Özgür Halk Sayı 9

Page 1

İçindekiler

Editör 2

Abdullah Öcalan

Sosyalist Hamlenin Bazı Yeni Özellikleri

7

Besê Hozat

Demokrasi ve Barış HDP’nin Zaferiyle Gelecektir

11

Mahsum Şafak

Komün-Meclis Anlayışımız ve Yaşanan Sorunlar

23

Abdullah Öcalan

Şehitlik Günü Kavranması ve Gereklerinin Yerine Getirilmesi Gereken En Zor Kavramdır

26

Ali Haydar Kaytan

Ortodoğu Gerçeği ve Öcalan Önderliği

33

Kerim Nuda

7 Haziran Zaferine Kilitlenmek

37

Muzaffer Ayata

Mayıs Şehitlerinin Mücadelesi Yeni Bir Tarih Toplum ve Gelenek Yaratmıştır

42

Edip Solmaz

Demokratik Yerel Yönetimler Biriliği ile Özgür Yaşamı İnşa Edelim

49

Ali Haydar Kaytan

Mücadele Kültürle Kazanılır

53

Mahir Deniz

Söz Eylemindir Artık!

PKK’nin önder kadrolarından Haki Karer’in, 18 Mayıs 1977’de Stêrka Sor tarafından katledilmesi Özgürlük Hareketi açısından yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Gerek Kürt Özgürlük Mücadelesi içerisinde Haki Karer, Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Necmi Öner, İbrahim Bilgin, Mehmet Karasungur gibi yüzlerce Kürt devrimcinin, gerekse Türkiye devrimci hareketlerinin önder kadrolarından Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya, Sinan Cemgil gibi birçok devrimcinin Mayıs ayında yaşamlarını yitirmesi üzerine PKK, 1981 yılında yaptığı I. Konferansında Mayıs ayını “Şehitler Ayı”, Haki Karer’in katledildiği 18 Mayıs gününü ise “Şehitler Günü” ilan etti. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Benim gizli ruhumdu” dediği ilk yol arkadaşı Haki Karer, Antep’te bir komplo sonucu katledilir. Verilmek istenen mesaj açıktır. ‘Bu sevdadan vazgeçin’ denilmektedir. Komplo ile dağılacağı beklenen Kürt Özgürlük Hareketi’nin ilk nüveleri olan grup, tarihi bir çıkış gerçekleştirir. Haki yoldaşlarının katledilişine, 27 Kasım 1978 tarihinde PKK’nin kuruluşunu ilan ederek cevap verirler. Tarih ve insanlık enternasyonalizmin sembolü Che’ye verdiği değer gibi bu devrimcilerin hepsine hak ettiği değeri vermiştir. Bir de Ordu’nun Ulubey kazasında doğup büyümüş ve üniversiteye gitmek için oradan ayrılmış Haki Karar gibilerinin var. Onlar Kürdistan adına devrim yapmak için yola çıktıklarında ne örgüt ne de örgüt kurabilecekleri imkânları vardı. Kürtlük adına tanıdıkları ilk ve tek şey Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde okuyan Urfalı genç Abdullah Öcalan’dı. Öcalan, Ankara’da öğrenci olduğu yıllarda, devrimci önderlerden Deniz Gezmiş’in idam edilmesi ve Mahir Çayan’ın Kızıldere’de katledilmesinin ardından katıldığı bir yürüyüşte tutuklanarak 9 ay cezaevinde kalır. Yaşanan boşluk ve ayrışmaları toparlayabilmek amacıyla Ankara’da kurulan ADYÖD’de Öcalan ve Haki Karer, önemli görevler alırlar. Öcalan, Haki Karer ve Türk bir diğer arkadaşı Kemal Pir birlikteliği giderek grubun örgütlenerek büyümesine yol açar. İlk katılımında olduğu gibi Kürdistan yolculuğunda da Haki Karer en önde yer alır. Öcalan, Haki Karer’in yaşamını yitirmesinin hemen ardından yaptığı bir konuşmada şunları belirtmekteydi; “…Sömürgeciler ve yerli gericiler ile onların kiralık katilleri, devrimcilerin bedenini ortadan kaldırmakla halkımızın gelişen yurtsever devrimci mücadelesini engelleyebileceklerini sanıyorlar. Ama aldanıyorlar, öldürülen her devrimcinin kanı bağımsızlık ağacını yeşertecek ve anıları mücadele azmimizi bileyen en büyük güç olacaktır. Tarihi durdurmak gibi çılgın bir umutla devrimcileri katledenlere gelince, onlar şimdi bir ölüden daha çok ölüdürler. Sömürgeciler, işbirlikçiler, namussuzlar ve hainler; omuzlarında yaldızlı rütbeler de olsa çürüyen tahtalardan yapılmış kuklalardan başka bir şey olmayacaklardır. Tarihin tozlu sayfaları arasında yitip giden tiksinti ve lanetle anılan, birer kirli isim olarak kalacaklardır… Haki Karer yoldaş artık aramızda değil, ama onun kanı boşuna akmadı elbette. Gösterdiği unutulmaz devrimci kahramanlık ve mücadeledeki kararlılığı dünya işçi Sınıfı ve ezilen halklarının kurtuluş tarihine mal olacak ve yüksek devrimci ruhu ölümsüzleştirecektir. Kürdistan Ulusal Bağımsızlık Mücadelesinin savaş sahnesinde on binlerce Haki Karer doğacak ve onun yarım bıraktığı dava, Kürdistan halkının ve bütün dünya halklarının mücadelesi ile mutlaka zafere ulaşacaktır” Hayatlarının baharında canlarını ortaya koyarak, hiç tanımadıkları bir ülkenin topraklarına giden ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinde yer alan Karadeniz’in bu iki yiğit ve soylu evlatlarıydı. Kuşkusuz soyluluk, halkların büyük özgürlük davalarına sarsılmaz bağlılıkla belirlenir. Bu bağlılık bir devrimciyi halkların özgürlük mücadelesinde karşılaştığı tüm zorluklara göğüs germeye ve onları alt etmeye yöneltir. Bu da devrimci yaşamda direniş halinin sürekliliği demektir. Bu yüzden biz ‘Direnmek yaşamaktır’ dedik. İmkânsızı mümkün kılan direniş ruhunu Kürt toplumuna ilkin Haki KARER ekti. Haki ruhu ve bedeniyle kendini bu halkın diriliş mücadelesine adadı. Haki yoldaş sadece enternasyonalist dayanışma ruhuyla Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesine katılmadı; bunun çok daha ötesine geçti. Ona göre Türk ve Kürt halklarının kaderi birbirine bağlıydı. Her iki halk bin yıl boyunca kader birliği yapmıştı. Ancak Kürtsüz Türk’ün ve Türksüz Kürt’ün düşünülmediği dönem geride kalmış, Kürt halkı ağır bir inkâr ve imha sistemi altında yok oluş sürecine sokulmuştu. Bu süreç durdurulmadan Türk halkının özgürlüğünden de söz edilemezdi. Zaten genel bir ilkeydi: Başka bir halkı ezen bir halk, asla özgür olamazdı. Kürt inkârı ve imhasını kırmadan Türk halkının ayağındaki kölelik zincirleri kırılamazdı. Bu nedenle Kürdistan ve Türkiye devrim hareketinin en yiğit evlatlarının Mayıs’ta bizlere devrettiği gelenek ve birikimle mücadeleye yüklenilirse ezilenler, halklar ve mutlaka özgürlük kazanacaktır…


Özgür Halk

Mayıs 2015

Sosyalist Hamlenin Bazı Yeni Özellikleri PKK her yeni hamlesinde sosyalizm sözcülüğüyle, savaştaki kararlı duruşuyla yenilmezliğini ispatlıyor. Yenilmesi şurada kalsın zafere biraz daha yaklaştıran başarılı adımlarıyla dönemin sadece doğru, güçlü hareketi değil, aynı zamanda bütün bunların altında yatan temel özellik olarak sosyalist bir hareket olduğunu kanıtlıyor Abdullah Öcalan

1 Mayıs 1993

Gelenekselleşen 1 Mayıs emekçi sınıfın birlik, dayanışma ve mücadele gününe vereceğimiz en anlamlı karşılık; bu sınıfa özgü dünya görüşü ve pratik uygulaması hakkında ihtiyaca cevap veren temel tutumlar konusunda net ve kararlı olmaktır. Bunun uygulama gücünde olmak görev olarak karşımızda durmaktadır.

yesel hastalıklar üzerine inşa edilen ve çözülmekten kurtulamayan bir sosyalizm biçimine yol açtığı çokça söylenir. Biz bunu tarihin daha da eski dönemlerinde gerçekleşen devrimlerine de uygulayabiliriz. Her önemli altüst oluşta veya devrimde az çok en sol ve en radikal bir devrimci iktidara temel teşkil eden sınıf, en alttaki ve en zor koşullar içinde çalışan sınıf oluyor. Köleler, serfler ve daha sonra işçiler biraz değişen koşullarla kılıf değiştirmiş emek sınıflarıdır. Egemen sınıfların da kılık değiştirerek günümüze kadar geldiklerini biliyoruz. Kapitalist-emperyalizmin buna ilave ettiği, sınıfları şekilsizleştirme, bu yönüyle de mücadele edemez duruma getirme, bunun için çok sistemli bir psikolojik, ideolojik, kültürel savaşımı ve basın-yayın alanındaki teknik gelişimi de iyi kullanarak yaygınlaştırmasıdır. Dahası toplumu nefes alamaz duruma getirecek bir bombardımana tabi tutarak bunu yürütmesidir.

Bugünü en anlamlı ve oldukça da yoğun ve kitlesel olarak kutlamak, reel sosyalizmin çözülüşü ile birlikte neredeyse itibardan düşen veya düşürülmek istenen sosyalizme daha yetkin bir tanım verebilmek görevin başarısı için kaçınılmazdır. Bunu yaparken tarih ve güncellikte insana özgü temel sorunlar kadar çözüm yollarını görebilmek, ona uygulama gücü kazandırmak öneminden bir şey yitirmediği gibi, bu belki de her geçen gün daha iyi anlaşılacak ve bütün görevlerin önünde, adına acil ve ertelenemez dediğimiz işlerimizin başında gelecektir. Hiç şüphesiz reel sosyalizmin çözülüşü, kapitalizmin sorunlarını azaltmamıştır veya iddia edildiği gibi onun zaferi anlamına gelmemiştir. Tersine onu daha da ağırlaşan ve altından çıkılmaz sorunlarla yüz yüze bırakmıştır.

İlginçtir; eskiden egemenler gerçekten ateşli silahlarla, bombalamalarla toplumlara diz çöktürmeye çalışıyorlardı. Günümüzde ise bu tip savaşımlara artık gereksinim yok, bunun yerine ruhsal, ideolojik, kültürel bombardımanlar çok daha etkili olmuştur. Mevcut teknik de buna oldukça imkan sunuyor. Dolayısıyla sınıfsallığın ve her türlü ayırt edilmesi gerekenlerin içiçe karıştırılması ve bununla da her şeyin çok sinsi, hileli, sömürücü, baskıcı (görünmez) bir sınıfın emrine koşturulması daha da imkan dahiline girmiş bulunuyor. Eğer günümüzde net ve iyi çizilmiş sınırlar dahilinde bir sınıftan bahsedemiyorsak, bunun çok önemli bir nedeni de budur. Aslında emek olgusu, onun kaynaklandığı sınıf, muhteva ve şekil değişikliğine uğrasa da kesin böyledir. Ama daha çok kılık değiştiren ve bir anlamda kendini genelleştirerek bütün topluma sızdıran egemen sömürücü sınıfa iyi tanım getirmek gerekiyor.

Denilebilir ki, günümüzde hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar çürüme alametlerini mevcut kapitalizm sergilemektedir. En iyimser yorumcular bile, neredeyse tarihin durduğunu söyleyebiliyorlar. Belki bazıları buna “kapitalizmin sonsuz zaferi” de diyebilir, fakat bütün işaretler kıyamete yakın bir sonsuzluk olduğunun daha kabul edilebilir bir gerçek olduğunu gösteriyor. İnsanlığı öyle eşi görülmemiş boyutlu bir tüketim çarkı içine aldı, onu öyle bir koşuşturmayla nefes alamaz duruma getirdi ki, nereye çarpıp tüketeceği kestirilemiyor. Bunalımın, karamsarlığın temeli işte bu oluyor. Genelde bütün sömürücü, baskıcı sınıflar, özelde ise onun en gözükara, acımasız sömürücü sınıfı ve onun dayandığı sistem olarak kapitalist-burjuvazi, aslında kılık da değiştirse, günümüzde en gereksizleşen ama bir o kadar da toplumun başına bela olan bir konuma çoktan girmiş bulunmaktadır. Ekim Devrimi için, erken doğum yapan bir devrim olduğu, dolayısıyla ağır bün-

Köle sahipleri, toprak sahipleri, fabrika sahipleri biçimindeki klasik sınıf tanımlaması yetmiyor. Orta-burjuvazi, küçük-burjuvazi vb. tanımlar da yetmiyor. Eğer sosyalizmi iyi anlamak istiyorsak, sınıf tahlillerine, güncel gerçekliği dikkate alan tanımlar getirmek gerekir. Özellikle Türkiye gibi bir ülkede daha rejim kurulur kurulmaz,

2


Özgür Halk “Biz sınıfsız, imtiyazsız bir kitleyiz” diye bir ideolojiyle başlangıç yapılmışsa, bu yeni durum, daha da büyük önem taşır. Kaba baskı yöntemleri yerini ideolojik, psikolojik olana terk etmiştir ve karışıklığı körükleyen de bu olmaktadır. Medya imparatorluğu denilen basın-yayın tekelleri en kudretli hükümdarlardan daha tehlikeli bir biçimde toplumu yönetebilmektedirler. Tekniğin üretimdeki yeri biraz daha gelişmiştir. Eskinin kaba kafa-kol emeği yerine - ki yine temelde buna dayalı da olsa- , üretimi yeni tekniklerin yönetimine verip kafa-kol emeğini etkisizleştirebilmiştir. Yani emekçi insanın oldukça düşünsel ve kol emeğine dayalı yanının zayıflatılması sözkonusudur. Adeta mevcut tekellerin geliştirdiği bilimsel-teknik devrimle “sen fazla gerekli değilsin” diyor insana. Muazzam işsizlik, biraz da kapitalizmin bu özelliğine bağlı olarak ortaya çıkıyor. Burjuvazi neredeyse toplumu gereksiz ilan edecek. Aslında gereksiz olan, mevcut kapitalizmin kendisidir. Ama eline geçirdiği o muazzam egemenlik, yönetim, etkileme aygıtları nedeniyle topluma, “sen gereksizsin” diyor ve kabul ettirebiliyor.

Mayıs 2015

mahkumiyete düşürmek demektir. Mevcut tüketim toplumlarının çılgınlıkları, gerçeğin böyle bir tanımını yapmamızı kolaylaştırıyor. Eğer insanlık yaşayacaksa - ki en az diğer doğa kanunları kadar insanlık kanununa göre de öyle oluyor- , bu mevcut durum kabul edilemez. Durumu tartışmak ve çözüm yoluna ulaşmak, adına ister bilimsel sosyalizm diyelim, isterse şu düzeyde gerçekleşen sosyalizm diyelim, bir ideolojiye, temel öğretiye ve bunların uygulamasına ihtiyaç gösterir. İyi biliyoruz ki bilimsel sosyalizm bir günde doğmadı. Yalnız bir ülke deneyiminin ürünü değildir. Hatta Avrupa kapitalizminin bir ürünü de değildir. Bütün toplumsallaşma süreçlerinde, özellikle de devrimsel altüst oluş dönemlerinde en radikal dönüşümün sahibi olan sosyal kesimin eğilimi sürekli sosyalizmin gelişimine yönelik düşünceyi ve eylemi ortaya çıkarmıştır. Bu anlamda, toplumsallaşmayla gelişen bir düşünce ve pratiktir. Kapitalist dönem bu düşünce ve eyleme daha bilimsel bir anlatım gücü kazandırmıştır. Gittikçe bilimsel sosyalizm formülüne ulaşılmıştır.

Daha da fazlası gezegenimize pençesini geçirip onun soluğunu kesiyor. İşte yeşilin imhası bir anlamda insanın soluğunun kesilmesidir. Gezegenimizin çatısını uçuruyorlar. Ozon tabakasının delinmesiyle dünyamız her türlü tehlikeye açık hale getiriyor. Öte yandan atom tehlikesi her an bir mahşeri gerçekleştirebilir. Önlenemez bazı hastalıkların ortaya çıkmasından - kanser, AİDS gibi- ve oldukça dengesiz büyüyen bir nüfusun insanlığı nereye götüreceği, dünyayı ne hale getireceği kestirilemeyen sonuçlarından hiç şüphesiz mevcut kapitalizm sorumludur. Gittikçe bu sorunları daha da ağırlaştırıyor ve kapsamlı bir bunalım haline getiriyor. Hem ruhi, hem fiziki anlamda insanlığın nefesinin tüketilmesi sözkonusu. İnsanın temel yaşam kaygıları yok ediliyor, estetik yok ediliyor, din ve felsefenin rolü yok ediliyor. Körleşen bir insanlık durumu, cüceleşen, karıncalaşan insan yığınları gerçek bir tehlike oluyor. Bunun altında yatan sistem, global kapitalizm oluyor.

Hiç şüphesiz bütün toplumsal sistemlerde olduğu gibi, bilimsel sosyalizmin de yetersizlikleri ve yanlışlıkları olabilir. Vahşi kapitalizm dönemindeki bir Fransız Devrimi’nde bile en radikal kesime komünistler denili-

yordu. Yine daha sonra burjuva devrimlerinin hep sol kesimi sosyalistlerdi, komünistlerdi. 1848, 1870 Paris Komünü deneyiminde komünistler etkilidir. Ekim Devrimi’nde iktidarı alıyorlar. Daha sonra bu, oldukça yığınsal bir hareket haline gelebiliyor. Şüphesiz sosyalizm bu dönemde biraz daha bilimselleşmiştir. Ama bunun sosyalizmin nihai sözü olduğu da söylenemez. Reel sosyalist ülkelerin “Erkenden komünizme ulaştık” şeklinde tanımlamaları gerçekçi değildir.

Yeni bir ideolojiye, temel bir öğretiye ihtiyaç vardır Buna çok iddialı bir karşılık olan sosyalizm ise yetmezliğe düşmüştür. Şimdi bunun nedeni tartışılıyor. Tekrar emperyalist-kapitalist sistemle başedebilecek ideolojik bir yetkinleşme nasıl sağlanır? Aslında tartışmanın üzerinde yoğunlaşacağı saha budur. Mevcut kapitalizmi savunmak demek, insanlık için mahşeri kabul etmek, onun geleceğini yok etmek, ilkel insanlık kadar bile olgun olamaz noktasında onu kötü bir

Şunu şimdi daha iyi anlıyoruz: Bütün temel devrimlerde uç veren ve emekten yana olan her hareket biraz sosyalist içeriktedir veya sosyalizme hazırlanmıştır. Daha köleci dönemin en temel başkaldırılarından biri

3


Özgür Halk olan Spartaküs’ün çıkışından başlayalım hemen her önemli devrimsel süreçlere kadar hepsinin mücadeleye, dolayısıyla sosyalist mücadele tarihine bir katkısı görülüyor. İslam devrimi bile, resmi İslam ile muhalefetteki İslam arasında geçen mücadele bile böyle özellikler taşımaktadır. Buna Sünni-Alevi mezhep çatışması da denilebilir. Örneğin, en radikal Hz. Alici kesim aslında - biraz da döneme göre- bir sosyalist veya sol kesimdir. Gerçekleşen İslam, suni kesim veya resmi İslam’dır. Kendine göre böyle bir ayırıma rahatlıkla tabi tutulabilir. En sağ kesimlerden en radikal sol kesimlere kadar, bu, Ekim Devrimi’nde de, Fransız Devrimi’nde de böyledir. Yine Ekim Devrimi’nin de sağcıları ve orta yolcuları vardır. En radikal Bolşevik hizbi denilen kesim komünistler oluyor.

Mayıs 2015

çıkılmaz sorunlara kapitalizmin kendi içerisinde çözüm bulması mümkün değildir.Öyle bilimsel-teknik devrimlerle bu sorunlar çözümlenemez. Kapitalizmin hizmetindeki bilimsel-teknik devrim sistemin içinde bulunduğu bunalımı daha da derinleştirmekten öteye sonuç vermez. Çözüm, yine sosyal gerçeklikte, onun sosyalizm yönündedir. Ama nasıl bir sosyalizm? İster teorik, isterse gerçekleşen yönüyle sosyalizmin yetkinleştirilmeye ihtiyacı var. Tarihindeki eksiklikleri gözden geçirip gidermeye ihtiyacı olduğu kadar günümüzün çok karmaşık, kapsamlı bunalımını gerçekçi değerlendirip kendi çözüm gücünü dayatmaya ihtiyacı vardır. Düşünsel çözümlemelerden tutalım psikolojik morale cevap teşkil eden yaklaşımlara kadar, siyasi üstyapının ele alınışından ekonomik yeniden düzenlenişe kadar yeni politikalar geliştirilmedikçe, “nasıl bir sosyalizm” sorusuna yetkin bir cevap verilemez.

Şu çıkıyor ortaya: İnsanlık tarihi kadar sosyalizm ve komünizm mücadelesi bir gerçektir. Fakat abartılı yaklaşımlara, örneğin çok kısa bir süre içinde kendi akımını egemen akım, dünya çapında başarıya giden akım olarak değerlendirme hatasına sık sık düşülüyor. Hani,

Başlarken de belirttiğimiz gibi kapitalizmden kaynaklanan temel sorunlarla dünya soluksuz bırakılmak isteniliyor, onun çatısı deliniyor. Mahşeri çağrıştıran tehlike, muazzam tüketici toplumsal hastalık, böylece karıncalaşan, cüceleşen, adeta kum taneleri haline gelen insan sonucunu ortaya çıkarıyor. Tekrar insanın itibarını iade etmesini, onun bilincini, ahlakını, doğayla barışık olmasını, doğayla çelişkisinin derinleştirilmesini imkan dahiline sokan bir sosyalist yaklaşıma, perspektife ihtiyaç vardır. Şu her zamankinden daha güçlü söylenebilir: Kapitalist-emperyalist sistemin, insanın doğayla kurduğu dengeyi çok tehlikeli bir yıkım çelişkisine dönüştürdüğü gibi, toplumsal örgütlenişi de insanlığı tüketme ilişkisine kadar götürmüştür. Yani bu iki temel global çelişkiye yol açmıştır. İşte mevcut sosyalizm bu iki temel çelişkiye cevap vermekle kendini doğru tanımlayabilir. İnsanın doğayla ilişkilerini - ki buna çevre ilişkisi de deniliyordoğru çözümlemek, yeşillerin, çevre vb. hareketlerin çeşitli biçimlerinin aslında çok reformistçe dile getirmek istedikleri soruna, devrimsel bir çözüm dayatmak şarttır.

Bu kadar toplumsallığı yaşayan, bunun için bu kadar fedakarlığı ve cesareti geliştiren olsa olsa en özlü bir sosyalist hareket olabilir. Nitekim bunun şerefi PKK’nin payına düşmüş bulunuyor. Partimizin bu temel özelliğini hiç şüphesiz gözümüzün bebeği gibi koruruz. biraz da peygamberce; en son din, en son söz biçiminde değerlendirmelere gidiliyor. Toplumsal gelişme de sürdüğüne göre her önemli aşamanın sözü aslında yeni gelişmelere göre aşılıyor. Son söz olması şurada kalsın, eskimiş bir söz olarak kalıyor. Ama bu demek değildir ki, söylenen sözlerin bir önemi, anlamı yoktur. Nitekim İslamiyet, burjuva-liberalizmi veya sosyalizm yerine ve dönemine göre hayli önemli gelişmelere yol açmışlardır. Tarihe önemli miraslar bırakmışlardır. Bu anlamda kesin boşa gitmemişlerdir. Toplumsal gelişme ve özgürlük biraz da bu mücadelelerin sayesinde sağlanmıştır. Özellikle sosyalizm mücadelesi, bu konuda en temel gelişmenin adıdır. Emekten yana, üretimden yana, yaratıcılıktan yana olan bütün gelişmeler, en çok bu ideolojik bakış açısı altında insanlığı ilerletmiştir.

Yine özünde cüceleşen, karıncalaşan emperyalist toplum modeline karşı nüfus planlamasından tutalım üretim planlamasına, üstyapının yeniden düzenlenmesine ve insanın psikolojik, ahlaki yönden yeniden tanımlanması kadar hepsi gereklidir. Böylesine kapsamlı bir çelişkiye de çözüm gücü olabilmesi, sosyalizmi güncelleştirebilir. Dolayısıyla dar sınıf tanımlaması ile yetinilemez.

Günümüzde kapsamlı bir kargaşanın, bunalımın yaşandığını söyleyebiliriz. Kapitalizm kendini evrensel çapta ve çok genel bir sistem olarak değerlendirme iddiasındadır ki, bu iddiası eskiden de vardı. Reel sosyalizmin kendi yetmezlikleri sonucu ve kendi eliyle çözülüşü ona bu iddiasında daha güçlü olma fırsatı da veriyor. Fakat belirtildiği üzere, bu iddianın tersi söz konusudur. Gittikçe ağırlaşan bunalım sosyalizme daha fazla ihtiyaç duyuyor. Sosyalizmsiz olmak demek, havasız kalmak demektir. Her zamankinden daha fazla ağırlaşan bunalıma, dolayısıyla ortaya çıkan sorunlara çözüm, yine toplumsallıkta bilimsel ifadesini bulan sosyalizmde aranacaktır. Devasa boyutlardaki yıkıma, yine altından

19. yüzyıldaki gibi bir işçi sınıfı kalmamıştır Mevcut sosyalizmin bir çıkmazı da buradadır. Soruna 19. yüzyıl analizleriyle yaklaşılıyor, “şöyle işçi sınıfı, böyle işçi sınıfı” deniliyor. Aslında böyle bir sınıf kalmamıştır veya kapitalizmin dar anlamda bir sınıf sömürüsüyle yetindiği çağ geçmiştir. Dar anlamda da sömürü vardır, ama çok daha genelleşmiş ki, biz buna işte bilimsel-teknik devrim ve onun basın-yayın dünyasında yol açtığı gelişmelerle toplumu tutsak almıştır dedik. Öyle hırsızlık yöntemleri, baskı yöntemleri gelişmiş ki, 19. yüzyılla kıyaslanamaz bile. Dolayısıyla o dönemin analizleriyle günümüzü değerlendirmek, gerçeği karıştırmak demektir.

4


Özgür Halk Sosyalist tartışmalarda biraz bu var, ki bu da sığlığı ifade eder. Bu durumun değerlendirilmesi savaş yöntemlerine de, yani taktik soruna da ışık tutar. Eski taktikler günümüzde yeterli değildir. Nasıl ki toplum bütünsel bir baskı, sömürü cenderesine alınmışsa, bütün toplumu ilgilendiren mücadele biçimlerini de geliştirmek gerekecektir.

Mayıs 2015

nedeniyle çözülüşe gittiği ve bundan dolayı sosyalizmin oldukça itibardan düşürülmek istendiği bir dönemde en büyük sosyalist eyleme ve onun ideolojik hattına ulaşabilen bir gelişme hareketidir. Bu konumuyla biraz da gericilik dönemlerinde çok az ayakta kalan ama bir o kadar da şerefli, onurlu bir yere sahip olan hareketlere de benziyor. Tabii ki, egemen resmi düzen hükmünü alabildiğine konuşturduğunda ve bu koşullarda herkesin gericiliğin kanadı-kolu arasına koştuğunda, kavga meydanını terk etmeyen, bu konudaki iddiasını sürdüren her hareket, yiğit harekettir. Aynı zamanda insanlık adına konuşma yetkisine de sahip olan bir harekettir.

Kapitalist-emperyalist sistem bütün insanlık için doğal dengeyi bozmuştur. Dolayısıyla çok geniş toplumsal kesimlere hitap etmeyi bilen perspektiflere ihtiyaç vardır. Yani yeni bir sosyalist program, onun dayandığı sağlam bir bakış açısı ve eyleme indirgenmiş taktikler nasıl olmalıdır sorularına cevap verdiği oranda sosyalizm bir kez daha kendini yetkinleştirmiş ve reel sorunlara çözüm gücü olduğunu göstermiş olacaktır. İşte böylesine bir tartışma gerçekçidir. İnsanlığın kaderine derinden bağlı olanlar, insani sorunlara en temelde yaklaşım göstermek isteyenler bu nedenle de sosyalizme daha da derinleşen bir ilgiyle yaklaşacaklardır; yetkinleştirerek, yeni sorunlara cevap üreterek yaklaşacaklardır.

Her büyük özgürlük hareketi, böylesine evrensel çapta tutuculuk dönemine başarıyla karşılık verdiği oranda yalnız içinden doğduğu ülke ve halkın koşullarına çözüm

Görevler önümüzde durmaktadır. Konuyu tartışmada kısırlık ve eski söylemle yetinme var. Tartışmayı daha da yenilemek gerekiyor. Bu nedenle yeni bir sosyalizm tanımı - güncelleşen anlamında- , onun programsal, eylemsel, taktik ifadesi üzerinde durulabilir. Bu temelde yeni sosyalist partiler kurulabilir ve kitlesel eylem türleri geliştirilebilir. Bilimsel-teknik devrim de, sosyalist bakış açısı altında sorunların çözümü için etkin olarak uygulama gücü haline getirilebilir. Bu yaklaşımlar kesinlikle en yakın bir süreç içinde sosyalizme olan ilgiyi artıracak, temel çözüm kaynağı olduğunu gösterecek ve en kapsamlı çürüme dönemine girmiş olan kapitalizme karşı uygun bir sosyalist dönemi ortaya çıkarabilecektir.

getirmekle kalmıyor, bununla birlikte insanlık idealinin sözcüsü de olabiliyor. Nitekim bir dönemler Hristiyanlık, bir dönemler İslamiyet, yine bir dönemler Fransız ve Ekim devrimleri böyle bir misyona soyundular ve küçümsenmeyecek sözcülük rolüne de layıkıyla karşılık verebildiler. Şimdi başlangıçta hazır olmasak da ve oldukça ulusal çapta bir hareket olduğumuzu söylesek de, mevcut uluslararası koşullar, bölgesel gelişmeler PKK sözcülüğünü evrensel çapta bir sosyalizm sözcülüğüne, onun temsiline doğru götürmektedir, adeta onu buna zorlamaktadır. Başlangıçta bunu böyle beklemiyorduysak da hızla değişen, karmaşıklaşan koşullar böyle bir görevi partimizin önüne koymuşsa, hiç şüphesiz bundan onur duyulur. Fakat önümüze konulan görevin doğru kavranılmasını, kendimizin katkısının ne olabileceğinin isabetli değerlendirilmesini de şart kılar.

Partimiz PKK, bu konuda reel sosyalizmin olumsuz sonuçlarına başından itibaren karşı tavır geliştirerek ortaya çıkan bir hareket olduğu kadar, onun olumsuz etkilerini kendi içinde yansıtmamış, böyle bir sosyalizmin oldukça kusurlu olduğunu görebilmiş, ama buna rağmen sosyalizme olan inancını ve yaklaşımını kaybetmemiş bir harekettir de. Bunu özellikle bağımsız ve oldukça da iddialı bir biçimde “Kürdistan” diye tabir edilen en geri bir ülkenin ilkel toplumuna ve onun toplumsal koşuluna uygulamış, bunda da önemli sonuçlara yol açmış bir güçtür. Bu temelde şekillenen bir partidir. PKK deneyimi bu anlamda, dünya çapında kapitalist-emperyalizmle dengeye ulaşan reel sosyalizmin kendi iç tıkanıklığı

Ortadoğu sahası, tarihte birçok ideolojinin, özellikle dinlerin insanlık adına ortaya çıkıp iddialı eylemler geliştirdiği bir sahadır. Onun insanlığın oluşumuna beşiklik etmesi, bütün temel uygarlıkların bu sahada vücut

5


Özgür Halk bulması, Ortadoğu toplumsal gerçekliğinin insanlığın gelişimindeki yerini ortaya koyar. Halen buradaki insanlığın o kadar zor durumda kalmasına, yine emperyalizmin bunalımlarını en yoğun yaşamasına rağmen çözüm konusunda iddialı olması tesadüfi değildir.

Mayıs 2015

ğin sahiplerinin partisi olmayı esas alıyor. İnsan soyuna yaraşır en kahramanca, fedakarca kişiliği ve yaşam tarzı konusu hiçbir partide ele alınmadığı kapsamda ele alınmış ve bunun cevapları o denli geliştirilmiştir. Bir PKK gerçekliğini yaşayan insanlık, kurtulmuş insanlık demektir. Biz bunu daha en küçük çapta gerçekleştirmiş durumdayız. Kendi halkımız için bunu tam başarıya ulaştırırsak, çok iyi biliyoruz ki, insanlık adına bu, devasa bir kazanımdır. Nitekim bireyde gerçekleşen kurtuluşu, halkta gerçekleşen kurtuluşa dönüştürmesini bildik. Bir halkta gerçekleşen kurtuluşu, insanlıkta gerçekleşecek bir kurtuluşa dönüştürme ülküsüne her zamankinden daha fazla bağlıyız. İnsanlığa inanıyoruz, insana layık yaşamın olduğunu da biliyoruz. Buna çok derinden bağlı olduğumuz için, yaşamımızı belki de hiçbir partide görülmeyecek bir biçimde insanlığa adıyoruz.

Bir yerde bunalım ne kadar ağırlaşmışsa, devrimsel çıkışın da oralarda o denli gelişeceğini tarih birçok örnek olayla açıklamaktadır. Ortadoğu’nun en geri bölgesi olan Kürdistan ülkesi ve yine en unutulmuş, insanlıktan çıkarılmış halkı olan Kürdistan halkı - ki tarihin en eski toprakları olması itibariyle insanlığın da beşikliğini yapan bir gerçekliğin ifadesidir- , şimdi tekrar yaşama gözünü açmaya çalışıyor. Yaşama gözünü açarken, başlangıçtaki insanlığın gelişimindeki dev adımlara benzer bir adımla bunu gerçekleştirmek istiyor. Bu biraz da PKK’ye nasip olmuştur, onun büyüklüğünde ifadesini bulmuştur. Partimiz bu anlamda tarih bilinci kadar, güncel gerçekliğin sosyalizme yüklediği rolün de bilincindedir. Ona sözcülük etmeye çalışmaktadır. Bu konuda enternasyonalist özü kadar, ulusal özünü de seçkin bir biçimde ortaya koymuştur. Çok değerli şehadetlerle sözünün eri olduğunu kanıtlamıştır. Kendi halkını özgürleştirmeye götürürken insanlığı da özgürleştirdiğine, bu konuda temel bir adım attığına inanmaktadır. Onu bilerek yapmaktadır.

Bu kadar toplumsallığı yaşayan, bunun için bu kadar fedakarlığı ve cesareti geliştiren bir hareket olsa olsa en özlü bir sosyalist hareket olabilir. Nitekim bunun şerefi PKK’nin payına düşmüş bulunuyor. Partimizin bu temel özelliğini hiç şüphesiz gözümüzün bebeği gibi koruruz. Bütün şehadetler bu temeldedir, bunun içindir. Büyük direnişler ve fedakarlıklar, hep bu sağlam öz sayesinde ortaya çıktığı gibi, bu özü korumak için vardırlar. Biz de bu inançla ortaya çıktık ve büyüdük. Kendi büyüklüğümüzün de bu özü daha fazla korumak ve yetkinleştirmekle mümkün olduğuna, bu konuda görevli olduğumuza da inanıyoruz. Bunun derin bilinci içindeyiz. Yine bunun kararlılığı ve uygulaması en üst boyuttadır.

PKK bir emek hareketidir Nitekim PKK, bütün tarihsel süreçlerinde uluslararası gerici komplolara uğrayan bir harekettir. Sanmıyorum bu kadar geniş çaplı uluslararası bir komplo başka bir hareketin çevresinde oluşsun. Onun ayakta kalan en güçlü sosyalist ve yine ulusal kurtuluş hareketi olması nedeniyle uluslararası komplonun gelişmesine yol açtı. Ama direndi, ezilmedi. PKK her yeni hamlesinde sosyalizm sözcülüğüyle, savaştaki kararlı duruşuyla yenilmezliğini ispatlıyor. Yenilmesi şurada kalsın zafere biraz daha yaklaştıran başarılı adımlarıyla dönemin sadece doğru, güçlü hareketi değil, aynı zamanda bütün bunların altında yatan temel özellik olarak sosyalist bir hareket olduğunu kanıtlıyor.

Çalışma temposu, vuruş tarzı dediğimiz bir yaklaşım oldukça gelişmiştir. Önderlik çözümlemesiyle, “kendinde halkı gerçekleştir, kendinde yeni insanlığı gerçekleştir, bunun için kendini insanlığın ideali haline getir, bunun için ne gerekiyorsa onu yap” çağrısına küçümsenmeyecek bir cevap verilmiştir. Çok az sayıda bir parti gücü tarafından kavranılan bu gerçekler, bundan sonra her zaman artan bir ivmeyle dalga dalga halkımıza, bölge halklarına ve insanlığa yansıyacaktır. Sosyalizm ülküsünün yüceliğine bağlanmak, ona bilimsel yaklaşmak temel gerçekliğimiz oluyor.

Hiç şüphesiz tarih bilinci, çağ bilinci daha da bilimsel bir ifadeye kavuşturulmalıdır. Yine sorunların çözümüne derinliğine yeni cevaplar üretilmelidir. Yeni temellerde emek partisine, sosyalist demokrasiye, devlet-halk eylemliliğine tanımlar geliştirilmelidir. Kendi somut pratiğimizde ise kapsamlı bir halk hareketi çok çeşitli taktiklerle ortaya çıkarılmıştır. Partimiz kurtuluş yolunu bütün toplumun özgürleşmesine, özellikle sadece en yoksullara değil, diğer toplumsal kesimlere de açıyor. Emeğin sömürüsüne, kadının köleleştirilmesine ve yine mezhep farkının ve milli çelişkilerin yol açtığı baskılara karşı çok kapsamlı özgürleştirici ve çözümleyici yaklaşımlar geliştirebiliyor. Zorluklarına ve yetmezliklerine rağmen, gelişmesini sürdürüyor ve emeğe saygı temelinde eme-

Bu temelde ortaya çıkan ve günümüzün gelişkin partisine dönüşen sosyalist hareketimiz, bundan sonra da hiç şüphesiz daha yetkince, kararlıca ve başarılı bir biçimde amaçlarına doğru yürüyecektir. Bunun için diyoruz ki; emek, birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs’a en olumlu karşılığı vermiştir. Bütün dünya emekçilerine bağlılığımızı sürdürmüşüz; onların tarihine ve güncelliğine olan inancımızı göstermişiz. Bu temelde de geleceğimizi en iyi bir şekilde kararlaştırdığımızı söylüyoruz. Yaşasın bütün emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs!

6


Özgür Halk

Mayıs 2015

Demokrasi ve Barış HDP’nin Zaferiyle Gelecektir Herkes bu tarihi zamanların ruhunu derinliğine özümseyerek çalışmalıdır. Tüm kadrolar, devrimciler, yurtseverler ve seçim komisyonları her evin kapısını tek tek çalmalıdır. Mahalle mahalle, sokak sokak, köy köy, ev ev dolaşmalıdır. Her kadına, gence, toplumdan her insana ulaşmalıdır. Dervişçe devrimci bir çalışma tarzı sonuçlarını misliyle ve hakkıyla mutlaka verecektir Besê Hozat Milliyetçi ideolojiye dayanan ulus devlet sistemleri tüm dünyada çözülme ve aşılma sürecine girmiştir. Bugün aynı durum bölgemizde de yaşanmaktadır. Kürtler başta olmak üzere bölgenin tüm kültürel zenginliklerini ve farklı toplumsal kimliklerini inkar ve imha ederek kurulan milliyetçi ulus devlet sistemleri bir bir parçalanıyor. Irak ve Suriye’de yaşanan durum budur. Benzer durum bölgenin birçok ülkesinde de yaşanmaktadır. Türk ulus devlet sistemi de aşılma sürecine girmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin Türk-İslam sentezine dayanan tekçi ulus devlet sistemi artık miadını doldurmuş durumdadır. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde özelde Kürdistan ve Türkiye, genelde ise bütün Ortadoğu ülkeleri, tarihi sonuçları son derece önemli ve kader tayin edici büyük bir kaos aralığından geçmektedir. Gerçekten bölgemiz 21. yüzyılın ilk çeyreğinde adı konmamış büyük bir dünya savaşına tekrardan tanıklık ve beşiklik etmektedir. 20. yüzyılı iki büyük dünya savaşıyla ve artçı depremleriyle geçiren Ortadoğu bir yüzyıl sonra yine aynı zaman diliminde ve adeta tarihin kötü bir şakası gibi 1. Dünya savaşının yüzüncü yıl dönümünde daha da vahşi bir savaşı yaşamaktadır. İki asra da vahşet dayatan bu iki lanet savaşın değişmeyen aktörleri kâr peşinde koşan kapitalist hegamonik güçler ve kendi yarattıkları bölgedeki işbirlikçi güçler olurken, değişen ve yeni ortaya çıkan aktörleri ise kırk yıllık görkemli özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle tüm bölgeyi etkileyen, bölgenin bütün demokratik dinamiklerini canlandıran ve ayağa kaldıran kadın eksenli Kürdistan Özgürlük Hareketi ve derinden etkilediği demokrasi güçleri olmaktadır.

halkların özgürlük ve demokrasi alternatifi olarak ortaya çıkan demokratik ulus projesi güçlü bir gelişim süreci içerisindedir. Türk devletinin ve sistem partilerinin HDP’ye saldırılarının altında esas olarak bu projeye karşı duydukları büyük korku yatmaktadır. HDP demokratik ulus projesinin siyaset alanında somutlaşmış halidir. Demokratik ulusun siyasi partisidir. Ve dolayısıyla alternatif demokratik siyasetin tek ve en güçlü temsilcisidir. Önder Apo’nun demokratik ulus tanımı HDP’nin parti programını ve mevcut seçim bildirgesini oluşturuyor. Dolmabahçe deklarasyonunda yer alan 10 başlık ve HDP seçim bildirgesindeki 12 başlık demokratik ulus projesinin özünü ifade ediyor. Önder Apo demokratik ulusu şu çarpıcı cümlelerle dile getiriyor: ‘‘Demokratik ulus özgür birey ve toplulukların kendi öz iradeleriyle oluşturdukları ortak toplumdur. Katı siyasi sınırlara, tek dile, kültüre, dine ve tarih yorumuna bağlanmamış demokratik ulus tanımı çoğulcu, özgür ve eşit yurttaşlarla toplulukların bir arada dayanışma içinde yaşam ortaklılığını ifade eder. Bu durumda ulus ortak zihniyete damgasını vuran özgürlük ve dayanışma bilincidir. Özgürlük ve dayanışma zihniyetli ulusların bedeni demokratik özerkliktir. Demokratik özerklik esas olarak benzer zihniyeti paylaşan bireyler ve toplulukların kendilerini öz iradeleriyle yönetmeleri anlamına gelir.’’ HDP’nin Kürdistan ve Türkiye açısından öngördüğü demokratik özerklik tamamen Önder Apo’nun tanımladığı kapsamda bir anlam taşıyor. Türkiye’deki her etnik, dini ve kültürel topluluk gibi Kürtlerin de iyi, güzel, doğru zihniyet ve anlayış temelinde demokratik özyönetimlerini kurmaları, toplumsal sistemlerini inşa etmeleri gerçek demokrasinin Türkiye’de hayat bulması bakımından vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Toplumlar için demokrasi ekmek, su, havadaki oksijen kadar gerekli ve zorunludur. Demokrasiden ve özgürlükten yoksun bir toplum ölü bir toplumdur. Demokrasi ve özgürlük bir toplumun ruhsal gıdası, vicdanı, ahlakı ve insanlığıdır. Demokrasiden ve özgürlükten yoksun bırakılan bir toplum insanlığını kaybeder. Vicdanını yitirir. Ruhunu kaptırır, kendinden kopar. HDP’nin temsil ettiği demokratik ulus ve demokratik siyaset insanı, insanlığı korumanın, insanı ve insanlık değerlerini büyütmenin sistemidir.

