Özgür Halk Sayı 6

Page 1

İçindekiler

Editörya 2

Abdullah Öcalan

Özgür İnsanı Savunmanın Erdem Olduğuna İnandım

8

Mustafa Karasu

Rojava Devrimi Ortadoğu’da Demokratik Devrimin Temeli Olacaktır

22

Rahşan Xelikan

Güneşimiz Karartılamadı Tüm İnsanlığa Işık Oldu

30

Senar Serhat

Apocu Felsefe ve Çağa Meydan Okuyan Özellikleri

38

Abdullah Öcalan

Hem Başarı Hem Başarısızlık Kadro Kaynaklıdır

40

Duran Kalkan

Kadro Örgütlü ve Eylemli Kılınmış Hakikattir

47

PAJK Koordinasyonu

Kadro Olmak Bir Aşk ve Tutku İşidir

51

Ali Haydar Kaytan

Kadro Duruşu Katılımı ve Başarma Azmi

53

Rıza Altun

Kürdistan Tarihi -VI-

57

Akif Ali

Hizbul-kontra Yeniden İşbaşında

60

Sakıp Hazman

Tek Kişilik Hücre Sistemi ve Apocu Direniş

63

Zeyni Arat

“Güneşimizi Karartamazsınız” Eylemleri ve 15 Şubat Komplosu

66

Öcalan’a Özgürlük Platformu Şimdi Öcalan’a Özgürlük Zamanı

68

Sabır Sesero

Bir Öykü Değil Gerçekti

Öyle zamanlar vardır ki tarihin tekerleğinin döndüğü, tarihe not düşüldüğü anlardır. Uluslararası komplo, kapitalist moderdite güçlerinin bölgeye kapsamlı müdahaleyi planladığı bir zamanda gerçekleşmiştir. 98/99 yılları böyle dönemlerdi. Kapitalist modernite sistemi yüzyılın son devrimcisini yok etmeyi ve böylece devrimler tarihine son vermeyi hedefliyordu. 20.yy’ın son yılları böyle kurgulanmıştı. Komplocular müdahale öncesi kendilerine engel olacak PKK’yi ve Önderliğini tasfiye etmek istemişlerdir. Böylece Önder Apo ve PKK’nin müdahaleden yararlanıp kendi ideolojik-politik sistemini geliştirip alternatif bir güç haline gelmesi engellenecekti. Aksi halde PKK’nin öngördüğü sistem Ortadoğu’da gelişebilirdi. Korkuları buydu. Öte yandan işbirlikçilerin Kürt siyaseti günbegün Kürdistan’dan siliniyordu. Kürdistan’ın dört parçasında Önder Apo’nun etkisi artıyordu. Eğer önü alınmazsa PKK tüm Kürdistan’da etkili olur ve bu temelde de bölgede işbirlikçiliği etkisizleştirip yeni bir siyasal düzen kurulabilirdi. Komplonun bir hedefi de PKK’yi etkisizleştirip işbirlikçi güçlerin önünü açmaktı. Komplonun bir amacı da PKK karşısında sıkışmış, birçok bakımdan çökmüş Türkiye’yi bu komployla kendilerine daha fazla bağlamak, bölge yeniden düzenlenirken Türkiye’yi kapitalist modernist güçlerin her dediğini yapan bir ülke olarak bölge sistemi içinde konumlandırmaktı. Bu üç temel nedenden dolayı uluslararası komplo gerçekleşti. Kuşkusuz tüm bu amaçlara ulaşmak için Önder Apo İmralı’da etkisiz hale getirilecekti. Böylece PKK’nin dağılacağı ya da kontrol edileceği hesaplanıyordu. Gelinen aşamada komplocuların hiçbir amacı başarıya ulaşmamış, PKK bugün Ortadoğu’nun tek alternatif siyasal gücü haline gelmiştir. İmralı’da Önder APO’ya karşı özel bir savaş ve psikolojik savaş yürütülürken, buna karşı büyük bir irade ve direnişle cevap vermiştir. Bu direniş etrafında halkın ve Özgürlük Hareketi’nin direnişi gelişmiştir. Zindan Önderlik için büyük bir yoğunlaşma zemini olmuş ve görülmedik bir düşünce gücüne ulaşmıştır. Esas değişim gücü düşünce gücüdür. Kürt Halk Önderi, ulusal Önder olmaktan öte insanlık Önderi haline gelmiştir. Devlet dışı topluma dayanan, devlet ve iktidarı dışlayan demokratik sosyalizmi insanlığın önüne koymak büyük bir devrimci hamledir. Komplocuların arzuladığı düzen değil, Önder Apo’nun öngördüğü demokratik ulus, demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm halkların ihtiyacını karşılayan bir düzen haline gelmiştir. Artık Önder Apo’suz ve PKK’siz Kürt, Kürdistan ve Ortadoğu düşünülemez. Türkiye, Kürt düşmanlığıyla Ortadoğu’da çıkmaz yaşayan bir ülke haline gelirken, Kürtler tüm Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi gücü haline gelerek Türkiye’yi de bu çıkmazdan kurtaracak bir güce ulaşmıştır. Türk devleti Kürtleri tecrit edip yok etmek isterken, kendisi tecrit olmuştur. Kürt sorunundan kurtulmak isterken, artık Kürt sorununu çözmediği takdirde ayakta kalamayacak bir ülke haline gelmiştir. PKK bugün dünyanın tüm halklarının özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin öncü gücü haline gelmiştir. 1 Kasım Dünya Kobanê Günü aslında uluslararası komplonun tüm dünyada boşa çıktığını ortaya koymaktadır. Kobanê, Önder Apo’nun Ortadoğu’ya açıldığı kapıdır. Rojava’da ilk örgütlenmeyi Kobanê’de yapmıştır. Kobanê Direnişini Önder Apo mayalamıştır. Önder Apo’nun ruhu Kobanê’deki direnişi gerçekleştirmiş ve IŞİD’i Kobanê’den söküp atmıştır. Kobanê’deki direnişin gücü nereden kaynaklanıyordu diye soruluyorsa, bunun cevabı Apocu ruhtur! 14 Temmuz ruhudur! Uluslararası komploya karşı Güneşimizi Karartamazsınız diyerek direnişleriyle cevap veren ruhtur! Bu direniş ruhunu yenmek de mümkün değildir. Bu nedenle ne 15 Şubat komplosu, ne başka bir komplo Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi’ni durdurabilir. Önder Apo’nun dediği gibi, “Tarihsel komplolar gelişmeleri durdurmaz, aksine hızlandırır.” Önder Apo’nun komplonun hemen sonrasında söylediği bu söz bugün gerçekleşmiştir. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi her zamankinden daha güçlü ve daha hızlı biçimde gelişmektedir. Komplonun 18. yılına Kürt halkının ve Önder Apo’nun özgürlüğüyle gireceğimiz inancı her zamankinden daha güçlüdür. Bu inancımız komplonun 18. yılında gerçekleşecek ve Önder Apo Amed’te Özgürlük Meydanı’nda on milyonlara seslenecektir. Önder APO’ya özgürlük zamanı… Özgürlük Kazanacaktır…


Özgür Halk

Şubat 2015

Özgür İnsanı Savunmanın Erdem Olduğuna İnandım

Abdullah Öcalan

Adım Abdullah, ‘Allah’ın kulu’; ama kul olmayı tam yüreğime oturtmadım. Kendime saygımı yitirmedim. Tanrısal güçler ne kadar üzerime gelirlerse gelsinler, özgür insanı savunmanın erdem olduğuna inandım. Kadere hiç inanmadım. Kader güçlerinin bana biçtiği 20. yy. çağdaş çarmıhındayım, tek başıma ve mezar sessizliğindeyim. Bekleyeceğim! Yine de kadere inanmayacağım. Yüreğimin en son atışı kadar, bilincimin en son kırıntısını da insanlık için kullanacağım. Kendi öz erdemim ve anlamımı insanlıkta bulacak ve yaşamı doğallığına bırakacağım. Ortadoğu’nun çığlığı kulaklarımda yankılanıyor: “Senin kaderin çıkışlarla örülü büyük uygarlık yürüyüşüdür. Nil ve Fırat gibi güçlü nehirsel akıştır. Ey lanetli ve soysuz evlat, onlar gibi olamazsan seni affetmem” Tanrıçalar yurdu haykırıyor: “Ey erkek koca, bunamış ve yatalak! Seninle olmam. Yanar kül olurum, ama seninle yaşam ihanetini paylaşmam” Tanrılar yurdu haykırıyor: “Ey cüceler, sizleri kulluğuma bile kabul etmem. Siz lanetliler ancak cehennemde cayır cayır yakılmaya layıksınız” Büyük ozanları ağıtlar yakıyor türküler yerine: “Artık türkü söyleyip şiir yazmam, saz çalmam ve destan yazmam; çünkü sizler edebin ve sanatın engin ruhunu ve güzelliğini yitirdiniz, ihanet ettiniz”

bir sevgili ne bir dost ne bir söz ne bir gülüş. Helalinden bir nefes dahi yoktur. Özgürlük yoksa tek şey vardır. Ölüm! Oysa ben yaşamak istiyordum, anam beni boğmak istiyordu. Ölmeyeyim diye beni boğmak istiyordu. Anamı dinleseydim bu trajediler olmazdı, kim bilir.

Hepsi birlikte yaşam ile ölüm arasındaki uçurumun çığlığı oluyorlar: “sizleri affetmeyiz” bu topraklarda tanrı ve tanrıça hayalleri kurulurdu bir zamanlar. Şimdiyse hiç hayal yaratmıyor.

Anam o tanrıça gölgesi, o yarım kalmış, o İnanna’nın son çığlığı, ama çözümsüz, anam ilk öğretmenim. Yaşam öğretmenim. Onuru öğreten anam… Anam çok beddua etti. Onun bedduası yılların sinesine saplanmış trajediler miydi? O beddua etti, ben terk ettim. Zalimce bir ayrılıştı ama gerçekti. Büyük yalnızlık zamanlarında hatırlarım sözlerini: “Arkadaşlarına çok güveniyorsun, ama çok yalnız kalacaksın” doğruydu. Anamın âhını aldım. Yalnız kaldım. Yalnızdım ama arkadaşlarımla toplumsallığımı ben kuracaktım. Anam isyan ediyordu. Can çekişen tanrıçalığına, kendine, bana yıkılan özgür toplumsallığa, her şeye isyan ediyordu: “Dizimin dibinde tutmak için çok çaba harcadım, ama başaramadım” demiş. Bir defasında da: “bu kafa ve kişilikle zor kadın bulursun.” demişti.

Bir kuru çöl ve çorak ülke, bir ruhsuzluk yağıyor. Bir ruhsuzluk ki, ilham veremiyor, şiir yaratamıyor, aşkı geliştiremiyor. Yitik bir ülke Kürdistan… Yitik ülkenin halkından olmak ne acı. Kaçmak namertlik, kaçmamak çirkin bir ölüm… Lanettir sıkar boğazını, ömür çarmıhında kurban olursan. O lanet gevşetir pençelerini. Kural yok! Kural ölerek nefes almak… Kural yok! Yaşam kuralı hiç yok! Lanet varsa yaşam haramdır. Yürek nedir ki lanet varsa yüreğin değersizdir, duyuşu yoktur. Düşünsen ihanettir gerçeğe. Bir cüzamlı gibi her yanından cerahat akmaktadır. Herkes senden kaçmaktadır. Kirli ve çirkin bir yaşam, yaşam değildir. Tek çaren ya özgürlük ya ölümdür! Başka yol yoktur gidesin, başka el yoktur tutasın. Ne

Akıllıydı anam, körleştiren tarihti bizi birbirimize yabancılaştıran. “Sürekli dua edin, herkese hayır (bağış) ya-

2


Özgür Halk pın” oldu son sözleri. Ardından dönüp baktım bir kez daha tanrıça kültürünün sesi solup gidiyordu. Anam soylu bir sesti, tanrıçanın soluğunu bana taşıyan soylu bir ses. Bu sesi duydukça yüreğimin derinliklerinde isyanımın sesini yükselttim. Anayı tüketen erkek egemen sistemin zalimliğine, bizi bize yabancılaştıran ikiyüzlülüğüne, insana dair olmayan her şeye rest çektim. Yoktu toplumu anamın ondandır, veremezdi bana da, çoktan dağıtılmıştı. Kendi bulamadığı yaşam tutamağını bana vermek isteyen bir anaydı O. Bense özgür yaşamak isteyen bir küçük Kürdistanlıydım…

Şubat 2015

lardı suyu, başımı daldırırdım curun içine, kana kana içerken oluştururdum anlamını kurak toprakların, kurak toprakların nasıl canlanacağını o anlarda düşlerdim. Yolmadan gelirken düşen ter damlalarını, pilavı kaşıklarken duyduğum bulgurun kokusunu unutmadım. Toprağın tadına o anlarda vardım ben en zor olanı, en zor şartlarda yenerek… Anamın kutsal ellerinin tadıydı bulgur pilavını güzelleştiren, üstüne yine buz gibi bir tas su… o serinliği, o kutsallığı unutamadım, hep o suyu arardım. Hangi özgür ülkenin hangi pınarındaydı o kutsal su, hangi gözeye gizlenmişti? Kıraç topraklardı ruhumu aradığım; bıkmadan usanmadan aradım. Köylüler kaçıyordu birer birer o topraklardan, kolay yaşama kaçıyorlardı ve kaybediyorlardı, kaybediyorlardı ve kayboluyorlardı. “Zavallı bir çocuk” diyorlardı. Hepsi bir ağızdan “yandı Ömer” diyorlardı. “Allah kimsenin çocuğunu Ömer’in çocuğu gibi yapmasın”, “yandı”... Akıllı denilen çocuklar da vardı. Memur olup ömrünü tüketti kimi, kimine “Hükümet” dediler.” “Şevket gibi savaş” diyordu anam, “savaş, git, vur, intikamını yerde bırakma” diyordu. Sıradan bir savaşçı gibiydim, ağlıyordum. Kavga sonrası “Sen namussuzsun, savaşamıyorsun.” dedi anam. Nenem de geldi üstüme; “bunun namus duyguları tehlikelidir.” Takmıştı kafayı arkadaşım Hasan’a annem, gördü bir defa; “vay, bu namussuz” dedi, “bizim düşmanımızın çocuğuyla ilişki kurmuş.” İllegal bir ilişkiydi, düşmanlığı aşacak bir gizlilikteydi. Feodal bir kuralı yedi yaşımdan itibaren bozdum, ruhumdan söküp attım o kirli kuralları, atmasaydım ruhumdan o kirli kuralı nasıl getirirdim sizleri yan yana, nasıl getirirdim bir araya bunca aşireti, kabileyi…

Özgürlük çocuklukta başlar. Çocuk oyunlarının arasında gizliydi özgürlük. Oyun yaratmaktı özgürlük. Yalnız oynamak yoktu. Oyun birlikte oynanırdı. Özgürlük birlikte yaşanırdı. Böyle başlar benim yaşamım. Kendi kurduğum yaşamım böyle başlar. Kendi kurduğum özgür dünyam böyle başlar. Avcıydım çoğunda, şimdiki hakikat avcılığı değildi henüz; arkadaş avcısıydım o zamanlar. Ava çıktığımda seslerini duyardım korkan annelerin: “yine geldi! Bizimkini baştan çıkaracak” evet ya, baştan çıkardım çoğunu, dağ yürüyüşlerine çıkardım, çiğdem toplamaya götürdüm. Ot topladık kiminde, kiminde kuş avladık. Üveyikleri toplayıp eteklerime doldurduğumda çocukların sayısı da giderek artıyordu. Hele pişirip yemek varsa hele o temiz hazları paylaşıp dağlara yüzünü dönmek varsa, değmeyin çocukların keyfine. Çocuk dünyalarının ciddi işleriydi. Tabi bir gün gidersem yine köyüme, o benden sakladıkları arkadaşlarımı bulacağım teker teker. Gelin diyeceğim, toplanıp meydanda özgürce oyunlar oynayacağız. Özgürlüğün başladığı çocukluğu bugüne, şimdiye getireceğiz. Özgürce toprağa dokunup yeniden doğacağız…

Bizim bir kapı vardı, hala gözlerimin önündedir. O kapıyı delik deşik ettim taşlarla, kapıyı görenler bakıp bakıp gülerdi “bu ne kapısıdır?” derlerdi. Birinde annem aldı beni içeri götürdü ahıra, elini gırtlağıma koyup “tövbe de!” diye bağırdı, üç sefer hem de. Öyle rahat değil, son nefesimi getirinceye kadar tabii. Çarnaçar tövbe ettim. Fakat ufak bir delik bulur bulmaz, açar kapıyı birden fırladım. Vurdum sonra kapıya perişan ettim. Zaten annem diyordu: “kimse bununla baş edemez.” Sonra baktım olmaz böyle hazırladım kendimi kavganın en büyüğüne, kimse benimle gerçekten baş edemesin diye. Beni öyle gördüğünüz gibi ele almayın yanılırsınız…

İbadet edercesine dokundum toprağa, toprağın sinesinde tutkularım yeşerdi. Dara Tavî’nin yüzyıllık gölgesi kucak açıyordu bana. Çocuk yüreğimi, aradığım sevgileri, arkadaşlıkları buluyordum gölgesinde ve özgür duyumsayışları. Tanrı katıydı fıstık ağaçlarının gölgesi, üzüm tiyeklerinin arasıydı Tanrı katı. Doğa Ana esirgemiyordu çocuk yüreğimden bereketini. Kutsallıkları lanetten sakınırcasına özenle toplardım ürünleri, ekmeğin artığını hiç atmazdım. Bir yufka ekmek için savaştım. Ekmek savaşını ciddiye aldım. Buğdayın ekmeğe dönüştüğü yolda, ona dokunan ellerin kutsallığını bilirdim. Neolitik zamanların ruhu geziniyordu ruhumda, kutsallarımız çoktu, çoktu ama az olanlardı kutsal olanlar.

Kim söylemiş her babanın çocuğuna önder olduğunu? Babam, yürütemiyordu, kavga etmiyordu, etse yeniliyordu. Utanıyordum, yensin istiyordum, yensin, güçlü olsun, bana örnek olsun istiyordum. Oysa onun hali haraptı, ‘onun gibi olmayacağım’ dedim. Oysa benden umutluydu, güvenirdi bana, öyle laf anlamaz, hep kötüye oynayan, yine de benden hayli umutluydu babam. Çünkü bağda, bahçede işimi temiz yapıyordum. Bundandı sözünü söyler, umudunu dillendirirdi: “Ona dokunmayın, onun alnında fetih yazılıdır”, “Sen nereye gidersen git, fethedersin. Alnında fetih işareti var.” babam yaşamı öğretmek istiyordu, köyün, köylülüğün dışındaki yaşamı, alim olmanın ölçülerini veriyordu bana,

Su azdı. Su kutsaldı. Kuyular kazılırdı kiminde, kiminde bir mağaranın derinliklerine birikirdi damla damla. O koyu karanlık derinliklere uzanırdım, dudaklarım değdiğinde buz gibi suya, kutsanırdım. Yolmadan gelirdim mercimek ya da nohut yolmasından. Harran Ovası’nın sıcağı kavururdu beni, kavuran sıcağın tek dermanı küplere konmuş kutsal suydu. Kana kana içerdim o suyu, dünyalar benim olurdu dudağını değdirdiğinde tüm cehennemleri yok eden cennete bir çağrı kutsallığındaydı. Su curanı vardı, bir de yazın sıcağında buz gibi sak-

3


Özgür Halk “bir sigara kağıdını yastığının altına sok. Sen o yastığın işte biraz yükseldiğini fark edersen, iyi bir alim olduğunu kanıtlarsın.” Küçük şeyleri kendime layık görmüyordum, “sen bir tek gözyaşı dökmezsin ben öldüğümde.” küçüklüklere, basitliklere gözyaşı dökmem, diyordum, duygusuz değildim, bilakis duygu savaşçısıydım. Dünya alem biliyordu ne kadar duygulu olduğumu.

Şubat 2015

dan geldiler, “istiyoruz” dediler. Birkaç çuval buğday, birkaç kuruş para verdiler alıp gittiler, artık bir bacım yoktu, kimdi onlar, hiç görmemiştim, tanımıyordum razı değildim, ama gücüm de yoktu, bacım, gitti… Artık bir bacım yoktu, ‘gerçek miydi bu ayrılış’ diye sordum. Acımasız ve gerçek bir ayrılık ölümden daha acıydı. Yaşamın kendisi bir rüyaydı, sen rüyada rüya mı göreceksin? Düşler gelişebiliyor muydu? Rüyaya cesaret Benim aşk yönüm, duygu yönüm, bilinç yanımdan etmek, özgürlüğe cesaret etmekti, ettik. Nasıl kayada daha güçlüdür. Bilinci de ihmal etmiyorum ama ben gül olup bitecektik, nasıl kurumuş tahtaları yeşerteçarpıcı bir duygular savaşçısıyım. Devrim zaten duy- cektik, nasıl yaşayacaktık, nasıl yaşadım! Duyguların gularla başlar. Herkes gibi olmayan duygularla başladı savaşımıydı benim yaşamım, karasevdalı, büyük bir kavgam. Yedi yaşımda göze aldım kavgayı. Kuralı çiğ- savaş özgürlük savaşımı gerekiyordu. Duygu yoldaşnedim, oyunu bozdum herkes gibi olmayı asla benim- lığı yapması gerekenler anlayışlı olması gerekenler semedim. Farklı olan neydi, nasıl olmalıydı. Mevcut vardı, benim de bir yüreğim vardı, benim de bir canım olanın zamanın gerisine düştüğünü daha o yaşımda vardı, benim de insan olarak güdülerim vardı. Ama sezinlemiştim. Sonra bu sezgiler bilgiye dönüştü, an- kişi olarak da kolay sevmem ve sevme hakkını görlam oluştu ve kırdım kalıpları. On yaşındaydım, öfkem mem. Değil sevmek, yanından geçmeye bile hakkım kabardı, “bu köyü terk edeceksin” dedim kendiyoktur. Yitik ülkemin halkına aşık olmadım, salme, toplumsal bir savaşı o yaşımda göze dırdım hep bu da bir aşktır, çirkinlikleriyaldım. Kolay değildi kopmak, duygulale savaşma anlamında, bir özgürlük rın kabarmasını kim engelleyebilirdi aşkı. İşte açtık kapıyı, genç kızlar Adım ki, büyük öfkeyle baktım son bir sökün ediyor. Müthiş kadın güAbdullah, ‘Allah’ın kez, gözlerimden yağmur gibi bozelliği yaratılıyor. Bu benim intikulu’; ama kul olmayı şaldı yaşlar. İsyan duygularıyla kamımdır, bacımın, Elif’in, tüm tam yüreğime oturtmadım. yüklü kalbimin ağırlığından ürkkızların, çocuk gelinlerin intiKendime saygımı yitirmedim. medim çıkıp gittim kendi toplukamıdır. Bu benim vicdanımmuma doğru. Köyden çıkınca dır. Duygularımın şahlanışıdır. Tanrısal güçler ne kadar durup geriye bir baktım, gürül Yedi yaşımdaki özlemlerime üzerime gelirlerse gelsinler, gürül akıttım gözyaşlarımı, ‘elişte şimdi kavuşmamdır. Siz özgür insanı savunmanın veda’ dedim o çocuk halimle o de kavuşun özlemlerinize, özerdem olduğuna çok yakıcı elvedayı dillendirdim. gürlüğe adım atın, yoldaşlığınızı inandım. Ülkemin dağlarına elveda dedim, geliştirin. Dostluğunuzu geliştirin. taşlardan, sulardan, kuşlardan kopVe bu bizim hakkımızdır bunsuz tum. Kelebeklerden, kertenkelelerden yaşam yürümez. Bir insan ne kadar ayrıldım bir gece vakti, yılanlardan, çıyandarda olursa olsun, yaşamı geliştirebiliyor. lardan koptum bir gecenin zifirisinde, koptum ama unutmadım hiçbirini, unutmadıklarımı işledi- En amansız savaş yıllarını, en heyecanlı bir romana ğim bir yaşam çemberi yarattım zamanın sinesinde. dönüştürdük. “Seni insanlık soyunun içinden bir daha dirilmemecesine ve bu son nefesini de keserek bitiOyunlar oynardım o zamanlar. Kızlar vardı hiç unu- receğim” diyordu faşizm. Nasıl unuturuz bu sesi? Zatamadığım, aylarca oyunlar oynayıp, kendi toplumu- lim bir karardı. Adımızı bile kabul etmeyecek kadar muzu aradığımız arkadaşlıklar vardı. Bir Elif vardı, bir ölümcül bir karar bizi yok etmek istiyor, faşizm. Nasıl küçük Elif; başı bağlanmış. Bir gün ben ‘anlamam baş dayanmayayım, nasıl direnmeyeyim? Sıfırdan başlabağlanmasını gel’ derim. “gel seninle oynamaya de- dık inançla, emekle, bilinçle yoğurduk inancı, nakışvam edelim.” Gelin olup gitmiş peşini bırakmamışım. ladık zamanın ruhuna. Ben anlık biriyim. çok süreçli Meğer ondan dinlediniz sonra “gelin olduğum gün- yaşarım, hem de anı anına. Benim için anı yaşamak lerde Abdullah usulca eve yaklaşıp halen beni oyuna önemlidir. Anı doğru yaşamak. Her şey şu anda gerdavet ediyor” doğruydu. Bırakmadım peşini peşinizi çekleşecekmiş gibi, an’a yüklendim. Sizin bugününüz bırakmadım. Evlilik kafesti, kaplan kafesiydi! Oysa ka- olan yarınları böyle yarattık. Şehitler kendilerini ülke dınlar güzel olmalıydı, güzel olan zeki olmalıydı. Ara- yaptı, öyle yarattı, şehitlik gerçeği, yaşam gerçeğidan zamanlar geçmiş, Elif unutmamış bu ‘gel’ diyen mizdir. Şehitteki emri görüp yürümeliyiz. Şehit koözgür çocuk sesini. Ben de unutmadım Elifleri, yitik ül- mutasını anlayabilmeli ve gerekeni yerine getirmekemin her yanında başı bağlanan minik Elifler olduğu- liyiz. Özellikle şehidin yaşam anlayışını kesin temsil nu asla unutmadım. Unutsaydım çekemezdim kızları edebilmeliyiz. Şehitlik gerçeği, yaşam gerçeğimizdir. bu özgürlük oyununa, bu savaşa çekemezdim sizleri. Anlamak iyidir. Anlamak, yaşamak için başlangıçtır. Yine unutulmayacak bir zaman parçası, iki günlük yol- Ayıp olan, sanki hiçbir şey yokmuş gibi, kendini so-

4


Özgür Halk rumsuz, çözümsüz bırakmaktır. Doğru olan, hem bütün ayıplardan kurtulmak, gerçeğini çözmek ve anlamaktır, hem de büyük bir tutkuyla dönüşüme güç getirmektir. Bu, bizde yaşamın kördüğümünden çözüme geçmektir. Sosyal yaşamda ilerlemektir. Yaşama hayli zengin bakabiliriz. Yaşamı bütün cephelerden çok boyutlu ve yenilmez kılabiliriz. Yaşamdan vazgeçmeyin. Büyük bir tutkuyla yaşama sarılın!

Şubat 2015

dun yok sayılmışsa, toplum hangi toprakta yeşerir. Kültür hangi ırmakla sulanır. Özgür bir akış yoksa kim yüzebilir. Boşlukta, kuş olup uçabilirsin ancak, uçmak kalmıştı bizlere de, kanatlanmak. Uçurum kenarlarında seyrediyordu hayatımız. Bizim payımıza kanatlanıp uçmak düştü. ‘Tavuk civcivinden kartal yavrusu çıkmaz’ dediler. Yitik ülkemin halkını böyle gördüler. Yüreğini kirletmemiş, yüreğini özgürlük rüzgarlarıyla yıkamış bir özgürlük mazlum’u, doğan güneşi görmüş ve şöyle demişti o zamandan: “arkadaşın yol yürüyüşü kartal uçuşuna benziyor. Hem de sürekli yükseklerde seyrederek uçuyor.” Hem kartal yavrusu olduk hem de uçmaya yeltendik, onun sözüyle süzüldük. Özgürlük semalarında çocukluktan beri Kürtçe klamları dinlemiştim. Hakikat, seslerin tınısına yerleşip geliyordu. İşte karanlıkları inceden inceye deliyor ve yüreklerimizin yolunu buluyordu klamlar. Meryemxan, Cizrewi kardeşlerin sesini duyuyordum önceleri, sonra soğuk başkent zamanlarında huzurlu bir ses duydum. Yankısı içime vurdu. Umutsuz bir aşkı anlatıyordu. O ses beni anlatıyordu.

Evrenin amacı özgürlüktür. Evren özgürlük peşindedir. Işık özgür bir akışkanlığa sahiptir. Kafesteki hayvanın büyük çırpınışıdır özgürlük; bülbülün şakıması en değme senfoniyi geride bırakıyorsa, adına özgürlük demez miyiz? Tüm sesler, renkler akış halinde olan her şey özgürlük değil midir? İlk ve son köle olan kadının çırpınışları özgürlük arayışı değil midir? Evrensel varoluş bilmektir, insanda dile gelir, insan çoğalır, çeşitlenir, insan güler, ağlar, insan konuşur, farkına varır, insan yaşar… Farkına varmazsa insan, yaşam değerini yitirir eriyip gider. Takvim yaprakları gibi ölüm bile anlamını yitirir. Ne ki ölüm; yaşam yoksa yoktur. Ölüm nasılmış söyleyeyim; bir varmış bir yokmuş! Bir zamanlar bir Sisifos varmış, tanrıların lanetine uğramış. Öyle bir ceza ki çekmekle bitmeyecek denli uzun sınırsız ve sonsuz: “Bir taşı omuzlayacaksın, tepeye kadar taşıyacaksın; tam tepeye varacakken düşürüvereceksin. Omzunun üzerinden her seferinde tam tepeye varacakken düşüreceksin. Bir adım kala başa döneceksin. Nokta koyamayacaksın noktasız, sonsuz bir kısır döngüye mahkûm olacaksın. Senin lanetin budur işte” sonsuz yaşamla cezalandırılmak. Ölümden mahrum olmak varsa nedir ki yaşamın değeri? Yaşamın anlamı sonsuz yaşanmasında değil, yaşandığı anda anlam yaratmasındadır.

Medeniyetin dişleri arasındayken yine alıp götürdü beni bir ses. Yine bir aşk destanı Bavê Salih, Derwêşê Evdê’yi söylüyordu. Farkında mıydı o aşkın, o can çekişen Kürt devletçiliğinin bilinmez ama ben farkındaydım. Bende can çekişiyordu bir yüzyılın zihniyeti. Yitiriyordum o yüzyıl zihniyetiyle inşa ettiğim binayı. Adüle ağıt yakıyordu, kalk diyordu Derweş’e. Adulê umutsuz direnişi anlatıyordu. Adulê’nin dudaklarında, binlerce yıllık bir kültür son nefesini veriyor gibiydi. Derweş, Sincar dağlarından Musul Ovası’na sürüyordu atını. Müslüman Araplar aman vermiyordu. Semitik çöl kabileleriyle Aryenik dağ-ova kabileleri çatışıyordu. Derwêşê Evdê bu geleneğin son temsilcisiydi. Derwêş attan düştü ve yaralandı, bir tarih ve toplumsallık düştü ve yaralandı. Yaralı Derwêş yavaş yavaş ölüyordu. Yaralı bir tarih yavaş yavaş kan kaybediyordu. Soluyordu bir zamanın anlamı. Derweş’in direnişi Adulê’nin dilinde çığlığa durdu. On bin yıllık bir tarih, en eski halk geleneği kendine ağıt yakıyor gibiydi. Aşkın mümkün olduğunu söylüyordu. Oysa Derweş can çekiyordu. Ezidi gençlerin direnişi bir aşkın gölgesinde can çekişiyordu. Zihnimde bir aşk, can çekişiyordu. Çember giderek daralıyordu. Medeniyet giderek dişlerini sıkıyordu. Tam o anda çemberin içinden çemberi kırdım. Medeniyetin dişlerini parçaladım ve üçüncü kez kendimi doğurttum. Anlamın ve hissin yarattığı özgür insandım ben. Bunu duyumsadığımda derweşe seslendim:

Zaman oluşturuyor bizleri, gerçek tanrı zamandır. Oluşumun hızı zamandır. Zaman öldürücü değildir, oluşun kendisidir. Ölümsüz yaşamın anlamı yoktur. Yaşam kadar ölüm de tanımlanamaz. Ölüm yaşamın bir imkânı, bir gerçekleşme tarzıdır. Anlaşılmazsa bir korkudan ibaret kalır. Hakikat, yaşam ve ölümdedir. Yaşam yaşanırken anlaşılmaz. Anlam yaşamla çelişir. Âşık maşûkla iken, anlamın bittiği yerdedir. Mutlak anlayabilmek mutlak yalnızlıkla mümkündür, maşûksuz olmaktır. Anlamın sırrı ‘ya yardan ya serden olmak’ demişler, öyle gerektir. Varlık-yokluk anlam-madde ikilemine benzer. Yaşam bu ikilemin sonsuz düzenlenme kabiliyetidir. Düzenlenme aralıklarına biz insanlar ölüm deriz. Oysa bir devinimdir. Yaşamın gerçekleşmesi için zorunlu bir akış. Yaşamın mutlak tanımı mutlak yalnızlığı, hiçliği, maddesizliği gerektirir. Mezopotamya’da varlık kazanmışız. Fırat gibi akıp gelmişiz. Ben kendi akışımın peşindeyim. Akmak kadar akışı anlamak peşindeyim. Firavunlar ve Nemrutların yanlarından kaçan, geriye dönüp direnen Musa’lar, İsa’lar ve Muhammedî’lere yaklaşmak, mesajlarının özünü anlamak, almak ve vermek az önemli ve heyecanlı serüvenler olmasa gerek. Halen aynı merkezî uygarlığın büyük takibi altındayım ve tutuklusuyum. Hem kaçıyor hem direniyorum. Yur-

Sincar Dağları’nda Derwêşê Evdê’nin yanında olsaydım! Beyaz atların sırtında Musul Ovası’na dalsaydım. Derwêş vurulduğunda sırtlayıp Kürdistan dağlarına götürseydim. O’na, “bak, binlerce Edulê ve On İkiler var” deseydim. Tanrıçaların taht kurduğu bu dağlarda rahat uyu, deseydim. Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin artık gam yeme, kesinleşen Kürtlük ve özgür yaşam ebedi gerçekliktir deseydim.

5


Özgür Halk Toplumun, halkın kendisi olmaktan çıkarılmışsa, anlamı zayıf kılınmışsa doğuştun bir yalnızlığın mahkumu olursun. Yalnızlıktan ve kendin olmaktan çıkarsan toplumunla bütünleşirsin. Ya müthiş yalnızlık ya da başka gerçekliğe teslim olmak… Tanrısal bir yalnızlık ve mahkumiyet içindeyim; işte Kürt kapanı bu… Ölümlerden ölüm beğen….

Şubat 2015

şayan arkadaşlıklardan, yaşanmış olan her şeyden… Efsanelerde buluyordum her şeyi. Sümer rahiplerinin tanrıça anamı ve aşk kadını İştar’ı tapınağa tanrı-kralların yanına götürdüğünü, kendileriyle canlı canlı mezara konuluşunu iliklerime kadar anladım. Tanrı-kralların kadını ziyafet sofralarında zevklerinin bir parçası kılmalarını hiç kabullenemedim. Tanrıça anamı ve aşk kadınını dirhem dirhem sömürüp yediklerini, posasını iki-başlı evlilik diye kullarının önüne, erkek kölelerine sus payı olarak bıraktıklarını da anladım. Bu hediyelerini erkek olarak yüreğime kabul ettirmedim. Bu kabullenmeyişi kavgaya döktüm ve milyonların kavgası kıldım. Ancak böyle tanrıça anamın ve aşk kadınının iyi bir oğlu olabilecektim.

Oysa dağlara tutkundum. Çıksaydım arkadaşlarımı düşünmeden, parçalardım bu kapanı. Yapamadım. Buz gibi kâr hesaplarının ortasında çırılçıplak kaldım. Hiçbir güç yoktu beni yürütecek. Kapılacak bir rüzgarım bile yoktu. Olsa da artık ilgimi çekmiyordu. Yoldaşlarım kendini cayır cayır yakıyordu. Yanıyordu yiğit kızlar, yanıyordu delikanlılar……

Binlerce yıllık kördüğümler çözülüyor. Komplo çemberindeydim. Dost ve yoldaş geçinenler gafletteydi. Zamanın ruhunu yitirmişlerdi. Sözler tutulmamıştı. Tarihsel yolculuklar uçurum kenarıdır. Size öncülük eden, bilerek ve bilmeyerek sizi uçuruma götürürken, doğru yolda olduğunu sanırsınız ve beklemediğiniz yerde ve biçimde devrilip gidebilirsiniz. Hareket ortamınız tam bir mayınlı sahadır. Kendinize, eşinize ve kardeşinize bile güvenmek zor olur. Güvensizlik bir kader ağı gibi karşınızda durur. Yitik ülkemin halkının tarihindedir bu; eğer önder öldürülmemişse, teslim olmamış ve çıldırmamışsa, hala aklı başındaysa ve onuru yerindeyse, artık kendini bekleyen ya özgürlük, ya ‘kralın öldürülme töreni’dir. Bu yaşanandır. Ondandır, Kürtlerde efsane ve mitoloji gerçek olur; var olan gerçek ise kör, dilsiz ve sağır olur.

Halkım her şeyini adamaya hazırdı. Kim inkar edebilir o tenden, kandan duvar olanları. kim inkar edebilir Güneşin yoldaşı olmak isteyenleri. Yanıyordu kızlar, delikanlılar. Her yangın yalnızlığı şiddetlendiriyordu. Sonra tüm kıtaların efendi güçleri bir oldular. Promethe nasıl Kafkas kayalıklarına bağlanmışsa, nasıl ciğeri her gün kartallara yediriliyorsa öyle bağlandım; İmralı Kayalıkları’na. Efsane şahsımda gerçeğe döndü. Sermayenin yüzyıl tuzakları vardı ve zalim tanrıları acımasızlığını kanıtlıyordu. Ben bu yüzyılın çocuğuydum ve onu çözmem gerekirdi. Dışarıda bin yıl yaşasam da anlayamayacaktım. Doğanın dilini burada çözecektim. Efsane denilen gerçekti. Günlük gerçek denilen kör bir çıkmazdı. İlk insan yürüyüşü nasıl başlamıştı? İlk anlam damlası nasıl oluşmuştu? Bir kelimenin mucizevi türeyişini duyumsadım, ekini ilk ekmenin büyük coşkusu bayram demekti. Hayvan dostluğu güven veriyordu. İnsanlar birleşince tanrılar doğuyordu. Ana tanrıça erdemi böyle doğmuştu. Birleşerek ve birleştirerek dokumayı, kerpiç evleri, el değirmenlerini anımsıyordum. Köy devrimini anladıkça komplonun kahrından biraz sıyrılıyordum. Anlamak istiyordum doğduğum topraklar üzerindeki bu dönüp dolaşmayı çözmek, yüreğimin derinliklerini hücre hücre bilmek istiyordum. Bir atın ahırdan kaçması gibi dağa fırlamıştım, anam beni tutup üç kez ‘tövbe’ dedirtmişti. Şimdi anlıyordum değerini. Kendimi ve toprakları çözümlüyordum. Meğer kendim bile kaçmışım kendimden. Geriye birkaç anlam damlası kalmış sadece. O anlam damlasına tutunup yeniden kendime dönecektim.

Tanrısal bir yüceliş kaçınılmazdı. Şifreyi çözümledim, ne olduğunu açıkladım. Hakimlerin tanrısı parallahı deşifre ettim. Halkların, kadınların, zordaki ihtiyar ve çocukların tanrısallıklarına saygı duydum. Onların tanrısal özelliklerinin tanrı yüceliğindeydim. İmralıdaki koşul ve biçim altında ölüm, daha büyük bir yücelmenin adıydı. Bu gerçek korkuyu aştırdı. Her geçen gün insanlığın soylu barış seçeneği yükseliyordu. Savaşı varsa kapıda sonuna kadar direnmek vardı, ama yürekte barış vardı, adil ve onurlu barışla karşılık verecek güçteyim. Direniş ve barış kahramanlarının yolundayım; vasiyetlerinin gereğini savunmamla dünyaya duyurdum. Sonuç, ölüm nasıl gelirse gelsin, insanlığın, halklarımızın kazanacağı bir gerçekti. Sonuç; ya özgürlük ya ölümdü! Yaşamda en değerli şey yaşanan gerçekliğin hakikatine varmaktır. Hakikat arayışçılığı en değerli insan faaliyetidir. İnsan, hakikati mümkün kılan varlıktır. Yaşam serüvenine başladığımda müthiş donanımsızdım. Çözülmüş bir toplumum vardı, ailem çözülmüş ve güçlükle ayakta duruyordu. Böyle bir ailede doğup büyümek çok zordur. Kendi doğrularını çoktan yitirmiştir, çocuğa verebilecek pek bir şeyi kalmamıştır, bu zihniyet başa beladır. Yalanlara karşı koyacak gücü yoktur. Hüküm-

Adım Abdullah, ‘Allah’ın kulu’; ama kul olmayı tam yüreğime oturtmadım. Kendime saygımı yitirmedim. Tanrısal güçler ne kadar üzerime gelirlerse gelsinler, özgür insanı savunmanın erdem olduğuna inandım. Yeniden daha güçlü doğdum. Üçüncü kez doğdum. Anamın ve modernitenin doğurma çabalarına karşı, tüm öldürmelerden sonra kendimi üçüncü kez yeniden doğurttum. Bu doğuşu ciddiye aldım ve sevdim. Vazgeçtim herkes gibi olmaktan, ya-

6


Özgür Halk

Şubat 2015

ranlık dünyası deneyimlidir, yalanların etkisini bilirler. şamak, haz ve anlamdı. Niçin yaşadığını doğru kavraBu eşikler aşılırsa girilir özgürlük yoluna. Böyle is- mışsan, nerde yaşadığın sorun olmaz. Yaşam sürekli tisnalar her zaman olur. Eşik meşik, dur durak nedir hata ve yalanlar içinde geçerse anlamını yitirir. Keyifbilmeyenlerdendim. Yaşam koşuşturmacası beni er sizlik, rahatsızlık, kavga ve küfür yoz yaşamın doğal geç toplumsal hakikatlerle yüzleştirecekti. Açık hava sonucudur. Hakikat algısı gelişkin olanlar için yaşam zindanındayken hakikat algısına fırsat yoktu. Eylem bir mucizedir. Büyük heyecan ve coşku kaynağıdır. Yave söylem öndeydi. Kapalı zindanda her şey değişti. şamda evrenin anlamı gizlidir. Hakikat algısıyla büyüZindan yaman öğreticiydi. Büyük davan varsa ezilme- yen yaşam, en zor acıları bile mutluluğa dönüştürebilir. yecek gücün varsa, hakikat algın ve mücadelen za- Bedenim de koşullarla savaşıyor. Onun dışında yokfere gider. Her gün keşfedecek gücün varsa hakikati tur katlanamayacağım bir yön. Moral, bilinç ve irade kazanırsın. Zaman hakikatle örülürse ancak zindan gücü gerilememiştir; bilakis daha rafine hale gelmiş, katlanılır olur. Soruları duyar gibi oluyorum. Bu mut- estetikle beslenmiş ve zenginleşmiştir. Hakikatler, bilak yalnızlığa nasıl dayanıyorum öyle mi? Çocukken, lim, felsefe ve estetikle açıklandıkça daha doğru, iyi köyün bilgelerinin serzenişlerini duyardım; “lo li ciyê ve güzel yaşamanın olanakları da artıyor. Medeniyexwe rûne, ma di te da cıva heye?” cıva akışkandı. Cıva tin yoldan çıkardığı insanlarla yaşamak işkencesi var gibiydim. Mitolojik tanrılar kozmik yıllar boyunca dü- bir yanda, bir yanda İmralı işkencesi. Hücremde tek şünseydi bu cezayı akıl edemezlerdi. Ama zamanın başıma son nefesime kadar yaşamayı tercih ederim. tanrıları akıl ettiler. Yine de dayandım. Direndim. Dışarıdayken kendimi hazırlamıştım yalnızlığa. Kadınla Çıkarsam nerede ve nasıl yaşayacağımı soruyorlar. ilişkim önemliydi, ama soyutlaştırmıştım. ‘Sen benim Pek hayalcilik yapacak bir kişilik değilim. Devrimci hiç doğmayacak çocuğumsun’ demiştim. zorlu geçen gerçekçilik denilen bir yaşam tarzının sahibiyim. Çoçocukluk yılları belleğimdeydi, ama hiçbiri İmralı’daki cukluktan bugüne gelen yaşam çizgime bakılırsa, bu dayanma gücümü izah etmeye yetmez. Komplo, umu- anlaşılır. Küçük yaşta isyandaydım. Yalnız bir isyandun zerresini bırakmayan cinstendi. İlk günlerde cıydım ve yaşam özgür yaşandıkça mümkündü. nasıl dayanabileceğimi ben bile tahayyül İster içeride ister dışarıda, ister ana karedemiyordum. Yıllar bir yana, bir yılı bile nında ister fezanın herhangi bir anında Promethe nasıl geçirebileceğimi düşünemiyorve mekânında olsun insan yaşamı nasıl Kafkas dum. Kendi kendime yerindiğim ancak toplumsal olarak özgür, kayalıklarına şöyle bir düşüncem oluşmuştu: farklılık içinde eşit ve demokbağlanmışsa, nasıl “milyonlarca kişiyi daracık bir ratik yaşanabilir. Bunun dışınciğeri her gün kartallara odada nasıl tutabilirsiniz!” Nadaki yaşam biçimleri sapaktır, yediriliyorsa öyle bağlandım; sıl tutunabilirdim İmralı kayahastalıklıdır. Hastalıklı yaşaİmralı kayalıklarına. Efsane lıklarına? İki temel gerekçem maktansa ölmek tercih edilir. vardı: -Özgür yaşamı arzulaşahsımda gerçeğe döndü. mam için toplumum, bağlı olÇıkarsam eğer her nerede Sermayenin yüzyıl tuzakları duğum toplum özgür olmalıydı. olursam olayım, hangi anda vardı ve zalim tanrıları Kürtlerin yaşamı, etrafına duvar yaşarsam yaşayayım, mensuacımasızlığını örülmemiş zifiri karanlık bir zinbu olmaya çalıştığım toplumsallık kanıtlıyordu dandı. Hakikat keskindi -kendini mutiçin, bunun en trajik bir gerçeğini yalaka bir topluma bağlı olarak yaşaşayan Kürtler için, yitik ülkem ve yalnız nabileceği konusunda bilinçli kılacaksın. halkım için onların çözüm ve kurtuluş yolu olan demokratik uluslaşmaları için, parçası oldukKürtlükten kaçtım ve Kürtlüğe yöneldim. Soykırım ge- ları komşu halklar başta olmak üzere tüm Ortadoğu reği, kaçış için koşullar her yerde her an hazır ve nazır- halklarının çözüm ve kurtuluş yolu için, onların da dı. Kaçışı daimi teşvik edicidir. Ahlâki ilke tam burada bir parçası oldukları dünya halklarının çözüm ve kurdevreye giriyordu. Kendi bireysel kurtuluşu pahasına tuluş yolu olan demokratik uluslar birliği için sonuna kendi toplumundan kaçış ne derecede doğru veya iyi- kadar gerekli olan her söylem ve eylem tarzıyla südir? Ahlâklı ve onurlu bir Kürt için yaşam, kesinlikle rekli mücadele içinde olacağım doğaldır. Bunun gegünün yirmi dört saatinde varlık ve özgürlük savaşçısı rekli kıldığı etik, estetik, felsefi ve bilimsel güçle büolmakla mümkündür. Dışarıda ahlaklı yaşadım, karşı- yük pay kazanan hakikat kişiliğimle yürüyeceğim, lığı ölüm ya da zindandı. Savaşın doğası böyleydi. Sa- yaşamı kazanacağım ve herkesle paylaşacağım. vaşsız bir yaşam koca bir sahtekârlık ve onursuzluktan ibaretti. Ölüm veya cezaevine katlanmak da işin, ey- Çünkü Adım Abdullah, ‘Allah’ın kulu’; ama kul olmayı tam lemin doğasında vardı. Dışarıda yaşanacak özgür bir yüreğime oturtmadım. Kendime saygımı yitirmedim. yaşam yoktu. Zindanda tahammül gücünün tek ilacı Tanrısal güçler ne kadar üzerime gelirlerse gelsinler, hakikat algısını geliştirmekti. Hakikat algısını güçlü ya- özgür insanı savunmanın erdem olduğuna inandım…

7


Özgür Halk

Şubat 2015

Rojava Devrimi Ortadoğu’da Demokratik Devrimin Temeli Olacaktır Mustafa Karasu Ortadoğu her bakımdan bir savaş alanı haline gelmiştir. Tam bir altüst oluşu yaşamaktadır. Bu kadar altüst oluş yaşayan bir bölgede yeni dengelerin kurulması da çok zorlu mücadelelerden geçecektir. Şimdi buna tanık olmaktayız. Yalnız Suriye ve Irak’ta değil, Yemen’de çatışmalar var, Libya’da, Afrika’nın birçok ülkesinde çatışmalar sürüyor. En son İsrail ile Lübnan Hizbullah’ı arasında gerilim artmış durumda. Tüm bunlar Ortadoğu’nun kolay durulmayacağını gösteriyor. Yeni dengelerin oluşması açısından büyük mücadeleler yaşanacaktır. Tabii ki Ortadoğu’daki bu durum ilişki ve ittifakları da kaygan hale getirmektedir. Bugün ittifak içinde olanlar yarın karşı karşıya gelebilir, bugün karşı karşıya olanlar yarın ittifak durumuna geçebilirler. Bu açıdan siyasi kıvraklığın, esnekliğin ve öngörünün gerekli olduğu bir dönemden geçilmektedir. Bu dönemde kim doğru, inisiyatifli ve hamleci politika izlerse o kazanacaktır. Yanlış politika içinde olanlar, inisiyatifli davranmayan, zamanında hamle yapamayanlar kesinlikle bu mücadelede kayıpla çıkacaklardır. Bu dönemin mücadele gerçeğinde durgun, statükocu ve hamleci olmayanlar kesinlikle kaybedeceklerdir. Bu çerçevede Ortadoğu’nun şu andaki mevcut durumu tam da devrimcilerin, özelde de PKK’nin hamle yapıp başaracağı bir siyasi durumu ifade etmektedir. Böyle dönemler PKK gibi inisiyatifli, mücadeleci, hamle yapabilecek hareketlerin kazanacağı bir dönemdir. Özellikle de bunlar Önder Apo’nun Ortadoğu’nun bütün sorunlarına çözümleyici yaklaşımıyla birlikte düşünüldüğünde hamleci, devrimci karaktere sahip olan PKK mücadele içine atıldığında kesinlikle kazanacaktır.

ve dönüşüm acil olmadığından devrimci hareketlerin hamleleri istenilen düzeyde sonuç vermez. Ama kaos aralıklarında, devrimci durumlarda, yaratılış anlarında doğru ideolojik ve politik yaklaşımlar kesinlikle inisiyatifli olunduğunda, mücadele edildiğinde büyük sonuçlar ortaya çıkarır. İşte Ortadoğu bu gerçeği yaşamaktadır. Kuşkusuz IŞİD’ten önce de Ortadoğu’da bir kaos durumu yaşanıyordu; bir devrimci durum ortaya çıkmıştı. Ancak IŞİD bu devrimci durumu daha da derinleştirmiş, artık sorunların köklü çözümü dışında başka bir yol bırakmamıştır. Gelinen aşamada palyatif tedbirlerle klasik düzeltme yöntemleriyle, rötuş yapma, yamalama ve restorasyonlarla Ortadoğu’daki sorunların çözülmesi mümkün değildir. Bu açıdan IŞİD devrimci durum açısından negatif karakteriyle devrimci mücadeleyi daha da zorunlu kılan, devrimci düşüncelerin, mücadelelerin sonuç alacağı bir durum ortaya çıkarmıştır. Statüko eskiden de yerle bir olmuştu, IŞİD daha da işin içine girip kaosu derinleştirdiğinden artık Ortadoğu’da demokratikleşme yaşanmadan, demokratik topluma dayalı demokratikleşme gelişmeden sorunların çözüme kavuşturulamayacağı bir gerçeklik ortaya çıkmıştır. Mevcut siyasi koşullarda sadece radikal, köklü mücadeleler ve değişikliklerle Ortadoğu istikrara, barışa kavuşabilir. IŞİD’in varlığı ve saldırılarıyla yarattığı sonuçlar zaten bunu zorunlu kılmaktadır. IŞİD gibi bir hareketi Ortadoğu’da etkisiz kılmanın yolu, alternatif, köklü de-

IŞİD Ortadoğu’da devrimci mücadeleyi zorunlu kılmıştır Mevcut siyasi ortamda Kürt Özgürlük Hareketi inisiyatifli ve hamleci olduğunda kaybetmesi mümkün değildir. Tarihte şu hep kanıtlanmıştır; doğru bir ideoloji ve politikaya sahip olanlar mücadele ettiklerinde kazanabilirler. Özellikle de devrim durumlarında, kaos durumlarında küçük bir girdi, küçük bir dokunuş çok büyük siyasal sonuçlar ortaya çıkarır. Kürt Halk Önderi Özgürlük Sosyolojisi kitabında buna yaratılış anı, yaratım anı dedi. Yaratılış anlarında, küçük bir hamlenin çok büyük sonuçlar vereceğini vurgulamıştır. Önemli olan doğru politika izlenip izlenmediğidir. Eğer doğru politika izleniyorsa gerçekten de etkili, inisiyatifli mücadele kazandıracaktır. Kuşkusuz doğru politikalar her zaman kazandırmaz. Doğru politikalar kendi başına kazanç sağlamaz. Özellikle statükonun var olduğu dönemlerde ne kadar doğru politika izlerseniz izleyin, bu dönemlerde değişim

8


Özgür Halk ğişim yaratan politikalar ve bu temelde yürütülen mücadelelerle mümkündür. Başka türlü IŞİD’i etkisizleştirmek yakın zamanda mümkün değildir. IŞİD’in girdiği her yerde mücadelenin sertleşmesi, uzlaşmaya dayalı değil de keskin, sert mücadeleye dayanan bir çatışma, gerilim durumunun ortaya çıkması da bu gerçekliği ortaya koymaktadır. IŞİD, sadece bölgedeki statükoyu altüst etmemiş, dünya dengelerini etkileyecek bir durum ortaya çıkarmıştır. Her ne kadar IŞİD’e çeşitli güçler tarafından Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde kullanılmak için göz yumulmuş, önü açılmış, çeşitli biçimlerde destek verilmiş olsa da Ortadoğu gerçeğinde IŞİD’in geldiği nokta artık kaosu derinleştirme ve sorunları ağırlaştırmanın yanında, uluslararası güçlerin de çok ciddi rahatsız olacağı bir durum ortaya çıkarmıştır.

Şubat 2015

ğu’da etkili siyasal konuma ulaşabilirler. Yine bazı kalıpları, kaygıları yıkmak öyle propagandayla, diplomatik çalışmalarla mümkün değildir. Etkili bir ideolojik, siyasi ve gerektiğinde askeri mücadele yürütülürse, siyasi bir aktör haline gelinirse o zaman birçok siyasi barikatı aşmak, karşıt siyasi cepheyi zayıflatmak mümkündür. Bunu, IŞİD’in Şengal, Rojava Devrimine saldırısı, Kobanê’ye saldırısı, yine Kerkük, Xanekin saldırıları karşısında Özgürlük Hareketinin, gerillanın tutum koyması sonucu ortaya çıkan sonuçlardan anlamaktayız. Geçmişte; Kürtler politika bilmiyor, bu nedenle dünyaya açılamıyorlar, Kürt Özgürlük Hareketi diplomasi yapamıyor, bu nedenle dünyada tanınmıyor, gibi değerlendirmeler yapılıyordu. Aslında bu değerlendirmeler büyük oranda doğru değildi. Kuşkusuz diplomaside de, başka konularda da Kürt Özgürlük Hareketi’nin eksiklikleri olabilir, ama esas olarak uluslararası güçlerin, çeşitli siyasi güçlerin karşısında katı tutumlarını yaratan siyasi dengeler ve etkenler vardı. Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı mücadele eden NATO ülkesi Türkiye’yi tercih ediyorlardı. Bu nedenle ne kadar diplomatik çalışma da propaganda da yapılsa önyargıları kırmak, uluslararası alanda birçok gücün Türkiye’nin isteği doğrultusunda Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı tutum almasını önlemek mümkün olmuyordu. Bunların nedeni bu ülkelerde diplomasi yapılamadığı, ya da çok zayıf olmasından değildi. Avrupa’nın ya da başka ülkelerin ekonomik ve siyasi çıkarları daha çok bölgede güç olan devletleri esas alıyordu. Türkiye’yi, İran’ı, Irak’ı, Suriye’yi esas alıyorlardı. Çünkü onlar bölgede güçlüydüler. Güçlü olmayanları Ortadoğu’da kim dikkate alır? Ortadoğu’da etkili olmanın yolu güçlü olmaktan geçiyor. Kürtler ne kadar da haklı, mücadeleleri ne kadar demokratik ve özgürlükçü olsa da üzerinde görülmedik antidemokratik baskı ve zulüm de olsa kendilerine demokrat diyen, insan haklarını savunduğunu söyleyen birçok ülke ve devlet kılını kıpırdatmıyordu. Ama şimdi durum değişmiştir. Ortadoğu’daki kaos ve IŞİD’in saldırıları bu güçlerin önceliklerini değiştirmiştir. Tehlikenin büyüklüğünü görmüşlerdir. Kürt Özgürlük Hareketi ideolojik ve politik olarak bu güçlerle karşı karşıyadır; ama ideolojik ve politik olarak farklı olmasını bu ülkelere her yerde savaş açarak, dünyada görülmedik insanlık dışı cinayetler işleyerek gerçekleştirmiyordu; demokratik mücadelelerle, ideolojik mücadelelerle farklılığını ortaya koyuyordu. Mücadelesi de esas olarak kendi haklarını elde etmeye dayanıyordu. Geçmişten bugüne birçok uluslararası gücün tanıdığı haklar için mücadele ediyordu. Bilindiği gibi ulusların kendi kaderini tayin hakkı, ulusların hak elde etmesinin ilk savunucularından biri ABD’nin devlet başkanı olan Wilson’un on dört nokta olarak ifade ettiği temel ilkeler içindedir. Bu açıdan mevcut siyasi ortamda Kürt Özgürlük Hareketi yürüttüğü mücadeleyle, demokratik karakteriyle, halklara yönelik en zalim saldırılara karşı duruşuyla dünya kamuoyunun, halkların sempatisini kazanmıştır. Halkların ve ilerici insanlığın, insan hakları kuruluşlarının, demokrasi

IŞİD aslında karşıdevrimci bir rol oynayarak, II. Dünya Savaşı öncesi Hitler gibi çok keskin ayrılıklar yaratarak, saldırganlığını üst düzeye çıkararak, çok farklı uçtaki politik yaklaşımların, birbirine karşı olan siyasi güçlerin birleşmesini sağlaması gibi bölgede neredeyse yan yana gelmeyecek, daha önce birbirlerine karşı mücadele eden güçleri birbirine yakınlaştırmıştır. Bu bile Ortadoğu’daki durumun kritikliğini, karmaşıklığını ve ancak köklü mücadeleler ve değişikliklerle sorunların çözüleceğini kanıtlamış bulunmaktadır. IŞİD’in 7 Ocak’ta Paris’te Charlie Hebdo mizah dergisine saldırarak 12 kişiyi katletmesi, daha sonra Yahudilerin alışveriş yaptığı bir mağazanın basılması, orada da sivillerin katledilmesi uluslararası güçler ve Avrupa ülkeleri açısından sarsıcı olmuştur. Nasıl ki Libya’da Kaddafi’nin düşmesinden sonra Amerikan elçiliğinin basılarak birçok insanın öldürülmesi Amerika’yı sarsmışsa, Charlie Hebdo baskını da böyle bir etkide bulunmuştur. Zaten bazı çevreler bu baskını “Avrupa’nın 11 Eylül’ü” olarak tanımlayarak işin ciddiyetini ifade etmişlerdir. Tüm bu gelişmeler Ortadoğu’da çok farklı kesimleri farklı politikalar izlemeye götürmüştür. IŞİD’e karşı yeni tedbirlerin geliştirilmesini, bütün güçlerin bir araya getirilmesi ihtiyacını her zamankinden daha fazla acil hale getirmiştir. Kuşkusuz IŞİD’in bu saldırısı ABD’nin ve Fransa’nın Suriye, Irak politikasını yakından etkileyecektir. Çünkü IŞİD asıl gücünü, desteğini, kaynağını buralardan almaktadır. Bu gerçeklik Ortadoğu’da IŞİD’e karşı mücadeleyi yeni bir boyuta getirdiği gibi, IŞİD’e karşı en etkili mücadele veren Kürtleri de bir anda Ortadoğu ve dünyadaki siyasi dengelerin, siyasi gündemin çok önemli bir parçası haline getirmiştir. Kürtler belki de ilk defa bu düzeyde Ortadoğu ve dünya siyasetini etkileyen bir konum kazanmışlardır; böyle bir aktör haline gelmişlerdir. Bu tabii ki önemli bir durumdur. Ancak bunun da öyle kendiliğinden olmadığı, Kürt Özgürlük Hareketi’nin büyük mücadelesiyle ortaya çıktığı açıktır. Bu gerçeklik şunu göstermiştir ki, ancak mücadele eden güçler Ortado-

9


Özgür Halk güçlerinin desteğini kazanan böyle bir hareketi kimse görmezden gelebilir mi? Gelemez. Özellikle uluslararası alandaki PKK’ye yönelik bazı algıların değişmesinde Kürt Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü mücadelenin dünya halklarında yarattığı olumlu etkinin sonucudur.

