KALDIRIM TAŞININ ALTINDAKİ KUMSAL A H M E T S AY M A D İ
# O C C U P YG E Z İ YA Z I L A R I
‘’Son günlerde gelen haberler Türkiye tarihinin, son yıllardaki Türkiye ve insanlarına karşı en iyiyi dileyen bizlerce de selamlanan ilerlemelerle geçmişte kaldığı zannedilen utanılmaz anlarından geriye kalanlardır.’’ NOAM CHOMSKY Ahmet Saymadi’nin o gece attığı tweet birçok şeyin başlangıcı olmuştu. Saymadi’nin yazılarını hem fikri takip hem de Gezi’yi birinci elden tecrübe eden birinin görüşlerini kayda geçmek için yayınlıyoruz.
1
GEZİ
KALDIRIM TAŞININ ALTINDAKİ KUMSAL Taksim Gezi Parkı’nda 27 Mayıs günü başlayan direniş yaklaşık bir buçuk aydır tüm memlekette etkisini sürdürüyor. Son günlerde daha çok İstanbul, Ankara, Antakya’da yoğunlaşan eylemler, Gezi’de ortaya çıkan direniş ruhunun devam ettiğini çok net b i ç i m d e g ö s t e r i y o r . İnsanların AKP’ye karşı örgütlü veya bağımsız bir şekilde sokağa çıkması ve birçok örgütün herhangi bir tartışmaya girmeden sokakta ortak mücadele etmesi olarak vuku 2
bulan durum pek çok insan tarafından “Gezi ruhu” olarak adlandırılıyor. Hiçbir zaman bir araya gelmesi beklenmeyen örgütün, hareketin ve bireyin Gezi Parkı’nda ortak mücadele etmesi insanlar tarafından olumlanıyor, hatta buradan bir siyasi parti ç ı k m a s ı n ı ö n e r e n l e r b i l e b u l u n u y o r . Birçok siyasi yapı, seçim bloklarında, bazı talepler veya olaylar için kurulan platformlarda bir araya gelmiş olsa da bu denli geniş bir birliktelik ilk defa yaşanıyor. Bu birlikteliğin vücut bulduğu yapı olan Taksim Dayanışması’nın sekretaryasının meslek odaları ve sendikalardan oluşması bu birlikteliğin devamlılığını sağlayan maya işlevini görüyor. Buna Taksim Dayanışması’nın direnişin başından beri polis şiddeti altında karar almak zorunda kalması, devlet şiddeti karşısında ittifak yapma zorunluluğu, aynı mekânda ve barikatta mücadele etmenin etkisini de eklemek gerek. Bir başka mesele ise Taksim Dayanışması’nın ilk andan itibaren devlet şiddeti altında belirlenen talepleriydi. Gezi Parkı’nın park olarak kalması ve projelerin iptal edilmesi, olaylarda sorumluluğu olan memurlara soruşturma açılması ve görevlerinden alınmaları, tutuklananların ve gözaltındakilerin serbest bırakılması, Taksim ve Kızılay gibi meydanların toplumsal eylemlere açılması, biber gazının toplumsal olaylarda kullanılmaması gibi somut taleplerde ortaklaşmanın kolaylıkla sağlanması ve bu talepler karşısında devletin göstermiş olduğu basınç, ortaklığın devamını sağlayan ö n e m l i b i r e t k e n d i . Ortaklaşmanın devam etmesini isteyenlerin en önemli argümanı AKP karşısında ilk defa bu kadar geniş bir mücadele zemininin yakalanmış olmasıydı. İttifak arayışını ileri götürüp MHP’nin bile bu zemine çekilmesi gerektiğini söyleyenler de var. Gezi Direnişi esnasında İşçi Partisi, TGB, HKP gibi siyasetlerle ortak mücadele yürütmenin mümkün olduğunu, bu siyasetlerle ortaklaşma zemininden vazgeçilmemesi g e r e k t i ğ i n e d ö n ü k g ö r ü ş l e r d e y a y g ı n . Siyasetin Gezi Direnişi ile başladığını öngören, direnişin ortaya çıkardığı dinamiklerle devam etmesinde ısrarcı olan, direnişin talepleri dışındaki toplumsal ve siyasi meselelerdeki görüş ayrılıklarını ve talepleri görmezden gelen ya da görüyorsa bile hafife alan, ortaklaşmanın basit olduğunu düşünen, hatta diğer meseleleri küçümseyen bu anlayış çok sakıncalı. Siyasetleri bir araya getiren şey tek başına AKP karşıtlığı olamaz. Esas odaklanılması gereken mesele AKP’nin yerine nasıl bir siyasi p r o g r a m ı n v e y a p ı n ı n ö n e r i l d i ğ i d i r . 3
Nihayetinde Gezi Direnişi esnasında örgütlerin alanda yaptıkları propaganda faaliyetleri, kimi yapıların alandaki Kürt Özgürlük Hareketi’ne dönük saldırıları, forumlarda ortaya çıkan görüş ayrılıkları ve ulusalcı-milliyetçi hareketlerin tutumları bu birlikteliğin direnişle sınırlı kalacağını gösteriyor. Zira en temel meselelerde a y r ı ş m a h a t s a f h a d a v e o r t a k m ü c a d e l e z e m i n i k a p a l ı g ö r ü n ü y o r . B u r a d a b a z ı s o r u l a r ı s o r m a k v e c e v a p a r a m a k g e r e k i y o r . . . Dünyanın herhangi bir yerindeki halk isyanını gören ama Kürdistan’daki isyanı görmeyen, gördüğünde de keşke görmeseydi dedirten, her türlü barış talebini AKP’yle işbirliği olarak gören, açlık grevindeki Kürt devrimciler için, “Açlık grevlerini destekliyoruz: Gebersinler” diyen, Kürt nüfusun artışını engellemek için nüfus politikası uygulansın diyen, Kürtlere 90 yıl önceki asimilasyon politikalarını öneren, Dersim katliamı söz konusu olduğunda “Dersimliler devletten özür dilesin” diyen, lahmacun yemeyi Kürtleşmek gibi algılayan, Kürt yemeklerinin bile yenilmemesi öneren insanlarla nasıl ortak siyaset yapılacak? Kürt halkına önerdikleri nedir? 4