HDP demokratik ulusun siyasi partisidir Kürdistan Özgürlük Hareketi bütün bölgeyi çok derinden etkilerken ve temel bir aktör durumuna gelirken bundan doğrudan etkilenen güçlerin başında Türkiye gelmektedir. Türkiye’de Önder Apo’nun demokratik ulus projesi HDP öncülüğünde mayalanmış durumdadır. Kadının özgürlüğüne, halkların kardeşliğine ve birliğine, özgür yaşam ve demokratik sistem inşasına dayanan farklılıkların birliğinin en güzel ifadesi olan demokratik ulus projesi Türkiye’de filiz vermiştir. Aşılma sürecine giren tekçi ve milliyetçi Türk ulus devlet sistemine karşı

7


Özgür Halk

Mayıs 2015

HDP’nin büyük insanlık çağrısı bu amaç ve anlam bü- kötü bir biçimde kullanılmıştır. Özellikle Kürdistan’da tünlüğünü ifade ediyor, onurlu yaşama güçlü bir çağrıdır. Türk ulus devlet sisteminin uyguladığı siyasi, kültürel ve Bu seçimlerde HDP’nin başarısı demokratik ulus pro- ekonomik soykırım politikaları, işgal ve talan fiilleri sejesinin başarısı ve zaferi olacaktır. Yani bir bakıma çim kılıfı altında gizlenmiş ve meşrulaştırılmıştır. %10 HDP’nin başarısı Kadın eksenli yeni bir demokratik sis- barajı bu soykırım politikalarını rahatça sürdürmenin, temin inşasının güvencesini oluşturacaktır. 7 Haziran’da demokrasi ve özgürlükleri engellemenin, demokraTürkiye’de yapılacak genel seçimlerin diğer seçimlerden tik muhalefeti ezmenin en iğrenç politikası olarak geen büyük farkı ve özelliği bir de bu noktada ortaya çık- liştirilmiştir. Baraj, fikirlere özgürlüklere vurulan gayri maktadır. Bu seçimlerde HDP büyük bir başarıyla barajı meşru, hiçbir etik ve siyasi ahlaka sığmayan dehşet bir geçer ve güçlü bir temsille mecliste yer alırsa demok- uygulamadır. Demokrasiyi nefessiz bırakmanın, boğratik ulus projesi ete kemiğe bürünecek, Türkiye’nin manın korkunç antidemokratik bir yöntemidir. İnanıyodemokratikleşmesinin önü açılacak ve bu kendisiyle ruz ki bu seçimde ezilen tüm topluluklar ve demokrasi birlikte Kürt sorununun demokratik çözümünü kaçınıl- güçleri güçlü iradeleriyle Türk devletinin otuz beş yılmaz bir biçimde müzakere sürecine taşıyacaktır. Aksi dır işlediği bu demokrasi cinayetine son vereceklerdir. taktirde Türkiye artık geri dönülmesi son derece zor ve çok çetin bir savaşın ve kaosun içerisine girecektir. Bu seçim kadınlar, halklar, ezilenler ve demokrasi güçleAKP’nin mevcut hali Türk ulus devlet sisteminin için- ri açısından büyük avantajlarla doludur. Hem dünyanın, de bulunduğu durumu ve geldiği noktayı çok güzel bölgenin ve hem de Türkiye’nin siyasi konjonktürü imözetlemektedir. AKP’nin on üç yıllık iktidar süreci aynı kanları bol bir süreç doğurmuştur. Her şeyden önemlisi zamanda tekçi, milliyetçi ve mezhepçi Türk ulus dev- tekçi ve militarist Türk ulus devlet sisteminin tamamen let sisteminin ulaştığı son noktayı ve bu zirve nokta- bir tıkanma ve çözülme sürecinde olması devrimci hamdan trajik-komik inişini anlatmaktadır. Şu anda AKP, le için büyük bir fırsattır. İktidar partisi AKP uluslararası CHP ve diğer sistem partilerinin şahsında yaşanan alanda şimdiye kadar kendisine sunulan desteği büyük tıkanma ve çözülme, özünde halkların kanı üzerinde ölçüde kaybetmiştir. Bölgede yürüttüğü siyaset bölge ülyüzyıldır kendisini yaşatan faşist ulus devlet sisteminin can çekişBu seçimde HDP’nin kazanması kesinlikle kadın özgürlük ve leri olmaktadır. Miadını dolduran, eşitlik mücadelesinin kazanması demektir. Bu seçim bir nevi zamanın ruhunu inciten AKP, CHP, kadın özgürlük paradigmasıyla devlet paradigması arasında MHP ve türevleri bize inkarcı-imyaşanan bir seçim olacaktır. Bu açıdan bütün kadınlar hacı Türk ulus devlet sisteminin de hikayesinin sonunu anlatmaktadır. HDP’nin başarısı için seferberlik ruhu ile çalışmalı Milliyetçi oligarşik Türk ulus devlet sistemi büyük bir kriz ve kaos sürecini yaşamaktadır. Bölgede cinsiyetçi, milliyetçi, mezhepçi kelerini Türkiye’ye adeta düşman hale getirmiştir. AKP ulus devlet sistemleri çözülürken Türk devleti bu realite yalnızlaşmış ve itibarını kaybetmiş durumdadır. İç siyakarşısında çok fazla ayakta kalamaz. Komşu ülke Suriye setinde de büyük bir iflası yaşamaktadır. Çözüm süreve Irak üçe bölünürken ve İran benzer bir sona doğru cine taktik yaklaşımı deşifre olmuş ve boşa düşmüştür. giderken Türkiye mevcut haliyle devam edemez. Devam Yalan, demagoji, hile, provokasyon, rüşvet ve yolsuzluk edemeyeceği demokratik ulus projesini temsil eden siyaseti AKP’yi düşüşe geçirmiştir. İnişe doğru bir trend HDP’ye duyulan büyük ilgiden çok net anlaşılmaktadır. diğer iktidarlar gibi ülkeyi milliyetçi ve oligarşik yönetme Türkiye’yi militarist ve faşist politikalarla Ankara’dan ısrarındaki AKP’nin payına düşen olmuştur. Ayrıca yıllaryönetmek imkansız hale gelmiştir. Bu politikalar sa- ca kullandığı ve kendisini yaşattığı mağduriyet siyaseti dece Kadınlarda, Kürtlerde, Emekçilerde ve Alevi- de iflas etmiştir. Gittikçe derinleşen ekonomik kriz ise lerde değil, toplumun her kesiminde büyük bir tep- önümüzdeki süreçte büyük bir ekonomik ve toplumsal kiyle karşılanmaktadır. Sürekli bir şiddet, baskı ve bunalımın alarmını vermektedir. Bütün bunlar devrimci sindirme politikasına maruz kalan Türkiye toplumu, demokratik güçler açısından halk devrimini gerçekleştirkendi içinde etkisi son derece güçlü büyük bir tepki mek için mükemmel olanaklar ve devrim gerekçeleridir. hareketi doğurmuştur. Önder Apo’nun ifadesiyle alttan gelen bu dip dalga HDP’nin öncülüğünde Türkiye’de Tabii ki şunu da unutmamak lazım; AKP’nin otoriter tekyeni ve tarihi bir sürecin gelişmesine neden olacaktır. çi zihniyeti Erdoğan şahsında diktatörlüğe dönüşmüştür. Bu seçimlerin Türkiye’nin kaderini ve geleceğini belir- Sadece Kürtler ve demokratik güçler değil, toplumun her leyeceği gün gibi açıktır. Kuşkusuz TC tarihinde birçok kesiminden Kadınlar, gençler, emekçiler, farklı etnik ve defa seçimler olmuştur. Bu anlamda Türkiye ilk defa bir inanç toplulukları AKP’ye karşı baş kaldırmıştır. Böyle de seçim sürecini yaşıyor değildir. Ancak maalesef Tür- olsa devletleşen ve her türlü hile ve provokasyon yapma kiye’de seçimler her zaman sömürgeci düzen partileri aymazlığını ortaya koyan bir AKP gerçeği var ve bunu tarafından baskı ve sömürüyü meşrulaştırmanın bir küçümsememek lazım. AKP devletin bütün sermayesiaracına dönüştürülmüştür. Bu manada hukuk bir de en ni kendi iktidar hizmetine koymuştur. Çatışma ve kaos çok bu noktada hak ve özgürlükleri vurmada, kadınla- yaratmak için her gün bir provokasyonla milliyetçi oylara rı ve halkları daha fazla boyunduruk altına almada çok oynamaktadır. Doğru ve etkili bir çalışma tarzı AKP’nin

8


Özgür Halk her türlü hile ve komplolarını sonuçsuz bırakacaktır. HDP, devrimci güçler ve tüm kadrolar doğru bir politika ve çalışma tarzıyla seçimlere yüklenirse başarı kesindir.

Mayıs 2015

genç ve en dinamik partisidir. Bu bakımdan son derece canlı, enerjik, yenilikçi ve özgürlükçü bir karakter taşıyor. HDP seçim bildirgesinde gençliğe çok özel bir yer veriyor. HDP iktidar olursa gençlik kendine ilişkin kararlarını kendi gençlik meclislerinde alacak. Örgütlenme engeli tamamen ortadan kalkacak. Gençlik bakanlığı olacak. Gençliği düşünemez, sorgulayamaz noktaya getiren ve adeta bir yarış atına dönüştüren sınav sistemi kalkacak. Seçme yaşı 16, seçilme yaşı 18 olacak. Gençlik açısından HDP’nin geliştirdiği program devrim niteliğindedir. Gençlik devriminin gerçekleşmesi için bütün gençlerin bu seçim sürecine en güçlü bir biçimde katılarak HDP’yi zafere götürmesi çok önemlidir.

AKP kadar CHP’ye karşı da yaratıcı ve etkili bir siyaset ve çalışma yürütmek son derece önemlidir. CHP bu güne kadar yaptığı muhalefetle sadece AKP’yi ve MHP’yi güçlendirmiştir. Muhalefet tarzı en çok iktidara hizmet etmiştir. AKP yetkililerinin birçok defa ifade ettiği gibi AKP de bundan çok memnun kalmıştır. CHP ne Kürt sorununda ne Alevi sorununda ve ne de işçi emekçi sorununda doğru ve yeterli tek bir doğru politika geliştirememiştir. Sağa sola yalpalayarak esasta da milliyetçi, tekçi ulus devletçi zihniyeti esas alarak toplumdan, halktan kopmuştur. Kürdistan’a ise zaten hiç girememiştir. Vebadan kaçar gibi Kürt sorunundan kaçmıştır. Özellikle Alevileri ve sol kesimleri devlet kontrolünde tutmak, devlete-iktidara eklemlemek için her türlü asimilasyonist ve entegre politikalar geliştirmekten kaçınmamıştır. İnkarcı zihniyeti aşamadığı için gittikçe sağa kaymış bu durum kendi içindeki bir kesim demokrat ve sola duyarlı insanlarda büyük tepkilere neden olmuştur. CHP içinde umudunu yitiren, ifade zeminleri kalmayan Aleviler, emekçiler, sol ve sosyal demokrat kesimlerin önemli bir çoğunluğu yüzünü HDP’ye dönmüştür.

Kobanê ve Şengal’de IŞİD faşistlerine karşı verilen mücadele de bir kez daha görüldü ki, Alevileri, Ezidileri, Türkmenleri, demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren tüm halkları koruyacak ve özgürlüklerini savunacak olan

HDP kadınların ve gençlerin partisidir Bu seçimlerde özellikle kadınlar ve kadın hareketleri HDP çatısı altında büyük bir buluşmayı sağlamıştır. HDP açıkladığı seçim bildirgesiyle bir kadın partisi olduğunu çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. HDP Kadın hakları ve özgürlükleri açısından çok kapsamlı bir demokrasi programı açıklamıştır. Eşit düzeyde kadın katılımına yer veren HDP hedefi olan demokratik özerkliğin bir kadın sistemi olduğunu açık ve net göstermiştir. Bu seçimde HDP’nin kazanması kesinlikle kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesinin kazanması demektir. Bu seçim bir nevi kadın özgürlük paradigmasıyla devlet paradigması arasında yaşanan bir seçim olacaktır. Bu açıdan bütün kadınlar HDP’nin başarısı için seferberlik ruhu ile çalışmalı, HDP’nin başarısını kadın özgürlüğünün ve eşitliğinin başarısı ve garantisi olarak görmelidir. HDP Türkiye’de kadın devrimine giden tüm kapıları açıyor. Bütün kadınlar bu kapılardan geçerek özgürlüğe kanat açmalıdır.

tek güç Özgürlük Hareketi’dir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnişçi duruşu faşizme karşı mücadelede bütün özgürlük ve demokrasi güçlerini bir araya getirmiş ve devrimci güç birliğinin oluşmasına yol açmıştır. Böylece stratejik devrimci ittifakın en güçlü adımlarından biri atılmıştır. Kuşkusuz bu muhteşem bir gelişmedir, büyük bir başarıdır. Seçimle birlikte HDP çatısı altında yaşanan devrimci buluşma da bu stratejik ittifakın güzel bir adımıdır. Bu noktadan bakıldığında devrimci ve demokrasi güçlerinin bu ittifakını sadece bir seçim ittifakı biçiminde görmek eksik ve yanlış bir yaklaşım olur. Bu ittifak Türkiye halklarını özgürlüğe, Türk devlet sistemini demokrasiye götürecek stratejik devrimci ittifakın başlangıç adımıdır. Kürt Özgürlük Hareketinin ve Türkiye demokrasi ve sosyalist güçlerinin 40 yıldır birlikte verdikleri çok güçlü bir mücadele ve birlikte ortaya çıkardıkları demokratik değerler vardır. Belki de ilk defa bu düzeyde Kürdistan ve Türkiye demokrasi ve sosyalist güçleriyle bir ortaklaşma yaşanmaktadır. Türkiye’nin

HDP kadınların partisi olduğu kadar aynı zamanda bir gençlik partisidir. Eşbaşkanları da dahil aday profillerinin % 80-85 i gençlerden oluşmaktadır. Türkiye’nin en

9


Özgür Halk

Mayıs 2015

demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen bir perspektif ve kararlılıkla ortak mücadele yükseltilirse Türkiye devrimi kaçınılmazdır.

rimlerini ortaya çıkaracak süreçlerdir. Devrimciler rolünü doğru oynar, sorumlu yaklaşırlarsa Kürdistan’da ve Türkiye’de büyük halk devrimi gerçekleşmiş olur.

Türkiye şimdi gerçekten kritik bir süreçte, adeta bir yol ayrımına gelmiş bulunmaktadır. Bu seçimler tam da böyle önemli bir süreçte gerçekleşecektir. Seçim sonuçları Türkiye’nin geleceğini belirleyecektir. Ya Türkiye’de demokrasi güçleri kazanacak ve Türkiye demokratikleşme sürecine girecektir ve ya da AKP diktatörlüğünün hükmünü icra etmeye devam etmesiyle Suriye’de olduğu gibi bir parçalanma süreci başlayacaktır. HDP’nin barajı aşarak seçimde başarıyla çıkması, Türkiye için tarihi önemde yeni bir durum ortaya çıkaracaktır.

HDP’nin barajı aşması Kürdistan ve Türkiye devriminin yolunu açacaktır. Bunun için bütün devrimcilerin tam bir seferberlik ruhuyla çalışması, başarıya kilitlenmesi sürecin bir emridir. HDP’nin Kadınlar, Gençler, Aleviler başta olmak üzere toplumun her kesiminden, özellikle ülke içi ve Avrupa’dan alacağı oylar çok önemlidir. Bütün kadrolar ve çalışanlar bu tarihi zamanların ruhunu derinliğine özümseyerek çalışmalıdır. Tüm kadrolar, devrimciler, yurtseverler ve seçim komisyonları her evin kapısını tek tek çalmalıdır. Mahalle mahalle, sokak sokak, köy köy, ev ev dolaşmalıdır. Her kadına, gence, toplumdan her insana ulaşmalıdır. Dervişçe devrimci bir çalışma tarzı sonuçlarını misliyle ve hakkıyla mutlaka verecektir.

Seçim bir nevi HDP ile AKP arasında geçecektir. Yani AKP’nin geleceğini de belirleyecek olan HDP’nin seçimde alacağı sonuçlar olacaktır. Bu da tüm ezilenlerin, kadınların, gençlerin, emekçilerin, tüm etnik dini ve kültürel toplulukların zaferi anlamına gelecektir. Kürdistan’da ve Türkiye’de demokratik iradenin başarısı, inkarcı ve imhacı Türk devletinin ve AKP’nin tarihi yenilgisi olacaktır. Bu durum Ortadoğu halkları üzerinde çok önemli bir

Tek bir oy dahi boşa gitmemelidir Özellikle Kadın ve gençlik tüm gücünü seçime seferber etmelidir. Seçim dışında hiçbir gündeme yer vermemelidir. Halkımız mutlaka oylarını kullanmalıdır tek bir oy dahi boşa gitmemelidir. Ülkede ve Avrupa’da yasayan halkımız, örgütlü tüm yapılarımız Şengal ve Kobanê direniş sürecinde çok görkemli bir irade ortaya koydu. Aynı iradeyi bu seçim sürecinde de mutlaka ortaya koymalıdır. Halkımız ve dostlarımız bu değerli zaman diliminde seçim çalışmalarını temel bir işi görmelidir. 8 Haziran’a kadar diğer işlerini bir kenara bırakıp seçim çalışmalarına katılmalıdır. Bir de herkes özellikle AKP’nin yapacağı her türlü hile, komplo ve provokasyon ihtimalini düşünerek oy ve sandık güvenliğini çok sıkı bir disiplinle sağlamalıdır.

Kürdistanlılar, Türkiye sosyalist güçleri, Aleviler, Ezidiler, Süryaniler, anti – kapitalist, demokrasi barış yanlısı olan herkes bu sürece, seçim çalışmalarına en aktif biçimde katılmalı, desteklerini sınırsız biçimde sunmalıdır etkiye yol açacaktır. Ortadoğu’nun mücadeleci halkları ve tüm demokrasi güçleri bu sonuçlardan çok büyük bir ilham, moral ve cesaret alacaklardır. Bu sonuçlar kendisiyle birlikte Ortadoğu’da anti–kapitalist mücadeleye öncülük ederek halklar arasında mücadele birliğini sağlayacak, yeni bir enternasyonalizme gitmenin yolunu açacaktır. Seçimlerin çok önemli ve kader tayin edici bir nitelik taşımasının temel nedenlerinden biri de budur.

HDP’nin ülkede, Türkiye’de ve Avrupa’da ciddi bir oy potansiyeli vardır. Bu potansiyelin hepsine ulaşmak önemlidir. Kürdistanlılar, Türkiye sosyalist güçleri, Aleviler, Ezidiler, Süryaniler, anti – kapitalist, demokrasi barış yanlısı olan herkes bu sürece, seçim çalışmalarına en aktif biçimde katılmalı, desteklerini sınırsız biçimde sunmalıdır. Siyasi ve toplumsal mücadelede öyle zamanlar vardır ki, bilinçli, örgütlü ve hamlesel bir ruhla çalışılırsa, birkaç yılda elde edilecek sonuçları birkaç aya sığdırmak mümkündür. İşte bu seçimler tam da böyle bir karakter taşıyor. Bu zaman dilimi içerisinde güçlü çalışılarak ortaya çıkarılacak sonuçlar kesinlikle birkaç yıllık mücadele ile kazanılacak sonuçlar kadar etkilidir ve değerlidir. Komisyonlar ve birimler kendi alanlarında hedeflerine mutlaka ulaşmakla sorumludurlar. Bunlar çalışmada yer alabilecek herkesi seferber etmelidirler. Bölgeler ve alanlar hedeflerinin ötesinde sonuçları hedeflemelidir. Ciddi, sorumlu, disiplinli ve performansı yüksek bir çalışma yürütülürse büyük bir oy patlaması kaçınılmazdır. Başarı ve zafer, devrimci kadroların, çalışanların, yurtsever halkımızın, kadınların ve gençlerin inanç, kararlılık, iddia ve çalışma temposuna bağlıdır. NASIL Kİ DİRENMEK ÖZGÜRLÜKSE, ÇALIŞMAK DA ÖZGÜRLÜKTÜR, ZAFERDİR!

Seçim sürecine güçlü katılarak büyük bir sorumluluk örneği göstermek çok önemlidir. Bu süreç aynı zamanda halklarımızın demokrasi mücadelesinde birleştiği değerli bir zaman, yoğun bir bilinçlendirme ve örgütleme süreci olarak da değerlendirilmek durumundadır. Bu tür süreçler örgütlenme ve açılım için mükemmel imkanlar sunuyor. Toplumun her kesimini örgütlemeye ve dayanışmaya açık tutuyor. Bu fırsatı en iyi bir biçimde değerlendirmek devrimcilerin gerçek devrimciliğine kalıyor. Gerçek devrimciler devrim fırsatlarını en mükemmel bir biçimde değerlendiren insanlardır. Devrimciler iğneden kuyu kazan, küçük bir esintiyi fırtınaya dönüştüren tutkulu ve inançlı insanlardır. Devrim, inancı büyük, iradesi güçlü, özgürlük tutkusu yüksek coşkulu insanların büyük eylemidir. Şu anda içinden geçtiğimiz süreçler kesinlikle büyük halk dev-

10


Özgür Halk

Mayıs 2015

Komün-Meclis Anlayışımız ve Yaşanan Sorunlar Mahalle meclisleri, köy komünleri, mesleki komünler, sanatçı komünleri, okul-öğrenci komünleri, sokak komünleri, hatta apartman komünlerinden bahsediyoruz. Mahalle, köy, meslek, sokak, apartman sayıları yüz binleri geçerken buna karşılık bir il veya bölge kapsamında on tane komün oluşturmakla yetinen bir anlayışı nasıl değerlendirmek gerekir? Mahsum Şafak Toplumsal örgütlülüğün komün ve meclis gibi örgütlenmelerin geliştirilmesi için yoğun çabalar söz konusu olsa da işlevsellik açısından bu deneyim sınırlı kalmıştır. Bu konuda yaşanan sorunları aşmak içinde başta ideolojik ve teorik olmak üzere pratikte yoğun arayışlar var. Bu çalışmalarda unutulmaması gereken durum ne devleti ele geçirmek ne de devletin boyunduruğu altında yerel yönetimler kurmaktır. Bu temel bir ilke olmalıdır. İlke devlet artı demokrasi formülünde kendisini gösteren radikal demokratik çizginin uygulanmasıdır. Devleti demokrasiye saygılı hale getirecek olan toplumun kendi örgütlülüğü ve mücadelesidir. Düzen sınırları içinde yerel yönetim anlayışı Sovyetler Birliği pratiğinde görüldüğü gibi Menşevikçe bir tutumdur.

mokratik uygarlığı oluşturmuştur. Demokratik uygarlık toplumun ahlaki-politik direnişiyle şekillenerek varlığını sürdürürken günümüzde yeniden inşa edilmesi görevi vardır.Günümüzde demokratik uygarlığın yeniden inşası ve toplumsal başarısı kapitalizme, endüstriyalizme ve ulus-devlete karşı geliştirilecek köklü tavır ve alternatifini oluşturmaya bağlıdır. Kapitalizmin sermayeciliğine karşı demokratik komünalite, endüstriyalizmine karşı eko-endüstri, ulus-devletçiliğine karşı demokratik ulus inşası birlikte geliştirildiğinde demokratik uygarlığın zaferi olacaktır. Bu aynı zamanda ahlaki ve politik toplumun inşası anlamına gelmektedir. Devletli sistem politikayı toplumun elinden almış ve ahlakın temeli olan öz iradesini baskılamıştır. Komünler toplumun yeniden irade sahibi olmasının örgütlülüğüdür.

Sovyet devriminin ilk -konsey- oluşturma deneyimi, Çarlık Rusyası dönemimde 1905 devrimi sırasında gerçekleşmiştir. İvanovo-Voznozensk’de 70.000 grevci işçi tarafından seçilen temsilciler ilk sovyeti oluşturmuş ve ardı sıra yaygınlaşmıştır. Menşevikler bu konseyleri yerel yönetim organı olarak görürken Bolşevikler Çarlık düzenine karşı devrimin çekirdek gücü olarak değerlendirmişler, her yerde Çarlıkla savaşan organlar haline getirmişler ve bu anlayışla 1917’de büyük Rus Devrimini gerçekleştirmişlerdir. Ülkemiz üzerinde sömürgeci uygulamalara son vermenin yolu düzen içerisinde yerel yönetimler oluşturmaktan değil, devlet kurma anlayışı dışında, yeni bir EKİM DEVRİMİ yaratmaktan geçiyor. Bunu yaparken de sloganımız, ne menşevikçe yerel yönetim organları ile yetinen yerel bir iktidarcılıktır, ne de bolşevikçe “tüm Sovyetler iktidara!” anlamına gelen devlet iktidarını ele geçirmektir. Sloganımız, ahlaki ve politik toplumun inşasıdır, yani nerede bir insan topluluğu ve yerleşim birimi, orada bir komün ve meclis anlayışı ile olabildiğince yaygın şekilde toplumun bu yerel iradi ve yönetim organlarına devrimci ve direnişçi bir rol ve eylem gücünü atfetmektir.

Önder Apo’nun belirttiği gibi: ‘‘Toplum tıpkı ahlakta olduğu gibi politik bir olgu veya doğadır. Öyle sanıldığı gibi resmi devlet çalışmaları anlamında değil, toplumsal doğa olarak politiktir. Ahlakın işlevi hayati işleri en iyi yapmaksa, politikanın işlevi ise en iyi işleri bulmaktır. Dikkat edilirse, politika hem ahlaki boyut taşıyor hem de daha fazlasını. İyi işleri bulmak kolay değildir. İşleri çok iyi tanımayı, yani bilgi ve bilimi, bir de bulmayı yani araştırmayı gerektirir. İyi kavramı da buna dahil olunca, ahlakı bilmeyi de gerektirir. Görüldüğü gibi politika çok zor bir sanattır. İçine girilen önemli bir yanılgı, politikanın devlet, imparatorluk, hanedan, ulus, şirket, sınıf vb. gibi büyük hacimli kavramlarla iç içe düşünülmesidir. Politikayı bunlar ve benzer olgular ve kavramlarla iç içe düşünmek anlamını düşürebilir. Gerçek politika tarifinde gizlidir: Toplumun hayati çıkarlarını özgürlük, eşitlik ve demokrasiden başka hiçbir kavramlar grubu izah edemez. O halde politika esas olarak, ahlaki ve politik toplumun her koşul altında bu niteliğini veya varoluşunu sürdürebilmesi için yapılan özgürlük, eşitlik ve demokratikleşme eylemliliği demektir.’’

Komünler toplumun yeniden irade sahibi olmasının örgütlülüğüdür Devletli uygarlığın ilk çıkışından bu yana karşısında direnen güçlerin oluşturduğu tarihsel–toplumsal akış de-

Politika öz itibariyle özgürlük, eşitlik ve demokratikleşme eylemliliği olarak tanımlanırken bu amaçlara ulaşmada en etkili yöntem toplumun her alanda örgütlenmesi olmaktadır. Toplumsal örgütlenmenin en yaygın

11


Özgür Halk ve demokratik biçimi komün ve meclislerde sağlanabilir. Komün ve meclisler toplumun tüm kesimlerini kapsayabilecek örgütsel esnekliğe sahiptir. Emekçiler, köylüler, esnaflar, din alimleri, sanatçılar, öğrenciler, kadınlar, gençler, kısacası tüm toplumsal kesimler için en ideal örgütlenme biçimidir. Kooperatif ve akademi örgütlenmelerini de bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Önemli olan toplumun kendi örgütlenmeleri olarak kurulmalarıdır.

Mayıs 2015

müş tarzlarıdır. Toplum burada demokratik tavrını geliştirmek ve kendi örgütlülüğünü komün ve meclislerde sonuç alıcı düzeyde geliştirmek durumundadır. Toplumsal alan siyasetin halk eliyle üretildiği alandır. Siyaset üstten belirleniyorsa burada devletçilik yapılıyordur. Sistemin oluşmasındaki aksaklığı en başta buralarda aramak gerekir. Sorun sadece kadroların çalışma sorunu da değildir. Köyün ve sokağın komünlerini, mahallenin, kentin ve ilin meclisini oluşum, birleşim ve işlevselliği kapsamında ele alıp paradigmasal süzgeçten geçirmek gerekir.

Demokratik komünal mücadele, merkeziyetçiliğe ve iktidara karşı yürütüldüğü için kurulacak alternatif sistem tam anlamıyla demokratik olmak zorundadır. Devlet ve iktidar alanı sürekli olarak demokrasiyle zıt bir seyir izler, varlıkları birbirlerini sınırlar. Halk kendi kentinde, köy ve kasabasında söz ve karar sahibi olmak istiyorken bunun karşısına daraltılmış, çoğulcu olmayan, üstten oluşturulmuş bir meclis çıkarılamaz. Böyle bir meclis halk meclisi olamaz. Geçiş aşamasında kurucu meclis taban örgütlenmesinin yetersizliğine rağmen rolünü oynayabilir fakat giderek halkın en yerelden komünlerden yana katılımıyla demokratikleşmek durumundadır. Komün ve Meclis çalışmalarımız tam da bu noktada bir açmazı yaşamaktadır. Biz devlet değiliz, devletçi bir zihniyetle komün ve halk meclislerine sınırlar çizemeyiz. Kimin katılıp kimin katılmayacağını üstten belirleyemeyiz. Bu zihniyette paradigmasal, ideolojik bir sapma olduğu gibi politik olarak da devlet tarzına kayma söz konusudur. Hızla gidermemiz gereken bu temel yanlıştan çıkıldığında halkın öz iradesi kendisini meclislere doğrudan yansıtabilecek ve demokratik siyaset yaşam şansı bulabilecektir.

Birinci husus ideolojiktir. Devletçi zihniyet tümden aşılamadığından toplum halen yönetilmek istenmekte, örgütlenme biçimi bu nedenle de üstten alta doğru geliştirilmektedir. Çoğu zaman farkında olmadan demokratik merkeziyetçilik uygulanmakta, âdemi merkeziyetçilik uygulandığı sanıldığı için de uygulanan yöntem sıkıca savunulmaktadır. İkinci husus politiktir. Politik süreçler göz önüne getirilmeden hatta günlük gelişmeler takip edilmeden hareket edilirse politik alan devlete terk edilmiş olur. Politika halkın kendiişlerini organize etmesi sanatıy-

Halk kendi kentinde, köy ve kasabasında söz ve karar sahibi olmak istiyorken bunun karşısına daraltılmış, çoğulcu olmayan, üstten oluşturulmuş bir meclis çıkarılamaz. Böyle bir meclis halk meclisi olamaz.

Toplumsal alan çalışmalarında yaşanan darlık, pasiflik, ağır ve hantal pratikleşme demokratik zihniyete girilmediğini göstermektedir. Bunu basite almamak gerekir. Tarih ve halk karşısında sorumluluklarımızın ciddiyeti ve yakıcılığı vardır. Komün pratiklerimizi sorgulamak zorundayız. Dünya tarihinde yaşanan onca deneyim ve özgürlük iddialarımız karşısında mevcut pratikleşme düzeyi ne kadar kabul edilebilir? Ahlaki-politik toplumun inşası gibi bir görev komünlerden başka hangi alanda daha somut başarılabilir? O halde komün örgütlenmelerini tüm çalışmaların önüne almak zorundayız. Toplumun özünde var olan ahlaki ve politik nitelikler ne kadar geriletilmiş olsa da doğru ve yetkin bir komün çalışması özgür irade ve bilincin açığa çıkmasını ve yeniden inşayı sağlayabilir. Komünlere bu misyonla yaklaşıyorken ahlak nedir, politika nedir, nasıl temsil edilir sorularının yanıtını yetkince vermek durumundayız. Bunları da sadece teorik düzeyde ele almak ve tarifler geliştirmek yetmez; öncü çalışmasında kadro ve komün çalışanı olarak kendi şahsımızda ve pratiğimizde bunları göstermeliyiz. Ahlak, politika, teori ve pratik iç içe birlikte geliştirilmedikçe hiçbir çalışma toplumda karşılığını bulamaz. Öte yandan, komünleri yaygın ve güçlü temellerde geliştirmediğimiz için toplumcu değil seçkinci, elit bir siyaset tarzı gündemimize etkide bulunabiliyor. Ahlaki-politik toplum inşası seçkin ya da yarı-seçkin siyaset tarzlarıyla, liberal anlayışlarla, pratikleşmeyen, hantal ve bürokratik yaklaşımlarla geliştirilemez. Bunlar iktidarcılığın çürü-

sa halkın gündemi ve doğrudan katılımı esas alınacaktır. Süreçlerden kopukluk, komün ve meclislere genel roller atfetmek, birleşim ve gündemlerini de ona göre daraltmak gibi sonuçlara yol açmaktadır. Komünler demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü olmalıdır “Demokratik ulusal çözümün ekonomik-sosyal modeli komünal birimlerdir. Ekolojik, sosyal ve ekonomik toplum birimleri kâr gayesini taşımaz. Temel ihtiyaçlar sıralaması esastır. Piyasa olsa da, üzerindeki tekelcilik sınırlandırılmış olup, toplumun etik kontrolündedir. Toplumdaki etik ve politik değerler hukuktan önce gelir. Hukuk toplumundan daha çok, etik ve politik toplum esasları öncelik taşır. Toplumsal işlerin ve sorunların görülmesinde doğrudan demokrasi kriterleri geçerlidir. Doğrudan demokrasi, çağın bilimsel bilinciyle orantılıdır. Toplum ve birey özgürlüğü bilimsel bilincin, sanatın, etiğin ve politik sanatın iç içe yaşanmasıyla gerçekleşir. Özgür bireyin ölçütü, içinde yer aldığı komünal birimlerin özgürlük düzeyiyle bağlantılıdır. Toplumdan kopukluk özgürlük anlamına gelmez.’’ Toplumun varoluş tarzını yansıtan komünler devlet dışı örgütlenmenin temel birimidir. Doğrudan demokrasi uygulamasıyla iradesini en üst düzeyde yansıtan toplum

12


Özgür Halk kendini komünlerde örgütleyerek yaşamını devlet baskısına karşı koruyup devlete ihtiyaç duymadan sürdürebilir.

Mayıs 2015

bir mücadele üzerinden yürütüldüğü bilinmektedir. Liberalizmin kullandığı bilimcilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik ve dincilik yaşamın her alanında karşımıza çıkmaktadır. Yaşamı dört koldan kuşatan bu ideolojik saldırılara demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum paradigmasıyla ileri düzeyde yanıt olmak mümkündür. Paradigmamızın yaşamsallaştığı hiçbir yerde etkili olamayacak olan bu ideolojik saldırılar boşluklardan ustaca yararlanmayı bilerek sızmaktadır. Yaşadığımız pratik buna zemin sunan yetmezliklerimizin olduğunu göstermiştir. Tarihin tecrübelerini de göz önüne getirirsek görülecektir ki, dün Komünizm karşıtlığı temelinde ideolojik ajanlar eliyle saldırı yürütüp sonuç almak isteyen güçler bugün de mücadelemize ve tüm Ortadoğu toplumuna karşı benzer saldırılar içerisindedirler.

Devlet ve iktidar alanının dışına çıkabilmek ancak toplumcu bir sistemle mümkün olabilir. Bu da yeni bir zihniyet gerektirir. Komünal yaşam sadece devlet karşısında bir duruş değil toplumun tarihsel varoluş tarzı olduğu için komünaliteden uzak olan her türlü yaşam anlayışını toplum dışı saymak tarihsel etik bilincin gereği olmaktadır. Önder Apo toplum adına yeni bir paradigma ile bu sorunlara yanıt oluşturmuştur. Demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması komünal yaşamın çağımızdaki düşünsel, kuramsal, ilkesel ve pratik çerçevesini oluşturmuştur. Toplum adına bu bütünsellik olmadan sadece komün birimlerini oluşturmak alternatif yaratmaz. Dolayısıyla komünal bir yaşam anlayışı, öncelikle zihniyette devletçi-iktidarcı paradigmanın dışına çıkmayı gerektirir.

Kuşatmada ve sızmada kullanılan ideolojik ajanlar nelerdir? Dün olduğu gibi bugün de bilimcilik, milliyetçilik, cin-

Komünleri demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum düşüncesinin hem pratikleştiği hem de bu değerlerin korunduğu alan olarak değerlendirmek gerekir. Yeni düşünce sistematiğine göre oluşmayan bir örgütlülük komün anlayışımızın dışındadır ve düzene eklemlenmekten kurtulamaz. Yeni paradigma devlet ve iktidarı köklü sorguluyor, toplumu devlete bağımlı olmaktan kurtarıyor, hiyerarşik ilişkilerden arındırıyor ve özgürlük alternatifini sunuyor. Toplum kendini nasıl özgür kılabilecek? Örgütlü ve bilinçli eylemliliğiyle! Dolayısıyla kendini korumayı da bilecek. Bunun yolu da öz savunmasını geliştirmekten geçiyor. Toplumcu paradigma tüm yönleriyle öz savunmaya dayanır. Öz savunma anlayışı en güçlü ve en kapsamlı halini komünlerde alabilir. Öz savunma denilince ‘varlığını korumak ve özgürlüğünü sağlamak’ temelinde sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi, askeri ve ideolojik tüm saldırılara karşı toplumun kendi öz örgütlülükleriyle yanıt olması akla gelir. Bu anlamda komünler topluma yöneltilen her türlü saldırıya karşı donanımlı olmalıdır. Savunma tedbirlerini her düzeyde geliştirmeden ve bunun için gerekli birimlerini oluşturmadan kapitalist sömürgeciliğin hiçbir ahlaki kural tanımayan vahşi saldırılarına karşı durulamaz. Başarılı bir öz savunma çalışması ise her şeyden önce ideolojik netlikle sağlanabilir.

siyetçilik ve dincilik başta olmak üzere toplumu ahlaki-politik iradesinden uzaklaştırarak zulüm altında yönetilir hale getirecek her şeydir! Zihniyet düzeyindeki kuşatmanın yanında bizatihi ajanları eliyle topluma sızmaktadırlar. Bu sızmalar eliyle Sovyet toplumu içinde rüşvetçiliği, hırsızlık ve fuhuş çetelerini, mafyalaşmayı örgütlediler. Bunlar bir stratejinin uygulamalarıydı. ABD içinde bir tartışma yürütülmüştü; ‘SSCB ilk savunduğu ilkelerden uzaklaşmış, müdahale ederek daha hızlı bir şekilde yıkımlarına yol açabiliriz’ diyorlar. Ama bunu Büyük Ağrılarla mı, “Küçük Sızılarla”mı gerçekleştirelim diye tartışıp sonuçta KÜÇÜK SIZILAR STRATEJİSİ’nde karar kılıyorlar. Yani Sovyetlere savaş saldırısıyla değil içten çürütme ve yıkma yöntemleriyle yöneliyorlar. Rüşvet, hırsızlık, mafya, fuhuş vs. hep bu stratejinin parçaları oluyor. Latin Amerika ülkelerinde de yoğunlukla uyguladılar ve birçoğunda sonuç aldılar. Bugün Kürdistan’da uygulanan açlıkla terbiye etme ve toplumu yozlaştırma politikalarının benzerliği ortadadır.

İdeolojik perspektifi güçlü olmayan hiçbir toplumsal çalışmanın başarılı olma şansı yoktur. Komün pratiklerimizi sorgularken temelde ideolojik yaklaşımdaki eksiklerimizle başlamalıyız. Önder Apo’nun savunmalarının sunduğu perspektif göstermektedir ki ideolojik alanda yanıt olmayacağımız hiç bir sorun bulunmuyor. Dünya geneli ve Ortadoğu’da tüm stratejilerin ideolojik

13


Özgür Halk BOP kapsamında ılımlı İslam aldatmacasını öne sürerken Kürdistan üzerinde de siyasi İslamı milliyetçilikle birlikte devreye koymuşlardır. YNK-KDP bu temelde kullanılmaktadır. Kuzeyde ise AKP dinciliği Kürtlüğe fazla hitap etmediği için AKP, Gülen Hareketi ve Hizbi-kontra gibi yapıların ittifakıyla Kürt toplumunu parçalamaya çalışıyorlar.

Mayıs 2015

kadar detaylıca ve alçakça planlanmış saldırılar varken kadro çalışmalarımızın öneminin ne denli artmış olduğunu da görebilmeliyiz. Dolayısıyla kadro, komünleri örgütleyecek ve örgütlediği komünler de kadroyu eğiten temel alanlar haline gelecek; kadro halkı, halk da kadroyu eğiterek toplumsal savunmasını başarılı kılacak. Böylelikle komünler dar kadro hareketi değil toplumsal hareket olarak gerçek niteliğine kavuşacaktır.

Kürdistan’da on binlerce resmi imamla, on binlerce tarikat elemanıyla, irşat guruplarıyla, sayıları binleri bulan derneklerde, iş yerlerinde, vakıf ve yurtlarda bu sahte dinci faaliyetler neredeyse kurumlaşmış durumdayken buna karşı toplumun savunma mekanizmaları, bilinç ve örgütlülüğü ne kadar geliştirilebilmiştir? Siyasi alandaki kadroların tutuklanması bundan bağımsız değildir. Fuhuş, hırsızlık, uyuşturucu çeteleşmeleriyle de takviye edilen bu faaliyetlerin tümünün bir konsept dahilinde geliştirildiği aşikardır. Güneybatı gençliği içerisinde eskiden hiç rastlanmayan uyuşturucu kullanımı sadece Suriye devletinin politikalarından kaynaklı değildir; Rojhilat da dahil bir bütünen Kürdistan üzerinde yürütülen konseptin parçasıdırlar. Toplumun çürütülmesi için uygulanan, din kılıfıyla, ekonomik kırıntılar temelinde toplumu kendine bağlama konseptidir.

