Özgür Halk Sayı 7

Page 1

İçindekiler

Editörya 2

Abdullah Öcalan 8 Mart ve Kadın Özgürlük Arayışı

7

Cemil Bayık

III. Zindan Direniş Konferansı Açılış Konuşması

21

Duran Kalkan Kürdistan’da Demokratik Ulus Kahramanlığı

29

Kerim Nuda Kürdün ve Kadının Gücü

34

Rengin Botan Kadın Özgürlük Hareketi Deneyimimizin Geldiği Aşama: JİNEOLOJİ

41

Hayrettin Adlığ

Halepçe’de Yaşanan Soykırımdır

49

Ali Haydar Kaytan Doğallık Bir Örgütlülük Halidir

51

Rıza Altun

Kürdistan Tarihi VII

55

Kenan Avcı Newroz’un Tarihçesi

60

Nalin Muş

Tarihten Günümüze 8 Mart

62

Gulan Çekdar

Kürdistan’ın Hakikat Savaşçısı Çekdar Yoldaş..!

Tarihsel süreçlerden geçtiğimiz bu günlerde, özelde Kürdistan genelde Ortadoğu’da dengeler değişiyor, tarih direnen ve mücadele edenlere şahitlik ediyor. Ana-tanrıça öncülüğünde gelişen toplumsal-komünal yaşamın yaratıcısı olan kadın daha sonra kurnaz-egemen erkek tarafından hileyle bütün değerleri gasp edilerek köleleştirilmiş, tahakküm altına alınmış, nesnelleştirilmiş, kapitalizmle beraber “metalar kraliçesi” olarak şahlanan erkekliğe sunulmuştur. Önder Apo’nun geliştirdiği “Kadın Özgürlük Paradigması”yla kadın tekrardan tarihsel misyonuyla buluşturulmuş, toplum özgür olacaksa bunun ancak kadının özgürlüğü ile mümkün olacağını ortaya koymuştur. Özgürlüğe tutkun Kürt Kadını, Arîn’leşerek erkek egemen zihniyetin en yoğunlaşmış-sapkın halini temsil eden DAİŞ’e karşı fedaice eylemi ile beş bin yıllık erkek egemen zihniyete karşı vurulan büyük darbe, bütün ezilen dünya kadınlarına özgürlük umudu olmuştur. Kadınlar 8 Mart’ta yaşamın her alanında özgürlüğü haykırmış 21. Yüzyılın kadın özgürlüğünün yüzyılı yapacaklarını ortaya koymuşlardır. Mart ayı Kürt Halkı için diriliş ve özgürlük anlamını ifade eder. Zalim Dehaq’a karşı başkaldıran Demirci Kawa ile gelenek haline gelen Newroz, Kürtlerin yeniden tarih sahnesine çıktığı, sömürgeciliğe karşı mücadelenin zirveleştiği, Newroz ateşiyle özgürlük meşalesi nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar direnen-savaşan halk gerçekliğini açığa çıkartmıştır. Bu özgürlük meşalesini devralan Çağdaş Kawa Mazlum Doğan, Amed Zindanı’nda sömürgeci devlet faşizminin işkencelerine karşı gerçekleştirdiği fedai eylem ile özgür iradenin ve Newroz’un sembolü haline gelmiştir. Yine Kürt Halkı için bir dönüm noktası olan büyük komutan Mahsum KORKMAZ, 15 Ağustos Atlımı’nı gerçekleştiren ilk kurşunun, ulusal dirilişin öncüsü olmuştur. Onun attığı temeller üzerinden gelişen silahlı mücadele Kürdistan’ın her tarafına yayılmış, bütün Ortadoğu haklarına büyük kazanımlar sağlamıştır. Onun oluşturduğu kahramanlık geleneği bu gün Rojava-Şengal’de insanlık düşmanı faşist DAİŞ güruhuna karşı destansı direnişi ile bütün insanlığa umut oldu. Mazlum DOĞAN ve Mahsum KORKMAZ arkadaşların şahadetlerine denk gelen 21 ve 28 Mart tarihleri Kürt Özgürlük Hareketi tarafından Ulusal Kahramanlık Haftası olarak ilan edildi. Kürt Halkı’nın özgürlük mücadelesinin öncüleri olan bu devrimci kahramanların uluşturduğu gelenek ve miras, bugün 8 Mart ve Newroz’un diriliş coşkusuyla zafere yürüyor. Bizler de bu inançla bütün kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü ve Halkların 21 Mart Newroz Diriliş ve Özgürlük Bayramını kutluyoruz. Özgürlük Kazanacaktır…


ÖzgürHalk Halk Özgür

Mart 2015

8 Mart ve Kadın Özgürlük Arayışı 8 Mart 1993’te Dünya Emekçi Kadınlar Günü münasebetiyle Parti Önderliği’nin bir grup kadın eğitim adayı yoldaşlara yönelik konuşması Abdullah Öcalan Newroz’a yaklaşıyoruz. Ulusal Kadın Kongresi geliştiriliyor ve bir de 8 Mart, Kadın Günü olarak değerlendiriliyor. Biz de bu anlamlı günlerin bir kez daha sizlerle biraz tartışılarak değerlendirileceğine inanarak geldik. Devrimci gelişme var. Tabii ben sizin gibi yaşamıyorum veya yaşamım çok yoğun geçiyor. Demin bir dost ikide bir hayretini belirtiyordu: “Ben profesör oldum halen kendimi tanıyamıyorum, sen insanlarımıza nasıl dakikada teşhisini koyuyorsun? Beni bile benden daha iyi anlayabilecek durumdasın. Bu sürat, bu çözümleme gücü nasıl oluyor?” diyordu. Tabii konumunuz ağır olursa, her şey senden süratli çözümleme kadar tempo isterse, tabii ki böyle olmaya mecbursun. “Niye bu sürat, niye bu tempo?” diyorlar da, kendi halinize bakın dedim, eğer yirmi dört saat katlanabilecek bir yaşamınız varsa, ben de tempoyu düşüreyim. Kördüğüm olmuş gerçeğinize bakın, eğer biraz kendinizi düzenleyebilirseniz, biz de bu kadar yoğun çözümlemeleri geliştirmeyelim.

neksel yaklaşımlar yıkılmalı. Bundan korkmaya hiç gerek yok ve yine şunu belirledik; bütün sınıflı toplumlar boyunca yitirilen, kurulu düzene –biraz ağır kaçacak, ama söylenmeli- adeta en aşağılık düzeyin daha da kötüsü, adeta uşağın uşağı düzeyinde, evin bilmem nesi biçiminde gittikçe körükleştirilen bir takım egemen baskıcı ve sömürücü sınıf yaklaşımları, tabii ki özgürlükten eser bırakmaz, eşit özgür yaşama fırsat vermez. Ve bunu ben, kendi halkımın gerçeği ile mukayese ettim. Halkımız da bu anlamda kadınlaştırılmış bir halktır dedim. Bunu televizyonda kötü kullanmak istediler; “kendi halkını böyle kötüleyen adam var mı, önder var mı?” dediler. Bilmem “Atatürk, bir Türk dünyaya bedeldir, yüce Türk ulusu bilmem şöyle, köylü efendidir, derken bu ne yapıyor?” dediler. Evet, Atatürk öyle yapar, biz de böyle yaparız. Onun yol açtığı toplumun, ailenin bugün ne halde olduğu ortadadır. Biz genelde Kemalizm’e karşıyız, onun tabii ki bu sahte halkçılığına, sözüm ona uygarlaştırıcı yaklaşımlarına da karşıyız.

Maalesef insanlarımız bütün bu çabalarımıza rağmen, zor bela güç getirecek ve neredeyse bizi bile boğacak duruma getiriyor. Yani halkın işleri bu kadar başımızdan aşkın iken, kadın gerçeğine de böyle iddialı yönelmem, çok kökten ve oldukça da kabul edilebilir ölçüler getirmeye çalışmam, iddia kadar büyük çaba istiyor.

PKK büyük fedakarlık hareketidir Meseleyi köklü ele aldığımız bir gerçek ve sizleri zorladığımız da bir o kadar gerçektir. Bizimle yaşamak çok zordur. Geliyorsunuz, saflara akın ediyorsunuz; hiç şüphesiz kölelikten kaçıyorsunuz, kişisel anlamda hiçbir rahatlama olmadığını bildiğiniz halde, böyle geliyorsunuz. Bu gelişmeler yüksek özgürlük tutkusunu ifade ediyor. Özgürlük de hayatta en değerli nesne olduğu için, her türlü zahmete katlanmaya, gerekirse can bedeli olarak her şeyini adamaya değer. Tabii ki biz de buna özen gösterdik. Yani özgürlük için gelenlerin özgürlük özlemlerine doğru cevap vermeye, bunu saptırmamaya, özellikle ağır geleneklerin ve sadece ulusal, sınıfsal eşitsizliği, baskıyı değil, erkeğin de kadın üzerindeki baskısını ve bu temelde eşitsizliği karşıya alma biçiminde gelişinize anlam vermek istedik. Bana göre iyi oldu. Yani benim kendi çıkışlarım, hamlelerim biraz yenileştiricidir. Standart yaklaşımlarla, basmakalıp, dogmatik modellerle fazla tatmin olmam. Bu sorunda da öyle lafazanlıkla, kalıpçı yaklaşımlarla yetinmiyorum, tatmin olmuyorum. Ve tabii cesaret ister, yeniden yapma gücü, kahramanlık düzeyinde bir güç ister ve nitekim böyle kahramanca çıkışların olduğu görülüyor. Tabii ki bu da bizim çıkışımızla bağlantılıdır.

Ulusal Kadın Kongresi’ne yönelik bir kaç kapsamlı değerlendirme sunmuştum ve sizler de dahil olmak üzere, bazı kadın yoldaşların rapor geliştirmelerine yardımcı olduk, bazı sorular sorduk; onları değerlendiriyorsunuz. Yeni ve oldukça anlam yüklü çalışmalar söz konusudur. Tabii ne kadar farkında olduğunuzu bilemiyorum. Kürdistan halkı yeniden bir alt-üst oluşla birlikte yeni bir yaşama çekiliyor. Eski tip yenileniyor, yeni tip şekilleniyor, şekil verilmek isteniyor. Eski tip yaşama, onun ilişkilerine karşı büyük isyanımızın olduğunu biliyorsunuz. Hele kadın gerçeği söz konusu olduğunda, kendimi yeni tanırken, “bu yaşam böyle olmamalı” diye bir yaklaşım gösterdik ve olmayacak da! Peki “olur” olan nasıldır, olması gereken nasıldır, “o zaman ona cevap ver” dedik. Ve o gündür, bugündür bu işin peşindeyiz. Kadın kişiliğinin oluşumuna yeniden cesaret verilmeli ve kadın çalışmaları gittikçe özgürleştirilmeli, gele-

2


Özgür HalkHalk Özgür Özgür Halk Her gün genç kızların şahadet haberlerini alıyoruz. Ve hatta en fedakârlık düzeyinde bulunanlar oluyor. Sanırım şunu ifade ediyor; PKK’nin özgürlük olayı bunu artık hem zorunlu kılıyor, hem de mümkün kılıyor. Ki bunlar öyle çıkıyor; yoksa dünün kölesi neden böyle kahramanlık adımına büyük cesaret isteyen bir tutuma giriyor? Tabii ki bizim çabalarımızla bağlantılı ve hakkını vermek gerekir. Dolayısıyla özgürlüğe dayatılan yanlış yaklaşımları, baskıları her düzeyde görmek gerekir. Şuna hem eminiz hem de bize mutluluk veriyor; kadın cinsini kendi saflarımızda ezdirmemek özellikle de basit yaklaşımların, yaşam alışkanlıklarının etkisinden uzaklaştırmak değerlidir. Ve siz de bunları yeni yeni fark ediyorsunuz. Çok düşürücü, çirkinleştirici yaşam alışkanlıkları belki ölümden de beterdir. PKK belki size hiçbir şey vermiyor, ama son derece aleyhinizde işleyen bir yaşamın önüne geçiyor. Sizi bile yaşamı tanınmayacak, başına bela haline getirecek durumlara düşürmekten alıkoyuyor.

Mart 2015

yeni tiplemeye kendinizi yakıştırıyor musunuz, sizi saran dünyanın farkında mısınız, özgür dünyaya atılma gereğini ne kadar duyuyorsunuz? Özellikle hazırlık düzeyini, kişilik yetkinleşmesini yaşıyor musunuz, bunlara iddianız kadar, pratiğiniz elveriyor mu? Ve geçen günlerde çok kapsamlı bir soru listesi çıkardık. Tekrarlamak istemiyorum, bir çırpıda düzinelerce soru sordum, kızlar biraz şaşaladılar; “bu soruları kendimize sormaktan ürküyorduk” diyorlar. En hayati soruları sormaktan ürküntü duyuyorlar ve bunlar yıllarca saflarda özgürlük savaşımını verdiklerini sanıyorlar. Ürkerseniz, savaşa ne kadar gerçekçi yaklaşabilirsiniz? Son yazdığınız raporları da gördüm, bazılarınız oraya iyi tespitleri almışsınız ve iyi değerlendirmelere de ulaşmışsınız. Ve bu anlamda bir başınıza biraz zorluklar çağrıştırmışsınız. Büyük söz söylemek –tutarsızlık göstermeyecekseniz- bir takım çabalara ihtiyaç gösterir. Biz sizlere yine güvenmeliyiz, kadın kişiliğini basite almamalıyız. Size, böyle daha özgürleştirici bir ortamı sürekli diri tutmalıyız. Hepiniz olmasanız bile, önemli bir kısmınız çıkış yapabilir, küçümsememeliyiz. Ayrıca, geleneksel anlayışlarla bakmamalıyız.

Belki tecrübesizsiniz, yaşamın ileriki yaşlarda ne biçim bir bela olarak gelişeceğini, bitireceğini bilmeyeceksiniz, fakat gerçekler böyledir. Sizlere hakim olan bir duygu vardır; genç kızlara özellikle saf, bakir bir yaşam, etki duygu, işte kıza dokunmayın, kıza el değ- Ben her zaman bir duygumdan bahsederim, aslında mesin, kız şöyle naziktir, şöyle narindir falan derler. kadın önemli bir güç kaynağı olarak düşünülebilir. SaBen kendimi bu konularda yetiştiriyorum. Ruhumu, dece yaşamın ayrılmaz bir parçası değil de, yaşamın bilincimi tabii ki böyle tutuyorum. Ama sizlerin nasıl oldukça zenginleştirici bir öğesi haline getirilebilir. Tahızla kirletildiğinizi, bulaştırıldığınızı göz önüne ge- bii şu anda öyle bir durum yok. Şunu da söylemekten tirirsek, bu konuda biraz kendimi alıkoyamadım; zavallı, çaresiz olduğukarşımıza alıp da böyle En güzel sözün, eylemin, nuzu, güçsüz olduğunugüçlü tartışabilecek, bazı zu anlarsınız. Sizin için sonuçlara gidebilecek tavrın sahibi kim ise, onlar ancak belki de yasal bir kaderkişi çok azdır. Çoğu kadın benimle yol yürüyebilir dir, zor kurtulursunuz. yoldaşlarım, ufak bir yol Biz bunu yırtmışız. Ve alışta sendeler, kendi zabiraz bunu böyle yaptık. vallılığını sergileyebilir. Ve hatta önemli ilişkilerde cid8 Mart, “Kadınlar Günü” diyorsunuz veya Newroz di sorun kaynağı haline gelebilir. Ve bu yüzdendir ki, “yeniden doğuş günü” diyorsunuz. Bir kadın ça- ihtiyatlıyız, yani aynı zamanda olumsuz yönde bizi etlışması, onun en ileri bir zirvesi; bunlar ne dü- kileyebilecek yaklaşımlara karşı çok dikkatli olmalıyız. şündürür? Gerçeğiniz nedir, kabul edilebilir mi? Dürüstlük yetmiyor, fedailik yetmiyor; ustalık istiyor. Edilmezse peki size layık olan nedir, nasıl ulaşılır, Bunu kendim için değil, kadın için de önemli görüyorum. bunun her düzeydeki çalışması nasıl olur, bunlar Siz şimdiye kadar özellikle kendinizi kandırmaya, üzerinde yoğunlaşmayla bugünler daha iyi değer- son derece sorunlara duygusal yaklaşım gösterip, lendirilir, sadece bugünler değil, tabii bizimki parti bilmem neredeyse aldatılmaya, aldanmaya en müyaşamıdır, her gün böyledir, bunun savaşı içindeyiz. sait konuma alıştırılmışsınız. Sonuçsuz duygular dünyası, aleyhte her türlü yaşam belasına yönelebiAlışkanlıklarınızın, zayıflıklarınızın var olduğunu bili- lecek ilişkiler kapsamına açıksınız. Tabii görevimiz yorum. Ama şunu çok iyi bilin ki; PKK, aynı zamanda bir de bunları önlemektir. Sorun çokça yaklaşıldığı Önderlik, büyük fedakârlık hareketidir. Alışkanlıkları- gibi, sizlerle nasıl rahat yaşanılır değil, sorun daha nızı –canınız da çıksa- kesen harekettir. Ve bu anlam- farklı olarak, demin söylediğim zengin kişiliği nasıl da yücelmeye ahdetmiş harekettir. Ben iyi şeyler yap- ortaya çıkaralım biçimindedir. Yine sorun bireysel bir tığıma eminim ve daha fazlasını, daha özgün olanı, mutluluk düzeyinde yakalamak sorunu da değildir. iddialı olan şeyleri sürekli geliştirmeye çalışıyorum. Bu, zaten genel bir gelişmeyle bağlantılıdır. KaybedilTabii umutlarınızın, hayallerinizin ne olduğunu, ne dü- mişlikler, yitikler nelerdir, bunu biraz görmek gerekir. zeyde olduğunu bilemiyorum. Zavallı mısınız ve yahut Çoğu dilsiz, çoğu irade sahibi olmaktan uzak, rahat-

3


Özgür Halk lıkla kullanılabilecek kişilikleri şimdi ne yapacağız?

Mart 2015

sın. Senin hazır diye sandığın her şey, düzenin direkt veya dolaylı etkilerini taşır, yaşamı da sonra cehenneme çevirebilir. Sadece kadın açısından değil, erkekler için de durumun biraz böyle olduğu açık ve gittikçe derin çözümlemelere yöneldim. İlişkilerde daha ihtiyatlı ama daha sağlam olma temelinde halen gittikçe derinleşiyorum. Hedef; şüphesiz bütün toplumu çeken güzelliklere ulaşmak, saygıdeğer bir yaşamı yakalamaktır. Sergilenen çabalar bunun içindir. Ben bu anlamda bir eylemciyim diyorum. Sadece öğreten değil, bunun bizzat savaşını veriyorum, yaşıyorum.

Ben tutarlı bir adam isem, yoldaş isem hiç şüphesiz bu durumlara fırsat vermemeye özen göstereceğim. Aptal kadın, zavallı kadın, bireyci kadın, toplumda envai türünü gördüğümüz kadını ne yapacağız? Kendi dünyamı zaman zaman anlattım. Erkeklerin de, kadınların da en yaman olanları benimle yol almak durumunda ve safları da herkese açık tuttum. En güzel sözün, eylemin, tavrın sahibi kim ise, onlar ancak benimle yol yürüyebilir. Bu bir iddiadır ve biz bu temelde bir eylem adamıyız. Tabii bunun hikayesi derin. Herkes sizi daha 15 yaşında kölelik prangalarına vururken, biz her gün bunları yırta yırta, sökülün, çıkın diyoruz ve bu en iyisidir. Özellikle gerici kesim eleştiri getiriyor, “olacak iş midir?” diyorlar, “kadını dağlara çekmiş, tarihte nerede görülmüş?” diyorlar, “bu kadar erkekle iç içe yaşatıyor” diyorlar. Tabii onların bekle-

Sizler de geliyorsunuz, bizlerle yol almak istiyorsunuz. Aslında zayıf değilim, ama bazıları “bu kadar kadını hareketine niye çekiyor?” diye şaşar. Erkek arkadaşlarımız bile fazla anlam getiremiyorlar. “Kadın dediğinle şöyle anlaşırsın, şöyle kullanırsın, bilmem ne edersin” düşüncesindeler. Ben tabii bunu kendime yakıştıramam. Kadına bireyci ve kullanmacı yaklaşıGerçekten mesele bireysel olsaydı, güzellikler, mı çok dar ve mülk düzeninin mutluluklar, anlamlı yaşamlar birbirini kolayca anlayıp sınıflaşmasının bir kalıntısı olarak değerlendiriyorum. Böyçözüme gidilseydi, toplumda yaşanan benzer le sosyalist değerin olmadığı gelişmeler PKK’de de olurdu kanısındayım. Sizler bile yalın bir mal-mülk olma biçiminde diği kadını ben biliyorum ve çok aşağılık, böyle ahıra yaklaşımlarla kendinizi dayatabilirsiniz, ama bekapatır, mutfağa kapatır, uşağın uşağı yapar. Mutlak nim de yaşam tecrübem nedeniyle partiyi bu yakanlamda bir cinsel ehil araç olarak yönelir, tek taraf- laşımlardan uzak tutmaya özen gösterdim ve bülı bir iradenin kölesi yaptıkça yapar, bu onda namus tün bunlar neyin ret edildiği, ama kabul edilenin de duygusu biçiminde şekillenir. Ben aptal adam deği- ne olduğu biçiminde bir sonuçla karşımıza çıkıyor. lim, bunun pek tutarlı namus anlayışı olmayacağına hislerimle karar vermiştim. Bu, insan cinsini aşağıla- Cinsler arasındaki ilişki yan bir tutumdur dedim. Ne diye yaşamın her saha- aynı zamanda sınıflar arası ilişkidir sına eşit ve özgür çıkış yapmasın? Ve üstelik kişiliğin Gerçekten mesele bireysel olsaydı, güzellikler, mutlukaybına göre hazırlandım ve bu kişilik aynı zaman- luklar, anlamlı yaşamlar birbirini kolayca anlayıp çözüda sizlerin de her sahaya adım atmanıza yol açıyor. me gidilseydi, toplumda yaşanan benzer gelişmeler PKK’de de olurdu. Ama o zaman şu tehlikeyi peşinen Böyle berbat ilişki mi olur, böyle yaşam mı olur; yal- kabul ederdik; özgürlükçü tutum silinebilir. Bu, renız dışınızdan değil, içinizden de birbirinizi kandırmak el-sosyalizmde doruk noktasında yaşandı ve burjuva istiyorsunuz. Birbirinizle yüzeysel ilişkiler dönemini düzeninin de bireysel mutluluklar müthiş idealize edilhazırlıyorsunuz. Ben buna değindim ve kendimi de miştir. Ama görüyorsunuz ki, reel-sosyalizmin sonuçözeleştiriye tabii tuttum. Yani çok başımıza gelmiş- ları korkunç bir düşürülme oluyor. Yani onun ürünleri tir ve hemen hepimiz yaşamışız; ilk tutkular, ilk güz olan kadınların bir Karadeniz’de bile kendilerini –hem ağrıları, ilk aşklar, ilk bağlılıklar vb. belalar yüzünden de Karadeniz’in o köhne gerici takımına- beş-on doyaşamın ne kadar yitirildiğini, benim de ne kadar bü- lara satmaları hayli düşündürücüdür. Avrupa’da o yük tehlikeyle karşı karşıya geldiğimi biliyorsunuz. Ve idealize edilen burjuva toplumunun şu anda yaşasize hikayeyi anlattım. Bütün samimiyetimle bir ilişki ma en büyük saygısızlığı dayattıklarını görüyoruz. geliştirmek istediğimde sonunda baktım ki, bu ilişki ruhun mengenesi, törpüleyicisi, burgusu gibi insanı Demek ki, “birbirimizi müthiş anladık, büyük duydeliyor, tüketiyor. Tabii ki, o zaman mücadele ettik. gular, aşklar, ütopyalar dünyasına da ulaştık” diyen Büyük ders çıkardım. Tamam, yine duygularına bağ- Batının, aynı zamanda onun reel-sosyalizm kolunun lı kal, yine değer ver, fakat bu iş sandığın gibi kolay sonuçta hiç de insanlığa bir değer sunamayacağı, değil, öyle uzanmak istediğin gibi tutulamaz, çaba, iddia ettiği gibi kadına, aileye bir değer sunamayasavaş geliştirilmeden kazanılamaz dedim. Ve bu beni cağı, özellikle son dönemlerde çarpıcı bir biçimde en son şu çözümlemeye götürdü; bu bir savaş işidir. açığa çıkmıştır. PKK’nin, bizlerin bu konudaki yaklaSen hazır olan bir şeye konarak iyi bir işi başaramaz- şımının daha ciddiye alınması gerektiği bence anla-

4


Özgür Halk

şılmıştır. Benim tutumum daha önemli, her erkeğin, hatta kadının kolay kolay içine giremeyeceği bir tutumdur. Fakat bu tip tehlikelere şimdilik kapalı olalım.

Mart 2015

bahsediyorum. Bu kızı bir görüp tartışsaydım iyi olurdu, sonra şahadet haberi geldi. Kahraman bir kız, Roboski karakolu eylemine, takım komutanı düzeyinde katılmış, yaralanmış, yaralı olduğu halde Güney savaşı cephesinde en önde tavır almış ve orada da mermileri tükeninceye kadar mevzide kalmış. Sonra bu işbirlikçi hain güçler etrafını sarmışlar ve “teslim ol, size bir şey yapmayacağız” demişler. Tavrı ise şu; “siz düşmanla işbirliği ettiniz, Güneyden Kuzeyin devrimine saldırdınız, hainsiniz, sizlere teslim olmam” diyor ve tabii bizim Parti Önderliği’ni slogan düzeyinde haykırarak, kendini büyük bir uçurumdan atıyor. Tabii anlamlıdır. Çok cesur bir eylem!

Çözümlemeler tam sonuca gitmekten uzaktır. Sizlerin bu temelde gelişmeleriniz çok sınırlıdır. Yine parti bünyesindeki erkek egemenlikli yaklaşımlar halen güçlüdür. Ama soruna doğru teşhisler de yapılıyor. Hiç olmazsa kapılar gelişmeye açık tutuluyor. Burası çok daha önemli. Ben bu yaşıma gelmişim, sizler çok daha gençsiniz, ben kendimi bu kadar gelişmeye açık tutuyorsam, sizlerin daha iyi tutmanız gerektiği anlaşılırdır. Benden daha fazla tehlikelerle karşı karşıyasınız. Cins olarak, sosyal kesim olarak, siyasi konum itibariyle, hatta parti içindeki konum itibariyle tehlikelerle karşı karşıyasınız. Dolayısıyla ortamın özgürleştirilmeye açık tutulmasını herkesten daha fazla siz istemelisiniz.

Aslında teorik yönden de güçlü, sadece yurtseverlikten, direnişçilikten kaynaklanmıyor. Ve çözümlemeleri de oldukça derinliğine anlamaya çalışan birisi; onu daha da boyutlandırmak istiyor. Bu ne anlama geliyor; iyi bir çözümleyici çıkabilir. Anlamakta kararlı olan, bunun için her türlü kahramanca direnişçiliği de sergileyebilecek tipler çıkabilir. Tabii değer vermek gerekiyor. Anıya da iyi karşılık vermek gerekiyor. Öyle basite alınacak kişilikler, tavırlar değil. Evet arkadaşlar da, “biz bağlıyız, adını tabura verdik” diyorlar, mesele adını tabura vermekle, işte nasıl direndiğini söylemekle halledilmiyor. Mesele, takip ettiği tutumu yaşatabilmektir. Zaten bu sonuçları çıkaran tutumun kendisidir. Tabii biz onu esas alıyoruz. Gelişmesini istediğimiz arkadaşların bir modeli, bir örneği oluyor.

Benim de yaklaşımımda hata olabilir. Ama her şeyden önce açık tartışmaktan yana olduğumu da bilirsiniz. Şunu yapmadım; etkiyi, otoriteyi kullanıp da sizleri zayıflatmak veya gücünüzü sınırlamak girişiminde bulunmadım. Hayır, tam tersine otoritemizi sizi daha çok güçlendirecek bir yaklaşıma ağırlık vermede değerlendirdim. Bunu belki de yeni yeni fark ediyorsunuz. Belki size zor gelebilir ama bu bir gerçektir. Sizlerden değerli yoldaşlar çıkarmak istiyoruz. Belki cesur kadınlar, yaman kadınlar çıkabilir. Niye yolu kapalı tutalım, sizi böyle kapatacak, cüceleştirecek, yeteneklerinizi açığa çıkartmayacak konumlara niye itelim?

Gelişmekte kararlı, halbuki bu arkadaşımız aynı zamanda epey tersliklerle karşılaşmış, belki yanlışlıklar da yapmıştır. Fakat gittikçe derinleşiyor ve böylesine etkileyici bir sonuca gidebiliyor. Demek istediğim şudur; biz yolu açık tutarsak, yaman, hatta kahraman tipler çıkabilir. Nitekim daha önce “bu alanda kızlar epey ağırlık teşkil ediyor, bunları ne yapalım?” dediklerinde ben şunları söyledim; sizlerin ağırlık dediği-

Mesela bu fotoğrafını astığınız arkadaşınızın bana bir raporu vardı, daha şehit olduğunu duymamıştım. Ve o arkadaş hep aklımdaydı, “Önderliğin çözümlemelerinden yararlanarak, bir roman denemesi yapmak istiyorum” diyordu. Dikkatimi çekmişti. Bizde hiç kimse şimdiye kadar böyle bir söz söylememişti. Oldukça ilgili bir arkadaş dedim. Gülnaz’dan

5


Özgür Halk niz, tam tersine aslında büyük bir fedai gücüdür. Bu arkadaşların oraya gelmesi, büyük bir kısmı kendini feda etme anlayışı yanında cesareti de ifade eder. Siz bunları değerlendiremiyorsunuz. Ve çok köhnemiş feodal düzen yaklaşımlarıyla yaklaşıyorsunuz. Bunlar gerçekçi değil. Gücünüz yetmeyebilir, feodal yaklaşımları yıkmak biraz zordur, ama benim anlayışım biraz böyle ve nitekim bu anlayışın doğru olduğu ortaya çıktı. “Vay şöyle hepsi mevzilerde direndiler, hiç de kaçan olmamış, hiç de sandığımız gibi değilmiş” dediler. Daha sonraki savaşta bu gerçek de ortaya çıkıyor. Tabii bunlar da fazla abartılacak sonuçlar değil. Biraz da kabul edilebilir düzeyin yakalandığını gösterse bile, asıl büyük gelişme bundan sonra olabilir.

Mart 2015

Hep idare edilecek, ninnilerle uyutulacak, tatlı sözler söylenecek birisi değildir. Bana göre böyle ezik-büzük, itilip-kakılacak biri yerine, muhatap kabul edilecek ve yaşamın her sahasında, sadece mutfakta, yatakta, evde, güzelsin, iyisin dememek, aksine yaşamın her alanında yamansın, iyisin diyebilecek bir ahlaka ulaşmak gerekiyor. Buna güç, cesaret getirmek gerekiyor. Bunu kendine yakıştırmak ve bundan gurur duymak gerekiyor. Ne bu tutumu saptırmak, yozlaştırmak, ne de “zordur, yapamayız, bize yaraşanı yine eskiyi arzu ederiz” dememek gerekiyor. Bunlar iyi şeyler değil. Hele de bizim toplum gerçeğimizde bu tutumlar, size en çok kaybettirir. Yeni bir eylem kişiliği olarak, kadın eyleminde de böyle biraz düşünen ve bir şeyler yapmaya çalışan biri olarak böyle anlamlı günlerde bunları belirtebiliriz. İyi bir noktaya getirdiğime inanıyorum. Fakat yapılmak istenilenin yeterince kavranıldığını da sanmıyorum. Bütün iyi niyetinize, katılım çabalarınıza rağmen, bunun yetersiz olduğu da ortadadır. Zorlanacağız, fakat kendimizi de kolayca sınırlamayacağız. Sizlere güvenmeliyiz. Sizlerde de bahsettiğim çerçevede kişiliklerin gelişebileceğine güvenmeliyiz. Gerçekten en hor görülmesi gereken tavır, toplumda bizim kadının düşürüldüğü tavırdır. Çok kaba cinsel uygulama aracı, çok kaba bir çocuk yapma aracı, yemek, ev işleriyle uğraşma aracı, yakışmayacak olan, horlanması gereken biraz budur. Kendisiyle fazla tartışılmayan, konuşulmayan, sadece ucuzca duygularına hitap edilen bir kişi olarak da yaklaşmayı yeterli görmemeliyiz. Veya bunu yakışan bir tavır olarak değerlendirmemeliyiz. Sizleri ciddiye alırken, eşitliği her sahada yakalayan, –sadece eşitliği değil- yaşamı daha da zenginleştirebilecek bir tip olarak görmek neden mümkün olmasın? Bu tutum önemlidir. Yani sadece bireysel rahatlık yaratmak için değil, bütün partiye ve topluma bunu öncü düzeyinde mal etmek gerekiyor ve sizler de bu iddia ile ortaya çıkan kişilikler oluyorsunuz ve sanıyorum size yakışan tutum da bu olacaktır. Dolayısıyla, genelde kadın gerçeğine, özelde Kürdistan kadınının o dayanılmaz ve mutlaka aşılması gereken yaşamına saygıyı böyle dile getiriyoruz. Yaptıklarımız az olmamakla birlikte, henüz bu işin başlangıcını ifade ediyor. Bundan sonra daha iyi ve tecrübelerimize de dayanarak mücadele edeceğiz. Gelecek günler insanın daha fazla kabul edebileceği ve yaşamaya cesaret edebileceği günlerdir. Ben tekrar bu temelde bundan sonraki yaşamınızın mücadeleci ve başarılı geçeceğine olan inancımı belirtiyorum. Mücadele tarihimizde daha önce bilindiği gibi Mahsum Korkmaz Akademisi’nde Önder Apo tarafından l. Zindan Direniş Konferansı gerçekleştirildi. Öyle bir ortamda, öyle bir Konferansın gerçekleştirilmesi oldukça önemliydi ve onun sonuçları da oldukça doğrultu vermişti. Bu, arkadaşlar tarafından biliniyor. O konferanstan sonra cezaevlerinde konferanslar devam etti.

Kadın için bizim geliştirdiğimiz çabaların büyük olduğunu hem anlaşılacağını hem de böyle değerlendirileceğini umuyorum. Belki biraz zorlayıcı ve disiplinli yaşam sizi sıkabilir ama özgürlüğün, gelişmenin bir bedeli vardır, onu vermeden ulaşılamaz. Ucuz çözüm, günlük yaşam alışkanlıkları anlamında sizi rahatlatacak bir ilişki düzeni ortaya basit, şu-bu düzeyde bir kişilik çıkarır. Biz bununla yetinmek istemiyoruz. Yoksa sizi çok rahat idare edebiliriz. Fedaisiniz, her türlü yaşama varsınız, rahatlıkla kullanılabilirsiniz de. Bazıları bunu yapabilir de. Ama ben böyle değersiz yaklaşımların sakıncalı olduğunu, dolayısıyla sizlerle çalışmaların biraz daha derinleştirilmesi gerektiğini ve böyle tutumun doğru olacağını düşünüyorum. Nitekim ülkeye çok yüzeysel gidenlerin kolay kaybettiklerini göz önüne getirdiğimde bu yaklaşımların daha fazla sonuç aldığını ve yaşamaya değer olduğunu kanıtladık. Açık ki sizler de oldukça iradesi olan, bağımsız iradeye, onun özgürlük tutumunun ifadesine kavuşmuş, kolay veya yanlış tutumlara düşmeyen, yaratmak istediğimiz tipi yakalamada biraz iddialı, en az bu konuda sabırlı, inatçı bir tutum sergiliyorsunuz. Bu daha iyi diye düşünüyorum. Böyle olmanıza nezaret etmek yerindedir. Bunlar yine de benim görüşlerim. Katılıp katılmamakta özgürsünüz. Epey değerlendirme de sundum, sonuç vermedi diyemem, topluma da sunuyoruz. Böylece benim cevabım ne oluyor? Köhnemiş, belki de binlerce yıldır -başlarken de söylediğim- nereye sokuşturulduğunuz belli olmayan, yitirilmiş, belki de kırk yerden, bin yerden bağlanmış, prangalanmış gerçeğinize, köleleştirilme, sömürgeleştirilme gerçeğinize bir cevap oluyor. Oldukça köleleştirici ilişkiyi aştırmaya, özgürleştirici ilişkiye yükleniyorum. Ve sizin gibi kızlar ortaya çıkıyor. Veya bu topluluklar gelişiyor, gücümle getirebildiklerim bunlar. Tabii dediğim gibi, özgürsünüz, sağa-sola, geriye de kaçabilirsiniz, ilerleyebilirsiniz de. Çok olumsuz tiplerin geliştiğini biliyorsunuz. Yoğun bir sınıf mücadelesidir. Kesinlikle cinsler arası ilişki aynı zamanda sınıflar arası ilişkidir. Hatta ulusal düzeyle bağlantısı vardır. Bizi iyi anlayacağınızı umut ediyoruz.

6


Özgür Halk

Mart 2015

III. Zindan Direniş Konferansı Açılış Konuşması Kimse “hareket zindan mücadelesine, onun yarattığı değerlere ve bizlere yeterince değer vermedi” diyemez. Bu vicdansızlık olur. Ancak vicdanını kaybedenler böyle yaklaşabilir Cemil Bayık Bugün dışarda 3. Zindan Konferansını gerçekleştiriyoruz. Bu açıdan bu Konferans önemlidir. Konferansın amacı, cezaevi kadrosundaki çizgi dışılıkları gidermek, çizgimizle bağdaşmayan anlayış ve tutumları düzeltmek, kadroyu sürece ve görevlere hazırlamak, itibarı zedelenen zindan kadrosuna yeniden itibar kazandırmaktır.

ve bu temelde yetkin bir mücadele geliştirilemiyorsa, bir takım kirlenmelerden bahsediliyorsa, bunun bu ilkenin işletilmemesiyle yakından bağını görmek gerekiyor. Eğer bu kadar sorunlar ve zayıflıklar yaşanıyorsa, bu ilkenin işletilmemesinin sonucudur. Arkadaşlarımızın bu Konferansta, değerlendirmelerinde, eleştiri ve önerilerinde oldukça cesur olmaları gerekiyor. Partimizin temel Partileşme ilkelerinden olan açıklık ilkesini kendilerinde esas almaları ve bu temelde değerlendirme, eleştiri ve önerilerini, sorgulamalarını ve çözümlemelerini geliştirmeleri gerekiyor. Böyle bir Konferansta kapalılık olamaz. PKK’nin en temel Partileşme ilkelerinden olan açıklık ilkesinin esas alınması gerekiyor. Hiç bir eksiğin, hatanın, çirkinliğin ve tabi ki başarının da gizlenmemesi gerekiyor. Bunların çok net ortaya konulması gerekiyor. Konferansın başarısı bir de bununla mümkün olacaktır.

Bilindiği gibi hareketimiz büyük bir direniş yürüttü, savaştı, mücadele etti. Büyük zorluklar, acılar yaşandı. Büyük bedeller ödendi ve büyük değerler yaratıldı. Bütün bunların sonucunda örgüt ve halk olarak özgürlüğü hak ettik. Ama bunu hala gerçekleştirmiş değiliz. Bunun öncülükten ve kadrodan kaynaklandığı çok nettir. Eğer öncülük ve kadro sorunlarının çözümünü Önder Apo’nun ortaya koyduğu ölçüler temelinde gerçekleştirmiş olsaydık, bugün özgürlük hedefimize oldukça yakınlaşmış olacaktık ve belki de bunu gerçekleştirmiş olacaktık. Eğer hala bunu gerçekleştirememişsek, bunun nedeni öncülük ve kadrodan kaynaklanan yetersizliktir. Önder Apo, daha yakın tarihte durumumuzu çok net ve çarpıcı bir biçimde ortaya koydu. Sanıyorum arkadaşlar Önderliğimizin o mektubunu, mektuptaki değerlendirmelerini okumuşlardır, biliyorlardır. Ne dedi Önder Apo, “Sanıldığından daha fazla gerilikler ve özgürleşememe durumu yaşanıyor” dedi. Kadronun ve öncünün durumunu bundan daha çarpıcı ortaya koyan bir değerlendirme olamaz. İşte Konferansımızın bu durumu sorgulaması ve bu temelde çözümler geliştirmesi gerekiyor.

Önderlik anlaşılmak ve uygulanmak içindir Partileşmeyi doğru yaşamak, mücadeleyi doğru yürütmek, özgürleşme hedefimizi gerçekleştirmek, ancak Önderliğin paradigmasını kavramakla ve bunun gereklerini anı anına yerine getirmekle mümkündür. Ama ortaya çıkan bir gerçek var; paradigmamızın yeterince anlaşılmadığı, bazı kadrolarımızın paradigmayı anlamak istemediği ve bunun için bir direnme içerisinde olduğu, eski paradigmayla yeni paradigmayı hayata geçirmeye çalıştığı, eski paradigma ile yeni paradigma arasında kaldığı, paradigmayı kendine göre anlayıp yorumladığı çokça görülen durumlardır. Eğer demokratik modernite çizgisi, bunun örgüt, sistem ve mücadele anlayışı yeterince geliştirilemiyorsa, sonuç alınamıyorsa, paradigmaya belirttiğim bu tarzda yaklaşımların sonucudur. Artık paradigmanın kavranması, bunun için çabaların yeterince yürütülmesi gerekiyor. Gelinen aşamada paradigmayı kavramamak, artık herhangi bir şeyle izah edilemez. Bunun tek bir izahı vardır, o da paradigmaya karşı direnmedir, paradigmayı anlamamak için bir direniş içerisinde olmaktır. Bunun başka türlü izahı olamaz. Onun için artık bu Konferansla birlikte paradigmaya girmeyen, onu esas almayan, onun öngördüğü örgütlenmeyi, sistemi, inşayı, mücadeleyi geliştirmeyen bir kadronun artık kadroluğunun sorgulanması ve hakkında bazı kararlara ulaşılması

Bilindiği gibi PKK hem başlangıcında, hem de daha sonra paradigma değişiminde büyük bir eleştiri ve özeleştiri hareketi olarak gelişti. Belki de paradigma değiştirmede başlangıcınkinden daha fazla daha kapsamlı ve daha derinlikli bir eleştiri ve özeleştiriyi geliştirdi. Partileşmeyi, katılımı, başarıyı, eğitimi, bu ilke temelinde geliştirmeyi esas aldı. Eğer bugün Partimiz ve mücadelemiz bu düzeye ulaşmışsa bu, Partileşmemizin en temel ilkesi olan eleştiri-özeleştiriyi sürekli geliştirmesiyle mümkün olmuştur. Ama ne yazık ki en temel Partileşme ve başarı ilkemiz olan eleştiri ve özeleştiri ilkesinin Kuzey’deki kadromuzda, örgütümüzde yeterince ve doğru işletilmediği bilinmektedir. Eğer Kuzey’de Partileşme ve doğru katılım

7


Özgür Halk gerekiyor. İşleri artık bundan önceki gibi ele almak olamaz. Bu konferansla buna son vermek lazım.

Mart 2015

çizgisini esas alsaydı ve bu temelde ısrarlı mücadele yürütseydi, ideolojik, örgütsel, cins özgürlüğüne dayalı bir mücadele yürütseydi, kesinlikle sömürgeci devlet kadromuzda ve örgütümüzde orta sınıf anlayışını geliştiremezdi, sonuç alamazdı. Kadromuzun orta sınıf anlayışını öyle kendi dışında değil, kendinde araması gerekiyor. Kadroda bu anlayış geliştiği için örgütte de orta sınıf anlayışı gelişmiş, egemen olmuştur. Orta sınıf anlayışının gelişmesi demek, kapitalist modernitenin gelişmesi demektir. Kapitalist modernist sistemin dayanağı orta sınıftır. Sistem krize girdiğinde çözümü orta sınıfı güçlendirmede arar. Sistemi yaşatan bu kesimdir, bu anlayış ve bu sınıftır. PKK’de orta sınıf anlayışının gelişmesi demek, sistemin gelişmesi demektir. Bundan daha büyük tehlike olamaz. Bunun da bu konferansla sorgulanması ve düzeltilmesi gerekiyor.

