?
GEZİ PARTİSİ kurulsa ne olur ■ Gezi isyanına katılanlar, kentli, apolitik, düzenden umudunu kestiği için sandığa gitmeyen, küçük partilere ya da bağımsız adaylara oy vermiş insanlardan oluşuyordu . Şimdi herkes şu soruyu soruyor? Gezi hareketinin siyaset olarak anlamı nedir? Acaba bir Gezi Partisi kurulur mu? Kurulursa ne kadar oy alır?
» AHMET BUĞDAYCI’NIN ANALİZİ 12’DE
Çapulcular Lobi için portal kurdu ■ ‘Gezi’ protestolarına destek veren ABD’de yaşayan Türkler, şimdi de “OccupyGeziUSA” isimli bir portal kurdu » 2’DE
Gaz maskesiyle Florida’dan İstanbul’a yolculuk ■ Serhat Tanyolaçar protesto için gaz maskesiyle Florida’dan yola çıktı ve ‘Demokrasi Yolculuğu’nu tüm engellemelere rağmen İstanbul’da tamamladı » 9’DA
3 Temmuz 2013 Çarşamba YIL 1 • SAYI 7 HAFTALIK ÜCRETSİZ
A M E R İ K A’ D A K İ
FED, hasar kontrol modunda
TÜRKLERİN
GAZETESİ
www.posta212.com
ESEN ÜNAL
esenun@gmail.com
WALL STREET RAPORU
■ FED, parasal genişleme programının hızını azaltacağını ve 2014 ortasında ise tamamen bitirmeye hazırlandığını açıkladı ve global piyasalarda türbülansa neden olmuştu. FED bu haftayı da kendini anlatmaya ayırdı » 7’DE
Tarhan Erdem ‘Barış Süreci’ni anlattı...
■ ‘Akil İnsanlar’ grubu, geçtiğimiz hafta Başbakan Erdoğan’a raporlarını sundu. Arkadaşımız Barbaros Sayılgan, bu sürece en uzak duran Ege Bölgesi Akil İnsanlar heyetinin başındaki isim olan Tarhan Erdem’le süreci konuştu. » 10’DA
Henüz ömrünün baharındaydı ■ Mustafa Biçer, Columbia Üniversitesi’nde yüksek lisans için 2012’de New York’a gelmişti. Dış Ticaret Uzmanı Biçer, aniden rahatsızlandı ve tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı » 3’TE
Zenginlerin trendi: Damardan vitamin ■ ABD bayramını kutluyor ■ Eski güzeller PETA için soyundu ■ New Yorklular simiti çok sevdi ■ Mobilyalarda Türk imzası ■ İşte ABD’nin en pahalı evleri ■ Dizi ihracatı hedefi 1 milyar $
HEPSİ VE DAHA FAZLASI POSTA212 LIFE’DA
GÖÇMENLİK REFORMU Senato’dan kazasız geçti ABD’nin gündemini epeydir meşgul eden ve Başkan Obama’nın seçim vaatleri arasında yeraldığı için kabul edilmesi konusunda Cumhuriyetçi ve Demokrat politikacıların yoğun siyasi pazarlıklarına sahne olan ‘Göçmen Reformu Yasa Tasarısı’ ilk önemli aşama olan Senato kısmını tamamladı
■ Fakat, Senato’nun 11 milyon ■ Senato’nun verdiği onay her ■ Gözlemciler, Senato’da, Cumkaçak göçmeni ilgilendiren ne kadar fiilen ABD’deki 11 milhuriyetçilerin çoğunluğunun bu yasa tasarısını onaylaması yon kaçak göçmen için kalıcı yasaya onay vermediğine, henüz son sözlerin söylendiği ikamet ve vatandaşlık yolunu yasanın yürürlüğe girmesi anlamına da gelmiyor. Senaaçan süreci başlatsa da, bu için Cumhuriyetçi Parti’nin to’da 32’ye karşı 68 oyla kabul destek uğruna Cumhuriyetçi çoğunlukta olduğu Temsilciler edilen göçmen reformunu Parti’nin taleplerini kabul eden Meclisi’nden geçmesi süreTemsilciler Meclisi’nin onaylaObama yönetimi, Meksika sıcinin Washington açısından ması ve Başkan Obama’nın da nırına 1200 kilometrelik ‘Berlin ‘çantada keklik’ sayılamayacaimzalaması gerekiyor Duvarı’ inşa edecek. ğına dikkat çekiyor » 12’DE
ABD YASTA! Arizona’da orman yangını:
19 İTFAİYECİ ÖLDÜ » 8’DE
New York’ta başkan adayı patlaması... ■ New Yorklular, 5 Kasım’da yapılacak seçimlerde Belediye Başkanı Michael Bloomberg’den boşalacak koltuğun yeni sahibini seçecek. Şu an 22 adayın olduğu seçimlerin favorisi 10 Eylül’de yapılacak ön seçiminde belirlenecek Demokrat Parti adayı » 4’TE
AKP’nin korkutan Gezi karnesi...
Porno Divası doğumda dahi 15 cm’lik stile o iskarpinleri ayağından çıkarmadı
Türkiye’nin problemini kadınlar çözecek...
Öldürülen ve öldüren çocuk askerler...
Yalnız Adam...
‹LHAN TANIR ■ 8’DE
DO⁄AN ULUÇ ■ 3’TE
ARZU KAYA URANLI ■ 9’DA
BARBAROS SAYILGAN ■ 11’DE
MEHVEŞ KOÇAK ■ 2’DE
2
Toplum Yaşam
3 Temmuz 2013 Çarşamba
Mehveş Koçak mehveskocak@posta212.com
Yalnız Adam...
S
EN yalnızsın... Onbinlerin “kulunum” diye haykırdığı yığınların arasında, derin bir yalnızlık çekiyorsun... “Yalnız” değil “Yalnızlık” hissediyorsun... Bu duyguyu sana hissettiren iki neden var... Biri “Keşkelerin” diğeri “Peşkeşçilerin”... Keşke “Çapulcular” dediğinde herkes sana alkış tutsaydı... Herkes bu söylediğine gülüp geçseydi... “Camide içki içmişler” dediğinde, seni doğrulayan bir cami müezzinin olsaydı... “Duran Adam” senin için dursaydı... “Boğaziçililer” şarkıları senin için yazıp söyleseydi... Meydanlara topladığın halk yerine, OTDÜ’lüler sana “Orantısız sevgi” gösterseydi... Başkan Obama, seni gezi olaylarından hemen sonra arasaydı “Moralini bozma kardeş” deseydi... Dillere destan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nı gerçekten sevebilseydin ya da hiç tanımasaydın... Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar tribünlerde senin için marş söyleseydi, her takımdan fanatik taraftarın olsaydı... Saçı jöleli, her dönemin yalakası gazetecilerin, yazarların yerine eli kalem tutan, boğazından haram lokma geçmeyen saygın gazeteciler yanında olsaydı... CNN gezi olaylarını değil, senin icraatlarını canlı yayında verseydi... Christiane Amanpour ile canlı yayında birebir konuşabilseydin... “Şükür” diyenlerin kuru ekmeğe de “Şükür” diyebildiğini görebilseydin. Sana peşkeş çekmek için sıraya giren vekilin, belediye başkanın, valin, kaymakamın, gazetecin gerçekten doğruları söyleseydi... İşçisi, öğrencisi, çiftiçisi, memuru, öğretmeni, avukatı, keşke seni “Sen” olduğun için sevseydi... Keşke meydanlarda heykellerin, odalarda resimlerin, göğüslerde senin rozetin olsaydı...
NEW YORK’TA POLİSE ARAMA KISITLAMASI
‘Durdur ve ara’ uygulamasında
NYPD’YE KISITLAMA GELDİ New York polisi yoldan geçenleri durdurup arıyordu. Bu aranan kişiler çoğunlukla zenciler ve azınlıklar oluyordu. Şikayetlerin artması üzerine Kent Meclisi, yeni bir yasa çıkardı ve ırksal profillemeye maruz kaldığına inananlara hertürlü kolaylık gösterip mahkemeye başvurup dava açma imkanı sağladı (NEW YORK – POSTA 212) New York Şehir Meclisi, geçen hafta perşembe günü NYPD’nin ‘Durdur ve Ara’ (Stop And Frisk) uygulamasını kontrol altına almak için iki yasa tasarısını meclisten geçirdi. Onaylanan yasa tasarısına göre, NYPD’yi denetleyecek bir genel müfettiş getirilecek ve durdur-veara uygulaması sırasında polisler tarafından ırksal profillemeye maruz kaldıklarına inanan kişilerin dava açması kolaylaşacak. Perşembe günü yapılan oylama sonucunda, Irksal Profilleme Tasarısı 34’e 17, Genel Müfettiş Tasarısı ise 40’a 11 oyla meclisten geçti.
» HAKSIZLIKLARLA SAVAŞ!
New York Şehri’ndeki farklı milletlerden gelen kişilere yapılan büyük bir haksızlıkla savaştıklarını belirten Belediye Meclisi Üyesi Letitia James, gelecek kısıtlamaların Polis
Departmanı’nın insanların güvenliğini sağlamak için yapacakları çalışmaları engellemeyeceğini belirtti. Bir kaç kongre üyesi ‘Durdur ve Ara’ (Stop And Frisk) uygulamasına maruz kaldıkları tecrübelerini diğerleriyle paylaştılar.
» SUÇLULAR YARARLANACAK
Kongre üyesi Eric Ulrich, yasa tasarısına karşı çıkarak, “Bu para israfından başka bir şey değil. Neden bu parayı daha çok polis istihdam etmek için harcamıyoruz?” diye konuştu. New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg bu yasadan dolayı NYPD’nin suçluları yakalamak için eskisi kadar başarılı bir performans gösteremeyeceğini savundu. “Geçtiğimiz yıl, New York Şehri’nde diğer yıllara nazaran çok az sayıda cinayetin meydana geldiğini söyleyen Bloomberg,
bu rakamı daha da azaltma yolunda büyük adımlar atılıyor olduğunu vurguladı. Yasanın meclisten geçmesinin ardından yaptığı açıklamada, memnuniyetsizliğini “Bu yasa polis memurlarımızın gücüne büyük bir oranda zarar verecek” açıklamasıyla dile getirdi. Yeni yasa ile, polis tarafından sadece ırkı, etnik kökeni ve cinsiyeti gibi özelliklerinden ötürü durdurulduğunu düşünen kişiler, öncekine oranla daha kolay bir şekilde dava açabilecekler.