Komün sadece iç-dış saldırılara karşı bir tedbir değildir. Komün toplumsal bir savunma sistemi olduğu kadar yeni bir yaşamın da örgütlendiği alandır. Bunun anlamı, yeni paradigmaya göre, yani evrene, dünyaya, topluma bakış açımızda, düşünce ve duygularımızda bir ölçü haline gelen demokratik, ekolojik, cinsler arası eşitlik ve özgürlük yaklaşımına göre yeni bir yaşam kurmaktır. Demokratik, ahlaki, politik toplumun inşa edilmesidir. Komün yeni toplumsallığı inşa ettikçe toplumsal savunmayı da o oranda güçlü hale getirir. Dolayısıyla komünü, yoksul olanla dayanışmak, bağ-bahçeyi birlikte ekip biçmek şeklindeki imece usulü ile sınırlı görmemek gerekir. Komün bir dayanışma olayından çok daha fazlasıdır. Yeni bir yaşamın örülmesinden bahse-

Peki, komünler ve komün çalışan- Toplumsal alan çalışmalarında yaşanan darlık, pasiflik, ağır ları pratiğe uygulanan politikaların ve hantal pratikleşme demokratik zihniyete girilmediğini yeterince bilincinde midir? Oysa ne göstermektedir. Bunu basite almamak gerekir. Tarih ve küçük sızılar kaldı, ne büyük ağrılar; gerçekten uygulamaya sokul- halk karşısında sorumluluklarımızın ciddiyeti ve yakıcılığı mayan hangi politika kaldı? Buna vardır. Komün pratiklerimizi sorgulamak zorundayız. rağmen toplumsal direniş her geçen gün ivme kazanarak büyümektedir. Fakat sonuç alıcı düzeye varması için komün pratiği- diyoruz. Komünü daraltmamak gerekir. Fakat öte yanmizdeki yetmezliklerin giderilmesi gerekir. Hangi poli- dan da komünü bir toplumun üstünde bir örgüt gibi ele tikayı uygularsa uygulasınlar kadro ve komün çalışan- alıp fetişleştirmemek de gerekir. Komün özgür bir yaları rolünü oynadığında saldırılar boşa çıkarılacaktır. şam anlayışıdır; örgütsel biçim ve uygulamaları da bireyin ve toplumun özgürlüğünün hizmetinde olmalıdır. Komünler yeni yaşamın örgütlendiği alanlardır Kürdistan’da milyonlarca insanın direnişi söz konusu- Kürdistan koşullarında kapitalist-sömürgeci modernite dur. Demokratik Ulus mücadelesi toplumumuzun gün- tarafından kimliği yok sayılmış, paramparça edilmiş bir deminin başına oturmuştur. Bu nedenle iktidar gücünü toplumsal gerçeklik yaratılmışken özgürlük mücadelesi elinde bulunduranlar yeni yöntemleri devreye koymak- ile bu değerler yeniden kazanılmıştır. Bir diriliş mücadetadırlar. Bir yandan topluma karşı savaş yürütülürken lesi verilmiştir. Ancak bugün toplumun demokratik, ahlaki diğer yandan topluma öncülük edecek kadro ve kurum- ve politik nitelikler temelinde, demokratik ulus anlayışına larımıza özel yöntemlerle yönelmektedirler. Bir komün göre yeniden inşası görevi önümüzde durmaktadır. Topyönetiminin demokratik tarzda seçilmemesi, atama lumsal inşa çalışmaları yürütülürken inançlı, kararlı ve yoluna gidilmesini sağlamak için özel eleman görevlen- oldukça bilinçli bir duruş gerekmektedir. El yordamıyla ve direbiliyorlar. Kadrolarımızı toplum içinde itibarsız hale yüzeysel yaklaşımlarla komün çalışmaları geliştirilemez. getirmek için sırf dedikodu yaysın diye özel eleman Bu şekilde yaklaşılırsa alternatif olayım derken devletin görevlendirebiliyorlar. Bir toplantıyı sabote etmek, gün- taklidini yapmaktan öteye geçilemez. Komün oluşturmak demi değiştirmek, yanlış yönlendirmek, kafa karışıklığı toplumun maddiyatçılıkla esir alınan zihniyet dünyasına yaratmak için olmadık yöntemlere başvuruyorlar. Her karşı maneviyatı hâkim kılmaktır. Maddi ve ekonomik döneme göre yeni politikalar devreye koyarken mut- yapılanma toplumsal maneviyata, onun ortakçı yaşam laka kadro üzerinde oynamayı temel bir gündem ola- anlayışına ve aklına dayanmak zorundadır. Toplumsal rak ele alıyorlar. Halk hareketinin her hamlesini kadro olmayan bir aklın komüne yaklaşımı da komünü iktidar şahsında boşa çıkarmak için özel bir çaba sergiliyorlar. ve güç için basamak haline getirmenin ötesine geçmez. Bununla halka ve öncüsüne tecriti dayatıyorlar. Ne kadar güzel projeler geliştirseniz de bunu uygulayacak Pratikte köylerde komün çalışması birkaç bölge dışınkadronuza fırsat vermeyeceğiz demeye getiriyorlar. Bu da yapılmamıştır. Kentlerde ise meclisler Demokratik

14


Özgür Halk komünal değerler etrafında bir örgütlülük geliştirilirken iktidar mantığı ve onun her türlü ilişki biçimi aşılmalıdır. Burada karşımıza iki boyutta bir sorun çıkmaktadır. Biri genel koordinasyon, siyasi parti, yerel yönetimler ve diğer kurumlaşmaların demokratik zeminde ortaklaşma sorunlarını yaşamalarıdır. Diğeri de halk meclislerinde alternatif olma adına siyasi alan başta olmak üzere diğer demokratik çalışma alanlarıyla karşıtlaşma ve kendi alanını iktidar alanı haline getirip ortaklaşmamadır. Siyasete yüklenen anlamlardan kaynaklı bu tür karşıtlaşmalar çokça yaşanabiliyor. Siyaseti devletçi tanım ve anlayışla ele alınca toplumsal alan siyasetin dışındaymış gibi ele alınabilmektedir. Özellikle toplumsal ve siyasi alanı hep karşıtlaştıran, adeta yetki ve iktidar kavgasına giren pratikler bir deneyim sorunu olduğu kadar ondan çok bir zihniyet sorunudur; devletin taklit edilmesidir. Karşılıklı birbirini besleyen bu anlayışların olduğu alanlarda komünler gelişmemekte, iktidar alanının kavram ve kavgaları kendini konuşturarak bir yozlaşmaya yol açmaktadır. Bunların tatminsiz, doyumsuz, maddiyatçı kişilikle ve egemenlikçi tarzla bağı görülüp özeleştiri yapılmadan ve müdahale edilmeden çalışmalar doğrultu kazanamaz.

Mayıs 2015

bilinçle yaklaşıp toplumsal inşayı her alanda başarıyla geliştirmek yerine eskinin dar cephe örgütlenmesininn bile gerisine düşen pratikleşme ile yetinilmiştir. ‘Meclis ve komünlerimiz var ama içeriğini doldurmamız gerekiyor’ deyip kolaycılığa yatan ve özünde kendini yanıltan bir yaklaşım hâkim olmuştur. Kurulan meclis ve komünlerin sayısı nedir? Yüz bin tane var mıdır? On bin ya da bin tane? Hayır! Venezüella’da otuz bin tane komün vardır. Bunların işlevselliği, zihniyeti tartışılabilir. Bu tartışma elbette gereklidir. Peki, otuz bin komünümüz var mı ki biz ‘vardır ama içini doldurmamız gerekir’ diyoruz? Mahalle meclisleri, köy komünleri, mesleki komünler, sanatçı komünleri, okul-öğrenci komünleri, sokak komünleri, hatta apartman komünlerinden bahsediyoruz. Mahalle, köy, meslek, sokak, apartman sayıları yüz binleri geçerken buna karşılık bir il veya bölge kapsamında on tane komün oluşturmakla yetinen bir anlayışı nasıl

Komün ve meclis çalışmalarına doğrultu kazandırmak için anlayış ve tarzda bir düzeltme hareketini geliştirmek gerekir. Liberalizm bu çalışmalara damgasını vurmuştur. Liberalizmin toplumsal ahlakın düşmanı olduğu açıktır. Komün, yaşamı toplumsal değerlerden kopararak maddiyatçılığa indirgeyen iktidarcı zihniyete karşı ahlaki bir duruştur. Komünsüz yaşam kapitalizme ve sömürgeciliğe hizmet etmektedir. Bu bilinçle toplumsal yaşamın baştanbaşa komün etrafında örülmesi için öncülük yapan birimlerin liberalizmin tesirinden kurtulması gerekir. Azla yetinen ve var olanı bile doğrultusuz bırakan kendiliğindenci bir tarz ile alternatif olma iddiasının ayakları havada bırakılmış olur.

değerlendirmek gerekir? Adeta ‘gösteri toplumu’ hastalıkları biçiminde cereyan eden göstermelik yaklaşımlar içinde değilsek toplumun örgütlenmesine ibadet eder gibi yaklaşmalıyız. Deyim yerindeyse 21. yüzyılın örgütlenme dehaları olabilecek tarihsel zemine, imkanlara ve perspektiflere sahibiz. Bugüne dek yaşanan deneyimler toplumun her kesimini kapsayacak, her köyü, kasabayı, mahalle ve sokağı örgütleyecek bir imkan sunuyor. Bunları doğru değerlendirdiğimizde sadece ülkede değil, Ortadoğu çapında Komünal Hareketimizin yayılmayacağı hiç bir alan kalmayacaktır. Halkımızın yaşadığı diğer ülkelerde de bu tarz örgütlenme adımları atılmıştır; geçmiş deneyimler ve birikimler daha sonuç alıcı düzeyde geliştirilebilir. Aksi halde kapitalizmin eritici etkilerinden toplum olarak kendimizi koruyamayız. Toplumun kendini korumasının dar kadro çalışmalarıyla mümkün olmadığı yeterince açığa çıkmıştır. Sınırlı düzeyde komün ve meclis çalışanının çabası da yeterli olmaz. Tüm toplumun örgütlü bir güç haline gelmesini savunmayan ve bu düzeyde çalışmaya yönelmeyen bir anlayış demokratik komünalizm açısından kabul edilemez.

Binlerce komün kurulmalı, tüm toplum komünlerde örgütlenmelidir Kapitalist sömürgeci modernite karşısında toplumsal alternatif komünal sistemiyle çok güçlü tarihsel temellere sahiptir. Koşullar doğru değerlendirilirse toplumun hava-su kadar ihtiyaç duyduğu ve umut bağladığı örgütlenmelerin hızla geliştirilmesi mümkündür. Ancak sınırlı bir pratikleşme ile toplumsal alternatif yaratılamaz. Kürdistan devrimi büyük ölçüde bir komün devrimidir. Ortadoğu ve ülke gerçekliğimizde meşru savunma gücü olmadan varlığını korumak mümkün değildir. Soykırım kıskacında olan bir halkın savunma tedbiri hayatidir. Fakat toplumsal alanda devrimimiz komünler devrimidir ve savunma olgusunun bir bileşenidir. Bu

15


Özgür Halk Toplumda komünü olmayan kimse kalmayacak dediğimiz zaman milyonlarca insandan bahsediyoruz; bu da binlerce, hatta yüz binlerce komün demektir. Mesele elbette nicelikle ölçülemeyecek kadar derindir ve bir yaşam tarzıdır. Fakat sayıların anlattığı bir gerçeklik vardır; milyonları komünlerde örgütleyecek bir zihniyete ve ciddiyete kavuşulmadan kapitalist-sömürgeci moderniteye alternatif olunamaz. Burada açığa çıkan gerçeklik, düzen sınırları içinde bir yaşamın, sınırlı bir çalışma ile kendine yer edinmenin ve iktidarcılığın köklü sorgulanmadığı ve tümden aşılmadığıdır. Demek ki yeni sisteme, paradigmaya, demokratik komünalizme inanç zayıflığı ve anlama sorunları vardır.

Mayıs 2015

mamlayıcısı olur. Konfedere birliklerde buluşur ve karşılıklı bağımlılık tarzında ortak politikalar geliştirirler. Eğitim, kültür, sağlık, sanat, ekonomi, güvenlik vd. ihtiyaçların tespiti ve çözümünde komün üyelerinin tümünün ortak katılımı esastır. Komün üyeliği gönüllüğe dayanır. Burada birey komünün ihtiyaçlarını karşılamayı kendi varlık gerekçesi saydığı gibi birey iradesi de komün tarafından tanınır, geliştirilir ve demokratik katılımını esas alır. Toplumsal yaşamın korunmasında komünün rolü her gün birçok deneyimde görülmektedir. Yurtdışı sahalarında halk meclislerinin temeli atılarak önemli bir gelişme zemini yakalanmıştır. Rojava’da önemli deneyimler kazanılmıştır. Bu deneyime ve yurtseverlik potansiyeline dayanarak muazzam bir ekonomik-sosyal örgütlülük düzeyini sağlamak mümkündür.

Komünün kapsamayacağı devlet dışı hiçbir toplumsal kesim yoktur. Dilini, dinini, inancını, kültürünü, ekonomisini özgürce geliştirmek ve bu temelde yaşamak isteyenin yeri komünlerdir. Bunun için birim olarak kentin, kasabanın, köyün birlikte ele alınması gerekir. Kent ve kır komünleri birbirini tamamlayacak şekilde geliştirilmelidir. Kentteki konseylerde uygulanan demokrasinin temsili niteliği olsa da komünlere, yani doğrudan demokrasi uygulamasının olduğu alanlara dayanır. Dolayısıyla kent konseyleri ve mahalle meclislerini de birer komün alanı olarak görmek, komün anlayışıyla örgütlemek gerekir.

Güney Kürdistan’da siyasi parti örgütlenmesinden ziyade Özgür Yurttaş örgütlenmesinin daha etkili olabileceği değerlendirilmiş ve çalışma zemini oluşturulmuştur. Merkezi örgütlenmeler yerine yerellere doğru kadın ve gençlik başta olmak üzere komün ve meclisler oluşturmak Güney’de daha sonuç alıcı olabilir. Komün ve meclisleri dar örgütlenmenin aracı olarak görmeyip toplumsal yaşamın doğal örgütlülükleri olarak yaklaşırsak öncü örgütlenmesinde başarı sağlamak zor olmaz.

Öz savunma denilince ‘varlığını korumak ve özgürlüğünü sağlamak’ temelinde sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi, askeri ve ideolojik tüm saldırılara karşı toplumun kendi öz örgütlülükleriyle yanıt olması akla gelir.

Rojhilat zemininde İran devlet politikalarına karşı toplumsal örgütlenme aynı anlayışla geliştirilebilir. İnsan hakları, tutuklular ve aileleriyle dayanışma dernekleri, üniversite öğrenci komünleri, kadın komünleri; işçi, çiftçi, sporcu; sağlık, sanat, ticaret ve çeşitli meslek komünleri örgütlendirilebilir ve var olanlar geliştirilebilir. Yoğunluğun bulunduğu alanlarda fiilen mahalle meclisleri oluşturulabilir. Camilerde örgütlenilebilir. Rejimin sunduğu kısmi yasal olanaklarla sivil toplum örgütleri oluşturulabilmekte fakat tamamen kendi denetimlerine almaktadırlar. Fakat sorun bazı kurumlaşmaları oluşturmakla sınırlı ele alınamaz. Tarih boyunca komünal direnişlerin merkezi durumunda olan bu alanda komünal örgütlülük için tarihsel-toplumsal zemin güçlü olmakla birlikte rejimin yönelimlerini engel olmaktan çıkaracak yöntemlerin kendi özgülünde hayat bulması gerekir. Kuzeyde ise Hilvan deneyiminden günümüze kadar geliştirilen toplumsal çalışmalar ve en son 2005 yılından bu yana yürütülen komün çalışmaları birçok zaafiyete ve kesintiye uğramış olsa da muazzam bir birikim oluşturmuş ve sınırsız gelişme zeminine kavuşmuştur. Kısmi çabalar bile kimi alanlarda sonuç alıcı olmuştur.

Komün bir köyde tüm nüfusun katılımıyla gerçekleşir. Büyük köyler ise mahalleler düzeyinde birkaç komüne de sahip olabilir. Birbirine yakın tüm köylerin ortak bir komünü olabilir. Köyün genel komünleri yanında gençliğin ve kadının ayrı komünleri olur; nüfusa, etkinliğe ve ihtiyaca göre köy içinde daha farklı komünler de oluşturulabilir. Kentlerdeki komünler ise kadın, gençlik, inanç, kültür, eğitim, iş, meslek, sokak, apartman vb. alan örgütlenmeleri şeklindedir. Her komünün bir yönetim organı olur. Bunlar yürütme, koordinasyon, konsey veya meclis olarak adlandırılır. Birbirine yakın köylerin komün temsilcileri-yürütmeleri- bir araya gelerek bölgesel komünler oluştururlar. Yine komşu kasabaların komün yürütmeleri birer bölge komünü teşkiline giderler. Kentin dinamikleri kent konseyini oluşturur. Tüm kent, ilçe ve kırsal bölge komün yürütmeleri il konseyini oluştururlar. İller ve bölgeler ise genel meclisi, yani Kongreyi oluşturur. Konsey ve komünlerin birliği en üst düzeyde kongre’de gerçekleştirilir.

Komün örgütlülüğü olan bir alanda uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık gibi yozlaştırıcı devlet kurumlaşmaları fırsat bulamaz. Yetersizliklerine rağmen komünleşmenin geliştiği alanlarda bu durum somut gözlenen bir olgu olmuş ve komünlerin başarı hanesine geçmiştir. Yine toplumun kendi kültürel ve sosyal ihtiyaçlarını karşılaması adına kurulan örgütlenmeler bir koordinasyon merkezine kavuşturularak parçalılık belli oranda aşılmıştır. Ancak her alanda devletlerin ve işbirlikçilerinin yönelimleri de art-

Her komün birimi kendisini doğrudan ilgilendiren konular başta olmak üzere yaşamsal tüm ihtiyaçları gündemine alır ve çözümünü planlar. Yine her komün birimi üstlendiği rol ve işleviyle diğer komünlerin ta-

16


Özgür Halk mıştır. Özel harp merkezleri toplumda sosyal ve kültürel yozlaşmayı geliştirecek yöntemleri devreye koymuştur. Bu uygulamaları ciddiye almak gerektiği Kuzeydeki kimi istatistik bilgilerinden de anlaşılmaktadır. Diyarbakır’da hırsızlıktan tutuklanan çocukların % 80’inin Lice, Kulp gibi köyleri yakılıp göçertilmiş yurtsever yerlerden olmaları, nasıl bilinçli bir sömürgeci politikayla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlatmaktadır. Bunları savaşın sonuçlarıdır deyip doğal karşılamamak gerektiği nice devlet görevlisinin bizzat örgütlediği olaylardan açıkça anlaşılmıştır. Son yıllarda yaşanan tecavüz olayları, bu politikaların devletçi yüzünü tartışmasız ortaya koymuştur. Açlıkla terbiye etme politikaları da bunlara eklenince toplumun komünsüz savunulamayacağı görülür. Kısacası, öz savunmanın toplumsal boyutu komün örgütlenmeleriyle hayatiyet kazanır. Komünü olmayan toplum ve birey, canavarın midesinde kolayca öğütülebilir.

Mayıs 2015

ele almayıp toplumsal yaşamın doğal bir parçası olarak görür. Alt yapı-üst yapı ayrımına gitmez. Doğal toplum süreci ekonominin de doğal gelişim seyrinde olduğu bir süreçtir. Bu nedenle ekonomik toplum ile , ekolojik toplum, doğal toplum veya demokratik toplum eş anlamlar taşır. Ekolojiye duyarlı, doğayla uyumlu, kar amacı gütmeyen, kullanım değeri ve ihtiyaca göre bir ekonomi anlayışı ancak topluluk ekonomisiyle hayat bulabilir. Fakat Kürdistan komünlerinde ekonomi çalışması çok zayıf kalmıştır. Bunun sömürgeci yönelimler ve engellemelerden kaynaklı yönleri olsa da ekonomiyi toplumsallığın gereği olarak ele almayan ve bir mücadele gerekçesi yapmayan anlayış belirleyici olmuştur. Ekonomi zaten toplumun öz faaliyetidir diyoruz. Ekonomiden koparılmak toplumsallıktan da koparılmak oluyor.

Komün yaşamında eğitimden sağlığa, ekonomiden güvenliğe her ihtiyaç bir örgütlenme konusudur ve hepsi de birbiriyle bağlantılı olup bir bütünlük içinde ele almayı gerektirir. Bir ayağın olmaması diğer ayakları da zayıf bırakır. Komünlerin gündemine aldığı konular arasında şimdiye kadar sosyal ve kültürel alanda kapsamlı bir çalışma yapılmadığı gibi özellikle de ekonominin çok geri planda kaldığı ve yer yer komün yönetimlerince dile getirildiği halde uygulamaya geçmediği görülmektedir. Bu sorunun temelinde de komün zihniyetine girmeme, bütünlüklü ele almama vardır. İnsanı işçi haline getirmek veya işsiz kılmak karşısında toplumsal alternatifimiz komünal ekonomidir. Ortakçı yaşam damarlarımız ne denli kesilip parçalanmışsa da toplumsal hafızada hiçbir zaman yitip gitmemiştir. Bunu canlandırmaya ihtiyaç vardır. Bir zihniyet ve yaşam tercihi olarak başka alternatifimiz de yoktur.

Ekonomiye el koyan sistem toplumu ekonomiden koparıp bireysel arayışlara mahkûm etmekte ve böylece kendine bağımlı hale getirmektedir. Buna karşı ortak yaşam kültürünü geliştirmeliyiz. Ortak yaşam, bir işin birkaç ortağının olması değildir. Düzen içerisinde de bir işin birçok ortağı olabiliyor ve kapitalist sınırları aşamıyor. Ortak yaşam, bireyciliği, kapitalist özel mülkiyet anlayışını aşmak ve toplumsal düşünmekle mümkündür.

Ekonomisiz komün olmaz! Ekonomi olmadan toplumsal yaşam sürdürülemez. Ekonomi toplumun öz faaliyetidir. O halde kendi ekonomimizi de toplumsallığın özüne uygun ve doğayla uyumlu şekilde geliştirmek zorundayız. Dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan örneklere ekonomist anlayış damgasını vurmuş ve bu nedenle de sistem karşıtlığı konusunda tam bir örneklik teşkil edememiştir.

Bir komün alanında ailelere ait mülkiyet olabilir fakat toplumun tümünün çıkarları üretime yetenekleriyle katılmayı ve ürünlerini de ihtiyaçlara göre paylaşmayı gerektirir. Bu ilke tarihin belli başlı tüm komünal hareketlerinde belirleyici olmuştur. Ekonomik yönüyle evrensel komün kuralı olan GÜCÜNE, YETENEĞİNE GÖRE KATILIM VE İHTİYACINA GÖRE PAYLAŞIM temelinde komün ekonomisi oluşturulabilir. Bunun için ekonomi komünleri olan koperatiflerin örgütlendirilmesi gerektiği gibi her komünal yaşam alanının da ayrıca ekonomi birimi olmalıdır. Hazır bir ekonomimiz yoktur. Sorun bir zihniyet ve örgütlenme sorunu olarak ele

Ekonomiyi geliştirmek ile ekonomist yaklaşım aynı şey değildir. Ekonomizm, tüm toplumsal, kültürel, tarihi ve siyasi gelişmelerin belirleyicisi olarak ekonomiyi bir alt yapı kurumu olarak temel alan bir anlayıştır. Yani ekonomizme göre, alt yapıyı da üst yapıyı da belirleyen ekonomidir. Ekonomizm karşısında ekonomik toplum anlayışı, ekonomiyi her şeyi belirleyen bir alt yapı kurumu olarak

17


Özgür Halk alınırsa nereden başlanacağının da yanıtı bulunur. Bir örneğimizin olması gerekmez mi? Elbette gereklidir. Sadece pilot bölge uygulamaları tarzında bir yaklaşım geliştirici olmaz fakat ortada bir örnek teşkil edecek uygulama yokken de doğruyu yanlışı ayırt edip ilerleme sağlayacak bir pratik sergilenemez. Hata yapmaktan ürkmeden ve büyük hatalara düşmeden örnek girişimler başlatmak zorundayız. Bunun için komünal ekonomi ya da topluluk ekonomisinin doğru anlaşılması gerekir.

Mayıs 2015

bunu dayatmayla, zorla yapamazsınız. Bir ailenin malı-mülkü vardır, diğerinin yoktur; birinin azdır, diğerinin çoktur. İmkânı çok olan ortaklaşmaya yanaşmak istemeyebilir. Hatta başka ülke deneyimlerinde yaşandığı gibi kendisinin yoksulluğa ortak edilmek istendiğini söyleyip karşı çıkabilir. O halde ortakçı yaşamın neler getireceğini görmesi gerekir ki ikna olabilsin. Bu nedenle ilkin herkesin gücü oranında katılması istenir; köyün ortak işlerinde kullanılmak üzere mera alanları, makineler vs. bu kapsamda değerlendirilir. Öte yandan işe inançla yaklaşılacaksa en yoksul olanlarla, hatta hiçbir şeyi olmayanlarla başlamak gerekir. Başka ülke deneyimlerinde orta sınıfların öncülüğü geçerli olmuşsa bizde emekçi halkın her alanda öncülüğü söz konusudur, çünkü devlet ve iktidar sahasına en uzak olan kesimlerdir. Orta sınıfların öncülüğe katılması da devlet-iktidar dışına çıkmaları oranında mümkündür.

Komünal ekonomi derken toplumsal farklılıkları yok sayan bir anlayışa düşülmemelidir. Tekelci sömürüye geçit vermemek kaydıyla ekonomik faaliyetlerin tümünü sahiplenmek ve devlet sahası dışında örgütlemek gerekir. Örneğin toplumun önemli bir kesimini oluşturan orta sınıfların, devlet sahası dışına çıktığında güçlü bir dinamizmle topluma öncülük yapabilme kapasitesinde olduğunu hep göz önünde bulundurmak gerekir. Bilinç düzeyleri de buna yatkındır. İktidardan pay kapma hırsları nedeniyle devletin de en çok dayanmak ve kullanmak istediği kesimdir. Fakat kendi iş, meslek ve yetenek alanlarına göre örgütlendiklerinde devlete muhtaç olmayacakları gibi topluluk ekonomisini geliştirerek iktidar karşısında da en etkili güç durumuna gelebilir. Toplumun diğer farklı kesimleri için de aynı durum geçerlidir.

Kapitalist teoriye göre on tane yoksulu bir araya getirsen de yoksulluktan başka bir şey üretmez; yüz tanesini kontrol edebilir, bin tanesiyle savaşabilir ama milyonlarcasından korkar, baş edemez, uzlaşmaya çalışır. Bizim

Herkesi bir kalıba sokan anlayış eşitlikçi değil totaliter bir anlayış olur. Belirttiğimiz gibi tekelci sermaye düzeni ve endüstriyalist anlayışa yer vermedikten sonra toplumun her kesimi, çeşitli ticaret, şirket ve sanayi güçleri dahil demokratik komünal sistemde yerini bulabilir. Yeter ki demokratik ve ekolojik anlayış ve bilinç bu kesimlere taşırılsın ve birlikte örgütlenmeleri sağlansın. Mesele her türlü mal varlıklarını toplumun ortak kullanımına sunmaları değildir. Ortakçı yaşamın gereklerine göre ekonomik güçleriyle topluma sunabilecekleri hizmetler bu kesimlerin bilinç ve örgütlülük düzeyleriyle birlikte gönüllü olarak gelişecektir. Kısacası, üretimden kopuk bir ekonomik sistem olamayacağına ve devletçi tarz reddedildiğine göre alternatifini her düzeyde geliştirmek gerekir. Şu kişinin zaten maddi varlığı çoktur, mücadelesini yürüttüğümüz sisteme gelmez denilerek toplumun önemli bir kesimi devlete terk edilmiş olunur ve bu anlayışla toplumsal kesimler karşı karşıya getirilir. Tüm toplumu kapsayan bir sistemden bahsediyoruz. Dar yaklaşımlarla toplumsal realitenin inkarına düşülür. Fakat toplum esas alınarak her alanda örgütlülük sağlanabilir.

anlayışımıza göre, on yoksul insan, on aile bir araya geldiğinde yoksulluğu değil toplumsallığı üretir. Manevi ve toplumsal olarak büyük bir güç oluşturur. Bundan sonrası elinden alınmış olan ekonomiyi geri kazanma mücadelesidir. Yani demokrasi mücadelesine gireceğiz. Kendi hayatlarımız hakkında toplanıp, tartışıp birlikte karar alacağız. Toplumsal haklarımızı savunacağız. Devlet, ağa, şeyh adı altında her kim ki baskıcı temelde müdahale ederse karşı çıkacağız. Boyun eğmeyeceğiz. Kendimizi sadece on kişiyle değil tüm ülke çapındaki komünlerle savunacağız. Arkamızda böyle bir gücün olduğunu bilerek hareket edecek ve kendimiz de bu büyük güce güç katacağız. Özcesi, demokrasi mücadelesinde aktif olacağız. Birinci şart budur. Demokrasi mücadelesine girmeden hiçbir mücadele başarılamaz.

Bir köy alanında hayvanların ve tarlaların ortaklaştırılması mümkün değil midir? Elbette mümkündür. Ama

Ardından kararlarımızı hayata geçirmenin emeğini verecek, çalışacağız. Nerede çalışma olacak? Ortada

18


Özgür Halk bir iş yeri yok, bir bağ-bahçe yok, sürü yok, tarla yok; peki nerede çalışacağız? İlkin demokrasi mücadelesinin emekçileri olacağız dedik, bu en temel çalışma alanımızdır. Toplumca geleneksel beceri ve imkanları değerlendirebileceğimiz gibi yepyeni iş alanları oluşturarak, orada çalışabiliriz. Örneğin hiç kullanılmayan bir toprak parçasını temizleyip orada çalışmak mümkündür. Devletin, ağanın, köy korucularının el koyduğu arazileri geri alıp kollektif işletmeye sunmak da halkın en demokratik ve meşru hakkıdır. Böylesi bir devrimci müdahale olmadan halkın elinden çalınmış olan ekonomi kolay kolay geri kazanılamaz.

Mayıs 2015

lumsallığa katabiliriz. Böylece komün yaşamı toplumda kazandığı yaygınlıkla temel kültür haline gelir. Komünlerin ekonomisi için ilk adımlar tüm köyün veya sokağın yararlanacağı şekilde atılmalıdır. Göçle gelip yerleştiği mahallede yoksullukla boğuşan aileye mahalle halkının, esnaflarının toplanıp yardım etmesi örnekleri çokça yaşanmaktadır. Bu bir dayanışma olgusudur. Bunu neden örgütlenme ve komün kurma zeminine dönüştürmeyelim ki? Mahalle meclisleri, sokak ve apartman komünlerinin bazı örnekleri oluşturulmuş durumdadır. Bunların yaygın hale getirilmesi kadar nitelikli ve işlevsel kılınması için örgütlenme seferberliğini yıllara yayılan işleri aylara sığdıracak düzeyde yoğunlaştırmamız gerekir.

Ortak akıl ve kuvvetle iş alanı oluşturmak, var olanları dönüştürmek imkansız değildir. Ağaçsız bir bölgeyi ağaçlandırmak, susuz yere su getirmek, doğayı tahrip etmeden doğanın sunduğu nimetleri değerlendirmek ve köyün tümünün kullanımına sunmak… Burada herkes bilecek ki komüne ait bir şeyi kimse satamaz, kendi tekeline alamaz; her şey topluluğun ortak kararıyla şekillenecektir.

Kentlerde ekonomiyi kolektifleştirme çalışmaları da aynı mantıkla geliştirilebilir. Yeter ki örgütlenmesini yapalım. Örgütlenmeden olmaz. Dünyanın neresinde görülmüş ki komünler kendiliğinden gelişmiş, örgütsel öncülük yapılmadan kurulmuş? Kuruculuk rolü layıkıyla yerine getirilmeden komünlerin işlev kazanması mümkün değildir. Alan örgütlerinin en temel görevlerinden biri olmasına rağmen komünlerde ekonomi örgütlenmesine girişilmemiştir. Demokratik ulusun ekonomik-sosyal birimi komünlerdir diyoruz fakat ekonomisini ve sosyal alanını örgütlemeden komün kurduğumuzu iddia ediyoruz. Burada bir yanılgı ve en hafif deyimle zihinsel körlük vardır. Kısmen sosyal alana giriş yapılmış olsa da toplum içinde kimi yardım kuruluşları dışında ekonomiye dair neredeyse ciddi olan tek bir örnek bulunmamaktadır. İlk ciddi girişimler devlet müdahalesiyle kesilince devamının getirilmemesi bir geri çekilmeden mi kaynaklanmıştır yoksa başka sebepleri mi vardır, sorgulanmaya değerdir.

Bu işler başarılınca komünün toplumdaki etkisi ve itibarı oldukça yükselecek ve sorunları çözen bir kurum haline gelecektir. Manevi açıdan çekim merkezi olacak, maddi olarak da kendine yeterli hale gelecektir. Buradaki politik duruşu, ahlaki nitelikleri, ekonomik verim ve öz yeterliliği gören diğer kesimlerin de ikna olmaları, komüne katılmaları kolaylaşır. Emek vermeden hangi itibar, hangi iş gelişir ki? Ürünü olan bir evcil hayvandan veya bir toprak parçasından kentlere dek uzanan bir ekonomi zincirine ulaşmak zor değildir. Kürdistan’da doğal tarıma dayalı ekonomi gerçek bir alternatif oluşturma potansiyeline sahiptir. Kıra dayalı ekonomiyi esas alırken kenti de sadece pazar olarak ele almayıp topluluk ekonomisinin gelişmesinde tamamlayıcı bir unsur olarak değerlendirmek gerekir.

Gözlendiği kadarıyla devletçi mantıkla yaklaşıldığı için komün oluşumları ekonomik yönüyle işlevsiz kalmaktadır. Hatta kimi yerlerde, eylem ve güç deposu olarak ele alınıp ondan yararlanılıyor fakat ona bir şey verilmiyor; eğitimiyle, sağlığıyla, kültürel gelişmesiyle, ekonomisiyle ilgilenilmiyor. Ya da işlevi ve rolü diğer komünleri tamamlamayı gerektiriyorken kopuk kalıyor, güç parçalanmış oluyor.

Ekonominin örgütleneceği en temel yöntem de kooperatiflerdir. Kooperatifleri sadece mevcut düzen içinde görülen tüketim, imar vb. kooperatifler şeklinde algılamamak gerekir. Bunlar tek başına kapitalizmin dışına çıkma gücünde değillerdir. Kooperatif sistemi, hırsızlığı, rantı, haksız rekabeti önleyen ve ortak yaşamı geliştiren bir sistem olarak ele alınmalıdır. Yeni bir zihniyet ve yeni bir toplumsallık içinde demokratik, ekolojik, ahlaki, politik nitelikleriyle birlikte düşünülürse ve diğer örgütlenme sahalarıyla koordineli olarak ele alınırsa kooperatifler rolünü oynayabilir. Tekelciliğe karşı başarı şansı kanıtlanmış olan en temel alternatif örgütlenme modeli kooperatiftir. Kooperatif örgütlenmesini komünal bir bütünlük içinde değerlendirmek ve komünlerin yaygın örgütlenmesinde tamamlayıcı unsur olarak görmek gerekir.

Mücadelenin genel etkisiyle toplum kültürünü, ahlakını, dilini, kimliğini yeniden kazanmıştır. Buna rağmen kapitalist-sömürgeci modernitenin saldırılarıyla yaşanan sosyal faciaların önüne yeterince geçilememesini analiz ederken bu parçalı duruşların temelinde yatan devletçi zihniyeti en başta ele almak gerektiği ortaya çıkmaktadır. Otoriter hiyerarşi ve bürokrasi komünalizmin can düşmanıdır Komün toplumsal zeminde kazanılmış en özgür mevzidir. Komüne devletçi kavramlar ve işleyişler sokulamaz. Komün anlayışında merkeziyetçi hiyerarşi ve bürokrasiye yer yoktur. Karar ve uygulama süreçlerinde doğrudan demokrasi yöntemi geçerlidir. Komünü oluşturan topluluk kendi iradesini ekonomik-sosyal projelerle ortaya koymak ve bunun örgütlenmesini yapmak durumundadır. Hiçbir örgütsel birim çıkıp da

Komüne ihtiyacı olmayan ve coşkuyla katılmayacak olan komprador işbirlikçiler dışında herhangi bir toplumsal kesim Kürdistan gerçekliğinde bulunmamaktadır. İşlerini devlet kurumlarıyla yürütmeye mecbur kalan iş çevrelerine de alternatifini gösterdikçe top-

19


Özgür Halk ‘niye bizden habersiz karar aldınız’ ya da ‘gündeminizi biz belirleriz’diyebilecek durumda olamaz. Fakat uygulamada yer yer komün ve meclislerin yürütmeleri ve komisyonları bile dikkate alınmadan üstten kararlar dayatılabilmektedir. Bu anlayışın demokratik işleyişle ilgisi olamaz ve her yerde buna karşı durmak gerekir. Komün demokrasisi ne merkeziyetçi bir hiyerarşiyi tanır ne de yozlaştırıcı bürokrasiyi. Tanımak zorunda olduğu tek ilke özgürlük, tek kanun da ahlaki-politikk nitelikteki toplumsal sözleşmedir. Toplumsal sözleşmeyi esas alarak hareket eden her komün birimi başarılı işler yapmayı kendi insiyatifinde geliştirmek ve diğer komünlerin tamamlayıcısı olmak zorundadır. Engelleyici durumlarla mücadele etmeden ve başkasından beklemeyi aşmadan komün iradesi demokratik hale gelemez.

Mayıs 2015

bir alan açmakla meşgul olanlar yenilgiyi garantilemek dışında bir şey yapamaz. Az olsun benim olsun mantığı iktidarcılığın bir yansıması olup gücü en çok bölen anlayıştır. Konfederal mantık bunu red eder. Komün ve meclis çalışmaları ele alınırken sanki tüm bu örgütlenmelerin dışında bir alandan bahsedermiş gibi karşıtlaşmaların geliştirilmesi doğru değildir.

Siyasi parti veya yerel yönetimlerin, komün ve meclisleri kendi komiteleri gibi gördüğü yönünde sıkça dile gelen eleştirilerde bile bir iktidar mantığı vardır. Komün ve meclisleri siyasi parti ve yerel yönetimlere kapatmaya kalkarsan bir karşı güç oluşturmuş olursun. Oysa komün ve meclisler siyasi partinin tabanını oluşturduğu gibi parti bürokratizmine karşı da demokratik bir tedbirdir. Bundan parti karşıtlığına varacak bir duruş sergileneToplumsal yaşamın her alanındaki örgütlenmeleri, ko- bileceği anlamı çıkarılamaz. İster parti isterse diğer kumün anlayışı temelinde şekillendirmek gerekir. Siyasi rumlar olsun, komün ve meclisler demokratik nitelikleriyParti birimleri komün tarzını esas almalıdır. Akademiler le bunları hem denetler hem de güçlendirir. Güç vermek ve kooperatifler komün şeklinde örgütlenmelidir. Yerel yerine iktidarcı bir zihniyetle yereli kapatmaya kalkmak yönetimler, belediyeler, dernekler, vakıflar, mesleki örgüt- ve sürekli parti ve kurumlarımızı gündem konusu yalenmeler vs. birer komün alanıdır ve komün anlayışına parak tartıştırmak demokrasi değil bozgunculuk olur ki göre düzenlenmelidir. Tüm komünler arasında da karşı- hiç bir demokraside toplumsal zararın adı demokratik lıklı bir bağ ve tamamlayıcı hak olarak anılamaz. Aşırı olma özelliği bulunmalı ve politize olmuş bir komün doğru bir koordineleşmey- Parti veya yerel yönetim adına kentin, kasabanın, veya meclis alanı açık ki le bütünlük sağlanmalıdır. birleştirici değil karşıtlaştıköy veya mahallenin dikkate alınmaması halinde rıcı olur. Oysa rolünü doğkomün ve meclislerin tavır alma hakları vardır ve ru oynadığında toplumBir alanda meclis ve komün çalışmaları yapılırken daki en büyük birleştirici bu hakkı kullanmamak tıpkı egemenlere boyun bunun belli bir sistematik güç olarak saygınlığı ve eğmeye benzeyen siyasi ve ahlaki bir suçtur. planlama içerisinde süreketkisi de tartışmasız olur. liliğe kavuşturulması zoEmek vererek, tüm örgütrunludur. Sürekliliği olmayan hiçbir çalışmadan sonuç lenme ve kurumlarımızı sahiplenerek, denetleyip, alınamaz. Bölük-pörçük ve yarım bırakılan çalışmalar eleştirip, güç vererek bu saygınlık yaratılabilir. Dinedeniyle kuruluş aşamaları bile sorunlu olmaktadır. dişme, çatışma ve birbirini boşa çıkarmanın olduÇalışmaya bürokratik bir mantıkla yaklaşıldığı için bir ğu yerde demokratik komünal anlayış gelişemez. gurubu bir araya getirmekle komün veya meclis oluşturulduğu düşünülüp devamı getirilmemekte ve kendi Kimi alanlarda belediyenin işçi alımına, ihalesine, hathaline bırakılmakta ya da kişilere bağlı çalışma tarzı ta içteki yönetimsel düzenlemelerine bile doğrudan geliştirilmekte, kişiyle başlayan, kişiyle biten çalışma- müdahale hakkını kendinde gören komün ve meclis lar ile kurumlaşma engellenmektedir. Bunun temel se- birimlerimiz çıkabiliyor. İşte bu tam da bir halk kurumbeplerinden biri de komün çalışmalarına öncülük eden laşmasını basamak yaparak ekonomik ve siyasi rant kadro cephesinden stratejik planlama yapılmamasıdır. yapma mantığıdır. Herkes kendine göre komün ve meclislere bir rol atfedemez. Günümüz koşullarında beleStratejik planlama nedir? Stratejik planlama, bir ama- diyenin de yarı resmi yarı komün olma özelliği vardır. cı gerçekleştirmek için gerekli olan tüm yol, yöntem, Bir komünün başka bir komünün iç işlerine doğrudan araç ve aşamaları belirlemek, zaman-mekân koşullarını müdahale etmesi yanlıştır. Belediyeler elbette halkçı buna göre örgütlemek, güçlerini uygun şekilde konum- olmak, komünal, konfederal belediyeciliği hedeflemek landırmak ve harekete geçirmektir. Bir halk deyiminde durumundadır. Eğer bir alanda yanlışlar çoksa, örneolduğu gibi “Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların ğin ihale usulsüzlüğü varsa halk devreye girer, bir suçlu sürekliliğidir.” Stratejik planlama yapılmadan günübir- ve kirli kişilik görevlere getirilmişse halk devreye girer, lik yaklaşımlarla çalışmanın sürekliliği sağlanamaya- fakat hiçbir komün ve meclisin kurumların iç işleyişine cağı gibi gücün sürekli parçalanması da önlenemez. doğrudan müdahale etme hakkı yoktur. Buna açık kapı bırakılırsa halk meclisleri demokratik kurumlaşmalar olKadın gücü bir yana, gençlik gücü bir yana, parti ve maktan çıkıp yetkiciliğin ve rantçılığın geliştiği istismar yerel yönetimler bir yana, diğer kurumlaşmalar bir alanları haline döner. Elbette tersinden bir yaklaşımla yana doğru giderse bu güç paramparça halde ka- komünleri birbirinden koparmak da yanlıştır. Komünler lır ve zafere değil yenilgiye oynar; sadece kendine arası ilişki konfederal tarzda karşılıklı bağımlılık ilişkisi

20


Özgür Halk olduğu için her komün bir diğerine karşı sorumludur. Ancak bu sorumluluklar yöntemlice yerine getirilmelidir.

Mayıs 2015

duyabilir ve kabul edebilir. Bu bakış açısına göre toplumsal sözleşme toplumun esas alacağı hukuk manzumesi olurken her konuda esas alacağı ölçüt ise toplumsal ahlaktır. Bunlar yazılı olmayan toplumsal kurallardır. En demokratik görünen hukuk metninden daha demokratik ve güvenilirdir. Yazıya geçmiş hali ise toplumsal sözleşme metnidir. Bu da birey, doğa, cins ve toplum dengesini sağlayan niteliğiyle demokratik, ahlaki, politik toplumun en genel ölçütlerini ve çerçevesini belirlemiştir. Bu konularda eğitim ve bilinçlenme faaliyetleri geliştikçe toplumsal ahlakın demokratik ve adil gücü açığa çıkacak ve temel bir kültür haline gelebilecektir.

Öte yandan parti ve yerel yönetimler(veya alan koordinasyonları, yürütmeleri) yapısının da komün ve meclislere üstten, sürekli müdahaleci ve faydacı tarzlarda yaklaşmayı aşması, ortaklaşmayı sağlaması ve demokrasi kültürü ve ilkesi gereği kararlarını esas alması gerekir. Komün ve meclisleri dikkate almayan bir siyasi parti, belediye veya herhangi bir kurumun halkçı özellikte olduğu iddia edilemez. Ayrıca bu yapıların komün ve meclislerin çalışmalarında bürokratik engeller çıkarmaması gerekir. Bürokratik engellerin olduğu yerde bilinmelidir ki halk iradesi devreye girer ve bunları aşar. Komün ve meclisler kendi alanlarında geliştirecekleri projeler için doğrudan yetkili ve sorumludurlar. Demokratik konfederal mantık yereli esas alır. Özellikle köy, mahalle, sokak komünleri ve meclisleri yaşam alanlarının her türlü ihtiyacından sorumludur. Parti ve belediye halkın projelerini desteklemek durumundadır. Öte yandan üstten belirlenen projeleri halka dayatamazlar. Halkın yaşadığı alanı doğrudan ilgilendiren ve halktan onay görmeyen projeleri geri çekmek zorundadırlar. Bunu halk kendi örgütlülüğü ile sağlar.