Licê’de katledilen Medeni Yıldırım’ı uyuşturucu baronlarının adamı ilan edenlerle nasıl yol yürünecek? Ermenilere ait taşınmazların Ermenilere geri iade edilmemesini öneren, Ermeni Soykırımı’nın tanınmamasını öneren, Ermeniler bizden özür dilesin diyen siyasetlerle ne yapacağız? Ermenilere, Rumlara, Musevilere dönük nefret s ö y l e m i n i g ö r m e z d e n m i g e l e c e ğ i z ? Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılsın, zorunlu din eğitimi kaldırılsın, Cemevleri ibadethane olsun, tekkelerimiz açılsın talebine karşılık önerdikleri nedir? LGBT bireylerin, feministlerin taleplerine karşı önerdikleri nedir? Görmezden gelmek m i ? G e n e l a h l a k k u r a l l a r ı n a u y m a l a r ı m ı ? Bu meselelerde AKP kadar yasakçı, asimilasyoncu, inkârcı, ahlakçı siyasetlerle ne y a p ı l a b i l i r ? Hâsılı bütünlüklü bir siyasal programda veya mutabakat metninde anlaşmadan, herhangi bir tartışma sürecinden geçmeden, birçok meselede farklı, hatta zıt d ü ş ü n ü r k e n n a s ı l o r t a k l a ş a c a ğ ı z ? Kaldı ki ortaklaşma yolunda anayasa değişikliği için yapılan referandumda evet ve hayır seçenekleri karşısında oluşan “Boykot Girişimi”, genel seçimler öncesi oluşturulan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Platformu geniş ittifak zeminleri sunuyordu. Eski rejime ve bu rejimi kendi çıkarları doğrultusunda revize etmeye çalışan AKP karşısında üçüncü yol arayışı uzun zamandır vardı. 2011 genel seçimlerinden sonra kurulan Halkların Demokratik Kongresi de benzer bir mutabakat metni çerçevesinde oluşturuldu ve birçok siyasete katılımları yönünde çağrılar yapıldı ve genişlemenin imkanları zorlandı. Gezi Direnişi tabii ki yeni ittifakların yapılması için kapılar açtı. Önümüzdeki dönem Gezi Direnişi’nin ortaya çıkardığı dinamizm sayesinde daha önce çeşitli sebeplerle ortaklaşamadığımız bazı siyasetlerle ortaklaşma imkânlarının açıldığı bir dönem olacak. Bunun koşullarının oluşması için bütün yollar a r a n a c a k t ı r . Bir yandan emekten ve özgürlükten yana siyaset yaparken diğer yandan ulusalcı, milliyetçi, cinsiyetçi politikalara karşı mücadele eden bizler, birçok konuda birbirinden pek de farklı düşünmeyen iki siyasi eğilim arasında tercih yapamayız. Her iki siyasi eğilim karşısında başka bir seçeneği savunmak zorundayız. Bu sebeple kırk katır veya kırk satır seçenekleri, kızıl elma veya yeşil elma ittifakları karşısında hep bir 5
ü ç ü n c ü y o l s e ç e n e ğ i n i a r a m a l ı y ı z . Bir başka husus ise ulusalcı-milliyetçi partilerin seslendikleri tabanın ulusalcılıktan uzaklaşmış olduğu gerçeğidir. Ulusalcı yapılarla mücadele ederken o siyasi partilerin tabanlarının oradan giderek uzaklaştığını ve tabanlarıyla doğrudan ilişki kurmamız gerektiğini unutmamamız gerekiyor. Lice’de yaşananlara İstanbul’dan ve başka illerden verilen tepkiler, “Diren Lice İstanbul seninle” gibi sloganlar bu konuda epeyce ipucu barındırıyor. Enternasyonalist, özgürlükçü, eşitlikçi solun siyaset alanı genişliyor.
6
GEZİ
GEZİ DİRENİŞİ VE TAKSİM DAYANIŞMASI Türkiye tarihinin en önemli toplumsal olaylarından birisi olan Gezi Parkı Direnişi birinci ayını geride bıraktı. Ancak artçı hareketleri hala devam ediyor ve uzun süre de devam edecek gibi görünüyor. Her şeyi geri dönülmez bir evreye doğru evrilten direniş aslında hiç kimsenin tahayyül edemediği bir seyirde ve hızda gelişti. İnşaat sektörüyle olan ilişkisinin ¨İnşaat ya Resul Allah¨ cümlesiyle billurlaştığı AKP iktidarı; bir yandan inşaat sektörüyle el ele verip kentleri sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn ederken, diğer yandan da buralardaki tarihsel birikimi 7