» BLOOMBERG’E İKİNCİ REST
Ayrıca 70 milyar dolarlık 2014 Mali Yılı Bütçesi’ni Meclis’ten geçiren kurul, özel şirketlerin çalışanlarına en az 5 gün hastalık nedeniyle ücretli izin verilmesini öngören yasayı kabul ederek, bu tasarıya karşı çıkan Bloomberg’in vetosunu da geçersiz kıldı.
‘BEYAZLARI SIK SIK, AZINLIKLARI NADİREN DURDURUYORUZ’
BAŞTAN ÇIKARIP SOYGUN YAPIYORLAR Florida polisi, erkekleri barlarda baştan çıkarıp ilaçlı içecek ile uyuttuktan sonra soygun yapan 4 kadının peşine düştü…
(FLORIDA-POSTA 212) Florida polisi, baştan çıkartıp ilaçla bayılttıkları kurbanlarından 500 bin dolar nakit, silah ve mücevher çalarak kayıplara karışan dört kadının peşinde. Eyalet polisi, Fort Lauderdale barlarında tek başlarına ya da ikili olarak çalışan kadınlar için tutuklama emri çıkarttı. Kadınlar kendilerini kurbanlarının evlerine davet ettiriyor ve onlara ilaçlı bir karışım içirdikten sonra soygun yapıyorlar. Sun-Sentinal’in haberine göre, polis Subhanna Beyah (25), Johnnina Miller (25), Keshia Clark (27) ve Ryan Elkins’in (23) karıştığı olayları araştırıyor. Subhanna Beyah, başka iki kişiyle birlikte 2009 yılında Manhattan’da arabasına aldığı erkekleri soyduğu için New York’ta yakalanmıştı. Crystal ismini de kullanan Beyah, Broward County’de üç davanın ve Pompano Beach’te ilaçlı votkayla uyutulan bir adamın 6 bin dolar ve 100 bin dolarlık saatlerinin çalınması olayının şüphelisi konumunda. Sun-Sentinal’e konuşan şerifin sözcüsü Dani Moschella, “bu kadınları bulmalıyız. Bu kadınlar tehlikeli. İnsanlara uyuşturucu veriyorlar. Birisini öldürebilirler” dedi. Miller ve Clark, Fort Lauderdale’deki Blue Martini Lounge’da buluştukları 54 yaşında bir adamı kendilerini evine davet ettirip aynı yöntemle 300 dolar nakit, kredi ve banka kartları, iPhone, iPad ve 8 bin dolar değerinde bir saat çaldılar.
(NEW YORK – POSTA 212) New York Belediye Başkanı Bloomberg, “Durdur ve ara” uygulamasında beyazların polis tarafından sık sık kenara çekilip sorgulandığını , diğer vatandaşların çok fazla aranmadığını iddia etti. “Bence orantısız bir şekilde, beyazları çok fazla, azınlıkları ise nadiren durduruyoruz” diye konuştu. Belediye Başkanı Bloomberg, haftalık radyo şovunda, Belediye Meclisi’nin ‘Durdur ve Ara’ uygulamasına ırkçı olduğu gerekçesiyle getirdiği kısıtlamalarla ilgili konuştu. Şehirdeki en ağır suçların genç azınlıklar tarafından işlendiğini kasteden Bloomberg şöyle dedi: “Hangi okula
gittiler bilmiyorum ama çok açık bir şekilde matematik dersi almadıklarını söyleyebilirim. Veya herhangi bir mantık dersi.” New York belediye başkanlığı için yarışan Demokrat aday Bill Thomspon, Bloomberg’in olaylardan bihaber ve umursamaz olduğunu söyledi. Bloomberg’in yorumlarını “Şehirdeki bütün insanlar için çok yaralayıcı bir açıklama” olarak değerlendirdi. “Bir New Yorklu olarak, bir baba olarak, bu şehrin çocuğu olarak, Belediye Başkanı Bloomberg’in bugün radyo şovunda yaptığı yorumları çok aşağılayacı ve acımasız buluyorum” diye
belirten Thomspon, “Bloomberg’in yorumlarına göre, eğer zenci veya Latinseniz, otomatik olarak bir katil sanığısınız. Bu tarz açıklamarı dile getirmek bile ne kadar aşağılayıcı. Bu gösteriyor ki, geçmiş yıllarda nedensiz yere polis tarafından durdurulup sorgulanan yüzbinlerce kişi için değil de , daha çok kişi durdurulmadığı için üzgünüz. “İnsanlar, polislerin bir gruba ait kişileri, diğerlerine oranla daha çok durdurmamaları gerektiğini söylüyor. Polisin görevi şüpheli insanların tanımlarına uyan kişileri durdurmak. Bir grubun, orantısız olarak, potansiyel suçlu olarak yansıtılmaması bu toplumun görevidir” dedi.
Toplum Yaşam
3 Temmuz 2013 Çarşamba
3
Doğan Uluç doganuluc@aol.com
Porno Divası doğumda dahi 15 cm’lik stiletto iskarpinleri ayağından çıkarmadı
T
Ömrünün baharındaydı
Columbia Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi Mustafa Biçer hayatını kaybetti. Kalp krizi sonucu öldüğü ileri sürülen Biçer’in arkadaşları olayı öğrenince şoka girdiler (NEW YORK – POSTA 212) Ekonomi Bakanlığı’nda Dış Ticaret Uzmanı olarak görev yapan 28 yasındaki Mustafa Biçer, Columbia Üniversitesi’nde ekonomi üzerine yüksek lisans yapıyordu. Aniden rahatsızlanması üzerine eşi ve arkadaşları tarafından 911 acil servisi tarafından St. Luke Hastanesi’ne kaldırıldı. Yapılan müdahaleye rağmen kurtulamayan Biçer’in ABD’de doktor olarak görev yapan kardeşi Hasan Biçer, ağabeyinin hiç bir rahatsızlığı olmadığını söyledi.
ğerlerinin de mutlaka haberi olurdu. Ancak Mustafa ile ilgili bugüne kadar herhangi bir durum var idiyse de haberimiz olmadı.
» MANEVİ DESTEK
Mustafa Biçer’in eşi Kezban Biçer’i bu acı olayın hemen ardından ziyaret eden Sevgin Güngör, eşi için, “ Elbette çok üzgündü. Diğer taraftan son derece de metanetliydi” diye belirtti. “Aynı zamanda birlikte yüksek lisans yaptığımız arkadaşlarımız da olaya müdahil oldular, hem resmi işlemlerde hem de manevi destek anlamında çok yardımcı oldular. Elbette hepimiz için inanması, kavraması çok güç bir olaydı” diye konuştu.
» ARKADAŞI KONUŞTU
Mustafa Biçer, Türkiye’de Ekonomi Bakanlığı’nda iş arkadaşı olan Sevgin Güngör ile beraber Columbia Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmak için 2012 yazında New York’a gelmişti. Sevgin Güngör, Posta 212 muhabirine yaptığı açıklamada, “Arkadaşım Mustafa’nın NY’a gelmeden önce kalbinde ritm bozukluğu olmuş. Ancak yaptırdığı kontrolden sonra doktorlar sorun görülmediğini söylemişler. Ancak bunu size sadece bir duyum olarak aktarabiliyorum” diye konuştu.
» AYNI DÖNEM BAŞLADIK
Sevgin Güngör şöyle konuştu: “Mustafa ile Ekonomi Bakanlığı’ndaki görevimize 4-5 yıl önce aynı dönemde başladık, aynı hiz-
» “SAYGI DUYUYORUZ”
metiçi eğitimlerden geçtik. Farklı birimlerde çalışmamıza rağmen, aynı promosyonun (aynı sınavla göreve başlayan uzman yardımcıları) üyeleri olarak pek çok sosyal etkinlikte ve kurum içinde zaman zaman bir araya gelme fırsatımız oldu. Son olarak, aynı okulda yük-
sek lisans yapmaya başladığımızdan beri Mustafa’yı ve eşini daha yakından tanıma ve onlarla daha sık karşılaşma şansım oldu.”
» “RAHATSIZLIĞI YOKTU”
Güngör şöyle devam etti: “Bildiğim kadarıyla herhangi bir rahatsızlığı yoktu. Fikir olarak birbirine çok bağlı bir grubuz ve birimizin başına gelen ciddi bir sıkıntıdan di-
Columbia Üniversitesi Uluslararası ve Kamu İlişkileri (SIPA) Fakültesi Dekanı Merit E. Janow, Mustafa Biçer’in vefatıyla ilgili bir mesaj yayınladı. Janow, fakülte olarak yaşadıkları derin üzüntüyü şu mesajla dile getirdi : “Mustafa 28 yaşındaydı ve geçtiğimiz ay SIPA’daki ilk senesini tamamlamıştı. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden Marmara Üniversitesi’nden mezun olan Mustafa, mezun olduktan sonra kendi ülkesindeki Ekonomi Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. SIPA’ da öğrenim gördüğü süre içerisinde bir çok farklı milletlerden arkadaşları oldu. Mustafa gibi çok uzak ülkelerden bizim aramıza katılmak için gelen öğrencilere çok saygı duyuyoruz ve onlara minnettarız.” Sevgin Güngör, Dekan Ja-
now’un yayınladığı mesajı şöyle yorumladı : “Onun da belirttiği gibi, Mustafa saygın, başarılı bir gençti. Canayakın, sempatik, esprili, her daim güleryüzlü bir insandı. Buna karşın abartısız, ağırbaşlı, sakin, mütevazıydı. Eşi ile birbirlerini çok sevdikleri, çok iyi anlaştıkları uzaktan görülebiliyordu. İyi kalpliydi, bir arkadaşımızın deyimiyle “pamuk gibi” bir adamdı.”