Şubat 2015

dan fazla süren kahramanca bir direniş sonucu şehir IŞİD’ten temizlenmiştir. Şehrin IŞİD’ten temizlenmesiyle birlikte bunun yarattığı siyasal sonuçlar da büyük olmuştur. Tüm dünya basını, ülkeleri Kobanê Direnişini değerlendirmek zorunda kalmıştır. Kobanê Direnişi ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi Kürtlerin OrtaHalkların bu sempatisi ve duruşunu tabii ki uluslarara- doğu’daki siyasal dengelerdeki gücünü çok güçlü bir sı güçler dikkate almak zorunda kalmıştır. Çünkü öyle biçimde ortaya koymuştur. Kobanê küçük bir şehirdir, haklı, öyle vicdani, öyle doğru bir hareket ki, talepleri ama siyasal sonuçları insanlık tarihinde hiçbir dönemo kadar haklı ki, mücadelesi tüm insanlık değerlerini de olmayacak kadar büyük olmuştur. Bu gerçeklik bile sahiplenen öyle bir mücadele ki, bunun karşısında yürütülen siyasal ve askeri mücadelenin tam da kaos uluslararası güçler, devletler Kürt Özgürlük Hareketi’ne döneminde, yaradılış anında yürütülen mücadelelerkarşı eski politikaları izlemeleri durumunda kendi ka- den olduğunu gözler önüne sermiştir. Önder Apo’nun muoylarında teşhir olacaklardı. Çok haksız bir duruma küçük müdahaleler büyük sonuçlar doğurur gerçeği düşeceklerdi. Kendi meşruiyetlerini kaybedeceklerdi. Kobanê’de kanıtlanmıştır. Bunun altını özellikle çizmek Çünkü egemen sınıflar da belli bir meşruiyet üzerin- gerekmektedir. Zaten Kobanê direnişi, Kobanê halkı den varlıklarını sürdürmektedirler. Kürt Özgürlük Ha- direnişi olmaktan çıkmış, tüm Ortadoğu halklarının, inreketi’nin Şengal’de Êzidîleri kurtarma mücadelesi, sanlığın direnişi haline gelmiştir. Nitekim bunu dünya Kobanê’de IŞİD’e karşı yürüttükleri mücadele, Güney halkları, demokrasi güçleri, sosyalist güçler, tüm eziKürdistan’daki saldırılara gösterdiği tutum karşısında lenler, insan hakları kuruluşları fark ettiğinden 1 KaKürt Özgürlük Hareketi’ne karşı eskiden olduğu gibi sım’da tüm dünya da ayağa kalkarak Kobanê Direnişini Türk devletinin isteği doğrultusunda düşmanlıklarını desteklemişlerdir. 1 Kasım’la birlikte Kobanê Direnişi sürdürselerdi kesinlikle dünya siyasetinde de etkileri kabuğunu kırmış, uluslararasılaşmıştır. Bu yönüyle müzayıflayacaktı. Kendi kamuoyu ve halkları karşısında cadelenin sonuçları sadece bölgesel değil, uluslararası da teşhir olacaklardı. Bu da onların meşruiyedüzeyde olacaktır. Kobanê Direnişinin başatini zayıflatarak kendi iktidarlarını sürdürrısında tabii ki belirleyici olan Kürt özgürmelerini sıkıntılı hale getirecekti. Bu lük güçleridir, YPG-YPJ’dir. Yine Şenaçıdan neden uluslararası güçler, gal’de direnen HPG-YJA Star, YBŞ Özellikle çeşitli devletler PKK’ye karşı tutugüçleridir. Kerkük ve çevresinde munu değiştirdi, neden uluslaradirenen HPG ve YJA Star güçleuluslararası alandaki rası koalisyon Kobanê’de bomridir. HPG ve YJA Star güçleriyle PKK’ye yönelik bazı algıların balama yaptı denilirse, sorunun birlikte direnen peşmergelerdir. değişmesinde Kürt Özgürlük cevabı, Kürt Özgürlük HarekeBu, mücadelenin karakterinin Hareketi’nin yürüttüğü ti’nin yürüttüğü mücadelenin ne olduğunu ortaya koymuştur. mücadelenin dünya halklarında halklar nezdinde ortaya çıkaryarattığı olumlu etkinin dığı sonuçta aranmalıdır. Bu soKobanê Direnişinin başarısında sonucudur nuç karşısında bu ülkeler bu tutabii ki bütün dünya halklarının tumu almak zorunda kalmışlardır. demokrasi güçlerinin, sosyalist Bu gerçekler görülmeden neden güçlerin payını görmek gerekiyor. ABD Kobanê’yi bombaladı, ABD KoKobanê’de, Rojava’da dünyanın her banê’de Türk devletine neden ters düştü, tarafından gelen, farklı halklardan, farklı bugüne kadar Türkiye ile birlikte savaşırken inançlardan yüzlerce enternasyonalist devKobanê’de, Rojava’da IŞİD’e karşı neden tutum aldı rimci savaşçının bulunması, uluslararası devrimci denilirse, bu sorunların cevabı, belirttiğimiz gibi, bu direniş taburlarının kurulması da bu gerçeği ortaya mücadelenin dünya halklarında yarattığı etkiyle ilgilidir. koymaktadır. Kobanê Direnişinin büyük moral gücü buradan gelmektedir. Kobanê Direnişi, IŞİD’e karşı Kobanê direnişi başarı kazandıysa arkasındaki bu gücü görmek geOrtadoğu’nun ve tüm insanlığın direnişidir rekiyor. Öte yandan Kobanê Direnişi başlar başlamaz Kürt özgürlük güçleri Kobanê’den Xanekin’e kadar Bakurê Kurdistan halkının aylardır gece gündüz, soneredeyse bin kilometrelik bir alanda IŞİD faşizmine ğuk sıcak, kar kış demeden Suruç sınırında yürüttükarşı mücadele yürütmektedir. Bu gerçeklik aslında ğü mücadele, verdiği destek de çok değerlidir. Kobanê gerillanın mücadele gücünün ne düzeyde olduğunu direnişçileri yalnız kalmamış, yanı başında sadece ortaya koymuştur. Önder Apo “gücünüzün yüzde birini Kürt halkının ve Türkiyeli demokrasi güçlerinin değil, bile kullanamıyorsunuz” biçimindeki eleştirileri bir daha dünya halklarının da desteğini almıştır. Tüm bunlar doğrulanmıştır. Eğer gerilla gerçekten biraz örgütlenip YPG ve YPJ savaşçılarının, yine orada direnen Buretkili mücadele içine girerse hangi siyasal sonuçları or- kan El Fırat güçlerinin ve Kobanê’ye giderek topçu taya çıkaracağı bir daha netleşmiş bulunmaktadır. Bu, desteği veren peşmerge güçlerinin büyük bir moralle çok önemli bir durumdur. Nitekim Kobanê’de dört ay- bu savaş içinde yer almasını beraberinde getirmiştir.

10


Özgür Halk Öte yandan Bakurê Kürdistan’da başlayan ve bütün Kürdistan’a yayılan 6-8 Ekim serhıldanları Kobanê Direnişinde bir dönüm noktasıdır. 1 Kasım Dünya Kobanê Gününün o düzeyde etkili geçmesinde de 6-8 Ekim serhıldanlarının rolü belirleyicidir. Direnişin yenilmezliği 6-8 Ekim serhıldanları veya sonrasında gelişen 1 Kasım Dünya Kobanê Gününde halkların ayağa kalkması sonucu gerçekleşmiştir. Kobanê Direnişinin zaferi o günlerde başlamıştır. Daha sonraki direnişler ise o zaferin tarihini yazmak biçiminde geçmiştir. 6-8 Ekim serhıldanlarının gerçekten de ideolojik, politik, askeri, siyasi etkisi yeterince değerlendirilmemiş, ele alınamamıştır. Türk devletinin yürüttüğü psikolojik savaş karşısında bu serhıldanların tüm Kürdistan, Ortadoğu halkları ve insanlık açısından ortaya çıkardığı değer doğru ele alınamamıştır. Eğer 6-8 Ekim olayları olmasaydı, Kürdistan’ın dört parçasında bu düzeyde güçlü biçimde desteklenmeseydi Kobanê Direnişinin başarıya götürülmesi mümkün olmazdı. 6-8 Ekim olayları, Kürdistan’da yeni bir ruh yaratmıştır; yeni bir halk gerçeği ortaya çıkarmıştır. Özgürlük Mücadelesi tarihinde gerçekten de birçok dönüm noktası vardır. Her dönüm noktası Kürt halkını yeniden yaratmıştır. Kürdistan gerçeğini yeni bir noktaya getirmiştir. Kürt halkının ulusal demokratik değerlerinde, direniş değerlerinde yeni gelişmeler ortaya çıkarmıştır. 1990’lı yılların serhıldanı nasıl ki Kürt halkının direniş ruhunu, ulusal karakterini sürekli derinleştirerek, yeni değerler kazandırdıysa 6-8 Ekim serhıldanları da Kürt halkına yeni değerler kazandırarak bugünkü yenilmez gerçekliği yaratmıştır. Kürt halkının 30-40 yıllık mücadelesini değerlendirirken bu diyalektiği iyi görmek lazım. Halkların, ulusların karakterleri, değerleri böyle dönemlerde ortaya çıkar. Kobanê bir kahramanlık destanıdır Böyle dönemler sadece düşmana karşı direniş dönemleri değildir, aynı zamanda halkların kendini yeniden yarattığı dönemlerdir. Yeni değerlerle kendini güçlendirdiği dönemlerdir. İşte Kobanê Direnişi etrafında gelişen 6-8 Ekim eylemleri, 1 Kasım Dünya Kobanê Gününde halkların Kobanê’ye destek vermesi, aylardır Suruç sınırında Kürt halkının YPG-YPJ’lilere çok yakın durarak sürekli desteklerini sunması, yine Türkiye’deki özgürlük, demokrasi ve sosyalizm güçlerinin, özgürlük ve demokrasiden yana olan tüm etnik ve dinsel toplulukların, aydınların, yazarların, sanatçıların verdiği destek de Kobanê Direnişinin zaferinde çok önemli rol oynamıştır. Bunlar görülmeden Direnişi sadece Kobanê içindeki YPG-YPJ güçlerinin direnişiyle sınırlandırmak doğru değildir. Ama bütün bu destekleri değerlendiren, onları zafer gücü, moral güç haline getiren ise YPG ve YPJ güçleridir. Bu desteğin hakkını vermişlerdir. Bu desteklere layık olmuşlardır. Dünya halklarının, Kürt halkının, Ortadoğu halklarının, Türkiye’deki özgürlük, demokrasi ve sosyalist güçlerin verdiği desteği derinden hissederek kahramanca savaşmışlardır. Kobanê bir kahramanlık destanıdır. Ortadoğu tarihine damgasını vuran ve bütün halkların özgürlük

11

Şubat 2015

ve demokrasi umudunu yeşerten ve bundan sonra Ortadoğu’da tüm özgürlük ve demokrasi mücadelelerinde etkisi olacak bir direniş olmuştur. Bu açıdan Kobanê Direnişi gerçek bir destandır, büyük bir mücadeledir; Ortadoğu’ya ve insanlığa yeni ruh, yeni değerler kazandıran bir Özgürlük Hareketi’dir, özgürlük gücüdür. Böyle görüldüğü taktirde Kobanê Direnişine hakkı verilmiş olur, Kobanê Direnişi hakkıyla değerlendirilmiş olur. Sosyalist güçler başta olmak üzere dünyanın tüm demokrasi ve özgürlük güçlerinin verdiği destek ve bunun başarıdaki rolü derinliğine hissedilmeden bu zaferi anlamak ve daha büyük zaferlerin temeli yapmak mümkün değildir. Bu tarihsel destekleri tabii ki Kürt halkı, YPG ve YPJ güçleri doğru değerlendirecektir; HPG-YJA Star güçleri doğru değerlendirecek ve buna hakkını verecektir. Dünya halklarının bu desteği görülmeden, tüm paçalardaki halkların desteği derinden hissedilmeden, Türkiye’deki özgürlük, demokrasi, sosyalist güçlerin desteği hissedilmeden, Ortadoğu halklarının Kobanê Direnişinden duyduğu büyük heyecan hissedilmeden Kobanê’deki savaş ve onun yarattığı sonuçlar anlamlandırılamaz. Anlam gücü çok yüksek olan bir savaştır. Bu açıdan tabii ki Kürt özgürlük güçleri, YPG-YPJ bu anlam gücüne ulaşacak, bu anlam gücünün hakkını verecektir. Sadece Kobanê ile sınırlı kalan, Rojava Devrimiyle sınırlı kalan bir ufuktan tüm Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ve bu temelde de tüm insanlığın demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi’nin yeni bir boyuta ulaştırmanın ufku ve sorumluluğuyla hareket edeceklerdir. Şu anda Rojava Devrimi böyle bir tarihsel sorumlulukla karşı karşıyadır. Artık Rojava Devriminin Kobanê Direnişçilerinin, Kürt Özgürlük Hareketi’nin de yükü ağırlaşmıştır. Dünyanın gözü artık Kürt Özgürlük Hareketinin, Kobanê Direnişi üzerindedir. Bu büyük direniş sadece IŞİD’e karşı bir direniş biçiminde ortaya konulamaz. Aynı zamanda yeni bir özgürlük ve demokrasi umudu, yeni bir özgür yaşam seçeneğini temsil etmeyi ifade etmektedir. Bu tabii ki hakkıyla yapılması gereken bir temsildir. Önder Apo “her zaman Kürdistani olan evrenseldir” demişti. “Kürdistani olan bölgeseldir” demişti. Özellikle de Kürt halkı üzerinde soykırımcı sömürgeciliğin var olduğu, bunun sadece bir devlet tarafından değil, birçok devlet tarafından yürütüldüğü düşünülürse zaten Kürdistan’ın özgürlüşetirilmesi sadece Kobanê’nin özgürlüğüyle, Rojava Devrimiyle kendini sınırlı tutamaz. Türkiye ve Bakurê Kurdistan’daki mücadeleyle kendini sınırlı tutamaz, Güney’de sadece Güney Kürdistan’la kendisini sınırlı tutamaz, İran’da Rojhilat Kürdistan özgürlük mücadelesiyle kendisini sınırlı tutamaz. Tüm bu mücadelelerini bölge halklarıyla bütünleştirmezse, bölgenin demokratikleşmesi temelinde ele almazsa, böyle büyük bir ufukla yaklaşmazsa, bırakalım Ortadoğu ve dünya insanlığı için özgürlük ve demokrasi rolünü oynaması, Kürdistan’ın özgürlüğünü sağlaması ve güvenceye alması bile mümkün değildir. Bu nedenle Kürdistani devrim-


Özgür Halk ci güçlerin artık siyasete farklı yaklaşmaları gerekiyor. Kürdistan’ı özgürleştirme ufkuna farklı yaklaşmaları gerekiyor. Dünya halklarıyla ilişkilerine farklı yaklaşmaları gerekiyor. Artık Kürdistan’la sınırlı dar bir yaklaşımla mücadeleyi ele almak kesinlikle bu devrimci hamleyi anlamamak, yüzeysel kalmaktır. Dar yaklaşmak Önder Apo’ya layık olmamaktır. Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin kırk yıllık mücadelesine anlam biçmemektir. Önder Apo yakın zamana kadar “Bizim şimdiye kadarki mücadelemiz bir hazırlıktı, asıl mücadelemiz bundan sonra başlayacak, rolünü bundan sonra Kürdistan ve Ortadoğu’da oynayacak” diyerek bu gerçekliği ifade etmiştir. Önder Apo artık sadece bir Kürt Önderliği değildir; ortaya koyduğu paradigma, ortaya koyduğu yeni yaşam projesi, demokratik komünal ve demokratik sosyalist anlayışıyla bütün dünya halklarının özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin öncülüğüdür, Önderliğidir. O zaman Rojava Devrimi de, Kobanê’de ve Şengal’de direnenler de, bütün Kürdistan’da direnen özgürlük savaşçıları da bu Özgürlük Hareketi’nin siyasal güçleri de artık olaya böyle bakmak durumundadırlar. Böyle bakmadıkları takdirde tarihe, Önderlik gerçeğine, şimdiye kadar şehit düşen büyük kahramanlara hakkını vermemiş olurlar; Ortadoğu ve dünya halklarının beklentilerine karşılık vermemiş olurlar. Bu da tabii ki Önder Apo’nun öncülüğünü yaptığı büyük demokrasi, özgürlük ve sosyalizm hareketi olan bu hareketin birikimlerine ve Ortadoğu’daki kaos gerçeğinde oynaması gereken role yetersiz yaklaşım olur. Bu açıdan Kobanê Direnişi etrafında toplanan insanlık ve bu temelde ortaya çıkan Kobanê Direnişinin başarısını ve bunun bölge üzerindeki etkisini çok doğru ele almak, değerlendirmek gerekiyor. Çok geniş ufuklu ele almak gerekiyor. Bu, Kürtlere kaybettirmez, tersine Kürtler dar yaklaşırsa kaybederler. Ancak geniş yaklaştıkları zaman tüm parçalarda özgürlüğü kazanabilirler. Dar yaklaşılırsa, Kürdistan devrimi bırakalım dört parçada, tek tek parçalarda bile özgürlük ve demokrasi mücadelesini sonuca götüremez. Kürtlerin özgürlük ve demokrasi stratejisi sadece Kürt ve Kürdistan’la sınırlı olamaz. Tek tek ülkelerde demokrasi güçleriyle birlikte ortak demokrasi hattını kurmakla beraber, bütün Ortadoğu’daki demokrasi güçleriyle birlikte özgürlük, demokrasi ve sosyalizm hattını kurmak ve bu temelde Ortadoğu’yu demokratikleştirmek ufkuyla mücadele etmek olmazsa olmaz kabilindendir. Gelinen aşamada Kürt Özgürlük Hareketi’nin önüne böyle tarihsel görevler çıkmıştır. Daha doğrusu Önder Apo’nun yeni paradigması, bunun dayandığı ideolojik, felsefi, teorik temel ve onun gerektirdiği demokratik siyaset ve bu siyaset temelinde ortaya çıkacak demokratik komünalizme, demokratik özerkliğe, demokratik konfederalizme dayanan özgürlük çizgisini sahiplenmek ve bunun gereklerini yerine getirmek gerekmektedir. Kürtlerin önüne böyle bir tarihsel rol gelmesi kaçınılacak bir durum değil; onur duyulacak bir durumdur. Böyle büyük bir yükün altına giremeyiz dememelidirler. Kaldı ki vurguladığımız

Şubat 2015

gibi Kürdistan’da büyük düşünmeden Kürt halkının tek tek ülkelerde, dört parça Kürdistan’da özgürlüğünü sağlaması mümkün değildir. Önder Apo her zaman; “ufukları büyük olanların çabası büyük olur, büyük düşünenlerin çabası büyük” olur demiştir. Bu açıdan büyük çabayı göstermek ancak büyük ufukla, büyük düşünmeyle mümkündür. Büyük çabayla büyük düşünme bir araya geldiğinde Ortadoğu’da yaşanan kaos ortamında, derinleşmiş devrimci ortamda, bu yaradılış anında özgürlük güçlerimiz rolünü çok güçlü biçimde oynayacaktır. Kobanê Direnişinin başarısı doğrudan Suriye siyasetini etkileyecektir. Kobanê Direnişiyle birlikte Rojava Devriminin yenilmezliği ortaya çıktığı gibi, demokratik Suriye’nin de temeli haline gelmiştir. Rojava Devrimi ve demokratik toplumu, demokratik Suriye’nin en önemli dinamik gücü olacaktır. Artık kimse, ne muhalefet, ne Suriye rejimi, ne de başka bir güç Kürtleri dışlayarak Suriye’de barış ve istikrar sağlayabilir. Ya Suriye’deki kaos

bu biçimde devam eder, ya da Rojava Devrimine dayanarak yeni bir demokratik Suriye’nin temeli atılır. Mevcut kaos hiç kimsenin çıkarına olmadığına göre, uluslararası güçlerin de, bölge halklarının da Kobanê Direnişi temelinde Rojava Devrimine dayanarak yeni Suriye’yi yaratmak bugün Ortadoğu’da, Suriye’de politika yapan bütün aktörlerin önüne gelmiş bulunmaktadır. Kimse bundan kaçamaz. Kaçanlar kaybedecektir. Kürt Özgürlük Hareketi’yle, Rojava Devrimiyle ilişki temelinde, bu devrime dayanarak yeni bir Suriye yaratmak isteyenler Suriye’de, Ortadoğu’da rol oynayacaklardır. Böyle bir yaklaşım içinde olmayanların Suriye politikası kesinlikle bugüne kadar olduğu gibi yenilgiyle, çıkmazla karşı karşıya ge-

12


Özgür Halk lecektir. Bu yönüyle Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi Suriye’deki kaostan çıkışın ne olduğunu da herkesin önüne koymuştur. Kim bu kaostan, çıkmak istiyorsa Allah’ın ipine sarılır gibi Rojava Devrimine sarılması, ilişki ve ittifak içine girmesi gerekir. Rojava Devrimi temelinde yeni Suriye’nin yaratılması çabaları içine girmesi gerekiyor. Bu uluslararası güçler için de geçerlidir, uluslararası alanda farklı bir tarafı teşkil eden Rusya ve Çin için de geçerlidir, bölgedeki tüm demokrasi ve özgürlük güçleri için de geçerlidir. Demokratik bir Suriye isteyen muhalifler için de geçerlidir. Yine Suriye rejimi içinde Suriye’nin eskisi gibi yönetilemeyeceğini düşünen, artık toplumla ve çeşitli siyasi güçlerle demokratik uzlaşma temelinde hegemon zihniyet ve siyasetten vazgeçerek demokratik siyasetin, demokratik toplumun bir parçası olarak yer almak isteyecek rejim güçleri için de bu geçerlidir. Kobanê Direnişi böyle yeni bir siyasi durumu bölge halklarının da, Suriye’deki tüm siyasi güçlerin de, uluslararası güçlerin de önüne koymuş bulunmaktadır. Eğer bu ufukta bir yeni demokratik Suriye arayışı olursa çabalar sonuç verir, çıkmaza giren mevcut savaş ve kaos ortamından çıkılarak Ortadoğu’da yeni özgür ve demokratik yaşamın kilidi Suriye’de açılır. Suriye Rojava Devrimine dayanarak kendini demokratikleştirdiği takdirde, bu bir domino etkisi yaratır, başta Irak olmak üzere tüm Ortadoğu’da demokratikleşmenin kapılarını sonuna kadar açar. Suriye demokratik bir karakter kazandığı taktirde Ortadoğu’da hiçbir despotik rejim ayakta kalamaz. Demokrasi güçleri ve devrimci güçler öne çıkarak, toplumdaki tüm demokrasi ve özgürlük isteyen kesimleri birleştirerek bütün ülkelerin demokratikleşmesi süreci başlar. İşte Kobanê Direnişinin, Rojava Devriminin böyle bir etkisi bulunmaktadır. Bu etkinin her kes tarafından görülmesi gerekir. Kuşkusuz en başta da Kürt Özgürlük Hareketi ve Rojava Devrimci güçleri tarafından, yine Güney Kürdistan’daki devrimci güçler ve siyasi güçler tarafından görülmesi gerekir. Artık Kürtler Ortadoğu’nun yükselen siyasi değeridir Bu gelişmeler gerçekten de Kürtlerin önüne tarihi fırsatlar çıkarmıştır. Kürtler bu gelişmelere dar yaklaşamazlar. Kürtler bu gelişmeler karşısında klasik dar, ulus-devletçi, hegemonik siyasi anlayışlarını bırakarak kesinlikle Kürtlerin kendi demokratik birliklerini sağlama temelinde Ortadoğu’da üzerine düşen rolü oynamaları gerekmektedir. Ortadoğu’ya Kürtler böyle bir müdahale yapabilirler. Kürtlerin önüne böyle tarihi bir fırsat çıkmıştır. Ortadoğu Arapların, Türklerin, Farsların Ortadoğu tarihini değiştirecek roller oynama fırsatı zaman zaman önlerine çıkmıştır. Türkler, Araplar, Farslar yeni Ortadoğu’da rollerini oynamışlardır. Şimdi tarihte Türk, Arap ve Farsların ya da başka halkların önüne gelen yeni Ortadoğu dengelerinin oluşması, yeni bir Ortadoğu’nun şekillendirilmesi rolü bugün Kürtlerin önüne gelmiş bulunmaktadır. Artık Kürtler Ortadoğu’nun yükselen siyasi değeridir. Kürtler Ortadoğu’nun yeni karakterini oluşturacaktır. Bu da demokratikleşmedir, özgürlüklerdir. Bun-

13

Şubat 2015

lara dayanan yeni bir Ortadoğu gerçeğidir. Kesinlikle Kürtler olaya böyle yaklaşmalıdır; Kürdistanlılar böyle yaklaşmalıdırlar. Bunun dışındaki her yaklaşım gerçekten bin yıllardır özgürlük özlemi çeken, büyük acılar içinde yaşayan ve son yüzyılda çeşitli defalar direnen, büyük katliamlar yaşayan Kürt halkına yapılmış büyük bir haksızlık olacaktır. Kürt toplumuna layık olmak için geniş ufuklu düşünmek ve Ortadoğu’da bu tarihsel rollerini oynatmak gerekmektedir. Zaten bu rollerini oynama ufkunu, kapasitesini, derinliğini, ciddiyetini ve sorumluluğunu Kürtler gösteremezlerse yine kaybedebilirler. Çünkü Kürtler için artık özgürlük, demokrasinin yolu bölgede tarihsel rol oynamakla mümkündür; bölgenin demokratikleşmesinde rol oynamakla mümkündür. Kürtler ancak böyle yaklaştığında tarihi ve zamanın ruhunu doğru okumuş olurlar ve ona göre doğru adım atarlar. Bu gerçeklik Kürtlerin önüne gelmiştir. Bundan kaçmak, bunu değerlendirmemek tarihe ihanettir. Ortaya çıkan bu tarihi fırsatı görmemek, Kürtlerin birliğini sağlayarak Ortadoğu’nun yükselen halkı haline getirmemek, Ortadoğu’nun Kürtlerin bu demokratik ve özgürlükçü karakteriyle şekillenmesini sağlayacak rollerini görmemeleri, ona göre davranmamaları anlamına gelir. Tüm Kürt siyasetçilerinin, aydınlarının, toplumunun bu gerçek üzerinde durması gerekiyor. Bu gerçekliği derinliğine anlaması, kendisini bilinçlendirmesi, rolünü ve görevini doğru ortaya koyması, bunun araç ve yöntemlerini ortaya çıkarması gerekiyor. Bu rolün ideolojik temeli, siyasi temeli vardır. Yeter ki bu rol kabul edilsin, bu role uygun davranılsın, bu role uygun araçlar ortaya çıkarılsın. Bu yapıldığı takdirde tarihin Kürtlere “yürü kazanırsın” dediği bir dönemdeyiz. Böyle bir dönemin heyecanının duyulması lazım. Kürtler bugün Kobanê Direnişini kutluyorlar, büyük heyecan duyuyorlar, ama bu heyecanı daraltmamak, yüzeysel ele almamak gerekiyor. Bu heyecanı dört parçada Kürtlerin birliği ve bu birliğin gerçekleştirilmesi temelinde derinleştirmek ve büyük devrimci moral temelinde büyük mücadele gücü haline getirmek lazım. Bu heyecanı bölgenin demokratikleştirilmesi heyecanı haline getirmek lazım. Bu heyecanı, bölgenin demokratikleştirilmesi temelinde Ortadoğu’nun, Ortadoğu içinde de Kürtleri dünyadaki özgürlük ve demokrasi mücadelesine öncülük eder hale getirmek lazım. Bunlar yapıldığı takdirde Kürtler büyük kazanacaktır. Ortadoğu gerçeğinde şu kanun işlemektedir: Kürtler dar düşünürlerse kaybedeceklerdir, büyük düşünürlerse büyük kazanacaklardır. Kendimize şu kadar yeter diyerek bazı mevzileri koruma yaklaşımıyla hareket edildiğinde Kürtlerin mevzilerini korumaları da, özgürlüğü kazanmaları da mümkün değildir. Artık Kobanê Direnişi temelinde ortaya çıkan siyasi gerçekliği böyle ele almak gerekmektedir. En somut olarak Kobanê Devriminin başarısından sonra demokratik Suriye çabalarına girmek, bunun ittifaklarını oluşturmak, demokratik Suriye’nin programını çıkarmak, bunu tüm Suriye toplumuna mal etmek ve


Özgür Halk

Şubat 2015

böylelikle Kobanê Direnişinin heyecanını, Rojava Devriminin etkisini soğutmadan hızlı biçimde demokratik Suriye heyecanı, sorumluluğu haline getirmek ve bunun adımlarını atmak gerekmektedir. Bu açıdan Rojava Devrimci güçlerinin siyasetçilerine, siyasi kurumlarına büyük iş düşmektedir. Böyle bir tarihsel rolleri vardır. Kesinlikle rollerini Rojava’yla sınırlı tutan, bu ufku aşmayan bir durumdan çıkarmaları gerekir. Önder Apo önceleri “beş altı şehir kurtararak bir sonuç elde edemezsiniz, yetmez” demişti. Bugün Kobanê Devriminden sonra Rojava Devriminin dünyadaki ve bölgedeki etkisinden sonra Önder Apo’nun bu değerlendirmesi daha da acil hale gelmiştir. Bu değerlendirmesi daha da güçlenmiştir, güçlü bir temele kavuşmuştur. Bu açıdan Rojava Devrimcileri Önder Apo’nun iki üç yıl önce söylediği 5-6 şehirle sınırlı kalmayın, demokratik Suriye ufkuyla mücadele edin yaklaşımını şimdi gecikmeden pratikleştirmeleri gerekir. Bunu yapmadıkları takdirde ne Önderliğe layık olunabilir, ne de bu direniş içinde yaşamlarını veren yüzlerce kahramana layık olunabilir. Ne de Kürt halkının, bölge halklarının ve dünya halklarının beklentilerine layık olunabilir. Yeni dönem ufkunun, siyasi yaklaşımın ve adımların bu çerçevede olması gerektiğini özellikle vurgulamak ve buna göre hareket edilmesini sağlamak gerekmektedir.

Bu yönüyle Şengal Direnişi de çok değerlidir, çok anlamlıdır. Özellikle Şengal’de yetersiz de olsa Êzidîlerin meşru savunma güçlerini örgütlemesi, demokratik özerklik çalışmalarına başlamaları değerlidir, anlamlıdır. Bu konuda tabii ki KDP’nin yaklaşımları yanlıştır. Güney Kürdistan Hükümetinin KDP kanadının yaklaşımı yanlıştır. Bu kadar dar, ufuksuz bir yaklaşım göstermek aslında bindiği dalı kesmektir. Kendisini güçlendirecekken daha zayıf duruma düşürmektir. KDP, Êzidî halkının öz savunmasını ve özerkliğinin sağlanmasına yardımcı olacağına, bu temelde kendini güçlendireceğine, kendisinin geçmişte yaptığı yetersizliklerin, yanlışlıkların giderilmesinde de böyle bir tutumla rol oynayacağına, “PKK Kürdistan’ı bölüyor”, “Şengal Kürdistan’dan koparılıyor”, “Kürtler zayıflatılmak isteniyo” gibi çok ucuz, basit, gerçekliği ifade etmeyen, sadece Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik teşhiri içeren bir politika içine girmesi, bunun propagandasını yapması kabul edilebilir değildir. KDP’nin bu durumu gözden geçirmesi gerekmektedir. Bırakalım tüm Kürtlere, kendine zarar vermektedir. Şengal’in özgürleştirilmesi, demokratikleştirilmesi, Êzidîlerin kendi özgür ve demokratik yaşamlarını ve savunmalarını kurarak Güney Kürdistan içinde yer almaları kadar değerli ve önemli bir şey olabilir mi? Buna karşı çıkmak gerçekten geri bir yaklaşımdır. Otoriter yaklaşımın, her şeye hakim olma yaklaşımının sonucudur. Kobanê Direnişinin Otoriter olma, her yere hakim başarısında tabii ki bütün olma gözlerini o kadar karartdünya halklarının demokrasi mıştır ki, en basit doğruları bile güçlerinin, sosyalist güçlerin görmekten yoksun kalmışlardır.

Şengal Kürtlerin tarihsel namusu ve onurudur Kobanê Direnişinin bu büyük etkisi yanında tabii ki Şengal Direnişinin de büyük etkisi varpayını görmek gerekiyor dır. Zaten Kobanê Direnişinde dünya, Türkiye, bölge halklarıÖzgürlük Hareketi KDP’ye yarnın büyük destek vermesinin ardımcı olmak istiyor, KDP’yi bu dar kasında Şengal’deki tutum vardır. durumdan çıkartmak istiyor. Hatta Eğer Kürt Özgürlük Hareketi olarak Şengal’deki o yenilginin, o büyük soŞengal’deki IŞİD saldırısına zamanınrumsuzluğun üzerinden atılmasını sağda müdahale etmeseydik, Şengallilerin lamak istiyor. KDP’ye bundan daha büyük soykırıma uğrama tehlikesini engellemeseydik, hizmet olabilir mi? KDP bunu yapacağına ÖzgürŞengal dağını tutup IŞİD’e karşı sürekli mücadele lük Hareketi’ni suçlayarak, neredeyse Şengal’deki gerileden bir tutum içinde olmasaydık Kobanê Direnişi bu laları tehdit ederek, Êzidîleri, güç göstererek kendi pokadar destek almazdı. Kürt Özgürlük Hareketi’nin Orta- zisyonunu kurtaracağını sanıyor. Bu doğru olmayan bir doğu’da ve dünyada etkisi bu düzeyde gelişmezdi. Bu yaklaşımdır. Bu yaklaşımın giderilmesi gerekiyor. Bütün açıdan Şengal’deki direnişin anlamını da çok iyi bilmek Kürt aydınları, yazarları, siyasetçileri, partileri, hareketgerekir. Şengal Direnişi de en az Kobanê Direnişi kadar leri KDP’nin bu yanlış tutumunu değiştirmek için çaba bölgeseldir, evrenseldir. Sonuçları uluslararası ve böl- göstermelidir. Çünkü sadece kendisine değil, bütün Kürtgesel düzeyde olacaktır. Şengal Direnişine bu anlamı lere zarar veriyor. Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde vererek, Şengal Direnişinin böyle bir siyasal anlamı rol oynama yerine, bizi kimsenin demokratikleşmesi ilolduğunu görerek bu direnişi de iyi örgütlemek, geliş- gilendirmez, bizi sadece iktidarımız ilgilendirir gibi bir tirmek ve sonuca götürmek gerekiyor. Şengal Direnişi yaklaşım gerçekten Güney Kürdistan’ın da, KDP’nin de Şengal’in özerkliği temelinde Güney Kürdistan’ın daha çıkarlarına hizmet etmeyen bir tutumdur. Bu bakımdan demokratikleşmesine yol açacak bir gelişme ortaya çı- KDP’nin bu yanlış politikalardan dönmesi önemlidir. karırsa Irak siyasetini de Kürtlerin demokratik karakteri belirleyecektir. Şengal Direnişi başarıya ulaştığında Kaldı ki Güney Kürdistan halkı Şengal’in özerkliği ve öz belki de Kobanê Direnişinin siyasi etkisinden iki kat savunması temelinde Güney Kürdistan’a bağlanmasını daha büyük bir etki yaparak Kürtleri tamamen bölgede destekliyor. Güneyli aydınlar, YNK, Goran destekliyor, demokrasi ve özgürlüğün öncüsü haline getirecektir. birçok aydın ve yazar Şengal’in özgürleşmesine daya-

14


Özgür Halk

nan kendi özyönetimini ve öz savunmalarını kurmasını olumlu buluyor. Bu, Kürdistan’a zarar değil, güç katar, Kürdistan’ı, Kürtleri onurlandırır. Şengal artık eskisi gibi yönetilebilir mi? Merkeziyetçi bir yönetim olabilir mi? Kürt halkı siyasi güçleri olarak, Kürt ulusu olarak yıllardır despotik merkezi hükümetlere karşı çıktık. Bunun doğru siyaset olmadığını söyledik. Yerel özerkliklerin, otonomilerin, federasyonların mevcut devletlere, ülkelere zarar vermeyeceğini söyledik. Şimdi hem de Kürt olan Êzidîlerin, Şengallilerin özerklik taleplerinin Güney Kürdistan federasyonuna zarar vereceğini söylemek kadar paradoks, çelişik ve yanlış bir anlayış ve tutum olabilir mi? Bunun kesinlikle giderilmesi gerekmektedir. Kobanê’nin kurtuluşu kesinlikle Şengal’in kurtuluşunu da hızlandıracaktır. Şengalliler daha fazla örgütlenme ihtiyacı duyacaklardır. YBŞ kendisini daha fazla güçlendirecektir. HPG ve YJA Star kendisini güçlendirecektir, IŞİD’i Şengal’den atacaklardır. Bu artık Kürtlerin tarihsel namusu ve onuru haline gelmiştir. Kürtler Şengal’i kurtarmadan özgür ve demokratik yaşamlarını rahatlıkla yaşayamazlar. Şengal’i kurtarmadan şunu başardık, bunu başardık diyemezler. Bu, Kürtlerin travması olur. Kürtler bu travmadan kurtulmak istiyorlarsa, özgür ve demokratik yaşamak istiyorlarsa, savundukları değerlere bağlı kalmak istiyorlarsa birlik içinde Şengal’i kurtarma mücadelesinin yükseltilmesi gerekmektedir. KDP bu konuya çok dar ve basit parti çıkarlarıyla yaklaşıyor. Özgürlük Hareketi, defalarca KDP’ye “Şengal’de ortak operasyon yapalım, Şengal’i kurtaralım” diyor, ama KDP buna yanaşmıyor, yanaşmamıştır. Bunu Özgürlük Hareketi’nin yöneticileri defalarca açıkladılar. Bu kabul edilebilir bir durum mudur? Peşmerge Şengal’e gitti, geri döndü.

15

Şubat 2015

Güya HPG-YJA Star yalnız kalacak, ezilecek, sonra da kendisi kurtarıcı olarak gidecek! Kaldı ki HPG ve YJA Star’ın ezildiği bir yerde KDP’nin tutunması mümkün değildir. Eğer başka güçlerle anlaşmamışlarsa KDP’nin Şengal’i bu yaklaşımla kurtarması mümkün değildir. ABD ya da başka bir güçle anlaşmış, “PKK orada ezilsin, yenilsin, sonra biz gider Şengal’i kurtarırız” gibi bir politika varsa bu da ahlaksızcadır. Bunlar ne ulusal çıkarlara, ne de Şengallerin ve Êzidîlerin çıkarınadır. Tüm Kürtlerin de, Êzidî Kürtlerin de çıkarı, Şengal’in bir an önce ortak mücadeleyle kurtarılmasını gerektirmektedir. Ulusal kongrenin önündeki tek engel KDP’dir Kaldı ki sadece Şengal değil, Hewler çevresi Musul’a yakın Kürt bölgeleri, Musul’daki Kürtler, Kerkük, Xanekin de tehlike altınadır. Buralarda da IŞİD’e karşı mücadele verilmesi gerekir. IŞİD bir Arap milliyetçisi örgütüdür. Arap milliyetçisidir. Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmek istiyor. Birçok yeri Kürtlerden arındırmak istiyor. Buna karşı tabii ki Kürt güçleri ortak davranacaktır. Gerilla bu sorumlulukla ortak davranıyor. Acaba gerillanın bu direnişi olmasaydı mevcut ortamda Güney Kürdistan’ın varlığı nasıl korunacaktı? Bu Arap milliyetçiliğine dayanan faşizm karşısında nasıl dayanacaktı? Dayanması mümkün müydü? Böyle bir durumda KDP’nin dostu AKP, Türk devleti nasıl bir tutum takınırdı? Tabii ki Kürtlerin bütün haklarını ezme doğrultusunda tutum takınır, IŞİD’i de destekleyerek Güney Kürdistan’ı yerle bir ettirirdi. Türk devleti hala bu karakterdedir. Türk devleti hala Kürtlerin özgürlüğünü sindirmiş değildir. Güney Kürdistan’la hala ilişki sürdürüyorsa PKK ile savaştığındandır. Özgürlük Hareketi yenilse, IŞİD her tarafta hakim olsa Türk devleti, AKP Hükümeti Güney


Özgür Halk Kürdistan’a böyle mi yaklaşır? Eğer Güney Kürdistan “benim petrolüm var, farklı biçimde yaklaşamazlar” diyorsa kendisini kandırıyordur. Kürtler söz konusu olduğunda Türk devleti her türlü ilişkiyi kesecek, her türlü Kürt karşıtı güçlerle ittifak kuracak karakterdedir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin zayıfladığı bir durumda bütün Kürt düşmanları harekete geçer. Ya da Türk devleti bütün Kürt düşmanlarını harekete geçirerek Ortadoğu’da Kürtlerin boğulması için her türlü saldırıyı gerçekleştirir.

Şubat 2015

karşıtları, Türkiye görüyor. Hatta İran ve Suriye bu gelişmelerden rahatsızdır. Kürtlerin çok etkili ve belirleyici aktör olmasını istemiyorlar. Kürtlerin siyasi etkilerini sınırlandırarak kontrol etmek istiyorlar. Kürtlere belirli sınırlı haklar tanınacaksa da siyasi inisiyatifli olarak değil de, inisiyatifin ve gücün kendi ellerinde olduğu koşullarda ve çerçevede bazı hakları tanımak istiyorlar. Ya da hak vermek zorunda kaldıklarında Kürtlerin pozisyonunun zayıf, kendi pozisyonlarının güçlü olmasını düşünüyorlar. Böyle bir gerçekliği Kürt siyasi güçlerinin düşünmeBu açıdan Güney Kürdistanlı güçlerin de Ortadoğu’nun si gerekir. Yakın zamanda Haseki’de İran’ın kışkırtması içinden geçtiği durumu, Güney Kürdistan’ın durumu- ve planlamasıyla saldırılması, Kürtlerin Haseki’deki etnu ve Güney Kürdistan’ın diğer ülkelerle ilişkisini ye- kisinin kırılmak istenmesi bu gerçeklikle ilgilidir. Neden niden ele alması ve gözden geçirmesi gerekmektedir. savaşın bu kadar kritik olduğu bir dönemde Suriye devÖzellikle Türk devletiyle ilişkilerini gözden geçirmesi leti ve İran Kürtlere savaş açarak yeni bir cephe açmak gerekmektedir. Kürtlerin birliklerini sağlayarak kendi- istiyor? Bunu düşünmek gerekiyor. Bunun tek nedeni lerini güçlendirmeleri gerekir. Yoksa Ortadoğu’da yeni var, Kürtlerin gücünü sınırlamak! Suriye’de ve bölgede dengelerin kurulduğu bu kaos ortamında kim etkisini sınırlamak! Bu açıdan bu gerçeklik fırsatı bulursa Kürt’ün tepesine biner. bile Kürtlerin birliğinin ne kadar gerekli Güney’de de biner, başka yerde de olduğunu, Kürtlerin Ortadoğu’da var biner. KDP “benim dostlarım var” olmak, özgür ve demokratik yaşamÖnder Apo; diyerek kimseye güvenmesin. Her larını sağlamak için nasıl inisiyatifortaya koyduğu yerde uluslararası bazı dostlarıli ve iradeli, mücadele tarzlarında paradigma, yeni yaşam nın istediği gerçekleşiyor mu? nasıl hamleci olmaları gerektiprojesi, demokratik komünal ve Bu açıdan Kürtler tutumlarıyla, ğini, belirlenen değil de belirduruşlarıyla tarihsel sorumluleyen olmak zorunda olduklademokratik sosyalist anlayışıyla luğu gerektiren bir dönemden rını ortaya koymaktadır. Eğer bütün dünya halklarının geçiyorlar. Bütün Kürt örgütleri Kürt siyaseti mevcut durumu özgürlük, demokrasi ve Ortadoğu ve tek tek ülkelerdeböyle ele almazsa ne geçmiş sosyalizm mücadelesinin ki durumu, yine Güney Kürdisyüzyıllardan, ne tarihten, ne de öncülüğüdür tan’daki durumu dikkate alarak bugünden bir şey anlamış olunur. sorumlu davranmak durumundadırlar. Eğer dört parçadaki tüm Kürt örKuşkusuz Kürt sorunu söz konusu gütleri sorumlu davranır, mevcut siyasal olduğunda, Kürtlerin özgürlük ve demokdurumu doğru değerlendirir, görevleri doğru rasi mücadelesi söz konusu olduğunda yine tespit ederlerse gerçekten bütün Kürtler kazanacak- Ortadoğu’daki siyasal gelişmeler söz konusu olduğuntır. Bütün Kürtler kazandığı zaman KDP de, YNK de, da Türkiye’nin durumunu, politikasını, yaklaşımlarını herkes kazanacaktır. İşte bütün Kürdistan parçalarının, tespit etmek çok önemlidir. Çünkü Türkiye Osmanlıdan bütün Kürt siyasi güçlerinin kazanacağı, bütün Kürt si- bugüne Ortadoğu’da siyaseti belirleyen ya da Ortadoyasi güçlerine kazandıracak bir politikaya ihtiyaç vardır. ğu’da statükonun oluşmasında etkili rolü olan iki ülkeden biridir. Özellikle İran ve Türkiye son yıllarda OrtaÖnder Apo bu nedenle “ulusal kongre, ulusal bir- doğu’daki dengeleri belirlemektedir. Son yüzyılda da lik dedi. Ama KDP dar yaklaşımla sorunları ele aldı. asıl olarak dengeleri belirleyen bu iki devlet olmuştur. 2013’te Güney Kürdistan’daki seçimlere kadar oyaladı, Araplar Türklerin Ortadoğu’ya girişiyle birlikte siyasetseçimden sonra ise ulusal kongre çalışmalarını rafa teki etkilerini yitirmişlerdir. Her ne kadar Araplar Ortakaldırdı. Şimdi ise ulusal kongreyi düşünme yerine Öz- doğu siyasetinde yer almak istiyorlarsa da, doğru bir gürlük Hareketi’ni nasıl zayıflatırım, bir ulusal kongre politika yürütüp doğru bir inisiyatif ortaya koyamadıkları olacaksa Kürt Özgürlük Hareketi’ni nasıl etkisiz kı- için etkisiz kalıyorlar. Ya da IŞİD gibi provokatif güçler larım biçiminde çok dar, ulusal çıkarları düşünmeyen nedeniyle Arapların bırakalım güçlenmesi, zayıflaması hesaplar yapmaktadırlar. Eğer ulusal kongre gerçek- durumu ortaya çıkıyor. Aslında Arap toplumu tabii ki Orleşmiyorsa önündeki tek engel budur. Çünkü bütün tadoğu’da belirli düzeyde etkili olması gereken bir topKürt halkı, Kürtlerin dostları, Kürdistan’ın en büyük luluktur, halktır. Arapları küçümsemek ya da ötelemek, Hareketi olan PKK bunu istiyor, birçok siyasi güç de is- itelemek doğru değildir. Ortadoğu’da Türkler de, Kürtler tiyor, konjonktür de bunu gerektiriyor. O zaman neden de, Araplar da, Farslar da birinci aktör olmalıdırlar. Bigerçekleşmiyor sorusunun cevabı düşündürücüdür. rinin diğeri üzerinde egemen olduğu bir siyasal yaklaşım gerçekten doğru değildir. Bugün Arap dünyasında Kürtlerin Rojava’da, bir bütün olarak Ortadoğu’da etkili sapkın hareketlerin ortaya çıkmasının nedeni de kapiolduğunu diğer siyasi aktörler de görüyor. Özellikle Kürt talist modernite çağında Arapların parçalanması, bö-

16


Özgür Halk lünmesi, özellikle de İslam uygarlığı temelinde önemli gelişmeler yaratmış Arapların Ortadoğu siyasetinden etkisizleştirilmesi sonucudur. Arap aydınları, Arap toplumu bu gerçekliği görüyor. Bunu kabul etmiyor. Düne kadar kabul etmişse de bugün kabul etmiyor. Ama bu kabul etmemeyi doğru ifade etmediği için Arap halklarının, toplumunun tepkisini sapkın hareketler kullanmak istiyor. Ancak bu sapkın hareketler Arapların bu özlemlerini bırakalım gerçekleştirmeyi, bu özlemlerini kıran, parçalayan, Arapların özgürlük ve demokrasi mücadelesini zayıflatan bir rol oynuyorlar. Bu nedenle Kürt Halk Önderi IŞİD’i kapitalist modernite gübreliğinde yetişen bir örgüt olarak değerlendirdi. Ortadoğu’nun JİTEM’i, bir provokasyon gücü olarak değerlendirdi. Gerçekten de bu değerlendirmelerin çok önemle irdelenmesi ve ona göre hareket edilmesi gerekmektedir. Türk devleti Ortadoğu’da belirli bir gücü olan devlettir. Türk toplumu da böyledir. Ortadoğu’da ve Avrupa’da etkili olmuş bir tarihe sahiptir. Ancak bu tarihsel birikimini şimdi demokrasi ve özgürlükler temelinde kullanma yerine, hegamonya kurma biçiminde başta Kürtler olmak üzere bölgede siyasi hegemonyasını pekiştirmek, amiyane deyimle Osmanlıyı yenilemek istiyorlar. Bu bakımdan da Türk devleti hem Suriye’de kendisine yakın bir rejim oluşturmak, hem de Kürtlerin hak, hukuk elde etmesini engellemesini sağlayacak bir rejim ortaya çıkarmak için Suriye’deki iç savaşın en temel aktörü haline gelmiştir. Suriye’deki iç savaşın cephe gerisi olmuştur. Özellikle kendisine bağlı olan örgütlere destek vermiş, bunların bir kısmı sonradan etkisizleşmiş, onların etkisizleştiğini görünce de IŞİD’i temel müttefik haline getirmiştir. Bu açıdan Türkiye’nin politikalarını yakından takip etmek gerekmektedir. Türkiye de şunu görüyor; Ortadoğu’da yeni dengeler kuruluyor, kurulacaktır. Bu nedenle nasıl aktif olurum, bu dengeler içinde nasıl güçlü olurum hesabı yapmaktadır. Birçok aktörü Ortadoğu’da kullanmak ve kendi politikasının enstrümanı haline getirmek, onlara dayanarak bölgede etkinliğini sağlamak istemiştir. IŞİD’i ve bazı İslami güçleri kullanmasının nedeni böyledir. Onlar üzerinden Suriye’de etkili olmak, 1517’de olduğu gibi Suriye’yi ele geçirerek Ortadoğu’nun kapısını açmak ve Ortadoğu’da etkili olmak istemektedir. Türk devletinin Kobanê Direnişi, Rojava Devrimi düşmanlığı bir yönüyle Kürt düşmanlığı olurken, diğer yönüyle de Ortadoğu’nun kapısı olacak Suriye’yi ele geçirme politikasının sonucu Kürt karşıtlığını derinleştirmiş ve görülmedik hale getirmiştir. Gelinen süreçte Türk devletinin Ortadoğu politikalarının da yakından takip edilmesi gerekmektedir. Türk devleti Kürt karşıtlığı üzerinden her türlü kirli ilişkiye girecek bir karaktere sahiptir. Eğer IŞİD’in baş aşağı gittiğini görürse politika değiştirip yeni aktörlerle birlikte Özgürlük Hareketi’ne karşı politika kurmak isteyecektir. Bu gerçeklerin de görülmesi gerekiyor. Bu gerçekler şunu da gösteriyor; Kürtlerin imkan ve fırsat ellerine geçtiğinde bunları değerlendirmeleri ve

17

Şubat 2015

kendi pozisyonlarını güçlendirmeleri gerekiyor. Eğer hamleci ve inisiyatifli olmazlarsa, kendi pozisyonlarını geliştirmezlerse dengeler değiştiğinde Kürt karşıtı güçler yeni politik hamlelerle IŞİD etkili olmadı, başka bir IŞİD çıkararak ya da başka ilişkilerle Özgürlük Hareketi’ni etkisizleştirip tasfiye etmek isteyeceklerdir. Bu yönüyle Kürt politikasının, siyasetinin Ortadoğu’da çok dinamik olması lazım. Türkiye’de de, Suriye’de de, Irak’ta da, İran’da da dinamik olması lazım. Ortaya çıkan tarihi fırsatları doğru değerlendirmesi, Hamleci, inisiyatifli olması lazım. Sürekli mevzilerini geliştirip, İttifaklarını. Örneğin Kobanê Direnişinin yarattığı dünyadaki etkiyi değerlendirip örgütleyip siyasal güce kavuşturup Suriye’de ve bölgedeki etkisini arttırması lazım. Eğer Ortadoğu’daki duruma kaos durumu, devrimci durumun derinleşmesi diyorsak, böyle bir ortamda, yaratılış anında küçük hamlelerin büyük sonuçlar vereceğini düşünüyorsak, bu dönemde inisiyatifli olmayanların, tereddütlü olanların, ikircikli olanların kazanacağını değil kaybedeceğini söylüyorsak o zaman tabii ki Türk devletinin politikalarını da iyi takip etmek, yerinde ve zamanında gerekli hamlelerle Türk devletini sınırlayıp Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü temelinde Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin önünü açacak bir politika izlemek gerekmektedir. Önder Apo’nun 2013 Newroz’undaki manifestoda ortaya koyduğu ufuk bu çerçevede anlaşılmalıdır. Önder Apo 2013 Newroz’undaki çağrısını Türkiye’yi Kürt karşıtı, Kürt düşmanı politikalardan çıkarıp yeni Osmanlı politikaları denen çıkmazın içinden çıkarıp –çünkü bütün bunlar da Kürt karşıtlığı temelinde yürütülmek istenen politikalardır- Kürt-Türk birliği temelinde, Türkiye’nin demokratikleşmesine dayalı yeni bir Türkiye ve bu temelde yeni bir Ortadoğu yaratmak istemiştir. AKP’nin bir çözüm politikası yoktur Ancak AKP Hükümeti Önder Apo’nun bu yaklaşımına, bu çağrısına olumlu cevap vermemiştir. Hala Kürtleri tasfiye etme, Kürtler üzerinde hegemonya kurma politikası nedeniyle Önder Apo’nun bu çağrılarını AKP Hükümeti dar bir yaklaşımla kendi iktidarını güçlendirmek biçiminde ele almıştır. Dar, basit yaklaşmıştır. Nitekim o günden bugüne Kürt sorunun çözümünde hiçbir adım atılmamıştır. Hatta sadece Kürdistan toplumunda değil, Türkiye toplumunda bile AKP’nin Kürt sorununu çözeceğine dair inanç zayıflamıştır. AKP’nin Kürt sorununun çözümünde adım atma politikası olmadığını, oyalama ve aldatma politikasıyla yeni bir seçim daha kazanarak kendisini güçlendirmek istediği kanaati güçlenmiştir. 2013 Newroz’unun çağrısını değerlendirerek demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü konusunda adım atmadığından toplumsal desteğin zayıflamasına yol açmıştır. AKP’nin iki yıllık politikaları böyle bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Önder Apo 2013’teki Newroz deklarasyonunu, yayınladığında bu çağrının kendiliğinden sonuç alacağını düşünmüyordu. Ama Türkiye toplumunda, Kürt toplu-


Özgür Halk munda Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü doğrultusunda güçlü bir eğilim olduğunu görerek bu çağrısıyla bu eğilimi birleştirip Türk devletine demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü doğrultusunda adım attırmak istemiştir. Ancak bu doğru politikayı ne demokrasi güçleri, ne Özgürlük Hareketi, ne de Kürt demokratik hareketi doğru anlamıştır. Önder Apo’nun ortaya koyduğu bu politika doğru örgütlenme araç, yol, yöntem ve eylemlerle desteklenemediği için bu tarihi çağrı, tarihi adım sahipsiz kalmıştır. Bu tarihi adımı güçlendirecek, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için etkili bir siyasi gelişme ortaya çıkaracak bir hamle ortaya konulamamıştır. Sanki Önder Apo’nun Newroz deklarasyonu kendiliğinden sonuca ulaşacakmış gibi çok dar, basit, sorumsuz yaklaşım içine girilmiştir. Bunu doğrulayan en önemli veri ise, Önder Apo’nun son iki yılda en doğru yaptığınız iş dediği şeyi, kendisi ortaya koymaktadır. Önder Apo, “yaptığınız tek iyi iş, gerillanın geri çekilmesini durdurmaktır”, diyerek nasıl bir politik tarza ve mücadele anlayışına sahip olduğunu gözler önüne sermiştir. Yani tutumsuz, mücadelesiz, sadece doğru çağrılarla politikalardan sonuç bekleyen yaklaşımı eleştirmiştir. O adım etkili bir hamle olduğu için , Önder Apo gerillanın çekilmesini durdurma adımının siyasetin gereği olduğunu, doğrusunun bu olduğunu özellikle vurgulu biçimde bize iletmiştir. Önder Apo, AKP’nin politika olarak tıkandığını görerek bir müzakere taslağı hazırlamış, devlete, hükümete ve Özgürlük Hareketi’ne sunmuştur. Böylece AKP’yi netleştirmek istemiştir. Çünkü AKP sıkışık bir durumdadır. En zor dönemini yaşamaktadır. Eğer bu dönemde sorunu çözerse çözer, çözmüyorsa demek ki bu sorunu çözecek bir zihniyete sahip değildir; hatta bu sorunu çözecek bir zihniyete bile giriş yapmadığı ortaya çıkacaktır. Onun için Önder Apo bu müzakere taslağını sunmuş ve AKP Hükümetine de 15 Şubat’a kadar şans tanımıştır. “Eğer müzakereyi tamamlar, bu yönlü adımlar atarsan, Mart’ta da meclis adımlar atarsa Kürt sorunu kalıcı biçimde çözülür” demiştir. Önder Apo Kürt sorununun kalıcı çözümü için proje sunmasına, “gelin kısa sürede çözelim” demesine rağmen AKP, bunu nimet sayacağına, değerli göreceğine çözüm politikası olmadığından yine eskisi gibi oyalayarak, takvimi aşındırarak tekrar 2015 seçimlerine ulaşıp seçimleri kazanarak hegemonyasını güçlendirme hesabı yapmıştır. Şu ana kadar da uyguladığı politika, söylem bu çerçevededir. Müzakere taslağının üzerinden iki ay geçmesine rağmen müzakere taslağına zemin olacak bir ilişki ve kurumlaşma sağlamamıştır. Bu yönlü bir adım atma ihtiyacı duymamıştır. Bu durum AKP’nin bir çözüm politikasının olmadığını, ne seçimden önce ne seçimden sonra bu çözümü sağlayacak zihniyet ve projeye sahip olmadığını gözler önüne sermiştir. Bu açıdan İmralı’ya gidiş gelişler olsa da bir sonuç vermemiştir. Nitekim bir süreden sonra Önder Apo bir daha böyle gelmeyin demiştir. İmralı’ya giden devlet heyetine de bu tarihi bir çalışmadır, tarihi bir toplantı-

Şubat 2015

dır diyerek devleti ve hükümeti teşvik etmek istemiştir. Eğer Önder Apo’nun böyle tarihsel gördüğü bir duruma da önem verilmiyorsa demek ki AKP’nin bir çözüm politikası yoktur. Dolayısıyla Önder Apo’nun AKP’yi netleştirme günlerine yaklaşmış durumdayız. Eğer yakın zamanda ciddi müzakere olmazsa ve bunun adımları atılmazsa tabi ki Önder Apo’nun müzakere ve çözüm taslağı yine değerli ve anlamlı olacak, ama artık bu müzakere taslağı AKP’den çok demokrasi güçlerine sunulmuş bir taslak olacaktır. Demokrasi güçlerinin kabullenmesi ve pratikleştirmesi gereken taslak haline gelecektir. Çünkü bu taslakta tamamen Türkiye’nin köklü demokratikleştirilmesi ve Kürt sorunun çözümü vardır. Bu açıdan o taslak güncel olarak AKP’ye sunulmuş olsa da stratejik olarak ve esas olarak da Türkiye demokrasi güçlerine sunulmuş bir demokratikleşme taslağı, planı, projesidir. Bu gerçeği de böyle ifade etmek gerekir. Cizre kendi kendini yönetme iradesini ortaya koymuştur Kobanê Direnişini destekleme eylemlerinden sonra Cizre halkı kendisini Cizre’de örgütleyip devletin etkisini zayıflatan, geriletecek bir mücadele içerisine girmiştir. Bu yanlış değildir. Devletin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmak, sınırlamak, mahallede, köyde, şehirde kendi demokratik sistemini kurarak kendi işlerini kendisinin yapması kadar doğal bir şey yoktur. Demokrasi zaten budur. Demokrasi birilerinin gidip mecliste konuşması değildir. Demokrasi toplumun tabanda güç olması ve kendi işlerini yapar hale gelmesidir. Cizre halkı böyle bir irade ortaya koymuştur. Çünkü Cizre aynı zamanda 90’lı yıllarda serhıldanın ilk geliştiği yerdir. Bu nedenle demokratik devrimin temelinin köklü olduğu yerdir. Cizre derken, 1990’lı yıllarda başlayan serhıldanın yarattığı demokratik devrimin temellerinin atıldığı bir şehir olarak görmek gerekir. Cizre’de bu iradenin konulması tesadüfü değildir. Böyle bir tarihsel gerçekliğe dayanmaktadır. Dolayısıyla Cizre’de halkın örgütlenmesini ve tutumunu basitleştirmek yanlıştır. Hendek kazılmış, diyerek Cizre halkının kendi kendini örgütleyerek, yönetmek istemesini doğru anlamamak paradigmasal, felsefi, ideolojik, politik değer vermemek tarihsel bir gaflet olur. Hükümet tarafından asayiş sorunu olarak görülmesi gibi, demokrasi çevrelerinin de sanki yapılmaması gereken, olmaması gereken bir durum gibi göstermeleri demokrasiden ve siyasetten bir şey anlamadıkları anlamına gelmektedir. Bu tür yetersiz yaklaşımlar “AKP’nin asayiş sorunu var” diyerek, yürüttüğü psikolojik hareketin etkisinde kalarak hareket etmek olmaktadır. Nitekim tarihin en büyük serhıldanları olan Kobanê Direnişinin zaferle sonuçlanmasını sağlamada en büyük role sahip 6-8 Ekim olaylarını sahiplenmemesi, bazı olayları öne çıkararak bu serhıldanların olumsuzlanması, bu serhıldanlara sahip çıkılmaması, hükümetin saldırıları karşısında savunmaya geçilmesi, 6-8 Ekim olaylarının anlaşılmaması olduğu gibi Cizre halkının tutumunu da anlamamaktır. Kuşkusuz Önder Apo bir müzakere taslağı sunmuş-

18


Özgür Halk tur. Bunun desteklenmesi gerekir. AKP Hükümetinin müzakere taslağını boşa çıkarmasının önüne geçmek gerekir. Amiyane deyimle onun minderden kaçmasını engellemek gerekir. Ya da kaçıyorsa neden kaçtığını halka iyi anlatan bir politik yaklaşımın izlenmesi gerekir. Bu açıdan Özgürlük Hareketi’nin tansiyonu düşürme politikaları yanlış değildir. Ama tansiyonu düşürme, Cizre halkının kendi işlerini kendisi yapmasından vazgeçmesi anlamına gelmemelidir. Demokratik güçlerin özellikle demokratik topluma dayanarak, devletin değil toplumun kendi işlerini yapar hale gelmesini farklı değerlendirmemek gerekir. Bu konuda yanlış yaklaşımlar var. Bu açıdan Cizre olayı derslerle doludur.