ve dayanışma ilişkilerini yok etmeye koyuldu. Böylelikle AKP’nin kentleri talanına karşı toplumsal muhalefetin kent hakkı mücadelesiyle daha çok bütünleştiği bir döneme tanık olduk. Türkiye’nin her yerinde kentini, doğasını, yaşamını sermayeye karşı koruyan insanların verdiği yerel mücadeleler toplumsal muhalefetin önemli bir dinamiği oldu. Taksim bölgesi hem merkezi konumu hem de tarihsel olarak taşıdığı anlam itibariyle bu talana en çok maruz kalan yerlerden biri oldu: Cihangir, Çukurcuma, Asmalımescit, Tophane, Aynalıçeşme ve son olarak Tarlabaşı’ndaki soylulaştırma projeleri, Emek Sineması gibi tarihi binaların AVM yapılması, Taksim Meydanı’nda trafiğin yer altına alınması bahanesiyle Taksim’in yayalara dar edilmesi, Gezi Parkı’nın şantiyeye çevrilmesi, sokaktaki yaşamın belediye tarafından kısıtlanması derken talanının ardı arkası gelmedi. Beyoğlu’nda kent hakkı mücadelesiyle ilgilenen insanların, bu alanda çalışma yapan kurumların ve derneklerin, siyasi hareketlerin bir araya gelmesiyle talana karşı mücadele başlatıldı. Çeşitli sebeplerle birbirinden ayrı çalışma yürüten çevreler ve farklı mahallelerde yürüyen çalışmalar Taksim Dayanışması adı altında bir çatı oluşumunda birleştirildi ve sekretaryasına Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası seçildi. Bu iki odanın alanı doğrudan ilgilendiren çalışmalar yapması birçok işi kolaylaştırdı. Taksim Dayanışması yaklaşık bir buçuk yıl boyunca imza kampanyaları, eylemler, hukuki başvurular ve kamuoyu oluşturulması için faaliyet yürüttü. 27 Mayıs Pazartesi günü Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi tarafında çalışma yıkım çalışması başlayınca, yapılan çağrı hemen karşılık buldu çünkü birçok insan onu hakkında yeteri kadar bilgi sahibiydi, herkesin parkın yıkılmaması için söyleyecek sözü vardı. Bunda uzun süre ve kararlıkla verilen mücadelenin payı büyük. Gece yarısı çağrı yaptığımızda yarım saat içerisinde sayımız 20 kişi olmuştu. Parktaki sayımız hızla arttı, medyanın ilk andaki ilgisi, meselenin sosyal medyada epeyce yer etmesi, Gezi Parkı’nın yıkılmasına dönük tepkinin oradaki yirmi kişiyle sınırlı kalmayacağını göstermişti. Yıkım ekibini yirmi kişiyle göndermeyi başarmış ve yıkımı durdurmuş olsak da sabah kadar nöbet tuttuk. Ertesi gün öğlen saatlerinde parkta nöbet tutanlara polis müdahalesi başladı. İlk müdahalede yine yirmi kişiydik, hızlıca sayımız arttı, saatlerce direndik, gaz yedik, dövüldük ama yine de parkı terk etmedik. Ancak Sırrı Süreyya Önder’in dozeri durdurmasıyla mesele başka bir aşamaya geçti. Bundan sonraki olayları yakından biliyoruz. 27 Mayıs gecesi başlayan ve hep kazanımla ilerleyen mücadeleye dair tek kırılmayı o 31 Mayıs günü sabah 05.00, 10.00 ve 13.00 müdahalelerinin ardından yaşadık. Bu müdahalelerin ardından parkın tamamı demir bariyerlerle çevrildi. Ancak 8
sosyal medyada kendiliğinden ortaya çıkan akşam 19.00 çağrısı her şeyin akışını değiştirdi. Otuz altı saat süren direnişin ardından parkı, meydanı ve çevresini özgürleştirmiştik. Günlerce devletin olmadığı, polisin ve zabıtanın kimseye müdahale etmediği, paranın yerine değişimin, dayanışmanın ön plana çıktığı başka bir hayat yaşadık. Parka ilk müdahale edilen günden bugüne kadar mücadeleyle ilgili tüm kararlar Türkiye’de belki de bugüne kadar yan yana gelmemiş olan siyasetlerin bir araya geldiği geniş bir zeminde ve dağılmadan devam etti. Bu genişlikte bir platformun karar almasının çeşitli zorlukları olsa da, çalışma yavaş yürüse de mücadelenin bölünmeden devam etmesi büyük önem taşıyordu. Devlet bunu provakörler-masumlar, örgütler-çevreciler diye ayırmaya çalışsa da, alanda bunun karşılık bulmaması devleti epeyce zora soktu. Mücadele de halkın çok aktif bir şekilde rol alması ve sürekli olarak hareket halinde olması da mücadelenin dağılmadan devam etmesini sağlayan önemli bir etken oldu. Ancak bu çadırlarda-parklarda ortaya çıkan doğrudan demokrasinin Taksim Dayanışması içerisinde işletildiği anlamına gelmiyor. Her şeye rağmen böylesi büyük bir deneyimin bize kazandırdığı çok şey var. Gezi Parkı Direnişi’nden çıkarılacak dersler ve bunun örgütsel mücadelemize aktarılması epeyce zamanımızı alacak gibi görünüyor.
9
GEZİ
KÜRTLER İÇERİ TALEPLERİ DIŞARI Gezi Parkı’na 15 Haziran Cumartesi günü polisin müdahale etmesiyle, parkı boşaltmak zorunda kalmamızın üzerinden sekiz gün geçti. Parktaki direnişin tozunun dumanın arasında görünmeyenleri görmeye, bundan sonra ne yapabileceğimizi daha ayrıntılı konuşmaya fırsat bulmuş olduk. Neredeyse bütün siyasal ve toplumsal çevreler Gezi Parkı ile ilgili toplantılarını yaptı, değerlendirme yazılarını yayınladı. Muhtemelen üzerine yüzlerce yazı daha yazılacak.
