1
1
avangartın palaspandıras tarihi ya da ısa sunu da söyledi.
Avangard Askeri terimlerin sanat dünyası tarafından ödünç alındığı nadir görülür. Bunlardan biri ve belki de en mühimi avangart terimi. Avangart, Fransızca ‘‘avant-garde’’ kelimesinden Türkçe’ye evrilmiş ve esasında askeri bir terim. Napolyon dönemi Fransız ordusunda öncü birliklere verilen isim. Bu birlik, ordunun en zeki, en yetenekli, en güçlü askerlerinden oluşur. Bu öncü birliğin ordudaki görevi istihbarat toplamak, sabotaj ve suikastlar düzenlemek, düşman ordusunun cephaneliğini, yemek deposunu patlatmak ve bu tarz en riskli işlerdir. Malumunuz en önde oldukları ve riskli işler yaptıkları için zaiyat oranı da en yüksek olan askerlerdir. Meydan savaşında esir düşebilirler, ordu geri çekildiği için de cesetleri en son bulunur, ki bu iyi ihtimal, genelde cesetleri bulunmaz. Geriye dönemedikleri için hikayeleri yalan yanlış anlatılır. Diğer askerler onları sürekli kıskanır, onlar kadar cesur ve iyi olamamışlardır. Sanat dünyasının bu terimi ödünç alması ve geliştirmesi ne yazık ki acı bir olaydır. Avangart sanatçıların sonu avangart askerler gibi olmuştur. Yaşarken tanınmamış, parasız ve mutsuz yaşamışlardır. 2
Değerleri öldükten sonra anlaşılmıştır, ki bu da iyi ihtimal, çoğunun adı tarihte hiç geçmez. İktidarın ve geleneğin istediği gibi eser üretmemiş, yeni şeyler peşinde koşmuşlardır. Ece Ayhan, Türkiye’deki en sıkı avangarttır. Ondan bugüne o ayarda bir avangart gelmemiştir. Avangart olmanın aklı başında bir şey olmadığını söylemeye lüzum yok. Ülkede şuan avangart bir yayın veya yazar olmadığını da söylemeliyiz. Kendisine avangart diyen çoğu oluşum ya da yazar avangart filan değildir. Çoğunun kariyer hedefleri, iktidar ilişkileri vardır. Avangartlar politikaya kayıtsız kalamazlar. Sanat iktidarını yıkmak olmazsa olmaz özelliklerden biridir onlar için. Bir resmi bir çorbaya satmışlardır, kitapları 200-300 satar. Sevilmezler, arkadaşları yoktur, bekletilirler, mutsuzdurlar. Avangartın var olabilmesi için Napolyon yani iktidar lazımdır. Avangart politiktir. Biz, günümüzde avangartın tanımının değiştiğini görebiliyoruz. İktidar, eskiden farklı olarak öznede örgütleniyor ve tam da bu sebeple günümüzde özneyi anlatan bir sanatçı apolitiklikle suçlanamaz. Ortodoks görüşler buna karşı çıkar ve yanılır. Umurumuzda değil. Eğlence bitti. Bütünü değiştirmek için parçalarda değişimle başlıyoruz. Sesimiz güçlü çıkıyor. Taviz vermiyoruz. Domuzlar siktirip gidecek. ‘‘Savaş’’ başladı. Palaspandıras Palaspandıras Fanzin, 19 Ocak 2012 günü ilk sayısını çıkarttığında avangart olma amacı yoktu. Zamanla yaptığı işler ona böyle bir amaç yüklemiş olabilir ancak şuan için avangart olduğu söylenemez. En azından ben söylemem. Ancak kesinlikle avangart olma potansiyeli taşır. 19 Ocak’tan birkaç gün öncesinde hazır olmasına rağmen alınan bir kararla birkaç gün bekletilmiş ve Hrant Dink’e adanarak 19 Ocak’ta çıkmıştır. Ne Hrant’ı ne de çıkış ilkelerimizi unutmadık. Her sayı yeni yazarlar, yeni söyleşiler oldu, fanzine katılımlar arttı. Bu katılımlar ne kadar avangarttı, ne kadar beni mutlu etti emin değilim. İlk sayılar oldukça kötüydü, sonra sonra iyi işler yapıldı. Okunma sayısı hep yüksek oldu, bu iyi bir şey. Internet sağolsun. Son sayı bir ayda altı bin okundu. Hangi edebiyat dergisi bu kadar okunuyor? Bu niçin önemli? Şu: o edebi iktidarın/domuzların yavşak dergilerinden daha çok kişi bizi okuyor. Bu iktidarı yıkma amacındaki bir proje için oldukça iyi bir kanıt. 3
Taa en baştan itibaren insanların bizimle iletişime geçmesini istedik. Bu sayıda da son günlerde bir artış olduğunu belirtmek lazım. P.P.F. geçtiğimiz günlerde yeni bir karar aldı. Internet üzerinden kitaplar yayınlayacağız. Bir nevi e-yayınevi. Kendi yazdığımız eserler veya çeviriler olabilir. Şimdilik belli olan iki kitap var. Onlarla başlıyoruz. Neler olur, neler olmaz hep birlikte göreceğiz. Düğümü atıyorum: niye yanımızda değilsin? Domuzların sistemine yenilmedik, elimizden geleni yapıyor ve yenilmiyoruz, hatta biz kazandık, ne yani? Ne yani?