Şubat 2015

ması olduğunu göstererek Hizbul-kontrayı bir siyasi aktör haline getirmek istiyor. Nasıl ki 1990’lı yıllarda serhıldanlar karşısında devlet sıkışınca, çözümsüz kalınca böyle kontra grupları devreye soktuysa, AKP Hükümeti de Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi ve Önderliğin projelerinin kendisini sıkıştırması karşısında bazı güçleri kullanma politikası izlemiştir. Çözümsüzlük içinde olanların yapacağı da budur. Çözümsüzlük sürdüğü müddetçe 1990’lı yıllardakiler öyle yapar, AKP böyle yapar, başkası başka biçimde yapar, ama Kürt sorunu çözülmez. Dolayısıyla da Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini bastırmak için birçok özel savaş yöntemi, psikolojik savaş yöntemi kullanılır. Nitekim AKP de bunu yapmaktadır.

Tabii ki Cizre’nin tek başına kalması yanlıştır. Ancak Kürdistan’ın bir bütün olarak hemen kendisini birden Bu açıdan Cizre olayından dersler çıkararak Kürt halkıkurtarması da söz konusu olmayabilir. Ya da kendini nın kendi örgütlenmesini, demokratik yönetimini ve öz yönetme parçalı gelişebilir. Bir iktidarı, devleti devirip savunmasını nasıl kurması gerektiğinin ortaya konulyeni bir devlet kurmak istemiyorsak, buna dayalı bir ması gerekir. Bu açıdan Cizre derslerle doludur. Bir asadevrimci anlayışımız, iktidar anlayışımız yoksa o za- yiş sorunu olarak bakılırsa doğru sonuçlar çıkarılmaz. man parçalı olarak kendi kendini yönetmesi de anla- Özgürlük Hareketi’nin, demokrasi güçlerinin Cizre’de şılır bir durumdur. Sadece bir kasabada, bir şehirde böyle bir çatışma oldu, Cizreliler şehrin bir bölümünü sistemi kurmak kolay olmaz, ancak tüm Kürdistan’ı da kontrol ettiler, bir süre sonra da bırakıldı gibi yüzeysel birden kendi kendini yönetir hale geleceğini düşünmek bir yaklaşım içinde olunursa doğru bir demokrasi ve deyanlıştır. Kuşkusuz Cizre’nin tek bırakılması, mokratik yapılanma içinde olunmaz. Cizre’de yeterince sahiplenilmemesi doğru değilyaşananlar bir demokratikleşme hamlesi, dir. Devlet de biraz buna dayanarak toplumun kendi kendini yönetme ihtiasayiş politikalarını sürdürüyor, süyacı, hakkı ve meşruiyeti olarak görekli asayişten söz ediyor. Eğer rülürse tabii ki bu tür olaylar olduDört parçadaki Kürt halkı birçok yerde kendi ğunda demokrasi güçleri de, var tüm Kürt örgütleri sorumlu kendini yönetme yaklaşımı içiolanı bir sorun değil de bir çödavranır, mevcut siyasal ne girseydi, “biz kendi kendizüm seçeneği olarak görür, dedurumu doğru değerlendirir, mizi yönetiyoruz, bu bizim en ğerlendirir ve ona göre yaklaşır. temel demokratik hakkımızdır Bu açıdan Cizre olayının doğru görevleri doğru tespit ederlerse deseydi” Türk devletinin asaele alınması, dersler çıkarılmagerçekten bütün Kürtler yiş politikası, argümanları da sı ve önümüzdeki dönem mükazanacaktır çürür, saldırganlığına da bir gecadelesinin önemli bir dönemeci rekçe oluşmazdı. Ama şimdi tek haline getirilmesi gerekmektedir. bir şehirle sınırlı kalınca ve de sahiplenilmeyince sanki yanlış bir şeyHDP projesi amacına ulaşırsa miş gibi toplumun kendini örgütleyerek AKP çökecektir kendi kendini yönetmesine inanç zayıf hale Böyle bir süreçte seçimler önemli hale gelmiş geliyor. Böyle bir iradenin ortaya çıkmasını zayıflatı- durumdadır. Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin bu siyasi oryor. Bu gerçekliğin de özellikle görülmesi gerekiyor. tamında eğer demokrasi güçleri bir araya gelerek seçimlere bir parti çatısı altında girerse, yüzde 10 baraCizre’deki olaylarda Hizbul-kontranın saldırıları da ol- jını aşarak meclise güçlü bir radikal demokratik grup muştu, ama esas olarak bir devlet, polis saldırısıydı. çıkarabilirse Türkiye’nin tarihi değişecektir. Makus talihi Çünkü sadece bir iki günle sınırlı kalmadı; haftalardır kırılacaktır. Çünkü parti amblemi altında seçime girip devlet orada saldırıyor. Ama devlet Hizbul-kontra’nın bir yüzde 10 barajını aşma, devletin ve AKP’nin antidesaldırısını büyüterek, sorun sanki devletle, polisle halk mokratik ve Kürt karşıtı politikalarına son verecektir. arasında değilmiş gibi, böyle bir durum yokmuş gibi, AKP’nin oyalayarak seçime girme, yeni bir otoriter resorunu sadece oradaki halk, gençlerle Hizbul-kont- jim kurma, otoritesini pekiştirme yaklaşımları böyle ra arasındaymış gibi göstererek, Hizbul-kontra, PKK bir demokratik oluşumun meclise girmesi ile akamete savaşını gündeme getirip Cizre halkının yarattığı ger- uğrayacak, boşa çıkarılacaktır. Bu açıdan gerçekten çekliği farklı gösterme çabası içine girmişlerdir. Hal- demokratik güçlerin ittifak kurarak parti çatısı altında buki Cizre’de Hizbul-kontranın, o çevrelerin bir gücü seçime girmesi çok önemlidir. Artık bu seçimlere bayoktur. Ama Hizbul-kontra bir eylem yaptığında devlet ğımsız adaylarla girmek, 20-30 milletvekili ile meclise iki üç eylem yaparak ve bir PKK-Hizbul-kontra çatış- girip orada konuşmak hiçbir anlam taşımıyor. Önder

19


Özgür Halk Apo’nun önümüze koyduğu Türkiye’nin birliği temelinde sorunların çözümünde en temel olan HDP projesinin pratikleştirilmesi ve yaşamsal hale getirilmesi gerekmektedir. Bu da bağımsızlarla seçime girmekle olmaz. Zaten bağımsızlarla seçime girmek AKP’nin, CHP’nin birlikte oynadığı demokrasicilik oyununun figüranı olmak demektir. Bu açıdan Önder Apo’nun ısrarla ortaya koyduğu, birçok içten ve dıştan gücün kabul etmediği HDP projesinin parti amblemi ile seçime girip yüzde 10 barajını aşarak Türkiye gerçeği haline getirilmesi gerekiyor. Böyle olduğunda HDP gelişecek, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü temelinde yeni Türkiye’nin oluşmasının kapısı ardına kadar açılacaktır. Bu açıdan hem müzakere taslağını böyle bir seçim döneminde seçim propagandası taslağı olarak görüyoruz, hem de parti amblemi altında seçime girip baraj aşıldığında Türkiye’deki gericiliğin de belinin kırılacağını düşünüyoruz. Bu açıdan seçim önemlidir. Bu seçim egemen sistemin, parlamenter sisteme dayanan ve toplumu bir yönüyle de kontrol etmeye dayalı seçimlerden ayrı bir seçim olacaktır. Bu seçimde ne legalizm zihniyeti hakim olacaktır, ne demokrasicilik oyunu oynanacaktır, ne de sistemin yedeği olan bir sol ya da Kürt demokratik partisi konumuna düşülecektir. Baraj aşıldığında kesinlikle Türkiye’nin demokrasi birikimi harekete geçecektir. Türkiye’de devrimci demokratik güçlerin, sosyalist güçlerin büyük mücadeleleri var, ama şimdiye kadar bu birikimi değerlendirecek, daha etkin hale getirecek, bu temelde Türkiye toplumunu değiştirecek ne bir politika ortaya konulmuş ne de bunun araçları yaratılmıştır. HDP bunun politikası ve aracıdır. HDP politikası pratikleştiğinde ve amacına ulaştığında AKP de çökecektir. Onların çözümsüzlük politikasının artık anlamı kalmayacaktır. HDP Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirecek bir parti haline gelecek, Yunanistan’daki SYRİZA’dan daha etkili bir biçimde Türkiye siyasetindeki rolünü oynayacaktır. Bu açıdan HDP projesi ve parti amblemi altında 2015 seçimlerine girmesine kesinlikle yüzeysel yaklaşmamak gerekir. Büyük politik anlam, politik değer vermek lazım. Sorun sadece ne kadar milletvekili kazanıp kazanmama değildir. Bu proje nedir? Bu proje temelinde baraj aşıldığında hangi siyasal sonuçlar ortaya çıkar? Herkesin bunu düşünmesi gerekir. Kürt demokratik hareketinin de Türkiye sosyalist hareketinin de Türkiye’deki demokrasi güçlerinin de bu gerçeği görerek olguya yaklaşmaları gerekir. Yoksa geçmiş dönemin seçim anlayışları, particilik anlayışları, ittifak anlayışları temelinde HDP projesine, 2015 seçimlerine yaklaşılırsa ağır bir yüzeysellik ve tarihi gaflet yaşanmış olur. Türkiye’de herkes HDP projesini ve HDP amblemi adı altında seçime girmenin anlamını, değerini bilmelidir. Eğer Türkiye’nin demokratikleşmesinin Kürt sorununun çözümü temelinde gerçekleşmesi isteniyorsa, daha doğrusu Kürt sorununun çözümündeki en önemli, en doğru yol-araç buysa o zaman herkesin bu

Şubat 2015

doğru, politika ve araç etrafında bütünleşmesi gerekir. Bu açıdan bu seçimlerde ittifak politikası önemlidir. Ama ittifak politikası belirtilen bu siyasi ufuk temelinde olursa bir sonuç alır. Bu siyasi ufuk temelinde ittifaklar yapılırsa Türkiye’nin tarihini, kaderini belirleyecek seçim yaşanır olacaktır. Ama yok, geçmişte olduğu gibi seçimde milletvekili çıkarmanın bir ittifakı olacaksa veya HDP projesine, HDP etrafında oluşacak demokrasi ittifakına, faydacı, günlük yaklaşılırsa ne bölgenin ne Türkiye’nin siyasi durumu ne de bu siyasi duruma cevap verecek sorumluluk ve ciddiyet anlaşılmış olur. Böyle olursa da tabii ki soruna basit yüzeysel yaklaşılmış olur. Basit yüzeysel yaklaşanlar da tabii ki böyle bir projenin güçlenmesi konusunda gereken sorumluluk ve ciddiyeti göstermezler. İttifak sorunu önemlidir. Bu çerçevede belirli sol güçler HDP, çatısı altında birleşiyorlar. Alevilerin HDP’ye önemli ilgileri var. Türkiye’deki kadın hareketlerinin, demokrasi güçlerinin birçoğunda HDP projesine ilgi artmıştır. Bu, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de görülmüştür. O bir tesadüf değildi. Hatta Cumhurbaşkanlığı seçimi bir kişi üzerineydi, herkes sorumluluk duymuyordu. Şimdi her köy, her kasaba, her şehir sorumluluk duyacak, bu sorumlulukla çalışacaktır. Çalışılırsa gerçekten de barajı aşmak mümkün olacaktır. Tabi ki bu ittifaklar içine bazı güçlerin alınması önemlidir. ÖDP’nin alınması önemlidir. ÖDP gibi düşünen bazı çevrelerin alınması önemlidir. Çünkü Türkiye’nin demokrasi birikiminde üç temel damar vardır. 1970’lerde bu damarlar önemli toplumsal temel kazandı. Toplumsal temele dayalı bu damarlar zayıflamış olsa da varlığını sürdürmektedir. Bu açıdan Denizlerin, İbrahimlerin geleneği belli düzeyde HDP etrafında toplanmayı anlamlı bulmaktadır. Bir kısım THKP-C, Mahir geleneği içinde olanlar da tabii ki böyle bir projeye destek vermekte ve içinde yer almaktadırlar. Ama THKP-C geleneği içinde önemli bir damar olan Dev-Yol hareketinin ve bugünkü temsilcisi olan ÖDP’lilerin bu ittifak içine girmeleri tabloyu tamamlayacaktır. Türkiye demokrasi birikiminin bütünlüklü hale gelmesini sağlayacaktır. Özgürlük Hareketi geçmişten beri kendisini Denizlerin, Mahirlerin ve İbrahim Kaypakkayaların devamcısı olarak görüyor. Önderlik bunu sürekli tekrarlıyor. Eğer Türkiyedeki sosyalist damarın üç akımı da bu ittifakta yer alırsa Önderliğin tekrarladığı Özgürlük Hareketi’nin Türkiye demokrasi güçlerinin, sosyalist güçlerin parçası olduğu gerçeği de pratikleşmiş olacak. Bu şekilde fotoğrafın tamamlanmış olması, Türkiye demokrasi birikiminin bir birbirini güçlendirerek, birbirini etkileyerek büyük bir sinerji ortaya çıkarması ve bu temelde de seçimlerde güçlü bir demokrasi hareketinin oluşması gerçekleşecektir. Bunun görülmesi önemlidir. Yunanistan’daki SYRİZA hareketine bakılırsa nasıl bir ittifak kurulduğu görülür. Sosyalistlerden radikal demokratlara, Arnavutlardan Makedonlara, Türklere kadar çok geniş yelpazede toplumsal kesim bu hareketin içinde yer almaktadır. Sadece bir parti değil, bir harekettir. Bir dönem

20


Özgür Halk İtalya’da Zeytin Dalı Hareketi vardı, yine Güney Amerika’da birçok halk böyle ittifaklarla sonuç almıştı. Şimdi de Türkiye’nin önüne böyle bir fırsat gelmiştir. Kaldı ki Türkiye’nin Yunanistan’dan, Güney Amerika’dan daha fazla böyle bir ittifaka ihtiyacı vardır. Çünkü Türkiye’nin sorunlarının Yunanistan’dakinden, diğer yerlerdekinden daha köklü bir şekilde çözülmesi gerekmektedir. Bu açıdan hem HDP’lilerin bu projeyi derinliğine anlayıp doğru pratikleştirmesi, hem de HDP dışındaki sol, sosyalist, demokrasi güçlerinin HDP projesini anlayarak bu proje etrafında birlikleşmeleri gerekmektedir. Böyle bir ittifakın kurulmasında sosyalistler başta olmak üzere tüm radikal demokratik güçlerin ısrarlı olması hayatidir. “İkna edemedik, bir defa söyledik olmadı, iki defa söyledik olmadı, olmuyor” gibi ucuz yaklaşımlarla HDP projesinin gerçekleştirilme ısrarından vazgeçilmemelidir. Çünkü bağımsız adaylarla seçime girmek bu projeden vazgeçmek anlamına gelmektedir. İttifaka gelmede tereddüt yaşayan çevrelerle yapılan görüşmeleri kesmemek gerekir. Kesinlikle Sol, sosyalist, demokrasi güçleriyle, Müslüman demokratlarla, demokrasiden yana olan Alevilerle, diğer etnik topluluklarla, Araplarla, Çerkezlerle, Ermenilerle, Süryanilerle ve topluluklarla ilişkiye geçerek geniş yelpazede radikal bir demokrasi hareketinin sağlanması gerekir. Bu sağlandığında baraj aşılır ve Türkiye’nin kaderi yeniden çizilir. HDP ve HDP içindeki siyasi güçler etkileyecekleri bütün güçlerle yoğun bir ilişki kurmalıdırlar. Tek tek ilişkilenmelidirler, bileşenler olarak oturup görüşmelidirler ve bu seçime en geniş ittifakla girmelidirler. Artık Güney Amerika’da görüldüğü gibi, Yunanistan’da görüldüğü gibi, şu bu partinin arkasına takılarak toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek mümkün değildir. Artık neoliberalizmin hakim olduğu dünyada sistemin soluyla, sağıyla bir yere gitmek de mümkün değildir. Dolayısıyla onların yedeğine girmek tarihi bir gaflet olur. Hele hele CHP ile bir yere varmak mümkün değildir. CHP içinde dürüst insanlar olabilir, sola yakın insanlar olabilir, ama CHP’nin karakteri hala geridir. Türkiye’ye demokrasiyi getirecek programa, projeye, ufka sahip değildir. O yüzden kesinlikle CHP’yle demokrasi güçlerini yan yana getirme yaklaşımları Türkiye’nin demokratikleşmesi projesini boşa çıkartmaktır. Bu da projeye ihanet anlamına gelir. Bu açıdan şimdi artık Yunanistan’daki gibi sosyalistlerin, radikal demokratların, tüm etnik ve dinsel toplulukların ve onların örgütlerinin bir araya geleceği bir demokrasi hareketine, demokrasi bloğuna ihtiyaç vardır. İşte bu HDP etrafında gelişecek bloktur. Bunun dışında AKP iktidarını hiç kimse geriletemez, AKP’yi Türkiye’nin başından bela olmaktan çıkaramaz. Öyle CHP’yle ittifak ya da ilişki ile AKP’nin önü kesilemez. Bunu düşünmek aslında siyasetten uzak olmaktır. AKP’yi geriletme adına böyle bir politika içine girmek yüzeysellektir, sığlıktır. Türkiye’nin demokratikleşmesi sorununa geniş ufuklu yaklaşmamaktır. Bu açıdan HDP’nin kendi amblemi çerçevesinde seçime girmesi en doğru politikadır. Bunun dışındaki her türlü

21

Şubat 2015

yaklaşım, politika yersizdir, yetersizdir, sıradandır, yüzeyseldir, taktik bile değildir, sadece günü kurtarmaktır. Kürt Özgürlük Hareketi kesinlikle radikal demokrasi hareketinden yanadır, bunu desteklemektedir, bunun merkezinde solun olduğunu düşünmektedir. Solun merkezinde olduğu bir demokrasi hareketi Yunanistan’dan, Güney Amerika’dan daha köklü sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Büyük toplumsal ve siyasi değişimlere yol açacaktır. Böylelikle demokrasi güçleri Türkiye’de büyük itibar kazanacak ve toplumsallaşacaklardır. Böyle bir radikal dönüşümü yaratan blok itibarlı olacak ve blok bileşenlerinin çalışma zeminleri de güçlenecektir. Bu gerçeği görerek gereklerini yerine getirmemek Türkiye’nin demokrasi mücadelesinden, tarihinden, mevcut siyasal durumundan habersiz olmaktır. Bu açıdan HDP projesi önemlidir. Özellikle SYRİZA hareketi nasıl bir demokrasi hareketi oluşumuna örnektir. Kuşkusuz Türkiye’de oluşacak olan hareket birebir aynı olmaz. SYRİZA’nın kısa sürede bu güce ulaşması kesinlikle onun izlediği ittifak politikası sonucudur. Bu ittifak politikasının dayandığı program sonucudur. Türkiye’de böyle olmaz denilmesin. Kesinlikle Türkiye’de buna Yunanistan’dan, Güney Amerika’dan daha fazla ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç karşılandığında Türkiye halkları da, Kürt halkı da bu projeye büyük değer verecektir. Bu proje etrafında Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun, Alevi sorununun çözülmesi sağlanacaktır.


Özgür Halk

Şubat 2015

Güneşimiz Karartılamadı Tüm İnsanlığa Işık Oldu Rahşan Xelikan

Nesneleştirilen kadın, komplocu eril tarihin ilk kurbanıdır Komploculuk devletçi uygarlığın en temel özelliğidir. Sınıflı uygarlık varoluşunu ve devamlılığını bu karakteristik özelliğine dayanarak, yaşar ve yaşatır. Sınıflı toplumun bu lanetli olgusunun sömürü ve iktidarla bağı çok somut anlaşılmalıdır. Komplo kötü niyetten veya tanrıların insanları sevmemesinden kaynaklanmamaktadır. Kötü ahlaklı insanların bir oyunu da değildir. Etle tırnak kadar sömürü toplumunun yapısına bağlı bir iktidar mekanizmasıdır. İktidarın görünen yüzü değil, görünmeyen yüzü daha önemlidir. Gerçek iktidar oyunları halktan, toplumdan gizlenmiş yüzde oynanır. Bu oyunun adı ise çoğunlukla komploculuktur. Yani iktidarcı sistemin aysbergi bağrında taşıdığı komploculuktur. Komploculuk binbir maskeyle o kadar örtülü hale getirilmiştir ki, gerçeğin kendisi sanılır. Komploculuğu, toplumun gücünü ele geçirme, toplumsal emeği sömürme oyunları olarak, tanımlamak da mümkündür. İktidarın bu görünmeyen yüzünün mayası, elbette erkek egemenlikli zihniyettir. Dolaysıyla komploculuk eril geni taşır. Bu sistem ve zihniyet ilk komplosunu kadın üzerinde gerçekleştirmiştir. Nesneleştirilen kadın, komplocu, eril tarihin ilk kurbanıdır. Bu kurbanın özgürlükten koparılıp, köleleştirilmesiyle lanetli egemenlik tarihi başlamıştır. Doğanın, toplumun tahakküm altına alınması, komploya alet edilmesi, bu İLK düşüşten sonradır. Tarihin ilk komplosu ve bütün komplolar kaynağını buradan alır. Eğer komploculuğu, emeğin, anaç kültürün, komünal özgürlükçü değerlerin gaspı olarak tanımlıyorsak, buradan başlatmak en hakiki olandır. Tarihin bu en eski, en köklü komplosunu bilince çıkarmak, devletçi uygarlığın ataerkil, sömürgen karakterini anlamlandırma açısından önemlidir. Köleliğin derinleşmesi, normalleşmesi, toplumsallaşan bir hal almasında egemenlikli zihniyetin başat rolü kadar, sistemin yapısallaşmasında komplocu yöntemler belirleyicidir. Devletçi uygarlığın demokratik uygarlığa karşı mücadelesi bir nevi komploculara karşı komployu boşa çıkaranların savaşıdır. Enki’ye karşı İnanna’nın, Zeus’a karşı Prometeus’un, Nemrut’a karşı İbrahim’in, Roma’ya karşı İsa’nın, Yezid’e karşı Hüseyin’in, Engizisyonlara karşı cadıların, egemen sınıf ve uluslara karşı yok sayılan halkların, işçilerin mücadelesidir. Toplumsal aklın ve emeğin gücüyle ortaya çıkan, toplumsal enerji, egemenlerin bin bir hile ve oyunlarıyla istismar edilerek, bir avuç komplocunun iktidar şehvetlerine, hegemon arzularına kurban edilmiştir. Tarihsel toplumun bütün kesitlerinde

bu gerçeği ve mücadeleyi görmek mümkündür. Fakat bu gerçek öylesine ince maskelerle örtünmüştür ki yalan, doğru-güzel ve iyi olanın yerine geçerek, meşru kılınmış ve insanlığa yutturulmuştur. Devletli, sınıflı, iktidarcı yaşam tanrının emri gibi kabul görülmüş, komplolarla başkalaşmış, yabancılaşmış, sahte yaşam, doğal olanın yerine geçmiştir. Tanrının yeryüzündeki cisimleşmiş halleri olan aile reisi ve devlet babanın fetişi üzerinden, sınıflı toplumsallık, eşitsizlik, özgürlüksüzlük doğal yaşam halleri olarak yaşanılmakta, yaşanılmayacak olana karşı geliştirilen normalizasyon yaşamın kendisi yerine konulmaktadır. Bu hakikatten kopma ve yaşam dışılık aslında insanlığın başına örülen en büyük komplodur. İktidarcı güçler oyunlarını, sarıp sarmalayıp gizleyerek, ustaca yöntemlerle kendini topluma yenilir yutulur hale getirir. Komplocu, iktidarcı sistemin belki de en görünür hali baskı zor yüzüdür. Bu yüzü insanlık tarafından her zaman isyanla başkaldırıyla karşılık bulmuştur. Asıl hileli yalan dolanla örülü olanı gün yüzüne çıkarmak, ona karşı mücadele etmek daha ürkütücü ve zordur. Devletçi sistem, toplumun aklı ve zihniyeti üzerinde uyguladığı hegemonik üstünlükle, baskılama ve zor yöntemlerini zaman ve mekâna göre iç içe kullanarak sistemini ete kemiğe büründürür. Bunu en iyi ideolojik argümanlarla yapar. Tarihin başında kadını Âdem’in kaburga kemiğinden, insanı tanrı kralların dışkısından yaratan mitlerle, Ortaçağda biat kültürünü doğallaştıran kaderci, kulluk ideolojisi haline gelerek kendine yabancılaşan devletleşmiş dinlerle, Kapitalist uygarlık sürecinde de en fazla adeta dinselleştirdiği milliyetçilik ve liberalizmle bunu geliştirmiştir. Tarihin en büyük toplum kırımı bu ideolojik argümanlarla gerçekleştirilmiştir. Emperyal güçlerin çıkarları uğruna milyonlarca insanın ölümüne yol açan devasa savaşlar, atom denemeleri, yerle bir edilen coğrafyalar, cetvelle çizilen sınırlar, harabeye dönüştürülen tarihsel toplumun birikimleri, ulus-devletlerin en komplocu ideolojik formu olan milliyetçilikle, faşizmle yapıldı. Ulusun tekliği, bölünmezliği ve tüm toplumun olduğu yalanı, insanlığın başına musallat olan en büyük komplo değil midir? Tekliğin naralarıyla kimliksizleşen, fakirleşen aslında birbirine benzeşen toplumsal yığınların zihniyetlerine ekilen düşmanlaştırıcı, öldürücü komplonun hesabını hangi komplocudan sormak gerekir? Bu komplonun farkında olmadan yaşamak da insanlığa vurulmuş en büyük darbe değil midir? Bu ideolojik hegemonyanın esası özne-nesne ayırımındaki uçurumdur. Kadının erkek, ezilen ulus ve toplumların egemen sınıf ve ulus

22


Özgür Halk karşısında nesneleştirilmesi bu ideolojik hegemonyanın özüdür. Zaten iktidarcılığın, tahakkümün olduğu yerde nesneleştirme ve ötekileştirme gelişir. İktidar varoluşunu bu tanrısallaştırdığı ikilemlere dayandırarak kullaştırmayı geliştirir. Kategorileştirme, en’leştirme ve karşıtlaştırmanın bir yaşam felsefesi haline gelerek doğallaşması, gerçeğin yerine geçmesi zaten her türlü istismar, tahakküm ve iktidarcılığa yol açar. Doğayı, kadını, toplumu sömürme zihniyette kurulan, bu güçlü-zayıf ikileminden- ki bu ikilemler insansı tanımlardır- kaynağını almaktadır. Dolaysıyla gücü ele geçirme için her türlü yol mubah görülür. İşte iktidarın özü bu mubah görülen yolda uygulanan her türlü komplodur.

Şubat 2015

kâhine bağlı olan on ikinci havari Yehuda İskaryot’tur. Yine bir komplolar çağı olan Ortaçağ, tüm cinayetlerini, iktidar oyunlarını ve hatta çıplak sömürüsünü tanrı adına yaptığını iddia etmektedir. Dinsel örtü ve tanrı, bütün toplumsal sömürü ve baskıların gerekçesi yapılmaktadır. Bu şekilde gerekçe yapılan Allah ve din sözcüklerinin içi açıldığında, içinde her türlü baskı, iktidar, sömürü ve kandırmanın gizli olduğu görülecektir. Özellikle iktidarlaşarak devletleşen döneminde, dini dogma toplumun üstünde tümüyle bir komplo sistemi geliştirmektedir. İslamiyet’te Muaviye ve Abbasi hanedanlıklarıyla başlayan bu dönem hayli ibret vericidir. Belki de hiçbir dinin tarihinde İslamiyet’te olduğu kadar komplo yoktur. Dört Halifeden üçü komployla katledilmişlerdir. Oniki İmamların başına gelenlerin çoğu komplodur. İslamiyet’te dile gelen Takıyyecilik, aslında komploculuğun ta kendisidir. Bu yolla sayısız cinayet işlenmiştir.

İktidara çanak tutan ağacın içindeki kurtçuklar Efendi-köle ikilemi güce sahip olma, tapınmayla birlikte güce yaranmayı da doğurduğu için her türlü ahlaksızlığı ilkesizliği de üretir. Efendilerin olduğu yerde sadece köleler yoktur. Bir de iktidara çanak tutan çanak yalayıcılar vardır. Devletçi iktidarcı sistemin ruhu olan Kimsesi Bunlar ne egemenlere ne de ezilenkomploculuk, makyajlı bedenlerle olmayan, lere benzerler. Ezilenlerin emekörtünerek, toplumsal yaşamın tüm başarmasını bilen tek bir lerini efendilere peşkeş çekmek dönemlerinde değişik versiyonevlada sahip olmayan bir için adeta kemirici bir rol oynarlarla süregelmiştir. Biçimlerin dehalk için umut kaynağıydım. lar. Ağacın içindeki kurtçuklar ğişmesi, başka renkler alması, gibidir bunlar. İçten içe kemikesinlikle özün değiştiği anlaİmralı sürecinde bana dayatılan rirler, çok daha maskelidirler. mına gelmiyor. Toplumun dekomplo, umudun zerresini Tarihin belli başlı dönüm noktamokratik komünal karakterini ve bırakmayan cinsteydi. İdam ve larında hep bu tipler karşımıza bunun mücadelesini sürdüren psikolojik savaşın uzun süre çıkacaktır. Gılgamış destanındaki öncülerini bitirmek, geriletmek gündemde tutulması bu Enkido’nun kendi soyundan olan için tarihten günümüze komplocu amaçladır Humbaba’ya nasıl ihanet ettiği, yöntemler her daim uygulanmıştır. hatta özgürlük emareleri kalmasın Bu yöntemler sadece dıştan saldırıdiye Humbaba’yı nasıl öldürttüğü bilinir. larla gerçekleşmemiş, içteki zayıflıklar Hurri-Mitanni Devletinin düşürülüşünde rol da sonuna kadar kullanılarak, ihanetin gelişoynayan işbirlikçi prens Matizawa’dır. Med Hanedanı- tirilmesiyle saldırılar içten güçlendirilmiştir. Dolaysıyla nın düşürülüşünde Persli yeğen Kuros başrolü oynar. her komplo, devletçi sistemden mayalandığı kadar, iktidara yaranmaya çalışan, ona erişmek için onun pesTarihte iz bırakan tüm olaylarda komplolar sırıt- paye bir uzantısı olmaya soyunanlardan da beslenir. maya devam eder. Anadolu üzerinden uygar- Onların, yaptıkları iktidar sahiplerinden daha kötüdür. lık değerlerini Avrupa kıtasına taşımada başrolü İktidarın gölgesinde bile nefes almayı kendilerine yaoynayan Troya’nın düşürülüşü yine komployladır. Kah- şam belleyenler, asıl iktidar sahiplerinden daha fazla raman Hektor Troya’yı savunmaktadır. Kent bir türlü komplolara zemin sunar ve toplumların bünyelerine düşürülememektedir. İlyada Destanında Homeros ihanet tohumları ekerek, toplumsal ahlakı yozlaştıbu anı tüm acılı sahneleriyle birlikte anlatmaktadır. rır, başkalaştırır ve çürütürler. Güçsüzlük üzerinden, güce göz dikenler sadece güçlülere maşa olabilirler. Klasik çağın en çok bilinen ünlü komplosu Julius Sezar’ın öldürülmesidir. Rol oynayanların önemli bir Kapitalist uygarlık çağındaki komplolar da ulus kısmı yakın çevresidir. Güya Roma’yı Sezar’ın dik- devletin ideolojik formu olan milliyetçilikle ayyutatörlüğünden kurtaracaklardır. Komploda en acı- ka çıkarılmıştır. Ulus devlet sistemiyle bütün toplı rolü yeğen Brutus’u oynaması, bu işin bir kuralını luma mal edilen milliyetçilik zehri, insanlığın babir kez daha karşımıza çıkarmaktadır. Bu ve başka şına çöreklenmiş, tam bir baş belası halini almış, birçok örneklerde görüldüğü gibi bir kişinin, bir parti- kimi zaman dincilikle, kimi zaman cinsiyetçilikle örnin, bir halkın en yakınından bazıları elde edilmedik- tülü tarihin belki de herkesçe yapılan en tehlikeli, topçe, komplolar kolay kolay başarıya ulaşmazlar. Sezar lumun tüm dokularına nüfus etmiş komplo gerçeğidir. komplosu, daha sonra zincirleme birçok imparator ve kralın başına gelecektir. İktidar ve komplo birbirine Kürt toplum olgusunda komploculuk, daha ilkçağda çok bağımlıdır. Nitekim Hz. İsa’yı da ele veren, baş derinliğine kök salmış bir özellik olarak ağacın kurdu

23


Özgür Halk rolünü oynamaktadır. Kurtçuklar çoktur ve yaşamak için toplumsal varlığın kendisi olan ağacı her tarafından kemirirler. Kürtlerin tarihsel toplumsallığında Beko’lar boydan boya tarihe düşürülmüş soysuz kişiliklerini akıtmışladır. Aynı bedende yer alanların içten içe hançerlemeleri ve o ruhunu satan ihanet sarmalında kendilerine yer açmaları kadar acı ve korkunç ne olabilir ki… Senden olanın bu kadar pervasızlaşması, aslını inkâr eden haramzadeden öte nasıl tanımlanabilir. Kürtlerin folklorik ifadesi olarak acılı destanları, hep bu yönlü ihanetleri ve zaafları boşuna işlememişlerdir. Çünkü toplumu, özgürlük ağacının bağrındaki bu kurtlar sürekli kemirmektedir. Bu da yaşamın hepten acılı geçmesi demektir. Destanı, türküsü bunu bir feryat olarak bugüne taşıması boşuna değildir.

Şubat 2015

karakteriyle bağını bir nebze olsun gözler önüne sermek istedik. Bu komplonun içeriğini tekrar tekrar irdelemek, dehşetini sürekli hafızalar da canlı tutmak ve bunu dinmeyen bir öfkeye, bir mücadele gerekçesine dönüştürmek gerekmektedir. GÜNEŞ’İN yörüngesinde olmak, sadece komployu lanetlemek değildir. Komplonun, tarihsel, sistemsel, toplumsal, felsefik yönlerini bilince çıkarmak, bu yok etmeye yeminli çemberin korkunçluğunu her an ruhta, yürekte hissetmek ve o çarmıhı sırtında taşıyarak, amansızca, tereddüt yaşamadan, kavgaya sarılmakla, özgürlük kazanılacaktır.

Unutmayalım ki, bu komployu tezgâhlayanlar, Önderliğimiz, Çağdaş Prometeusçuluğa mahkûm ettiler. Efsanedeki Prometheus’un Kafkasya Dağlarına çivilenmesiyle, İmralı kayalığına çivilenme arasında fark yoktur. İşte tarihin her dönemindeki işbirlikçi güçler, adeta Dünyanın bütün egemenleri ve yerli işbirlikçileri bu devrimci enerjinin yutulması için, bitirici, çürütücü rol komployu gerçekleştirmek için tüm güçlerini seferberoynarlar. Kürt halkının bağrında yeşerecek özgüce, öz ler ettiler, her türlü komplocu yolu mubah saydılar. Orkimliğe dayalı bir devrimci hareketi çıkarlarına hiç uy- tadoğu’da yükselen Güneş’i söndürmek, boğmak için gun bulmazlar. İşbirlikçi güçler, komplocu egemen güç- aç kurtlar gibi saldırdılar. Dostlukları bozdular, ihaneti ler tarafından, en ehil araç olarak hem Kürtleri terbiye ve gafleti körüklediler, pervasızca her türlü çıkarları uğetmek ve kontrol altında tutmak, hem de komşu ülkeleri runa buz gibi suratlarıyla, onuru hiçe saydılar, parayı Kürt sorunu konusunda denetimde tutmak ve her şeyin üstünde tutarak başköşeye oturttuyararlanmak için koruma altına alınırlar. lar. Bütün emperyal güçlerin elinin içinde Bu güçler adeta devrimci enerjinin yuolduğu kördüğüme dönüşmüş, soykıtulması için paratoner görevi görürrım kıskacındaki Kürt sorunsallığıler. Yeni dönem Kürt işbirlikçisinin, nı, demokratik bir zemine taşırma Önderliğimiz, komplosunun özü, yapay olarak çabasına karşı bütün kapıları Çağdaş Prometheusçuluğa oluşturulmuş burjuva efendilerle kapattılar. Önderliğimiz her yermahkûm ettiler. Efsanedeki Kürtleri denetim altında bulunde istenmeyen adam ilan edildi. durmaya dayanmaktadır. KenSuriye sınırı ablukaya alındı, Prometheus’un Kafkasya dilerinden ve işbirlikçilerinden her türlü askeri teçhizat sınıra Dağlarına çivilenmesiyle, İmralı hesap soracak devrimci halk yerleştirildi. Suriye’yi neredeyse kayalığına çivilenme arasında Önderliğinden yoksun bırakmak dünyanın bütün etkili istihbarat fark yoktur da, bu komplocu yaklaşımın en örgütleri tehdit ederek baskı uyönemli ayağıdır. ‘’ Kürt işbirlikçiguladı. Suriye’den çıkılmazsa her liğinin kendine has bazı özellikleri şey tuz buz edilip cehenneme dövardır. Sadece bir gücün emrini yerinüştürülecekti. Büyük çabalar ustaca ne getirmekle yetinmezler. Kendilerinden yollarla inşa edilen bu büyük dostluk ve hesap sorabilecek olası güçleri her tür kompkardeşlik zeminine dayatılmayan tehdit nereloyla düşmanlarından önce tasfiye etmeyi en öncelikli deyse kalmamış gibiydi. Mayın tarlasında, ateş hatgörev bilirler. Ortadoğu’nun en çok kullanılan unsurları tında yürütülen bu mücadeleyi kana boğmaya ramak olmaları, bu yapısal özelliklerinden ötürüdür. Kürt Öz- kala gerçekleştirilen çıkış olmasaydı, Suriye üzerinden gürlük Hareketi ile savaşımları bu yapısal özellikleriyle daha o zaman Ortadoğu kan gölüne dönüştürülecekti. bağlantılıdır. O nedenle özgürlük hareketine karşı sa- Aslında Ortadoğu’ya müdahale o zaman başlatılmıştı. vaşa girmelerinin temel nedeni de, içyüzlerinin deşifre Irak’ın işgal senaryosu Önderliğimizin teslim edilmeedilmesi halinde, halka hesap vermekten duydukları siyle çok sıkı sıkıya bağlantılıdır, işgal aslında bu opekorkudur. Kürt halkının bin yıllık komplocu zihniyet ve rasyonla başlatılmıştır. Daha doğrusu Büyük Ortadoğu güçlerinden kurtulması, bu savaşın sonuçlarının doğru Projesinin hayata geçirilişinin kilit adımlarından biri ve değerlendirilmesi ve özgürlük tercihinin doğru yapılma- ilki kesinlikle bu operasyondu. Ecevit’in ölmeden önce sıyla yakından bağlantılıdır.’’ Dolaysıyla komplocu güç- “Öcalan’ın niçin teslim edildiğini bir türlü anlamıyorum” lere karşı mücadele sadece Uluslarası arenada değil, demesi boşuna değildi. ‘Birinci Dünya Savaşı nasıl bir de Kürdün bedenin de inşa edilen, Kürt kılıflı fakat Avusturya veliahdının bir Sırp milliyetçi tarafından vusonuna kadar kapitalist modernite uzantıları olan kuk- rulmasıyla başlatılmışsa bir nevi “Üçüncü Dünya Salalara, taşeronlara karşı da yürütülmek durumundadır. vaşı” da bana yönelik operasyonla başlatılmıştı. OpeÖnderliğimize karşı gerçekleştirilen uluslararası komp- rasyondan sonraki süreci anlamak için operasyonun lonun tarihsel arka planını, sistemin yapısal, özsel öncesinde ve sırasında olup-bitenleri iyice anlamak

24


Özgür Halk gerekir. Clinton (ABD başkanı) ilgili sorunu görüşmek için Hafız Esat’la biri Şam’da diğer de İsviçre’de olmak üzere 4 saatten fazla süren iki toplantı yaptı. Hafız Esat konumumun önemini o görüşmelerde fark etti. Özgürlük değerleri liberalizmle zehirlenmişti Yine en büyük fedakârlık Önderliğimiz tarafından sergilendi. Ortadoğu gibi binbir tuzakla örülü bir coğrafyada kalmak ve bu tuzakların arasında ustalıkla siyaset yaparak demokrasiye, özgürlüğe, alan açmak, nefes aldırmak hiç de öyle kolay değildi. Bunca emeğe, oluşturulan değere karşı, çıkış kararını almanın da zorlukları çoktu. Hele hele Ortadoğu’yu bırakıp, Avrupa’ya açılma adeta bir dönemin kapanması, cehennem taşlarıyla örülü yeni bir adımın başlangıcıydı. Kürt sorununun Uluslararası yüzünü, Avrupa yürüyüşüyle dünyaya gösterme ve onları demokrasileriyle yüzleştirme zamanı gelip kapıya dayanmıştı. Ortadoğu’da yeşeren, kökleşen, ağacın dünyaya açılarak, meşrulaşıp, meyve vermesi gerekiyordu. Diğer yandan Ortadoğu orjinli bu peygambersel, efsuni çıkış, Batı’nın demokratik değerleriyle buluşmak için böyle bir yolculuğa çıkmak zorundaydı da. Fakat ne yazık ki cadıların tanrıça erdemlerinden, giyotinden geçirilen hümanist değerlerden, Rönesansçılardan, barikattan barikata koşan komünarlardan, özgürlüğe tutkulu anarşist ruhlu Çiçek gençliğin direnişle, sıradışılıkla bilenmiş değerlerinden eser kalmamıştı. Özgürlük, demokrasi değerleri, liberalizm zehriyle bulandırılarak tanınmaz hale gelmiş, çıkar batağına gömülmüştü. Bu yürüyüşle boğazına kadar çıkara batmış Avrupa’nın demokrasisinin ne kadar sözde olduğu ve paranın hizmetine girdiği açığa çıkmıştı. “Sokrates’i Perikles’i yargılayan, baldıran zehri içirten Helen aristokrasinin komplo ve oyunları yine tarihe hükmünü veriyordu. Asya, Afrika, Avrupa’da bana yer yoktu. Amerika ‘Yakalarsam teslim ederim’ derken, tarihte her zaman resmi toplumun egemen güçlerinin yalın, soğuk, vicdansız ve tam çıkarına göre mantığını tereddütsüz yürütüyordu.” Rusya bir zamanlar on milyonların kanı üzerinde var olmuş sosyalist değerleri ayaklar altına nasıl aldığını, bir takım projeler karşısında Önderliğimizi pazarlık konusu haline getirerek gösteriyordu. Kısacası komplo içinde Ortadoğu çaresiz kalışıyla, Avrupa sahte demokrasi maskesiyle kapattığı çıkar oyunlarıyla, ABD bizzat bu kalleşçe planı hazırlama, bütün güçleri kendi çizgisine çekip, tehdit ederek komployu uygulayan güç olarak yer almış bulunuyorlardı. Bütün bu planlar, Ortadoğu’nun ve özgürlük hareketinin öncüsüz kılınarak, kaosa sürüklenmesine ve kriz üzerinden emperyal güçlerin çıkarlarını sürdürmesine ve hegemonyalarını kurmaları üzerine düzenlemişti. Eğer Önder Apo komplo ve ihaneti büyük bir onur savaşına dönüştürmeseydi, lanetli tarih bir kez daha hükmünü icra etmiş olacaktı. Tarihsel kırılmayı, lanetli kölelikten özgürlük yönüne doğru çevirmek bu görevin başarısı olacaktı. Atina, Moskova, Roma

25

Şubat 2015

ve tekrar Atina üzeri Kenya-Nairobi’de sonuçlanan dehşetvari macera yeniden bir doğuş yapmayı dayatıyordu. Ortaya çıkan sonuç; sadece bir infaz da değil, bir çarmıha gerilmeydi. Bu infaz ve çarmıhın gardiyanlığı da Türk iktidar elitine verilmişti. Ortaya atılan bu ateş topuyla Anadolu ve Kürdistan cehenneme dönüştürülecek, komplocu güçler de bu cehennem ateşinde olgunlaşan cennetlerini yaşayacaklardı. Komplo sadece Kürtler’e değil Türkler’e de yapılmıştı Batı, Türk iktidar elitinin iktidar için ne kadar zaaflı olduğunu biliyordu. Bu zaafı kullanarak Kürtler’ le Türkler üzerinde sınırsız hâkimiyet geliştirmek istiyorlardı. Komplo üzerinden hortlatılan, kışkırtılan milliyetçilik ve ulusçuluğun Türk toplumsal olgusuyla onun tarihiyle ilgisinin az olduğu bu yaratımın yabancı menşeli olduğu açıktı. Teslim ediliş biçimi ve bunda rol oynayanların niyeti terörün sona ermesi ve çözüm olmayıp bir yüzyıl daha sürecek anlaşmazlığın temelini derinleştirmekti. Tipik bir İsrail-Filistin ikilemi yaratılmak isteniyordu. Nasıl ki yüzyıllardır bu ikilem Ortadoğu’da Batı hegemonyasına hizmet etmişse, ondan çok daha boyutlu olan Kürt Türk ikilemi de en az bir yüz yıl daha batının hegemonik hesaplarına hizmet edecekti. Batı tarafından tezgâhlanan, oluşturulan her türlü suni ikilem –etnik ve mezhepsel çatışmalar gibi- Ortadoğu’yu kana ve kaosa bulandırmıştır. Önder Apo’nun Türkiye’nin elinde ölmesi ile “iti ite kırdırma” politikası mükemmel işlerlik kazanacaktı. İtler ne kadar birbirini kırarsa, sonuçta kendi politikası kazanacaktı. Bütün hesaplar kör bir direnişe çekme ve yaşamını sonlandırma üzerine yapılmıştı. Önderliğimizin ölümü üzerine gün sayıldığı Atina gazetelerinde bile işlenmişti. Komplo Önderliğimiz şah-


Özgür Halk

sında sadece Kürtlere değil, Türklere de yapılmıştı. Kürtlerden daha çok Türklere yapıldığını kavratabilmek en önemli sorundu. Türk devletinin kendisini başarı şehvetine kaptırması her türlü körlüğe neden oluyordu. Linç kültürüyle terörize edilen, provakatif ortam Önderlğimizin büyük sağduyu, öngörü ve barışçıl demokratik duruşuyla boşa çıkarılmıştır. Her iki halkın tarihsel ortak yaşam kültürüne dayalı geliştirilen duruş sayesinde Kürt halkının öfkesi kontrol altında tutulmuş, korkunç sonuçlara yol açacak bir iç savaşın eşiğinden dönülmüştü. “Bu gerçekler karşısında intiharı seçemezdim’’ Bu komployla Önder Apo şahsında Özgürlük Hareketi’nin bitirilmesi hedefleniyordu. Önderlikten arındırılmış bir Kürt hareketi aranıyordu. Başsız bırakılan gövdenin dağılması, tarumar olması planlanıyordu. İğdiş edilmiş, efendilerin hizmetinde, geleneksel işbirlikçiliğin modern bir versiyonu oluşturulmak isteniyordu. Egemenler tarih boyunca devrimci, demokratik sosyalist hareketlere karşı başarıyla uyguladıkları iğdişleştirme yöntemiyle, devrimci önderleri ve örgütleri tasfiye etmişlerdi. Bu konuda ustadırlar. Özgürlük hareketlerini bitirmenin önderlerini yok etmekten geçtiğini çok iyi bilirler. Onlar nice öncü kahramanın, alnında yıldız taşıyanların katilidirler. Özgürlük yürüyüşlerinin en önde yürüyenlerini kurşunlayarak, onların ölümsüzleşen bedenleri üzerinde yaşamak en büyük marifetleridir. Ya öldürmeyi seçerler ya da etkilerin kırmak için ölümlerini zamana yayıp, çürütmeyi esas alırlar. İkisi de Önder Apo’un muhteşem direnişi karşısında yenilgiye uğradı. Aslında her şey Güneşimiz’in ölümüne göre ayarlanmıştı. Ağırlıklı olarak fiziki, bu olmazsa anlam itibariyle yok edilmesi hedefti. Komplo o kadar derin ve bilinmezlerle doluydu ki, bunu yırtmak gerçekten mucize değerinde çok ileri bir insanlık çıkışını gerektiriyordu. Tüm dünyanın karşı taraf durumuna düşürüldüğü, en yakın dost ve yoldaşların bile hâkim inançlarına ve moral değerlerine göre “şerefli bir ölüm’’den başka bir şey beklemedikleri bir acımasızlık kaderine göre düzenlenmişti. Asrın mantığı buydu. Dostun da, düşmanın da mantığı

Şubat 2015

buydu. Duygu ve inançların donduğu nokta da burasıydı. “Mesele kahramanca ölmem değildi. O rolü sayısız kahramanlar benden sınırsız güçle başardılar. Eksik olan, o kahramanlara layık yaşamın tanımını güçlü yapmak ve zalimlerle sahtekârların miraslarını saygısızca istismar etmemeleri için kullanabilecekleri tüm yolları engellemek ve geçitleri kapatmaktır. Önderlerin anısına bağlılık gereği halen bu görevi sürdürüyorum. Bu gerçekler karşısında intiharı seçemezdim. Dayanılması zor koşullar karşısında Kemal Pirler ’in anısı gereği ölüm orucu düşünülmedi değil. Daha uçaktayken tek kelime konuşmadan, bu yolu denemek akla gelmedi değil. Ama geliştirilen oyunun da tam bunu beklediği ve oyunu oynayanların karanlıkta kalacağı, ölmemesi, öldürülmemesi gereken insanların öleceği ve birbirini öldüreceği belki de etkisi yüz yıllara yayılabilecek bir intikam sürecinin, birlikte yaşam kültürü güçlü olan halklarımız arasında yeşereceği gerçeği, kişisel intikam hisleriyle ve acılarıyla kendimi sonlandırmaya hakkımın olmadığını açıkça dayatıyordu. Trajedim ne kadar acı ve hak edilmedik olsa da bazı değerler için yaşama gücü göstermeliydim. Önemli olan benim kişisel onur ve gururum değil, sistematik değerlerin hesabını doğruya yakın yapabilmek ve fırsatı olursa karınca kararınca hayata geçirebilmektir. Yaşam kararlılığım ana hatlarıyla bu biçimde oluştu. Açık ki hem öz hem biçimde beni tepeden tırnağa bir gözden geçirme ve dönüşüm görevi bekliyordu. Yaşamam, bu görevin başarısına bağlıydı. Kimsesi olmayan, başarmasını bilen tek bir evlada sahip olmayan bir halk için umut kaynağıydım. İmralı sürecinde bana dayatılan komplo, umudun zerresini bırakmayan cinsteydi. İdam ve psikolojik savaşın uzun süre gündemde tutulması bu amaçlaydı. İlk günlerimde nasıl dayanabileceğimi ben bile tahayyül edemiyordum. Değil yıllar bir yılı nasıl geçirebileceğimi düşünemiyordum. Kendi kendime yerindiğim şöyle bir düşüncem oluşmuştu. Milyonlarca kişiyi daracık bir odada nasıl tutabilirsiniz!”… “Gerçekten Kürt Ulusal Önderliği olarak zindana giriş koşullarında milyonların sentezi haline kendimi getirmiş veya getirilmiştim. Halk da böyle al-

26


Özgür Halk gılıyordu. İnsan ailesinden çocuklarından yoksunluğa hiç dayanamazken ben ölümüne birleşmiş milyonların iradesinden bir daha hiç kavuşmamacasına nasıl uzun süre dayanabilecektim! Halkın birkaç satırlık mektupları bile verilmiyordu. Bütün bu hususlar tecridin yol açtığı durumu kısmen anlaşılır kılabilir. Fakat benim konumumun özgün yönleri vardı. Kürtlere ilişkin birçok ilklere ilk çıkış yaptıran kişi konumundaydım. Yarım kalan bu çıkışların hepsi özgür yaşamın olmazsa olmazlarıydı. Halkımızdan herkese her toplumsal alana ilişkin ilk çıkışı yaptırmış ama hiç birini güvenilir ellere, koşullara terk edememiştim. Bir aşığı düşünün. İlk aşkı için çıkış yapmış. Ama eller tam tutuşacakken hep havada kalmış” diyen Kürt Halk Önderliği halkların ellerini kavuşturma, kardeşliği barışı sağlama uğruna, İmralı’da emsalsiz bir direniş sergilemiştir. Bu direnişin öncülüğünde, genç bedenlerin alevleriyle, yediden yetmişe halkımızın sergilediği büyük direnişle, özgürlük hareketinin de büyük sahip çıkışıyla bu hunhar saldırı boşa çıkarılmıştır.