10
Ancak bugünlerde yazılanlardan öte konuşulanlar daha büyük bir anlam taşıyor. Söz uçmuyor... Gezi Parkı direnişinin son günlerinde Taksim Dayanışması’nın kurumsal yapısının ve kurumsal sözünün dışında, parkta bulunan insanların sözlerini söyleyebilecekleri mecralar oluşturmak için yapılan forumlar, parkın polis tarafından ¨ele geçirilmesinden¨ sonra İstanbul’un hatta Türkiye’nin birçok parkına yayıldı. Parklarda ne konuşulduğunu gönüllülerden oluşan küçük bir grup www.parklarbizim.blogspot.com adlı siteye düzenli olarak ekliyor. Taksim Dayanışması’nın ve siyasi hareketlerin metinleri dışında kalan kesimlerin sözünü yarına aktararak çok önemli bir iş yapıyorlar. Blog, duvar yazılarının ardındaki politik aklın belli bir kaynakta derli toplu ifade edilmesi açısından çok önemli bir çalışma. Forumlarda genelde Gezi Parkı direnişinden çıkartılan deneyimler, yerel sorunlar, mücadelenin nasıl devam edeceği vb. gibi meseleler konuşuluyor. Bir de ülke siyasetine dönük makro meseleler var. Bunlar; AKP iktidarına karşı ortak bir blok kurulması, yerel seçimlerde ortak aday çıkarılması, AKP tabanıyla iletişime geçilip ikna edilmesi gibi konularda sık sık dile getiriliyor. Ancak parklarda ifade edilen makro siyasete ilişkin sözler, biraz ezber üzerinden söyleniyormuş havası veriyor. Çünkü bu makro taleplerin hayata geçirilmesi için çok çaba sarf etmek gerekiyor. Parktaki bir araya geliş AKP tarafından, ¨Daha düne kadar birbirlerini yiyenler bize karşı birleşti¨ cümlesiyle ifade ediliyor. Bu fikir Gezi Parkı’ndaki siyasi hareketlerin ¨Düşmanımın düşmanı dostumdur¨ mantığıyla bir araya geldiğini ima ediyor. Bu fikir birbiriyle daha önce aynı mekanda bile durmaktan imtina eden grupların ilk defa bir araya gelmiş olması sebebiyle doğruymuş gibi görünse de meselenin arka planı öyle değil. Gezi Parkı daha önceleri bir arada bulunmayan, birbirine mesafesi olan ya da önyargısı olan siyasal ve toplumsal hareketleri bir araya getirdi. Gezi direnişi bu grupların taleplerinin birbirlerine engel olmadığını hatta ortak mücadele etmenin imkanlarının olduğunu gösterdi. Alevilerin Cemevleri ibadethane olsun, zorunlu din eğitimi kaldırılsın talebiyle; İslamcıların ibadetlerini diyanet baskısı olmadan özgürce yaşamak istemelerinin birbirine karşı bir tarafı yok. LGBT bireylerin taleplerinin, heteroseksüellere zarar veren bir tarafı yok. Hatta polisin bulduğu kullanılmış prezervatifleri bile suç unsuru olarak gösterdiği Gezi Parkı’nda ¨Eşcinsellerin kurtuluşu, heteroseksüelleri de özgürleştirecektir¨ cümlesinin doğruluğu bir kez ortaya çıkıyor. Direniş birbirleriyle 1 Mayıs ve büyük toplumsal olaylar dışında bir araya gelmeyen sol hareketlerin günlerce
11
aynı alanda herhangi bir tartışma yaşamadan birlikte mücadele edebileceğini gösteriyor. Burada sorun yine Kürt halkının taleplerinde düğümleniyor. Taleplerinin anlaşılmaya çalışılmadığı, empatiden uzak tutulan tek grubun Kürtler olduğunu söyleyebiliriz. Bu empati yoksunluğu karşısında Kürtlerin de kırgın olduğunu Burcu Karakaş Bianet’teki 21 Haziran tarihli yazısında ifade etmişti. Karakaş, Kürtler ile Gezi direnişinin arasındaki mesafeyi duygu yüklü bir şekilde anlatmış, bu empati yoksunluğunun büyük bir sorun olduğunu belirtmişti. Ancak sadece Kürdistan’da değil Türkiye’deki de en örgütlü güç Kürt özgürlük hareketi ve bu güç uzun yıllardır toplumsal muhalefetin merkezinde bulunuyor. Durum böyle olunca birçok insanda Gezi direnişinin de merkezinde olmaları gerektiği yönünde bir beklenti oluştu. İlk günlerdeki bocalamanın ardından nihayetinde Kürt özgürlük hareketi tarihsel ve siyasal bir sorumlulukla davranarak meseleyi daha geniş ele alan, olumlu yanlarıyla beraber tehlikelerine de işaret eden bir çerçevede görüş belirtti. Gelen mesajlarla birlikte özellikle İstanbul’da Kürt özgürlük hareketinin alandaki varlığı ve inisiyatifi arttı. Gezi Parkı direnişi demokratik özerlik projesinin batıda anlatılmasının ve savunulmasına somut imkanlar sundu. Kürt Hareketinin bu imkanı ne kadar verimli 12
değerlendirip değerlendiremediği, bu süreçteki eksiklikleri ayrı bir yazı konusu. Ancak hareketin süreç içerisinde yer alışı tartışılmaz bir durumdu. Kürt hareketi gecikmeli de olsa alandaki yerini almış olmasına rağmen Gezi Parkı direnişine destek veren ulusalcı güçler hala Kürt halkının talepleriyle birlikte alanda oluşunu görmezden gelmeleriyse anlaşılır bir durum değil. Ulusalcı güçler sokakları dolduran milyonlarının sadece AKP karşıtı bir saikle var olmalarını istiyor. Kürt halkının talepleri karşılanmadan bir ittifakın içine girmelerini beklemek otuz yıllık mücadelelerini yok saymaktan başka bir şey değil. Kürt özgürlük hareketine önerilen şeyin siyasal taleplerinden vazgeçmeleri ve AKP karşısındaki en büyük kuvvete yedeklenmelerini istemekten başka bir anlamı yok. Bu ittifakı önerenler aynı şeyi sosyalist harekete ve tüm toplumsal muhalefete de öneriyor. Bu yedeklenme yerine Kürt hareketinin ve sosyalist hareketin taleplerinin içselleştirilmesi hayati bir önem taşıyor. Bunu yaparken de öncelikle Kürt halkının taleplerini anlamak gerekiyor. Kürtler içeri talepleri dışarı formülü ile hiçbir yere varılamaz. Toplumsal hareketin taleplerinin kabulü ve içselleştirilmesi başarılabilir. Başarılabileceğini dün Taksim’deki Trans onur yürüyüşünden anlayabiliriz. Geçen seneki yürüyüşte sadece birkaç yüz kişi yürümüştük ve saldırıya uğramıştık. Bu sene neredeyse LGBT onur haftası yürüyüşü kadar kalabalıktı. Yine dün Kadıköy’de Madımak katliamının 20. yılında yapılan Alevi mitingi de çok kalabalıktı. Bize düşen esas görev toplumsal hareketlerin taleplerinin toplumun bütün kesimleri tarafından kabulü için çaba sarf etmek. Çünkü hepimizin ortaklaştığı yer özgürlük ve demokratikleşme. Ve bugün bunu yapabilmenin imkanları hiçbir zaman olmadığı kadar mevcut. Bunu Trans Onur yürüyüşünde okunan metin şu cümleyle billurlaştırmış: Çok zor kavuştuk çok zor barıştık ve artık birbirimizi bırakmayalım… Daha çok barış... Daha çok ittifak... Daha çok direniş... •
