı ama onunki gibi aşk, tutku düzeyinde değildi. Yani bir yandan özgürlük savaşçısı olduğumu iddia edip savaşırken, öte yandan “zaten savaşıyorum, ne gerek var sırtımda kitap taşımaya, ağırlık oluşturuyor” diyordum. Ama Zîlan arkadaş öyle değildi. Hem yükünü, üstüne bir de kitaplarını taşırdı. Çok düşünceli ve olgundu. Fazla konuşan biri değildi. Az ve öz konuşurdu. Sen onun dünyasına girmeyene kadar, o sana fazla açılan biri değildi. Ama ölçüleri, ilkeleri olan ve ne yaptığını bilen bir arkadaştı. Fiziki zorlanmanın vermiş olduğu bir eziklik yaşadığını biliyor bunun için yardımcı olmaya çalışıyorduk. Ama o

Bir gün denetimde olduğumuz için askerlerle yine çatışmaya girdik. O çatışmada Agir diye Bismilli yeni katılmış bir arkadaş şehit düştü. O arkadaşın cenazesini Türk ordusu panzere bağlayıp çevre köylerde dolaştırmış, böylece hem cenazeye işkence etmiş hem halka gözdağı vermişti. Bizde o sırada yaşanan bu olayın etkisiyle askerlerin denetiminden çıkmaya ve Apê Musa ile dördüncü bölge arasında Cımsak diye bir noktaya varmaya çalışıyorduk. Gidişte Dicle nehrine akan bir kol vardı, o suyun kıyısında bir noktada konumlandık. Halkla da iç içe olduğumuz için yine yerimiz Türk ordusuna ihbar edildi ve yine operasyon çıktı. Bir sabah baktık ki, asker bütün araziye yayılmış. Hiçbir teknik kullanmadan yayan sızarak araziyi tutmuştu. Yerimiz de düz bir yer olduğu için biz onları fark etmekte biraz gecikmiştik. Ama onlar yerimizi bildikleri için üzerimize geldiler ve çatışmalar başladı. Türk ordu güçleri bir yandan havadan teknik gücüyle, bir yandan da karadan saldırmaya çalışıyordu. Yanımızda bir köy vardı. Gelen talimatla herkesin koşması istendi. Köyün üstünde ve karşımıza düşen kayalıklı bir tepe vardı, o tepeyi almamız gerekiyordu. Hepimiz koşarken, Zîlan

52


Özgür Halk arkadaş bu koşuşturmada zorlandığı için arkada kaldı. Arkamızda Melsa arkadaş vardı. Manga komutanıydı, arkadaşlara “arkada kimse kalmasın, herkes yürüsün” dedi. Arkadaşları savunmak için arkada üç arkadaşın bırakılması gerektiği için, Zîlan arkadaş da kendisini önererek kalmak istiyor. Arkadaşlar onu ne kadar göndermek istiyorlarsa da ısrar ederek, “ben arkadaşların savunmasında kalacağım” diyor ve arkada kalıyor.

Nisan 2015

şüp düşmediğine dair tam emin olmamışlardı. Bizim de tavrımızın nasıl olacağını öğrenmek istiyorlardı. Bizde yerimizden çıkmayınca bir süre sonra asker ancak Zîlan arkadaşın cenazesinin üstüne gidebildi. Daha sonra köylülerin bize söylediklerine göre, Zîlan arkadaşın şahadetinden sonra bizzat çatışmayı koordine eden subayın kendisi cenazesinin üstüne gitmiş. Zîlan arkadaşın birçok yerinden yaralanmış olduğunu ve buna rağmen yinede son kurşununa kadar teslim olmayarak direndiğini ve şehit düştüğünü anlamış. Yaratılan bu direniş destanı karşısında Türk subayı adeta şok olmuş. Ancak tek bir kelime olumsuz söz etmemiş. Yanındaki askerlerine talimat vererek “bu kızın cenazesini kaldırın” demiş. Sonra köylüleri çağırtmış. Onlara “bakın, bu kız tek başına, tüm eşitsizliğe rağmen akşama kadar bir orduyla savaştı. Çok ağır yaralanmasına ve her defasında bir yerinden yara almasına rağmen teslim olmadı. Son nefesine kadar savaşarak öldü. Onun için bu kızı kaldırın ve götürüp güzelce bir yıkayın. Sonra beyaz bir kefen giydirin ve buraya getirin” demiş. Kendi askerlerine de Zîlan arkadaşın çatışarak şehit düştüğü mevziyi göstererek, “burayı kazın, burayı mezar yapacağız” demiş. Askerler mezarı yapmışlar. Köylülerde Zîlan arkadaşı yıkayıp bir kefene sararak getirmişler. Subayın yönettiği bir törenle Zîlan arkadaşın cenazesini o mezara gömmüşler. Üstüne elleriyle toprak atmışlar. Sonra subayın talimatıyla saygı duruşunda bulunmuşlar. Bütün bu anlar boyunca, o subay bütün bu yaşananlardan o kadar çok etkilenmiş ki, gözleri hep dolu dolu olmuş. Köyden ayrılırken de köylülere, “bu kızın mezarına iyi bakın” demiş.