Şubat 2015

yeniden anlamına kavuştu. Rahiplerin, tanrıların, imparatorların, kapitalistlerin ve bilumum iktidar sarhoşlarının maskeleri düştükçe, özgürlük nefes alır hale geldi. Tarihin en büyük yalanları İmralı’da deşifre edildi. Devletsiz, iktidarsız yaşamın olamayacağına binlerce yıldır toplum ikna edilmişti. Yalan olan, doğru, gerçek diye yaşanıyordu. Bu bir kaderdi, hükmünü icra edecekti. Kadere başkaldıranlar zaten tarih boyunca kadersizliğe mahkûm edilmişlerdi. Ya aslanlara yedirileceklerdi, ya derileri yüzülecekti, ya yakılacaklardı, ya giyotinden geçirilecekti, ya da zindanlarda çürümeye terk edileceklerdi. Direnişin anatomisi kölenin efendiye karşı başkaldırısıyla başlamıyordu. Bu kutuplaşmadan önce bin yıllarca insan eşit, komünal, demokratik, sınıfsız, doğal otoriteye dayalı öz yönetim anlayışıyla yaşamıştı. Özgürlükçü yaşam ulaşılmak istenen uğrunda mücadele edilen değildi, yaşamın kendisiydi. Cehennemi yaşatmak için insanlığın cenneti yok sayılmıştı. Gerçek tarih, tarihten silinmiş, tarih İlk’in, başlangıcın, dişil doğallığından koparılarak, erilleştirilmiş, devlerin savaşına inDirenişin anatomisi yeniden yazıldı dirgenmişti. Yaşamın öz, ilk, doğal hali tarihsel topluBüyük komplolar dönemi, kesinlikle büyük mun hafızasından silinmişti. Doğal yaşamın dönüşümleri de beraberinde getirir. Doyerine efendilerin, egemenlerin, devletÖnder layısıyla Kürt Halk Önderi sadece lerin tanrısallaştırılarak, özneleştirildiApo iktidar, komployu boşa çıkarmadı, yeni bir ği, gerçek yaşam kurucularının ise tahakküm altında paradigmanın doğuşuna da önnesneleştirildiği, tahakkümün iktiinim inim inleyen, cülük etti. Devletçi iktidarcı paradarın doğal bir hal aldığı doğa, anlamsızlaştırılan, digmadan, demokratik-ekolojik insan, evren dışı eril bir yaşam ve kadın özgürlüğüne dayalı kuruldu. Bu doğal olmayan fakimliksizleştirilen, toplumcu bir paradigmaya ve kat doğal görülen tarihselliğin nesneleştiren toplumu, sistem inşasına doğru yol aldı. en acı ve trajik yanı özgürhakikatiyle, canlılığıyla, Komplo umudun zerresini bılük adına mücadele edenlerin ahlaki ve politik karakteriyle rakmayan cinsten olduğu halde, de aynı tuzağa düşmeleriydi. buluşturarak, yeniden Önder Apo İmralı’yı mükemmel devrimci dinamik bir okul haline getirdi. Modernist, Fikrin ve zikrin güzelliği kazandırmıştır devletçi, iktidarcı, cinsiyetçi paraeylemde somutlaşmalıydı digmanın iflası bu okulda gerçekleşti. Kürt Halk Önderi İmralı’da bu ölümİmralı’da her şey gerçek anlamına, özüne cül paradoksun şifresini çözdü. Özgürlük kavuştu. Çünkü anlam özünden uzaklaşmış, adına yola düşenlerin, köleleştiren argüman başkalaşmıştı. En büyük yabancılaşma zihniyet dünya- ve araçları kullanmaları kabul edilemezdi. Özgürlüğün sında yaşanıyordu. Tarih, toplum, felsefe, doğa, yaşam amaçları kadar araçları da temiz olmalıydı. İktidarın, ve toplumsal yaşama dair her şey anadiline kavuştu. devletçiliğin cinsiyeti, sınıfı, ulusu yoktu. Uğruna mü“İlk insan yürüyüşünün nasılını, ilk anlam damlasını, bir cadele ettiğin değerlerin karşısına düşmek, onlarla çekelimenin mucizevi türeyişini, ekini ilk ekmenin büyük lişmek, hatta aynı enstrümanları kullanarak, efendiye coşkusunun bayram anlamına geldiğini, hayvan dostlu- benzeşmek, amaçlara ihanet etmekle eşdeğerdi. Yani ğunun verdiği güveni, doğal kuvvetlerin tanrılaşmasını, nesneleştirilenler, ezilenler adına devletleşmek, iktidatoplumun ilk kendini tanımlamasının her tür tanrısallı- rın sarhoşluğuna kapılmak, tarih boyunca özgürlük müğın kaynağı olduğunu, ana tanrıçanın erdemini, onun cadelesi yürütülenlerin en büyük handikabıydı. Bu anetrafında dokumalı, kerpiç ve taş evli, el değirmenli ve lamda tarih boyunca insanlık tarafından yaşanılan akıl çapalı yaşamın büyük devrimini anladıkça, komployu tutulmasına ışık yakılmıştı. İsyan-başkaldırı ikileminin hazırlayan 20. yüzyılın son yılının kahrından biraz kur- sonuçta birbirine benzemesi sadece sistemleri yumutuluyordum. Anlam işini daha da geliştiriyorum’’ İmralı şatıyor, nefes aldırıyordu. Sadece efendilerin zulmüne kesinlikle büyük bir zihniyet düşünsel patlamaya tanık- başkaldırı yetmiyordu. Onların modernitesine, yaşam lık etti. Kürt Halk Önderi yaşadığı yoğunlaşmayla in- tarzına karşı da mücadele ederek, alternatif özgürlüksanlık için adeta bir fikir yağmuru haline geldi. Kirlenen çü demokratik yaşamı inşa etmek en hakiki olandı. Salt yürekler, pas tutmuş beyinler, alışılarak, kabullenilen zorla, devirmeyle, yıkmayla devrim inşa edilmiyordu. yaşamların hepsi bu yağmurla yıkanmayı yaşadı. An- Uluslar kendi kaderlerini devletle, işçilerin proletarya lamın tılsımına özüne ulaştıkça ruhlar canlandı, hayat diktatörlüğüyle tayin ederek özgürleşmiyorlardı. Ulus-

27


Özgür Halk

Şubat 2015

ların, halkların özgürlüğü sadece ve sadece demokra- mühendisliğinin icadıydı. Toplumsal sistemlerin öztik ulusla gerçekleşebilirdi. İktidarcı devletçi paradigma gürlüğü, toplumsal doğaya uygunlukla ölçülür. Toplum halkları, kültürleri sadece birbirine düşürüyordu. Oysa özyönetimiyle, öz karar gücüyle, her türlü ihtiyacını kültür zenginlikleri, halkların çeşitliliği iktidarcı sistemle karşılayacak kolektif organizasyonlarla bu gömleği fakirleşiyordu. Devlete karşı devlet, iktidara karşı iktidar, yırtıp atacak güçteydi. Toplumun çeşitliliği, zenginliği, tahakküme karşı tahakküm özgürlük adına mücadele akışkanlığı, homojenliği asla kabul etmez. Mühendislik edenlerin yolu olamazdı. Ateş ateşle söndürülemezdi. toplumun heterojen dokusunun öldürülmesiydi. Önder Başkalarının çizdikleri yolda yürüyenlerin varacakları Apo iktidar, tahakküm altında inim inim inleyen, anlamdurak kendilerine ait olmayan bir sondu. Kendisi olmak sızlaştırılan, kimliksizleştirilen, nesneleştiren toplumu, kendine ait olan yol ve yöntemleri gerektiriyordu. Fikrin hakikatiyle, canlılığıyla, ahlaki ve politik karakteriyle zikrin güzelliği eylemde somutlaşmadıkça anlam ifa- buluşturarak, yeniden devrimci dinamik kazandırmıştır. de edemezdi. Elbette bu sonuçlara zihniyet ahlak ve Toplum üzerinde uygulanan çoban-sürü diyalektiğinin vicdan devrimiyle ulaşıldı. Felsefe kaba materyalizm- yerine toplumsal aklı, özyönetime, öz yeterliliğe dayalı den idealizmden, sosyoloji pozitivist anlayış ve toplum demokratik kuruluş ve toplumcu öncülüğü açığa çıkarmühendisliğinden, tarih düz çizgisel yaklaşımlardan, dı. Kadını toplumsal inşanın öznesi haline getirdi. Sideterminizmden uzaklaştırılarak adeta zincirlerinden yasetin, yönetimin hayata dair her şeyin rengini, sesini kurtarıldı. Felsefe çelişkileri, iktidarcı bir tarzda ele işlevini kadınlaştırdı. Bu sadece kadının aktifleştirilmealıştan arındırılarak, çelişkilerin tamamlayan, si değildi. Toplumun kadının zekâsıyla, duygusimbiyotik olan varlığı ekseninde, çeşitlisuyla, elleriyle örülmesi, inşa edilmesiydi. liğin bir aradalığına dayalı doğal diyalektikle buluşturuldu. Efendi-köle, Metalaşan, maddileşen Bütün Zin’ler ve tanrı-kul, patron-işçi, doğa-insan, dünyaya karşı Adule’lerin, Mem ve kadın-erkek, toplum-devlet, gibi maneviyatın yükselişi Dervişe Evdi’si de oldum. ikilemlerin esası felsefedeki özİmralı akademisi insanlığın anMani’lerin, Mazdek’lerin, ne-nesne ayırımına dayanmaklam, ruh, arayış anlamında Babek’lerin son ahından tadır. Canlı doğa anlayışından büyük çöküşler yaşadığı bu tutalım, Hüseyin’in Kerbela animist düşünüşten kopan felrenksiz, sözsüz, donuk çağda sefenin topluma hizmet etmekbüyük bir umut ve ışık kaynağı yalnızlığını, Hallacı ten ziyade iktidarların meşruiyeolmuştur. Her şeyin metalaştırılMansur’un hakikat aşkını, tine hizmet ettiği açığa çıkmıştı. dığı, maddileşen, dünyaya karşı Pir Sultan’ın dostluk Doğanın aklı, canlılığı, tamammaneviyatın, duygusal zekâdan rütbesini de taşıdım layıcı, ahenge dayalı muhteşem kopuk, salt analitik zekâyla tam dengesini, basit bir organizma olabir sapma halini yaşayan bilimciliği rak tanımlama ve insan merkezli bakış ise felsefeyle, ahlakla, vicdanla buluşaçısıyla salt insanın hizmetinde görme en turdu. Bilimi kuantumik dünyayla yeniden büyük körlüktü. Doğa ananın kucağında büyüyen yorumladı. Pozitivizmden kopardı, bütünselliğe kanankör evlatların tekrardan doğa anayla buluşması öz- vuşturdu. Tüm bilim disiplinlerinin aynı aileden geldiğigürlük felsefesinin temelini oluşturuyordu. Özgürlüğün ni, akraba olduklarını hatırlattı. Bilimi felsefeyle, tarihi en sade tanımı anaya doğaya dönüştü. “Bizim felse- sosyolojiyle, hepsini toplumculukla harmanladı. Yine femiz bir atın gözlerindeki anlamı sezmekten tutalım, sosyalizm devletçi paradigmadan kurtarılıp ekolojikbir kuşun sesindeki anlamı çözmeye kadar yaşamı leştirilmiş, demokratikleştirilmiş, toplumsal kurtuluş ve bir bütün olarak algılar. Yaşlı bilgeye büyük saygıdan özgürlük kadın özgürlüğüne indirgenerek, gerçek kökbaşlayıp, bir ceylan kadar ürkek bir genç kızın gözle- leriyle buluşturulmuştur. Egemen sınıfların elinde bir rindeki arayışa yanıt olmaya kadar anlam yüklüdür’’ demagojiye, kapitalist modernitenin kendini topluma yedirme oyunu için adeta bir süse, sosa dönüştürülen Toplum mühendisliği demokrasi gerçek anlamına kavuşmuştur. Toplumsal toplumun heterojen dokusunun öldürülmesiydi varoluşun demokratik kültürle, sistemle sürdürülebiYine toplumsal doğanın aklı, ruhu, doğal işleyişi, sa- leceği ve asla araçsallaştırılamayacağı, en temel yavunmaların derinliğiyle gerçek tanımına kavuştu. Top- şam tarzı olduğu belirginlik kazanarak, başatlaşmıştır. lum mühendisliği, toplumun gerçek anlamda tanımlanmasına değil, yabancılaşmasına hizmet etmişti. İmralı’da her kavram özüyle, ruhuyla buluştu Toplumu, akılsız, duygusuz, iradesiz, bir yığın olarak Kısacası İmralı akademisin de her şey her kavram tanımlamak, sonuna kadar iktidara kapı aralıyordu. özüyle ruhuyla buluştu. Dahası erkek egemenlikli zihToplumların ahlaki politik özellikleri sayesinde varo- niyetle tanımlanan her şey baş aşağı edildi. Ekonomi luşlarını sürdürdükleri, bu özelliklerin örselenmesi- tekelcilikten, baba yasalarından ayrıştırıldı. Kadın yanin, geriletilmesinin, toplumların yok olduğu anlamına salarıyla komünal işbölümleriyle buluşturuldu. Politika gelmediği, tarihsel toplumun açığa çıkardığı en temel çok yüzlülükten azad edildi. Toplumun yapım işleri, özsonuçtu. Toplumlara deli gömleği giydirme, toplum gürlüğün inşası olarak tanımlanarak, bir avuç elitin elin-

28


Özgür Halk den alınarak, toplumsallaştırıldı. Ahlak hukukun önüne geçirildi. Toplumun gerçek vicdanı, birleştirici öğesi, çimentosu olarak vücut buldu. Bu yenilikleri daha fazla sıralayabiliriz. Burada anlatılmak istenen yanlış hayatların neden doğru yaşanmadığına dair aranan cevaplardır. Yaşamın özgürce yaşanılması zihniyetlerin doğru örülüşüyle bağlantılıdır. İşte Önder Apo İmralı’da toplumu, insanı tahakküm altına alan, karıncalaştıran tüm tuzaklardan kurtarmış, köleleştirilen şifreleri kırmıştır. İktidarın mikro-makro tüm hallerini çözümleyerek, iktidar dışı olanın sade, güzel, doğru, insanca olduğu gerçeğine erişmenin, mutluluğuyla insanlığı tanıştırmıştır. En zor koşullarda, ölüm çukurunda bile taşta yeşeren çiçek misali nasıl yaşanılacağını ve alternatif üretileceğini dostta düşmana göstermiştir. Ölüm, intihar çizgisine karşı onurluca direnerek yaşamayı, kısasa kıssası, öl öldür felsefesini nasıl yaşa yaşat felsefesine dönüştürdüğünü ispatlamıştır. Özgürlükçü sosyalist değerlere bağlılık temelinde nasıl barışılacağını, en umutsuz, yaprak kıpırdamayan zeminlerde bile nasıl demokratik siyaset yapılacağını, çoklu alternatif yöntemlerle aç kurtlar sofrasında, kurt-kuzu ikilemine düşmeden başı dik ayakta kalmayı, onunla sınırlı kalmayıp milyonların beklentilerini cevap olmayı, Güneş olmayı başarmanın tarifi nasıl yapılabilir ki… Dolaysıyla İmralı yeni bir yaşamın, yeni bir felsefenin adım adım inşa edildiği bir mekân olmuştur. “Zindanda tahammül gücünün tek ilacı hakikat algısını geliştirmekti. Yaşamın geneline ilişkin, olarak hakikat algısını güçlü yaşamak; yaşamın en keyifli anına daha doğrusu anlamına erişmekti. İnsanlar niçin yaşadıklarını doğru kavradıkça her yerde yaşamak onlar için sorun olmaz. Yaşam sürekli hata ve yalanlar içinde geçerse anlamını yitirir. Böylece yaşamın yozlaşması denen olgu ortaya çıkar. İnsan yaşamı hakikat algısı gelişkin olanlar için tam bir mucizedir. Yaşamın kendisi büyük heyecan coşku kaynağıdır. Yaşamda evrenin anlamı gizlidir. Bu gizi fark ettikçe zindanda da olsa yaşama katlanmak diye bir sorun olmaz. Zaten özgürlük içinse zindan orada büyüyecek olan hakikat algısıdır. Hakikat algısıyla büyüyen yaşam, en zor acıları bile mutluluğa dönüştürebilir Böyle yaptıkça da tarihin büyük canlanışını ve dalga dalga üzerime gelişini gördüm. Bütün Zin’ler ve Adule’lerin, Mem ve Dervişe Evdi’si de oldum. Mani’lerin, Mazdek’lerin, Babek’lerin son ahından tutalım, Hüseyin’in Kerbela yalnızlığını, Hallacı Mansur’un hakikat aşkını, Pir Sultan’ın dostluk rütbesini de taşıdım. Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbrahim’lerin arkadaşıydım. Mazlum, Hayri, Kemal ve Ferhat’ların intikam savaşçısıydım. Böylesi her çağdan, her milletten binlercesinin birleşen ve bilince kavuşan son örnekleriydim. Kadın, erkek ve ulus ayrımı yapmadan, ilgisi olan arkadaş olmayı her şeyden üstün saydım. Belki arkadaşlarım beni hiçbir zaman böylesi bir durumda görmeyi hayal bile etmemişlerdir. Onlara gerçekleri bir daha açıkladım. Beğeniyor, doğru buluyorlarsa, benim trajedim onlar için en büyük güç kaynağıdır. Halen büyük çalışıp başaramıyorlarsa, ken-

29

Şubat 2015

dilerini aldatma konumundalar. Vazgeçsinler diyorum” Önder Apo bugün de İmralı’yı bir siyaset akademisine dönüştürerek, farkındalığını yaratma üzerinden üçüncü bir ses olmayı başarmış, muhatap olduğunu kanıtlamıştır. Yoldaşlarına düşen de tüm yetersizlikleri aşarak bu büyük yükselişe layık olmaktır. GÜNEŞİMİZ KARARTILAMADI, DOĞUDAN YÜKSELEN GÜNEŞ TÜM İNSANLIĞA IŞIK OLDU. Bu ışığı ruhlarımıza damıtarak, güzelleşmeyi, güzelleştirmeyi yakalayarak, zamanın ruhuyla birlikte yaşamaya varsanız ne duruyorsunuz, uçsanıza… Bu yükseliş Kobane’de, Şengal’de büyük bir direniş abidesine dönüşerek, dünyalaştı, insanlığa mal oldu. Nitekim insanlıkta direnenleri öyle tanımladı. Onlar sadece Kürtler için savaşmıyorlar, karanlığa ve faşizme karşı bütün insanlık için savaşıyorlar. Komployu direnen APOCU ruh kırdı. Bu direniş ki, dünün terörist diye nitelendirilenleri insanlığın kahramanlarına dönüştürdü. Bu direniş ki, yok edilmeye mahkûm edilmiş bir halkın etrafındaki ölüm çemberini yerle bir etti. Çoğu yerde ismi bile alınmayan bir halk bütün dünya halklarına emsal oldu. Eğer bir halk özgürlüğüne aşkla bağlanmışsa onu hiçbir lanetli komplo yok edemez. Bu sonuna kadar çıkara batmış dünyada kutsalın yürüyüşleri olmaya yemin içenlere hangi komplo dayanır.


Özgür Halk

Senar Serhat

Şubat 2015

Apocu Felsefe ve Çağa Meydan Okuyan Özellikleri

“Sosyal bilim olarak felsefe tıpkı doğuş sürecindeki gibi bir rolü günümüzde de oynamak durumundadır. İktidarlaşmış bilime karşı felsefeye dönüş özgür toplumun çıkış ilkesidir. Felsefeye dayanmayan bir demokrasinin kolayca yozlaşacağı ve demagogların elinde halkları yönetmenin en soysuz aracı olacağı tarihte ve günümüzde sayısız örnekleriyle kendini göstermiştir.” Felsefesiz yaşam olmaz. Kendi öz bilincine, anlamına, felsefesine göre yaşamayan birey, kendisiyle birlikte, toplumu da hiçleştirip, köleleştiren egemen zihniyetin, cinsin felsefesine göre yaşamak zorundadır. Bu da özüne, kendine yabancılaşmada anlamını bulmaktadır. Uzun insanlık tarihi boyunca halklara, kadına en çok kaybettiren de öz felsefelerine göre yaşamamalarıdır. Bu güne taşınan insanlık değerlerini bizi tarihsel köklerimize bağlayan bağları korumamızı sağlayan da bu öz felsefeye göre, yaşamakta ve yaşatmakta ölümüne direnen halklar, kesimler, bireyler olmaktadır. İnsanlığın köşkünde oturan tanrılar Örneğin, ağır kölelik koşullarında insanın insana, insanın sevgiye, insanın hakka, adalete yabancılaşmasına karşı çıkan Zerdüşt, tanrıya kafa tutarak yeni bir çıkışı kendine dönüşü göstermiştir. Soru sormadan, hazır, başkalarının cevaplarına göre yaşayan Grek halkına sadece soru sorarak yaşamın anlamını ve orada ne kadar yer kapladıklarını hatırlatan Sokrates’in sorularını hiç bir baldıran zehiri geri alamamaktadır. Halkların ‘ilk evrensel partisini’ yaratan İsa’yı ve onun etrafında kenetlenen milyonları bugünkü İncil’le, papayla izah etmeye veya Hz. Muhammed’i bugünkü İslam’la anlamaya çalışmak boşuna bir çaba olmaktadır. İsa’yı Hz. İsa yapan, Muhammed’i Hz. Muhammed yapan, insanlığın vicdanını esas almalarıdır. İnsanlığın köşkünde oturan tanrılar, köşklerini sallayan vicdanın ve aklın seslerini ya içlerine girip kirleterek düzenlerine harç yapmış ya da yakarak, zehirleyerek, çarmıha gerip, derilerini yüzerek, kılıçtan geçirerek yok etmek istemiştir. O ilk, en ilkel ve en doğal, eşit, özgür ses, özüne, insanlığına ihanet etmeden, inatla varlığını sürdürmeyi bilmektedir. Mani, Nesimi, Bruno, Yunus, Mevlana, Pir Sultan, Şeyh Bedrettin ve Marks’ta da cisimleşerek bugüne taşırılan bu öz, bu felsefedir. Bu tarihsel birikimin toplamı ve en güçlü sesi olarak bugüne ulaşan Önder Apo’yu, felsefesini anlamak bu uzun tarihsel direnişi, temsiliyeti anlamlandırmaktan geçmektedir. Anlamanın en büyük eylem olarak nitelendirildiği Apocu felsefenin çağa, uygarlığa meydan okuyan özelliklerini anlamak ve ta-

nımak için hangi koşullarda, hangi felsefenin anti-tezi olarak şekillendiğini açmakta yarar vardır. Tanrı-kul, tanrı-köle egemen sistemlerinin en son halkası olan kapitalist sistem sınıf, cins ve doğa sömürüsünün en üst boyuta ulaştığı bir özelliği sahiptir. İşsiz sayısının her geçen gün artıp, çalışan emekçi ve işçilerin gönüllü köleliğe adeta teslim olduğu ve kadının cinsel obje, meta olarak en çok düşürülmesine karşın, kadın özgürlük bilincinin ve imkânlarının en çok olduğu, çözümsüzlüğün derinliği ile orantılı olarak, çözüme en çok olanak sunan bir yüzyılda yaşamaktayız. Bilimsel teknik gelişmeler ve buluşlar insanlık tarihinde çığır açacak niteliklere ulaşmasına rağmen, dünyayı parselleyen bir avuç egemenin elinde, insanı istediği gibi yönlendirmenin biçimlendirmenin, doğadan ve kendinden koparmanın aracı haline getirilmektedir. Dünyanın önemli bir kısmı açlık sınırında yaşarken, diğer taraftan bir kaç ülkenin bütçelerini ceplerinde taşıyan, ürettikleri fazla malları ne yapacaklarını şaşıran ekonomi patronları çağın çıkmazlarını oluşturmaktadır. Teknoloji içinde kaybolarak doğaya alabildiğine yabancılaşan insan bu gerçekliğin yanı sıra, yeryüzünün çölleşmesi, ozon tabakasının delinmesi, hayvan ve bitki türlerinin tükenmesi, ormanların azalması, artan hava kirliliği ile karşılaşmaktadır. Bu da dünyanın yok oluşunun her geçen gün artan belirtileri olmaktadır.

30


Özgür Halk Yaşamın felce uğratıldığı çağ gerçekliğinde anlam arayışı Aile kurumu tarihinin en kötü koşullarını yaşamaktadır. Ahlaki ve moral değerlerinden yoksun yaşamdan koparak sanal âleme kendini kapatan, zaman zaman çete örgütlerinin ve ruhsal gel-gitlerinin peşinde terör estiren gençlik geleceksizliğin göstergesi olmaktadır. İnsanlığı bugüne kadar yaşatan topluluk, toplu ortak değerler etrafında gelişen yaşam, çılgınlaşan bireyin bencilliğinin, egoizminin, canavarlaşan tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadır. Önder Apo, tüm bu gelişmelerin iç içe geçtiği, çelişki ve çatışmaların en yoğun yaşandığı bu dönemi ‘kaos aralığı’ olarak tanımlamaktadır. Bu kaosa, çıkmaza sürükleyen hangi felsefedir? Ya da felsefesizlik? Yaşamın felce uğratıldığı çağ gerçekliğinde anlam arayışı anlamına gelen bir felsefi bakıştan ziyade, anlamsızlığın kuyusunda kaybolan insanla karşılaşmaktayız.

Şubat 2015

birer birer açılmaktadır. Sınıf, ulus ve cins gerçekliğinin zamanımızdaki yansıyışı gözler önüne serilmektedir. Yargılamanın ve yadsımanın yerini anlama almaktadır. Apocu felsefede, diyalektiğin karşılıklı bağımlılık ve değişim yasalarının tarihe, birey ve toplum ilişkisine çarpıcı uyarlamasını görmekteyiz. Bireyin duruşu, her hangi bir hareketi, iş yapma tarzından yola çıkarak, bireyin bütününe ulaşılırken, yine bireyin kendisinden topluma ve evrene ulaşılacağı var sayılmaktadır. Bu yaklaşım tarzı bilimsel olduğu kadar aynı zamanda sezgiseldir. İnsan aklına denk, insan duygusunu da temel almaktadır. Bu yönüyle kaba materyalizmden keskin biçimde ayrılmaktadır. İçinde yaşadığımız bilgi çağı, akılla özdeşleştirilirken, vicdan, yürek yoksunluğu ile taşmaktadır. İdealizmin devamı niteliğindeki kaba materyalizmin sonucu olan bilimin, iktidarlaşma gerçeğinden hareketle insanlığın hizmetine sunulması gerektiği ve toplumda yaşanan köleliğin, özgürlüğe evrimi ancak felsefeye dönüş ilkesiyle gerçekleşebilecektir.

Mevcut tablo ile felsefesizlik doğrudan birbiriyle bağlantılıdır. İdealist felsefede dahi inancın, bir bakış açısının ve değerler sisteminin gereklerine göre yaşanılmakta İnsanı insan kılan sadece aklı değil, ve insana-doğaya-topluma da buna göre anlam akıl-duygu bütünlüğüdür biçilmektedir. Soyut, manevi tanrıların eridiFelsefenin taşıdığı anlam arayışındaki sınırği, maddenin tanrılaştığı zamanımızda, sızlık, insanı bütünlüklü ele alabilme güinsanın toplumu, insanın insanı yicünden ileri gelmektedir. İnsanı insan yerek tarihsel değerlere hiç bir şey kılan sadece aklı değil, akıl-duygu eklemeden inanılmaz ölçüde bir bütünlüğüdür. İnsanın küçük evKendi öz bilincine, tüketim yaşadığı görülmektedir. ren olduğu düşüncesi doğaya, anlamına, felsefesine göre Tanrıya dayanan idealist felsefe varolan canlı cansız her şeye yaşamayan birey, kendisiyle ile salt maddeye dayanan masaygılı, uyumlu hiyerarşik bakıbirlikte, toplumu da hiçleştirip, teryalist felsefe 20.yy’a cevap şı alt üst eden bir yaklaşımı geköleleştiren egemen zihniyetin, olamayarak, anlam verme ve rektirmektedir. İnsanın kendine cinsin felsefesine göre biçim kazandırma fonksiyonlayabancılaşması, o ilk cennetini yaşamak zorundadır rını yitirmiştir. Susuzluktan kıvrayitirişi doğaya yabancılaşmasıynan bir insanın suya olan ihtiyacı, la başlamaktadır. Uygarlık (uygarözlemi kadar aciliyet arz eden bu sızlık) tarihine damgasını vuran hinoktada yaşamı, doğayı ve insayerarşik, sınıflı toplumsal biçimleniş, nı daha derinden anlayıp, yorumlayan içinde direnişleri de ortaya çıkartırken, yeni bir felsefi akım ve bakış olmaktadır. zorlu mücadelelerle bu güne taşınan ilkel özü tecrübe ve bilimle birleştirme, cenneti dünyaÖze dönüş felsefesi da yaratmanın yolu olarak açığa çıkmaktadır. İnsanlı“Tarih ve geleneği ne kadar doğru biliyorsan, günümüz ğın ilk cennetine dönüş için erkek egemenlikli sistemin ve geleceği bu tarihi içselleştirdiğinde üstüne ekleye- çözümlenip parçalanması, kadının açığa çıkıp, rengini ceğin kadar değiştirebilir, dönüştürebilirsin.” ‘Kendini verdiği yeni bir uygarlık sisteminin yaratımıyla mümbilme tüm bilmelerin temelidir’ diyen Apocu felsefe en kün olmaktadır. Buradan yola çıkılarak, insanı-toplumu başta insanın tarihsel özüne ve kendine olan yabancı- kök hücrelerine kadar çözümleyen Apocu felsefeyi en laşmasını tersine döndürmenin adı olmaktadır. Kendini başta kadın özgürlük felsefesi olarak nitelendirebiliriz. tarihten ve dolayısıyla gelecekten soyutlayan, köksüzleşmeyi özgürlük sayan, bu günün varoluş biçimi yani Kadın özgürlük felsefesi biçimsizliği ret edilmektedir. “Tarih günümüzde biz tari- Kadın merkezli neolitik dönemin doğup, büyüdühin başlangıcında gizliyiz” diyerek köksüzlüğe, savrul- ğü Mezopotamya toprakları, bu ilk analık rolüne tam maya karşı özgürlüğün köküne kavuşmaktan ve onu ters orantılı olarak kadın şahsında insanlığın en çok bugüne taşımaktan geçtiği gerçekliği üzerinden hareket düşürüldüğü bir konumu yaşamaktadır. Apocu felseetmektedir. Birey çözümlenirken içinde şekillendiği aile, fe buna isyan, bunu kabullenmeme ve kadını yeniçevre ve aşiret özelliklerinden, sınıf, cins, ulus gerçek- den açığa çıkarma üzerinden gelişip serpilmektedir. liği ile bağlantılı ele alınmaktadır. O birey şahsında, ta- Kaybettiği yerde kazanmak, kadınla birlikte yitirilen rihin başlangıcından bugüne uzanan zincirin halkaları vicdanın, adaletin, özgürlüğün yeniden kazanılma-

31


Özgür Halk sıyla yaşamsallaşmaktadır. Ulusal savaşın eşiğinde evrensel ölçülere göre hazırlanan Önderlik özgürlük okulları, kadını klasik köle kadınlığından, erkeği egemen erkekliğinden kopararak özgürlük ölçülerine göre yeniden biçimlendirmenin temel sahaları olmaktadır. Geçmişten günümüze özel mülkiyetin ve ailenin gelişimi birbirine paralel ve iç içe gelişmiştir. Bu noktada kadın, erkeğin mülkü haline getirilmekle yetmiş kilitli zindana atılmaktadır. Kadının bedeninde, beyninde geliştirilen kilitleri kırmak için özgürlük laboratuvarı haline getirilen dağlarda kadın, tarihi ile kendisi ve erkekle kıyasıya bir mücadeleye tutuşmaktadır. Kimliğini kazanmak, kendine ait olabilmek için erkekten fiziksel ve beyinsel olarak ayrışmak, hep aynı yere gitmeye alışan ayaklara alışkanlığını değiştirtmek için zincir bağlamaya benzetmek yerinde olmaktadır. Doğruluğuna inanılan düşünce yaşamsallaşıyor Doğu felsefelerinde görülen filozofluk ve peygamberlik, yani bir nevi söz ve uygulamanın birlikte gerçekleşmesi Apocu felsefe için de geçerli olmaktadır. Doğruluğuna inanılan hiç bir düşünce yaşamsallaşmakta tereddüt geçirmemektedir. Yine doğudan aldığı insan merkezli insan yaşamının değişimi, anlam kazanması üzerine ahlaki boyutu ön plandaki karakterde ortaktır. Diğer bir en çarpıcı ortaklık değişim yöntemi olarak seçilen eski tarihlerdeki felsefenin dine yakınlığından kaynaklı çilecilik, yani sorunu kendinde çözme olmaktadır. Apocu felsefenin bilimsel yanından kaynaklı olan çözümlemeye dayalı sorunu ve evreni insanda yani birey olgusunda çözme esas alınmaktadır.

Şubat 2015

nen kadına ulaşmak, bu günün erkeğin nesnesi haline getirilmiş, silik, güvensiz kadınıyla onu buraya getiren erkek aklıyla güçlü hesaplaşmayı gerektirmektedir. Doğaya olan yabancılık, doğa üzerinde kurulan tahakküm kadın üzerindeki tahakkümün kalkmasıyla paralel bir mücadele ile ortadan kaldırılabilir. Doğaya en yakın cins, hem fizyolojik, hem düşünsel, hem de üzerlerinde kurulan tahakkümün ortak tarihiyle kadın olmaktadır. Özgür ilişki-özgür sevgi Apocu felsefede ölüme kilitli, birbirini mezara götüren Ortadoğu’nun, Kürdün kara aşk yazgısını bozup, yaşayan ve yaşatan aşklar yaratmak bir tutkudur. En temelde, insana, doğaya, kadına, toprağa, ülkeye ve evrene duyulan bir sevgi felsefesidir. Karşı cinslerin ilişkisi, insanın yalnızlığında büyük sevgisizlik içerisinde sığındığı bir liman olmaktan çıkarılmak istenir. Yüzünü dünya ve insanın salt maddi gerçekliğine dönen hiç bir sevginin gerçek olamayacağına inanır. Gerçek sevginin, genelle buluşup evreni kucakladığı, insani duyarlılıklar üzerinde kurulduğu oranda boğmayıp, yaşattığını ve büyüttüğünü ifadelendirir. Aşk özgürlük ister. Bireyin özgür kimlik ve kişilik sahibi olmasını gerekli kılar. Bilgelik sınırlarında seyreden bilinçle, duygularda derinlik ister. Kimseye ait olmamak, kendine ait olmak, birbirine değil, ortak amaca, ortak insanlık öz-

Doğunun duygusal zekâsı ile batının analitik zekâsının sentezi olarak şekillenmekte, bu da gerektiği kadar akıl, gerektiği kadar duygu ve sezgi bileşimini yaratmaktadır. Ne Doğunun inanç ağırlıklı oluşumundan gelen zayıflıkları, ne de Batının kaba maddeci, kuru yaklaşımlarındaki zayıflığı bünyesine almaktadır. Duygu yüklü zekâ, bu sentezin sonucu olmanın dışında en çok kadının düşünme yapısına denk gelmektedir. Vicdanı ve yüreği içinde barındıran akıl, eşitsizlik ile özgürlüksüzlüğe karşı bir önlem ve ölçüdür. Dünyayı alım-satım ilişkilerinin sonucu çöplüğe dönüştüren erkek aklı, yürek ve vicdan özellikleri taşıyan kadının duygulu aklıyla frenlenmek istenmektedir. Burada da açığa çıkan kadına yaklaşım, ideolojik, politik nedenlerden daha köklü felsefi bir varoluşsal temele dayanmasıdır. Kadını ele alışla doğayı, insanı ele alış aynı paralellikte ve birbirini destekler niteliktedir. İnsanın en mutlu olduğu zaman kendine ve doğaya yabancılaşmadığı, ağırlıklı olarak kadının yarattığı değerler üzerinde kurulan neolitik yaşama, doğaya biçtiği anlamın, bakışın olduğu çağdır. Ve eğer yeni bir sistem, yeni bir dünyayı yaratmak veya o ilk öze dönmek isteniyorsa, bu ancak kadının eski gücüne, düşünce yapısına dönüşü ile mümkün olmaktadır. Yaratan, besleyen, büyüten, kendine güve-

lemlerine kilitlenmek aşkın ilkeleri olarak belirlenir. Günümüz sevgi felsefelerinde zayıflık, sökülmüş tırnaklar ve dişler ilk göze çarpan olgular olurken, sevgi, aşk yenilenlerin oyalanma aracı gibi bir işlev görmektedir. Oysa Apocu felsefede bu tersine dönmektedir. Zayıflığın ve güçsüzlüğün olduğu yerde aşk adına en büyük aşksızlığın, bitmişliğin, köleliğin yaşanması,

32


Özgür Halk güç yaratımına bağlı bir sevgi ve özgürlük anlayışı doğurmaktadır. Buradaki güç, hiyerarşik baskı altına alan bir olgu değil, düşüncenin, duygunun, bilincin toplamına denk gelen duruşu ifade etmektedir. Zayıflıkta birleşme ihanete, gelenekselliğe, gerilikte ısrara götürürken, zafer kişiliğinde, güçte buluşma, özgürlüğe, yaratıcılığa, yeniyi geliştirmeye götürmektedir. Özgür toplum hedefini gerçek kılmak, özgür bireyi, özgür kadın ve erkek kişilik modelinin açığa çıkarıp yaşamsallaşmasını gerektirmektedir. Yaratılmak istenen özgürlük, soyut ve belirsiz bir imge değildir. Andaki varoluşun tarihsel kökleriyle bağlantısını kurabilen ve öz insani çıkarlar doğrultusunda, birey-toplum bağlantısını güçlü kurarak karar verebilen, iradeyle bu kararları uygulayan, kendini gerçekleştirme gücüne sahip birey ve toplumun özgürlüğünden bahsedilebilir.

Şubat 2015

en çok hiçe sayılarak yalnızlaştırılması ve bir hasta konumuna getirilmesi tüm çıplaklığı ile görülebilmektedir. Apocu felsefede birey, toplumla kurduğu sağlıklı bağlar ölçüsünde, gücünü yitirmeden kendini gerçekleştirebilmektedir. Toplum aleyhine bireyciliği körüklemek, içinde yaşadığı suyu kurutmak gibi bir anlama sahiptir. Bu feodal döneme kadar gelen tarihsel kesitte olduğu gibi ‘her şey toplumdur’ yaklaşımına da alabildiğine uzaktır. İnsanlık için bir geleceği var kılmak, ne kadar birey, ne kadar toplum denklemini doğru kurmaya bağlıdır. Yönetenlerin elinde istenilen her yöne yönlendirilebilen, kendi başına düşünmekten yoksun birey, kendi içinde olduğu kadar toplum için de potansiyel bir tehlike olmaktadır. Gerçek anlamda yaşanabilecek bir dünya için her şeyden önce kendinin, tarihinin farkında, düşünme mekanizmaları dumura uğratılmamış bireyi yaratmak, Apocu felsefede temel teşkil etmektedir.

Çocuk ve yaşlılara yaklaşımı açımlamak gerekirse, çocukluk ihanet edilmemesi gereken, insanın biçimlendiği İnsan tarihinden, kültüründen, ilk dönem olması itibariyle de en hassas ve en önemli dilinden bağımsız olamaz kesit olarak ele alınmaktadır. Varlığına saygı duymak, Otuz yılı aşkın mücadele tarihine an be an, soluk soluğa yaşamı anlamlandırmasını, kendini ve dünyayı özgür bireyi yaratma olgusu damgasını vurmuştanımasının koşullarını yaratmak, çocuklatur. İnsanı bu güne getiren toplum içinde ra karşı büyüklerin temel sorumlulukları yaşattığı değerlerdir. Bu değerleri hiçe olmaktadır. İçinde yaşanılan sistemsaymak, kendini, varlık koşulunu Apocu felsefede de en çok ezilen, yok sayılan, her hiçe saymakla eş değer bir anlam ölüme kilitli, türden fiziksel, psikolojik istismar taşımaktadır. Bu inkârı derinlemebirbirini mezara götüren konusu yapılan, özlemlerine, sine yaşayan kapitalist çağ insaOrtadoğu’nun, Kürdün kara dünyasına saygı duyulmayan nında kişilik bölünmesi, anlamaşk yazgısını bozup, yaşayan bir nesne konumundadır. Özensızlık, hiçlik, umutsuzluk, insanı den yoksun bir biçimde çirkin işlevsiz kılan derin bir yalnızlık ve yaşatan aşklar yaratmak bir ve acımasız yaşam gerçekliğihad safhadadır. Bu da göstutkudur. En temelde, insana, ne savunmasız bir biçimde terk termektedir ki, toplum canlı bir doğaya, kadına, toprağa, edilen çocukların, sağlıksız gelimekanizmadır. İnkâra dayalı bir ülkeye ve evrene duyulan şim koşulları toplumun psikolojik yaklaşımı içine sindirmesi mümbir sevgi felsefesidir sağlığını belirlemektedir. Sağlıklı kün değildir. İnsan tarihinden, külbir toplumun temeli olan çocuklara, türünden, dilinden bağımsız olamaz. öz sevgi, öz saygı ve öz güven kazanBunların bir sonucu olarak yeni şeyler dırma, kendilerini tanıyıp karar verebilen ve yaratıp, varlığını pekiştirebilir. Bu, toplum bir planlayıp disipline edebilen bir düzeye ulaştırmayı kaderdir anlamını taşımadığı gibi, tarihi değiştirme, insani bir görev olarak değerlendirmektedir. Böyle bü- toplumu yeniden biçimlendirme arayışı ve savaşı içinyük bir sorumluluk ailelere terk edilemeyecek kadar de olan Apocu felsefenin öğrencilerine özgür bireylerin önemli bir konudur. Yaşamsal tecrübenin doruğu olan tarihi etkileme ve değiştirme gücünü her geçen gün yaşlılar da tecrübelerinden yararlanacak koşulları ya- göstermektedir. Yani özünde bireycilik kişiyi toplumdan ratarak, onları işlevsel kılmak, güvenli, huzurlu yaşam soyutlayarak adeta elini kolunu bağlayıp, en etkisiz bir olanaklarını yaratmak temel toplumsal görevlerdendir. pozisyona itmektedir. Toplumla dengeli ilişki kurabilen bireyi aktif, etkili, rol sahibi bir yaşam beklemektedir. Birbirini besleyen birey-toplum denklemi Çocuk ve yaşlılara yaklaşımda açığa çıkan temel olgu, Apocu felsefede diyalektik insanlığın ve dünyanın bütünlüklü ele alınıp ilkel klan- Önder Apo’nun yaşama çıkış özelliklerinden bu güne daki ortak yaşam kültürüne denk bir düzenlenişe tabi büyüyerek taşınan, diyalektiğin amansız uygulanışıtutulması olmaktadır. Egemenlikli sistemlerin toplum- dır. Lanetin içinde kutsalı, en soysuz teslimiyetten diları parçalayıp, bireyi yalnızlaştırarak, ‘her koyun ken- renişi, ölüm sisteminden yaşam sistemini yaratmak, di bacağından asılır’ felsefesindeki üst boyuta varan amansız bir kişiliği fizik yasalarıyla, doğa yasalarını bencillik ve bireyciliği tersine bir çaba ile bütünleştiril- çözümlemeyi gerektirmektedir. Toplumsal olguların meye, sağlıklı bir birey-toplum denklemi kurulmaya ça- ilişkilerini, etkileşimlerini ve değişimlerini incelerken, lışılmaktadır. ‘Yaşasın ben’ sloganıyla toplum aleyhine Hegel’in sistemleştirdiği, Marks’ın toplum bilimlerine büyütülen, canavarlaştırılan bireyciliğin özünde bireyin uyguladığı tez-antitez senteze dayalı gelişim yasası

33


Özgür Halk en aktif biçimde uygulanmaktadır. İlk klan toplum yapısı doğal toplum olarak adlandırılarak tez olarak kabul edilirken, doğal toplumun bağrında gelişen hiyerarşik sınıflı toplum anti-tez olarak nitelendirilmektedir. İçinde yaşadığımız zaman dilimi bugüne dek anti-tez içinde pasif biçimde varolan doğal toplumun yani tezin, daha çok ortaya çıktığı, bir dönem olmaktadır. Doğal toplum, sınıflı toplum yapısını temsil eden güçlerin, felsefi düşüncelerin, çatışmasının en yoğunluklu yaşanıp sentezle sonuçlanacağı (anti-tez olan egemenlikli sistemin yaşadığı çürümeyle bağlantılı olarak) tarihsel bir süreci yaşamaktayız. Bu gelişme yasası özünde her varoluşun ikili, birbirine zıt özellikler barındırdığı gerçekliğinden hareketle, zıtların birliği diyalektik yasasına dayanmaktadır. Varoluş bağrında yok oluşu, özgürlük köleliği, çirkinlik güzelliği taşımaktadır. Yani tersinin olmaması durumunda bu ifadeler tanımsız ve anlamsız kalmaktadır.

Şubat 2015

ran da bu yaklaşımdır. Yine yüz binlerin ölümüne neden olacak, ama gerçek anlamda köklü bir savaş anlamına gelmeyecek olan kaba direniş yerine kendisinin ve karşı tarafın en açık biçimde yeniden ele alınması, en yoğunlaşmış şekliyle sistemi de kapsamına alan, onunla içten büyük bir değişim ve dönüşüm savaşına tutuşan bir anlayış bir tarz görülmektedir. Öyle iddialı, kendine güvenli rahattır ki, korkuyu barındıran meydan okumaya, cepheleşmeye müsaade etmemektedir. Sistemin içine girerek, sistemi kendi içine alacak güce sahiptir.

Bu diyalektiğin olayları bütünlüklü, parçalamadan ele alınmasından kaynaklıdır. Buna, bir ulusa, inanca, sınıfa veya bir cinse göre değil de evrene göre olma, kendini evrenle bütünleştirme denilebilir. Bu evrenle bütünleşme, evrenin yasalarını uygulama, ulus dar milliyetçiliğini, proleter sınıf iktidarını aşmaktadır. Dar, üstteki bir egemen kesim dışında kalan, tarihin ilk ezilen sınıfı kadını, her kesimden, her alandan emeğinin karşılığını alamayan kendine yabancılaşmış emekDiyalektiğin ikili çatışmalı varoluşunda, zıt uççileri, önemli bir kesimi oluşturan işsizleri, özlardan birinin diğerini yok ederek üst bir gür düşünme ve kendini gerçekleştirme senteze ulaştığı görüşü, yaşamda olanakları ellerinden alınan gençleri, hiç bir şeyin üst bir senteze gideryok sayılan çocuk ve yaşlıları ve Kendini yaratan insan ken yok olmadığı, kendini pasif egemenler de dâhil olmak üzere bir biçimde diğerinin içerisinde herkesin yaşam koşulu olan üzegerçekliği, halkını devam ettirmesine dayandırdırinde yaşadığımız dünyayı, çevdünyayı değiştirmek için ğı kabul görmemektedir. İlkel reyi esas alan bir felsefe aynı önce kendini değiştirip, klan toplum özelliklerinin farklı zamanda sınırsız bir güç potandönüştüren, dar sınırları aşarak sentezler içinde kendini bugüsiyelini içinde barındırmaktadır. evrensel ölçülere kavuşan ne dek yaşatması buna örnek Bu kadar çok herkesin olan bir insan tipinin en çarpıcı teşkil edebilir. Böylece bir sınıdüşünce sisteminin dar sınırlaörneği Önder Apo’da fın, başka bir sınıfı, bir ulusun ra, cepheler, kaba savaşa ihtiyacı yaşamsallaşmaktadır başka bir ulusu yok ederek veya olmamaktadır. Asıl ihtiyacı kendinyaşamdan dıştalayarak varlığını de bütünleştirdiği her kesime açılsürdürmesi yerine bir diğerini çatışmak, felsefesini onlara verebilmektir. manın sonucu zayıflatarak içine alıp üst senteze ulaşması gerçekleşmektedir. Tek başına bir ulusun, sınıfın, cinsin kurtuluşu olamaz Apocu felsefenin Önderliğin kişiliğinde, yaşamsallaş- Geçmiş, yakın tarihsel süreç göstermiştir ki, tek bamasında diyalektiğin bu biçimde ustaca mücadeleye şına bir ulusun, sınıfın, cinsin kurtuluşu cennete alternatif var oluş çabasına uygulanışına tanıklık et- olamaz. Eğer bir cennet isteniyorsa bu, ancak dünmekteyiz. Önder Apo’da kaba ret yoktur. Çocukluğunda yanın cennetleşmesinin bir parçası olarak gelişeverili yaşamla tutuşulan kavgada sistemin en üstlerine bilir. Kürdistan kadının özgürlüğü, dünya kadınının başarılarla tırmanmakta, ama kendini ona katmamak- özgürlüğünden soyutlanamaz, özgünlükleri olmaktadır. Bu o denli içselleşmiştir ki, bu felsefenin ve müca- la birlikte, erkek egemenlikli sistem kaç bin yıllık indelenin bugüne dek gelmesinde en ustaca taktik, yön- sanlık tarihine damgasını vuran bir sistem olmaktatem olarak partileşme öncesi Pilot ve Kesire ile kurulan dır. Kadının varlığını açığa çıkarıp paylaştığı yeni bir ilişkide görülebilmektedir. Sistemin kalbinde bu kişilik- sistem, tüm dünya kadınlarının ortak mücadelesi ile leri içine alma, karşı tarafta kontrollerinin ellerinde ol- yaratılabilir. Ama bu mücadeleyi her kültürel, ulusal duğu izlenimi çıkışı yapma olanaklarını sağlamaktadır. yapı kendi içinde, bütünün parçası olarak verebilir. Yine kadın özgürlük çizgisinin olgunlaşıp, gelişmesi Önder Apo’nun Kesire ile on yıl boyunca sürdürdüğü soluk soluğa bir mücadeleyle gerçekleşmektedir. Kesire fiziksel olarak yok edilmemiş, ama son kozlarına kadar eski ve yeni kadın, sistem ve alternatif sistem çatışması cesurca yürütülmüştür. İmralı sürecine damgasını vu-

Kürdistan’ın özgürlüğü, Türkiye’nin, İran’ın, Suriye’nin, Irak’ın özgürlüğünden ayrı ele alınamaz. Ki bu özgürlük kapsamı, devlet yapılanmasını içine almamakta, devleti sınıflaşmanın, köleleşmenin geri aracı olarak, zorunlu olmadıkça başvurulmayacak bir araç olarak değerlendirmektedir. Böylece halklar kendilerinin

34


Özgür Halk olmayan ve hep kendilerinin aleyhine işleyen bu aracı elde etmek için birbirini kırmayacaktır. Çeşitliliğin özgürlük olarak ele alındığı bu felsefe, herkesin dilini, kültürünü özgürce geliştirebildiği, kendini örgütleyip siyaset içinde temsil edebildiği bir halklar federasyonunu ön görürken, geniş halk kesimlerinin çıkarlarına, en çok denk gelen bir yöntem de olmaktadır. Olay ve olgulara bu bütünlüklü yaklaşım dar, bozup parçalayan çatışmaların, küçük ben-merkezci yaklaşımların önünü almaktadır. Önder Apo’nun kuantum ve kosmos fiziğinden yola çıkarak geliştirdiği bir diğer nokta ise, sıkı bir nedensellik ve düz çizgide kesintisiz ilerleme anlayışının geçerliliğini yitirmesiyle, meydana gelen gelişmelerin diyalektiğin ‘kaos aralığına’ bağlamasıdır. Bunu yaşama uygulamasıyla açıklamaya çalışırsak; Ortadoğu merkezli gelişen kriz durumunda ABD’nin yine süper güç olarak çıkacağını söylemek, tarihi düz bir çizgide düşünmektir. Ortadoğu’da yeniden düzenlenen yeni dünya denklemi, bir kaos ve belirsizlik durumu yaşamaktadır. Burada tek belirleyici ABD değil, Ortadoğu halkları ve dünyanın diğer çelişki ve çatışma yaşayan halkları olmaktadır. Gelişen bu çatışmalar niteliksel bir sıçrama yaratacak ve yenidünyanın ilk ipuçlarını verecektir. Tarihi düz bir çizgide ele alma durumu, kadercilik ve dogmatizmin atası idealist felsefenin düşünsel bir biçimi olurken, idealist felsefeye cepheden savaş açan materyalist felsefenin da saplandığı bir yanılgı olmaktadır. Bu düşünüş biçimi, geçmişin ve geleceğin belirlenmiş olduğu idealist kaderciliğe, zorunluluk yasası adı altında hiyerarşik-sınıflı sistemleri kaçınılmaz görmektedir. Buna göre, en gelecekteki sosyalist toplumu da aynı biçimde kendiliğindenci bir yaklaşımla mutlaklaştıran materyalist felsefe de, idealizme eklemlenmektedir. Bu tarihi, doğa ve toplum yasalarını düz bir çizgide ele almanın getirdiği bir handikaptır. Apocu felsefe, doğadaki çeşitliliğin evrim ve değişimin içsel yasalardaki özgürlükten, özgürlüğün de esneklikten kaynaklandığından yola çıkarak, insan toplumunun da aynı özgürlük yasalarını sürekli yenileme potansiyelini barındırdığını belirtmektedir. Böylece kaçınılmaz ve zorunluluğun-mutlaklık zincirlerinden düşünsel anlamda koparılan insan, yaşamın ve doğanın yasalarına uygunluk arz eden özgürlük yasasına uygun yaşama olanağı bulmaktadır. Bu, potansiyelini açığa çıkarma, kendini, yaşamı yeniden biçimlendirme ve üretme anlamında büyük bir özgürlük anlamı taşıdığı gibi, gelişmelerin motoru olarak bireysel ve toplumsal emeği ön planda belirleyici konuma yükseltmektedir. Düşünce ve maddenin ortak yaratıcı gücü Materyalist felsefenin temelini teşkil eden tarihsel akışı, toplumsal biçimlenişi madde ve ekonomi merkezli ele alış tarzı, en son bilimsel gelişmelere de dayanılarak kabul görmemektedir. Uygarlık tarihine baktığımızda insanlığı bu güne getiren ahlaki-moral değerlerin, to-

35

Şubat 2015

temden başlayarak din ve ideolojilerin, insanlığı bugüne dek biçimlendirmesi bunu gözler önüne sermektedir. Maddi koşullar kadar düşüncenin ve zihniyetin tarihsel gelişmede belirleyiciliği kabul edilirken, evrenin bitkiler ve hayvanlar dışındaki cansız, hissiz maddelerden oluştuğu görüşü ret edilmektedir. ‘Olmayan bir şeyden yeni bir şey doğmaz’ diyerek insanın oluştuğu tüm koşulların moleküllerini DNA’sında barındırdığından da hareketle, evrenin bütünen canlılık, sezgisellik, özgürlük özellikleri taşıdığı sonucuna gidilmektedir. Bu da insanı çözmenin, evreni çözmek olduğu anlamına gelmektedir. Bu bakış doğayı kullanımı esas alan hiyerarşik ben-merkezci yaklaşımı da alt üst etmektedir. Kendine dönmenin, yabancılaşmayı gidermenin ilk adresi doğaya saygılı, kucaklayıcı yaklaşım olmaktadır. Bitki türlerini korumaktan, ağaçlandırmaya, hayvanların sınırsız ve pervasız kesimini engellemeye giden ilk pratik güncel tepkiler bu yaklaşımın sonucudur. 21.yy’ın felsefesini yaratan Önder Apo, tarihin köşe taşları diyebileceğimiz, insanlığı düzenleyen, şekillendiren tarihsel kişiliklerin toplamı olarak bu topraklarda nasıl ortaya çıkmıştır? Sömürüye, yenilgiye, özüne ihanete boğulmuş, diplerde seyreden bir halk gerçekliği içerisinde, ruhu ve düşüncesi işgale uğramamış, yaşadığı her ana zaferler sığdıran bir kişilik gerçekliği halkımızı olduğu kadar dünyayı da sarsmaktadır. Onun sırrı nedir? Bu sırrı algılamak, anlamak, onun yaşamının her anına sinen, felsefesinin derinlerine inmek, kişiliğini çözümlemekten geçmektedir. Önder Apo’nun sistem içinde yarattığı karşı sistemi ve felsefesini yaşatıp temsil etmek, meşru savunma gücünün öncü militan kadrolarının başarısı için en temel görev olmaktadır. Bunun için anlama, özümseme ve yaşamsallaştırmak, özgürleşme ve yaşam esasıdır. Kendini yaratan insan gerçekliği, halkını dünyayı değiştirmek için önce kendini değiştirip, dönüştüren, dar sınırları aşarak evrensel ölçülere kavuşan insan tipinin en çarpıcı örneği Önder Apo’da yaşamsallaşmaktadır. En çok kendi kendinin olan ve bir o kadar da kendisine ait hiç bir şeyi olmayan olmak, birbirine tezat gibi görünen ama birbirini bütünleyen iki temel özelliklerindendir. İçinde oluştuğu sistemin mantığını, düşünce yapısını bünyesine almayarak, büyük bir titizlikle ruhunu, duygu ve düşüncelerini temiz tutan ve kendi öz halk, insanlık gerçekliğine göre kendini biçimlendirmektedir. Bu kişilik gerçekliği her an sistemin bir oyuncağı olup da kendini en özgür asi sanan tiplemelerden oldukça farklı olmaktadır. Bu tipler kendi olmayı, güdülerini, kendine ait olduğunu sandığı ama her şeyiyle kendi aleyhine işleyen sistemin kurduğu düşleri, düşünceleri sınırsız yaşamak olarak algılarlar. Yani en çok kendine yabancı ve yaşamda kendi olmayan o kof kişiliğini merkeze koyarak tüm yaşamını bu kör ve bencil iç canavarını doyurmayla geçirmektedir. Apocu gerçekleşmede, tarihle en derin bağlar kurulurken, tüm kontrolü de öz iradesi ve bilinci sağlamaktadır. Tarihten bugüne


Özgür Halk yaşanılandan, kendi yaşadığı her ana kadar her şeyi düşünce ve duygunun ince süzgecinden yüzlerce belki binlerce kez geçirmektedir. Yönlendirilmek, kurulu çarka yağ olmamak temel alınmaktadır. En başta, bilinçle, duyguyla kendini tarihin en başına, özüne uygun biçimlendirmek, yaratmak istediği sistemi, kendinde işler kılmak önemsenmektedir. Diğer yandan o kadar yoğun, tarihle, toplumla kendini yoğurmakta, özlenen özgür toplumu kendinde biçimlendirmekte, kendine ait özel denebilecek zerre kadar bir alan bırakmamaktadır.

Şubat 2015

metli olandan kaçılır. Yaşamı kolay götürmek, köşeyi dönmek bir düşünsel biçimleniş, yaşayış geride bırakmaktadır. Bu yaklaşım mücadelecilikten uzak, hazırcı, emek yoksunu nesiller doğurmaktadır. Katıldığımız bu zorlu mücadele içerisinde bile en kolayı arayıp bulmak, kökü derinde bir alışkanlık olmaktadır. Bu alışkanlık bizi en çok zorlayan, Önderlik gerçeği ile aramızda yükselen sur gibidir. ‘Büyük acılar ve büyük kötülükler eğer öldürmezlerse büyük gerçeklere ve güçlendiren özgür yaşama götürür’ diyen Önder Apo’da zor olanı gerçekleştirmek adeta bir yaşam sevinci kaynağıdır. Fethetme gücü, bir yaşam biçimi haline getirdiği mücadeleciliği onu en zorlu yolculuklara, savaşımlara itmektedir. Kolay olandan zevk duymaz, ona yaşadığını hissettiren, potansiyelini açığa çıkartan zorlu savaşımlardır. Her kazanım onu büyütmekte, daha zorlu olana yöneltmektedir. Bu zikzaklı yolun zafere çıkışı oldukça yaratıcı, üretken, emekçi aşk kişiliğini gerektirmektedir.