» ‘İNANMAKTA ZORLANIYORUZ’ Hem iş hem de okul arkadaşını kaybetmenin üzüntüsünü yaşayan Sevgin Güngör son olarak şunları söyledi: “Okulda onu çok kısa süreliğine tanımış olanlar dahi ne kadar iyi bir insan olduğuna dair mesajlar gönderiyorlar. Promosyon arkadaşları da onun adını yaşatmak amacıyla çeşitli fikirler oluşturuyorlar. Hem iş hem de okul arkadaşları şok geçirdiler. Hala hepimiz inanmakta zorlanıyoruz. Buradaki okul ve iş arkadaşları Brooklyn’de kılınan cenaze namazından sonra Mustafa’nın eşini ve kardeşi Hasan’ı havaalanından uğurladılar. Cenaze uçakla Ankara’ya ulaştıktan sonra karayoluyla Yozgat’a nakledildi. İş arkadaşlarımızdan Türkiye’de bulunanlar da Yozgat’taki cenazeye katıldılar. Mustafa Biçer’in cenazesi geçen cuma günü Yozgat’ın Yerköy İlçesi’nde toprağa verildi. Ailesi ve arkadaşları Biçer’i son yolculuğunda yalnız bırakmazken, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan cenaze törenine çelenk gönderdi.
Washington Çapulcuları
İNTERNET PORTALI KURDU Gezi protestolarına destek veren ABD’de yaşayan Türkler şimdi de “OccupyGeziUSA” isimli bir portal kurdular. Turkish Policy Center Kurucu Başkanı Yurter Özcan, “Ak Parti’yi eleştirmek Türkiye’yi eleştirmek anlamına gelmiyor. Biz herkesten çok yurtsever ve vatanseveriz” dedi (NEW YORK-POSTA 212) Posta 212’ye konuşan Yurter Özcan şunları söyledi: ‘‘Bildiğiniz üzere son 5 haftada Washington’daki Türk toplumu olarak Gezi Direnişine hem sokakta hem sosyal medya’da destek vermeye çalışıyoruz. Washington’da Gezi Direnişine destek vermek için 7 eylem, yürüyüş ve protesto düzenledik. Sokak eylemlerimize ek olarak, Cumhuriyet’e gönül vermiş insanlardan oluşan ve kurucu başkanlığını yaptığım Turkish Policy Center olarak yeni bir portal yarattık: “OccupyGeziUSA” Bu portal fikrinin ortaya çıkmasının önemli ilham kaynaklarından bir tanesi duyarlı yurttaşlar tarafından 7 Haziran 2013 yılında New York Times’a verilen ilandır.’’
» KONGREDE DİRENİŞ LOBİSİ
Özcan, sözlerine şöyle sürdürdü, “ABD’de yapılan lobi çalışmalarına paralel olarak, hem direniş hakkında haber, görüntü paylaşma, hem de ABD yönetimi ve Kongre üzerinde bu konuda lobi yapma imkanı verecek, yönetim ve siyasetçilere otomatik email, sosyal medya mesaj yollama teknolojisi barındırıyor bu portal. Amacımız, burada Gezi Direnişi ile il-
gili düzenli bir bilgi akışı ve duyarlılık yaratmak ve bu ülkede yaşayan, vergi veren insanlar olarak ABD yönetimi ve Kongre üzerindeki lobi gücümüzü kullanmaktır.” Yurter Özcan, “Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve hukukun üstünlüğü evrensel kavramlardır. Bu kavramlara inanan insanlar, farklı etnik köken, din ya da sosyo-ekonomik gruplardan da olsa, bu hedefler altında birleşip, tüm dünyada bu değerlerin kazanması için mücadele verir. Bu hak ve hukuk mücadelesi sınır tanımaz. Bizim de bu hedefler doğrultusunda, bu misyona birazcık bir katkımız olabilirse, ne mutlu bize’’ dedi. Yapılan eleştirilere de yanıt veren Yurter Özcan, “Bazı kesimler AK Parti’yi eleştirmeyi maksatlı olarak Türkiye’yi kötülemek gibi yansıtmak istiyor. Biz Türkiye’nin sevdalısıyız. AK Parti’yi eleştirmek Türkiye’yi eleştirmek anlamına gelmez. Biz de herkes kadar yurtseveriz” diye konuştu. Yeni Portal: http://www.occupygeziusa.com/ TPC ile ilgili daha detaylı bilgi için: http://www.turkishpolicycenter.com/
OPARLAK yüzlü, sevimli bebek uykuda. Annesinin göğsüne yaslanmış, gözleri kapalı, ağzı açık uyuyor. Ünlülerin hastanesi Beverly Hills Cedar Sınai’de dünyaya gözlerini açan kız çocuğunun adı ‘’NorthWest.’’(NW) Nedir bu bebeğin özelliği derseniz her gün yerkürenin dört bir tarafında doğan milyonlarca çocuktan farkı yok. Ama tabloid basının peşinden ayrılamadığı annesinin adı Kim Kardashian (KimK) olunca iş değişiyor. NW’in doğum resimlerinin satışı Kardashian’ları bir kez daha milyonerler sınıfına çıkaracak. Annesi Kim K’de daha önce sevgilisiyle çektirdiği porno filmini piyasaya sürerek şöhrete ulaşmıştı. Yüksek tirajlı Star dergisi ‘’Doğumhanenin Divası’ başlıklı kapak yazısında KimK’in kaprislerini şöyle sıralıyor: ‘’Beş hafta önceden ağrıları nedeniyle hastaneye alındığında devamlı üç hastabakıcı istedi. Annesi Kris Jenner’le geceliği 4 bin dolar olan üç yatak odalı, Mısır pamuğundan her gün üç bin düğümlü çarşaf istediler. Bir TV kamera ekibi, saç stilisti, makyörü ve güzellik uzmanı Kim’in yanından hiç ayrılmadı. Doğum yaparken dahi bir marka tasarımcısının hazırladığı 15 santimetrelik stiletto iskarpinlerini çıkarmadı. Dairenin oturma odasına en pahalı deriden koltukları getirttiler. Sürekli azarladıkları hemşirelere dayanılmaz kaprislerle kök söktürdüler.’’ Kim’in bir yakın arkadaşı Haziran ortasında şiddetli karın ağrıları yüzünden hastaneye kaldırıldıktan sonra ‘’Eğer doğum bundan daha güç olacaksa kendimi asarım, bıçak alıp boğazımı keserim.’’ diye yakındığını nakletti. Doğum öncesi bedenine kavuşmakta kararlı Kim K. doğum sırasında karın yağlarının da alınması isteğine nişanlısı doktorlar karşı çıktı. Rap yıldızı nişanlısı Kanye, annesi Donde West’in 2007’de benzer kozmetik ameliyatta hayatını kaybettiğine örnek gösterip cerrahi müdahaleye izin vermedi. Şöhretli rapçi doğum ve bebeklerin resimlerinin yayınlanmasına şiddetle karşı çıktı, ilk çocuğunun resimlerini ticari amaçla sattırmayacağını söyledi. Acılı bir erken doğum geçirmesine rağmen Kim, Prens William’ın eşi Kate Middleton’ın kendisinden önce doğum yaparak ‘Kraliyet bebeği’nin tüm dikkatleri üzerine çekeceği kaygısından kurtuldu. Buckingham Sarayı bir açıklama yaparak Düşes Kate’in doğum sonrası resimlerinin satışa çıkarılmayacağını bildirdi. İngiltere ‘’Perakende Araştırmalar Merkezi’’ (CRR) ne göre Middleton’ın Temmuz ortasındaki doğumu bebek emziği dahil kitap, DVD satışları, oyuncak, tişört, kahve bardağı ve içki satışlarının katlanmasına sebep olacak. İngilizler şimdiden 3 milyon şişe şampanya ısmarladılar. Perakende satışları 400 milyon dolara ulaşarak ekonomiye önemli katkıda bulunacak (Hürriyet internet sitesinden alınmıştır.)
600 MİLYON DOLARLIK ELMASLARI AÇIKTA UNUTTULAR (NEW YORK – POSTA 212) New York JFK Havalimanı’nda bir gümrük görevlisi geçen hafta uçağın inişinden bir saat sonra hasar görmüş bir kargo kutusunu fark etti. Kutu mühürlü olsa da, altında birkaç santimlik bir delik vardı ve içindeki paketler görünür durumdaydı. Kutunun içinde, New York’taki kuyumculara gönderilen 600 milyon dolar değerinde elmas vardı.
» ELİNİ SOK ELMASLARI AL
Emniyet görevlileri ve kargo şirketi SwissPort’un temsilcileri, kutuyu açmak üzere güvenli bir yere taşıdılar ve burada yetkililer kutunun içeriğini gümrük manifestosuyla kıyaslayarak eksik olup olmadığını belirlemeye çalıştılar. Kutunun içinden hiçbir şeyin çalınmamış ya da kaybolmamış olduğu ortaya çıktı. Yakın zamanda yapılan nakit para hırsızlığında, hırsızlar kutuyu delmek için bir yük kaldırma aracını kullanmışlardı. Ancak bu kez kutunun eski ve yıpranmış olduğu için delindiği tahmin ediliyor. Ayrıca nakit paranın çalındığı, aradan iki gün geçtikten sonra fark edilmişti. Zürih merkezli SwissPort International Ltd. şirketi, müşteri portföyündeki 650 şirket için, 37 ülkedeki 180 havalimanı arasında yılda 3,5 milyon ton kargo taşıması yapıyor. Çalınan para kutusunun ve elmasların JFK Havalimanı’na Swiss Havayolları tarafından, Zürih’ten getirildiği açıklandı.
4
Gündem
3 Temmuz 2013 Çarşamba
NY’DE BAŞKAN ADAYI PATLAMASI YAŞANIYOR
TEKSAS’TA 500’ÜNCÜ İDAM (TEKSAS – POSTA 212) 52 yaşındaki Kimberly McCarthy, 1997 yılında komşusunu öldürdüğü için idam cezası almıştı. O yıllarda bir huzurevinde hemşire olarak görev yapan ve kokain bağımlısı olan McCarthy, 71 yaşındaki emekli profesör Dororty Booth’u evinde öldürdükten sonra, nikah yüzüğünü alabilmek için Booth’un parmağını bıçakla kesmişti. Teksas eyaleti yasaları gereğince Çarşamba günü zehirli iğneyle infaz edilen McCarthy, ABD’de son üç yıl içerisinde idam edilen ilk kadın mahkum olurken, 31 yıl içerisinde idam edilen 500’üncü kişi oldu. Kadın idam mahkumlarının sayısı erkeklere orana çok daha azken, McCarthy, Teksas’taki 4’uncu, ABD genelinde ise 13’uncu idam edilen kadın oldu.
