15
palaspand覺ras fanzin 1
çok iyi okuyucularımız var, onları biliyoruz.
iletişim ihtiyacı papafanzin@gmail.com oguzcanonver@gmail.com abdulkadirgiynas@gmail.com twitter.com/oguzcanonver twitter.com/heygiynas palaspandiras.net
2
bu kadar neşesizlik nasıl çıkıyor çaresizlik rahatlaması yapacak bi şey yoksa günümüz fransız işçi sınıfı partileri danslı bitiyor bizde hiç bilinmeyen şairleri düşünürken dudaklarımı ıskalama, bırak ağzı mı dudağı mı dişi mi bir türlü kapanmayan deney kızların avangarda yenilmesi. ben de yönetmen olsam ben de sperm rengi kazak giymezdim herhalde yani ne bileyim yirmi yıl sonra istanbul’da bu epik şiirler bir anda patlayıverdi, diye yazarsınız ortak duygum bu kıkırdayan ADAMLARdan bağımsız çok cemaatler marjinal bilmemne olarak partisiz mesleksiz benjamin’in moskova yalnızlığında 21.yy kuşağımdan beklentimin azlığı hazırlanan söylemlerin varlığıylaaaa
3
hakikaten bir kehanete sebep olan hangi meyilin hangi tarafın üzerinde kurulduğu lisede lezbiyen olmayan aptal kızların kariyer heveslisi kocalarından sakat sakat çocukları olurdu sen buraya bakardın, ben koşarken i i follow dipsi sesi aksanıyla kullanılan aptaldaydın, çirkindi de düşmanım acısını çeksin ben üç saat izleyeyim böylesi daha güzel istemediği şeyin ölçüsü neyin yamasında blurlaşıyordu oranlarla oranlarla ya da sabah işe giden insanların istanbulunda danslarım sonrasında beni seven çirkinliği hiç sevmeyeceğim kararıyla kafamı sallamam bir olurdu kestirecek olanın sahnesi geliyor kendi eksikliği kendinin ufaklığı sürekli dudaklara yapışan saç tellerli kızların büyüme hikayelerini artık alık alık mı bön bön mü bakanların kaldırabileceği ne yani zeka mı dürtülerinden bu kadar neşesizlik nasıl çıkıyor hareketlerle denebilir ahmaklar geniş soluklanma araları olmadan devam edemezler geniş soluklanma araları için lirik şiirler oku bir lirik şiiri en az iki kişi okuyor. selanikteki köyümüzün yahudi batılarını taşıyorum. ilk büyük modern aşk hikayesini ilk büyük avangard şiirini zayıf yüzlerdeki thor sonluyu taşıyorum.
Oğuzcan Önver
4
poster takma aracı bağlamında gezilen yerler oryantasyon bitmedi odamda ortam arıyorum kent oyun kurucu tatile giderse biz şehirde herkes tatile kışın ben kentin şehirde odamla ozmo ozmo ozmo odaya şifre taktım posteri çirkin ördek doğum yavrusu yaptı süper odayı odalar birliğine kaydettik şükürt o da şükretti sağolun mk ne eksik pcyi koru üstünü halıyı koru deseni boşverr adam caddeye sokak ismiyle giriyor ben navigasyonum start ben finish gıynaş tamam gıynaş seni seviyorum gıynaş lütfen azyana kay canım benim üstüne dökme gıynaş seninle biraz işimiz var derini koru ete bi şey yedirtt cpu kullanımı çöpçünün süpürgeciliğğle dönerci kesici bıçaklı nereye gidiyorsun iş yerine istersen nereye gidiyorsun koyulurum ne desen cpu boldur bir telefonuna bakıyorumm naber sen okul nerden iş hmm benim ne zaman istersen iyi sen her sekmede hmm bulursun Abdulkadir Gıynaş 5
6
KOMA Uyku vakti ağarır etiket minimal mekânın koridorunda bir muammanın saydam sahnesinde başlar gösteri fazladan yorumlarla diri duyarlılığın eksik bedenleri ya da iki bilinmeyenli denklem: uykuyla karışık başkalaşımlar İçinde emzirdiğin lunapark ve dehşet kendine sakladığın emaye geçmişle gövdeleyerek sevimliliğini jeneriğinde gezinirsin hiç büyümeden fantastik filminin kalbinin vesikalık kopmalarıyla büyümeden muska tutmaz kervan geçmez kalbinin İşte aksesuar ve barikatın tuhaf kardeşliği vitrinler gergedanlarla dolu ekranlar silahlarla her şey bir jest oluveriyorken dünya küçük diyenlerin hangarında cihaz çalışıyor, eğrilerden sonraki komutlarla ve tinerli bir geceye umursamaz bir ustalıkla jetonu atıyorsun gözyaşı geliyor, sönüyor steril gerçeklik ağzında gramerden kumbara, getto ve likör (ben denizi tercih ederdim biraz da ütopyayı) Sen yine afiyetle çözümlenmiş olmanın gururuyla dilerim gururuyla o sedyelerin geçiş üstünlüğünde.