İnsanlığın ihanetlerle, korkularla, yalanlarla, her türlü zorbalıkla paramparça edilen doğruluk, dürüstlük, açıklık gibi değerleri onda bir çocuk saflığında korunmaktadır. En ağır bedellere de mal olsa İmralı uluslararası komplosunun ardından bile, karşı da en iki yüzlü sahtekâr biri bile olsa kendi dürüstlük, açıklık ilkesinden taviz vermemenin onun için yaşamsal bir ilke olduğunu belirtmektedir. Milyonları kendi peşinden sürükleyip, en amansız saEmek, çalışma, günümüze gelindiğinvaşları verdirten, cayır cayır yaktırtan de, kendine ait olmayan bir düşünonun verdiği güven olmaktadır. Yacenin, amacın vardiyalı, hesaplan, ikiyüzlülük, riyakarlık, ihanet lı-kitaplı zorunlu çalışanı olmakla Bireyin kendini bütünen özelde halkımızın, genelde inözdeşleştirilmektedir. Egemenboşluksuz bir sistem haline sanlığın içinde boğulduğu, ölelikli sınıflı toplum tarihinin bizgetirmesinin ve bu sistemin en siye uzaklaşmak istediği olgude bıraktığı en büyük tahribatinançlı işçisi olmasının tarihten lar olurken, samimiyet, sınırsız lardan biri de bu olmaktadır. bugüne gelen en büyük en dostluk ihanet, etmeyen yoldaşBaşkalarının işçisi olmanın geüst düzeyde örneğini Önder lık, söyledikleriyle yaptıklarının tirdiği baskı ve zorunluluğa Apo’da görmekteyiz aynı olduğu dürüstlük, karşıtepki, kendi öz tarihinin, kimliğilıksız sevgi, özlem duyma, yine nin yaratım işçisi olmada en çok ölesiye bağlı olduğu değerlerdir. kendini dayatmaktadır. Bir yanda yaşama güdüsü en zor koşulları bile Önder Apo, kendisinde bu gücü, bu dukabullenişe götürürken, yaşamak için ruşu nasıl gerçekleştirmiş ve korumuştur? kaba zorunluluk kalktığında birey gönüllü Sorusuna, kendiyle yüzleşip, kendini çözümleyeolarak özgür gerçekleşmesinin hizmetindeki çabilmek olduğu kadar tutku düzeyinde her şeyiyle bü- lışmaya da angarya gibi yaklaşarak yoğun emeklerle tünleştiği amaç bunun bir kısmına cevap olabilir, ama yaratılan imkânların yiyicisi durumuna gelmektedir. bütünen karşılamaz. Çok büyük insanlık sevgisi, öz- Egemen sınıfın, cinsin hizmetinde köle olurken, özgürlük tutkusu bu duruşun ana etmenlerindendir. ‘Öz- gür yaşama savaşımının özgür çalışanı olmama trajik gürlük amaçları kadar araçlarının da temiz olmasını bir ikilem olmaktadır. Çalışmamanın, tarih ve gelecek gerektirir’ diyen Önder Apo’da özgürlük istemine aşk bağından kopuk anı yaşama felsefesinin özgürlük oladüzeyinde bir bağlılık vardır. Ve hiç bir şey bu kutsal rak algılanma yanılgısı buna götüren etkenlerdendir. aşka leke değdirememekte ve kirletememektedir. Toplumsal bir hastalık düzeyinde yaşanan unutkanlık, Dışarıdan koşullanmaya, baskıya, düşünceden kopuk hafıza kaybı, günü birlik yaşama onun çizgisinde rast- mekanik bir çalışmaya alışmış birey, kendini içeriden lanmamaktadır. Sürekli bir değişim ve yenilenme için- amacına göre planlayıp, gönüllülük temelinde özgür de olmasına karşın hiç bir ayartıcı, hiç bir akıl-duygu bir emek katma sürecine gelmemektedir. Önder Apo’da oyunu ona yola çıkış nedenini, yol arkadaşlarını unut- bu tam tersi işlemektedir. O, özgürlüğün, özgür irade ve turmamaktadır. Anı alabildiğine canlı yaşamasına kar- bilincin hizmetinde olmayan emeği kabullenmezken, şın bunu geçmişten asla koparmaz, yaşanılan her an özgürlük koşullarını, özgür toplum ve bireyi yaratmahedefe akar, onu yakınlaştırıp büyütmektedir. Tarihin nın en ağır işçisi konumundadır. Bu öyle bir işçiliktir ki, en başındaki acıları, direnişleri, bugüne günün acıla- yaşamının tüm alanını, yirmi dört saatini en planlı ve rına, direnişlerine katarak öfkesini, duygularını bileye- sistemli şekilde kurmaktadır. Yemek yemek, spor yaprek, bilincini netleştirmektedir. Halkın acılarını sevin- mak gibi temel ihtiyaç alanları dahi eğitim olarak değerce çevirmek, onların özlemlerini gerçekleştirmek için lendirilerek, bireye harcanan yoğun düşünsel, pratiksel her soluk alıp verişini mücadele haline getirmektedir. emeğin bir parçası olmaktadır. Bireyin kendini bütünen Kolay olan, rahatlık içeren hep yüceltilirken, zor zah- boşluksuz bir sistem haline getirmesinin ve bu sistemin

36


Özgür Halk en inançlı işçisi olmasının tarihten bugüne gelen en büyük en üst düzeyde örneğini Önder Apo’da görmekteyiz. Dünyada insanlığa hizmet eden ideolog, bilim adamları tüm yaşamlarını amaçlarının gerçekleşmesine harcarken, yine de bu amacın dışında ‘özel yaşam’ olarak adlandırılan alanları mevcuttur. Oysa Önderlik gerçeğinde Kesire ile girilen ilişki özel olmaktan ziyade oldukça genelleşip, amansız bir özgür kadın savaşımı alanı olarak değerlendirilmiştir. Genel düşünce sistematiğinden kopuk olmayan bir tek anın bile bulunmayışı başarısının temel etmenlerindendir. Bu sistem içinde emek, zorunlu bir angarya değil bir yaşama biçimi, aşkla gerçekleştirilen bir eylemdir. Bu noktada çalışma değil, çalışmama, hareketsizlik, üretimsizlik ölümdür. Bu yoğunlukta yüksek tempodaki yaşam, parçalı olmayan, bütünlüklü, kişilik gerçekliğinden gücünü almaktadır. Bütünlük, beyinden bedenin düzenlenişine giden, şablonlar, dogmatik durgun kurallar sistemiyle yaratılamaz. Yeniye, değişime açık olmaktan öte, sürekli yeniyle beslenen, kurduğu sistemin omurgası olan ilkeler titizlikle korunurken, onun dışında ön yargısız, sonuna kadar açık algılama, anlamayla, değişimle beslenen bir düşünsel sistematiğe sahiptir. Bizlerde yaşanan, bir şey isteyip, başka bir şey yapma, ilkeliyim deyip dogmatikleşme, yenilikçiyim deyip oradan oraya savrulma, başkalarını hedeflerinin aracı olarak görürken, kendini bunun dışında tutma, anlık psikolojilere göre karar verme, parçalı kişilik gerçekliğinin sonuçları olmaktadır. Sistematiklik, istemiyle doğru orantılı bir pratikleştirme kendini bir bütünen düşünce ve hedeflerine kilitleyebilme, koşullara teslim olmayan iradeleşme, sürekli üretim, iki zıt şeyi birden istemeyen, ya da ne istediğini bilen bu noktada kendi içinde kavgalı olmayan bütünlüklü karakter Önderlik de gerçekleşmektedir. Tarihte yön veren, iz bırakan önder kişilikler dışarıdan

37

Şubat 2015

algılananın aksine biraz araştırıldığında en sade olma gibi özellikleriyle de dikkat çekmektedir. Önder Apo kapsayıcı, komple olmanın yanında sadelik, doğallık insanı şaşırtan boyuttadır. Üslubundan davranışlarına yansıyan bu doğallıktır ki, her kesimden, ulustan, cinsten insanı aynı potada birleştirmekte, kimse kendini dışında hissetmemektedir. Yüzeysellik, yapaylıktan fersah fersah uzak, baktığında gören, yaşamın her şeyiyle ilgili, insanın ilkel en saf özünün, egemenlikten, kompleks ve kaygılardan uzak neolitik duyarlılığının bu güne uzanan sesi durumundadır. İmralı özgürlük manifestolarında en son halini alan, şiddet, zora olan yaklaşımları çocukken öldürdüğü hayvanlardan özür dileyecek, et yemeyi sapkınlık olarak değerlendirecek boyutlara ulaşmaktadır. Zerdüşt’te görülen hayvan, toprak dostluğu Önderlik özgürlük akademilerinde bir avuç toprakta yetiştirdiği, güvercinler ve çiçeklerle kurduğu canlı iletişimle tekrarlanmaktadır. Doğallık, doğaya, anaya, insana en yakın olmanın evrende varoluşun dilini yakalamanın en tabi sonucu olmaktadır. Şiddet ve zora karşı olan tutumu, ‘kendini bil’ ile başlayan felsefesinin diğer önemli ayağını oluşturan ‘kendini savunmayı bil’ ile belirlenmektedir. Kendini savunmak hak ve görev olarak ele alınırken, bunu yapmamak da lanetlenmekle, teslimiyetin çukurunda debelenmekle özdeşleştirilmektedir. Hayatına, kültürüne, değerlerine bir saldırı durumunda uygulanan zor, meşru ve zorunlu olarak kabul edilmektedir. Bunun dışında insanın insanla, doğayla, toplumla kurduğu tüm ilişkilerde zor dışlanarak, hiyerarşik sınıflı toplumun çöplüğüne atılır. Onda gerçekleşen yeni, özgür insan, özgür toplumun pro-tipidir. Bu çağı anlamak, dünyayı sallayan filozof, siyasetçi, sosyolog, yazar, komutan, sanatçı kimliklerini taşıyan Önder Apo’nun kişilik özelliklerini anlayıp, içselleştirmek, felsefesinin derinlerine yapılacak yolculukla mümkün olacaktır.


Özgür Halk

Şubat 2015

Hem Başarı Hem Başarısızlık Kadro Kaynaklıdır Abdullah Öcalan

Hiçbir ölçü Parti ölçülerinden daha değerli olamaz, gerekli de olamaz PKK öncülüğü, önemini yitirmesi şurada kalsın, ağırlaşan görevler karşısında daha da çelikten bir çekirdek gibi olmayı gerektirir. Ulusal kurtuluş mücadelesinin tek bir şartı vardır, o da parti şartıdır. Parti ölçüleri olmadan ulusal kurtuluş olamaz. PKK ideolojisinin ilk cümlesi böyledir. Mücadeleye başlarken biz böyle başladık. Şu çok iyi anlaşılıyor ki, iyi bir partileşme olmadan, parti kişiliğini bütün yönleriyle özümsemeden, mevcut savaşı yürütmeyi bir yana bırakalım, kendimizi ayakta tutmayı bile beceremeyiz. Geliştirilen çözümlemeler şunu ortaya çıkarmıştır ki, kendini parti gerçeğinden kopartan, parti gerçeğine karşı dürüst olmayan, partinin muazzam örgütleyici, aydınlatıcı ve bir anlamda bizim açımızdan insanlaştırıcı ve yüceltici etkisini hissetmeyen, onunla kendini yeniden yaratamayan kimse başa bela olmaktan kurutulamaz. Bu anlamda parti başarmak, kazanmak ve yaşama sahip olmak isteyen herkesin en temel dayanağıdır. Diğer çalışmaların tümünü bununla bağlantılı ele almamız, parti öncülüğü üzerinde büyük bir ısrarla durmamız şimdi anlaşılıyor ki hem çok önemlidir hem de olası bütün olumsuzlukları göğüslemede en temel halka olmuştur. Dikkat edilirse, bir türlü başarıya gidemeyen, daha da kötüsü her türlü tasfiyeciliğe ve sağcılığa yol açan tutumlar partileşmeyi bozmayı, partileşmenin önünde engel olmayı ve ondan kopmayı birincil planda tutum olarak benimsemişlerdir. Partinin örgütlü ve kolektif kişiliğinden uzak duran tutum, her türlü olumsuzluğa sağlam bir başlangıç yapmak demektir. Bunu çok yakıcı olarak görüyoruz. Parti ölçüleriyle yaşamayan birisi, silahlı savaşımı bir yana bırakalım, normal bir sosyal yaşamı yaşamaktan ve geliştirmekten bile uzaktır. Bir türlü partileşmeyen kişiliklerin en önemli sorunumuz olduğunu ve bunlar aşılmadan yeni kazanımlar elde etmek şurada kalsın, varolan kazanımların bile korunamayacağını şimdi daha iyi görüyoruz. Ortamımızda parti kişiliğindeki aşınma ve yüzeysellik sonucu tıkanıklıklar yaşanıyor. Bu, öyle sıradan bir durum değildir, etkileri birçok tartışmayı peşi sıra boşa çıkarabilen ve giderek genel bir bozgunculuğa kadar götürebilen tutumlardır. Hiç şüphesiz bunun sınıf temeli vardır. Orta sınıfın bu konuda çok direnmek istediğini, hayli engel teşkil ettiğini, işleri bozup laçkalaştırarak çok yetersiz bıraktığını, düşmanın bile veremeyeceği zararı verdiğini çok iyi görüyoruz. Şu ortaya çıktı: PKK somutunda iyi bir partili olmak, aslında her türlü insani, sosyal ve ulusal gelişmeye anlam

vermek demektir. Bu konuda sorumluluk duymayanların ve bunun gerekliliğini hissetmeyenlerin kendilerini yaşatmaları, doğru dürüst bir emeğin sahibi olmaları şurada kalsın, bir hırsız olmaktan öteye gitmediklerini ve değerlerle hoyratça oynayanlar olmaktan kurtulamadıklarını görüyoruz. PKK’nin emek bağlantısı ve devrimci emekle ilişkisi anlaşılıp bütün çalışmalara hâkim kılınmadan bu partiye layık olunamaz ve temsil edilemez. Dolayısıyla başarılardan da bahsedilemez. Nerede ciddi bir gelişmeden bahsediyorsak, orada parti öncülüğü ve parti kişiliği vardır. Nerede bir bozgunculuk varsa, nerede peş peşe kayıplar yaşanıyorsa, orada da orta sınıf kişiliğinin, her türlü küçük burjuva özelliklerin ve keyfi tutumların kendini konuşturması vardır. Partileşmeyi bilemeyenler yaşamayı bilemez. Partileşmenin ana özelliklerini kendi kişiliğine yediremeyenler içimizde yer alamazlar. Yer alsalar bile, çizgi dışı bir kişilik olarak karşı tarafın ajanlığını yapmış olurlar. O kişilikler er geç kaybedeceklerdir. İyi niyeti ne olursa olsun, yıllardır bir türlü partileşmeyenlerin yanı sıra, yeni

38


Özgür Halk katılanların da partileşmeyi bu kadar basit ele almaları affedilmez bir yaklaşımdır. Biz partileşmeyi her şeyin önüne koyan bir hareketiz. Bizim için ekmek ve sudan, hatta havadan önce partileşme ölçüleri gelir. Biz şimdiye kadar bu ölçülerle geliştik. Partileşmeyi kendi keyfinize, ruhsuzluğunuza ve hantallığınıza kurban etmenize izin verseydik, bin defa yerle bir olmuştuk. Saflarımıza yeni katılanlar da dahil hiç kimse bu konuda kendini yanıltmasın. Parti olmanın gereklerini bir an bile aklınızdan çıkarmamalısınız. Bu dönemde PKK ölçülerini anlamak ve özümsemek gerekiyor. Hiçbir ölçü parti ölçülerinden daha değerli olamaz, gerekli de olamaz. Kendilerini parti ölçülerinin dışında tutanlar, o ölçüleri aşındıranlar, niyeti ve adı ne olursa olsun, en büyük zararı vermekten öteye bir şey ifade edemezler.

Şubat 2015

ve sizde her zaman kötülük gelişir. Buna geçit vermeyen bazı düşünceleriniz ve kararlarınız olmalıdır. Bu kadar yanlışa geçit veren ve ölçüler konusunda bu kadar kararsızlığa düşen bir kişiliğin, bana göre metelik kadar bir değeri olmadığı gibi, yaşayıp yaşamaması da hiç önemli değildir. O kişi güçlü bir düşünce yapısına sahip değildir, onun karar düzeyi yoktur. Yaşadığınız kararsızlıkları ve düşünce yoksunluklarını göz önüne getirerek kendinizi değerlendirin. Düşünce gösterisi de karar gösterisi de güçlü olmalıdır. Partileşme, yüksek karar kişiliğinde yaşamaktır. Ne düşüncesi, ne hayali, ne heyecanı, ne azmi, ne de doğru dürüst birkaç söz söyleme gücü olmayan bir kişinin bizim ortamımızda ne işi var?

Partileşmenin neresindeyiz diye sorarken, her militanımızın ve hatta savaşçımızın bu gelişmeler çerçeveBugün özgürlük iddiasında samimi olmanın yolu sinde kendini gözden geçirmesi gerekiyor. Öyle doğru partileşmekten geçer. Hiçbir ölçü rastgele militan savaşçılık yapılamayacadoğru partililik ölçüsü kadar özgürlüğe ğı, partileşmeden ve partinin ideolojik, anlam veremez. Sizlerin mihenk taşıpolitik ve örgütsel hattını kavramanız da partileşme karşısındaki dudan bu savaşımda sağlam yer Orta sınıfın rumunuzdur. Ne kadar ulusal, ne alınamayacağı açıktır. Partileşme bu konuda çok direnmek kadar sınıfsal, ne kadar siyasal neden zorunludur? Karşı partiistediğini, hayli engel ve ne kadar örgütsel olduğulere, dışımızdaki partilere, özel nuz, partiye nasıl katıldığınız ve savaşa ve en önemlisi de biteşkil ettiğini, işleri bozup parti ölçüleriyle ne kadar yaşarey olarak içimizdeki düşmana laçkalaştırarak çok yetersiz dığınız hususlarındaki sorulara karşı partileşmeyi sağlamadan, bıraktığını, düşmanın bile verilecek cevaplarla orantılıdır. mücadelede başarıya ulaşaveremeyeceği zararı verdiğini Partinin gerek ideolojik ve siyamazsınız. Bilinç, örgüt, cesaçok iyi görüyoruz sal çizgisine, gerek pratik-örgütsel ret ve fedakârlık yetersizliğine, yaşam gerçeğine kendini tam katkısacası kişilik yetersizliğine -ki mamak ve partiyi kendi keyfi tutumlabu bir anlamda düşmanı ifade ederrına ve geriliklerine tabi tutmak en temel karşı savaşmadan partileşemezsiniz. hastalıktır. Benim için doğru partileşmek her şeyden önce gelir. Birisi partileşmeyle oynadı Parti dersini tam alacaksınız. Parti dersi yaşam mı ve gereklerini yerine getirmedi mi, düşmandan daha dersidir. Bir damarda kanı durdurduğumuzda bünye bir çok ona öfke duyuyorum. Bu yaklaşımlar daha çok sizin dakikada nasıl çökerse, özgür ulusal yaşam için de pariçin geçerlidir. Ölçüleriniz parti ölçüleri olmadı mı birbi- tileşmeyi durdurduğumuzda ve partili olmadığımızda, rinizi kabul etmeyin, kendinizi ve çevrenizi partileşince- damarımız durdu veya kesildi demektir. Bu doğru bir ye kadar affetmeyin. Bu savaş tabii ki zordur. Örgütsel tanımlamadır. Eğer ulusal kurtuluş yaşamından ve özsavaş, savaşların en zorudur. Örgütsel savaş olmadan gürlükten bahsediyorsak, bunun ilmi böyledir. Aşmak bu mücadelenin kazanılabileceğini kim size söyledi? istediğimiz şey, sizi yüzyıldır ölümcül kılan çürümüş yanlarınızı, temsil ettiğiniz ve sizi ölüme götüren bütün Partileşme, yüksek karar kişiliğinde yaşamaktır o hususları ortadan kaldırmaktır. Bunları kaldıramazsak Eğer biz kazanacaksak bununla kazanacağız. Parti bu kesin bir yanılgı olur. Tarihte bu tür durumlarda ne ölçülerinin aşınması halen izah etmekte çok güçlük olup bitmişse, bizim de başımıza gelen o olacaktır. Biz çektiğimiz önemli bir husustur. Çünkü bunlar yaşatan bunu durdurmak istiyoruz. Vahim davranışlarınız varsa temel ölçülerdir. Bunlar bir halkı, hatta birey olarak siz- derhal durdurun. Gücünüz ve tutkularınız varsa, esas leri de yaşatan ölçülerdir. Ben de sizler gibi partiden itibariyle parti ölçülerinde yoğunlaşın, kendinize onu vazgeçseydim, sağlam bazı parti ölçülerini dayatmış sorun yapın, onu başarın. Artık bunu akıl edeceksiniz. olmasaydım, bir tekiniz bile ayakta kalır mıydınız? Aynı Önderlik gerçeğini anlamayla birlikte uygulama gücüsorumsuzluğu ben de göstermiş olsaydım, birçok önde nü de göstereceksiniz. Bu kişiliğin ulusal, demokratik, gelen arkadaşımız da dâhil, ortada bir birliktelikten siyasal, örgütsel, eylemsel, enternasyonal, anti-emperbahsedebilir miydik? Şu anda saygı duyduğunuz hiçbir yalist, anti-feodal, anti-işbirlikçi özellikleri var. Yine bu yaşam değeriniz ayakta kalabilir miydi? Hiç olmazsa kişilik zayıflığa, alçaklığa ve düşkünlüğe karşıdır. Bu bunları hissetmelisiniz. Sizi yaşatan, partileşme değe- özelliklere yaklaşacak ve bunlarla bütünleşmeye çalışaridir. Mümkünse buna bin defa şükretmelisiniz. Çünkü caksınız. Bu, partileşmedir, ulusallaşmadır ve namuslu bu duyguları kazanamazsanız fazla iddialı olamazsınız bir Kürt olmadır; özlü ve onurlu bir yaşama yönelmedir.

39


Özgür Halk

Şubat 2015

Kadro Örgütlü ve Eylemli Kılınmış Hakikattir Duran Kalkan Kadro, durum tespiti yapan veya araştırma inceleme yapan bir topluluk gibi ortaya çıkıyor ya da öyle bir rol biçiliyor, tanım getiriliyor. Böyle olunca örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikat tanımı kayboluyor, kadro kendi görev ve sorumluluğunu görmüyor. Değerlendirmeler, raporlar “sorunlar var, zorluklar var, imkansızlıklar var, ne yapalım?” şeklinde ortaya koyuluyor. Bunların hepsi doğru olabilir, ama bir kadro için bunlar birer tespit olursa, oradan yola çıkarak bir pratiğe girilmişse, o doğruluğun bir değeri vardır. Ama pratiğe girilmezse, bu tespitlerin yapılıp yeniden örgüte havale edilmesi görev ve sorumluluğa sahip çıkılması anlamına gelmiyor. Kadro duruşunda geriye gidiş var Kadroyu ideolojik-örgütsel öncülük, parti öncülüğü diye tanımlıyoruz. Onun için Önderlik, kadroyu “örgütlü ve eylemli kılınmış hakikat” olarak tanımladı. O halde kadro sadece var olanı analiz eden, tespit yapan bir güç değildir. Böyle olmazsa o zaman bir müfettiş, soruşturmacı, gazeteci, aydın, yazar, sosyolog ya da psikolog olabilir. Bunların yaptığı iş düzeyindedir, ötesi değil. Bunlar elbette olmalı. Bu vardır diye eleştirmemek, suçlamamak lazım. Bir kadronun bunları yapması gerekiyor. Bir müfettiş nasıl durum tespiti yapıyorsa, bir soruşturma komisyonu nasıl inceliyorsa, yazar-aydın nasıl analiz ediyorsa, bir sosyologun, psikologun toplum ve bireye dönük yaptığı analizlerden daha fazla analiz yapması, durum tespitinde bulunması lazım. Fakat belirttiğimiz kategorilerin işi buraya kadardır. Bunu yaptı mı, orada onun görevi bitmiş demektir. Kadronunki ise bitmiyor. Kadronun buraya kadar olanı çok hızlı, hatta bir anda yapması gerekmektedir. Önderlik diyordu: “Ben bir yere gittim mi, bir-iki gün çevreme bakarım, sorarım, coğrafyaya ve insanlara bakarım, imkanlar neler, ne tür engeller var” diye. Bu, durum tespiti yapmak, adapte olmaktır. Kadronun görevi ise ondan sonra başlıyor. Görevi, yani esas örgüt ve eylem ondan sonra başlıyor. Kadronun var olanı değiştirme görevi, sorumluluğu var. Eğer tespitlerini doğru yapmışsan, bir de eleştirebiliyorsan –şu eksik, bu yanlış, şu şöyle olumsuz diye- o halde doğruyu, olumlu olanı, güzel olanı nasıl yaratacaksın? Onun çabasına gireceksin. Onun için eğitim mi gerekiyor, örgütleme mi gerekiyor? Eylem mi gerekiyor? Silahlı eylem mi lazım, siyasi eylem mi lazım, pozitif-inşa eylemi mi lazım? Ne yapmak gerektiğini tespit etmek ve yapmak, örgütlemek, sonuç almak ve rapor etmek gerekiyor. Bir komutanı savaşa göndermişler, üç kelimeyle ifade etmiş: “Geldim, gördüm, yendim!” Şimdi bizimki ise:

“Geldim, gördüm, yerimde duruyorum, örgüt neredesin?” diyor. Bu “beni burada yaşat” demek oluyor. Kadro hakikati inkar ediliyor, ret ediliyor. Yapıldı, dediğimiz şeylerin büyük çoğunluğu bu temelde yapılması gerekenler değil, yapılması gerekip de iş yapmamanın gerekçelerini yapmak oluyor. Öyle durma olmuyor, insanlar bir şeyler yapmaya çalışıyor, ama yapmaya çalıştıkları şeyleri yapması gerekenler olmuyor. Yapılan durum tespitine göre durumu değiştirme faaliyeti olmuyor. Ondan sonra tali şeylerle, gerekçelerle uğraşıp kendini yoruyor, “ben bu kadar çalıştım, biz de emek harcadık” deniliyor. Söze göre herkes çok çalışıyor, ama Önderlik diyor: Tembelsiniz! Hangisine doğru diyeceğiz. İkisi birden doğru olamaz. Biz “Önderlik çizgisini esas alıyoruz” diyoruz. Önderlik militanlığı yapıyoruz, ama daha başta, durum tespitinde bile Önderlikten kopabiliyoruz. “Önderlik öyle der, benimki de böyle” diyoruz. Fiili duruş böyledir. Bunun niyetle alakası yok, ortaya çıkan sonuç bu oluyor. O tarz çalışma, olması gereken değildir. Tarz, üslup, tempo denen nokta burada ortaya çıkıyor. Kadro pratik alanla yüz yüze geldi mi, temel özellikler tarz, üslup ve tempo oluyor. Artık diğer özellikler bitiyor. Pratiğe yöneldiği yerde kadro ölçüleri tarz, üslup ve tempo üzerinedir. Tarz, sen çalışıyorsun ama hamal da çalışıyor. Hamalvari tarzla ne çıkar? Kaba, tali iş-

40


Özgür Halk lerle uğraşmak çalışmak değil, doğru iş yapmak değil. Onun bir anlamı yoktur. O biraz da kurnazlık oluyor. Bu ağır oluyor ama gerçektir. Gerçeğin acısına katlanmak istemiyorsak düzelteceğiz, kadro hakikatinden kopmayacağız. Sağı solu suçlamaya gerek yok. Şimdi herkes yönünü Önderliğe çevirdiğine göre bizim gerekçe olarak sunduklarımız yenilmiştir. Önderliğin başarısını örtmemeliyiz, sanki Önderlik hiç bu güçlere karşı mücadele etmemiş, bu güçler yenilgiye uğratılmamış gibi yaklaşmak haksızlıktır, yanlıştır, inkarcı bir yaklaşımdır. Geçmiş mücadele dönemine, Önderlik çalışmalarına haksızlık yapmak olur. Tasfiyecisi açısından da böyle, KDP açısından da böyle, TC açısından da böyledir. Kendileri de çıkıp “aslında PKK’yi yenmiştik” demeleri kendi yenilmişliklerinin üstünü örtmek, psikolojilerini düzeltmek içindir. Kendileri de biliyor ki, söylediklerinin tersi soluyor. Bunu söylemeleri bile PKK karşısında ideolojik, siyasi, askeri bakımdan yenilmişliklerini gösteriyor. Uluslararası komploya rağmen başarılı olamadılar. Şimdi tersine döndü; MHP onun için şimdi bu kadar feryat ediyor. Somut koşuların somut tahlilini, yaparsın ne kadar fırsat ve imkan var? Önüne program olarak onu koyarsın. Biz program olarak demokratik ulus inşasını koyduk. Biz kendimiz koyduk, 2008’te 10. Kongrede Önder Apo’nun özgürlüğü kararını kimse bize dayatmadı. Eğer sözümüzde tutarlıysak, gerçekten analiz yaparak bunu gerçekleşebilir gördüysek o halde yapmalıyız. Yapmazsak, o zaman sözü ayrı pratiği ayrı, dolayısıyla sözüne güvenilmeyen insanlar, örgüt haline geliriz. Sorunun temeli kadrodadır. Kadro örgütlü ve eylemli hakikat olmuyor. Kadronun öncülük yapması hep yeni şeyler yapmak demektir. Yapılanlar yeni şeyler değil, tekrardır. Tekrarlanan zaten gelenek olmuş, sistem olmuş, toplum ona göre örgütlenmiş. Mesela Avrupa pratiği; o yönetim olsa da olmasa da dönüyor. Bu sadece şimdi böyle değildi. Biz yönetimdik, 88’de hepimizi tutukladılar, Avrupa’da işler yine yürüdü. Hiç kadro yönetimi yoktu. Şimdi kaç yüz kadro var, “biz yapıyoruz” diyorlar. Yaptıkları neler? Şimdiye kadar yapılan neyse onun tekrardır. Orada öncülük yok, en ileri durumda var olanı tekrarlayan, organize eden bir iradecilik var. Yaratıcılık yok, yenilik yok. Eskiyi olduğu gibi tekrarlayan da yok, sağa çekiş var. Eskiden toplum yürütüyordu şimdi toplumu dışlayan yaklaşım var. Kadro öncülüğü olsa oradaki yaşamı, örgütlülüğü daha çok komünal, kolektif kılacak ama öyle değil sürekli bireycileşme var. Kadro duruşunda geriye gidiş var. Kadro mücadelede keskin değil, amaçları gerçekleştirmede iddialı değil, girişken değil, tümüyle kendini veren değil. Biraz da ihtiyarlaşma var. PKK’nin gençleşmesi gerekiyor. Bir daha kongre olursa bu konuda bazı tedbirler geliştirmek gerekiyor. Gençlik ruhundan kopuş var, doymuşluk var, tatmin olmuşluk var. Kendini yenilemeyince, iddialı ve iradeli olamayın-

41

Şubat 2015

ca eskiyi tekrar, idarecilik gelişiyor. Bu kadar idarecilik buradan doğuyor. Gerillada da öyle genel pratikte de öyledir. Bu zarar veriyor. Bu kadar sorun olması buradan ileri geliyor. Devrimci ruhta zayıflık var, girişkenlikte, hamlecilikte, zayıflık var. Bin bir türlü hesap kitap, tekrar tekrar düşünme, evirme çevirme, onun sonunda da o kadar hızlı bir siyasi süreçteyiz ki, ne kadar tartışsan da durum değişiyor, ulaştığın sonucu uygulamaya koysan da koşullar değişmiş oluyor, uygulama geride kalıyor, boşa çıkıyor. Pratik başarısızlıkların arkasında hep bu var. 20-30 sene komutanlık yapan, en zor süreçlerde savaş yapanlar 2011-2012’de yapamadılar. Neden? O kadar bilinçli ve tecrübeliydiler, mümkün müydü öyle bir komutayı yenilgiyi uğratmak veya darbelemek, ama biz onu yaşadık. Neden kaynaklandı? Araştırılsın “ne olursa olsun” denilince sonuçlarda böyle oluyor. Sonuçları doğru değerlendirelim, cesaretlice açığa koyalım ki, işler yürüsün. Yoksa idarecilik çıkıyor. Bu durumlar için Önderlik çözümlerine bakmak gerekli. Önderlik bakış açısıyla biz çözümlemeye çalışırsak çözüm bulabiliriz. Yoksa durumumuzu birer psikolojik vaka gibi ele almak lazım. Bu noktada ben şunu iddia edeceğim: Bu, az bilmekten dolayı değil çok bilmekten dolayı oluyor. Onun için gençleştirsek örgütümüz girişken olur, daha hamleci olur. Çok bilen, çok hesap yapıyor. Az bilseydik belki daha az hesap yapardık. Eskiden PKK daha az biliyordu hesapsız giriyordu. Yanlış ya da doğru PKK yapandı. Şimdi PKK yapan değil ki, yanlış mı doğru mu yaptığını tespit edelim. Bir ton görev var, demokratik ulus temelinde komün örgütlüğü konusunda 10 sene geçti, bir tane bile komün örgütlememiş, komünün nasıl olacağında bile görüş birliği yaratmamış. Ondan sonra eleştiri-özeleştiri yapıyor, “çalışıyoruz”, diyor. Yapılan aslında 10-15 sene önceyi tekrarlamadık. 3. Dönem Partileşmesi’nin görevlerine girmemedir. Değişimin olabilmesi için eleştiri-özeleştirinin derin olması lazım Eleştiri-özeleştiriyi daha cesaretli geliştirelim. Böyle bir çözümleme kesinlikle gerekli. Mevcut ruhun, duruşun eleştirisi gerekli, bu hesapçı duruşu eleştirmek, yıkmak gerekiyor. Bundan dolayı kadro, tanımına adım atmıyor. Örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikat olmuyor. Peki, bu durumda bizdeki kadro ne oluyor? Bir müfettiş gibi, soruşturma komisyonu gibi, bir idareci gibi oluyor. En genel tanım olarak memur oluyor. Devrimci değil memurcudur. İdareci duruş memurcu duruştur, dolayısıyla kadro duruşuna memurculuk hakim. Bir alana bir kişi değil elli kişi, yüz kişi gidiyor, o kadar imkan ve fırsat var, ondan sonra bebeler gibi dönüyor ve şikayet üstüne şikayette bulunuyor. O imkanları doğru dürüst kullanmıyor, yiyip içmiyor bile. Per perişandır: “Örgüt, bana niye kadro göndermiyorsunuz?” diyor. Bu bir sapmadır. PKK Merkez Komite Toplantısı buna oportünizm dedi. oportünist duruş olarak da tanımlanabilir ama oportünizmin izahı gerekiyor. Devrimden korkan,


Özgür Halk mücadeleden kaçan bir oportünizm değil, çünkü öyle algılandı mı, oportünizm öyle tanımlanıyor. Öyle ön görüldü mü, bizdeki durum onun tersidir, o tarz bir tanımı rahatlıkla alaşağı edebilir. Çünkü öyle bir şey yok. Ama pratik yapma da yok. Gerçek pratik yapma yerine tali işlerle kendini yorma var. O tür kurnazlıklar da oluyor.

Şubat 2015

konuda açık olmalıyız, tartışmalıyız, yoğunlaşmalıyız.

Değişimin olabilmesi için eleştirinin derin olması lazım. Düşünce yoğunluğunun olabilmesi için eleştirinin keskin hale gelmesi, derinlikli olması gerekli. Biz mesela 10 yılı değerlendirebiliriz, öbür tarafa geçelim, komplodan bu yana pratik olarak bir yönetim hareketi 15Devrimcilikten, devrimci ruhta düşüş var. Bu bir nedene 16 yıldır yönetiyor. Bu 16 yılda hangi devrimleri yaptı? bağlanmak yerine bir çok şeyle izah edilebilir. Yorgunluk Örgütün bu kadar gücü, imkanları vardı, uluslararası olabilir, bıkkınlık olabilir, yaşlılık olabilir, tutuculuk-dog- komplo gibi açık bir saldırıyla da yüz yüzeydi ki, her matizm olabilir, hepsinin birden etkisi olabilir. Devrimci türlü direnişi geliştirmeye hak sahibiydi. Ne kadar devtarzda bir mücadeleden geriye durma buradan ortaya rimci karar aldı bu 16 yıl içerisinde? En zayıf olan, en çıkıyor. Bunu söyleyince şöyle anlaşılmaması lazım: çok eleştirilen, çetecilik dayatılan, orta yolculuk dayatıdevrimci tarz şiddet kullanmadır, şiddet kullanma- lan eylem, 15 Ağustos Atılımıydı, altı sene sonra 90’da ma değil. Şiddetin içinde en çok bu var. Bu en fazla serhıldan oldu, devrime gitti. Biz 16 senedir hangi devHPG’de yaşandı. Bedelini de çok ağır bir şekilde ödedi. rime gittik? Devrimci sonuç alacak hangi temel kararÖzeleştiri bile veremiyor, hala nereden darbe yediğini ları aldı, planlamalar yaptı, uygulamaya koydu. Bunu bile bilemiyor. Bu gerçekleri doğru dürüst tartışamadık soralım ve bulalım. Günlük yaşamı düzenlemek devbile, yoğunlaşma, itiraf etme yok. Hep üstü örtülüyor, rimcilik değildir. Örgütü düzenliyoruz, yaz-kış sürdürüfarklı gerekçelere bağlanıyor, eskiye gidiliyor yoruz. Bu devrimcilik değildir, ona idarecilik digeliniyor, ama şunu da herkes hissediyor: yoruz. Devrimci diyebileceğimiz düzeyde Eskisi gibi yürümüyor, ne yapılacak? alınan kararlar bir elin parmak sayısınBu arada Bakur’daki o karmaşıklık, dan fazla değildir. Bu kadar yıl böyle zorluk içerisinde Başur ve Rojageçti: idare ediyoruz, sürdürüyoKadroyu va’daki durum bir umut gibi çıktı. ruz. Önderlik onun için dedi: “Dıideolojik-örgütsel Kobanê’yi tartıştık, tartışıp dersşarıda olsam onlara gösterirdim, lerini çıkarılmasını istiyoruz. taktik nasıl yapılır diye.” Devrimöncülük, parti öncülüğü Orada da tartışmaya yaklaşan cilik karar işi, yani cüret etme, diye tanımlıyoruz. Onun için yoktur. Bu anlamıyla Bakur’darisk üslenen girişkenlik işidir. Önderlik, kadroyu “örgütlü kinden hiçbir farkı yok. 2014 Rojava bilançosu 534 Şehit. Bunu Bu 15 senede Bakur’daki çave eylemli kılınmış hakikat” YPG sözcüsü basına da açıklalışmaları ele alalım, yaptıklarıolarak tanımladı dı. Ne kadar yaralı olduğu verilmemızın hiç birisi PKK’nin eylemi di bile. Bunun Başur’u, Bakur’u, Rodiyemeyiz. Serhıldan yapılmış, biljhilat’ı da vardı, onları katmıyoruz bile. mem neyim kampanyası yapılmış... Bunların devrim eylemi ile bir alakası Bu niye böyle oldu? Devrimci ruhla girilmeyoktur. Eğer serhıldan sayacaksak öncekini yen çalışma içinde idareci duruşta, çizgi, Önderlik, aşan bir boyut yoktur, geriye düşmüştür. Dolayısıyla süreç zorlayınca doğru tarz olamama, üslup bozuk- devrimci eylem olarak görülemez. Yok, eğer yeni döluğu, tempo zayıflığı, tali işlere girme, çeşitli parti dışı nemin eylemi, inşa diyeceksek, ortada inşa çalışması tutumlar, anlayışlar, iç didişme tartışmalar buradan yoktur. Gerisi var olanı koruma, idare etmedir. Sadece kaynaklıdır. Bu kadar taktik geliştireme, yaratıcı olama- AKP’nin imha ve tasfiye saldırıları önlendi. Tasfiyeciliği manın altında bunlar var. Gerillacılıktan gittikçe uzak- de Önderlik tasfiye etti, ayakta duruyoruz. Bir düzey var, laştık, modern gerillacılık diye diye klasik gerillacılığı o düzeyi koruyoruz, sürdürüyoruz, o kadar. Başarımız bile kaybettik. Bu lafla olmaz. Lafta keskin, daha ileri da o kadardır, ama büyütmüyoruz, yenilemiyoruz, yeni bir devrim söylemini yapıyoruz, fiiliyatta daha geriye hamlelerle çoğaltmıyoruz. Aslında komplo döneminde düşmüşüz. Eski durumu koruyamıyoruz. Lafın dev- en cüretli çatışma, YNK ile savaştı, ondan sonra Rojarimciliğiyle, keskinliğiyle geri pratik duruşu örtmeye va 19 Temmuz Devrimi ve DAİŞ saldırıları karşısında çalışıyoruz. Eylemsel konumda olmadığımızda bunu geçen yıl Ağustostan itibaren savaşa girme kararıydı. başarabiliyoruz. Ama çizgi bize eylemi dayatınca, sa- Çok karar aldık, ama gerçekle alakası yoktu ve hayata vaşı ya da inşayı, somut görevler önümüze koyunca geçmedi. Ayaklanma yapmak, hamle yapmak, devrim mevcut durumumuz açığa çıkıyor. Bu sefer Önderlik yapmak, inşa yapmak... Kongre Gel toplandı, tüzükler, kesin bir biçimde ifade etti. Ne kadar anlayacağız o bile programlar, karar tasarıları oluşturuldu, ama uygulanbelli değil. Açık söylediği halde, Önderliği kendimize maya konmadı. Bunlar için “bir şey yaptık” denemez. göre revize ediyoruz. Ona göre kendimizi sorgulaya- Aslında hepsi suç durumunu ifade ediyor. Yapılması cağımız yerde, özeleştiri adı altında Önderlik eleştiri- gerekenleri açığa çıkartıp da yapmama var. Bakur’da lerini revize eden, biraz kendimize göre kabul edilebilir da bir iki kez savaşa girildi. 2006’ya belli bir direnişle gihale getiren bir tutum yaşıyoruz. Durumumuz bu. Bu rildi, 2007 ve 2008’de gücü çok az kullanma temelinde

42


Özgür Halk direniş oldu, zaten 2011’de tam bir facia oldu. Ne doğru dürüst siyasi hamle ile yürütebildik, ne de askeri hamle. Yüze göze bulaştırma derler ya, öyle oldu. Niye? Tereddütten dolayı, girişken olamamaktan dolayı, çok fazla hesap yapmaktan dolayı. Bu hesap yapmanın bir gerekçesi Önderlik oluyor. Acaba süreç mi bozulur? Acaba Önderliğe ters mi düşeriz? Tabi ki onu dikkate almak gerekli önemli, fakat Önderliği gerekçe yapmak da doğru değil. Önderlik en son dedi: “Beni kimse gerekçe yapmasın, ben kimseye engel olmadım” dedi. Bir devrimci her zaman o temelde karar almak durumunda. Onu görmüyorsa o zaman “Önderlik talimat versin ben hazırım” der, o memurdur militan değil. Önderlik zindandakilere talimat vermedi, Önderlik 15 Ağustos eylemini de planlamadı, planlayanlar yaptı. Militandır, eğitti, yol gösterdi, imkan ve fırsat verdi. Yapılması gerekenleri koydu, sen nerede yapacaksan militan sensin, onu bulup yapacaksın. Yoksa her şeyi Önderlik belirlesin, elimden tutsun, tüm sorumluluğu üstlensin, o sorumsuzca ve memurvari bir yaklaşım oluyor. Devrimci sorumluluktan kaçmayı ifade ediyor. Devrimci girişkenlikte, devrimci ruhtaki zayıflığı ifade ediyor. “Aman aman hata yaparım, eksik olur, bu sefer şu olur, bu olur...” diye diye, hata yaparım adı altında hiçbir şey yapmama ortaya çıkıyor. Bu dönemin en devrimci eylemi komün örgütlemektir Eskiden, “savaş tehlikeliydi, zordu, toplumu tehlikeye atıyordu” diyorduk. Şimdi bu dönem particiliği öyle de değil, demokratik ulus inşası: topluma gideceksin, toplum örgütlülüğünü geliştireceksin. Bunun birilerini yıkacak bir tarafı da yok. Yaratıcılık dolu, inşa dolu. Ona girilmiyor, yapılmıyor. Bu dönemin en devrimci eylemi komün örgütlemektir. Bir kişi ne kadar çok komün örgütlemiş ise o kadar çok devrimcidir. Önderlik, “devrimci militanlığının ölçüsü örgütlediği komünle sayılmalı,” dedi. Ne kadar örgütlemişse o kadar devrimcidir. Şunu yapmış, bunu yapmış, kendisini ateşe atmış, bu hiç mesele değil. İntihar etmek ayrı, devrim yapmak ayrı, devrimci militanlık ayrı. İntiharcılığı devrimcilik saymayalım. Apocu militan ölçüler olarak göremeyiz. Dönemin devrimci görevi komün örgütlemektir. Ne kadar devrimci olduğu ne kadar komün örgütlediğiyle, komün işlettiğiyle bağlantılıdır. Şimdi bırak örgütlemeyi, kadroların komün yaşamından kopmaları söz konusu. Şimdi yönetim bütün gücüyle onunla uğraşıyor, okullarımız ve eğitimlerimiz bütün gücüyle onunla uğraşıyor. Yani nasıl bir demokratik ulus inşası, Komün örgütlülüğü, toplumun sorunlarını değil kadronun bu sorunu şu sorunu, sorun yaratıp örgütün üzerine atan durumuyla uğraşıyoruz. Böyle kadro mu olur. Bu kadar çekiştirmeli kadro durumu, bireyci, bilmem maddiyatçı, şucu-bucu... Karar aldık ve yasakladık: Bir, bireysel fon adı altında hiç kimseye bir kuruş verilmeyecek, kimin cebinde bulunursa suçlu sayılacak ve tutulup yargılanacak. İki, hiç kimsenin şahsa özel ne bir telefonu olacak, ne bir arabası olacak, ne bir evi olacak, bu konuda da tedbir alıyoruz. Rojava’daki kadroyu “Komün niye

43

Şubat 2015

örgütlemedin?” diye eleştiremiyoruz. Kadro komünden kopmasın, hiç olmazsa kendisi komünal yaşamda kalsın diye tedbirler alıyoruz. O dereceye düştük. Nasıl peki toplumu örgütleyeceğiz, komün örgütleyeceğiz? Kadro tanımını doğru yapmak, kadro ölçülerini doğru ortaya koymak lazım. Günümüz kadro duruşunu iyi analiz etmemiz gerekli. Mevcut duruş, kaçmıyor, parçalamıyor, bir arada, olumlu yanları bu kadardır. Ama bir kadro olarak da bir lokma bir hırka yaşamıyor mesela. Fırsat buldu mu, basit maddi şeylere tenezzül ediyor. Bu konuda didiştirme, çekiştirme hat safhadadır. Yokluk ortamında öyle yapmayanlar varlık ortamına düşerlerse, yarın imkanı olan bir yere düşerse demek ki bir lokma bir hırka bir kenara gidecek. En basit şeylere tenezzül eden bir kişilik ortaya çıkacak. Bir yan budur, diğer yan ise örgüt ve eylem haline gelememektir. Örgütlenmiş ve eyleme geçmiş olamamak, yani bu kadar dıştan beklemek, bu kadar bir birinin üzerine havale etmek, bu kadar örgütten istemek buradan kaynaklanıyor. Bu durumun PKK olarak kabul edilmesi mümkün değil. Üçüncü dönem PKK’lileşmesinin militan duruşu, kadro duruşu, ölçü ve özellikleri kesinlikle bu değildir. Yoldaşlık ilişkilerini, yoldaş nasıl olur, bir devrimci nasıl olur, bunların tamamını Önderlik yazdı, söyledi. Önderlik mevcut koşullarına, AKP’nin dayatmalarına karşı sabretti, bize bir şeyler ulaştırmaya çalıştı ki, hepimiz yapmasak da birilerimiz oradan tutarak çıkış yapabiliriz, doğruya ulaşabiliriz, önderliği anlayıp, Önderlik militanlığını hayata geçirecek adımlar atabiliriz. Onun için bütün bunları yaptı Önderlik. Tanım yapılmış, imkanlar çok, ama öyle olamama var. Bunun giderilmesi durumunda başarı elde edilebilir. Oportünizmin teorisini yapmak tehlikelidir. Bizde gerekçe denen şeylerin hepsi oportünizmin teorisini yapmak oluyor. O, çok tehlikeli bir durumdur, insanı farklı duruşa ve zihniyete götürür, Önderlik zihniyetinden kopuşu gündeme getiriyor. Buna göre eleştiri ve özeleştiriyi Önderlik çizgisinde yapabilmek önemlidir. Önderliği ve çizgiyi anlayabilmek, pratiği de bu temelde analiz etmek, derslerini böyle çıkarmak önemlidir. Doğru düşünce buradan doğar. Böyle yapabilen, doğru düşünceye, yani Önderlik düşüncesine rahatlıkla ulaşabilir. Çizgi temelinde müthiş bir kararlaşma ortaya çıkabilir. Böyle olmazsa idare edici, orta yolcu, uzlaştırıcı bir yaklaşımla Apocu militan haline gelemeyiz. Öyle bir devrimci zihniyete, ruha sahip olmayız. Dolayısıyla da pratik dersleri doğru ve yeterli bir biçimde çıkartamayız. Şimdi sorun budur. Sorun ne imkan azlığıdır, ne yapılacağının bilinmemesidir, ne toplumun imkan vermemesi, ne orta sınıfın saldırısı, ne AKP’nin güçlülüğü-hilebazlığı, ne KDP’nin oyunları; bunlar doğru devrimcilik yapan militan için zaten mücadele gerekçeleridir. Bunlar olmasın, o zaman biz de olmayız. Bunların varlığı bizleri devrimci yapıyor, PKK’li yapıyor. PKK bunlar var olduğu için ve bunlarla mücadele etmek için var. Yoksa onlar olmasa PKK de olmaz, PKK’nin bir gereği kalmaz. PKK nerede anlam buluyor? Onların varlığı ortamında,


Özgür Halk onlara karşı mücadelede anlam buluyor. Onların varlığını mücadelesizliğin gerekçesi yapmaya kalkarsak, o zaman PKK’yi inkar etmiş oluruz; varlık nedenini yok etmiş oluruz. Şimdi böyle yaklaşımlar var. Bu bakımdan durum önemlidir, ciddidir. Öyle yapıldığı gibi muğlaklaştıran, genelleştiren, uzlaştıran bir yaklaşımla geçmişi analiz etmek, ders çıkarmak, değişim-dönüşümü sağlamak, kendini eğitmek, yani özeleştiri vermek mümkün değildir. Bu konuda daha tutarlı ve daha derin, gerçekçi olmaya kesinlikle ihtiyaç vardır. Savaşı değerlendirirken Önderlik ne dedi: “Ben diyemiyorum, arkadaşlar şurayı doğru, burayı yanlış yaptılar. Savaş yapmaya niyetlenmediler ki, yaptıkları doğruyla yanlışı ayıralım. İşin içine girmediler.” Evet, şimdi mevcut durumda örgüt işin içine girmiyor, demokratik ulus inşasını üstlenmiyor. Çok zorlanırsa, “demokratik ulus olmak istemiyor” diyeceğiz, demokratik komün yaşamına girmek istemiyor, kapitalist modernite etkisi var, bireyciliğin etkisi var, öyle bir toplumsal güç, öncülük, militan olmak, onu yaşamak yerine idareci, iktidarcı, milliyetçi, maddiyatçı olmayı yeğliyor. Her türlü kapitalizmin ucu olmayı ifade ediyor. Kapitalist modernite sistemi içinde olmak anlamına geliyor.

Şubat 2015

da-taşta, ot topladılar, ellerindeki bir parçayı bölüştüler ve yaşadılar. Biz bunların hepsine tanığıyız. Yoksa milleti kötülemek, “onlardan kaynaklanıyor” demek doğru değil. Tabi ki etkilenenler var, satın almalar var, işte yokluk içerisinde ezilmiş birden imkan olunca yanlış anlayışlar, ölçüler gelişiyor. Eğer önü alınmazsa, doğru geliştirilmek istenmese o tür durumlar ortaya çıkıyor. Şimdi moda olmuş bizim içimizde “Başur şöyle-böyle, Başur’da şu olmaz, Başur insanları böyle!” Öyle değildir. 80’lerin başında da çok övdük. Ne o doğruydu –Önderlik de eleştirdi- ne de bugünkü yaklaşımımız. Kendi başına ne iyidir ne de kötü. Ama iyilikleri-güzellikleri geliştirmeye açık bir yan var. Öncülük edilirse kesinlikle gelişme sürecini yaşar. Öyle olmasa da her türlü sömürüye, baskıya alet olur. Çünkü bilinçsiz ve örgütsüzdür.