» PROTESTO ETTİLER
ABD’de idam cezasının yasal olduğu 32 eyaletten biri olan Teksas’ta, McCarthy’nin infaz edilmesinin ardından protestolar yapıldı. İdamın gerçekleştiği hapishanenin önünde 40’a yakın gösterici bir araya gelerek “ 500’üncü idamı protesto et!” ve “Bütün idamlara son ver” diye slogan attılar. McCarty’nin idam edilen 500’üncü kişi olmasından öte, Teksas eyaletinde adaletin ne kadar sağlandığı konusunda ciddi şüpheleri olduğunu belirten göstericilerden Ranall Browning, “ 500’üncü idam olmasının hiç bir önemi yok, bu tamamen kişisel bir konu” diye konuştu. Çarşamba akşamı kanına zehir enjekte edieln McCarty’nin, Teksas hapishane memurları tarafından 20 dakika sonra öldüğü anons edildi.
» “ANLAMSIZ VE VAHŞİ BİR UYGULAMA”
Son konuşmasında, 500’üncü idam edilen kişi olması veya yıllar önce öldürdüğü Booth ile ilgili her hangi bir açıklama yapmayan McCarty şunları söyledi: “Bu bir yenilgi değil. Bu bir zafer. Nereye gittimi biliyorsunuz. İsa ile birlikte olmak için eve gidiyorum. İnancınızı koruyun. Hepinizi seviyorum.” İdamın ardından Booth’un kızı Donna Aldred, yıllar önce kaybettiği annesinin inanılmaz bir insan olduğunu ve aralarından çok erken ayrıldığını söyledi. McCarthy’nin avukatı Maurie Levin,”Bu anlamsız ve vahşi uygulamanın ortadan kalktığı günü dört gözle bekliyorum. Bu tarz uygulamalarını medeni toplumlarda yeri yoktur” diye konuştu.
New York Belediye Başkanlığı için 22 aday yarışacak. 5 Kasım’da yapılacak seçimlerde en şanslı Demokrat Parti adayı görünüyor (ZAMAN – AMERİKA) New York Şehri (NYC) Belediye Başkanlığı, ABD Başkanlığı’ndan sonra Amerikan siyasetinde en prestijli makamlardan biri olarak kabul edilir. 5 Kasım’da yapılacak seçimlerde Demokrat Parti adayının bu koltuğu kazanacağına kesin gözüyle bakılıyor. Şu an 22 aday belediye başkanlığı makamı için yarışacak. Demokrat Parti’nin belediye başkan adayı 10 Eylül’de yapılacak olan parti ön seçiminde belirlenecek. Bu ön seçimden galip çıkacak adayın büyük olasılıkla New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg’den boşalacak koltuğun yeni sahibi olacak. Kasım ayının ilk haftasında yapılacak olan seçimlerle ilgili anketlere göre bugün favori isim hali hazırda Belediye Meclis Başkanı olan Christine Quinn. Quinn dışında belediye başkanlığına aday isimler arasında eski federal milletvekili Anthony Weiner, Porto Riko asıllı Adolfo Carrion Jr, Yunan asıllı John Catsimatidis, Joseph Lhota, George McDonald, Sal Albanese, Tayvan asıllı John Liu ile Bill Thompson ilk dikkat çeken isimler.
» EN ŞANSLI ADAY
Son anketlere göre 2014 yılının ocak ayında NYC Belediye Başkanlığı görevini Michael Bloomberg’den devralmaya en yakın isim Quinn. Cinsel tercihi nedeniyle muhafazakar çevreler tarafından eleştirilen Quinn, Bloomberg sonrası için ‘nerede kaldıysak oradan devam edeceğiz’ diyerek hem şehir yönetim tecrübesine vurgu yapıyor hem de kentin sahiplerini(!) ürküten açıklamalardan kaçınıyor. Yürüttüğü Şehir Meclis Başkanlığı görevi süresince yerel siyasette oldukça deneyim kazanan Quinn, NYC’nin de sorunlarını yakından bilen bir isim. 2009 yılından itibaren Bloomberg ile daha yakın ve birçoklarına göre ‘çok uyumlu’ çalışan Quinn’e milyarder Belediye Başkanı’nın destek vermesi de bekleniyor.
» SUÇ ORANI DÜŞTÜ
Eski Genelkurmay Başkan Yardımcısına soruşturma açıldı (NEW YORK – POSTA 212) Amerika Genelkurmay Eski Başkan Yardımcısı James Cartwright hakkında, İran’ın nükleer tesislerine düzenlenen siber saldırıyı basına sızdırdığı şüphesiyle soruşturma açıldı. Amerikan medyasında yer alan haberler göre emekli Orgeneral James Cartwright hakkındaki soruşturmayı Adalet Bakanlığı yürütüyor. Cartwright’ın gazetecilere gizli olarak geliştirilen Stuxnet virüsü hakkında bilgi veren kişi olduğu sanılıyor. Washington Post gazetesi, Stuxnet’in, “Olimpiyat Oyunları” adlı operasyonun bir parçası olduğunu, bu programın da Başkan George W. Bush döneminde başlatıldığını yazmıştı. New York Times gazetesi de, geçen yıl, bu operasyonu James Cartwright’ın yürüttüğünü öne sürmüştü. İran hükümeti, 2010 yılı Kasım ayında bir virüs nedeniyle nükleer tesislerindeki uranyum zenginleştirme işlemlerinin durduğunu açıklamıştı. Kongre üyeleri Stuxnet’le ilgili bilgiyi kimin sızdırdığının bulunmasını istemiş, Başkan Barack Obama da bilgi sızdıranlara hoşgörülü davranılmayacağını söylemişti. Ancak bazı Cumhuriyetçiler, seçim sırasında Başkan Barack Obama’nın ulusal güvenliğe verdiği önemi göstermek için bu gizli bilginin kasıtlı olarak sızdırıldığını iddia ediyor.
Quinn, tartışmalı uygulamaları ile tepki çeken New York Polis Departmanı (NYPD) Müdürü Raymond Kelly’i başarılı buluyor. Nedeni ise, NYC’nin bugüne kadar suç oranında geçen yıllara oranla büyük düşüş yaşaması. “Belediye başkanı olursam benimle de aynı görevde çalışması için teklifte bulunacağım. Sayın Kelly, kabul ederse onur duyarım” diyen Quinn, NYPD’nin Müslümanları gizlice takip ederek fişlediği programı da savunuyor. “Bu uygulama, herkesin güvenliği için gerekli ve yasalara da aykırı olduğunu düşünmüyorum” diyen Quinn, insan hakları örgütlerinin tepkisini çeken uygulamayı başkan olduğu takdirde devam ettireceğini söylüyor. Siyahlar ile Latin Amerikalıların büyük tepkisine neden olan ‘Durdur ve Ara’ (Stop and Frisk) için ise Quinn, “Anayasa’ya uygun olup olmadığını söylemiyorum ancak her güvenlik kontrolünün de anayasaya uygun olduğu savunulamaz” diyor. Kolunda çift saat ile dolaşan ve aşırı hırslı olduğu yolunda eleştiriler alan Quinn, belediye başkanı olması durumunda özellikle küçük ve lokal işletmelerin şehirde daha fazla kurulması için özel çaba sarf edeceği sözü veriyor. CUNY Üniversitesi’nde etnik medya mensuplarının sorularını yanıtlayan Quinn, kendisini de sıkı bir Demokrat olarak tanımlıyor. Kamuoyu yoklamalarında rahat bir seçim kazanacağı öngörülen Quinn, 46 yaşında ve New York doğumlu.
» ŞANSI ARTAN ESKİ VEKİL
Kişisel Twitter hesabında yayınladığı uygunsuz fotoğraflar yüzünden federal milletvekilliği görevinden istifa etmek zorunda kalan Anthony Weiner, siyasi tecrübesi ve
önemli isimlere yakınlığı ile yarıştaki şansını giderek artırıyor. Geçtiğimiz haftaya kadar anketlerde yüzde 12-15 oranında oy alacağı tahmin edilen Weiner’a iyi haber NBC ile Wall Street Journal’ın (WSJ) ortaklaşa yaptığı kamuoyu yoklamasından geldi. Ankete göre Weiner, yarışın favorisi Quinn karşısında sadece 5 puan geride. Anket bugün seçim olsa NYC seçmeninin yüzde 25’inin oyunu Weiner’a vereceğini öngörüyor. Belediye başkanlığının kariyeri içn çok önemli olduğunu belirten Weiner, yarışa girme nedenini de ‘işsizim ve işe ihtiyacım’ var diye izah etti. New York’daki etnik medyanın, şehir yönetimi tarafından basına verilen reklam pastasından pay alamadığı yönündeki bir soruya Weiner, “Ben gazetecilerin siyasilerle parasal konulara girmelerini doğru bulmuyorum. Böyle birşeyi başkanlığım döneminde yapmam” diye çıkıştı.
John Catsimatidis
Bill Thompson
John Liu
» CAMİ ÖNLERİNE KAMERA
NYPD’nin Müslümanları fişlemesini ise Weiner, “Basından okuduğum kadarı ile konuyla ilgili bilgim var. Yasalara uygun yürütüldüğüne inanıyorum. Birilerinin peşine ajan takılması şahsen beni rahatsız ediyor. Ancak bu halkın güvenliği için gerekli ise bunun yapılması taraftarıyım” dedi. Weiner, cami önlerine NYPD tarafından kamera yerleştirildiğinin hatırlatılması üzerine, “Bunun mahkeme kararı ile yapıldığını düşünüyorum” diye konuştu. NYC’deki okullarda ‘helal’ yemek ve Müslümanların dini bayramlarında öğrencilere tatil verilmesini desteklediğini belirten We-
» KORKUSUZ ADAY
Joshep Lhota
George Mcdonald
George Mcdonald
Christina Quin
iner, “Benim oğlumun annesi de bir Müslüman” dedi. Çocukların okulda beslenme alışkanlıklarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini savunan Weiner, sağlıksız olan tüm yiyeceklerin menüden çıkarılması gerektiğini dile getirdi. “Manhattan’da 14 milyon dolar değerinde bir evde oturan ile Queens’te bir ailenin iki odalı evi için aynı vergi miktarı ödemesi savunulacak gibi birşey değil” diyor. NYC’nin sağlık sisteminden eğitim alanına kadar birçok alanda yeni planlar sunan Weiner, “Belediye, sağlık hizmetleri için yılda 15 milyar dolar harcıyor. Sandy kasırgasından sonra şehir 2 bin yatak kaybı yaşadı ve bunun yerine henüz yenileri inşa edilmedi. Ben 15 milyar dolar daha hesaplı ve planlı harcanırsa bu zararın kısa sürede telafi edileceğini düşünüyorum” dedi. Weiner, 1964 doğumlu. John Liu’nun hayat hikayesi, bir çok Amerikalı’nın Tayvan versiyonu. 5 yaşında iken ailesi ile New York’a Tayvan’dan gelen Liu annesinin iş yerinde ucuz işçi çalıştırması yüzünden eleştiriliyor. 2009 yılında Şehir Başmüfettişliği seçimlerini kazanan Liu, şimdi de belediye başkanlığı için ter döküyor. Liu, kazanma şansı için ise, “Çok diblerdeyim ama bunu tersine çevirmek için hala vaktim var” diyor. Liu, Bloomberg’in şehirde kontratı dolan birçok inşaat şirketi ile kontrat yenilememesini de ‘siyasi hesap’ diye yorumluyor.