Bu konuda karşıt bir karalama kampanyası ile karşı karşıyayız. Komün ve meclisler toplumun her kesimi üzerinde baskı kuracak korkusu yayılmaya çalışılıyor. Toplumsal farklılıkları ve çeşitliliği kendi varlık gerekçesi sayan komün ve meclisler toplum, doğa, kadın,

Parti veya yerel yönetim adına kentin, kasabanın, köy veya mahallenin dikkate alınmaması halinde komün ve meclislerin tavır alma hakları vardır ve bu hakkı kullanmamak tıpkı egemenlere boyun eğmeye benzeyen siyasi ve ahlaki bir suçtur. Bu tavır alışın gerekçelerini ve sınırlarını belirleyen ölçüt toplumsal demokrasi, ekoloji ve cinsiyet özgürlüğüdür. Hiçbir güç halkın gücünün üstünde değildir. Yaşanan sıkıntılar sistemi anlamamadan kaynaklı karşılıklı ve ortak gelişen sıkıntılardır. Demokratik duyarlılık ve ortaklaşma esas alınırsa bu tür zorlanmalar da ortadan kalkar. Komün ve meclislerin diğer demokratik kurumlarla ve toplumsal kesimlerin bir birleriyle hukukunun ne olduğu, hangi konuda hangi hukuksal ölçüyü esas alacakları yönünde yapılan tartışmalara bakılınca sistemi anlamanın ne kadar gerisinde seyredildiği görülmektedir. Toplumsal ilişkilerimizi ve yaşamımızı hangi hukuk belirleyecek? Bu bir kere doğru sorulmuş bir soru değildir. Toplum yaşamında geçerli olan hukuk mudur yoksa ahlak mı? Toplum kendisini hukukla mı savunur yoksa ahlakla mı? Yeryüzünün neresinde ve hangi çağda toplumu koruyan temel olgunun tek başına hukuk olduğu görülmüştür? Hukuk devletlere ait bir kurumdur. Toplumun hukuk karşısında daha köklü bir kurumlaşması vardır ki o da ahlaktır.

çocuk düşmanlığı yapanlar dışında hiç kimseye düşünce, inanç ve yaşam tarzından dolayı tavır almaz. Bunun ölçütleri eğitimle, bilinçle kazanılacaktır derken yeni bir kültürleşmeden, yeni ve özgür bir toplumsal yaşamdan bahsediyoruz. Baskı koşullarındaki, ahlaki-politik nitelikleri geriletilmiş, iradesizleştirilmiş ve her türlü yönlendirmeye açık hale getirilmiş, özüne yabancılaştırılmış bir toplumsal gerçeklikten bakınca korkular gerçek ve haklı gösterilebilir. Ancak komün ve meclislerin kazandığı özgürlük düzeyi tüm toplumun en güvenceli yaşam düzeyini de belirleyecektir. Örgütlenmiş ve eğitilmiş komün birimleri özgür ve eşit bir yaşamın en büyük güvencesidir. Eğitimin yapılmadığı bir komün biriminin kime, neye hizmet edeceği meçhuldür. Burada akademiler devreye girmekte, halk eğitimi müfredatları ve planlamalarıyla tüm komünlerin ortak ruh ve bilinç kazanmasını hedeflemektedir. Bu temelde komün seferberliğine girişmek, demokratik ulusu inşa etmek ve kendi çözümümüzü yaratmak anlamına gelmektedir.

Hiçbir hukuk metni toplumsal ahlakın yerini tutamaz. Hukuk genellikle devletleri korur, ahlak ise toplumu. Toplum hukuka ancak demokratik olduğu ölçüde saygı

21


Özgür Halk Her komün bir akademi rolünü oynamalıdır Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaket kendi adına düşünemez ve karar alamaz hale gelmesiyse buna karşı yapılması gereken en temel çalışmanın eğitim olduğu açıktır. Eğitime gelmeyen, eğitimi sevmeyen, eğitimden kaçan bir insan istediği kadar pratikleşmekten bahsetsin başarıyı yakalayamaz. Eğitim olmadan hangi zihniyet ve anlayışla pratik geliştirilecek? Özgür yaşam hangi ölçülerle geliştirilecek? Demokrasi kime göre, neye göre olacak? Tarih, dil, kültür, ahlak, inançlar, güncel gelişmeler, devletçi politikalar, demokratik ölçüler, kadın, çocuk, aile gibi konularda sürekli bir bilinçlenme olmadan alternatif yaşam kurulabilir mi? Bunlar halk eğitiminin temel konuları olmaktadır.

Mayıs 2015

yaşamı paylaşacaklardır. Biri diğerine ‘sen benim gibi olmalısın’ dedi mi orada demokrasiden bahsedilemez. Ortak paydalarda buluştukça, demokrasi kültürü geliştikçe farklılıklar büyük bir zenginlik haline gelecektir. Kültürel ve inançsal farklılıkların zenginlik olarak görülmesi kadar toplumsal yaşamı tehdit eden, bozan çıkarcı yaklaşımların da ayrıştırılması gerekir. İşte bu noktada neyin yanlış, neyin doğru olduğuna karar verecek bir ölçüt devreye girer ki bu da toplumsal ahlakla belirlenir. Toplumu savunmak adına bireyi yok saymaz, bireyin hakları adına toplumsallığı ezip geçmez. Her konuda adil yargılar geliştirir. Bunları sadece geleneklerle kavramak yetmez, eğitimle güçlendirmek gerekir. Eğitim bir ölçü kazandırma hareketidir. Komün ve meclisler toplumsal yaşamın özgürlük ölçütüyse eğitim de bu ölçüyü kazandıracak en büyük güçtür.

Devletçi sistemin resmi okul düzenleri resmi ideolojiyi üretmekten başka bir rol oynamaz. Toplumun alternatif eğitim sistemi özgür akademilerde geliştirilebilir. Akademi denilince düzenin resmi okullarının taklidine düşülmemelidir. Bunun için toplumsal örgütlenmenin olduğu her alan bir akademi rolünü oynamalıdır. Komün ve meclislerin özgür yaşam alanları olarak rolünü yetkince oynayabilmesinin yolu geliştireceği eğitim ve bilinç düzeyinden geçmektedir. Toplumun bilinçlenmesi için komün ve meclislerden daha iyi bir zemin bulunamaz. Her toplantı bir eğitimdir, her kararlaşma süreci bir eğitimdir, her eylem bir eğitimdir; bununla birlikte sistemli bir şekilde eğitim konularını belirlemek ve ihtiyaca göre zaman planlamasını yapmak gerekir.

Eğitimi sadece bilgilenme faaliyeti olarak görmemek gerekir. Eğitim aynı zamanda ortak düşünce ve ortak ruh kazandırır. Eğitim, terbiye ve irade kazanmak, estetik söz ve davranış kazanmak, yorum gücü, inisiyatif ve yetenek kazanmak anlamına da gelir. Kadınların, çocukların, gençlerin eğitimi komün ve meclislerin en başta gelen görevidir. Kapitalist sömürgeci modernitenin yozlaştırıcı saldırılarına karşı başka türlü toplum korunamaz. Tüketim kültürü, tarihine, kültürüne

Bir köy yerinde, bir meydanda veya köyün bir odasında eğitim yapılabilir. Yakın köyler bir araya getirilip ortak eğitim yapılabilir. Bir sokakta oturanlar sokak komününde eğitimini yapabilir; bunun için bir evde bir araya gelmek yeterlidir. Bir mahalle meclisi eğitim için ideal olanaklar yaratabilir. Bir dernek veya parti binası eğitimden daha önemli hangi çalışma için değerlendirilebilir ki? Örneğin bir çadır halk eğitimi için mükemmel fırsat sunar. Her çadır bir komündür ve bir eğitim sahasıdır.

Hukuk devletleri korur, ahlak ise toplumu. Toplum hukuka ancak demokratik olduğu ölçüde saygı duyabilir ve kabul edebilir. Toplumsal sözleşme toplumun esas alacağı hukuk manzumesi olurken her konuda esas alacağı ölçüt ise toplumsal ahlaktır. yabancılaşma, özenti, psikolojik bunalımlar, intiharlar karşısında en büyük savunma gücü eğitim olmaktadır. Bugün televizyonların dizi filmleri karşısında zaman tüketen ve zihin ve duygu dünyalarını kötürümleştiren alışkanlıklar bile eğitim olmadan aşılamaz. Din tacirlerine karşı din konusunda eğitimli olmadan başarılı olunamaz. Eğitim olmadan kişi kendini özgürce ifade edemez. Eğitim olmadan aile demokratikleştirilemez. Özgür ve iradeli kişilikler eğitim seviyesinin güçlenmesiyle gelişir.

Halk komünlerini ortak yaşam alanı olarak tanımladık. Ortak duygu ve düşüncelere ulaşmak için sadece bir komün içinde yer almak yetmez. Tartışma kültürümüzü geliştirmeliyiz; birbirini dinleme ve anlama çabasını güçlendirmeliyiz. Paylaşımcı olmayı maddi paylaşımlar şeklinde ele almıyoruz. O halde paylaşımcılığın duygu ve düşüncede başladığını ve bu konuda ilerleme sağlamak için mutlaka eğitimlere ihtiyaç olduğunu unutmamalıyız. Herkes kendine göre bir duygu, düşünce ve davranış sergilerse ortak yaşam adına, demokrasi adına hiçbir değerden bahsedemeyiz. Ortaklaşmaktan kastedilen tek tip hale gelmek değildir. Tek tipleşmeyi faşizm ister. Ortaklaşmak tüm duygu ve düşünce zenginliklerinin kendini özgürce katarak çevresini etkilemesi ve etkilenmesiyle ortaya çıkar.

Bunca ihtiyaç yakıcı olarak kendini dayatırken komün ve meclisler, eğitim çalışmaları tüm çalışmaların ilk sırasına almak zorundadır. Unutulmamalı ki hiçbir çalışma eğitim kadar kalıcı sonuçlar doğurmaz. Komün ve meclis seferberliğini bir eğitim seferberliği olarak görmek gerekir. Eğitime hem bilinç, ruh kazandırmanın hem de örgütlenmenin en temel aracı olarak rolü oynatıldığında demokratik eylemlilik de çığ gibi gelişecek ve milyonlar özgürlüğe akacaktır. Bu bilinç ve örgütlülüğe sahip olan bir toplumu geriletebilecek, engelleyebilecek hiç bir güç yoktur.

Örneğin bir mahallede Müslüman’la Hıristiyan, Aleviyle Sünni ortaklaşmayı hedeflerken birbirlerinin inançlarına saygılı olacak ve ortak yönlerini öne çıkararak

22


Özgür Halk

Mayıs 2015

Şehitlik Günü Kavranması ve Gereklerinin Yerine Getirilmesi Gereken En Zor Kavramdır Bizde, şehitlik çizgisinde yaşamla ölüm birleşmiştir veya ayrımı silinmiştir. Önderlik çalışma tarzı, ölümle yaşam arasındaki farkı kaldıran bir çalışma tarzıdır. PKK şehitliği kesinlikle bunu dayatır. Ölümden çok uzak bir yaşam olmadığı gibi, ölümde de yaşamın tükendiğini, yaşamın bittiğini düşünmeyen bir özelliği vardır. Abdullah Öcalan

18 Mayıs 1996

18 Mayıs’ı şehitler günü olarak anıyoruz. İlk büyük şehidimiz Haki Karer ve ardından Dörtler, daha sonra yüzlercesinin bugüne yakıştırdıkları kahramanca direniş, parti tarihimizde anlamlı bir gün olarak yerini almıştır. Şehitlik günü, kavranması ve gereklerinin yerine getirilmesi en zor olan bir kavramdır. Şehidi anlamak, şehide hakkını vermek, şehidin vasiyetine göre yaşamak bir devrimcinin en temel ve başta ele alması gereken görev ve sorumluluk olduğu gibi; bunu egemen kılmak, onun savaşımını kesin vermek, bağlılığın en vazgeçilmez bir gereğidir. Halen hatırımdadır, “Haki Karer anısına nasıl karşılık verebiliriz?” dediğimde, Kemal Pir, “bir polise saldıralım, intikamını öyle alırız” demişti. Hiç de gözümü tutmamıştı. Tamam o katili bir gün yakalarız, provokatörün cezasını veririz, bu olur, fakat bunun da anıyı kurtaramayacağını çok iyi gördük ve uzun süre düşündükten sonra, aynı yıl, bugünkü parti program tasarısını bu mahallede -şehit düştüğü mahallede- kaleme aldık ve sanıyorum kendimize göre anıya bir karşılık vermenin en uygun biçimi budur dedik. O, bizi basit bir gençlik grubundan partileşmeye karar veren bir grup durumuna taşırdı.

cesinin yaşandığını düşünürseniz ve anılarına tek tek sağlam bir karşılık vermediğinizi göz önüne getirirseniz, kendi kişiliksizliğinizi ve partileşmeyen kişiliğinizin bir önemli nedenini daha bilince çıkarmış olursunuz. Şehide hakkını verseydiniz eminim ki, şu andaki değerlendirmeleri yapmazdınız. Oldukça parti kişiliğine uymayan, saygısını esas almayan bu yaklaşımları sürdürmezdiniz. Bu kadar şehidi yüreğine sığdıranlar, kesinlikle bu kadar yetersizlikleri sergileyemezler.

Demek ki, partileşmede şehidi ve ilk şehidi anlamak, gerekeni yapmak çok önemli bir rol sahibi olmaktır ve tarih bu partileşme çabamızı da denilebilir ki, bir yılbaşı gibi anlam kazandırdı. Ulusal tarihin en temel bir kilometre taşı olarak yerini buldu. Şehidin anısında ısrar, gerekeni yapmak, daha sonraki bütün şehitleri bağladığı gibi, yaşayanlara da kesin yaşam çizgisi haline getirildi ve bu eşittir savaş çizgisi. Halk savaşı çizgisine kadar da taşırıldı. Şehitlere böyle bağlanmasını bilmeyenler, kesinlikle saygısız oldukları gibi, onlar asla saygıdeğer kişilikler haline gelemezler. Şehide, şehidine hakkını vermeyenler, onların anısını esas alıp yaşamını düzenlemeyenler, parti gerçeğimizin de sağlıklı bir militanı haline gelemezler.

PKK şehitleri belki de insanlığın en köklü şehitleri olarak da düşünülmeye değerdir. En temel bir hatanız, şehidin anlamını PKK gerçeğinde hakkıyla bilince çıkarmama, gururunuza sindirememenizdir. Bir çok konuda olduğu gibi, bu konuda da kendinize göre bir tarz seçmişsiniz. Eğer doğru alacaksanız, ciddi olarak kendinizi parti gerçeğinde adeta bıçağa yatırır gibi yatırmak ve sağlığa kavuşturmaktır. Savaş çizginizde yine bütün bu yetmezliklere neşter vurup, son vermek, ancak böylelikle şehitlere bağlı olmak mümkündür ve bu da kişinin kazanım gücüdür.

Düşünün ki, bizim bir şehit için yaptığımızı, sizlerin yanı başında, hatta sorumluluğunuz altında binler-

Şehitlerine saygıyı böyle anlamlaştırmayanlar, ağzıyla kuş da yakalasalar bu davada fazla anlam, değer ifade

23


Özgür Halk etmezler. Sayılarını hatırlamada güçlük çekiyorum. Ve hatta öyle değerli şehitler var ki, çoğunun adını bile bilmiyoruz. Ve belki de bazılarını bilemeyeceğiz. En önemlisi, her birisi için neredeyse bir kitap yazılması gereken şehitler, neredeyse hafızalardan silinip, gidecek. Buna bir çare bulmak gerekir. Bu çarenin de en başta geleni, yenilmez bir parti ve onun savaş çizgisi olduğu kadar, onun sağlam militan güvencesini kişiliğimizde gerçekleştirmektir.

Mayıs 2015

Onu görmeli. Ben, Haki Karer’in şahadetinde eksikliği hemen şöyle tespit ettim. Ki, Haki’nin az çalışmasından, amaç bağlılığından, onun eksikliğinden ileri gelmiyordu. Amaca -o koşullarda- ve çabaya hepimizden daha fazla bağlı ve katılan birisiydi. Ama objektif olarak eksiklik; örgüt yoktu; eksiklik, örgütün sürekliliği yoktu. Demek ki, benim bu şahadete yapabileceğim en büyük iyilik, hem örgütü yaratmak ve hem de onun sürekliliğini sağlamaktı. Haki, eylem yapmıştı. İlk dönemlerde bazı faşist yönelimlerini ve düşman hedeflerini bombalamayı aklına koymuştu ve bu da örgütün taktiğini sağlama almayı beraberinde getiriyordu. Dönem için yerine getirilmesi gereken bu görevleri esas aldık. Şehidin anısına karşılık verdik. Sonuç; çok önemli tarihi bir gelişme oldu.

Şehitlerin huzurunda başka tür eğilimin, huşu getirmenin ifadesi olamaz. Mutlak şehitleri doğru anlayıp bilmemiz gerekir. Benim en büyük endişem, bu yaşadığınız yüzeysellik, yine saygıdan uzak, oldukça hafif, yani yaşam, mücadele yaklaşımlarınız şehidin anısına en büyük kötülüktür. PKK’nin şehitler bilançosuna baktığımızda, hele onların çok yüce olan niteliklerini göz önüne getirdiğimizde, mevcut kişiliklerle anlaşmamız, sizi bu temelde layık bir şehit vasiyetçisi olarak değerlendirmek çok zordur. En temel bir sorunumuz; bu kadar kapsam kazanan şehitlerimize layık olmayı güvence altına almaktır. Hatta ben kendi eylemimi çoğunlukla geliştirirken, en temel birincil amacımın şehit vasiyetini güvenceye almak olduğunu çok iyi biliyorum.

Agit için hatırlıyorum, şahadetindeki temel eksiklik, o şahadette olası gerçekleşebilecek noksanlık neydi? Gerillalaşamama tehlikesiydi. Benim, anı değerlendirmesinde yaptığım tespit; en az ellişer kişilik gruplar halinde gerillayı Kürdistan dağlarında gezdirebilirsek, bu şehidin anısına en uygun karşılığı veririz dedik. Ve bir yıl geçmeden bu civarda gerillayı Kürdistan’da harekete geçirdik. Dikkat edin, 1986 baharındaki şahadete, 1987 Hareketimizin en önemli nedeni; şehidin anlamının, baharında bu kapsamda bir yürüyüşle karşılık verildi. onun vasiyetinin boşa gitmemesi için, örgüt sürekliliği- Bunu kendim için en büyük bir vicdan borcu olarak belni, savaş çizgisinin gelişilemiştim. Gerçekleştirdiğimmini, yenilmeyen partisini de de en önemli bir aşamayı Şehitlere bağlanmasını bilmeyenler, kesingerçekleştirmektir. Niçin? likle saygısız oldukları gibi, onlar asla saygıde- sağladığımıza inanmıştım. Çünkü şehit anısı dayatıcı ve gereklerinin mutlak ğer kişilikler haline gelemezler. Şehide, şehidine Ondan sonraki gerilla gelişhakkını vermeyenler, onların anısını esas alıp meleri, kesinlikle Agit’in anıyerine getirilmeyi emreder. Bu şuur bende birincildir. yaşamını düzenlemeyenler, parti gerçeğimizin sına amansız bağlılığın bir Bütün şuurların önündegereği olarak geliştiğini düde sağlıklı bir militanı haline gelemezler. dir. Hareketimi yönlendişünmelisiniz. O, çok önemli ren saik, etken diyorum. bir görevdi, çünkü gerilla eriÇünkü bunu temel hareket ettiren etken olarak düşü- mek üzereydi. Var olan gruplar her an dağılmakla karşı nemeyenlerin diğer değerlere saygıyla yaklaşacağını, karşıyaydılar. Tüm gücümüzü ortaya koymasaydık, Agit’in sağlıklı ve gerçekçi anlam vereceğini fazla olasılıklı anısı da hızla hafızalardan silinebilirdi. Ama yüklendik, görmüyorum. Çünkü şehitler en temel değerdir. Acaba yıl yıl yüklendik sonuç; işte gerillanın bu günkü düzeye bu gücünüz var mı? Şehitler için yaşamak, şehit için gelmesidir. Şehidin anısına sağlam bir karşılık vermenin çalışmak, şehit için başarmak; buna gücünüz var mı? ne kadar tarihi bir adıma yol açtığını bir kez daha gördük. Şehitlerin anısı ölümle yaşam arasındaki köprüdür Mazlum, Kemal ve Hayriler’in de anısına, işte bugün yine andığımız Ferhat Kurtaylar’ın anısına vereceğimiz karşılık; hareketimizin yine ülkeden kopukluğun önüne geçmek, hareketi Kürdistan’la birleştirmekti. Ve yurt dışı çalışmalarını bu anlamda olağanüstü bir çabayla ele aldık, yoğunlaştırdık. Ve aynı yıl, 1982’nin sonlarından itibaren partiyi taşırdık ve şunu söylemiştim; “bu şehitlerin anısı, ölümle yaşam arasındaki köprüdür. Üzerinden geçiyoruz, yaşama yöneliyoruz” dedik ve nitekim bunun da ne kadar tarihi bir dönüş olduğunu ve çok kalıcı bir iz bıraktığına herkes şahittir.

Şehit için ucuz ölmek, kesinlikle doğru olmadığı gibi, belki de büyük saygısızlıktır. Şehidin anısında ölmek değil, yaşamaktan, savaşmaktan ve mutlak başarmaktan bahsetmek daha doğru olur. Her şehidin içinde bir eksiklik vardır. Anıya bağlı olan, şehidin vasiyetini esas alan, aslında birincil planda o eksikliği gidermeyle görevlidir. Benzer bütün şehitlere baktığımızda, şehide böyle bağlılık daha sonraki kahramanca yürüyüşlerin ve zaferlerin bu nedene dayandığını görebiliyorum. PKK’nin şehitleri bu anlamda hem sayısal, hem de özelliksel olarak o kadar kapsamlıdırlar ki, belki de yaşam militanlarından daha fazladırlar, güçlüdürler, komutandırlar ve hatta kalanlar belki de onların silik bir gölgesi durumundadırlar. O halde silik bir gölge olmaktan çıkılmak isteniyorsa, şahadete götüren eksiklik neydi?

Dikkat edilirse, Önderlik gerçeğinde şehitlerin çok önemli bir yeri olduğu gibi, başarıyı belirleyen en temel bir neden de, bu konuda anıya bağlılığın gerekleri ola-

24


Özgür Halk

rak yapılan çalışmalardır. Sizler bu temelde kendinize yönelirseniz, en temel bir eksikliğiniz; mutlaka sorumlu tutulmanız gereken şehitlere karşı üzerinize düşen somut görevleri yeterince idrak edememeyi ve gereklerini yerine getirmemeyi esas aldınız. Hatta düşünün, bir çırpıda yürekten attığınız insanlar var, yanınızda gencecik insanlar şehit düşmüşler. Onların anısına karşılık vermeye gücünüz yok ve bu da sizin yenilginizdir. Şahadet çizgisinde muazzam bir aşınma var Düşünün, ölüme gönderiyorsunuz, ama hiç vicdanınız bile sızlamıyor. En önemlisi, onların kutsal bir amacı var, ne yapılması gerektiğini kendinize sorun yapmıyorsunuz, sonuç; savaş içinde değerlerin muazzam aşınması. Amaçtan uzaklaşma, çok çirkin kişiliklerin saflarımızda boy vermesi. En önemli neden demek ki, şahadet çizgisine hakkıyla bağlı olmamaktan kaynaklanıyor.

Mayıs 2015

ni, yaşamın bittiğini düşünmeyen bir özelliği vardır. Bu çok önemlidir. Siyasette, askerlikte, örgütte, her tür çalışmada ölümle yaşam arasındaki farkı ortadan kaldırmak, hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşandığını ve her zaman ölümle burun burunaymışız gibi yaşamayı esas aldın mı, şahadet çizgisinde yaşıyorsun demektir. Bu çalışmalar böyle yürüyor. Başka türlü, komutanlık çizgisinde seyretmek mümkün olmuyor. Burada hâlâ PKK’nin bazı vazgeçilmez yaşam biçimleri vardır. Onda seyretmedikçe iflah olunmaz. Düzenden aldığınız kişilik nedir? Düzenden aldığınız yaşam nedir? Bir hiçtir. Dolaysıyla kendinize bir sıçratma yapmak istiyorsanız, PKK olayındaki yaşam ve ölüm çizgisinin böyle birleştirilmesi ve aslında bir yerde ölümü mahkûm eden bir yaşam çizgisine sahip olunmasıdır. Bunun bazı gerekleri vardır. Eski, geri, uyduruk yaşam dürtülerini aşmak kadar, öyle basit korkularını da esas almamayı, bunları da yıkmayı emreder.

Bilmeniz gerekir ki, şehitlere yine bu temelde tüm yönleriyle anlam vermeli, en önemlisi de gereken anı çalışması ve savaşımını vermeden siz kurtulamazsınız. Asla vicdan muhasebesini yapmazsanız, vicdanınızı aklayamazsınız. Tabii değerli bir parti militanı da olamayacağınız için, etkili bir başarınız da olmayacaktır. O halde, bir kez daha sizlere, çok kabarık bir liste kadar, çok insani, ulusal, sınıfsal özellikleri olan bu şehitleri iliklerinize kadar tanımaya, anlamaya ve gereklerini; çalışma gereklerini, savaş gereklerini, başarı gereklerini mutlaka yerine getirmeye çağırıyorum. Bu şehitler günü, bir kez daha mücadeleci yaşamınızda şehitlere mutlaka hakkını verme sözünü yerine getirebileceğine dair, gerektiğinde kendini yeniden yaşama ve savaşa katarak sözlerinin gereklerini pratikleştirmeye çağırıyorum.

Bu da doğru cesaret ve onun yaşam ve savaşa yansımasına yol açar ki, en büyük kuvvet de bundan çıkar. Bu tabii, dediğim gibi ölümle burun buruna her an yaşamayı da gerektirdiği için, son derece dikkati, duyarlılığı gerekli kılar ve kör bir cesaretle ölüme yaklaşmayı asla kabul etmez. Aslında her an ölümle burun burunayız, şu ana kadar ölüm belki de herkese değmiştir. Ölümle burun buruna olmamıza rağmen, burnumdan bir damla kanı bile akıtmamıştır. Neden? Dikkat gücü, tedbir gücü çok yüksek olduğu için. Bu dünyanın en tehlikeli yaşayan kişisiyim. Fakat tehlikeler varsa, yakalayamadığı kişisiyim de. İşte bunun da PKK’nin başaran tarzıyla çok sıkı sıkıya bağlılığı vardır. Şimdi bu çok basit, küçücük yaşam veya ölüm, korku güdülerinizle bizim böyle gerçekleştirdiğimiz yaşam tarzını karıştırmayın ve kötüye de kullanmayın. Mümkünse mutlaka anlayın diyorum bunu, şehitler günü bunun için çok büyük bir fırsat. Size içtiğiniz sudan, teneffüs ettiğiniz havadan daha fazla böyle bir yaşam çizgisine ihtiyacınız vardır. Umarım anlarsınız. Anlasanız bu bile, sizin için çok sağlam bir yürüyüş, yaşam, savaş, başarı perspektifidir.

Biz, şehitlerin ölümle yaşam arasındaki farkı silen bir çizgide, aslında yaşıyor muyuz, ölüyor muyuz hiç belli olmadan gidiyoruz. Kısaca bizde, şehitlik çizgisinde yaşamla ölüm birleşmiştir veya ayrımı silinmiştir. Önderlik çalışma tarzı, ölümle yaşam arasındaki farkı kaldıran bir çalışma tarzıdır. PKK şehitliği kesinlikle bunu dayatır. Ölümden çok uzak bir yaşam olmadığı gibi, ölümde de yaşamın tükendiği-

25


Özgür Halk

Mayıs 2015

Ortadoğu Gerçeği ve Öcalan Önderliği İlk olmak sonraki gelişmeye damgasını vurmak; sonradan gelenlerin bu beşikten geçmeleri, buranın değerleriyle beslenmeleri, öğrenmeleri, kişilik kazanmaları demektir. İlk olmak aynı zamanda kök hücre olmaktır, kök hücre olarak uygarlığa damgasını vurmaktır, insanlığın temellerinde yer almak ve insanlığı kendisinden başlatmaktır. Anaç toprak olma gerçeği işte budur. Ali Haydar Kaytan Tarihte uygarlıklar doğuran anaç toprak olarak bilinen Ortadoğu, bugün kendi yarattığı ve tüm insanlığa mal ettiği temel değerlere en fazla ters düşen ve kendine yabancılaşmış bir alan durumundadır. Bu ters düşme ve yabancılaşma dünün sorunu değildir; neredeyse sekiz yüz yıldır yaşadığı durum budur. Bugün durmak nedir bilmeyen bir savaş ve şiddet uygulaması, önüne geçilemeyen salgın bir hastalık gibi zaten iyice çölleşmiş olan bu bölgeyi alabildiğine kasıp kavuruyor. Çölleşme sadece coğrafi planda karşımıza çıkan bir manzara değildir. Bundan daha ürkütücü bir çölleşme bölge insanının beyninde ve yüreğinde yaşanıyor. En tehlikeli çöl görüntüsü, bu insanın anlam ve duygu dünyasında sergilediği görüntüdür. Dışarıdaki çöl aslında bölge insanının iç dünyasındaki bu çölleşmenin bir yansıması oluyor. Çölleşme sadece doğanın canlılığını anlatan özelliklerin kaybedilmesi anlamına gelmiyor, bunun yanı sıra hayatın katledilmesini de ifade ediyor. Ortadoğu insanının günlük yaşam gerçekliği de bunu doğruluyor. Kardeş kendi kardeşinin gırtlağını sıkıyor. Aynı dinin mensupları birbirlerinin camilerini havaya uçuruyorlar. İbadet ve alışveriş yerleri toplu kıyımlara en uygun yerler olarak seçilip katliam alanlarına dönüştürülüyor. İşgal kuvvetlerine karşı direnme gücünü gösteremeyen bölge insanı, bu çözümsüz ruh hali içinde öfkesi ve nefretini yanındakinin üzerine kusup kendi soydaşlarını katlediyor. Daha çok kan dökmek, adeta yaşadığını kanıtlamanın bir yöntemi halini almış bulunuyor.

değerlerinden kopuşları son safhasındadır. Neredeyse hepsinin bulunduğu yer karanlık uçurumun dibidir, yani görünen dünyanın cehennemidir. Düşenler, geçmişten ve onun kutsal değerlerinden kopmuş olmakla işledikleri günahların kefareti olarak, dindeki cehennemi adeta bu dünyaya taşımışlardır. Batarken dibe vurmak denilen durum işte budur. Bu dip noktadan öteye düşecekleri bir yer yoktur. 12. yüzyıldan itibaren içine girilen durgunluk ve gerileme süreci bölge insanını yaşamın dışına savurmuştur. Sekiz yüz yıla yaklaşan bu süreç cüce kişilikler ortaya çıkarmıştır. Üstte yer alan melik, sultan, kral, devlet başkanı gibi kişilikler, geçmişin nemrutları ve firavunlarına özenseler de, her biri onların kudretinin binde birini bile gösteremeyecek kadar zavallıdır. Bu anlamda cücelik sadece alttakilerin değil, belki de onlardan daha fazla bu kesimlerin bir gerçeğidir. Sınıflı anlamda bile olsa, bu mukallitlerin uygarlığa kattıkları hiçbir şey yoktur. Geçmişin tüm maddi ve manevi değerleri üzerinde kof varlıklarını sürdürmek ve tüketerek bu dünyayı kirletmek hepsinin ortak meşgalesidir. Ortadoğu’nun bu gerileyişi ve giderek düşüşü, bir başka gücün –kapitalist Batı uygarlığının- doğuşu ve yükselişi oldu. Ortadoğu’nun bu gerileyişini de fırsat bilen Avrupa kendini dünyanın merkezi saymaya başladı. Kendini merkez gören bu duruşundan hareket ederek dünyayı kendince yeniden tanımlamaya çalıştı. ‘Doğu’ olmak, öncelikle Avrupa’ya göre ‘doğu’ olmaktı. Coğrafi açıdan bakıldığında bile Doğu’nun kapsamı oldukça genişti; bu anlamda Avrupa’ya bir ‘yakın’, bir de ‘uzak’ olan bir ‘Doğu’ vardı. Ortadoğu bu ikisinin arasında yer alıyordu. Halk deyişiyle dünün ağzı hala süt kokan çocuğu olan Avrupa uygarlığı, değerleriyle beslendiği uygarlığın bu ana topraklarına isim babalığı yapacak kadar benmerkezci davranıyordu. Halk Önderi Önder Apo’un Ortadoğu’nun ‘son aslan kükremesi’ dediği İslamiyet’e ihanetle birlikte ortaya çıkan güçsüzlük, Avrupa’nın bu pervasızlığı sergilemesinin önemli bir etkeniydi. 12. yüzyılda içine girilen gerilemeden sonra bölgede yeni bir güç odağı olarak sahneye çıkan ve 16. yüzyıldan başlayarak nerdeyse tüm bölgeyi denetimi altına alan Türk egemenliğinin bu gerilemeyi durduracak erdem ve

Ortadoğu insanlığın ve uygarlığın beşiğidir Bu kanlı dehşet tablosu sanki kör dövüşü denilen kavga biçiminin ne olduğunu bütün dünyaya göstermek ister gibidir. Burada aslında birbirine düşman taraflar arasında bir mücadele yoktur. Okyanusun ötesinden gelip bölgenin kaderine hükmetmek isteyen bir işgalci güç var olsa da, buna karşı anlamlı ve sonuç alıcı bir mücadele yürütülmüyor. Öyle olsa, kimsenin bu içerikteki bir mücadeleye diyeceği bir şey olamaz. Oysa ortada kavga sınırlarını aşmayan bir durum var. Bu kavga, düşmüş olanların bulundukları uçurumun dibinde nasıl birbirlerine girdiklerini ortaya koymanın ötesine geçemiyor. Düşmüş olanların bölgenin tarihsel ve kültürel

26


Özgür Halk yetenekleri yoktu. Temsili iddiasında bulundukları İslamiyet, bu güçler için talanlara imkân veren ve ganimet getiren bir yayılma aracı olmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyordu. Osmanlı-Türk egemenliği, en iyi durumda, gelişen ve yayılan Batı kapitalizminin Ortadoğu’ya girişini geciktirerek, toprağa verilen İslamiyet’in mezar bekçiliğini yaptı. Osmanlıların çöküşü ise bölgeyi tümüyle kapitalist Batı sisteminin nüfuz alanı içine çekti. Kapitalist Avrupa’nın egemenliği, çıkarları doğrultusunda bölgeyi yeni bir politik düzenlemeye tabi tutma ve Osmanlılardan boşalan topraklarda bir sürü devlet ortaya çıkarmanın ötesine geçmedi. Daha doğrusu, kültürel düzeyde bölgeye istediği gibi nüfuz etmeyi başaramadı; ortadaki mevcut geriliğe modern bir cila çekmekle yetinmek zorunda kaldı. Batının bu bölgede çok sayıda yeni devleti ortaya çıkarması yalnızca ‘böl-yönet’ politikasının bir sonucu değildi. Devletleşme aslında kapitalist gelişme ve genişlemenin genel eğilimi oldu. En etkili sömürü böylesi bir devlet çerçevesinin içinde yapılabileceği için sistem buna başvurdu. Sanıldığının aksine, sistem olarak kapitalizmin az değil çok sayıda devlete ihtiyacı vardır. Sadece dahili (egemen) devlet değil, sömürge tarzındaki devlet olsa bile bu yine böyledir. Yirmi iki Arap devleti Arap halkının ihtiyaçlarının değil bu sistemin çıkarlarının bir ürünüdür. Daha kolay yönetme istemi ve buna bağlı olarak parçalara ayırma, devlet çokluğunun asli değil tali nedenidir. Yüzyılın ilk çeyreğindeki bu parçalama sırasında devletleşme Arap şeyhleri ve aşiret şeflerinin payına düşerken, Kürtlere varlıklarını inkâr ederek kültürel soykırıma uğratma layık görüldü. Kültürel soykırım ve onun en etkili unsuru olan asimilasyon bu sürece kadar Ortadoğu gerçekliğine yabancıydı. Bölgenin Avrupa kapitalizminin nüfuz alanına katılmasıyla birlikte, asimilasyon da yerli egemen güçlerin cephaneliğinde yer alan kirli silahlarına dahil edildi.

Mayıs 2015

Ortadoğu’da hala dışsal bir olgudur. Kapitalist modern yaşam tarzına ilgi gençliğin belli bir kesimiyle sınırlıdır; bunlarda bile bu yaşam tarzını özümseme değil onu taklit etme vardır. Verili koşullardaki yaşamından daha ileri olmasına ve belki de ondan daha hayırlı bir seçenek sunmasına rağmen, bölge insanı bu yaşam tarzına ilgi duymamaktadır. Bunun nedeni onu çok iyi çözmüş olmaları ve ondaki bireyciliğin tehlikesini fark etmeleri değildir. Yani dışardan bakıp kısa bir süre için de olsa aldandıkları ve ardından içindeki derin çürümüşlüğü görüp benimsemekten vazgeçtikleri söylenemez. Daha başından itibaren bu yaşam tarzına karşı tavırları ret şeklindedir. Şerbet bile olsa Ortadoğu toplumu onu içmeyecektir. Yüzeysel bir yaklaşımla bunun nedenlerini güncel gerçekliğin içinde aramaya kalkmak boşuna bir çabadır. Asıl neden tarihin kendisindedir, bölgenin tarihsel toplumsal gerçekliğindedir. Burada direnen özünde tarihtir, toplumsal gerçekliktir, köklü uygarlık değerleridir, bölgenin engin kültür birikimidir, geleneğin büyük gücüdür. Geçmişin gücünü küçümseme ve onu ölü bir şeymiş

gibi görmenin bedeli çok ağır olabilir. Onun içindir ki, geçmiş kesinlikle kendisinden kurtulmamız gereken bir ölü ağırlığı yerine konulamaz. Bir yazarın deyişiyle, geçmiş asla ölü değildir, hatta geçmiş bile değildir. Biz kendisini bir ceset yerine koyup ondan koptuğumuzu sansak da o bizimle birliktedir ve hükmünü icra etmeyi sürdürür. Benmerkezcilik gerçeğe objektif bakmayı önler ve geçmişten kopmadıkça benmerkezcilik gelişmez. Aynı şey Batı uygarlığı için de geçerlidir. Sömürgeci zihniyetin koşullandırdığı oryantalist bakış açısıyla bölgeyi ele alan ve aşağılayıcı bir tutum takınan Batı uygarlığı bunun bedelini kötü ödemektedir. Çoktan mezara yatırılmış İslamiyet’in cesedi bile aynı Batının korkulu düşler görmesine yetebilmektedir.

Her yeni uygarlığın yayılması esas olarak bir kültürel yayılma şeklinde işler. Bu anlamda kapitalist uygarlık dünyanın başka yerlerinde çeşitli topluluklar ve bireyleri kendine çekerken fazla zorlanmadı. Hatta kapitalizme karşı alternatif olarak ortaya çıkan reel sosyalizm bile bu iddiasını ancak yetmiş yıl sürdürebildi; ardından çözülüp sisteme katıldı. Reel sosyalizmin sözde özgürlük ve eşitlik ideallerine bağladığı insanlar birkaç gün içinde tüketim toplumunun uyumlu bireylerine dönüştüler. Sistem sadece ekonomik olarak değil, kültürel değerleri ve yaşam tarzıyla da dünyanın hemen her yerinde kendini içselleştirdi. Buna karşılık kapitalizm günümüzde bile

Önder Apo’un o mükemmel belirlemesini hatırlayalım: “Tarih, başlangıcında gizlidir. Başlangıcını çözemeyen-

27


Özgür Halk lerin tarih bilgisi, tüm felaketlerin nedeni olan cehaletin de temelidir.” Ortadoğu insanlığın ve uygarlığın beşiğidir. Beşiklik öyle yabana atılacak bir kavram değildir. Beşik denildiğinde bazılarının aklına ağlayıp mama isteyen çocuklar gelebilir. Oysa genelde insanlık için beşik durumu çok daha farklı bir şeydir. Beşiklik dönemi bütün ilklerin gerçekleştirilme dönemidir. Tüm insanlık açısından bakıldığında ilk dilin konuşulduğu, dille bağ içerisinde ilk düşüncenin geliştirildiği, ilk yürüyüşün yapıldığı, doğa ve toplumun ilk tanınmaya başlandığı dönemdir. “Tüm saflığıyla, ezmeden, sömürmeden, hırsızlık yapmadan ve sadece emeğe dayanarak yaşamın tanındığı ve böylesine oluştuğu bir dönemdir. Coğrafyamızda tarihin böyle başladığı, özünün bu olduğu kesindir.” İlk olmak demek sonraki gelişmeye damgasını vurmak demektir; sonradan gelenlerin bu beşikten geçmeleri, buranın değerleriyle beslenmeleri, buradan öğrenmeleri, burada kişilik kazanmaları demektir. İlk olmak aynı zamanda kök hücre olmaktır, kök hücre olarak uygarlığa damgasını vurmaktır, insanlığın temellerinde yer almak ve insanlığı kendisinden başlatmaktır. Anaç toprak olma gerçeği işte budur. Dünün yeni yetme çocukları belki bu gerçeği inkâr edebilir, ama bu inkârcılık gerçeğin özünü değiştiremez. Ortadoğu’da direnen, işte bu her şeyin ilkinin anayurdu olmasıdır.

Mayıs 2015

dan hazır değerler üzerinde yaşamayı, işgal edip yağma yapmayı, bunun için de savaşa ve şiddete başvurup boyun eğdirmeyi sanat haline getiren yeni bir toplumun temsilcileridir. Bu yeni toplum baskıcı ve sömürücü bir toplumdur. Bu karakteriyle kutsallıkla özdeş olan doğal toplumun karşıtıdır ve bu anlamda laneti temsil etmektedir. Doğal toplumda kutsallık dışarıda bir yerlerde değildir, toplumun içindedir. Toplumun tümüyle barışçıl bir karaktere sahip üretim faaliyeti ve insanlığın bununla varlığını sürdürmesi kutsallıkla özdeştir. Lanet ise dışardan gelip yaratılan değerlere el koymanın, bu değerlerin sahiplerini köleleştirmenin ve üzerlerinde zora dayalı bir sistem kurmanın adıdır. Lanetin temsilcileri egemenlikleri altına aldıkları toplulukları itaatkâr kölelere dönüştürmek için onları kendilerinin tanrısallığına inandırmaya çalışmışlardır. İnsandan tanrı olamayacağını haykıran Hz. İbrahim’in eylemi bu nedenle çok büyük anlam taşımaktadır. Hz. İbrahim’in eyleminin özgürleştirici karakteri oldukça nettir. Yücelttiği ve yeniden yaşama damgasını vurmasını istediği değerler doğal toplumun değerleridir; onun özgürlükçü, eşitlikçi ve adalete dayanan yaşam tarzıdır.