Bu bakımdan parti öncülüğü sorunu kadro sorundur. Demokratik ulus inşasındaki temel sorun öncülcük sorunudur. Öncü yok, koşullar elverişsiz değil, imkan yok değil, halk destek vermiyor değil. Hepsi var, hemde mükemmel! Partinin gücü de vardır. Ama bütün bunlara rağmen daha inşaya adım atılamamışsa bundan tek sorumlu parti öncülüğüdür. Dönemin en Önderlik tarzından kopuş var Öncülük edilmedi ki adım atıldevrimci eylemi PKK’nin gücü de deneyim-tecrüsın; toplum bunu yapacaktı? O komün örgütlemektir. Bir besi de az değil. Geçen dönemzaman bize ne gerek var, kenkişi ne kadar çok komün de imkanlar fazlaydı, engel yoktu; dimizi feshedelim. Bu bakımörgütlemiş ise o kadar çok Bakur’da da, diğer alanlarda da dan demokratik ulus inşasını devrimcidir. Önderlik, engel yoktu. Başur’un yarısı Hewgerçekleştirmek üzere, toplu“devrimci militanlığının ler yönetiminin dışındaydı. Diğer mu kendi kendini yönetir hale alanda da mücadele edilecekse getirme çalışmasını yürütmek ölçüsü örgütlediği komünle Barzani’yi taklit etmek yerine, gidip üzere örgütlendirilmiş değil. sayılmalı,” dedi köylerde insanlarla konuşmak, duParti var, PKK 42 yıldır çalışıyor, rumlarını anlamak gerekir. Hewler yöPKK’deki kadro niceliği hiçbir örgütnetiminin geliştirmeye çalıştırdığı bireyci, te yok, devlette bile yoktu. Savaş içinmaddiyatçı duruma karşı komünalizmi gelişden çıkmıştı bu kadro, buradaki tecrübe tirmek zor değil. En azından on köylüyü etkileseykimsede yoktu. Fakat mevcut kadro dönemin dik, komüne benzer bir örgütlenme kursaydık, “şurada görevlerine göre değil, anlayış olarak, ideolojik-örgütsel da bizim etkinliğimiz, örgütümüz var” derdik. Hiç yok. olarak dönemin görevlerini kabul eden, benimseyen, Mevcut tarzda ortada hiçbir şey yok. Sözde hepsini bir- onu gerçekleştirmek üzere, canla başla, devrimci ruhla, den yapmak istiyoruz, ama ortada hiçbir şey yok. Oysa girişkenlikle çalışmaya yönelen konumda değil. Sorun Başur’da 90’dan bu yana 25 sene, 2003’ten sonra 12 buradan kaynaklanıyor. Halbuki böyle olması gerekli. senedir kapitalizmi yaşıyor, ondan önce böyle bir du- Eksiklik kesinlikle buradadır. Bu ne kadar eğitim sorunu, rum yoktu. Savaş içindeydi ve kabile-aşiret komünaliz- ne kadar yönetim sorunu, aslında hepsi de sorumludur. mi çok ilerdeydi. Öyle ki, devlet bastırmış ikiye bölmüş- Tabu eğitimden yönetim sorumludur, bundan dolayı en tü, bir kısmı Saddam’ın yanında, bir kısmı Saddam’ın başta da yönetim kendini sorumlu görmeli. Fakat şöykarşısında, Saddam’da bir biriyle savaştıramıyordu. le bir durum var: yönetim görevlerini yerine getirmiyor. Saddam’dan çalıyor, kendilerine karşıt olan KDP’ye veriyorlardı. Kabile-aşiret ilişkileri bu biçimdeydi, toplum- Eğitim planlama ve uygulama zayıflığını giderebilir. sallık bu biçimdeydi. Kapitalizm son zamanlarda ortaya Eğitimden sonuç alıcılık ne olabilirdi? Aslında toplumçıkan siyasi ortama dayalı olarak birilerinin geliştirmeye sal alana gidenler başarıyla iş yapabilirlerdi, bir itim çalıştığı durumlardır, somut toplumsal gerçeklik değildi. merkezi değil de çekim merkezi haline gelebilirlerdi. Toplum şimdi yok ediliyor. Toplumsallığa tutunup bu ka- Şuan bütün çalışmalar içerisinde toplumsal alan bir pitalist saldırı geri püskürtülebilir. Başur devrime daha itim merkezidir. Herkes oradan kaçıyor, kimse gitmek çok açık, devrimci çalışma orada daha fazla geliştiri- istemiyor. Oysa koşulması gereken iş burası olmalıydı. lebilirdi. KDP’nin parası her şeyin yerine geçiyor, oy- Birçok yerde son derece zemin, imkan vardı, örneğin saki bu insanlar yıllarca para olmadan yaşadılar. Dağ- Rojava gibi. Rojava devrim yapılmıştı, hiçbir engel

44


Özgür Halk yoktu. Böyle bir ortamda toplumun içine koşmak, derinliklerine girmek, 24 saat insanlarla sürekli tartışma, alışveriş, denemeler içinde olmak gerekirken kadro bundan kaçıyor. Ev kavgasına düşmüşler; kimin evi iyi olacak! 1980’lerde, 90’larda da kitle çalışması yürütmüştük, ama değil kadroların örgütün bile evi olmamıştı. Kadrolar toplumla iç içeydi. Şimdi bundan kopuş var. Eskiden geriye düşüş budur. Toplumla iç içe olmuyor, toplumla komün oluşturup buna dahil olmuyor. Basit yaşama tenezzül var. Bunu eleştirebilmek lazım ve basit görmemek lazım. Bir şey olmaz, dememek lazım. İdarecilik orayı da etkiliyor. Eleştiri-özeleştiri de ölçüleri zayıflatıyor, mücadele keskinliğini ortadan kaldırıyor. Azla yetinme, darla yetinme var, Önderlik “bir işi sürü bir arada yapalım” diyordu. Bizde iki işi birden yapmak, mümkün mü! İki cephede birden savaşmak: aman aman gücümüz yetmez! Önderlik tarzından kopuş var. Zihniyetteki kopuş tarzda da kopuşa yol açıyor. Aslında idareci bir duruş yaratıyor. Biz de ölçü memurvari oldu. Bu noktada tarihten ders çıkarmak önemlidir. Kemal Pir devrimciliğini bilmek gerekiyor mesela: yerinde durmayan, bir günde kırk yeri birden gezen; eğitim, örgütlenme ve eylemi iç içe yürüten tarz. Bu süreçleri birbirinden kopartan, eğitimle pratiği birbirinden ayıran, eğitimi örgütlemeden, örgütlemeyi eylemden, eğitim sürecini eylem sürecinden kopartan tarz bürokratik tarzdır, Apocu değil. Bizim eğitim tarzımız Apocu değildir. Önderlik de eğitim yaptı, Mahsum Korkmaz Akademisi oldu, mecbur kaldı da yaptı. Stratejik dönemler açısından evet, 70’lerin başında Ankara’da hazırlık yaptı, sevk etti. 80’lerin başında Lübnan-Filistin hattında hazırlık yaptı, sevk etti, ama ondan sonra Kürdistan’da aynı şeyi tekrar eden yaklaşımı mahkum etti. Yapılanı bir daha yapmayı tekrar etmek olarak değerlendirdi. Şimdi yeniler için, mesela 90’lı yıllarda akademiden sonra Parti Merkez Okulu’nda eğitim yapıyordu ama o eğitimi zorunluluk olarak yapıyordu. Doğru bir çalışma demiyordu. Savunmalarda da var, “eğitimde hata yaptım herhalde” diyor, “daha doğru bir tarz bulabilmeliydim” diyor. Eğitim sırasında da öyle diyordu. O tartışma-çözümle-

45

Şubat 2015

meleri incelendiğinde bu kesinlikle görülecektir. “ben hiçbir okula gidiyor muyum? Niye siz böyle eğitim görüyorsunuz da ben değil? Eğer ölçü bensem niye benim gibi değilsiniz?” diye soruyordu. Bizim tarzımız kendini eğitme ve pratikleştirme tarzı değil, onu Önderlik yaparken düşünen, düşünürken yapan tarz olarak tanımladı. Pratikte ertelemecilik, doğru tarz tutturamama, taktikte yaratıcı olamama vs. hep buradan kaynaklanıyor. Kemal Pir tarzı böyle değildi, devrimci akışkanlık, militanlık kesinlikle böyle değildi. Eğitim ve örgütlenmeyi, eylemi iç içe yapan ve 24 saat, fırsat bulduğu an yapan, gecesi gündüzü olmayan, “hele dur! Sabah olsun, filan saatte yaparım, akşam olur bırakırım.” Demiyordu. Memurculuk dedik ya, memurculuk bürokratizmdir. Bazı arkadaşlar iktidarı eleştiriyorlar, işte böyle ortaya çıkıyor. Bu memurculuk, bürokratizm devletçiliktir, iktidarcılıktır, önü alınmazsa oraya götürür. Bürokrasiden devlet doğar, idarecilikten devlet doğar. Önderlik “devlet idare eder, demokrasi yönetir” dedi. Hepimiz en makul şey olarak “idareciyiz” diyoruz. İdareciysen devletsin ve Önderlik çizgisinin dışındasındır. Özeleştiri verirken de böyle algılıyoruz. Yumuşatıyoruz, eleştiri-özeleştirideki kavramların keskinliğini yumuşatıyor, anlamını eksiltiyoruz. Böyle yaparsak sonuç alamayız. Geçmişe dönüp “şuradan oldu, buradan oldu” demek yerine kendi durumumuza bakalım. Önderlik diyordu “geçmişe dönüp, şu imkan vardı, şöyle yapsaydım, davransaydım iyi olacakmış, yanlış yapmışım” özeleştiri biraz böyledir. Ama böyle bakabilmek için de doğruyu bilelim. Büyük iş yapılabileceğine inanalım. Demokratik ulusun bu 10 senede inşa edilebileceğine inanalım. PKK 12 Eylül faşizmine karşı 6 senede devrim yaptı. Birkaç Çakaralmaz G-1 tüfeğiyle bunu yaptı, bu işe öyle başladı. 10 senede demokratik ulus nasıl inşa olmaz? Tabi bu inşa sonsuzdur, ama şuan Bakur’da en az devlet kadar KCK de toplumu yöneten olurdu, hatta daha fazla. Ama mevcut haliyle örgütlü bir yönetim yok. Devletin yasalarının oluşturduğu düzeyde bir yönetim var, bir de PKK’nin, Önderliğin örgütlü olmayan toplu-


Özgür Halk mu yönlendirmesi söz konusu. Halbuki bunlar aşılabilir, toplum bütünlüklü bir biçimde örgütlü hale getirilebilirdi. Yüzde yüz demokratik ulus toplumun bütün alanlarında olmayabilirdi, hatta birçok alanda demokratik ulus ya da demokratik özerklik temelinde Kürdistan’ı kurtarabilirdik. Bu rahatlıkla olabilirdi, gerilla buna güvenlik sağlıyordu. Gerillanın üs alanları böyle bir mevzilenme ve direnmeye el veriyordu. Ama onu seçmek yerine düşman saldırıyı seçince, saldırı karşısında direnme pasif oldu; ruhsal direnme, ideolojik direnme, “hapse girerim, direnirim” dendi. Hapiste direnirsin, teslim olmazsın ama, başarı da kazanamazsın. Teslim olunmadı, AKP’nin “teslim alırım” hesabı boşa çıktı, bu konuda bir kusur yok, ama zafer de olmadı, başarı da olmadı. Yıllar geçti demokratik ulus inşası görevleri olduğu gibi ortada kaldı. 10 yıl önceki durum neyse şimdi de öyleyiz. Yıllar boşuna geçmiş durumdadır. Taş taş üstüne koyabilmiş değiliz. Bu kabul edilebilir bir durum mudur? Teslim olmamak yeterlidir, diyebilir miyiz? O da bir duruş ama pasif bir duruştur. Orada zafer kazanan bir duruş yoktur. Zaferi kazanmayı öngören bir duruş yok. Bunları değerlendirmemiz lazım, doğru tarza buradan varılır. Şimdi şunları değerlendiriyor Önderlik: 91-94 arasında niye bu kadar insanın metropollere gidişine izin verildi? Niye toplu bir tarafa çekilmedi veya Kürdistan’ın diğer parçalarına çekilmedi? Şimdi hepsi heder olmuş durumda. Mesela bu Başur’da Kürt sorununu canlı tuttuysa, bir yönü de gidip teslim olmamasındandı. 75’te bazıları Saddam yönetimini teslim oldularsa da, önemli bir halk kesimi oraya gitmedi, teslim olmadı. Zorda olsa her şeyini bıraktı Doğu Kürdistan’a gitti, Kuzey Kürdistan’a gitti, Batı Kürdistan’a gitti. Mülteci oldu, yokluklar içerisinde yaşadı ama kendi toplumsallığını korudu. Düşmanın zeminine gidip toplumsallığını kaybetmedi. MİT belgesinde de üç, üç buçuk milyon insanın sürgün edildiği var. Kuzey Kürdistan’ın en yurtsever kitlesiydi; hepsi gitti! Şimdi nereden bulup, nereye getireceksin. En yurtsever olanlar Kürtlükten gitti, Kürdistan’dan koptu. Geriye dönüş ya olur, ya olmaz. Bütün bunlarla, zamanında bulunması gereken doğru devrimci yöntemlerin neler olduğu ortaya çıkıyor. Nasıl ki, Devrimci Halk Savaşı sürecine girilmedi, girilmek istenmedi, deniliyorsa, ondan çok daha fazla, 83’te kesinlikle böyle değildi. Ondan çok daha fazla ulus inşasına girmeme var. Neden böyle? Diyelim ki, savaş zordu, zorluğa girilmek istenmedi, çekinildi. Savaş tehlikeliydi, korkuldu ve geri duruldu, peki demokratik ulus inşasından niye kaçıyoruz? Demek ki zihniyet ona açık değil. Yani zihniyet devrimi olmamış, “demokratik ulus özgür bireye ve demokratik komüne dayanır,” diyor Önderlik. Demek ki bırak toplumu kadronun zihniyeti özgür birey zihniyeti değil, demokratik komünalizmle dolmuş bir zihniyet değil, kölelik var, bireycilik var. Yani onun arayışında, oradan kopmamış, o konuda netleşmemiş. İçten içe zihniyetinde o yaşıyor. Doğru, yerinde bir zihniyet devrimi yapmamış. Sonuç olarak bunlar çıkıyor ortaya. Bunu

Şubat 2015

başka nasıl izah edebiliriz. Kimse kaçıp gitmemiş, düşmana teslim olmamış. Dense ki, bu işe hiç girmek istemiyor, korkmuş-kaçmış, öyle bir durum da yok. En ağır zorluğa da katlanmış, işkenceye karşı direnmiş, bunlar da var, ama buna rağmen doğru olanı yapmıyor, yapılması gerekeni yapmıyor. Bu durumu ancak zihniyetle izah edebiliriz. Zihniyet devrimi olmamış, zihniyet özgürleşmemiş, zihniyet komünal değil bireycidir, devletçiliğin, kapitalist modernitenin o bireyci özelliklerinden tümüyle kopmamış, arınmamış. O halde bunun üzerinde durmalıyız, koparmalıyız, arındırmalıyız. Diğer türlü durumumuzu izah etmek kesinlikle mümkün değil, başka biçimlerde yaklaşarak durumu izah edemeyiz. Buna çözüm üretecek bir tartışma yürütmemiz lazım ve çözüm yöntemlerini net ortaya koyalım. Öyle muğlâklaştırmayalım, gerçekleri örtbas etmeyelim. Var olanı allayıp pullayıp devam ettirmeyelim. Gerçekten de kişilik devrimi olsun, zihniyet ve vicdan devrimi olsun, değişim olsun. Öyle tartışalım ki, gerçekleri tam ortaya koyarak çıkış yapabilelim. Tartışmalardan ulaştığımız sonuç, başarısızlıkları, iş yapmamayı ortadan kaldırsın, başarıyla iş yapar hale getirsin bizi. Yani bizi militan yapsın. Üçüncü dönemin, demokratik ulus inşası döneminin kadrosunu, militanı yapsın, her yerde her türlü göreve çare olan kadrosu haline getirsin, çözüm budur. Böyle yapmayan sonuçlara çözüm diyemeyiz. Önderlik “zihniyet ve irade yetersizliği var” dedi. Zihniyet yetersizliği değil, zihniyette devrimci ve komünal olamama, irade olarak da örgütlenememe, örgüt disiplinine girememe durumu var. Bireycilik, bireyci yaşam çekici geliyor. Onun için örgütlüyüz ama kolektif çalışan, sorunlara çözüm olan, hamle üstüne hamle yapan örgütsel öncülük haline kendimizi getiremiyoruz. Böyle bir irade olamıyoruz. Gücümüzü bu nedenle pratiğe seferber edemiyoruz. Bunun üzerinde durmak, eleştiri-özeleştiriyi bu çerçevede yapmaya çalışmak, geçmiş pratiği buna göre incelemek, irdelemek, derslerini çıkarmak, yeniden partileşmeyi, katılımı bu esas üzerinde gerçekleştirmek en doğrusu, en sonuç alıcısı olacaktır. Böyle yapabilir miyiz, yapamaz mıyız? Kesinlikle yapılır, yeter ki bu esaslara göre davranalım, bu konuda kendi ayak bağlarımızı çözelim, kendimizi engel olmaktan çıkaralım. Böyle bir düzeltme yaparsak değişim de gelişir, devrimci ruh oluşur. Bu yaşla ilgili bir durum da değil, belki buna gençlik daha yatkındır, ama Apocu çizgi temelinde kendini düzeltmek isteyen, yaşı ne olursa olsun, buna doğru yaklaşırsa devrimci ruhu, Apocu ruhu edinebilir. Önderliğe “gençlik sizden mesaj istiyor” dediler, Önderlik; “Kim genç? Benden genci mi var!” dedi. Önderlik ruhu budur, Önderlik çizgisi bu. İzinden yürüdüğümüz, militanı olduğunu söylediğimiz Önderlik gerçeği bu. Artık kendi gerçeğimizi de buna göre gözden geçirelim. Eğer Apocu olacaksak bu gerçek temelinde olacağız. Öyle olmazsak Apocu militanlık sözde kalır, pratikte hayat bulmaz, gerçekleşmez.

46


Özgür Halk

Şubat 2015

Kadro Olmak Bir Aşk ve Tutku İşidir PAJK Koordinasyonu

Toplumsal mücadele tarihinde sağlam kadro yapısı olmadan yaşamsallaşabilmiş ve hakim sistem haline gelebilmiş hiçbir ideolojik kimlik yoktur. En yenilikçi ve özgürlükçü ideolojilerin çizgiyi özümsemiş kadrolarını yaratamadıkları için unutulmaya yüz tutmaları gibi en gerici, toplumsal gerçeği en çok çarpıtan ideolojilerin kadrolaşmaya dayanarak tarihe kendi çıkarları doğrultusunda yön verdiklerine dair birçok örnek vardır. Kadrolaşma ideolojik sistemler arasındaki mücadelede adeta hangi sistemin tarihe damgasını vuracağını belirleyen temel ölçüt olmuştur. Kadrosal durumun bu düzeyde tarihsel ilerleyişi belirlemesi kadroya dayalı ortaya çıkan sonuçların sadece güncel pratik ile sınırlı olmaması, ideolojik gelişme seyrini de etkilemesiyle bağlantılıdır. Doğası gereği bu diyalektik özgürlük mücadeleleri açısından daha yakıcı anlam ifade etmektedir. Kadroya bağlı ortaya çıkan toplumsal gelişme ideolojik kimlikle yakından bağlantılı olduğu gibi kadronun yarattığı toplumsal değişim de ilgili toplumsal harekette ideolojik biçimlenmenin gelişme yönünde mi yoksa daralıp gerileme yönünde mi olacağı üzerinde etkide bulunmuştur. Bu nedenle kadrolaşma sorunu, yalnızca güncel mücadele ihtiyaçlarının karşılanması ile sınırlı kalmayıp uzun vadede ideolojik çizgi gelişiminin korunup korunamamasını da kapsamına almaktadır. İdeolojik öncülük ne kadar güçlü olursa olsun, kadro tarafından yorumlanıp yaşamsallaştırıldığından güçlü kadrolaşma ile ideolojik öz korunarak gelişme süreklileştirilecektir. Kadro politikasının temel ilkesi özgür insandır Gerek ideolojik içerik gerek kadrolarının gelişim seyri bakımından özgürlük mücadelelerinin içine düştükleri en büyük handikap yeni egemenlikli düzenlerle sonuçlanmaları olduğu gibi bu yönlü gelişmelerin önce kadrolar şahsında yaşandığı, sistem içileşmenin kadrolardan başlayarak topluma dalga dalga yayıldığı da bir çok örnekte son derece açık ve net ortaya çıkmaktadır. Bunun da temelinde yatan neden, öncü kadrolar şahsında ataerkil-devletçi ideolojik çerçevenin aşılamaması ve bu nedenle kadrolaşma sorununa hak ettiği önemin verilememesidir. Ataerkil-devletçi yaklaşım iktidarla özgürlüğün özdeşleştirilmesine yol açtığından, giderek kadrolarda başlangıçta belirleyici ölçü olarak öne çıkan özgürlükçü yaklaşımın giderek yine kadrolar şahsında yerini iktidarcılığa bırakması ve zihni, moral-manevi değerler bakımından kadrolardan başlayan iktidarcı yaklaşımın kendisini sistemleştirerek ideolojik-sistemsel yutulmaya yol açması adeta kaçınılmaz bir gelişme olarak tarihe dayatılmıştır. Bunun da altında yatan ne-

47

den, kadroda başlangıçta aranan ideolojik çizgi netliğinin giderek arka plana düşmesi, iktidarcı yorumlara paralel olarak kadroların iktidarın basit bir uzantısına indirgenmesidir. Kapitalist sistemin toplumu parçalama ve bireyleri iktidara bağlama gücü nedeniyle sistem karşıtı yükselen ulusal kurtuluş ve işçi sınıfı mücadelelerinde bu diyalektik çok daha çarpıcı ortaya çıkmıştır. Çözülüşünün kapsamı ve derinliği nedeniyle Reel sosyalizm bu konuda en çarpıcı örnektir. Marksizmin dayandığı iktidarcılığın kaynağı olan çağdaş kadercilik felsefesinin nasıl kadronun basit bir nesneye indirgenerek önemsizleşmesine, giderek alternatif sistem inşasının kadrolar şahsında tali plana itilmesine yol açtığı Reel sosyalizm somutunda çok net ortaya çıkmıştır. İdeolojik yaklaşımın kendisi, ortaya çıkardığı tarihsel toplumsal tahliller üstyapı değişimini toplumsal gelişmeyle özdeşleştirdiğinden kadrolaşma tali plana itilmiştir. Kadrolaşmanın tali plana itilmesi, özünde yeni sistem inşasının tali plana itilmesini de beraberinde getirmiş, bu yolla altyapı olarak adlandırılan toplumsal yaşam alanı kendi karşıtını yaratma potansiyelini korumuş, adeta devrimi yutmuştur. Kadrolarda kişilik sorunu önemsiz görüldükçe egemen sistemden kopuş talileştirilmiş, bu durum ideolojik açmazın daha da derinleşerek ideolojik yozlaşmaya dönüşmesine ve kapitalizmden daha kötü bir sistemin pratikleşmesine yol açmıştır. Sovyet devrimi somutunda Marksizmin ideolojik açmazları kendi içinde çözümlenip aşılma yoluna gidilemediyse, bunda, bu yönlü gelişmenin temel rol oynadığı açıktır. Çözülüşe yol açan nedenlerin ideolojik olması kadro sorununu önemsizleştirmemekte, tam tersine önemini artırmakta-


Özgür Halk dır. Devrimin doğuş yılları ve çözülüş süreçleri arasındaki fark kadro somutunda değerlendirildiğinde bu yönlü gelişmenin yaşandığı açıktır. Tüm insanlık tarihi mücadelelerinde yaşanan tıkanıklığın özeti niteliğinde de değerlendirebileceğimiz Reel sosyalizmden açığa çıkan sonuç, kadroların adeta sosyalizme karşı mücadelede Truva atı rolünü oynayarak çözülüşü hızlandırmalarıdır.

Şubat 2015

bu temelde ideolojik çizgi doğrultusunda şekillendirilmiştir. Adeta her kadro şahsında yoğunlaştırılan kişilik çözümlemeleri tarihsel toplumsal mücadelenin yoğunlaştırılmış ifadesidir. Bu nedenledir ki tarihte eşine rastlanmayacak bir kadrolaşma çalışması yürütülmüştür. Kadro sorununa yaklaşımı ifade eden ‘burada çözümlenen an değil tarih, birey değil toplumdur’ belirlemesi, konunun önemini yansıtması bakımından çarpıcıdır.

Kadro politikası Önderlik çizgisinin özünü, özgürlük anlayışını en somut yansıtan konudur Kadın militanlığı, en gelişkin devrim değeri, Önderliğin giderek iktidar ve devleti köklü tahlil etmesilahı ve örgüt gücüdür sinin, genel ideolojik-teorik çözümlemeleri kapsam- Kadın katılımlarına karşı gösterilen duyarlılık parti etralılaştırıp ataerkil-devletçi ideolojilerin tıkanıklıklarını fında özgür toplum yaratımına karşı gösterilen duyarçözümleyerek aşmasının temelinde sosyalizmi ya- lılığı ifade ederken, özgür kadın gerçekleşmesi partişamsal bir ideoloji olarak ele alması, tarihsel gerçek- leşmenin, partileşme etrafında yeni toplumsallaşmanın likten uzak üst-yapı alt-yapı ayrımlarını aşması vardır. temel dayanağını oluşturmaktadır. Kadın özgürlük haBu yolla üst yapı dönüşümünü devrimin merkezine reketi ve onun militanlaşması ile PKK somutunda yeni koyarak toplumsal yaşamı üst yapının basit bir yansı- toplumun özgürlükçü gelişimi sağlandığı gibi, tarihte birmasına indirgeyen ve bu nedenle toplumsallaşmayı çok özgürlük hareketinin karşı karşıya kaldığı karşıtına devletçiliğin dayandığı köleleşme ile özdeş ele almak- dönüşme, sistem içileşme riskini de aştıracak gelişme tan, özgürlüğü kendi iktidarının aracına indirgeyerek kaynağı yaratılmış oluyordu. Kadın özgürleşmesi, yozlaşmaktan kurtulamayan Reel sosyalist özgürlük mücadelesinde tutarlı bir parti yüdeneyim aşılma yoluna girilmiş oluyorrüyüşü kadar toplumsal özgürleşmenin du. Önderlik yaklaşımının özünde, temel halkası, toplumsal dönüştürücü Önderliğimiz üst yapı olarak adlandırılan iktidagüç olarak da öne çıkıyordu. Kadın kadrolar şahsında rın dönüşümü ile toplumsal yapı ordulaşması ile mücadele saflaözgür toplum inşasını arasındaki ilişkiyi çözümlemesi, rında kapsamlılaştırılıp derintoplumsal yaşamın hiçbir soruleştirilen kadın örgütlenmesi ve gerçekleştirme iddiası nunu ertelenebilir görmemesi, kadın özgürlük militanlaşmasıtaşıdığından özgür kişilik özgürlüğü komple ele alması na biçtiği misyonu Önderliğimiz gerçekleşmesini mücadelenin vardır. Önderliğimiz kadrolar ‘‘Kadın ordulaşması boşuna temeli olarak görmüş, tüm şahsında özgür toplum inşasını söylenen bir laf değildir. Değer siyasal-askeri kazanımları gerçekleştirme iddiası taşıdığınyargılarıyla, temel moral değerbu yönlü gelişmeye dan özgür kişilik gerçekleşmesini leriyle, örgüt gücüyle, hatta yabağlamıştır mücadelenin temeli olarak görşam planıyla kadın ordulaşması en müş, tüm siyasal-askeri kazanımları dönüştürücü toplumsal bir güçtür... bu yönlü gelişmeye bağlamıştır. ‘Önce Önemle vurguluyoruz ki, gerçekleşmiş siyasal-askeri kazanım sonra toplumsal kadın militanlığı, en gelişkin devrim değeri, özgürleşme’ biçiminde kendisini dışa vuran silahı ve örgüt gücüdür. Bu konuda ne kadar meataerkil-devletçi bakış açılarının gerçek dışılıklarını çö- safe alırsanız, devrime o kadar hizmet etmiş olursunuz. zümleyerek aşmıştır. Bu temelde kadro politikası Ön- Kadınlığını özgürleştirmeyen, köle kadın özellikleriyle derlik çizgisinin özünü, özgürlük anlayışını en somut ve saflarımızda bulunan, en büyük kötülüğü kendisine ve çarpıcı yansıtan konu olmuştur. Kadro politikasının özü, partiye yapıyor demektir.” sözleriyle ifade etmektedir. özgürlük mücadelesinin temel ilkesi olarak özgür insan gerçekleşmesini, Önderlik çizgisi ile bütünleşmeyi ifa- Bir cinsle sınırlı ya da erkekle eşit haklara sahip olma de etmektedir. Kadro politikasında gerçekleşen, insa- arayışının çok ötesinde, özgürlükçü çizginin korunup na yaklaşımın, özgürlüğe yaklaşımın devletçi-iktidarcı geliştirilerek süreklileştirilmesi misyonu ile konuya sınırları aşarak kendi öz tanımına kavuşmasıdır. Dev- yaklaşım gösterilmiştir. Kadın militanlaşmasının özü, let ve iktidar, kapsamlı ideolojik-teorik çözümlemelere kadından başlayarak özgür insan gerçekleşmesini konu edilmeden önce, kadro somutunda insana yak- yaratmak ve bu yolla erkeğe de özgürleşmeyi dayatalaşımda aşılma arayışına girilmiştir. İktidarcı-devletçi rak genel kadrolaşma esaslarına dayatmaktır. Bu yolla toplumun kendisinin basit bir uzantısına, basit bir nes- çizgiyi koruyup sürükleyecek kadrolaşmayı süreklileştineye indirgediği toplumun kadrolar şahsında aşılarak recek gücü açığa çıkarmak, partiyi yeni toplumsal sisyeni toplumun özgür, iradeli bireyler yoluyla yeniden temin somutlaşmış ifadesine dönüştürmektir. Süreklilik inşasına öncelik verilmiş, mücadelenin siyasal askeri kazanmış bir özgürlüksel gelişmeyi açığa çıkarmaktır. kazanımları bu yolla ideolojik mücadele kazanımlarına ve bunun temel ölçütü, kanıtı olarak ele alınan kad- Kadrolaşmada yaşanan temel sıkıntı iktidar ve devlet rolaşmaya bağlanmıştır. Tüm diğer mücadele alanları toplumunun uzantısı olmaktan kaynaklandığı gibi kadın

48


Özgür Halk açısından bu daha da yakıcı bir anlam ifade etmektedir. Kadın kadrolaşması karşısında en az erkek egemenlikli yaklaşımlar kadar kadında içerilmiş cins köleliğinden kaynaklı yaklaşımlar da engelleyici rol oynamıştır. Bu engel yine gerçekleşen kadın özgürlük militanlığı ile aşılabilmiş, bu uğurda büyük bedeller verilmiştir. Kadın militanlaşmasının ivme kazanarak gelişmesi kadın örgütlenmesine bağlı olduğu gibi kadın örgütlenmesi de Önderliğimizin kadın özgürlük militanlaşması uğruna yürüttüğü mücadele ve Önderlik çizgisi ile bütünleşen kadın kadrolar ile sağlanabilmiştir. Örgütlenme ancak kadın özgürlük militanlığının egemen erkek-köle kadın yaklaşımları karşısında önemini kanıtlaması ile sağlanabilmiştir. Bu konuda en çarpıcı tarihsel örnek Beritan arkadaştır. Önderliğimizin Beritan arkadaşı çizgi düzeyinde ele alarak çözümlemesi onun kişiliği ve ifade ettiği tarihsel önemden kaynağını almaktadır. Mücadelemizin daha kitleselleşmenin başında içte egemen erkek-köle kadın ikileminin yaygınlaşmasından da güç alarak öne çıkan teslimiyetçi çizgi karşısında mültecileşme ve marjinalleşme riskini aşıp ulusal mücadele örgütü olarak özgürlük mücadelemizi, varlığımızı nasıl sürdürebileceğimiz Beritan arkadaşın eylemi ile somutluk kazanmıştır.

Şubat 2015

sını zirvede yaşamaları tarihsel görevlere başarıyla yürümelerini sağlamıştır. Önderliğimiz Kopuş teorisi ile kadın özgürlük militanlaşmasının genel esaslarını teorik ifadesine kavuştururken dayandığı zemin yine gerçekleşmiş ve ispatlanmış kadın militanlığı olmaktadır. Bu nedenle kadın kurtuluş ideolojisi ve kopuş teorisi soyut açılımlar olarak değil, tam tersine insanlık mücadelesinden ve özgürlük mücadelesi tarihimizden ortaya çıkan sonuçların çözümlenmesi temelinde, yaşamsal açılımlar olarak geliştirilmiştir. Kadın militanlaşmasında yaşamsal esaslar olarak anlam yüklenmiştir.

Önderlik çizgisi nasıl ki başlangıçta özde var olan özgürlükçü yaklaşımın daha fazla kendisini dışa vurması biçiminde gelişmişse karşıt yaklaşımlar da iktidarcı zihniyetin kendisini değişik versiyonlarda üretmesi biçiminde gelişmiş ve kadrolaşmayı sekteye uğratmıştır. Kitleselleşme ile imkan-olanaklar üzerinde kendisini yaşatmaya dayanan feodal-işbirlikçilik ve küçük burjuva memurculuğu gibi iki temel biçimde kendisini dışa vuran iktidarcı anlayış kadına da iktidar eksenli biçimlenmeyi dayatarak ve kadındaki geri-geleneksel özelliklerle birleşerek kadın özgürlük militanlaşmasını sekteye uğratarak karşı saldırı gücünü besGiderek Zilan arkadaş şahsında lemeye çalışmıştır. Tüm gerçekleKadınlığını zirveleşmiş, kadın özgürlük milişen kadın kahramanlıklarına rağtanlaşması Tanrıçalaşma olarak men kadında içerilmiş köleliğin özgürleştirmeyen, köle kadın tarihsel tanımına kavuşturulaşılamamasından kaynağını özellikleriyle saflarımızda muş, kadın kurtuluş ideolojisi alan, cins kimliği ve bilincinden bulunan, en büyük kötülüğü ve kopuş teorisi ile dayandığı uzak, erkeği güç gören, erkekkendisine ve partiye yapıyor ideolojik esaslar ve mücadele leşmekle özgürleşmeyi özdeşdemektir yöntemi daha da somutlaştıleştiren kadın yaklaşımı da Önrılarak teorik formülasyona döderliğin izlediği kadro politikasını nüştürülmüştür. Kadın kurtuluş tali plana itip önemsiz göstererek ideolojisi ile kadın örgütlenmesi objektif olarak benzer saldırı yaklave özgürlük mücadelesinin üzerinde şımı içinde olmuştur. Kadın özgürlük yükseleceği temel ilkeler, kadın kadrolaşmücadelesini kadın haklarına dönüştürüp masının temel esasları belirlenmiş oluyordu. cinsin kurtuluşunu saptıran ve bu yolla kadın özgürlük hareketini bireysel iktidar alanına dönüştürKadın kurtuluş ideolojisi mek isteyen yaklaşımlar ile erkekle iktidarı paylaşmave kopuş teorisi yaşamsal esaslardır nın aracına dönüştürerek erkeğe eklemlemeye çalışan Kadın özgürlük militanlaşmasında ortaya çıkan düzey yaklaşımlar kadro şekillenmesinde büyük tahribat yave Önderlik çizgisi birbirini besleyerek ilerletmiş ve bu ratmıştır. Kadın kadroların çizgi doğrultusunda şekilaşamaya varılmıştır. Kopuş teorisi ise kadın militanlaş- lenmesini tali plana iten bu yaklaşımlar, özünde cins masının gelişim diyalektiğinin teorik ifadeye kavuştu- mücadelesinin iktidarcılığın değişik biçimlerdeki versirulması, kadın kadrolaşmasının, kadın özgürlüğünün yonlarına dönüştürülmek istenmesine dayanmaktadır. dayanacağı mücadelenin yol yöntemlerinin kapsamlı formülasyona kavuşturulmasını ifade etmektedir. Beri- Önderliğimizin PKK’nin yeniden inşası ile geliştirdiği, tan arkadaştan Zilan, Sema arkadaşlara kadar ortaya PAJK perspektifi ile derinleştirdiği çözümlemeler topçıkan tüm kadın kahramanlıklarının ortak özellikleri er- lumsal dönüşümün kadro örgütlenmesi şahsında özgürkek egemenliği başta olmak üzere, düzenin her türlü lükçü kılınmasını yeniden güncelleştirerek kapsamlılaşgeriletici etkisinden çıkarak kendi öz bağımsız kişilik- tırma yaklaşımını içermektedir. Kadro örgütlenmesinin, lerini oluşturmalarıdır. Önderlik çizgisiyle bütünleşerek toplumsal dönüşümdeki önemini ve yerini Önderliğimiz kadın özünü güncelleştirmeleri ve özgürlük mücade- toplumun üzerinde yükseleceği, şekilleneceği temel ve lesinde öncülük rolünü oynamalarıdır. Her türlü bireyci iskele olarak ifade edip yeniden kendi tanımına kavuşyaklaşımın yerine kadının ve halkın kurtuluşunu esas turmuştur. PAJK ve PKK örgütlenmesi ile kadro örgütlenalmaları, örgütlü yaklaşımı geliştirerek koruma kaygı- mesini ayrıştırarak gelişen sapmaların önünü almak ve

49


Özgür Halk hareketi yeniden özgürlük çizgisini koruyacak örgütlenme araçlarını güçlendirerek geliştirmekle yanıt olmuştur. Özgürleşen kadınla özgürleşen erkek yaratılacaktır! Bu temelde parti tanımı kadrolar şahsında geçmişte yaşanan yanılgıları da aşarak yeni toplumsal sistem inşasını ve toplumsal değişimin bu yolla özgürlükçü ilerleme rotasına oturtulmasını ifade etmektedir. Örgütlenmenin kadro ve halk örgütlenmesi biçiminde ayrıştırılması, kadro örgütlenmesinin partileşme ekseninde netliğini geliştirip halk örgütlenmesinin de teminatı olarak yeniden şekillendirilmesi yeniden yapılanmanın esaslarını ifade etmektedir. Önderliğimiz yeni parti ve kadro tanımını insanlık tarihinin köklü tahlili kadar mücadele tarihimiz boyunca ortaya çıkan yanılgıları da çözümleyerek geliştirmiştir. Kadronun yeni toplumun çekirdeği olarak ele alınması şüphesiz Önderlik çizgisi etrafında kadrolaşmayı ve kadrolar şahsında ortaya çıkan gelişmenin geri-geleneksel topluma dayatılarak devletin uzantısı haline gelmiş toplum olmanın aşılmasını ifade etmektedir. ‘Kadro sıkça vurguladığımız gibi parti zihniyetini ve program esaslarını en iyi özümseyen ve tam bir coşku seli halinde pratiğe aktarmaya çalışan militanları ifade eder. Dönüşümün kurmay ekibidir’ belirlemesi bu yönlü gelişmenin temel alındığını göstermektedir. Teori ile pratik bağını kurabilen, kitlesel örgütlenmeyle etkinliği buluşturup yönetebilen özellikleri taşımak durumundadır. Ayrıca toplumsal ahlakı ve politikanın yaratıcılığını sanatkâr düzeyinde şahsında birleştiren kimliktir… Önümüzdeki yapılanmanın yine en temel sorunu yeterince güçlü kadrolar olabilme sorunudur’ belirlemesiyle yeniden partileşmenin dayandığı kadrosal yapılanmanın temel esaslarına ve önemine vurgu yapmaktadır. Kadro olmayı bir aşk, tutku işi, kendini amaçlarına sınırsız inanç, kararlılık ve aydınlıkla yatırma olarak tanımlamış, bir heves, kariyer tutkusu ile önü tutmak isteyen kişilikler şahsında iktidarcılığın kadrolaşma önünde en temel engel olduğunu vurgulamıştır.

Şubat 2015

Kadro olmayı bir aşk ve tutku işi olarak tanımlamanın yanında aşkı kadın kadrolaşmasının özü olarak tanımına kavuşturmuştur. Bu konuda kadın kadrolaşma politikasını kendi özgünlüğünde ele alarak tanımını genişletmiştir. Kadrolaşmayla açığa çıkan özgürlükçü duruşun topluma dayatılması nasıl mücadelenin temel gelişim diyalektiği olarak anlaşılmak durumundaysa kadronun özgürleşme sorununun da kadının kendisinden başlayarak aşılması gereğini yeniden çözümleyerek güncelleştirmiştir. ‘Kendini özgürleştirmeyen bir PAJK çekirdeği, belki de dünyanın en sorunlu kadın ve erkeklerini nasıl özgürleştirebilir? Benim bu konuya ilişkin diyalog ve birçok çözüm çabam bilinmektedir. O yönlü daha derinleştiğimi ve kanılarımı pekiştirdiğimi belirtmeliyim’ değerlendirmesi Önderliğimizin kadın kadrolaşmasının özünü koruma ve geliştirme konusuna verdiği önemi ve misyonu yansıtması bakımından çarpıcıdır. Kadın kadrolaşmasını PAJK tanımı ile somutlaştırıp özgürlüksel gelişmenin temeli olarak vurgularken de yine tarihsel yaklaşmakta, köleleşmenin tarihsel başlangıç noktalarını tersine çevirip kırarak toplumsal özgürleşme diyalektiğini işletmektedir. Önderliğimizin PAJK konusunda geliştirdiği temel çerçeve bu yönlü yaklaşımı içermektedir. ‘Kadın kadro politikamıza aşkı dayattığım herhalde yavaş yavaş anlaşılıyor. Bu yaklaşım cinsiyet boyutunun ötesinde ciddi bir kültürel, siyasi, özgürlük ve eşitlik kavramıyla iç içe geliştirilmeye çalışılmıştır. Kadının kölelik kültüründen kurtulmasıyla, erkeğin egemenlik ağırlıklı kültüründen kurtulmayı içeren, siyasal alanda demokratik denge altında özgür ve eşit duruşla sağlanan bir aşk tanımını gerekli kılmaktadır… Bizim mücadele koşullarımızda aşk görevlerde başarı için şart olan umut, tutku, irade, anlayış gücü, güzellik arayışı, cesaret, fedakârlık ve barışta, savaşta onurlu bir sona kadar gerekli olan inançtır. Aşkın da savaşı olan yurtseverlik, özgürlük ve onurlu barış savaşımı PAJK gerçekliğinde başarı için gerekli olan gücü bulacak; özgürleşen kadında özgürleşen erkek yaratılacaktır.’

50


Özgür Halk

Şubat 2015

Kadro Duruşu Katılımı ve Başarma Azmi Ali Haydar Kaytan

Canlılık kavramıyla mekaniklik kavramı arasında fark var. İnsanı bir makine olarak algılayan -pozitif bilim ona dayanır- mekanik, diğeri ise canlı bir organizma olarak görmek yaklaşımı. Kuantumik bakış açısında canlılık var. Aslında evrenin kendisi bile bütün bir organizmadır.. Gerçekten üzerinde derinlikli düşündüğün zaman, bu algının yarattığı sonuç muhteşemdir. Makinede yenilenme diye bir olgu yoktur. Kendi kendini yenileyen bir şey değildir, yapılan bir şeydir, yapılmış bir şeydir. Ama canlılık sürekli kendi kendini yenilemek demektir. Kendi kendini yenilemeyen varlık yoktur. Döngüsellik bile yenilenme anlamına geliyor. Doğaya baktığın zaman mevsimler bile döngüsellik anlamına geliyor. O döngüsellik içerisinde doğa kendisini yeniliyor, ağaçlardaki yenilenmeyi görüyorsunuz. Doğallık bu yenilenme gücüdür. Makine kurulmuş bir şeydir, organizma ise yaşayan canlı bir şeydir. Gerçekten bu mekaniklik denilen şeyde bir kurulmuşluk vardır. Diğerinde ise bir kendini sürekli değiştirme yenilenme kendini aşma vardır. En belirgin özelliklerinden biri budur. Bu bile güç, örgütlülük, bilinç ister. Bunlar olmadan zaten yenilenme olmaz. Zihin canlılığın özüdür. Zihin olmadı mı bu gelişmeyi bekleyemezsiniz. O açıdan “Bu ağacın aklı yoktur, bilmem neyin aklı yoktur, tohumun aklı yoktur.” diyemezsiniz. O zihin olmadan zaten öyle gelişme olmaz. Ama insanda daha ihtişamlı, muhteşem bir şey var değil mi; akıl. Önderlik sanki Kuran’dan bir ayet aktarır gibi şunu söylüyor: “Tüm kutsallıklardan yükselen öyle bir ses vardır ki; biz sana aklı verdik, öyle ise iyi olanın, doğru olanın hizmetinde kullan, o zaman istenene mutlaka ulaşırsın” der. Tüm kutsallıklardan yükselen sesin bizde ortaya çıkardığı şey şu: “Senin aklın var, o zaman bunu iyi kullan, o zaman gerçekten istediğini elde edersin.” Sizin devrim gerekçeniz nedir? Hangi gerekçelerden yola çıkarak devrim yapmak istiyorsunuz? Düşkünlük, horlanma, aşağılanma, zayıflık, yeteneksizlik, çaresizlik, çözümsüzlük, açlık, yoksulluk, güçsüzlük bunların hepsi devrim yapmanın gerekçeleridir. Devrim yapmamanın nedeni, yapamamanın nedenleri değil. Aslında bizim bu anlamda gerçekten başından itibaren özünde gerekçelerimiz bunlardır. Kendimizi inşa etmemizin gerekçeleri de bunlardır. Annemizin, babamızın bizi yetiştirme tarzı bile onların güçsüzlüğü anlamında, bizim devrim yapma gerekçemizdir. Yoksa “Suçlu onlardır, beni onlar doğurdu yetiştirdi.” demek doğru değildir. Aslında çoğumuzun anlatımın-

51

da o var. Öyle bir şekillenme oluyor ki, bazen böyle anneye babaya öfke bile var, ben de şaşırıyorum. Ben babamı çözümlüyorum ama öfkem yoktur, gerçekten anlamaya çalışıyorum. Tamam, yanlışlıklarını gerçekten görebiliyorum. Neden öyle davrandığını anlamaya çalışıyorum ama bu daha çok onu daha iyi tanımama yol açıyor. Tanıdıkça gerçekten ona anlam veriyorum. Tersi gelişiyor bende, daha fazla sevgi gelişiyor. Kürt kişiliği kadar tahrip edilmiş bir kişilik yok Şunu anlatmak istiyorum: diyorum ya özeleştirilerin çoğunda “Annem, babam, toplum bilmem nasıl yetiştirdi. İşte şu eksiklik, şu olgusu beni geriye çekiyor” deniyor. Çektiği doğru ama öyle aşılmayacak şeyler değil ki, sende eksik olan onların gücü değil, senin güçsüzlüğündür. Kendine yüklenmemendir, kendini irade haline getirmemendir. İradeleşme önemlidir burada, iradeyi nasıl yaratıyorsun, iradeyi bilinçle, örgütlülükle yaratıyorsun. Bilinç, örgütlülük, amaç bunların bütünselliği seni iradeleştiriyor ve dolayısıyla bırakın kendi eksikliğinizi, zaaflığınızı dünyada hiçbir güç sizin iradenize hükmedemez, yani iradenin zaferi denen şey ortaya çıkar. Bu en zayıf insanda bile ortaya çıkabilir. Sonuçta burada şunu söylüyorsunuz: “Çok tahrip edilmiş olanlar o zaman hiç devrim yapamazlar.” Dünyada Kürt kişiliği kadar tahrip edilmiş kişilik mi var? Sonuçta nazarı yırtılmış bir halk gerçekliğinin içinden geliyorsunuz. Önderliğin soykırım üzerine çok çarpıcı belirlemeleri var. Diyor ki: “Yahudiler kendi soykırımlarını biricik eşi bulunmaz, tek olarak tanımlıyorlar” diyor. Bu doğru değil. Yahudi soykırımına benzer bir sürü soykırım var. Kapitalizmin başlangıcında var, Asur’lar döneminde var. Benzer soykırımlar çoktur. Ermeni soykırımı var. Kürt soykırımı gerçekten ilginçtir ona benzer bir örnek kolay kolay bulunamaz. Bireycilik daha çok buradadır. Tahrip edici etkisi en yüksek düzeydedir. Önderlik şunu diyebilirdi: “Kürtlerde devrim yapılamaz!” Bu kadar güçsüzlük ortamında gelişme mi olur? O zaman şunu diyen adam: “Bir saç teli yaşam emaresi olan bir insanı oradan tutarak, o insan bir kahraman haline getirilebilir.” O zaman neye güveniyorsun? Yanlış şekillenmiş. Bu zayıflıktan güç doğmaz ama Önderlik diyor ki: “istersen doğar” her şey istemle bağlantılı, istemek iradeyle bağlantılı bir şey, irade sahibi olan isterse başarır. Bu bir tutku işi. Devrimcilik bir tutku işi. Ben tipik bir örnek verdim ya, Şirin’i istiyorlar diyorlar ki: “Dağı delsin, su getirsin.” Ailesi diyor: “dağ delinir mi! Vermiyorlarsa öyle desinler.” Neyse Ferhat’a söy-


Özgür Halk lüyorlar: “Ne güzel dağı delerim” diyor. Başlıyor dağı delmeye, hem de sevinç içinde, “Beni bir imkansızı başarmaya yöneltiyorlar.” demiyor. Hikayedeki öz budur. İmkansız diye bir şey yok. Sevinçle işe girişiyor, “bunda ne var ki!” diyor. Bu bir yönelim, bir bakış açısı, aslında canlılıkta bu var. Felsefi olarak baktığımız zaman bütün canlılarda böyle bir arzu, istem var. Evrensel sonsuzluğa katılma istemi varlık bunu başarıyor. Yeryüzünde doğan ilk canlı aslında kaybolmamıştır, o başka bir varlıkta kendisini sürdürüyor. Çoğu tahribat insan eliyle oluyor. Bazı canlı türleri yok oluyor. İnsan eliyle yaratılan tahribat kadar tahribatı evrim yapmıyor. O doğal seleksiyon hikayedir, gerçekten öyledir. Demek istediğim burada akıldır. İrade, akıl, oluşum isteği, özgürleşme. Gelişmeci özellik aslında özgürlüğü yansıtır. Gelişmek aynı zamanda farklılaşmaktır, değişmektir. Özgürlükte bu tarzda ortaya koyuyor. Evrendeki değişim, dönüşüm, çelişki, çokluk, farklılık bunların hepsi özgürlüğün dışa vurumudur. Özgürleşme bu tarzda oluyor. Her varlık kendisini ortaya koyarken, tüm evrenin toplamı olan bir zihne sahip insan nasıl onu başaramaz mı? “İnsan zihni tüm canlı zihinlerin toplamadır” demedi mi Önderlik. Tüm canlı zihinleri her bir canlı zihni bile böylesine kendi içinde bir özgürlük eğilimi taşırken, bir öznelliği olurken, evrensel sonsuzluğa katılmakta kararlı olur ve bu kararlılığıyla pratikleştirirken insan nasıl başarmaz! O başarıyor. Varlık yaşamı başarı üzerine kurulur. Özgürlük böyle bir şey. Şimdi her olgunun bir öznelliği var, evrende var olan her olgunun öznelliği var. Öznellik demek canlılık demektir, özgürlük eğilimini taşımak demektir. Birde varlığını sürdürmek demektir. Kendini savunma, soyunu sürdürme demektir. Ama özgürlük eğilimi, zihin, özgürlük bunlar hep o öznelliğin içinde var. Bir canlı hücrede bile aynı özellik var. İnsan en müthiş varlıktır, evrenin ruhudur. Felsefe de önemli. Mesela; bir yaşam felsefesi olmayanların yaşama hükmetmeleri, özgürce yaşamaları, hatta başarmaları mümkün değil. Bu Önderlik için bir felsefedir. Başarmak Önderliğin felsefesidir, özüdür. Felsefi olarak şu ilkeyi senin önüne koyuyor, diyor ki: “Ya beni öldür ama beni öldürmüyorsan ben seni yenerim, önüme ne engel çıkarırsan çıkar, ben onu aşarım ve seni yenerim, sen beni yenemezsin.” Son görüşme notlarında vardı; “Siz beni öldürmediniz, ben sizi yendim” diyor. Şimdi bu tarz bir felsefe sahibi olan insan, demiyor ki: “Benim anam böyleydi, babam böyleydi, yedi yaşından beri” diyor ki: “Ben anama boyun eğmedim, beni boğmak istedi, ilk fırsatta kapıyı vurdum çıktım. İrademi teslim etmedim. Kendi toplumsallığımı kendim kurdum.” Yedi yaşındaki bir çocuk bu kadar irade sahibi. O çocukken yanlış şekillenmek istemedi, kendisini şekillendirmeye çalıştı, başkalarını şekillendirdi. Peki, diyelim ki biz yanlış şekillendik, bu kadar büyümüşüz, koca koca adamlar kadınlar olmuşuz, yeniden şekillendiremez miyiz kendimizi? Önderlik üç temel görev sayıyor: “Politik görevler, Ah-

Şubat 2015

laki görevler, Entelektüel görevler” bu görevlerimizde var ne olacak? Entelektüel aydın demek, aydınlanma demek, aydınlanmayla bağlantılı entelektüel görevler, aydınlatma görevleri, aydınlanacaksın ki, aydınlatasın, o olmadan zaten olmaz. Hele hele entelektüel görevler tüm görevlerin nerdeyse başıdır. Onlar olmadan zaten politik ve ahlaki görevlerini yerine getiremezsin. Bundan çekinmemek lazım. Varsın arkadaşlar entelektüel kapasitelerini de bize göstersinler, kötü bir şey değil, inanın bu gereklidir. Dikkat ederseniz burada Önderlik diyor ki: “Bana katılacaksınız ama nasıl katılacaksınız? Ben bir yol kat ettim, kat ettiğim yol nedir? Teorik ideolojik yetkinliktir. Buradan muazzam bir yetkinlik yaşadım.” Aslında entelektüel görevlerde zaten ideolojik-politik yetkinliktir. Bunun örgütsel alana yansıması da var. Diyor ki: “Siz benim bu kat ettiğim ideolojik-teorik yetkinliğe iki yoldan katılabilirsiniz. Bir; güvene dayalı, samimi ve alçakgönüllü bir katılım” Yani bunun anlamı nasıl olabilir? “Ben sana inanıyorum, ben Önderliğin görüşlerine inanıyorum, henüz o düzeye ulaşmamış olabilirim, onu yeterince kavramamış olabilirim. Elbette kavramayı esas alacağım ama peşinen ben Önderliği kabul ediyorum, ben ona evet diyorum, ben onu olumluyorum ve anlamaya böyle devam edip gideceğim. Ben Önderliğe güveniyorum, ben kendi durumumu da biliyorum, samimiyet ve içtenlikle bunda içtenim. İkincisi: kendi gerçeğimi de biliyorum, -alçak gönüllülük deniliyor ya- kendi gerçeğimi biliyorum ama bunu aşacağım.” şimdi birinci katılım biçimi bu. Bu kendi başına yetiyor mu, yetmiyor ama kesinlikle gerekiyor ve güzel bir katılımdır. Buradan başlar ve devam eder. Ya da teorik öze ve ideolojik yetkinliğe yüksek bilinç çabasıyla, bilerek -güvende bilme zayıftır, güvene dayalı oldu mu, ben yeterince seni bilemiyorum ama sana güveniyorum- burada ise teorik ve ideolojik yetkinlik Önderlikte temsilini buluyor. “Ben ona katılacağım, bunu ancak yüksek bilinç düzeyine ulaşarak başarabileceğim, bu çabayla katılacağım.” Önderlik diyor ki: “PKK’de büyük değer ifade eden, başta Haki Karer, Kemal Pir, Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Mahsum Korkmaz, Zeynep Kınacı olmak üzere binlerce yoldaşın bu iki tarzın dengeli uyumu ile katılım göstermişlerdir.” Yüksek ideolojik teorik yetkinliğe bilerek, yüksek bilinç çabasıyla katılım sağlarken de Önderliğe yine inanıyorsun, ona yine güveniyorsun, yine o konuda alçak gönüllüsün, ikisini birleştiriyorsun. Bu tarz bir yaklaşım ama şu görevi unutmamak lazım. Aslında aydınlanma her arkadaşta vardır, sizde de vardır. Hiç okuma-yazma bilmeyen arkadaşlarda var. Öğreniyorlar ama burada önemli olan giriş, başlangıç ve bununla yetinmemek bunu çok daha ileriye taşımak. Entelektüel görevleri özellikle unutmamak lazım. Bir şeyi bilmeden inşa edemezsin. Bu devreden çıktıktan sonra sen inşaat mühendisi gibi davranacaksın, gerçekten öyledir. İnşayı başaracak bir mühendis inceliğini yakalayabilirsin.

52


Özgür Halk

Şubat 2015

Kürdistan Tarihi VI Rıza Altun

Osmanlı Devleti ve Kürtlerle ilişkileri Osmanlı Devleti Bizans yıkıldıktan ve Osmanlının İstanbul’u merkez seçmesinden sonra Yavuz Sultan Selim döneminde Doğuya seferler başlatır.Osmanlı Doğu’ya doğru genişlemeyi esas alır. Bu mantıklı bir politikadır. Kendisi İslamiyet’i esas almış, Ortadoğu’nun bir İslamiyet geçmişi var, özellikle halifelik denen olgu da İslamiyet’in kendisindedir. Bunu ele geçirmek ve İran Safevilerini dize getirmek, yine Mısır’ı dize getirmek ve Ortadoğu’nun tümünü kendi hakimiyetinde birleştirmek için ilk seferini Doğu’ya yapıyor. Yavuz, o dönemde, Karadeniz’de, bugünkü Trabzon’un valisidir aslında, babası öldükten sonra saltanat ona kalıyor. O da Trabzon üzerinden ilk Kürdistan’a sefer yaparak işe başlıyor. 1514 yılında Kürtler ile anlaşıp Çaldıran’da Şah İsmail’e karşı savaşarak Doğu seferini başlatıyor. Çaldıran’da Şah İsmail’i yenilgiye uğrattıktan sonra, onu biraz daha Doğu’ya iterek Osmanlı Devletinin sınırlarını Doğu’ya doğru genişletiyor. 1639 Kasr-ı Şirin antlaşması ile Osmanlılar ile İranlılar arasında bir antlaşma yapılıyor. Bu Osmanlı sınırlarının ulaştığı en son noktadır. Kasr-ı Şirin ile en uç noktaya ulaşıyor. Kürdistan’ın büyük bir bölümü Osmanlıların eline geçiyor, diğer bir bölümü ise İranlıların elinde kalıyor. Burada önemli olan Yavuz’un Kürt beyleri ile yapmış olduğu antlaşma ile Kürtlerin desteğini alarak Şah İsmail’i yenmesidir. Yine Kürtlerin desteğini alarak Mısır’a doğru açılım yapma şansını elde etmesidir. Bu tarihlerde, Kürtler ile Osmanlı devleti arasında stratejik bir ilişki gelişiyor. Kürt-Osmanlı ilişkileri aşırı sömürü ve baskıya dayalı bir ilişki değildir. Osmanlıların 19. yüzyıla kadar Kürdistan üzerinde geliştirmiş oldukları savaşlar daha çok yabancı güçlere karşıdır. Kürtler ile ittifak sözkonusudur. Kürt beyleri en toleranslı kesimler durumundadır. Özerklik temelinde, kendilerini özgürce ifade etme ve kendi kimlikleri ve iradeleri ile yaşama durumları vardır. Osmanlının Kürtlüğü, Kürdistanlılığı reddetmesi gibi bir yaklaşımı yoktur. Yavuz döneminde Kürt beylerine isterlerse bağımsız devlet kurabilecekleri bile teklif edilmiştir. Kürt beyleri çeşitli nedenlerden daha çok da kendi aralarındaki çelişkilerinden dolayı, Osmanlının yönetimi altında yer almayı uygun bulmuşlardır. Hem Osmanlılara dayalı olarak kendilerini güvenceye almak, hem de Osmanlı’nın maddi zenginliklerinden yararlanmak Kürt beyleri için bulunmaz bir nimet olarak görülmüştür. Bu yüzden Osmanlı ile işbirliği temelinde bir oluşuma girmişlerdir. Bu durum 19. yüzyıla kadar sürmüştür. Osmanlı devleti İslamiyet’e dayalıdır. İslam ideolojisi,

53

Osmanlının temel ideolojisidir. Dine dayalı bir devlet oluşumudur. Sunni mezhebine dayalı bir oluşum söz konusudur. Osmanlı aynı zamanda bir mezhep devletidir. Bu kendi içerisinde şöyle bir durum yaratmıştır: Alevilik inancına ya da İslamiyet’i tümden kabul etmeyen Zerdüştlere karşı Osmanlı bir saldırganlık içinde olmuştur. Yavuz’un Memlüklülere karşı geliştirmiş olduğu seferde, özellikle bugün Elbistan dediğimiz yörede, Alevilerin yoğun olması üzerine arkasını sağlama almak için bir hafta içerisinde kırk bin tane Alevi katletmiştir. Daha sonra da Kuyucu Murat’ın yaptıkları vardır. Aleviler üzerinde dine dayalı katliamlar, yine Ezidiler üzerinde dine dayalı katliamlar, Osmanlı döneminde çokça yaşanmıştır. Şu ikili karakteri görmek gerekir: Osmanlı’nın İslami ve mezhepsel karakteri, aynı dinden ve aynı mezhepten olanlara geniş imkanlar tanırken, bununla çelişenlerin katledildiği bir dönemdir. Bir genelleme yapmak gerekirse şunu söylemek mümkündür: 19. yüzyıla kadar Kürtlerin kendi iç dinamiklerinde ve sosyal dokularında, Osmanlılar çok köklü bir değişim yaratamamışlardır. Selçukluların Anadolu’ya gelişinde Kürtler nasıl bir rol oynamışsa, Anadolu’nun kapılarını Selçuklulara açmışlarsa, Osmanlıların doğuya yayılmasında da Kürtler stratejik bir rol oynamışlardır. Önderlik bu konuda bir tespit yaparken tarihte üç sefer Türk-Kürt stratejik ittifakının gerçekleştiğini söylüyor. Bu üç ittifakın, Türkler için önemli bir rol oynadığını söylüyor. Birinci ittifak, 1071 Malazgirt savaşıdır. Kürtler ile yapı-


Özgür Halk lan ittifak Selçukluların Bizanslıları yenip, Anadolu’nun kapısını açmalarını sağlamıştır. Anadolu Selçuklu Devleti bu temelde kurulmuştur. İkinci ittifak, 1514’te Yavuz ile yapılan ittifaktır. Bu Osmanlının Çaldıran’da Safevi devletini yenmesini ve Doğuya kapıların açılmasını sağlamıştır. Üçüncü ittifak ise, Mustafa Kemal’in Ulusal Kurtuluş Savaşında Kürtler ile yaptığı ittifaktır. Bu da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin doğuşuyla sonuçlanmıştır.

Şubat 2015

ruyorlar. 19. yüzyıldan sonra, Osmanlının gerileme dönemi başlıyor. Gerileme ile birlikte Kürdistan’daki statü değişiyor. Yeni yasalar ile Kürdistan’daki statü değişime tabi tutuluyor. Eski otonom yapının yetkileri sınırlanmaya başlıyor. Asker alımları, vergilerin ağırlaştırılması vb. gibi durumlar devreye giriyor. Bunlar devreye girince, eski Kürt beylerinin, aşiretlerinin statülerinin sarsılması 19. Yüzyıl Kürt isyanlarına neden oluyor. Kürdistan tam yüz yıl boyunca isyanların ve karşı saldırıların savaş sahası haline geliyor.