New York’un Amerika’nın en büyük dört büyük bankası tarafından parsellenip satıldığını savunan Liu, başkan seçilmesi durumunda kimseye şehri peşkeş çekmeyeceğini vaat ediyor. Seçim kampanyasında usulsüzlük yaptığı gerekçesi ile hakkında açılan soruşturmayı ise, “birileri yarışta olmamı istemiyor” sözleriyle izah etmeye çalışıyor. Liu için bu soruşturma büyük hayal kırıklılığı olurken geçtiğimiz hafta genç belediye başkan adayını sevindiren bir gelişme yaşandı. NYC’deki en büyük sendikalardan biri olan İşçi Sendikası, seçimlerde Liu için oy kullanacaklarını açıkladı. Liu’nın dediği gibi şu an kazanma şansı çok az görülse de seçim sandığının ortaya geldiği ana kadar daha köprünün altından çok su akacak gibi görünüyor. Liu, 1967 doğumlu.
» PORTA RİKOLU ADAY
Porto Riko kökenli olan Adolfo Carrion, 8 yıl boyunca Bronx Borough başkanlığını yürütmüş bir isim. Türkiye’de karşılığı olmayan bu makamın daha çok sosyal yardım ihtiyacı olan kişilerin belirlenmesi ve büyükşehir belediyesine bildirilmesi, toplumda aksayan yönerin ilgili makamlara iletilmesi gibi görevleri bulunuyor. Carrion Bronx Borough başkanlığına 2002 yılında seçildi ve 2009 sonunda görevini devretti. Daha önce kariyerinde papazlık ve ilkokul öğretmenliği de bulunan Carrion, NYPD polisinin Müslümanları izlemesini, “Mahkemeye intikal etmiş bir konu, sonucuna bakıp ona göre davranmak gerek” diye yorumluyor. Belediye Başkanı olması durumunda programı kaldırıp kaldırmayacağı sorusuna ise, “Bu, mahkemenin kararına bağlı” diye cevaplıyor.
» POLİS HALK ELELE
Polisin sokakta halk ile el ele olmasını, memurların yaşadıkları çevrede insanların sevgisini ve dostluğunu kazanmasının şart olduğunu belirten Carrion, “Ancak bugün şehrimizde polisin halkla el ele olmak yerine toplumdan ayrışmış olduğunu görüyoruz. ‘Durdur ve Ara’ farklı etnik gruplarda bu kadar tepkiye neden oluyorsa yeniden gözden geçirilmeli, düzenlenmeli” diye konuştu. New York’ta kendisine tanınan yetkiyle polis, şüphelendiği şahısları durdurup araçlarında ya da kişinin üzerinde arama yapabiliyor. Siyahlar ile Latin Amerikalıların bu uygulamaya tepkili olmasının nedeni ise polisin bugüne kadar durdurup aradığı her yüz kişiden yaklaşık 85’inin siyahi veya Latin Amerik asıllı olması. Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA) telefon dinleme ile internetten gizli takibini kamuoyuna sızdıran Edward Snowden için Carrion’un çıkışı da ilginç. Snowden’i ‘kahraman’ ya da ‘hain’ diye değerlendirmeden önce bu bilgelere nasıl ulaştığının araştırılması gerektiğini savunuyor. Porto Riko kökenli belediye başkan aday adayı Carrion konuyla ilgili şunları söyledi: “Snowden’in yaptığınıın yasa dışı olup olmadığı bir tarafa kişilerin gizlice dinlenmesi, haklarında dosya oluşturup sonra onların aleyhinde kullanılması Amerikan tarihinde birçok defa yaşanmış kötü tecrübelerdendir. Federal Araştırma Bürosu’nun (FBI) Marthin Luther King’i de gizlice dinleyip sonra onun hakkında tuttuğu dosyayı nasıl çirkin şekilde kullandığı bir gerçek. Bence devlet bu tür kötü olayların önüne geçebilmek için daha şeffaf olmaya çalışmalı.” Demokrat kökenden gelen Carrion, belediye başkanlığı seçimine bağımsız aday olarak katılacak. Yarışı kazanma şansını Latin Amerikalılar ile Afrika-Amerikalılara bağladığı görülen Carrion, 1961 doğumlu. Zaman Amerika’dan alınmıştır.
Ekonomi
3 Temmuz 2013 Çarşamba
5
ABD’nin dünya ekonomisi lideri olmasının 10 nedeni
ABD uzun yıllardır dünya ekonomisinin lideri olmayı sürdürüyor. U.S.Trust Piyasa Stratejileri Müdürü Joseph Quinlan, ABD’nin önümüzdeki yıllar boyunca da dünya ekonomisinin lideri olmayı sürdüreceğini açıkladı
(NEW YORK – POSTA 212) U.S. Trust Piyasa Stratejileri Müdürü Joseph Quinlan, ABD’nin neden uzun yıllar boyunca dünya ekonomisinin lideri olmaya devam edeceğini açıkladı. Quinlan raporuna göre, ABD ekonomisin doğru bir şekilde işlediğini ispatlayan 10 neden şöyle: ABD dünyadaki en büyük ve üretken ekonomiye sahip. ABD, dünya nüfusunun yüzde 4,5’ine sahip olmakla birlikte dünya GDP’sinin beşte birini elinde tutuyor. Amerikan ekonomisi yaklaşık olarak Çin’in elinde bulundurduğu dolarların iki katına sahip. ABD ürün imalatı kapsamında dünyayı yönetiyor ve 2010 yılından itibaren 500 bin kişiye istihdam sağlandı. Ürün ve servis alanında ABD dünyanın en güçlü ihracatçıları arasında. İhracat alanından 2009 yılından itibaren neredeyse yüzde 40’lik bir artış yaşanırken, ülke sadece 2012 yılında 2,2 trilyonluk ihracat yaptı. Yabancı yatırımcılar hala ABD’yi seviyorlar. Krizden sonra yatırımcıların yeni adresleri arasında Çin büyük bir yer kaplarken, ABD hala gözde yatırım ülkelerinden biri olmaya devam ediyor. En önemli küresel markalara ABD sahip. 2008 yılında dünyanın en iyi 10 markasından 8 tanesini Amerikan markalarının oluşturduğu söylenmişti. ABD teknoloji alanında dünya lideri. ABD en büyük sosyal meyda aktörlerine ev sahipliği yapıyor. Dünyanın en iyi üniversiteleri ABD’de. Quacquarelli Symonds’un yaptığı dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında ilk 10 üniversitenin 6’sını ABD’deki üniversiteler oluşturuyor. Amerikan doları dünya borsasının belirleyicisi. IMF’e göre, merkez bankasındaki döviz rezervlerini yüzde 62’sini Amerikan doları oluşturuyor. ABD dünyanın en rekabetçi ekonomilerinden birine sahip. Dünya Ekonomi Forumu’nun rekabetçi ekonomiler çerçeveisnden yaptığı bir araştırmaya göre, ABD ekonomisi dünya sıralamada yedinci sırayı alırken, gelecekte listenin başına geçmesi bekleniyor. Amerika şu an bir enerji rönesansının ortasında. Çevre bilimcilere göre, ABD yerli petrol üretimi alanında şu an bir canlanma döneminde.
1
2 3
4 5 6 7 8 9
10
Amerikan ekonomisi durgunluktan çıkamadı Amerikan ekonomisi, yılın ilk çeyreğinde yüzde 1,8 oranında büyüdü. Beklenti ise yüzde 2,4’tü. Ticaret Bakanlığı yılın ilk çeyreğinde 1,8 oranında büyümeye karşın durgunluktan tam olarak çıkılamadığını açıkladı (WASHINGTON – POSTA 212) Amerikan ekonomisi, yılın ilk çeyreğinde yüzde 1,8 oranında büyüdü. Bu rakamın, beklenenden çok daha düşük bir oran olduğu bildirildi. Daha önceki tahminlerde ekonominin ilk çeyrekte yüzde 2,4 oranında büyümesi bekleniyordu. Ticaret Bakanlığı, geçtiğimiz hafta, “Tüketim harcamaları beklenenden düşük oldu. İthalat ve ihracat düştü. Kamu harcamalarında da aynı dönemde ülke çapında düşüş kaydedildi” diye açıklama yaptı. Son rakamlar, Amerika’nın, dört yıl önce girdiği ekonomik durgunluktan hala tam olarak çıkamadığına işaret ediyor.
» İŞSİZLİK AZALIYOR
İşsizlik oranı yüzde 7,6’ya inse de bu, hala Amerika için yüksek bir rakam. Şirketler de ellerinde biriken nakit rezervlerini yatırıma aktarmakta isteksiz davranıyor. Uzmanlar, Amerikan ekonomisinin ikinci çeyrekte yüzde 2 civarında büyümesini, ancak yılın son iki çeyreğinde bu oranın daha hızlı olmasını bekliyor. Amerika Merkez Bankası (FED), ekonomideki yavaş düzelmeyle birlikte, ekonomiyi güçlendirmek için uyguladığı bono ve konut kredisine dayalı tahvil alımını, planladığından önce sona erdirebileceğini açıklamıştı.