Hz. İbrahim’le birlikte Ortadoğu tarihinde oldukça belirgin bir çizgi haline gelen peygamberlik geleneği özünde bir önderlik tarzıdır. Bunun bir alt basamağı ise bilgeliktir. Toplumun bunlara bağlılığı büyüktür. PeygamberÖnder Apo bu toprakların çocuğudur. Doğum yeri, in- ler ve bilgeler bölgede gelişen sosyal mücadelelere sanın üzerinde kesintisiz olarak yüz binlerce yıl yaşadı- damgalarını vurmuş seçkin kişiliklerdir. Lanetle özdeş ğı coğrafyanın merkezinde bulunan Urfa’dır. Dünyanın saydıkları devletçi toplum sistemine ve onun yaşam ve hatta bölgemizin başka tarzına karşı mücadele alanlarında buzul ve kuraketmek eylemlerinin özüne lık dönemleri buraları insan- Yanlış olan karşısında doğru olduğu için yanlış- damgasını vurmuştur. Peysızlaştırmıştır. Oysa Urfa ve ve bilge insanlığın tır. Kendisini mahkûm edecek doğrumuz yoksa gamber çevresi için böyle bir durum yanındadır, devletçi topsöz konusu değildir. Urfa o zaman neye yanlış diyeceğiz, seçimimizi neye lumun aşağıladığı insanı göre yapacağız, ahlaki varlıklar olduğumuzu gerçek yerine oturtmanın aynı zamanda toprağın ilk tarıma açılmasını, insan kavgasını verir. İnsaninasıl ispat edeceğiz? emeğinin ilk değerleri yayet içine büyük değerler ratmasını, hayvanın ilk kez sığdırılan bir kavramdır. evcilleştirilmesini, ilk defa yerleşik yaşama geçilme- Batıda bunun karşılığı hümanizmdir. Hümanizm ortasini sağlayan neolitik devrimin de merkezidir. Neolitik çağın hiçleştirdiği insanın kendine gelmesi, insanın devrim bir tarım ve köy devrimidir. Urfa ‘Kutsal Şehir’ iyiyi, doğruyu ve güzeli bulup temsil edecek bir varlık olarak bilinir ve kutsallıkta bölgenin öteki iki önemli olduğunun farkına varılması ve insan yaşamının böyşehri olan Kudüs ve Mekke’den önce gelir. Kutsallığın lece değer kazanması olarak tanımlanmaktadır. Oysa kaynağında insan emeği ve bu emekle gerçekleşen Ortadoğu Batının Rönesans’la hümanizme sarılmaya değer üretimi vardır. Tarım yapma, hayvan evcilleştir- başlamasından çok önceleri insaniyeti esas almıştır. me ve evcil düzen kurma bir kadın faaliyetidir, doğuşu Bütün peygamberler ve bilgeler insanın insanı kullaşböyledir. Amaç ürün elde etmek ve bu ürünle insanın tırması sistemine karşı insaniyeti esas almanın çağrıkendi neslini güven içinde sürdürmesini sağlamaktır. cılarıdır. Onların insaniyete yükledikleri anlam belki de Bu yönüyle barışçıl, savaşa ve şiddete yer vermeyen, Rönesans öncülerinin hümanizme biçtikleri anlamdan baskı ve sömürü tanımayan bir faaliyettir. Neolitik kül- çok daha derin ve yoğun bir içerik taşımaktadır. Kutsaltür aynı yerde aralıksız olarak sekiz bin yıl yaşanmış, lık da lanet de insanın gerçekliğiyle ilgilidir. Peygamözellikle Kürt toplumunu genlerine kadar etkilemiştir. berlik ve bilgelik devletçi toplum sisteminin lanetine karşı kutsal insanlığın savunulmasını ifade etmektedir. Peygamberlik geleneğinde bir dönüm noktası olan, Arap ve Yahudi halklarının ortak atası sayılan Hz. İbrahim de Önder Apo, geriye dönüp bütün yaşam pratiğini sorUrfalıdır. Hz. İbrahim’in en belirgin özelliği, Nemrut’a kar- guladığında, kendi yaşamına damgasını vuran esas şı isyan bayrağını kaldırmış olmasıdır. Nemrut, yöreye gerçekliğin peygamberlik geleneği olduğunu söyledi. hükmeden tanrı-kralların unvanıdır. Nemrutlar çalışma- Kendisini ve önderlik ettiği PKK Hareketini peygam-

28


Özgür Halk berlik geleneğinin güncelleşmiş ve onun çağa uyarlanmış bir biçimi olduğunu belirtti. “PKK çağdaş bir İbrahimî harekettir” dedi. Bu anlamda onun Doğulu bir öz taşıdığını vurguladı. Elbette bunlar önemli belirlemelerdir. Dile getirildiği koşullar dikkate alındığında, bunlar Batıya karşı Doğunun, Batı uygarlığına karşı Doğu uyarlığının savunulmasıdır. Kuşkusuz Önder Apo kendisini peygamberce addetmiyor, ama o yüceliklerden haber vermeyi de insanlığa karşı görevi sayıyor. O gelenekle yeniden bağ kuruyor, özünü anlamaya ve bugüne taşımaya çalışıyor. Köksüzlüğe düşmemenin ve gerçeklikten kopmamanın yolunu burada görüyor.

Mayıs 2015

ğildir. Peygamberlik ve bilgelik geleneği bize bu konuda da anlamlı örnekler sunmaktadır. Kuşkusuz burada yaşamdan kopuştan söz edilemez. Tersine aralıksız bir biçimde peşinde koştuğu şey anlamlı bir yaşamdır. Evren, doğa ve insanlık doğru tanınmadıkça yaşamın doğru tanımlanması da mümkün olmayacaktır. Bunun içindir ki, onun gerçekliği arayış yürüyüşü tüm insanlık ve gerisindeki evren üzerinde başlayıp sonuca giden bir yürüyüştür. Çocukluk yıllarındaki arayışı da yine bu temeldedir. Başlangıcını bilmeden gerçeği tanımlayamayız. Dolayısıyla her gerçekliği arayış yürüyüşü, başa dönmeyi ve temel özellikleri orada bulmayı esas alan bir yürüyüş olmak durumundadır. Kapitalist devletçi sistemin insanlığa en büyük kötülüğü geçmişi yok sayması ve insanlığın gelişimini adeta kendisiyle başlatması oldu. Bu sisteme göre, kendisinden öncesi, ilkel insanlık dönemiydi. Bundan kopuşun sağlanması ölçüsünde modern insana ulaşılabilirdi. Bu yaklaşımın insanlığı ve özellikle Batı

Kürt halkı tükenişin eşiğine getirilmişti Önder Apo’un çocukluğu, kendini tanımaya başlar başlamaz arayış içinde geçen bir çocukluktur. O dönemin Kürdistan koşulları her bakımdan insanca bir yaşamın inkârını ifade eden koşullardır. Kürt olgusu ve Kürdistan gerçekliği yok sayılmaktadır. TC Devleti şahsında anadil yasağına kadar vardırılan uygulamalar içeren hayvanlaştırıcı bir sömürgeci egemenlik sistemi yürürlüktedir. Kültürel soykırım önemli ölçüde sonuca götürülmek üzeredir. İlk ve en büyük insanlık devrimi olan neolitik devrimi gerçekleştiren kültürün toplumsal dokusunun ayakta kalan en eski halkı olan Kürt halkı tükenişin eşiğine getirilmiştir. Kürt gerçekliğinde yaşam ihanete uğramıştır ve mevcut haliyle yaşanabilir olmaktan uzaktır. Elbette bu koşullar arayışa yöneltecektir. İçine sığdırdığı doğruları olmayan bir yaşamın değeri yoktur. Daha iyi bir yaşam da ancak bu doğruların bulunması ve yaşama yedirilmesiyle mümkün olacaktır. Dolayısıyla içine girilen arayış gerçeğin ve doğrunun arayışıdır.

insanını getirdiği nokta ise, geçmişten dünü gelecekten ise yarını anlayan, güncelliğin körleştiren ve cehalete mahkûm eden dar sınırlarına hapsolmuş, ne kadar çok tüketirse o kadar iyi yaşadığına inanan köksüz varlıklar ortaya çıkarmak oldu. Bu açıdan Batı sistemi bir köksüz insanlar sistemidir. Oysa Batılı düşünürler de bir zamanlar kapitalizmin bu özelliğine dikkat çekmişlerdi. Örneğin Tocqueville, “Geçmiş geleceği aydınlatmaya son verdiği için insan aklı karanlıkta yolunu kaybediyor” diyordu. Geçmiş her şeye ilişkin bilgimizin ve bilincimizin kaynağıdır. Geçmişimiz tarihsel belleğimizdir. Geçmişten kopmak belleğin silinmesi denilen durumu ortaya çıkarır. Elimizde yolumuzu aydınlatan bilincin bu kaynağı olmadan geleceği nasıl kurabiliriz, nasıl ve neye göre daha iyi bir gelecek tasarlayıp bunun mücadelesini verebiliriz? Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.

Önder Apo’un çocukluk döneminde Kürdistan’da hala feodalizmin etkileri güçlü olsa da, feodal yaşam tarzı aşılma sürecindedir. Henüz egemen duruma geçmese de, gelişen esas olarak kapitalist modern yaşam tarzıdır. Ancak her iki yaşam biçimi de onun kişiliğinde kendisine yer bulamamıştır. Deyim yerindeyse o bu dünyanın insanı değildir; belki de daha önemlisi hiçbir zaman bu dünyanın insanı olmayacak ve başkaları gibi yaşamayacaktır. Hayata asla ihanet etmeyecek, doğrulardan kopmuş verili yaşam tarzına bulaşmayacaktır. Alternatifini yaratabilirse yaşayacak, yoksa soyut yaşamayı tercih edecektir. Bu bir anlamda takva sahibi bir mümin gibi, bir derviş gibi yaşamaktır; yani maddi gerçekliğe değil, anlamın ve hissin gücüne dayanarak yaşamaktır. Ortadoğu tarihinde bu tarz bir yaşamın soylu örnekleri az de-

Yine doğru bir insan tanımına ulaşmadan insanca yaşadığımızı söyleyebilir miyiz? Peki, insan kimdir? Irak’ı

29


Özgür Halk işgal ederek bölgemizi yeniden şekillendirmeye çalışanlar bu eylemi insanlık adına yaptıklarını söylüyor; kendilerini insan kimdir sorusunun cevabı olarak görüp esas almamızı istiyorlar. Gerçekten öyle midir, insan kimdir sorusunun cevabı sahiden de George Bush mudur? İnsan olmak uçaklardan atılan tonlarca bombayla nice ocakları söndürmek midir? İşgalcilere güçleri yetmeyip birbirlerini boğazlayan bazıları ise tersini iddia ediyor, aynı sorunun cevabı olarak kendilerini işaret ediyorlar. Buna göre insan tanımını karşılıklı olarak birbirlerinin camilerini bile bombalamakta bir sakınca görmeyen bu insanlarda mı bulacağız? İnsanca eylemde bulunmak bu mudur? Ya da insan olmak kameralar karşısında tavuk keser gibi insan kesmek midir? İsa ve Muhammed böyle mi buyurdular? Onlar kendilerini izleyenlere böyle yaşamalısınız mı dediler? Belki aynı soruyu kendimize de sormamız, kendimizi de buna göre yar-

Mayıs 2015

bugünkü insanı değil, uygarlık sisteminin horladığı ilkel insanı çıkış noktası olarak ele almamız en doğrusudur.

Büyüyüp ayakları üzerinde duracak yaşa geldiğinde anasını inkâr eden hayırsız evlada benzeyen Batı uygarlığı da kesinlikle Ortadoğu’dan beslendi. Bunun en çarpıcı kanıtı Batı kültürünün en başta gelen unsurlarından biri olan Hıristiyanlıktır. Hıristiyanlık olmasaydı, acaba gerçek anlamda bir Batı kültüründen söz edilebilir miydi? Peki, Hıristiyanlığın kökleri nerededir, Hz. İsa nerelidir? Aynı şey Rönesans için de geçerlidir. Rönesans neyin ‘yeniden doğuş’udur? Avrupa Haçlı Seferleriyle Ortadoğu’da karşılaştığı zengin kültür ve bilgi birikimini alıp götürmeseydi ‘yeniden doğuş’ olabilir miydi? Sonuçlarına ilgisiz kalsak da ya da cehaletin temsilcileri bize yabancı olduğunu söyleseler de Rönesans bizimdir; bizim coğrafyamızdan çıkan ve sonradan bir yerde kaybolmuş görünen ırmağın bir Kadın özgürlüğü bütün özgürlüklerin temelidir. Aynı anlamda başka yerde üste çıkmasıdır. Bize düşen görev, kendi çıkarlarını cekadının düşürülmüşlüğü erkeğin düşürülmüşlüğüdür. haletin devamında gören çevrelerin Ortadoğu’nun güçsüzlüğü, çaresizliği ve çözümsüzlüğünün telkinlerine aldırmadan Rönesans’a altında kadının korkunç güçsüzlüğü, çaresizliği ve sahip çıkmak ve onun ruhunu kendi gerçeğimizde yeniden canlandırçözümsüzlüğü yatmaktadır. maktır. Başka bir deyişle inkârcılığa da sapmadan, ama taklide de gılamamız gerekir? Sahiden ne kadar insanız, ahlaki düşmeden bu Rönesans’ın ruhunu almak ve Ortadoğu varlıklar olarak ne kadar doğrunun peşinden gidiyoruz? gerçekliğinde bir ‘yeniden doğuşu’ gerçekleştirmektir. Ortada gönül rahatlığıyla budur diyebileceğimiz bir doğru yoksa nasıl ahlaklı insanlar olduğumuzu iddia edebi- İnsanlığın kökeni Mezopotamya’dadır liriz? Yanlış olan karşısında doğru olduğu için yanlıştır. Önder Apo sayesinde artık çok iyi biliyoruz: İnsanlığın Kendisini mahkûm edecek doğrumuz yoksa o zaman kökleri bizdedir, bizim coğrafyamızdadır. İnsanlık tarihineye yanlış diyeceğiz, seçimimizi neye göre yapaca- nin ilk gerçek bilimsel teknik devrimi olan neolitik devrim ğız, ahlaki varlıklar olduğumuzu nasıl ispat edeceğiz? Ortadoğu insanının eseridir. Yani uygarlığın gelişmesini mümkün kılan bütün buluşlar bize aittir. Devletçi Önder Apo, kendini bilmenin bütün bilmelerin teme- uygarlık sisteminin insanı köleleştiren ve hayvandan li olduğunu söyledi. Biz insanız diyoruz ve kendimizi beter muameleye tabi tutan karakterine karşı insanın bilmemizin insanı bilmemiz demek olduğunun farkın- eşref-i mahlûkat olduğunu haykıran peygamberler bizdayız. Bu durumda aynı can alıcı soru yine kendisini dendir. Bütün tek tanrılı dinler ve peygamberleri Ortaısrarla dayatmaktadır. Moderniteye denk düşen kapi- doğuludur. İnsanlığın kutsal ağacı bizdedir, başkaları talist uygarlık, insanı kendi başlangıcından oldukça onun dallarıdır. Eşitlikçi ve özgürlükçü düşüncelerin uzaklaştırdı. Zaten tüm uygarlıkların ortak özelliği, her kökleri bizdedir; bizim kabilelerimiz, aşiretlerimiz ve birinin kendisini insanlığın ilk ve son sözüymüş gibi yan- halklarımızın devletçi uygarlık sistemine karşı duruşu sıtması oldu. Bu durum insanı geçmişinden kopardığı ve direnişinin net diye tanımladıkları durumun kendisi gibi gelecekten de uzak tuttu. Kaldı ki, her başlangıç olmasa bile bir parçası da budur. Batı uygarlığında laher zaman ‘ilk’ olması anlamında ‘ilkel’ bir durumu ifade net kavramı insanlar için fazlaca bir anlam ifade etmez. eder. Örneğin köklerini toprağın derinliklerine salmaya Ancak bölgemiz için lanetin ifade ettiği anlam ürkütübaşlamış bir fidan ilkeldir. Buna karşılık birkaç yüzyıl- cüdür. Çünkü kutsal denilen her şeyin kaynağında biz lık bir çınar kalınlaşmış gövdesiyle çok daha heybetli varız. Lanet kutsal olan her şeyin tersidir, kutsal olandan görünür ve ilkellik dönemini geride bırakmıştır. Fidan uzaklaşma ve ona yabancılaşmadır. Dinimiz insanı her göründüğü gibidir, tüm özellikleriyle hayat kokar ve her zaman doğru yoldan sapmaya karşı uyardı. İnsan güşeyiyle büyümeye aday olduğunu göstermek ister gibi nah işlemeye ya da günümüzün diliyle söylersek hata durur. Yaşlı çınar için aynı şeyi söyleyemeyiz. Dışardan yapmaya uygun yaradılıştadır. Hayat doğumla başlayıp heybetli görünüşüyle sağlam olduğunu sandığımız çı- ölümle başka bir biçim alan bir yolculuksa, bu yolda nar içerden çürümeyi yaşayabilir. ‘İlkellik’ ile uygarlık her zaman hata olacaktır. Günah ya da hataya karşı arasındaki farklılık da biraz böyledir. Önder Apo, eğer çözüm tövbe ya da özeleştiridir. İnsan hiç günah işleilkel insanla bugünkü insan arasında büyük bir farklılık mediği ya da hata yapmadığı için değil, günah işlediği varsa, daha insan hangisidir sorusuna cevabımız ilkel ya da hata yaptığı halde tövbe ettiği ya da özeleştiri yainsan olmalıdır dedi. Dolayısıyla insan tanımımızda parak hatalarını düzeltmesini bildiği için eşref-i mahlû-

30


Özgür Halk

kattır. İnsanı günah veya hatadan münezzeh saymanın kendisi en büyük günah veya hatadır. Dinin de, bilimin de, peygamberlerin de, bilgelerin de söyledikleri budur.

Mayıs 2015

bilimle gerçeğin yakalanabileceğini sanmak büyük bir yanılgıdır. Örneğin mitolojinin dilini çözmek birçok tarihsel toplumsal gerçeği anlamamıza hizmet edecektir. Önder Apo, insanlık tarihi boyunca yaşanan mitolojilerde toplulukların birbirlerinin haklarına saygı göstererek ve dayanışmayı esas alarak yarattıkları gönüllü birliktir. Ortadoğu’nun son derece zengin etnik yapısı demokrasinin gelişimi önünde engel değil, tersine demokrasiyi güçlü kılacak en temel unsurdur. En güçlü demokrasi Batıdaki bireye dayalı demokrasi değil, Ortadoğu’nun bu gruba dayalı demokrasisi olacaktır. Demokrasi öncelikle örgütlenmeyi ve örgütlü eylemde bulunmayı gerektirir. Toplumun örgütsüz olduğu yerde demokrasi de yoktur. Orada kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın sadece devlet ve onun egemenliği vardır. Devlet ve onun dönemsel hali olarak iktidar ise baskı ve sömürü demektir. Sorunlarımız için çözümü devletten beklemek, kendimizi sonsuza kadar çözümsüzlüğe mahkûm kılmaktır. Bu anlamda demokrasi halkın çözümü devletin dışında araması, başka bir deyişle çözümü kendisinde bulmasıdır.

Bir kez daha vurgulamak gerekir: Lanet, kutsallığın uzağına düşmek, ona yabancılaşmak, bizim olan ve bize miras bırakılan değerlerden kopmaktır. Bizler bunu yaşadık ve hala yaşıyoruz. Burada kutsallıktan kasıt sadece İslamiyet’in gerçek özü değildir, onun da içinde yer aldığı bütün bir gelenektir, bir bütün olarak geçmişimizdir, kendi tarihimizdir. Önder Apo “Tarih ve gelenek neyse, günümüz ve gelecek de odur” dedi. Tarihe ve geleneğe ilişkin bilincimizin zayıflığı, hatta zayıflığın da ötesinde yokluğu bugünümüzü tam bir kaosa çevirdiği gibi geleceğe yönelik hayallerimizi de kuruttu. Kendimizi gerçeğin bu olduğuna inandırdık ve buna kader adını verdik. Kendi zaaflarımızın ve zayıflıklarımızın eseri olan bugünkü durumumuzu ilahı varlığın takdiri ve kaderin tecellisi saydık. Oysa akıl sahibi olan ve hisseden varlıklar olarak doğru ile yanlışı birbirinden ayırma ve yanlışı reddederken doğruyu hâkim kılma özgürlüğümüz vardı. Ancak bakmasını bilmeyince doğru ile yanlış bizde birbirine karıştı. Gerçeği bulmak ve onun doğrularıyla yaşamak aklımızın almadığı bir iş haline geldi. Duygularımız köreldi, büyük insan ve insanlık aşkımız kendimize ve insanlığa duyduğumuz nefrete dönüştü.

Yeni toplumumuzun en önemli bir karakter özelliği de ekolojik toplum olmasıdır. Ekoloji sadece çevre değil, doğayla insanın özlü ilişkisidir. Eşref-i mahlûkat dediğimiz insan Tanrının en değerli lütfu olan ve evrende bir benzeri daha bulunmayan bir gezegende yaşamaktadır. Havasıyla, suyuyla, toprağıyla, bitki örtüsüyle, hayvanlarıyla, atmosferiyle, kısacası doğasıyla bu gezegen de tıpkı insan gibi canlıdır ve sayısız canlıyı besleyip barındırmaktadır. Tabiat ana canlı her varlığın anasıdır; onun gibi doğuran, besleyen, koruyup esirgeyen muhteşem bir güçtür. Biz Ortadoğu insanı olarak doğayı bir ölü madde yığını olarak görmeye başladığımız andan itibaren hayatla bağlarımızı da kopardık. Doğaya saygı, en yüksek saygıyı hak eden anaya saygıdır. Dolayısıyla saygının da ötesinde, doğaya sevgimizi anaya duyduğumuz sevginin düzeyine yükseltmek, ekolojik bilinci bilincimizin temel yapı taşlarından bir haline getirmek bu konuda bizi bir parça gerçeğe yaklaştırabilir.

Bu durumu değiştirmemiz gerekir, değiştirebiliriz ve değiştirme gücümüz vardır. Değiştirmek için de öncelikle değişmesini istediğimiz şeyi iyi tanımak zorundayız. İkinci önemli husus, değişimi neye göre yapacağımızı bilmemizdir. Değişim bizim arzularımıza göre değil gerçeğin yasalarına göre olacağı için gerçekliği tüm tarihsel gelişimi içinde tanımakla yükümlüyüz. Bütün bunlar anlama gücümüzün derinliğini gerektirir. Buna zihniyet adını da verebiliriz. Zihniyet bizim anlama gücümüzdür. Ortadoğu mitolojinin, dinin, felsefenin ve bilimin doğuş zeminidir. Mitolojiyi efsane deyip bir yana atmak, dini afyon diye tanımlayıp ciddiye almamak, salt

31


Özgür Halk Kadın özgürlüğü bütün özgürlüklerin temelidir Kadın özgürlüğü bütün özgürlüklerin temelidir. Aynı anlamda kadının düşürülmüşlüğü erkeğin düşürülmüşlüğüdür. Ortadoğu’nun güçsüzlüğü, çaresizliği ve çözümsüzlüğünün altında kadının korkunç güçsüzlüğü, çaresizliği ve çözümsüzlüğü yatmaktadır. Kadın Ortadoğu toplumunda ‘en bozulmuş neslin en basit fiziksel üreticisi’ konumuna düşürülmüştür. Bu çerçeveden bakıldığında, çok acı da verse, İslamiyet öncesi cahiliye döneminin kadına yaklaşımıyla günümüzdeki kadına yaklaşım arasında ciddi bir farklılığın bulunmadığı görülecektir. Peygamberimiz öncelikle bu durumu değiştirdi. Onu Allah’ın Elçisi olarak tanıyan ilk insanın Hz. Hatice şahsında bir kadın olması son derece anlamlıdır. Peygamberimiz Hz. Hatice şahsında kadınlara, Hz. Ali şahsında etnisiteye, Zeyd şahsında kölelere hitap etti. Onu ilk kabul edenler bunlar oldu. Bu ilk üç Müslüman’ın konumu ve özellikleri iyi bilinmeden İslamiyet doğru anlaşılamaz. İslamiyet bu coğrafyanın en köklü bir kültürüdür ve bu kültürde kadının yeri asla günümüzdeki durumla karşılaştırılamaz. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, bu ancak günümüzün bölge kadını ile cahiliye döneminin kadını arasında yapılabilir. Bu da İslamiyet’in gereği değil, Ebu Cehil tipi egemen erkek düzenine dönüştür.

Mayıs 2015

tün peygamberler, bilgeler, kısacası toplumsal önderlikler belli bir toplumun içinden çıkmışlar, ancak kendi ideallerini kendi toplumlarıyla sınırlı tutmamışlar, tüm insanlığa hitap etmişlerdir. Önder Apo öncelikle bu bölgenin, bu toprakların, bu coğrafyanın bir çocuğudur. Genelde Ortadoğu gerçeği, özel olarak Kürt gerçekliği evrensel olanı da bağrında taşımaktadır. Hz. İsa ve Hz. Muhammed nasıl tüm insanlığı esas aldılarsa, aynı şekilde Önder Apo da tüm insanlığı esas almakta ve bütün insanlık için bir çözüm önermektedir. Büyük düşüşler büyük yücelişlerin de habercisidir. Önder Apo sistemin bir parya kadar değer görmeyen bir sistem altında yaşamaya mahkûm ettiği Kürt gerçeğinin içinden çıktı; Kürt ne kadar düşüşü yaşadıysa, o da tersinden o kadar büyük bir yükselişi yaşadı. Bu hem yeni Kürt insanının hem de özgür insanın yükselişiydi. En dipte Kürt insanının bulunduğu Kürdistan’daki düşüş aynı zamanda Ortadoğu’nun da acıklı düşüşüydü. Şimdi yeni bir Kürtlük doğuyor; özgürlüğe yürüyen, herkes için özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen bu Kürtlük Ortadoğu insanının yeni yüzünü gösteriyor. Bu Kürt kimseye alet olmuyor, kimseden yardım ve destek dilenmiyor, kendi gücüne ve halkların özgürlük tutkusuna dayanıyor, tüm gücünü oradan alıyor. Bu özelliğiyle insanın istediğinde her şeyi başarabileceğini kanıtlıyor. Bu yüzden ABD İmparatorluğunun başı Bush onu ‘düşman’ olarak ilan ediyor. Çünkü bu yeni Kürt tipinin bölge halklarına kötü örnek oluşturduğuna inanıyor. Bunun için Önder Apo’yu Hz. Yusuf gibi zindana atıyor, Hz. İsa gibi çarmıha geriyor, Hz. Eyüp gibi yara bere içinde bırakıyor.

Ortadoğu’da kadın bir eşya ise, Batı uygarlığında da bir metadır. Dolayısıyla bizim yeni toplumumuzun özgür kadını ne bölgemizin eşya kadını, ne de Batının meta kadını olacaktır. Bu kadın bölge kültürünün temelinde yatan neolitik kültürün Ana Tanrıça kadını ile günümüzün özgür kimlik sahibi kadınının birleşik gücünün temsilcisi olacak ve geleceğimize yön verecek bir kudretle donanacaktır.

Ancak artık geri dönülmez bir gerçek var: Önderlik geçmişimizi aydınlatmış, bu temelde elimize geleceğimizi kurmak üzere ilerleyeceğimiz yolu aydınlatan bir meşale tutuşturmuştur. Bu sönmeyecek bir meşaledir. Önder Apo’ya sahip çıkmak öncelikle bu meşaleyi elinde tutarak yeni bir Ortadoğu’nun kuruluşu için yürüyüşe geçmektir.

Sonuç olarak Önder Apo bizim kendi tarihsel köklerimizle bağımızı yeniden kuran, gerçek insanı ve yaşamı orada arayıp bulan ve oradan başlayarak geleceğimizi kurabileceğimizi bize gösteren bir önderdir. Onun Kürt toplumunun içinden çıkması sadece Kürtlere ait olması anlamına gelmez. Bu coğrafyada bü-

32


Özgür Halk

Mayıs 2015

7 Haziran Zaferine Kilitlenmek Tayyip Erdoğan Kürtlere ve demokratik güçlere karşı yeni bir topyekun saldırı başlatmıştır. Bu saldırının amacı Kürt Özgürlük Hareketini imha ve tasfiye etmektir. Böylece Kürdistan’daki gelişmelerin Türkiye’ye yayılmasını engelleyerek demokratikleşmesinin önünü almaktır. Kerim Nuda Ülkemiz 7 Haziran genel seçim sürecine iyice girmiş durumda. Meydanlar dolup taşıyor. Parti liderleri ve sözcüleri meydan meydan dolaşıyor. Seçim mücadelesi gittikçe HDP-AKP arasındaki bir hesaplaşmaya dönüşüyor. Bunun kırk beş yıllık büyük bir demokrasi-oligarşi mücadelesi olduğu biliniyor. HDP demokrasiyi temsil eder ve kırk beş yıllık demokrasi birikimini bünyesinde toplarken, AKP’nin de kırk beş yıllık faşist siyasi oligarşiyi temsil ettiği görülüyor. Demek ki 7 Haziran genel seçimi tarihi bir hesaplaşma olacak. Ülkemiz tarihi bir demokratik devrimi mi yaşayacak, yoksa faşist oligarşi kendini yeniden restore mi edecek; bu soruya cevap bulunacak. Bunun için de 7 Haziran’a doğru giderken seçim mücadelesinin gittikçe daha da keskinleşeceği anlaşılıyor. Hatta seçimin nasıl gerçekleşeceği de pek belli değil. AKP tarafından engelleneceğini söyleyenler bile var.

Haziran genel seçimiyle birleştirilerek işçi ve emekçi mücadelesinin 7 Haziran’daki seçim zaferinin önemli bir parçası olduğu görüldü. Ayrıca Mayıs ayının Türk ve Kürt halkları açısından başka önemli anlamları da var. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en çok geliştirildiği ve büyük şehitlerin verildiği bir ay oluyor. 6 Mayıs 1972’de Mamak Cezaevinde devrimci gençlik hareketinin önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edilirken, 18 Mayıs 1973’te İbrahim Kaypakkaya işkencede katledilmiş ve yine 18 Mayıs 1977’de Haki Karer Antep’te kontrgerilla tarafından katledilmiştir. O zamandan bu yana 18 Mayıs Kürdistan’da “Şehitler Günü” olarak anılıyor. Her gününde onlarca şehit verdiği için, Kürt halkı Mayıs ayını da “Şehitler Ayı” olarak anıyor. Mayıs ayı boyunca şehitleri anan toplantılar yapılıyor, şehitlikler ziyaret ediliyor, şehitler gerçeği temelinde kendini yenileme ve daha mücadeleci kılma durumu yaşanıyor. Kürtler bu Mayısta şehitleri anmayı 7 Haziran genel seçimiyle birleştirerek, şehitler gerçeğini seçim çalışmasının bayrağı yapıyorlar.

Nitekim süreç ilerledikçe AKP saldırıları gittikçe artıyor. Söz konusu saldırıları bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yönlendiriyor. 2013 Newrozunda başlatılan çözüm sürecini sona erdirdiğini açıkça söyleyen Tayyip Erdoğan, HDP’nin seçimi kaybetmesi için de meydan meydan dolaşarak ağzına gelen her şeyi söylüyor. Cumhurbaşkanı konuştukça da HDP’nin seçim bürolarına ve mitinglerine yönelik fiili saldırılar gerçekleşiyor. HDP için seçim çalışması tam bir direniş haline gelmiş bulunuyor. Tüm HDP’liler de “Direnmek Kazanmaktır” diyerek büyük bir cesaret ve fedakarlıkla çalışıyor. HDP’nin “Demokratik sistem ve özgür yaşam” ilkeleri temelinde yürüttüğü seçim çalışmasının her alanda etkinliğini sürekli artırdığı görülüyor. Ancak başarı için daha çok ve örgütlü bir çalışmanın yürütülmesi gerekiyor. 7 Haziran’da büyük bir demokrasi zaferinin kazanılabileceğine inanmak ve böyle bir zafere kilitlenmek gerekiyor.

Ülke ve toplum olarak son derece tarihi ve kritik bir süreçten geçiyoruz. Ortadoğu halklarının demokratik birliğine ve kardeşliğine öncülük edecek bir tarihi imkan ve fırsata sahip bulunuyoruz. Ancak bu imkan ve fırsatlar kendiliğinden bir şey yaratmıyorlar, yerinde ve zamanında doğru ve yeterince kullanılmayı bekliyorlar. HDP’nin demokrasi bloğunda birleşen güçler bu imkan ve fırsatları halklarımız yararına kullanmaya çalışırken, AKP iktidarı hepimizi ciddi bir uçuruma götürüyor. 7 Haziran bu konuda söz söyleme ve karar verme anı oluyor. Peki bu nasıl olacak? AKP yeni bir saldırı süreci başlattı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Newroz ardından “Adayı meşrulaştırıyorlar” diyerek başlattığı süreç, kuşkusuz yeni bir saldırı ve savaş süreci oluyor. Böylece Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 2013 Newrozunda başlattığı Demokratik Çözüm Süreci boşa çıkartılmaya çalışılıyor. HDP İmralı Heyeti, 30 Nisanda yaptığı basın toplantısında “Süreci Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamaların sona erdirdiğini” ifade etmiş bulunuyor. Yine HDP Heyetinin

Seçimle birlikte özellikle işçi ve emekçiler güçlü bir 1 Mayıs kutlaması gerçekleştirdiler. İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele gününü Taksim’de kutlayabilmek için AKP faşizmine karşı önemli bir direniş yürüttüler. Ülkenin ve dünyanın değişik alanlarında güçlü işçi yürüyüş ve mitingleri oldu. Kapitalist modernitenin artan baskı ve sömürüsüne karşı etkin bir mücadele yürütüleceği bir kez daha ortaya kondu. Ülkemizde 7

33


Özgür Halk belirttiğine göre, PKK Lideri Abdullah Öcalan olduğu noktada, yani barış ve demokratik çözüm çizgisinde duruyor ve de bunun için bir muhatap bekliyor.

Mayıs 2015

söylenmiş propaganda sözleri olarak görmek ve böyle sanmak kesinlikle yanlıştır. Bazı çevreler böyle olduğunu iddia ederek, bu söz ve tutumun Türkiye açısından yarattığı tehlikeyi gizlemeye çalışıyorlar. “Canım bir seçim propagandasıdır, seçim bitince geçer” demeye getiriyorlar. Bu biçimde Tayyip Erdoğan’ın Çözüm süreci karşıtlığını gözden uzak tutmak istiyorlar. Halbuki gerçek durum böyle değildir. Elbette Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başlattığı HDP karşıtı saldırının 7 Haziran genel seçimiyle ve seçimde AKP’yi kazandırma çabasıyla bağı vardır. Yine süreçten demokratik siyasetin gelişerek çıkması ve HDP’nin yüzde on seçim barajını rahatlıkla aşan bir oy oranına ulaşmasıyla da bağı vardır. Tayyip Erdoğan ve AKP sözcüleri, her türlü yalanı ve hakareti içeren sözleriyle elbette ki AKP tabanını HDP’ye karşı kemikleştirmeye ve tabandan HDP’ye oy kaymasını engellemeye çalışmaktadır. Ancak Tayyip Erdoğan ve AKP’nin amacı bununla sınırlı değildir, tersine bundan çok daha öte amaçlar içermektedir. Aslında Tayyip Erdoğan Kürtlere ve demokratik güçlere karşı yeni bir topyekun saldırı süreci başlatmıştır. Bu saldırının amacı Kürt Özgürlük Hareketini imha ve tasfiye etmektir. Böylece Kürdistan’daki gelişmelerin Türkiye’ye yayılmasını engelleyerek Türkiye demokratikleşmesinin önünü almaktır. Israrla “HDP’nin bir Türkiye partisi değil, Kürt partisi” olduğunu söylemeleri bunun içindir.

Kuşkusuz Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Kürt sorunu yok” diyerek sürece müdahale etmesini kişisel bir tutum olarak ele almamak gerekiyor. O, devletin bir numarası olarak aslında devletin tutumunu ifade etmiş bulunuyor. Esas itibariyle de 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan Kürt direnişine karşı topyekun savaş konseptini uygulamaya başlamış oluyor. Aslında seçimde AKP’ye zarar vermesin diye söz konusu konsepti 7 Haziran seçimi sonrası pratiğe geçireceklerdi. Ancak İmralı’da demokratik çözümün dayatılması karşısında başka türlü hareket edemeyince ve yüzlerindeki maskeyi daha fazla sürdüremeyince topyekun saldırı konseptini Newroz sonrasında uygulamaya koydular. HDP çatısı altında birleşen demokrasi hareketinin gelişimi karşısında daha fazla dayanamadılar. Belki bu biçimde HDP’nin yükselişinin önünü kesebiliriz düşüncesiyle söz konusu yeni saldırı dalgasını başlattılar. Başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere Başbakan ve diğer AKP sözcülerinin söylediklerinde aslında pek bir yenilik yok. En çok “Kürt sorunu yok”

Ülke ve toplum olarak son derece tarihi ve kritik bir süreçten geçiyoruz. Ortadoğu halklarının demokratik birliğine ve kardeşliğine öncülük edecek bir tarihi imkan ve fırsata sahip bulunuyoruz.

Yukarda da belirttiğimiz gibi, bu saldırı Milli Güvenlik Kurulu’nun 30 Ekim 2014 tarihli toplantısında alınan topyekun savaş konseptinin uygulamaya konmasıdır. Son MGK toplantısında da Kürt Özgürlük Hareketinin “Kırmızı Kitap”a “Paralel yapı” olarak yazılmış olduğunu düşünmek ve bilmek gerekir. Böylece Tayyip Erdoğan sadece bir seçim propagandası yürütmemekte, aslında seçimden sonra devletin izleyeceği politikaları şimdiden uygulamaya koymuş olmaktadır. Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 28 Şubat Dolmabahçe açıklamasına karşı olduğunu söylemesinin hemen ardından Genelkurmay Başkanı Necdet Özel de harekete geçmiştir. Eşme Köyü ziyareti kesinlikle bu amaçla yapılmıştır. Ardından Ağrı-Diyadin provokasyonu gelmiştir. Ve bir anda Kürt coğrafyası üzerinde askeri hareketlilik artmıştır. Öyle ki, söz konusu askeri hareketliliğin 2013 Newrozunda ilan edilmiş olan çatışmasızlık koşullarını ihlal ettiğini herkes görmekte ve kabul etmektedir.

diyorlar. Bununla aslında Kürtlerin bir halk olmadığını ifade etmek istiyorlar. Yani özünde “Kürt halkı yok” demeye çalışıyorlar. Böylece bildik inkarcı ve imhacı zihniyet ve politikayı dillendirmiş oluyorlar. Yani AKP-CHP ve MHP arasında ciddi bir fark kalmıyor. AKP eşittir CHP artı MHP oluyor. Dahası Tayyip Erdoğan, bazen de “Artık Kürt sorunu yok” biçiminde ifade ediyor. Yani eskiden bir şeyler vardı, ama biz çözdük demeye getiriyor. Onun için hep “Kürt kökenli vatandaşlarım” diyor. Yani eskiden Kürtler varmış, ama şimdi asimile olup Türkleşerek sadece “Köken olarak kalmışlar” demeye getiriyor. Aslında bu biçimde istemeden de olsa Kürtler üzerindeki kültürel soykırımı kabul ve ifade etmiş de oluyor.

Basına neredeyse her gün bir askeri hareket haberi yansımaktadır. Güney Kürdistan sınırı boyunca her gün keşif ve savaş uçaklarının uçtuğuna dair haberlere tanık oluyoruz. Yine sınırın diğer tarafına neredeyse her gün top atışları yapılıyor. Uludere, Yüksekova ve Şemdinli sınırı savaş alanı durumunda. Iğdır, Ağrı ve Muş hattında da benzer durumlar yaşanıyor. Yine Mardin, Diyarbakır ve Dersim alanlarında da sık sık askeri operasyonun yapıldığı bilgileri geliyor. Tabi söz konusu saldırıların boyutu sadece askeri alanla sınırlı da değil. Topyekun özel savaş neredeyse yaşamın her alanında uygulanıyor. Yalana ve küfre dayalı bir psikolojik savaş yürütülüyor. Öyle ki, Erdoğan ve Davutoğlu’nun dillerinden “Hain” kelimesi

Tayyip Erdoğan Kürtler için evlerinde Kürtçe konuşmayı ve sokakta şarkı söylemeyi yeterli görüyor. “Her türlü hakkı verdik, daha ne istiyorlar” diyor. Kürt sorununu bu biçimde çözdüğünü sanıyor. Gerisini ekonomik geri kalmışlık ve aşiret gerilikleri olarak görüyor ki, bu konuda da gerekenleri yapmalarını PKK’nin engellediğini iddia ediyor. Bu noktada aslında çok karşı olduğunu söylediği İnönü ve Ecevit’in görüşleriyle birleşmiş oluyor. Burada çok önemli bir husus da şudur: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sözlerini sadece seçim için

34


Özgür Halk düşmüyor. Devlet Bahçeli onlar için “Hain” diyor, onlar da aynı kelimeyi HDP Eş Genel başkanı Selahattin Demirtaş için kullanıyor. Ayrıca devletin tüm imkanları HDP’ye karşı ve AKP’nin kazanması için kullanılıyor. Toplum adeta para ile satın alınmaya çalışılıyor. Tüm devlet kurumları ve görevlileri AKP lehine seçim çalışması yürütüyor.

Mayıs 2015

linde gelişecek gerçek demokrasinin en önemli gücü ve garantisi konumundadır. Bu yönleriyle HDP’yi hiç kimse tek kişi partisi yapamaz ve demokrasiden uzaklaştıramaz. Diğer yandan, HDP’nin seçim bildirgesi de çok açık ve önemlidir. Topluma sunulması da gerçekten görkemli olmuştur. Aday listesi ile seçim bildirgesi uyumlu ve bütünleyicidir. HDP’nin aday listesinin en önemli yanı, yine kadına verdiği yerdir. Neredeyse kadın-erkek eşitliği sağlanmış durumdadır. Yine halkların, inançların, farklılıkların listesi olarak herkesin dikkatini çekmiştir. Kısaca Türkiye mozaiğini bütünüyle yansıtan ve birleştiren bir liste olmuştur. Kürtler ve Türklerle birlikte, Arapları, Süryanileri, Ermenileri, Çerkezleri, yine Alevileri, Êzidîleri, yani tüm kimlikleri bünyesinde toplamıştır.

Elbette bunlarla birlikte halk düşmanı olarak eğitilmiş olan polis de bu süreçte tüm gücüyle devreye konmuş bulunuyor. 30 Marttaki İstanbul olaylarını hatırlayalım. Daha sonra tüm şehirlerde halka ve HDP mitinglerine karşı geliştirilen polis terörüne bakalım. Şimdiye kadar neredeyse kırktan fazla HDP bürosu saldırıya uğradı. Ülkücü görüntüsü altında aslında sivil polislerce organize edilen saldırılar yaşanıyor. Kamuoyuna ise, ortada bir MHP-HDP çatışmasının olduğu görüntüsü verilmek isteniyor. Halbuki HDP yöneticilerinin de ifade ettikleri gibi, hepsini düzenleyen AKP ve onun yönetimindeki emniyettir. Bu konuda asla yanılmamak gerekir. AKP bu biçimde halkı ve demokratik güçleri yıldırabileceğini ve HDP’nin seçim çalışmalarını zayıflatabileceğini sanmaktadır. Bu temelde HDP oylarını azaltmaya ve seçim hileleriyle de HDP’yi baraj altında bırakmaya çalışmaktadır. Nitekim Yalçın Akdoğan, HDP’nin baraj altında kalması için “Süper olur” demektedir. Belli ki bu biçimde AKP’nin dört yüz milletvekili çıkarmasını ve yeni anayasayı yalnız başına yapmasını ummaktadır. Derler ya, aç tavuk rüyasında kendini darı ambarında sanırmış! Akdoğan’ın da böyle rüyalar gördüğü anlaşılıyor.

HDP’nin seçim bildirgesi, başta kadınlar, gençler ve emekçiler olmak üzere tüm toplumsal kesimlere hitap

eden ve onların demokratik bir sistem içinde özgür yaşamalarını garantileyen bir program niteliğindedir. Ekonomiden kültüre kadar her alanda köklü bir demokratik reform ve değişim yapmayı öngörmektedir. Çatışmaları sona erdirerek Türkiye’ye barışı getirecek tek program HDP’nin seçim bildirgesidir. Kürt sorunu başta olmak üzere ülkemizin tüm sorunlarına yönelik çözüm önerisi işte bu kapsamdadır. HDP “Bizler Meclise” diyerek, tüm ezilenlerden oluşan yeni bir meclis oluşturmayı hedeflemiş durumdadır. Öne çıkardığı “Yeni Yaşam” ve “Büyük İnsanlık” sloganları kitleler tarafından çok güçlü bir biçimde benimsenmiştir. Çünkü yeni yaşam özgür yaşam demektir ki, buna da ancak demokratik bir sistem içinde ulaşılabilir. Demokratik bir sistemin de ancak insana değer veren ve barışı esas alan bir yaklaşımla inşa edilebileceği açıktır.

7 Haziran demokrasi zaferine sen de katkı sun! AKP’nin tüm devlet imkanlarını kullanarak HDP’yi engellemek istemesine rağmen, HDP’nin en dikkat çekici seçim kampanyasını yürüttüğü ve oy oranının ciddi biçimde arttığı görülmektedir. Yapılan anketler, HDP’nin bu tempoyu geliştirerek devam ettirmesi durumunda yüzde onbeşleri bile aşacağını açıkça göstermektedir. Zaten anketlerle çalışan AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu gerçeği gördüğü için, söz konusu HDP’ye saldırı sürecini başlatmıştır. Ancak AKP’nin tüm saldırı ve karşı çabalarına rağmen, HDP’nin hızlı bir gelişme temposu içinde olduğu açıktır. Öncelikle HDP’nin düzen partilerinden çok ciddi bir farkı vardır. HDP bir demokrasi bloğudur ki, demokratik birliği kendi içinde yaratarak Türkiye’de kurmak istediği demokrasinin maketini oluşturmuş bulunmaktadır. Yine oldukça genç ve dinç bir kadro topluluğu vardır, öyle kişilerin hareketi değildir. En önemlisi de uyguladığı eşbaşkanlık sistemi kadın özgürlüğü ve eşitliği teme-

İç yapısı, eşbaşkanlık sistemi, aday listesi ve seçim bildirgesiyle HDP, şimdiye kadar yürüttüğü seçim kampanyası temelinde tüm ezilenlerin ve AKP’den kurtulmak isteyenlerin tek umudu haline gelmeyi başarmıştır. Daha şimdiden CHP ile MHP’nin hiçbir yeniliğinin olmadığı deşifre edilerek seçimin favorileri olmaktan

35


Özgür Halk çıkarılmaları sağlanmıştır. Bu temelde geriye AKP ile HDP kalmıştır ki, seçim daha şimdiden bu iki parti arasındaki bir yarış ve mücadele haline gelmiştir.