papafanzin@gmail.com palaspandirasfanzin.tumblr.com twitter.com/oguzcanonver 4
Havl orada bir şeyler oluyor orada uzakta ne idüğü belirsiz şeyler kusmak gibi bir şeyler bir ölüm gürültüsü gibi orada bir köy var uzakta artık bizim köyümüz değil bir can havli var havlayan birileri sabah kalktım yüzümü yıkadım aynadan havlıyordu hâlâ birileri kusarım ben böyle acının içine kusarım lan dedi birileri naif misin şair misin nesin ki onlar götlerinde hayallerle uzaklara bakar dururlar burada çiğneyeceksen hevesleri dişlerimi seveceksin iri iri karşımda bir yılan duruyor aklımı yitirmeden önce ona sarılayım diye dünyada en güzel intihar ayasofya’ya karşı edilir öyle arabesk yazdım ki fonda orhan gencebay çalıyor ben iskender’in paltosundan çıktım bu soğukta morgda şairler yakama yapışıyor orada uzakta kötü şeyler var hepinizin paltosuyum diyen biri ölüyor her duyduğumda bir sigara yakıyorum bir sigara bir sigara bir sigara bir sigara bir sigara her ne duyduysam yanaklarımla kulaklarım arasındaki yolu tıkıyor bir şimdiki zaman takıntısı hasıl oldu bu şiirde benim önümü tıkıyor tıkıyor tıkıyor tıkıyor
5
buradan arkalardan izliyorum dağın arkasında ne varmış ne varmış ne varmış ne varmış ne varmış lan ne var artık hissedemiyorum üç gün beş gün önce ne vardı ne var çok fazla ölüyorlar ben de öleceğim ama çok fazla donuyorlar ben donmayacağım belki ben burada allahaşüküryaşamaktan memnun muyum soru işareti yok ben buradan gideyim diye bekliyorlar ama daha yolun yarısında bile... şşş bunu çok sessizsöylemem lazım söylemem lazım daha yolun yarısında bile
daha yolun yarısında bile
daha yolun yarısında bile
değilim
şimdi bir pazar sabahı istiyorum fonda vivaldi’nin dört beş mevsimi çalıyor uzakta kimseler kusmuyor yanımda nerdesinlanruheşimhayatımınerkeği her şey bitmiş uyuyor
Güher Gürmen
6
TEK ARAÇ annemin hastasını taşır güç yoksuz kolum at, kurgan, akrabam kürt düşmanı [annem] buna dahil edilemez di mi çok çocuklu komşuları v tetiği saklardı abimden. kurtuluş bir park değildir al sancak yüzme bilmiyor ha ha ha canımı okuma da bilmiyorlar, konuşun klavye, tuş ruhuyla hel fehimtü ya da poligon kurun annem ve akraba özelinde POLIS bu halime ne der kolluk kuvvet newton ekseninde fiziği müdahele salık ceyran yeri vacibin farzdan farkı POLIS oluyor arabesk kuvveti kolluk kolluk halka kestiriyor annem açlığı yok etti ben ona yeni fikirler yarattım din dostlarımı her şey 1tl ile çalışan gazikoltuklu belediyesinde ağırlamak isteri. abdulkadir gıynas
7
ve alfabe akar A B C E F G H İ K N O R S Y Z Q X
harfine gerek yok hrfine gerek yok hrfine gerek yok hrfin grk yok hrin grk yok hrin rk yok rin rk yok rn rk yok rn r yo r r yo r rk yk y y
8
9
Freud’a Alternatif / Her Halinle Güzelsin “Evliliğin neden olduğu sinir hastalıklarının şifası, sadakatsizliktir.” Sigmund Freud Empati iyi insanların rutinidir. Boş zaman doldurgacı. İşlerinin olmadığı zamanlarda kendilerini empati yaparken buluverirler. Empati iyi insanlar için bir boşbulunmuşluktur. Bu yılların getirdiği bir bulantının ürünüdür. Çünkü iyi insanlar sıkılırlar, diğer insanlardan çok daha iyi sıkılırlar. Bu da onları pratikte bir karşılığı olmayan empatiye yönlendirir. Sıkıntı empatiyi tetikler. Her türlü birliktelik de. Bu böyledir. Evimizin mahalle bakkalına bakan balkonunda oturuyorduk. Üzerimizde atletlerimiz vardı ve ikimizde göbeklerimizle oynuyorduk. Ona dışarı çıkmadan önce vantilatörü çıkarmamasını söyledim. Zaten bizi dışarı çıkaran şey, dışarının içeriden daha serin olma ihtimaliydi. Dinlemedi, çıkarttı. Açıklamamı piç etti. Neticede dışarısı daha sıcaktı ve vantilatör işe yarıyordu. Vantilatörün işe yaraması birinci empati girişimimi engelledi. Vantilatör olamadım. Aramızda empatinin oldukça garip bir işlevi vardı. Söylenen her cümlede subliminal bir empati mesajı arıyorduk. Bu bizi yoruyordu. Gözaltlarımızın çökmesi, göbeklerimizin eski çekiciliğini yitirmesi hep bu yüzden. Allah’ım bizi ger, diyorduk hep. Bizi ger. Bakkal olmak, işletmek gibi tasarıları olduğundan bahsediyordu. Konuşurken de kıpırdayıp duruyordu. Taze bir plasenta gibi. Kafasında bir hinlik olduğu belliydi. “Balkondan aşağı bak.” dedim. Bakkal oldu. Ona bu kadar kolay empati yapma fırsatı verdiğim için pişmandım. Bir-sıfır öne geçti. Yıllardır beraberdik onunla. Vantilatörle de öyle. Ve artık göbeği beni tahrik etmiyordu itiraf edeyim. Lisedeydim o zamanlar. Onu ulaşılmaz bir şey olarak görürdüm. Evet şey olarak. Sonra beraber yaşamaya başladık, bu geçti. Onu eşşiz biri olarak görmeye başladım, aşık oldum denebilir. Bu birliktelik göverdi; pazar esnafı ve devlet tarafından onandı. 10
Artık bu da aşındı. Göbeği beni tahrik et-mi-yor-du. Tekrar edeyim mi? Siz ve o bunları düşünürken ben onun yerindeydim. İkinci empati girişimim başarılı. Ona: “Sen oldum. Artistlik yapma.” dedim. Üç-bir öne geçtim. Empatimin bu derece afili olması onun dikkatini dağıttı. Benim ilk empati girişimimi sezmişti ve şimdi bunu kullanacaktı. Vantilatörün önüne gitti, bunalmış da serinlemek istiyormuş gibi hareketler yaptı. Ama olmadı, anlamıştım. Engel olmadım. Bu adil bir dövüş değildi. Zira hiçbir dövüş adil olamaz. Döndü ve:“Vantilatöroldum.”dedi.“Sen her halinle güzelsin.” dedim. Maçımız ona dört bittiğinde kül tablası, çok yaşayan bir kül tablasıydı. Biz manyak değildik ve pazar günleri işimiz buydu. Maçımız ona dört bittiğinde bakkal dükkanı kapatıyordu. Maçımız ona dört bittiğinde allstar izleyelim mi? Maçımız ona dört bittiğinde ben, ona ve göbeğine yeniden aşık olmuştum. İşte buydu durum ve biz iyi insanlar olduğumuz konusunda ikna olmuştuk. Vantilatör de öyle. O da iyi bir vantilatör olduğu konusunda ikna olmuştu. Ve her şeyi kendi içimizde çözmenin yolu buydu. Sıkıntılarımızın bize insanları üzme şansı tanımamasını avantaja çevirip haftaya birbirimize tekrar aşık olmuş olarak başlıyorduk. Allah’ım sen bizim katmerlenmiş günahlarımızı katmerli bir şeylerle, karşı bir katmerle ya da katmer… Allah’ım. Evlenmeden önce onun göbeğine dokunduğum için beni affet. Furkan Cengiz
11
ESAS SAPLANTISI veya SEYLERIN PAYLARI doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. “keşke, dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim! [Meryem, 23] keşke dedim bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim Internet bir geçirilesi aidiyet kolay sorun temsiliyey hakkı boşverilmiş meryem atkı örüyor matemin kurtlandığında çürüyemeyeceksin de oh olsun oh olsun ki onlara katolik bir ülkede doğdun saçlarımı her gece yıkıyorum meryem alt katta uyudum sevişmek de bitkisel olacak hangi katliam sonrası yaşanama cevap roboski olabilir ama uludere değil er ya da geç ya da baş kumanda TV çalışmıyor kanal ilişki moral vermiyor ön taraflara sarılmak yasaklandı mı neler oluyor haber vermiyorsunuz sarılmak yasaklanmış olmalı yoksa bu sarılamamamazlığınız beni dans izler morarmış (sararanları da var) (ama çürümüş anlamında sararmış) (korkmuş anlamında sararmış değil) (korkmuş anlamında sararmış olsaydı söylerdim) (niye söylemeyim) kirpiklerimle oynadığım kumar alt mı üst mü kirpik mi hadi çabuk oku da daha okula gidip taş falan toplucam kadınlara gözükmeden taş falan toplucam meryeme gözükmeden devrin en ünlü şairi gerilerek 12
baktı ve söyle dedi: avangartlar vizigotlar ve danişmentliler hangi ıvanın savaşında atıldılar iptalleri tarihte kaç tane ince e vardır elfler, edirne sarayı, evreşe yolları dar dar bana bak benim sigara içmiyorum diye mi oluyor müjde ar kaç yaşında bakire oldu bu kafiyeli şaka için çok üzgünüm sa-yı-n okuyucum beni okumadığına kanaaa (bu a’lardan ikisi anarşizmin a’sı olacak) (öyle yapmanın bir tuşu var mı) (öyle yapmanın bir tuşu varsa da ben bilmiyorum) (bilsem niye yapmayayım) aaat getirdiğim şakaları iyi besleyerek bir yayınevine sattım o son hanekeyi izlemeyecektim sıkıntıdan kussam işe yaramayacak diye kusamıy orum da amouruyorum amourlaşmadan amour fransız okullarına gidicektim ben y niye vazgeçtim meyremé seninle yanalım sakallarımı her gece oynuyorum. sen de durmadan su içiyorsun. dediler ki: onlar dedikçe tavanaralaştım ben iğrenç bir şey yaptın. [dediler ki: ey meryem! hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın!]