Önderlik anlaşılmak ve uygulanmak içindir. Bu Önderliğin militanı olduğunu söyleyenler, Önderliği anlamak ve uygulamakla görevlidir. Öyle “Önderlik şunu söylüyor” deyip, başkasına anlatmak, Önderlik çizgisini kavramamak, onun gereklerini pratikte yerine getirmemek, “Önderlik bunu söylüyor” diye başkasına bunu yüklemek, sorumluluktan kaçmak, çizginin gereklerini yerine getirmemek olamaz. Bu oportünizmdir, gevezeliktir. PKK kadrosu oportünist ve geveze olamaz. PKK kadrosu anlayan, anlam veren ve yapandır. Yaparak düşünen, düşünerek yapandır. Yoksa Önderliği tekrarlamak, başkasına “Önderlik böyle söylüyor” demek, işleri havale etmek bir kadro yaklaşımı olamaz. PKK kadrosu böyle olamaz. Artık buna son verilmesi gerekiyor. Kadromuzun paradigmayı, çizgiyi, devrimci tarzda ele alması ve bunun gereklerini yaşamda yerine getirmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Eğer paradigmamız hayata geçirilemiyorsa, bütün çabalara rağmen özgürlük hedefimizi gerçekleştiremiyorsak, düşmanı imana getiremiyorsak, bunun nedenini kendimizde aramalıyız. Nedeni, paradigmaya, çizgiye, devrimci tarzda yaklaşmamaktır. Reformist tarzda, kendine göre paradigmayı ele

PKK çizgisi hakikati esas alan çizgidir PKK’de PKK’nin zayıf düşmesi, PKK çizgisinin, amaçlarının, ölçülerinin aşılması bu orta sınıf anlayışının kadromuzda gelişmesinin sonucudur. Kadromuz bazı gaflet durumlarını yaşıyor. Kendini doğru, haklı, partili, başarılı, ama kendi dışındaki kadroyu, bu harekete her şeyini veren insanları ise parti dışı, haksız, yanlış ve başarısız görüyor. Bu kaynağını bireycilikten ve sistem içileşmeden, yani kapitalist modernitenin etkisine girmekten alıyor. Hiç bir PKK kadrosu kendisine, yanındaki mücadele arkadaşına, bu harekete her şeyini veren insanlara böyle yaklaşamaz. Partimizin böyle bir anlayışı ve tutumu yoktur. Bu tamamen kendini esas alan, kendine sevdalı kişiliğin yaklaşımıdır. Bunun PKK militanlığıyla hiç bir ilişkisi yoktur. Bu bile PKK militanlığından, Önderlik gerçeğinden ne kadar uzak düşüldüğünü ve kopulduğunu ortaya koyuyor. Bu anlayışın bir sonucu olarak herkes kendini, çalıştığı kurumu veya çalıştığı örgütü, alanı esas alıyor ve mücadelenin genelinden koparıyor. Onun için bireycilik, kurumculuk, alancılık vb. anlayışlar gelişiyor. Bu sömürgeci çizginin PKK içerisinde yürütülmesini ifade ediyor. PKK çizgisi hakikati esas alan çizgidir. Hakikat bütündür, parçalanamaz. Dolayısıyla hiç bir PKK militanı sömürgecilerin parçalayıcı çizgisini esas alamaz, uygulayamaz, bunu doğru, haklı, Parti anlayışı olarak göremez. PKK militanlarının görevi parçalanmayı gidermek, bütünlüğü gerçekleştirmek, bu temelde hareketin, halkın iradesini, gücünü ortaya çıkarmak ve mücadeleyi bu temelde yürütüp başarıya götürmektir. Parçalılığı hangi gerekçeyle olursa olsun esas almak, sürdürmek Parti karşıtlığını ve Partiye karşı mücadeleyi ifade ediyor. Hemen hemen birçok kadro veya kurumumuz, örgütümüz sorunları, yetersizlikleri, yanlışlıkları, çirkinlikleri, başarısızlıkları kendisiyle değil dışındakiyle izah ediyor ve bunu da doğru bir izah tarzı olarak görüp harekete de dayatıyor. Halbu ki her militanın, her kurumun, örgütün aldığı görev Parti görevidir. Parti görevinin yerine getirilip getirilmediği, nerede başarılı veya başarısız

PKK kadrosu oportünist ve geveze olamaz. PKK kadrosu anlayan, anlam veren ve yapandır. Yaparak düşünen, düşünerek yapandır almanın, bu temelde paradigmaya yaklaşmanın sonucudur. Artık bu reformist, oportünist ve havaleci tarz terk edilmelidir. Paradigmaya, çizgiye devrimci tarzda yaklaşıp gereklerinin yerine getirilmesi gerekiyor. Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de kadromuzda, örgütümüzde orta sınıf anlayışının egemen olduğu çokça söyleniyor ve bu eleştiriliyor. Hem çeşitli çevreler, hem kadrolarımız bunu söylüyor. En acısı da kadrolarımızın bunu söylemesidir. Neden bu orta sınıf anlayışı kadromuzda gelişti? Bunun anlamı nedir? Bunun da çok iyi sorgulanması gerekiyor. Devlet bütün çabasıyla örgütümüzde ve kadromuzda orta sınıf anlayışını egemen kılmak istiyor ve bunun çabalarını yürütüyor. Devletin bununla ne yapmak istediği çok net ve anlaşılırdır. Eğer devlet böyle orta sınıf anlayışını kadromuzda, örgütümüzde geliştiriyor, egemen kılıyorsa, bunun nedenini kadromuzun kendisinde araması ve bulması gerekiyor. Eğer kadromuz orta sınıf anlayışından şikayet değil de buna karşı ideolojik mücadele yürütseydi, Partinin ölçülerini esas alsaydı, Partinin amaçlarını,

8


Özgür Halk

Mart 2015

olunduğu, Partinin amaç ve çizgilerine göre ele alınıp değerlendirilir. Hem Parti görevi üstleneceksin, hem Parti militanı olduğunu söyleyeceksin, ama değerlendirmelerinde Partinin amaç ve çizgisini değil, kendi doğru ve yanlışlarını esas alıp değerlendireceksin. İşte bu, bireyciliğin örgüte korkunç bir tarzda dayatılmasını ifade ediyor. Bütün militanlarımızın, örgüt ve kurumlarımızın üstlendikleri görevleri yerine getirip getirmediklerini Partinin amaç ve çizgisine göre ele almaları ve sorgulamaları gerekiyor. Bütün yetersizlikleri, eksik ve çirkinlikleri, başarısızlıkları kendilerinde arayıp, çözümü de kendilerinde geliştirmeleri gerekiyor. Öyle sorunları, eksik ve hataları, çirkinlikleri kendi dışında, başkasında görmek, başkasıyla bunu izah etmek, kendini doğru, haklı çıkarmanın çabasıdır. Bireyci olan, toplumculuğu, Partiyi yaşamayan biri elbetteki üstlendiği Parti görevlerini izah ederken, Partiyi ve çizgisini esas almaz, kendi doğru ve yanlışlarını esas alır. Kendisini doğru ve haklı çıkarmak için olay

çirkinle bütünleşmez. Bunun da kadromuz, örgütlerimiz, kurumlarımız tarafından artık anlaşılması gerekiyor. Kuzey’de kadromuz Parti amaç ve çizgisini, toplumu, halkçılığı, özgürlüğü yeterince yaşamadığı, yer yer uzaklaştığı ve koptuğu için Partinin, mücadelenin sorunlarını anlamayı ve o sorunları çözmeyi esas almıyor. Dolayısıyla idareciliği, geçiştirmeyi, havaleciliği veya şikayetçiliği, tepkiciliği, duygusallığı esas alıyor. Bütün bunları da doğru ve haklı görüyor. Bunların doğrulukla, haklılıkla hiç bir ilişkisi yoktur. Sorunları anlamamak, çözmemek demek; sorunlarla yaşamak demektir. Bu da çürümeyi yaşamak ve yaşatmak demektir. PKK ve PKK militanlığı demek, anlam ve çözüm gücünü kendinde oluşturmak demektir. Ancak bu gücü kendinde oluşturanlar sorunları anlayabilir, çözebilir, gelişmeyi ve başarıyı ortaya çıkarabilir.

ve olgulara bu tarzda yaklaşır. Kendi doğrularını esas alan biri, elbetteki kendini doğru görür, başkasını yanlış görür. Eğer kendisinde bir başarısızlık varsa, hata varsa, bunun nedeni yine dışındakilerdir, kendisi değil. Özünde kendisi başarılıdır, dışındakiler ona başarısızlığı yaşatmıştır. Dikkat edilirse Kuzey’deki kadromuzun çoğundaki izah tarzı budur. Bu Parti ve toplumu yaşamamadır. Bireyciliği ve bireycilikte kapitalist moderniteyi yaşamadır. PKK yönetimlerinde, kurumlarında, kadrolarında böyle bir anlayışın, böyle bir izah tarzının olması, durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Bunun bu Konferansla düzeltilmesi lazım. Bir kişinin veya bir kurumun, bir örgütün kendini doğru, haklı, başarılı görmesi hiç bir şeyi ifade etmiyor. Önemli olan Partinin, mücadele yoldaşlarının, halkın da onu doğru, haklı, başarılı görmesidir. Eğer halk, Parti, mücadele yoldaşları onu, kurumu veya örgütü başarılı görmüyorsa, bir kişinin veya o örgüt ya da kurumun kendisini başarılı görmesi hiç bir şey ifade etmez.

ister kendisi için ister toplum için bunu esas almak zorundadır. Bunu esas almayan birinin özgürlük hedefi yoktur, olamaz. Özgürlük amacı olan sorunları anlar ve çözer. Bu gelişme başarıyı ortaya çıkarır. Özgürlükte budur. Başka türlü özgürlük anlayışı olamaz. Ama dikkat edilirse sorunlardan kaçma var, sorunların olmadığı yerleri, imkanların olduğu yerleri seçme var. Sorunları havale etme yaşanmaktadır. Sorunlarla yaşama var. Sorunlara karşı tepkisel, duygusal yaklaşımlar ve bolca şikayetler dile getirilmektedir. Bunların hiçbiri PKK’yi, militanlığı ifade etmiyor. PKK militanlığının karşıtlığını ifade ediyor. Böyle anlayışlara sahip olan birinin özgürlük amacından bahsedilemez. Böyle bir kadronun topluma vereceği hiçbir şey yoktur. Kendisi toplum için büyük bir sorundur. Kendisi kurtarmalık durumdadır. Öyle toplumu kurtaracak, ona öncülük edecek bir durumu söz konusu değildir. Bunun da çok iyi anlaşılması gerekiyor.

Sorunları anlamak ve çözmek, gelişmeyi ve başarıyı ortaya çıkarmak özgürlüktür. Hedefinde özgür olanlar,

Nasıl ki özgürlük amacı olanlar anlam ve çözüm gücünü kendisinde geliştirmek zorundaysa, doğa ve toplumun temel ilkesi olan esneklik ve estetik ilkesini de kendisinde geliştirmek zorundadır. Böyle bir ilkeyi

İnsanlar doğru olanla bütünleşir, kabul eder, ona güç verir ve ondan güç alırlar. Doğru görmedikleriyle bütünleşemezler ve kabul etmezler. Hiç kimse yanlışla,

9


Özgür Halk kendisinde geliştiremeyen özgürleşemez ve özgürleştiremez. Hani çokça derler ya, “siyaset esneklik ister” diye. Esneklik, ilkesizlik değildir. Tam tersine ilkeli olmayı ifade eder. Çizgiyi, amaçları yaratıcı tarzda yaşama uygulamayı ifade eder. Estetik olan bunu başarabilir. Esnek olan estetik olabilir. Estetik olan beğenilir. Estetik olmayan çirkindir, çirkini hiç kimse beğenmez. Böyle birinin siyasette başarılı olma şansı yoktur. Böyle birinin kendini ve toplumu özgürleştirme şansı yoktur. Ancak bu ilkeyi kendinde gerçekleştirenler, kendinde canlılığı, değişimi, gelişimi, başarıyı yaratabilir. Yenilenmeyi yaratabilir. Ve ölçüsüzlükleri yaşamaz, dengeyi kendisinde yaratabilir. Bir uçtan diğer uca kaymaz, yani dengesizliği yaratmaz. İşte doğanın harikalığı bu ilkeden kaynaklanır. Bir hareket bu ilkeyi kendisinde gerçekleştiremezse, o hareketin gelişmesi, başarılı olması, canlı olması, kendini değiştirip yenilemesi mümkün değildir. Kadromuzun bu ilkeyi kendisinde ne kadar gerçekleştirmiş olduğu iyi sorgulanmalıdır. Neden Önderlik beğeniliyor, neden Önderlik sürekli canlıdır, değişkendir, gelişiyor, geliştiriyor, başarılı, insiyatifli ve yaratıcı oluyor? Bunun

Mart 2015

bir sorumluluk anlayışı, duygusu, dolayısıyla görevlere, sorumluluklara bu düzeyde ciddi yaklaşım pek yoktur. Bu PKK ile tezatlığı ifade ediyor. Bunun da sorgulanıp düzeltilmesi gerekiyor. Sorumluluk duygusunun, bununla birlikte ciddiyetin olmadığı bir kadro, öncülük görevlerini hiç bir zaman yerine getiremez. Hiç bir işe sorumlulukla, ciddiyetle yaklaşamaz, dolayısıyla hiç bir görevin hakkını zamanında veremez.

Kadro ölçülerimiz muğlaklaştırılmış belirsiz hale getirilmiştir Bu hareketin en güçlü yanı, kadın özgürlükçü yanıdır. Bu hareket, Kadın hareketidir. Çünkü amacı özgür bir yaşamı, toplumu, bireyi yaratmaktır. Yani amacı özgürlüktür. Özgürlüğün gerçekleştirilmesi de kadının özgürlüğünden geçiyor. Kadın özgürlüğünü esas almayan hiç bir hareketin özgürlük amacını gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bütün köleliklerin, egemenliklerin temelinde kadını köleleştirmek yatar. Amacı özgürlük olanların kadın özgürlüğünü esas alması gerekiyor. Başka türlü özgürlük olamaz. Bu hareketin en canlı, en güçlü yanı ve bu hareketi yenilmez kılan budur. Düşman da bunu çok iyi biliyor. Düşman bu hareketi PKK militanlarının görevi parçalanmayı gidermek, kadınla vurmak istiyor. Çünkü bütünlüğü gerçekleştirmek, bu temelde hareketin, halkın bu hareket hem kadın özgürlük çizgisini, hem de kadın öncülüiradesini, gücünü ortaya çıkarmak ve mücadeleyi bu ğünü esas alıyor. Eğer bu hatemelde yürütüp başarıya götürmektir reketle mücadele etmek istiyorsan onun öncülüğünü vurman iyi sorgulanması ve anlaşılması gerekir. Neden İmralı gerekiyor. O zaman sonuç elde edebilirsin. Nasıl ki biz gibi bir yerde düşman Önderlikle baş edemiyor? Bu Hilvan’da Süleymanlarla mücadelede beynini vurduysorular mutlaka doğru ve derinlikli yanıtlanmalıdır. sak, dağıttıysak ve öyle sonuç aldıysak, sömürgeci Türk Devleti’de, kapitalist modernizm de bu hareketle Madem bu hareketin kadrosuyuz, Önderliği esas mücadelede, bu hareketin öncü gücünü esas alıyor, alıyoruz, bu lafla olmamalıdır. Kuzey’de hemen her oradan vurmaya çalışıyor. Bunu geliştirirken de gelekadromuzun her şeye müdahale etme hakkını ken- neksel anlayışlardan yararlanıyor. Geleneksel anlayışdinde gördüğü ve bununla da büyük bir karmaşaya, ları kendisine temel alarak buradan vurmaya çalışıyor. sorunlara yol açtığı, ama bu karmaşayı ve sorunları Bunun da çok iyi anlaşılması gerekiyor. Onun için PKK gidermeyi de hiç bir zaman amaç edinmediği görül- saflarında, PKK ve PAJK militanlarında geleneksel mektedir. Kendisini bu karmaşa ve sorunlardan so- anlayışların kesinlikle yaşatılmaması ve hoşgörüyle rumlu görmediği, kendisini bunun dışında ele aldığı, yaklaşılmaması gerekiyor. Ama Kuzey kadromuzda her şeye müdahale etme hakkını doğru gördüğü, en çok yaşanan da geleneksel anlayışların terkedilama ortaya çıkan karmaşa ve sorunları giderme hak memesi, bunda ısrar edilmesidir. İşte bunun yaşama, ve görevini de kendisinde görmediği açıktır. Çok keyfi mücadeleye, örgüt anlayış ve ölçülerine, katılımlarına bir Partililik yaşanmaktadır. Halbu ki PKK demek, so- yansımaları vardır ve oldukça da tahripkardır. Eğer rumluluğu en üst düzeyde yaşamak ve ciddi olmak Kuzey’de örgütümüz ve kadromuzda bazı aşınmalar, demektir. Önder Apo sürekli “Gidin söyleyin Apo ciddi uzaklaşmalar, kopmalar ortaya çıkmışsa ve öngörüadamdır” der ve sürekli bunu bizlere hatırlatır. Dün- len mücadele bir türlü yürütülemiyorsa, bunun nedeni yada hiç bir güçte PKK’deki sorumluluk duygusu ve PKK’nin özgürlük ruhundan, onun dar zindan, üslup anlayışı yoktur. Bugün dünyanın en sorumlu hareketi ve yönteminden uzaklaşma ve kopmadır. Bu noktada bu harekettir. Sorumluluk düzeyi çok güçlüdür. Hele oldukça dogmatik, tutucu, reformist ve sistemiçi anhele yeni paradigmayla Önder Apo, bu hareketin layışlar yaşanmaktadır. Konferansımızın bunu çok iyi bütün kadrolarını her şeye karşı sorumlu tutmuştur. sorgulaması ve bu temelde çözüm üretmesi gerekiyor. Her şeye karşı sorumludur. Sorumlu olmadığı hiç bir şey yoktur. Sorumluluk duygusu bu kadar gelişkin- Kadro ölçülerimiz muğlaklaştırılmış, belirsiz hale gedir, yüksektir. Ama gelgelelim birçoğumuzda böyle tirilmiştir. Onun için ölçüler oldukça düşmüş ve de

10


Özgür Halk zayıflamıştır. Halbuki PKK demek, ölçüleri sürekli geliştirip yükseltmek demektir. PKK kadrosu ölçüleri yükselten kadrodur. Ölçülerle oynayan, ölçüleri bozan, her türlü ölçüsüzlüğü geliştiren biri, PKK-PAJK kadrosu olamaz. İşte sorumluluğun, ciddiyetin, mücadelenin zayıf düşmesi ölçülerin muğlaklaştırılması ve düşürülmesiyle bağlantılıdır. Ölçülerin yükseltildiği yerde hareket gelişir ve etkileyici olur. hareketi çekim merkezi haline getirir. Ama ölçülerin düştüğü yerde zayıflama olur, çirkinlikler yaşanır, dolayısıyla tahribat, başarısızlıklar, kayıplar yaşanır. Böyle bir kadro, yönetim ve hareket çekim merkezi ve etkileyici olamaz. Bu Konferansla bunun da iyi sorgulanması gerekiyor. PKK ölçülerinin, onun sorumluluk duygusu ve ciddiyetinin yeniden geliştirilip güçlendirilmesi ve egemen hale getirilmesi gerekiyor. PKK dışındaki ölçüler yerle bir edilmelidir. Ölçüler düştüğü ve bu ölçülerde aşınmalar olduğu için, bunlar olduğu gibi yaşama ve değerlere, çalışma ve mücadeleye yansıyor. Kapitalist özentilerin gelişmesi, kapitalist zihniyetin, onun yaşam ve kültür anlayışının gelişmesi, bunun sonucunda gösterişin, yetkiciliğin, popülizmin, bireyciliğin vb. anlayışların gelişmesi bununla bağlantılıdır. Bunların PKK ve Önderlik gerçeğiyle, onun militan gerçeğiyle hiç bir ilişkisi yoktur; aksine bütün bunlarla mücadeleyi ifade eder. Bireycilik, maddiyatçılık, yetkicilik, mevkicilik, Parti prestijinin arkasına gizlenip kullanma, her şeyi emir ve talimatlarla yürütme oldukça gelişmiş bir anlayış ve tutumdur. Bu egemen otoriteyi, iktidar anlayışını geliştiren bir anlayış ve tutumdur. Egemenlik ve iktidar, ancak kölelik üzerinden geliştirilebilir, yaşatılabilir. Bu anlayışı, tutumu esas alanlar elbetteki köleciliği yaşatır ve yaratırlar. Başka türlü iktidarcılık olamaz. Onun için PKK gibi bir özgürlük hareketinde ona ters, ona karşıt anlayış ve tutumların ortaya çıktığını görüyoruz. Reel sosyalist anlayışın ortaya çıktığını, bunun sürdürüldüğünü görüyoruz. Kapitalist modernitenin otoriter anlayışının yanı sıra, yetkicilik ve iktidar anlayışının ortaya çıkarılıp sürdürüldüğünü görüyoruz. İşte bu özgürleşme ve özgürleştirmeye değil, egemenlik ve köleliğin çeşitli biçimlerde sürdürülmesine yol açmaktadır. Bu bir hata ve eksikliği değil, tamamen bir suç durumunu ifade ediyor. PKK suç işlemenin yeri değildir. PKK militanları da suç işleyen insanlar değildir. Aksine

11

Mart 2015

PKK ve PKK militanlığı, suçla mücadele ederek suçu gidermeyi ve adaleti gerçekleştirmeyi ifade ediyor. Bu harekette Partinin, yönetimin ve kadronun otoritesini sağlamak bireycilik, maddiyatçılık, yetkicilik, mevkicilik, iktidarcılık, Parti prestijine dayanma, emir ve talimatlarla gerçekleştirilemez. Partide yönetimin, kadroların itibarını sağlamak, otoritesini sağlamak ancak demokratik otoriteyle mümkün olabilir. Demokratik otorite, bireyciliği yaşamayan, yetki ve mevkiyi esas almayan, hareketin prestijine sığınmayan, maddiyatçlığı esas almayan, talimat ve emirlerle işleri yürütmeyen otoriteye dayanır. Yani tamamen hizmete, kendini sürekli borçlu görüp borcunu ödemeye, maddi-manevi değerleri sürekli yaratıp büyütmeye, bu temelde yaşamı kazanıp yüceltmeye, sorunları anlayıp çözmeye ve başarıyı geliştirmeye, moralli, inançlı, bilinçli, coşkulu çalışma istemini büyütmeye, kendini yaşamamaya, kendine ait olmaktan çıkmaya,

tümüyle kendini özgürlüğe, halka, mücadele yoldaşlarına adamaya dayanan bir otorite anlayışıdır. Bu otorite anlayışı gönüllülüğe dayanır. Bunun dışındaki anlayış ve tutumlar kesinlikle bu hareketin otorite anlayışına terstir, egemenliği ve köleliği esas alan otorite anlayışlarıdır. PKK gibi bir harekette böyle bir otorite anlayışını esas almak demek, PKK ile mücadeleyi ifade eder. PKK egemenlik ve köleliğin her çeşidine karşı mücadele demektir. PKK kadrosu bu mücadeleyi yürüten ve bu mücadeleye sınır koymayan militandır. Onun için hiç bir kadronun öncülüğü bunlara dayandırmaması gerekiyor. Öncülük daha çok yetkicilik, mevkicilik ve talimatçılık anlamında anlaşılıyor. Öncülük her şeyi yapma, bunu da kendine hak


Özgür Halk görme biçiminde anlaşılıyor. Bizim böyle bir öncülük anlayışımız yoktur. Öncü olmak demek, tümüyle kendini mücadeleye, özgürlüğe, halka adamak demektir. Kendisi için bir yaşamı yaşamamak demektir. Sürekli hakikate ve özgürlüğe hizmet eden, hizmette kendine sınır tanımayan, kendini sürekli borçlu gören, borcunu ödemek amacıyla sürekli çaba sarfeden demektir. Ama kadromuz, çoğunlukla öncülüğü yetkicilik, mevkicilik ve her şeyi yapma hakkı olarak görüyor ve sınır da koymuyor kendine. Böyle öncülük olamaz. Böyle bir öncülük altında örgüt, halk, kadro, özgürlük gelişemez. Dünyada böyle bir öncülük yoktur, olamaz. Hele hele PKK gibi bir özgürlük hareketinde hiç olamaz. Kadro kendini sınırsız yetkiyle donatıyor, istediğini yapma hakkını kendine tanıyor ve bunu da doğru görüyor. Böyle kadronun sorumluluğu altında hiç bir kurumun, örgütün, kadronun ve halkın güvencesi yoktur. Güvencenin olmadığı bir yerde moral, coşku çalışma istemi, verimlilik olamaz. Kadro gittiği yerde istediğini yapabiliyor, istediğini alabiliyor, istediğini kovabiliyor, istediği örgütü tasfiye edebiliyor ve bunu da doğru görüyor, hak görüyor. Parti çizgisini, işleyişini, ölçülerini, kültürünü, geleneğini, ahlakını esas almıyor. Kendisi neyi doğru görüyorsa onu yapıyor, neyi yanlış görüyorsa ona müdahale ediyor. Şimdi böyle korkunç bir durum olamaz. Buna son verilmesi gerekir. Onun için halk, “Biz PKK’nin eski kadrolarını arıyoruz” diyor. Çünkü PKK‘nin eski kadrosu, PKK‘nin amaç ve çizgilerine göre görevini kutsal gören, kutsallığa leke sürmeyen bir kadrodur. Ve tamamen halkı, hareketi, başarıyı esas alan bir kadrodur. Terbiyelidir, ölçülüdür, ahlaklıdır. Öyle ölçüsüz falan değildir, öyle her şeyi kendine hak gören değildir. Belki çok ağır gelecektir ama durumun kavranması açısından Diyarbakır Zindanını örnek vermek gerekiyor. Sömürgeci devletin temsilcisi olan Esat Oktay Yıldıran, orada bir yönetmelik geliştirmişti. Neydi; madde bir: Komutan her zaman haklıdır. Haklı da olsa, haksız da olsa haklıdır. Madde iki: madde ikinin geçerli olmadığı durumlarda yine madde bir uygulanır. Yani bu devlet ve bu devletin temsilcileri Kürt’lere ve PKK’ye karşı ne yapsa haklıdır. Biliyorsunuz Mazlum’lar, Hayri’ler, Kemal’ler buna karşı büyük bir mücadele yürüttüler. Hayatlarını ortaya koyarak bu anlayışı yerle bir ettiler. Sömürgeci Devlet, bununla örgütü teslim almak istiyordu, halkı teslim almak istiyordu. Diyarbakır Zindanı’nı bu hareketin ve halkın mezarlığı haline getirmek istiyordu. Ama bu büyük Önderlerimiz buna yol vermedi. Orayı mezarlığa değil bu hareketin, bu halkın direniş kalesi haline getirdiler ve bunda da başarılı oldular. Sömürgecilik bu arkadaşların yaptıklarını hep yanlış ve haksız görüyordu. Kendilerinin yaptıklarını haklı görüyordu. Şimdi biz Esat Oktay’a karşı mücadele eden bir hareketiz. Bu hareketin hiçbir yöneticisi, kadrosu Esat Oktay çizgisini bu harekette uygulayamaz. Öyle kendisini haklı, altındakini ve halkı haksız ve yanlış göremez. Kendini de bu temelde kabul

Mart 2015

ettiremez ve dayatamaz. Bu artık son bulmalıdır. Çeteciliğin ve memurluğun PKK militanlığında yeri yoktur Kadromuzda PKK’nin zihniyeti ve tarzı, ölçüleri, kültürü ve ahlakı yerine, belirttiğim nedenlerden dolayı çetecilik ve memurluk gelişmiştir. Çetecilik ve memurluğun neye hizmet ettiğini Önderliğimiz defalarca izah etmiştir. Önderliği İmralı’ya götüren dış nedenlerin dışında, iç nedenler bunlardır, çetecilik ve memurluktur. Nasıl bu hareketi ve Önderliği esas alanlar, Önderliği İmralı’ya götüren anlayış ve tutumları kendilerinde yaşatabilirler ve buna da hoşgörülü davranabilirler? Bu olmaz. Çetecilik ve memurluğun PKK militanlığında yeri yoktur. Bunun düzeltilmesi ve giderilmesi gerekmektedir. Kadroda bireycilik, ben merkeziyetçilik, iktidar anlayışı, yetki-mevki anlayışı PKK’yi, KCK’yi örgütlemiyor, mücadeleyi geliştirmiyor; tam tersine mücadelesizliği, tahribatları, kayıpları, kirlenmeyi ve başarısızlığı ortaya çıkarıyor. Eğer bütün çabalara rağmen özgürlük amacımızı gerçekleştiremiyorsak, nedenini bu anlayış ve tutumlarda aramak gerekiyor. PKK’lilik kendini adamadır. Yoksa onun prestijini, onun olanaklarını, onun yetkilerini kullanarak kendini yaşatmak değildir. Bunun da çok iyi anlaşılması gerekiyor. Sürece doğru ve Önderliğin çabalarına doğru yaklaşmamak, bunlara anlam vermemek, gereklerini yerine getirmemek, kendine göre sürece, sürecin görevlerine ve Önderliğin çabalarına yaklaşmak sözkonusudur. İşte bu, Önderliğin çabalarını boşa çıkarıyor. Bu, sürecin Önderliğin öngördüğü tarzda yürümemesine yol açıyor. Eğer düşman müzakere için adım atmıyorsa, nedenini burada aramak gerekiyor. Oysaki Önderlik militanı olmak, süreci kavramak, görevleri kavramak, Önderlik çabalarını kavramak ve buna cevap olabilmek için çaba sahibi olmak demektir. Bu ne kadar yaşanıyor, yaşatılıyor, bunun da sorgulanması gerekiyor. Bu hareketin kadrosu iktidar peşinde, maddiyat, şan-şöhret ve popülizm peşinde koşamaz. Bu hareketin kadrosu özgürlük peşinde koşar. Partinin amaçları peşinde koşar. Bunu esas alan bu hareketin kadrosudur. Eğer örgütlenme, mücadele geliştirilemiyorsa, değerler yaratılıp büyütülemiyorsa, bunlarla yeni değerler kazanılamıyorsa, yaşam kazanılıp yüceltilemiyorsa, hareket kadroları şahsında bir çekim merkezi haline gelinemiyorsa, kadronun bunun nedenlerini kendisinde iyi sorgulaması ve çözümünü geliştirmesi gerekiyor. Kadromuz PKK ile devlet arasında kalmış, devletle PKK’yi idare etmektedir. Bu neyi ifade ediyor? Devleti esas almayı ifade ediyor. Eğer bu kadar sistemiçilik ve ortayolculuk kadromuzda gelişiyorsa, bu anlayışta ve yaklaşımda aramak gerekiyor. Bu neye götürüyor; bu devlete, bu sisteme karşı alternatif yaratmamaya,bu sistemi Kürdistan’da meşru görme ve bu nedenle

12


Özgür Halk de buna karşı mücadele etmeme, bunun alternatifini yaratmama ve sistem içerisinde bir muhalefete götürüyor. Nasıl ki bir CHP, MHP bu sistemi yaşatmak için muhalefet ediyorlarsa, işte bu anlayış ve yaklaşım da buna yol açıyor. Halbuki bizim bu devlette reform yapma gibi bir amacımız yok. Biz yeni bir sistemi, bu temelde yeni bir yaşamı, toplumu, bireyi yaratmaya çalışan bir hareketin mensuplarıyız. Bunun da çok iyi kavranması gerekiyor. Eğer devlete karşı alternatif gelişmiyorsa, geliştirilemiyorsa bunun nedeni; devletin esas alınması, hem de sömürgeci bir devletin bu temelde Kürdistan’da meşru görülmesidir. Bu basınımızın diline bile yansıyor, “Güvenlik güçleri” diyor. Bunlar güvenlik güçleri falan değil, sömürgeci işgal güçleridir. Bunlar Kürdistan’ı herşeyiyle sömürgeleştiren, Kürt ve Kürdistan gerçeğini ortadan kaldırmak isteyen güçlerdir. Devletin tüm kurumları bunu amaçlamaktadır. Bunlar meşru olamaz, meşru görülemez. Onun için devletin yaptıklarına karşı ciddi bir tepki, öfke geliştirilerek bunun örgüt ve mücadele bilincine dönüştürülmesi yoktur. Bu konunun da çok iyi sorgulanması gerekiyor.

Mart 2015

kiyor. Eğer devlet, bu psikolojik-özel savaşı ortamımıza, kadromuza, halkımıza taşırıyor ve etkili oluyorsa bunun negatif üslupla bağını görmek gerekir. Eğer devlet, bu kadar güçlü bir şekilde bu psikolojik savaşı yürütüyorsa, bunun zemini içimizde, kadromuzda çok güçlüdür, buna dayandırarak bunu yürütüyor. Onun için etkili oluyor. Kadromuz artık düşmanın görevini kendisi yürüttüğü için, düşman bu yüzden etkili sonuç elde ediyor. Psikolojik savaş dışardan etki yaratır ama, içerde yürütülürse, bu yıkıcı sonuçlar yaratır. Yakın tarihimizde, 2004 tasfiyecilik döneminde bunu çok iyi gördük. Uluslararası Komplo dışardan üzerimize geldiğinde bizde öfke yarattı. Ama Uluslararası Komplo ne zaman ki kendisini Ferhat ve Botan’la içimize taşırdı, kendisini örgütleyip yürüttü, hareket neredeyse tasfiyeyle yüz-yüze geldi. Buradan sonuç çıkarmak gerekiyor, tarihten sonuç çıkarıp kendini eğitebilmek gerekiyor. O zaman başarılı olunur. Bugün psikolojik-özel savaş da kendisini içimize taşırmış ve negatif üslupla içimizde yürütülüyor. Onun için çok etkili ve yıkıcı oluyor. PKK kadrosunun görevi psikolojik savaşla mücadeledir. Onu yaşamak ve örgüt içerisinde negatif üslup sahibi olmak değildir. PKK’nin böyle bir üslubu yoktur, PKK’nin üslubu pozitif üsluptur. Yani sorunları görüp anlayan, çözen, gelişme ve başarı yaratan üsluptur. Kadromuzun negatif üsluptan çıkıp, hareketimizin üslubunu esas alması gerekiyor.

Kadromuzda PKK’nin pozitif üslubu yerine negatif üslup egemendir. Pozitif üslup geliştiren, başarıya götüren, moral, inanç, coşku, çalışma istemi yaratan üsluptur. Negatif üslup ise, moralden, inançtan, bilinçten, coşkudan, çalışma isteminden, örgütlenmeden, mücadeleden düşüren üsluptur. Negatif üslup altında hiçbir zaman özgürleşme ve özgürleştirme ya- Devlet kendi PKK’sini ve kadrosunu Kuzey’de yaratşanamaz. Böyle bir üslup mıştır. Bunu söylemek altında ancak tasfiyecilik bana acı geliyor ama PKK suç işlemenin yeri değildir. PKK yaşanır ve yaşatılır. Kadrobu bir gerçektir. AKP bu militanları da suç işleyen insanlar değildir. konuda başarılıdır. Kadmuz negatif üslupta ısrar etmekte, ama kendisini de romuzun bu gerçeği Aksine PKK ve PKK militanlığı, suçla PKK’li görmektedir. Yaptıkgörmesi ve sorgulamamücadele ederek suçu gidermeyi ve adaleti sı gerekiyor. Onun için larının nelere yol açtığını görmesi ve sorgulaması devlet ve AKP bu kadar gerçekleştirmeyi ifade ediyor. gerekmektedir. Kadro oturrahattır. Kadro eğer bunu duğu yerde şikayetçilik görmez ve kendisini bu yapıyor, sorunlardan, tahribatlardan, yozlaşmalardan, durumdan çıkarmazsa, bu devlet ve bu hüküölçüsüzlüklerden bahsediyor. Sadece bunun sözünü met karşısında başarılı bir mücadele yürütemez. ediyor. Yani bunun propagandasını, örgütlenmesini geliştiriyor. Halbuki PKK’de eleştiri, özeleştiri temel Özel-psikolojik savaşın şimdiki hedefi gerilladır. Gebir ilkedir. Eleştirmek demek, eleştirdiğini gidermek rillaya inançsızlığı toplum ve kadro içinde geliştirdemektir. Eleştirip onu gidermemek dedikoduculuk- mektir. Çünkü gerillaya karşı inançsızlığı geliştirebitur, çekiştirmedir, tasfiyeciliktir. Eleştiri yapıp ortada lirse, buradan artık tasfiye gelişir, çözüm gelişmez. bırakmak hiçbir zaman eleştirilen hususu, anlayışı, Dikkat edilirse seçimde ortaya çıkan bazı hatalı dututumu, tahribatı kaybı, başarısızlığı gidermiyor, ba- rumları dağ ve gerillayla izah ediyorlar. “Bunların şarıyı ortaya çıkarmıyor. Aksine insanları mücade- meclis yahut belediye başkanlıklarına seçilmesine leden soğutuyor, hatta koparıyor, ihanete sürüklüyor. dağ ve gerilla karar vermiştir” diyorlar. Çünkü halk Şimdi çoğu kadromuz eleştiri adı altında şikayet ve ne diyor; “Önderlik, Şehitler ve Gerilla.” Önderlik olmazın teorisini geliştiriyor. Moral ve inançla oynuyor. cezaevinde, Şehitlerin manevi bir değeri var. DolaOnun için sorunları çözmüyor, gelişme, başarı yarat- yısıyla bütün bunları yaşatan gerilla oluyor. Gerillamıyor, böyle bir şeyi de görev olarak önüne koymuyor. ya da inançsızlık oldu mu mücadele biter. Düşman onun için oradaki hatalardan, yanlışlardan ve çirkinEğer devlet, psikolojik-özel savaşı yürütüyorsa, bu liklerden ortaya çıkan tepkileri bilinçli bir şekilde gesavaş etkili oluyorsa bu üslupla bağını görmek gere- rillaya yönelterek, gerillaya olan inancı sarsmak ve

13


Özgür Halk böylelikle tasfiye amacını gerçekleştirmek istiyor. Kadromuz halkçı, toplumcu değil bireycidir Şimdi halkımız büyük bir mücadele yürüttü, büyük bedeller ödedi. Mücadele eden bir halk gerçekliğini kendisinde yarattı. Önder Apo, bütün çabasıyla böyle bir halk gerçeğini yaratmayı esas aldı ve bu halk yaratıldı. Artık bu halk bizden birtakım şeyler bekliyor. Kadrolarımız bunu çok iyi görmeli ve anlamalıdır. Bu halk yürüttüğü ve belli bir seviyeye getirdiği mücadelenin artık kendisi için çözümleyici olmasını, demokratik bir otorite, yönetim, demokratik bir kadro-öncü istiyor. Ve sorunlarının artık çözümünü bekliyor. Hiç kimse bu halka eskisi gibi yaklaşamaz. “Biz mücadele ediyoruz, bizi destekleyin, birtakım şeyleri görmeyin” diyemez artık. Geçmişte deniyor, halk da buna anlayış gösteriyordu. Artık halkımız buna anlayış göstermiyor, göstermez. Kadromuz gafletten çıkmalıdır, ısrar ederse en büyük ihaneti yaşar ve yaşatır. “Ne yaparsak yapalım bu halk bizimle kalır” denemez. Bu halk ne kimsenin mülküdür, ne de kimsenin üzerine tapuludur. Eğer sen bu halkın yürüttüğü mücadele sonucunda istemlerini esas alır ve gerçekleştirmek için çaba içerisine girersen bu halk seninle birlikte yürür. Aksi takdirde seni terkeder. İşte yerel seçimlerde bunun mesajını vermiştir. Bu mesajın çok iyi okunması gerekmektedir. Bu duruma yol açan oradaki öncülüğümüz ve kadromuzdur. Elbetteki biz de bu hareketin yönetimi olarak bundan sorumluyuz. Bunlar bizim sorumluluğumuz altında ortaya çıkmıştır. Birinci dereceden biz sorumluyuz. Ve oradaki kadromuz, örgütümüz de bundan sorumludur. Kendisini bunun dışında göremez ve hareketin genel yönetimiyle de durumu izah edemez. Bunun çok iyi kavranması gerekiyor. Kadroda bireysel yaşam oldukça gelişmiştir. Bu Partiyi, toplumu, halkı yaşamamayı ifade ediyor. Ayrı yerde yaşama, ayrı olanaklara sahip olma, ayrı malzemeler isteme, ortak-komünal yaşama gelmeme, sürekli demokratik komünal yaşamdan sözetme ama bunu yaşamama, buna karşın bireysel yaşamı sınırsız geliştirme ve bunu hak görme gibi durumlar açığa çıkmaktadır. Bu örgütü, halkı aldatmadır, sahtekarlıktır, ikiyüzlülüktür. Artık bu ikiyüzlülük ve sahtekarlığa son vermenin de zamanı gelmiştir. Bireyciliği yaşayacaksın ama demokratik-komünal yaşamdan bahsedeceksin. Bu aldatmadır. Aldatma sömürgeciliğin yarattığı kişiliktir, PKK kişiliği değildir. Önder Apo, “Ne aldanırım, ne de aldatırım” dedi. PKK kadrosu aldatan kadro olamaz. Eğer halkta kadroya karşı inançsızlık gelişmişse, kadronun bunu kendisinde sorgulaması, ne-

Mart 2015

denlerini kendisinde bulup gidermesi gerekmektedir. Kadromuz halkçı, toplumcu değil, bireycidir. Bireyciliği esas alan bir kadro, bu hareketi, sistemini ve yaşamını örgütleyemez, toplumu da buna çekemez. Eğer sistem gelişmiyorsa, bilinmelidir ki bu nedenle gelişmiyor. Kadro sistemi örgütleyen değil, örgütlemeyen kadro haline gelmiştir. Böyle bir kadro anlayışımız olamaz. Sömürgecilerin ve egemenlerin Kürt toplum ve insanında geliştirdiği karşıtlık zihniyeti oldukça güçlüdür. Bunun kadro ve örgütlerimizde oldukça güçlü yansımaları vardır. Özellikle yönetim ve kadroların eleştiriye gelememe, eleştiri karşısında tepki duyma, eleştireni baskı altına alma hatta canına okuma, birbirini kabul etmeme, yoldaş olarak görmeme, dayanışmayı esas almama, birbirinin eksik ve hatalarını gidermeme, başarılı kılmama, birbirine karşı dedikodu ve çekiştirme içine girme, ciddiye almama, küçük, basit görme, kendine ayrıcalık tanıma ve bunu da hak olarak görme vb. anlayış ve tutumları bu zihniyetin saflarımızdaki yansımalarını ifade ediyor. PKK demek, tüm bunlarla mücadele edip, gidermek demektir. Birliği, bütünlüğü, bu temelde örgütlü mücadeleyi ortaya çıkarmak demektir. Ama iki kadro bir araya gelemiyor, bir arada çalışamıyor. Bu düşmanın yarattığı Kürt’tür. PKK’nin, Önder Apo’nun yarattığı Kürt değildir. Böyle bir kadro ve örgütlerimiz olamaz. Düşmanı bırakmış birbirinin canına okuyor. Zaten sömürgeciliğin ve bütün egemenlerin yarattığı da bu değil midir; Kürdü Kürt’e düşman et, Kürdü, Arap ve Türk’e düşman et, toplumun bütününü birbiriyle savaş halinde tut ve sömürgecilik ve egemenliğini buna dayandırarak sürdür. Yapılan budur. Ama ne yazık ki, PKK içerisinde de PKK kadro ve yönetimi olarak geçinenler de bu anlayışı sürdürüyor. Burada örgütlülük, başarı, derinlik olabilir mi? Birbirini tüketme vardır. Bunun düzeltilmesi ve PKK zihniyetine girilmesi gerekiyor. Eğer psikolojik-özel savaş bu kadar etkili oluyorsa, içimizdeki bu anlayışlara, bu zemine dayanıyor. Bunun da artık anlaşılması ve aşılması gerekiyor. Zindandan çıkan kadro artık kendisini bir yerin ve çalışmanın kadrosu göremez. Bu hareketin hiçbir kadrosu bu anlayış ve tutum içinde olamaz. Bu harekete katılmak, onun amaç ve çizgisine katılmak demektir. Onun için de her yerde, her türlü göreve hazır olmak demektir. Bu hareketin görevlerini her yerde, her koşul altında, her düzeyde kutsal görmek demektir. Kutsallık, lanetliliği kabul edemez. Kutsallık, lanetlilikle mücadeleyi ifade eder. PKK, lanetlilikle mücadele demektir, PKK militanlığı da lanetlilikle mücadele

14


Özgür Halk anlamına gelir. “Ben şu alanın kadrosuyum, sadece burada çalışırım” demek, bir PKK, PAJK militanının anlayışı olamaz. PKK’li, PAJK’lı olmak demek, her yerde, her türlü göreve hazır olmak demektir. Hele hele dağ koşullarında ve gerillada yaşamayı dıştalamak, bunu anlamsız görmek, hatta bunun anlamsızlığını dillendirmek, PKK’ye karşı mücadele anlamına gelir. Hem PKK kadrosu olacaksın, hem böyle bir anlayış ve tutum içinde olacaksın. Böyle bir PKK ve PAJK kadroluğu olamaz. Bu anlayışta düzeltilmelidir. PKK’nin sürekliliği Zindan Direnişiyle sağlandı Zindan direnişinin Parti ve halkımızın mücadele tarihinde müstesna bir yeri vardır. Çok büyük bir tarihi öneme sahiptir. Çünkü Zindan Mücadelemiz, en zor dönemlerde, olanaksızlıklar içinde yürütülen bir mücadeledir. PKK devrimciliğini, militanlığını ispatlayan bir mücadeledir. Çünkü PKK devrimciliği, militanlığı hiç kimsenin yapamadığını yapma, herkesin “olmaz” dediğini olur kılma militanlığıdır. Olanaksızlıklar, engeller ve zorluklar içinde mücadeleyi ısrarla başarı temelinde gerçekleştirme militanlığıdır. PKK militanlığını pratikte en iyi temsil eden ve gerçekleştiren, sömürgeciliği yenen militanlıktır. Sömürgeciliğe, faşist 12 Eylül rejimine ilk darbeyi vuran militanlıktır. Topluma PKK’yi kabul ettiren de yine bu militanlık gerçeğidir. Bir hareket zindanda kendini ispatlarsa halk o harekete güvenir ve destek verir. Kendini ispatlamayan bir harekete halk destek de vermez, kabul de etmez. Böyle bir hareketin gelişme şansı olamaz. Eğer 12 Eylül faşist sömürgeciliği altında zindanlarda, özellikle Diyarbakır Zindanında PKK militanlığı gelişmemiş, başarılı olmamış olsaydı, ne 15 Ağustos Atılımı gerçekleşebilirdi, ne bu halk ne de bu hareket bu düzeye gelebilirdi. Onun öncesinde ve o koşullarda bilindiği gibi hareket yurtdışına çekildi. Bundan doğan büyük boşluğu Zindan Direnişi doldurdu. hareketin sürekliliğini Zindan Direnişi sağladı ve en zor şartlarda bunu yaptı. Salt Kürtler ve Kürdistan için değil, Türkiye’deki bütün devrimci-demokrat kesimler için mücadelenin yol-yöntem ve olanaklarını ortaya çıkardı. Sergilediği direnişle birçok kişiyi idamdan kurtardı, kapatılan birçok örgütü açtırdı. Demirel ve Ecevit’i bile zindandan çıkarıp başbakan ve cumhurbaşkanı yaptı. Bunların hepsi bu harekete borçludur. Gerçek budur. Onun için Zindan Direnişi ve mücadelesi büyük bir mücadeledir, halkımızın ve Partimizin özgürlük mücadelesi tarihinde müstesna bir yere sahiptir. Biz bu mücadelenin militanlarıyız. Onun takipçileriyiz. Bunun da çok iyi anlaşılması gerekiyor. 15 Ağustos geliştiyse, yine bu hareketin devrimci tarzı, ölçüsü, üslup ve yöntemi geliştiyse bunu ortaya çıkaran da zindan mücadelesidir. Önder Apo, en çok zindan mücadelesini bu yönüyle ele aldı ve dedi ki; “Onlar bize devrimin tarzını gösterdiler. Kürdistan’da geliştireceğimiz devrimin tarzı onlar tarafından ortaya çıkarıldı. Tarzımız budur” dedi. Onlar, PKK militan ölçülerini çok net ve

15

Mart 2015

hem de silinmemecesine ortaya koydular. İhanetle zaferin ne demek olduğunu herkese gösterdiler. İşte “Direniş özgürlüğe, özgürlük yaşama, yaşam da ölümsüzlüğe yol açar” dediler. Zindan Direnişi bunu bu kadar net bir biçimde formüle etti. Bir hareketin nasıl bir özgürlük hareketi haline gelebileceğini, özgürlük mücadelesinin hangi tarzda yürütüleceğini ortaya koydu. Önderliğe en büyük desteği Zindan Direnişi sundu. Yurt dışında tasfiyeciliği yenme, hareketi kendi amaçları ve çizgisi doğrultusunda yürütme, hareketi yeniden ülkeden sökülmemecesine üslendirmenin en büyük destekçisi oldu. Eğer bu mücadele olmasaydı, Önderlik yurt dışında o çalışmaları öyle yürütemezdi. O düzeyde sonuçlar elde edemezdi. İşte Zindan Direnişi Önderliğe destek verdi, Önderlik o çalışmaları yürüttü ve bunları birleştirdiğinde tarihi 15 Ağustos Atılımının geliştirilmesi artık kaçınılmaz hale geldi. Biz o tarihi atılımın üzerinden bu güne geldik. Bilindiği üzere Zindan Direnişi tarihimizde üç önemli aşama vardır. Birincisi, 12 Eylül faşist askeri darbesi altında Diyarbakır Zindanında yürütülen mücadeledir; büyük bir mücadele sürecidir bu. İkincisi, Önder Apo tarafından İmralı’da yürütülen mücadele. Üçüncüsü ise, 2012 yılında zindanlarda yürütülen mücadele. Bunlar birbirini tamamlayan halkalardır, tekrar değildir, benzer yanları olmakla birlikte, ayrı olan yanları vardır ama bunlar birbirini tamamlayan, geliştiren mücadelelerdir. Bizim mücadele tarihimizde zindan cephesi daima bir cephe olarak görevini yerine getirmeye çalışmıştır. Nasıl ki bir Gerilla cephesi, bir Avrupa cephesi varsa, bir de zindan cephemiz vardır. Eğer zindandaki geleneğimiz, kültürümüz, mücadele tarzımız sürdürülmemiş olsaydı, 2012’de devlet İmralı’ya mecbur olmazdı. Gerillanın direnişine serhildan destek veremedi, bu ayak sakat kaldı ama cezaevi cephesi o boşluğu tamamladı. Gerilla ve zindan direnişi birleşince devlet Önderliğin ayağına gitmek zorunda kaldı. İşte bu diyaloğa yol açtı, diyalog bunun üzerinden gelişti. Demek ki, mücadele tarihimizde Zindan Direnişi’nin çok önemli bir yeri var. Bu anlaşılmadan PKK’yi ve bugünü anlayabilmek, Önderlik ve PKK gerçeğini, onun militanlığını anlamak mümkün değildir. Bu nedenle zindandan çıkan arkadaşların zindan tarihi ve orada yürütülen görkemli mücadeleye karşı ahlaki, siyasi, kültürel, ideolojik ve örgütsel


Özgür Halk sorumlulukları vardır. Hiçbir zaman bu sorumluluklardan kaçmamaları, bu mücadele gerçeğini kendi kişiliklerinde temsil etmeleri gerekiyor. Kendilerinden beklenen, istenen, kendilerine layık olan ve yakışan da budur. Bunun dışında ortaya çıkacak olan anlayış ve tutumlar kesinlikle terstir ve kabul edilemez. Zindan mücadelesi çok büyük şehitlerle, büyük mücadelelerle ve bunun sonucunda büyük kazanım ve değerlerle yaratılan bir mücadeledir. Ama bu mücadeleden çıkıp gelen birçok kadromuzun bunları temsil edemediği, bunlara hakkını yeterince veremediği de bilinen bir gerçektir ve bu da bize büyük bir acı vermektedir. Bu arkadaşların bu gerçeği bilince çıkarmaları ve bu acıyı gidermeleri gerekiyor. Eğer bugün zindandan çıkan kadromuzun toplum içinde etkisi zayıflamışsa, bunun nedenlerini arkadaşların kendilerinde aramaları gerekiyor. Bunu gidermek de yine arkadaşların çabalarıyla mümkün olabilecektir. Sebebini kesinlikle başka yerlerde aramamalıdırlar. Duruşları, mücadele tarzları, yaşamları, ahlakları,

Mart 2015

mücadeleye, bu halka veren, kendini bir deri-bir kemik hale getiren, dünyanın en zor ölümünü bu hareket ve bu halkın başarısı için tercih eden, bu önder yoldaşın bunu söylemesi çok anlamlıdır. Bu, PKK militan ölçülerinin ortaya konulmasını ifade ediyor. Bu arkadaşımızın bir borcu yoktur bize göre. Ama o kendini borçlu görmüştür. Bunun anlamı, bu halk, bu hareket, bu Şehitler, mücadele eden arkadaşlar ve özgürlük için ne yapsan azdır. Az göreceksin, yeterli görmeyeceksin. Daima daha fazlasını, daha iyisini, daha güzelini yapmaya çalışacaksın. Anlamı, verdiği mesaj ve ortaya koyduğu ölçü budur. Bunun gerisinde bir ölçü olamaz. Hiçbir PKK militanı “ben şunu hakettim” diyemez. Eğer hakedilmişse, Önder Apo ve Hayri Durmuş haketmişlerdir ki onlar da hakettiklerini söylemiyorlar. Kalkıp da bu harekette Önder Apo’ya ve Hayri’ye yoldaş olduğunu söyleyen biri “ben şunu hakettim” diyemez, dese bile bir değeri yoktur, o bir gafildir. PKK, gafillerin yeri değildir. PKK, gafletin ortadan kaldırıldığı yerdir. PKK militanları bunu gideren militanlardır. Çünkü PKK, ihanet, işbirlikçilik ve teslimiyetle mücadele için kurulan ve bunlarla mücadele eden bir harekettir.