13
GEZİ
YEREL SEÇİMLERDE ORTAK ADAY Gezi Parkı direnişinin ardından parklarda başlayan forumlarda hep bir ağızdan söylenen bir cümle var, "İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni aldık mı AKP biter." Herkesin üzerinde ortaklaştığı bu sihirli cümle etrafında daha epeyce mesai yapacağız gibi görünüyor. Bu iddianın gerçekliği yansıttığı çok açık. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni ve 37 ilçe belediyesinin 25’ini kazanan AKP açısından İstanbul büyük önem arz ediyor. İstanbul’da alınacak bir yenilginin ya da moral bozukluğunun sadece İstanbul’la sınırlı 14
kalmayacağı çok açık. İstanbul’daki bir gerileme AKP açısından çöküşün en önemli işareti olacaktır. İstanbul’a sadece belediye açısından değil parlamento açısından bakıldığında da durum aynı. AKP’nin 327 milletvekilinin 46’sı İstanbul’dan seçilmiş durumda. Bunlar arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış, Ömer Dinçer ve Abdulkadir Aksu da var. AKP 2009 yerel seçimlerinde 3 milyon 83 bin 593 seçmenden oy aldı. Bu sayı yüzde 44,2’ye tekabül ediyor. CHP 2 milyon 578 bin 623 seçmenden oy alarak yüzde 37 oranında kalmış. Kapatılan DTP (Ardılı BDP) ise 323 bin 778 seçmenin desteğini alarak yüzde 4,6 oranında oy almış. 2009 AKP’nin oyunu artırdığı ve yükselişte olduğu bir yıl olmuş. AKP’nin tarihsel arka planına bakmadan sadece bu somut veriler üzerinden değerlendirildiğinde bile AKP’ye bir İstanbul partisi diyebiliriz. Ya da esas gövdesinin İstanbul’da olduğunu söyleyebiliriz. AKP’nin 2009 yerel seçimlerindeki yükselişi 2011’de devam etmiş. Ancak bunu hem AKP’nin istikrar söyleminin kabul görmesine hem de genel seçimlerde ve yerel seçimlerde oy verme kriterlerinin farklı olmasına bağlayabiliriz. CHP’nin oylarının 100 bin civarında düştüğünü de eklemek gerek. Bunu göreceli olarak belediye seçimlerinde CHP’ye oy veren MHP seçmenlerinin kendi partilerine dönüşüne bağlayabiliriz. Yerel seçimlere hazırlanan partiler muhtemelen çok daha ayrıntılı ve derinlemesine hesaplamalar, analizler yapacaktır, hatta yapmaya başlamıştır bile. Ancak şu anda devam eden tartışmalara giriş açısından bu verilerin epeyce ön açıcı olduğunu düşünüyorum. Yerel seçimlerde AKP’ye karşı oluşacak bir ittifakın ilk anlaşması gereken mesele ülke geneli açısından bazı meselelerde ortaklaşmak. Burada Kürt meselesi en önemli kriter olacaktır ve turnusol kağıdı işlevi görecektir. Sosyal adalet, özgürlükler ve demokratikleşme diğer önemli başlıklar arasında. Genel siyaset açısından bu ortaklaşmaların veya sağlanacak mutabakatın ardından yerel seçimlere dönük belediyecilik anlayışında ortaklaşma sağlanması da mühim. AKP karşısında seçimlere ortak girebilecek siyasetlerin yerel yönetimler açısından birikimi olsa da anlayış farklılığı var. Anlayış farklılıklarını ortaklaştırmadan sadece seçimleri kazanmaya dönük bir ittifakın politik olarak boşa düşeceği, politik muhtevasının zayıf kalacağı da açık. Bu mutabakatların sağlanması için önümüzde çok uzun bir zaman olmasa da örgütlenmiş olan forumlar çok önemli bir fırsat sunuyor ve büyük imkanlar içeriyor.
15
Forumlarda seçimlere ortak partiyle veya AKP’ye karşı oyları bölmeyecek bir formülasyonla girilmesi yönünde bu kadar büyük bir irade ortaya çıkmışken seçimlere hazırlanan siyasal öznelerin bu gerçekliği görmeden seçimlere hazırlanması büyük bir kayıp olacaktır. Gezi direnişi bizlere doğrudan demokrasinin işlemesi, halk meclislerinin siyasete müdahil olması açısından deneyim kazandırmışken; Gezi Direnişi hiç yokmuş gibi, forumlarda bu meseleler hiç tartışılmamış gibi, eski ve bildik yöntemlerle kulislerde seçim hazırlığı bizlere hiçbir şey kazandırmayacaktır. AKP’nin seçimlere dönük sadece araştırma şirketleri aracığıyla ve tartışma birikiminden uzak bilgilerle gireceği bir seçime Gezi Direnişi gibi büyük bir hareketin ardından ve forumlarda ortaya çıkan birikimle girmek, AKP karşısında seçime girenler açısından büyük bir avantaj sağlayacaktır. Örneğin CHP’nin belediye seçimlerini kazandığı yerellerde yerel yönetimlere dönük müthiş bir eleştiri mekanizması açığa çıkmış durumda. Bunları dikkate alan ve eksiklerini kapatmaya çalışan bir belediye yerel seçimlere daha güçlü girebilir. Ortaklaşma açısından özellikle CHP seçmeninin ağırlıklı olduğu ilçelerde devam eden forumlarda ortak aday çıkmasının imkanlarını görmek mümkün. Bu seçmen tabanının sosyalist güçlerle ve Kürt hareketiyle bir işbirliğine açık oluşunun Lice’de yaşananlarla daha açık bir şekilde ortaya çıktığını gördük. Aslında hiçbir şey bildiğimiz gibi değilmiş. En beyaz denilen yerler Kürt meselesinde epeyce yol kat etmiş. Zaman daralmaktayken ve yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmaktayken birlikte neler yapabileceğimize daha hızlı karar vermemiz gerekiyor. Forumlarda yerel seçimlere dönük tartışma başlıkları açabilir, adaylar için sandıklar kurulabilir. Hatta sandıklar kurulmadan adayların adları konuşulmaya başlandı bile. AKP’ye karşı kazanılmış bu kadar büyük bir zaferin kıyısında hiçbirimizin hata yapma şansı yok. Bitirirken ben içimden geçen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayımı da ikrar edeyim: Sırrı Süreyya Önder. İki yıllık milletvekilliği çalışmasının, barış sürecindeki özel rolünün, Gezi Parkı Direnişi’ndeki emeğinin ardından büyükşehir belediye başkanlığı için en doğru isim olduğu kanaatindeyim. Nasıl olsa O artık, "Ağaçların da vekili..."