oguzcan önver
13
İşvesiz natürpert oynaşma
kurşun döktürmeye gittiğim kurtfrenkenştayn göbek atamıyor manita bulamıyor diye asmış kendini şartele laf aramızda tedaş elektrikli sandalyelere de bakıyordu di mi anlamadığım ekskalibur nasıl çiçeklenmez sahi ya yakamdaki karanfil ahmet kaya’dan mı cansever’den mi yahu tonla çukur kazdırdın bana gömüyü bulucaz diye sana dokunmatik kapkara bi ben getirmiştim ta alamanyalardan şu pişmaniyeleri metresime göndereyim geliyorum ______ sevgilim öp beni bak ben bir çırpıda yakalarım road runner’ı ve bilek güreşinde de alt ederim gücümü ispatlamak için kabasakal’ı henüz hiç sevişmediğime bakma çölde çok hakiki mastürbasyonlar yapmışımdır ulan hiç mi tahrik olmadın penelope cruz’u veya bond kızlarını değil de seni düşünüp otuz bir çekmemden yok yani nesini beğenmedin e ben sana aşık değilsem bu kaçıncı su çiçeği kabakulak geçirdiğim madem bana aşık değilsin beni görünce ayhan ışık’ı ediz hun’u sallamayışın bulutları pamuk şeker yapışın niye ama yine de n’olur canlı bi zebra alalım oyuncakçıdan karnına basınca bülent ersoy’un altı tane vinci var desin basmayınca da sana basayım olur mu ______ geçen az sonra rekor borazanlarla mandalina rendelerim sana kuruttuğum topitoplarımı sidik tasolarımı sana vermeyi irade ederken tipi tip oryantal zamazingomu elimden aldı 14
bi dahakine petrollü sakızlarla dayanacağım amerikaya litreler önünde seni hamile kalmaya zorladığım cabası ve pinokyo illüzyon imiş meğerse tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamışsa o tavşan postmodernisttir bu yüzden bana hiç trip atmamalısın birey. birey. birey. daha toplum ettirmiyorum çünkü kaldı ki kafamın üstündeki sarı halka zeus’un atmığından ibaret pek alâ oluşturduğum lipton prezervatife dayalıdır ______ töreye engel olmak için sevgilim senin bekaretini nasıl aldıysam alacağım babanın ve ağabeylerininkini de seni amından öper kaçarım sonra başlık payası biyiktiymek için sense köle taciri doğurmaya doyamadın öyleyse ali baba’yı öldüreceğim var say elbette hitman’le iş birliği içerisindeyim kemal sunal bittiğinden beri hatta ağzımı limon sıkmadan da öpebileceksin siktir et (yeşilçam) tut elimden süleyman hep başbakan’a pizza sipariş etmeliyim haremdeki karıları hadım etmeseydin mutlu olacaktım of sorgu meleklerimi bile bile içeri aldılar balyoz mu ne kullanmışlar gece gece öf ortopedik yalanlar pışıık yapıyor
İlker Şaguj
15
TEKIN VE ARAF Baykuş uludu! aç karnına, lodostan dumanını umut yiyen baykuşun sağ kanadına savurdu/ Baykuş afalladı Baykuş döndü Baykuş alev aldı. // Ve bugün dedi Gün döndü Bugün dedi Doğacagim. Doğacagim yeniden. /// Huzurluydum. Kendi içimde kendimle kendimce dans dans o gece sokağin soluğu kanıma değince hazırlandım üzerime en çok para verdiğim kıyafetlerimi giydim. ve Tören o kadar gösterişliydim. çok kadar! parıl parıl,, ve ışık! Gecenin koynuna kondum. Meşrebi pis,tarihi çetrefilli caddede sağ elim cebimde yürüdüm. 16
AhKulaklarım çınladı.Yol kenarında bir kadın caddeyi sızlatan bir şarkı söylemeye başladı.Yanındaki saksafoncu Osmanlı sultanlarına benzeyen etine dolgun kadının göğüslerine bakıyordu. Adam üfledi ve tuşladı. Kadın tiz//kadın çok. Ah dedi Lordum, kıymayınız bana. Fransızcamın yeterliliği cümlelerden Lordu çıkardı. Dedim bu gece,, saksafoncu da Lord da benim! Dedi Bir kartalım olsaydı sağ omuzumda kudretimi yansıtacak. Bir kartal dedi ! gözleri asu-manda Ah dedi, Tanrı, bir kartal kondursan ya. Ve ah, Esselamualeykum ve rahmatullah. Sağ omuzuna rahmani bir ışıkk vurdu.Guzelliği sarkıcı kadını kıskandıracak bir saka adamın omuzuna kondu. Akli uçtu adamın dedi Nasıl sevişebilirim sizinle? Kanat kanat Ah ve ah
17
Güzellik geçiciydi Kendine geldi dedi ben bir kartal istemiştim oysa// Hey dedi Meryem Gökyüzünde misin? Sonsuz bakire Ölümlü Meryem! Ben mihman değilim. Dilenci hiç! baksana esvabıma! Işık ve ışık! Alnının ortasına bir damla su düştü ve ışık esvabından değil omuzundan yükseldi. Kanat ve kanat Gitti. Adam kıvrıldı ve dudakları açıldı İstemsiz bir kaç Anlamsız bir kaç söz çıkıverdi Oh ve ah ve ıh. Adamın eli pantolonunun kabartısına gidince ıslaklılığı fark etti// Rahmani kusun cazibesinden Parmakları kendi kudretine erdi.
18
Sesler,,ayak sesleri Ve onlarca kadın Ve yüzlerce oldular, Çoktular ve çıplaktılar üstelik iri gözleri vardı Ve iri göğüsleri bir anda iri gözleriyle dondurdular adamı BUZ Ve hepsi iri dudaklarıyla emdiler kudreti adamdan temiz tertemiz. PAK Ve Lordum dedi iri memeli sarkıcı kadın ne olur kıymayınız sevgi-li-m-e// Yürüdü adam sokağın sonuna ulaşmak gibi anlamsız bir arzusu vardı, tevellüt’ten etrafına baktı dükkanların vitrinleri aynayla kaplıydı. Aynalarda mazi Aynalarda tenine değen tüysüzler ve tüyler Aynalarda geçmişi Adım attı, adam adım attı. bir ayna kirildi diğeri bel verdi Bir adım öteki ayaktan Ayna tuz Adımlarını hızlandırdı çat ve çat Aynalar tuz buz TAMAM dedi YETTİ! üzgünüm, Sözüm olsun ihsanım,fikrim 19
Söz imanım için söz Ve,, BUM Zifiri karanlık! Sağ kulağında bir soluk hissetti. SSussss dedi soluk. Bitti dahası yok. Ah dedi sarkici kadin Ahh ve ahhh Lordum,onu affedi-iiniz,, O gün haberlerden en az izleneninin iri memeli Osmanli sultanlarına benzeyen en kötü takdimcisi şöyle buyurdu, herhangi bir haberin başında herhangi bir boşlukta, Geçtiğimiz ay intihar eden genç Ressam’in evinde bulunan nottan şüphelenen yakınlari polise başvurdu.Başvuru üzerine inceleme başlatıldı ve genç Ressama otopsi yapılmasına karar verildi. Dedi Lordumm kiy-ma-yin-iz Ve Baykuş uludu.