Kadroda bireycilik, ben merkeziyetçilik, iktidar anlayışı, yetki-mevki anlayışı PKK’yi, KCK’yi örgütlemiyor, geliştirmiyor; tam tersine mücadelesizliği, tahribatları, kayıpları, kirlenmeyi ve başarısızlığı ortaya çıkarıyor üslupları buna yol açmıştır. Bu, zindan gerçeğimize ters bir durumu ifade etmektedir ve düzeltilmesi gerekiyor. İşte bu Konferansımızın amacı, itibarı zedelenen zindan çıkan kadroların itibarlarının tekrar sağlanmasıdır. Bu Konferans mutlaka bunu gerçekleştirebilmelidir. Konferansın başarısı bununla bağlantılıdır. Konferansın amacı, Önder Apo’nun 1991 de büyük bir cesaret ve sorumlulukla gerçekleştirdiği gibi, Zindan Konferansı düzeyinde yeni bir anlayışı ve yeni bir dönemi başlatmaktır. Eğer bu başarılırsa, bu Konferans amacına ulaşmış olacaktır. Bütün kadrolarımız bu gerçeğin derin bilinciyle hareket etmelidir.

Sizler bu kadar zindanda kaldınız. “Önderliğe, şehitlere bağlıyız” diyorsunuz. Peki, bunun intikamını almayacak mısınız? Önder Apo, “bana iki tokat vuruldu, bunu hiçbir zaman unutmayacağım ve intikamını almak için yaşayacağım” diyecek, ama siz bu kadar zindanda yaşayacaksınız, bunun büyük intikamıyla yaşayıp, mücadele etmeyeceksiniz. Bu olabilir mi? Siz bu ilkeleri, Önder Apo ve Hayri Durmuş’un ortaya koyduğu ilkeleri esas almayacak mısınız? Bunu kendinize sormanız gerekiyor. İşte netleşme, kararlaşma bu temelde olursa doğru olur. Bu temelde kararlaşan da başarılı bir mücadelenin sahibi olur. Şimdiki duruşunuzu bu ilkelere göre sorgulamanız gerekiyor. Gerçekten duruşunuz bu ilkelere göre midir, değil midir? Hangi yönüyle bu ilkelere uygundur, hangi yönüyle terstir, bu netleştirilmelidir.

Hiçbir militan “ben şunu hak ettim” diyemez Zindanın iki temel ilkesi vardır: zindandan çıkan tüm kadrolarımızın ve onlar dışındaki kadrolarımızın da bu iki temel ilkeyi esas almaları gerekiyor. Bu ilkeler esas alınmadan kesinlikle PKK militanlığı, onun zindan cephesindeki büyük militanlığı temsil edilemez, aksine ona ters düşülür. Bu ilkelerden biri Önder Apo’nun geliştirdiği ilkedir. Nedir o ilke? Önder Apo bunu şöyle ifade etmektedir: “Ben düşmandan iki tokat yedim. Hiçbir zaman o tokatları unutmayacağım ve sürekli o tokatların intikamını almak için yaşayacağım.” İlke budur! İkinci ilke; büyük Önderimiz ve Şehidimiz olan Hayri Durmuş arkadaşımızın geliştirdiği ilkedir. “Mezarıma borçlu yazın” ilkesi! Herşeyini bu

Şunu bir kere kabul etmekte yarar var; egemen sistem boşuna zindanları yapmıyor. Zindanları kendisine muhalefet eden, kendisine karşı mücadele edenleri tutmak, orda terbiye ve rehabilite etmek için yapıyor. Zindanlarda uyguladığı politika tamamen mücadeleden koparmak ve hatta mücadele karşıtı hale getirmek içindir. Tüm çabaları bu yönlüdür ve en iyi sizler bunu bilirsiniz. Bizler sizler kadar bilemeyiz çünkü sizler birebir yaşayanlarısınız. Zindanlarda ne tür politikalar uygulandığını en iyi bilenlerdensiniz. Şimdi çoğu kişi zindandan çıkınca mücadeleyi bırakıyor. Bu durum, düşmanın rehabiliteden ne kadar sonuç aldığını gösteriyor. Belki bir kısmı PKK’yi bırakmıyor, devam ediyor ama PKK çizgisiyle katılmıyor. Kendine göre ka-

16


Özgür Halk tılıyor. Zindanlarda düşmanın geliştirdiği anlayışlarla katılıyor. O anlayışların yol açtığı olumsuzluklarla katılıyor. Bu kadar zindanda kalacak, direnecek, çıkınca bırakacak. Veya bu kadar işkence ve hakaret görecek, çıkınca katılacak, ama PKK anlayışıyla, tutumuyla değil, oradan aldığı anlayış ve alışkanlıklarla mücadeleyi yürütecek. Bunlar gerçekten yakışmayan hususlardır. Bunların görülüp, hızla düzeltilmesi gerekiyor. Hiç kimse zindandan çıkan ve mücadeleye katılan arkadaşların emek ve çabalarını inkar etmiyor. Ama bir bütün ele aldığımızda bu kadronun hareketin çizgisine göre ne kadar pratikleştiği, doğru katıldığı, dolayısıyla harekete hizmet ettiği, halka hizmet ettiği, değer yarattığı, ya da ne kadar tahribat yarattığı sizler tarafından iyi değerlendirilmelidir. Bunlar değerlendirilmeden, anlaşılmadan doğru bir militanlığın gerçekleştirilmesi ancak niyette kalabilir. Ama pratikte gerçekleştirilemez. Pratikte gerçekleşmeyen militanlığın hiçbir değeri yoktur. Onun için, “insanın gerçekliği pratiğidir” derler. Doğru bir pratiğin sahibi olabilmek için iyi bir sorgulamanın, bu temelde düzeltmenin gerçekleştirilmesi gerekiyor. Şu bilinen bir gerçektir, sömürgeci Türk Devleti birçok örgütü zindandan çıkan bu örgütlerin kadrolarıyla parçalamış ve tasfiye etmiştir. Bu hareketlerin çoğunu bu tarzda ya kontrolüne almış, ya tümüyle dağıtmış ve etkisizleştirmiştir. Aynı şeyi PKK’de de gerçekleştirmek istedi. Ama Önder Apo tarihten iyi sonuçlar çıkardığı, tarihi kendisine temel aldığı ve bu temelde kendisini eğittiği için buna yol vermedi. Bununla ciddi bir mücadele yürüttü. Bu anlamda sömürgeci Türk Devleti sadece PKK’de başarılı olamadı. Diğer bütün örgütlerde hemen-hemen başarılı oldu. Çünkü orada kadroyu rehabilite ediyor, anlayış kazandırıyor, sisteme çekiyor ve onları bıraktığında o hareketlerde farklı anlayışlar, tartışmalar, bölünmeler, parçalanmalar ve tasfiyeler gerçekleştiriyor. Buna karşı Önder Apo, büyük bir mücadele yürüttü. Zindan Konferansını 1991’de geliştirmesinin bir nedeni de buydu. Onun için düşman başarılı olamadı. Ama düşman bunu gerçekleştiremedi diye bundan vazgeçtiğini düşünmek kesinlikle gaflet olur. Hala başarılı olamamasına rağmen, düşman bunu PKK’de de egemen kılarak sonuç almak istiyor. İdeolojik, örgütsel mücadelenin yeterli yürütülmemesi düşmanın bu tür çabalarına bir dönem oldukça güç verdi. Bilindiği üzere özellikle tasfiyecilik sürecinde zindanlar gerçekten büyük sorunlar yaşadı, büyük tasfiyeler yaşandı ama şimdi bu aşılmış durumda. Ama bundan; düşmandan etkilenmeyen, rehabilite olmayan kadro yoktur anlamı çıkarılmamalıdır. Hala bazı zindanlarda rehabilite güçlüdür, hatta egemendir. Belki istisnadır ama bazı cezaevlerinde bu var. Diğer cezaevlerinde bazı kadrolarda var ama hareketin anlayışı egemen olmuş durumda. Bunu yeterli görmemek, mücadeleyi daha

17

Mart 2015

fazla geliştirip diğer zindanlarda ve tüm kadrolarda hareketin zihniyetini, ölçülerini egemen kılmak gerekiyor. Zindandan çıkan kadro, özellikle de bu Konferansa katılan kadromuz değerlendirmeler geliştirirken, eleştiri ve özeleştiri yaparken duygusal ve tepkisel yaklaşmamalıdırlar. Çünkü zindan kadrolarımızda en çok bu anlayışlar öne çıkmaktadır. Bundan ötürü değerlendirmeleri Önderlik, Şehitler ve halk çizgisine göre yapmalıdırlar. Hakikat ve özgürlüğü esas alan, ona hizmet eden değerlendirme, eleştiri ve özeleştirileri cesurca geliştirmelidirler. Eğer eleştiri-özeleştiriler bu temelde olursa, Konferans başarılı olur. Zindandan çıkan her arkadaşın, genelde de bütün PKK, PAJK kadroları-

Kadromuz gafletten çıkmalıdır, ısrar ederse en büyük ihaneti yaşar ve yaşatır. “Ne yaparsak yapalım bu halk bizimle kalır” denemez. Bu halk ne kimsenin mülküdür, ne de kimsenin üzerine tapuludur. nın zindan Şehitlerinin kişiliklerini, onların mücadele anlayış ve tarzlarını, ölçülerini esas almaları gerekir. Mazlum, Hayri ve Kemalleri esas alarak Partileşmeyi yaşamaları gerekir. Eğer Partileşmeyi bu temelde yaşarlarsa, bu biçimde Partileşmeye doğru katılırlarsa, mücadeleye de doğru katılır ve başarılı olurlar. hareketimiz, Zindan Direnişine, zindanın ortaya çıkardığı değerlere büyük değer verdi ve her zaman da verecektir. Bundan ötürüdür ki zindandan çıkan kadroya da büyük değer verdi. Çünkü onu kutsal Şehitlerimizin takipçisi olarak gördü. Ve bu kadrolarımıza hem değer hem de sorumluluklar verdi. Kimse “hareket zindan mücadelesine, onun yarattığı değerlere ve bizlere yeterince değer vermedi” diyemez. Bu vicdansızlık olur. Ancak vicdanını kaybedenler böyle yaklaşabilir. Ama hareket bunun karşılığını zindandan çıkan arkadaşlardan alamadı, almış değil. Onun için arkadaşların, hareketin kendilerine verdiklerini kat be kat kendinde gerçekleştirip borcunu ödemesi gerekiyor. PKK militanlığının tek bir hakkı vardır o da gece-gündüz çalışmak Zindandan çıkan birçok kadromuz gerçekten görev ve sorumluluklarını yeterince yerine getirmediler. Yapmaları gerekiyor ve bunun da hiçbir karşılığı olamaz. PKK militanlığı, görev ve sorumlulukları yerine getirme militanlığıdır. Büyük Önder Şehidimiz Hayri Durmuş’un dediği gibi kendini sınırsız katan, kendini eriten, kendini adayan ve buna rağmen kendini borçlu gören, borcunu ödemeye çalışan bir militanlıktır. PKK’de olmak demek, görev ve sorumlulukları yerine getirmek demektir. Görev ve sorumluluk yerine getirmek demek, bir


Özgür Halk şeylerin karşılığını elde etmek demek değildir, bunun karşılığı yoktur. PKK militanlarının tek bir hakkı vardır; o da gece-gündüz çalışmak, bu halkın istemlerini ve bu hareketin amaçlarını gerçekleştirmek, Şehitlerimizin ruhunu şad etmektir. Ve Onları Ölümsüz kılmaktır. Tek hakları budur. Yani mücadele etme, başarılı olma hakları vardır. Onun dışında başka hiçbir hakları yoktur. Hiç kimse “ben görev yaptım, şunu yaptım, şunu hakettim” diyemez, dese de bir değeri yoktur ve diyenin de PKK ile bir alakası yoktur. Önderliği esas alanlar, lafta Önderliği esas alamaz. Önderlik İmralı gibi bir sistemde bile sürekli başarı için yoğunlaşıyor. Hiçbir anını mücadelesiz yaşamıyor. Bu halka, yoldaşlara nasıl hizmet edebilir, nasıl bu hizmeti büyütebilir, bunu düşünerek, yoğunlaşarak, bunun çabasını yürüterek yaşıyor. Hiçbir zaman “koşullarım, olanaklarım bir şey yapmama elvermiyor” demiyor. “Benden bir şey beklemeyin” demiyor. Aksine, o koşullarda bile görev ve sorumluluklarını fazlasıyla yerine getirerek, kendini de riske atarak yerine getirmenin çabası içerisindedir. Önderliğe bağlı olanlar bunu kendilerine esas almak zorundadırlar. Hiçbir arkadaşın koşulları da, olanakları da Önder Apo’nun koşul ve olanaklarına benzemiyor. Kıyaslanamaz bile. Kim ki Önder Apo’yu kendine esas almıyor, bu temelde mücadele yürütmüyorsa, o büyük bir vicdansızdır. Vicdanını kaybedenin PKK ortamında yeri olamaz. Çünkü vicdanını kaybeden her türlü anlayış ve tutumun sahibi olur.

PKK’nin üslubu pozitif üsluptur. Yani sorunları görüp anlayan, çözen, gelişme ve başarı yaratan üsluptur. Kadromuzun negatif üsluptan çıkıp, hareketimizin üslubunu esas alması gerekiyor Vicdanını kaybeden her şeyi kaybeder ve her türlü kötülüğü yapar. Onun için ölçülerin doğru temelde ele alınması, geliştirilmesi, yaşamsallaştırılması gerekir. Önderliğin zindana nasıl girdiği, nasıl yaşadığı ve zindanda nasıl bir mücadele yürüttüğü biliniyor. Ama bizler zindana militan olarak giriyoruz. Bir kısmımız çıkarken militanlığı bırakıp çıkıyor. Bırakalım militanlığı büyütmeyi, öfkeyi, intikamı büyütmeyi, bunu düşünce, örgüt ve mücadeleye dönüştürmeyi, her şeyi terk etme gerçekleşiyor. Bir kısmı büyük fedakarlık yapıyor, cesaretle direniyor, her şeye tahammül ediyor, boyun eğmiyor, yiğitçe direniyor, ama zindanda yada dışarıya çıktıktan sonra kişisel anlayış ve yaşayış, maddiyat peşinde koşma, özel duygular, özel ilişkiler içerisine giriyor. Bu hiçbir zaman o arkadaşlara ve PKK’ye layık değildir. Bundan derhal sıyrılmaları ve kendilerini PKK ve Önderlik gerçeği temelinde ele alıp düzeltmeleri gerekmektedir. Çün-

Mart 2015

kü bu gerçekten ciddi bir sorun, tahribat, kayıp, başarısızlık yaratıyor ve zarar veriyor. Halbuki zindandan çıktıktan sonra militanlığın daha da büyütülerek intikamın daha da büyük alınması gerekiyor. Önder Apo’nun gerçek yoldaşları, bu halkın özgürlük savaşçıları ancak böyle olabilir, başka türlü olamaz. Bugün toplumda en çok olumlu veya olumsuz etkileri olan zindandan çıkan arkadaşlardır. En büyük zararı veren de onlardır, en büyük katkıyı yapan da onlardır. Toplum zindandan çıkan insana bakar. PKK’yi onun şahsında görmek, anlamak ister. Çünkü zindandan çıkmıştır. Hele hele zindanda direnen bir insana büyük saygı duyar, ona büyük umutlar besler. Çünkü zindanda direnmiş ve bu direnişten başarılı çıkmış, dışarda da daha büyük başarıların sahibi olacak gözüyle bakılır kendisine. Eğer bunu görmezse, işte o zaman o insanlar onların şahsında Partiye, mücadeleye ve geleceğe olan inancını kaybeder. En büyük zararı onlar örgüte verir. Bu kadar direnmiş ve çıkmış bir insan mücadele etmez, bırakırsa insanlar bunu sorgular. “Neden bu kadar direndi, şimdi çıktı bıraktı. O zaman ben ne diye mücadeleye katılayım” der. Eğer yeterli katılım olmuyorsa, insanlarda coşku ve çalışma istemi güçlü değilse, bununla bağını kurabilmek gerekiyor. Toplum belki başkasının eksikliklerini, hatalarını ve çirkinliklerini görebilir ama fazla abartmaz. Ama zindandan çıkan birinin en ufak bir eksikliğini oldukça abartır. Bu da kadrolar tarafından çok iyi görülmesi gereken bir gerçekliktir. Onun için zindandan çıkan arkadaşların PKK’yi ve mücadeleyi kendi şahıslarında tartıştırmamaları, aksine yüceltmeleri gerekiyor. Eğer bunu yaparlarsa büyük katkıların sahibi olurlar. Yerleri gerçek anlamda müstesna olur. Ama bunu yapmaz ve kendi şahıslarında hareket ve mücadeleyi tartışılır hale getirir, geriye çekerlerse inançsızlığa, mücadelesizliğe, örgütsüzlüğe yol açarlar. Buna da haklarının olmadığı açıktır. PKK devrimci bir harekettir ve devrimci bir hareket kalmaya devam edecektir Tasfiyecilik döneminde birçok zindan çıkışlı kadromuzun mücadeleden kopup gittiği biliniyor. Neden? Çünkü tasfiyecilik zayıflıklara hitap etti. Zayıflıkları olanlar buna kulak kabarttı. Onun için de bunların birçoğu zayıflıklarının kurbanı oldu ve tasfiyeciliğe yem oldular. Bu tür durumları yaşamamak için tarihten dersler çıkarmak ve kendini bu temelde eğitmek gerekiyor. Zindan kadromuzun bu yönüyle de bir sorgulamayı yaşaması kaçınılmazdır. Hepiniz yıllarca zindanlarda kaldınız. Mücadele ettiniz, birçok şey yaşadınız. Belki dışardakiler de birçok şey yaşadı. Her alanın kendine göre zorlukları, avantajları, dezavantajları, olanakları var. Hiçbiri “Ben bu mücadelenin sahibiyim, ben en zor şartlarda direndim, onun için de birtakım şeyler hakettim” deyip,

18


Özgür Halk

kendine ayrıcalıklı bir durum istememelidir. Herkes görevini yapmıştır. Görev yapmak demek, birtakım haklar elde etmek demek değildir. Hiçbir zaman zindanlardaki arkadaşların büyüklüğünü tartışmıyoruz. Küçümsemiyoruz onların mücadelesini, aksine büyük değer veriyoruz. Ama önemli olan arkadaşlarımızın kendilerine bu değeri vermeleridir. Yeterince bunun farkında olmadıklarını, buna anlam vermediklerini görüyoruz. Bu bize gerçekten acı veriyor. Değer görmeyi başkalarında arıyorlar. Oysaki kendi duruşlarıyla, kendi mücadeleleriyle, örnek militanlıklarıyla kendilerine değer vermeleri gerekiyor ki, toplum da, yoldaşlar da onlara gereken değeri versin. Oldukça önemli birikimleriniz var, bu bir gerçek. Fakat bu birikimleri doğru değerlendirmeniz, hareketin ve halkın hizmetine koyarak, hareketi, halkı bu temelde geliştirip, büyütüp, başarıya götürmeniz gerekiyor. Bu birikimlerinizi yanlış değerlendirmemelisiniz. Bunu kendi kişilikleriniz, kişisel menfaatleriniz için, birtakım zayıflıklarınızı, zaaflarınızı, çirkinliklerinizi gizlemek için kullanmamalısınız. Bu tarzda kullanırsanız kendinize de, halka da, harekete de en büyük kötülüğü yapmış, en büyük zararı vermiş olursunuz. Bu anlayış ve tutumunuz gerçekten hem sizi, hem hareketi, hem mücadeleyi geriye çeker ve oldukça ürküntülere yol açar. Oysaki sizin geriye çekmelerin ve ürküntülerin önünü almanız, moral-motivasyonu güçlendirmeniz, coşkuyu, çalışma, mücadele istemini örnek militanlıklarınızla büyütmeniz gerekiyor. Önderlik, her zaman zindandaki arkadaşlara büyük değer verdi, bu konudaki sorumluluklarını yerine getirmeye özen gösterdi. İmralı’da bile sürekli arkadaşlara selam gönderiyor. Artık hem zindanda mücadele yürüten arkadaşlar ve hem de zindandan çıkan arkadaşların bu gerçeği görerek Önderliğe karşı da görev ve sorumluluklarını yerine getirmeleri gereki-

19

Mart 2015

yor. Nasıl ki Önderlik yerine getiriyorsa, zindanda ya da çıkan kadroların da buna bir cevapları olmalıdır. PKK’lilik her şeye anlam verme militanlığıdır. Önderliğin bu çabalarına büyük anlam verilmesi gerekir. Ortadoğu’da büyük bir kaos, kriz yaşanıyor. Son olarak Irak’ta yaşananlar da bu kaos ve krizin içerisinde yeni bir krizi geliştirmedir. Bu durum mevcut krizi daha da büyütmüş, derinleştirmiş ve yaygınlaştırmıştır. Bu hem tehlikeleri, hem devrimin başarısı için olanakları önemli oranda arttırmıştır. Devrimin olanaklarıyla tehlikeler bir arada bulunmaktadır. PKK’ye karşı olan güçler, PKK’nin Ortadoğu siyasetini etkilemesi karşısında büyük bir hamle içindedirler. Nasıl ki ‘92’de PKK, Kürdistan’ın Kuzey’inden çıkıp diğer parçaları etkilediyse ve dengeleri sarsmaya başladıysa, kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya müdahalesini tehlikeye koyduysa, bunun önünü almak için ‘92 müdahalesini NATO, Türkiye, KDP ve YNK ile geliştirdilerse, bugün de PKK, Ortadoğu siyasetini etkilemeye başlayan bir güç haline gelmiştir. Kürt’leri ve kendisini birinci dereceden güç haline getirmiştir. Bu durum ciddi tehlikeler yaratmaktadır. Bu alternatif bir sistemi teorik olarak değil, pratikte de geliştirmenin şansını, olanaklarını ortaya çıkarmıştır. Düşman bunu önleyebilmek için hamleler içerisinde bulunuyor. Irak’taki hamle de bu hamlelerden biridir. Düşman bu hamleleri sürdürmek, bununla büyük PKK devriminin önünü almak istiyor. halkların alternatif olabilecekleri bu dönemin önünü almak istiyor. İşte PKK’nin de buna karşı hamleler içerisinde olması gerekiyor. Eğer PKK, hamleler içerisinde olursa, karşıt hamleleri etkisizleştirebilir, tehlikeleri giderebilir, büyük bir devrimi, halkların devrimini, yüzyılın devrimini nasıl ki Rojava’ da geliştirdiyse, Ortadoğu çapında da geliştirebilir. Eğer PKK bu karşıt hamlelere karşı kendi hamlelerini geliştirip sürekli kılmazsa, şu anda Ortadoğu siyasetini etkileyen bir


Özgür Halk güç olmasına rağmen büyük kaybeder ve büyük kaybettirir. Bunun kadromuzca çok iyi bilinmesi gerekiyor. Irak’ta görünürde İŞİD’in geliştirdiği hamlenin hedefi PKK’yi etkisizleştirme, dolayısıyla Rojava devrimini etkisiz hale getirmedir. Başka hedefleri de vardır ama esas hedef budur. Artık gelinen aşamada PKK’yi durdurmak sadece ve sadece Barzani’ye Güney de Kürt Devletini kurdurtmakla olabilir. O da olabilirse tabi. Başka türlü PKK’nin önünü almaları mümkün değildir. Dikkat edilirse bu Irak’taki son olaydan önce Hewler’de, Behdinan’da bazı kurumlar kapatılarak PKK’ye hamle yapılmış, ardından Mesut Barzani, Avrupa’ya çıkmış ve ardından bu hamle gerçekleşmiştir. Nasıl ki ABD, kapitalist modernite Ortadoğu’ya müdahale etmeden önce Önderliğe müdahale etmişse, ardından müdahaleyi geliştirmişse benzer bir durum bugün de yaşanmaktadır. PKK devrimci bir harekettir ve devrimci bir hareket olarak da kalacaktır. Hiç kimse bu hareketi bu ruhtan alıkoyamaz. Bu da çok iyi anlaşılmalıdır. PKK devrim içinde devrimi gerçekleştiren, hiçbir devrimle yetinmeyen, kendine sınır koymayan bir harekettir ve öyle de kalacaktır. Bu PKK’nin gerçekliğidir. PKK bugün büyük bir devrimi, büyük bir kültürü Ortadoğu’da geliştirmeye çalışıyor. Bunu öngördüğü sistemi inşa ederek geliştirmeye, bunu mücadeleyle inşa ederek gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu yüzden temel hedef Önderliğimizin ve halkımızın özgürlüğü ve bu temelde Ortadoğu halklarının özgürlüğüdür. Bunun gerisindeki bir pratikleşme kesinlikle başarı değildir, dönemin tasfiyeciliğidir.

Mart 2015

mektir, devrimi başarmamaktır. Buna hizmet etmeyen, bunu geliştirip gerçekleştirmeyen bütün anlayış, tutum ve pratikler başarısızdır, devrimi geriye çekmedir, devrimi tasfiyeye götürmedir. İşte bu, günümüz tasfiyeciliğinin karakteridir. Günümüzde hiçbir zaman 2004-2005 tasfiyeciliği görülemez. Kim ki görmeye çalışıyorsa gaflet içerisindedir. Kim ki geçmişe göre bir pratik geliştirmek istiyorsa gaflet içerisindedir. Bu hareketin hiçbir zaman böyle bir ölçüsü olmamıştır, bundan sonra da olmaz. Ölçü önüne koyduğu hedeftir. Önderlik, PKK ve PKK militanlarının önüne hedef olarak devrimi koymuştur. Bunun dışındaki pratikleşme kesinlikle devrimi tasfiye etme pratiğidir, tasfiyeciliktir. Devrimin kaderi öncüye ve kadroya, öncünün ve kadronun zamanında görev ve sorumluluklarını yerine getirmesine bağlıdır. Bu hareketin kadrosu olduğunu söyleyenlerin öncülük görevlerini üstlenmeleri, bununla oynamamaları gerekiyor. Öncülüğün hakkını vermek için, yürek ve beyinlerini ayaklandırmaları, bütün enerji ve olanaklarını, bilinçlerini bu temelde harekete geçirmeleri gerekiyor. Bunun için oldukça net, kararlı, cesur ve atak davranılmalıdır. Bu devrime ve özgürlüğe yürümedir. Dönem böylesi bir dönemdir. PKK kadrosunun önündeki görev budur. Bu görevin hakkıyla üstlenilip gerçekleştirilmesi bizi devrime götürecektir. Bu temelde Konferansa katılan bütün arkadaşlara başarılar diliyorum. Yaşasın Önder Apo! Yaşasın PKK, PAJK! Yaşasın Zindan Direnişimiz ve onun geleneğinin günümüzde yaşatılması!

Bu dönemin tasfiyeciliğinin karakteri devrime yürüme-

20


Özgür Halk

Mart 2015

Kürdistan’da Demokratik Ulus Kahramanlığı Mazlum ve Mahsum gerçeği yaşayacak, Kürt Halk Kahramanlığı bu iki büyük kişiliğin şahsında gerçekleşen birer hakikat olarak partileşme, gerillalaşma ve demokratik uluslaşmamıza her zaman öncülük edecek, yol gösterecektir Duran Kalkan Kahramanlık denilince insanın aklına ilk başta cesaret ve fedakârlık geliyor. Kahramanlık, bir gözü pekliği, başkalarının yapamadığını yapmayı içeriyor. Özellikle sosyal olguların şekillenmesinde, gelişiminde kahramanlıklar önemli bir rol oynuyor. Kuşkusuz, sosyal olguların doğuş aşamalarında gerçekleşiyor ve sosyal olgununun gelişim çizgilerini ve özelliklerini belirliyor. Bu bakımdan hemen hemen her sosyal olgu için kahramanlıktan söz etmek mümkün oluyor. Örneğin bir aşiretin, kabilenin veya ailenin kahramanlığı; örneğin bir halkın kahramanı; örneğin ulusal kahramanlık, yine parti kahramanlığı, gerilla kahramanlığı gibi... Öyle anlaşılıyor ki, kahramanlık dönemini yaşamamış, kahramanlara sahip olmamış hiçbir sosyal olgu tarih içerisinde mümkün olmamıştır. Bu bakımdan olgunun karakterini, ruhunu, ölçülerini yaratan çıkışlara ihtiyaç duyulmuştur. Daha doğrusu bir olgunun gelişip güçlenmesinin, kalıcı bir sosyal varlık haline gelmesinin onu tüm boyutlarıyla temsil eden güçlü kahramanlar yaratmasına bağlı olduğu görülmüştür. Bu bakımdan da insanlığın tarihsel yürüyüşü, toplumsallık düzeyinde olduğu gibi her toplumsallığın da belli kahramanlar tarafından temsil edilmesi, kahramanlar dönemini yaşaması söz konusu olmuştur. Öyle ki kendi kahramanını çıkaramayan, güçlü kahramanlık dönemi yaşamayan sosyal olgular, uzun ömürlü ve kalıcı olamamışlardır. Bu tür olgular ilk elden eriyip gitmiş, kendisini farklı kahramanlar tarafından temsil eden sosyal olgular içerisinde erimek durumunda bulmuşlardır. Kahramanlığın toplumsallıkla bağı bu anlamda kesin ve önemlidir. Buradan çıkaracağımız sonuç; her sosyal olgunun kahramanının o olguyu tüm boyutlarıyla temsil etmesi, beyni ve yüreğiyle o sosyal olgu içerisinde eritmiş olmasıdır. Bu bakımdan kahramanlık her ne kadar bireysel bir durum veya tutum gibi gözükse de özünde sosyaldir, toplumsaldır, komünaldir. Bireyin toplumsallık içinde erimesini, farklı düzeylerdeki toplumun bir birey tarafından temsil edilmesini ifade eder. Sosyal gelişmelere baktığımızda güçlü toplumsallıkların önemli kahramanlık dönemlerini yaşadıklarını ve özelliklerini o dönemlerde şekillendirdiklerini görürüz. O kahramanlık dönemleri de ona adını ve-

21

ren, ölçü kazandıran, ruh ve özellik katan kahraman kişilikler tarafından temsil edilirler. Kabileler, aşiretler, halklar, en son uluslar bu aşamayı hep yaşamışlardır. Toplumsal ilerleme ve kahramanlık Avrupa’dan gelişen uluslaşma sürecinin hep kahramanlar tarafından ifade edilen boyutları vardır. Örneğin, Fransa ulusal devriminin Jeanne D’ark gibi ulusal kahramanı söz konusudur. Uluslaşma adımını temsil eden, böyle bir süreçte her türlü zayıflık karşısında uluslaşma yürüyüşünü geliştiren, sürükleyen kişi olmuştur. Ulus uluslaşmasının, Türk uluslaşmasını, Arap uluslaşmasının hep kahramanlık dönemlerinden geçtiğini, belli kahramanlar tarafından bu dönemin temsil edildiğini bilmekteyiz. Bu bakımdan kahramanlık dönemi yaşamamış, kendi içinden ulusal ruh, özellik ve ölçüleri temsil eden kahramanlık çıkarmamış hiçbir ulus yoktur. Uluslar açısından bu durum böyle olduğu gibi, aslında değişik sosyal topluluklar açısından da kahramanlık olayı geçerliliğini korumaktadır; örneğin partilerin kahramanlığı, örneğin cephelerin kahramanları. Yani aşiret, kabile, ulus gibi sosyal olguların kahramanlık dönemleri, kendi gerçeklerini temsil eden kahramanları söz konusu olduğu gibi, örgütlü topluluklar olan güçlerin de kahramanlık dönemleri, kendi ölçü ve özelliklerini yaratan kahramanları söz konusudur. Buradan baktığımızda kahramanlık daha çok çıkışla, başlangıçla, yaratılışla ilgilidir. Yine bu temelde baktığımızda kahramanlık, savaşçılık olarak ortaya çıkmaktadır. Başta ifade ettiğimiz cesaret, fedakârlık, gözü peklik, hiç kimsenin güç getiremediği, cesaret edemediklerini yapma kahramanlığın temel özellikleri olmaktadır. Fakat bu bir görüntüdür. Yalnız başına cesaret ve fedakârlık, yine gözü peklik kahramanlığı açıklamak açısından yeterli olmayabilir. Önemli olan bir sosyal olgunun var oluşunu, onun ilke, ölçü ve özelliklerinin yaratıcısı olabilmek; onu kendi beyninde, ruhunda, yüreğinde temsil edebilmek, bunu sağlayacak adımı yerinde, zamanında atabilmek, onun ihtiyaç duyduğu tutumu gösterebilmek, onu hakkıyla temsil edebilmektir. Bu da aklın ve yüreğin kahramanlıktaki yerini, önemini ortaya çıkarmaktadır. Sadece kör cesaret ve fedakâr-


Özgür Halk lıkla ya da savaşçılıkla kahramanlığı tanımlayamayız. Aklın ve yüreğin inceliğiyle, sanatkârlığıyla birleşen cesaret ve fedakârlık kahramanlığı ortaya çıkarabilir. Sosyal olgular, topluluk ya da toplumlar açısından, kahramanlığın belirleyici önemi; kapitalist modernitenin küresel düzeyde hegemon olup, ulus devlet sistemi içerisinde toplumsallığı tümden yok etmek istediği dönemde azaltılmaya çalışılmasıdır. Kapitalist modernitenin liberal ideologları tarafından kahramanlık döneminin geçtiği, ‘Ulusal kahramanların devrinin bittiği, artık toplumsal olayların kahramanlar tarafından temsil edilmediği’ gibi vaazlar verdiğini görmekteyiz. Aslında kendileri bile ulusal dönüş döneminin kahramanlarına dayanarak ayakta kalmalarına rağmen, toplumsallığın çok güçlü bir harcı olan kahramanlık gerçeğini bu biçimde kötüleyerek, kapitalist modernite sisteminin toplumsallığı tüketen bireyciliğini ayaklandırmak istemektedirler. Kahramanları kötüleyerek, ‘Kahramanlar dönemi geçmiştir’ diyerek kahramanlar şahsında dile gelen, gerçekleşen ve yaşayan toplumsallığı geri plana itmek, yok etmek, böylece aşırı düzeyde ulus-devlete teslim olmuş, ulus-devlet tarafından asimile edilmiş bireyciliği orta-

PKK’nin kendisi bir kahramanlık olayıdır, kahramanlık çıkışıdır. Kürt Halk Kahramanlığı’nı, Kürt Ulusal Kahramanlığı’nı temsil etmektedir ya çıkarmak istemektedirler. Böyle olursa toplumsal değerler tüketilmekte, toplumdan kopan, kendi varlığını kaybeden, dahası özgürleştiği yanılgısını yaşayan, köleliğin en ağırına saplanmış olan bireyi yönetmek, onun üzerinde hâkim olmak kolay olmaktadır. Dolayısıyla günümüzde burjuva liberalizminin ulusal kahramanlıkları kötüleyen, kahramanlar döneminin geçtiğini vaaz eden yaklaşımları maksatlıdır. Tamamen toplum kırım temelinde toplumu tüketmeyi, devletin her şeye hakim olmasını amaçlayan girişimlerdir. Dolayısıyla her şeyi kahramanlarla ifade etmek, izah etmek, her türlü gelişmeyi kahramanlara bağlamak, onların üzerine yüklemek kuşkusuz doğru olmamakla birlikte sosyal gelişme ve toplumsal ilerlemede her zaman görmek, anlamak, asla onun inkârına düşmemek, sosyal olguların varlığı ve gelişiminde kahramanların neredeyse belirleyici olan yerinin ve rolünün her zaman önemini idrak etmek gereklidir. Bu yaklaşım kuşkusuz diğer toplumlar gibi, hatta onlardan daha fazla Kürtler açısından geçerlidir. Neden? Çünkü Kürdistan üzerinde Birinci Dünya Savaşı ardından oluşturulan sistem tarihte eşi ve benzeri

Mart 2015

bulunmayan, görülmeyen bir sistemdir. Kürdistan’ın bölünüp parçalanması ve kapitalist hegemonya altına alınması temelinde Kürt toplumuna inkâr ve imha sistemi gibi vahşi bir soykırım dayatılmıştır. Kürdü yok sayan ve yok etmeyi hedefleyen bir sistem altına alınmıştır. Kürt toplumunun uzun süren aşiret döneminin açtığı ama halklaşma, dahası uluslaşma yönünde de gerekli bilinç ve örgütlenme adımlarını atamamış olduğu bir ortamda ve dönemde böyle bir sisteminin dayatılması Kürt toplumunun ve bireyinin asimile edilmesi bakımdan oldukça tahripkâr rol oynamıştır. Yabancı egemenlik ve feodal ağalık sistemi altında, kabile-aşiret toplumsallığının önemli ölçüde aşıldığı, fakat bunun yerine güçlü bir halklaşmanın ve uluslaşmanın alamadığı, toplumsal örgütlülüğün zayıf, parçalı ve dağınık konumda olduğu bir dönemde böyle bir sistemin dayatılması Kürt toplumunu tarihten silinmeyle yüz yüze getirmiştir. Özellikle 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan olaylar, kapitalist modernitenin Ortadoğu üzerinden küresel hegemonya sağlama çabaları, bunun da ancak Kürdistan’ın inkarı ve imhası üzerinden bir küresel ulus-devlet birliğine, ittifakına dönüşmesi Kürtler açısından son derece tehlikeli bir tarihsel süreci ortaya çıkarmıştır. Önder Apo’nun ifadesiyle, “Ulusal yok oluş süreci, tarihsel olarak baş aşağı gidiş süreci” başlamıştır. Yine de şu ifade edilebilir: Eğer neolitiğin yaratıcısı toplum olmasa, eğer devletçi uygarlık karşısında hareketli aşiret düzenine ve dağa dayanan bir yaşam sistemini esas almasa, eğer insanlığın beşiği olan Mezopotamya uygarlığının kadim halkı konumunda bulunmasa söz konusu inkar ve imha dayatması altında Kürt toplumunun varlığını sürdürmesi asla mümkün olamazdı. Küresel ve bölgesel düzeyde birleşilen kültüler soykırım rejimi karşısında ağır tahribatlar yaşamış olsa da ayakta kalması bu tarihsel toplum gerçeğiyle bağlantılıdır. Tarih içerisinde daha güçlü bir örgütlenmeye, birliğe ulaşamamış olması söz konusu inkar ve imha sisteminin dayatılmasının temeli olurken, neolitikten, kadın öncülüğünde tarım-köy devrimine dayalı bir toplumsallıktan geliyor olması da bu tür soykırım girişimleri karşısında ağır tahribatlar yaşasa da yine de ayakta kalmasını sağlamıştır. 20. yüzyılın ilk yarısında söz konusu inkar ve imha sistemine dayalı Kürdistan üzerinde egemenlik kurmaya çalışan sömürgeci güçlerin saldırılarına karşı birer tepki hareketi, direnme olayları biçiminde, Kuzey Kürdistan’da, Doğu’da, Batı’da, Güney’de ortaya çıkan direnişler söz konusudur. Bu direnişlerin önderleri, savaşçıları vardır; on binlerce, yüz binlerce şehit vermişlerdir, ağır katliamlar yaşamışlardır. Kuşkusuz bunlar Kürt varlığının kahramanları konumundadırlar. Fakat yeterli bir bilinç ve örgütlülüğe dayalı olmadıkları için kalıcılaşan, başarı elde eden bir konuma ulaşamamışlardır. Demek ki ulusal kahramanlığın başarısının sonuç alıcılıkla da bağı vardır.

22


Özgür Halk

Mart 2015

Sadece cesaret, fedakârlık, gözü peklik, kendini bir sosyal varlık uğruna feda etmek ‘kahraman’ olmak için yetmemektedir. O sosyal varlığı temsil etme, kalıcı kılma, geliştirip güçlendirme, başarıya götürme sağlanmışsa, işte söz konusu kahramanlık orada ortaya çıkar. Dolayısıyla 20. yüzyılın ilk yarısında Kürdistan parçalarında inkâr ve imha sisteminin sömürgeci saldırıları karşısındaki direnişin şehitleri büyük savaşçılıklar, kahramanlıklar göstermiş olsalar da, Kürt ulusal gelişiminin başarı çizgisinde yürüyüşünü temsil edememişlerdir. Dolayısıyla Kürt uluslaşmasının öncü kahramanları haline gelememişlerdir. Böyle bir durum Kürt soykırımı açısından tehlike oluşturucu bir özellik oluşturmuştur. Tam da ulusal kahramanların öne çıkmaları, ortaya çıkmaları, kahramanlık döneminin yaşanması temelinde ulusal gelişmenin gerçekleşmesi gerekirken bu tür tutumların saldırganlar tarafından ezilmesi, yenilgiye uğratılması Kürt ulusal varlığı açısından ciddi bir tehdit ve yok oluş konumu ortaya çıkarmıştı. Bu da neredeyse Kürt toplumsal varlığını tarihten silinir bir konuma düşürmüştür. Bütün örgütlülüğü dağıtılan, direnme odakları ezilen, teslim alınan, varlığını, geleceğini göremeyen, her bakımdan egemene bağımlı, onun için düşünen ve çalışan bir toplum gerçeği ortaya çıkartılmıştır. PKK bir kahramanlık duruşudur İşte böyle bir yok oluş sürecinde bu tehlikeyi beyninde ve yüreğinde derinden gören ve anlayan, Kürt varlığının özgürce yaşaması gerektiği bilincine ve inancına ulaşan kişilik olarak Önder Apo’nun çıkışı ve bunun PKK biçimindeki partileşmesi gündeme gelmiştir. Aslında Önderliksel çıkış, PKK şekillenmesi Kürt kültürel soykırımına karşı bir kahramanlık duruşu, yiğitlik örneği, Kürt toplumunun varlığını ve özgürlüğünü temsil eden bir doğuş olarak ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan da PKK’nin kendisi bir kahramanlık olayıdır, kahramanlık çıkışıdır. Kürt halk kahramanlığını, Kürt ulusal kahramanlığını temsil etmektedir. Günümüzde Önder Apo’nun demokratik ulus olarak tanımladığı gelişmelerin yaratıcısı olmuştur. Demokratik ulus kahramanlığı PKK’nin doğuşuyla, gelişimiyle birlikte var olmuş ve yaşamıştır. Önderliksel doğuş bir kahramanlık doğuşudur, dolayısıyla böyle bir çizgiyi en önde büyük cesaret ve fedakârlıkla hayata geçiren ve bu uğurda yaşamını veren büyük şehitler PKK kahramanları oldukları gibi Kürt demokratik ulus kahramanları olarak da ortaya çıkmışlardır. 20. yüzyılın ilk yarısındaki direnme hareketlerinden farkı olarak PKK adıyla örgütlenen, Önder Apo tarafından yönetilen bu kahramanlık olayı yenilmemiş, ezilmemiştir. Her kahramanlık olayı yeni ve daha büyük kahramanları ortaya çıkartan bir gelişme durumunu yaşamıştır. Böylece bir ulusal kahramanlık zinciri biçimde büyük bir ulusal diriliş ve direniş hareketi ortaya çıkmıştır. Böyle bir hareketin ilk büyük şehidinin Haki Karer yoldaş olduğu bilinmektedir. 1980 öncesi partileşme döneminin büyük şehi-

23

didir, şehitler şehididir. Aslında parti kahramanlığını temsil etmektedir. 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı siyasi, askeri mücadele ise Kürt halk kahramanlığı dönemini, ulusal kahramanlık dönemini ifade etmiştir. Böyle bir kahramanlık sürecinin 1982 büyük Zindan Direnişi ile başladığı, Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin kahramanlıklarıyla şekillendiği ve 15 Ağustos 1984 Mahsum Korkmaz öncülüğündeki gerilla atılımıyla dağa taşınıp askerileşerek ulusal diriliş devrimine, Kürt demokratik uluslaşmasının yaratılmasına ulaştığını biliyoruz. Bu bakımdan büyük Zindan Direnişi’nin başlatıcısı, öncüsü olan Mazlum Doğan yoldaş, Kürt demokratik uluslaşmasının ilk büyük kahramanı olarak tanımlanmıştır. Mazlum yoldaşın şehadet günü zaten tarihten gelen Kürt ulusal direnme günü olan 21 Mart Newroz Kürt Ulusal Kahramanlık Günü olarak tanımlanmıştır. Yine 15 Ağustos ‘84 tarihi gerilla atılımının büyük komutanı Agit yoldaşın şehadet günü 28 Mart 1986 günü Kürt Ulusal Kahramanlık Günü olarak parti kongrelerimiz tarafından kabul edilmiştir. Yaşamıyla, gerillacılığıyla, gerilla komutanlığıyla ulusal kahramanlık sürecini başlatan


Özgür Halk Kürdün büyük Agit’i, savaş içerisinde şehadetiyle de Kürt ulusal kahramanlığının gerçekleşmesini ortaya çıkarmıştır. Kürt kızları ve oğulları için, tüm Kürt gençleri için Agitleşme çağrısı olmuştur. Böylece tarihsel bir olgu olarak 21 Mart Newroz yanında bir de Kürt demokratik uluslaşmasının ilk büyük gerilla şehidi, komutanı olan Mahsum Korkmaz yoldaşın şehadet günü olan 28 Mart Ulusal Kahramanlık Günü olarak tanımlanmıştır. 15 Ağustos Atılımı temelinde gelişen gerilla direnişçiliğini Önder Apo, “Kürt halkının ulusal kahramanlık dönemi, çağı” olarak ifade etmiş, bu dönemin sembol şehidi olan Agit-Masmum Korkmaz yoldaşı da Kürt demokratik ulus kahramanı olarak tanımlamıştır. Böylece 21 Mart ve 28 Mart günleri Kürt ulusal kahramanlık günleri olurken, 21 Mart’tan 28 Mart’a kadar bir haftalık süreç de Kürt Ulusal Kahramanlık Haftası olarak parti kongrelerimiz ve Kürdistan Halk Kongresi tarafından kabul edilmiştir. Demokratik ulus kahramanlığının ruhu ve bilinci Mazlum ve Mahsum Böylece Önder Apo’nun büyük tarihsel çıkışı, bu çıkışın özgürlük ve direniş temelinde PKK biçiminde partileşmeye dönüşmesi, parti öncülüğünde zindan ve dağda 12 Eylül faşizmine karşı kahramanca direnişe geçişi Kürt demokratik uluslaşma sürecini başlatmış, bunu da Mazlum ve Mahsum gibi iki büyük ulusal halk kahramanında temsil edilmesini yaratmıştır. Nitekim zindan direnişi gerillayla dağ direnişi haline gelmiş, 15 Ağustos büyük gerilla atılımı da 1990’da halk serhildanlarını ortaya çıkararak Ulusal Diriliş Devrimi’ni başarıya ulaştırmıştır. 1990’larda serhildanlarla gerçekleşen Ulusal Diriliş Devrimi Kürt halkının demokratik uluslaşma sürecinin gelişmesi, demokratik ulus haline gelmesi, yeni bir özgür demokratik ulusal doğuşun gerçekleşmesi anlamına gelmektedir. Bugün 25 yıldır yaşanan gelişmelerin altında hep bu Ulusal Diriliş Devrimi’nin ortaya çıkardığı birikimler, sonuçlar vardır. Bugün Kuzey’de, Güney’de, Doğu’da, Batı’da her türlü gerici faşist saldırganlığa karşı kahramanca direnişin dört parçada ve yurt dışında Kürt halkının demokratik ulus örgütlülüğünü geliştirmek için büyük çaba harcamasının altında, böyle bir Ulusal Diriliş Devrimi vardı. Bu devrimin yaratıcı da Mazlumların, Mahsumların temsil ettiği Kürt halk kahramanlığıdır, Kürt demokratik ulus kahramanlığıdır. Dolayısıyla Kürt demokratik ulus kahramanlığının bütün ilke, ölçü ve özellikleri; ruhu ve bilinci Mazlum ve Mahsum kişiliğinde dile gelmiş, temsil bulmuştur. Kürdün büyük cesareti, fedakarlığı, gözü pekliği Mazlum ve Mahsum direnişçiliğiyle ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda büyük Kürt bilgeliği, Kürt vicdanı, Kürt ahlakı bu insanlarda yeniden oluşmuş ve büyük bir temsiliyete kavuşmuştur. Bilindiği gibi Mazlum Doğan yoldaş aslen Mazgirtlidir, Karakoçan’da büyümüştür. Apocu harekete Ankara’da, Hacettepe Üniversitesi’nde öğrenciyken katılmış ve