16
GEZİ
HATAY'DA CENAZE GÖLGESINDE FESTIVAL Samandağ’da her yıl geleneksel olarak yapılan Evvel Temmuz Festivali bu yıl da Temmuz ayının ikinci haftasında yapıldı. Yerel yönetimler yasasıyla Samandağ ilçesinin sınırları değişip genişlediğinden olsa gerek, festival komitesi, festivalin gerçekleştiği yerleri de genişletmiş, Samandağ’ın birçok beldesine festival etkinliklerini taşımış. Samandağ Kalkındırma Derneği uzun yıllardır festivali organize ettiği için organizasyon işlerinde epeyce yol kat etmiş durumda. Ancak polisin Samandağ 17
girişinde tüm araçları, ¨Bomba ihbarı var¨ diyerek durdurması ve böyle bir söylenti yayması festivali biraz kötü etkilemiş. Ayrıca festivalden önce pek yaşanmayan ama festival boyunca özellikle de geceleri yaşanan elektrik kesintileri birilerinin bu festivali engellemeye çalıştığını gösteriyor. Bu sene festival doğal olarak Taksim Gezi Parkı Direnişi’nin etkisi altında gerçekleşti. Yapılan panellerde her sene memleketin önemli konularını gündemleştiren festival komitesi Gezi Direnişi’yle ilgili aktivistlerin yer aldığı bir panel ve forumu da programa eklemiş. Ayrıca son sürecin siyasal gelişmelere etkisinin tartışıldığı bir başka panelde Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Eş Başkanı Alper Taş, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Tuncay Yılmaz konuşmacıydı. Benim de konuşmacı olduğum Gezi Direnişi’yle ilgili panel 10 Temmuz Çarşamba günü saat 14.30’da Samandağ’da yapıldı. Biz panele başlamadan birkaç saat önce Eskişehir’de faşist grupların saldırısı sonucu ağır yaralanan Ali İsmail Korkmaz’ın yaşamını yitirdiğine dair haber geldi. Festivalin Samandağ’daki açılış paneli olan bu etkinlik şehre çöken yas havası içerisinde yapıldı. Panele yaklaşık iki yüz kişi katılmasına rağmen Samandağ’da alışık olmadığımız cansız bir etkinlik oldu. İnsanlar o kadar dalgındı ki, soru bile sormadılar. Biz de pek uzatmadan paneli sona erdirdik. Ali İsmail’in acı haberi geldikten sonra Samandağ Kalkındırma Derneği Festival Komitesi, birçok etkinliği iptal etti. Yerel müzik gruplarının konserleri iptal edildi. Sadece şehir dışından konukların davet edildiği paneller ve biletleri aylar önce alınmış müzik gruplarının konserleri yapıldı. Gelen müzik grupları da konser programlarını kentteki havaya göre değiştirdiler ve kısa tuttular. Kardeş Türküler grubu gelir gelmez Ali İsmail Korkmaz’ın ailesini ziyaret etmek istedi. Grup Festival komitesiyle birlikte Ali İsmail Korkmaz’ın ailesine taziye ziyaretinde bulundu. Samandağ Belediye Başkanı Mithat Nehir festivalin yapıldığı alana Ali İsmail Korkmaz’n adının verileceğini söyledi. Her ne kadar Festival komitesi bu seneki festivali direnişin bir parçası olarak ilan etmiş olsa da Kent iki canını; Abdullah Cömert’i ve Ali İsmail Korkmaz’ı kaybetmiş olmanın verdiği acıyla yoğun bir katılım gösteremedi. Katılımın düşüklüğünde Reyhanlı’daki patlamanın etkisi de azımsanmayacak bir rol oynamış görünüyor.
18
10 Temuz günü akşam saatlerinde Gezi Direnişi’yle Antakya merkezde yer alan pazar yerinde yapılacak olan forum ise, Ali İsmail Korkmaz’ı anma yürüyüşü sebebiyle iptal edildi. Hep birlikte yürüyüşe katıldık. "Ali'ye uzanan eller kırılsın" 11 Temmuz sabahı Ali İsmail Korkmaz’ın cenazesi geldiğinde kentin tek gündemi Ali İsmail’in cenaze töreniydi. Birçok ilçeden araçlar kaldırılmış, Ali İsmail için bütün kent seferber olmuştu. Ali İsmail’in evinden başlayan yürüyüş binlerce insanın katılımıyla mezarlığa kadar sürdü. Herkesin hep bir ağızdan attığı, ¨Ali’ye uzanan eller kırılsın¨ sloganında sadece Ali İsmail Korkmaz’dan bahsedilmiyordu... Köy gençlerinin, ¨Ağlama ana evlatların burada¨ ve ¨Hepimiz Ali’yiz öldürmekle bitmeyiz!¨ sloganları çok şey anlatıyordu. Ali İsmail’i defnettikten sonra tekrar Antakya’ya geldik. Akşam saatlerinde anma yürüyüşü başladı. Uğur Mumcu Meydanı’nda saat 19.30’da 100 kişiyle başlayan yürüyüş Armutlu Caddesi’nin sonuna ulaştığımızda 10 bin kişiye ulaşmıştı. Mahalle halkı ses aracından yapılan anonslarla evlerinden çıkıyordu, yürüyüşe kimse kayıtsız kalmıyordu. Armutlu Meydanı’nda polis saldırınca halk büyük bir direniş gösterdi.