Hakan Kökçü
20
leyla,
i k t i d a r
aaa!
önüme geçsinler bırak daha iyi nişanalanırım nükleel santrallel meramımızı tıkadılar israel is real teorism! t c is tc / / / bu bayraklar daha çook sur kaldırır uygun adım marş marş maraş ingilizce kelime oyunu yaptım yakaladın mı ingilizler sevsin ingilizce öğrenenler ingilizce bilenler de sevsin çok pardon hangi camera çekiyor acaba ona göre size engilishce gülüşler atamam leyla leyla! ahahaha dalga geçelim bir az leyla masallarda kaldı mecnun zaten fuko okumamış leyla mecnun modernizm öncesi ilkel masalar şimdi bana ortodoks da denmez biliyorsun öznem çok nesnelleşiyor napsan kitap kekleri yayınevleri çeviriler yeni basımlar misyona giren sadece benim izlediğim filmler görülen tüm bu eller bu eller bu eller şiirimi okuyan bir kadın sonrası sessizlik ayıp olmasın susalım ama bu ne amk sessliği annem türkçenin içine ediyorsun diyor postmodernizme ciddi eleştirileri mevcut oysa oysa öyle bir izm dahi yok olmayacak devrimin ilk sabahı mercimek çorbası içeçeğiz ben yalnız da içebilirim limonla limonla içilen çorba yalnız bırakmaz da denebilir devrimin ilk gecesi kimse uyumaz bu çağdan hiç ç.ç çıkamayacağız şırıngalar kanla dolunca hemşire fantezisi kuranlar çok tiyatral güler dökülen inciller olsun napalım diyorum dedim sakallarım kızıl çıkıyor dedim, dedi annemin sesi isa ne yapmazdı dedin, diyor. 21
birileri bir yerleri arayacak ve ben bu ülkede iş bulamayacağım diye çok korkuyorum beni bitirecekler sonrası bu şiir okulmayacak devlet Interneti ele geçirdiği an ben biteceğim öldükten sonra ünlü olan ressam ölmek de istemem bana bitkisel şeyler verin bitmeden varyant demek erik satie dinleyip ağlayınca oryantalist olur diye çünkü dinlerken piyano değil ağıt gelir bilinç bilinç bilinçler bize bi sevinç getirmediler sesleri seslerim cızırtıyla çizildi kulaklıklar göz suyu geçiriyor muydu şu kitabı okudun mu şu filmi izledin mi abluka altından seslenirsen Kürtler yine kazanır yine ağlar jin kadın jiyan hayat anaerkil olalım kadınlaşmak kadınat kadınla kadınnn türkçe anaerkil olamıyor görüldüğü zühre sonra IDS olur ağlarız hiç olmadı özneyi pavyonlarda yeriz millet evini arabasını arsasını yer biz parça parça olan özneyi yeriz reçelle yeşil peçeteyle kırılmış damarımlarla şah mı mat mı soru işareti söylemeyin bilenmeyen ve tanınmayan dur duraklar
Oğuzcan Önver
22
dur durak romen rakamıyla I Anlatılan ve anlatılmaya değer şeyler azaldı. Özne nesneleşti. Çağımız kapandı, burada buralarda bu yüzlerle bu ellerle kaldık. Kalakaldık. Yazmak hakkında her vakit rivayet çeşitliydi, yine öyle ama yazıya düşman akıllar çoğalıyor, bizler için esas tehlikeli olan da bu. Yazıyoruz çünkü. Solin Ambjörnsen’in hikayesi de bu domuzların hoşuna gitmemeli. Onu anlayan, seven, unutmayan, hatırladıkça gözleri dolan ama yine de ona düşman olacak akıllar duyguyla ve bilinçle yaftalanacaktır. Bizden söylemesi. Solin Ambjörnsenle tanışmam bu karmaşık düşüncelere kafayı takışımın hemen sonrasına rastlar. Bir otobüs yolculuğu sırası. Tren yolculuğu da olabilir. Hastalık, bazı anıları siliyor sanırsam. Sanmayayım. Solin’i düşüneyim. Gözlerinde gözlükleri ve dişlerinde telleri var. Onları hiç sevmez. Çocukluğu bir dağ köyünde geçmiş diyorlar, ilkokul hariç yaşamamış. Saçları var. Rastalı. Gözleri dolunca gözlerini kapatıp bir süre bekler. Yaştaki tuzu böylece daha yoğun hissettiğini söylüyor. İnanılası. Ceplerinde mütemadiyen taşıdığı taşlar var. Anlamları varmış. Bilemiyoruz. Troçkistlikle ilgili eski görüşleri var, şimdiki örgütü hakkında bilinen bilgi epey az. Bazıları böyle bir örgütün var olmadığını ve Solin’in delirdiğini öne sürüyor. Külliyen yalan! Solin düzenli olarak örgütün üyeleriyle görüşür, planlar yapar. Adları yok, görüşleri yok, paraları ve mekanları yok ama bir şeyler planlıyorlar. Polis sessiz, kesin onlar da bir şeyler planlıyor. Solin’in aklına bu sinsi intikam planı nereden geldi bilemeyiz, o bile çoktan unutmuştur. Planı ilk duyduğumda irkilmiştim, ‘’Solin, o gerizekalı rastanı al ve siktir git’’ diye bağırdığımı söylüyorlar. Oysa asla böyle bağırmazdım, ‘’Solin, canım…’’ diye yutkunur ona sarılırdım, gözlerimiz dolardı. İnsanlar niçin böyle söylüyor hiçbir fikrim yok. Postrock dinleyelim mi? Bir parça müzik açıyorum.