Mart 2015

şehit düşene kadar da Kürdistan’ın birçok alanında çalışma yürütmüştür. İlk sonuç alıcı çalışmasını Batman’da gerçekleştirmiştir ve Mahsum Korkmaz yoldaş, Mazlum Doğan yoldaşın Batman çalışması sürecinde Apocu gruba katılan gençlik kadrolarının önde gelenlerinden biri olmuştur. 1976-77’de Mazlum Doğan yoldaşın Batman çalışmaları sürecinde Apocu hareketle tanışarak katılım göstermiştir. Mazlum yoldaşın her zaman söylediği şu olmuştur: “Haki arkadaş 4 saat oturdu, hiç ara vermeden hareketin görüşlerini anlattı, bitirdi. Biter bitmez ‘hepsine katılıyorum’ dedim ve Apocu oldum.” Yani kendisini ikna eden, bilinçlendiren, Apocu harekete katanın büyük parti şehidi Haki Karer olduğunu her zaman söylemiştir. Benzer bir biçimde gerillanın ölümsüz büyük komutanını Apocu hareke katan da Mazlum Doğan yoldaş olmuştur. Onun o büyük dehası, etkili ajitasyon gücü, kararlı duruşu, diğer hareketlerin hepsinin bulunduğu bir ortamda gözü pek Kürt direnişçisi olan genç Mahsum Korkmaz’ın, Mazlum Doğan’dan etkilenerek Apocu harekete katılımını sağlatmıştır. Zindan ve dağ gerilla direnişleriyle temsil edilen Kürt ulusal halk kahramanlığı döneminin sembolleri olan Mazlum Doğan ve Mahsum Korkmaz’ın bu biçimde birbirleriyle ilişkileri, birbirlerinden etkilenme durumları olduğu gibi, aslında benzerlikleri de vardır. Kahraman denince yine akla ilk çok iri yarı, dev gibi bir insan duruşu gelmektedir. İster istemez insanın gözünün önüne böyle bir siluet gelip geçmektedir. İşte Kürt demokratik ulus kahramanlığını temsil eden Mazlum ve Mahsum kişiliği, bunun bir görüntü, göz yanılsaması olduğunu, aslında kahramanlığın ondan çok öte bir duruşu ifade ettiğini ortaya koymuşlardır. Bu iki büyük kahraman fizik olarak büyük olmayan, ama akıl ve yürek olarak dev gibi büyüklüğü temsil eden iki büyük gerçeklik olarak, hakikat olarak ortaya çıkmışlardır. İkisi birbirini tamamlayarak Önder Apo’nun dehası ve duruşunda dile gelen Kürt demokratik ulus kahramanlığını oluşturmuşlardır. Önder Apo: Mazlum partidir Burada biz 1982 büyük Zindan Direnişi’nin tarihi önemi üzerinde duracak değiliz. Yine 15 Ağustos 1984 gerilla atılımı temelinde ortaya çıkan tarihi gelişmelerin, bu atılımın Ortadoğu ve Kürdistan tarihi açısından taşıdığı önemin üzerinde duracak değiliz. Bunlar çok tartışılmış, değerlendirilmiş, yerli yerine oturtulmuş hakikatlerdir. İnsan şunu söyleyebilir: 1982 Büyük Zindan Direnişi olmasaydı bugün esamesi okunmayan diğer Kürt gruplarından farklı bir hareket olamazdık. Zindan Direnişi olmasa Önder Apo’nun yurtdışında yürüttüğü büyük çalışmaların ete kemiğe bürünmesi, ülkeye dönmesi, gerillaya dönüşmesi gerçekleşmezdi. 1982 büyük Zindan Direnişi olmasa 15 Ağustos gerilla atılımı, Mahsum Korkmaz kahramanlığı, büyük gerilla direnişi ortaya çıkmazdı. Yine 15 Ağustos

24


Özgür Halk

Mart 2015

1984 gerilla atılımı olmasaydı, PKK yurtdışına çıkmış, mültecileşmiş örgütlerden farkı olmayan bir duruma düşerdi. 15 Ağustos 84 gerilla atılımı olmasa, PKK’nin bugünkü gelişimi, Kürt halkına, Ortadoğu halklarına, tüm ezilenlere, kadınlara ve gençlere, tüm insanlığa öncülük eden bir parti haline gelmesi gerçekleşmezdi. 15 Ağustos ‘84 Gerilla Atılımı olmasa 1990 Ulusal Diriliş Devrimi gerçekleşmez, Kürt ulusal demokratlaşması oluşmaz, bir demokratik ulus olarak Kürt dirilişi gerçekleşmezdi. Demek ki parti olarak, gerilla olarak, halk olarak, demokratik ulus olarak bugüne gelişimizin altında 1982 Zindan Direnişi ile 15 Ağustos ‘84 büyük gerilla atılımı vardır. Zindan direnişi Mazlum Doğan yoldaş, gerilla direnişi de ölümsüz kahraman Mahsum Korkmaz yoldaş tarafından temsil edilmektedir. Bu, ilk olarak şehit düştükleri için sadece değil, yaşamları boyunca da öncü düzeyde bu mücadeleyi, direnişi sürdürdükleri ve bu temelde de cesaret ve fedakarlığın, gözü pekliğin en büyük örneğini vererek şehadete gitmelerinden kaynaklanmaktadır. Mazlum Doğan kişiliğine ilişkin Önder Apo’nun çok çarpıcı tanımlamaları vardır. Zindan Direnişi’ni “Ölümden özgür yaşama köprü kurmak” olarak değerlendirdi ve bu köprünün çok sağlam kurulduğunu, tüm halkın özgürlüğe doğru büyük cesaretle geçebileceğini ifade etti, bunu da “Çağdaş Kawa direnişçiliği” olarak tanımlayarak Mazlum çizgisinde tüm Kürt gençliğini ve halkını direnişe çağırdı. Eğer gerilla ve serhildan direnişleri geliştiyse Mazlum Doğan direnişi ile başlayan büyük Zindan Direnişi’nin etkisi sonucu oldu. Zindan Direnişi’nin Mazlum Doğan tarafından başlatılması ve bir Newroz günü gerçekleşmiş olması da bir tesadüf değildir. Önder Apo “Mazlum partidir” dedi. PKK’yi en doğru anlayan ve temsil eden düşünce gücünün Mazlum Doğan zihniyeti ve duruşu olduğunu ifade eti. Yaşamı, çalışma tarzı üzerine de önemli değerlendirmelerde bulundu; “Hareketimizin bilinç hamuruydu” dedi. “Günde 500 sayfalık kitabı etüt edecek kadar büyük bir zekanın ve çalışma temposunun sahibi olduğunu” belirtti. “PKK’nin ideolojik duruşu, bilinç gücü” olduğunu ifade etti. Bütün bunlar dikkate alındığında zindanda ilk direnenin Mazlum Doğan olmasının bir tesadüf sonucu olmadığını herkes rahatlıkla görebilir. Onu direnişte, cesaret ve fedakârlıkta, kahramanlıkta öncü yapan bu bilinç düzeyidir. Önderlik zihniyetine en çok ulaşan, anlayan, o zihniyete sahip olan kişilik olmasıdır. Böyle olduğu için 12 Eylül faşizminin ne olduğunu herkesten önce kavramıştır. 12 Eylül faşizminin Amed-Diyarbakır Zindanı’nda PKK kadrolarına ve sempatizanlara vahşi işkenceyle dayattığının ne anlama geldiğini, neyi amaçladığını herkesten önce gören Mazlum Doğan olmuştur. Bu temelde de bütün inkarcı ve imhacı saldırıları boşa çıkartarak, Önder Apo’nun çizgisinin her koşulda zafer kazanmasını öngören, sağlatan bir cesaret ve fedakarlığın temsilcisi de Mazlum Doğan olmuştur.

25

Mazlum Doğan’a bu büyük cesaret ve fedakarlığı veren, doğru yer ve zamanda doğru uygulama yaptıran kesinlikle onun zihniyet gücüdür, düşünce gücüdür. Önderliğin zihniyet ve ideolojisini herkesten fazla anlamış, özümsemiş olmasıdır. PKK kadro ve sempatizanlarına işkence altında fiziki yaşam karşılığında inancını, iradesini, düşünce gücünü satmasını dayatan, 12 Eylül faşizmine karşı itirafçılık adı altında bilincini, inancını ve kişiliğini kusmasını isteyen faşist sömürgeciliğe karşı Apocu ruhla, çizgiyle, inanç ve iradeyle yaşamayı tek doğru yaşam olarak gören ve “Direnmek yaşamaktır” diyerek faşizmin üzerine herkesten önce yürüyen Mazlum Doğan olmuştur. Böyle bir yürüyüşün kesinlikle bilinçle, zihniyetle kopmaz bağı vardır. Bu yürüyüş, cesaret ve fedakarlık buradan çıkmıştır. Doğru karar verme ve doğru tarz geliştirme buna dayalı olarak gerçekleşmiştir. Yeterince tehlikeyi göremeyen, kavrayamayan, çareyi kendinde bulamayan kişiliklerin çare aradığı ortamda gerçekleri herkesten önce ve Önderlik çizgisine en yakın biçimde derinliğine gören ve yüksek bir cesaret ve sorumlulukla yaklaşan kişi olarak Mazlum Doğan direnişin bayraktarlığını yapmıştır. Bu, Mazlum direnişçiliğinin ne anlama geldiğini, 12 Eylül faşizmine karşı direnişte, parti yürüyüşümüzde, zindan direniş gerçeğinde nasıl bir öncülüğü, Önderliği temsil ettiğini net biçimde ortaya koymuştur. Şunu bilmek lazım: Bilincin, iradenin, inancın zaferi Mazlum direnişçiliği demektir. Mazlum kişiliği büyük bir bilinç kişiliğidir, büyük cesaret ve irade kişiliğidir. Bu, dışarıda da böyleydi zindanda da böyle, yaşamda da böyleydi mücadelede de böyle. Hem 1977 program tartışması toplantısında hem de 1978 Parti


Özgür Halk Kuruluş Toplantısı’nda Önder Apo ile birlikte partileşmeyi en çok savunan, içine girilen sürecin bilincine en fazla varan, ne yapıldığını anlayarak buna göre bu toplantılara katılan Mazlum Doğan olmuştur. Önder Apo’nun kuruluş kongresinde, ‘fiziki olarak zayıf olduğunu, hangi hazırlıkla Merkez Komite üyesi olabileceğini’ sorması üzerine verdiği cevap dahiyanecedir; partileşme sürecini idrak etmeyi en ileri düzeyde bildiğini göstermektedir; “Parti üyesi olmak, bunun için kongreye katılmakla merkez görevi almanın arasında hiçbir farkın olmadığını, partiye üye olabilmek için merkez görevi de dahil her türlü göreve hazır olması gerektiğini” ifade etmiştir. Bu, Mazlum Doğan’ın parti anlayışıdır. Önderlik gerçeğine, partiye katılım durumunu, katılımdaki bilincini, inancını, iradesini ifade etmektedir. Mazlum yoldaşla Newroz’un da çok büyük yakınlığı vardır. 1976’dan itibaren herkesten fazla Newroz’u önemseyen, araştıran, Newroz gerçeğini bilince çıkartmaya çalışan, Newroz direnişçiliğini güncelleştirerek tanıma kavuşturma çabası içinde olan Mazlum yoldaş olmuştur. O bakımdan da 1982 Newrozu’nu yeni bir direniş Newroz’u, Çağdaş Kawa direnişçiliği haline getirmesi bir tesadüf değildir. Mazlum Doğan’nın bir de Önderlik bağlılığı üzerinde durmak lazım. Dışarıda hep şunu söylerdi: “Ne zaman çekinmeden göğsümüzü gererek ‘biz Apocuyuz’ diyeceğiz” derdi. Parti olmaktan çok Apocu olmayı önemserdi, esas alırdı. Zindanda da tutuklu yoldaşlara hep benzer durumu söylermiş: “Siz PKK’ye katıldınız, PKK’lisiniz. Ben Önder Apo’ya katıldım, onun için Apocuyum” dermiş. Önderlik kavrayışı, Önder Apo’ya katılımı, bağlılığı işte bu düzeydeydi. Onu Önderlik gerçeğini yaşatma, savunma ve yüceltme gerektiğinde hiç kimseden beklemeden en öne atılmasını sağlatan gerçeklik, işte bu bilinçdir. Önderlik bilinci, Önderlik gerçeğini doğru anlama ve ona doğru katılma durumudur. Mazlum arkadaşın büyük bir dehası vardı, çok zeki bir kişilikti, temposu çok yüksekti. Bir günde bir kitap okuyabilirdi, bir günde bir kitap da yazabilirdi. Hilvan direnişi üzerine olan 24 A-4 sayfalık broşürü sabahtan oturup akşam yazıp bitirdi.

Mart 2015

Tabii daha önce belli hazırlıklar yapmıştı ama yazımını böyle gerçekleştirdi. Bu kadar yoğun, hızlı bir tempoya sahipti. Okuduğunu unutmazdı, kitapları cümle cümle sayfalarıyla tekrarlayabilecek kadar kıvrak bir zekaya sahipti. Dili hafif peltekti, kısmen takılsa da bu ajitasyon gücünü arttıran bir rol oynardı. O kıvrak zekası, okuduğunu unutmayan gerçeğiyle üslubu onu büyük bir ajitatör haline getirirdi. Ajitasyon ve propaganda çalışmasında etkilemediği, ikna edemediği hiç kimse olmazdı. Çünkü çok yönlü, çok boyutlu ortaya koyardı, çünkü beyninden konuştuğu kadar yüreğinden de konuşurdu. Teoriyi pratik yaşamla, toplumsal olaylarla birleştirme gücünü her zaman etkili, yetkin bir biçimde ortaya koyabilirdi. Mazlum Doğan yoldaşın temel özellikleri üzerine daha çok şey söylenebilir. Bu büyük insanın ilkeleri, ölçüleri, yaşam tarzı daha çok araştırılmalı, daha güçlü bir biyografisi yazılmalı. Agit, Önder Apo’nun askeri yardımcısı olma görevini resmen ve fiilen yürütmekteydi Benzer durumu Mahsum Korkmaz yoldaş açısından da belirtebiliriz. Mazlum yoldaşa rağmen Agit yoldaşın kişilik özellikleri çok daha fazla biliniyor. Hareketimiz gerilla hareketi olarak gelişti, gerilla örgütlenmesi içinde oldu, gerilla eğitimi gördüğü için gerilla ölçü ve özelliklerini temsil eden örnek kişilik olarak Mahsum Korkmaz kişiliğinin irdelenmesi, örnek alınması, onun incelenerek eğitim konusu yapılmış olması anlaşılırdır. 29 senedir gerilla Mahsum Korkmaz kişiliği üzerinden eğitilmektedir. 1986 3. Kongre’den bu yana gerilla savaşçılığı, gerilla komutanlığı, gerillada parti militanlığının ölçü ve özellikleri Mahsum Korkmaz yoldaşın şahsında, onun kişilik ve özelliklerinde dile gelmekte, ifadeye kavuşmaktadır. Binlerce komutan ve savaşçı kendisini bu esas üzerinde eğitmiş, Mahsum Korkmaz Askeri Akademisi Kürt gerillasının yaratıldığı, eğitildiği, Kürt gerilla komutanlığının ortaya çıkartıldığı bir büyük ocak haline gelmiştir. Bugün de bu gerilla ocağı çalışmakta, her gün, her ay yüzlerce, binlerce yeni gerillayı eğitmektedir. Agit çizgisinde, Bêrîtanların, Zîlanların, Erdalların, Adilların gelişimine tanıklık etmektedir. Mehmetlerin, Reşitlerin, Kerimlerin doğuşunu, gelişimini ifade etmektedir. Bunlar bizim canlı, yaşayan gerçeklerimiz . Mazlum Doğan yoldaş açısından belirtilenler daha

26


Özgür Halk fazla Mahsum Korkmaz yoldaş açısından da belirtilebilir. Sadece şehadetiyle değil, ondan önce gerillayı anlama, uygulama, gerillaya komuta etme, gerilla savaşçılığını geliştirme, kısaca Önder Apo’nun gerilla çizgisini anlama ve pratiğe geçirmede öncülük eden, 15 Ağustos Atılımı’nın Eruh eylemine komutanlık düzeyinde katılan bir kişiliktir. Dolayısıyla gerillanın dağa taşınmasında, eğitilmesinde, örgütlenip pratik hazırlıkların yapılmasında Mehmet Karasungur yoldaşla öncülük ettiği bilinmektedir. 15 Ağustos ‘84 Atılımına da, 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği’nin komutanı olarak katılmış, ‘84-85 yılları boyunca gerillanın Kuzey Kürdistan’daki genel komutanı olarak resmi ve fiili görev yürütmüştür. Gerillanın pratik komutanı, genel komutanı konumundadır. Önder Apo’nun askeri yardımcısı olma görevini resmen ve fiilen yürütmektedir.

Mart 2015

etmişse, Mahsum Korkmaz kişiliği de gerillalaşarak Ulusal Diriliş Devriminin gerçekleşmesine yol açmış ve böylece demokratik uluslaşmaya öncülük etmiştir. Mahsum Korkmaz yoldaşın kişilik özellikleri, duyarlılığı, tutarlılığı, Önderlik bağlılığı, cesareti, fedakarlığı bilinmektedir. Zamanını iyi kullanan, oldukça çekici bir üsluba sahip olan, herkesle yoldaşça ilişki kuran, hoş sohbetçilikten uzak durarak çevresindekileri hem düşünsel, hem de pratik mücadeleyle sürekli eğiten bir kişilik olduğunu biliyoruz. Dahası hem bir savaşçı hem de bir komutan olmuştur. Yaşamda ve savaşta birliğiyle her zaman beraber olmuştur. Bir hareket komutanı olarak her zaman nerede olması gerekiyorsa orada olmuş, hangi görevleri yürütmesi gerekiyorsa o görevleri başkasına havale etmeden eksiksiz yürütmüştür. Böylece görevlerini yaptığı gibi başkalarına da görev yapma fırsatı yaratmış, imkanını vermiş, gö-

Mahsum Korkmaz’ın savaşçılık çizgisini, yine komuta çizgisini doğru anlamak çok çok önemli. 30 yıla yakındır gerilla Mahsum Korkmaz koMazlum Doğan’a büyük cesaret ve fedakarlığı veren, doğru mutasında eğitildi, örgütlendi yer ve zamanda doğru uygulama yaptıran kesinlikle onun ve savaştı. Gerilla ordusu Mahsum Korkmaz adı altında örgützihniyet ve düşünce gücüdür lendi, gerilla eğitimi Mahsum Korkmaz Akademisi’nde yaptı. Savaşını Mahsum Korkmaz çizgisinde yürütmeye çalıştı. Fakat bu çizgiyi ne kadar revlerini başarıyla yürütmelerine yardımcı da olmuştemsil etti? Ne kadar Agitleşti? Agit komuta ve gerilla tur. Bir komuta çizgisi haline gelmesi bunlarla bağlançizgisini ne kadar özümsedi, geliştirdi, ilerletti, onunla tılıdır. Mahsum Korkmaz çizgisinde kariyerizm yoktur, ne kadar çelişti? Bütün bunlar tartışma götüren hu- yetkicilik yoktur. Eğer olduğu yerde görev ve sorumlususlardır. Kuşkusuz bu yönlü bir çaba vardır. Agit ki- lukları yürüten bir komutan varsa o, o komutanın asşiliğini özümseme, Agit çizgisini temsil etme yönünde keri olmuştur. Bulunduğu yer kendisine manga komubinlerce kahraman gerillanın, şehidin büyük bir direni- tanlığı görevini veriyorsa manga komutanlığı yapmış, şi söz konusudur. Bu anlamda çizginin temsil edilme- takım komutanlığı görevini veriyorsa takım komutanlıye çalışıldığı, bu kahramanlığın geliştirilerek sürdü- ğı yapmış, genel komutanlık görevini yüklüyorsa gerüldüğü tartışma götürmezdir. Ama ciddi eksikliklerin, nel komutanlık yapmaktan da asla geri durmamıştır. hataların da yaşandığı, gerillada parti öncülüğü yerin- Bu bakımdan rütbe değil, görev ve sorumluluk vardır de bireysel yaşam ve tutumların zaman zaman öne Mahsum Korkmaz kişiliğinde. Pratik iş yaparlık vardır, geçtiği, çeteci eğilimlerin gerillada öne çıkarak gerilla her eylemin hem komutanı hem de her savaşçı kadar hareketine ve direnişine zarar verdiği bilinmektedir. doğrudan savaşa katılan bir savaşçısı da olmuştur. Her savaşçı kadar savaşa katıldığı gibi bir de diğer Aslında çeteci çizginin Mahsum Korkmaz yoldaşın bütün savaşçıların hareketini organize ettiği için herşehadetinden sonra gelişmesi bir tesadüf değildir. kesten daha çok katılmıştır, daha fazla emek harcaÖnderlik çizgisinin, parti çizgisinin gerillada zayıfla- mıştır. Askeri görev yürütmede birinci olmuştur. Önder masından yararlanarak dörtlü çete eğilimi başını kal- Apo diyor ya: “Ben parti içinde eşitler arasında hizdırmış ve gerilla yürüyüşüne ciddi zararlar vermiştir. mette birinciyim.” Mahsum Korkmaz da gerillada eşitMahsum Korkmaz’ın öncülük ettiği dönemde böyle ler arasında hizmette birinci olmuştur. Görev yapmakçeteci çizgilerin değil egemen olması, başını kaldır- ta, sorumluluk yürütmekte birinciliği temsil etmiştir. ması bile mümkün değildi. Çünkü doğru ya da doğruya yakın bir komuta çizgisi söz konusuydu. Agit yoldaş Mahsum Korkmaz kişiliği gerillayla halkı birleştirişte böyle bir çizgiyi temsil ediyor; gerillacılık çizgisi- mede, profesyonel gerilla örgütlülüğüyle halkın öz ni, komutanlık çizgisini temsil ediyor. Dolayısıyla Agit savunmasını, milis örgütlülüğünü geliştirmede de komuta çizgisinin ve tarzının özelliklerini, ölçülerini, önemli bir gerçekliği, bütünlüğü temsil etmektedir. Ne ilkelerini bilmek, anlamak çok çok önemlidir. Maz- profesyonel gerilla öncülüğünü küçümseyerek fazla lum Doğan parti olarak, PKK’lileşerek nasıl ki Kürt milise dayanmayı öngörmüş ne de milissiz, sadece halkına, onun demokratik uluslaşmasına öncülük profesyonel gerilla ile devrimci savaşı yürütebileceği-

27


Özgür Halk ni sanmıştır. Tersine uyumlu, bütünlüklü bir yaklaşımı her zaman esas almıştır. Dağda hareket edip savaştığı gibi şehirde savaşmayı da bilmiştir. Zaten 15 Ağustos eylemleri Eruh ve Şemdinli baskınlarıydı ki, büyük gerilla hareketi kasabaların baskını ile başladı. Gerçi buna denebilir, “küçüktüler, bir köy gibiydiler” fakat o dönemde Kürdistan’ın şehirleri de küçüktüler. Dolayısıyla bir kasaba baskını ile başlamış olmayı önemsemek lazım. Şehir eylemlerini geliştiremediğimiz bir ortamda bir örnek araştırılıyorsa ‘15 Ağustos eylemleri incelenmelidir’ diyebilir insan. Mahsum Korkmaz yoldaşın mücadele, savaş çizgisine, pratiğine bakılabilir. Agit yoldaşın güçlü bir teorik birikimi olduğu, özellikle askeri konulara ilgi duyduğu, askeri teori, strateji ve taktikleri incelediği, askeri pratik bakımından da son derece duyarlı, askeri reflekslerinin güçlü olduğu bilinmektedir. Birçok şeyi bilinçle çözdüğü gibi, bazı görevleri de hissederek, askeri refleksleriyle çözmektedir. Ortada bir gerilla, teorik olarak kitaplarda okunup incelenmesinden öteye herhangi bir pratik bilgi, tecrübe söz konusu değil. Deyim yerindeyse, karanlıkta el yordamıyla yürürcesine gerilla pratiğinin Botan’da geliştirilmesi gerekiyor ki, Agit yoldaş böyle bir gelişmeyi sağlamıştır. O nedenle teoriye büyük önem verdiği, incelediği, birikim yarattığı gibi pratikte yaratıcılığa, pratik tecrübenin yol göstericiliğine de büyük önem vermiştir. Küçük tecrübelerden dersler çıkartarak büyük adımlar atmayı başarmıştır. Sonuç olarak; Mazlum ve Mahsum kişiliğinde dile gelen Apocu kahramanlık çıkışının bir demokratik ulus kahramanlığına dönüşmesidir. Önder Apo’nun dehasının, kişilik özelliklerinin, Mazlum ve Mahsum yoldaşlar şahsında ifadeye kavuşmasıdır. Önder Apo’nun dehasının partileşme ve gerillalaşma düzeyinin bu iki büyük kişilikte temsile kavuşarak, ideolojik-askeri bir çizgi bütünlüğüne ulaşıp, özgürlük hareketini temsil etmesi ve bir kahramanlık çizgisi oluşturmasıdır. İster zindanda direnmek olsun, ister dağda gerillacılık yaparak direnmek olsun, bütün bunların büyük bir bilinç, ruh yüceliği, duygu pekliği istediği, bir bütün halkın, ulusun varlığını ve özgür geleceğini beyninde ve yüreğinde nakşetmeyi, temsil etmeyi içerdiğini bilmemiz gerekir.

Mart 2015

Bunlar pratikte gerçekleşen olgulardır. Dolayısıyla Mazlum ve Mahsum kişiliği fizik olarak küçük ama beyin ve yürek olarak büyük, tarihin en kadim halkı olan Kürt halkını beyinlerine ve yüreklerine yedirmiş, bu halkı yok etmeye yönelen inkar ve imha sistemine karşı büyük bir öfke ve bilinçli tepkiyle dolu olarak, halkın varlık ve özgürlüğünü kendi kişiliği haline getirmeyi başarmış büyük tarihi kişilikleridir. Demokratik ulus kahramanlığı olmak bunu ifade ediyor ve bu anlamda da yerinde, zamanında kahramanlık adımının atılması gerçekleşmiş, Kürt kız ve oğullarının bugün bütün dünyaya örnek oluşturan DAİŞ faşizmi karşısında insanlığı savunan bir kahramanlık çizgisine ulaşması, bu büyük halk kahramanlarının varlığıyla, ortaya çıkışıyla gerçekleşmiştir. Partileşme, gerillalaşma ve demokratik uluslaşma bu halk kahramanlarının, demokratik ulus kahramanlarının yarattığı birikim, ortaya çıkardığı ölçü ve özellikler üzerinde gerçekleşmişlerdir. Dolayısıyla Mazlum ve Mahsum kişiliği partileşen, gerillalaşan ve demokratik uluslaşan Kürt gerçeğidir. Partileşme, gerillalaşma ve demokratik uluslaşma Mazlum ve Mahsum kişiliğinin temel özellikleriyle olmaktadır. Parti, gerilla ve demokratik ulus var oldukça Mazlum ve Mahsum gerçeği yaşayacak, Kürt halk kahramanlığı bu iki büyük kişiliğin şahsında gerçekleşen birer hakikat olarak partileşme, gerillalaşma ve demokratik uluslaşmamıza her zaman öncülük edecek, yol gösterecektir. Önder Apo’nun Önderlik konumunu pratikte temsil eden, güçlendiren, tamamlayan hakikatler olarak rol oynayacaktır. Dolayısıyla Kürt halkının varlığı ve özgür yaşamı kesindir ve sonsuzdur. Bu nedenle Mazlum Doğan ve Mahsum Korkmaz’ın temsil ettiği Kürt demokratik ulus kahramanlığı ölümsüzdür.

28


Özgür Halk

Mart 2015

Kürdün ve Kadının Gücü Özgecan’dan başlayarak kadın katliamlarını gündemde tutmak ve bu temelde egemen erkekliği sorgulayarak deyim yerindeyse bu erkeklik zihniyetini öldürmek, belli ki günümüzün en devrimci, demokratik ve sosyalist tutumu ve eylemi olmaktadır Kerim Nuda

İçinde bulunduğumuz yılın kuşkusuz en önemli olayı Kobanê zaferiydi. Belki de tarihi bakımdan en önemli Kürt zaferiydi demek daha doğrudur. YPG-YPJ güçleri Kürt halkına ve demokratik güçlere tarihin en anlamlı zaferlerinden birini yaşatmıştır. Şimdi herkes bu zaferi anlamaya ve sonuçlarını kendisi açısından değerlendirmeye çalışmaktadır. Kuşkusuz Kobanê zaferi kolay ve bir anda ortaya çıkmadı. Uzun ve zorlu bir direniş sonucunda azmin ve iradenin zaferi olarak gerçekleşti. 2015 Yılına girişle birlikte ivme zaten Kürt direniş güçlerinden yana dönmüştü. Bir süredir herkes Kürtlerden böyle bir zafer bekliyordu. Zafer müjdesinin ne zaman verileceği tartışılırken, Ocak ayının son haftasında geldi. Şimdi kırsal alanın, köylerin faşist IŞİD çetelerinden temizlenmesi devam ediyor. Kürtler Ocak sonundaki Kobanê zaferini 15 Şubat Komplosunun on altıncı yıldönümüyle birleştirerek, Şubat ayı boyunca Kürtlerin Kara Günü 15 Şubat komplosunu protesto ettiler. 14 Şubat’ta Avrupa’daki Kürtler Strasburg’da AİHM önünde komployu lanetleyip ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük isterken, başta Botan kentleri olmak üzere Kürtler bulundukları her yerde öfkeli protestolarıyla komployu sürdürmeye çalışan AKP Hükümetinin yüreğine korku saldılar. Her yerde Kürtlerin Kobanê zaferi ve 15 Şubat komplosunu protesto eylemleri tartışılıyordu ki, Şubat or-

29

tasından itibaren gündeme güçlü bir biçimde kadına yönelik erkek şiddetini protesto eylemleri oturdu. Tarsus’ta Özgecan Aslan adlı bir üniversite öğrencisinin okuldan eve giderken bindiği dolmuşun şoförü tarafından vahşice katledilmesi bir anda tüm kadınları ayağa kaldırdı. Beş bin yıllık iktidar ve devlet düzeninin yarattığı verili erkeklik sorgulanmaya başlandı. Bir yandan giderek hızlanan seçim sürecinin, diğer yandansa mecliste tartışmaya başlanan ve ciddi kavgalarla geçen “Kamu Güvenliği Yasa Tasarısının” hır gürü içinde kadınlar seslerini çıkarma ve süreci 8 Mart Emekçi Kadınlar Gününe taşıma çabası içine girdiler. Mevcut kadın etkinlikleri, giderek tartışma boyutu da gelişerek devam etmektedir. Mart ayı içinde de Emekçi Kadınlar Günü ve Newroz dolayısıyla Kürtlerin ve kadınların hareketliliğinin devam edeceği anlaşılmaktadır. Kürdün ve kadının gücü eğer daha çok birleşir ve diğer ezilenleri harekete geçirmeyi de başarırsa, 21.yy’ın Kürt ve kadın yüzyılı olacağı rahatlıkla söylenebilir. Kobanê zaferi büyük bir umut yarattı Kobanê halkının ve YPG-YPJ güçlerinin Ocak ayı sonundaki tarihi zaferi tüm ezilenlerde çok büyük bir umut yarattı. Neredeyse herkes Kobanê zaferini kendi zaferi gibi gördü ve coşkusunu yaşadı. Her koşul altında faşist zorba güçlere karşı direnilebileceğini ve zafer kazanılabileceğini gösteren Kobanê zaferinin,


Özgür Halk başta Türkiye ve Güney Kürdistan olmak üzere tüm bölgede devrim niteliğinde yeni bir demokratikleşme süreci başlattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Her şeyden önce şunu belirtelim ki, Kobanê zaferi herkesin, tüm ezilenlerin zaferi oldu. Çünkü Kobanê direnişi etrafında çok önemli bir demokratik bloklaşma oluştu. Pirsus direnişi ve 1 Kasım Dünya Kobanê Günü olaylarının da gösterdiği gibi, gerçekten de direnişe fiilen de tüm demokratik güçler katıldı. Böylece Kobanê zaferi tüm Kürtlerin, halkların, kadınların, demokratik güçlerin ve özgür insanlığın zaferi oldu.Şimdi bu tarihi büyük zafer yürüyüşü devam ediyor. Kobanê şehir merkezinin kurtuluşuyla özgürlük direnişi bitmedi. YPG-YPJ devrimci operasyonları Kobanê kırsalını ve köylerini kurtarma mücadelesi olarak sürüyor. Kobanê’nin dört bir yanında her gün ondan fazla köy IŞİD faşizminin elinden kurtarılıyor. Şimdiye kadar kırsal alanın da yarıdan fazlasının özgürleştirildiği anlaşılıyor. Tabi sorun sadece Kobanê’nin kurtuluşu değil ve direniş Kobanê’nin kurtuluşu ile de bitmeyecek. Rojava Kürtlerinin bir daha benzer faşist ve soykırımcı saldırılara maruz kalmaması için, Afrin’den Cezire’ye kadar geniş bir alanın kurtarılması gerektiği belirtiliyor. Dahası Rojava Kürtleri de, eskiye oranla şimdi çok daha fazla Demokratik Suriye’den ve Suriye’nin kurtarılmasından söz ediyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, Rojava devrimi ve Kobanê zaferi giderek daha fazla özgür ve demokratik Suriye’nin bir üssü haline geliyor. O halde Kobanê zaferinin demokratik Suriye’nin kurtuluş savaşı olarak süreceğini söylemek bir abartı değildir. Zaten Rusya, Mısır, Fransa ve benzer alanlardaki siyasi toplantılar da askeri mücadeleye bağlı olarak siyasal sürecin de geliştirilmeye çalışıldığını gösteriyor. Demek ki Rojava’daki Kürt direnişi durmayacak ve bir yandan Kürdistan’ı etkilemeye devam ederken, diğer yandan da Demokratik Suriye mücadelesi olarak devam edecek. Burada şunları da belirtelim:

Mart 2015

Kobanê direnişinin kazandığı zafer, kara yüzlü IŞİD faşistlerinde ciddi bir kırılma ortaya çıkardı. Dolayısıyla Suriye’de geriledikleri gibi, Irak’ta da önemli bir gerilemeyi yaşadıkları tüm gözlemciler tarafından değerlendiriliyor. Bu çerçevede yine Kürtlerin Şengal ve Kerkük direnişleri şimdi çok daha iddialı bir biçimde gelişiyor. Kürt güçleri Kobanê’deki gibi bu alanlarda da birlik yaratabilseler, her an yeni zaferler yaşanabilir. Bir de Kobanê’nin yeniden inşası tartışmaları var. Neredeyse herkes bu konuda görüş belirtiyor. Çok çeşitli görüşler ileri sürülüyor. Kobanê Kantonu Yönetim Başkanı Enver Müslim’in ifade ettiği gibi, kuşkusuz inşanın nasıl olacağına Kobanê halkı karar verecektir. Bu onun en doğal demokratik hakkıdır. Fakat tartışılması ve başkalarının da görüş ve öneri sunması da engellenemez. Direnişin ortaklığı birçok çevrede bunu bir hak gibi görme durumunu da geliştiriyor. Yeniden inşaya elbette Kobanê halkı karar vermeli, ama bu tarihi direnişin ne kadar zor koşullarda yürütüldüğünü Kobanê halkı hiç unutmamalı ve o direniş gerçeğine ters düşmemelidir. Dolayısıyla her türlü abartı, israf ve gösterişten uzak, direnen ve kazanan bir kentin mütevaziliğini gösteren bir çerçevede olmalıdır. Büyük direniş şehitlerine bağlılık da bunu gerektirir. Kobanê halkının bütün bunları dikkate alacağından hiç şüphemiz yoktur. Yenilen komployu AKP sürdürmeye çalışıyor Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Kenya’dan kaçırılarak Türkiye’ye getirilişinin on altıncı yıldönümünde Kürtler ve dostları tarihi uluslar arası komployu bir kez daha nefretle lanetlediler ve “Öcalan’a Özgürlük” sloganıyla her alanda protesto eylemleri yaptılar. Kürtlerin komploya ve İmralı sürecine yönelik öfke ve tepkilerinin her zamankinden fazla olduğu gözlendi. Böylece on yedinci yılda komploya karşı mücadelenin çok daha kapsamlı ve sert geçece-

30


Özgür Halk

Mart 2015

ği söylenebilir. Bilindiği gibi, 1999’dan beri 15 Şubat’ı topluluk kalmayacaktı. Peki şimdi durum böyle miKürtler “Kara Gün” olarak tanımlıyor. Kürt Halk Önderi dir? Gerçeğin bunun tam tersi olduğu açık değil Abdullah Öcalan, Şeyh Said’i isyana zorlayan olayla midir? Değil yok olmak, 2014 yılı itibariyle Kürtda birleştirerek 15 Şubat’ı “Kürt Soykırım Günü” olarak ler, faşizme karşı özgür insanlığın savunucu ve yeilan etti. Tam on altı yıldır 15 Şubat Kürtler tarafından gane umudu haline gelmiştir. 21.yy bir Kürt yüzbir kara gün, bir soykırım günü olarak anılıyor ve pro- yılı olarak ilerlediğini herkes kabul etmektedir. testo ediliyor. Kürtlerin 15 Şubat komplosunu protesto ediş biçimleri çok yönlü ve çok çeşitli oluyor. En genel O halde uluslar arası komplo çoktan yenilmiş ve aşılifadeyle oruç tutuyorlar. Yani bir nefs mücadelesi ve- mış durumdadır. Komplo aslında 9 Ekim 1998 günü riyorlar. Komplonun kendi içlerindeki etkilerini temizli- boşa çıkartıldı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yorlar ve komplonun bilincine daha derinden varıyor- kendisine dayatılan imha amaçlı komplo planını boşa lar. Böylece komploya yol veren kendi yetersizliklerinin çıkardı. Yine komplo, PKK’nin ve Kürt halkının PKK Libilincine daha derinden varıp onları aşmaya çalışıyor- deri etrafında kenetlenmesi sonucunda idamın engellar. Komploya karşı geçen yılın mücadelesinin sonuç- lenmesiyle boşa çıkartıldı. Komplocular gelişmelerin larını değerlendirip yeni mücadele yılını planlıyorlar. bunun tersinden olacağını umut ediyorlardı. Komplo Bununla birlikte çoğunlukla işe gitmeyip sokağa çık- daha somut olarak 2005 Newrozunda KCK’nin ilan mayarak adeta yaşamı durduruyorlar. Günün belli edilmesiyle boşa çıkarıldı. Çünkü bu biçimde PKK, zamanlarında sokağa topluca çıkıp etkili protesto yürüyüşleri yapıyorlar. Avrupa örneğinde olKadın üzerindeki taciz, tecavüz ve katliam biçimlerindeki duğu gibi, uzun özgürlük yürüerkek terörünün bir zihniyete dayandığı yüşleri düzenliyorlar. Mücadele ve tarihsel boyutunun olduğu açıktır sorunlarını daha yoğun tartışıyor ve şehitlerini anıyorlar. Kısaca Kürt Halk Önderini anlamak ve fiziki özgürlüğünü sağlamak için her türlü etkinliğe Kürt sorununun çözümü için yeni ve demokratik bir başvuruyorlar. Benzer eylemleri 15 Şubat Komplosu- model sunmuş ve kendini bu temelde yenileyip yeninun bu on altıncı yıldönümünde de gerçekleştirdiler. den yapılandırmış oluyordu. Gerisi on yıldır yaşanan Kürtlerin komploya karşı on yedinci mücadele yılına bir tekrardır. Başarısız kalmış özel savaş yöntemleri girişleri biraz daha farklıydı. Öfke ve tepkileri biraz AKP eliyle yeniden pazara sürülerek güya sonuç alındaha büyüktü. Artık İmralı sistemiyle birlikte yaşamak maya çalışılmaktadır. AKP, “Özel savaşı ben herkesistemediklerini belirtiyorlar ve PKK Lideri Abdullah ten daha iyi uygularım ve sonuç alırım” diyerek süreci Öcalan’ın özgürlüğünü istiyorlardı. Başlattıkları öz- uzatmakta ve komployu yaşatmaya çalışmaktadır. gürlük yürüyüşünün Kürt Halk Önderi’nin özgürlüğü- Belli ki en sonunda komplo AKP’nin üzerine yıkılmışne kadar kesintisiz devam edeceğini vurguluyorlardı. tır. Yani ölmüş komplonun cesedini sürümek AKP’ye düşmüştür. AKP’nin Kürt sorununu çözmeme temeAslına bakılırsa Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a lindeki ayak sürümesi bu anlama gelmektedir. Fakat yönelik ABD öncülüğünde yürütülen uluslar arası gelişmeler gösteriyor ki, AKP’nin çabaları da boşukomplo çoktan boşa çıkartılmış ve başarısız kılın- nadır. Kürtler küresel düzeyde komployu aşmayı çokmış bulunuyor. Söz konusu komplo Kürt halk Önderi tan başarmışlardır. Daha çok ısrar ederse, o zaman Abdullah Öcalan’ın imhasını öngörüyor ve bunu bir AKP’nin sonu da komployla birlikte ve ununki gibi olur. günde gerçekleştirmeyi hedefliyordu. Oysa on altı yıl sonra ve şimdi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan AKP’nin faşist yasasına dur demek lazım Kürt sorununun çözülmesi için yürütülen diyalog ve Kobanê direnişini desteklemek üzere 6-7 Ekim müzakerelerin baş temsilcisi durumundadır. Yine söz 2014’te yaşanan olaylar bahane edilerek Türkiye’yi konusu komplonun PKK’yi tasfiye etmeyi amaçladı- faşist bir polis devleti haline getirecek olan “Kamu Güğı bilinmektedir. Hem de bunu altı ay içinde gerçek- venliği Yasası” adıyla AKP Hükümeti tarafından yeni leştirmeyi hedeflemiştir. Oysa şimdi her bakımdan bir yasa çıkarılmaya çalışılmaktadır. Bunun yıkılmakta PKK çok daha güçlenmiş ve büyümüş durumdadır. olan saltanatı korumak için yapıldığı ve bu temelde Teori ve pratiğiyle insanlığa öncülük etme iddiasında de Kobanê direnişini destekleme eylemlerinin bahaolan bir demokratik sistem geliştirmeye çalışmakta- ne edildiği açıktır. Oysa Kobanê direnişi hiç kimseye dır. Faşist IŞİD çetelerine karşı geliştirdiği fedai dire- faşizm ve diktatörlük getirmedi, tersine insanlığı fanişi PKK’yi insanlık savunucusu güç haline getirdi. şist saldırganlıktan koruyan bir demokratikleşmenin Komplonun Kürdü inkar eden ve imha etmeyi ön- yaratıcısı oldu. Bu nedenle 1 Kasım Dünya Kobanê gören sistemin son planlı saldırısı olduğu bilinmek- Günü ilan edildi ve Kobanê direnişini destekleme tedir. Komplonun başarısı temelinde Kürt kültürel eylemleri dünyanın dört bir yanına yayıldı. Kobanê soykırımı tamamlanacaktı. Yani Kürt halkı diye bir direnişi ve zaferinin küresel düzeydeki etkisi böyle

31


Özgür Halk demokratikleşme yönünde olurken ve özellikle de Türkiye’de yeni bir demokratik devrim süreci başlatırken, AKP’nin böyle faşist bir yasa çıkarma temelinde etkilenmesi onun gerçek karakterini ele vermektedir. Bilindiği gibi, bütün diktatörlükler yıkılma aşamasına geldiler mi daha çok asker ve polis gücüne başvurmaya eğilim duyarlarmış. AKP’nin de söz konusu yasayla Türkiye’yi faşist bir polis devleti haline getirmeye çalışması, hem onun diktatöryal bir hareket olduğunu hem de artık iktidarını yürütemez bir noktaya gelmiş olduğunu göstermektedir. AKP gerçeği bu iken, Kobanê direnişi ve 6-7 Ekim olayları ise bunun bahanesi olmaktadır. AKP’nin faşist-polis yasasına karşı ülke çapında bir duyarlılık oluşmuştur. Özellikle baroların verdiği tepki anlamlı olmuştur. Aynı durum meclise de yansımış, söz konusu yasa taslağının meclis gündemine getirilmek istenmesi son zamanların en hararetli meclis mücadelesine sahne olmuştur. İktidarın çıkarma ısrarına karşı tüm muhalefet partilerinin de çıkarttırmama ısrarı çok sert bir meclis mücadelesini ortaya çıkarmıştır. Burada AKP’nin söylediğinin aksine muhalefet partilerinin söz konusu yasayı engellemedeki birlikleri anlamlıdır. Görüşleri aynı olmasa da, bir iktidar gücünün göz göre göre kendini böyle bir diktatörlük haline getirmesine ortak karşı çıkmaları yine de yaşamın bir asgari müştereki olmaktadır. Bunu kötülememek, tersine anlamlı bularak bu tür tutumları teşvik etmek gerekir. Diğer bir husus, böyle bir tasarıyı yasallaştırmak için AKP’nin başvurduğu hile ve tuzaklardır. Bunların iyi görülmesi gerekir. Özellikle Kürtlere yönelik tezgahlanmaya çalışılan hile ve oyunlara karşı duyarlı olmak lazımdır. Çünkü, bir yandan bu yasanın 6-8 Ekimde gelişen Kürt protestolarına karşı ve onları “Terörist” sayıp etkisizleştirmek amacıyla hazırlandığı açıktır, diğer yandan neredeyse bu tasarının yasallaşması Kürt desteğine dayanılarak gerçekleştirilmek istenmektedir. Son günlerde durmadan “Çözüm süreci iyi gidiyor” diye açıklama yapılması bu amaçladır. AKP öyle bir hava yaratıyor ki, neredeyse PKK ile tüm sorunlarını çözmüş! Kürt tarafının ısrarlı yalanlamalarına rağmen, emrindeki medyanın gücüne dayanarak toplumu bu yönlü maniple etmeye çalışmaktadır. Burada ortaya çıkan ilginç durum şu oluyor: Kürtler kendi elleriyle kendilerine karşı kullanılacak faşist polis terörüne “Evet” der duruma düşürülmek isteniyor. Tabi bunun ahlaki sınırları da zorlayan bayağı bir hile olduğu açıktır. Yöntemlerinin ise çok daha ahlaksızca olma ihtimali vardır. Önümüzdeki günler bu konularda gerçeklerin açığa çıkmasını ve toplumun aydınlanmasını sağlayacaktır. Neyse ki, AKP’nin bu oyunları görülmüş, HDP oyuna gelmeyerek AKP faşizmine karşı mücadelenin öncülüğünü yapmaya devam etmiştir. Bu durum önümüzdeki seçim sürecinde kazanabilmek için AKP’nin ne tür hilelere

Mart 2015

başvurabileceğini de açığa çıkarmıştır. O nedenle, özellikle seçim çalışmaları kapsamında son derece duyarlı ve dikkatli olmak gerekmektedir. Demokratik ve sosyalist güçlerin bu temelde yaklaşmaları ve bir de aralarında seçim ittifakı yapmaları, AKP’nin tüm hilelerini boşa çıkaracak ve 7 Haziran seçiminde AKP’yi yenilgiye uğratacak tek güçtür. Tüm ezilenlerin ve emekçi halkların beklentisi de bu temeldedir. Kadının adı Özgecan oldu Tarsus’ta Özgecan Aslan isimli bir üniversite öğrencisinin 14 Şubat günü okuldan evine giderken bindiği dolmuşta tecavüz edilerek ve yakılarak vahşice katledilmesi, ülkemizde erkek egemen zihniyetin ve kadın üzerindeki erkek terörünün geldiği noktayı gözler önüne sererek toplumun gündemine oturdu. Toplum üzerinde adeta şok etkisi yarattı. O günden bu yana söz konusu olay tartışılıyor ve kadın katliamlarının ulaştığı düzey sorgulanıyor. Kadınlar her gün sokaklara dökülüyor ve söz konusu erkek katliamlarının durdurulmasını ve özgür yaşam taleplerini haykırıyor. Buna erkeklerden de katılımla protesto eylemleri sürüyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinlikleri çerçevesinde bu durumun gelişerek ve yayılarak devam edeceği anlaşılıyor. Türkiye’de bir kadın özgürlük devrimi gittikçe mayalanıyor. Aslında Özgecan Aslan’ın katledilmesi bir tesadüf veya tekil bir olay değil. Neredeyse her gün benzer bir biçimde iki-üç olay yaşanıyor. Kürt katliamı ve işçi katliamı gibi bir de kadın katliamı kesinlikle var. Ve bu durum yıllardır sürüp geliyor. Özgecan Aslan olayının bardağı taşıran son damla olması, katlediliş biçiminin vahşiliği yanında Kobanê’de kazanılan zaferin ve bu zaferde kadın etkinliğinin Türkiye kadınları üzerindeki mücadeleci etkisinden kaynaklanıyor. Yani Arin’lerin ve Kader’lerin ruhu canlanıyor. Kobanê direnişi ve zaferi en çok ezilen kadınları güçlendirmiş ve umutlandırmış bulunuyor. Özgecan’dan başlayarak kadın katliamlarını gündemde tutmak ve bu temelde egemen erkekliği sorgulayarak deyim yerindeyse bu erkeklik zihniyetini öldürmek, belli ki günümüzün en devrimci, demokratik ve sosyalist tutumu ve eylemi olmaktadır. Bunun geliştirilmesi ve bu temelde kadın özgürlük devriminin yüksek başarılarla ilerletilmesi toplumumuzu özgür ve farklılıklara dayalı eşit bir konumda demokratik toplum haline getirecektir. Bunun gerçekleştirilmesi için de, yine bir kadın olan Rakel Dink’in sorduğu “Bir çocuktan bir katil nasıl yaratılıyor?” sorusunun cevaplanması çok önemlidir. Hem de bu katil erkeklik zihniyeti, en çok sevdiğim dediği varlıkları, yakınlarını ve kadınları katletmektedir. Besbelli ki bunun eğitim sistemiyle ve birey yetiştirme tarzıyla ilişkisi vardır. Dolayısıyla eğitimi elinde tutan egemen iktidarcı ve devletçi sistemle bağlıdır. Bu durum erkek egemenliğiyle iktidar ve devlet sisteminin ne kadar iç içe olduğunu açıkça göstermektedir.