6
Ekonomi
3 Temmuz 2013 Çarşamba
TÜRK GIDA ŞİRKETLERİNİN NEW YORK ÇIKARMASI Türkiye’den gıda firmaları ve tanıtım grupları New York’taki Fancy Food Show’da ürünlerini sundu. Türkiye’nin 15 yıldır katıldığı fuara ilginin artması, Amerikan pazarı ile Türk şirketlerinin birbirine ısındığını gösteriyordu
(NEW YORK-POSTA 212) Kuzey Amerika’nın en büyük özel gıda ve içecek fuarı olan Fancy Food Show, New York’ta yapıldı. Bu yıl 80 ülkeden 40 bin katılımcı firmanın bulunduğu fuara Türkiye’den de 46 firma ve dört tanıtım grubu katıldı. 1955 yılından beri düzenlenen fuara 1998’den beri ülke düzeyinde katılan Türkiye, Ege İhracatçı Birlikleri’nin rehberliğinde doğal, sağlıklı ve lezzetli yerli ürünlerinin en iyi örneklerini sundu. Ege İhracatçı Birlikleri Fuarlar ve Tanıtım Şubesi Müdürü Çiğdem Önsal, “Amerikan gıda fuarlarının en büyüklerinden biri olan Fancy Food Show’a ülke olarak 1998 yılından beri katılıyoruz. 10 firmayla başladık, şu anda 46 firma olduk. Amacımız Türk gıda ürünlerini Amerikan pazarına tanıtmak,” dedi. “ Bu yıl fuarın Türkiye bölümünde zeytinyağı, kurutulmuş kayısı ve domates; yaprak sarma, humus gibi yenmeye hazır konserve gıdalar, şekerli ürünler, baharatlar ve şuruplar, meyve suları, organik ve koşer ürünler ön plana çıkarken, dört de tanıtım grubu vardı: Fındık Tanıtım Grubu, Şekerli Mamuller Tanıtım Grubu, Makarna, Bulgur, Hububat ve Bitkisel Yağ Tanıtım Grubu ve Unlu Mamuller Tanıtım Grubu, Amerikan pazarını tanımayı, ilişkiler kurmayı ve bu alanlarda Türkiye’deki potansiyeli pazara tanıtmayı hedefliyordu.
» GELECEK AMBALAJLI ÜRÜNLERDE
Ege İhracatçı Birlikleri Genel Sekreteri Sezmen Alper, “Türkiye’den ‘fancy food’ tarifine uygun, ambalajlı ürünler ABD’de ilgi görmeye başladı. Bu ürünlerin zaten katma değerleri de daha yüksek. Dolayısıyla tüketiciye doğrudan yöneldiğimizde ihracat gelirleri de yükseliyor” dedi. İstanbul İhracatçıları Birliği’nin Genel Sekreteri ve Şekerli Mamuller Tanıtım Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Mete, Türkiye’deki çikolata ve şekerleme sektörünün 200 ülkeye 2,5 milyar dolarlık ihracatı olduğunu, ancak Amerika’ya ihracatın yetersiz düzeyde kaldığını söyledi. Mete, “ Daha iyi mal satmaya, daha güzel yerlerde olmaya çalışıyoruz. Türk ürünleri bugün kendini dünyada kalitesiyle, teknolojisiyle, fiyatıyla ispat etti. Sadece Türkiye’nin ismi çok bilindik olmadığı için, öne çıkamıyoruz. Bu Ege tanıtım grupİhracatçılar ları vasıtasıyBirliği Başkanı la bu engeli Mustafa Türkmenoğlu, aşmaya ça‘Amerika’daki lışıyoruz” pazar payımızı diye koartıracağız’ dedi. nuştu.
TÜRKİYE’NİN İLK
500 FİRMASI Fortune Dergisi Türkiye’nin ilk 500 firmasını açıkladı. Listede Tüpraş ilk sırada yer alırken, OVM Petrol Ofisi ikinci, Türkiye Elektrik Dağıtımı üçüncü oldu (İSTANBUL - ANKA) Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin belirlendiği “Fourtune 500 Türkiye” 2012 listesinde Tüpraş, 47 milyar 100 milyon TL net satış geliriyle ilk sırada yer aldı. Tüpraş’ı, 20.2 milyar TL net satış geliriyle OMV Petrol Ofisi ikinci, 17.1 milyar TL net satış geliriyle Türkiye Elektrik Dağıtım üçüncü sırada izledi.
oranda feragat ederek net satış gelirlerini artırabildiklerine dikkat çekildi.
» İHRACAT ŞAMPİYONU THY
» ŞİRKET SAYISI YÜKSELDİ
Fortune 500 şirketlerinin net kârı yüzde 26.5 artarak 31 milyar 532 milyon TL’ye yükseldi. Esas faaliyet kârı gerilerken, net kâr artışında faizlerin düşmesi ile gerileyen finansman giderleri ve faaliyet dışı gelirler etkili oldu. Listede, 1 milyar TL’nin üzerinde satış gelirine sahip şirket sayısı 2012 yılında artış gösterdi. Buna göre, 1 milyar TL’nin üzerinde satış gelirine sahip şirket sayısı 107’den 111’e yükseldi. Zarar açıklayan şirket sayısı 106’dan 63’e geriledi. Fortune 500 Türkiye’nin istihdamı ise geçen yıl yaklaşık 56 bin kişi arttı.
» İHRACAT YERİNDE SAYDI
Fortune 500 şirketlerinin toplam ihracatı geçen yıl, bir önceki yıla kıyasla yüzde 1.2 artarak 135 milyar 52 milyon TL’ye çıktı. 2011 yılında Fortune 500 şirketlerinin ihracatı, bir önceki yıla göre yüzde 39.4 artmıştı. Türki-
tedir. Bu da ihracatın tabana yayıldığını gösteriyor” ifadelerini kullanmıştı. Benzer bir durum Fortune 500 şirketlerini kendi içerisinde sınıfladığımızda da ortaya çıktığı gözlendi. Fortune 500 içerisinde yer alan ilk 100 şirketin 2011 yılında yüzde 70 olan toplam satışlardan aldığı pay, 2012 yılında yüzde 71.3’e çıkarken, ihracattan aldığı pay yüzde 67.4’ten yüzde 65.2’ye geriledi. Toplam ihracat, yüzde 1.2 artarken , ilk 100 şirketin ihracatı yüzde 2 düşerek 88 milyar 69 milyon TL’ye geriledi.
» ZARAR AÇIKLAYAN AZALDI
ye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, 2012 yılında Türkiye’nin toplam ihracatı yüzde 13.2 artarak 152.5 milyar dolara çıkarken, ilk binde yer alan şirketlerin ihracatı yüzde 1 arttı. TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, “İlk bin ihracatçı firma araştırması” sonuçlarını açıkladığı basın toplantısında, “Bu artış oranı ihracattaki genel artış oranı ile kıyaslandığında ağırlıklı olarak ilk bin harici firmaların ihracatında gelişim olduğu gözlemlenmek-
İhracat artışının hız kesmesine rağmen, 2012 yılında Fortune 500 şirketlerinin net kârında ciddi bir sıçrama yaşanması dikkat çekti. 2011 yılında 24 milyar 932 milyon TL olan Fortune 500 şirketlerinin net kârı, 2012 yılında yüzde 26.5 artarak 31 milyar 532 milyon TL’ye yükseldi. 437 şirketin kâr açıkladığı 2012 yılında, zarar açıklayan şirket sayısı ise 63’e geriledi. 2011 yılında ise 106 şirket zarar açıklamıştı. Kârdaki sıçramanın nereden geldiğine bakıldığında, esas faaliyetlerden sağlanmadığı gözlendi. 2011 yılında 40.6 milyar TL olan Fortune 500 şirketlerinin esas faaliyet kârı, 2012 yılında yüzde 12.6 gerileyerek 35.4 milyar TL’ye düştü. Net satışlarını artırmada önemli bir başarı yakalayan Fortune 500 şirketleri, maliyetlerdeki artış sonucunda esas faaliyet kârlarında düşüş izlenirken, şirketlerin bir anlamda kâr marjlarından önemli
Fortune 500’e göre, küresel kriz sürecinde dünyada birçok havayolu şirketi krize girmesine rağman, Türk Hava Yolları, yükselişini sürdürüyor. Geçen yıl net satışlarını yüzde 26.2 artırarak 14 milyar 909 milyon TL’ye çıkartan Fortune 500 listesine bir sıra yükselerek beşinci sırada girdi. THY’nin asıl başarısı ise yurtdışı satışlarından geldi. 2008 yılında çıktığı ihracat şampiyonluğu tahtını, dördüncü yılında da kimseye bırakmadı. 2012 yılında ihracat gelirlerini yüzde 11.8 artırarak 12 milyar 644 milyon TL’ye çıkaran Türk Hava Yolları, böylece Fortune 500 şirketlerinin en çok ihracat yapan şirketi unvanını koru-
du. Her yıl olduğu gibi bu yıl da dışarıya hizmet satışı yapan THY’nin bu satıştan elde ettiği döviz geliri, bir mal ihracı olmamasıyla ihracat kapsamında değerlendirilmiyor ve bu nedenle Türkiye İhracatçı Meclisi verilerine yansımıyor.
» WAL MART’I ANCAK YAKALIYOR
Listede, 10 milyar TL’nin üzerinde satış gelirine sahip şirket sayısında da artış ya-
Fortune Finans Editörü Kenan Şanlı’nın analizine göre, Türkiye ekonomisi geçen yıl yumuşak inişi başaramadı. Böylelikle geçen yıl elde edilen bu sonuçların, şirketlerin bilançolarına da olumsuz yansıdığı, ancak olumsuzluğun aynı sertlikte olmadığı araştırmada ortaya çıktı. Türkiye ekonomisinde GSYH büyümesindeki sert frene rağmen Fortune 500 şirketlerinin net satışları, 2012 yılında yüzde 11.2 artarak 614 milyar 977 milyon TL’ye yükseldi.