23
romen rakamıyla II ‘’Sulu gözlü biri değildin.’’ diyerek içeri girdi, ağladığımı görsün istemezdim. Arada oluyor. Bunu ona anlatmak istemiyorum. ‘’Plan hazır mı?’’ diye sordu sonra. Hazırdı. Bu kez hedef bir yayınevinin sahibiydi. Yavşak kitaplar basan bu herif tam bir orospu çocuğuydu. Yeraltı romanlarında geçen afilli küfürler gibi bir küfür sallamayı gönülden isterdim ancak aklıma bu geldi, üzgünüm. Tüm bunlar iç sesim olduğu için rahattım da sanırım yolda giderken ağzımdan kaçırdıklarımı O da duymuş. Hiç hoş değil. Özne benim dimi şimdi bir anlaşalım da en baştan sonra sıkıntı olmasın. ‘’Şırınga hazır mı So.?’’ ‘’Şu hazır mı bu hazır mı diye sormayı bırak. Her şey hazır. Sıkıntı yok.’’ ‘’İyi.’’ ‘’Ne var?’’ ‘’Niye bu adam anlamadım. Yayınevi sahibinden bize ne?’’ ‘’Karışma. Çıkalım.’’ ‘’İyi.’’ Plan basitti. Her zaman basit olmalı. Şırınga dikkat çekiyor çünkü. Benim gibi bir kadının elinde şırıngayla dolaşması dikkat çeker. Bisiklet kullanamıyoruz artık. Polis daha dikkatli ve hızlı olmaya başladı. Vakalar artıyor. Bizim dışımızda bu işi yapmaya yeltenen bir iki serseriyi yakalayıp içeri tıkmışlar. Temeline tükürdüğümün Oslo şehri. Kolay şey değil, yakalanmamayı kaçanlardan öğrenin, onlar yakalananmamışlardır hahaha. Yayınevi 18.00’da paydos ediyor. Adamımız binadan en son çıkar. Arabasına binerken birkaç saniyemiz var, arkadan yaklaşmam lazım. Sağ omzuna şırıngayı basıp iki saniye beklemek. Etrafta polis yok ama çok insan var. Kaçarken motosiklette beni bekleyen bir O var. O arabaya yaklaşacak iki saniye beklemek içinde. Sonrası biraz tozlu, terli. Ama maskeler var, rastalar da yüzümü örtüyor. Bu beşinci hedef. Yaklaşık bir ayım daha var. Hızlanmalıyız. Dönerken radyoda şarkı müziği açarız. Motosikletlerde radyo var. Ne tuhaf.
24
romen rakamıyla III Geçtiğimiz haftalarda yaşanan AIDSli terörist vakalarına bir yenisi daha eklendi sayın seyirciler. Birisi kadın olduğu belirlenen bu kişiler, akıl almaz bir intikam eylemi gerçekleştiriyor. AIDS virüsü taşıyan bu alçak insanlar, virüslerini intikam almak istedikleri masum insanlara bulaştırıyor. Aman Allah’ım! Ne büyük dehşet… Halkımız bu yakıcı olaylar karşısında sakin kalmalı. Şimdiye dek beş kişiye virüs bulaştıran bu teröristleri polis didik didik arıyor, bulacaktır da. İlk hedef Ajans Woman’ın metin yazarıydı. Ardından sırasıyla, Norveç Anadolu Lisesi müdürü, Oslo Süreçleri Üniversitesi rektörü, İsveç Merkez Bankası müdür yardımcısı, şimdi de Tıkanma Yayınevi sahibi. Henüz hiçbir örgüt bu eylemleri üstlenmedi. Hepsinin Allah belasını versin o ayrı. ______________________ romen rakamıyla I Hala bitkisel şeyler olmalı. Bitkisel kadınlar. Solin gibi kadınlar her daim bitkisel görünürler. İntikamları bile bitkisel olur. AIDS virüsünü önce kendisine bulaştırıp ardından bu virüsle intikam almak. Varoluşun zehri, zehirli varoluş. Adam öldürmekten daha etkili, öleceklerini insanların bilmesini sağlamak. Bunun bir intikam olduğunu anlamalarını ve bu bilinçle ölümü beklemeleri, delirmeleri, yakarmaları, sevdiklerinin gözü önünde erimeleri. Solin bunu başardı, başarılı bir plan mıydı hayır, kısa zamanda yakalanacakları açıktı. Yakalanacakları mı? Yakalanacağı olacak. Solin tek başınaydı. Yanında birileri yoktu. Örgütün tek üyesi. Tek teorisyeni, tek eylemcisi. Her şey o hastalıklı kafasının altından çıkmıştı. Dünyadaki tüm pisliklere bu zehri akıtamazdı, kaybedeceği çok açıktı, o zehir kendisini de yok etti. Hastalık sağolsun, kafam karışıyor, tam hatırlayamıyorum, vurularak öldürdüler ya da hastalıktan ölmüş bedeni Oslo nehri kıyısında bulunmuş. Hastalık ben de daha çok unutma olarak tezahür ediyor. Solin plana başlamadan önce benle neden yattı şimdi şimdi anlıyorum. O gece de gayet bitkiseldi, tiyatral kalçalar ve orgazm sesleri yoktu. Benden niçin intikam almak istedi işte onu tam bilemiyorum, sanırım olayları böyle yorumladığım için. Anlaşılamamazlık. 25
Kızmıyorum ona hiç. Bildiği bir şeyler vardır yoksa bile vardır. Benim de var. Mesela, Oslo Kızılhaç Kan Merkezi’ne kan verdiğini benim dışımda kimse bilmiyor. Ve daha onunla ilgili bir sürü şeyi yalnızca ben biliyorum. Bu bilinç beni çok üzüyor. Bu bilinç beni yok ediyor. romen rakamıyla II ‘’Çok yaklaştılar So. Bir şeyler düşün hemen.’’ ‘’Sus, ses çıkarma, saklan şuraya.’’ ‘’Sen napacaksın So. Gel buraya. 3 kurşunumuz daha var.’’ ‘’İşe yaramaz. Sen burada kal. Ben nehre doğru iniyorum. Bir yolunu bulurum.’’ İkna etmek zor oldu. Beni bırakmak istemiyordu. Bu istek için biraz geç kalınmıştı. Beni bırakma konusunda insanlar tercihlerini ben daha çok küçükken yapmışlardı ve tutarlı bir şekilde bu tercihleri hayatım boyunca sürdürdüler. Neyse. Nehre doğru koştum. Yorulmuştum, omzumdan yaralanmıştım. Bir kurşun sıyırmıştı kaçarken. Koşmak saçmaydı şu durumda ve belki tüm durumlarda koşmak saçmaydı. Bilmem. Kurşunum bitmişti. Nehrin yakınlarında her şeyi bıraktım, her şeyi göze aldım. Bir ağacın altında uyuya kalmışım. romen rakamıyla III Aldığımız son dakika haberini sizlerle paylaşıyoruz sayın seyirciler. AIDSli terörist dehşeti nihayet sona erdi. Oslo polisinin özverili çalışmaları sonucu masum insanlara virüs bulaştıran bu acımasız teröristler ele geçirildi. Sorguları hala sürmekte olan teröristlerin hangi örgütten oldukları araştırılıyor. Yeni bilgiler geldikçe size ulaştıracağız.