32


Özgür Halk Kadın üzerindeki taciz, tecavüz ve katliam biçimlerindeki erkek terörünün bir zihniyete dayandığı ve tarihsel boyutunun olduğu açıktır. Dolayısıyla her şey öncelikle bu erkek egemen zihniyeti yok etmeye yönelik olmalıdır. Bir kadınla bir erkek yan yana geldiğinde, erkeğin egemen gücü ve kadının ise zayıflığı temsil ettiği anlayış hakimdir. İşte bu duyguyu, düşünceyi ve tutumu yok edici bir çabanın geliştirilmesi ve bunun temelden değiştirilmesi gerekir. Burada kuşkusuz baş sorumlu devlet ve iktidardır. Çünkü her şey onun elindedir, özellikle eğitimi devlet tekeline almıştır ki, burada toplum adeta bitirilmiştir. Ama yine de tüm sorumluluğu devlet ve iktidarın üzerine atmak ve böylece işin içinden çıkmak hem yanlış hem de değersizdir. Unutulmamalı ki, başta mağdur kesim olan kadınlar da dahil olmak üzere tüm toplum bu durumdan sorumludur. Yani hepimiz sorumluyuz ve sorumluluğumuzu mutlaka görmeliyiz. Kısaca erkek ve kız çocuklarının eğitim sistemi üzerinde ciddi değişiklikler yapmak zorunludur. Besbelli ki bu sonucu erkek çocuklarının eğitimi yaratmaktadır. O halde mevcut erkeklik eğitimini kökünden değiştirmek gerekir. Kadınlar da erkek çocuklarını eğitirken, erkek egemen devletçi sistemin verdiği egemen erkek zihniyetinin etkilerini kesinlikle aşmalıdır. Hem

çocukların eğitimi devlete bırakılmamalı, tersine demokratik toplum tarafından yapılmalı hem de mevcut durumdaki devlet eğitim sisteminin değiştirilmesi için mücadele edilmelidir. Kadın üzerindeki şiddet ve katliam, kuşkusuz sadece kadının sorunu değil, kadın-erkek tüm toplumun sorunudur. Öncelikle erkek egemen zihniyete karşı etkili, bütünlüklü ve topyekun bir mücadeleyi gerektirir. Bu da erkek çocukların toplumsal cinsiyetçilikten uzak bir şekilde doğru eğitilmesinden tutalım da mevcut erkeklikte zihniyet ve vicdan devrimi yaptıracak bir mücadeleyi ifade eder. Tabi bu mücadeleyi hem kadın ve hem de erkek yürütmelidir. Kadın değiştirici ve dönüştürücü bir üslupla derinliğine bir eleştiri geliştirirken, erkek tepkiden

33

Mart 2015

uzak ve derin bir özeleştirel sorgulamayı yaşamalıdır. Bununla birlikte kadının ruhsal, düşünsel ve fiziki eğitimi de çok önemlidir. Her türlü zayıflığa ve köleliğe karşı kadının özgürlük ruhu ve bilinciyle donatılması hayati önem taşır. Toplumsal yaşama özgür, eşit ve örgütlü katılması hiçbir engele maruz bırakılmadan mutlaka sağlanmalıdır. Bir de kadının fiziki eğitimi de önemlidir. Mevcut eğitim sistemi daha baştan zayıflık ve muhtaçlık ruhu ve bilinci aşılamaktadır ki, bunun değiştirilmesi zorunludur. Kadınlar tartışmalarında en çok erkek şiddetine karşı kadının öz savunma eğitimi üzerinde durmaktadırlar ki, elbette bu da çok önemli ve gereklidir. Her kadının daha çocukluktan itibaren yakın dövüş eğitimi görmesi ve kendini savunacak kadar kavga etmeyi öğrenmesi önemlidir. Kadın vücudunun bunu yapamayacağı görüşü doğru değildir ve bir erkek uydurmasıdır. Bu temelde her kadın saldırı karşısında kendini savunabileceği gibi, böyle bir fizik güce sahip olmak her bakımdan kendine güveni de yaratacaktır. Tabi kadın öz savunma birliklerinin eğitilmesi ve örgütlenmesi de önemli ve gereklidir. Özgecan Aslan’ın katledilmesi bütün bunları tartışmayı ve çözüm aramayı gündemimize getirmiştir. Bunun kadın devrimi yönünde çok önemli bir gelişme olduğu tar-

tışmasızdır. Bazı görüşler yanlıştır diyerek kestirip atma ve bu temelde tartışmayı durdurma doğru olmadığı gibi, kadın özgürlük eylemliliğini durdurmak da doğru değildir. Kürt kadınlarının mücadele deneyimleri herkes için örnek oluşturacak durumdadır. Bu temelde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinliklerinin daha tartışmalı ve mücadeleci geçeceği açıktır. Bu da Türkiye’de başlayan demokratikleşme sürecinin kadın özgürlük çizgisinde gelişmesini sağlayacaktır. 8 Martı yeni bir kadın devriminin ve demokratik devrimin başlangıcı yapacaktır. Bu temelde kadınların 8 Mart Emekçi Kadınlar Gününü ve Kürtlerin de Newroz Özgürlük Bayramlarını kutluyoruz!


Özgür Halk

Mart 2015

Kadın Özgürlük Hareketi Deneyimimizin Geldiği Aşama: JİNEOLOJİ En anlamlı ve güzel yaşamın onurunu tamamen kazanmış özgür kadınla gerçekleştirilebileceğini bilerek söylem ve eylemlerimizi geliştirmeliyiz. Jineoloji bunun bilimidir Rengin Botan

Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak, binlerce yıllık kadın özgürlük mücadelesinin mirasını, kırk yıllık mücadele deneyimimizle harmanlayarak yeni ve önemli bir aşamaya taşırıyoruz. Bu aşamaya gelinceye kadar çok zorlu eşiklerden geçmek gerekti, gerekiyor. Zaten özgürlüğün kendisi engelleri aşma felsefesine dayanıyor. Bu nedenle mücadele ediyoruz, yaşıyoruz, düşüyoruz, kalkıyoruz, sınıyoruz, sınanıyoruz, deneyimlerden geçiyoruz, deneyim oluşturuyoruz. Artık biliyoruz ki, cesaretle atılan her özgürlük adımı ve geçilen her eşik, egemenlikli eril zihniyetin temellerini sarsıyor, ortadan kaldırıyor. Buna karşın ana tanrıçanın demokratik, komünal, özgürlükçü yaşam alternatifinin temelleri atılıyor. Kuşkusuz bu cesur adımların atılmasının esas mimarı PKK mücadelesine başladığı ilk günden itibaren “toplumun özgürlüğü kadının özgürlüğünden geçer” diyen Önder Apo’dur. Kadının öz bilinciyle hakikatini ortaya çıkarması jineoloji ile mümkündür Tarihin dehlizlerinden süzülerek gelen ve kendini hep var edebilen kadın mücadelesi üzerinden, Kürt kadını kendi mücadele deneyimini bilimsel düzeyde ele alacak bir evreye taşıyor. Önderliğimiz daha önce kadının mücadeleye ve savaşa katılımını, kadın ordusu ve kadın partisinin geliştirilmesi temelindeki çalışmaları bir laboratuvar çalışması olarak tanımlarken, ürünlerinin sonradan açığa çıkacağını vurgulamıştır. İşte Önderliğin kadın özgürlüğüne dair yürüttüğü tüm çalışmaların ve mücadelemizin ürünü olarak jineolojinin geliştirilmesi bunu göstermektedir. Kırk yıllık mücadele deneyimimizin verileri ve tüm dünya kadınlarının mücadele yaratımları bir kadın biliminin gelişmesini artık gerekli hale getirmiştir. Kürdistan kadın özgürlük hareketi olarak bizi diğer hareketlerden farklı kılan yönümüz, kendi mücadele deneyimimizden bilgi üretmemiz ve sınanmış deneyim ve bilgimiz üzerinden kadın bilimini geliştirme iddiası ve gayemizdir. Önderliğimizin ilk kez “Özgürlük Sosyolojisi” kitabıyla gündemimize koyduğu Jineoloji’ye ilişkin; “Feminizm yerine jineoloji (Kadın bilimi) kavramı amacı daha iyi karşılayabilir. Jineolojinin ortaya çıkaracağı gerçek-

ler herhalde teolojinin, eskatalojinin, politikolojinin, pedagojinin, velhasıl sosyolojinin birçok bölümlerine ilişkin lojilerden daha az gerçeklik payı taşımayacaktır. Kadının toplumsal doğanın hem fizik hem de anlam olarak en geniş bölümünü teşkil ettiği tartışma götürmez. O zaman neden çok önemli olan bu toplumsal doğa parçası bilime konu edilmesin? Pedagoji gibi çocuk eğitim ve terbiyesine kadar bölümlenmiş sosyolojinin jineolojiyi oluşturmaması, egemen erkek söylemli olmasından başka bir hususla izah edilemez. Kadın doğası karanlıkta kaldıkça, tüm toplum doğası aydınlanmamış olarak kalacaktır. Toplumsal doğanın gerçek ve kapsamlı aydınlanması, ancak kadın doğasının kapsamlı ve gerçekçi aydınlanmasıyla mümkündür. Kadının sömürgeleşme tarihinden ekonomik, sosyal, siyasal ve zihinsel sömürgeleştirilmesine kadar konumunun açıklığa kavuşturulması, tarihin diğer tüm konularının ve güncel toplumun her yönüyle açıklığa kavuşmasında büyük bir katkıda bulunacaktır. Etik ve estetik bilimi kadın biliminin ayrılmaz parçasıdır. Feminizmi de kapsayan kadın bilimine dayalı kadının özgürlük, eşitlik ve demokratik hareketi, açık ki toplumsal sorunların çözümünde başat rol oynayacaktır.” değerlendirmesi ile jineolojinin hangi temel dayanaklar üzerinden çıktığını belirtmiştir. Önder Apo’nun önemle üzerinde durup dikkat çektiği gibi kadın özgürlük sorunu tüm insanlığının özgürlük sorununu kapsayan bir sorun olmakta ve tarihsel toplumsal sorunların çözülmesinde başat rol oynamaktadır. Bu bağlamda kadın varlığının her boyutta bilimsel bir ifadeye kavuşturulması, evrene, doğaya, tarihe, topluma dair geliştirilmiş olan bilgi yapılarının bütünlüklü bir şekilde kapsamlı ve sistemsel eleştiriden geçirilmesi gerekmektedir. Kadın varlığının doğru tanımlanması çok köklü ve radikal bir bilgi ve zihniyet değişimini gerekli kılmaktadır. Önderliğimiz jineolojiyi ortaya koyarken neden şimdiye kadar bir kadın biliminin olmadığını sorarak, bunun egemen erkek zihniyetinden kaynaklandığını belirtmektedir. Her konuya ilişkin ayrı bilim disiplinleri kurulduğu halde kadın konusu, bilinçli şekilde bilime konu edilmemiştir. Bin yıllardır Mitoloji, felsefe, din, sanat, bilim ve birçok

34


Özgür Özgür HalkHalk ideolojik eğilim kadını ele alırken kadın hakikatini çarpıtan, erkeğin uzantısı olarak gösteren, inkâr ve yok saymaya dayalı tanımlamalarla değerlendirmişlerdir. Bu yanlış ve gerçeği saptıran tanımlamanın köklü aşılması ve iktidar odaklı bilim anlayışına karşı, jineoloji kadının kendi gerçeğini tanımlaması kendi özgür hakikatine yol almasıdır. Dolayısıyla kadının kendi öz bilinci ve özgür iradesi ile kendi hakikatini açığa çıkarması, öncelikle kadını doğru ve yeterli düzeyde tanımlaması gereklidir. Zira kadın-yaşam, kadın-toplum, kadın-doğa birliği temelinde varoluşu sağlaması jineolojinin eksenini oluşturmaktadır. İnsan denilen gerçeklik, uzun süre kapsamında kendi toplumsal hakikatini örerek ancak yaşamını sürdürebilmiştir. Açığa çıkan bilimsel verilere baktığımızda da, doğanın en canlı harikası ve evrimin temel parçası olarak kendisini inşa eden insanlık, toplumsallık üzerinden günümüze kadar ulaşabilmiştir. Batı merkezli bilim anlayışı tersinden birey eksenli düşünce yapısını topluma hâkim kılmaya çalışmış, ancak modernist sosyal bilimlerin kadını, bireyi toplumdan koparma çabası ciddi yozlaşmalara ve toplumsal çözülmelere yol açmıştır. Bilim, toplumun yorumlanmasında önemli roller oynasa da yorumlama biçimi daha çok toplumu devletin ve iktidarın hizmetine koşturma doğrultusunda olmuştur. Sosyal bilimler de dâhil tüm bilim alanları iktidar yanlısı bir yapısallık kazandığından, tarihsel toplum da bu minvalde tanımlamalara kavuşturulmuştur. Böylece toplum da, tarih de iktidar eksenli inşa edilmiştir. Milliyetçilik, dincilik ve toplumsal cinsiyetçilik de bu bakış açılarının ürünü olarak gelişmiştir. Özellikle kadın hakikatine daha olumsuz yansıyan bu durum zihniyet çarpıtmalarına yol açmıştır. Kadının, toplumun en zayıf kesimi olarak görülmesi ve ötekileştiril-

35

Mart 2015

mesi sosyal bilimin birebir ördüğü bu çarpık algılama ve yanlış tanımlamalardan kaynaklanmıştır. Kadının doğru tanımlanması hem toplumsal dokuda hem de yaşamda özgürlük eksenli bir yol alışa götüreceğinden, bilim çevreleri bunu ciddi bir tehlike sayarak kadını tanımlamaktan sürekli kaçınmışlardır. Dolayısıyla kadınların mücadelesi aynı oranda toplumun özgürlük mücadelesi olduğundan, kadının –toplumun - doğanın ataerkil zihniyet aleyhine özgürleştirilmesi, devlet ve iktidar odaklı bilimlerin, felsefi ve tarihsel yaklaşımların aşılması gereklidir. Bu anlamda tüm bilimlerin kadın özgürlüğünü eksen alan jineoloji doğrultusunda, yeni bir bakış açısıyla inşa edilmeleri gereklidir. Toplumsal tarih ve tarihsel toplumu yanlış yorumlayış biçimleri sürekli iç çatışmalara, savaşlara ve kendinden yabancılaştırmaya yol açmıştır. En çok da kadını yanlış tanımlayan ve yorumlayan bilimsel bakış açıları kadın hakikatine ciddi darbeler vurmuştur. Dolayısıyla kadının toplumsal varoluştaki hakkını yerli yerine oturtmak için tarihsel ve toplumsal statüsünü layıkıyla tanımlayacak bir kadın bilimine her şeyden daha fazla ihtiyaç vardır. Aksi takdirde toplumun krizli ve sorunlu halinden nemalanan mevcut bilimlerin hem paradigmasal olarak hem de yapısal olarak toplumsal sorunları çözmesi mümkün değildir. Önderliğimiz bu temelde sosyal bilimin iktidarla ilişkisini eleştirirken, toplum bilimin toplumu doğru tanımlayabilmesi için başta kendisini yeniden inşa etmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu çerçevede “Entelektüel çabalar, bilgi ve bilim çalışmaları toplumsal doğanın temel varoluş hali olan ahlaki ve politik toplum kapsamında geliştirilmelidir. Uygarlık tarihi boyunca kopulan ve gittikçe aşındırılan bu toplum gerçekliği, kapitalistin damgasını vurduğu modern çağla birlikte tamamen parçalanmış, çürü-


Özgür Halk meye terk edilmiş ve yok olmanın eşiğine getirilmiştir. O halde entelektüel çaba, bilgi ve bilim çalışmaları öncelikle bu gidişatı durdurmayı amaçlamak zorundadır. Çünkü yok edilen bir şeyin bilimi olamaz. Belki hatırası olabilir, ama hatıra bilim değildir. Bilim yaşayan, var olanla ilgilidir. Bu durumdaki toplum tümüyle yok olmak istemiyorsa, kapitalistik moderniteye (tüm unsurlarıyla birlikte) direnmek zorundadır. Direniş artık varoluşla aynı düzlemde olup özdeştir. Geliştirilecek bilim öncelikle ‘sosyal bilim’ olarak düzenlenmek zorundadır. Sosyal bilim tüm bilimlerin ana kraliçesi olarak kabul edilmek durumundadır. Ne Birinci Doğa ile ilgili diğer bilimler (fizik, astronomi, kimya, biyoloji) ne de İkinci Doğa’yla ilgili diğer beşeri bilgiler-bilimler (edebiyat, felsefe, sanat, ekonomi vb.) asla öncülük misyonu taşımaz; bunlar hakikatle anlamlı bağı kuramazlar. Her iki alan sosyal bilimle bağını ancak başarıyla kurabilirse hakikatten pay alabilir.” demektedir. Bu bağlamda jineolojiyi bir çıkış olarak ele almaktadır.

Mart 2015

ların da çoğu şehit düştü. Onlara adsız kahramanlar değil, gerçek kahramanlar diyeceğim. Eğer yaşanılacak bir toplumsal yaşam olacaksa, bu ancak onların ölümsüz anılarına bağlılıkla ve deniz feneri gibi aydınlattıkları yolda yürümekle mümkündür. Kadınla ancak bu yücelikte bir yaşam en değerli yaşamdır. Diğer yaşamlar kuş tüyü yataklarda da geçse, bana göre çukurda debelenen yaşamdan farksızdır. Özcesi, şu sonuca ulaştım: KADINDAKİ TANRISAL GÜZELLİĞİ, İYİLİĞİ VE DOĞRUYU YAKALA VE ONUNLA YAŞA! İşte çok az da olsa bu yaşamdan karşılıklı olarak payımızı aldık, bu yaşamı paylaştık, yaşadık. Yaşadık derken, özgür yaşam felsefesinin ancak bu paylaşım temelinde anlam bulabileceğini ve tanımlanabileceğini belirtmek istedim.” biçiminde değerlendirmektedir.

Önder Apo’nun birkaç arkadaşla başlattığı Kadın Özgürlük Mücadelesi önemli bir birikime dönüşerek 1987’de Yekitiyê Jinên Welatparêzên Kürdistan (YJWK) olarak örgütlendirilmiştir. Tarihsel, toplumsal sorunların bireyler şahsında mücadeleye yansıması, Bin yıllardır mitoloji, felsefe, din, sanat, bilim ve birçok toplum, aile ve birey çözümideolojik eğilim kadını ele alırken kadın hakikatini lemelerinin gelişmesine, soykırım kıskacındaki Kürt halkı çarpıtan, erkeğin uzantısı olarak gösteren, inkâr ve yok ve kadın gerçekliğine ilişkin saymaya dayalı tanımlamalarla değerlendirmişlerdir çözüm tartışmalarının yoğunlaşmasına yol açmıştır. 1970’ler dünyasının konjonktürel koşullarında PKK’yi Kadın özgürlük sorununa daha iyi bir örgütlenmeykuran Önder Apo, Kürt Halkının Özgürlük Mücade- le cevap olma ve ulusal direnişe öncülük ihtiyacı lesini geliştirdiği ilk dönemlerden itibaren Kadın Öz- temelinde 1993 yılında yaptığı üçüncü kongresiygürlük Mücadelesini de ideolojik ve stratejik çalış- le YJWK (Tevgera Azadiya Jinên Kurdistan) TAJK malarının başında ele almıştır. İlk yıllardan itibaren adıyla kendisini hareket olarak örgütlendirmiştir. Bu toplumsal özgürlüğün kadın özgürlüğüyle bağlantısı- doğrultuda ağırlıklı olarak ulusal kurtuluş perspeknı kuran yaklaşımı PKK’nin özgürlükçü karakterini be- tifiyle bilinçlendirme çalışmaları yapılmış aynı zalirlemiştir. Grup çalışmalarından PKK örgütlenmesine manda toplumsal zeminde örgütlenmelere gidilmiştir. kadarki süreçte, Kadının Özgürlük Mücadelesine katılımı önemle ele alınmış, PKK üçüncü kongresinden YJWK ile ilk özgün birlik örgütlenmesi, ardından itibaren özgün örgütlenmenin zemini oluşturulmuştur. mücadelenin boyutlanmasıyla ihtiyaç haline gelen Önderliğimiz giderek derinleştirdiği kadın özgürlük TAJK’ın kuruluşuna kadar Kürt kadınının devrimci-özçalışmalarını; “Kadın çalışmalarında gerçeği, tarihsel gürlükçü karakterdeki mücadelesi kapsamlılaşarak ve toplumsal hakikatin önemini daha çok fark ediyor- gelişmiştir. Bu süreçlerin mücadele yaratımları üzedum. KADINLAR benim için sosyolojik çalışmaların rinden 1993 yılında Önderliğimizin başlattığı kadın özüydüler. Çok dar da olsa kendi öz sahamda on- ordulaşması ile Kadın Özgürlük Hareketimizin örgütlü ların üzerine kurulu olan hiyerarşik düzeni yıkmam, duruşu gerilla sahasında pratikleşme zeminine kayüzlerce kitaptan çok daha eğitici oluyordu. Onlarla vuşturulmuş böylece Özgürlük Mücadelesi alanında kurduğum ilişki platformu erkek egemen karılı-kocalı daha ciddi adımlar atılmıştır. Kapitalist modernitenin statüyü paramparça ediyordu. Aslında en çok da bu sınırlara hapsettiği kadınlar, özgürlük dağlarında müstatünün parçalanmasından mutlu oluyordum. Bir cin- cadeleye yoğun şekilde katılarak sisteme isyanını sel obje değil, değerli bir insan oldukları açığa çıktık- ortaya koymuştur. 90’lı yıllar Kürdistan Özgürlük Haça gururlanıyorduk. Bu yaklaşım özlü sevgiye giden reketinin halklaştığı, inkârcı sistemin her türlü imha yolu da açıyordu. Karşılıklı ama mutlaka hiçbir baskı saldırılarına karşı, varlığını kabul ettirme savaşının duymadan, tarihsel ve toplumsal gerçeğin bağrında yükseltildiği yıllar olmuştur. Kürt Kadınının özgürlük kurduğumuz sevgi ve saygı dünyasının eşsiz bir gücü arayışı da bu toplumsal gerçeklikle bağlantılı olarak vardı. Aralarında düşkün kadınlığı aşamamış bazıları kölelik statüsünü parçalama mücadelesi şeklinde çıksa da, dedikodularıyla lekelemeye çalışsalar da, yükselmiştir. Büyük örgütlülüğe kavuşan kadın özçok sayıda ve çok nitelikli kadınlar da çıkmıştı. On- gürlük yürüyüşü toplumsal direniş olarak sokaklara

36


Özgür Halk

Mart 2015

yansırken Kürt halkı serhıldanlarıyla, Kürt gençleri ve farklı toplumsal kesimlerden gerillaya katılımlar yoğunlaşarak mücadele sahiplenilmiştir. Kapitalist modernist sistemin egemenlik cenderesinden, kurtuluşa yol alan kadınlar artık kendi özgürlük yürüyüşlerini iradileşen bir örgütlülüğe evriltmeye başlamışlardır.

Apo 8 Mart 1998’de “Kadın Kurtuluş İdeolojisini” ilan etmiştir. Kadın Kurtuluş İdeolojisini yurtseverlik, özgür düşünce-özgür irade, örgütlülük, mücadele bilinci ve estetik ilkeleri üzerinden kavramlaştırmıştır. Bu ideolojik İlkeler çerçevesinde kadının ve toplumun özgür yaşam çerçevesi netleştirilmiştir.

Kadın Ordulaşmasının 1993’te ilan edilmesi PKK’de köklü sosyolojik değişimlerin gelişmesine yol açmıştır. Giderek deneyim kazanan ve daha fazla özgürlük bilinci edinen Kürt kadın gerillası, ulus devlet karşısında ulusal var oluş mücadelesini yürütürken, geri ve egemen erkek karşısında da iradi varoluş mücadelesini geliştirmiştir. Dıştaki saldırılar kadar içteki geriliklere karşı da mücadele etme ihtiyacı, kadın Özgürlük Hareketi açısından daha örgütlü olmayı ve yanı sıra sistemik yorumlama bilincini de sağlamıştır. Ötekileştirici, küçümseyici yaklaşımlara karşı yürütülen mücadele, sosyolojik anlamda da önemli bir derinlik yaratmıştır. Her şeyden önce karşı karşıya bulunduğu erkek egemenlikli yaklaşımları aşmak mücadele önceliğini belirlemiştir. Bundan hareketle kadın özgürlük sorununun (diğer devrimci hareketlerin sonuçlarının öğreticiliğiyle) ertelenemeyeceğini bilince çıkarmıştır. Erkek egemen zihniyet karşısında her an mücadele duruşu içerisinde olmak Kadın Özgürlük Mücadelesinin ivme kazanmasında en önemli hakikat olarak yaşanmıştır.

Kadın Kurtuluş İdeolojisi ekseninde partileşmeye giden kadın özgürlük hareketimiz 1999 Mart’ında gerçekleştirdiği kongreyle PJKK (Partiya Jinên Karkerên Kurdistan) adıyla kendini ilan etmiştir. Birçok ilke imza atan Kürt kadın hareketi partileşme adımıyla bir ilke daha adını yazdırmıştır. Paradigmal değişim süreci ve uluslararası komploya denk gelen PJKK süreci belli sancılı süreçlerle karşı karşıya gelmiş buna rağmen partileşme adımı sürdürülmüştür.

Kadın Ordulaşmasıyla deneyimlerine yeni tecrübeler ekleyen Kürt kadınları, 8 Mart 1995 yılında 1. Ulusal Kadın Kongresi’nde örgütlenmenin yeni bir aşaması olan Yekîtîya Azadîya Jinên Kurdistan- YAJK’ı kurmuşlardır. Kadın özgürlük mücadelesinde önemli bir aşamayı ifade eden YAJK deneyimi, kadın özgün örgütlülüğünün Kürdistan’ın tüm alanlara yansımasını sağlamıştır. “Ayrı kadın ordusu, ayrı kadın örgütü olamaz” tartışmalarına, zorlayıcı geri ve egemenlikli yaklaşımlara rağmen yürütülen mücadele ile örgütsel sistemini daha da kalıcılaştıran, dağlarda ve şehirlerde çalışma kapsamını genişleten ve kendine olan güveni daha da pekişen bir kadın örgütlenmesi açığa çıkmıştır. Böylece kadın hareketi, örgütlü olunduğunda en güçlü iradi duruşun ortaya çıkarılabileceğini yaşayarak deneyimlemiştir. YAJK örgütlenmesiyle birlikte Önderlik “Erkeği Öldürmek” çözümlemesiyle erkeğin geri, sömürgeci, iktidarcı yönlerini sorgulamaya açmış ve özgürlük sorununu erkeğin de gündemine koymuştur. “Sonsuz Boşanma” kavramsallaşmasıyla hem kadının hem de erkeğin gerçeğini çözümleme çabalarını derinleştirmiştir. Çözümlemelerin derinleştirilmesiyle Önder

37

Kapitalist modernite güçleri BOP adı altında Ortadoğu’yu, kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir dizayna kavuşturmak isterken, bu amacını gerçekleştirmesi önünde hiçbir alternatife yaşam hakkı tanımamaktaydı. Bu saldırılara karşı bir yandan bölgenin kültürel, tarihsel dinamikleri önemli bir direniş sergilerken, en büyük alternatif duruşu sergileyen Önderliğimize uluslararası komplo dayatılmış ve Önder Apo İmralı esaret koşullarına alınmıştır. Komplonun amacını boşa çıkartma temelinde Önder Apo derinleştirdiği yoğunlaşmalarıyla paradigma değişimini Özgürlük Hareketinin gündemine koymuştur. Paradigma değişimi ekseninde kendini yeniden inşa etme sürecine giren Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi gerçekleştirdiği PJKK III. Kongresiyle Partiya Jina Azad (PJA) olarak değişime gitmiştir. PJA, Kürdistan’da kadın örgütlenmesi ve kadın özgürlük mücadelesini yeni deneyimlere taşırmış toplumsal özgürlük alanında önemli çıkışlar yaratacak bir sorgulama ve tartışma düzeyini ortaya çıkartmıştır. Özellikle bu dönemde gündemleştirilen “Toplumsal Sözleşme” tartışmaları dünya kadın hareketlerine de mal edilmeye çalışılmıştır. Bu temelde evrensel düzleme taşınan Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesi, kadının sömürge tarihini aydınlatma iddiasıyla kadın-


Özgür Halk lar için ortak mücadelede arayışlarını güçlendirmiştir. Demokratik, Ekolojik Kadın Özgürlükçü Paradigma Paradigma değişiminin hareketimizde yarattığı zorlanmalar, anlama ve özümseme sorunları kendini yeni paradigma ekseninde yapılandırmayı zamana yayarken bu süreci oldukça sancılı kılmıştır. Yeni paradigmanın değişim-dönüşüm ekseninde derinleştirilen özümseme tartışmalarıyla birlikte 2004’te kadın kongresi yapılmış sürece daha iyi cevap verme temelinde PAJK (Partiya Azadîya Jinên Kurdistan) örgütlenmesine gidilmiştir. Yeni dönem parti esprisi eski paradigmaya dayalı zihniyetin aşılması ve parti çalışmalarının toplumsal inşayı gerçekleştirmenin öncülüğüne oturtulması esas alınmıştır. Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Paradigma ekseninde kendisini örgütleyen PAJK yeniden yapılanma çalışmalarına başlamıştır. Bununla birlikte Önderliğimiz kadın hareketinin

Özcesi, şu sonuca ulaştım: KADINDAKİ TANRISAL GÜZELLİĞİ, İYİLİĞİ VE DOĞRUYU YAKALA VE ONUNLA YAŞA

yaşadığı gelişimlerden yola çıkarak artık konfederal bir örgütlenme yapısına gitmesi gerektiği, parti ya da birliğin açığa çıkan muazzam kadın örgütlülüğünü karşılamayacağını belirterek kadın hareketi için yeni bir örgütlenme perspektifini vermiştir. Bu perspektiften yola çıkan Kadın Özgürlük Hareketi 2005 yılında tüm mücadele sahalarını bir çatı altında toplayan (Koma Jinên Bilind) KJB örgütlemesiyle, geniş bir yelpazede örgütlü bir sisteme kavuşmuştur. KJB, çatı örgütü sistemini; kadının ideolojik öncü kurmay partisi olarak PAJK, kadının meşru savunma gücü olarak YJA Star, kadının toplumsal ve siyasal alan örgütü olarak YJA, mücadelenin temel dinamizmini teşkil eden Komalên Jinên Ciwan bileşenleri üzerinden yapılandırmıştır. Önder Apo’nun sürekli yenilikler yaratarak özgürlük mücadelemizi ileriye taşıdığı yoğun mücadele yıllarından olan 2008-2015 yılları arası süreç Kürdistan özgürlük mücadelesinde devrimsel bir döneme yol açarken, kadın özgürlük hareketi olarak da bu dönemde çok yönlü devrimsel kazanımlar ortaya çıkarılmıştır. Ortadoğu halklarının özgürlük baharı denilen süreç Mezopotamya halkları şahsında tüm toplumların özgürlüğe kalkışı, erkek egemenlikli iktidar ve devletçi zihniyete olan öfkenin dışa vurumuydu. Ortaya çıkan yeni konjonktürel durum Kürt toplumu açısından da, sömürge statüsünü aşmak ve özgürlük devrimini gerçekleştirme zeminini ortaya çıkarmıştır. İmkânlar, Demokratik ulus anlayışıyla demokratik

Mart 2015

özerkliği inşa etmeye oldukça avantajlı bir durum sağlamıştır. 19 Temmuz 2011 Rojava Devrimi zamanın özgürlüksel anda gerçekleşmesiydi. Bu devrimsel sürece öncülük eden Kadın Özgürlük Hareketimiz kurulan özgürlük koşullarında kendi devrimini gerçekleştirme zeminini de var etmiştir. Özellikle nasıl bir toplumsal yaşam, nasıl bir sisteminin kurulması gerektiğinden tutalım, politika, siyaset, ahlak, ekonomi, savunma, eğitim ve her anlamda özgür kadın anlayışını eksen alan bir tartışma ve pratikleşme süreci bugüne kadar devam etmektedir. Diğer yandan Kürt halkına dayatılan savaş-imha, kadınlara dayatılan katliamlar, tecavüz, işkence ve soykırıma karşı kadınların meşru savunma gücü olan YJA STAR daha geniş yelpazede kadınların öz savunma mücadelesini görkemli direnişler haline getirmiş ve tüm dünya kadınlarının güvencesi olma umudunun sembolü olmuştur. Bununla birlikte Rojava, Şengal, Başur ve birçok yerde egemen erkek barbarlığına karşı YPJ güçleri sergilediği kahramanca direniş ile mücadele kazanımlarımızı evrensel bir mecraya taşımıştır. Kadın Özgürlük Mücadelesini toplumsal özgürlüğün inşasına yöneltme ve özgür yaşam mücadelesinin toplum ayağını tamamlama temelinde 2014 yılında yapılan kadın kurultayıyla KJB ve YJA birleştirilerek, KJK (Komalên Jinên Kurdistan) olarak kendisini örgütlemiştir. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi, evrensel bir ivme kazandığı bu yeni mücadele döneminde tüm dünya kadınlarının özgürlük umudu haline gelmiştir. Hem özgürlük mücadelesinin tüm örgütsel alanlarında hem de legal siyasetin toplumsal alanında kadın iradesinin nüfuz ettiği, sistemin demokratik-komünal, eşitlikçi, özgür düşünce ve karar gücü olarak kadın rengine büründürüldüğü bu aşama, siyasette eş başkanlık sistemi ile daha da taçlandırılmıştır. Bu anlamda ideolojik ve örgütsel öncülük ile birlikte, politik, siyasal, sosyal, öz savunma, ekonomik, kültürel, diplomatik vb. tüm örgütlülükler alanında kadın bakış açısı ve düşüncesi ekseninde gelişmeler sağlanmıştır. Kadının sömürgeleştirilmesi üzerinden toplum sömürgeleştirilmiştir 35-40 yıllık Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesinin ortaya çıkardığı kazanımlar ve deneyimler, örgütlülük bütünlük içinde irdelendiğinde, tüm kadınlara alternatif bir özgür yaşam yaratma iddiasıyla eril zihniyete karşıt bir duruş ve mücadele içinde olunduğu kuşkusuzdur. Bu yıllar boyunca erkek egemen sistemin türevi olan tüm kavram ve kuramlar sorgulama ve eleştiriden geçirilmiştir. Feminist teori, kuram ve mücadelesinin ortaya çıkardığı mirası sahiplenen Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketimiz aynı zamanda egemen sisteme alternatif yaratmayan ve feminizmin açmazlarını da aşma temelinde bir yaklaşımı esas almıştır. Bütün bu gelişmelerden hareketle Jineoloji, Kürdistan

38


Özgür Halk

Kadın Özgürlük Mücadelesinin tarihsel ve toplumsal anlamda deneyimlerinin ortaya çıkardığı düzeyle bağlantılı geliştirilecektir. Jineoloji’yi Kadın Özgürlük Mücadelesinin önceliğine alan Önderliğimiz “Özgürlük Sosyolojisi” kitabında; “Kadını sosyal ilişki yoğunluğu olarak incelemek, bu nedenle sadece anlamlı değil, toplumsal kördüğümleri aşmak (çözümlemek) açısından da büyük önem taşır. Erkek egemen bakış bağışıklık kazandığı için, kadına ilişkin körlüğü kırmak bir nevi atomu parçalamak gibidir. Bu körlüğü kırmak büyük entelektüel çaba harcamayı ve egemen erkekliği yıkmayı gerektirir… Hâlbuki köklü özgürlük, eşitlik ve demokratlık yüklü bir felsefeyle kadınla düzenlenecek yaşam ortaklığı; güzelliği, iyiliği ve doğruluğu en mükemmel düzeyde sağlayabilme yeteneğindedir. Şahsen mevcut statüler içinde kadınla yaşamı, çok sorunlu olmak kadar çirkin, kötü ve yanlış bulurum... İnsan eliyle inşa edilen, insan eliyle yıkılabilir. Burada ne bir doğa kanunu, ne de bir yazgı söz konusudur. Şebekenin, kurnaz ve güçlü adamın kanserli ve hormonlu yaşam elleri olan tekellerin yıkılası düzenlemeleridir söz konusu olan. Yaşamın evrendeki en harika çiftinin (bilinebildiği kadarıyla) anlamlaşma derinliğini hep derinden hissetmişim. Kadınla önce düşünmenin, nerede, ne zaman, ne kadar bozukluk varsa tartışma ve gidermenin önemini tüm ilişkilerin önüne koyma cesareti gösterdim. Sadece güçlü, düşünen, iyi, güzel ve doğru karar verebilen, böylece beni aşarken hayran bırakabilen ve muhatabım olabilen kadın, şüphesiz felsefi arayışımın köşe taşlarındandır. Evrendeki yaşam akışının sırlarının bu kadınla en iyi, güzel ve doğru tarafıyla anlam bulacağına hep inandım. Ama hiçbir erkeğin beceremeyeceği kadar, önümdeki ‘erkek ve sermaye’ malıyla, doksan bin kocalı Hürmüz’le varoluş tarzımı asla paylaşmayacak olan ahlakıma da inandım. O halde feminizmden de öte, ‘jineoloji’ (kadın bilimi) kavramı amacı daha iyi karşılayabilir.” şeklinde değerlendirmektedir. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak jineoloji’yi

39

Mart 2015

geliştirmenin başlangıç aşamasındayız. Uzun süreli, derinlikli ve kapsamlı çabalar gerektiren jineoloji’yi herhangi bir ulus, sınıf veya kesime ait görülmemesi gereken bir bilim olarak tanımlıyoruz. Bu çerçevede ana nehir toplumsallığının yaratımı olan tüm değerleri hak ettiği yere oturtmak, özgürlükçü hakikatin anlamıyla buluşturacak toplumsal bir bilim alanı olarak geliştirmek önemlidir. Mevcut haliyle toplum-doğa, toplum-birey, kadın-erkek ilişkileri, sosyal bilimler alanında yoğun tartışmalara konu olmaktadır. Kuşkusuz ki bu ilişki sistematiği birbiriyle hem etkileşim içinde hem de birbirini değiştirip, belirleyen bir konum arz etmektedir. Yeni zaman diliminde tartışmalara konu olan toplumsal tarih alanı, 19. yy. sosyal bilim yöntemiyle ele alındığından oldukça sorunlu kalmaktadır. Toplum yaşamına, ilişki yapılarına dair perspektif, devletin ve iktidarın hakim yapılarına güdümleyen sosyoloji bilimi temelinde olmaktadır. “Toplum, devletin ve iktidarın hükmünde nasıl daha iyi yaşar?” amacına hizmet eden sosyal bilim, erkek egemenlikli paradigma ekseninde oluşmuştur. Bu da iktidarla donatılmış toplum yapısını, egemen erkek zihniyetiyle örgütlendirmiştir. Tüm bilim disiplinleri kendisini bu eksende hizmet etmeye göre örgütleyip, toplumsal ilişkiler bu çerçevede inşa edilmiştir. 20. yy. başında paradigmal sorgulamaların gelişmesi, feminist hareketin örgütlülüğü, sosyal bilim alanında yeni tartışmaların ortaya çıkması, tarih yorumlarında değişimlere yol açmıştır. Özellikle Anaerkil Dönem ve neolitiğe ait elde edilen bulgular, tarih ve toplum yaşamına ilişkin yanlış yorumlamaları masaya yatırmıştır. Araştırmalar kadının; toplumsallığın gelişmesi, yaşamın örgütlendirilmesi, kültürel değerlerin oluşmasında esas role sahip olduğunu açığa çıkarmıştır. Kadının bu konumunun uygarlığın gelişmesiyle tersine döndüğü bulgularla kanıtlanmıştır. Bundan dolayı kadının sürekli iktidarcı, sömürgeci uygarlık sistemine


Özgür Halk karşı bir mücadele içinde olduğu somut verilerle kanıtlanmıştır. Kadın hakikatinin ortaya çıkartılması bu anlamda tarih, felsefe, din ve tüm bilimlerde yansımasını bulan kapitalist modernist paradigmanın aşılmasıyla mümkündür. Yeniden inşa edilecek toplumun demokratik, eşitlikçi, adil ve özgür temellerde gelişmesi için kadının çarpıtılmış hakikatinin ele alınması gereklidir. Sosyal bilimin uzun süre kapsamındaki tarihi araştırmalarında açığa çıkan; kadının yaşamdaki başat olma konumunu, toplumsal bilimin öncelikli konusu olarak ele almak şarttır. Şimdiye kadar kadının sosyal bilim tarafından ele alınmaması, sadece eksiklik değil toplumsal yaşamda iktidar ve devletçi zihniyetin süreklilik kazanmasını da sağlamaktadır. Önderliğimiz kadın için “ilk sömürge” demektedir. Kadının sömürgeleştirilmesi üzerinden toplum sömürgeleştirilmiştir. Bu açıdan toplumsal dokuda özgürlüğün yaşamsallaşması için, kadın hakikatinin yerli yerine oturtulması zorunludur. Kadının sömürgeleştirilmesi toplumun tarihi, ekonomik, sosyal, siyasal, zihinsel ve kültürel sömürgeleşmesinin yolunu açmıştır. Dolayısıyla kadının toplumsal yapılar ve ilişkilerdeki konumunun netleşmesi toplumun genelinde özgürlüğe yol aldıracaktır. Toplumu toplum yapan, onu kültürleştiren, bedenleştiren ve sürekli akış kazandıran kadındır. Önderlik bu konuda “Etrafında mitoloji-din-felsefe-sanat ve bilim alanlarında çok geniş bir bilgi yapısı ve sistemli kurgular inşa edilmesine karşın; kadın gerçeği hep karanlıkta bırakılmıştır. Kadına dair sayısız imge, sembol ve yargı yaratılmış, en sistemli ve derinlikli ideolojikleştirme kadın etrafında geliştirilmiştir. Denilebilir ki, başka hiçbir varlık bu denli ideolojik olarak kurgulanmamıştır. Çok ileri düzeyde yüceltme kadar aynı ölçüde derin bir alçaltmanın da nesnesi konumundadır. Hem tapınılan, hem de lanetlenen, hem masumiyetin-ahlakın, hem de ayartıcı şeytansı özelliklerin ve kirliliğin cisimleştiği bir kimlik olarak kurgulanan kadın, mitolojilerin de, dinlerin de, felsefe ve sanatın da vazgeçilmez öğesidir. Kadın, etrafında adeta bir dünyanın, toplumun ve insanın bilinç ve ruh olarak yeniden kurulduğu bir araç halindedir. İster negatif –iktidar anlamında-, ister pozitif –toplumsal anlamda- olsun; kadın, etrafında yaşamın, toplumun ve insan bilinç ve ruhunun kurulduğu bir kimliktir… Kadın olmak belki de en zordaki insan olmak demektir. Kadının da insan olduğunun yeni farkına varılmaktadır. Kadınla toplumda doğru yaşamak gerçekleşmedikçe anlamlı bir yaşamın yaşanmayacağı bilinmelidir. En anlamlı ve güzel yaşamın onurunu tamamen kazanmış özgür kadınla gerçekleştirilebileceğini bilerek söylem ve eylemlerimizi geliştirmeliyiz. Jineoloji bunun bilimidir.” demektedir.

Mart 2015

sal-kültürel ve sistemsel anlamda ciddi sonuçları açığa çıkaracağı kesindir. Dolayısıyla Jineolojiyi kadına dayalı, kadın eksenli bir aydınlanma ve değişim gücü çalışması olarak algılamak yerindedir. Yoğun bir mücadeleyle, özgür düşünce, öz irade kazanma ve toplumsal değişim gücü haline gelmeyi ifade etmektedir. Bu anlamda Jineoloji kadın özgürlük hareketinin kendisini bilimsel temellerde toplumsal bir yapılandırmaya kavuşturmasının hem bilinç –zihniyet- hem de kadro-öncülük misyonunu tanımlamaktadır. Önderliğimiz jineoloji çalışmasını önümüze koyarken, hakikat arayışı çerçevesinde kapsamlı bir kadro tanımı ve mücadele perspektifi ile şunları belirtmektedir. “Bunun için yeterli sayıda ve nitelikte akademik yapıların inşası gereklidir. Modernitenin akademik dünyasını sadece eleştirmekle yetinmeyen, alternatifini geliştiren yeni akademik birimler içeriklerine göre çeşitli adlarla inşa edilebilir. Ekonomik-teknik, ekolojik-tarım, demokratik siyaset, güvenlik-savunma, kadın-özgürlük, kültür-kimlik, tarih-dil, bilim-felsefe, din-sanat başta olmak üzere önem ve ihtiyaçlara göre toplumun her alanına ilişkin olarak inşa etmek görevdir. Güçlü bir akademik kadro olmadan demokratik modernite unsurları inşa edilemez. Akademik kadro ne kadar demokratik unsurları olmaksızın anlam ifade etmezse, demokratik modernite unsurları da akademik kadrolar olmaksızın, anlam ifade etmez, başarılı olamazlar. İç içe bütünsellik, anlam ve başarı için şarttır. Özcesi akademik kadro beyindir, örgüttür ve bedende (toplumda) kılcal damarlarla yayılandır.” Henüz başlangıç aşamasında olan jineoloji çalışmalarını tüm dünya kadınlarının özgürlük mücadelesini geliştirecek bir kapsam ve nitelikte başarıya ulaştırmak tarihi ve toplumsal sorumluluğumuzun gereğidir.

Jineolojinin, bilgi yapıları ve zihniyet üzerinde köklü bir değişimi, sosyal bilim kapsamında toplum-

40


Özgür Halk

Mart 2015

Halepçe’de Yaşanan Soykırımdır Enfal operasyonları boyunca kimyasal silahların sadece Halepçe’de kullanıldığı gibi yanlış bir izlenim var. Oysa tüm Enfal Operasyonları boyunca köyler, vadiler ve dağlar kimyasal silahlarla vuruldu ve bu silahlar sonucunda on binlerce Kürt katledildi Hayrettin Adlığ

Halepçe katliamında soykırıma uğrayanları 27. yıldönümünde anarken, Halepçe şahsında Kürt Soykırımı’na yol açan süreci ve koşulları iyi irdelemek gerekiyor. Halepçe’de yaşanan durumun sıradan bir katliam olayı olmayıp, planlanmış ve tarihi arka planı olan bir soykırım olduğu tartışmasız bir gerçektir. Soykırım uygulanmalarının tarihte birçok örneği bulunmakla birlikte imparatorluklar döneminde yaygınlık kazandığını biliyoruz. Köleci Asur İmparatorluğu’nun elinin ulaştığı ülkelerde soykırım uyguladığını, kitabelerinde bu soykırımları iftiharla anlatmalarından biliyoruz. Babil’den Roma İmparatorluğu’na, Atilla’dan Cengiz Han’a, Pers İmparatorluğu’ndan Osmanlı’ya, 1. ve 2. Emperyalist Paylaşım Savaşları’nda Ermeni, Yahudi ve Kürtler başta olmak üzere halklara yaşatılanlara bakmak, soykırımı anlamak için yeterlidir.

b-Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi. c-Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek. d-Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbir almak. e- Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek.” Bu karar çerçevesinde soykırım sucunun uygulandığı gruplar; milli, etnik, dini, ırki gruplar ile istikrarlı ve sabit gruplar, ekonomik ve sosyal gruplar, dilsel gruplar, cinsel gruplar, yaşlılar, bedensel veya zihinsel engelliler kategorileri olarak belirlenmiştir. Elbette bunların siyasi, kültürel, ahlaki ve ekonomik soykırım türlerini de eklemek gerekiyor.