Seyhan Kurt
7
Parasempatik İş Teklifi kızlar en çok ensendeki kemiğe tıktıkladığında güzel oluyor sabah kalktığında saçlarını düzeltmesi kolay olsun diye allah seni çevirip duruyor gece pipi zengin aleti olduğu için malafatın var değil mi takımlar| iyilerin iş bölümünde boku çıkmasın diye kötülük yapan ilkokulda sakatlanıp dizini tutan hâlbuki dizi bilmeyen haralagüreleölmek istemeyen bildiği tek küfür ölmek olan sensin değil mi? boş sigara paketini yoklamadan masada bırakan|
8
sıçarken hayal edemediklerim diye bir listen var mı fazla severek fazla siverek listen var mı zippi alışveriş listen var mı ey sıddık alışveriş listen önemli pijama ayrıntıların vardır vardır hadi ben fazla küçük bir gözbitimiyim sen büyük bir tweetsilici benim fazla küçük bir gözbitimi ve senin büyük bir tweetsilici olman nakarat: aşuralarımızda boğulacağız beg o çantama bırakan kuş o başını dizime bırakan kızın sırtını buradan destekliyorum fakat maçı yine ömer kazanıyor iyilerin iş bölümünde boku çıkmasın diye fazla mütevazı oluyorum ben böyle zamanlarda aklıma sık sık ıraQ geliyor. gitmek sesi tatmin eder öyle hızlıyım ki gitmek soğuğu etmez öyle aciz playlist animation karakterim arabayla gitmek değildir ve bunu softcore bir çalgıyla açıklayamayız haklısın öyle haklı ki o komik keyifli, en az altı koku kokteyli leken pijamanda kalsın ben şöyle bi keyifleneyim cami|tanbur keyifleneyim lira|kilit keyifleneyim keyfime duhul et keyifleneyim moskof bıyığı|mehir keyifleneyim anladın mı bir destek arama demecini bulduğum ilk sırta ne bileyim ben de arada gark edeyim
Furkan Cengiz 9
konuşma “üç oda bir salon evimizin kozasından, kendimize özel bir evren yaratmış oturuyoruz, taksit taksit, dışarda insanlar ölürken duvarlar kan geçirmiyor diye ağlamıyoruz gürül gürül, hafta sonu dostlarımızı ağırlıyoruz, hafta içi annemleri, bol bol okuyor, bol bol içiyoruz, bunun bir yararı olacakmış gibi; insansın sen, yok ki çaresi hastalığının. hayatta kalmak adına ne varsa alıyoruz, diyordun, kırmızı çoğunlukla kırmızı, mavi genellikle mavi, bir süredir renk tayfına inanmıyorsun. bir süredir allah’a ve toplumsal sözleşmeye, içinde uzaktan gülümseyip duran o incecik düşten ülkeye de, ve tüketmeye ve sevmeye de bir süredir, yine de yanları pembe çizgili spor ayakkabılarım, ve senin her iki kış dönümünde nükseden kadife pantolon ihtiyacın, kışa hazırlanıyoruz aklımızda eşyalar, nesneler, (önümüz yaz) ölüm ve gerçek olmasını dilediğimiz diğer karanlık şeyler; insansın sen, belki bulunur bir hal çaresi. hasır örme abajurlar altında yediğimiz akşam yemekleri de doyurmuyor artık seni, pazar günü bitmek bilmeyen gazete ekleri, okuduktan sonra hiçbir şey hatırlamıyoruz, bütün hayatımız bu sanki.
10
ben de başka bir çıkış, başka bir çare, başka bir dünya aramadım mı sanıyorsun, yüzümü asıp buralarda çok boyanmış bir duvara, bir enlem daha geçip, başka bir boylam sonra, nasıl oluyorsa zamansız bir okyanusta, bir devrim ihtimalini, gerçek kuzeyi, cayroları ve gpsleri, kumandaları ve bu nakliyat ideolojisini, durmadan bir yerden bir yere taşınan dünyayı, ve çok eski bir yük hayvanı olarak hamalları, tüm otomobilleri ve polis devletini ve plastiği de bırakarak ardımda, başka bir dünyaya inanmadım mı sanıyorsun, hiçbir yazışmada dilbilgisi kurallarına ihanet etmemeye özen gösterip, öldürmeyi düşleyerek, tanımadığım o çılgın kalabalığı.”