Oğuzcan Önver
26
güç sözcükleri
Sanat? Seksin giderek yetersizleşen bir alternatifi. Kan bankası? Başka türlüsü var mı ki? Sıkıntı? Görmüş geçirmişler için kaçınılmaz. Yeniden dünyaya gelmek? İki kez çok fazla. Uygarlık? Biyosferin deri hastalığı. Sınıf savaşı? Tüm savaşları sona erdirecek savaş. Çiftler? Monogami monotonidir. Çarmıha germe? Çok az sayıda ve çok geç. Kinizm? Olanlarla üzeri örtüleli çok oldu. Disko? Meleşmeler devam ediyor. Hastalık? Çok tehlikeli. Doktorların başlıca sebebi. Seçimler? Dumbokrasi işliyor. (1) İnanç? Ölümcüldür. - Beni kendinden koru Tanrım! Aile? Atom bombasıyla parçalamak vardı! Feminizm? Erkeklerle eşitlik: İncir çekirdiğini doldurmayacak bir istek. Boş zaman? Patronunun karşılığında maaş vermediği iş. Herkese iş? Bir tehdit. Vaat değil. Geyler? Yahudiler? Ezilmişleri taklit eden elitler. Hükümet? Silahlar öldürmez, politikacılar öldürür. _________________________________________________________ (1) Dumbokrasi: Bir demokraside yaşadıklarını sanan fakat serbest seçimler yapılıyor olmasına karşın sürekli olarak sözde seçimlerin sonucunda oluşan liderlikleri gönülsüzce destekleyen zeki yurttaşların oluşturduğu kendi kendini yönetme biçimlerinden biri. (Ç.N.) 27
Grular? İyi bir mantra bulmak güç. (2) Hippiler? Fasaryayla çalışırlar. Rehineler? Öldürmeye değmezler, uğrunda ölmeye de. Yargıçlar? Palyaço kostümleri içinde tir tir titreyen umutsuzlar. Hukuk? Cezası verilmeyen suç. Avukatlar? Ağızdan bağlanan yaşam destek üniteleri. Sol? Geride kaldı. Eğlence? Para ödemek ve çalıp oynamak birbirini dışlar. Liberaller? Bilinçleri masumiyetini yitirmiş muhafazakarlar. Liberteryenizm? Paranın satın alabileceği tüm özgürlükler. Ölümden sonra yaşam? Neden beklemeli? Marxizm? Kapitalizmin son aşaması. Mazoşizm? Eve iş getirmek gibi. Mistikler? Üzelerini çenelerini hiç kapatmadan konuşacakları nakledilemez iç anlamları var. Ölüsevicilik? Bir toplumsal hastalık. Nihilistler? “İyinin ve kötünün ötesine giderken yarı yolda durdular. Pedagojiside? Kurbanı olmayan bir suç. (3) Zevk? Acıyı vurgulayan ara nefesler. Polis? Doğru kullanıcı adı ve parolaya sahip teröristler. Politika? Bir su birikintisi gibi; kir tabakası üste çıkar. Önyargı? Halk sosyolojisi. Mülkiyet? Hırsızlıktır ve hırsızlık caizdir. Punk’çılar? Hafızalarını yitirmiş hippiler. Punk mekânları? Yaprakları dökülmüş aşk merdiveni sapları. Punque’çılar? Sanat okuluna devam eden punk’çılar. Radyo evanjelistleri? Daha az vaaz, daha çok oral seks! Reagan? Reich yönünde bir adım. İlişkiler? Beraber yalnız olmak. Dinler? Kusurlarınızı tanrılaştırır. _________________________________________________________ (2) mantra: Sürekli tekrarlandığında ruhani güçleri uyandıracak kutsal söz. (Ç.N.) (3) Pedagojiside: Suç işlemek kastıyla ve önceden tasarlayarak öğretmenini öldürme. (Ç.N.) 28
Doğru? Yanlış. Rock müzik? Arkasında müthiş bir gelecek var. Yedek subay eğitim birliği? Kabristan bilgisi. San Francisco? Baja Sausolito. “Sahne”? Diğer herkesle nasıl farklı olunur? Seks? Mastürbasyonun giderek yetersizleşen bir alternatifi. Okulda şiddet? Sınıfta mücadele olarak sınıf mücadelesi. Sosyalistler? Kurt kılığındaki koyunlar. Öğretmenler? Sınıftan dışarı. Terapi? Suçu olmayan ceza. Troçkizm? Güçten düşmüş Stalinizm. Ütopya? Gelecek nostaljisi. Vejeteryanlar? Ne yiyorsanız osunuzdur. Sionizm? Yahudi Nazizmi. Bob Black (Çev. Yusuf Sarıgöz)
29
NORDİK DÜŞÜŞ
Kar kâhini kaplan mermeri ray sesleri boşlukta duran aygıt üşümüyor çağrışımla yeni ütopyalar için yeni yıldızlar arıyor kağıt değeri büyük tıkanmaların kolajla karışık biraz hayat biraz borsalar geçiş hakkından göz hakkına anladım tırnaklarımı: Arzunun takas biçimleri o dolaşımda umudu deltasından büyük yüzüne taahhütlü yüzüyle karanlığı doğrularken intihar dönüştür düşüşle anlaşılır değiş tokuş saklambaç kadar gerçek asi oldurmanın bütün imkânlarıyla ve sözlerini yummadan geçip gidenin
seyhan kurt
30
Şerif Uğuz Raportajı 1- Sen kimsin? Valla bilmiyom ama arayışlarım sürüyor. Çok fena antolojik kaygılar içindeyim, yok ontolojik olacaktı herhalde. Neyse durum böyleyken böyle yani. Ve bi de ben Şerif memur, 40 yaşında, ben şaşarken oldu her şey. 2- Kars mı Artvin mi? Bence Kars. Iğdır. Çünkü uzun zamandır merak ediyorum, Iğdır, Iğ mıdır değil midir diye. Gidip yerinde tespit edip, eğer değilse yeni isimler düşündüm onlardan birini koyacağım. Iğdeğildir, Iğolabilir, Iğmış, Iğdı vs. 3- Uşak’ta fanzin okuyan kaç insan vardır? Uşaklılar çok mutsuz mu? Benim tanıdığım bi tane var, o da ben. Değiller, çünkü herkes kendi hayatını dilediği gibi yaşıyor, başkalarının hayatı yok, herkesin kendi hayatı var, böyle olunca da herkes musmutlu. 4- Okurken en sıkıldığınız kitap hangisi? Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı, üzüm üzüm üzdü beni okurkene, zaten bitirmedim. İlerde tekrar bi deneme daha yapacağım. 5- İzmir Milli Eğitim Müdürü olsaydınız hangi kitapları yasaklardınız? Bu soru cevaplamadan evvel, ayağa kalkıp ceketimi iliklemek istiyorum.
31
Sayın Müdürüm, siz bu kendini bilmez densizlerin söylediklerine kulak asmayın efendim. Sayın Müdürüm, siz değerli büyüklerimiz her şeyin en iyisi bilirsiniz, siz böyle kitapları yasaklamazsanız biz nasıl muasır medeniyetler seviyesine ulaşırız efendim (Bkz. Amerika). Sayın Müdürüm emir ve görüşlerinize her zaman hazır olduğumu belirtmek isterim efendim. 6- Palaspandıras ne demek? Sakar kızıma sakarlık yaptığı zamanlarda onu bazen kızdırmak bazen de eğlendirmek için kullandığım sözdür. 7- Twitter’ın hayatınızdaki yeri? 1- Bu soruların e-postasını aldığımda twitter hesabım kapalıydı. Tekrar açıp açmamakta kararsızım. Geçen sene Şubat ayında açmıştım hesabı yanılmıyorsam, o günden bugüne kadar çok şey öğrendim, çok güzel insanlarla tanıştım, güzel muhabbetlerim oldu. Aynı zamanda Cihat Duman’ın bi tvitinde de dediği gibi beni tüketmeye başladığını da hissettim. O yüzden şimdilik geçmişte kaldı. 2- Mention atıp, DM’den yürüyemezsiniz, unfollow edebilirsiniz umurumda değil, an itibariyle hesabım kapalı. #twitterkafamıs.kertti #ttyaparsınızdonerimbelki 8- Federaller mi S.W.A.T mı? En kahraman Rıdvan. 9- İstanbul’da yaşamak ister miydiniz? Havet. Hatırladınız mı bilmiyorum bu sözü, tam da benim İstanbul’la ilgili düşüncelerimi ifade ediyor. Yani hem evet, hem hayır. Evet çünkü her şey orda, hayır çünkü aynı sebepten beni ürkütüyor. 32
10- İlk kez Uşaklı biri bana bir soru soracak, bekliyorum: Sizin okul masraflarını karşılamak için reklamcılık yaptığınızı da duydum. Benim de niyetim var tavsiye eder misiniz? P.P.F. adına reklamcılık yapma suçlamasıyla karşı karşıya kalan palaspandıras insanının cevabıdır, bu cevabı cv’me koymucam: Şimdi efendim, bir kere hayatımın hiçbir evresinde ve saniyesinde yahut anında reklamcılık yapmadım. Hatırlarsanız bir yazımın başlığı [Reklamcıları niçin öldürmeliyiz?]idi. Bu sorunun cevabını hepimiz biliyoruz. Siz de niyetinizi gerçekleştirirseniz o sorunun bizzat muhatabı olacaksınız ve şu hayatta okuduğum en güzel kitabı yarım bıraktığınız için bir kara listeye adınızı dahil etmek zorunda kalıcam. Yapmayın, Uşaklıları severim, bilirsiniz.