Amerika’da ev fiyatları son aylardaki yükselişini devam ettiriyor. Uzmanlar, fiyatlardaki yükselişe yeni ev inşaatlarının azlığı ve arz eksikliğinin neden olduğunu söylüyor harcamalarının yolaçtığı yavaşlamayı dengeleyerek, ekonomiyi hızlandırabilir. Ulusal Emlakçılar Birliği Baş Ekonomisti Lawrence Yun da bu görüşte: “Ev fiyatları arttığında, bireyler kendilerini daha fazla güvencede hissediyor ve daha fazla harcama yapıyor. Bu da ekonomi için olumlu bir gelişme. Fiyatlardaki artış, arz eksikliğinden kaynaklanıyor. Kredi faizleri rekor düzeyde düşük olsa da, Lawrence Yun, yeni ev inşaatlarının az olduğunu söylüyor: “İnşaat kredisi almak çok zor, bu yüzden de borsaya kayıtlı olan büyük müteahhitlik firmaları bankadan kredi almak yerine, tahvil ve hisse se-
nedi çıkararak, para topluyor. Küçük firmalarınsa böyle bir şansı olmadığından, kredi alamıyor ve yeni inşaat başlatamıyorlar.” Tüm dünyayı etkileyen son mali kriz, Amerika’daki konut piyasasının çökmesiyle başladı. Konut piyasasındaki düzelme, bu nedenle büyük önem taşıyor. Ancak İşletme Ekonomisi Ulusal Birliği’nden Ken Simonson’a göre, bazı tüketiciler hala kaygılı: “Özellikle ilk kez ev almayı düşünenler, geçmişte yaşananları dikkate alıyor. Kriz sırasında, aldıkları evleri satamayan ve kredi borçlarını ödeyemedikleri için evlerine haciz gelenlerin yaşadıkları unutulmuş değil. Bu yüzden de alıcılar şim-
» ÇALIŞAN SAYISI ARTTI
Fortune 500 şirketleri, 2012 yılında çalışan sayısını artırdı. 2011 yılında 918 bin 720 olan Fortune 500 şirketlerinde çalışan sayısı, geçen yıl 55 bin 934 artarak 974 bin 654’e çıktı. Küresel krizin en sert yaşandığı ve faturanın çalışanlara çıkarıldığı 2009 yılı baz alınarak bakıldığında ise çalışan sayısının 212 bin 63 arttığı görüldü.
EKONOMİDE YÜZDE 2.2 DÜŞÜK BÜYÜME ŞİRKETLERİN BİLANÇOLARINA YANSIDI
Ev fiyatları yükseliyor (WASHINGTON -POSTA 212) Amerika’da ev fiyatları son aylardaki yükselişini devam ettiriyor. Standard & Poors ile Case Schiller tarafından hazırlanan endekse göre, 20 büyük kentten 12’sinde, ev fiyatları nisan ayında iki haneli rakamlarla artış gösterdi. Uzmanlar, ev arzının düşük olması nedeniyle fiyatların artmaya devam edeceğini söylerken, zorlaştırılan kredi koşullarının ve yükselmeye başlayan faiz oranlarının konut piyasasındaki düzelmeyi engelleyeceği görüşünde. Ev fiyatları geçen yıldan buyana yüzde 12’nin üzerinde arttı. Bu artış yüksek vergi ve azalan kamu
şandı. 2010 listesinde yedi şirket 10 milyar TL’nin üzerinde satış gelirine sahip olurken, 2011 yılında bu sayı dokuza, 2012 yılında ise 13’e çıktı. Bu anlamda Türk şirketlerinin önemli bir büyüme sürecinde olduğunun söylenebileceği, ancak küresel ölçekte bakıldığında durum o kadar da parlak olmadığı belirtildi. Buna göre Fortune 500 ABD listesinin zirvesinde yer alan Wal-Mart Stores 469 milyar 162 milyon dolar, ikinci sıradaki Exxon Mobil 449 milyar 886 milyon dolar, üçüncü saradaki Chevron ise 233 milyar 899 milyon dolar net satış gelirine sahip. Merkez Bankası 2012 ortalama dolar kurunu (1,7924 TL) baz alarak yapılan hesaplamaya göre, Fortune 500 Türkiye’nin toplam satışları 343 milyar 102 milyon dolar. Bu tabloya göre Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin net satışlarının toplamı WalMart Stores’un yüzde 73’ünü ancak yakalayabiliyor. Bu tabloda Fortune 500 Türkiye şirketlerinin tamamı Fortune 500 ABD listesine ancak üçüncü sırada girebiliyor.
dilerde çok daha dikkatli davranıyor.” Bazı uzmanlar, zor kredi koşullarıyla yükselen faiz oranlarının konut piyasasındaki düzelmeyi durduracağı görüşünde. Ancak müteahhitler bu konuda daha umutlu. Ulusal İnşaatçılar Birliği’nin son güven endeksi son yedi yılın en yüksek seviyesinde. Bu da daha fazla inşaat projesi ve daha fazla istihdam olacağı şeklinde yorumlanıyor.
Ekonomide GSYH büyümesinin yüzde 8.8 olduğu 2011 yılında, Fortune 500 şirketlerinin net satışlarındaki büyümenin yüzde 22.2 olduğu göz önüne alındığında, 2012 yılında Fortune 500 şirketlerinin büyümesinin, Türkiye ekonomisinde ortaya çıkan oranda hız kesmediği daha net olarak ortaya çıktı. Başka bir ifadeyle, 2011 yılında Fortune 500 Türkiye şirketleri, Türkiye’nin GSYH büyümesinin 2.5 katı, geçen yıl ise 5 katı bir büyüme yakaladı.
Ekonomi Finans
7
3 Temmuz 2013 Çarşamba
FED hasar kontrol modunda Dünya’nın en güçlü merkez bankası FED geçen hafta yaptığı toplantıda parasal genişleme programının hızını azaltacağını ve 2014 yılının ortasında ise tamamen bitirmeye hazırlandığını açıkladığında global piyasaların küçük bir türbülans yaşamasına neden olmuştu. Hisse senetleri global çapta çok önemli kayıplar yaşarken, ABD’de 30 yıllık sabit oranlı mortgage faizleri bir hafta içinde baş döndürücü bir şekilde yüzde 3.9’dan yüzde 4.5’lere kadar geldi. Dolar birçok para birimi karşısında değer kazandı. Tahmin edilen bu reaksiyonlardan sonra FED bu haftayı kendini daha net bir şekilde anlatmaya ayırdı. Yatırımcıların ve piyasaların tedirginliğini biraz olsun hafifletmek çabasında olan bazı FED yetkilileri, piyasaların FED’in geçen haftaki kararına verdiği tepkinin aşırı olduğunu söylemek zorunda kaldılar. Aslında geçen haftaki FED toplantısından sonra yapılan açıklamalara ilk tepkiyi St. Louis FED Başkanı James Bullard verdi. FED’in parasal genişleme programında yapmayı planladığı değişikliğin zamanlamasının uygun olmadığını belirten Bullard, programda değişiklik yapmadan önce ekonominin istenen düzeye geldiğini görmek için daha somut verileri görmenin gerekliliğini vurguladı. Hem enflasyon hem de büyüme oranları hedeflenen seviyelerden uzak. Hafta içinde açıklanan ilk çeyrek büyüme oranı yüzde 2.4’ten 1.8 olarak revize edilince FED’in herhangi bir değişliklik yapmak için biraz daha temkinli davranacağını düşünebiliriz. FED’in güçlü isimlerinden New York FED Başkanı William C. Dudley’de parasal kısıtlamaya gitmeden önce finansal sistemin buna hazır olması gerektiğini söyleyerek fazla acele edilmemesi gerektigi ve ekonomik şartlar elvermediği takdirde bono alım programının devam edebileceğini ve parasal genişleme yani QE’nin takvimlere değil ekonomik gelişmelere bağlı olarak değişeceğini de sözlerine ekledi. Ancak FED’in içinden gelen yorumlar tabiki hep aynı yönde değil.Yani bazı Fed görevlileri programın sona erdirilmesi gerektiğini ancak bunun kademeli bir şekilde olması taraftarı olduklarını söylediler. Dallas FED Başkanı Richard W. Fisher bu görüşü savunanlar-
ESEN ÜNAL
esenun@gmail.com
WALL STREET RAPORU dan biri.FED’in faiz oranlarını ultra düşük bir seviyede tutma sebeplerinden biri emlak piyasasını desteklemekti. Ev fiyatları ve satışları ile ilgili son veriler FED’in amacına ulaşmakta olduğunu göstermekte. Ancak 10 yıllık hazine bonolarında faiz oranlarının mayıs ayında yüzde 1.63 iken bu hafta 2.61’e kadar çıkması piyasaların ne kadar tedirgin olduğunu göstermektedir. Hatta cuma günü bir başka bölgesel FED yöneticisi alım programlarında azaltmaya eylül ayında başlanabileceği yorumunu yapınca piyasalar, tahmin edilebileceği gibi ,negatif reaksiyon gösterdi. Uzun dönemli bonoların faizlerinin artması aslında arzu edilmesi gereken birşey.Çünkü piyasaların suni ortamdan çıkıp normalleşmeye başladığını gösterir.Ancak şu andaki ortamda nasıl sonuçlar verebileceğini üç gün süren türbülansla gördük.Bono faizlerindeki bu artiş ev almayi düşünen insanlari mutlaka etkileyecektir.Gayrimenkul piyasası bu sene ekonomiyi canlı tutan önemli birkaç ayaktan biri oldu. Eğer piyasalar FED’in gerçekten planında ısrarcı olduğunu hissederse yılın ikinci yarısında aynı olumlu katkıyı sağlamayabilir. Ayrıca ilk üç aya ait büyüme rakamlarına baktığımız zaman FED’in gaz pedalından ayağını çekmeden biraz daha düşünmesinde yarar var. Bunun yanında finansal piyasaların, sistemin yalnız para politikalarına ve FED’in çabalarına bağlı olarak yaşaması imkansız. Son yıllara baktığımız zaman ABD Kongresi bırakın yardım etmeyi, harcamaları kesip vergileri artırarak, ekonomik büyümenin önünde engel oluşturmaktadır. Sıra Kongrede....