İnanç Avadit
11
HEHEYT Metropol; hiç azalmayan şarkı, şimdi bütün aralıklarda ölü olan sanatçı şair gerçeklikten ne kadar uzaklaştı? geçti zaman ekiyle bir araç havalı / kornalı / bombalı hangi gazetenin tirajı yürüyerek bile alamadığım virajı ilgi çekici kılacaktı? yukarılarda bir yerlerde birileri ritmi kaçırdı. uçma demiyorum, otursaydın ya en azından bir iki distopyanın belini kırsaydık fena olmazdı ama anlamadın galiba? yine kendimi okuyacağım. [ 2 yıllık ] nereden rüzgar geliyorsa yüzünü oraya çevir. 1. tam otomatik pencere = atmosfer 2. foucalt > fuck up 3. türkçe < türkçe gel bir savaşa adımızı verelim! [ siyahlar içince güzel ]
12
bize günaydın diyen değişik makinelerin dieşğik sesleri bazı şeyler ve kişileri kefil olmuyor bir ciddiyet bir sorumluluk var boş şiire imza atma başın belaya girer ilk imzamı attığım binanın penceresinden atlamalıydım ya belki o zaman bürokrasiden kaçabilirdim mesaiden sonra devrim. [ kesinlikle sağcı değil ] günlük mü? günlük mü tutmalıyım diyorsun? hayır yani seni anlamıyorum bisiklete bile binmeyi bilmiyorsun mutsuz çocukluğun karşılığısın ve karşına kimi alıyorsun hatırlar mısın? kime çalışıyorsun sen? [ ürk illeti alışkandır ] henüz çorap giyilmediği için başlamayan pazartesi, gidilemeyen işler araya giren reklamlar sonucu tamamlanamayan evrim. saygısız apartmanlar sağ baştan yıkılıyor pavlov’un akbili bitmiş ve ben açıkçası, ölümlü olmanı beklemiyordum.
Zübeyr Topal 13
14
MARLBOROYA MESNEVİ /aldım cebime koydum seni içimi acıtıyor paralılığın şiirden anlamam ne yapayım döndüm mevlana gibi/ milenyum çocukluğunu bir savaş süresiyle kaçırdım-şükür yetiştirmeyene. milenyum ergeni olarak milenyum aşklarına arabesk kaldım, seni ısmarladım. pis liberal ellere maruzsun satılmaktan ve çöpçatanlara kızgın, biliyorum. şiirle içilsen, ucunu okşasa bir baba adın intizar olurdu. devekuşları kafayı gömüt edip kent ışıklarını görmemezlikten gelemez. gecenin değerinin anlaşılmadığındayız çünkü toprak altında sen varsın. bu ışıkları da kim yakıyor, görünmüyorsun uzaydan.kirli dünya sanki senle kirlendi. razgardı yağmalayan sen değilsin. adın esat değil, sisi sana çok uzak ve 1915. çok köşeli kasketin üstünde bir amca pelerininden düşünüyor. kahramanmış adı. sen ağlıyorsun, öyle bir ağlıyorsun ki buhar buhar uçuyorsun göz önünde. amca elini ateşe veriyor, hiç varolmamış çocuğu elinde. uzanayazıyorsun uzanıyorsun da, amcanın eli oluyorsun. çocuk ölmüyor. insan ciğeri süngere kesiyorsa ve ciğer şişli etfal,üzülme suç sende değil. devlet düşünsün ağlayan anneleri, yüreği yandığında dışlanan çocukların.
15
zaten bu devletlerin zoru hep senle, kulağından yükseltiyorlar fiyatını. sistem fahiş rakamları diretmekte, paralanıp fahişelerin ağzına düşüyorsun. at pazarına giderken çakmanı satmakta bir zenci, sen duvar kenarında. dal dal koparıyorlar seni öğrencilerden, boşlara gark oluyorsun. pehlivan saklıyor seni en gizli yerlerinde, kapşonunu unutsa bile seni unutmuyor otobüste. kapşon unutulur mu, kapşonu kesip unutuyor bir evsize pehlivan. senin sadakan kapşon.sadakadan ziyade hak bu, pehlivan hakkını verir haklıya. bir seni vermez, isteseler verir ama işte evliye vermez: yüzük takmalı bir evli. gözünü kapattı esmer, şapkası büyük geliyordu, bir dal istedi senden. ağladı pehlivan dere aktı gözüne, esmer dal demişti çünkü. istanbul kart iki sen basıyor-meğer seninle çıkılan yolculukları bilmezmiş bürokratlarkulaklığı takıyor pehlivan, manda yuva yapmış söğüt dalınayı çalıyor istasyon. atmış dokuz türk lirası paha biçilir elbet. yakıyor seni, sen yanıyorsun. cehennemin kökünü söndüresiye ağlıyor pehlivan. anonim, dal diyor çünkü.