33
saatin tahakkümü
Bugün batıda var olan toplum-Avrupa’daki veya doğudaki- eski toplumlardan, başka hiçbir karakteristiğinde zaman algısında olduğundan daha keskin şekilde ayrılmaz. Antik Yunan’dan Çin’e, Arap çobanlardan günümüz Meksika amelelerine varıncaya kadar, zaman, doğanın döngüsel süreçleriyle temsil edilir: geceyle gündüzün yer değiştirmesi veya bir mevsimden ötekine geçiş. Göçebeler ve çiftçiler, günlerini güneşin doğuşu ve batışı ile, yıllarını ise ekin vakti, hasat zamanı, ağaçların yapraklarını dökmesi ve göllerle ırmakların üstündeki buzların erimesine bakarak ölçerlerdi -ki hâlâ da öyle yaparlar-. Çiftçi doğa olaylarına göre çalışırdı, zanaatkâr ise ürününün eksiklerini tamamlamak gerektiğini hissettiği müddetçe. Zaman, bir doğal değişim sürecinde görülürdü ve insanlar onun kesin olarak ölçülmesiyle ilgilenmezdi. Bu nedenle, başka alanlarda çok gelişmiş toplumlar zamanı ölçmek için en ilkel araçlara sahipti: akan kumu veya damlayan suyuyla bir cam kutu, kapalı havalarda işlevsizleşen güneş saati, yanmadan kalan gaz veya mumunun saatleri ifade ettiği lamba ya da şamdan. Tüm bu araçlar kesin olmayan tahminler yapabiliyordu ve çoğunlukla hava ya da sorumlu kişinin kendi tembelliği yüzünden güvenilmez şekilde işletiliyordu. Antik ve ortaçağ dünyasının hiçbir yerinde, zaman ile matematiksel kesinlik açısından ilgilenenler çok küçük bir azınlıktan daha fazlası değildi. 34
Oysa modern batı insanı, saatin mekanik ve matematiksel sembollerine göre işleyen bir dünyada yaşıyor. Saat, onun hareketlerini belirliyor ve eylemlerini kısıtlıyor. Saat, zamanı bir doğa süreci olmaktan çıkarıp ölçülebilen, böylece alınıp satılabilen bir mala dönüştürüyor: sabun veya kuru üzüm gibi. Ve, zamanı kesin olarak ölçmenin araçları olmadan kapitalizm hiçbir zaman gelişemeyeceğinden ve işçileri sömürmeye devam edemeyeceğinden, saat modern insanın hayatında diğer tüm sömüren kişi ve makinelerden daha güçlü bir mekanik tahakkümü temsil ediyor. Saatin modern Avrupa uygarlığının sosyal gelişimini etkilemesinin tarih süreci içindeki izlerini sürmek bu yüzden değerli. Bir kültür ve uygarlığın daha sonra kendi yıkımı için kullanılacak aracı geliştirmesi, tarihte sık rastlanan bir durumdur. Örneğin eski Çinliler barutu icat ettiler ve barut batının askeri uzmanlarınca geliştirildikten sonra Çin uygarlığının kendisinin yüksek patlayıcılı modern silahlar tarafından yıkılmasına yol açtı. Benzer şekilde, ortaçağ Avrupa şehirlerindeki zanaatkârların yüksek mühendislik başarısı mekanik saatin icadıydı ve saat, zaman kavramını radikal şekilde değiştirerek, sömüren kapitalizmin büyümesine ve ortaçağ kültürünün yıkılmasına önayak oldu. Saat on birinci yüzyılda düzenli aralıklarla çalan ziller olarak manastırlarda ortaya çıkmıştı -ki manastırlar, sakinlerine empoze ettiği güdümlü yaşam ile, ortaçağdaki sosyal kurumlar arasında günümüz fabrikalarına en yakın olanıydı. Kabul edildiği şekliyle ilk saat on üçüncü yüzyılda görüldü ve saatlerin Almanya’daki kamu binalarında yaygın şekilde yer edinmesi on dördüncü yüzyılı buldu. Ağırlıklarla işletilen bu ilk saatler tam doğru değillerdi ve on altıncı yüzyıla kadar da herhangi bir şekilde yüksek güvenilirlik elde edilemedi. Örneğin İngiltere’de, Hampton Court’taki 1540 yapımı saatin, ülkedeki ilk doğru saat olduğu söylenir. Ve sadece saat kolları olduğundan, on altıncı yüzyıl saatlerinin dahi doğrulukları görecedir. Zamanı dakika ve saniyelerle ölçme fikrinin düşünülmesi on dördüncü yüzyıl matematikçileri kadar eskiye dayanıyordu, fakat panddülün 1657’deki icadına dek bir dakika kolu eklemeye izin verecek yeterli doğruluk elde edilmiş değildi, ve saniye kolu on sekizinci yüzyıla kadar görülmedi. Bu iki yüzyılın, kapitalizmin, 35
toplum üzerindeki hakimiyetini kurmak için teknikteki sanayi devriminden faydalanacak kadar büyüdüğü yüzyıllar olduğu görülmelidir. Lewis Mumford’un da belirttiği gibi saat, hem teknoloji hem de insanın alışkanlıkları üzerindeki etkilerinden ötürü, makine çağının kilit önemdeki makinesini temsil ediyor. Teknik olarak saat, insan hayatında öyle ya da böyle önem kazanmış, gerçek anlamıyla otomatik ilk makinedir. Onun icadından önce yaygın olan makineler, işleyişlerinin insan veya hayvan kası, su veya rüzgâr gibi dış ve güvenilmez bir güce bağımlı olduğu bir doğaya sahiptiler. Greklerin ilkel anlamda otomatik bazı makineler icat ettikleri doğrudur, fakat bunlar, -kahramanların buhar makineleri gibi- tapınaklarda ‘doğaüstü’ görünümler elde etmek veya Levanten şehirlerinin zorba hükümdarlarını eğlendirmek için kullanılıyordu. Fakat saat, halk genelinde önem kazanan ve toplumsal bir işlev üstlenen ilk otomatik makineydi. Saat yapımı, insanların makine yapımının temellerini öğrendiği ve sanayi devriminin gelişmiş makinelerini üretecek olan teknik beceriyi kazandığı endüstri haline dönüştü. Toplumsal olarak saat diğer tüm makinelerden daha radikal bir etkiye sahip oldu, çünkü sömüren bir sanayi sistemi için gerekli olan hayatın tanzim ve tasnif edilmesinin en iyi şekilde gerçekleştirilebileceği araç oydu. Saat, -hiçbir felsefenin doğasını henüz belirleyemediği, elegelmez bir kategori olan- zamanı, kadranın çevresindeki boşluğun elletutulur şekillerinde somut şekilde ölçebilmenin araçlarını sağladı. Süreklilik olarak zaman ihmal edilir oldu ve insanlar artık -patiska uzunluğundan bahsedermiş gibi- zaman ‘uzunluk’larından söz etmeye ve öyle tahayyül etmeye başladılar. Ve artık matematiksel sembollerle ölçülebilir olan zaman, tüm diğer mallarla aynı şekilde alınıp satılabilen bir mal olarak görülür oldu. Özellikle yeni kapitalistler hızlıca zaman bilinci kazandılar. Burada işçinin emeğini sembolize eden zaman, onlar tarafından neredeyse sanayinin temel hammddesiymiş gibi görülüyordu. ‘Vakit nakittir’ kapitalist ideolojinin anahtar sloganlarından biri haline geldi ve zaman tutucu, kapitalist devrin ortaya çıkardığı memurların en önemlisi oldu. 36