Hepimiz koşarak tepeye ulaşmaya çalıştığımız sırada, arkada çatışmaların olduğunu fark ettik. Ama yerimiz uygun olmadığı için duramadık. Askerlerde o sırada bize hep ateş ediyorlardı. Yine de eğilerek yerimize ulaşmaya çalıştık. Askerler, bazı yerlere yeniden indirmeler yaptılar. Bizde aşağımızda devam eden çatışmaları merak edip, ne olduğunu anlamaya çalıştık. Yerimize ulaşmamıza rağmen çatışma sesleri durmuyordu. Arkadaşların içinde Zîlan arkadaşın görünmediğini fark edince “Zîlan arkadaş nerede” diye sordum. Melsa arkadaş üzgün ve kızgındı “heval Zîlan aşağıda savunmada kaldı, askerlerle çatışıyor” dedi. Kendimizi güvenlikli yere ulaştırmışken, onun orada tek başına çatışmasından çok etkilendim. Oradan kendisini kurtarabilmesi için destekte olamıyorduk. Yine de bir grup arkadaş, risk alarak onun çatıştığı yerin üstünde bir yerde konumlanarak destek olmaya çalıştık. Ancak Zîlan arkadaş önce kendini dere tarafına atmak istedi fakat bunu başaramadı. Köyün hemen kenarında ve köylülerin yaptığı sabit bir mevzide konumlanarak çatışmaya devam etti. Bir yandan üstten ona saldırmaya çalışan kobrayla, bir yandan karadaki askerlerle çatışıyordu. Kobra o kadar alçaktan uçuyordu ki, çatışanın kadın gerilla olduğunu fark ettiklerinden Heval Zîlan’ı sağ ya da yaralı olarak ele geçirmek istiyorlardı. Bu yüzden ona her yerden bağırıp “teslim ol” diyorlardı. Ama her “teslim ol” çağrısına Zîlan arkadaş ateşle karşılık veriyordu. Kobralar onu tarıyor ama roket atmıyordu. Teslim almak istiyorlardı. Çünkü alan gücü ve halk ile olan ilişkilerimiz hakkında bilgiye ihtiyaçları vardı. Ama Zîlan arkadaş teslim olmayarak çatışmaya devam etti. Bunun üzerine üç kobra Zîlan arkadaşın mevzisinin üstünde dönüp dolaşırken, karadan da askerler gittikçe çemberi daraltıyorlardı. Durmadan ateş ediyorlar ama yine de sağ yakalama umutlarını koruyorlardı. Zîlan arkadaş, bütün bu eşitsiz koşullarda hiç durmadan ve kurşunlarını da yerinde kullanarak askerlerin kendisine yaklaşmasına izin vermeden akşama kadar çatıştı. Başından yaralanmış olmasına ve kan kaybetmesine rağmen yine de çatışıyordu. Akşamüzeri Türk ordusu onun teslim olmayacağını anlayınca, bu defa imha amaçlı hem kobralarla hem karadan yöneldiler. Heval Zîlan bir bombasını kendisine saldıran askerlere fırlattı. Çatışmaya devam etti ve bir süre sonra kurşunları bitince sesi kesildi. O zaman şehit düştüğünü anladık.