Bu isyanların hemen hemen tümü beyliklerin kenMalazgirt savaşında Kürtler olmasaydı, Selçuklular ke- di aşiret ve beylik çıkarları temelinde gelişen isyansinlikle Bizanslıları yenemezlerdi. Kürdistan toprakları lardır. Osmanlılar ise, Kürdistan’ı ellerinde tutmak içinde, Kürtlerin desteğini almadan Selçukluların, Bi- için isyanları bastırma seferleri düzenliyorlar. 18 ve zanslıları yenmesi mümkün değildi. Eğer Selçuklular 19. yüzyıl baştan sona bu isyanlar ile geçiyor. NeBizanslıları yenmeselerdi, İran’da boğulurlardı, tarihe ticede 1. Dünya Savaşı’nın sonunda, Osmanlı’nın bile geçemezlerdi. Ama Kürtlerin desteğini alarak Bi- yenilmesi ve dağılması ile birlikte bu süreç kapanızanslıları yenilgiye uğratıtılar. Bugünkü duruma gelme- yor. 1920’lerden sonra Türkiye Cumhuriyeti doğunin başlangıcı Malazgirt savaşıdır. Bugünkü Türklüğün yor. Bundan sonrası yeni özellikler içeren bir süreçtir. temelleri o zaman atılmıştır. Bu Kürtlerin Türklere yapmış olduğu en büyük hizmettir. Kürdistan’da resmi ideoloji Kürtlerin buradaki avantajı nedir? Kenve iktidar tarzı di dinlerine uygun oldukları için SelKürtler bölündükleri her parçada çukluları desteklemişlerdir. Yoksa sömürgecilik ötesi bir uygulamaybaşka anlamda fazla bir çıkarları la düzenli, sistemli ve arkasında Osmanlının Kürtlüğü, yok. Bizanslıların Kürdistan üzekapitalist modernitenin bulunKürdistanlılığı reddetmesi rindeki fetihçi yanlarına karşı duğu bir inkâr ve imha politikagibi bir yaklaşımı yoktur. da böyle bir ittifak içerisine girsıyla karşı karşıyadır. Özellikle, Yavuz döneminde Kürt beylerine miş olmaları muhtemeldir. Ama Kürdistan’ın dört parçasında isterlerse bağımsız devlet aynı fetihçilik daha sonra Türksömürgeci ulus devletler takurabilecekleri bile teklif ler tarafından sürdürülmüştür. rafından uygulanan resmi bir edilmiştir ideoloji vardır. Her parçanın kenYavuz ile yapılan ittifak ise; disine özgü bir resmi ideolojisi Türklere Mısır’a kadar olan büsöz konusudur. Bu resmi ideolojiler, tün Ortadoğu’yu, Mezopotamya’yı, Kürtler ve Kürt kimliği üzerinde geliştihatta İran İmparatorluğu’nun büyük rilen bütün inkârcı imhacı uygulamalara bir alanını açmış, bu alanlar Osmankaynaklık etmektedir. Onun için bu konuyu lı topraklarına katılmış ve halifelik ele geçirilegüncelliği içinde de tartışmak gerekir. Kürdistan’da rek Osmanlı saltanatı İslamiyet’in halifesi yapılmıştır. uygulanan resmi ideolojinin esası, “Kürtler yok” tezi üzerine inşa edilmiştir. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra, Yavuz, bu dönemde Kürt beyliklerine altında imzası Ortadoğu haritasının çizilmesi, özellikle de Suriye, Irak ve mührü bulunan boş bir kağıt gönderip “Ne istiyor- ve Türkiye sınırlarının belirginlik kazanması ile birlikte, sanız yazın” diyor. İdris-i Bitlisi’ye boş bir kağıt gönde- bu devletlerde Kürtlerin inkârı ve imhası üzerine resmi rip, altına imza atıyor. Kürtler “Biz bir şey istemiyoruz” ideolojiler inşa edilmiştir. Araplar zaten milliyeti esas diyorlar. Boş kağıda neden imza attığını insan anla- almıyor. Ümmet toplumu yaklaşımı vardır. Ümmet anlayabiliyor. Boş kağıda imza atmak, İran’ı yenmek de- yışına göre, farklı halkların varlığı çok fazla anlam taşımektir. Mısır’a kadar olan alanın tümünü zapt etmek mıyor. Önemli olan İslam ideolojisidir. İslamiyet esasına demektir. Bundan da önemlisi İslamiyet’in halifeliğini göre yaklaştığın zaman, Kürt olgusu, Araplar tarafınalmak demektir. Yavuz’dan sonra gelen bütün sultan- dan gündeme getirilmeden İslamiyet ideolojisi esasınların tümü aynı zamanda halifedir. Kürtlerle ikinci itti- da, Arap kültürü içinde Kürtlerin eritilmesini esas alan fak, Türklere bunu kazandırmıştır. Kürtler kendi otonom bir yaklaşım olmaktadır. Suriye ve Irak’ın kurulması ve yapılarını korumanın dışında bir şey istememişlerdir. ardından gelişen Baasçı darbeler, Arap milliyetçiliği, bu resmi ideolojiyi daha da pekiştirmiştir. Arap Kemeri Üçüncü ittifak ise, cumhuriyetin kurulmasına yol aç- ile birlikte, Kürtlerin imha ve inkârını esas alan politimıştır. Önderlik, bu üç ittifakı özellikle belirtmektedir. kaları temel almışlardır. İslam ideolojisi –bu Arap ideKürt-Türk ilişkilerini bu temelde ele almadan anlaya- olojisidir- üzerine Baas partilerinin kurulması ile birlikte mayız. Kürtler 19. yüzyıla kadar özerk statülerini ko- Arap milliyetçiliği de eklenmiştir. Böylece resmi ideoloji

54


Özgür Halk

Kürtlerin inkârı temelinde bir gelişim seyri izlemiştir. Bu durum Farslarda daha farklı bir gelişim içerisindedir. Farslar daha çok akrabalık bağlarını esas alarak Kürtlerin kendilerinden çok farklı olmadığı tezine sarılmışlardır. Bu teze sarılırken mezhepsel yönünü öne çıkarmışlardır. Farsların Şia, Kürtlerin de ağırlıklı olarak Sünni mezheplerde olması, mezhepsel farklılığı ortaya çıkarmaktadır. Farslar ve Kürtler arasındaki farklılık mezhepsel boyutta kendini göstermektedir. Etnik farklılık, başka bir halk olma gerçeği biçiminde dile getirilmemektedir. İran devleti akrabalık bağları söylemi üzerinden Kürtleri Farslarla özdeşleştiren bir tutumla inkâr politikasını yürütmektedir. Kürdistan kavramları ya da Kürt kavramları kullanılmakla birlikte, bunlar biraz da yozlaştırılarak, içi boşaltılarak resmi ideolojiye tabi tutulmaktadır. Kürdistan’ı ayrı bir ülke ya da ayrı halk olarak değerlendirmekten çok, İran’ın eyaletlere dayalı siyasal rejimi içerisinde Kürdistan eyaleti söylemini kullanmakta, kendisinin bir parçası gibi örgütleyerek Kürt inkârını perdelemektedir. Mesele derinliğine ele alınmadığından sanki İran’da bazı uygulamalar Kürtlerin varlığını kabul etmeye yönelik uygulamalarmış gibi algılanabilmektedir. Bunu bilmeden savunanlar da vardır. İşte İran’da bir Kürt eyaleti olduğu söyleniyor. Ya da Kürtçe bazı akademilerin kurulduğuna ilişkin tartışmalar yürütülüyor. Bir açıdan bunlar doğrudur. Bunların varlığı şöyle bir durum da arz ediyor: Kürtlüğün gelişmesine yönelik bir yaklaşım söz konusu değildir. Daha çok Kürtleri İran rejimi içerisinde eritmeye, rejimin bir parçası haline getirmeye yöneliktir. Bu ayrım çok önemlidir. Bazı haklar verilmiş gibi görünse de esasta İran devletinin tüm uygulamaları ve politikaları Kürtleri rejim içinde eritmeye dönüktür. Şialaştırma ve Farslaştırma birlikte yürütülmektedir. Kırk katır mı kırk satır mı? Bilimin merkezi olması gereken üniversitelerden tutalım en ciddi devlet kurumları el ele vere-

55

Şubat 2015

rek tarihsel olarak Kürtlerin olmadığına dair tezler üretmişler, hatta bilimi buna alet ederek toplumu ikna etmek gibi bir yaklaşım içerisine girmişlerdir. Resmi ideolojinin en bağnaz, en katı olarak uygulandığı yerin Türkiye olduğunu görüyoruz. Kürt inkârı Türkiye’de çok gelişmiş bir politika olarak, bir devlet ideolojisi olarak ele alınmıştır. Osmanlı’nın dağılması ve cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllar Kürtlerin varlığı ve hakları tartışma götürür bir durumdadır. Ama 1940 ve 1950’lerden sonraki dönem farklıdır. 1950’ler öncesi, resmi ideolojinin bu düzeyde gelişmesinin zemini fazla yoktur. Ama 1950’lerden sonra, özellikle Kürdistan’daki isyanların bastırılmasından sonra Kürtlerin olmadığına dair resmi ideoloji çok yaygın olarak bir devlet ideolojisi ve politikası olarak uygulanmıştır. Bu nedenle resmi ideoloji dediğimiz zaman akla ilk gelen, Kürtlerin olmadığına ilişkin devlet politikaları olmaktadır. Araplar, Farslar ve Türklerde uygulanan budur. Aralarındaki fark, sadece nüans farkıdır. Bu da politikadan kaynaklanmaktadır. Öze ilişkin değildir. Daha çok Kürtlerin olmadığına ilişkin resmi ideolojiyi hayata geçirmede izlenen yol farklılığıdır. Birincisi budur. İkincisi ise, Kürt ve Kürdistan kavramlarının önemsiz olduğu ve direkt terör ile bağının olduğu şeklindedir. Bu da çok önemlidir. Birincisi Kürtlerin inkârıdır, ama inkâra rağmen Kürdistan ve Kürt kavramı eğer gündemleşiyorsa, kendisini yaşatmasını biliyorsa, o zaman direkt terör olgusu ile bağlantılı ele alınmaktadır. Resmi ideolojinin en köklü ikinci ayağı buradan oluşuyor. Kürdistan’ın dört parçasında bu gerçek ortaya çıkıyor. Eğer Kürt sorunu aciliyeti dayatmayan bir durumda ise, söylemler düzeyinde ortalıkta dolaşıyorsa, çok fazla önemsenmeden üstü kapatılmaya çalışılıyor. Kürt sorunu, sorun olarak kabul edilmiyor. Ya da çözülmesi gereken sorunlar kategorisi arasında yer almıyor. Eğer


Özgür Halk Kürt sorunu kendisini bir biçimde ifade edebiliyorsa ve örgütlü bir duruma doğru bir meylediyorsa ve giderek mücadele ortamına çekilen bir düzeye gelebiliyorsa, o zamana kadar önemsizmiş gibi gösterilen Kürt sorunu direkt terör ile bağı olan bir sorun haline getirilmektedir.

Şubat 2015

yapma düzeyinde kendisini özgür kılması, kaynağını biraz da bu resmi ideolojik yaklaşımdan almaktadır. Demek ki Kürdistan’da resmi ideolojiyi bugünkü olguya dayandırabiliyoruz. Birincisi, Kürtlerin yokluğunun savunulması; ikincisi ise, Kürtlerin daha çok suç ve terör bağlamında ele alınması Kürtler üzerinde sömürgecilik yürüten devletlerin resmi ideolojileridir. Dört parçada da hemen hemen aynı içeriğe sahiptir. Sadece Türkiye değil diğer parçalarda öyledir. Dikkat ederseniz Kürtler Suriye’de sadece göçmen muamelesi görüyorlar. Toprağa bağlı bir statü değeri yoktur. Başka yerlerden göçmüş bir göçmen topluluğu olarak muamele görüyorlar.

Türkiye’nin pratiğine baktığımız zaman, bunu çok rahatlıkla görebiliriz. Türkiye’de iki aşamada bu çok rahatlıkla örneklendirebilir. Mesela 1940’lardan sonra 70’lere kadar olan süreç içerisinde Kürt sorunu değişik bir biçimde kendisini şu veya bu biçimde farklı sloganlar altında gündeme getirebiliyordu. Kendisini gündeme getirdiği dönemlerdeki devlet yaklaşımı bir nevi özel savaş uygulamalarını içermekle birlikte, daha çok da Irak’a baktığımız zaman çok ileri düzeyde olmapasif yanı ağır basan, önemsememe yanı sa da, gelişen bazı Kürt haklarına karşı ağır basan bir düzeyde seyrediyordu. aynı politika izlenmektedir. İran’da aynı Karakterlerine uygun olarak Kürtleri durumu yaşıyor. Bunların tümünün Doğudaki birtakım sosyal ve ekoortak noktası aynıdır. Her parçada nomik gerilikleri ve talepleri ile ortaya çıkan Kürt hareketi mutlaİran devletinin sınırlı bir görüntü içerisinde tutuka dış güçler ile ifade edilmektüm uygulamaları ve yorlardı ve bunu Kürt kimliğine tedir, mutlaka terör kavramı ile dönüştürmek istemiyorlardı. O birlikte anılmaktadır. Çeşitli politikaları Kürtleri rejim içinde sürecin politikaları Kürtlüğün parçalarda ortaya çıkan haeritmeye dönüktür. Şialaştırma pasifikasyonu ile iç içe yürüreketlerin dış güçler ile bağı ve Farslaştırma birlikte yordu. Ama 1970’lerden sonra elbette ki tartışılabilir. Ama yürütülmektedir baktığımız zaman, özellikle PKK bunu Kürt sorununun kendisi hareketinin ortaya çıkması ile birgibi lanse etmek doğru değildir. likte, bu durum değişmeye başladı. Bunu örgütler şahsına indirgediDaha önce sosyal bir sorun, ekonoğimiz zaman olabilir, bazı örgütlerin mik sorunlarla sınırlı olan, geri kalmışlık dış bağlantıları, dış ilişkileri bulunabilir. ile sınırlı olan ve üstü kapatılmak istenen Kürtlük olayı, 1970’lerden sonra giderek bir terör Kürdistan’daki resmi ideolojinin hedefini böyle sorunu düzeyine çıkarıldı. Ve giderek uluslararası dü- belirlediğimiz zaman, resmi ideolojinin uygulanmazeyde, Türkiye üzerinde hesapları olan birtakım güçle- sında temel rol oynayan iki, üç faktörü görürüz. Merin geliştirmiş olduğu bir politika olarak gündeme sokul- sela resmi ideolojide özellikle din olayı, resmi ideoloji maya başlandı. O günden bugüne baktığımız zaman, olarak din, resmi ideoloji olarak milliyetçilik gibi bir gerçekten de Kürt sorunu bir “terör sorunudur”, “suç durum ile karşı karşıya kalırız. Yine resmi ideolojisorunudur” ama bu “terör ve suç sorunu” aynı zaman- nin değişik versiyonları vardır. Liberalizm, sosyal deda dışarıdan Türkiye üzerinde emelleri olan birtakım mokrasi gibi kavramlar aslında bu resmi ideolojinin güçlerin ajanlığı temelinde gelişen bir durumdur. Res- birer uygulaması olmaktadır. Ama esas olarak resmi ideolojinin inkârının daha da ötesinde bir durumdur. mi ideolojide uygulanan din ve milliyetçilik olayıdır. Hem meşru, tarihsel olarak ortaya çıkmış, gelişmiş, çeşitli dönemlerde toplumların oluşum ve gelişimlerin- Özellikle İslamiyet’in ortaya çıkması ile birlikte, Kürdisde rol oynamış, tarihsel değişim dönemlerinde önemli tan’daki statü, kökten bir değişime uğruyor. Özellikle roller oynamış Kürtler ve Kürdistan kendisini biraz ifade neolitik ve köleci dönemde Kürtlerin yaşamış olduğu etmek istediği andan itibaren öyle ithamlar ile karşı kar- süreci koyduğumuz zaman, Kürtler’in her iki süreci şıya kalmış ki, en küçük bir özgürlük talebi dünyanın en yaşamasıyla birlikte kölecilik Kürdistan’da çok fazla büyük suçu olarak tanımlanır. Terörist suçu olarak ta- yaşanmamıştır. Nedeni, Kürdistan’ın etnisiteye dayalı nımlanmak ile yetinilmiyor, aynı zamanda yabancı güç- sosyal yapılanması, yine bölgesel düzeydeki gelişmelerin ajanlığı temelinde sanki Mezopotamya halklarına lerden dolayı içe kapalı, savunma yönü ağır basan bir karşı kiralanmış katiller olarak lanse edilmek isteniyor. durumda bulunmasıdır. Onun için de aşiret yapısının özgürlükçü karakteri ile dışarıdan gelen bütün baskıÖzellikle hareketimizin durumuna baktığımız zaman lara karşı kendini savunma güdüsü, Kürdistan coğrafbu son derece anlaşılır bir şeydir. Resmi ideoloji, üze- yasının buna uygun olması neolitik dönemden sonra rinde durulması ve tartışılması gereken bir durumdur. köleci dönemin içerisinden geçmek ile birlikte KürtleBu konuda dünya ile birlikte içine girdikleri duruma rin bu yapısal özelliğini korumalarıyla sonuçlanmıştır. baktığımız zaman, hem uluslararası düzeydeki kuşatılmışlık hem de Türkiye’nin pervasızca her istediğini Sürecek…

56


Özgür Halk

Şubat 2015

Hizbul-kontra Yeniden İşbaşında Akif Ali Cizre olaylarından sonra Hizbullah yine Türkiye’nin gündemine kondu. Özellikle AKP yanlısı basın Kürtlerin Hizbul-kontra, İslami kesimlerin Hizbulvahşet dediği bu kesimi allayıp pullayarak pazarlamıştır. Mezar evleri ve yüzlerce cinayetten sorumlu bu çevreden mağdur ve mazlum yaratmaya çalıştılar. Hatta Kürt sorununun çözümünde muhatap bile olması gerektiğini işlediler. AKP’nin yaklaşımı bu çevre üzerinde bir hesap yapıldığını göstermektedir. 1990’lı yıllar Kürtlerin II. Dünya Savaşıdır 1990’lı yıllarda kendine Hizbullah denilen ve İran’da üslenen bu örgütü esas olarak gündeme koyan Kürt halkına karşı yürüttüğü savaştır. Yurtseverlere karşı yüzlerce faili meçhul cinayet işleyen bu Hizbul-kontra çetesinin Kürt yurtseverleri katletme dışında hiçbir eylemi yoktur. Farklı İslami çevrelerden birkaç kişiyi de ya sokak ortasında öldürmüş ya da kaçırıp işkence ederek katletmişlerdir. Tüm bunların videolarını da yayınlamışlardır. Bir marifetleri de işkence yaptıkları kişilerin videolarını çekmektir. Tüm bu videolar şimdi polisin elindedir. Bunların elinde öyle videolar var ki, hala toplum tarafından bilinmemektedirler. Bu örgütü Türk devleti Kürt halkının başına bela etmiş, bu çeteyi tam bir tetikçi olarak kullanmıştır. Kirli savaşçılar bunlara cinayet işletip Hizbullah-PKK savaşı var söylemi altında kendileri ve kullandıkları itirafçılar aracılığıyla binlerce cinayet işlemişlerdir. Bu yönüyle 1990’lı yıllardaki binlerce köyün yakılıp yıkıldığı, binlerce insanın faili meçhul cinayetlerle katledildiği, yüz binlercesinin işkence gördüğü kirli savaşın en kirli aktörü Hizbullah denilen bu Hizbul-kontra çetesidir. Zaten her fırsatta Kürt halkını tehdit etmek için 1990’lı yılları hatırlatmaktadırlar. 1990’lı yıllarda gerçekten de Kürtler tarihlerindeki en karanlık dönemleri yaşamışlardır. Kürtler hiçbir dönemde olmadığı kadar bu dönemde acı çekmişlerdir. Bu dönemde hukuk, ahlak, insanlık, vicdan bir tarafa bırakılmıştır. Tek amaç Kürtleri sindirmek olmuş, bunun için her türlü kirli araç ve yöntem mubah görülmüştür. Dört binden fazla köyün yakılması demek, bir tarihin ve bir toplumun yok edilmesi demektir. Neolitik’te kurulmaya başlayan Kürdistan’daki yaşam alanı köyler, 1990’lı yıllarda yerle bir edilmiş, binlerce yıl ataların ve anaların yaşam alanı yaptığı topraklar, yaşam alanı olmaktan çıkarılmıştır. 1990’lı yıllarda işkencenin bin bir türü Kürtler üzerinde uygulanmıştır. 12 Eylül faşizmi bile 1990’lı yıllarda kirli savaştan daha temiz kalmış denilebilir. Sıkıyö-

57

netim yasaları da olsa hukuku işletmeye çalışmışlardır. Biçimsel de olsa her zulüm ve işkence yasalara uydurulmaya çalışılmıştır. 1990’lı yıllarda biçime bile dikkat edilmemiş, ne akla gelmişse o uygulanmış ve işkence yapılmıştır. Mevcut yasalar 12 Eylül faşizmi tarafından yapıldığı halde bu yasalar bile Kürtleri sindirmede yetersiz kalmıştır. Bu nedenle hukuk ve yasanın faşistine bile gerek duymayan bir zulüm düzeni kurulmuştur. 1990’lı yıllarda Kürtler üzerinde binlerce roman ve filme konusu olacak düzeyde bir zulüm düzeni kurulmuştur. 1990’lı yıllar Kürtlerin II. Dünya Savaşıdır. İşte böyle bir zulüm ve faşist düzen döneminde kirli savaşçılara tetikçilik yapan Hizbullah bu dönemi kendilerinin kahramanlık dönemi olarak görmektedir. Bu dönemdeki cinayetlerle övünmektedir. Kürtlerin lanetlediği bu dönem bile başlı başına Hizbullah denilen bu örgütün karakterini ortaya koymaktadır. O yıllarda devlet zaten Kürtlere her türlü zulmü yapıyordu. Kullandığı bir zulüm aracı da bu Hizbul-kontraydı. Bu çete 1990’lı yıllar gerçekleştirdikleri cinayetlerle övünerek aslında o dönemdeki devlet politikalarını savunmaktadır. Polisin, MİT’in gözü önünde cinayet işlemeyi normal görmektedirler. Böylece bundan sonra da polisin ve askerin gözü önünde cinayet işleyeceklerini söylemiş ol-


Özgür Halk maktadırlar. Son yıllardaki pratiği de zaten bu yönlüdür.

Şubat 2015

bundan sonra bu çevrelerin her sözü, her eylemi kesinlikle Türk devletiyle bağlantılı ele alınmalıdır. Şu-bu nedenle olmuş; Kürt gençleriyle bunlar arasında kavga çıkmış gibi ele almak bu çevrelerin arkasındaki güçleri görmemezlikten gelmek ve olayları çarpıtmaktır. Nitekim Cizre’de böyle bir çarpıtma yapılmıştır. Özellikle Türk basını günlerce PKK-Hizbullah çatışması olarak göstermiştir. Halbuki Hizbul-kontra denilen çete ile devlet iç içe Cizre’de halka saldırmıştır. Hatta asker ve polis Hizbullah’ın bulunduğu birkaç ev tarafından saldırarak bir genci katletmiş, bir kısmını da yaralamıştır. Devlet bu kontraya iki eylem yaptırırken, kendisi de bu cinayet şebekelerinin adına üç dört eylem yapıp bu çeteleri gündemleştirip etki gücünü arttırmayı hesaplamıştır. Zaten asker ve polis desteği olmasa bu cinayet şebekelerinin Cizre halkına saldırmayı akla getirmesi bile söz konusu olamaz. Çünkü halkın tükürüğü ile bile bunları boğabilir.

Bunlar Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı o derece kirli kullanılmışlardır ki, devletle yapılan suç ortaklıkları açığa çıkmasın diye 2001 yılında bu cinayet şebekelerine devlet operasyon yapmış, liderlerini öldürmüş, birçok tetikçiyi de cezaevine atmıştır. Devlet 1999 yılında PKK Önderliğinin komployla İmralı’da esaret altına alınması sonrası PKK’nin bir daha belini doğrultamayacağına inanmıştır. Bu nedenle bunlara ihtiyaç kalmadığını düşünerek saf dışı etmek istemiştir. PKK’nin tasfiye olmayacağına inansalardı bunlara operasyon düzenlemez, el altında tutarlardı. Nitekim Kürt Özgürlük Hareketi yeniden direnişe geçince bunlar tekrar korunmaya, kullanılmaya ve Kürt halkının üzerine salınmaya başlanmışlardır. Hizbullah-Hizbulkontra denilen bu cinayet şebekelerinin liderlerinin serbest bırakılıp yeniden silahlandırılması gerçekleştirilmiştir. Şu anda MİT kontrolünde silahlandırılmışlardır. Tekrardan ci- Cizre olayı bile başlı başına bu çeteci grubun devletnayetler işlemeye başlamışlardır. Bu güçlerin yeniden le ilişkisini kanıtlar. Çünkü Cizre’deki olaylar günlerce devreye sokulması, aslında AKP’nin Kürt Özgürlük sürmüş, bu olaylar içinde esas olarak asker ve polis Hareketi karşısında çaresiz kaldığının itirafıdır. yer almıştır. Yoksa 5-10 kişinin Cizre’deki hal1990’lı yıllar, Türk devletinin Kürt Özgürkın iradesi karşısında kendisini dayatması lük Hareketi karşısında çaresiz kaldıve sorun yapması mümkün değildir. ğı yıllardı. Ya sorunu çözeceklerdi, AKP Hükümeti her ne kadar CizBugünkü ya kirli savaşa baş vuracaklardı. re’deki durumu YDG-H-HizbulHizbul-kontra Nitekim kirli savaş acımasız yükontra çatışması olarak gösterse da bir projedir. Dün rütülmüş, bu zalim saldırıların de gerçeğin bu olmadığını Cizkullanılmış, sonradan en önemli maşalarından biri re’ye giden herkes görmüştür. kaldırılıp atılmak istenmişti; de Hizbul-kontra olmuştur. ancak PKK güçlenince yine bu Hizbullah-Hizbulkontra eskicinayet şebekelerine ihtiyaç Şimdi de AKP sıkışmış, bu den İran’a bağlıydı. Liderleri ve çeteleri yeniden örgütlemeye üyeleri İran’da kalıyordu. 1990’lı duyulmuştur. Mevcut başlamıştır. Başbakan’ın ve Bayıllarda İran Hizbullah’ı açıktan durumu böyle görmek kanların bu çevrelerle görüşmedestekliyordu. Öyle ki 1990’lı yılgerekmektedirr ler yapması ve onlarla konuşması lardaki Hizbul-kontra saldırılarının bunun kanıtıdır. Numan Kurtulmuş’un bir kısmı İran tarafından durdurulmuşAmed’e giderek bazı sivil toplum örtur. Bizzat İran’ın kendisi “Hizbullah’ın içigütleriyle toplantı yapıp Hüda-Par’ın sane devlet sızmış, onlar adına eylem yapıyor” hiplenilmesini istemesi bile AKP-Hizbul-kontra iliş- demiştir. Yani Hizbullah içinde at izi it izine karışmıştır. kisinin ne düzeye ulaştığını kanıtlamaktadır. Birkaç Dün olduğu gibi bugün de Hizbullah-Hizbulkontranın Hizbul-kontranın öldürülmesi günlerce işlenirken, bir kısmı İran’ın kontrolündedir, bir kısmı da MİT’in. Hatbunun için birçok Kürt gencini ve çocuğunu tutuklar- ta giderek MİT’in etkisinin arttığı görülmektedir. Liderken, 6-8 Ekim serhıldanlarında katledilen kırktan fazla leri İran’ın kontrolünde olmazsa bu cinayet şebekeleriyurtseverin katilleri bulunmamıştır. Bu cinayetlerin bir nin tümden Türk devletinin kontrolüne gireceği ve IŞİD kısmının da Hizbulkontra tarafından işlendiği çok iyi cephesine katılacağı da söylenmektedir. Hizbul-kontrabilinmektedir. AKP Hükümeti bu cinayet şebekesinin nın tabanında IŞİD sempatizanlığının geliştiği de ifade silahlandığını çok iyi bilinmesine rağmen kılını kıpır- ediliyor. İran, Suudi, Katar ve Türkiye ile kavgalıyken, datmamaktadır. Bu bile Türk devletinin bu cinayet şe- IŞİD İran’a karşı da savaşmak isterken Hizbulkontranın bekeleri üzerinde hesaplar yaptığını göstermektedir. IŞİD’e yakın bir söylem tutturması ve Türk devleti ile ilişkilerini arttırması irdelenmeye değer bir durumdur. Hizbullah-Hizbulkontra gibi çevrelerin desteklenmesi bizzat MGK tarafından karar altına alınmıştır. Kürtlerin İran da Hizbul-kontranın elinin altından kaçmasını endini inancının bunlar tarafından istismar edilerek Kürt gellemek için liderlerinin İran’ın dışına çıkmasına izin Özgürlük Hareketi’nin önü kesilmek istenmektedir. Dev- vermiyor. Hizbul-kontranın Sünni mezhebinde olması let şimdiye kadar din maskeli bu kesimleri ihmal ettiği nedeniyle Türk devleti üzerinden IŞİD yandaşı olmaiçin PKK gelişmiştir gibi bir değerlendirme üzerinden sından kaygı duyuyor. Zaten Hizbullah-Hizbulkontra bu çeteler devletin himayesine alınmıştır. Dolayısıyla liderlerinden birinin kardeşinin IŞİD saflarına katıldığı

58


Özgür Halk söylenmektedir. Kuşkusuz IŞİD Kürtlere saldırdığı için şimdi Bakurê Kürdistan’da IŞİD’i açıktan savunmak mümkün değildir. Ancak Hizbullah-Hizbulkontra’ya yakın yayın organlarının yayınlarına bakılırsa söylemlerinin IŞİD ve IŞİD destekçilerinkinden farklı olmadığı görülür. IŞİD dışarıdan gelip bir Kürt şehrini işgal etmek istediği halde, Tayyip Erdoğan gibi “IŞİD ile PYD aynıdır” demektedirler. Kobanê için tüm Kürtler ayağa kalkarken bu çevrelerin Kobanê direnişçilerine düşmanlık yapması zaten karakterlerini ortaya koymaktadır. Hizbul-kontracılar, kendilerinin Kürt olduğunu söylemekte, ama şimdiye kadar Kürtler için hayırlı hiçbir şey yapmamışlardır. Kürtlerin haklarını elde etmesi için hiçbir fedakârlık göstermemişlerdir. Bu nedenle kendilerine Kürt demeleri, hatta biz de Kürt sorununda devletin muhatabıyız demeleri abesle iştigaldir. Zaten şimdiye kadar Kürtlerin yanında değil, Türk devleti ve Hükümetlerinin yanında yer almışlardır. Kürtlük için bir şey yapmak bir yana, Kürtlerin tarihlerindeki en büyük ayağa kalkış yıllarında -1990’lı yıllarda- devletin tetikçisi olmaları, onların kimin safında olduklarını göstermektedir. AKP kendi asker ve polisinin yapamadığını Hizbul-kontra’ya havale etmiştir Eğer 1990’lı yıllarda Hizbul-kontra saldırıları olmasaydı belki de daha o yıllarda çözüm koşulları doğabilirdi. Ancak 1990’lı yıllarda Türk devletinin elindeki kirli savaş araçları bitmediği için çözümsüzlükte ısrar etmiş ve kirli bir soykırım politikası yürütülmüştür. Hala Kürtlere karşı dini kullanacaklarını düşünerek kirli savaşı yürütmüşler ve Hizbul-kontrayı saldırtmışlardır. Dini kullanarak PKK’nin önünün kesileceğini düşünmüşlerdir. 1990’lı yıllarda Refah Partisinin Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kullanılması vardır. Özellikle metropollerdeki Kürtleri kontrol etmede Refah Partisine bir rol vermişlerdi. AKP Hükümeti bile Kürtleri egemenlik altında tutma projesidir. Devlet, dini kesimleri sistem içine alarak kendini demokrasi güçleri, sosyalistler ve Kürtler karşısında güçlü kılmak istemiştir. Hizbul-kontra da bu projenin başka bir ayağıdır. AKP bu projede başka bir rolde, Hizbul-kontra başka bir roldedir. Aslında aralarında gelinen aşamada bir rol paylaşımı vardır. 1990’lı yıllarda resmi olarak asker ve polisin yapamadıkları nasıl Hizbul-kontraya ihale edilmişse, şimdi de AKP kendi asker ve polisinin yapamadığını Hizbul-kontra’ya havale etmiştir. Bu yönüyle 1990’lı yıllar politikasının benzeri bugün pratikleştirilmektedir. Bugünkü Hizbul-kontra da bir projedir. Dün kullanılmış, sonradan kaldırılıp atılmak istenmişti; ancak PKK güçlenince yine bu cinayet şebekelerine ihtiyaç duyulmuştur. Mevcut durumu böyle görmek gerekmektedir. Özellikle Kürt halkının dini inançları istismar edilmektedir. Bunun için bu çetenin olanakları arttırılacak ve önü açılacaktır. Tek amaç, Kürtlere karşı kullanmaktır. Kürtlerin Özgürlük Mücadelesi’ni zayıflatmaktır. Bu devlet “Kürtler zayıflasın da kim zayıflatırsa zayıflat-

59

Şubat 2015

sın, o bizim müttefikimizdir” demektedir. Bu nedenle bu çete güçleri Türkiye devletinin özel savaş, kirli savaş ve psikolojik savaşının bir parçası olarak görülmelidir. Bu grubun Kürtlükle alakası yoktur. Tek varlık nedeni var, o da PKK’yi geriletmektir. Bu rolü ona devlet vermiştir. Kürtlere karşı kullanılan bir örgütün Kürtler için hayırlı bir iş yapması mümkün müdür? Bu örgütün yayınlarında devlete yönelik, devletin soykırım politikalarına yönelik hiçbir şey yoktur. Varsa yoksa Kürt Özgürlük Hareketidir; Kürt Özgürlük Hareketi düşmanlığıdır. Devlete ve AKP Hükümetine yönelik eleştirileri bile Kürt Özgürlük Hareketi düşmanlığı üzerinedir. Her gün sanki yapılmıyormuş gibi “devlet ve AKP PKK’nin üzerine neden gitmiyor” diyorlar. Devleti sadece Kürtleri daha fazla tutuklamadığı, daha fazla öldürmediği için eleştiriyorlar. Sadece 6-8 Ekim serhıldanları sonrası binlerce Kürt yurtseveri zindanlara atıldı. AKP Hükümeti döneminde yüzlerce Kürt katledildi. Bunları bile az bulan bir çete grubuna Kürt demek, Kürt örgütlenmeleri içinde görmek, halkın aldatılmasına araç olmak demektir. Bu grup Kürtlere karşı kullanılmaktadır. Çünkü kendisini Kürt cephesinde ve demokrasi güçleri içinde görmüyor. Zaten demokrasiye karşıdır. Bu nedenle bu çevrelerin toplumu aldatmasının önüne geçmek, toplumu aldatmasına fırsat verecek propaganda malzemesi eline vermemek gerekir. Halkımızın dini değerlerini mücadelenin ahlaki-politik ve kültürel değerleri haline getirmek çok önemlidir. Onlar halkın dini inancını ve değerlerini iktidar olmak için kullanıyorlar; demokrasi güçleri ise bu değerleri, halkın değerlerini güçlendirecek ve mücadelesinin gelişmesine zemin olacak değerler olarak ele almaktadırlar. Çünkü halkın İslam değerleri kapitalist modernite ve kültürel soykırımcılığa karşı direniş değerleridir. Bu açıdan halkımızın inancı ve değerlerini özgürlük ve demokrasi mücadelesinin toplumsal değeri olarak görüp rolünü oynatmak gerekir. Mücadele değerlerimiz kültürel İslam’ın, İslam’ın kültürel değerleri de özgürlük ve demokrasi mücadele değerlerini güçlendirir. İslami inanç böyle ele alınırsa o zaman istismarcılar İslam’ı kullanamazlar. Çünkü halk kırk yıldır söylediği gibi “gerçek Müslümanlık bunlarda var” diyerek bu mücadeleye daha fazla sarılır ve bu tür cinayet şebekelerinin Kürt düşmanlığı yapmalarına izin vermez. Kürt demokrasi güçleri ve tüm halklar bunların olduğu yerde halkla daha fazla ilişki kurarak bunların gerçeğini ortaya koymalıdırlar. Bunların gerçeğini öğrenen hiçbir Kürt bunların yanında kalmaz. Çünkü pratikleriyle ne Kürt’türler, ne de Müslüman! Bu çeteler Kürtler ve inanan halkımızın içinde Türk-İslam sentezinin beşinci koludurlar. Yaptıkları öz ve biçim olarak bir ajan faaliyetidir. Bu açıdan halkın içinde teşhir edilmesi önem kazanmaktadır. Saldırılarının da yapacakları kötülüklerin de önü ancak böyle alınır. Türk devletinin bu kirli silahı da etkisiz kılınırsa Kürt sorununun demokratik çözümünün önü sonuna kadar açılır.


Özgür Halk

Şubat 2015

Tek Kişilik Hücre Sistemi ve Apocu Direniş Sakıp Hazman

“Eğer isterseniz bütün yaşamınızı tek bir cümlelik doğruya göre inşa edebilirsiniz.” Abdullah Öcalan Toplumsal özgürlük mücadelesi doğası gereği tek bir zaman ve mekânla sınırlı değildir. Nerde egemenlik, sömürü, iktidar ve zülüm geliştirilmişse, orda toplumsal özgürlük mücadelesi de boy vermiştir; zaman ve mekânları aşmıştır. Bu günümüz için de geçerli bir durumdur. Kapitalist modernite güçlerinin egemenliği, sömürüyü ve iktidarı bio-iktidar düzeyinde uyguladığı bir yerde toplumsal özgürlük mücadelelerinin de kendisini bir zaman ve mekânla sınırlandırması düşünülemez. Tarihsel deneyimlerle kanıtlanmıştır ki egemenlik, sömürü ve iktidar kendisini ne kadar yaşamın tüm alanlarına yaymışsa, ona karşı toplumsal özgürlük mücadeleleri de o denli yatay ve derinliğine tüm zaman ve mekânları kapsayarak gelişmiştir. Kapitalist modernite güçleri kendisinden önceki tekelci uygarlık güçlerinden devir aldığı mirasla toplumsal özgürlük güçlerine karşı egemenlik, sömürü, iktidar ve zülüm mekanizmalarını günümüzde daha yoğun bir şekilde geliştirip uygulamaktadır. Bu mekanizmalardan biri de zindandır. Daha da ötesi sistemleştirdiği zindan mekanizması daha kesin sonuç alsın diye inceltilmiş uygulamalarla donatılmıştır. Bunun en somut örneği İmralı zindanıdır. İmralı işkence sisteminin dünyada başka bir örneği yoktur. Özel düşman hukukuyla inşa edilmiştir. Mutlak bir izolasyona sahiptir. Dış dünyaya tamamen kapalıdır. Görüş, mektup, telefon vb. iletişim “hakları” askıya alınmıştır. TC’nin konjektürel politikalarına göre tanınsa da esasta uygulanan dört dörtlük tecrittir. Gladyo ile bağlantı ortaya çıkan Özel Kuvvetler denetimindedir. En büyük işkence türü olarak tanımlanan kamera sitemi ile yirmi dört saat izlenmektedir. Uzun süre disiplin cezası adı altında hücre içinde hücre sistemi uygulandı. Hatta bu öyle bir noktaya vardırıldı ki, kitap, kalem, kâğıt bile Önderliğe verilmedi. Kapitalist modernite güçleri ve sömürgeciler öncelikle Önderliği fiziksel olarak yok etmek istediler. Önderliğin, partinin ve halkımızın direnişiyle bu boşa çıkarılınca bu sefer uzun vadede tasfiye etmek ve toplum nezdinde anlamsızlaştırmak istediler. Zehirleme girişiminde bulundular. İşkenceli saç kesim vb. uygu-

lamalar geliştirdiler. ABD başkanının baş danışmanı bu anlamsızlaştırma politikasının üç aşamalı olarak uygulandığını açıklamıştı. Birinci aşama, Önderliğin komplo ile esaret altına alınması; ikinci aşama, İmralı işkence istemiyle Önderliğin bağımsız düşünme, özgür irade ve öz güce dayanmasından geri adım attırıp itibarsızlaştırma; üçüncü aşama ise, Önderlik artık hiçbir şekilde İmralı işkence sisteminden çıkamayacağına dair bir inanç yaratıp sahte önderlikler ortaya çıkartıp tasfiyeyi tamamlama biçiminde planlanmıştı. Önderlik işkence sisteminin bu niteliği için şu değerlendirmeyi yaptı: “İmralı sürecinde bana dayatılan komplo umudun zerresin bırakmayan cinstendi. İdam cezasının infazı ve psikolojik savaşın uzun süre gündemde tutulması bu amaçlıydı.” Önderlik, dünyada eşi benzeri görülmemiş böylesi bir tek kişilik hücre sisteminde devrimci direniş ve duruşun nasıl olası gerektiğinin ölçülerini, tarzını yeniden belirledi. Bu devrimci direnişin en somut ifadesi geliştirilen demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü paradigma oldu. Önderlik geliştirdiği özgür yaşam paradigması,

60


Özgür Halk ideolojisi, felsefesi, örgütlenme ve alternatif sistem modeliyle İmralı işkence sistemini anlamsızlaştırdı. Tek kişilik hücre sistemine karşı “devrimci direniş nasıl olmalı?” sorusun önderliğin İmralı işkence sistemindeki duruşla cevap vermektedir. Bu anlamıyla Önderliğin İmralı işkence sistemindeki yirmi dört saatini anlamak, onu büyük güç, moral ve direniş kaynağı haline getirmek devrimci direniş için temel yaşam gerekliliğidir. 1)Önderlik İmralı işkence sistemiyle inşa edilen zaman ve mekanın sunduklarını ve sınırlarını asla kabul etmemiştir. Onları aşarak en sıkı kontrol ve yalnızlaştırma mekanizmalarıyla donatılmış bir yerde özgür yaşamdan kopmamış, o daracık mekânda yeni bir devrimci zaman ve mekan yaratmıştır. Önderlik bunu “uçurum kenarında kanatlanmak” olarak tanımlamaktadır. İmralı işkence sisteminde dayatılan yok olmayı ret ederek başkalarının zamanını yaşamayı değil, başarı getiren zamanı esas almıştır. Bu Önderlik gerçeğinin diyalektiksek gerçekleşme tarzıdır. Daha ilk an ve günden başlayarak, ideolojik, örgütsel yaşamı, tempoyu ve tarzı şahsında somutlaştırmıştır. Bu diyalektik bütünlükten hiçbir şekilde taviz vermemiştir. Her koşulda zamana büyük üretkenlik, emek ve özgür yaşamı sığdırmıştır. “Ey yaşam ya sana özgürlüğü nakşederek yaşayacağım; ya da seni hiç yaşamamış sayacağım” özdeyişini temel yaşam gerekçesi ve ilkesi haline getirmiştir. İmralı işkence sisteminin kendisinde ideolojik mücadelede, örgütlü ve komünal yaşama, tarz ve tempoda gevşeklik vb. yaratmasına izin vermemiştir. Tek başına da tutulsa komünal yaşamı, planlı ve sistemli çalışmayı esas almıştır. Düşmanın daraltılmış İmralı sistemine karış “asıl olan manevi direniştir” diyerek dört duvar arasındaki tutsaklığının sadece fiziksel olduğunu belirterek “ben özgürüm” demiştir. İnşa ettiği toplumsallığıyla arasına mesafe girmesine izin vermemiştir. Yalnızlaştırmayı kabul etmeyerek dayatılan zorunlu yalnızlığı peygamberce değerlendirip toplumsallığıyla daha fazla bütünleşmenin zemini haline getirilmiştir. Önderlik kendisinde gerçekleştirdiği bu toplumsal diyalektiği “milyonlarca kişiyi daracık bir odada nasıl tutabilirsizin!” diyerek ortaya koymuştur. Önderlik, düşmanın İmralı işkence sistemini büyük toplumsallık aşkıyla parçalayıp esareti anlamsızlaştırmıştır. Önderlik İmralı işkence sistemini büyük tarihsel hesaplaşma sahnesi haline getirdi. Sadece kendi şahsında dayatılan komployu değil, tarihsel ve toplumsal olarak devletçi-iktidarcı sınıfın dayattığı tüm komploları çözümledi. Tarihi direnişlerle kendi direnişini birleştirdi. “Demirci Kawa rolünü de üstlendim. Hz. İbrahim’in kutsallığını da çağdaşlaştırdım. Bütün Zinler ve Adulelerin Mem ve Derweşe Evdisi de oldum. Manilerin, Mazdeklerin, Babeklerin son ahından tutalım, Hüseyin’in Kerbela yalnızlığını, Halac-ı Mansur’un hakikat aşkın, Pir Sultan’ın dostluk rütbesini de taşıdım. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin arkadaşıy-

61

Şubat 2015

dım. Mazlum, Hayri, Kemal ve Ferhatların intikam savaşçısıydım” diyerek şahsında gerçekleştirdiği tarihsel ve toplumsal devrimci direnişi ortaya koymaktadır. 2) Zaman ve mekan ne olursa olsun Önderlik gerçekliğini oluşturan özgür irade, ideolojik bağımsızlık ve örgütsel güçlenme olmuştur. Apocu devrimci direnişin temelini oluşturan bu gerçeklikle ilgili Önderlik şöyle diyor: “özgürlük iradesini korumak, ideolojik bağımsızlık ve örgütsel güçlenmeyle mümkündür. Düşünce bağımsızlığını yitirenlerin ve örgütselliği elden bırakanların özür iradelerinden bahsedilemez. Bunar mutlaka bir yerlere bağlanacaklardır. Düşünce ve örgütlenme düzeninde boşluk varsa, karşıtları tarafından mutlaka doldurulur.” Komplocular İmralı işkence sisteminde Önderlik gerçekliğinde somutlaşan özgür iradeyi, ideolojik bağımsızlık, örgütselleşmeyi hedefledi. İdam cezasından zehirleme girişimine, disiplin cezaları adı altında hücre içinde hücre sisteminden kağıt ve kalem verilmemesine, düşman hukukunun uygulanmasına dek tüm maddi ve manevi işkencelerin, her türlü baskısın amacı buydu. Önderlik de İmralı işkence sisteminde devrimci direnişi özgür irade, bağımsız ideoloji ve örgütsel güçlenme dayalı geliştirdi. Devrimci direnişi tanımlarken, “ayakta durmayı ve çürümemeyi zihnim ve iradem belirleyecekti” diyor. Özürlük iradesinin esir düşmemesine ve çarpıtılmasına izin vermeyerek, İmralı işkence sisteminde gerçekleştirdiği devrimci direnişle uluslar arası komplodan sonraki parti ve halk gelişiminin de yolunu açmıştır. Düşmanın her yok edici mekanizmasına karşı bu bütünsellik içinde, “her yasağa kölece katlanmadım. Verdiğim karşılık evrenin bilgi deposu olan hafızamı giderek netleştirmek ve belirleyici önemi olan fikirleri başat kılmaktı” biçiminde bu bütünselliğin çıkış noktasını ortaya koymaktadır. İmralı işkence sisteminde sergilediği bu iradi direniş ve zihinsel yoğunlaşma düşmanın tüm politikalarını boşa çıkartmıştır. Önderliğin özgür irade, bağımsız idioloji ve örgütsel güçlenmeyle düşmanın bu politikalarını boşa çıkarttığı gibi düşmanın amaç için geliştirdiği her aracı parti ve toplum için araçsallaştırdı. Araçsallaşan TC devleti oldu. Bugünkü TC nin has adamlarından biri olan Fehmi Koru bir tv programında bu gerçekliği, “devletin Apo’yu değil, Apo’nun devleti kullandığını yaşanan gelişmeler göstermektedir” diye itiraf etti. Düşmanın Önderliği muhattap almak zorunda kalması Önderliğin özgür irade, bağımsız ideoloji ve örütsel güçlenme sonucu olmuştur. Bunu dost-düşman herkes kabul etmektedir. 3)önderlik İmralı işkence sisteminde bu temelde devrimci direnişi ortaya koyarken iki temel “yaşam gerekçelerinden” hareket etmiştir. Bunlardan birincisi özgür yaşam gerekçesidir. Özgür olmayan yaşamı asla kabul etmemiştir. İkincisi ise bağlantılı olarak halkımızın ve tüm ezilenlerin içine alındığı kölece yaşamdır. Önderlik, ‘toplumsallığı özgür olmayanın kendisi asla özgür olamaz’ ilkesini temel özgürlük ölçüsü olarak


Özgür Halk belirlemiştir. Bu anlamıyla tüm yaşamını söz konusu köleliğin ortadan kaldırılması ve özgür yaşamın inşa edilmesine adamıştır. İmralı işkence sisteminde de olsa “yaşam gerekçelerim” dediği gerekçelere göre yaşamıştır. Her anını bu temde değerlendirmiştir. Bir saatlik avukat ve aile görüşlerini bile yaşam gerekçeleri için büyük hakikatler sığdırmıştır. Dünyada eşi-benzeri olmayan işkence sisteminde Önderliğe irade, bilinç ve moral kaynağı olan yaşam gerekçeleri olmuştur. Yaşam gerekçelerine dayalı bu duruş, bir savaş cephesi olan zindanda da tek kişilik hücre sisteminde verilmesi gereken savaşın en öğretici, zenginleşmiş, rafine edilmiş ve estetik kazandırılmış savaşımın örnek tarzını temsil etmektedir. Büyük yaşam gerekçeleri olanlar için tek kişilik hücre sistemi ve zindanın cephe gerisi olmadığın bir kez daha kanıtlayan Önderlik, “savaşsız bir yaşam koca bir sahtekârlık ve onursuzluktan ibarettir” diyerek, her koşul altında değişen yöntem ve araçlarla özürlük savaşımını kesintisiz yürütmek gerektiğinin zorunluğunun bir kez daha hatırlatmaktadır.

Şubat 2015

da olanlar için Önderliğin bu bütünlük içindeki hakikat savaşçılığı ve arayışı büyük güç ve ilham kaynağıdır. 5)Önderlik için bulunduğu her yer birer okul-akademi rolünü oynaması olmazsa olmazlardandır. Bu gerçeklik ideolojik grup döneminden günümüze dek sürmüştür. Mahsun Korkmaz Akademisi ve bugünkü parti akademileri bu ilkenin somut ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. En zor koşullarda bile bu ilkeden vazgeçmemiştir. Bu eğitime verdiği anlamı ve değeri ortaya kaymaktadır. Önderlik gerçekliğinde eğitim direnişin temelidir. Eğitim, köle kişilikten kurtulmanın, parti duygusu ve zihniyetini kazanmanın, parti görev ve sorumlulukların yenine getirmek için kendini hazırlamanın biricik yoludur. Tek kişi olarak tutulmasına rağmen Önderlik İmralı işkence sistemini bir okul-akademi haline getirdi. Ulaştığı hakikati tüm insanlığa yeni paradigma olarak sundu. Bu konuda: “Beni bu ada zindanına kapatan hegomonik ulus-devlet tanrısının sadece etkisinden kurtulmak açısından değil, tüm maskelerini düşürmek açısından da İmralı mükemmel bir okul oldu. Kürtlerin sadece bu tanrının etkisinden Kapitalist 4) Önderlik zindanı-tek kişilik kurtulmaları için değil, kendi doğmodernitenin hüre sistemini “varlık ve özürlük rularının bilimsel yorumlarına sistemleştirdiği zindan savaşımının” temel cephelerindayalı yeni düzenlerini inşa etmekanizması daha kesin den biri olarak değerlendirirken meleri için de İmralıyı gerçek bir sonuç alsın diye inceltilmiş “dışarda daha çok söylem ve eyokul gibi değerlendirdim.” diyor. uygulamalarla donatılmıştır. lem geçerliyken, cezaevinde anİmralı işkence sistemini bir Bunun en somut örneği lam geçerliydi” diyor. Tecrit ortaokul-akademi gibi değerlendirmında anlam arayışının Önderlik mesi bu anlamda salt tek kişilik İmralı zindanıdır gerçekliğinde ifadesini bulan tarzhücre sistemine karşı geliştirdiği da sürdürmesi dışında başka türlü bir direniş tarzı değildir. Tarihsel ve bir direniş tarzı yoktur. Anlam arayışı, toplumsal yönü de olan bir devrimci hakikat arayışıdır aynı zamanda. Önderdireniş tarzıdır. Bu direniş sonucu gelişlik esaretini asla bireysel bir olaya olarak ele tirdiği paradigma, alternatif sistem ve özgür almadı. Tarihsel ve toplumsal bağlamlarıyla, şahsında yaşam felsefesi ile halkımıza ve tüm ezilen-sömürüsomutlaşan önderlik gerçekliğiyle ele aldı. Dolayısıyla len topluma tarihin en kapsamlı devrimci direniş ziholup bitenler bu temelde anlam verdi. Önderlik anlamı, niyetini ve gücünü sunmuştur. Kürdistan, Ortadoğu ve hakikatin potansiyeli olarak tanımlamaktadır. Ve “bu po- giderek küresel-evrensel nitelik kazanan günümüztansiyel dile geldikçe, özgürce konuşulup yapılandırıl- deki parti merkezli gelişmeler bu devrimci direnişin dıkça hakikat haline erişmiş olacak” diyor. Bu anlamıyla sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Rojava Devrimi bunun İmralı işkence sisteminde büyük bir hakikat savaşçılığı- yaşamsallaşmış en hakiki sonucudur. Bu sadece günı, arayışını yürüterek tek kişilik hücre sisteminin nasıl nümüzle sınırlı değildir; ortaya çıkan sonuç, insananlamsızlaştırılabileceğini göstermiştir. İmralı sürecini lığa, yüzyıllara yayılacak bir devrimci direniş kaynahakikat arayışını derinleştirip bütünlüğünü oluşturdu- ğını sunmuştur. Önderlik gerçekliğinde somutlaşan ğu dönem olarak değerlendirmiştir. Özgürlüğün yo- bu tarihsel-toplumsal direniş kaynağıdır ki tarihin en lunu açan Apocu devrimci direnişin sırrı, bu hakikat büyük komplolarından ve tek kişilik hücre (işkence) savaşçılığında gizlidir. Önderlik, “özgür olmak, anlamlı sistemlerinden birini parçalayıp anlamsızlaştırmıştır. ve hakikatli olmakla mümkündür” diyor. İmralı işkence Bu anlamıyla Önderliğin “tarihsel komplolar gelişmesisteminde tahammül gücünün tek dayanağı kendisin- leri durdurmaz, hızlandırır” tespiti de kanıtlanmıştır. de gerçekleştirdiği bu hakikat gerçekliğidir. Hem doğru Önderlik “ Biz anıya ve vasiyete sorumlu kılındık” yaşam için hem de doğru yaşam doğrultusunda bire- diyor. Tek kişilik hücre sisteminde bu sorumluluk biyin kendisin nasıl gerçekleştirmesi gerektiğinin yolunu linciyle Apocu devrimci direniş tarzıyla yaşamakla gösteriyor. Bunu “hakikat aşktır, aşk özür yaşamdır” öz- direniş geleneğimizin birer layık sürdürücüleri oluna deyişiyle ortaya kaymaktadır. Nerede olunursa olunsun, bilinir. Tüm benliğin özürlük mücadelesinde eritilmesonsuz bir aşk ve hakikat arayışçısı olmak, bu anlam siyle bu sorumluluk ancak yerine getirilebilir. Tek kişida hiçbir sınır, engel tanımamak Apocu devrimci dire- lik hücre sisteminde Apocu devrimci direniş bütünlünişin özüdür. Büyük hakikat arayışçısı olma iddiasın- ğüyle bir duruş sergilemek bu anlamıyla zorunludur.

62


Özgür Halk

Şubat 2015

“Güneşimizi Karartamazsınız” Eylemleri ve 15 Şubat Komplosu Zeyni Arat

15 Şubat Komplosu ve “Güneşimizi Karatamazsınız” eylemleri hem Kürtler hem bölge hem de dünya tarihinde ve geleceğinde her zaman altı kalın çizilecek bir olgudur. Çünkü her ikisi de ilgili bütün halklar ve güçler açısından kader tayin edici niteliğe sahip olgulardır. 9 Ekim 1998’de başlayıp 15 Şubat 1999 ile neticelenen ve gelecekteki gelişmelerin temelini oluşturacak bir sürecin top yekûn mücadele sürecidir. Bu süreç küresel, bölgesel ve yerel işbirlikçileri açısından yaşadıkları krizi aşmak, refah ve statülerini mümkünse pekiştirmek, korumak için Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmenin ilk adımıydı. Adı BOP olan bu dizayn Asya kıtasından Çin-Hindistan sınırlarına, Afrika’da Kuzey sahil ülkelerine kadar genişlese de dizaynın merkezinde 20.yy başında kaderleri simbiyotik bir şekilde birbirine bağlanan Türkiye, İran, Irak, Suriye ve bu dört ülkeye parçalanarak bağlanmış olan Kürdistan’ın olduğu açıktı. Bu nedenle Kürtler ve bölge halkaları açısından bu süreç ya en az bir yüzyıl daha ve beterin beteri karanlığa sürükleyecek yeni bir sömürü ve kölelik ya da önderlik şahsında parıldamaya başlayan özgür yaşam ışığının korunması, çoğalıp yayılacağı bir süreci ifade ediyordu. İki gücün hedefleri açısından ibrelerinin Önder Apo’ya dönmesi doğası gereğiydi. Çünkü her ikisi açısından da Önderliğin varlığı veya yokluğu kendi kaderlerinin belirleyici noktasını ifade ediyordu. Küresel güçler açısından Kürdistan ve buna bağlı olarak dört ülkeye şekil vermenin önceliği Önderliği aşmaktan geçiyordu. Bunun yanı sıra Önderliğin inşa etmeye başladığı özgür yaşam yolu da ayrıca bir tehdit oluşturuyordu. Bu yüzden onlar açısından mutlaka ortadan kaldırılması gereken bir hedefti. Güneşimizi Karartamazsınız fedaileri ve Kürtler açısından da kendi kaderini eline alma ve inşa edilen özgür yaşamın devamının yolu Önderliğin varlığının korunmasından geçiyordu. Bunun için elindeki tüm gücü kullanmalıydı. Bu iki gücün Önderlik şahsında karşı karşıya gelmesi hala bir çok kesim açısından zihinsel şok etkisi yaratan bir konudur. Ne küresel, bölgesel ve yerel işbirlikçi güçlerin tüm karşıtlıklarını bir kenara bırakarak Önderliğin karşısında saldırıya geçmelerine anlam verebilmekteler ne de buna karşı başta zindanlar da olmak üzere Kürdistan’dan Rusya’ya, Avrupa’ya kadar yayılan Güneşimizi Karartamazsınız eylemlerine ve ardındaki serhıldanları anlayabilmekteler. Bu yüzden yaptıkları her analiz ellerinde kalmaktadır. Bunların en başta

63

M. Halit Oral Apoculuğun tanımı hakkında ciddi yanılgıları vardı. Önderliği klasik bir ulusal kurtuluşçu hareketin lideri olarak ele almaları pusulayı baştan ters konumlandırdıklarına yol açmaktadır. Bu yüzden ne Önderlik gerçeğini doğru görebilmekteler ne ona karşı geliştirilen saldırıların nedenlerini ne de fedailerinin eylem anlayışlarına ve tarzına doğru anlam verebilmekteler. Klasik liderlerin, belirlenmiş ideolojik kalıpların çerçevesinden çıkmamak, bu temelde siyasal ve askeri stratejiler geliştirmek, yine belirlenmiş tüzük kuralları çerçevesinde hareket temek ve nihayetinde “zaferin” gerçekleşmesi için en kestirme ve kolay yolu esas alan kurumsal kişilikler olduğunu biliyoruz. Oysa Önderliğin pratik gerçekliğine baktığımızda bunları onun kişiliğine ve Önderlik anlayışına aykırılık teşkil eden özellikler oluğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu nedenle, en iyi niyetle yapılan “asi isyancı”, Marksist-Leninist gerilla lideri ve “ulusal kurtuluş hareketi lideri” tanımlamaları oldukça sığ olmaktadır. Daha çocuklukta Önderlik uygarlıkça geliştirilen aile ve köyün geri geleneklerini, dinsel doğmaları ve yine kapitalizmle kurtuluşun amentüsü olarak yükselen Marksizmin doğmalarını dağıtan, daima özgürlüğün ve yaşamın özünün peşinden koşan bir kişilik olmuştur. Diğer yandan eğer Önderlik klasik bir liderlik anlayışını benimsemiş veya onunla yetinmiş olsaydı, mevcut askeri, siyasi ve diplomatik strateji oyunlarını var


Özgür Halk olan aktörlerden çok daha ustaca geliştirebileceği ve bununla bilinen klasik “ulusal kurtuluşu” sağlayabileceğinin gücü de olduğunu kanıtlayacak sayısız veri vardır. Oysa bu Önderlik açısından kendini inkar etmenin de ötesinde kendi eliyle arayışında olduğu özgürlük, yaşam, toplum, insan ve doğa hakikatlerini daha da karanlıklara sürükleyen unsuru olmakla eşdeğerdi. Bu, cennet yeşiline çevirmek için kızıl toprak içindeki taşları ve dikenleri temizlemek yerin daha fazla taş ve diken yığmaktan ya da onu kum çölüne çevirmeye girişmekten farksızdı. Bu belki ona, “zafer” ve “kahramanlık” ünvanı kazandırabilirdi, ancak Önderlik kişiliği ölçeğinde bu hem kendine ihanet etmek hem de vaadi arkasında yürüyen halkına karşı en büyük zalimlik olurdu. Bu yüzden daha baştan bu yaklaşım ona tersti.