Mayıs 2015

münde saygı ve minnetle andık. Bu yazıyı da Türkiye halklarının bu büyük kahramanlarına ithaf ediyoruz. THKO’nun bu öncü militanlarının hepimiz üzerinde emeği çoktur. Devrimci-demokrasi ruhunu, bilincini, iradesini, cesareti ve fedakarlığı onlardan öğrendik. 18 Mayıs günü de TKP-ML hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya’yı şehadetinin 42. Yıldönümünde saygı ve minnetle anacağız. Devrimin ser verip sır vermeyen bu yiğidinin de hepimiz üzerindeki emeği çoktur. Ülke ve halk bağlılığını, cesur ve fedakar olmayı, tarihin kahramanları çizgisinde yürümeyi onlar öğretti hepimize!

7 Haziran genel seçimi HDP ile AKP arasındaki bir hesaplaşma biçiminde geçmektedir. Böylece AKP iktidarının alternatifi olarak HDP, kendini siyaset sahnesine çıkarmayı başarmıştır. Bu HDP için ve onun şahsında Türkiye demokrasi güçleri için çok büyük bir şans ve fırsattır. Bu biçimde aslında siyaset doğru rotaya oturmuş da olmaktadır. Faşist oligarşinin karşıtı olarak halklar demokrasisi ortaya çıkmakta ve alternatif haline gelmektedir. HDP’nin seçim kampanyası da göz doldurucu bir biçimde gelişmektedir. Kadınlar, gençler ve emekçilerle birlikte ülkenin aydın ve sanatçılarının çok büyük bir kesimi de seçimde HDP’yi desteklediğini açıkça ilan etmiş durumdadır. Bu temelde herkes 7 Haziran demokrasi zaferine bir katkı yapabilmek için adeta yarışmaktadır. Aslında HDP taraftarlarının etkili kampanya düzenleme kapasiteleri çok daha fazladır. Eğer iyi organize edilebilirse bu düzeyi kat kat aşan bir seçim kampanyası kesinlikle ortaya çıkarılabilir. İşte bu noktada çalışma tarzının geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Yani daha yaratıcı, daha planlı ve örgütlü bir çalışma yürütmek için her günün pratiğinin gözden geçirilmesi önemlidir. Adeta yaratıcılıkta, katılımda ve katkı sunmada bir yarış olmalıdır, demokratik bir yarış. Bunun için de anlayış, zafere inanç ve örgütlü çalışmaya yatkınlık gerekir. Yani 7 Haziran demokrasi zaferine gerçekten kilitlenmek önemlidir.

Tabi bir de Kürt direnişçiliği ve kahramanlığı var. Mayıs ayının her günü onlarca şehidin kanıyla sulanmış durumda. Mayıs ayı gerçek anlamda bir Şehitler Ayı haline getirilmiş durumda! 18 Mayıs 1977’de Antep’te kontrgerilla tarafından katledilen Karadeniz’in yiğit evladı ve Kürt direnişinin öncü militanı Haki Karer’i şehadetinin 38.yıldönümünde saygı ve minnetle anıyoruz. Kürt halkının bu büyük kahraman şahsında tüm şehitlerini saygıyla anacağına inanıyoruz. Ramazan Kaplan ve arkadaşlarını, Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin’i, Ozan Mizgin’i, Ferhat Kurtay ve arkadaşlarını, Halil Çavgun’u ve İran’ın idam ettiği Şirin Elemhuli ve arkadaşlarını bağrına basacağını biliyoruz! Şehitleri anmak kişiliklerini ve amaçlarını anlamak demektir. Şehitleri sahiplenmek bu temelde kendini eğitip tutarlı bir yurtsever ve demokrat haline getirmeyi ifade eder. Tüm halkımızın bu temelde şehitlikleri ziyaret edeceği, toplantılar yapacağı, anma şölenleri düzenleyeceği ve şehitler çizgisinde içlerini temizleyip kişiliklerini yenileyeceği kesindir. 7 Haziran seçim çalışmaları bir de böyle şehitlerin anıldığı bir ayda yürütülmektedir. Dolayısıyla şehitleri anma ile seçim çalışmaları iç içe geçecek ve birlikte sürdürülecektir. Bu da seçim kampanyasını daha da güçlendirecek, HDP’nin tarih yaratan bu büyük kahramanları bayrak yaparak seçim kampanyasını geliştirip tarihi 7 Haziran zaferini kazanmasına yol açacaktır.

Örneğin, bireyselliğin ve tekliğin her türünün aşılması bizce çok önemli ve gereklidir. Halkın önüne kolektif bir topluluk, bir ekip olarak çıkılmalıdır. Her yerde seçim mitingleri böyle yürütülmelidir. Yine hep baraj konusunu tartışmak doğru ve güven verici değildir. Barajı indirmeyen ve 12 Eylül sistemini koruyan AKP, halk önünde bunun hesabını vereceğine, bir de HDP’nin baraj sorunu olduğunu gündemde tutarak oyları azaltmaya çalışmaktadır. Bu nedenle AKP’nin oyununa gelmemek gerekir. Tabi AKP hilelerine karşı da her zaman tedbirli olmak önemlidir. 8 Haziran sabahı Türkiye’ye yeni bir güneş doğacaktır, demokrasi güneşi! Buna kesinlikle inanmak ve bu temelde kendine güvenmek gerekir. Eğer her HDP’li, yani her yurtsever ve demokrat böyle bir inançta olur ve kesin zafer inancıyla seçim kampanyasına kilitlenirse, o zaman böyle bir demokrasi zaferini hiç kimse engelleyemez. Böyle bir zafer Kürtlerin ve Türkiye demokratlarının hem hakkı ve hem de görevidir. Söz konusu tarihi görevin başaranı olmak üzere iş başına!

Kuşkusuz böyle olması çok daha anlamlı ve önemlidir. Çünkü tarihin tüm bu kahramanları özgürlük ve demokrasi için savaşmışlardır. Şimdi bunların hepsini şahsında birleştirmeyi başaran güç HDP olmuştur. Bu nedenle HDP, faşist oligarşiye karşı kırk beş yıldır mücadele eden Türkiye demokrasisinin temsilcisidir. Yine HDP, kültürel soykırım rejimine karşı kırk üç yıldır süren Kürt özgürlük direnişinin temsilcisidir. Dolayısıyla HDP’nin başarısı tüm bu hareketlerin başarısı olacaktır. HDP’nin 7 Haziran seçim zaferi Türkiye’nin demokratik devrimi ve Kürdistan’ın da özgürlük devrimi olacaktır. Bu tarihsel mücadeleler birleşik olarak 7 Haziran seçiminde devrime dönüşecektir. Bu kadar şehit kanıyla sulanmış olan bu devrim hareketlerinin bir seçim içinde zafere ulaşmaları tarihin bir gerçeği olmaktadır. Bu temelde 7 Haziran zaferi şimdiden kutlu olsun diyoruz!

Kahraman şehitlerimizi saygıyla anıyoruz! Mayıs ayı Kürtler için de, tüm Türkiye toplumu için de gerçekten bir şehitler ayı konumundadır. 6 Mayıs 1972’de Mamak’ta idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı şehadetlerinin 43. Yıldönü-

36


Özgür Halk

Mayıs 2015

Mayıs Şehitlerinin Mücadeleleri Yeni Bir Tarih Toplum ve Gelenek Yaratmıştır Burada büyük bir irade büyük bir devrimci geleneğin yaşamını vermiş bu devrimci liderlerin anılarının sürdürülmesi, bayraklarının yere düşürülmemesinin tarihselliği var. Eğer PKK Önderliği, Önder Apo bu temelde ele alınmazsa tarihle doğru bağ kurulamaz ve Kürt hareketinin gücünü, maneviyatını, enerjisini nereden aldığı da anlaşılamaz. Muzaffer Ayata Halkların tarihinde bazı olaylar yeni başlangıçlara yenilgilere baş aşağı gidişe, tasfiyelere, bölünme ve dağılmalara yol açtığı gibi, bazı olaylar ve direnişler ise onların savunucuları yaşamını adayanlar, bir çıkışa, yükselişe, yeni bir hayata, umuda, toplumsallaşmaya yol açar. Güçlü bir felsefe ile insanların yüreğine hitap eden din, ideoloji, kültür ve sanat dalındaki gelişmeler, toplumsallaşmalara ve kurumlaşmalara yol açar.

turduğu, örgütlediği, eylemselleştirdiği ve Kürtlerin başına gelebilecek en büyük felaketleri getirdiği anlaşıldı. Aynı dönem sol harekette hedef alınmıştı. Mustafa Suphiler dönemin Komünist Hareketinin lideri, Anadolu’ya gelip direniş içiresinde yer almak istiyor, anti emperyalisttirler ve bunlar Karadeniz’de komployla boğdurularak tasfiye ediliyorlar. Sahte Komünist partileri kurduruluyor. İslami gelenek güçlü olduğu için Halifelik ve İslami gelenekte hedeflenerek tasfiye ediliyor. Türkiye’de sınıfsız kaynaşmış bir toplum yaratırlar. Teorik olarak öyle lanse edildi. Tasada, kederde, kıvançta işte biriz! Ama bakıyoruz ki öyle değil, şu anda Kürtler ve Türkler ne tasada ne sevinçte bir değiller. Kürtler öldürüldüğünde, gerillaları, öncüleri, politikacıları katledildiğinde derin bir hüzne, üzüntüye ve acıya boğulurken bu Türkiye’de hiçte öyle karşılanmıyor. Türk devleti zora girdiğinde, darbe yediğinde Kürtler bundan memnun olurken, Türkler ayaklanıyor kıyamet koparıyor, ‘bizim Mehmetçikler vuruldu işte hainler, bölücüler, ayrılıkçılar’ biçiminde tanımlamaya başlıyor.

Kısaca Kürtler açısından tarihe bakarsak, çok uzun yıllar bayramsız, törensiz, anmasız bir yaşam sürdürdüler. İslamiyet’in bir kültür olarak benimsenmesiyle beraber bilinen dini bayramlar dışında Kürtlere ait bayramlar ya da ulusal çapta topluma mal olmuş büyük olaylar, başlangıçları, kutlamaları, anmaları yoktu. Toplumsallaşmanın düşünceler ve o düşünceleri savunan, oluşturan ya da yayan insanlarla özdeşleşmesi, anılması olağan bir şeydir. Örneğin Hristiyanlık İsa ile anılır, İslamiyet Hz. Muhammed ile anılır, Bolşevik Devrimi Lenin ile anılır, Çin Devrimi Mao ile anılır, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu Mustafa Kemal ile anılır, ama Kürtlerde böyle bir kuruculuk ya da böyle bir anılma olmadı. Daha kötüsü Kürtlerin tarihini Kürtler kendileri yazmadılar düşmanları yazdı. Bir halkın başına gelebilecek en büyük felaket olarak bunu aslında tanımamak en doğrusudur.

Sonuç olarak, büyük bir tarihsel çarpıtma, psikolojik savaş beyin ve yürek üzerinde büyük bir basınç yaratarak çarpıtarak devletin makinasından, fabrikasından geçirilerek insanlar üretilmeye çalışıldı. Biat eden, devletçi diğer toplumlara halklara düşman, kapalı, adalet vicdan ölçüleri körelmiş her şeyi tüketen devlet kucağında yetişmiş büyümüş bir toplum. Askeri militarist geleneğinde güçlü, devletin yarattığı millet ve milliyetçilikle her şeye yabancılaşan duygusuzlaşan insanlar yarattılar.

Cumhuriyetle beraber Koçgiri isyanından Dersim katliamına kadar onlarca katliam, sürgün, göç, yıkım, talan ile mal-mülklerine el koyma yaşandı. Bir halkın başına gelebilecek bütün kötülükler, felaketler kendisine yaşatıldı, ama Kürtler bunun farkında bile olmadılar. Yeni nesillerin kitapları yoktu, tarihleri yoktu, arşivleri yoktu, hafızaları kalmamıştı. Türklerin okula aldıklarının da beyni yıkayarak Türklük tarihi, Türklük bilinci aşılatıldı. ‘Bu topraklarda halk olmanın, toplum olmanın, insan olmanın Türklükle başladığını yine çağdaş ve modern olmanın Atatürk’le başladığını, doğal olarak Cumhuriyetimizi kuran bizi kurtaran Atatürktü!’ Ama daha sonra eğilimler, araştırmalar, tartışmalar ve sol devrimci hareketler gelişince bununla beraber Cumhuriyet biraz sorgulanınca tam tersine Atatürk’ün kurtarıcı olmak yerine yok edici, soykırımcı, ırkçı, tek millet tek tip toplum yaratma politikalarını oluş-

Bunlara karşı devrimci insanlar adalet, hak, özgürlük arayışçıları doğal olarak ses çıkarmaya, örgütlenmeye ve itiraz etmeye başladılar. Özellikle 1960’larda Türkiye’deki sosyal yapının değişmesiyle beraber, dünyadaki devrimci sosyalist hareketlerin arayışları, 68 Gençlik Hareketi’nin Türkiye’ye yansıması, dünyada sosyalizmin itibarlı hale gelmesiyle Sovyet Sistemi, Çin Devrimi, Küba Devrimi, Filistin Direnişi Türkiye Devrimci Demokratik Gençliğini çok etkiledi. Gençliği devrime öncülük etmeye, örgütlenmeye çalıştığı An-

37


Özgür Halk kara’da, İstanbul’da büyük kentlerde Üniversiteler kaynamaya başladı. Bu sosyal, siyasal uyanış ve örgütlenme devrimci düşünce ve ideolojilerin Türkiye’ye yayılması rejimi, orduyu gizli devlet dediğimiz asıl devleti elinde tutanları çareler aramaya, sosyal gelişmeyi, siyasal gelişmeyi durdurmaya ket vurmaya çalıştılar. Bu dönem örgütlenen yıldızı parlayan, aydınlık veren, görünür olan, etkili olan gençlik önderleri THKP-C’yi kuran Mahir Çayanlar, THKO’yu kuran Deniş Gezmişler, TKPML’yi TİKKO’yu kuran, İbrahim Kaybakkayalar hedeflendiler. Çünkü bunlar militan direnişçi sosyalist devrimci bir hareketi temsil ediyorlardı. Düzenin etkisinden kurtulmaya, sorgulamaya Türkiye’de Kürtlerde dahil halkların varlığından bahsetmeye, kabullenmeye açık bir durumda olmaları, devrimci-sosyalist hareketleri, devletin hedefi haline getirdi. Maalesef 12 Eylül darbesinden sonra devlette değişiklik, reform, demokratikleşme yerine ölçülerine uymayan, uzayan ayakları kesmeye, kırpmaya, kurutmaya çalıştılar. Deniz Gezmişler idamla yargılandı. İdam almasın diye Mahir Çayanlar eyleme geçti. Onlar grup olarak 30 Mart’ta Kızıldere’de imha edildiler. 6 Mayıs’da Deniş Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan idam edildi.

Mayıs 2015

bir biçimde inkâr edildiği yıllardır. Bu yürekle insanların iddiaları uğruna okullarını, yaşamlarını terk etmeleri, ölümcül ağır idamlık, kurşunluk olabilecek siyasal çıkışlara doğru adım atmaları umuda, özgürlüğe, geleceğe doğru bir maratona çıkma cesaretleri onları ölümsüz kıldığı gibi tarihsel kıldı. Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen hala anılıyorlarsa, isimleri unutulmamışsa daha sonra doğan çocuklara isim olarak adları verilmişse, burada bir güçlü izi bulmak ve aramak gerekiyor. Bu önderler Türkiye’de ırkçılığın, faşizmin, diktatörlüğün, baskının, terörün son bulması gizlenmiş devlet otoritesinin perdelenmiş ırkçılığın ya da zorbalığın deşifre edilmesi; ezilen sistem dışına atılan sömürülen geniş yığınların azınlıkların dini inançların eşit muamele görmesi için eşitlik ve özgürlük sosyalizm bayrağını ellerine aldılar ve yükselttiler. Onların bu gelişi bu haykırışları sistemi ve devleti ürküttü ve paniğe kapılmasına yol açtı. Geleneksel ordu ve devlet gücü en iyi bildikleri öldürme, asma, ezme ve bunlar-

Tarihimizi anlamazsak, anlatamazsak egemen iktidar güçlerinin insanları belleksizleştirme ya da yalan yanlış bir tarih algısı oluşturma sonucunu verir. Yanlış tarih bilinci yanlış düşünce ve yanlış şekillenmeye yol açar.

Bu olaylar yani Mayıs ayı Kürtler açısından, Türkiye devrim hareketi açısından özel bir önem taşıyor. Mayıs ayı ve bu aydaki direniş şehitleri üzerinde bu nedenle durmamız gerekiyor. Genelde Türkiye’de özellikle de Kürdistan’da kışlar sert geçer, hayat biraz yavaşlar. Baharla beraber doğa canlandığı gibi toplumsal olaylarda, toplumda da canlanma olur, hareketlilikler artar. Bu aya denk gelen çok sayıda olay var. Büyük direnişler, kahramanlar ve liderlikleriyle hayatını kaybedenler adeta bir zincir oluşturur. Bu açıdan Mayıs ayı şehitleri, Mayıs ayı üzerinde durmamız gerekiyor.

la halka boyun eğdirme yanını öne çıkardılar ölümlerle, idamlarla, katliamlarla buna dur demeye çalıştılar. Devrimci hareketin önderlerinin böyle tasfiye edilmesi genç olan hareketlerini birazda başsız bıraktı, bu örgütler daha fazla bölündüler. Daha sonrada MHP gibi kontr-gerillanın sivil kolu kirli işlerini gören sokak kolu devreye sokuldu. Sağ-sol çatışmaları adı altında 1980’de Türkiye katliamlara ve askeri darbelere kadar getirildi, ona zemin hazırlandı. Böylesi bir ortamda PKK’nin ortaya çıkışı çok önemli oluyor. Önemli olan Denizlerin idamından, İbrahimlerin katliamlarından sonra hareket güç ve itibar kaybederken ya da devlet korkusu ortaya salınırken işte tam bu yıllarda PKK düşüncesinin ortaya çıkması ve örgütlenmeye karar verilmesidir. Burada büyük bir irade büyük bir devrimci geleneğin yaşamını vermiş bu devrimci liderlerin anılarının sürdürülmesi, bayraklarının yere düşürülmemesinin tarihselliği var. Eğer PKK Önderliği, Önder Apo bu temelde ele alınmazsa tarihle doğru bağ kurulamaz ve Kürt hareketinin gücünü, maneviyatını, enerjisini nereden aldığı da anlaşılamaz.

Yanlış tarih bilinci yanlış düşünce şekillenmesine yol açar Kendi tarihimizi anlamazsak, anlatamazsak egemen iktidar güçlerinin insanları belleksizleştirme ya da yalan yanlış bir tarih algısı oluşturma sonucunu verir. Yanlış tarih bilinci yanlış düşünce ve yanlış şekillenmeye yol açar. Doğal olarak geleceğini önünü görmeyi de zorlaştırır. Ne kadar geçmiş doğru bilinirse bu gün de doğru yaşanır ve doğru algılanır. Bu gün ne kadar doğru tanımlanır ve anlaşılırsa gelecekte o kadar ilerleme ve gelişmeye açık hale gelir. Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz. Bu sözler boşuna söylenmiş değil, büyük deneyimler sonucu ortaya çıkmış anlatımlar oluyor. Denizlerin idamı Türkiye’de solun gerçekten büyük oranda darbe almasına yol açtı. Daha sonra 1970’te Diyarbakır zindanında İbrahim Kaybakkaya katledildi. İbrahim Kaybakkaya Dersim dağlarında silahlı mücadeleyi, direnişi esas alan Kürtlerin ve Türklerin varlığını birliğini kabul eden, bir önderlik çizgisini temsil ediyordu. Aynı şekilde Deniz Gezmiş’te idama giderken idam sehpasında “yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” demişti. Bu yıllar Kürtlerin varlığının koyu

PKK tesadüfen ortaya çıkmış bir hareket değildir PKK tamamen öz gücü esas alan, tamamen bu devrimci mirası ve geleneği esas alan ondan çıkarttığı derslerle onların devamı olarak mücadeleyi geliştirerek, büyüterek aynı hatalara düşmeden harekete ve önderliğe süreklilik kazandıran bir yol izledi. Bu hareket daha silaha bulaşmadan ideolojik-siyasal bir grup olup örgüt-

38


Özgür Halk lenmeye karar vermişken ve faaliyetlerini Ankara’dan Kürdistan şehirlerine taşırmışken yine devletin katliamcı yüzüyle karşılaştı. Burada şu nokta çok önemlidir: Hem Türkiye hem de Kürdistanlı devrimcilerin mutlaka üzerinden atlamaması ve çok iyi anlaması gereken önemli bir nokta var. PKK’nin kuruluşunda Haki Karer, Kemal Pir, Duran Kalkan gibi Kürt olmayan Türkiye’nin değişik şehirlerinden gelen Türkiyeli arkadaşlar var. Kürtler okullarını bırakıp Kürdistan’da faaliyete dönmezken birçoğu metropollerde sistemin arkasından koşarken ya da içinde erirken bu devrimci militanlar okullarını bırakıp dilini bilmediği hatta görmediği kültüründen uzak halkın içine Kürdistan’a geldiler. Bu çok etkili bir militanlık, inanç, bağlılık, sadakat, arkadaşlık ve yoldaşlık ruhuyla dopdolu pratikleştiler çalıştılar, örgütlediler.

Mayıs 2015

katliamcılığa beyaz jenoside kültürel asimilasyon ve soykırıma dur deme sesiydi, tarihin bir emriydi. Kürtler böyle kurbanlık koyun gibi Türk ırkçılığının bıçağı altına boynunu uzatamazdı. Üstelik eşitlik, özgürlük, adalet ve sosyalizmden nasibini almış dünyayı değerlendiriyor, dünyadan haberdardır. Kürdistan’ın içinde bulunduğu sosyal, toplumsal, sınıfsal ilişkileri analiz edebiliyor tartışabiliyor ve bunları formüle edebiliyor. Bu bilincin oluşmasıyla bilinç ne kadar eksik yetersiz çokta derin olmasa da işin ucunu görme söz konusudur. Askeri darbeden sonra tabi Kürdistan daha çok tasfiye, katliam, yıkım, sindirme, psikolojik karanlık savaşın hedefi oldu. Diyarbakır Cezaevi cehennemi yaratıldı, Türkiye solu bütün militan örgütler ve kadrolarıyla susturuldu, tasfiye edildi, sınırlı bir kesimi yurtdışına kaçtı. Çoğunluğu tutuklandı, ağır işkencelerden geçirildi ve aynı şey Kürtler açısından da söz konusuydu. Ama burada bir

İşte bu dönem devletin dikkatinin artık çekildiği görünür hissedilir hale geldiği bir dönem oluyor. Devlet ilk başlarda henüz daha örgütleme aşamasında işe kan bulaştırdı. 18 Mayıs 1977’de Haki Karer yoldaş Antep’te katledildi. Haki Karer PKK’nin ruhuydu, kurucularından öncü kadrolarındandı. 1976 Dikmen grup toplantısında Haki Karer, Önder Apo’nun yardımcısı olarak belirlenmiş kaybından sonra da Önder Apo “ruhumun yarısı gitti” demişti. Bu kayıpla devlet ‘bu iş ölümdür, ateştir Kürdistan’da Kürt sorununa bulaşan yanar ölürsünüz’ demek istedi. Böyle genç bir hareketin beyninden vurulması, beyninin dağıtılma kastı grubu parçalayabilir, dağıtabilir, geri adım attırabilir, sindirebilirdi. Hedeflenen de zaten oydu. Ama buna karşılık PKK ve PKK Önderliği daha üst bir aşamada Haki Karer yoldaşın anısına bağlılık gereği partileşme kararı verdi. Parti programı “Kürdistan da Devrimin Yolu” Manifestosu kaleme alındı ve bu yolda daha ısrarlı, daha bilinçli daha kararlı yürüyüşe devam edildi.

tek fark vardı, onu çok belirgin olarak önemsemek ve görmek gerekiyor. Darbenin ayak seslerini PKK Önderliği fark etti, Önderliği güvenceye almak, direnişi kesintiye uğratmamak için kendisi yurtdışına çıktı. Suriye’ye geçerek oradan da Filistin örgütleriyle ilişki kurarak Kürdistan’a yakın Ortadoğu coğrafyasından kopmadan o dönem devrimin merkezi olan Filistin’e, Lübnan’a geçerek örgütlenmeye yüzünü Kürdistan’a dönük çalışmaya devam etti. Ama askeri cunta büyük bir üstünlük sağlamış ülkede karanlık kol geziyor, ajanlaşma, sindirilmişlik bütün medya-basın, devlet kurumları hepsi ellerinde tanrısal bir güç edasıyla ülkeyi dizayn ediyorlardı. İşte bu katliamlar Diyarbakır cezaevinde bütün bu karanlık tarihe uygun yoğunlaşmış haliyle tutsaklar üzerinde uygulandı, ihanet teslimiyet dayatıldı. Şahin Dönmez, Yıldırım Merkit gibi ihanet ve itirafçılarda ortaya çıktı, ama görkemli direnişler ve kahramanlıklar da görüldü.

1978’de PKK’nin kuruluş kongresi yapıldı. PKK’nin aktiviteleri, çalışmaları örgütü daha da yaygın hale getirdi ve ondan önce 1978 10 Mayıs’ında da Hilvan’da Süleymanlar ailesinin içinde olduğu devlet komplosuyla Halil Çavgun katledildi. Bu defada yerel gerici güçler devreye sokulmuştu. Yani “siz Kürdistan’ın diğer toplum kesimlerine el atarsanız orada da bu gerici güçleri maşa olarak kullanacağım ölürsünüz”. Orada da ölümün yüzü karşımıza çıkarıldı. Buna karşı da direniş kararı alındı. PKK ajanlaşmış faşist kişi ve kurumlara karşı kendisini savunma ve onları caydırma amaçlı silahlı mücadele kararı aldı. Ortada hala silah ve tecrübe filan yoktu, ama devlet görüldüğü gibi sürekli önünü kesme sindirme, caydırma halka gözdağı verme, devrimcileri teşhir etme uzak durulması gereken tehlikeli oluşumlar olarak göstermek istedi. Ama bu yol özgürlüğün, eşitliğin

Newroz’da Mazlum Doğan yoldaşın eylemi, sonrasında Mazlum’u yalnız bırakmamak o çizgiyi sürdürmek onu temsil etmek, Diyarbakır cezaevi karanlıklarını, ihanetini yıkmak, durdurmak temelli Ferhat Kurtay, Necmi

39


Özgür Halk Öner, Mahmut Zengin, Eşref Anyık gibi kadrolar 18 Mayıs 1982’de üzerlerine tiner ve yanıcı diğer malzemeleriyle kendilerini yakarak tarihe öyle geçtiler. “Dörtlerin Gecesi” diye anılan şehadetleriyle Kürdistan’da, Diyarbakır cezaevinde bir tarih yarattılar. Bu direnişlerin arkasından Diyarbakır cezaevinde büyük ölüm orucunun zamanı geldi. İhanet ve teslimiyet Diyarbakır’da direniş alevleri içerisinde eritildi, karanlıklar böyle aydınlatıldı. Kürdistan direnişinin devrimcinin, onurun, sosyalizmin Diyarbakır’da betona gömülmesi engellendi. Tam tersine PKK’de, Kürdistan’da direnişin rotası belirlendi çizildi.

Mayıs 2015

dalara girişti. Ama PKK ise tam tersine kendisini Türk emekçilerinin, devrim ve sol hareketlerinin bir tamamlayıcısı parçası devamı olarak ele aldı ve bu çizgiden hiçbir zaman kopmadı. Türkiye devrimine sol hareketine ciddi eleştirileri de olsa, her zaman onlarla birlik olmaya, ittifak yapmaya özen gösterdi. 1982’de yurt dışında “Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi” içerisinde Kürdistanlı tek örgüt PKK’dir ve bu birleşik cepheye öncülük eden temeli ve mayası olanda PKK’dir, diğer yedi örgütün hepsi de Türkiye sol hareketlerindendir. 88’de bazı sol gruplarla yapılan ittifaklar var. PKK her zaman Türkiye halkını devrim hareketlerini Kürdistan Devriminin ittifakı, kardeşi bir parçası olarak gördü ele aldı.

Mayıs ayı şehitlerinin mirasını günümüze taşımalıyız Kürdistan devriminin PKK militanlığının, gerillasının di- Son yıllarda özellikle Demokratik Toplum Kongresi, reniş ruhu burada oluştu. Artık düşünceler, ideoloji bu Halkların Demokratik Partisiyle de gelişen büyüyen, militanlar şahsında bu direnişler içerisinde vücut bulmuş deneyim kazanmış ayakları üzerinde duran milyonları şekil almış hem harekete hem de topluma daldan dala bulan Kürdistan’daki siyasal politik alana çok güçlü giriş yayılır olmuştu. 1980’de Mehmet Karasungur PKK’nin yapmış Kürt halkının kitlesini Türkiye sol devrim hareilk Askeri Konsey üyesiydi, büyük kahramandı, cesare- keti ve mirasıyla birleştirmek temelinde Halkların Detiyle gerçekten insanı kendisine hayran bırakacak ola- mokratik Partisi ve Kongresi projesi oluşturuldu. Devlet ğanüstü diyebileceğimiz meziyetlere sahip bir arkadaş- hep Kürtleri ötekileştirme Kürdistan’a sıkıştırma Türkitı. İlk Kürdistan’a gelen dağlarda İran sınırlarında dolaşan, keşif yaparak 18 Mayıs 1977’de Haki Karer yoldaş Antep’te katledildi. hazırlık yapan, ilişki kuran öncü kadHaki Karer PKK’nin ruhuydu, kurucularından öncü rolardandı. O dönem Güneyli güçler kadrolarındandı. 1976 Dikmen grup toplantısında Haki Karer, arasındaki çatışmalarda arabuluculuk yapan, çatışmaları durdurmak Önder Apo’nun yardımcısı olarak belirlenmiş kaybından sonra isteyen bu yönde çabaların içerisinda Önder Apo “ruhumun yarısı gitti” demişti. deyken bulunduğu bir kampta Irak Kominist Partisi üyeleriyle beraber – YNK’liler aslında bundan haberdardır- bu kampa yaptık- ye halkından, demokrasi mücadelesinden koparmaya ları bir saldırıyla Karasungur ve yanındaki İbrahim Bilgin milliyetçi dalgayı güçlendirme, ayrılıkçı, bölücü hareket arkadaşlarımız 2 Mayıs’ta şehit oldular. Yine 11 Mayıs olarak lanse etmeye çalıştı. PKK’de sürekli buna karşı Şehit Mizgin arkadaşların şehadet günü oluyor. 31 Mayıs arayışlarda oldu, bunu durdurmaya çalıştı. Legalde et1971 Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Man- kisi altına aldığı güçleri, hareketleri de hep Türkiye’ye ga’nın şehit olduğu gün oluyor. 1997 15 Mayıs Hewlêr Türk halkına yanaştırmaya çalıştı. Yine bu projeye önkatliamının olduğu gündür. Taksim meydanında 1 Ma- cülük eden birazda Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin yıs 1977’de 34 kişinin yaşamını yitirdiği “Kanlı 1 Mayıs” mirasını sahiplenme, buluşma kucaklaşma temelinde olarak ta anılan şehadetlerin ayı oluyor. Bu kadar şeha- Halkların Demokratik Partisi oluştu, kuruldu ve bugün det bilinen tanınan tarihe not düşmüş isimleri olayları gerçekten de etkili olduğu etkili olabileceği görüldü. kısaca vurguladık ama bu yıllarda Mayıs ayı içerisinde direnmiş şehit olmuş yüzlerce binlerce insan daha var. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, şimdi propagandası yapılan 7 Haziran’da yapılacak genel seçimlerde AKP, Yeni bir tarih yeni bir toplum yaratmış bir gelenek halini hükümet partisi ve çevreleri en fazla HDP’ye saldırıyor. almış, dikkat edilirse Türkiye devrimcileri sol hareketler- HDP’nin Türkiye halkıyla buluşmasını demokratik bir den gelen devrimciler, Kürdistanlı devrimciler ve PKK iç güç, muhalefet olmasını alternatif olmasını önlemeye içe geçmiş bir halkanın zincirleri gibidir, onun devamı çalışıyorlar. Çünkü AKP, onüç yıldır iktidarda iktidarın gibidir. Devlet ve Türkiye’deki sosyal şovenist kesimler bütün nimetlerini paylaşıyor yiyor, yandaşlarıyla bölüPKK’yi Türkiye’deki halk hareketinden sol ve devrim ha- şüyor. CHP’nin Kemalizmi aşamaması, demokratik bir reketinden koparmaya, ayrı tutmaya hatta ötekileştirme- projeye kavuşamaması güçlü bir liderlik altında topye çalıştı. Bu hem Kemalizmin Türk milliyetçiliğinin ağır lanamamasını da fırsat bilerek Türkiye halkı AKP ile ideolojik, psikolojik bombardıman savaşının etkisi hem CHP arasına adeta sıkıştırılmış doğal olarak ta AKP’ye de egemen ulustan gelen Kürdistan devrimiyle ortaklaş- mahkûm edilmiş gibi bir durumla karşı karşıyaydı. İşte ma, sahiplenme, bütünleşmenin getirdiği riskler var, rejim HDP projesi Türkiye halkını ve Kürdistan halkını bu alkarşısında ödeteceği bedeller var. Bunu göze almayan ternatifsizlik görüntüsünden kurtarmak, birleşik demokbilinçli ve bilinçsiz birçok çevre PKK’yi Kürdistan dev- ratik özgürlükçü çok kültürlü çok renkli çok inançlı bir rim hareketini kendine ait görmedi, kendi dışında gördü, tarih ve toplum mirasına bağlı kalarak geleceği tasarsorumluluklarından kaçtı, dışladı, olumsuz propagan- lamaya bunu Türkiye toplumuna taşırmaya çalıştı. Bu

40


Özgür Halk

proje bugün büyük bir saldırı altında hem Kürtlerin ilkel milliyetçi çevrelerinden hem de sosyalizme, halkların birliğine kardeşliğine inanmayan dar, çıkarcı çevreleriyle Türkiye’deki Türk İslam sentezcileri milliyetçileri, ırkçıları egemen kesimleri içinde palazlanmış yan gruplarıyla HDP’nin gelişmemesi, dışlanması ve ötekileştirilmesi için tam bir söz ve fikir birliği içerisinde hareket ediyorlar. Bir yandan Kürt çevreleri halkların birliğine, kardeşliğine inanmayan bir yandan da Türkiye’deki egemen milliyetçi çevreler bu projenin karşısında birleşmiş durumdalar.

Mayıs 2015

kardeşlik bir barış bir huzur projesi yoktur, böyle bir projenin ihtimali ve umudu da yoktur. Halklar öldürülüyor, boğazlanıyor, ekonomik yıkımlar var, ama halklarda kazanım yok, kurumlaşma yok, gelecek yok, özgürlük yok, umut yok. Tarihsel ve toplumsal bütün çelişkiler kördüğüm haline getirilmiş birbirine kırdırılıyor. Sonuçta kim ne kadar egemen olacak çelişkiler yumağında Ortadoğu kanlı bir girdap içinde yuvarlanıp gidiyor. Buna karşı çıkış demokratik modernite ekseninde kadın özgürlükçü ekolojik toplumsal bir sistem konfederal bir sistem, her kesin kendisini var edebildiği, örgütleyebildiği özgürlüğün esas alındığı bütün inanç ve kültürlerin özgürce birbirinin aleyhinde olmadan birbirini tamamlayarak, zenginleştirerek Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin, Haki Karerlerin, Karasungurların, Ferhat Kurtayların direnişleriyle yaşamlarını katık ederek kendilerini feda ederek insanlıkta ısrar, özgürlükte ısrar, zulme, karanlığa düşmanlığa, ırkçılığa boyun eğmeme özgürlüğü ve birliği temsil etme ve onda ısrar, onda inat halklarımızı geleceğimizi birliğe ve özgürlüğe kovuşturacak bir çizgidir.

Türkiye’de Mahirlerin, Denizlerin, Kaypakkayaların mirasını temsil eden Anadolu’nun direnişçi geleneğini, emek özgürlük ve eşitlik adalet umutlarını, arayışlarını temsil edenler, aynı şekilde Kürdistan’da Hakilerin, Ferhat Kurtayların, Mehmet Karasungurların, Şehit Mizginlerin çizgisini mirasını temsil eden; özgürlük eşitlik anti-sömürgeci, anti-asimilasyoncu özellikle kadının, doğanın, toplum bütünlüğünün sağlandığı kadın özgürlükçü ekolojik bir pradigmanın toplum sisteminin savunulduğu. Birlik, özgürlük ve eşitlik felsefesinin hakim olduğu ve bunu sadece Türkiye, Anadolu, Mezopotamya’da değil, sınırları aşarak bütün Ortadoğu’da bir birlik ve konfederasyon temelinde Ortadoğu kaynaklarını, kültür mirasını paylaşmayı esas almakta. Bugün Ortadoğu’ya bakıldığında bu projenin bölge için ne kadar gerekli olduğunu adeta bir ilaç değerinde olduğu rahatlıkla görülebilir.

Bu temelde bütün Mayıs ayı şehitlerinin mirasını günümüze taşırmalıyız, bunlar geçmişte kalmadı geçmiş veya tarih olmadı öyle bakarsak yanılırız sadece anmış oluruz. Anma, sadece mezarlarına gitmek, sadece mevlit okutmak, sadece lokma dağıtmak ya da sadece hayır duaları etmek değildir. Onların anmak düşüncelerini, felsefelerini, davalarını, özgürlüklerini bu günde toplumun ihtiyaç duyduğu yakıcı olarak hissettiğimiz kötülüklere, sömürüye, baskıya, ırkçılığa, zorbalık sistemlerine işte DAİŞ gibi oluşturulmuş çetelere karşı birliği ve özgürlüğü temsil etmemiz, onun mücadelesini vermemiz ve bunu güçlü bir örgütlülüğe kavuşturarak sarsılmaz, yıkılmaz, yenilmez, dağıtılamaz, parçalanamaz halkların Anadoluyu, Mezopotamya ve Ortadoğu’yu halkların bahçesine her rengin her kokunun geldiği, güzel, yaşanabilecek bir coğrafyaya çevirmemiz gerekiyor. Anılarını tarihini güncelini böyle anlamamız böyle bağlamamız gerekiyor.

Arap Baharı, Mısır, Libya’daki rejimlerin değiştirilmesi, katliamlar, kanlı iç savaş boğazlaşmalar, Mısır’daki askeri darbe, bugün Yemen’de Husilerin yayılması ve ona karşı Arabistan öncülüğünde hava saldırıları katliamlar, ekonomik maddi yıkımlar. İran’ın bir biçimde bunların içerisinde yer alması yani bütün statükocu güçler emperyalistlerle beraber etkili olmaya, nüfus alanlarını genişletmeye, Sünni ya da Şii bloklar oluşturmaya çalışıyorlar, böylelikle halklar birbirine boğazlatılıyor. Dikkat edersek burada bir ufuk bir çıkış bir birlik bir

41


Özgür Halk

Mayıs 2015

Demokratik Yerel Yönetimler Birliği ile Özgür Yaşamı İnşa Edelim Bu iki yıllık süre içinde demokratik inşa ve yaşam hamlesine en güçlü katılması gereken yerel yönetimler geri, basit ve ucuz hesapların, tartışmaların merkezi durumuna gelmiştir. Mevcut durumu ile toplumsallaşmayan iktidarcı bürokratik belediyecilik, mücadelenin temel kaynağı olan halkla hareketi karşı karşıya getirmiştir. Edip Solmaz Demokratik toplum sisteminin önemli bir bileşeni olan yerel yönetimler, kendi alanına ilişkin olarak hazırladığı sözleşmesiyle yerel yönetim modelini, sistemini, yönetimini ve yeni dönem politikalarını oluşturarak yeni döneme başlamıştır.

Özgürlük Hareketi’nin Kobanê ve Şengal’de yarattığı fedai ruh ve destansı direniş ile karşılaşmış, Kobanê ve Şengal’deki direnişle Ortadoğu dengeleri sarsmıştır. Ortadoğu’da yaratılan kaosun ürünü olan IŞID provakasyonu kara bir faşizm olarak etrafa saldırdığında ne devletlerin düzenli orduları ne de bölgedeki hakim güçler ilerleyişini durdurabildi. Herkes onlardan kaçarken Özgürlük Hareketi’nin yarattığı fedai ruh, büyük inanç ve kararlılıkla büyük bedeller ödeyerek bu ilerleyişin önünde durdu ve geriletmeye başladı. Kobanê ve Şengal’deki direniş, boğulmak istenen demokratik ulus çizgisine büyük bir ivme kazandırdı. Bu direniş sadece bölgenin değil tüm dünya ezilenlerinin, sosyalistlerin, demokratların ve yurtsever özgürlükçü çevrelerin yönünü Özgürlük Hareketi’ne ve Kobanê’ye dönmesine vesile oldu.

Kürdistan Özgürlük Hareketi, kırk yılı aşkın mücadelenin ortaya çıkardığı değerlerle direniş kültürü ve paradigması ile ülkemizde ve bölgede demokratik devrimin öncüsü durumundadır. Mevcut durumda artık Ortadoğu’da geçmiş zihniyetler ve bu zihniyetlere dayalı sistemler halklar tarafından kabul görmemektedir. Hem küresel güçlerin hem de buna karşı direnç gösteren gerici bölgesel güçlerin zihniyet ve sistemleri Ortadoğu’da iflası yaşamaktadır. Tam da bu noktada Önderliğin geliştirdiği demokratik ulus zihniyeti ve onun demokratik özerklik sistemi ezilen etnik, dinsel ve mezhepsel topluluklara, kadınlara yeni bir umut ışığı yaratmıştır. Kürdistan Özgürlük Hareketi milletperestlik yapmadığı için sadece Kürtlere umut ışığı olmamıştır. Asurîlerin, Türkmenlerin ve diğer tüm etnik toplulukların da ilgisini çekmiştir. Dinperestlik yapmadığı için Êzidilerin, Alevilerin ve Hristiyan toplulukların ilgisini çekmiştir. Erkeğe dayalı zihniyeti yaşamı ve sistemi reddettiği için tüm kadınların özgürlük umudu olmuştur. Demokratik ulus çizgisi tam da budur. Tüm kültürel ve inançsal toplulukların kendini demokratik ulus bilinci ile demokratik özerk yönetimlerle yönetmesidir.

1984’ten bu yana uluslararası güçler Özgürlük Hareketi’ni çembere alarak “terörist örgüt” olarak ilan etmişlerdi. Bu tecridin en ağır biçimi İmralı’da Önder Apo’ya dayatılmıştır. Kobanê ve Şengal direnişi bu tecridi parçalamış, bu duvarı yıkmıştır. Bu duvarı ören ABD ve öncülüğündeki koalisyon, IŞID canavarına karşı direnen tek gücün PKK olduğunu görünce bir anlaşmaya dayanmasa da Özgürlük Hareketi ile aynı safta durmak zorunda kaldı. Uluslararası alanda Kürtler için muhatap kabul edilen KDP iken Kobanê direnişi ve zaferi ile gelişen yeni süreçte Kürtler için bir tartışma ve kararlaşmanın PKKsiz olamayacağını dost-düşman, herkes gördü.