Yani Zîlan arkadaşın geliştirdiği bu direniş karşısında bir Türk subayının vicdanı ayaklanmış ve subay, ayaklanan vicdanına uyarak onu bir şehit olarak kabul etmiş ve bir şehide yakışır biçimde Zîlan arkadaşın cenazesini törenle kaldırıp toprağa gömmüş. Bu pek rastlanmayan bir davranıştır. Türk ordusunun genelde her zaman yaptığı şey olan, şehit cenazelerine işkence etmek, parçalamak yerine, ilk defa bu biçimde bir Türk subayının yaklaşımına tanıklık etmiş olmaları köylüleri de çok etkilemiş. PKK militanlarının direnişi Türk ordusu üzerinde bile böyle bir etki yapmış ve düşman olarak bildikleri ve yok etmek istedikleri gerillaya karşı bir saygı uyandırmıştı. Bu duruma tanık olan köylüler bize olayı anlattıklarında biz de çok etkilendik. Bu anlatılanlardan sonra, bizde ZİLAN arkadaşın mezarına dokunmadık. Zaten dokunamazdık da. Çünkü onun geliştirdiği direniş destanıyla gerek Türk subayı, gerekse o köydeki halk üzerinde yarattığı etkiden köylüler ona mabet gibi yaklaşmışlar. Biz de halkın bu durumunu gördükten sonra dokunamadık. Bu yüzden Zîlan arkadaşın mezarı hala o köydedir. Yerini de sadece birkaç arkadaş biliyor. Ancak onun yarattığı direniş destanını ne biz unuttuk ne de köylüler unutmuştur. Sanırım yaşantısında bir dönüm noktasına yol açan Zîlan arkadaşı, o Türk subayı da unutmamıştır. O’nun şahadetinden sonra biz onu yaşatmak ve unutulmamasını sağlamak için takımımızın adını Şehit Zîlan koyduk.

Çatışmayı başından beri hem gözleyerek hem cihazlardan takip ediyorduk. Zîlan arkadaşın silahının sesi kesilince, askerlerde sustular ve bir süre daha beklediler. Zîlan arkadaşın gösterdiği direniş karşısında korktukları için cenazesinin üstüne gitmediler. Her halde şehit dü-

53


Özgür Halk

Nisan 2015

Gecelerin En Parlayan Yıldızı Sensin Ey Hevalcan! Kod Adı: Adı: Doğum Tarihi/Yeri: Katılım Tarihi/Yeri: Şahadet Tarihi/Yeri:

Beritan Hilal Mercan Kara 1983 / Uludere 1997 / Ninova 4 Aralık 2007/Gabar

Şinya Amed Zamanı keşfetme yolculuğuna çıkmak heyecanlı ve zevki olduğu kadar gizem ve muammalarla doludur. Her birimizin zamanı kendine göre farklı anlamlandırması olabiliyor elbette. Son kertede ortaklaştığımız nokta zamanın akışkan-hareketli olduğu oluyor. Ancak kendi varoluş zamanına anlamı yükleyen bireydir. Bireyi geleceğe taşıyan, daim kılan yaşam felsefesi ve yaptıklarıdır. Atalarımız tamda bu durum için “Her mirov qandê kirinen xwe ye’’ derken insanın ardına bıraktıklarına vurgu yapar. Birde kapitalit modernitenin günümüzde sirayet etmediği yer-mekan-birey kalmamıştır neredeyse. Güzelliklerin, manevi değerin, hakikat aşkının, özgürlüğün ve iradi varoluşun az olduğu; baskının, sömürünün, tüketiciliğin çok fazla olduğu bu çağda Beritan Heval çok küçük yaşta süreklileşerek özgür iradeyi dayatan toplumsal öze dayanarak, özgürlük mücadelesiyle başarmış ve kendi tarafını mazlumdan, direnişten, özgürlük kıblegahından yana belirlemiştir. Yani Beritan Hevalim geceleri parlayan yıldız, gündüzleri ise güneşin savurduğu ışık huzmesi olmuştur. Kapitalist modernitenin insanı tüm manevi değer yargılarından boşalttığı, yozlaştırıp insanlıktan uzaklaştıran özellikleri yaratması karşında sade, temiz, çocuksu ve yalın kalmayı başarması tanrıça kültürünün izlerini yansıtmaktaydı.

yok eden, canavarlaşan egemen sistemin uygulamalarıdır) farkına varanlardandı ve birde maruz kalanlardandı. Berîtan heval hayatın acı yüzüyle erken tanışmıştı.