Soykırım uygulamaları çok eskilere dayanmasına rağmen, kavram olarak tarihe mal olması, Yahudi asıllı Polonyalı hukukçu (savcı) Rafael Lemkin sayesinde olmuştur. Ermeni ve Yahudi katliamları üzerinde çalışan Lemkin, yaşananların bir ulusu, soyu ortadan kaldırma eylemi olduğu sonucuna ulaşır ve ganas (soy, kavim) ve cidos (öldüren) kelimelerinin birleşmesinden oluşan ganosidos (jenosid) kavramı kullanmıştır.

Soykırımcıların amacı Tarihte yaşanan soykırımları değerlendirdiğimizde göreceğiz ki, soykırımcılar benzer amaçları gütmüşler. Hedef olan grup, halk ve ulus genelde soykırımcılardan daha zayıf ve savunmasız konumdadır. Soykırımcılar, bu hedef kitleyi tümden ortadan kaldırarak ya da etkisizleştirerek, kendine benzeştirerek varlığını garantiye almak istemektedir.

Lemkin, soykırım uygulamalarını, fiziki imhayla sınırlı tutmamış, bir ulusun, grubun herhangi bir biçimde ortadan kaldırılmasına, etkisizleştirilmesine yol açan politikaları da soykırım olarak değerlendirilmiştir.

Aslında burada güçlü gibi görünenin zayıflığını görmek lazım. Zira güçlü gibi görünmesine rağmen kendisinden daha zayıf olanı, varlığı için tehdit olarak görüyor ve kendisini güvende hissedebilmek için “zayıfı” ortadan kaldırıyor. Eğer zayıf veya rakip olan kendini örgütler ve soykırıma karşı direnirse, soykırımcı, istediklerini yapamaz, planlarını hayata geçiremez. Bunu da iktidarının devamı için tehlike sayar.

Gerek Lemkin’in çalışmaları gerekse de 1. ve 2. Emperyalist Paylaşım Savaşları’nda yaşanan toplu yok etme, ortadan kaldırma eylemleri, BM’yi harekete geçirmiş ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren BM’nin soykırım suçu kararı çıkarılmıştır. Bu karara göre; “Ulusal, etnik veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçu oluşturur. a-Gruba mensup olanların öldürülmesi.

41

İstisnalar hariç tüm soykırımcıların devlet iktidarını ellerinde bulunduran güçler tarafından yapıldığını göz önünde bulundurduğumuzda, iktidarın tekçil zihniyetinin yerleşmesinde ne kadar etkili olduğunu görürüz. Zira iktidar, otorite veya güç demektir. Otorite ve güçte boyun eğdirmeyi koşullar. Boyun eğmeyenin boynunun vurulması, iktidarın adetindendir. Oysa toplumdaki


Özgür Halk farklılıkların varlığı, otorite ve gücün merkezileşmesi, iktidardakilerin arzuladığı gibi her gecen gün daha da büyümesinin önünde engel olarak görülmektedir. Bu engelin ortadan kaldırılması, zorunluluk gibi görünür. İktidar sahiplerinin içinde yetiştikleri devlet kültürleri ve zihniyeti, güçlü olana yaşam hakkı tanırken, zayıfın yutulmasını bir doğa yasası sayar. Hobes, “insan, insanın kurdudur’’ derken, bu acımasız yasadan bahsetmektedir. Soykırımın tarihselliği BM’nin “1951 soykırım suçu yasası’’ kapsamında değerlendirildiğinde birçok uygulamanın soykırım kapsamına girdiğini görebiliyoruz. Yine de en belirgin soykırımların Asur imparatorluğunun Medlere, Urartulara ve Yahudilere karşı uyguladığını, Babilin de bu uygulamalardan uzak kalmadığını görüyoruz. Daha sonra kurulan imparatorlukların soykırım mirasını devraldıklarını tarih sayfalarından okuyoruz. Yakın tarihimizin en belirgin soykırım uygulamalarını 1915’teki Ermeni Soykırımı, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı esnasındaki Nazillerin uyguladığı Yahudi Soykırımı ve 200 yıldır devam eden ve bir çok gücün ortak yürüttüğü ve Kürtlere karşı uygulanan soykırımı vermek mümkün. Afrika kıtasında 20. yy’da kabile ve devlet savaşlarında yaşanan soykırımlar, hafızalarda tazeliğini koruyor. Avusturalya’da İngiliz işgalcilerin Aborjinlere, Amerika kıtasında Avrupalıların Kızılderililere karşı uyguladığı soykırım, sömürgeciliğin lanetli yüzünü gösterdi. İnsanlıktan çıkmış DAİŞ vb. faşist çetelerin günümüzde de devam eden soykırım uygulamaları, bu örneklerin ne kadar çoğaltılabileceğini gösteriyor. Halepçe’yi yaratan koşullar 16 Mart 1988’de Halepçe’nin semalarında patlayan kimyasal bombaların faillerini ararken, ilk etapta Saddam rejimiyle karşılaşabiliriz. Ancak o kimyasal bombaların Halepçe semalarında patlamasına yol veren ve en az Saddam rejimi kadar suçlu olan güçler vardı. Halepçe’de uygulanan soykırım, 20. yy’ın son çeyreğinin en vahşi soykırım uygulamasıdır. Bununla birlikte Halepçe de daha önceki Kürt soykırımının devamıydı. 1639’da Osmanlılar ve Safeviler arasında imzalanan ve Kürdistan’ı resmen ikiye bölen Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla, Kürtlere karşı uygulanan soykırım yeni bir evreye girmiş oldu. Kürtler, buna rağmen uzun süre kendi vatanlarında varlıklarını sürdürmeyi başardılar. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşında Osmanlı’nın parçalanması ve emperyalistlerin Ortadoğu’yu fiili işgalleriyle birlikte Kürtlerin kaderi de değişti. Önderlik, “Ortadoğu genelinde olduğu gibi Kürt olgusundaki ulusal gelişmeler de Batılı kapitalist hegemonik güçlerin bölgeye sızmalarıyla iç dinamikten kaynaklı

Mart 2015

olmaktan çıkmıştır’’ demektedir. Yine Kürdistan’ın parçalanmasının yarattığı trajediyi ve bu trajedinin sorumlularını aynı başlık altında şöyle değerlendirir: “Proto-İsrail olmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin ne kuruluşunu ne de sürdürülüşünü anlayabiliriz. Ama bu iki iç içe geçmiş ulus devletçiliği mümkün kılmak ve sürdürmek için bir ‘öteki’ne ihtiyaç vardır. O da Kürtler oldu. Kürtlerin hedef kılınmasında İngiltere’nin de çıkarı vardır. Musul-Kerkük’ü (Misak-i Milli gerçeği) içine almış bir Türk-Kürt Cumhuriyeti, Irak petrollerini elinde bulundurması açısından ciddi bir darbe olacaktı.(…) işte tarih bu noktada günümüze kadar devam edecek büyük Kürt trajedisine, komplosuna ve soykırımına varacak olan sürece adım atacaktır. Kürt trajedisinden kasıt şudur: Cumhuriyet yaşayabilmek için Musul-Kerkük’ü İngiltere’ye bırakmak zorundadır. Yine Musul-Kerkük’ü bırakmak ise, Kürtleri can evinden vurmakla özdeştir. Proto-İsrail, Türkiye Cumhuriyeti ve İngiliz hegemonyacılığı kutsal çıkarları için bir kurban aramışlar, bu kurban da Kürtler olmuştur. Daha da önemli olan, 1925’le başlatılabilecek bu çağdaş Kürt trajedisinin ağırlaşarak günümüze dek aralıksız devam etmesidir.” Sykes-Picot anlaşmasıyla (1916) İngiltere ve Fransa’nın temelini attıkları yani Ortadoğu da Kürtlerin ve Kürdistan’ın büyük trajedisine yol açılmıştır. Sevr anlaşmasıyla (1920), küçük bir özerk Kürdistan’la sınırlandırılmış, 1921 Ankara antlaşmasıyla Kürdistan’ın bir parçası Fransa’nın denetimindeki Suriye’ye bırakılmış ve Misak-i Milli’den ilk taviz verilmiştir. 1923 Lozan antlaşmasıyla Kürdistan dörde bölünmüş, 1926 Musul anlaşmasıyla Önderliğin de belirttiği gibi Kürtlerin soykırımı kararlaştırılmış ve İngiltere’nin en büyük komplosu devreye girmiştir. Kürdistan’ın dört parçaya bölünerek her bir parçası ayrı bir sömürgeci gücün denetimine bırakılması, İngiliz emperyalizminin en büyük komplolarından biridir. Bununla güdülen amaç çok yönlüdür. Zira Kürtler kadar Türkler, Araplar ve Farslar da kontrol altında tutulmak istenmiştir. Irak’ın 90 yıllık sürekli savaş içinde olması, T.C.’nin sürekli Kürt serhildanlarıyla ve darbelerle muhatap olması, Suriye ve İran’da çelişkilerin süreklilik arz etmesi ve tüm bu ulus-devletlerin emperyalizme bağımlı olmaktan kurtulamamaları, Kürdistan’ın parçalanmasıyla bağlantılı gelişmelerdir. Dayatılan soykırım politikasına karşı direnişler gelişiyor Koçgiri Halk Direnişiyle (1921), dayatılan yeni soykırımlara karşı direneceğinin mesajını veren Kürtler, Lozan anlaşmasında Kürtlerin kurban edildiği kesinleşince, dört parçada da direnişler dönemi başladı. Fransa’nın denetiminde olan Güney-Batı Kürdistan’ın diğer parçalara nazaran daha küçük olması ve Fran-

42


Özgür Halk

Mart 2015

sa’nın ilk başta inkarcı politikayı dayatması nedeniyle bu dönemde kapsamlı isyanlar geliştirilmemişse de Güney-Batı Kürdistan’a ve Suriye’ye kaçmak zorunda kalan ve çoğunluğu direnişlerde etkin rol olan kesimlerden oluşması nedeniyle diğer üç parçadaki direnişten uzak kalmamıştır. Güney Kürdistan’da Şêx Mahmut Berzanci önderliğinde İngiliz politikalarına karşı direniş gösterildi. Şêx Mahmut Süleymaniye ve çevresinde önemli bir güce sahipti. İngiltere de Şêx Mahmut’un bu gücünden yararlanmak istiyordu. Ancak Şêx Mahmut’un ve dolayısıyla Kürtlerin gücünün fazla artmasını da istemiyordu. Bunun için Kerkük, Koysenceq, Rewandiz ve Halepçe gibi yerleri Şêx Mahmut Berzenci’nin yönettiği Süleymaniye’den kopardı. İngiltere, bu politikasıyla, Kürtlerin merkezi bir güç olmasını engelliyordu. Ancak bunun için aşiret çelişkilerini kullanıyordu. İngiltere’nin bu kararına sert tepki gösteren Şêx Mahmut, 23 Mayıs 1919’da Süleymaniye’deki İngiliz memurlarını tutuklattı ve İngilizlerin toplamış olduğu orduyu dağıttı ve kendisini de Kürdistan Kralı olarak ilan etti. Şêx Mahmut’un direnişi kırılıp önce idama sonra Hindistan’a sürgüne mahkum edilse de İngiltere, onun gücüne ihtiyaç duyduğundan 1922’de cezasını kaldırarak Süleymaniye’ye dönmesine ve Süleymaniye’de Kürt hükümetinin kurulmasını kabul etmek zorunda kaldı.

şin öncülüğü Barzanilere geçti. Direniş ve ihanetin iç içe geçtiği bu dönemi anlamadan, Halepçe de yaşanan soykırımı anlamak mümkün olmaz. Aynı döneme denk gelen tarihlerde Doğu Kürdistan’da İsmail Sımko önderliğindeki direniş baş göstermiş, İran’ın uzun yıllar baş edemediği bu direniş Doğu Kürdistan’ın önemli bir bölümünü denetimde tutmuştur. İsmail Sımko, bir tarafta İran devletiyle savaşırken diğer tarafta yeni kurulan T.C. ile ilişki içinde olmuştur. Halkın öz gücüne dayanarak direnişi kalıcılaştırmak yerine T.C ve İngiliz yöneticilerle ilişkiye geçerek yabancı güçlerden medet umma gafletine girdiği ve karşında savaştığı İran devletinin komplocu geleneğini yeterince çözemediği için bir komployla tasfiye olmaktan kurtulamamıştır.

İngiltere, Kürdistan’ı Bağdat’a bağlayarak Irak devletini kurmak ve Musul-Kerkük petrollerini garantiye almak istiyordu. Bunun için de Kürdistan’ın ayrı bir yönetim oluşturmasını istemiyordu. Lozan’da netleşmeye, Musul sorununu 1926’da netleştirinceye kadar Kürtleri oyalamayı bir politika olarak devreye koydu.

Güney’de Şêx Mahmut Berzenci’nin, Doğu’da İsmail Simko’nun önderliğindeki Kürtlerin direnişte oldukları dönemde Kuzey’de de Kürtlerin yeni kurulan T.C.’ye karşı rahatsızlıkları artıyordu. 1923’te resmen kurulan T.C. 1924 Anayasa’sıyla Kürtleri yok saymış ve Türk ırkçılığı üzerinde Cumhuriyeti şekillendirmek istemiştir. Daha önce Kürtlere verilen sözler unutulmuş, Kürtler büyük aldatılmışlardı. Bu aldatılma ve yok sayma yaklaşımına karşı parçalıda olsa rahatsızlıklar artmıştı. İllegal temelde kurulan Azadi Örgütü’nün öncülüğünde direniş örgütlenmeye çalışılırken 1924’te Beytüşabap olayı patlak vermiş, bu olayı bahane eden T.C. Kürt önderlerini yakalayarak hapsetmiş, Şêx Sait yakalanacağını anlayınca Hınıs’tan yola çıkmış ve 13 Şubat 1925’te Piran’daki komployla direnişe erken doğum yaptırılmış, böylece 20. yy’daki isyan ve soykırım ikilemi başlatılmıştı.

Bu politikaya karşı 1927’ye kadar direnen Şêx Mahmut önderliğindeki hareket kırılınca, direni-

Kuruluşu sorunlu olan Irak-Kürt ilişkileri İngiltere emperyalizminin çıkarlarına uygun olarak

İngiltere, başından sonuna kadar Güney Kürdistan’da kandırma ve parçalama siyasetini uyguladı. Devamlı Kürdistan yönetimini tanıyacağı sözünü verdi, ancak bunu hep oyaladı. Kürtlerin birliğini bozmak için aşiretler arası çelişkileri kullandı ve bununla Kürtleri zayıflattı. İngiltere yönetimi, sömürgeleri olan Hindistan’da görev yapmış ve sömürgecilikte tecrübe kazanmış asker ve yöneticilerini Güney Kürdistan’da görevlendiriyordu.

43


Özgür Halk kurulan Irak devleti, Kral Faysal yönetiminde uzun süre tam bir İngiltere kuklasıydı. 1921’de “Kahire Konferansı’’ adıyla anılan toplantılarda İngiltere’nin memurları, kendi aralarında nasıl bir Irak’ın İngiltere’nin çıkarlarına daha fazla hizmet edeceğini tartışarak ve Kürtleri yok sayarak Kürtler adına karar alıyorlardı. Bir İngiltere imalatı olan Irak devleti de baştan itibaren Kürtlerle çatışmalı siyaset geliştirdi. 1929 Kasım’ında İngiltere, Irak’taki mandater rejimine son verme kararını Cemiyeti Akvam’la (Milletler Cemiyeti) bildirdi. Bu karar, Haziran 1930’da Irak-İngiltere yardımlaşma Anlaşmasıyla geliştirildi ve Irak’ın 1932’de bağımsız bir devlet olarak Cemiyet-i Akvam’a üye olmasıyla sonuçlandı. Yaşanan gelişmeler üzerine Kürtler harekete geçerek Cemiyet-i Akvam’a Kürtlerin haklarının tanınması için taleplerini yansıtan dilekçeler ilettiler. İngiltere ve Irak, Kürtlerin ulusal haklarını tanımak yerine, “Dil hakları’’yla Kürtleri ikna etmek istediler. Buna karşı çıkan

Halepçe’de uygulanan soykırım, 20. yy’ın son çeyreğinin en vahşi soykırım uygulamasıdır. Bununla birlikte Halepçe’de daha önceki Kürt Soykırımı’nın devamıydı Kürtler, protestolarını geliştirdiler. Süleymaniye merkezli başlayan protestolara Irak rejimi sert müdahalede bulundu ve halkı silahla taradı. Bunun üzerine 1931’de bir taraftan direnişi bastırmaya çalıştılar diğer taraftan da “Dil yasası’’ Senato ve vekiller meclisi tarafından kabul edildi, 23 Mayıs ta Kral Faysal tarafından onandı ve 1 Haziran 1931’de yayınlandı. Çıkarılan bu tür yasalar hiçbir zaman Kürtler tarafından yeterli görülmedi. Zira hem bu tür yasaları çıkartan Bağdat yönetimi güven veren adımlar atmıyordu hem de Kürdistan’ın önemli bir bölümü yasalara dahil edilmiyordu. Kürtlerin yok sayılmasına ve aldatma politikalarına karşı 1943-1945 yılları arasında silahlı mücadele başlatıldı. Mela Mustafa Barzani’nin Mahabad’a geçmesiyle bu silahlı direniş de durmuştu. Mahabad’ın yıkılmasından sonra da Güney Kürdistan’da kalamayan M. Mustafa Sovyetlere geçince uzun bir ara dönem yaşandı. 1958’de A. Kerim Kasım’ın monarşiye son veren darbesinden sonra Irak’a dönen M. Mustafa Bağdat’a yerleşti ve Kürtlerle yeniden özerklik görüşmeleri başladı. Özerklik görüşmelerinin sonuçsuz kalması nedeniyle 1961’den 1970’e kadar devam eden yeni bir savaş ve

Mart 2015

katliamlar dönemi başladı. Bu dönemde Musul ve Kerkük’ün büyük bölümü Araplaştırıldı, bir çok Kürt kasaba ve köyü buldozerlerle yıkılarak ortadan kaldırıldı ve Kürtlerden boşaltılan yerlere Araplar yerleştirildi. 1974 Cezayir Antlaşmasıyla İran ve Irak arasında anlaşma sağlanınca, sırtını İran’a dayayan Güney Kürdistan hareketleri ortada bırakıldılar. Kendi özgücüne güvenemeyen Barzani, yenilgiyi kabul ederek direnişe son verdi. Bu karar üzerine peşmerge ve ailelerinden oluşan yaklaşık 100 bin Kürt İran’ a göç ederek daha önce İran’a göç etmiş olan 100 bin mülteci Kürt’e katıldılar. Irak rejimi, Güney Kürdistan’daki silahlı direnişi bastırır bastırmaz, kendi denetimini güçlendirmeye başladı. Bunun için Doğu ve Kuzey Kürdistan sınırlarında kalan Kürt köylerini boşaltma kararı aldı. İlkin sınır boyunca 5 km derinlikte olan bu alan giderek 30 km’ye çıkarıldı. Bu kuşağın oluşturulmasında ilkin 500 köy boşaltılsa da daha sonra bu sayı 1.400 köye çıktı. Sınır bölgelerinden boşaltılan halk da kendi başına bırakılmadı, rejimin denetleyebileceği mucama’at (topluyerleşimler) adı verilen ve rejimin kolayca denetleyebileceği yarı askeri kamp biçimindeki yerlere yerleştirildiler. Yaklaşık 600.000 kadın, çocuk ve her yaştan insan buralarda tam bir denetimde tutulmaya çalışıldı. Eski yerleşim yerlerine dönmek ise, rejim tarafından ölümle cezalandırılıyordu. Irak rejimi, yeni yerleştirme planıyla Güney Kürdistan’daki “tartışmalı’’ bölgeleri de kendi istediği gibi şekillendirme fırsatını bulmuştu. Kerkük, Mandeli, Şêxan, Zaxo ve Şengal gibi yerlerde yaklaşık bir milyon Kürt uzaklaştırılmış ve onların yerine Mısırlı ve Iraklı Araplar yerleştirilmişti. 2003’ten sonra oluşan yeni durumda en çok da bu demografik değişiklik sorunu gündeme geldi ve bu sorun hâlâ çözülmeyi bekliyor. 1980-1988 İran-Irak savaşının etkileri 22 Eylül 1980’de Irak’ın saldırısıyla başlayan İran-Irak savaşıyla birlikte Irak’ın Kürtler üzerinde uyguladığı baskıcı politikalar bir süre duraksadı. Güney Kürdistan’daki Irak askerlerinin çoğu İran sınırına çekildi. Buda Kürt güçlerinin boşalan yerleri yeniden doldurulma fırsatını yarattı. İran da Kürtlerin gücünden yararlanmak için KDP ile ilişkiyi güçlendirdi. 1975’te Kürtleri yüzüstü bırakıp Irak rejiminin soykırımını seyreden İran, kendi çıkarı için yine Kürtleri hatırlamıştı. YNK, savaşın başında Bağdat’ı desteklemişti. KDP ile YNK arasındaki çelişkiler birçok kez onları karşı karşıya getirdiği gibi, bazen de düşmanlarının kucağına itmiştir. Yine bir parçanın işgalci gücü diğer parçanın hareketleriyle çoğu kez, ilişki kurarak kendi politikalarına hizmet edecek

44


Özgür Halk pozisyonda tutmaya çalışmışlardır. Güney’deki feodal önderlik de çoğu kez bu politikaların aleti olmuşlardır. İşte bu dönemde İran’ın KDP’yi destekleme politikası da Irak’a karşı avantaj elde etme amaçlıydı. Temmuz 1983’te KDP peşmergelerinin desteğini alan İran ordusu, sınırdaki stratejik bir garnizon kasabası olan Hacı Umran’ı ele geçirince, Saddam rejimi bunun hesabını Barzanilerden soracaktı. 1975’te Güney Irak’ta yerleştirilen Barzaniler, 1980’de Hewler ‘in güneyindeki Kaştepe’ye (toplu yerleşim birimlerinden biri) yerleştirilmişlerdi. Hacı Umran’ın kaybından sonra Eylül 1983’te Irak askerleri, Macamat’taki 13 yaş üzeri 8.000 Barzani taraftarını kapalı arabalara bindirerek götürdü. Bunlardan bir daha haber alınamamışsa da bunların Irak’ın güneyindeki çölde toplu olarak katledildikleri ortaya çıktı. Ecevit tarafından bir dönem çokça dillendirilen toplu köyler projesinin neyi amaçladığını, Saddam rejiminin yaptığı bu katliamla açıkça ortaya çıkıyordu. Halk bir taraftan yerleşim yerlerinden koparılarak direniş güçlerine destek vermeleri engellenecek, direniş güçlerinin eylemleri karşısında da denetimde tutulan halka katliam uygulanacak bir halk toptan rehine durumda kalacaktı. Enfal süreci Irak’tan aradığını bulamayan Celal Talabani de 1985’te İran’la ilişki geliştirdi. Kürt güçlerinden daha fazla yararlanmak isteyen İran KDP ve YNK arasında ilişkilerin gelişmesini ve ittifakın yapılmasını sağladı. Kasım 1986’da Tahran’da C. Talabani ve M. Barzani’nin görüşmeleri sürdü. Şubat 1987’de KDP ile YNK bir bildiri yayınlayarak “Kürdistan Ulusal Cephesi’’ ile “Irak Ulusal Muhalefet Cephesi’’ni kuracaklarını ilan ettiler. Mayıs 1987’de ‘’Kürdistan cephesi’’ni kurdular. Kürtlerin birlik kurmaları ve İran ile ilişki geliştirmeleri, Saddam rejiminin korkusunu artırdı. Bunun için Kürdistan’da tam bir soykırım uygulaması anlamına gelecek planı devreye koymaya hazırlandı. İran’la savaşta Avrupa ve ABD tarafından şımartılan Saddam, tam bir saldırganlık stratejisini uyguluyordu. Kürtlere karşı daha önce uyguladığı katliamlardan dolayı hiçbir güç tarafından kendine hesap sorulmamıştı. Bu da Saddam rejiminin yeni savaş suçlarının önünü açmıştı. Saddam, kuzeni Ali Hasan El-Mecid’i Devrim Komuta Konseyinin 29 Mart 1987 tarihli ve 160 nolu kararnamesiyle “Kürdistan Özerk Bölgesi dahil bütün kuzey bölgelerinde Devrim Komuta Konseyi ve partinin bölge komutanlığı’’nı temsiliyle görevlendirdi. Planlanan soykırımın gerçekleşmesi için 29 Mart 1987”den 23 Nisan 1989’a kadar Güney Kürdistan’da Devlet Başkanı’na eş bir güç ve yetki verilen El-Mecid’in yetkisi, devletin bütün kuruluşlarının üstündeydi. Daha sonra “Kimyasal Ali’’ olarak adlandırılacak ve 2003 savaşından sonra yakalanıp idam edilecek olan

45

Mart 2015

El-Mecid’in komutasındaki düzenli ordunun 1. ve 5. Kolorduları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Askeri istihbarat, Enfal’in merkezi aktörleriydi. Cahşlar da devletin önemli yardımcı gücü olarak yer alıyordu. Saddam rejimi, Kürt direnişini tümden etkisizleştirmenin yolu olarak Kürtlerin soykırımından geçirmek ve böylece Kürtleri tehlike olmaktan çıkarmaya karar vermişti. Bunun için kendi kalıbından canavar ruhlu kuzeni Kimyasal Ali’yi görevlendirdi. Kimyasal silahların kullanılması dahil her türlü yetkiyle donatılan Kimyasal Ali’nin yapacağı operasyonlara “Enfal’’ adı verilmişti. “Enfal’’, Kur-an sürelerinden birinin adıdır. Enfal süresi, 624 yılındaki Bedir savaşından şöyle bahsetmektir: “Allah meleklere, sizinle birlikteyim, insanlara cesaret verin. Kafirlerin yüreklerine korku düşüreceğim. Kafalarını ayırın, kollarını bacaklarını sakatlayın’’ diyerek isteklerini açıklıyordu. Kur-an’ın bir süresinin adı olan ‘’Enfal’’ daha sonra Saddam rejiminin 23 Şubat-6 Eylül 1988 tarihleri arasında Kürtlere karşı geliştirdiği soykırımın adı olarak ünlenecekti. Operasyonların nasıl gerçekleştireceğini ve amacını, Enfal süresinde dile getirenlerle anlamak mümkündü. Saddam rejimi, daha önceki yıllarda uyguladığı katliamlarla neler yapabileceğini göstermişti aslında. Ancak Enfal planı çok daha kapsamlı ve kanlı olacaktı. Bunun için görevlendirilen El-Mecid, tüm insani değerlerden arınmış bir kişilikti. Deşifre edilen konuşmalarında, açıkça Kürtlerden nefret ettiğini, tüm Irak’ın Araplaştırması gerektiğini, katliamları istenen biçimde yapmayacak olan komutanların en ağır şekilde cezalandırılacağını çok rahatlıkla söylüyor. İki yıl için özel görevlendirilen El-Mecid’in verdiği emirler ve yayınladığı emirnamelerle amacını ve neler yapacağını gösteriyordu. El-Mecit, Güney Kürdistan’ın belli bölgelerini yasak bölge ilan etti ve bu bölgelerde yaşayanların hepsini düşman ilan etti. Bununla birlikte bu yasak bölgede yaşayanların hepsinin öldürülmesi emrini verdi. El-Mecid imzasıyla 20 Haziran 1987 tarihli ve SF/4008 no’lu ikinci emirnamesi, tam bir soykırım fermanıdır. İnsanın kanını donduran ve soykırımın nasılda fütursuzca planlandığını gösteren bu emirnamenin 4. ve 5. Maddelerinde deniliyor ki, “4- yasaklanmış bölgelerde bulunan en fazla sayıda insan öldürmek için günün ve gecenin her saatinde, top, helikopter ve uçak kullanarak rastgele bombardımanlar yapmaları’’, “5- Bu köylerde yakalanan herkes gözaltına alınarak ve güvenlik güçleri tarafından sorguya çekilerek ve 15- 70 yaş arasındakiler, onlardan yararlı bilgiler alındıktan sonra, ki bu konuda biz gerekli şekilde haberdar edileceğiz, infaz edileceklerdir.’’ (Modern Kürt Tarihi- D. McDowall–s 44) Kimyasal saldırılar Middlx East Watch (MEW)’ın araştırmalarına göre, 18 ay boyunca Kürt hedeflerine düzenlenen ve belge-


Özgür Halk lendiği kadarıyla yapılan en az 40 kimyasal saldırının ilki, 15 Nisan 1987’de Irak uçaklarının Duhok vilayetinin Kuzey Kürdistan sınırına yakın Zêva Şêxan’daki KDP karargahına ve Süleymaniye vilayetindeki Sergeli ve Bergeli köylerindeki YNK karargahına zehirli gaz bırakmasıyla başladı. Ertesi gün öğleden sonra Şêx Wesen ve Balisan köylerindeki savunmasız sivillerin üzerine kimyasallar atarak çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 100’den fazla insan öldürüldü. Şêx Wesen ve Balisan köylerine yapılan saldırının önemi şuydu ki; birincisi, bunlar Irak rejiminin sivillere karşı düzenlediği ve tamamı belgelenmiş ilk kimyasal saldırılardır. İkincisi; Irak güvenlik güçlerinin, yüksek otoritenin emirleri doğrultusunda, Güney Kürdistan’daki çatışma bölgelerinden çok sayıda savaşçı olmayan sivilin katledilmesi ve kaybedilmesine ilişkin amaçlarına dair somut deliller sunmaktadır. Ocak 1988’de İran ordusu Mawatê’ye bakan stratejik tepeleri ele geçirmiş ve Kara Çülan nehrini geçmişti. İran, bu hamlesiyle Irak’a karşı avantaj elde etmek istiyordu. Kürt güçleri de başarılı eylemler gerçekleştiriyordu. Kürtlerin bu başarılı eylemleri Enfal planını deşifre ettirdi. Kimyasal Ali, Kürt güçlerinin kuvvetini kırmak için Enfal’i başlattı. Plana göre, kara birlikleri alanı işgal etmeden önce kimyasal saldırılar ve ağır hava yapılacaktı. Bu plan gereğince 23 Şubat 1988’de 1. Enfal operasyonu YNK denetiminde 2030 köyün bulunduğu Cinavti Vadisine kimyasal saldırılarla yapıldı. YNK güçleri, 2-3 hafta kadar vadiyi savunsalar da Irak güçlerinin çok olması ve kimyasal silahların etkisiyle vadiyi bırakıp çekildiler. Katliamdan kurtulan halk, İran’a doğru kaçmaya başladı. Kimyasal silahlar Halepçe’ye yöneliyor İran güçleri, Kürtlerin yardımıyla 13-16 Mart’ta Halepçe bölgesinde başlattığı harekatlarda belli zaferler kazandı. İran’ın ilerlemesini önlemek amacıyla Irak rejimi bölgeye yedek güç göndermiyordu. Zira planları farklıydı. Irak rejimi, Halepçe’yi hedefine koymuştu, Halepçe’nin seçilmesi tesadüf değildi. 50 bine yakın olan Halepçe’nin nüfusu, yerlerinden göçertilenlerin yerleşmesiyle kendini katlamıştı. Ticaretiyle hareketli bir sınır kentiydi. Birçok Kürt örgütünün bulunduğu siyasi atmosferiyle de hareketli bir kentti. Yıllardır Kürt hareketlerine güçlü destek veriyordu. Halepçe, Bağdat’ın su ihtiyacını karşılayan Derbendixan gölüne de sadece 11 km uzaklıktaydı. Bunca öneme sahip bir kentin İran’ın denetimine geçmesine Irak razı olamazdı. 16 Mart 1988 sabahın ilerleyen saatlerinde Irak karşı saldırısı konvansiyonel hava saldırısı ve kuzeydeki Said Sadık kasabasından yapılan topçu bombardımanıyla başladı. Halepçe’deki çoğu aile, hava saldırılarına karşı evlerinin yakınlarında tedbir amaçlı sığınaklar inşa etmişlerdi. İran-Irak savaşının başladığı 1980’den beri standart

Mart 2015

hava saldırısı sirenlerini takiben sığınakları dolduruyorlardı. İlk dalga hava saldırılarında görünen o ki, napalm ya da fosfor kullanılmıştı. Bir tanığa göre, “diğer bombardımanlardan farklıydı. Büyük bir gürültü ve büyük bir alev çıktı, yıkıcı gücü çok yüksekti. Vücudunun yanan bir yerini ellediğinde elin de yanıyordu. Her şeyi tutuşturuyordu. Saldırılar hiç dinmeden saatlerce sürdü. Durup nefes almanın mümkünatı yoktu, biri bitince diğeri başlıyordu. Uçaklar durmadan geliyordu. Altı uçak bitirdiğinde diğer altısı geliyordu’’ (MEW röportajı, Halepçe 12 Mayıs, 1992- s. 147) Evet, bu sefer bombardıman farklıydı, İran askerinin bulunduğu şehrin kuzeyinden çok uzaktaki bölgeler bombalanıyordu ve tanıkların anlatımlarından ve daha sonra yapılan araştırmaların sonuçlarından anlaşıldığı kadarıyla hem hardal gazı hem de sarin gibi sinir gazları kullanılmıştı. Sığınaklarda kalanların hissettikleri koku, çürük elma ve salatalık kokusuna benziyordu. Bu kokuların neye yol açacağından haberdardılar. Sığınakları güvenli hale getirmeye çalışsalar da bir süre sonra sığınaklarda da kalınamayacağını anlayan ve kaçmaya mecali kalmış olan herkes can havliyle dışarı çıkıp dağlara doğru koşmaya başladı. Sokaklar, ölü insan bedenleriyle dolmuştu. İnsan ve hayvan ölüleri her tarafta vardı. Kimisi çocuğunu korumaya çalışırken çocuğunun üzerine kapanmış halde cansız yatıyordu, kimisi arabasının içinde öldürücü gazlara yenik düşmüş, kimisi histerik kahkahalar atarak dolanıp düşüyor ve bir daha kalkamıyordu. Gaz maskeli İran askerleri ise arkalarına bakmadan sokaklardan uzaklaşıyorlardı. Irak’ın kimyasal silah kullandığını ispatlamak için fazla şeye gerek yoktu. Yerde cansız yatan en az beş bin insan ve çok sayıda hayvan bedeni her şeyi anlatıyordu. Kendi işine de geldiği için İran bir gün sonra bir grup gazeteciyi Halepçe’ye götürerek kimyasal saldırının yarattığı manzaranın dünyaya dağıtılmasını sağladı. Tüm delillere rağmen Irak rejimi, “Kimyasal silah kullanmadığını’’ söyleyerek İran’ı suçlamaya başladı. Irak’ın arkasındaki bölge gericiliği ve emperyalist güçler de uzun süre Irak’ı savunma politikasını sürdürdüler. Halepçe’de uygulanan soykırım, daha sonraki Enfal seferlerinde uygulanacak olan barbarca politikanın da habercisiydi. Halepçe, kimyasal silahlarla özdeşleşecekti. Bundan sonra Saddam rejimi hem her tarafta benzer saldırılar devreye koyacak hem de her kimyasal saldırıda Halepçe’yi hatırlatacaktı. Binlerce yıl sırtını dağlara vermiş olan Kürtler, kimyasal silahlar karşında kendilerini tümden çaresiz ve korumasız görecek, halk psikolojik olarak bir çöküntüyü yaşayacak, her atılan topta, uçan her savaş uçağında Halepçe’de yaşananlar anımsanacak ve büyük paniğe yol açacaktı. Irak ordusu, Halepçe saldırısından bir hafta sonra 2.

46


Özgür Halk Enfal olarak adlandırılan yine kimyasal silahlarla ve büyük bir ordu gücüyle Karadağ’a saldırdı. Yöntem yine aynıydı, önce kimyasal gazlarla saldırı yapıldı, sonra ordu birlikleri alana girdi. Canını kurtarıp kaçanlar, yakalanıp öldürülmek üzere askeri kamplara gönderildi. Nisan ortasında Kerkük’ün Güneyine ve Karadağın Batısına düşen Germiyan bölgesine 3. Enfal saldırısı başlatıldı. Alandaki tüm köyler yakılıp yerle bir edilirken binlerce çocuk, kadın ve sivil insan öldürüldü, diğerleri de ölüm kamplarına gönderildi. Mayıs başında Kerkük, Hewler ve Koy-Senceg’ın arasına ve küçük Zap’ın kenarına düşen bölgeye dönük 4. Enfal başlatıldı. Küçük Zap’ın kenarındaki köylerde binlerce insan yine kimyasal silahlarla öldürüldü, tüm yerleşim yerleri yakılıp yerle bir edildi. Bu bölgede 30 bin insanın öldürüldüğü tahmin ediliyor. Yaz aylarında 5. 6. ve 7. Enfal oparasyonları yapıldı. Bunlar da YNK’nin denetiminde olan Balisan ve Sêqlewa’nın doğusundaki dağlık alanlara yönelik aynı, yöntemle yapıldı. 20 Ağustos 1988’de İran’ın geri adım atmasıyla İran Irak arasında ateşkes yapılınca, Irak’ın eli daha da güçlendi. Bu zamana kadar YNK’nin denetimindeki alanlarda hakimiyetini kuran Irak rejimi, KDP’nin ağırlıkta olduğu Behdinan’a saldırmaya hazırdı. Behdinan’a yapılan operasyon 25 Ağustos’ta başladı ve 8. Enfal olarak adlandırıldı. Enfal operasyonları sonucunda 180 bin Kürt’ün öldürüldüğü tahmin ediliyor. Yakalanan insanlar, önce Kerkük’ün doğusuna düşen Topzawa askeri kampına ve Tikrit’teki halk ordusu kışlasına götürülüyor, sonra da ölüm yerlerine kapalı kamyonlarla taşınıyorlardı. Kamplarda tutulanlar, yaşa ve cinsiyete göre ayrıştırılıyor, ilk öldürülecek gruplar seçiliyor, diğerleri sıralarını bekliyorlardı. Binlerce Kürt kadını da Arap ülkelerine satıldı. Bu kadınların çok azından daha sonraki yıllarda haber alınabildi. Günümüzde DAİŞ’in Ezidi kadınlara yaptığının aynısını Saddam rejimi Enfal operasyonları döneminde uyguladı. Enfal operasyonlarının en acı sonuçlarından biri de kendi ülkesinde mülteci durumuna düşen Kürtlerin durumuydu. Ağustos’tu 80 bin kadar Kürt Kuzey Kürdistan sınırına dayandı. Doğu Kürdistan’a geçen Kürtlerin sayısı 250 bini bulmuştu. Özal hükümeti gelen Kürtleri sınırında bekletince, Kuzey Kürtlerinin tepkisi gelişti. Hem Kürtlerin tepkisinden hem de uluslar arası baskıdan çekinen Özal hükümeti, Kürtleri kabul etmek zorunda kaldı. Ölümden kurtulan 80 bin kadar Kürt Muş, Mardin ve Amed’teki kamplara alındılar. Buralarda da büyük zorluklarla karşılaştılar. Halepçe’deki soykırım karşısında emperyalist devletlerin tutumu Saddam rejiminin kimyasal silah kullanmasına karşı hiçbir devletin engelleyici tutumu yoktu. Engelleyici

47

Mart 2015

tutum bir yana, daha sonra anlaşılacaktı ki, Saddam bu güçlerin yardımıyla kimyasal silahları üretmiş ve Kürtlere saldırmıştı. Dünya, kimyasal silahların kullanılmasından habersizmiş gibi davranıyordu. Ancak gerek Kürtler gerekse de İran’ın Halepçe’ye götürdüğü gazeteciler tarafından daha ilk haftada Halepçe’de kimyasal silahların kullanıldığına dair bilgiler paylaşılmıştı. Kimyasal silahlarla yaralanmış çok sayıda insan Türkiye ve Avrupa’ya gitmiş, çok sayıda gazeteci ve duyarlı çevrelerin raporlarında kimyasal silahların kullanıldığı anlatılıyordu. Kimyasal silahların kullanıldığı hiçbir şüpheye yer bırakmayacak denli kanıtlanmıştı. Kimyasal silahların kullanılmasına karşı “Cenevre 1925 protokolü’’ imzalanmıştı. Mussolini, 1935’te Habeşistan’ı işgali sırasında bu protokolü ihlal etmişti. 1935’ten sonra Saddam rejimi, “Cenevre 1925 protokolü”nü’ en kötü bir biçimde Halepçe ve Enfal operasyonlarında ihlal etmişti. Ancak hegemonik sistemin temsilcileri ekonomik ve siyasi çıkarları ve suç ortaklıkları nedeniyle seslerini çıkartmıyorlardı. Binlerce Kürt kimyasal silahların izini üzerinde taşıyarak T.C’nin hastanelerinde kontrolden geçmişti. Ancak T.C. büyük bir sahtekarlıkla dünyayı kandırmaya devam ediyordu ve “kimyasal silahların kullanıldığını tespit edemedik,’’ diyordu. Hegemonik güçler, İran’a karşı Irak’ın elinin zayıflamasını istemiyordu. Ağustos’ta ateşkesin ilan edilmesi ve dünya kamuoyunun tepkisinin gelişmesi nedeniyle emperyalist devletlerin başkentlerinden de yavaş yavaş sesler yükselmeye başladı. Hegemonik güçler, İran, Irak savaşından sonra Irak’ın ordusuna yeniden oluşturmak zorunda olduğunu, bunun da onlarca milyonluk ihale olduğunu biliyorlardı. Kapitalist modernitenin temsilcileri, bu fırsatı kaçırmak istemiyorlardı. Bir çok Avrupa devleti, kimyasal silahların üretiminde gerekli olan “hassas’’ malzemeyi Irak’a satmışlardı. Bir Alman gönüllü kuruluşu 12 Alman ilaç şirketinin kimyasal silah üretiminde kullanılan malzeme ve ilaçları Irak’a sattıklarını, Almanya’nın da bu işleri onayladığını ve ilkelerini ihlal ettiğini dile getirdi. Mesut Barzani Haziran 1988’de “Fransa, İtalya, Hollanda’nın Irak’ın kimyasal silah üretimine yardımcı olduklarını’’ belirtti ve onları suçladı, Hegemonik güçler, beklentilerinde yanılmamışlardı. Halepçe ve Enfal soykırımının üzerinden bir yıl geçmeden İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Portekiz, Türkiye, Doğu Bloku ülkeleri ve Latin Amarika ülkeleri Bağdat’taki silah fuarına katıldılar. ABD zaten “hassas malzemeleri’’ Irak’a satıyordu. Herkes payına düşeni alacaktı! Aynı yıl toplanan İslam ülkeleri Konferansı’na katılan ülkelerden hiç biri Saddam rejiminin Müslüman Kürtlere karşı uyguladığı soykırımdan bahsetmedi. Ancak, İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı baskı politikası şiddetle kınandı. Dönemin Sovyetler Birliğinin politikası da Irak rejimi-


Özgür Halk

Mart 2015

ni destekler tarzdaydı. Sosyolog İsmail Beşikçi’nin aktardığına göre, Irak’ın kimyasal silah üreten fabrikalarında 30’dan fazla Sovyet teknisyeni çalışıyordu. Kürtler, Sovyetler’in Irak’a yaptığı bu yardımın durdurulmasını istemişler ve YNK’nin yayın organı “Al Sahara (Çirûsk)’’ Nisan 1988’de çıkan 3 numaralı yayında, 30 Sovyet teknisyenin adlarını birer birer açıklamışlar. Sovyetler, Kürt isteklerine karşı kılını bile kıpırdatmamakla kalmamış 11 Eylül 1988 tarihi Pravda Gazetesinde “Irak’ın kimyasal silah kullandığı yönündeki iddia, Amerikalıların uydurmasıdır,’’ demiştir. Oysa Irak savunma Bakanı Hayrullah Teyfik, 15 Eylül 1988 tarihinde Bağdat’ta yaptığı açıklamada, “Kimyasal silahlar üretiliyor, elbette kullanılacaktır,’’ deniyor. (İ. Beşikçi- Devletlerarası sömürge Kürdistan- s. 149)

yeti değil, direnişi büyütmüştür. Dağlara sığınan yüzbinlerce Kürt’ün güvenliği de önemli oranda Özgürlük Hareketinin gerillaları tarafından sağlanmıştır.

Halepçe’deki soykırımın Kürtlerdeki etkisi Halepçe ve toplam olarak Enfal operasyonları (Kimyasal silahların sadece Halepçe’de kullanıldığı gibi yanlış bir izlenim var. Oysa tüm Enfal operasyonları boyunca köyler, vadiler ve dağlar kimyasal silahlarla vuruldu ve bu silahlar sonucunda on binlerce Kürt öldü.) Modern Kürt tarihinde yeni bir döneme tekabül ediyordu. Doğu ve Güney’de yürütülen mücadeleler feodal önderlikli ve sırtını yabancı güçlere dayama politikaları nedeniyle büyük tahribatlar yaşamışlardı. Mücadeledeki gel-gitli durum, halkta büyük kırılmalara yol açmıştı. Öncünün teslimiyetçi ve tedbirsiz durumu, halkı kendi başına soykırımlarla yüz yüze bırakmıştı.

Yeni Halepçeler ulusal birlikle engellenir Tarihin Kürtlere öğrettiği en büyük ders; Kürtleri düşmanları karşınsa zayıf düşürenin Kürtlerin cesaretten yoksunluğu, imkanlarının azlığı, düşmanlarının çokluğu değil, Kürtlerin kendi aralarında birlik ruhunu yakalayamamalarıdır. Enfal operasyonları döneminde bile, ilk operasyonlar YNK’nin denetimindeki alanlara yönelik yapıldığı için KDP, bu saldırıları kendi güçle-

Kuzey’de ise, gerilla mücadelesi yeni mevziler kazanmış, halkın kırılan umutları yeniden yeşertilmiş, mücadelenin temsil ettiği devrimci çizgi ve önderlik sayesinde halkın beklentilerine cevap olacağını göstermişti. Bundan dolayı Güney’de halkın umutlarını kaybetmeye başladığı bir dönemde Kuzeydeki halkın da büyük desteğiyle bu trajedinin teslimiyete yol açmasını önlemiş. Kuzey’deki halkın gerek sınırda gerekse de kamplarda kalan kardeşlerine karşı gösterdikleri duyarlılık, ulusal ruhun, ulusal bilincin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. T.C’nin tüm engelleme çabalarına rağmen Kuzey’deki halk, Güney Kürdistan’dan soykırımdan kaçıp gelen kardeşlerini yalnız bırakmamış ve onu sahiplenmiştir. Kuzey’de yükselen devrimci mücadele nedeniyle Irak’ta Saddam rejiminin halka dayattığı soykırım bile tarihteki örneklerinin tersine teslimi-

2 Ağustos 2014’te Şengal ve 15 Eylül 2014’te Kobani’ye karşı başlayan DAİŞ saldırılarına karşı yerlerinden göç etmek durumunda kalan yüzbinlerce Kürt’ün sahiplenilmesinde, DAİŞ işgaline karşı insanlığa örnek olmuş bir direniş destanının yaratılıyor olmasında, devrimci öncünün rolünü ve Halepçeler’den alınan dersin önemini görmek gerekiyor. Aslında Feodal öncülük ile devrimci önderliğin zor koşularda nasıl ayrıştığını en çıplak haliyle Şengal ve Kobani’de görüldü. Meselenin silahların veya savaşçıların azlığı-çokluğu meselesi olmadığını bu iki örnek bize gösterdi.

rine yönelik görmemiş, bunun için Enfal operasyonu Behdinan’a ulaştığında KDP’nin yaptığı tek şey kaçmak olmuştur. Düşmanlar da kendi devasa ordularından çok Kürtlerin içindeki hain-işbirlikçi kesimlere güvenerek direnen kesimle savaşmış, savaşlarda hain Kürtleri öne sürmüşlerdir. Kürtlere karşı böl parçala ve yok et politikasını böyle sürmüşlerdir. Eğer tarihsel yenilgilerimizin en önemli nedeni ulusal birlik ruhunun eksikliği ise, o zaman bu Ruhan oluşturulması ve bunun pratik ayaklarının örgütlendirilmesi de birinci görevimiz olmalıdır. Önderliğin ve Özgürlük Hareketi’nin ısrarla ulusal kongre ve buna bağlı ulusal savunma gücünün oluşturulması için dayatmaları, yeni Halepçeleri önlemek içindir. Bunu engellemeye çalışanlarda Halepçe’de yaşatılan soykırımın arkasındaki güçlerdir.