İşte bu demokratik ulus çizgisi ilk defa Rojava’da hayat bulmuştur. IŞID’in Kürtlere saldırısı Rojava’da kantonların ilan edilmesi sonrası gerçekleşti. Bu çizginin gelişmesini gören küresel güçler, onların taşeron örgütleri ve de bölgenin ulus devletçi güçleri 3. Dünya savaşı olarak tanımlanan Ortadoğu Savaşı’nın büyük bölümünü Kürdistan coğrafyasına yaymışlardır. Bunu da IŞID eli ile yapmışlardır. IŞID, kapitalist modernitenin yarattığı bir canavardır. Devletçi iktidarcı sistemin en kara ve en faşist yüzüdür. Bu IŞID canavarı ile demokratik ulus çizgisinin hayat bulması engellenmek istenmiş, ancak bu hesapları tutmamıştır.

Kobanê ve Şengal direnişi ile Önder Apo’nun geliştirdiği paradigma doğrultusunda tüm bu değerleri yaratan devrim şehitlerini minnetle anıyoruz ve anılarına bağlı kalacağımızın sözünü veriyoruz. Bu tarihi misyona ve gelişmelere denk bir öncü duruş sergilemek ve bu doğrultuda yaşam ve çalışma tarzımızı düzenlemek esas görevimizdir. Onların anılarını yaşatmak, demokratik toplum sistemini örmekle mümkündür. Toplumsal inşayı gerçekleştirmek dönemin vicdani, ahlaki ve politik görevleridir. Bunun dışında hiçbir katılım biçimi

42


Özgür Halk kabul edilmeyecektir. Tersi bir duruş bize kaybettirir ve tasfiyeye götürür. Kobanê bilinci ve ruhu ile çalışmalara yüklenmek, dönemin en önemli görevidir.

Mayıs 2015

yıpranmayı ve aşınmayı derinleştirmektedir. Özgürlük Hareketini yerel yönetimler üzerinden vurarak geriletmek istiyorlar. Böyle bir gerçeklik herkes tarafından bilinip sürekli dile getirilmektedir. Ancak bu tartışmaların büyümesine belediyecilik pratiğimizin zemin sunduğunu unutmamak gerekir. İktidar ve rant tartışmaları etrafında dönen bu savaş politikaları ile mücadele etmek kadar bunlara malzeme sunan yanlış ve yetersiz uygulamalarla da mücadele etmek hepimizin temel görevleri arasındadır.

Önderlik tarafından başlatılan ancak AKP hükümetinin seçim hesaplarıyla taktiksel bir süreç olarak değerlendirdiği demokratik çözüm süreci devam etmektedir. AKP hükümeti, görüşme, diyalog ve açıklamaların dışında hiçbir adım atmamıştır. Kobanê direnişi, 6-8 Ekim tarihlerinde Kürtleri ve dostlarını devrimsel bir kalkışa sevk etti. Bu gelişmelerden korkan AKP hükümeti bir taraftan bu direnişin Türkiye’deki siyasal temsiliyeti olan HDP’ye saldırdı bir taraftan da buna karşı önlem adı altında güvenlik yasalarını çıkarmaya girişti. Başından beri bu sürece taktik yaklaşan ve hegemonyasını kurmak isteyen AKP hükümeti bu durumu pekiştirmek için 2015 parlamento seçimlerini önemli bir eşik olarak görmektedir. 6-8 Ekim’de başlattığı bu saldırı dalgasını bu seçim kampanyası ile birleştirerek bazen sert bazen yumuşak ifadeler kullanarak sonuç almak istemektedir.

Olağanüstü süreçlere olağan tartışmalarla cevap olunamaz Bu gelişmeler ve bizim bu gelişmeler karşısındaki duruşumuz ve zayıflıklarımız ele alınarak birçok kurum ve örgütte yeniden yapılandırma süreci başlatıldı. Birçok örgütsel alan ve kurum demokratik inşa ve özgür yaşam hamlesine yeniden katılmak için kendisini yeniden yapılandırarak kongre ve konferanslar gerçekleştirdi. Yerel yönetimler de olarak da bu yeniden yapılandırma sürecine konferans kararı alarak girdi. Süreçlerin bir parçası olarak Aralık 2014 boyunca yerel yönetimler alanında gerçekleştirilen bölgesel ve genel konferanslarda yürütülen tartışma ve kararlaşmalar, yeniden yapılanma süreci ve görevlerini karşılama ve örgütlü

Önder Apo bu süreci başlattığında bir yandan devletle sorunu çözme arayışına girerken diğer yandan bizim için de bu süreci “demokratik inşa ve özgür yaşamı örme” süreci olarak tanımladı. Bunun hamlesel düzeyde ele alınmasının gerekliliğini belirtti. Ancak 2013 Newroz’undan bu yana başlatılan bu hamleye yeterli düzeyde katılım sağlanmamıştır. Süreç, bir mücadele süreci değil de çözümün devletten beklenildiği bir süreç olarak ele alınmış ve bu doğrultuda yanlış, yanıltıcı tutumlar ortaya çıkmıştır. Başta örgüt ve kadro duruşunda, mücadele ölçülerinde aşınma ve uzaklaşma yaşanmıştır. Mücadele araç ve yöntemleri yeni paradigma ile uyumlu olmamıştır. Tüm bunlar, bu sürecin yeterli düzeyde ivme kazanmasına ve sürecin nitelikli müzakereye evrilmesine yetmemiştir.

duruş yaratmak açısından önemlidir. Kader tayin eden böylesi bir süreçten geçerken demokratik özerklik ve demokratik ulus temelinde özgür yaşamı, demokratik toplumu ve onun sistemini geliştirmek hayatidir.

Bu iki yıllık süre içinde demokratik inşa ve yaşam hamlesine en güçlü katılması gereken yerel yönetimler geri, basit ve ucuz hesapların, tartışmaların merkezi durumuna gelmiştir. Mevcut durumu ile toplumsallaşmayan iktidarcı bürokratik belediyecilik, mücadelenin temel kaynağı olan halkla hareketi karşı karşıya getirmiştir. Bütün alanlarda belediyeler üzerinden yürütülen olumsuz ve yıpratıcı tartışmalar tahribata yol açmaktadır. Devletin özel savaş odakları bu olumsuz tartışmaları belli merkezlerden pompalayıp yaymaktadır. Yaşanan eksiklik ve yetersizlikleri büyüterek, algıları bu temelde yöneterek

Yürütülen direniş, verilen bedeller ve halkımızın çektiği acıların açığa çıkardığı kazanımları korumanın tek güvencesi, demokratik toplumsal sistemin öz yönetimlerinin inşasıdır. Aralık 2014 boyunca gerçekleştirilen konferanslarda yürütülen tartışmalar ve alınan kararlar, yeniden yapılanma süreci ve görevlerini karşılamanın güçlü ve örgütlü duruşunu yaratmak açısından da önemlidir. Yine yerel yönetimler sözleşmesi ile kendini yeni bir sisteme kavuşturması konferansların önemli olumlu yanlarıdır. Ancak konferanslarda kimi eksiklik-

43


Özgür Halk ler ve yetersizlikler de yaşanmıştır. Bunların da güçlü tespitlerinin yapılması ve giderilmesi gerekmektedir.

Mayıs 2015

nuda kimi adımlar atılmışsa da hala hakim olan anlayış bürokratik iktidarcı ve devletçi yönetim anlayışı ve kültürüdür. Bu bürokratik ve toplum üstü olan yönetim Konferansları genel gündemleri açısından değerlendir- anlayışını hızla aşmak gerekir. İktidarcı devletçi yönetim diğimizde şunu belirtebiliriz; yaşanan olağanüstü süre- anlayışı rant ve beraberinde sorun üretir, kayırmacıdır. ce olağan tartışmalarla cevap olunamaz. Böyle süreçler Halktan kopuktur, karar alma süreçlerine halkı katmaz. kapsamlı eleştiri ve özeleştiri temelinde kararlaşmalar Birbiriyle sorunlu, çelişkili, sadece bir kesimle hareket ile başarıya gidebilir. Bu ölçüye vurulduğunda konfe- eden bir yönetim anlayışıdır. Konferanslarda bu yönetim ranslardaki yoğunlaşma demokratik özerkliğin örülme anlayışı mahkûm edilmiştir. Sürekli sorun dillendiren çösürecinde yer alış ve katılımı belirleme açısından eksik züm dilini hiç kullanmayan, çözüm geliştirmeyen tutum kalmıştır. Gerek konferanslara hazırlık süreçlerinde ge- ve yaklaşımlar da mahkûm edilmiştir. Demokratik bir rekse de konferanslarda yürütülen tartışmalarda yeter- yönetim olmak için öncelikle yerel yönetimleri devletçi siz ve eksik yanlar ciddi eleştiri konusu olduğu kadar ve iktidarcı zihniyet ve kurumsallaşmalardan kurtarmak doğru tespit edilip özeleştiri yapmak önemlidir. Hem böl- gerekir. Böylelikle inşa faaliyetini kendi içyapısında başge konferanslarına hem de merkezi konferanslara katı- latmak önemli olacaktır. Kendi içyapısını demokratikleşlımın sınırlı olması, katılanların temel sorunları günde- tirmekle birlikte demokratik toplumun inşa faaliyetlerine me taşıma ve çözüme odaklanma yerine günlük çıkan de aktif katılım sağlamalıdır. Yerel ya da yerinden yönepratik sorunları tartışma yönündeki dayatmaları eleştiri timin sadece belediye ve il genel meclislerinden ibaret konusudur. Eşbaşkanlık sisteminin oturmaması sönük olmadığı gerçeğinden hareketle hem toplumsal inşa çagündemlere indirgenmiş zihniyet ve sistem çözümle- lışmalarına güçlü katılım formülasyonları hem de birliği meleri erkek egemen, devletçi ve iktidarcı zihniyetle toplumun katılımına açık tutacak mekanizmaları, karşıbağlantıları ve geleneksel kadın yaklaşımları yeterince lıklı anlayış birliği temelinde oluşturmak gerekmektedir. çözümlenmemiştir. Genel anlamda şikayetçilik öne çık- Tartışılan ve üzerinde durulması gereken önemli bir mıştır. Bu duruş aşılmalı ve doğru mücadele yöntemle- konu da eşbaşkanlıktır. Eşbaşkanlık sistemi yeni uyguriyle kazanımlar öne çıkarılmalı ve örgütlendirilmelidir. lanmıyor. Sekiz yıllık bir geçmişi var. Bu sisteme ilişkin önemli bir birikim olmasına rağmen hiçbir dönem bu Bazı seçilmişlerin hem bölge hem de merkezi konferan- kadar yıpratıcı, geriletici tartışmalar yaşanmamıştır. Bu sa mazeret bildirmeden katılmamaları izaha muhtaçtır. alanda eşbaşkanlık sisteminin yeni olması fırsat bilineBu objektif olarak kendi toplumsal sistemini kurma ça- rek yaşanan sıkıntılar üzerinden geri, basit ucuz tartışbalarına karşı ilgisizlik ve malar yürütülmüştür. Bunun itibar etmeme anlayışını üzerinde spekülasyonlar gösterir. Tüm bunların yageliştirilmiş, yıpratma araDemokratik bir yönetim olmak için öncelikle nında konferansta önemli cına dönüştürülmüştür. yerel yönetimleri devletçi ve iktidarcı zihniyet kararlaşmalara da gidilve kurumsallaşmalardan kurtarmak gerekir. Eşbaşkanlık sistemi, Önmiştir. Özellikle ekonomi, Böylelikle inşa faaliyetini kendi içyapısında ekoloji, sosyal politikalar ve derliğin en temel çalışması kentsel mimari ile ilgili koolarak çok derin bir tarihsel başlatmak önemli olacaktır nularda tutum belgelerinin ve toplumsal temele dayankabul edilmesi önemlidir. maktadır. İktidarcı devletçi Hem konferans hem konferans sonrası yapılan tartış- düzenin kurduğu ilk kölelik ilişkisi olan kadın köleliğini malarda birçok konu ele alınmış, anlayışlar mahkûm çözümleyen Önder Apo, toplumsal özgürlüğün kadın edilmiş ve yeni döneme ilişkin kararlılık belirtilmiştir. özgürlüğünden geçtiği sonucuna vardı. Bu sorun sadece kadın sorunu değildir: Yeni oluşan toplumsallıBu doğrultuda demokratik toplumun inşasına geçmek ğın esas alacağı temel mücadele ilkelerinden biridir. ancak demokratik öz yönetimlerle mümkündür. 1516 yıllık yerel yönetimler pratiği, bin yıllardır kurum- Bir yıllık deneyimin açığa çıkardığı sonuçlar hem bu laşmış devletçi toplumun her alandaki örgütlülüğüne konuya stratejik bakılmadığını hem de bu tarihsel proancak demokratik toplumun yeniden örgütlenmesiy- jenin bireysel tutum ve yanılgıların sınırlarına takılıp asıl le karşı durulabileceğini göstermiştir. Ne tek başına amacından saptırıldığını göstermektedir. İktidarcı ve bir belediye kurumuyla ne de iyi niyetli, yetenekli be- devletçi zihniyet belediye ve yerel yönetimlere sızmış lediye eşbaşkanlarıyla buna cevap olmak mümkün- devletçi yasalarla örtüşünce her alanda kriz ve olmudür. Toplumsal örgütlülük düzeyinin demokratik ve yor tablosuyla karşı karşıya kalınmıştır. Böylesi stratejik adil bir sistemle varlığını sürdürmesi mümkündür. bir çalışma bireysel çelişki ve çatışmalara, basit yetki ve mevki tartışmalarına indirgenerek içeriği boşaltılYerel yönetimler alanında uzun zamandır komisyon maya çalışılmıştır. Maddi (oda, maaş, imza, makam çalışmaları ile yürütülen örgütlenme, geniş perspektifli aracı vb.) tartışmalar manevi tartışmaların önüne geçbir sistem kurma çalışmasına dönüşmedi. Demokra- miştir. Gönderilen genelgeler ya uygulanmamış ya da tik toplumun inşası ancak demokratik öz yönetimlerle kendine göre uygulanmıştır. Konferans da buna karşı mümkündür. Yerel yönetimlerde şimdiye kadar bu ko- tutum almış ve yeni genelgenin hazırlanması karar-

44


Özgür Halk

Mayıs 2015

larının ve çalışanların toplum adına bu imkanları kullanma gibi bir hakkı vardır. Bunların hepsi devletçi ve iktidarcı uygulamalardır. Devletin başına geçen, devlet imkanlarını istediği gibi kullanma hakkını kendinde bulurken o iktidarın taraftarları da buna ortak olmayı kendine hak görür. Unutmamalıyız ki bu düzeni değiştirme iddiasıyla göreve gelinmiştir. Diğer türlüsü sahibini de taraftarını da çürütüp yozlaştırır. Ahlaki olarak bütün yönetimler ve seçilmişler buna karşı durmakla sorumludur. Kazanılan mevziler toplumsal projelerle zenginleştirilip topluma dönmedikçe ancak bir sadaka kültürü ortaya çıkar. Hiç kimsenin halka böyle yaklaşma hakkı yoktur.

laştırılmıştır. Hazırlanan genelge tüm bileşenlere gönderilecektir. Bundan sonra bu genelgeyi uygulamayan, gereklerine uymayan, farklı yorumlayıp bireysel ve grupsal süzgeçten geçiren hiçbir anlayış kabul edilmeyecektir. Buna karşı tavır ve tutum sahibi olunacaktır. Geçen süreçte model ve tutum belgesine aykırı uygulamaların eleştirilmesi ve mahkûm edilmesi önemlidir. 1516 yıllık belediyecilik pratiğimizde halkın ekonomik ve sosyal sorunlarına yeteri kadar çözüm geliştirilemediği için bu sorunların çözümünde haklı olarak tek muhatap, yerel yönetimler olarak görülmüştür. Bu konuda yerel yönetimlerden abartılı beklentiler olmakla birlikte haklı olunan birçok nokta da mevcuttur. Halkın ekonomik sorunlarının çözümünde tek yöntem işe alma olarak görülmüştür. Bu da belediyelerde işçi alımlarında yığılmalara neden olmuştur. Herkesi işe alma imkânı olmadığından uygulanan yöntemlerin yanlışlığından, belirlenen kriterlerin genelliğinden kaynaklı sorunlar yaşanmıştır. İşe alımlar konusunda seçilmiş ya da alan yönetimlerinde (il, ilçe yönetimleri, meclis yönetimleri) yer alanların akrabalarının dayatılması siyasi ve ekonomik ranttır. Yönetim kademesine seçilenler görev süreleri boyunca kendi çevrelerinin bu konulardaki taleplerine karşı durmalıdır. Aksi takdirde şeffaf ve adil bir yönetim kültürü oluşturulamaz. Bu tür uygulamalar siyaset geleneğimizin itibarını ve ağırlığını zedelemektedir. Bu konuda genelge ve tutum belgelerine aykırı davranışlar kabul edilmemelidir. Personel politikasına ilişkin genelge ayrıca hazırlanmıştır. Uygulamasından herkes sorumlu olmalıdır. Ayrıca konferansta halkın ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm üretmek için kabul edilen tutum belgeleri önemlidir. Bundan sonrası uygulama işidir. Herkes takipçisi ve sorumlusu olmalıdır.

Sözleşme ve yerel yönetimler birliği Konferansta kabul edilen sözleşme ve demokratik yerel yönetimler birliği, yerel yönetimler alanında yeniden yapılanmanın zihniyeti ve örgütünü tanımlama anlamında tarihsel bir kararlaşmadır. Sözleşme, inşanın amacını ifade ediyor. Geçen süreçte bu ihtiyacı karşılayacak değişik modeller hayata geçirilmiştir. Demokratik ulus ve demokratik özerkliğin inşasıyla yerel yönetim alanında

kendini yeniden ele alma ve tanımlama ihtiyacına göre yeni bir sistem ve model ihtiyacı açığa çıkmıştır. Bunun için sözleşmenin doğru anlaşılması, çalışmaların doğru temelde geliştirilmesi açısından zorunludur. Birlik, bu amaca ulaşmak için kullanılacak aracı ifade etmektedir. Birliğin bütün kurumlarıyla her alanda oluşması ve işlemesi, amacı gerçekleştirmede başarıyı getirecektir. Sözleşmede derinleştirilmesi, genişletilmesi gereken yanlar kadar birlik modelinde en doğrusuna ulaşma temelinde önümüzdeki konferanslarda kimi değişiklikler olabilir. Tanımlanan düzey, yeniden yapılanma ihtiyacını karşılayacak içeriktedir. Demokratik yerel yönetimler birliği yürütme kurulunun oluşması, sistemi sözleşmeye uygun geliştirmesi ve konferans kararlarının hayata geçirilmesi açısından sorumlu bir örgütsel muhatabın oluşması noktasında önemlidir. Demokratik yönetimin gelişmesi, eşbaşkanlık sisteminin oturtulması ve toplumsal boyutlarıyla örgütlendirilmesi kendiliğindenliğe

Benzer şekilde kurumların belediyelere maddi temelli yaklaşımları çok net bir şekilde eleştirilip mahkum edilmesine rağmen hem eski alışkanlıkların dayatılması hem de bazı seçilmişlerin, talepleri bireysel yaklaşımlarla çözmeye kalkışmaları birilerinin iyi birilerinin kötü olması gibi bir algı yaratmıştır. Eğer bu yanlış yaklaşım ve beklentilere karşı mücadele edilmezse bu da bireysel bir kaygı ve kendine göre yaklaşımı ifade eder. Kısacası bütün topluma ait olan bu değerlerin eşit bir şekilde topluma dağıtılması gerekir. Başta seçilmişler olmak üzere herkes bu konuda sorumludur. Ne yetkili kurumların bireysel tasarrufta bulunma gibi bir lüksü vardır ne de toplum öncülüğü için kurulan çalışma alan-

45


Özgür Halk bırakılmayacak kadar hassas ve yaşamsal konulardır. Yeni dönemin inşa çalışmalarında oluşan demokratik yerel yönetimler birliği kurumu ve eşbaşkanlığı stratejik politikaların ve sistemin hayata geçirilmesinden sorumludur. Başarı için amaç ve araç bütünlüğü önemlidir. Amacın doğruluğu ve temizliği kadar o amaca götürecek araçların da temiz ve isabetli olması gerekir. Aksi durumda iktidar üreten araçlar amacı da gölgeler. Demokratik yerel yönetimler birliği, topluma ait olan özyönetim olgusunu yeniden topluma kazandırmayı, devletin ve yasaların kuşattığı belediyeleri toplumsal ve demokratik kurumsallaşmalara dönüştürmeyi amaçlamaktadır. En temel görevi bu alanda devleti sınırlandırarak yerel yönetimleri toplumsal katılım ve örgütlenmenin temel alanlarından birine dönüştürmektir.

Mayıs 2015

kapsayıcı ve tamamlayıcı bir hareket tarzı ve çalışma olmalıdır. Bunu yaparken bölgelerin ve diğer yerellerin inisiyatif alanlarına girmemek önemlidir. Eşbaşkanlık ve koordinasyon, sadece yürütme kuruluna karşı değil tüm birliğe karşı sorumludur. Bu ihtiyaca cevap olacak şekilde pratik ve esnek çalışma tarzı kadar ihtiyaç duyduğu çalışma birimlerini de örgütleyebilmelidir. Burada temel ölçü, bürokratik ve elit kurumlaşmalara gitmeden çalışma sahasında üretkenlik olmalıdır. Bir mekâna bağlanmış toplum dışı yapılanmalar tercih edilmemelidir. Bölge konferanslarına seçilen bölge yürütme kurullarında sadece seçilmişler yer almıştır. Bölgelerde çalışmalara her düzeyde aktif katılacak ve sistemin kuruluşuna katkı sunacak bireyler de seçilmeliydi. Sadece seçilmişlerin yer alması hantallaştırabilir. İşlevli olma anlamında sınırlandırabilir. Esas çalışmaların bölgelerde yürüyebileceği ve temel sorunlarla muhataplık durumları düşünüldüğünde bu durum önem arz etmektedir ve ciddi bir boşluk anlamına gelmektedir. Şimdiden bu eksiği gidermeli, bölge kurullarına fiili görevlendirmeler yapıl-

Oluşan birliğin diğer bir yönü örgütsel işleyiş modelidir. Buna göre hem bölgelerde yürütme kurulları hem de demokratik yerel yönetimler birliği yürütme kurulu seçildi. Yürütme kurulu kendi içinde eşit temsil üzerinden koordinasyonu ve eşbaşkanlığı belirledi. Seçilen yürütme kurulu, birliğin yerele doğru bölge il ilçe ve köy birlikleri üzerinYeni bir dönem başlıyor. Bu yeni dönemde eskinin dili, den örgütlenmesinden sorumludur. eylemi ve çalışma tarzı asla kabul edilmeyecektir. Yeni Yine her yerelin kendi sorumluluk dönemin dili, çözümü geliştirme dili ve eylemi olmalıdır. alanı içinde kararlaştırılan konuların uygulanmasından ve takibinin yapıSorunun parçası olan çözüm iradesi, yeteneği ve bilincini lıp hem ön açıcı olmaktan hem de geliştirmeyen tüm yaklaşımlar mahkum edilmelidir. gerekli denetimi yapmaktan sorumludur. Yürütme kurulu kendini yetkilendiren konferans iradesine karşı sorumludur. Hem malıdır. Bu durum ilk meclis ara dönem toplantısında birliğin tüzüğe göre çalışması hem her alanda örgüt- resmileşerek tamamlanmalıdır. Bu süreç tamamlanalenmesi çalışmalarına aktif katılacaktır. Özellikle bölge na kadar birlik yürütme kurulları bölge yürütmeleriyle ve daha yerel birliklerin oluşması çalışması ve irade ortak çalışmalı ve iç görevlendirme yaparak bu boşkazanması için gerekirse çoğu zaman birlikte çalışarak luğun örgütsüzlüğe yol açmasının önüne geçmelidir. sistemin kurulması hızla tamamlanmalıdır. Eşbaşkanlığı ve koordinasyonu tamamlayan aktif bir çalışma prog- Bölge yürütme kurulları öncelikle birliğin bölge esasına ramı olacak ve kendisini hem sözleşmede tanımlanan dayandığı bilinciyle sistemin bölgelerde oturtulmasınboyutlar hem de akademi, GABB vb. temel çalışma dan sorumludur. Demokratik özerklik sistemi bölgeler alanlarına göre işbölümüne tabi tutarak komisyonlarla üzerinden tanımlanıyor. Birliği buna göre örgütlerken çalışacaktır. Komisyonların, kendi alanında da yetkin, diğer taraftan genel toplumsal inşa çalışmalarının böyle sözleşmenin öngördüğü ve konferansın kararlaştırdığı olduğunu bilerek bu örgütlenmelerin bir güce ve çalışma politikaları pratikte uygulanabilir somut projelere kavuş- disiplinine kavuşması gerekir. Önümüzdeki dönemde turacak bileşenlerden oluşması gerekir. Onların kendi kurumlaştıkça eşbaşkanlık sistemine geçeceğini bilerek çalışma yönetmelikleri olmalı ve bunlar işletilmelidir. şimdiden bir sözcülük (iki kişilik) kurumu ile çalışmalarını koordineye kavuşturmalıdır. Sözleşmede tanımlanan Eşbaşkanlığın koordinasyon ile bir eşbaşkanlık kurulu program ve konferanslarda alınan kararların bölgelerde gibi kolektif bir çalışmayı sürdürmesi önemlidir. Bu ça- somut projelere kavuşturulması, dayanışma ilkesi temelışma biçimi giderek bölgelerde ve diğer alanlarda uy- linde bölgenin tüm dinamikleri ile ortaklaşarak pratikgulanabilir. İl ve ilçelerde mevcut belediye ve il genel leştirilmelidir. Yine bölgenin yerel yönetim bileşenlerinin meclisleri, o alanların birlikleri olarak ele alınıp örgüt- denetimi ve yaşanan sorunların yerelde çözümünden lendirilir. Birlik, tabanda kendisini örgütledikçe bu ör- sorumludur. Burada kendi yerelinde tartışılıp görüşülgütsel yapı daha da ayrıntılandırılabilir. Yürütme kurulu meyen sorun ve gündemlerin bölge yürütme kuruluna uygun bir ilişki hukukunu toplumsal inşanın tüm diğer gelmemesine dikkat edilmelidir. Aynı şekilde bölgede alanlarıyla oluşturacak mekanizmaları kurmalıdır. Koor- tüketilmemiş bir tartışma da birlik yürütme kurulunun dinasyon eşbaşkanlık ile birlikte birliğin koordinesinden gündemine gitmemelidir. Bu prensipleri işletirken halkı sorumludur. Birliğin sözleşme ve tüzüğe uygun işleme- bürokratik işlemlere mahkum etmeyecek hızlı ve disipsinden yerinde denetim ve uygulamalara katılıma kadar linli çalışma esas alınmalıdır. Kararlaşmalarda hem kenbirçok görevi vardır. Her bölgeyle dengeli ilişkilenme, di bileşeni hem de gerekli organlar ile ortaklaşılmalıdır.

46


Özgür Halk Yerelde yaşanan çelişkilere taraf olmamak kadar sorunları kapsamlı ve çok yönlü incelemek önemlidir. Bunu yaparken kendisini ihtiyaç duyduğu oranda boyutlara göre komisyonlar kurarak örgütlemelidir. Bu komisyonlar kurulurken bölgede ilgili alana katkı sunacak örgütsel yapılar, sivil toplum kuruluşları ve kişilerden yararlanıp güçlü ve sonuç alıcı örgütlemeleri esas almak gerekir.

Mayıs 2015

leşmeyi güçlü kavramak gerekse de mesleki teknik eğitimler için hem merkezi hem de bölgelerde ihtiyaç duyulduğu kadar eğitimlerin olması gerekir. Eğitimi dönüşümün esası, kişilik kazanma olarak yine bir işi başarılı yapabilmek için yetenek kazanma olarak tanımlıyoruz. Bu çalışma için çok da donanımlı mekanlara gerek olmadığı anlaşılmalıdır. Geçmişten beri gerek Ortadoğu’nun medrese kültürü gerekse de Anadolu ve Batı’nın akademiyaları yine modern dünyanın bütün sistemleri kendilerini bu eğitim kurumlarında yetiştirdikleri kadrolar üzerinden topluma taşırıyorlar. Eğer yeni bir yaşam kurma iddiasına sahipsek buna öncülük ede-

Yapılan konferanslarda il, ilçe ve köy birlikleri sistemi yeterince oturtulmadığından oluşturulmamıştır. Ancak ildeki ve ilçedeki belediyeler, il genel meclisleri ile köy komünleri ve köy birlikleri olarak rol üstlenebilir. Bu yapı-

ların da kendisini sözleşme ve modele uygun bir örgüte ve işleyişe kavuşturması önemli ve gereklidir. Toplum işlerini toplumla yürütecek temel alan burası olmaktadır.

cek insanı yetiştirmek zorundayız. Gerek birlik yürütme kurulu gerekse bölge yürütme kurulları bu eğitimin düzenlenmesinden sorumludur. Aynı zamanda yerel yönetimler akademisinin merkezi bir örgütlülüğe kavuşması yine her bölgede ihtiyaç duyulduğu kadar okul düzenlerini kurması gerekir. Bu çalışmaları koordine edip yürütecek yönetim oluşmalı ve hızla pratikleşmelidir.

Konferanslarda il genel meclislerinin çalışmalarının yeteri kadar tartışılmaması önemli bir eksikliktir. Köylerle birebir ilişkili olan ve temel dayanağımız olan doğal toplum yaşamının sürdüğü alan çalışmalarının önemsenmemesi ciddi bir sorundur. Komisyonun konferansa sunduğu raporda bu durumun sadece bir cümleyle geçiştirilmesi de bu yaklaşımın göstergesidir. Özellikle birliğin kır ayağının örgütlendirilmesi ve kır kent ilişkileri ve dengesinin yerel yönetim sisteminde tanımlanacağı ve yürütüleceği bu çalışmaların birliğin her kademesinde sorumluluk üstlenmesi gerekir. Yürütme kurullarının oluşturacağı komisyonlara dahil olup yerellerle ilişkilenme sağlanmalıdır.

GABB birlik çalışmaları kendini yeniden yapılandırarak güçlü katkı sunabilecek bir kurumdur. Kendini toplumsal ihtiyaç alanlarına göre bir iç yapılanma ve örgütlenmeye kavuşturursa yerel yönetimlerin tüm çalışma alanlarında eğitsel, örgütsel ve teknik anlamda katkısı güçlü olacaktır. Konferansta onaylanan sözleşme, toplumun temel ihtiyaç ve sorunlarına karşılık gelen boyutları içermektedir. Bu boyutlar hem birliğin kendini örgütleyeceği temel ayaklara hem de yerel yönetim alanında stratejik çalışma alanlarına karşılık geliyor. Yani önümüzdeki dönemde yapılacak tüm tartışma, kararlaşma ve planlamalar bu boyutlar dikkate alınarak yürütülmek durumundadır. Diğer türlüsü kendi dar sınırlarında günü birlik sorunların peşine takılmış bir gündem sapmasını ifade eder. Sözleşmeler onu kabul eden topluluklar açısından hayati ve ilkesel kabullerden oluşur. Buna göre olmak

Birliğin diğer önemli bir ayağı akademiler sistemidir. Toplumsal değişim ve dönüşüm, öncelikle zihniyet alanında başlar. Zihniyeti oluşmayan hiçbir toplumsal düzen kalıcı olamaz. Bu mücadele de eğitimle yürütülür. Bu, en doğru ve sonuç alıcı mücadele yoludur. Birliği örgütlerken de bunu bir ilke olarak kabul eden konferans bileşenleri eğitim kararlaşmasına gitti. Gerek söz-

47


Özgür Halk

Mayıs 2015

kazanım olacaktır. Seçim sürecine birliği hızlı ve güçlü pratikleştirerek en büyük katkıyı yapmış olacağız. Köklü bir çözüm için HDP’nin programında öngördüğü halklar arası kardeşlik ve birlikteliğin şart olduğunu bilerek bu projeye kendi geleceğimize ve kaderimize sahip çıkma iradesi ile katılıp mutlaka sonuç almaya odaklanmalıyız. Sadece kuru bir seçim propagandası değil yerel yönetim alanında yürütülen çalışmaları ve bundan sonra yapılacakları güçlü yansıtarak bu sürece katılım olmalıdır.

ve aksini kabul etmemek ahlaki bir duruşu ifade eder. Bunları kararlaştırmak kadar hatta daha da zor olanı gereklerini yerine getirmektir. Bu da bu programlara inananlar kadar bunu gerçekleştirmek için kurulan örgütler ve burada sorumluluk üstlenen yönetimlere düşer. Her örgütsel yapının özgün sorunları ve gündemleri olduğu gibi bu alanın da olacaktır. Ancak bu sorunlar ihtiyaç duyulan mekanizmalar oluşturularak çözülür. Bunlar birliğin temel gündemi olmamalıdır. Birlik yürütme kurulunun bu boyutları hesaba katarak komisyonlar kurması önemlidir. Birlik yürütmesi kendisini ekonomik, ekolojik, sosyal, kültürel, hukuk, diplomasi, kadın, kentsel mimari, güvenlik ve demokratik toplum çalışmaları boyutlarına göre örgütlemek zorundadır. Bunun için komisyonlar oluşturuldu ve bundan sonra tüm yerel yönetim birimlerinin kendisini bu boyutlara göre örgütlemesi ve hayata geçirmesi oldukça önemlidir.

Sonuç olarak yeni bir dönem başlıyor. Bu yeni dönemde eskinin dili, eylemi ve çalışma tarzı asla kabul edilmeyecektir. Yeni dönemin dili, çözümü geliştirme dili ve eylemi olmalıdır. Sorunun parçası olan çözüm iradesi, yeteneği ve bilincini geliştirmeyen tüm yaklaşımlar mahkum edilmelidir. Önder Apo’nun 2013 Newrozunda başlattığı “Özgür Yaşamı İnşa” hamlesine daha örgütlü ve programa kavuşan demokratik yerel yönetimler birliği bayrağı altında daha güçlü katılım kararı alan konferanslar dizisini tarihsel bir döneme cevap olma iddiasıyla kararlaştırmıştır. Konferanslarımız her açıdan önemli bir kader yılı haline gelmiş 2015 yılını, tarihsel bir hamleyle eğitim, bilinçlenme, örgütlenme ve inşayı gerçekleştirme hamlesiyle karşılama kararlaşmasıdır. Başta seçilmişler olmak üzere tüm kurumsal yapı ve bileşenlerin yürütülen bu çalışmalara bunun ağırlığı ve ciddiyeti kadar moral ve heyecanını yaşayarak seferber olacağına inancımız tamdır. Yaratılan değerlerden güç alıp daha da büyütürken yapılan yanlışları da bu mücadele nöbetini devralanların sorumluluğuyla öz eleştirel yaklaşarak düzeltmeyi esas almalıyız. Bizleri büyütecek ve kurtaracak olan doğru tutum bu olacaktır. Tüm arkadaşların zor olduğu kadar onurlu olan bu çalışmalara Kobanê ve Şengal’de gelişen mücadelenin ve kazanılan zaferlerin ruhu ve heyecanıyla katılacağına inanıyoruz.

Yeni dönemde eskinin dili, eylemi ve çalışma tarzı asla kabul edilmeyecektir Geldiğimiz aşamada Önderliğin müzakerenin mimarı olarak statüsüne uygun konumlandırılması ve özgür çalışma imkanlarına kavuşturulması gerekir. Ayrıca 2015 seçimleri, başta da belirtildiği gibi sürecin yönünün tayin edileceği kritik bir seçimdir. AKP iktidarı bu seçimleri Önderliğin yürüttüğü çözüm sürecini kendi eseri gibi gösterip anayasayı değiştireceği bir çoğunluğa ulaşıp kendi hegomonik düzenini kurmak için fırsat olarak görüyor. Bizim için de yıllardır önümüze konulan barajlar ile elimizden alınan temsil hakkını alıp hem Kürdistan’da hem de parlamentoda AKP iktidarını sınırlandırarak çözümü dayatacağımız bir mücadele süreci oluyor. HDP ile girilen bu seçimler demokratik ulus çözümünün siyasal alanda kendini göstermesi açısından önemli bir

48


Özgür Halk

Mayıs 2015

Mücadele Kültürle Kazanılır Kültür alanının en rafine boyutu sanattır, asla metalaştırılmaması gereken maneviyat alanıdır. Ama en yoğun manevi alanlar bile günümüzde maddileşmiş durumdadır. Sanatın kendisi endüstrileşmiştir, devasa bir endüstriyel alandır. Sanatın ürünleri metadırlar, tüketim nesneleridir, sinemada böyledir, dizisi de böyledir, müziği de böyledir, tümüyle tüketim nesneleridir. Ali Haydar Kaytan Tarihsel süreç içerisinde insanın yarattığı tüm anlamsallıklar ve yapısallıklar bütünlüğü kültür kapsamı içerisinde değerlendirilebilir. Yapısallık, o toplumun yaptığı, ortaya çıkardığı kurumlardır. Kurumlar daha çok maddi şeylerdir, ama birde bunların içeriği var, bunlara yüklenen anlamlar var. Kurumlar genelde değişime ve dönüşüme açıktır. Kurumlarda değişim olabilir, yenilenme olabilir, dönüşüm olabilir. Ama öncelikli olarak gerekli olan tabi ki anlamdır. Tek başına kurumsal yapılar toplumda mümkün değildir. Kurum var ama içinde anlamı yok, maddi kültür biraz buna denk düşüyor.

doğuyor. Ama daha sonrasında devlete eklemleniyor, devletin denetimine girmekle işlevselliğini yitiriyor ve işlevi bozuluyor. Bu sefer tersinden gerçekten de en kötü iktidar biçimlerine alet olabiliyor. Yani suyun içerisine petrolün katılmasına benzer biçimde su nasıl işlevini yitiriyorsa, İslamiyet’te iktidara eklemlendiğinde böylesi bir biçimde işlevini yitiriyor. Dolayısıyla, anlam ve yapı arasında kesinlikle belli bir dengenin olması lazım. Mesela, bizim koşullarımızda nasıl bir şeyden söz edilebilir. PKK gerçekten en zengin anlam birikimine sahip bir yapılanma, içerik olarak çok güçlü bir içeriği var. Ama bu içerik yapısallaşmadı mı çok fazla da bir değer ifade etmiyor. Önderliğin bütün eleştirileri oradan kaynaklanmıyor mu? Önderlik, siz şöyle yanlış düşünüyorsunuz, böyle yanlış düşünüyorsunuz. Siz benim görüşlerime ters görüşler ortaya koyuyorsunuz, sizin görüşleriniz sakat demiyor. Ne var? “Yapısallaşma da sorunlar var, yapısallaşma içerisine ve bununla beraber bir çaba içerisine de giremiyorsunuz, ortada inşa diye bir şey yoktur” diyor. En çok eleştirdiği budur. Anlam ve yapısallık ilişkisi, anlamın yapısallık temelinde inşası konusunda sorunlarla karşı karşıya olduğumuz bir gerçek. O anlamda salt anlamsallık ve salt yapısallık konusunda iki farklı toplumdan söz edemiyorsunuz ve her iki durum da ürkütücüdür. Böyle bir durumda yaşayan bir toplum her türlü olumsuzluğun içinde bulunuyor demektir ve bir olumsuzluğa tekabül ediyor demektir. Kürdistan’da da bugün yaşanan durumda, gerçekten de derin olumsuzluklar var. Mesela Demokratik Ulusun inşası konusunda yaşadığımız sorunlar var. Yapılaşma, inşa etme, bedenleşme konusunda sorunlar yaşadığımız bir gerçek.

Uygarlığın kendisi maddi kültürdür Maddi kültür, yani ortada bir kurum var, ortada bir yapısallık var, ama içindeki anlam gerçekten sorgulanmaya değer. İçinde taşıdığı anlam nedir? Önderlik bu konuda Mısır piramitlerini örnek gösteriyor. Mesela firavun mezarları anlamına gelen piramitler devasa yapılardır. Yine Çin’de ölü şehir ya da yer altı şehri var, içinde heykellerden yapılmış bir ordu var. Yüzbinlerce insanın o piramitleri yaparken ya da o yapıları ortaya çıkarırken ölümüne çektiği korkunç acıların dışında çok fazla bir anlamı yok. Uygarlıkta aslında ideolojik kültür tümüyle ortadan kalkmıyor. İdeolojik kültür çarpıtılıyor ya da ikinci plana düşürülüyor. Aslında anlamı, içeriği, ideolojik kültürü, işlevsellik olarak tanımlayabiliriz. İşlevsellik ve yapısallık varlığı oluşturan iki temel etken oluyor. Her bir varlığın bir yapısı vardır, birde o yapının bir işlevi vardır ve o işlev bozulabilir. Mesela Suyun belirli özellikleri var, renksiz bir madde, sıvı, belirli koşullarda hep aynı özellikleri taşıyor. Bu anlamda suyun belirli bir işlevi var, bu işlevi biliniyor. Ama suyun içerisine yabancı bir madde katılırsa, diyelim ki petrol katılırsa suyun işlevi bozulur. Su artık eski işlevini taşımaz. Yine sıvıdır, ama suyun yerine getirdiği işlevlerinin aynısını yerine getirmez. Uygarlıktaki manevi kültürü biraz buna benzetmek gerekir. Çarpıtılma etkisi bu tarzda kendisini ortaya koyuyor. Diyelim ki, İslamiyet ortaya çıkışı itibariyle uygarlığa karşı gelişiyor. İslamiyet’in özü budur. Bütün peygamberler toplumun sözcüleridir ve dolayısıyla toplum adına ortaya çıkmışlardır. İslamiyet’te bir toplumsal kültür biçiminde

Kültür gerçekten bir de toplumun tarihsel boyutuna bağlıdır. Aslında kültürü bir toplumun tüm geçmişi olarak tanımlamak mümkündür. Geçmişinde ortaya çıkardığı tüm yaratımlar kültür kapsamına giriyor. Şimdi kültürden bahsettiğinizde bu çerçeve özü itibariyle o toplumun zihniyetinden, düşünce sisteminden, ahlaki değerlerinden, sanatından, biliminden bahsediyorsunuz ve bunların hepsi kültür kavramına giriyor. Kültür kapsamına giriyor. Kültürde esas olan unsur ideolojik kültürdür. Aslın-

49


Özgür Halk da buna manevi kültürde diyebilirsiniz. Saydığımız bu unsurlar mesela manevi kültür, ideolojik kültür kapsamına giriyor. Bilim, sanat, zihniyet, ahlak bunların hepsi de doğrudan ideolojik kültürle bağlantılı. Ama aynı şekilde bunun bedenleşmesi de var. Ortaya çıkardığı yapılar, eserler, öteki şeyler bunların hepsi yine kültür kapsamına giriyor. Tabi anlam bedenleşiyor, yapısallaşıyor ve ikisi arasında uyum var, ikisi arasında da gerçekten bir denge var ve uygarlığın doğuş aşamasına gelinceye kadar çok fazla sorunlar çıkmıyor.

Mayıs 2015

direnen kültürdür. Kültürde çözülme olunca, dolayısıyla anlam içerik dediğimiz manevi kültürde çözülme ortaya çıkınca, o zaman direnme etkenleri de ortadan kalkıyor. Mücadele önce kesinlikle kültür alanında başlıyor. Hangi açıdan bakarsanız bakın PKK’nin ortaya çıkışında da böyledir. Böyle kırıntı kabilinden kültürel değerler var. Onlara sarılıyor ve sonuçta onlarla direnme gelişiyor. Önder Apo’da bu çok nettir. Diyor ki, “Lise sıralarındayken Aramı ilk defa dinlediğimde dedim ki bu ses, bu kültür yaşamalıdır.” Yine Önderlik, Dersim’e gittiğini söylüyor, 70’lerin ortaları, “Dersim gerçekliğini gördüğümde kendi kendime şunu söyledim. Buradaki bu halk kültürü mutlaka yaşatılmalı ve mücadeleye bu biçimde karar verdim.” diyor. Demek ki, kültürel direniş önemlidir. İnsan mücadeleyi aslında kültürde kazanır. Başka savaş alanlarında

Mesela doğal toplumda, özellikle neolitik toplumda ideolojik kültürle, maddi kültür arasında çok fazla sorun yoktur. İkisi arasında kesinlikle bir dengeden söz edilebilir. Fernand Braudel, kapitalizmi maddi uygarlık olarak tanımlıyor. Aslında Önder Apo, maddi uygarlık kavramının tüm topluma teşhir edilmesi gerektiğini, tüm toplumu kapsaması gerektiğini ifade ediyor. Uygarlığın kendisi maddi kültürdür. Uygarlıkta maddi boyut gerçekten de ön plandadır. Kapitalizmde olan şey özellikle günümüz açısından bakıldığında, manevi olan her şeyin metalaştırılmasıdır.