Bir usta şairimiz ‘’Biz büyüdük ve kirlendi dünya’’ derken toplumumuzun yaşadığı veya maruz kaldı zorluklara vurgu yapar bir nevi. Bizler için yani Kürt çocukları için aynı şey geçerli olmadığını düşünüyorum. Çünkü bizler varlık olarak, kimlik olarak, kültür olarak aslında insan olarak kabul edilmeyen toplumun -ulusun bireyleriüyeleri olarak gözlerimizi hayata açmak zorunda bırakılmışız. Hele birde özgürlük mücadelesiyle erken yaşta tanışmışsak devletin zalim, acımasız, vicdansız ve katil yüzüyle de çok erken yaşta tanışmak durumunda kalıyoruz. Bizler büyümeden çocuk aklımız, ruhumuz ve bedenimizle yaşamanın ne kadar zor olduğunu muazzam bir irade ve inanç gerektirdiğini anlıyoruz. Çünkü birebir öldürülerek, cezaevlerine konularak, işkence edilerek, tehdit edilerek aslında her türlü zalimliğe maruz kalarak yaşıyoruz. Berîtan Heval de daha büyümeden dünyanın kirli-kötü olduğunu (aslında kirli olan dünya değil,

Hayatın yüzü acıydı Hayatın yüzü köyünü bırakmak yollara düşmekti Hayatın yüzü göçtü, susuz kavurucu Ninova, Ertoş Mahmur çöllerinde yeniden yeni den yaşama mücadelesi vermekti Hayatın yüzü evini, yurdunu, çocukluğunu Bir daha görmemecesine terk etmek zorunda bırakılmaktı. Hayatın yüzü uçurumun kenarıydı Hayatın yüzü direnmek Direnerek yaşamak, direnerek güzelleşmek Direnerek sevmek-sevilmek Direnerek özgürleşmekti. Hayatın yüzü mezopotamyanın kutsal topraklarına yaraşır şekilde koca yürekli olmaktı Hayatın yüzü hem hüzün hemde mutluluktu.

54


Özgür Halk Dağlara yüzünü dönmek büyük bir irade, inanç ve kararlılık sahibi olmayı gerektirir, aynı zamanda özgürlükle, dağlarla, gerillayla buluşmak eşsiz bir şanstır. Önderliği, Özgürlük Hareketini yani PKK tanımak, ait olduğun topraklarda onurluca yaşamak, doğanın mucizevi harikalarını görmek, birebir içinde yaşamak, tarihi yaşantınla yazmak şanstır. İşte bizlerde bu şanslı kadınlar-erkekler topluluğuyduk.

Nisan 2015

lığı da eklenince her türlü zorluğa göğüs germek çok daha kolaylaşıyordu. Hiçbir engeli tanımamaya bölük olarak kararlıydık. Heval Beritan’ında düzenlemesinin bölüğüme yapılması şanslı olduğunu gösteriyordu. Baharın envai çeşit canlılığına uymayan Beritan hevalle ilk tanışmamızdaki agresif tonda yapılan sohbetimizin ileri süreçte derin bir bağlılığa dönüşeceğini tüm takım hisseder gibiydi. Bundan olsa gerek takımdaki her heval bir şekilde muzipçe takılmıştı heval Beritana. Pervin heval ‘’Heval Beritan, tu jineki bi şensi ku düzenlema te boy bölüka me çêbüye.’’ demesi, yanıtının ise;‘’ji bom in ferq nake. Heke şansê min hebona…’’ şekilde olması şaşkınlık yaratsada... Ses tonundaki hüznü bizlere geçirmeyi başarmıştı. Botana gidememenin hüznüydü bu. Birde Beritan Heval’in bilemediği bir şey vardı Zagrosta. Kişi gideceği (alana-bölüğe) yere ulaşmadan önce gıyaben tanınırdı. Nereli ve nasıl biri olduğu, ne kadardı partide, temel özellikleri nelerdir, geçmiş pratiği nasıldır, görevi nedir vb. Bir anda nasıl olduğunu anlamadan herkes tarafından tanınırsın. Doğru veya yanlış herkesle tanışmış olursun. Tek taraflı tanışmadır bu ve fiziki tanışma ikinci aşamadır. Heval Berita’nın da bölüğümüze gelmek için öneri yaptığını ve hatta dayatıcı olduğunu biliyorduk. Bir süre sonra bu gerçekliğin farkına vardığında bölüğe ilk geldiği günü doğal moral gecelerimizde anıyor ve kahkahalarla gülüyordu.