16
suriyeli mültecilerin kedi yemesi de dramatik, kediye yandığından çok insana yanıyorsun biliyorum. hüseyine kıyamayanların açlığı kediye yıkılıyor, terek isimli koynun ağlıyor. hüzünlü bir senfoni daha besteledi sonbahar, adı 2014. senfoni. hiç de yaratıcı değil dedi the agnostik. sonbaharı kim yarattı lan yaprağım. bir yaprak daha düştü. sen güldün. sonbaharda ayrı bir güzelsin. herkesi ayıran mevsim seni buluşturuyor çünkü sevdiğine. ihanet etmiyorsun. hele bir et sonbahar oyacak gözünü. çay sana çok yakışıyor bu mevsim. dünya:bu kırmızı, dallara bakmadan yürüyeceksin. ortadan kuyu çıkar, dağ olur. bakarsın. ben bırakmam seni, param olduğunca tabi. yine baş başa kaldık dök içini, beraber yanalım.
Muhammet Özmen
17
yüz seksen. iki dakikalık. bir epik movie. bu odadan çıkmalıyız, Oğuzcan Önver’in ilk ve muhtemelen son uzun metrajlı sinema filmi. 182 dakikalık filmde; dehanın, umudun ve şiddetin bu tarz bir palaspandıras sunumu bize insanların olabilecekleri şeylerin şuan için değersiz olduğunu söylüyor. Yönetmen bunun sebebini halihazırda yaşadığımız yeni modern düzene bağlamış durumda ve batıda postkapitalizm olarak adlandırılan 2000’lerle birlikte de kendini yenileyen ve geliştiren (ikisini aynı anlamda kullanmıyorum.) bu sistemde, olduğun’a verilen değerin esasında bir çeşit ‘değersizleştirme’ projesi olduğunu anlatma çabasına girişiyor. Bu girişim zorlu bir girişim çünkü genel algı bunun tam tersi yönde yani olduğun gibi olma’ya övgü üzerine geleneği de yanına alarak kurulmuş durumda. Birisini olduğu gibi kabul etmek hem işçi sınıfına hem de elitizme göre değildir, belki de elitizm ve işçi sınıfının tek ortak duygusu bu olabilir. İşçi sınıfı olanı, olduğu halini sevmez, bazılarının sosyalizm diye bir hayali vardır, bazılarının da sınıf atlama diye bir hevesi. Elitler de toplumu olduğu haliyle sevmez, kendini ne kadar zorlasa da sevemez, toplumu sevmeleri için toplumun bazı şeyleri aşması gerektiğini düşünür. Theodor w. Adorno üzerinden bir okuma yaparsak -ki film zaten bu alıntıyla/referansla açılıyor: ‘burjuvazi toplumu olduğu haliyle çok sever, çünkü olabileceği her şeyden korkar.’ Elitizm kokan bu cümle, Adorno’yu büyük bir yalnızlığa itmişti. Benzer bir yorumu Minama Moralia’da da görüyoruz: ‘İnsanlara mesafeli davranan kişiyi bekleyen bir tehlike vardır: Kendisinin başkalarından daha iyi olduğunu sanmak ve topluma yönelttiği eleştiriyi de kendi özel çıkarını gizleyen bir ideoloji olarak istismar etmek.’ Elitizm sayesinde I Elitizm yüzünden insanlara mesafeli davranan kişiyi bekleyen bu tehlikenin ikinci etkisi Adorno’nun ve filmimizin ana karakterinin üzerinde patladı: topluma yönelttiği eleştiriyi özel çıkarını gizleyen ideoloji olarak istismar etmek. Bunun sonu ağır olur, oldu da zira Adorno hayatının son dönemlerinde bir üniversitedeki konuşmasında solcu öğrenciler tarafından protesto edilmiş ve fakülteden ayrılmak zorunda bırakılmıştı. Sol elitizmin ağır bedeli. Bu tarz benzer bir yükün altına giren yönetmen de solcular tarafından sevilmemeyi göze almışa benziyor. Burada sorulması gereken soru: why? 18