19
Polise karşı kurulan barikatlarda herkes Arapça konuşuyordu, Antakya’da çok sağlam ve köklü bir Arap komünü varmış, orada anladık. Ne gaz maskesi, ne kask Armutlu’daki yürüyüşe katılanlarda ne gaz maskesi, ne kask ne de gözlük vardı. Gençler sadece evlerden atılan fanila, bez ve çarşaflarla yüzlerini kapatıyorlardı. Sirke ve limon da pek kullanılmıyordu. En fazla talcid ve süt vardı... TOMA’nın sıktığı suyu da pek sallayan yoktu, insanlar TOMA’dan sadece altında kalmamak için kaçıyordu, çünkü Antakya’da polisler TOMA’ları çok süratli kullanıyordu. Antakya halkı yürüyüşe çok kararlı bir şekilde katılıyordu, o sebeple polis durdurmaya kalktığında dağılmıyorlardı. Yürüyüşü koordine eden devrimcilerin de çok yetenekli olduğunu eklemek gerek. Antakyalı gençlerin tek dileği polisin biber gazı olmadan saldırması. Polis zaten mahalleye yaklaşamıyor bile, uzaktan uzaktan bol miktarda gaz ve ses bombası atıyordu. Gezi Direnişi Hatay bölgesinde devletin özellikle çıkarmaya çalıştığı Arap-Kürt karşıtlığını da kırmış. Bütün etkinlikler ve eylemler üç dilde selamlamayla başlıyordu. Abdullah Cömert ve Ali İsmail Korkmaz kadar Lice de yaşamını yitiren Medeni Yıldırım da anılıyordu. Armutlu da, ¨Yaşasın Halkların Kardeşliği¨ sloganı sık sık atılıyordu. Antakya, Gezi Direnişi’nde en çok bedel ödeyen şehir. İki evladını toprağa vermiş olmanın verdiği acı ve öfke kentin her yerinde hissediliyor. ''Antakya’da bu hissiyatın uzun süre etkisini koruyacağı açık. O sebeple Antakya’yı, Samandağ’ı daha yakından izlememizin, destek olmamızın gerekeceği günler bizi bekliyor. Her ne kadar yakından izleyelim desem de binlerce yıllık direniş geleneği olan, kahveyi süvari içen, acıyı bal eyleyen Hataylılara, biber gazı ve TOMA, polis baskısı pek etki etmeyecek gibi görünüyor... (AS/HK) •
20
GEZİ
NE KIZIL ELMA İTTİFAKI NE YEŞİL ELMA İTTİFAKI Taksim Gezi Parkı’nda 27 Mayıs günü başlayan direniş yaklaşık bir buçuk aydır tüm memlekette etkisini sürdürüyor. Son günlerde daha çok İstanbul, Ankara, Antakya’da yoğunlaşan eylemler, Gezi’de ortaya çıkan direniş ruhunun devam ettiğini çok net b i ç i m d e g ö s t e r i y o r . İnsanların AKP’ye karşı örgütlü veya bağımsız bir şekilde sokağa çıkması ve birçok örgütün herhangi bir tartışmaya girmeden sokakta ortak mücadele etmesi olarak vuku 21
bulan durum pek çok insan tarafından “Gezi ruhu” olarak adlandırılıyor. Hiçbir zaman bir araya gelmesi beklenmeyen örgütün, hareketin ve bireyin Gezi Parkı’nda ortak mücadele etmesi insanlar tarafından olumlanıyor, hatta buradan bir siyasi parti ç ı k m a s ı n ı ö n e r e n l e r b i l e b u l u n u y o r . Birçok siyasi yapı, seçim bloklarında, bazı talepler veya olaylar için kurulan platformlarda bir araya gelmiş olsa da bu denli geniş bir birliktelik ilk defa yaşanıyor. Bu birlikteliğin vücut bulduğu yapı olan Taksim Dayanışması’nın sekretaryasının meslek odaları ve sendikalardan oluşması bu birlikteliğin devamlılığını sağlayan maya işlevini görüyor. Buna Taksim Dayanışması’nın direnişin başından beri polis şiddeti altında karar almak zorunda kalması, devlet şiddeti karşısında ittifak yapma zorunluluğu, aynı mekânda ve barikatta mücadele etmenin etkisini de eklemek gerek. Bir başka mesele ise Taksim Dayanışması’nın ilk andan itibaren devlet şiddeti altında belirlenen talepleriydi. Gezi Parkı’nın park olarak kalması ve projelerin iptal edilmesi, olaylarda sorumluluğu olan memurlara soruşturma açılması ve görevlerinden alınmaları, tutuklananların ve gözaltındakilerin serbest bırakılması, Taksim ve Kızılay gibi meydanların toplumsal eylemlere açılması, biber gazının toplumsal olaylarda kullanılmaması gibi somut taleplerde ortaklaşmanın kolaylıkla sağlanması ve bu talepler karşısında devletin göstermiş olduğu basınç, ortaklığın devamını sağlayan ö n e m l i b i r e t k e n d i . Ortaklaşmanın devam etmesini isteyenlerin en önemli argümanı AKP karşısında ilk defa bu kadar geniş bir mücadele zemininin yakalanmış olmasıydı. İttifak arayışını ileri götürüp MHP’nin bile bu zemine çekilmesi gerektiğini söyleyenler de var. Gezi Direnişi esnasında İşçi Partisi, TGB, HKP gibi siyasetlerle ortak mücadele yürütmenin mümkün olduğunu, bu siyasetlerle ortaklaşma zemininden vazgeçilmemesi g e r e k t i ğ i n e d ö n ü k g ö r ü ş l e r d e y a y g ı n . Siyasetin Gezi Direnişi ile başladığını öngören, direnişin ortaya çıkardığı dinamiklerle devam etmesinde ısrarcı olan, direnişin talepleri dışındaki toplumsal ve siyasi meselelerdeki görüş ayrılıklarını ve talepleri görmezden gelen ya da görüyorsa bile hafife alan, ortaklaşmanın basit olduğunu düşünen, hatta diğer meseleleri küçümseyen bu anlayış çok sakıncalı. Siyasetleri bir araya getiren şey tek başına AKP karşıtlığı olamaz. Esas odaklanılması gereken mesele AKP’nin yerine nasıl bir siyasi p r o g r a m ı n v e y a p ı n ı n ö n e r i l d i ğ i d i r . 22