Birde dört mevsimi aynı anda iç içe yaşandığı Zağroslarda gerilla olmak, havasını solmak, eşsiz güzelliğine nail olmak, zorluklarına nefes nefese göğüs germek bir başkadır. Taşıyla, toprağıyla, suyuyla, bitkisiyle aslında her şeyiyle asidir, Tanrıça kültürünün kök saldığı Zagros coğrafyası. Göğsünde barındırdığı güzelliğiyle, tarihiyle buluşturduğu canlıları da kendisine benzetir veya kendisine benzeyenlere yaşam şansı sunar. Zagros Dağları keskindir, cenneti de cehennemide en derinden yaşatır. Ya Zagros gibi en yalınından derin ve keskin yaşarsın hayatı ya da zorluluklarına katlanamaz kaçar gidersin. Öyle ki dağlarımız duygu yüklüdür, kim ki en temiz, adil ve hakikati arayan yanıyla dağları severse, dağlarda onu sever, bağrına basar. Zagrosta kalıpta bağlanmayacak çok az insan vardır. Gizemli bir çekiciliği vardır. Nasıl olduğunu anlamadan sevdiğini, tutulduğunu, bağlandığını görür insan. Beritan heval de yaşamın her anına, doğanın ayrıntılarına temas ederek, büyük anlam vererek ve birde sürekli sorgulayarak, doğru ve yanlışı PKK felsefesi süzgecinden geçirmeyi esas alarak yaklaşıyordu.

Beritan Heval kısa süre içinde bölüğe ve araziye uyum sağlamıştı. Her anı ve yeri ilk keşfetmenin zevki ve heyecanıyla yaşıyordu. Hem yoldaşım hem de çalışma arkadaşımdı. Her şeyi ayrıntılarıyla tekrar tekrar gözden geçirir ve sorgulardı. Israrcıydı. Başarmak için, zorlukları aşmak için ısrar ediyordu. Fiziken çok zorlanmasına rağmen asla engellere boğun eğip pes etmezdi.

Beritan hevalle ilk karşılaştığımızda ‘’Zagros’ta fazla kalmayacağım, bağlanmamda. Geçici geldim. Bir süre sonra Botana gideceğim’’ demişti. Gönülsüz geldiğini göstermek istercesine… Bende gülmüştüm. Birde “bir süre sonra düşüncelerin duyguların derinleşir’’ demiştim. İnsanlığın toplumsal doğuşuna eşlik etmiş bu mekânların büyüleyici, natürel güzelliğine dokunmadan, hissetmeden yaşamak için kör, sağır ve duygusuz olmak gerek. Beritan Heval ise; sade, çocuksu ve derin duygularıyla, anlam arayışıyla Zagroslarla erkenden uyum sağlayacak, bağlanacak, sevecek özelliklere sahipti.

Filozofça merakı çocuksu yüz ifadesiyle buluşunca gi-

Mevsimlerden bahardı. Yağmurlu ve hafif rüzgârlı bir gündü. Çetin ve zorlu gecen kış aylarından sonra baharın tadını çıkarıyordu. Kamptan çıkışımızın ikinci ayıydı. Çarçella gücüydük ancak zirvelerde kar erimediğinden kaynaklı Çarçella’nın eteklerinde dolanıyorduk. Bölükte Delil (bölük komutanımız) heval’den tutalım tüm yapıya herkes kendi öneri ve ısrarıyla kalmıştı. Zagros’un tüm alanları güzeldir ama Çarçella tüm sertliğine, asiliğine rağmen bir başka güzeldir, bu güzel ve doyumsuz heyecana birde bölüğümüzün genç, dinamik, canlı ve kararlı-