48


Özgür Halk

Mart 2015

Doğallık Bir Örgütlülük Halidir İnsan doğası gereği komünal ve toplumsal bir varlıktır. Toplum olmaksızın yaşayamayaz. Bu onun oluşum halidir. Doğal hal oluşumun, oluşmanın ruhuna uygunluk demektir Ali Haydar Kaytan Doğallık ve özgürlüğü tanımak lazım. Ben bazı kavramların içinin çok yanlış doldurulduğunu, yanlış doldurduğumuzu bu anlamda aslında bizim parti yaşamıyla bütünleşmediğimizi düşünüyorum. “Doğallık” kavramı bile çok fazla içi doğru doldurulan bir kavram değildir. Doğallık yani kişinin rahat hareket etmesi, fazla kaygı taşımaması, içinden nasıl geliyorsa öyle davranması anlamına gelir mi? Bunun kadar sakıncalı, bunun kadar tehlikeli bir şey yok. Bu doğallık değil, içimden geldiği gibi hareket edersem bu hiçte doğru olmaz. Kendimi ne kadar yaratmışım, kendimi ne kadar oluşturmuşum, o bile ilginçtir. Doğallık bir örgütlülük halidir. İnsan doğası; komünal bir varlık, toplumsal bir varlık, toplum olmaksızın yaşayamayan bir varlıktır. Bu onun oluşum halidir. Doğal hal oluşumun, oluşmanın ruhuna uygunluk demektir. Kendi öznelliğine uygun akışını sürdürmek demektir, doğallık odur. Bir yerde toplum varsa orada mutlaka maneviyat var, ahlak var. Bütün varlıklara bakın; yabancılaşma doğallığın dışındadır, ana akıştan kopmadır, sapma yaşamadır, örgütsüzlük, tembelliktir. Varlığın oluş haline baktığımız zaman, doğal akışına baktığımız zaman, her varlıkta müthiş örgütlülük, müthiş bir direnme gücü, müthiş bir başarma, müthiş bir sonuç alma, müthiş bir kendini yenileme, müthiş empati-sempati, karşılıklı olarak birbirini tamamlama, kendini aşma üzerine kurulu bir yaşamı sürdürme bütün bu gerçeklikleri görürsünüz doğallık budur. Doğallık örgütlü çalışma durumudur. En örgütlü ve sonuç alıcı çalışma durumudur. Bir yerde toplum varsa orada mutlaka maneviyat var, ahlak var. Ahlak demek ölçü demektir. Her zaman ölçüleri düşünerek hareket doğal haldir. Ölçüleri göz önünde bulundurmadan hareket etmek doğal değildir. Politik ve ahlaki toplumu tanımlayalım, doğal toplum odur. Politik ve ahlaki toplumdur. Peki, politika nedir, ahlak nedir? Bu kavramları tanımlayın ondan sonra doğallığı onun içerisinde bulabilirsiniz. Doğallık öncelikle kendini kontrol etmektir, her an örgütlülüktür. Ben şimdi daha iyi anlıyorum! Bu kavramların çoğunun içini yeterince dolduramıyoruz. Bende şimdiye kadar böyle doldurmuyordum. Anlamaya çalışıyoruz! Benim eski tarzımda çok belirgindir. Ben diyordum: “Daha doğalım, daha

49

demokratım, daha özgürlükçüyüm.” Sonra dedim ki: “Pabucumun doğallığı, ne doğallığı” kendi kendime öyle tanımladım, ne doğallığı! Diğer arkadaşlarla kıyasladığım da onlarda görülebilir olan bir olumsuz özellik, bende gizlenmiş olarak varlığını sürdürüyor. Ben daha çok arkadaşları kandırıyorum, inanın böyledir. Önderlik bir an için bile öyle kendini rahatlığa kaptırdı mı? Tanıyanlar önderliği çok iyi bilirler, diken üstündeki insandır. Bu anlamda her anı her saniyesi örgütlüdür. Her saniye ne yaptığını bilir, her saniyesi bir öncekine bağlıdır, kopukluk yoktur, hep süreklilik var. Bu tarzda bir duruş önemli, bizde böyle değil ve yanlış bir biçimde bunu doğallık olarak tanımlıyoruz. Toplum varsa orada ölçü ve ahlak var demektir Şunu demek daha doğru olabilir: Doğallık yerine sadelik vardır bazı arkadaşlarda, bazı arkadaşlarda sadelik daha fazladır. Sadelik doğallığın bir parçasıdır ama doğallığın kendisi değildir. Bazı arkadaşlar çok daha sadedirler. Duruşları sadedir, ilişkilerinde sadedirler, onu çok değerli bir özellik olarak değerlendirmek gerekir. Büyük ihtimalle kast edilen odur sadelik, doğallık ayrı, sadelik ayrıdır. Sadelikte güzel bir özelliktir. Zaten en sade insana uluşmak lazım ve sadeliği devrimciliğin, partililiğin en temel özelliklerinden biri olarak görmek lazım. Birde şu gerçeği bileceksiniz; toplum sizden daha akıllı kesinlikle, aklın zemini toplumdur. Toplumsallaşma olmadan akıl gelişir mi? Sen kendini topluma beğendiriyorsun, toplumun seni kabul etmesi lazım, ölçüsü olmazsa kabul eder mi? Toplum varsa orada ölçü ve ahlak var demektir. Demek ki; bir kuralı, ilkesi, yargısı var, ret kabul ölçüleri, beğenileri vardır. O seni gözler, her davranışına bir anlam biçer. Önderlik onun için şunu ifade ediyordu: “Sizin her mimik hareketinizin bile politik anlamı vardır.” Yani sizi izleyenler ondan sonuç çıkarırlar. Sizin oturuşunuza kalkışınıza bakarlar, duruşunuza bakarlar. İnsanla bütünlüğünüze bakarlar ne kadar aykırısınız onu esas alırlar. Toplum aslında aykırı olan insanı kabul etmez. Sisteme aykırı olan, sisteme ters düşen insanı esas alır. Çünkü kendisi sistemden çekiyor. Doğru bir sistem öneriyorsanız, doğru bir yaşam öneriyorsanız, diğerinden koptuğunuzu göstermeniz lazım. Şimdi “La


Özgür Halk ilahe illallah diyorsunuz, bakıyorsunuz amentü billahi…” diye başlıyorsunuz ama önünüzde hac var, toplum kör müdür! Önce hacı görür ağzından çıkan şeye inanmaz. Bu noktada o toplumun kabul görebileceği sade bir kişilikle olarak ortaya çıkmak müthiştir. Sadelik hayranlık uyandırır, asıl bağlılık yaratan sadeliktir, derviş yaşamı sade yaşamdır, azize yaşamı sade yaşamdır. Ben bazen arkadaşlara diyordum: Saçlarına jöle yapan bir derviş biliyor musun, var mıdır, süslenen püslenen böyle bir azize biliyor musun, yoktur, işin doğasına aykırıdır. Peygamberlik, bilgelik, azizelik bütün bunlar işte evliyalık, Budist rahipliği vb. bunlar hep sadeliği anlatır. Hiçbir fazlalıkları yoktur, düzende sistemde gözleri yoktur. Şu anda öyle değil. Bizim kadrolarımızda böyle bir sadelik zayıftır, gerçekten zayıftır. Eskiden daha belirgindi, onu söylemek istiyorum. Ama şimdi sade olanlar daha ayrı, bizde bazı arkadaşlar vardı. Bazı arkadaşlarımız hala var, böyle onların düşüncelerini, yaklaşımlarını eleştirebilirim. Fakat arıyorum, arıyorum yaşamlarına ilişkin toplu iğne kadar bir şey bulamıyorsunuz. Kendine özgü, ayrı, kendini düşünen bir yaşamları yoktur. Asıl hayranlık yaratan odur. Ben önderliği düşünüyorum; Önderlik bazı arkadaşların isimlerinden bahsediyor, kaynağında ne var, kesinlikle sadelik var. Bugün de o sadeliklerini sürdürüyorlar, başka eleştirebilirsiniz sorun değil, fakat o noktaya gelince tek bir laf bile söyleyemezsiniz. Hiç kimse “özel yaşamı var” diyemez, güzel olan tarafı budur. Yani o insanlarda bunu rahat görüyorsunuz. Bu insan sistemden tümden kopmuştur. Fiziki, ruhsal, bedensel, anlayış olarak kopmuştur. Kopmuştur her şeyiyle önemli olan ruhsal olarak sistemden kopmaktır, ruhsal arılıktır. Diğer bazı zayıflıkları olabilir, gelişme boyutuyla bazı zayıflıkları kendisinde barındırabilir ama senin dışında bir insandır. O açıdan sadelik gerçekten derviş yaşamına özgü bir durumu ifade eder. Bu anlamda kusmak denilen kavram önemlidir, şudur. Öncelikle şunu söyleyeyim: Bazı şeyler sizin midenizi bulandırır, en azından bunu başkasına yansıtmazsınız ama içinizde kalır. Refleksleriniz olur, tepki gösterirsiniz, ona bu tepkilerinizi asla dışarı yansıtmazsınız ama içinizde yaşarsınız. Üzülürsünüz, acı duyarsınız, başkasının duruşu sizde acı yaratır ama o acıyı fazla yansıtmazsınız, kendiniz onun tam tersi olarak onun karşısına dikilirsiniz, böylelikle onu da etkilersiniz.

Mart 2015

Bir ara Rojava’da çalışıyordum. Komünist Partinin orada da kadın çevresi vardı. Bizim kadın arkadaşlar onları etkilemek istiyorlardı. Onlar farklıydı, makyaj yapıyorlar, giyimleri farklıydı vb. Şimdi ilkin onlara müdahaleyle başlarsa hiç kazanamayız. Bizimkiler başka türlü konuşuyorlar, konuşuyorlar… Şimdi siz onarla kendinizi kabul ettirdiniz mi? Onlar size benzemek isterler. Kendiliğinden o şeyleri bırakabilirler. Arkadaşlardan bahsettim ya, Karasu arkadaş katıldığı zaman saçları uzundu. Abbas arkadaş da öyleydi. Abbas arkadaşın biraz uzunca sap sarı saçları vardı. Fauller uzun, birde renkli çerçeveli gözlükler, onun da taktımı havasından geçilmiyordu. Samimi söylüyorum arkadaşlar böyleydi. Kimse Abbas arkadaş katıldığında; “Git saçını kes mi dendi’’ yok. Yeni mahallede tanıştım Abbas arkadaşla. Musa Erdoğan diye bir arkadaşımız vardı eve gelmişti ikisi birbirini tanıyorlardı ama ben hala tanımıyorum Abbas arkadaşı. Sonra Abbas arkadaşla tanıştım öncesindeki Abbas arkadaş baktım nasıl! Böyle o dönemin tipik gençleri, solcu bir genç, devrimci bir genç ama yani genel moda odur. Modaya uyan bir gençti ama PKK’li olduktan sonra onların hepsi gitti. Ne o saç modeli kaldı, ne eski biçimi kaldı hepsi gitti. İnsanlar o ortama bakarak değişti. Hiç kimse “git saçlarını kes” demedi. İnanın arkadaşlar böyledir. Önderliği esas alıyorsun, onun gibi oluyorsun, ben onun gibi olacağımda demiyorsun. İçten katıldın mı, o seni kendiliğinden değiştirir. Bu konulardaki değişim daha güzeldir. Ben başından itibaren gerçekten hiç saçımı uzatmadım. Çoğu zaman asker kaçağı diye yakalanmışım. Jandarmalar inzibatlar vardı, özellikle toplu yerlerde, bir kez yakaladılar, karakola da götürdüler. Hakkımda güya tutuklama kararı var, beni tutukladılar. Böyle çok şeyim olmadı diyorum ya! O arkadaşlar vaz geçtiler. Onlardaki değişimin anlamı daha ileri, daha yüksek olabilir, daha değerli olabilir. Ben gerçekten onlarınkine büyük değer veriyorum.

50


Özgür Halk

Mart 2015

Kürdistan Tarihi VII Devlet dine imkân sunarak onun siyasallaşmasına hizmet etti, din ise devlete güç vererek onun faşistleşmesine neden oldu. 12 Mart Darbesiyle bu gerçekleştirildi Rıza Altun İslamiyet’in Kürdistan’a girişi İslamiyet’in Kürdistan’a girişiyle birlikte, Kürdistan’da çok köklü değişimler ortaya çıkmıştır. Bu anlamda İslamiyet’in gelişi Kürdistan tarihinde birinci dönüm noktası olarak algılanabilir. İslam dini yeni bir olgu olarak Kürdistan’a girmiştir. Kürtler Zerdüştlük inancı temelinde şekillenmiş bir toplumdur. Ondan sonra Manicilik temelinde bir toplumsal oluşum söz konusu olmuştur. İslamiyet ikisinin reddi ve o güne kadar Kürtlerin çatısı altında yaşadıkları siyasal oluşumları yıkarak girmiştir. Böylelikle Kürdistan’da hem ideolojik hem politik olarak belli bir hakimiyet sağlamıştır. Hakimiyetin sağlanması ile birlikte, Kürdistan’da sınıfların ortaya çıktığını görüyoruz. Özellikle aşiret reisliğinin ve toprak ağalığının ve giderek İslamiyet’in entelektüel savunuculuğu temelinde ortaya çıkan tarikat vb. şeyhliklerin Kürdistan’da egemen karakterli bir sınıf olarak ortaya çıkması bu döneme tekabül ediyor. Kürdistan’da sosyal dokuda, siyasal yapılanmada, zihniyette çok köklü bir değişim süreci başlıyor. İslamiyet temel bir olgu haline geliyor. Ama toplum, sosyal gruplara doğru bir bölünme içerisine girmiştir. Bir yanı ile kent-köy bölünmesi, bir yanı ile ezen-ezilen sınıf bölünmesi, diğer tarafta ova-dağ (deşti-çiyayi) bölünmesi gibi çok köklü bölünmeler ortaya çıkmıştır. İslamiyet bu temelde Kürdistan’a girmiştir. Kürdistan boydan boya değişmiştir. Doğal olarak Kürdistan’da İslamiyet hem toplumlarda hem de oluşan siyasi oluşumlarda temel bir olgu olarak kendisini yaşatıyor. Yine Batı tipi bir Rönesans’ı yaşamadığı için devlet hem toplumsal yaşamda hem de siyasal yaşamda sorgulanamaz bir güç olarak varlığını korumaktadır. Avrupa’da Rönesans’la birlikte en fazla din üzerinde tartışılarak, din ve Allah kavramlarına açıklık getirilerek aydınlanmaya gidilmiştir. Dine dayalı siyasal otorite ve mülkiyetin ortadan kaldırılması ile reform gerçekleştirilmiştir. Ondan sonra laiklik gelişmiş ve toplumun önü açılmıştır. Ortadoğu’da böyle bir Rönesans yaşanmamıştır. İlişkiler hep iç içe gelişmiştir. Kölecilik feodalizm ile çok iç içe yaşamış, feodalizm kapitalizm ile iç içe geçmiştir. Ama düşünsel

51

düzeyde İslamiyet’ten sonra belli bir aydınlanma gelişmemiştir. Gelişmeyince, ondan sonra kurulacak olan bütün toplumsal oluşumlar ve siyasal yapılanmaların tümünde din temel bir faktör olmuştur. Ortadoğu’da Din ve devlet ilişkileri Ortadoğu’daki bütün siyasal yapılanmaların totaliter karakterli olmalarının bununla yakından bağı vardır. Tanrıya, ilahiyata dayalı bir devlet yapılanması daha farklı olamaz. Arapların tümünde din temel bir öğedir. Devletin dini kimliği resmi ideolojinin en etkili yanıdır. Dolayısıyla Kürdistan üzerinde uygulanan inkarcı ve imhacı politikanın da önemli bir ayağını oluşturuyor. Mezhep farklılıkları çok önemli değil. Yani birinin Sünni olması, diğerinin Şii olması çok önemli değil. Araplar daha çok Sünni kimliği ile İranlılar daha çok Şia kimliği ile aynı politikayı gütmektedirler. Din, resmi bir ideoloji olarak ele alınıyor. Türkiye’de ise durum bundan farklıdır. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte çok ciddi bir aydınlanma ya da reform süreci yaşanmadığı halde cumhuriyetin laiklik esasına göre kurulması farklı bir durum olarak ortaya çıkıyor. Din, devletin oluşumunda temel rol oynamayan bir olgu gibi gösteriliyor. Devletin laik kimliği öne sürülüyor. Bunun büyük bir göz boyama olduğunu söyleyebiliriz. Hangi neden ile olursa olsun, devletin oluşumunda laik bir politika esas alınmakla birlikte devletin temel oluşumları içerisinde diyanet gibi bir örgütlenmenin korunması, buna büyük bir yer verilmesi, dinin devlet içerisinde kendisini ifade etmesi, yeni kurulan devletin de dine dayandığını gösteriyor. Bu küçümsenecek bir şey değildir. Mesela Türkiye’de hiçbir bakanlığın diyanet kadar ne bütçesi vardır, ne de kadrosu vardır. Diyanetin resmi kadrosunun sayısı yüz bin kişiyi aşmaktadır. Dev bir örgütlenmedir. Sembolik bir kurumlaşma olsa, sembolik olarak dini temsil eden bir kurum olsa, İslamiyet’in tarihsel gelişimi ile toplum arasında bağı kuran bir yapı olarak anlam verebilir. Ama Türkiye’deki Diyanetin yüz bini aşkın bir kadro ile kendisini ifade etmesi ciddi bir durumdur. Neredeyse Milli Eğitim Bakanlığına denk düşecek bir kadro sayısına sahiptir. Buna çeşitli fakülteleri, İmam Hatipleri, resmi olamayan cemaatlere ait kuran kurs-


Özgür Halk larını, yine mezheplere ait kimi örgütlenmeleri eklediğimizde, neredeyse bir milyon kadroya sahip bir yapıyla karşı karşıya geliriz. Bu küçümsenecek bir yapı değildir. Bunu günümüze indirgediğimiz zaman, devletin toplum üzerindeki dini baskı-yönlendirme ve etkisinin ne kadar büyük olduğunu anlayabiliriz. Buradan hareket ettiğimiz zaman Türkiye’de laiklik ve cumhuriyet kavramlarının içinin boşaltılmış, saptırılmış ve yozlaştırılmış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Cumhuriyet ve laiklik kavramları Türkiye’de ırkçı milliyetçilik ve dini bağnazlığın kamufle edilmesi temelinde kullanılmaktadır. Bu temelde devlette bir kozmopolitizm ortaya çıkmıştır. Osmanlı döneminde İslamiyet, 1516–17 yıllarında Mısır Memlük devletinin Yavuz tarafından işgal edilmesi ile birlikte Mısır Osmanlı topraklarına katıldığı gibi Halifelik de -yani İslamiyet’in manevi öncülüğüOsmanlı’nın eline geçmiştir. Halifeliğin ele geçirilmesinden sonra gelen bütün Osmanlı padişahları aynı zamanda halifedirler. Halife devleti aynı zamanda bir İslam devletidir. İslamiyet’in halifelik düzeyindeki öncülüğü, tamamen Osmanlıların elindedir. 1900’lerde özellikle Osmanlı’nın çöküş aşamasında, Abdülhamit döneminde meşrutiyetin gelişmesi ile birlikte Osmanlı’ya bazı sınırlamalar getirme temelinde milliyetçiliğin önü biraz daha açıldı. Ama Osmanlı Devleti hiçbir zaman din devleti olma olgusu içerisinden çıkamadı. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, özellikle saltanatın yeniden tesisi için, toplumdan gelen reaksiyonlar, tepkiler, ayaklanmalar yeni cumhuriyetin kuruluş öncüleri ile dinsel tabuyu esas alanlar arasında da bir çatışma ortamını doğurmuştur. Bu çatışma ortamı 1930-35’lere kadar devam etmiş, Cumhuriyet kendisini tesis ettiği ve biraz ayakları üzerine oturmaya başladığı andan itibaren din ile devleti güçlendirerek devlet içerisinde dine yer vererek bir yanı ile dinin radikal kısmını kendine benzetmiştir. Dinden yararlanarak toplum üzerinde çok daha iyi hakimiyet sağlamak bir politika olmuştur. 1935 ve 1940’lardan sonra böyle bir süreç başlıyor. Özellikle çok partili düzene geçiş ile birlikte, çok önemli bir faktör olarak devreye giriyor. Türkiye’deki rejimin, özellikle bugün karşımıza çıkan rejimin çok iyi anlaşılması için dinin özellikle çok partili sistem içerisinde kendisini yeniden örgütleyerek bugüne kadar geldiğini görmek gerekir. Bu anlamda bazı dönemlerden bahsedebiliriz. Demokratik Parti dönemi Demokrat Parti (DP), 1940’larda Türkiye’de çok partili sistemin kabulünden sonra CHP’ye karşı kurulan ilk muhalif partidir. DP kurulduğunda CHP tek parti, devlet partisi olduğu için o güne kadar daha çok yasakçı bir karakterde işleri götürüyordu. Ama DP ile birlikte birçok olgu tartışılmaya açıldı. DP ABD’ye, AB’ye yakın liberal bir yaklaşımı esas aldı. Ama aynı zamanda

Mart 2015

o güne kadar yasaklı olan birçok dinsel şeyin bu süreç içerisinde yavaş yavaş önü açılmaya başladı. DP’nin, CHP’ye karşı 1940’lardan sonra iktidar olmasında din olgusu çok önemli bir rol oynamıştır. Tek partili dönemin din ile olan çatışmasının baskısı altında toplumun kendisini DP ile ifade etme gibi bir durum ortaya çıkmıştır. DP’nin devamı olan Adalet Partisinde (AP) bu çok daha gelişmeye başlamıştır. Kendini politik olarak orada ifade etme, rejimden güç alarak kendini oradan örgütleme, o rejimden bazı yasalar çıkararak dinin daha da nefes almasının yollarını açma gibi birçok gelişmeden söz edebiliriz. 1970’lere kadar bu çizginin, üstü örtülü bir dinsel durum içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. En azından günümüzdeki kadar aleni değildir. Din kendisini Kemalizm ile birlikte, devlet içerisinde yeniden örgütleyebilmenin imkânına da bu dönemde (1940’lardan sonra) kavuşuyor. 1968 Gençlik Hareketi ve Türkiye’ye etkileri 1940 ve 1970’li yıların arası uluslararası gelişmelerin Türkiye’de yaratmış olduğu etkiler var. 1960 Darbesi ve bu darbeden 1970’lere kadar olan süreçteki bu etkiler ve getirdiği sorunlar, toplum içerisinde büyük çalkantılara yol açıyor. İlk önce tek partili düzen ile DP arasındaki çatışma, 1960 Darbesi ile bir noktaya gelirken, 1960 darbesinde sonra toplumsal olaylar devreye giriyor. DP Kemalizm ve tek partili gelenek tarafından fazla kabul görmediği için 1960 Darbesi ile iktidardan düşürülüyor. Adnan Menderes asılarak Demokrat Parti sürecine son veriliyor. Ama tek partili sistem ve Kemalizm’de değişim ve yozlaşmalara neden oluyor. Yozlaşma iki boyutludur. Biri, uluslararası açılım konusunda; iki, ülke içerisinde. Ülke içerisindeki açılımlardan din de kendi nasibini alıyor. 1960 Darbesinden sonra toplum yeni bir anayasa ile dizayna tabi tutulmak isteniyor. DP döneminin geliştirmiş olduğu birçok düzenleme, 1960 darbesi ile birlikte yeniden ele alınıyor. Aşırı görülen birçok şey törpülenmeye çalışılıyor. 1960 ve 1970 arası, daha çok sosyal patlamaların olduğu bir dönemdir. Özellikle dünya çapındaki 68 Hareketi ve onun Türkiye’ye etkileri var. 1960’lardan sonra genelde dünyada bir bunalım söz konusudur. Bu bunalım, öğrenciler ve kısmen de işçiler ittifakı ile büyük patlamalara yol açıyor. Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere, Amerika gibi yerlerde iktidarı nerede ise devirme noktasına gelen bir gençlik hareketi dalgası gelişiyor. Bir de Soğuk Savaş döneminin, Sovyet bloğunun etkisi de buna katılıyor. Sovyetlerin etkisi, Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin etkisi ve Avrupa’da gelişen gençlik hareketinin etkisi, yansımasını Türkiye’de buluyor. Bu yansımalar, Türkiye’deki mevcut sosyal yapı ile bütünleştiğinde, önemli bir hareketlenme ortaya çıkarıyor. Öncelikle gençlik hareketlerinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Şu veya bu şekilde daha liberal, daha sosyalist, daha demokratik eğilimlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Ama temel güç, gençlik hareketidir. 1968’lerin

52


Özgür Halk sonlarına doğru gençlik hareketinin giderek radikalleşmesi, özellikle Latin Amerika’nın etkisi altında radikalleşmesi neye yol açıyor? Daha illegal ve silahlı mücadeleye dayalı örgütsel oluşumların önü açılmaya başlıyor. Bunun üzerine 12 Mart Darbesi gelişiyor. Bunu uzun uzun anlatmamızın nedeni, esas olarak dini eğilimin bugün Türkiye’de iktidara gelmesi, resmi ideoloji olarak İslamiyet’in tek başına iktidara gelmesi ve bugün bizi siyasal bir güç olarak en fazla zorlayan bir durumda olmasıdır. Yumuşak İslam ya da liberal İslam dediğimiz, uluslararası boyutu ile Amerika’ya dayalı bir İslam’ın gelişmesinin tarihsel köklerini anlamak zorundayız. Çünkü bugün karşımızda esas olarak bu çizgi var. Siyasallaşmış İslam’ın iktidar biçimi var. Amerika’nın Yeşil Kuşak politikası temelinde geliştirdiği siyasallaşmış İslam bugün bizimle direkt savaşan bir konumdadır. Bunun dışında şuan bizimle savaşan yok. Bunun tarihsel köklerini görmek zorundayız. 1970’lerdeki darbenin ikili bir karakteri var. Bir yanı ile Türkiye’deki devrimci mücadelenin, devrimci ve sosyalist mücadelenin, öğrencilerde gelişen gençlik-aydın mücadelesinin geliştirmiş olduğu bir boyut var. Bu giderek Kürt sorununu da öncüleri düzeyinde gündemleştiren bir yaklaşımdadır. Devlet ise, sadece Kemalizm’in o klasik politikasına dayalı ya da tek partili sisteme dayalı çok fazla yol alamayacağını bilerek kendisini yeniden bir organizasyona tabi tutma gibi bir ihtiyaç hissediyor. 12 Mart bir yanı ile devrimci muhalefeti bastırmayı içerdiği kadar, diğer boyutu ile de kendisini yeniliyor. Devleti ayakta tutabilecek başka toplumsal ve ideolojik faktörleri geliştirmek üzere, devleti güçlendirerek yol almasını sağlamak üzere gerçekleştirilen bir darbe olarak ortaya çıkıyor. 12 Mart, bir yanda en sıradan talepler ile ortaya çıkan muhalefeti, idam ile cezalandırıp yok ederken, öbür tarafta devletin karakterinde faşistleşme ve gericileşme ortaya çıkıyor. Bu gericileşmede İslamiyet’e oldukça tolerans tanıyan, İslamiyet’in kendisini örgütlemesine fırsat veren, İslamiyet’in devlet içerisinde kendisini ifade etmesine olanak tanıyan yeniden bir yapılanmaya gidiliyor. Diyanet gittikçe güçlendiriliyor. Diyanet, dini İslamsal faaliyetlere kanun düzeyinde ya da yasalar düzeyinde ya da anayasa düzeyinde ön açıcı bir yaklaşım içerisinde oluyor. Buradaki politika şudur: Halkın İslami duygularını, İslami inancını göz önünde bulundurarak İslamiyet’i devletin oluşumunda ve devletin yürütülmesinde önemli bir ayak haline getirme. Bu hem dinde bir bozulmaya yol açıyor, hem de devlet dine dayalı bir devlet haline geliyor. Dinde bir siyasallaşma ortaya çıkıyor, devlet ise, totaliter bir karakter kazanıyor. Bunlar çok önemli bir bozulma yaratıyor. Çünkü din eğer siyasallaştırılmadan, inanç düzeyinde tutulursa çok zararlı değildir. Belli düzeyde yararlı olabilir. Ama dinin giderek siyasallaşması, oldukça tehlikeli bir durumdur. Nitekim öyle de oluyor.

53

Mart 2015

DP ve AP ile birlikte siyasallaşma sürecine giren 12 Mart ile birlikte de devlet içerisine çekilip güçlendirilerek siyasallaştırılan bir din olgusu ile karşı karşıyayız. Devlet, laik karakteri ile toplumsal bir rol oynaması gerekirken, dinsel inançları kendisine temel aldığı için totaliter bir karakter kazanıyor. Bu durum hem toplumun gelişmesinin önüne engel oluyor hem de dinin siyasallaşmasına neden oluyor. 1900’lere kadar laiklik temelinde bir gelişmenin sürekli önü açılmak istendi. Uluslararası durum, Kürdistan’daki durum ve cumhuriyetin yapılanması ile bu sürdürülmek istendi. 1940’lardan sonra DP ile dışarıya açılma temelinde devlet işbirlikçi bir karakter kazandı. 12 Mart ile birlikte de devlet kendisini din ile bütünleştirerek daha çok antidemokratik, faşist bir karakter kazandı. “Bütün bunların Kürdistan ile ne bağı var?” biçiminde bir soru sorulamaz. Türkiye’deki mevcut rejim ve yönetim elbette ki Kürdistan’ı da kapsamı içerisine alan bir yönetimdir. Din, resmi bir ideoloji ve politika olarak Kürdistan üzerinde belli bir uygulama gücüne sahiptir. 1938’lerden sonra, en son Dersim İsyanının bastırılması ile birlikte Kürt sorunu büyük ölçüde gömüldü, betonlandı mantığı ile ele alınmasına rağmen, 1940’lardan 1970’lere kadar olan süreçte de inkarcı ve imhacı uygulamaların Kürtler üzerinde parça parça uygulandığını görebiliriz. 1949 olayları, 1968’deki tutuklamalar, 1970’lerdeki yargılamalar biliniyor. Dolayısıyla 12 Martı, belli sınırlar içerisinde İslam’ın kendisini örgütleme alanı bulduğu, devlet içerisinde örgütlenme imkânına kavuştuğu ve bu anlamı ile de gittikçe siyasallaştığı bir dönem olarak görebiliriz. Devlet buna neden ihtiyaç duymuştur? Toplumsal muhalefetin önüne geçmek için buna ihtiyaç duymuştur. Din gelişebilmek için devlete ihtiyaç duydu, devlet ise kendisini ayakta tutabilmek için dine ihtiyaç duydu. Devlet dine imkân sunarak onun siyasallaşmasına hizmet etti, din ise devlete güç vererek onun faşistleşmesine neden oldu. 12 Mart Darbesiyle bu gerçekleştirildi. İslamiyet’te belli bir gelişme ve yol alma söz konusuysa da, İslamiyet belli sınırlar içerisindedir. Türkiye’deki devlet yapılanması, 12 Marttaki bütün düzenlemelere rağmen, tedbirlere rağmen çok fazla hâkimiyet sağlayamadı. Bir tarafta, Doğu bloğunun varlığı ve gelişen Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin Türkiye’deki etkileri; öbür tarafta, kapitalist-emperyalist bloğun yaşamış olduğu krizler ve bu krizlerin Türkiye’ye yansımaları; ya da Türkiye’nin Doğu karşısında Batı emperyalizmi ile girmiş olduğu işbirlikçilik temelindeki ilişkinin getirmiş olduğu yansımalar etkili oldu. Yine devletin ve hâkim sınıfın toplum üzerinde uyguladığı baskı ve sömürünün yol açtığı toplumsal sorunlar oldu. Bunların hepsi toplanınca, istenen düzeyde bir devrimci çizgi olmasa da, toplumda belli bir çalkalanma ve kaos durumu ortaya çıktı. Kürt Özgürlük Hareketi de bu dönemde ortaya çıktı.


Özgür Halk 12 Eylülü anlayabilmek için, PKK’nin çıkışı ile arasındaki bağı iyi kurmak gerekir. 12 Mart’ta Kürt meselesi diye bir sorun yoktu. 12 Eylülden önce Kürt Özgürlük Hareketinin ortaya çıkması ve özellikle 1974 ve 1975’lerden sonra hızla örgütlenerek ileri bir aşamaya ulaşması esas olarak 12 Eylül’ün geliş nedenidir. Hareket 78’lerden sonra partileşme sürecine girdi ve gerek şehirlerde faşistlere karşı geliştirdiği mücadele, gerekse de feodal işbirlikçilere karşı geliştirdiği mücadele ile çok büyük bir ivme kazandı. 12 Eylül, bunu önleme hareketi olarak ortaya çıktı. Onun için 12 Eylül Türkiye tarihinde, özellikle de kendi tarihsel geçmişini tümden reddedebilecek faşist karaktere sahip bir darbe olarak gündeme geldi. Kürt meselesi karşısında dini ve milliyetçiliği kullanmak temelinde politik bir perspektife sahiptir. 12 Eylülün uygulamala-

rına bakıldığında, bunun anlaşılmayacak bir tarafının olmadığını görebiliriz. Toplum içerisinde ne kadar muhalif güç varsa hepsini şiddet ile bastıran bir karaktere sahiptir. Kürtlüğe, devrimci demokratlığa, sosyalizme yaklaşımı tamamen imha karakterlidir. Yok etme biçimi hem toplumsal sindirme ile hem de cezaevinde ıslah etme ile yürütüldü. İçerisinde her türlü işkence, her türlü baskı ve zulmün olduğu, toplum üzerinde de her türlü aşağılamanın yürütüldüğü bir yaklaşım ile toplum bastırıldı. O zamana kadar MHP şahsında ortaya çıkan milliyetçilik ise, kontrol dışına çıkma itibarı ile terbiye edildi. Bu durum dini körükledi. Türkiye’de dinin kendisini en açık bir biçimde örgütlediği dönem 12 Eylül dönemidir. Ordu kendisini laik gösterir ama 12 Eylül darbesinde bunun emareleri yoktur. Kendi geçmişine, tarihine aykırı bir durum içerisine girmiştir. Faşist karakteri, milliyetçiliği terbiye etmesi ve tek dayanıklı olgu olması temelinde dine bir yaklaşım gösteriyor. Bir yanı ile toplumun tümünü dinsel bir terbiyeye tabi tutmaya çalışıyor. Resmi

Mart 2015

dairelerde yemek yemek bile, İslami esaslara göre uygulanan bir durum haline geliyor, yemekten önce dua okunuyor. Bu da devletin ideolojisi oluyor. Yine çok sayıda camilerin açılması, bunların devlet tarafından finanse edilmesi, tarikatların kendilerini kurması ve örgütlenmelerine müsaade etme bu dönemde ortaya çıkıyor. Hatta açılan bütün camilerin aylıklarının Suudi Arabistan tarafından ödenmesi antlaşması bile yapılıyor. 12 Eylül, bir din devleti gibi ortaya çıkıyor. Bu gelişmeler Kürt meselesi ile ilgilidir. PKK ile ilgilidir. Devletin dini dışında tutan bir yapılanma ile Kürt sorununun durdurulamayacağı kanaatinden hareketle din ile kendisini güçlendirip, Kürt meselesinin gelişimini, özellikle PKK’nin bastırılmasını kendisine temel almıştır. Türkiye’de İslamiyet’in devlet tarafından resmi ideoloji olarak kabul edilmesi ve derinleştirilmesi, Kürt sorununun inkârını ve onun bastırılmasının bir aracı olarak ele alınması 12 Eylül ile aşırı derecede geliştirilmiştir. Dincilik geliştirilmiştir. Kaos içerisindeki toplum, kurtuluşu dinde arar hale getirilmek istendi. Devrimcilik bastırıldı. Toplum dayak ve işkence ile korkutuldu. Ortalıkta ne tutulacak bir örgüt ne de bir siyasi yapı bırakıldı. Baskı altına alınmış toplum dine yönlendirilmiş oldu. Dine tanınan serbestlik ile insanlar kendilerini dinde ifade etme eğilimine sokuldu. 12 Eylül öncesinin en radikal devrimcileri akın akın dinsel yapılara koştular. Mantar biter gibi tarikatlar kurulmaya başlandı. İnsanlar bu tarikatların üyesi olmayı bir ayrıcalık haline getirdiler. Tutuklanmayan, işkence görmeyen tek toplumsal kesim onlardı. Tarikatlar kendi giyim kuşamını, felsefesini yavaş yavaş oluşturmaya başladı. 12 Eylül, dinin devlet içerisinde örgütlenerek, kendisini köklü bir örgütlemeye tabi tutarak var etmesinin bütün zeminini sunmuştur. Dini kullanan kesimler bunu fırsat bilerek çok ciddi bir örgütlenmeye girmiştir. Özellikle 12 Eylülden sonra mücadelemizin varlığından yararlanarak devlet içerisindeki örgütlenmesini köklü bir biçimde geliştirmiştir. Bu çevreler önce taktik olarak devleti ele geçirme yönelimi içerisine girmediler. Önce tabandan örgütlenmeyi esas aldılar. Devlet içerisinde kadrolaşmayı esas aldılar. Her mezhebin kendi çevresinde kendisini örgütlemesi, büyük bir örgütlenme alanına yol açtı. Onlarca mezhep ortaya çıktı ve hepsi kendisini örgütledi. Her mezhep kendi tarikatını, kendi camisini kurdu. Yasalar buna elveriyordu. Yüzlerce tarikat, bu tarikatların şahsında yüzlerce cami ve kuran kursu ortaya çıktı. Tabanda böyle bir örgütlenme başladı. Devlet içerisinde de öncelikle toplum ile iç içe olan kurumları zapt etmeyi esas alan bir politika izlendi. Mesela Sağlık Bakanlığına bakın, 12 Eylülden beri dincidir. Milli Eğitim Bakanına bakın, 12 Eylülden beri dincidir. Sosyal karakteri gelişkin olan bakanların hepsi 12 Eylülden beri dincidir, oralarda dinciler çalışmaktadır. 12 Eylül buna zemin sundu. 12 Eylülün sunmuş olduğu zemin üzerinde Turgut Özal iktidarı ortaya çıktı.

54


Özgür Halk

Mart 2015

Newroz’un Tarihçesi Geçmişin ve geleceğin atmosferini soluyan Mazlum, Kawalaşmanın tam eşiğinde, ölümsüzlüğün zirvesinde durduğunun farkındaydı. Zirvede gördüğü şey zafer ve özgürlükle dolu bir gelecektir Kenan Avcı Yeryüzünde ulusal bayramıyla bu denli bütünleşen başka bir halkın var olduğunu söylemek zordur. Newroz’u doğa, toplum ve direniş savaşıyla olan ayrılmaz bağları olduğu gibi Kürt halkının karakterine yansımıştır. Daha doğru bir ifadeyle söylersek, Kürt halkını ve Kürdistan coğrafyasının karekteristiği Newroz Bayramı’nı yaratmış ve ona direnişçi bir öz yüklemiştir. Kürt halkının içinde bulunduğu koşulları, Newroz Bayramını ve onun mitsel anlatımı olan Demirci Kawa Efsanesi’ni yaratmış ve bu her iki fenomende çağlar boyunca Kürtlerin özgürlük aşkını diri tutan birer meşale olagelmişlerdir. Doğanın yeniden canlanışı yönüyle Newroz hemen hemen bütün halklarda bir bahar bayramı, doğaya şükran ritüeli ve zorluklardan kurtulma sevincidir. Asya’dan Avrupa’ya uzanan hattaki birçok kültürde ya bire bir Newroz Destanı ya da Newroz Destanı’nın muadili… Destanları, mitolojik destanlarla yerini bulmuştur. Dolayısıyla Newroz aynı zamanda bir dünya bayramı niteliğini taşımaktadır. Ancak bu niteliği Newroz’un Kürt ve Kürdistan orijinli olması özelliğini ortadan kaldırmamaktadır. İnsanlığın beşiğinin Kürdistan olduğu birçok maddi manevi inançsal ve kültürel yaratımın Kürdistan, Mezopotamya çıkışlı olduğu gerçeği gelinen aşamada herkes tarafından genel kabul görmektedir. Newroz Bayramı’nın da bu minval üzerinden vücuda gelmiş kültürel, politik bir çıkış olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Newroz Destanı’nın karekteristiğini doğru kavrayabilmek için o gönün ortaya çıkış nedenlerini, zamanının ruhunu ve o günü yaratan kişilikleri ve o güne adını veren kaliteyi irdelemek gerekmektedir. 21 Mart gününü özel kılan şey nedir? Newroz’un 21 Mart günü ile özdeşleşmiş olması bir tesadüf değildir. Bilindiği gibi 21 Mart yılın ilk ekinoksudur. Yani 21 Mart’ta gece ve gündüz eşitlenir. Bu artık baharın geldiği uzun ve karanlık kış gecelerinin son bulacağı, ışıl ışıl aydınlanan baharın bereket dolu günlerinin başlayacağı müjdesidir. Dolayısıyla astronomi biliminin geliştiği zamanlardan bu yana 21 Mart günü bilinmekte ve yılbaşı olarak kutlanmaktaydı. Bunun da tarihi M.Ö. 3000 yıllarında Sümerlere

55

kadar gitmektedir. Sümerlilerin gök biliminde bir hayli gelişmiş olduğu tespit edilmiştir. Sümerli astrologlar her birinin arasında 30 derece mesafe bulunan 12 yıldız kümesini gün, ay, yıl olarak hesaplıyorlarmış. Her yıldız kümesi bir aya, aralarındaki otuz derecelik mesafenin her derecesi bir güne ve on iki kümenin her devinimi bir yıla tekabül ediyor. Daha sonra bu sisteme Zerwar adını verdikleri bir takvime dönüştürüyorlar. Sümerlilerin Zervar takvimine göre 21 Mart yani yeni yılın ilk ekinoksu ve yeni yılın ilk günüdür. Yani yılbaşıdır. Bugün hala İran’da kullanılmakta olan Avesta Takvimi de aynı sisteme göre hazırlanmış ve 21 Mart’ı yılbaşı olarak kabul etmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi 21 Mart günü 5 bin yıl öteden beridir bilinen, özel görülen, önemsenen ve yeni yıl bayramı olarak kutlanan özel bir gündür. Mitolojilerde 21 Mart Böylesine özel görülün ve önem atfedilen bir günün insanlığın ilk sistematik düşünce formu olan mitolojilere yansımaması düşünülemezdi. Günümüzdeki her önemli bir adımı özel bir güne denk getirme geleneği tarih öncesi dönemlerden kalmak bir alışkanlıktır. Mesela Sümer mitolojisinde tanrıça İnanna ‘nın aşk ve bereket tohumlarını yeniden yeniden doğaya serptiğine inanılır. Bunun için de 21 Mart (Newroz) diriliş ve bereket bayramı olarak kutlanır. Yine aynı gün Akad ve Babillerde “Dumuzi Bayramı” olarak kutlanır. Babil mitolojisinde tanrı Marduk, tanrıça Tiamat’ı 21 Mart günü öldürmüştür. Ve bu günü bir canavar olarak tasavur edilen Tiamat’ın yok edilişi (kadının yenilgisinin acı hikayesidir aslında) şerefine ‘Akitu Bayramı’ olarak kutlamışlardır. Aynı hikaye Hint mitolojisinde tanrı İndra ve Tanrıça Vintra olarak karşımızı çıkmaktadır. Söylenceye göre tanrı İntra 21 Mart günü Tanrıça Vitra karşısında edebi zaferini kazanmıştır. Hitit mitolojisinde 21 Mart günü bereket tanrıçası Telepuni şenlikleri düzenliyor olsa da aynı eril anlatım maalesef burada da hakimdir. Buna göre Hitit’in Tufan Tanrısı 21 Mart günü Tanrıça İluyunka’yı öldürmek suretiyle yeryüzünü özgürleştirmiştir. Bunun için 21 Mart Hititer’de bugünün anısına Puruliyas Bayramı olarak kutlanmaktadır. Benze bir anlatım Mısır mitolojisinde de görümektedir. 21 Mart günü Bereket Tanrısı Osiris ‘in


Özgür Halk doğuş günü olarak kabul edilmesinin yanı sıra, Güneş Tanrısı Ra’nın kötülüğün sembolü Tanrıça Apopisi öldürdüğü gün olarak kutlanır. Eski Efesliler 21 Mart’ı bitki, hayvan ve ay tanrısı Artemis’e adarlar. İyon mitolojisinde 21 Mart Tanrıça Demeter’e adansa da, mitolojiye eril bir boyut kazandırmaktan da geri durmazlar. Buna göre yer altı tanrısı Hades tarafından esir alınan Dmeter’in kızı Tanrıça Persepones’in yeryüzüne çıkmasına sadece 21 Mart günleri izin verilir. Bu mitolojik anlatımları dışında 21 Mart’a atfedilen sayısız önemli oylar vardır. Örneğin Tevrat’a göre Nuh’un gemisi Tufan’dan sonra 21 Mart’ta karaya oturmuştur. Frigyalılara göre Tanrıça Kibele 21 Mart’ta bereketini saçmıştı vb. Görüldüğü gibi 21 Mart birçok halkın veya uygarlığın mitolojisinde başat öğedir. Ancak Burada ironik olan şey; Kürt halkının katkılarıyla özgürlüğün, kurtuluşun ve dirilişin sembolü olarak Newrozlaşan 21 Martın egemenlerin proto-tarihinde (mitolojide) kadının yenildiği ve toplumun esir alındığı zafer günü olarak anılmasıdır. Newroz’un Med Formu ve Demirci Kawa Med formundaki mitolojik anlatım aynıdır. Daha doğrusu Newroz’un mitolojik boyutu, küçük nüans farklar olsa da genel olarak aynıdır. Kassit formunda Kawa yoktur. Onun rolünü Cemşid oynar. Dehak ise sahnenin sonunda devreye girer. Nevrozlaşma Dehak’ın zulmüne karşı verilen direnişin sounucunda değil, Kassitlerin Babilleri yenmesiyle başlatılır ama Med-Asur versiyonu tam olarak öyle değil. Yaygın kabul gören versiyonu Med-Asur versiyonudur. Kassit formunda Newrozlaşma M.Ö 1900’lere dayanmaktaydı Med formunda ise tam olarak M.Ö 21 Mart 612’de başlar. Zalim Dehak’ın nereden geldiği ve kim olduğu tam olarak belli değildir (Kassit anlamında Dehak’ın babası bile bilinir) Muhtemelen Asur kralına verilen bir unvandır. Dehak’ın omzunda yılan veya yara çıkması bu amansız derdin dermanı olarak her gün iki gencin beyninin yenilmesi, dağa kaçırılan birer gencin yerine kuzu beyni yedirilmesi ve en nihayetinde Dehak’a karşı dağdaki gençlerin direnmesi aynıdır. Kassit anlatımında direnişi örgütleyip, Dehak’ı öldürdükten sonra Demawend dağındaki volkanik kratere gömen kişi, Cemşid’in torunu Ferudundur. Med’lerde bu misyonu demirci Kawa üstleniyor. Kimi kaynaklara göre 18 oğlundan 17’sini, kimi kaynaklara görede 8 oğlundan 7’sini Dehak kurban veren Kawa, son oğluda istenince isyan eder. Bu noktada Kawa’nın konumu ve sosyo-politik pozisyonu çok önemlidir. Kawa Kimdir? Neyi temsil ediyor? Dehak gibi zalim bir hükümdara başkaldırma cesaretini gösterdiğine göre, sıradan bir demir ustasından fazlası olmalı. Yazının girişinde değinilmişti, Kawa, Dehak, Cemşid, Feridun gibi karakterlerin bir kişi olup olmaması çokta önemli değil. Bu tiplemelerin temsil ettikleri misyonlar önemlidir. Kimi araştırmacılara göre Kawa, Kawi veya Keya kelimesinden türetilmiş, önder-hükümdar-lider anlamına

Mart 2015

gelen genel bir sıfattır. Bu yönüyle dönemin tüm Med imparatorlarına verilen ortak bir sıfat olduğu savunuluyor ve dolayısıyla Kawa’nın Asuru yıkıp ninovayı ele geçiren Med imparatoru Keyakser olduğu sonucuna varılıyor. Kimilerincede Kawa yerel bir önderdir. Mesleği itibariylede toplumda prestij sahibidir. Demir ustalığı dönemin en gözde mesleğidir. Savaş araçlarını da demir ustaları yaptığından, bu mesleği icra edenlerin dönemin en gözde ve saygın şahsiyetleri olmaları anlaşılır bir durumdur. Hem demir ustası olması ve hemde 17 oğlunu (Kimilerine göre 7) Dehak’a kurban vermiş olması, kişi olarak eğer varsa öyle biri, Kawa’yı doğal önder konumuna taşımış olabilir. Meselenin özü özlü anlatımı şu: 17 tane oğlundan sonra, 18’inci oğlunuda almak için Kawanın yanına gelen Dehak’ın adamları bardağın taşımasına neden olurlar. Kawa bu vicdansızlığa daha fazla katlanamayıp, koyun derisinden yapılmış olan iş önlüğünü bir mızrağın ucuna geçirip mızrak yaparak isyanı başlatır. Zaten Dehaktan bezmiş olan halkta Kawa’nın mızrakla taşıdığı direniş bayrağının peşine takılır. Kawa peşine taktığı halkla birlikte direniş bayrağını götürüp Feriduna teslim eder. Feridun, Kawa’nın hayvan derisi olan ve bayrak yapılan iş önlüğünü alıp kesk û sor û zer renkleriyle süsleyerek, gerçek bir bayrak haline getirir. Kürt’lerin ilk Kesk û sor û zer bayrağı Kawa’nın iş önlüğüdür. Bu noktada bir halkın kimlik ve kişilik kazanmasına tanık oluyoruz. Kürt halkının değerlerinin tüm baskılara rağmen, yok olmamasının altında işte böyle köklü bir tarihi, kültürel birikim vardır. İlk olarak demirci Kawa’nın iş önlüğünün nakşedilen direnişin ve umudun renkleri günümüzde de aynı misyonu korumaktadır. Egemenlerin kesk û sor û zer renklerinden niçin bu kadar ürktüklerini açıklaması da newroz destanında gizlidir. Demirci Kawa şahsında bir halkın acılarını, özlemlerini emeğini ve umudunu temsil eden o kutsal önlük, üç mistik renkte kişilik kazanmış ve halkları özgür kılarken egemenlerin sonu olmuştur. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan Med’lerin M.Ö 612’de Ninova’yı ele geçirmesinden sonra, Newroz mevcut anlamını kazanmıştır. Bu direnişe Kürt halkının öncülük etmesi, Kürt halkında binlerce yıl sürecek olan zulme karşı direnme bilincini geliştirmişti. Aslında bu bilinç Kürtlere çok öncesinden yerleşmeye başlar. Kürdistan tarihi dikkatlice incelendiği zaman bunun izlerini görmek mümkündür. Proto-Kürt olan Gutilerin Sümer ve Akad hegemonyasıyla, Kassitlerin Babil hegemonyasıyla ve Med’lerin Asur hegemonyasıyla yaşadığı çatışmalar esasında zulme karşı direniş hareketleridir. En nihayetinde hegemon Sümer, Akad, Babil ve Asur imparatorluklarının varlıklarına proto-Kürtler son vermişlerdir. Kuşkusuz bunu yaparken de bölgenin diğer ezilen halklarıyla da ittifak yapmışlardır. Bu noktada etnosentrik bir yaklaşımın içinde değiliz. Ancak tüm bu direnişlerde öncülüğün Kürtlerde olduğu hususu bir

56


Özgür Halk realitedir. Trajik Harpagos ihanetine kadar bu böyledir. Komplo sonucu Med’lerin Perslere yenilmesinden sonra Kürt bir daha direnişlerde öncü ve özne rolünü oynayamıyorlar. Med’lerden sonrada Kürt halkı bütün direnişlerin içinde yerlerini almışlardır. Ancak öncü konumu bir daha yakalayamamışlardır. Bunun nedeni de Kürt halkının kendi maddi özgürlüğünü kaybetmiş olmasıdır. Olaya şu acıdan da bakılabilir. Kürtlerin Medlerden bu yana kendi maddi / fiziki özgürlükleri için yürüttükleri direniş Medler ve öncesindeki konumlarıyla çelişen bir pozisyon değildir. Yine egemenin karşısında ezilenin yanında konumlanmıştır. Tarihte hiçbir zaman egemenin yanında (halkı olarak) konumlanmamış olması, Kürt halkının en çarpıcı ve onure edici özelliği olsa gerek. Asırlardır bu özelliğinin bedelini ödediği gibi, günümüzde de hem bölgesel hem de küresel egemenlerin karşısında halk olarak konumlanma erdemi göstermiş olması dikkat çekicidir.