İnsan mücadeleyi kültürde kazanır. Başka savaş alanlarında mücadeleyi kazanabilirsiniz, ama kültürde kaybettiniz mi, kazandığımız savaş ve zafer gene de kaybedilmiş demektir. O zaferin hiçbir değeri, hiçbir anlamı yoktur.

Kültür alanının en rafine boyutu sanattır, asla metalaştırılmaması gereken bir alandır ve maneviyat alanıdır. Ama böyle en yoğun manevi alanlar bile günümüzde maddileşmiş alanlar durumundadır. Sanat alanı, sanatın kendisi endüstrileşmiştir, devasa bir endüstriyel alandır. Sanatın ürünleri metadırlar, tüketim nesneleridir, sinemada böyledir, dizisi de böyledir, müziği de böyledir, tümüyle tüketim nesneleridir. Pazara uygun olarak yapılır ve pazarda alıcıları vardır.

mücadeleyi kazanabilirsiniz, ama kültürde kaybettiniz mi, kazandığımız savaş ve zafer gene de kaybedilmiş demektir. O zaferin hiçbir değeri, hiçbir anlamı yoktur. Bir şey daha söylenebilir. Kültür kelimesi Latince bir kelime, “Colere” diye bir kavramdan türetiliyor ve kelime olarak anlamı, toprağı işlemek, toprağa bakmak, topraktan ürün elde etmek anlamına geliyor. Toprakla bağlantılıdır, tarımla bağlantılıdır, toprağı işlemektir. Yani toprağı tarıma açmak, toprakta ürünü ekmek, ürünü devşirmek bütün bunların hepsi kültür anlamına geliyor. Kürtçede de karşılığı çand’dır, aynı anlama geliyor. Yani toprakla bağlantılıdır, ürün devşirmektir. Bu yönüyle neolitikle bağını net bir biçimde görebiliyorsunuz.

Mücadele kültürle kazanılır Öyle geçmişte olduğu gibi günümüzde kalıcılığı esas alan bir sanat yaklaşımı çok fazla yoktur. Örnek verilebilir: Sanatta en önemli yan kalıcılıktır, kalıcılaşma olmadan aslında sanat olmuyor. Diyelim ki, tüketim nesneleri zaten böyledir. Tüketim nesnelerinde ekmeği örnek alırsak; ekmek fırından çıktıktan sonra en fazla üç-dört gün içinde tüketmek zorundasınız yoksa bozulur, kurur çöpe gider. Günümüzün sanat ürünleri de böyledir. Zaten metalaşma ve nesneleşme budur. Görünüşte en değerli müzik parçasının ömrü birkaç aylıktır ya da en fazla bir yıllıktır, ondan sonra çok fazla dinlenmez. Oysa bir ürünün gerçek anlamda sanat ürünü, dolayısıyla kültürel bir ürün olabilmesi için, en azından bir insan ömrünü aşan boyutlarda bir kalıcılık göstermesi, bir dayanıklılık gücünü göstermesi gerekir.

Neolitikte yaşanan büyük bir zihniyet devrimidir. Bunun maddi yaşamda da çok büyük bir karşılığı var. Yeni kavramlar doğuyor, yeni keşif ve icatlar ortaya çıkarılıyor. Bu keşif ve icatların karşılığı olarak, yeni maddi yapılar gelişiyor. İdeolojik ve manevi kültür alanında gerçekten devasa gelişmeler oluyor. Bunlar insanlığın başında Önderliğin değişiyle “adeta yıldız yağmuru” gibi yağıyor. Toplumdan kopmak ihanetle özdeştir “Özgürlük sosyolojisi” an’ın sosyolojisidir, devrim döneminin sosyolojisidir, ama birde genel kültür sosyolojisi dediğimiz sosyoloji var. Bu genel kültür sosyolojisi aslında kök kültürle, insanlığın başlangıcında yer alan ve insanlık durdukça asla bitmeyecek olan kültürle bağlantılı bir sosyoloji. Bu kültür hangi kültürdür? Aryen kültürüdür. Aryen kültürü ki, bu gün Kürtler özü itibariyle kalıntı tarzında da olsa onu temsil ediyorlar. Bu kültürün bitişi biraz da insanlığın bitişi anlamına geliyor. Bu yüz-

Bir Derweşê Evdî destanı, tarih olarak Osmanlılar dönemidir, en azından iki yüzyıllık bir geçmişi var, böylesine bir gerçekliği var. Yazıya da dökülmemiştir, ama dilden dile taşınıp gelir, unutulmaz ve yaşar. Önderlik, “Sanat alanında Kürtler, müzikle direniyorlar” dedi. Müzikte de destan türüyle direniyorlar. İşte destan türü dediğimiz şey dengbêj türüdür, dengbêj türüyle direniyorlar. Orada aslolan nedir? Kültürün olduğu her yerde direniş vardır. Aslında bir yerde bir direniş varsa özü itibariyle aslında

50


Özgür Halk

Mayıs 2015

den Kürtler aslında kök kültürü temsil ediyorlar, temel insanlık kültürünü temsil ediyorlar. Şimdi bu yönüyle insanlığı besleyen bir kültür, aynı zamanda uygarlığı besleyen bir kültürdür. Kürtlerin bu güne dek gerçekten varlıklarını sürdürmelerinde de bu kültürün çok yoğun bir payı var. Fakat şöyle denilebilir: Bu kültürden kopuş var, bu kültürü küçümseme var, aşağılama var, aslında bu kültüre çok fazla değer vermeme var. Bizim ortamımızda onu görmek çok fazla zor değil, bizim ortamımızda da var. Örnek verilebilir, bu kültür demokratik uygarlık kültürü olarak ta değerlendirilebilir, esas olarak yaşadığı zemin nedir? Kırdır. Bu kültür en güçlü, en yoğun biçimini kırda yaşar, kentte hakim olan uygarlıktır. Bu kültürün kentte uzantıları var, ama esas itibariyle en güçlü biçimde yaşadığı zemin kırdır. Ama kırsal yaşam, bu yaşamdan kopuş, insanlar için bir gelişme olarak algılanır. İnsanlar bunu bir gelişme olarak algılarlar. Bizde de böyle şeyler var. Önderlik bunu “Enkidolaşma” olarak tanımladı. “Ana toplumdan kopuyorduk” dedi. “Enkido’nun aslında beni de anlattığını fark ettim” dedi. Enkido şehre koşturulmuş herkestir, yüzünü şehre dönmüş herkestir. Dolayısıyla mesela orda bazı belirlemeleri var. “Ana toplumdan kopuyorduk, köyümüz arkamızda bir yetim gibi kala kalmıştı. Köyün kadını, kızı gözümüzde küçüldükçe küçülmüştü, bir şehrin memuru yeni ilahımızdı.” Yeniden devletleşme, kentleşme ve Türkleşme etrafında yeniden toplumsallaşıyorduk der yani. Yeni bir toplumsallaşma başlar, farklı tarzda bir kültürleşme başlar ve Enkidolaşma belirlemesi önemlidir. Yani ihanetle özdeştir ve ana toplumdan kopmaktır.

o anlama uygun bir yapılanmaları vardır. Belki de en sınırlı imkanlarla, o en ağır koşullar altında bile onlar, kendi mücadelelerine gerçekten anlam yüklemek istediler, o anlamı ağıtlara döktüler ve o ağıtlar bu güne kadar geliyor. Şimdi o ağıtları dinlediğiniz zaman onların size verdiği mesajlar son derece nettir. Ama bu gün sanat yapanlar aynı ölçüde, o kadar net mesajları size vermiyor. Onların sanatından aynı ölçüde, aynı güçlü mesajları çıkaramıyorsunuz. Demek ki, o dönemde toplumun kendi kutsalları var. O dönemin ozanları, bizzat o katliamın tam da ortasında, trajedi yaşanırken, onu unutturmamak biçiminde bir yaklaşım izliyorlar. Unut-

Önümüzde bir inşa kavramı var. İnşa sıfırdan başlatılan bir şey değil, ama eskinin olduğu gibi, bugüne aktarılması taşınması da değil, insanlığın temel değerleri nerde gizliyse oraya dönmek, o değerlerle bağ kurmak, onları günümüz ve bu günün dünyasının bilimsel teknik gelişme düzeyiyle bütünleştirerek, yeniden inşasını sağlamak olarak adlandırılabilir. Önderliğin değişiyle, “10 bin yıl öncesine dönmüyoruz, ama insanlığın temel değerlerinin orada gizli olduğunu da biliyoruz. İnsanlığın geçmişi daha gerçektir, eğer arıyorsak yüzümüzü oraya döneceğiz, insanlığı orada arayacağız, orada bulup yakalayacağız ve yeniden başlatacağız”. Yani yaklaşımımız bu olacak ve dolayısıyla da aslında geçmiş bu yönüyle zaten kültüre de tekabül ediyor, kültüre de denk düşüyor. Önderliğin bizlere yönelttiği eleştiriler var. “Yabancılaşma” Önderliğin en temel eleştirdiği nokta oluyor. Kişi olarak bende de eleştirdiği odur. “Katliam çocuğu olmak nedir? Gerçekten katledilen neydi? Katledilen sadece maddi olarak, yani fiziki varlıklar, insanlar filan değil, onlarla birlikte esas itibariyle bir kültür katledilmek istendi. Onlarla birlikte bir kültür yok edilmek, tasfiye edilmek istendi. Onlarında bir anlam arayışı vardır veya diyelim

Dilden kopmak kültürden kopmaktır Bunun yanında mesela dil var. Dil gerçekten de kültürden ayrılamaz. Dil basit bir anlaşma aracı değil, dil aynı zamanda bireyin ve toplumun yapılandırıcı unsurudur. Dil kültürle birlikte yayılır. Özellikle de neolitik olgunlaşma döneminde, neolitik devrim yayılırken, dille birlikte yayılma gösterir. Yayılan aynı zamanda Aryen dilidir ve dil o kültürün içeriğini olduğu gibi yansıtır.

turmuyorlar ve onları ağıtlara döküyorlar. O ağıtlar bu güne kadar geliyor. Dediğim gibi, kültürle demokratik uygarlık özü itibariyle aynıdır. Kültürel uygarlık, demokratik uygarlıktır, böyle tanımlanabilir. Önderliğin kullandığı “kültür” kavramı demokratik uygarlıkla özdeştir.

Dolayısıyla Kürtçe aslında Demokratik Toplumun dilidir. Gerçekten böyle bir özelliği var ve Kürtçe neolitik toplumun dilidir. Örnek verilebilir: Bazı lehçelerde o kadar belirgindir ki, Zazaca –biz Kirmancki diyoruz. Diyelim ki, dağdan şehre indin mi biter, şehirde kelimelerin karşılıkları fazla yoktur. Ama kır toplumunda yaşadığımız müddetçe o topluma, köy toplumuna bağlı olarak kaldığınız müddetçe bütün ihtiyaçlarınıza en üst düzeyde cevap verebilir. Birde kelimelerin içeriği var, içerikleri de çok farklıdır. Her kelimenin içerdiğinde bir anlam var. Kürt dilinde, kelimelerin yüklendiği anlam, ona yüklenmiş anlam, yani o kelimelerin ortaya çıkışı farklıdır. Anlamı belki aynı, ama daha sonradan türe-

51


Özgür Halk tilmiş haliyle Kürtçe de bulamazsınız. Şöyle bir örnek verilebilir. Türkiye’de Türk Dil Kurumu diye bir kurum var. Bu kurum bazı kelimeler türetir, Türkçeye epey katkı sağladı. Ama bazı kelimeler kabul görmedi, bazı kelimelerde tutmadı. Örneğin: Hosteste, “gök konuksal avrat” diyorlardı bu tutmadı. Mesela bisiklete, “itirgeçli götürgeç” tutmadı. Lokanta, “toplumsal otlangaç” tutmadı. Bunun gibi bazı kelimeler tutmadı, ama çoğu tuttu. Ama kelimelerin ağırlığı yoktur, yani böyle içi çok dolu değil, çok yoğun değildir. Kelime türetmek o kadar kolay değil, 10-15 kişi bir araya gelir üzerinde yoğunlaşır kelime üretir. O olabilir, ama tarihsel süre içerisinde üretilen, kullanılan kelimelerin anlamı ise çok daha farklıdır.

Mayıs 2015

den kopmak anlamına geliyor. Eğer dili dar anlamda kültürle özdeşleştiriyorsanız, dilden koptuğunuz an, aslında o toplumun temel kültüründen de kopmuş oluyorsunuz. Onun yolunu, önünü açıyorsunuz ve sistem zaten bunu yapıyor. Şu anda yeni eğitim sisteminde, eğitim yaşı oldukça düşürüldü. İlkokula başlama yaşı 55 aya düşürüldü. Bu yasta eğiteme başlıyorsunuz ve orada ilk yabancılaşma başlıyor, kendi anadilinde eğitim imkanından yoksun kalıyorsunuz. Diğer bir konu soy sürdürme konusudur. Soy sürdürme önemli bir kavram. Anlamla nasıl soy sürdürülüyor? Kürtlere bırakılan yegâne alan, fiziksel olarak soy sürdürmedir. Yani daha çok nicelik olarak çoğalmadır. Ama bunu diğer varlıklarda yapıyorlar, nicelik olarak onlarda da bir çoğalma var. Bu tarzda bira soy sürdürme, soy sürdürmenin en ilkel, en geri belki de insan söz konusu olduğunda en çirkin biçimidir. Peki, anlamla soy sürdürme nedir? Anlamla soy sürdürme öncelikle kendi çocuklarının ve gençlerinin eğitimini üstlenmedir. Yani bizzat kendi çocuklarının ve gençlerinin eğitimine sahip çıkmadır. Çünkü soy çocuklarla ve gençlerle sürdürülür. Bir toplumun çocuklarıyla ve gençleriyle sürdürülür. O çocuklar ve gençler eğitilerek soy sürdürülebilir, öyle topluma kazandırılabilir. Toplum kendi soyunu sürdürmeyi öylesine güvenceye alabilir.

Birde dil ve yaşam tarzı arasında kesinlikle bağ vardır. Dil ve yaşam tarzı arasında kesinlikle uyum var. Diyelim ki, yaşam tarzında sınıfsızlık varsa, yani sınıfsallaşmaya karşıtlık varsa, yaşam tarzında eşitlik, özgürlük varsa, yaşam tarzında ekolojik boyut varsa, birinci doğayla uyum içerisinde bir yaşam anlayışı hakimse bu

Dilden kopmak, aslında en önemli unsur olarak kültürden kopmak anlamına geliyor. Eğer dili dar anlamda kültürle özdeşleştiriyorsanız, dilden koptuğunuz an, aslında o toplumun temel kültüründen de kopmuş oluyorsunuz.

Ama Kürt toplumuna bakıyorsunuz, anadilde eğitime ilginin çok çok az olduğunu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Eskiden farklıydı. Genelde çocukları okula göndermeme eğilimi yüksekti. Mecbur olduğu için beş yıl çocuk okula gönderilebiliyordu, ama ondan sonra genellikle gönderilmiyordu. Ama günümüzde bırakalım bu tarzda yaklaşmayı, Mardin gibi bir yerde bile Kürtçe eğitime ilgi zayıftır. Evlerde, çocuk okulda zorlanmasın diye, sürekli Türkçe konuşuluyor. Mardinli anneler artık çocuklarıyla Türkçe konuşuyorlar. Bu dehşet verici bir şey

olduğu gibi dile de yansır. Mesela dilde hayvanı aşağılama diye bir şey yok, Kürtlerde bu çok belirgindir. Örnek verilebilir, Türkçe de ‘öküz’ kavramını kullanırsınız, birine ‘öküz’ dediniz mi, hakaret etmiş oluyorsunuz, ama Kürtçe de birine ‘öküz’ gibi dediniz mi, yiğit anlamına gelir ki gerçekten de böyledir. Demek ki, doğaya yabancılaşma yok, o toplama yabancılaşma yok, daha doğrusu aslında hayvanları nesnelleştirme yok, onlarda da bir özne var ve benzerlikler kullanılabilir.

Bu nedenle dili kültürle doğrudan bağlantılı olarak ele almak kesinlikle çok büyük önem taşıyor. Eskiden biz de tek dili savunuyorduk. Ortak bir dil oluşturmak istiyorduk. Ama şimdi onun yanlışlığı çok daha net bir biçimde ortaya çıkıyor. Bu şu anlama gelmez, diyelim ki, Kürtçe de zengin bir lehçeler topluluğu var. Hatta İran’lı bazı Kürtler var, yoğun araştırma-incelemeleri de var. Mesela onlar Kürtçenin lehçeleri değil, Kürt dilleri diyorlar. Sorani lehçesini bir dil olarak, Kurmanci’yi bir dil olarak, Zazaca’yı bir dil olarak değerlendiriyorlar, ama Kürt dilleri. Yani tanımlamaları bu biçimde. Dilin kendisi, lehçenin kendisi bile başlı başına bir zenginliği ifade eder. Böyle ortak dil yaratma yaklaşımı doğru değildir. Zaten Kürtlerde gerçekten bir özgürlük ortamı olabilseydi, diğer topluluklardaki gibi kendi pazarları olabilseydi, lehçeler hem birbirlerinden çok yoğun etkilenirler, hem de her biri bir diğer lehçeyi çok rahatlıkla bilebilirdi. Çünkü günlük olarak sürekli birbiriyle ilişki halinde olurlardı. Böyle gelişebilirdi, bu çok zor değil, ama tek dil yaratma, tek tipleştirme yaklaşımı, ulus devlete özgü bir yaklaşımdır ve bunun da mutlak süratle terk edilmesi gerekir.

Kürtçe düşündüğümüz zaman kesinlikle daha eşitlikçi düşünürsünüz, daha özgürlükçü olursunuz, daha az egemenlik mantığıyla düşünürsünüz. Ama diğer dillerle düşündüğümüzde öyle değildir, egemenlik içerilmiştir, egemenlik daha fazladır daha yoğundur. Mesela Türkçede egemenlik düşüncesi daha yoğun bir şekilde o dile içerilmiş durumdadır. Özellikle sonradan öğretilen kavramlarda kesinlikle böyledir. Bu açıdan gerçekten dil çok büyük önem taşıyor. Önderliğin o konudaki son derece çarpıcı belirlemeleri var. “Dil güçlü yaşam gerekçesine sahip olmak demektir” diyor. Diyelim adlandırma kadın tarafından oluyor, genelde nesnelere ad koyan, varlığa ad koyan kadın oluyor. Kelimelerin hep genelde dişil ekler taşıması, dişil karakter taşıması onunla da bağlantılı ve kuşkusuz bu çok önemli, yani onun zihniyetinin bunda payı son derece belirgindir. Niye öncelikle dile saldırılar var? Dilden kopmak, aslında bir yönden de en önemli unsur olarak kültür-

52


Özgür Halk

Mayıs 2015

Söz Eylemindir Artık! Mahir Dersim “Hepimiz pür dikkat kesilmiş, yaklaşan arabanın mayına çarpmasını bekliyorduk.” Kış süreciyle birlikte, bulunduğumuz Doğu karargâhından bir grup arkadaşla birlikte, Batı karargâhına gönderildik. Alana hâkimiyeti ve iyi tanımasından dolayı, Faik arkadaş da bu alana gelmişti. (Batı karargâhı alan itibariyle; Ovacık, Pertek, Çemişgezek, Hozat ve Dersim şehir merkezinin bir bölümünü kapsayan coğrafyaydı, engebeli sarp ve ormanlık alanları vardı) Etrafı üç şehir merkeziyle çevriliydi. Elazığ, Erzincan ve Dersim’in arasındaydı. Bizim alandan ayrılışımız, Önderliğin Roma’ya çıkışının yaşandığı süreçti.

düşmanın Önderliğe ve bizlere yönelik yalan-yanlış haberlerle, gerilla ve halkın moralini bozmak istediğini, psikolojik savaş yürüttüğünü yıllardan beri biliyorduk. Bunun da böyle bir haber olduğunu düşünüyorduk. Ecevit’in bir gün sonra ki açıklaması titrek ve heyecanlı konuşması bizleri kuşkulandırmıştı. Önderliğin götürüldüğü yer ve koşulları zihnimizdeki verileri de kullanarak tartışıyorduk. Ama yapıya yansıtmamaya çalışıyorduk. Çünkü bu konuda, partinin henüz herhangi bir açıklaması olmamıştı. Bir sonraki gün, Avrupa örgütündeki arkadaşlarımızın açıklaması büyük bir dalgalanma yarattı. Önderliğin esareti, Türkiye’ye getirilişi yapımızda kin-öfke seline neden olmuş, duygusal kabarışları geliştiriyordu. Aklımıza bile getiremediğimiz bir şeydi bu. Özellikle her şeyimiz olan Önderliğimize karşı, böyle bir durum bizi şok etmişti. Bütün mücadele yaşamımız boyunca, içine girdiğimiz hatalar, yapamadıklarımız, yetmezliklerimiz, gözlerimizin önünde canlanıyordu. Büyük bir pişmanlığı duyumsamamıza neden oluyordu. Bu durum karşısında, gözyaşlarını tutamayanlarımız az değildi. Partinin açıklamalarını ve talimatlarını alıyorduk. Bu da yapıya daha fazla canlılık kazandırıyor, yönelme, hırs ve intikam duygularını keskinleştiriyordu.

Bahara iyi bir çıkış için, eğitim ve hazırlık düzeyinde güçlenmeyi, bu iki aylık süreci en iyi şekilde değerlendirmeyi esas almıştık. Kampımızın yerinin deşifre olmasından dolayı, düşman yönelimleri eğitimlerimizi sabote etmişti. Dersimin sarp ve karın çok yağmış olması, hareketlenmeyi oldukça güçleştiriyordu. Yarı hareketli bir şekilde, karın da fazla tutmadığı Dersim şehir merkezine yakın bir yerde üslenmiştik. Böylelikle hem bizim hareket etmemiz açısından, hem de şehir merkezinden çıkacak düşman hareketliliğini denetlemek açısından avantajlı bir konumlanma sağlamıştık. Amacımız gücümüzü duyarlı ve diri tutmak, bahar atılımını buradan başlatmaktı.

Parti merkezimiz, genel olarak ülkede 15 Nisan-15 Mayıs tarihleri arasını “Fedai Tarz” eylemlilik süreci olarak belirledi. Eyaletle bağlantı sorunlarımız olduğundan, diğer güçlerimize bu bilgiyi aktaramıyorduk. Doğalında ilk elden girişimi bizim yapmamız gerekiyordu. Birkaç kez düşman hedeflerine yöneldiysek de, sonuç alamamıştık. Ali Boğazına yakın bir yerde, üstlenen Batı karargâhımızın sorumlusu Faik arkadaş, yanına aldığı on iki arkadaşla birlikte, Pertek merkeze yönelmişlerdi. Bu yönelimlerinde, polis noktaları ve lojmanlar hedeflenmiş ve sonuç almışlardı. Eylemden sonra küçük cihazla bağlantı kurup Jargit’de buluştuğumuzda öğrenmiştik. Jargit alanı, Dersim merkezine

Eyaletin diğer bölgeleriyle bağlantılarımızda gerek manevralardan, gerekse doğa koşullarından dolayı sorunlar yaşanıyordu. Fakat parti merkezinin tüm talimat ve değerlendirmelerini alabiliyorduk. Bu direktifler temelinde, Önderliğin Roma çıkışı ve yaşanan gelişmeleri tartışıyorduk. Bu nedenle, eyaletimizin ve özelde de bizim almamız geren rol ve hazırlıklar temelinde çalışmalarımızı yürütüyorduk. Radyolar aracılığıyla, Önderliğin durumunu ve 15 Şubat sürecini öğrendik. Bu duruma inanmadık. Çünkü

53


Özgür Halk yakın, yaz aylarında kullandığımız eski bir noktamızdı. Faik ve diğer on iki arkadaşla burada görüşmüştük.

Mayıs 2015

İkinci safhada, bir grup arkadaş yolun üstünü mayınlayacaktı. Üçüncü safhada ise, başka bir grup arkadaş savunmamızı almak için üstümüzdeki sırtta konumlanacaktı. Hedef, pusuya düşen düşman konvoyunu imha etmekti. Dolayısıyla, mevzilerde bekleyecek arkadaşlar, yeniden gözden geçirilmişti. Faik arkadaş, tüm arkadaşların katıldığı toplantıda ayrıntılı kroki ve çizimlerle eylemin nasıl gelişeceğini anlatmıştı. Fazla zamanımızın olmadığını, çok fazla ayrıntılı tartışmayla sürecin beklentilerine cevap olunamayacağını, her arkadaşın kendisinden bekleneni yerine getireceğine inandığını belirtmişti.

Faik arkadaş Bingöllüydü. Askeri yeteneği, güven dolu duruşu ve arazideki hâkimiyetinden dolayı, kendini sevdirmiş ve kabul ettirmiş bir arkadaştı. Düşmana güçlü darbeler vurması ve onları zorlaması, düşmanın araziye girmesinde korkulu rüyası olmuştu. Faik arkadaş, 1991’de Dersim’de mücadeleye katılmıştı. 1996’da gittiği Önderlik sahasından dönmüş, eyalet yürütmesinde yer alıyordu. Kıvırcık, kızıl saçları, uzun-ince bir boyu vardı. Önderliğin durumundan dolayı yaşadıklarımızın zirvesini yaşıyordu Faik arkadaş. “Önderliğe bağlılığın gereği söz eylemindir artık” demiş ve on iki yoldaşla birlikte ilk eyalet eylemini yapmışlardı. Onunla birlikte, Hozatlı Berçem, Vahap (98’de Botandan gelmişti.) Pertekli Renas (Bu dört arkadaş takım komutanı düzeyindeydi) Muş’lu Zine, Pertekli Rozerin, Dersimli Şervan, Şiyar (97 Dersim katılımlı) Erganili Militan, Urfa’lı Serdar (Önderlik sahasından eyalete birlikte gelmişti), Amedli Bagok arkadaşlarla birlikte eylemi gerçekleştirmişlerdi.

Eylemde yer almayan arkadaşlarda artık, işin tarihsel ve güncel yanını bilince çıkarmış, tamamıyla ikna olmuşlardı. Faik arkadaşın, pusu yerinde saldırıya katılacağını belirtmesi yönetimde yer alan diğer arkadaşlar tarafından kabul edilmemiş, ısrarı geri çevrilmişti. Eylemin koordinesiydi ve savunmanın yanında kalmalıydı. İstemese de arkadaşların önerisini kabul etti. Pusu yerine ulaşmıştık. Mevzilerimizi sabaha kadar tamamladık. Bir grupta yola mayın döşemişti. Faik arkadaş, mevzilerin yapımıyla ilgileniyor, mayınlama ile ilgili bilgi alıyordu. Çiçekli karakolu beş yüz metre yan tarafımızda kalıyordu. Alaca karanlıkta herkes yerlerine geçtiğinde, ortalık ıssızlaştı. Tüm arkadaşlar görünmeyen mevzilere girmiş, diğerleri uzaklaşarak yerlerine geçmişlerdi. Karakol veya çevresindeki köylere dikkat çekici en ufak bir şey yansıtmamız halinde, istenmeyen durumlar gelişebilirdi. Bağlantı amacıyla, bir telsiz bende diğeri de Faik arkadaştaydı. Faik arkadaş sırtta, savunma grubuyla beraber çevreyi gözlüyordu. Dersim şehir merkezi tam karşımızdaydı. Üç günümüz beklemekle geçti. Gündüz mevzilerde kalıyor, gece yamaca çekilip dinleniyorduk. Altımızda kalan stabilize yol kenardan dökülen toprak yığını ve yol yapmak için getirdikleri kumdan dolayı iki şeritten bir şeride düşmüştü. Böyle olması, bizim açımızdan daha avantajlıydı. Arabalar gelirse, tam önümüzden geçerken yavaşlamak zorundaydı. Bu da ortada gelen arabaların birbirlerine yanaşmalarına neden olacak, attığımız mermiler boşa gitmeyecekti. Diğer olumlu bir yan ise, zırhlı araçlar bu durumda müdahaleye gelemeyeceklerdi. Eylem mayınların patlatılmasıyla başlayacağından sabırsızlıkla patlamayı bekliyorduk.

Bir süre buluştuğumuz noktada kaldık. Onlara durumları aktardıktan sonra, Faik arkadaşla gelişmeler üzerine konuştuk. Partinin Nisan ve Mayıs’ın 15’ine kadar olan zamanı genel hamle süreci olarak belirlediğini, eylem girişimlerimiz olmasına rağmen boşa çıktığını, operasyonların çok geliştiğini anlattık. Tartışmalarımız sonucunda ortak bir eylem kararı almıştık. Buna göre, 18 Nisan’da genel seçimler olacaktı. Düşman araziye çıkmasa da, genel güvenliği almak için çıkabilirdi. Hedefimiz Dersim’e giden yolu, Çiçekli karakolu civarında pusulamaktı. O gece ani bir operasyon gelişince, manevra yapmak zorunda kalmıştık. Operasyon bitiminde tekrar bir alanda buluştuk. Planımızı gerçekleştirmek için, eylem düzenlememizi yapmaya başladık. Faik arkadaşın kini ve öfkesi daha farklıydı. Amacı, sözün bağlılığı gereği, Önderliğe layık olmak, etrafında oluşan komployu boşa çıkarmaktı. Tartışma ve sohbetlerimizde hep şöyle derdi; “Önderliğin emekleri doğrultusunda, bizden beklenen rolü öyle bir oynamalıyız ki, ona layık olalım ve kutlama mesajı alalım” eylemden önce bunları hep dillendiriyordu. Daha atak bir durumda planlıyor, eylem safhalarını geliştiriyordu.

Nisanın 16’sı, saat 05.00 civarında düşman konvoyunun Dersim şehir merkezinden tren katarı gibi çıktığını gördük. Sesleri uzaklardan, işitiliyordu. Sabahın erken saatlerinde, karakolun bu kadar yakınlarında olabileceğimizi tahmin edemezlerdi. Dolayısıyla, konvoy çok rahat bir şekilde bize doğru geliyordu. Apaydınlık bir günün şafağı, yeni yeni söküyordu.

Toplam gücümüz elli beş arkadaştı. Pusuda hem güçlü, hem etkili darbe vurmak ve gizlilik esas olduğu için on iki arkadaş, iki gruptan karma seçilmişti. Ancak, arkadaş yapımızın itirazı ve herkesin eyleme katılma isteminden dolayı planlamayı yeniden tartışmıştık. Sonuçta mayın grubu, savunma grubu seçilmiş, kalan diğer arkadaşlarda farklı güvenlik işlerinde görevlendirilerek pusu grubunu yirmi iki arkadaşla sınırlamıştık. Eylem planımızın ilk safhası, yolun dört-beş metre üstünde, hakim bir şekilde kamufleli mevziler yapmak, görüntü vermeden askeri konvoyu beklemekti.

Herkes pür dikkat, yaklaşan arabaların mayına çarpmasını bekliyordu. Mayın patlamadı. O anda artık ferdi silahlarla devreye girmiştik. Eylemi, içini görecek kadar yakından aramıza aldığımız dört Reo’da kilitledik. Durumu aktarmak için, Faik arkadaşla sürekli bağlantı kuruyorduk. Eylem planladığımız gibi hayata

54


Özgür Halk geçmişti. Dört Reo’da imha edilmişti. Arkadaki araba katarı, şaşkınlık ve panikle boşalmış, dağılmıştı. Hızla Faik arkadaşın bulunduğu savunma yerine yöneldik.

Mayıs 2015

saldırı yapamayacak” dedi. Bu arada helikopter pilotu, yerdeki düşman güçleriyle bağlantı kurmuş arazide bizim arkadaşların gittiği yönü göstererek, o tarafta asker olup olmadığını soruyordu. Biz “arkadaşları fark ettiler” dedik, Faik arkadaş; “fark etselerdi vururlardı. Keşif yapar gider. Tek yapacağımız, görüntü vermeden mevzilere ulaşmaktır” dedi. Giden arkadaşlarla yaptığımız bağlantıda arkadaşlar, yanlarına ulaşmamız gerektiğini, mevzilerin boş olduğunu, düşmanın çok yakınımızda bulunduğunu söylüyorlardı. Hızla oraya ulaştık. Daha mevzilenmeye çalışırken, başımızın üstünde durmadan bizi vuran kobra sayısının üçten beşe çıktığını gördük.

Yarı yolda, Vahap arkadaşın silahını bir tarafa atmış, öfkeden kıpkırmızı kesilmiş bir halde oturmakta olduğunu gördük. Biz hızla geri çekilirken ve arkamızdan yağmur gibi mermi yağarken, niye oturduğunu sorduğumda, pusuda silahının durduğunu ve eyleme katılamadığını söyledi. Onu zorla ikna ederek yukarıya, arkadaşların yanına ulaştırdık. Faik arkadaş, hazırlanmış bizi bekliyordu. Tüm arkadaşların sevinç ve coşkuları yüzlerinden okunuyordu. Sayılarımız kontrol edildikten sonra, harekete geçtik. Tek bir arkadaşın bile burnu bile kanamadan düşmana güçlü bir darbe indirmiştik. (Otuz yedi kayıp verdiklerini sonradan öğrenecektik.)

Mevzilerimiz çatışma mevzileriydi. Eskiydi ve üstleri açıktı. Helikopter yerdeki düşman güçlerine ilk önce dört, sonra yirmi iki arkadaşın mevzi düzenini, mevzilerde kaçar kişinin bulunduğunu bildiriyordu. Kobralar, bizi rahatlıkla gördüklerinden, aşağıdaki güçlerine yerlerinde kalmaları talimatı verilmişti. Artık kobralar daha yoğun saldırmaya başlamışlardı. Kobrayı etkisiz kılacak silahlarımızın bulunmaması, helikopterlerin

Sırta ulaştığımızda, bir helikopter üstümüzde dolaşmaya başladı. Arkadaşların tümü helikopteri görünce nişan alarak ateş ettiler. Cihazdan düşmanı dinliyorduk, helikoptere; “arkandan sırttan ateş ediyorlar” diyorlardı. O zaman düşmanın karşı tepelerde olduğunu anladık. Tuzaklamış olduğumuz eski noktalarımızın bulunduğu yerlerdeki mayınların patlaması, geniş çaplı bir operasyonun başladığını işaret ediyordu. Biz de böylelikle yerimizi göstermiş olduk. (Sonradan öğrenecektik ki, vurduğumuz konvoy bu operasyonun yol güvenliğini almak için gelen operasyon gücüydü.) Üstünde bulunduğumuz arazideki sırtların birleşerek, Dinar Vadisine uzandığı yerde bulunan yaprakları henüz açmamış, seyrek ormanlık bizi gizleyemezdi. Bir tarafımız Mügeyik’e, diğer tarafımız ise Munzur suyuna açılıyordu. Yer yer kayalık, geçit vermez sarp yerleri de vardı. Geri çekilme yapacağımız alanı, düşman kuşatmıştı. Zaman kaybetmeden uygun bir yere çekilmemiz gerekiyordu. Faik arkadaş, sırtın uzantısında kayalıklı bir yeri işaret ederek, hızla oraya yetişip mevzilenmemiz gerektiğini belirtti. Grubun hareket ettiğini gören düşman, mermi yağdırmaya başlamıştı. Kopmalar oldu. Faik arkadaş, öndeki grupta, biz ise arkadaki grupta kalmıştık. Yoğun ateşle birlikte Faik arkadaş, daha önce buluştuğumuz mevzilerin bulunduğu yere ulaşmayı hedeflemişti. Biz kayalıkta kaldık, onlar suyun karşı tarafına geçmişti. Kobralarda saldırılarını yoğunlaştırmışlardı. Faik arkadaşla, cihaz bağlantısı kurduk, yanlarına ulaşmamızı söylüyordu. Zaman kaybetmeden yanlarına vardık. Keşif ve kontrol için, dört arkadaşı eski mevzilerimizin bulunduğu noktaya gönderdik. Faik arkadaş; “yapacağımız bir şey yok, her tarafı düşman tutmuş mevzilerimiz boşsa mevzileneceğiz, kobra saldırılarından korunmak için de düşmanı üstümüze çekeceğiz. Orada onları vuracağız. Böylece biz çatışırken kobra yoğun

pervasızca hareket etmelerine neden oluyordu. Etrafımızda arı gibi vızıldayarak dönüyor, roket ve bomba atarları bulunduğumuz mevzilere fırlatıyorlardı. Bu yoğun saldırılarda anlık fırsatları değerlendiriyor, bağırarak diğer mevzilerle bağlantı kuruyorduk. İlk Baran arkadaş yaralanmıştı. En ufak bir hareketimiz anında görüldüğünden, bağırarak ne yapılması gerektiğini belirtiyor, yeni durumları öğreniyorduk. Faik arkadaş, sol tarafımızdaki mevzideydi. Yine arkadaşlarla haberleşme esnasında, iki arkadaşın şahadet haberi geldi. Faik arkadaş sürünerek o tarafa gittiği bir anda, yoğun kobra atışlarından dolayı parça aldı. O haliyle grubu toplamış, Dinar vadisinin yamacına doğru yaralı arkadaşları da yanına alarak ayrılmış. Bizim de onlarla birlikte olduğumuzu sanmış. Bu durumu, daha sonra mevzileri kontrol ettiğimizde fark ettik. Helikopter telsizle karadakilere son atışları yapacaklarını, askerlere dikkatli girmelerini

55


Özgür Halk belirtiyordu. Anladık ki, yapacağı saldırı son saldırıydı ve düşman artık karadan saldıracaktı. Bu haberi duyar duymaz, Faik arkadaşa iletmek istedim. Mevzisinde ses seda yoktu. Kobra atışları durunca, hızla yerimizden çıkarak mevzileri kontrol ettik, kimse yoktu. Grubun tümden gittiğine seviniyorduk. Biz kalan üç arkadaş karadan gelecek düşman güçlerini vurarak zaman kazandıracaktık. Düşman gelmeden, üstteki daha hakim ve stratejik kayalığa doğru tırmandık. Bu arada Agır arkadaş, sırtının çok ağrıdığını bir bakmamı istedi. Kobraların yaptığı roket saldırılarında parça almış, yaralanmıştı. Etkilenmemesi için parçanın sıyırıp geçtiğini söyledim. Ben ve Agır arkadaş, oraya yetişmeye çalıştık. Artık yukarıya çıkıyorduk. Oraya yetişmeye çabalarken, gruptan kopan Şiyar arkadaşa rastladık. Elinde BKC vardı. Ağır silahımızın olmasına sevinmiştik. Yardımlaşarak yaralı arkadaşlarla beraber yürüdük. Görüntümüzü alan düşman, hem havadan hem karadan ateş ediyordu. Kobralar yeniden devreye girmişti. Kobraların bu yoğun saldırılarında ben ve Agır arkadaş bir tarafa, Şiyar arkadaş biri tarafa savrulmuştuk. Bir kayalığın altına zar-zor ulaştık. Kobra atışları orada bizi etkilemiyordu. Diğer arkadaşlara baktık, görünmüyorlardı. Akşama kadar kayanın altında bekledik. Bu arada, tam karşımızda, suyun karşı yamacında kobralar yoğun saldırılarını sürdürüyorlardı. “Arkadaşlar oraya geçtiler herhalde” dedim. Beklememize rağmen, düşman üstümüze gelmedi. Havanın kararmasıyla oradan ayrıldılar. Onların uzaklaşmasıyla, Şiyar arkadaşı savrulduğu yerde, aradık ama bulamadık. Kendilerini Faik arkadaşların gittikleri yöne bıraktıklarını düşündük.

Mayıs 2015

Faik arkadaşla kalıyorlar. Diğer grup ise oradan ayrılıyor. Faik, Berçem, Vahap, Renas arkadaşlar orada düşmanla çatışma pozisyonunda yerleşiyorlar. O gece düşman gelmiyor. Bir sonraki gün, düşman üzerlerine gelince çatışıyorlar. Renas ve Vahap arkadaşlar şehit düşüyor. Faik ve Berçem arkadaş ise, silahlarını kırdıktan sonra kendi bombalarıyla şahadete ulaşıyorlar. Gruptan arkadaşlara ulaşana kadar yolda şehit düşenler oluyor. Daha sonra arkadaşlara ulaşıyorlar. Bizden kopan Şiyar arkadaş düşman çemberine giriyor. Şiyar arkadaş direniyor. Sağ ele geçirdikleri Şiyar arkadaşı düşman, bizim konvoyu vurduğumuz yerde helikopterden aşağı atıyorlar.

Karşı yamaçta, Faik arkadaşların olabileceğini tahmin ederek, hızla o tarafa yöneldik. Dördüncü günde artık açlık, yorgunluk ve bitkinlik etkisini göstermeye başlamıştı. Araziyi Agir arkadaş biraz biliyordu. Ben tanımıyordum. Arkadaşların nerede olduklarını da bilmiyorduk ama o yamacı hedefleyerek yürüdük. Bir sonraki gün, saat on bir civarında düşmanın geri çekildiğini gördük. Agir arkadaşla beraber, arkadaşları saatlerce aramamıza rağmen bulamamıştık.

Köylüler asker cenazelerini görmüşlerdi. Düşman zorla onlara cenazeleri karakola taşıttırmıştı. Oradan helikopterlerle şehir merkezine götürmüşler. Otuz yedi olarak bildiğimiz ölü sayısını, köylüler elli beş olarak bildirdiler. Şiyar arkadaşın, cenazesini de daha sonra köye getirmişlerdi. Faik arkadaşla birlikte toplam dokuz kaybımız vardı.

İki gün sonra, bir köye uğradık. Oradan da arkadaşların yanına varmıştık. Eylem ve operasyona ilişkin bilgiler aldık. Duymak, inanmak istemediğimiz şeyler söyleniyordu. Mevzilerden gücü toplayarak ayrılan Faik arkadaş, güçle birlikte yamaca ulaştıklarında, grup kalabalık olduğundan düşman tarafından fark ediliyor. Düşman kobralarla saldırıyor. Faik arkadaş, bizim onlarla birlikte olmadığımızı o zaman fark ediyor. Mevziimize yoğun kobra atışları yapıldığından, şehit düştüğümüzü düşünüyor. Karadan da saldırı geleceği ihtimalini hesaplayarak, Vahap arkadaşı yanına alıyor. Silah, raxt ne malzemesi varsa arkadaşlara veriyor ve kendi silahını yeni bir arkadaşın silahı ile değiştiriyor. Orada kalıp düşmanı karşılayacağını, grubun gitmesini söylüyor. Böylece gidecek grubun işinin kolaylaşacağını, eğer kalırlarsa kayıpların daha fazla olacağını söyleyerek arkadaşları ikna etmeye çalışıyor. Gruptakiler kalmaları yönünde çok ısrar ediyorlar, ama sonuç vermiyor. Berçem ve Renas arkadaşta,

Düşmana güçlü bir darbe vurduğumuz ve bir nebze de olsa sürecin beklentisine cevap olduğumuz için seviniyor, öte yandan beklemediğimiz kayıplardan dolayı da kahroluyorduk. Güçlü bir eylemle döneme cevap verilmişti. Önderliğe bağlılığın gereği ve uluslararası komploya kin, öfke ve intikamla yanıtımızdı bu eylem. Ardılları da, şahadetlerin özgürlüğün bedeli olduğu bilinciyle daha güçlü çıkışları bağrında taşıyordu. Ama Önderliğimizin 2 Ağustos çağrısı ve 1 Eylül süreciyle birlikte, talimatı yerine getirmek için geri çekilme durumumuz yaşandı. Önderlik her şeyimizdi. Belirttiği her şeyi yerine getirmek boyun borcumuzdu. Yirmi beş kişilik bir grupla, Dersim eyaletinden on dört Eylül’de yola çıktık. Zorlu bir yürüyüşle, 16 Aralıkta Güney sahasına ulaştık. Parti merkezimize yetişmemiz büyük bir görevdi. Görevi yerine getirmiştik. Artık her şey, yeni başlangıçlara gebeydi.

56


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.