55


Özgür Halk zemli ve çekici bir pozitif enerji saçıyordu etrafına. Muazzam bir sabır gücü oluşturmuştu kendinde. Birde buna devrimciliğin temel özelliklerinden olan mütevaziliği eklemişti. Sabır ve mütevazı yaklaşımlarını su istimal eden yoldaşlarımızda yok değildi hani. Yanlışlara karşı tahammülden ziyade sert eleştirerek duruşunu ortaya koyardı. En sert eleştirileri dahi yoldaşlarını kırmaz, yoğunlaşmaya sevk ederdi. Salt eleştirmekle yetinmez yaşamda da mutlaka konuyu konuşur, kavratmayı esas alırdı. Her yoldaşıyla bir şekilde tartışır, ilgilenirdi. Aynı zamanda tarihi ve anı iç içe yaşar, bulunduğu yerlerin tarihi araştırır sorar ve sohbet ederdi “bu topraklarda kadının özü gizli, bu topraklarda biz gizliyiz” diyen sözleri yüreğimdeki vadide yankılanıyor. Beritan Heval sadece devrimci değil, kadın devrimciydi, romantik devrimciydi. Devrimciliğin bir yanının büyülü, gizemli olduğuna inanırdı. Kadınlar için ve başta da kendisi için Özgürlük Mücadelesini fiziki ve zihinsel olarak zorluklarla dolu olduğunun-olacağının farkındaydı. Yine bu topraklarda tüm baskı zulüm ve eril egemen zihniyetin katmerleşen iktidar mantalitesine rağmen ana-kültürünün izleri her yerde bulunuyordu. Bu coğrafyanın her karışında kadının emeği, kokusu ve tadı var. Geçmişin derinliklerinden esen Rüzgarlar kadın eliyle yetiştirilmiş bitkilerin naturelliğini beklide polenlerini günümüze taşıyor. Günümüzde katıksız yetişen her bitkinin özünde kadının emeği- özü var. Gerillada aynı coğrafyada Özgürlük Mücadelesi verirken Neolitik kültürün kokusuyla kendini korumayı başarmış, bu doğanın içinde özgür ruhlu olmamak, özgürlüğü, tarihin derinliklerini hissetmemek, güç–morel almamak mümkün değil. Bugünde Beritan ve Beritanlar şahsında zulme karşı direnen kadınların direniş avazlarında aynı tını, aynı tat, aynı anlam ve aynı amaç var. Amargiye dönüş var.

Nisan 2015

dur bu bağlamda. Sık yolculuk yaptığındandır beklide ne zaman nerede hangi hevalinle karşılaşacağını kestiremez insan. Berîtan ile uzun görevlerimizin ilkiydi. Erzak getirmeye gidecektik. Karlar erimiş, türlü çiçeklerle bezenmişti her taraf. Tepeler gök kuşağı misali dizilmiş ve tüm zarafetini sunmaktaydılar. Bizler ise durmak sızın yürümek zorunda olduğumuzun farkındalığıyla birde karanlık basmadan noktaya ulaşmak telaşesi içinde yol alıyordu. Beritanın defalarca “adımlarınızı atarken dikkatli atın, çiçeklere mümkün mertebe basmayın” demesi, her koşulda farklılığını ortaya koyuyordu. Güzel yoldaşım kendisi olmayı, özgürlük arayışını büyütmeyi ve devrimci ölçülerle yaşamayı esas aldı. Ve öyle çok güzel şeyleri biz hevallerine kattın ki yerleri çok derin. Bizlerde yaşamaya devam edeceksin yoldaşım. Bizlerde özgürlük adımlarımızı ileriye doğru attıkça, demokratik özerkliği inşa ettikçe anda ve gelecek kuşaklarımızda seni yaşatmaya devam edeceğiz. Parlayan yıldızımız olarak gecelerimizi aydınlatacak, karanlık anlarımıza ışık olacaksın yoldaşım.

Beritan Heval hayata gülümseyerek bakardı. Dolu dolu gülerdi ve gülünce gözlerinden yaşlar akardı. Yanı sıra mağrurdu bakışları. Hem hüznü hem de sevinci çok güçlü karşısındakine akıtabiliyordu. Evet, kadının yazılmamış tarihini, bilinmeyen mirasını taşıyoruz kendimizde. Nerede olursak olalım, farkında olalım veya olmayalım kadın olarak insanlığın doğuşuna dek uzanan tarihimizin izlerini taşıyoruz. Tarih sayfalarına geçmemiş ancak mevsim döngüsü misali sürekli kendini yenileyerek, filizlenmesini bilmiş ana-kadın kültürünün suyundan, ışığından, havasından ve maneviyatından beslenmiş olan direniş cephesi varola gelmiştir. Ancak zaman zaman pasif zaman zaman da aktif özgürlük stranını hep söylemiştir. İşte Beritan Hevalde özgürlük stranını en yüksek tonda söylemenin çabasını vermiştir. Belirgin özelliklerinden biride incelikli olmaydı. Hissederek yaşardı. Doğayı, yoldaşlığı, savaşı olumlu veya olumsuz olayları hisseder ve sorgulardı. Önce yoldaşını sonra kendini düşünürdü. Dağda gerilla-yol-yolculuk birbirini tamamlayan, bütünü ifade eden tek parça gibi olmuştur. Gerilla denince yol-yolculuk-eşsiz bir iradi güç akla gelir. Yollar-yolculuklar hem uzaklaştırır hem yakınlaştırır. Buluşturur-ayırır, sevindirir-hüzünlendirir. Mücadele sürprizlerle dolu-

56


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.