İlk fabrikalarda işverenler, işçilerinin bu yeni ve değerli mallarından biraz olsun çalabilmek için, saatlerinin ayarlarıyla oynayacak ya da fabrika düdüklerini yanlış saatlerde çalacak kadar ileri gittiler. Daha sonra bu tür uygulamalar azaldı, fakat önceleri yalnızca manastırlarda bilinen saatin etkisi artık halkın çoğunluğunun yaşamına bir düzenlilik empoze etti. Aslında insanlar saatler gibi oldular, doğal bir varlığın ritmik yaşamına hiç de benzemeyen sürekli tekrarlayan bir düzenlilikle hareket etmeye başladılar. Victoria döneminin ifadesiyle, ‘saat gibi düzenli’ oldular. Yalnızca hayvanların ve bitkilerin doğal yaşamları ile doğa olaylarının hayatı yönlendirmeye devam ettiği kenar yerleşimlerde nüfusun geniş bir kesimi tekdüzeliğin ölümcül tıkırtısın boyun eğmedi. Başlangıçta zamana karşı bu yeni tavır, yaşamın bu yeni düzenliliği, saat sahibi işverenler tarafından gönülsüz yoksullara empoze ediliyordu. Fabrika kölesi ise boş zamanlarında, on dokuzuncu yüzyıl başlarındaki sanayinin cin kokulu varoşlarını en iyi şekilde simgeleyen kaotik bir düzensizlik içinde yaşamakla karşılık veriyordu buna. İnsanlar alkolün ve metodist telkinlerin zamansız dünyasına kaçıyordu. Fakat düzenlilik fikri giderek işçiler arasında da yayıldı. On dokuzuncu yüzyıl din ve ahlâkı da, halka ‘zamanı israf etme’ günahından bahsederek rolünü oynadı. 1850’lerde kol ve duvar saatlerinde seri üretime geçilmesi, önceleri sadece fabrika düdüğüne ve sabahları uyandıran kişiye duyarlı olanlar arasında zaman bilincini yaygınlaştırdı. Böylece kilisede ve okulda, ofiste ve atölyede, dakiklik erdemlerin en büyüğü derecesine yükseltilmiş oldu. On dokuzuncu yüzyıldaki her bir sınıfa nüfuz eden mekanik zamana bu kölece bağlılık temelinde, bugünki fabrika işini en iyi şekilde simgeleyen, yaşamın moral bozucu güdümlülüğü gelişti. Ayak uyduramayan insan, toplumca kınanma ve ekonomik yıkımla karşı karşıya geliyor. Fabrikaya geç kaldığında işçi işini kaybediyor, hatta günümüzde (1944 – savaş zamanı düzenlemeleri yürürlükteyken) kendini hapisanede buluyor. Aceleye getirilen öğünler, trenler ve otobüsler için her sabah ve akşam tekrarlanan kargaşa, zaman çizelgelerine göre çalışmak zorunda olmanın gerginliği; hepsi de, sağlığı harap eden ve ömrü kısaltan sindirim ve sinir bozukluklarına katkı sağlıyor. 37
Üstelik düzenliliğin finansal yükü uzun vadede daha büyük verimliliğe de yol açmıyor. Aslında ürün kalitesi çoğu kez daha düşük oluyor, çünkü zamanı karşılığında ödeme yaptığı bir mal olarak gören işveren işçiyi öyle bir hıza zorluyor ki, iş zorunlu olarak asgari düzeyde yapılmış olarak kalıyor. Niteliktense nicelik belirleyici hale geliyor, işin içinden eğlenceli tarafı çıkarılıp alınıyor ve işçi, vardıyası geldiğinde, bir saat tutucuya dönüşüyor, yevmiyesinin ve yorgunluğunun izin verdiği kadar sinema, radyo ve gazetenin zaman çizelgeli ve mekanik zevkleriyle tıka basa dolarak ‘zaman öldürdüğü’ sanayi toplumunun yetersiz ve tekdüze eğlence dünyasına ne zaman kaçabileceği tek meselesi oluyor. İnsan, yalnızca bazı inanış ve düşünüşlere göre yaşamanın zararlarını kabul etmeye istekliyse saate bir köle olarak yaşamaktan kaçınabiliyor. Saatin problemi, genel olarak makineninkine benziyor. Tıpkı makinenin, gereksiz emeği en aza indirmenin bir aracı olarak değerli olması gibi, mekanik zaman da çok gelişmiş bir toplumda etkinliklerin koordine edilmesinin bir aracı olarak değerli. Her ikisi de toplumun pürüzsüz işlemesine yaptıkları katkılardan ötürü değerliler ve insanların verimli şekilde birlikte çalışmalarına, emek israfını ve toplumun kafa karışıklığını ortadan kaldırmalarına yardımcı oldukları sürece kullanılmalılar. Fakat ikisinin de, bugün olduğu gibi, insanların yaşamlarına hükmetmesine izin verilmemeli. Şimdilerde, saatin hareketleri insanların yaşamının temposunu belirliyor -böylece kendi yarattıkları zaman kavramının kölesi oluyorlar ve, Frankenstein’a kendi canavarının yaptığı gibi, korkuya hapsediliyorlar. Makul ve özgür bir toplumda, saatin veya makinenin insan eylemlerine böyle keyfi şekilde hükmetmesi elbette sözkonusu olamazdı -insana insan yaratımının hükmetmesi, insana insanın hükmetmesinden çok daha saçma-. Mekanik zaman, doğru olan bir referans olma ve koordinasyon işlevine geri çekilirdi ve insanlar, artık saate tapınmanın hükmetmediği dengeli bir hayat görüşüne geri dönerdi. Zira tam özgürlük, insanların yönetiminden olduğu gibi soyutlamaların tahakkümünden de kurtulmayı ima eder. George Woodcock (Çev. Yusuf Sarıgöz) 38
”Yakında bir yerler yanar, bir yerlerde bir kışla havaya uçar, bir stadyumda tribün çökerse, lütfen şaşırmayın. Tıpkı Amerikalılar sınır hattını aştığında, Hanoi şehir merkezi bombalandığında, deniz piyadeleri Çin’e girdiğinde şaşırmadığınız gibi.”
39
papafanzin@gmail.com
40