Şubat 2015

ortadan kaldırmayı, bunların yerine doğasıyla bütünleşen, paylaşımcı, üretken, katılımcı, toplumuyla özdeş, öz irade ve ahlaki (özgür) erdemlerle doldurmayı yegane yaşam, var olma ve mücadele gerekçesi saymıştır.

İşte bu, ayın zamanda kapitalizmin ve üzerinde şekillendiği binlerce yıllık uygarlığın temellerini kökten yıkmak anlamına geliyordu. Dolayısıyla, Önderlik başta Kürtler olmak üzere bölge halkları için refah, huzur ve özgür yaşamın parıldayan güneşi haline gelirken, aynı zamanda onu uygarlığın koruyucuları ve nemalananları açısından da karanlık bulutlar ve yıkım gücü haline getiriyordu. Belki henüz uygarlığın yaşam sistemi açısından temel bir riski oluşturmuyordu. Ancak sistemin sömürü ve besin kaynağı olan Ortadoğu’nun özerindeki egemenliği ve ihtiyaç duyduğu yeni dizayGeriye iki seçeneği görebiliriz. Bunlardan birisi arzu nı açısından Önderlik en ciddi ve öncelikli tehdit aşaettiği “özgür yaşam” anlayışından vazgeçmek ya da masına gelmişti. Önderlik inşa ettiği insan ve yaşamla salt bir düşünür pozisyonunda kalmaktı. Bu da Önder- bir yandan uygarlığın tutsak ettiği başta Kürtler olmak lik hakikatinde kendini sanal dünyaya bıraküzere bölge halklarına alternatif oluştururken, maktan farksızdı. Geriye bir tek seçenek diğer yandan oluşturduğu askeri, siyasi kalıyordu. Arzuladığı özgür yaşamın ve hak gücüyle oluşan ve oluşturulinşaasını ve mücadelesini birlikte maya çalışılacak dengeleri bozacak yürütmek. Bu da, attığı her adımniteliğe ulaşmıştı. Benzer şekilde Önderlik gerçeğini da, büyüyen düşman cephesi ve ayın çevrelerin özgürlük hareketidoğru görebilmekteler ne ona saldırıya maruz kalmak demekti. nin fedailik gerçekliğine yanılgılı Bunun yanı sıra ıssız bir yalnızlıyaklaşım söz konusu. Onu da karşı geliştirilen saldırıların ğa mahkum edilecek, yürüttüğü mevcut zihniyet şablonlarının nedenlerini ne de fedailerinin mücadelede en değme kapitanormlarıyla ele almaktadırlar. eylem anlayışlarına lizm “düşmanları” bile müttefikApocu fedailik herhangi bir dini ve tarzına doğru anlam liğe yanaşmayacak, dost olarak inanç rütüelindeki trans haliyverebilmekteler yaklaşanlar bir gün ya terk etle bir cennet, ölümsüzlük yada mek ya da arkasından hançerlekahramanlık beklentileri içeren mek için yanaşacaklardı. Yoldaşözelliklerle tanımlanamayacağı ları olarak bizler bile zaaflarımızın gibi, bağlılığını gösterme, kendini kaacısın yüklemekten geri durmayacaktık. nıtlama, baskıdan kurtulma ya da kendi bedeni üzerinden düşmanını cezalandırO ise, bütün saldırı, yük ve yalnızlık altında, yedi kat ma gibi zayıflıkları içeren yaklaşımlarla ele alınamaz. karanlıklara ya da bataklıklara bulanmış ve bin bir Bu türden niteliklere sahip eylemler ve onları yaratan çeşit aynanın yanılsamasına hapsedilmiş özgür ya- duygu düşünceler Apocu fedailik anlayışınca aykırışamın insan, toplum, doğa hakikatlerini aramak için lık teşkil eder. Bunun yanı sıra Apocu fedailik ruhunher mitolojinin, dinin, felsefenin, bilimin kısacası her da “her şeyden vazgeçme” gibi bir yaklaşım da yoktur. düşünce ve inanç dünyasının içine karışmış, bulduğu Aksine yaratılan her şeyi koruma, geliştirme ve bütünen küçük parçaları yoldaşlarına taşımış, toplumuna leşme her eylemin ve var olmanın olmazsa olmazıdır. taşırmış, sindirmelerini sağlamış ve bunu yaşamın ta kendisi yapmıştır. Bununla yetinmemiş parti kurmuş, Hiç kuşkusuz fedailik özgürlük hareketiyle ortaya çıksaldırılar artınca gerilla savaşı geliştirmiş, özgür ya- mış bir olgu değildir. Öncesinde Med’lerde, Alamut’ta, şamın bir parçası ve temel dinamiği olan ve toplunun İrlanda’da, Sri Lanka’da, Filistin’de, Hristiyanlıkta ve (ve dolayısıyla yaşamın) en zayıf noktasına düşürül- daha önce ve sonrasındaki zamanlarda başkaca femüş kadını savaşın içine almıştır. Bununla kalmamış, dailikler ortaya çıkmıştır. Ve elbette Apocu fedailik saflarına katılan ve kendisiyle yola konulan yoldaşla- bunlardan beslenmiştir. Ancak bunun yanı sıra Apocu rına, onları katılmaya iten duygu ve düşünceler dahil, fedai ruhu, bunlara çok şey de katmıştır. Bunların en içinden geldikleri uygarlığın köy ve şehir gelenekleri- başından “özgür yaşamı’’ her şeyin nedeni ve temeli nin bütün geri özelliklerine savaş açmayı var olmanın saymasıdır. Ölüm, öncelikle “özgür yaşamın’’ tehlike alönceliği kıldı. Kâr, güç, rekabet, iktidar, cinsiyetçilik ve tına girmesi durumunda ve onun korunması için kucakonun bütün yalan, sahte, aldatmacalarına dayalı sefa- lanabilir. İkincisi “özgür yaşam” gelişimi ve çoğalması hate odaklanmış her türlü duygu, davranış, alışkanlık önünde ciddi bir engel oluşması ve başkaca bir yol ve düşünceye güdümlenmiş yaşam ve kişiliği birlikte kalmaması durumunda başvurulabilecek bir eylemdir.

64


Özgür Halk Bir diğer temel özelliği ise hiçbir emir, direktif ve yönlendirme olmak sızın gerçekleştirmesidir. Fedai, eylem kararına neden, nasıl, nerede ve ne zaman eylem yapacağına bizzat vardığı öz bilinç ve öz irade ile varır ve gerçekleştirir. Bunun dışındaki tüm girişimler önderlik prensiplerince tartışma ve yargılama kapsamına girer. Güneşimizi Karartamazsınız eylemleri yanı sıra Özgürlük Hareketi’ndeki bütün fedai eylemleri bu anlayış doğrultusunda gerçekleşir. Özgürlük hareketi fedai eylemlerinin tümünde bu niteliği görmek mümkün 12 Eylülde arkadaşlarımız kapatıldıkları Diyarbakır Zindanında henüz inşa etmeye ve mücadelesine başladıkları özgür yaşam değerlerinin kendi şahıslarında boğdurulmaya çalışıldığını fark ettiklerinde ve gerçekten de boğdurulma aşamasına getirildiğini gördüklerinde Mazlum Doğan öncülüğünde “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür’’ şiarıyla ardılları Ferhatlarla ve Kemallerle birlikte gösterdikleri fedai ruhuyla özgür yaşamı tekrar diriltme sürecine sokmuşlardır. Onların bu eylemiyle beraber teslimiyet ve ihanette akmaya başlayan süreç yeniden ve çok daha görkemlice direniş ve zafere akmaya başlamıştır. Zekiye Alkan 1991 Newrozunda Amed burçlarında bedenini ateşe verirken serhıldan ruhunu büyütmüş ve Amed’i Kürdistan serhıldanının başkenti haline getirmiştir. Rahşan Demirel, İzmir Kadife Kale’deki eylemiyle başta İzmir olmak üzere Türkiye’nin çeşitli kentlerine savrulmuş Kürtlerin yönünü ülkelerindeki savaşa çevirdiği gibi devletin Kürdistan da uyguladığı işkenceler, köy yakmalara varan baskınlarını ve kirli savaşını tesir etmiştir. Rohani ve Berivan arkadaşlarımız ise bu ruhu 1994’te Almanya da bedenlerine tutuşturdukları ateşle Avrupa’ya taşımış, hem oralara savrulmuş Kürtlerin öz gerçekliği konusunda bir farkındalık yaratmış hem de başta Almanya olmak üzere Avrupa devletlerinin Türkiye’nin Kürtler üzerinde uyguladığı kirli savaşa verdikleri siyasi ve askeri desteği teşhir etmiş, kamuoyunda ciddi bir duyarlılık geliştirmişlerdir. Yine peşmergelerle girdiği bir çatışmada teslim olmak yerine bulunduğu uçurumdan atlayarak fedai duruşunu sergileyen Beritan, Güney Kürdistan da işbirlikçi kürtlüğün ruhunu önemli ölçüde zayıflatmıştır. Eser Altınok bedenini ateşe verirken kapitalist sistemin özgürlük diye sunduğu yaşam zehrini Avrupa’nın sokaklarına dökmüş maskesini düşürmüştür. Zilan arkadaşımız ise, “anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum’’ diyerek 30 Haziran 1996 da Dersimde gerçekleştirdiği eylemle, bir yandan Önderliğe karşı geliştirilen çetevari saldırıya cevabı ortaya koyarken, diğer yandan artık tıkanma aşamasına gelen mücadele düzeyinin çıtasını yükletmiş, kadının mücadelede var olmasının ötesinde öncülük rolünü üstlenebileceğini göstermiş ve mevcut kadronun mevcut kişilik düzeyiyle ne özgür yaşamın çoğaltılabileceği nede onun mücadelesine yeteri düzeyde yanıt verilebileceği konusunda uyarmıştır. Güneşimizi Karartamazsın fedailiği bu sürecin kitlesel-

65

Şubat 2015

leşmiş, dereler misali birleşerek nehre, çağlayana dönüşmüş halini ifade eder. Zindanlardan başlayıp dalga dalga tüm Kürdistan ve Türkiye’ye, oradan taşarak Rusya, Avrupa, Japonya’nın içlerine kadar yayılan bir ruhtur. Bunla birlikte Önderliğinde katkısıyla büyük siyasal sonuçları olmuştur. ABD Dışişleri Bakanı, “böylesine örgütlü bir direniş beklemiyorduk’’ derken, Türkiye Genel Kurmay Karargahlarında idam tartışmaları gelişirken “daha şimdiden iki yüzden fazla kişi kendini yaktı. İdam gerçekleşirse…’’ deyip olabileceklere dilleri varamamış, geri adım atmalarında önemli rol oynadığını göstermiştir. Elbette sonuçları bununla sınırlı değildir. 15 Şubat komplosundaki payları nedeniyle Yunanistan ve İtalyan hükümetlerinin bedel ödemesi sağlanmış, hükümetleri yıkılmıştır. Yine Rusya’daki rejim krizinin açığa çıkıp hükümetin yıkılması bu süreçten bağımsız değildir. Bunun yanı sıra her ne kadar Önderlik Türkiye’ye getirilip İmralı’ya kapatılmasından sonra esen faşist söven dalga nedeniyle DSP, MHP ve ANAP iktidara getirildiyse de, hemen ardından üç yıl gibi kısa bir sürede parlamentodan atılmaları bunundan bağımsız ele alınamaz. Bu anlamda ‘’Güneşimizi Karartamazsınız’’ fedai eylemlikleri şehit Halit Oral öncülüğünde devraldığı mirası ona layık bir biçimde büyütmüş, doğru zamanda, doğru yerde ve tarzda Apocu fedai ruhu çoğaltmıştır. Bu ruhun coşkunluğuna rağmen “Güneşimizi Karartamazsınız’’ fedailerinin bıraktıkları mektuplarda, eylemi gerçekleştirirken yüreklerini sızlatan bir acı görürüz. Hepsi de Önderliğe karşı bu kadar açık bir alçaklıkla saldırılmasında, kadroları ve yoldaşları olarak zayıflıklarını aşıp ona yeterince ulaşamamış, bu anlamada onu çoğaltamamış olmanın pay sahibi olduğunu görmüş, üzüntüsünü duyumsamışlardır.


Özgür Halk

Şubat 2015

Şimdi Öcalan’a Özgürlük Zamanı Öcalan’a Özgürlük Platformu Tarih bilinci halkların ve toplumların en önemli yaşam kaynağıdır. Tarihsel bilinç yürünecek olan yolda en önemli pusula işlevi görür. Tarihsiz kurgular, temelsiz yapılara benzer. Sağlam bir zemin üzerine oturtulmadıkları müddetçe kaymaya ve yıkılmaya mahkûmdurlar. Bu nedenle tarihsel toplum kavrayışı özellikle ezilen ve sömürülen halklar için önemlidir. Kürtlerde tarih bilinci bir Önder Apo çalışması olarak gündeme gelmiştir. Tarihsel bilinç, sadece hatırlanan değil, ciddi değerlendirilen ve yapılan devrimsel hazırlıklarda bir ölçüt olarak kabul edilen önemli işlevlerden birisidir. Yeniyi inşa ederken eskiyi çözümlemek, tanımlamak, doğru temelde eleştiriye tabi tutmak önemlidir. Doğrular yanlışlar üzerinde değil, arlıklarını doğru sonuçlar üzerine bina ederler. Ortadoğu coğrafyasında sınırların yeniden şekillendiği bir eşikte Kürtlerin tarihsel toplum bilincinden kopuk olması düşünülemez. Ülkesi dört parçaya bölünmüş, sömürgeciliğin her türlü uygulamasından geçmiş bir halk olarak Kürtler öneli tarihsel sonuçlara ulaşmıştır. Özgürlüğün mumla arandığı, ulaşma mücadelesinde de bedelinin çok ağır olduğu bu kadim topraklarda bugün mücadele dinamiği olan bir halk olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Halkları güç yapan sadece elinde tuttuğu silah değildir. Silahtan da öte sahip olduğu ideoloji ve moral değerleridir. Bir toplumun yaşamda ve mücadelede kendisini tabi kıldığı bir değerler sistematiği varsa ölçüsü de var demektir. Bu ölçüler kendisini ideoloji olarak tanıma kavuşturur. İdeoloji bir toplumun, o toplumun her bir bireyinin hangi değerlerle ve ölçülerle yaşayacağını sunar. Bu anlamda toplumların geleceğini ve yol haritasını çizer. Ortadoğu’da ideolojik mücadele Önder Apo’nun öncülüğü ile dolduruldu. Önder Apo Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin başlangıcından itibaren ideolojinin, örgütlü bir gücün düşünce ve duygu sistematiğinin öneminin farkındaydı. Bu nedenle mücadelenin başlangıcındaki ilk yılları ideolojik grup aşaması olarak adlandırmıştır. Bu tanım, başarılı bir devrim mücadelesi için ilk şartın ‘zihinsel hazırlık’ olduğunu gösterir. Kaynağını birkaç sorundan alan mücadele tarzı ile bir sistem sorgulaması ve yaşam çözümlemesi arasındaki fark böylece daha iyi görülmektedir. Kapitalist modernite topluma karşıtlık üzerinden yükselen bir sistemdir. Karşıtlığı sadece ekonomik olarak toplumu sömürmesinden gelmez. Aynı zamanda toplumu toplum yapan değerleri bitirmesiyle de ilgilidir. Günümüzde toplum en çok bu ideolojik yönelim

ve saldırı tarzı ile bitirilmek istenmektedir. Özgürlük mücadeleleri bu yöntemle yok edilmek istenmekte ve daraltılmaya çalışılmaktadır. Uzunca bir süre kapitalist modernite rahiplerinin “ideolojinin sonu” vaazları, toplum ve toplumsal mücadeleler ile ideolojinin bağını kesmeye yönelikti. Bireyi ve toplumu içeriksizleştirmeye çalışan, onu en temel zihinsel silahından arındıran yaklaşım ve saldırı biçimidir. Bu tür yöntemlerle toplum saldırıya açık tutulmak istenmektedir. 15 Şubat 1999 Uluslararası Komplosu bu anlamda Ortadoğu’nun özgürlük eğilimine, geliştirilmeye çalışılan özgür yaşam ve katılım ideolojisine yapılan bir müdahaledir. Kapitalizmin yaklaşık olarak 200 yıldır aralıksız fetih seferleri ile elde etmeye çalıştığı, köleleştirmek istediği bir alan olan Ortadoğu kendi diline ve tarzına göre bu saldırıların karşısında durmuştur. Toplumsal gerçeklik anlamında tarihten günümüze bir direniş durumunun olduğu açıktır. Ama bu direnişler ne ideolojikt, ne de bir sistem yaratmaya neden olabilecek kadar planlı ve uzun süreli oldu. Ortadoğu’da halkların özgür, demokratik ve eşit bir yaşam mücadelesine girişmeleri kapitalist modernitenin vurulan en büyük darbedir. Bu arayış ve mücadele kapitalizmin yüz yıllardır halkları, dinleri, mezhepleri ve yerel çelişkileri birbiriyle savaştırarak zayıflatma ve hepsini kendine tabi kılma taktiğini de boşa çıkaracaktır. Önder Apo’nun Ortadoğu’daki duruşu özgür yaşam ideolojisini geliştirme ekseninde olmuştur. Başlamaz denilen devrimci mücadele başlamış, ayağa kaldırılamaz denilen

66


Özgür Halk Kürt halkı tarih sahnesine çıkmıştır. Bu gelişmelerin yaratıcısı olan Önder Apo bölgedeki hesapları bozunca hegemonik sistemin daha fazla öfkesini çekmiştir. Yüz yıllardır toplumları ve onların gerçekliklerini inkar eden bir sistem vardı. İnkar, asimilasyon ve soykırım onun en temel özellikleriydi. Birçok tarihsel gerçeklik ve kadim kültür bu politikaların kurbanı edildi. Kapitalizm kendi kurgusunu inşa edebilmek için önce hakikati tasfiye etmek istedi. Uluslararası komplo hakikati tasfiye etme hareketiydi. Ortadoğu’da devrimci ve demokratik öncülüğü elinde tutan Kürt halkı ve Önder Apo’ müdahaleydi. Bu mücadele süreci birçok gelişmenin direnişle yaratılabileceğini gösterdi. Kapitalizme boyun eğmenin bir kader değil ideolojik bir çarpıtma olduğu anlaşıldı. Bu mücadele deneyimiyle yoluna devam eden Özgürlük Hareketi, sadece Kürt halkı için değil Ortadoğu halkları ve ezilen-sömürülen tüm halklar ve kesimler için bir umut oldu. Onaltı yıldır, İmralı’da bir ada hapishanesinde esir tutulan Önder Apo şahsında halkların özgür ve demokratik geleceği esir tutuluyor. Kapitalizme karşı en şiddetli savaşım halinde olan önderlik gerçeği olmuştur. Ortadoğu’da kapitalizme karşı en etkili ve ideolojik mücadeleyi geliştirerek kurgulanan oyunu boşa çıkarmıştır. Küçük ve yerel kaygılarla değil, stratejik ve toplumsal özgürleşme anlayışıyla sisteme yönelmiştir. Yapılan sadece kapitalizmin kaba bir eleştirisi değildir. Ya da devletin ve baskı aygıtlarının yeni bir formatla hayata geçirilmesi hiç değildir. Bunların da dışına çıkarak kendi özgür yaşamını inşa etmesi sisteme vurulan asıl darbe olmuştur. Bugüne kadar ezilen ve sömürülen halklardan böyle bir yaklaşım beklemeyen kapitalist modernite bu yaklaşımı ve onun mimarını tasfiye etmeyi stratejik bir amaç olarak önüne koymuştur. İmralı Zindanı da bu amaçla özel belirlenmiş bir işkencehanedir. Burada Önder Apo’yu bir anlık değil, tüm zamana yayılacak bir ölüme mahkum etmeyi amaçlamışlardır. Egemen sömürgeci sisteme karşı örgütlü ve kararlı mücadele geliştirmenin karşılığı basit olmayacaktı. Gerçekten de birçok işkence ve yönelim geliştirildi. Önder Apo şahsında Kürt halkına hakaret edilmek istendi, tasfiyesi düşünüldü. İmralı Zindanında tasfiye edilmek istenen Önder Apo, özgürlük savaşımını ve paradigma hamlesini yok edilmek istendiği mekanda gerçekleştirdi. 2013 Newroz’unda geliştirdiği “Demokratik ve Özgür Yaşamı İnşa Hamlesi”, uluslararası komplonun darbelenmesi, Kürt ve özgürlük gerçekliğinin tasfiye edilemeyeceğini anlamına geliyordu. Kürtler ve Ortadoğu halkları için hazırlanan tasfiye ve yok etme projesi çöküyordu. Sadece çökmekle de kalmıyor, Rojava Devrimi’nde olduğu gibi alternatif yaşam ve demokratik sistemi de yükseltiyordu. Bu da devrimin tüm bir yaşama yaydırılması anlamına geliyordu.

67

Şubat 2015

Kürdistan özgürlük mücadelesi özellikle Kobanê ve Şengal direnişleriyle birlikte devrimci mücadeleye ve Ortadoğu halklarının direniş perspektifine çok şey kattı. Bunu da başaran Önder Apo’nun aralıksız emeği ve mücadelesiydi. İmralı Zindanında bir devrimi örgütlemenin nasıl olduğunu, olabildiğini gösterdi. Kapitalizmin ağır saldırılarına karşılık en büyük cevabın hangi koşullarda verilebildiğini gösterdi. Mücadele ve zafer için zaman ve mekânın sadece bir form olduğunu kanıtladı. Hiçbir gücün umut bağlamadığı bir halk bugün özgürlük ve demokrasi bayrağını barbar ve çeteci saldırılarına karşı yükseltiyor. Bir kapitalizm icadı olan bu vahşet konseptine karşı Önder Apo ideolojisinin evrenselliği ortaya çıkıyor. Yürütülen savunma savaşının bir insanlık mücadelesi olarak tüm dünyada yankı bulması bu nedenledir. Bu mücadele değerlerinin yaratıcısı olan Önder Apo en zor koşullarda toplumsal özgürleşmeden bir adım dahi geri atmadı. Tüm çabası eşitlik ve özgürlük temelinde doğru bir barış mücadelesi geliştirmek oldu. Kapitalizmin ilkesiz teslimiyet yaklaşımı karşısında ilkeli bir önderlik duruşu ile yanıt oldu. Halkların bir arada ve özgürce yaşamaları için yoğunlaştı ve çalıştı. Bugün Kürt halkı gibi birçok halk Önder Apo’nun barışçıl ve demokrat kişiliğine derin bir saygı ve hayranlık besliyor. Bu yürütülen direnişin tüm ezilenler için olduğunun anlaşılmış bakımından önemlidir. Bu nedenle stratejik olarak halkalara kurulan tuzağın ve komplonun boşa çıkarılması Önder Apo’nun özgürlüğü ile mümkündür. Bugün Önder Apo’nun özgürlüğü yok sayılan, ezilen, sömürülen, katledilen ve tanınmayan tüm değerlerin özgürlüğüdür. Onun şahsında bir halkın ve Ortadoğu’nun nasıl özgürleşmeye başladığını gördük. Kendisinin içinde tutulduğu esaret koşulları gelinen aşamada halkların esareti anlamına geliyor. Halkımızın ve halkların bu durumun devam etmesine tahammülü yoktur. Barış İçin Öcalan’a Özgürlük Platformunun başlatmış olduğu özgürlük kampanyası aslında özgür ve demokratik yaşam mücadelesinin sadece bir halkı kapsamadığı, tüm halkları, inançları, gençliği ve kadını kapsadığını göstermiştir. Özgürlük sorunu ezilenler ve sömürülenler için bir sorundur. Egemenlerin bunu bir sorun olarak görmemeleri anlaşılırdır. Çünkü bizler Öcalan’a Özgürlük derken kendimizi özgürleştiriyoruz. Kapitalist modernitenin kapsamlı saldırılarına karşı en özlü direnişi veriyoruz. Önder Apo bizler için özgürlük değerlerinin tamamıdır. Bu nedenle Önderliğin özgürlüğü ile bir dönemin ve uluslararası komplonun çökeceği açıktır. Bu çalışma sadece bir kampanya olmanın da ötesinde bir ideolojik kavrayış ve sistemli mücadele düzeyine ulaşma halidir. Özgür bir toplumsallık Özgür bir Önderlik ile mümkündür. Demokratik ve özgür yaşamı inşa etmek ve savunmak için: ŞİMDİ ÖCALAN’A ÖZGÜRLÜK ZAMANI!


Özgür Halk

Şubat 2015

Bir Öykü Değil Gerçekti Sabır Sesero Bir grup arkadaşla Serhat’a doğru yola çıktık. İlk gerilla pratiğimin geçtiği alan olan Serhat, beni daha birçok ilkle tanıştıracak yerin de adı olacaktı. Büyük bir coşku ve kararlılıkla yola çıkmıştık. Bu kararlılığımız 93–94 operasyonlarında düşmanın topyekün imha saldırılarına, acımasız doğa koşullarına karşı daha da büyüyecekti. İlk yoldaş kaybetmenin acısı, açlığı, susuzluğu, amansız kış koşulları ve tabi ki bütün bunlara rağmen ortaya çıkan sevgi ve bağlılığı da yaşayacaktım ve yaşayarak öğrenecektim. Asi, mağrur, dört bir tarafı ovayla çevrili, bir tarafında İran, bir tarafında Ermenistan ve bir tarafında Türk Devleti’nin sınırları bulunan Ağrı dağına bir grup arkadaşla gittik. Burada Ali Direj arkadaşın bulunduğu karargâhta bir süre kaldıktan sonra Beniştok alanına düzenlemem yapıldı. Bu alanda pratik güçler bulunuyordu. Hem halk, hem de gerilla boyutunda büyük çalışmalar yürütülüyordu. İnisiyatif gerillanın elindeydi. Gerillanın alandaki hâkimiyeti halk üzerinde büyük bir etki yaratmıştı. Halkla ilişkiler, ileri düzeyde seyrediyordu. Düşman bu süreci sadece halkın ve gerillanın tarzını izlemekle geçiriyordu ve inisiyatifi eline geçirmek için hazırlık yapıyordu. Düşmanın bu izleme politikası mart ayına kadar devam etti. Daha sonra küçük çaplı bir operasyon başlattı. Düşman bu operasyonla, aslında biraz da gerillanın tarzını ve elinde bulunan mevzilerini öğrenmeyi amaçlıyordu. Bu operasyonda düşman büyük bir darbe yedi. Biz de, operasyondan sonra üsleme noktalarımızı değiştirdik. Gre Stila alanındaki bir mağaraya 180 arkadaş toplanmıştık. Bir aya yakın Grê Stila taraflarında kaldık. Düşmanın dikkatini dağıtmak için tekrar eski yerimize dönme kararı aldık ve belli bir süre orada kaldık. Düşman daha kapsamlı bir operasyon hazırlığındaydı. Düşmanın bütün hazırlıklarını biz de izliyorduk. Yine alanda nitelikli ve sayıca büyük bir gücümüz bulunuyordu. İlk operasyonda büyük bir darbe vurulmuştu düşmana. Bütün bunlara dayanarak çok fazla tedbir alamamıştık. Düşmanın beklenen operasyonu başlamıştı. Geceydi. Bütün arkadaşlar mağarada bulunuyordu. Düşmanın genel durumu değerlendirildi. Tansu Çiller’in: “Ya bitireceğiz, ya bitireceğiz!” sloganına karşı Önderliğimiz de: “Ya kazanacağız ya kazanacağız!” şiarı ile gerillaya, bütün imha operasyonlarına karşı direnişin yolunu göstermişti. Gece 11.00 civarlarına kadar toplantımız devam etti. Saat 12’ye kadar düzenlemeler yapıldı. Sloganlar eşliğinde çekilen halay gerillanın bütün zorluk ve saldırılara karşı direneceğinin ilk sesleri olarak mağarada yankılanıyordu. Saat 12.30

civarlarında gruplar birbirine başarılar dileyerek dağıldı. Herkes kendi yerine gitmek üzere harekete geçti. Serhat’ın uzun kış geceleri ateş başında anlatılan masallar, destan öyküleriyle devrilir… Uzun ve zorludur kışlarıyla Serhat... Bu yüzden Serhat denince acımasız uzun kış koşulları akla gelir. Metrelerce kar, hiç ummadığın anda karşına çıkan fırtınalar, ağzındaki buhar, anında donduran soğuğun hüküm sürdüğü Serhat’ta Kürdistan gerillasının öyküsüydü artık ateş etrafında anlatılan... Bir öykü değil, bir gerçekti. Sekiz kişilik bir grupla biz de Ağrı’nın eteklerinde bulunan, ama yüksek bir alan olan Kızıl Alan’a gidecektik. Düşmanın buralara kadar gelmesine pek ihtimal vermiyorduk. Ancak eğer indirme gibi bir durum olursa, bunun önünü almak için burada mevzilenecektik. Kol kolaydı gece ve kar… Biz de yürüyorduk gecenin ve karın koynunda... Yürümek zorundaydık, başka şansımız yoktu çünkü... Ayaklarımızın buz kesmesine ve bıçak keser gibi vücudumuza değen soğuğa rağmen tepeye kadar yürüdük. Gideceğimiz tepenin önünde bulunan bir tepede dört arkadaş, diğerleri de biraz daha ileride bulunan tepede mevzilenmek üzere ayrıldık. Tepeye vardığımızda güneş Ağrı dağından süzülerek, kızıl bir kütle gibi etrafa ışınlarını saçmıştı. Ama doğan güneş Ağrı dağının soğuğunu ısıtamıyordu ne yazık ki... Üzerimizde kar elbiseleri vardı. Bu elbiseler sadece kamuflajı sağlamak için giyilmişti. Sabah dokuz-on civarında düşman tam karşımıza geldi. İzlerimizi görmüşlerdi. Belli bir uzaklıkta kaldılar. Kendi içinde düzenlemelerini yaparak, dört kol halinde araziye dağıldılar. Düşmanın üç kolu bulunduğumuz alanın üstünden geçti. Diğer kol da bulunduğumuz tepenin karşısında bulunan tepenin altından gelerek, bizi çembere almak istedi. Yanımızda cihaz da yoktu. Düşmanın gücü çok fazlaydı. Bir arkadaş diğer tarafta kalan dört arkadaşın yanına giderek onların da yanımıza gelmesi için haber verdi. Bulunduğumuz tepede gücümüzü artırmak zorundaydık. Üç kişi kaldık. Bulunduğumuz tepenin üst kısmından geçen düşman kolu, üzerimize doğru gelmeye başladı. Aramızdaki mesafe çok kısaydı. Hareketimizi görmek için biraz daha yakınlaştılar. Düşmanın üzerimize gelmesini engellemek için vurmaktan başka çaremiz kalmamıştı. BKC silahı ile ilk taramada yirmi dört düşman askeri vuruldu. Düşmanın ilk kolunu kırdığımızdan bu koldaki diğer düşman askerleri yerlerinde kaldılar. Fakat diğer üç kol üzerimizden geçerek geniş bir çember attılar. Bizi çembere alan düşmanla aramızda çatışma başladı. Bölük komutanımız kolundan hafif bir yara aldı. Çatışma uzun sürdü. Yaklaşık iki saat sonra diğer dört ar-

68


Özgür Halk kadaş da yanımıza geldi. Karın içinde mevzi savaşına girmiştik. Ama iliklerimize kadar işleyen soğuktan dolayı ellerimiz silahı tutmakta zorlanıyordu. Arkadaşların üslendikleri tarafları da düşman tutmuştu. Bir tarafta kar ve soğuk, bir tarafta düşman; yani iki cepheden savaşıyorduk. Düşman askerleri çok vahşice üzerimize geliyordu. Bizi o vahşi saldırıları değil, kendi arkadaşlarının cenazelerine basarak saldırı yapmaları hayrete düşürüyordu. Nasıl olurdu bir insan aynı cephede savaştığı arkadaşının cenazesine basarak geçebilirdi! Her şeye rağmen düşman büyük kayıplar vermişti. Akşam saatlerine kadar çatışmalar sürdü. İki kez takviye istedik, ancak bizimle arkadaşlar arasında düşman olduğundan, bize ulaşmakta zorlandılar. Düşmanın çemberine rağmen arkadaşlar bize ulaşmaya kararlıydılar. Bize takviye için gelen arkadaşlar çatışmaya girdiler. Bu çatışmada Devrim ve Pılıng adında iki arkadaş şehit düştü. Diğer arkadaşlar da geri çekilmek zorunda kaldılar. Bütün gün çatışma devam etti. Karanlık çöktükten sonra biraz toparlandık. Her tarafı düşman tutmuştu. Yanımızdaki bölük komutanı arkadaş araziyi iyi tanıyordu. Ovadan geçerek İran sınırına geçeceğimizi söyledi. Kamptaki arkadaşlarla kurulan bağlantıda durumlarının iyi olduğunu öğrenmek de bize moral veriyordu. Hem açlıktan, hem dondurucu soğuktan ve hem de barut kokusundan çok fazla bitkin düşmemize rağmen düşmana verdiğimiz kayıplardan dolayı moralimiz çok yüksekti. Bizimle bağlantıya geçen arkadaş, araziye hâkim bir arkadaştı ve daha önce de Serhat’ta kalmıştı. Düşmanın tuttuğu alanları takip ediyordu. Çemberi aşarak çıkmamız gerektiğini, yoksa imha olacağımızı söyledi. Bütün gün çatışmıştık, ama artık buradan çıkmamız gerekiyordu. Savunmalı bir şekilde çemberi kırarak arkadaşların üslendikleri yere ulaştık. Ancak üslenme yerine ulaştığımızda yalnızca bir grup arkadaşı bulabilmiştik. Dört arkadaşın yaralandığını da burada öğrendik. İki arkadaş bizim yanımıza gelmek isterken, iki kadın arkadaş da diğer tarafta çıkan çatışmada şehit düşmüştü. Bu arkadaşlardan şu anda yalnızca ismini hatırladığım Sultan adındaki kadın arkadaştır. Akşam saatlerine kadar çatışma devam etti. Düşman skorskylerle yaralılarını ve cenazelerini taşıyordu durmadan. Çok fazla kayıp vermesine rağmen gerillayı imha etmekten vazgeçmiyorlardı. İlk defa savaşta kadınları kullandıklarını görüyorduk. Askerleri tahrik etmek için kadını da bu vahşi saldırılarında kullanıyorlardı. Arkadaşların yanına geldiğimizde, bütün arkadaşlar geri çekilme yapmışlardı. Kele köyüne geldik. Bu köyde yalnızca yaşlı bir kadın kalmıştı. Bu yaşlı kadının her şeyini arkadaşlar veriyordu. Köyünden çıkmak istemiyordu. “Ölürsem cenazemi gerilla kaldırsın.” diyor ve ne olursa olsun köyden ayrılmayacağını söylüyordu. Şehirlere gitmek istemiyordu. “Düşman beni öldürse de gerillayı bırakıp gitmeyeceğim.” diyordu. Birkaç arkadaş bu yaşlı ananın evindeydi. Orada bir çay içtikten sonra Agît tepesine giderek mevzilen-

69

Şubat 2015

dik. Agît tepesine ulaştığımızda büyük bir kar fırtınası başladı. Düşman askerinden önce kar ve fırtına bize savaş açmıştı. Silaha elimizi dokundurduğumuzda elimiz buz kesiliyordu. Düşman üslenme yerimizi ele geçirdiğinden bütün erzağımız da ele geçmişti. Serhat’ın arazisi çoğunlukla zozanlıktır. Bu yüzden yakmak için pek odun bulunmaz. Alt yapı sorunları büyük zorlanmalar yaratsa da, var olan irade her koşula karşı savaşma gücü veriyordu. Normal bir insanın bir gün dahi dayanamayacağı koşullardı. Ancak başarının dışında başka bir yol düşünülmüyordu. Beş-altı gün mevzilerde kaldık. Düşman da bulunduğumuz yerin on-on beş dakika yukarısında bulunuyordu. Soğuk hava, kar, fırtına hem bizim, hem de düşmanın hareketini zorluyordu. Biz de, onlar da saldırı yapamıyorduk. Düşmanın yirmi bir askeri soğuktan donarak ölmüştü. Ova tarafları biraz daha sıcaktı. Ancak o koşullarda ovaya inmemiz zordu. Düşman, çemberi her gün biraz daha daraltıyordu. Birçok stratejik alanı ele geçirmiştiler. Bir süre direnebilirdik ama büyük kayıpların verileceği göz ardı edilemezdi. Sınır tarafına geri çekilme yapma kararı alınacaktı. Bunun için genel güçle bir toplantı yapıldı. Toplantıda önümüzde uzun bir yol olduğu, bu yolu aşarak sağlam bir yere ulaşmamız gerektiği söylendi. Arkadaşların çoğu bu kararı çok fazla benimsemiyordu. Ancak İran sınırına geri çekilme yapmak zorunda olduğumuz kararı çıkmıştı. Yeniden kar ve fırtınanın içinde yürüyorduk. Yollar ve akan her saniye önümüzde durmadan uzuyordu. Sayı olarak gücümüz fazlaydı. Bu yüzden bir saatte alınacak yol, dört-beş saatte alınıyordu. Bir günlük yolu iki günde gitmiştik. Bir ovanın başına geldiğimizde sabah olmak üzereydi. Sınırda bulunan karakola bir saatlik mesafe kalmıştı. Yetmiş-seksen arkadaşla orada bulunan bir vadinin içine girdik. Herhangi bir şey olursa ovadan kurtulmak çok zordu. Büyük bir riski göze almıştık, ama başka yolumuz da yoktu. Bütün arazi mayınlıydı. Diğer tarafta da İran pastarları vardı. Bu vadide gündüz saat 11’e kadar bekledik. Ardından iki kobranın geldiğini gördük. Bulunduğumuz vadinin üzerinden birkaç tur attıktan sonra gitti. Vadinin içinde su olduğundan izlerimiz kaybolmuştu. Fakat düşmanın amacı, gücümüzü içte zorlayarak kurtuluş yolu bırakmamaktı. Bir de gücü sınırda imha etmek istiyordu. İç alanlarda olduğu kadar sınıra da büyük bir güç yığmıştı. Fakat bunu fark etmemiştik. Akşama kadar herhangi bir şey olmadı. Akşam saatlerinde arkadaşlar Henê’nin annesinin evi denen bir eve gittiler. Buradan her arkadaşa bir ekmek getirdiler. Günlerce süren açlıktan sonra bir ekmek bize büyük bir ziyafet gibi gelmişti. İkindi vakti sınırı geçmek için yola çıktık. Henüz yarım saat yürümüştük ki, atılan ışıldaklarla düşmanın bizi fark ettiğini anladık. Herkes yerinde durdu. Ancak düşman bizi fark etmişti. İki kol halinde yürüyorduk. Pusu atılan yerlere düşman büyük bir güç yığmıştı. Bu yol-


Özgür Halk ları kullanamadığımızdan pusu atılan yerle karakolun arasındaki yolu kullanmak zorunda kaldık. Bu yolun da büyük bir tehlikesi vardı, o da arazinin tamamen mayınlı olmasıydı. Bu mayınlı araziden geçecektik. Öncü arkadaş alana hâkim bir arkadaştı. İki kol halinde mayınların bulunduğu alana doğru harekete geçmiştik. Grubun başı henüz mayınlı alana geçmemişti. Caddenin üzerinde bulunuyorduk. Bize patikadan çıkmamız söylenmişti, ama arazinin tamamen mayınlı olduğu söylenmemişti. Çünkü tek çıkış yolumuz buydu ve mayınlı olduğu söylense psikolojik olarak olumsuz etki yaratabilirdi. Grubun başı mayınlı alan daha yeni geçmişti ki, fark edildik. Birden her tarafta patlamalar oldu. Düşman tank atışıyla bizi vurmaya başladı. Her karışı mayınla döşeli olan arazinin içinde düşmanın tank atışına hedef olmuştuk. Grubun mayınlı araziye geçen kısmı tank atışından dolayı arazide dağılmak zorunda kalmıştı. Biz ise, henüz mayınlı araziye geçmemiştik. Bir taraftan düşman tankları diğer tarafta da patlayan mayınların sesleri birbirine karışmıştı. Grup kopmuştu. Üç arkadaş önümüzdeydi. Tank vurduğunda gruptan koptuk. Eski bir arkadaş vardı, bu arkadaş daha sonra Behdinan eyaletine gittikten sonra şehit düşecekti. Biraz tecrübesi olan bir arkadaştı. Dokuz kişiydik. O arkadaş grubun bölündüğünü görünce sinirlendi. Biz alanı tanımıyorduk. Tank atışı yapıldığında toplar daha patlamadan kendimizi yere atıyorduk. Biraz yürüdükten sonra yeniden tank atışına hedef olduk. Üç arkadaş daha gruptan koptu. Geriye dört arkadaş kalmıştık. Zindan adında bir arkadaş öncülüğünde mayınlı arazide yürümeye devam ettik. Ama sürekli önümüz arkamız tankla vuruluyordu. Her tarafımızdan gelen şiddetli patlama sesleri büyük bir basınç etkisi yapıyor, kulaklarımız patlayacakmış gibi oluyordu. Her an nerede önümüze çıkacağı belli olmayan mayınların belirsizliği ve diğer taraftan düşmanın top atışları… Büyük bir gruptan geriye dört arkadaş kalmıştık. Diğer arkadaşlar nereye gitmişlerdi? Bu soru o an dünyanın en zor sorusuydu. İran sınırındaki caddenin yanına geldiğimizde uzaktan bir arabanın geldiğini fark ettik. Sınırda karakol ve büyük bir düşman yığınağı olduğundan görüntü vermeden caddenin diğer tarafına geçmemiz gerekiyordu. Bu arabayla birlikte kendimizi çok hızlı bir şekilde karşı tarafa atmayı planlıyorduk. Arabayla aramızda kırk-elli metre kalmıştı. Biraz yürüdük. Ama araba bize yaklaştığında bize doğru gelenin bir tank olduğunu fark ettik. Hemen kendimizi yere attık. Tank bizi fark etmeden onun görüntüsünden faydalanarak sınırın diğer tarafına geçtik. Artık Kürdistan’ın Doğu parçasındaydık. Sınırı geçmek için harekete geçtiğimizde kalabalık bir güçtük. Ancak şu anda küçük bir grupla kalmıştık. Diğer arkadaşların da kurtulmuş olma umudunu her şeyden büyük tutmaya çalışıyorduk. Sabaha doğru koptuğumuz diğer arkadaşlardan bazıları yanımıza geldiler. Arkadaşların üstleri kanlıydı. Birçok

Şubat 2015

arkadaşın şehit düştüğünü ve yaralı arkadaşların olduğunu o zaman öğrenmiştik. Yanlarında getirdikleri iki yaralı arkadaşı da İran sınırına yakın bir yerde bıraktıklarını söylediler. Bu arkadaşlar yürümekte zorlandıkları için yanlarına bombaları verilebilmişti yalnızca. Gündüz olduğundan dolayı arkadaşların yanına gidemiyorduk. Çünkü sınırları Türk ve İran askerleri tutmuştu. Doğu Kürdistan topraklarında bulunan arkadaşlara ulaşmamız gerekiyordu. Arkadaşların yerini tespit etmek için bir köye gittik. Ramazan ayıydı. Halkın olumlu yaklaşımları bize çok moral vermişti. Daha sonra bizi arkadaşların yanına götürdüler. O zaman Bager arkadaş da oradaydı. Durumumuzu anlattıktan sonra diğer arkadaşların durumlarını sorduk. İran on altı yaralı ve şehit arkadaşları Türkiye’ye teslim etmişti. Birçok arkadaş da hala kayıptı. Şehit düşen arkadaşların içinde Gever adında bir arkadaş da vardı. Beni Serhat’a kendisiyle birlikte götüren bu arkadaşın şahadet haberi karşısında çok sarsılmıştım. Yine Bager ve Vedat adındaki arkadaşlar da sınırı aştıktan sonra tankla şehit düşmüşlerdi. Bu kadar kayıp ve özellikle arkadaşların şahadet haberi bizi oldukça etkilemişti. Gever, Bager, Doktor Afat, Ömer ve daha adını sayamadığım onlarca arkadaş Ağrı dağının mağrurluğunda, şehitler kervanına katılmışlardı... Sonbaharda üslenme çalışmalarını başlatmıştık. Bahara kadarki tüm hazırlıklarımızı yapmayı planlıyorduk. Düşman ise içeride hazırlık yapmamızı istemiyordu. Sınırın dışına çıkmamız, düşman için büyük bir başarı demekti. Onuncu ayda Hallac Köprüsü’nde üslenme yapmıştık. Karakol bize yakın olmasına rağmen, bulunduğumuz yerde birçok mağara ve iki de sarnıcımız vardı. Serhat’ta kışın su bulunmadığından, bütün su ihtiyacı kar eritilerek karşılanıyordu. Hemen üslenme faaliyetine başlanmış, kimin nereye gideceği netleştirilmişti. Girêkor tarafında bulunan Deniz arkadaşın gücü cephane için yanımıza gelmişti. Yanımızda bulunan bütün cephaneyi onlara vermiştik; benim sadece altmış mermim, arkadaşların da birkaç şarjörü kalmıştı. Cephane ve ayakkabı gibi ihtiyaçlarımızı karşılamak için bizim gruptan birkaç arkadaş Girêkor tarafına, Şehit Çem arkadaşın üzerinde bulunduğu bir grup üslenme yerine, üç arkadaş da ovaya gidecekti. Kalan arkadaşlar da üslenme yerine odun çıkaracaktı. Hava koşulları çok kötü olduğundan, odunları sabaha kadar ancak bir yere kadar götürebilmiş, yolun ortasına dahi yetişememiştik. Bunun üzerine biz de odunları bırakarak tekrar arkadaşların yanına gitmiştik. Diğer gruplar kendi yerlerine gitmek için yola koyulacaklardı. O zaman bölge komutanı düzeyindeki Şehit Çiya arkadaş yanımızdaydı ve o da bizimle birlikte gelmişti. Çiya, Simko Derik ve adını hatırlayamadığım birkaç arkadaşla birlikte randevu verdiğimiz yere gitmiştik. Sabah olduğunda karı temizleyerek bir kayalığın altını kazmıştık. Tam bulduğumuz bir çaydanlığı temizleyerek

70


Özgür Halk

Şubat 2015

içinde kar eritmiştik ki, o sırada havan ve tank atışlarının sesini duymuştuk. Çatışma başlamıştı... Gruplar dağıldığında Rojhat arkadaş grupları denetlemek için iki güvenliği ve fiziki olarak zorlanan birkaç arkadaşla birlikte köyün yakınında kalmıştı. Ancak düşman arkadaşları fark etmiş ve sabah saatlerinde arkadaşları çembere almıştı. Arkadaşlar çatışarak bize yarım saat uzak olan bir yere kadar gelmişlerdi. Fakat düşman burada da önlerini tutmuştu. Fakat bulunduğumuz yer itibariyle bizim müdahale etme durumumuz söz konusu değildi. Arkadaşlar beş saat süren bir yerden kendilerini ovaya bırakmasına rağmen, düşman bir türlü peşlerini bırakmıyordu. Ancak akşam olduktan sonra arkadaşlar bu çemberden kurtularak bize ulaşmışlardı. Üç saatlik yolu çatışarak yanımıza gelmişlerdi. Yanımıza geldiklerinde de çatışmanın nasıl başladığını anlatmışlardı: Anlatımlarına göre; Ali Direj arkadaşın karargâhı dediğimiz yere geldiklerinde çok yorgun olduklarından uyuyakalmışlardı. Sabah uyandıklarında ise karşılarında bir asker görmüşlerdi. Ali arkadaş karnas silahıyla ateş ederek askeri öldürmüş ve böylece çatışma başlamıştı. Zaten biz de silah seslerini duyduğumuzda hemen yakınımızdaki tepeleri tutmuştuk. Bu çatışmada bir arkadaş yaralanmıştı. Yaralı arkadaşı yanlarında götüremedikleri için bir battaniyeye sararak bir ağaç kovuğuna saklamışlardı. Bu şekilde onu sağlama almak istemişlerdi. Yaralanan arkadaş, Kazım adında on yedi yaşında bir arkadaştı. Önceden Erci köyünde çobanlık yapmış olan ve çok sevilen bir arkadaştı. Herkes ona ‘Kalo’ diyordu ve biraz kamburu vardı. O an Kalo için hiçbir şey yapamıyorduk. Ertesi gün yanına gitmeyi planlamıştık, ama düşman çemberi iyice daraltmıştı… Girêkor tarafına giden grubumuz bizimle bağlantıya geçmişti. Bir ateş gördüklerini, bunun arkadaşların mı, yoksa düşmanın mı olduğunu netleştirmek istediklerini söylemişlerdi. Ateşe doğru gelirlerken, arkadaşlar gördükleri ateşin düşmanın olduğunu söylemişlerdi. Arkadaşlar yanımıza ulaştıklarında kendileriyle birlikte birçok eşya (çorap, mont) da getirmişlerdi. Ancak ayakkabımız yoktu. Birçok arkadaş ayakkabılarını şütikle (bele sarılan şal) bağlayarak ayaklarında tutmaya çalışıyordu. Tekrar bir planlama yapılmıştı. Manga komutanımız, Güney Savaşı’nda da yer almış olan Cizreli Mêrxas arkadaştı. Ben de Mêrxas arkadaşın yardımcısıydım. O gece Mix tepesini tutmamız gerekiyordu. Bawer Siverek ve iki kadın arkadaşın da içinde olduğu altı kişilik bir grup olarak tepeye gitmiştik. Mêrxas arkadaşın ayakları soğuktan şişmişti. Sabah olduğunda düşmanın büyük bir yığınak yaptığını gördük. Mêrxas arkadaş ayağından dolayı çok zorlanıyordu. Mêrxas arkadaşa diğer arkadaşların yanına gitmesini söylemiştim ancak kabul etmemişti. Merxas arkadaşı Bawer arkadaşla birlikte biraz zor da olsa ikna etmiştik. Mêrxas arkadaş aşağı inmek üzereyken, düşmanın tepeye doğru geldiğini görmüştük. Yanımızda çok fazla cep-

71

hane de yoktu. Elimizde bulunan cephaneyi çok sınırlı bir şekilde kullanarak düşmanın tepeye çıkmasını engellemeye çalışıyorduk. Mermileri tek tek atıyorduk. Bu çatışmada dört düşman askeri vurulmuştu. Akşama doğru sis çökmüş ve düşman geri çekilmek zorunda kalmıştı. İkindi vakti bir arkadaş daha yanımıza gelmişti ve iki kadın arkadaşı önceden gönderdiğimizden, dört erkek arkadaş kalmıştık. Arkadaşlar kendileriyle birlikte dört tane yağlı ekmek ve birkaç odun parçası getirmişlerdi. Yanımızda sadece bir battaniyemiz vardı. Sabaha kadar bir ağacın altında beklemiştik. Arkadaşların gelişleri ve yanlarında odun getirmeleri bizi çok sevindirmişti. Arkadaşlar ayrıca düşmanın durumuna ilişkin bize bilgi getirmişlerdi. Operasyonu yöneten Türk komutanı, askerlere dağdaki bütün Apocu militanları bitirmeden operasyonu sonlandırmamaları yönünde talimat vermişti. Ancak operasyonu fiili yöneten komutanlar ise; stratejik yerleri tuttuğumuzdan üzerimize gelemeyeceklerini biliyordu. Bu yüzden üstlerine “Eğer sen yapabiliyorsan işte sana ordu, sen gel yönet.” cevabını vermişti. Bu esnada Çem arkadaş da yerine ulaşmış ve istenen malzemeleri de kendisiyle birlikte getirmişti. Çem arkadaş ve grubu elbette ki içine girdiğimiz durumu bilmiyorlardı. Düşmanın karargâhını geçmiş ve yukarıda güvenli bir yer olduğunu düşünerek orada uyumuşlardı. Sabaha doğru tekrar yola çıktıklarında Küçük ve Büyük Ağrı Dağı’nın arasında hareket olduğunu görmüş fakat bu hareketin arkadaş-


Özgür Halk ların hareketi olduğunu düşünmüşlerdi. Kısa bir süre sonra, düşmanın tepeden üç kol halinde üzerlerine doğru geldiğini görmüşlerdi. Bunun üzerine eşyalarını bir taşın altına koyup üslenme yerine doğru koşmaya başlamışlardı. Düşman tarama yapmış ve üç arkadaş kolundan yaralanmıştı. Arkadaşlar yaralı arkadaşları da kurtarmış ve üslenme yerindeki mağaralara saklanmışlardı. Düşman da çok fazla üzerlerine gidememişti. Düşmanla çatışmaya girerek kendilerini ova tarafına veren arkadaşlardan da haber alamamıştık. Ancak Gever adında biri yakalanmış ve yerlerimizi düşmana göstermişti. Düşman, cephanenin olduğu yere gelerek iki doçka silahımızı ve diğer cephanelerimizi almıştı. Üslenme yerimize diğer bir koldan inen düşman, tam olarak üslenme yerimize giremedi. Her yeri tespit ettiklerini artık biliyorduk. Bir taraftan Çem arkadaşlar kopmuştu, bir taraftan da Gever teslim olmuştu. Tarih bir kez daha ateşin ve güneşin çocuklarının gücünü, iradesini, yüreğini sınıyordu adeta. Çünkü bu kadar yoğun bir kuşatma altında umudu, inancı diri tutmak gerçekten çok önemliydi. Ve bu tarihe, halka ve Önderliğe karşı asla vazgeçilmeyecek bir görevdi. Yiyecek hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Yalnızca biraz unumuz vardı ve bununla un çorbası yaparak karnımızı doyurmaya çalışıyorduk. Tek bir çaremiz kalmıştı; sınıra ulaşma… Bir can yaralı halde arkadaşlardan ayrı düşmüştü. Evet, şirin yoldaş Kalomuzdu. Yoldaşları ne olursa olsun ona ulaşacaklardı. Ve ikinci gün arkadaşlar sızma yaparak Kazım Kalo’nun yanına ulaşmışlardı. Ancak onlar ulaştıklarında Kalo çoktan yüreğini ülkesine gömmüş, genç Kalomuz şehit düşmüştü. Bu çatışmada Kazım, yani Kalo arkadaşla birlikte iki şehit vermiştik. İntikam adında bir arkadaş da kolundan hafif yaralanmıştı. Düşmanın çemberini birkaç yerde kırmamız gerekiyordu. Savunmalı bir şekilde harekete geçerek üslenme yaptığımız yere gitmiştik. Bu kadar çemberi kırarak geçmiş olmamız bize oldukça büyük bir moral vermişti. Çem arkadaşla bağlantı kuramıyorduk. Gevro arkadaşların da düşmanın eline geçtiğini biliyorduk. Ancak durumu tam olarak bilemiyorduk. Karakolun tam altında her tarafı düz olan bir yer vardı. Burada kalmıştık ve birkaç arkadaş üslenme yerine giderek iki teneke kavurma getirmişlerdi. Uzun süre hem açlıktan, hem de yorgunluktan bitkin düşmüştük. Bütün arkadaşlar soğuktan öksürüyordu. Ancak düşmana çok yakın olduğumuzdan, ses çıkarmamamız gerekiyordu. Çok sıkı bir alandı. İran tarafı mayınlıydı, diğer üç tarafta da TC karakolları vardı. Akşama kadar bekledik. Fark edilirsek, üstümüzdeki karakol tarafından imha edilebilirdik. Öksürürken kefiyemizi ağzımıza koyuyorduk. Akşama kadar o taşların üzerinde kaldıktan sonra ikindi vakti sınıra yakın bir yerde keşif yapmaları için keşifçilerimizi çıkartmıştık. Keşifçilerimiz düşmanın son hazırlıklarını yaptığını ve geri çekilme yapacağını söylemişlerdi. Her tarafa sis çökmüştü. Yarım saat boyunca sızma yaparak nizami-

Şubat 2015

yeye yaklaşmıştık. Bu yarım saat bize yıllar gibi gelmişti. En küçük bir ses hepimizin imhası anlamına geliyordu. Düşman bütün alanı tutmuş ve izlerimizi de görmüştü. Çok kritik bir durumdu ve beklemekten başka bir şey elimizden gelmiyordu. Birden düşmanın tepeyi bıraktığını gördük. Elli metrelik virajı geçtikten sonra biz de yola çıkarak caddeye indik. Teller yolda ayağımıza, vücudumuza batıyordu; ama bunlar bize engel teşkil etmiyordu. Tel örgüyü aşarak yüz-iki yüz metrelik bir mesafeyi tel örgüler arasında yürüdük. Kısa bir mesafe kalmıştı. Bir tepe vardı ve o tepeye doğru yürüyorduk. O tepeyi de aşsak diğer tarafa, yani İran sınırına geçecek ve tehlikeyi atlatmış olacaktık. Çok az bir mesafe kalmıştı ki, tankların sesini duyduk. Rojhat arkadaş çok acele bir şekilde hareket etmemiz gerektiğini söylemişti. Yüz adımda aşmazsak hepimiz imha olacaktık. Bitkin düşmüştük... Tank sesi halen geliyordu... Tam tepeyi aşacağımız anda, bizi taramaya başlamışlardı. Ancak hiçbir topları bize isabet etmemiş ve kayıp vermeden kendimizi sınırın diğer tarafına atmıştık. İran tarafına geçmiştik ve yakındaki bir Doğu Kürdistan köyüne ulaşmıştık. Bütün arkadaşlar bir deri bir kemik kalmışlardı. Bu esnada bağlantı kurulmuştu, Çem arkadaşın grubu da geçmiş ve yaralıları tedaviye göndermişlerdi. Bu da bize büyük bir moral vermişti. Alanda, cepheci arkadaşlar ve İhsan arkadaş bulunuyordu. Piro arkadaşın kardeşi olan Mithat arkadaşla bağlantı kurarak milislerimizin bulunduğu bir köye gittik ve orada bizim için hemen hazırlık yaptılar. Üslenme yerimizi değiştirmek zorunda kalmıştık ve Rojhat arkadaş hemen ertesi günü o çevrede üslenme hazırlıklarına girişmişti. O kış güçlü bir eğitim görecektik. Düşman Serhat alanına yönelik bir taktik belirlemişti: Bir yere yönelim yapıyor, sonra başka bir alana yöneliyordu. Böyle olmazsa sonuç alması mümkün değildi çünkü. Alanda genel olarak kış koşulları çok ağırdı. Biz alandan çıktıktan sonra düşman başka bir grubumuza yönelmiş ve o grubumuz da alandan ayrılmak zorunda kalmış, daha sonra o grup da bizim bulunduğumuz alana ulaşmıştı. Mücadeleye gelmeden önce toplumda birisi öldüğünde onun için ağlar fakat ne için ağladığımızı tam olarak bilmezdik. Fakat mücadele içinde, genç yaşta ölenlerin ne için öldüğünü biliyorduk. Yaşam uğruna yaşamlarını feda etmenin, erdemin simgesiydi ölümlerimiz… Ve bu yüzden ağlarken, bütün insanlık için ağladığımızı biliyorduk. Bütün bunlar büyük bir fedakârlığın sonucu gelişmişti. Eğer bu irade olmasaydı, bütün bu zorluklara dayanmak gerçekten çok zor olacaktı. Ve eğer ideolojimiz bu kadar güçlü olmasaydı, bu zorluklara bir hafta bile dayanmak mümkün değildi. Bu kadar fedakârlık ve kahramanlıkla örülü bir tarihin bugüne bıraktığı büyük değerler günden güne büyüyerek yarınlara akıyor ve hep akacak.

72


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.