Mart 2015

tetiklenmesiyle yapılan bilinçsiz ve amaçsız serenomilerden başka bir içeriğe sahip değildir. Yasaklanmaların korkusuyla Newroz’un özüne uygun ve görkemlice kutlanmadığı savunulabilir; ancak öyle değil. 90’larda Newroz kutlamak yasaktı, hem de ölümcül bir yasaktı ama halk bu yasakları takmayıp, görkemli kutlamalar yapabiliyordu. Her kutlamada onlarca, yüzlerce kayıp verilse de, Newroz’unu özüne uygun bir biçimde karşılamaktan geri durmuyordu; çünkü artık direniş boy vermişti. 40 yıllık sessiz ve silik Newroz’lar da yasakların yarattığı baskıdan değil, aktif direniş olmamasının yarattığı umutsuzluktur. Evet, halkın umudu söndürülmüştü, Newroz için bir amaç lazımdı, amacı mümkün kılan da umuttu… Umutsuz amaç, amaçsız Newroz olamazdı! İşte o umudu Önderlik Hareketi yeniden diriltti. Bununla da sınırlı kalmayıp amacı da ortaya koydu. Artık amacı ve umudu olan bir halkı, zaten hiçbir yasak sınırlayamazdı ve o umudun fitilini ateşleyip Newroz’u yeniden yaratan yüce insan, Çağdaş Kawa Mazlum Doğan olacaktı.

Şuraya gelmeye çalışıyoruz. Kürdistan tarihinde direnişin palazlandığı ve boyutlandığı dönemlerde Newroz’un açığa çıkıp serpilmesi, direnişin çılızlaş- Zulmün olduğu yerde isyan direnişinin çatallandığı tığı dönemlerde ise Newrozunda onunla paralel ola- anlarda kahramanlar çıkar. Bu diyalektiğin temel yarak çılızlaşıp sönümlenmesi kesinlikle bir tesadüf değildi. 21 Mart yılın ilk ekinoksudur. Yani 21 Mart’ta gece ve Toplumun kolektif hafızasına yerlermiş olan bir olgudur bu. gündüz eşitlenir. Bu artık baharın geldiği uzun ve karanlık Direniş dönemlerinde Newrozkış gecelerinin son bulacağı, ışıl ışıl aydınlanan baharın da çoşmakta ve yüreklerdeki bereket dolu günlerinin başlayacağı müjdesidir ateşi harlamaktadır. Örneğin isyan günlerinin Newroz coşkusuyla göreceli sinme ve suskunluk günlerinin Newrozu karşılaması arasında dağ- sasıdır. Her şey kendi zıttını yaratır. Klasik demirci lar kadar fark vardır. Örneğin Şêx Said isyanının 21 Kawa böyle bir dönemin kahramanı olarak çıkmıştır Mart 1925’de başlatılması planlanmaktadır. Bir komp- tarihin o iflah olmaz sahnesinde. Asurun barbarlılo sonucu isyanın 15 Şubat’ta hazırlıklar tamamlan- ğı ve Dehak’ın sular seller gibi akıttığı kanlardı onu madan patlatılması, yenilginin temel nedenlerden yaratan. Evet, keşke o koyu karanlık olmasa da ışıbirisidir. Ağrı isyanı döneminde Newroz çok görkemli ğa ihtiyaç duymasak, onca Mazlumun kanı dökülüp ve direniş motifleriyle karşılanmaktadır. 1937 Dersim ah alınmasa da Kawa’lara ihtiyaç duymasak! Ama İsyanı, 21 Mart Newroz gecesi Harcık Nehri üzerin- tarihin motoru böyle işlemiyor. Karanlık ve zulüm indeki Pah köprüsünün yıkılmasıyla başlatılmıştır. Bu sanlığı kasıp kavurmaya devam ediyor. Onun içindir isyan süreçlerinde Newrozunda coşku, umut ve di- ki tarih bu cerahati temizleyecek ve bu günahın kerenişle karşılandığını tarih kitapları yazmaktadır. An- faretini ödeyecek kocaman yürekli kahramanlar yaracak 1938 Dersim katliamından Özgürlük Hareketi’ne tır; tarihte onların adlarını, altın harflerle unutulmaz kadar ki 40 yıllı suskunluk döneminde, Newrozunda köşesini nakşeder. Aslında burada tarih insanlığın sönümlendiği görülmektedir. Direniş bitince Newroz beleği oluyor. Bu belekte kimileri minnetle, kimileda sönülmenmiş ve silikleşmiştir. Bırakalım görkemli ride künetle anılıyor. İşte insanlığın belleğinde, yani kutlamalar yapmayı, yeni yetişen kuşaklar Newroz’un tarihinde binlerce yıldır minnetle anılmayı hak eden ne olduğunu bilmez konumuna sokulmuşlardır. Dil ender insanlardır, insanlığın onurunu bugünlere taşıasimilasyonunun yanı sıra, bir nevi bilinç ve tarih asi- yanlar. Bir tane Kawa vardı tarihte. An gelip çattığınmilasyonu da yapılmaktadır. Kürt halkının toplumsal da iş önlüğünü çıkarıp mızrağın ucuna takmasıyla genlerine işleyen 2600 yıllık Newroz efsanesi, sinsin- ( Ki bu davranış zulmün imbiğinden süzülerek geçce silinmeye çalışılmaktadır. Başarılı olduklarını da miş milyonların umudunu ve özlemini ifade ediyor) kabul etmek lazım. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’a 2600 yıldır belleklerde adından minnetle söz ettiriyor. kadar, Newroz’u sadece yaşlılar kuytu köşelerde ve gözlerden ırak köylerde ‘’bahar bayramı ‘’tadında kut- Koşullar benzeştiğinde bir Kawa daha çıktı tarih sahlar olmuştu. Bu da arta kalan ulusal bilinç kırıntılarının nesine, Çağdaş Kawa unvanını layık gördü onun

57


Özgür Halk için insanlık belleği. Bu unvan ve bu ünvanın sahibi olan büyük devrimci Mazlum Doğan, binlerce yıl daha kuşaktan kuşağa aktarılıp, anılacaktır. Tarihsel muadilleriyle arasında niteliksel bir fark yoktur. Sadece zaman, mekân ve kişiler değişmiştir. Ancak misyonlar ve pozisyonlar aynıdır. Bu defa zaman 12 Eylül cuntasını, mekân ise Amed Zindanı’nı göstermektedir. Yeryüzünün tüm Dehakları takıştırdıkları en gaddar maskeleriyle Amed zindanını sökün etmişlerdir. Tarihin tanıklık ettiği en büyük vahşetlerden biri sahnelenmektedir. Burada istatistiğin bir önemi yoktur. Önemli olan insanlığın onuruna ve haysiyetine yönelen o alçakça saldırının niteliğini anlamaktır. 3-5 yüz tutsak şahsında insanlığın yüz binlerce yıllık değerleri ayaklar altına alınmakta, kadim Kürt halkının filizlenmeye çalışılan var olma çığlı boğulmak istenmektedir. Egemen devlet zihniyetinin 5 bin yıllık tipik karakteri bir kez daha tüm pisliğini ortaya saçmaktadır. Devrimciler şahsında bir halk, Kürt halkı şahsında insanlık değerleri ayaklar altına alınmaktadır. Tüm dünyanın yükü, Atlas misali bir avuç adanmış devrimcinin omzuna yığılmıştır. Mekân acımasız, zaman sabırsız ve imgeler havada uçuşmaktadır. Tarih kıvama gelmiş Kawasını aramaktadır. Bütün parçalar birleşmekte, şart oluşmaktadır. Zulüm, direniş, dağ, ateş, demir bir olmuştur. Bu denklemi tamamlayıp Newrozlaşmak için bir tek Kawa’ya ihtiyaç vardır. Bu zorlu, tarihsel ve kutsal rolü de Mazlum Doğan üstelenecektir. Tarihin şaşmaz ibresi 21 Mart 1982’yi gösterdiğinde 5 Nolu Amed zindanında, tek kişilik hücresinde tarihin seyrini değiştiren Çağdaş Kawa doğmaktaydı. Newroz nedir, ne anlama gelir, bilen pek kimse yoktu ama o biliyordu, tarih bilinçi körelmeyen ender önderlerdendi. 20 Mart günü bayrağı 21’ine teslim etmeden önce, hücresinden can yoldaşı Hayri Durmuş’a seslenecek, yoldaşlarının Newrozunu kutlayacaktı. Bu sesleniş sıradan bir Newroz kutlamasının ötesinde anlamlara sahipti. Bu bir manifestoydu. Bir çağrıydı. Kurtuluşun yolunu çizen bir talimattı. Yoldaşalarına son seslenişinde Newrozun tarihçesini anlatmış, tarih bilincinin önemini de kavratmayı amaçlamıştır. Yoldaşları O nu anlamıştı. O da bunun farkındaydı. Zaten öyle uzun uzun laf kalabalığı yapmaya gerek yoktu. Bunun ne zemini, nede zamanı vardı. Vermek istediği mesajını, hisleriyle yoğunlaştırdığı birkaç küçük cümleyle ortaya koymasını bilmiştir. Gerisi O’na kalmıştı. Konuşma bittikten sonra, mutlak sesizlik bir karabasan gibi çökmüştü Amed’din üstüne. Bu sessizlik aynı zamanda içsel bir çığlıktı. Çığlığı duyanlar sadece geleceği görebilenlerdi ve bunu ağırlığını iliklerinde

Mart 2015

hissediyorlardı. Geriye kalan yığınlar ise tarihin koynunda gaflet uykusuna dalmış, olan bitenden habersizce uyuyorlardı. Gecenin ve hatta geçmişin ve geleceğin atmosferini soluyan Mazlum, Kawalaşmanın tam eşiğinde, ölümsüzlüğün zirvesinde durduğunun farkındaydı. Bu zirvede yaktığı üç kibrit çöplüğünün ışığıyla eğilip, birkaç on yıl sonrasına baktığında, gördüğü şey zafer ve özgürlükle dolu bir gelecektir. Bu özgürlüğe giden kapıyı açan kişi olmanın onuruyla yapması gereken şeyi yaparken, Mazlumun içinden Kawanın çıktığını, o üç kibritin Newroz ateşini bir daha hiç sönmeyecesine yaktığını görüyordu… Newrozun Halklaşması Mazlum Doğan Amed zindanında fedai eylemini yapıp Newrozlaştığında yapayalnızdı. Cenazesini almaya bile sadece babası gelmişti. Mazlum Doğan’ın o körpe civan bedeni, bi tabutun içinde Amed sokakla-

rından geçip Karakocana doğru yol alırken, kimsenin olup bitenden haberi yoktu. Öyle görkemli bir cenaze töreni de yapılmamıştı. Bırakalım dışarıyı içerideki yoldaşlarının bile yaşanan şahadetten günler, haftalar sonra haberleri oluyurdu ama tüm bunlar Mazlum’un Kawalaşmasına mani olamazdı. Cin şişeden çıkmış, dev uyanmıştı. Mazlum’un üç kibriti o daracık hücre-

58


Özgür Halk

Mart 2015

nin soğuk duvarları arasında yitip gitmeyecekti. Maz- buluşmanın zirvesi yine Amed surlarında yapılacaktı. lum sessiz sedasız yapacağını yapmış, Kürdistan se- 91 Newrozu’na gelindiğinde, Mazlum’un Amed zindamalarındaki en parlak yere konumlanmıştı. Sıra O’nu nında yaktığı ateş, yine Amed’de Zekiye Alkan’ın genç anlamaya gelmişti. Newroz neydi? Neden 21 Mart? bedenini saracaktı. Kürt kadını bir ilke daha mührünü Ateşin anlamı nedir? Sorular uzadıkça uzuyordu. İlk basmıştı. İlk defa bir insan dışarıda bedenini ateşe önce zindandaki yoldaşları Mazlum’un direniş çağrı- vererek Newrozlaşıyordu. Zekiye Alkan’ın bu çıkışı sına yanıt verdiler. Kahramanca direnip, tüm Dehak- tam bir şok etkisiyle Kürdistan’ın her karış toprağında ları Amed zindanına gömdüler ama bu yetmiyordu. hissedilecekti. Bir yıl 92 Newrozunda, Newroz çiçeÜzerlerine salınan Dehakları yenmiş olsalar da, dışa- ği bu defa İzmir Kadifekale’de açacaktı. Kürdistan’ın rıda binlerce Dehak daha vardı. Onların da yenilme- sürgün kızı Rewşen Demirel, Mazlum ve Zekiyenin si ve Mazlumların da özgürleştirilmesi gerekiyordu. yolunu tutup, Newroz ateşini Kürdistan’ın dışına, TürOnun için gösterilen yolu iyi anlamaya ve kurtuluşu kiye metropollerine taşıyacaktı. Newroz kaba kalıba inşa etmeye başladılar. Dillerden, dillere, kuşaklardan sığmaz, sınır tanımaz olmuştu. Çok geçmeden 94 kuşaklara ve yüreklerden yüreklere dolaşan tılsımlı Newrozunda Kawa’nın ateşi, Rohani ve Berivan’ın bir kelime vardı: NEWROZ! Herkez Newroz’un ne ol- bedeninde bu defa Avrupa’yı yakıp kavurmaktayduğunu öğrenmeye can atıyordu. ‘’Mazlum, Newroz dı. Diaspora Kürtleri de bu ateşten halaya girmişti. gecesi yakmış direniş fiBir yandan bedenlerden şeğini, üç kibrit çöpüyle kıvılcım saçan Newroz, Zulmün olduğu yerde isyan direnişinin kutlamış, Newroz’un yakbir yandan da Serhıldan tığı ateşin ışığı güneş gibi olup sokakları inim, inim çatallandığı anlarda kahramanlar çıkar. aydınlatmış Amed’i” gibi inletmekte, devleti ilikleBu diyalektiğin temel yasasıdır. destansı anlatımlar karine kadar titretmekteydi. Her şey kendi zıttını yaratır raran yürekleri ağartıyor, Cizre, Mardin, Şırnak, Nusönmüş umutları diriltisaybin ve daha niceleri.. yor, ataletin yerine coşku, 90’dan 2001’e kadar yaheyecan ve cesareti hakim kılıyordu. Tüm tutsaklar saklı her Newroz bir serhıldan olmuştu. Her NewrozNewroz’u, Kawa’yı Dehak’ı, ateşin kutsal gücünü ve da onlarca yüzlerce şehit verilmişti. Her Newroz, kim olduklarını öğrenmişlerdi artık. Mazlum’un ey- kirimizi, pasımızı yakıp bizi biraz daha arındırmıştı. leminin doğurduğu en büyük sonuç buydu. Göğüs kafesinde yürek çarpan her tutsak bir Kawa idi artık. 2001 yılına gelindiğinde hiçbir baskı ve yasağın Mazlum bunu başarmış, Newroz’u yeniden diriltmişti. Newroz’u engelleyemeyeceği egemenler tarafından anlaşılmıştı. 2001 yılı Newrozun Kürdistan da ilk defa Doğan bu dev, patlayan bu volkan, zindan duvarla- yasaksız kutlandığı bir yıl olmuştu ancak bunun artık rı arasında tutulamazdı bu saatden sonra. O gün- bir önemi yoktu. Newroz kimliğini kazanmış, özüyle den sonra her ziyaretin, her mektubun, her şarkının, buluşmuştu. Bu aşamadan sonra Newroz yeni misher öykünün ve her şiirin en temel konusu Newroz yonlar yüklenmye başlamıştı. Yeniden doğuşunu sağve Mazlum Doğan’dı. Amed zindanı bir mabed, ladığı kent, yani paytext Amed, artık Newrozla özdeşo mabedden çıkan her tutsak bir havari olmuş ve leşmişti. Her yıl tüm gözler Amed Newrozuna döner; Kürdistan’ın dört bir yanına dağılarak Newroz’u ve ne kadar kitle toplanacağı ve oradan ne tür mesajlar Mazlum’u anlatmıştı. Bir halkın yeniden doğuşuy- verileceği merak edilir olunmuştu. Bu aşamadan sondu bu. Uyanışın dili Newroz, manifestosu Mazlum ra Newroz artık bir siyaset yapma tarzıydı. Kürt halkı olmuştu. Bıkmadan, usanmadan anlatıldı. Dağına, ve özgürlük hareketi, siyasal rotasını Amed meydataşına, börtü-böceğine kadar Kürdistan’da yaşayan nında ve Newroz ateşinin ışığında çizer olmuştu. Her canlı-cansız her varlığın bu destanı duyması ve öğ- Newrozun bir misyonu vardı. Stratejik kararlar Amed renmesi sağlandı. Bu anlatma ve anlama süreci tam Newroz meydanında milyonların aktif katılım ve şaon yıl sürmüştü. Mazlumun Kawalaşması, Kürt Hal- hitliğinde alınır ve ilan edilir olmuştu. Örneğin 2004 kı’nın Newrozlaşmasına dönüşmeliydi. Tüm bu olup Newrozu ‘İrade beyanı’, 2005 Newroz’u Konfedaribitenler ancak o zaman yerini bulacak, anlamına lizmin ilanı’, 2006 Newrozu ‘Siyasal Çözümde Israr’, kavuşacaktı. Bu nedenle on yıl boyunca Kürdistan 2007 Newrozu ‘Sağlığın Sağlığımızdır’, 2008 Newrohalklarına ve tüm Mezopotamya halklarına Newroz zu ‘Edi Bese’ , 2009 Newrozu ‘Demokratik Özerklik’, destanı anlatıldı; Çağdaş Kawa’nın mesajı aktarıldı… 2010 Newrozu ‘Siyasi Soykırıma Direniş’, 2011 ve 2012 Newrozları ‘Aktif Direniş’ slogan ve şiarıyla Kürt 1990’a gelindiğinde mesaj karşılığını bulmaya başla- siyasetinin doğrultusunu çizmiştir. Ve 2013 Newrozumıştı. Newroz halklaşıyor, halk Newrozlaşıyordu. Kürt na gelindiğinde 2 milyonu aşkın insan okyanusunun halkı karakterini ve ulusal belleğini Newrozla adeta huzurunda ve tarihi şahitliğinde Reber’in manifestosu yeniden keşfediyordu. Tarihi buluşma sağlanmıştı. okunmuş ‘Özgür Önderlik, Özerk Kürdistan’ şiarıyKürt ve Newroz yine omuz omuza ve alanlardaydı. Bu la özgürlük mücadelesinde yeni bir sayfa açılmıştır.

59


Özgür Halk

Mart 2015

Tarihten Günümüze 8 Mart Kadın mücadelesi erkeğin iktidarcı zihniyetine ortak olmak değildir, bunun karşısında ideolojik, felsefik ve örgütsel mücadele verilmesi demektir Nalin Muş Tarih 1857 ABD’nin Newyork kentinde kırk bin kadın dokuma işçisi daha iyi bir çalışma koşullarını elde edebilmek ve emeğinin karşılığını alabilmek için direnişe geçip, iş bırakma eylemi başlatıyorlar. Erkek egemen sistem kadınların bu iradesel duruş ve örgütlülüğüne tahammül etmeyip kadınların içinde olduğu fabrikayı tümüyle ateşe vererek 129 emekçi, işçi kadınını canlı canlı yakarak katlediyorlar. Onlar şahsında bir kez daha tarihten bugüne gelen zalim, egemen erkek sisteminin kadına yönelik faşizan saldırılarını kınıyor, lanetliyoruz. Onların bu mücadele ve direniş gerçeği kadınlar için büyük bir miras olmuş bugün daha da büyüyüp, güçlenerek bu direniş devam etmektedir. Tarihte de bugün de özellikle tüm kadınların özgürlüklerini esas alan ideolojik mücadele yürüten devrimci, öncü kadınlar ortaya çıkmıştır. Roza Luxsemburg, Clara Zetkin, Olmpe De Gues yine Sakine Cansız vb. gibi. Kopenhag da 2. Enternasyonale bağlı uluslararası sosyalist kadınlar konferansında, Clara Zetkin, canlı canlı yakılan bu 129 işçi kadınların anısına bağlı kalmak, onları yaşamsal kılmak ve onların bu direniş bayrağını göklerde dalgalandırmaya devam etmek için “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nü kadınların mücadele günü olarak belirlemiştir. Dünden, bugüne tüm kadınları bir araya getiren işte bu miras ve direniş ruhudur. Savaşlarda ganimet olarak görülen, emeği sömürülen, kadına pragmatist yaklaşan, geri ve tali işlerde çalıştırılan ve büyük emeğin sahibi olan kadın, her geçen gün derinleşen bir şiddet terörü, savaş ganimeti, an be an bir kırım ile karşı karşıya olmaktadır. Savaş süreçlerin de en büyük bedeli veren yine kadın ve çocuklar oluyor. Bitirilen kadınla toplumda bitirilmeye çalışılıyor. Bölge ve dünya genelinde kadınların yaşadıkları sorunlara bakıldığında bu gerçeği daha iyi görürüz. Önder Apo’nun şu belirlemesi günümüzde kadınların yaşadıklarını açık ifade etmektedir. “Kadın üzerinde adeta kültürel bir soykırım yürütülmektedir. Ancak cinselliği ve soy sürdürme rolüyle ücretsiz veya ucuz ücretli işsizler ordusu olarak değer ifade etmektedir. Kendini fiziki, ahlâki ve anlamsal olarak savunabilecek öz güçten yoksun bırakılmıştır.”

Tarihte kadınlar birçok kurtuluş savaşlarında, ulusal mücadelelerde aktif rol almış, devrimlerde öncülük yapmıştır. Her başarı kendiliğinden olmadığı gibi büyük mücadeleler sonucu kazanan mevziler olmuştur. 25 Kasım gibi, “Kadına Karşı Şiddetle Mücadele” günü kadınlar için kazanılan bir gün bile olsa büyük bedeller karşılığında olmuştur. Tarihte açığa çıkardı ki tüm özgürlükler mücadele ile kazanılmıştır. Bu anlamıyla özgür yaşamın kolay olmadığı ve olmayacağı açıktır. Erkek egemen sistem yüzyıllardır kadına sınırlar çizmiş ve bu sınırdan çıkacak olan kadını iffetsiz veya fıtrat ile kadını tehdit ederek kadının esas işi olan toplumsal inşa, siyaset, ekonomi vb. çalışmalardan mahrum etmiştir. Erkeğin bu yaklaşımlarına karşı kadınların daha da güçlü mücadele etmeleri gerekmektedir. Zira buna karşı belli bir mücadele yürütülmüş olsa da halen istenilen düzeyde sonuç alınmamıştır. Kadınların sistem karşıtı direnişlerinin başarıya ulaşmamalarının nedeni sorunu zihniyet boyutunda doğru çözümleyememek ve bu konuda ortak bir başkaldırıya ulaşamamaktır. Kadın mücadelesi erkeğin iktidarcı zihniyetine ortak olmak değildir, bunun karşısında ideolojik, felsefik ve örgütsel mücadele verilmesi demektir. Önder Apo’nun kadın özgürlüğü projesi ve ideolojisi başta Kürt kadınları için büyük bir şans olurken, Ortadoğu ve tüm dünya kadınları içinde bir özgürlük umudu olmuştur. 21.yüzyıl son çeyreğinde gelişen demokrasi mücadelesi ve halk devrimleri stratejik bir boyut kazanmış ve başta Kürt kadını olmak üzere tüm emekçi ve özgürlük arayışında olan kadınlar kendi emeğine, kimliğine ve varlığına daha fazla sahip çıkmıştır. Önderliğimizin de belirlediği gibi; “21. yüzyıl kadın devriminin yüzyılı olacaktır” En önemlisi bu yüzyıla Kürt kadının mücadelesi damgasını vurmuş olmasıdır. Kürdistan’ın her karış toprağı Kürt Kadını’nın Direniş Destanları’na tanık olmuştur Tanrıça kültürünün hâkim olduğu, doğal toplumun ahlaki değer yargılarının yaşandığı bu coğrafyada 8 Mart mirasına en güçlü sahip çıkan ve yaşatan, Kürdistan özgür kadın hareketimiz olmuş ve her 8 Mart’ta yeni adımlar atmıştır. 1993 kadın ordulaşması,1987

60


Özgür Özgür HalkHalk kadının ilk özgün örgütlüğü oluşturması, 1997 kopuş teorisinin ilanı, 1998 Kadın Kurtuluş İdeolojisi’nin ilanı, tüm bu adımlar Önder Apo’nun kadın özgürlüğüne verdiği değer, emek ve çabalarının birer sonucu ve ideolojik mücadele hamlesidir. Ve bugün kadın kurtuluş ideolojisi ile Kürt Özgür Kadın Hareketi evrensel boyutlara ulaşmıştır. Mücadelemizin bu düzeye ulaşması hiç kuşkusuz büyük Şehitlerimiz Beritan, Zilan, Sakine ve bugün ardılları olan Arîn’lerin yürüttükleri mücadele ve kadın devrimine olan inanç, iddia kararlılık gerçeğidir. Böylece 8 Mart sadece bir gün olmayıp her gün bir mücadele sürecine dönüşmüştür. Kadınlar günlük olarak özgür bireye özgür topluma doğru adımlar atmaktadır. 8 Mart direnişi kadar Kürdistan dört parçasında yaşanan isyanlar bu isyanlarda Kürt kadınlarının gösterdiği direnişlerde kadın tarihimiz açısından 8 Mart tarihi kadar önem taşımaktadır. Kürt kadını mücadelenin her alanında savaştan sanata, Zarife’lerden Besê’lere, Leyla Kasım’dan, Meryem Xan’lara kadar en büyük mücadeleleri vermişlerdir. Ayşe Şan’ın söylediği parçalar genelde verili toplumu tabuları eleştiren, geriliklerine karşı tek başına verdiği bir mücadele olsa da, acıları en fazla türkülerle dile getirdiğini kanıtlar niteliktedir. Kürdistan da yaşanan trajedileri hep diri kılmış ve nesilden nesille taze anılar gibi aktarılmıştır. Toplumsal tabular en çokta kadını vurmaktadır. Yapılan en radikal kopuş bu noktada yapılmış ve kadın özgürlük mücadelesi ülkede ve bölgede ciddi bir güven kaynağı olmuştur. Özgürlük dağlarında özgürlüğünü arayan kadın bu tabuları kahramanca savaşarak kırmış, özellikle Rojava devrimi adeta bir kadın devrimi olmuştur. Dağda, ovada mücadelenin her alanın da katılım sağlanmış, çok daha kendine güvenen bir noktaya gelmiştir. Kadın PKK de ordulaşmış ve bugün erkek egemen sisteme büyük tehdit olmuştur. Her kadın kendi savunmasını bilmelidir. Savunmasız kadın tarihte görüldüğü gibi erkeğin insafına terk edilmiş ve ölüme mahkûm olmuştur. Önder Apo öncülüğünde gelişen Kadın özgürlük hareketi birçok ilklere imza atmış, sadece Kürdistan Ortadoğu değil, tüm dünya kadınlarına öncülük etmektedir. Kürt kadını ve Hareketi 8 Mart şehitlerine böyle sahip çıkabileceğini ispatlamıştır. 8 Martın kadınlar için önemi biliniyor, fakat bu konuda erkekler için ne anlam ifade ediyor? Buna da değinmek gerekir. Özgürlük sorunu sadece kadın sorunu olmayıp

61

Mart 2015

daha çokta erkek sorunudur. Bu konuda kadın kadar erkeğinde sorumluk üslenmesi gerekir. Erkeklerin en temel sorunu, kadın olgusunu doğru anlamama, yaşamda değerini bilmeme ve bu konuda arayış içerisine girmemesidir. Kendi sorunu gibi görmemesidir. Kadından çok erkeğin demokratikleşmeye, özgürleşmeye ihtiyacı vardır. Her gün yaşanan cinayetler vahşice öldürmeler çekilmez yaşamın bir sonucudur. Sahte ilişkiler, ekonomik sorunlar, ailenin demokratikleşmemeden kaynaklı aile içi sorunlar, yaşanan manevi boşluklar yanlış arayışlara neden olmaktadır. Ve bunun tek sorumlusu olan erkek egemen sistem ve onun zihniyetine karşı kadınlar kadar erkeklerinde radikal mücadele etmeleri gerekir. Özgür yaşam adına ölümden beter bir yaşam dayatılmaktadır. Günümüz dünyasında radikal İslam adı altında IŞİD denilen çeteler dünya ve Ortadoğu’ya ciddi tehlikeler yaratmakta, adeta tarihi silmeye çalışmaktadır. Devlet-iktidarın kadın üzerine soykırımı bu kez başka bir versiyonla yani IŞİD eliyle yapılmaktadır. Mevcut durumda küresel güçlerin yürüttüğü bir kadın soykırımı ile karşı karşıyayız. Kobanê, Şengal, ve Musul’da yaşananlar bir vahşeti ortaya koymakta, özellikle de Êzidî kadınların köle pazarlarında satılması tüm kadınlar için büyük bir acı olmaktadır. Bu salt komşularımıza yapılmış bir saldırı değil, tüm kadınlara yapılan bir saldırıdır. IŞİD’in ortaçağı aratmayan, hatta ondan da beter kadınlara yapılanlar karşısında erkekte örgütlenerek mücadele etmelidir. Çünkü bu konuda özellikle IŞİD konusunda sadece kadınların sesleri çıkmaktadır. Zira oda pek yeterli değildir. Öncelikle yapılması gerekenleri doğru tespit etmeliyiz, Birincisi ve en önemlisi olan örgütlüktür, örgütlü duruş en büyük güçtür. Örgütleme kadar eğitimde mücadelenin temel gerekliklerinden biridir. Bu anlamda önemli adımlar atılmış a n cak, yeterli değildir. Kadın mücadelesi en temelinde akademikleşmeyi gerektirmektedir. Çünkü bilinçlenen, örgütlenen ve mücadele eden kadın güçlü kadındır. Jineoloji ekseninde kadın bilinç kazanmalı ve demokratik ulus inşasında öncülük etme potansiyeline ulaşmalıdır. Öz savunma, öz irade, öz bilinç, öz örgütlük de bununla bağlantılıdır. Kadınlar olarak öz savunma olmazsa olmazımızdır. Tüm kadınlar için mücadelenin her alanında öz savunma temel bir çalışma olarak ele alınmalıdır. Ancak kadın kendi öz savunmasını geliştirip, büyüterek devletçi uygarlık sistemine karşı başarıya ulaşabilir, özgür kadını ve özgür yaşamı yaratabilir.


Özgür Halk

Mart 2015

Kürdistan’ın Hakikat Savaşçısı Çekdar Yoldaş..! Adı: Yuhannes Ekinci K.Adı: Gulan Çekdar K.Tarihi: 1997 Ş.Tarihi: 7 Ekim 2014 Kobanê

Adı: Cemal Ekinci K.Adı: Çekdar Agirî K.Tarihi:1995 Ş.Tarihi: 1997 Botan

Gulan Çekdar

Ş. Gulan Çekdar arkdaşın Kobanê’de şehit olmadan önce Botan’da (Kato-Jirka) yoldaşı(kardeşi) Ş. Çekdar Agirî’ye ilişkin kaleme aldığı mektubudur. Su misali akıp giden yıllardan sonra bir daha seni yazmaya yeltenmek benim açımdan büyük anlamlar taşımak kadar engin denizleri aşmak isteyen bir kaptanın dalgaların muhalefetine meydan okumasına benzer. Senin yiğit ve bilge kişiliğini bu amatör kalemimle anlatamayacağımın bilincinde olmamın yaşatmış olduğu tinsel ve duygusal ezikliktir yaşadığım asıl olan. Bu yüzden affına sığınarak yazıyorum. Büyük insan, sevgili kardeş, değerli yoldaş. Doğup büyüdüğümüz güzel ve şirin kentimiz Êlih (Batman) Mardin, Siirt ve Amed üçgeninde yer alması nedeniyle sosyal ve kültürel olarak mozaik bir diğer deyimle heterojen bir yapıya sahip olmasını sağlamıştır. Komşu il ilçe ve köylerden gelen yurtsever halkımıza kucak açmış, erkenden kaynaşmayı yaşamıştır. Petrol ve su kaynakları, tarımcılığı ve sanayisiyle herkesi doyurabilecek zengin ürünlere sahip olup cömertçe bir sunumu esirgememiştir. Varsıllığıyla yoksulların NANSIZ kalamayacağı bereketli topraklar olmuştur. Batman tıpkı küçük bir Kürdistan’dır. Bu gerçeklik tarihten günümüze kadar düşmanlarımızın iştahını kabartmış, baskıların artmasına neden olmuştur. Bu baskılar her gecen gün kartopu nartopu gibi büyümüştür, 12 Eylül darbesiyle faşizmin ayak sesleri kulakları sağır edercesine büyük bir gümbürtüyle duyulur olmuştur. 90’lı yıllara geldiğimizde halkımızın diriliş, direniş ve serhıldan ruhunu kırmak için her türlü insanlık onuruyla bağdaşmayan uygulamaları mubah görmüştür. Faili meçhul cinayetlerle imha inkâr siyasetini ayyuka çıkarmış Batmanı pilot bölge ilan etmiştir. Halkın önde gelen yurtseverlerini, siyasetçilerini katletmişlerdir. “En iyi Kürt ölü Kürt’tür’’ zihniyeti egemen kılınmıştır. Bu reel gerçeklik içerisinde her Kürt ailesi gibi bizlerde bol çocuklu bir ailenin mensuplarıyız. Bazı farklılıklar taşımakla beraber ortak özelliklerimizin güçlü olduğu kardeşleriz. Ne zaman geriye dönüp baksam baba ocağımızda geçirdiğimiz o güzel günlerimiz bir

film şeridi gibi gözlerimin önünden geçer, o sesleri kulaklarımda duyar gibi olur ve huzurla dolarım. Yalnız savaş kanunlarının hüküm sürdüğü günümüz dünyasına baktığım anda hüzünlerin yüreğimi parçalara ayırdığını hissederim. Sana büyük bir özlem duyarım. Bu özlem ve hasretin mümkün olmadığı, imkânsızlığın hissiyatı bu isteğimin daha da büyümesine neden olur. Erken yaşlarda fiziksel ayrılığımız gerçekleştiğinden geçmişe dair daha çok çocukluk anılarımızı hatırlamam doğası gereğidir. Beş yıl boyunca birlikte Bağlar ilkokuluna her gün gidip geldik. Anamın günlük olarak, ihmal etmeden koruma içgüdüsüyle yapmış olduğu uyarılar: “Di caddê’de nemeşin jibo erebe qelweneke di kaldirimê bi meşin deste hev bernedın’’ son olarakta bana hitaben ‘’keçamın destê bıraêwu bernede Cemal hej bıçuke wi bi pareze bıla zarok lı nexın’’ Bu uyarılara harfiyen uymanın yanı sıra zamanla bende sorumluluk duygusunu epey geliştirdi. Böylece senin her şeyinden kendimi sorumlu gör-

62


Özgür Özgür HalkHalk meye başladım. İlkokul yılları boyunca aynı sınıfı ve ders sıralarını paylaşmamız, sevinçlerimiz, kavgalarımız, bilek güreşlerimiz, ödev çalışmalarımız... Bunlar çocukluk anılarımızın sadece bir kaçıdır. Hele evcilik oyunlarımızda her defasında sana verilen damatlık rolüne olan itirazın ve bizim bundaki ısrarımıza dayanamayıp isyana kalkışın. Bizlerin ısrarının kaynağı ise onlarca çocuk içerisinde erkeklerin sayısının bir elin parmak sayısını geçmeyecek kadar az olmasıydı. Daha ilkokul yıllarında başlayan sistem eğitimine, okullarına karşı ilgisizliğin ortaokula kadar devam etti. Çevrenin ısrarlarına rağmen, okula gitmemede hep bir direniş içerisinde oldun. Aslında sistemin yaşam tarzını, sunumlarını erkenden elinin tersiyle itmesini bildin. Büyüdükçe arayış ve hayallerinin büyüklüğü kişiliğinin şekillenmesini, oluşumunu sağlarken, girişkenlik, cesaret, canlılık, içtenlik, temiz yüreklilik gibi özellikler ise belirginlik kaz a n ı y o rd u . Yaşça benden küçük olmana rağmen, devrim saflarına koşmada, en öne atılmada benden daha hızlı ve başarılıydın. Senin gibi insanlar rüzgar gibi hızlı bir karakter taşır. Öyle doğar, yaşar ve ölür. Samurayların tarzına sahip olurlar. Kısa ama dopdolu, fakat yüzyılların yaşam ırmağını bağrında taşıyacak kadar çok şey sığdırılır. Evrenin bilinmezlik- lerini fethetmenin hakikat arayışçısı olur ve evrenin sırrına ulaşır. Böylece kendisine de ulaşmış olup kendisini her an daha fazla keşfetmenin erdemine ulaşır. Bu yaşam felsefesine sahip olanlar uzun uzadıya yaşamak için ölümsüzlük otunun peşine düşmez, yaşam iksirini aramaz. Özgürlük için gerekli olduğu kadar yaşamayı bilir. Yeri ve zamanı geldiğinde ölüme göz kırparak, yerini kendisinden sonrakilere cömertçe, soyluca, bırakmayı onur payesi sayar. Doğanın kanunlarına sadakatle uyar. Yaşamanın nasılına ve neiçinine ilişkin sorulacak sorulara en doğru ve uygun cevapları, ancak asaletli insanlar verme diyalektiğini gösterebilir. Derin uyku halindeki gerçeklik uyanır ve şahsınızda hakikate ulaşır biricik kardeşim. Akabinde yaşam enerjisinin akışkanlığıyla canlılık, çeşitlilik, şiirsellik ve büyüleyicilik doğar. Tıpkı her bahar tabiat ananın farklılaşarak yeni başlangıçlar yapmanın gayesiyle zaman tünelinin macerasında yol almasına benzer. Doğa harikası varlık anlamındaki insan yavrusunu yaşama bağlayan annesi babası ve kardeşleridir.

63

Mart 2015

Bunlar bir bütünün parçaları gibi birbirlerine kopmaz bağlara sahiptir. Yaşamsal bağlara yoldaşlık, dostluk, akrabalık vb. halkalarda eklenir ve bu yelpaze genişlemiş olur. Bir devrimci için yoldaş ve kardeş birbiriyle eşdeğer anlamsallıklar taşır. Hele PKK’ deki yoldaşlık söz konusu olacaksa tarihten günümüze dek eşine ender rastlanan bir öze ve bağlılığa sahiptir. Uğrunda vermeyeceği bedel yoktur. Büyük devrimci Che Guevara’nın dediği gibi “Yoldaşımı severim, ama yoldaşım kardeşim olunca daha çok severim” Bu cümle kendisini aynı amaç uğrunda adamış kardeşler arasındaki sevgi bağlarını en ideal biçimde anlat a n niteliktedir. 95 yılının sert kış mevsiminde yüzünü Kürdistan’ın özgürlük dağlarına döndüğünde gerilla savaşının en çetin, zorlu, kızgın yıllarına tek kabul ettiğinden büyük bir kararlılık, iddia ve çelikten iradeye sahip olmak olmazsa olmazlardandır. Böylesi kritik ve hassas bir dönemde gerilla saflarına katılman yurtsever çevrede özellikle akrabaların arasında sana karşı derin bir hayranlık ve saygınlık gelişti. Yüzlerce yiğit Kürt kızları ve erkeklerinin kızıl ve asil kanlarını döktüğü Garzan topraklarında gerilla yaşamının ilklerini yaşadın. Her bir şeyin ilkleri olumlu ya da olumsuz insanda derin izler bırakıverir. Değerli yoldaşım gerilla saflarında seni gerilla elbiseleriyle, belinde raxtın, omzunda silahınla görmeyi, kucaklamayı, paylaşma ve ağız dolusu gülmeyi nede çok istemiş ve hayallerini kurmuştum. Bazı sorularıma kendim cevap ararken, öze uygun anlamlar yüklemenin beni hakikate götürebileceği kanısındayım. Cevabını aradığım, merak ettiğim sorulardan biride aldığın kod isimdir. Acaba neden Çekdar Agiri! Kuşkusuz bunu en iyi şekilde sen açıklardın. Cevabı şöyle olabilir miydi acaba! Vereceğim cevapla gerçeğin kıyısında bile dolaşabilsem kendimi mutlu ve huzurlu sayacağım. Adın Cemal yani, güzel insan demek yani sen demek. Cemal’din Çekdar Agıri oldun. Çek-Silah, Çekdar- Silahlı veya silahşor demektir. Agıri ise bir isyanın adı hem de acımasızca ezilen bir isyan. Tüm yaşam alanlarının suikasta uğradığı, insanca yaşam haklarının terörle elinden alınarak imhayla karşı karşıya bırakıldığı bir toplumun öz evlatları olarak silahlı mücadele kaçınılmaz kılınmıştır. Çünkü düşman başka bir dilden anlamaya yanaşmayıp, üç maymunları oynamıştır. Duymaz, bilmez, görmez ol-


Mart 2015

Özgür Halk muştur. Her Kürt gerillası kendisinden bir parçaymış gibi koruduğu silahını bir silahşor kadar ustalıkla kullanmasını bilmekle mükelleftir. Silahıyla bütünleşmeyi sağlamalıdır. Kürdistan, tarihte 28 isyan sahne olmuş her seferinde bastırılmış ve katliamla sonuçlanmıştır. Agıri yani Ağrı İsyanı’da aynı kaderi paylaşmaktan kurtulamamış, düşmanın deyimiyle “Muhayyel Kürdistan Burada Meftundur’’ umudun üstü betonlaşmıştır. Düşmana inat bastırılan isyan ve direnişlerin intikam ruhuyla Apocu felsefeyle diriliş ve varlık mücadelesi başlatılmıştır. Agıri demek intikam demek intikam demek mücadele gerekçesi demektir. Gerillaşarak Babanzade, Dersim, Koçgiri, Simko ve Ağrı isyanlarının intikam ateşini gürleştirdin. Garzan’da bu serüvene başlayarak düşmana ilk kurşunun sıkıldığı direniş kalesi, Serhıldanlar diyarı Botan’da Ağitleşen ve Beritanlaşan yüzlerce yoldaşla mücadeleni sürdürdün. Bu topraklarda doğup büyüyen komutanlaşan, efsaneleşen Reşitlerle, Adıllarla, Kerimlerle, Mehmetlerle, Şeriflerle, Çiçeklerle, Rojinlerle, Rozerinlerle gerillanın yorgunluk çayını yudumlayıp, omuz omuza savaşıp Agitleştin. En çetin ve zorlu süreçlerde iradenin zaferinin elde tutarken her biri onur payesi güçlendin, Çekdarlaştın, komutanlaştın. Hareketli bölükte yer alarak Cudi’de, Gabar’da Herekol’da, Katolarda ve Besta’da toprağı arşınlayarak seçkin bir duruşu sergileyeniydin. Hareketli bölüğün üyesi olmak en disiplinli, en hızlı, en duyarlı, capcanlı ve kararlı olmak demektir. Düşmanın korkulu rüyası olmak, ihaneti kalbinden vurmaktır. Ateşlerde kedisini yakarak küllerinden kendisini yaratamayanlar ihanetin bataklığına düşüp debelenirken, Ahura Mazda’nın yaptığı hamlelerle Ehrimanı alt ederek yedi kat yerin dibine yollamaktadır. Tanrıça ananın taht kurduğu adil ve bereketli yaşamın ilmik ilmik örüldüğü memleketimizde Tanrıça ananın öz kızları ve öz oğulluları hakikat yolunda ahenkle ilerleyerek Nirvanaya-fenatillaha ulaşmanın sırrına eriştiler.

Sevgili kardeşim, özgür yoldaşım yaşamdaki canlılığın, güler yüzlülüğün, en zor anlarda bile esprilerinle ortamı renklendirip şenlendirmen, girişkenliğin, fedakârlığın, savaşta ise cesaretli, inisiyatifli ve yaratıcı meziyetini seni tanıyan arkadaşlar büyük bir hayranlıkla anlatırken, duyduklarım adeta hafızama kazınırken, öylesine gururlandım ki seninle, alnımın göklere değdiğini hissettim. En sıradan bir göreve bile itinayla, ciddiyetle yaklaşman, pratik zekanla, örgütleyiciliğinle, herkesin güvenini kazanmana yol açmıştır. Birde okuma-yazması olmayan arkadaşlar ne zaman rapor ya da bir not yazmak isteseler hemen sana gelirlermiş, sende hoşgörüyle talepleri yerine getirebildiğinden ötürü yaşamda ara sıra “Botan’ın Aydını” diye sana hitap ederlermiş. Yine bir eylemde saldırı kolunda rolünü aktif bir şekilde oynadığından yönetim tarafından manga komutanı yardımcılığından manga komutanlığına atanman senin atılgan ve savaşçı yönünü somut bir şekilde gösteriyor. Özellikle seninle kalan arkadaşlar büyük bir zevkle, sevgiyle, bağlılıkla sıkılmadan seni anlatmalarını birde bakışlarındaki anlam ve ışıltı yoldaşlık ilişkilerindeki organik özü yansıtıyor. Arkadaşların anlatımlarını bile yazıya dökmede sözcük bulamayışım, bana Kaf Dağını aşmak kadar zor geliyor. Senin yüceliğin karşısında donanımsızlığımı, yarımlıklarımı daha yalın bir biçimde görüyorum. Şuan Botan’da olmak ve bu mekanlarda seni yazmak bile bana huzur veriyor birde Botan’a ayak bastığımdan bu yana zihnen, ruhen kendimi sana daha yakın hissediyorum. Sonsuzluk uykusuna dalıp, şehitler ordusuna katıldığın günden bu yana dünyaya gözlerini açan çocuklara senin adın verildi. Nice sevdiklerin ve sevenelerin silahını yerde bırakmamak için izini takip ederek ismini almayı da ihmal etmeden gerillalaştı, devrimcileşti. Anınıza layık olmak onur ve boyun borcumuzdur.

Çekdar Agirî

64


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.