Nihayetinde Gezi Direnişi esnasında örgütlerin alanda yaptıkları propaganda faaliyetleri, kimi yapıların alandaki Kürt Özgürlük Hareketi’ne dönük saldırıları, forumlarda ortaya çıkan görüş ayrılıkları ve ulusalcı-milliyetçi hareketlerin tutumları bu birlikteliğin direnişle sınırlı kalacağını gösteriyor. Zira en temel meselelerde a y r ı ş m a h a t s a f h a d a v e o r t a k m ü c a d e l e z e m i n i k a p a l ı g ö r ü n ü y o r . B u r a d a b a z ı s o r u l a r ı s o r m a k v e c e v a p a r a m a k g e r e k i y o r . . . Dünyanın herhangi bir yerindeki halk isyanını gören ama Kürdistan’daki isyanı görmeyen, gördüğünde de keşke görmeseydi dedirten, her türlü barış talebini AKP’yle işbirliği olarak gören, açlık grevindeki Kürt devrimciler için, “Açlık grevlerini destekliyoruz: Gebersinler” diyen, Kürt nüfusun artışını engellemek için nüfus politikası uygulansın diyen, Kürtlere 90 yıl önceki asimilasyon politikalarını öneren, Dersim katliamı söz konusu olduğunda “Dersimliler devletten özür dilesin” diyen, lahmacun yemeyi Kürtleşmek gibi algılayan, Kürt yemeklerinin bile yenilmemesi öneren insanlarla nasıl ortak siyaset yapılacak? Kürt halkına önerdikleri nedir? Licê’de katledilen Medeni Yıldırım’ı uyuşturucu baronlarının adamı ilan edenlerle nasıl yol yürünecek? Ermenilere ait taşınmazların Ermenilere geri iade edilmemesini öneren, Ermeni Soykırımı’nın tanınmamasını öneren, Ermeniler bizden özür dilesin diyen siyasetlerle ne yapacağız? Ermenilere, Rumlara, Musevilere dönük nefret s ö y l e m i n i g ö r m e z d e n m i g e l e c e ğ i z ? Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılsın, zorunlu din eğitimi kaldırılsın, Cemevleri ibadethane olsun, tekkelerimiz açılsın talebine karşılık önerdikleri nedir? LGBT bireylerin, feministlerin taleplerine karşı önerdikleri nedir? Görmezden gelmek m i ? G e n e l a h l a k k u r a l l a r ı n a u y m a l a r ı m ı ? Bu meselelerde AKP kadar yasakçı, asimilasyoncu, inkârcı, ahlakçı siyasetlerle ne y a p ı l a b i l i r ? Hâsılı bütünlüklü bir siyasal programda veya mutabakat metninde anlaşmadan, herhangi bir tartışma sürecinden geçmeden, birçok meselede farklı, hatta zıt d ü ş ü n ü r k e n n a s ı l o r t a k l a ş a c a ğ ı z ? 23
Kaldı ki ortaklaşma yolunda anayasa değişikliği için yapılan referandumda evet ve hayır seçenekleri karşısında oluşan “Boykot Girişimi”, genel seçimler öncesi oluşturulan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Platformu geniş ittifak zeminleri sunuyordu. Eski rejime ve bu rejimi kendi çıkarları doğrultusunda revize etmeye çalışan AKP karşısında üçüncü yol arayışı uzun zamandır vardı. 2011 genel seçimlerinden sonra kurulan Halkların Demokratik Kongresi de benzer bir mutabakat metni çerçevesinde oluşturuldu ve birçok siyasete katılımları yönünde çağrılar yapıldı ve genişlemenin imkanları zorlandı. Gezi Direnişi tabii ki yeni ittifakların yapılması için kapılar açtı. Önümüzdeki dönem Gezi Direnişi’nin ortaya çıkardığı dinamizm sayesinde daha önce çeşitli sebeplerle ortaklaşamadığımız bazı siyasetlerle ortaklaşma imkânlarının açıldığı bir dönem olacak. Bunun koşullarının oluşması için bütün yollar a r a n a c a k t ı r . Bir yandan emekten ve özgürlükten yana siyaset yaparken diğer yandan ulusalcı, milliyetçi, cinsiyetçi politikalara karşı mücadele eden bizler, birçok konuda birbirinden pek de farklı düşünmeyen iki siyasi eğilim arasında tercih yapamayız. Her iki siyasi eğilim karşısında başka bir seçeneği savunmak zorundayız. Bu sebeple kırk katır veya kırk satır seçenekleri, kızıl elma veya yeşil elma ittifakları karşısında hep bir ü ç ü n c ü y o l s e ç e n e ğ i n i a r a m a l ı y ı z . Bir başka husus ise ulusalcı-milliyetçi partilerin seslendikleri tabanın ulusalcılıktan uzaklaşmış olduğu gerçeğidir. Ulusalcı yapılarla mücadele ederken o siyasi partilerin tabanlarının oradan giderek uzaklaştığını ve tabanlarıyla doğrudan ilişki kurmamız gerektiğini unutmamamız gerekiyor. Lice’de yaşananlara İstanbul’dan ve başka illerden verilen tepkiler, “Diren Lice İstanbul seninle” gibi sloganlar bu konuda epeyce ipucu barındırıyor. Enternasyonalist, özgürlükçü, eşitlikçi solun siyaset alanı genişliyor.
24