Filme dönelim. Kemal karakteri, Baharla tanıştığı andan itibaren müthiş bir değiştirme arzusu içindeydi çünkü o Bahar’a değil Bahar’ın olabileceği şeylere âşık olmuştu, buna ne kadar aşk denirse tabi. Bu şiddetli arzu filmin sonlarına doğru öyle yükseliyordu ki, iş çığırından çıkmıştı; Kemal, Bahar’a adını değiştirsen nasıl olur diye soruyor, daha kendi bile olamamışken Bahar’dan vegan olmasını istiyordu. Yere düşen dutlar eşliğinde Bahar’ın söylediği şarkı bu tuhaf durumu daha da acıklı hâle getirmişti. Bunda biraz da filmin siyah beyaz çekilmesinin etkisi olduğunu düşünebiliriz. Yeri gelmişken söyleyeyin, filmin siyah beyaz seçimini pek anlayamadım zira filmde eğlenceli sahneler de var, renkli olsa daha iyi olurdu gibime geldi. Yönetmen, filmden sonra verdiği ilk röportajında: ‘Türkiye’de 150 şiir okuru var, bunların 150’si de benim şiirlerimi okuyor, yaklaşık 3 bin sinema izleyicisi olduğunu varsayıyorum, film 5 bin izlendi, daha ne isteyeyim.’ derken esasında o çok sevdiği şiirini savunmaya devam ediyor. Röportajın devamından yönetmenin bir ikinci film çekmeyeceğini seziyoruz çünkü aslında bizim bu yazıda ‘yönetmen’ diyerek bahsettiğimiz kişi bir şair ve şair olarak kalmak istiyor.
19
Çoğu kişi bilmez mesela ama Palaspandıras Fanzin’de yer alan bir dizeyi -yanılmıyorsam 15.sayıdaydı- ki dize şu: ‘kızlar en çok ensendeki kemiğe tıktıkladığında güzel oluyor’ filmde görmenin aslında o ‘150 şiir okuru’na bir armağan olduğunu düşünebiliriz zira filmdeki sevişme sahnesinin sonunda, Kemal, Bahar’ın ensesindeki kemikle oynuyordu daha doğru bir fiille ‘tıktıklıyordu.’ Oğuzcan Önver şiirinin en temel özelliği olan gündelik duyguları, lirik’e kaçmadan ‘epic’ ile anlatabilme başarısı, ‘bu odadan çıkmalıyız’da da kendini gösteriyor. Şiirdeki bu başarıyı sinemaya taşıyabilmek önemli bir vasıf. Filmdeki tüm karakterler çok tedirgin, hareketli, aceleciler. Hiçbiri acısını satmıyor, ‘gerizekâlı’ gibi göstermiyor, ucuz lirik’e hiç kaçmıyor. Hemen hemen tüm karakterler bu yükü taşımayı bilmişler ve zaman zaman yüksek söylemler içine giriyorlar. Bu yıl yapılan çoğu filmin Alber Camus’a ve onun ‘saçma’ felsefesine selam göndermeleri, onu referans olarak almalarını modern sinemanın bir çıkmaza girdiği yönünde yorumlayabiliriz. Ödül alan filmlerin büyük kısmı örneğin: La vie Adele, Frances Ha, Oh Boy gibi filmlerin Albert Camus bağlantıları batı sinemasının şehirli insanın varoluş sorunları temalarını gençlik, büyüme hikayesi, farklı cinsiyetleri tanıma, kendini tanıma, ikili ilişkilerde yaşanan değiştirme arzuları, seks gibi meseller üzerinden tezahürleri şeklinde gördük, izledik. bu odadan çıkmalıyız’ı bu filmlerden ayıran bir özellik de: batılı olmama durumu. Her ne kadar yönetmen kendini batılı olarak tanımlasa da, batıda geçirdiği yıllar ve etkilendiği batı medeniyetinin çok dışında hem de öyle hiç de alttan altta olmayan bir doğululuk göze çarpıyor. Filmin aldığı tek ödülün de ‘doğudan’ gelmesi (Seul Film Festivali, En İyi Senaryo) bu yöndeki kanıtlardan biridir bana kalırsa. Son olarak söylemek gerekirse yönetmenin çöl hattındaki Voyacır İki’nin son dizesine ihaneti filmin finalini daha da bir hüzünlü yapıyor, yapmış.
Vahdet Akın 20
21
22