» ALTINDA DÜŞÜŞ DEVAM EDİYOR
1971 yılından bugüne en kötü üç ayını ya-
şayan altın fiyatları son üç yılın en düşük seviyesine geriledi.Geçen hafta FED’in bono alım programında küçülmeye gideceğini söylemesinden sonra hızla aşağıya giden altın, haftayı onsu 1223 dolardan ve yüzde 5’ten fazla bir kayıpla kapattı. Son yıllarda merkez bankaları tarafından piyasaya sürülen likiditenin ileride enflasyona yol açacağı endişesiyle yatırımcılar, altına yönelmiş ve altının onsu 2011’de 1920 dolara kadar çıkmıştı. Bu senenin başından beri oldukça kötü bir performans gösteren altın bu hafta gün içinde 1200 doların aşağısına geriledi. Altın piyasalarında limited risk ile pozisyon almak isteyen yatırımcılar opsiyon piyasalarından yararlanabilirler.
» YILIN İKİNCİ YARISINA BAŞLARKEN:
2013’ün başından beri Wall Street ekonomistleri ve analistler tarafindan kabul gören genel kanı global ekonominin yılın ikinci yarısında ivme kazanacağı ve büyüme oranlarının ilk yarıdan daha yüksek olacağıdır. Gerçekten öyle mi? Acaba ekonominin ikinci yarıdaki performansı yatırımcılara ilk 6 ay gibi oldukça iyi getiri fırsatları sunacak kadar güçlü olacak mı? S&P500 endeksi yılbaşından bu yana yüzde 12’nin üzerinde değer kazandı. Dow Jones Endeksi yüzde 15 arttı. Hisse senetleri piyasaları öncü gösterge özelliğini taşıdıkları için yatırımcılara önümüzdeki altı ay için ekonomik gidiş hakkında fikir vermeleri bakımından önemlidir. Geçen hafta FED’in parasal genişleme programında azaltmaya gideceğini belli etmesinden sonra ekonominin nasıl olacağı konusunda ekonomistler,uzmanlar ve stratejistler fikir birliğinden çok uzaktalar. Kimisi ekonominin gerçekten ivme kazanacağına
inanmakta,önemli bir bölümü ise büyümenin ilk yarıdan pek farklı olmadan yüzde 2 civarında büyüyeceğini öngörmekteler. Yılın ilk yarısında hem ücretlilerden kesilen vergilerde artış olmuştu hem de Washington bütçe harcamalarında kısıntıya gitmişti. Bu iki gelişmenin etkilerinin piyasalara yansıması için ikinci yarıyı beklemek gerekiyor ancak şu ana kadar tüketici harcamaları ve tüketici güveni ile ilgili gelen haberler kötü değil. İlk yarıda ekonominin yıldızlarından biri tüketici harcamalari oldu. İkinci yarıda da bu seviyelerde kalmasi beklenmekte. Ekonominin diğer bir parlak noktasını oluşturan gayrimenkul piyasaları beklentilerin üzerinde bir performans gösterdi. Emlak piyasalarındaki iyileşme şüphesiz yılın ikinci yarısında da devam edecektir an-
cak FED’i hesaba kattığımız zaman “ne kadar iyi olacak” sorusuna cevap kolay olmayacak. Kimi ekonomistler tüketici harcamaları ve emlak piyasasındaki canlılığın büyüme oranını yüzde 3’lere çıkarma potansiyeli taşıdığını söylemekte. Ancak Fed’in açıklaması ile yükselişe geçen faiz oranları buna engel olacaktır. Mortgage oranları tarihsel olarak hala çok düşük seviyelerde olsa bile işsizlik oranlarını ve yüzde 1.8’lik ilk çeyrek büyümeyi dikkate alırsak iyimserlerin senaryosunun gerçekleşmesi zor. Sonuç olarak Çin ,Avrupa ve gelişmekte olan ülkelerde kötü bir sürpriz olmazsa ABD ilk yarıdaki performansını devam ettirecek gibi görünüyor. Pozitif olmak güzel ama gerçekler gözardı edilemez. Gelecek hafta, ikinci yarıda dünyanın diğer bölgelerini neler bekliyor sorusuna cevap arayacağız.
Geçen haftanın önemli başlıkları ■ Almanya’da IFO enstitüsünün iş dünyasının nabzını ölçmek için yaptığı endeks haziran ayında 0.2 puanlık bir artış göstererek 105.9’a çıktı.7000 üst düzey yöneticiyle yapılan anket son iki aydır üst üste çıkıyor. Böylece bu sene Almanya için düşünülen çok düşük ama sürdürülebilir bir büyüme gerçekleşecek gibi görünüyor. ■ ABD’de Michigan Üniversitesi tüketici beklentileri endeksi haziranda 0.4 puan kaybederek 84.1 olarak gerçekleşti.Ekonominin genel gidişindeki olumlu hava, endeksin son 6 yılın en yüksek seviyesinde kalmasına yardımcı ediyor. ■ ABD’de yeni ev satışları tahminlerden çok daha yüksek bir oranda gerçekleşerek son beş senenin en yüksek seviyesine geldi. ■ ABD’de dikkatle izlenen tüketici güven endeksi haziran ayında, önceki aya kıyasla artarak 81.4 olarak gerçekleşti.
■ ABD Ticaret Bakanligi’nin verilerine göre tüketici harcamaları mayıs ayında bir önceki aya oranla yüzde 0.3 arttı. Nisanda 0.3 puan düşüş gösteren harcamalar analistlerin beklediği oranda arttı.Tüketici harcamaları Amerikan ekonomisinin yüzde 70’ni oluşturmaktadır. ■ ABD’de dayanıklı tüketim malları siparişleri yüzde 3.6 arttı.(Dayanıklı tüketim malları en az üç sene kullanılabilen eşyaları kapsamaktadır.) ■ Japonya’da hükümetin ekonomiyi canlandırma çabaları sonuç vermeye devam ediyor.Endüstriyel üretim mayıs ayında önceki aya kıyasla yüzde 2 oranında artış gösterdi. Perakende satışlar ise yüzde 1.5 arttı.20 seneye yakın deflasyonla bocalayan Japonya bu sene oldukça radikal bir parasal genişleme programı başlatarak deflasyon sarmallini yenmeye çalışmakta.Ancak programı başa-
PİYASA ÖZETİ BIST 100 Dow Jones S&P500 Nasdaq Altin(Gr/TL) Altin(Ons/$) Dolar/TL Euro/TL Brent Petrol WTI Petrol
rılı ilan etmeden önce gelecek ekonomik verilerin birkaç ay degil de birkaç seneye yayılması gerektiğini vurgulayalım. ■ ABD’de ekonomi, yılın ilk üç ayında ilk tahminlerden daha düşük bir oranda büyü-
Günlük Değişim 533 -115 -7 1.38 1.1833 12 -0.001 0.001 -0.66 -0.49
Haftalık Değişim 5654 110 13.85 46 -3.9 -68.3 -0.0085 -0.0355 1.25 2.87
Haftalık Yüzde 8 0.78 0.89 1.38 -4.82 -5.34 -0.44 -1.39 1.25 3.05
girdi.(Resesyon teknik olarak bir ekonominin arka arkaya iki çeyrekte küçülmesidir.)İşsizliğin yüzde 10.8 ile son on beş yılın en yüksek seviyesinde olan Fransa’da, 2012 yılında da büyüme sıfır olarak gerçekleşmişti.
GELECEK HAFTANIN ÖNEMLİ EKONOMİK TAKVİMİ Tarih
1/7/2013
2/7/2013
3/7/2013
Cuma Kapanış 76295 14909 1606 3403 77.2 1223.7 1.93 2.51 102.16 96.56
dü.İlk yapılan tahminlerde yüzde 2.4 olacağı beklenen büyüme yüzde 1.8 olarak gerçekleşti. ■ Avrupa’nın ikici büyük ekonomisine sahip Fransa bu yılın ilk üç ayında resesyona
4/7/2013
5/7/2013
Ülke
ABD ABD ABD EURO EURO ABD ABD EURO Çin ABD ABD ABD Turkiye Turkiye EURO ABD Euro UK EURO ABD ABD EURO KANADA
Konu
PMI İmalat Endeksi ISM İmalat Endeksi İnşaat Harcamaları Almanya PMI İmalat Endeksi Euro İşsizlik Oranı Fabrika Siparişleri Motorlu Satışlar Euro Bölgesi PPI PMI Komposit ADP İşsizlik Raporu Uluslararası Ticaret İSM İmalat dışı endeks TÜFE (Yıllık) ÜFE (Yıllık) Euro Perakende Satışlar(Aylık) Resmi Tatil Almanya İşsizlik Oranı (Yıllık) Faiz oranları beyanatı Faiz oranları beyanatı Tarım Dışı İstihdam Raporu İşsizlik Oranı Almanya Fabrika siparişleri İşsizlik Oranı
Beklenti 52.3 50.5 0.60% 48.7 12.30% 2% 15.5M -0.20%
Önceki
0.20%
52.3 49 0.40% 48.7 12.20% 1% 15.3M -0.60% 48.3 135K -40.3 53.7 6.50% 2.20% -0.50%
6.9% 0.50% 0.50% 161000 7.5% 1.2% 7.0%
6.9% 0.50% 0.50% 175000 7.6% -2.3% 7.1%
165K -40.8 54
8
Toplum Yaşam
3 Temmuz 2013 Çarşamba
A T AS
İlhan Tanır
Y D AB
@Washingtonpoint
AKP’nin korkutan Gezi karnesi GEZİ Parkı protestoları, bir ay gibi kısa bir süre içinde Türkiye’de yeni bir kırılmaya neden oldu. Milyonlarca insanın düzinelerce şehirde sokaklara döküldüğü bir dönemde, olanları AKP’ye bir darbe olarak, uluslararası kökleri olan bir komploya bağlayanların karşısında, Başbakan Erdoğan’ın gittikçe otoriterleşen yönetim tarzına karşı başkaldırı olarak gören bir başka kesim belirdi. Türkiye’de bulunduğum son iki hafta içinde 40’ı aşkın, çoğu muhalif olan, yerli ve yabancı gazetecilerle buluştum, olanları tartıştım. AKP’ye yakın gazetelerde çalışan meslekdaşların bazıları Erdoğan’a karşı girişilen bir kalkışma olduğunda ısrarlı ve bu işin yabancı odaklar tarafından planlandığına eminken, yine pro-AKP basında çalışan diğer bazı gazeteciler ise, gazetelerindeki baskıdan dolayı protestolar hakkında olumlu bir haberi dahi yazamamanın getirdiği hüznü anlattılar. Yeşili koruma hedefinden başlayan, ve günler geçtikçe Erdoğan’ın özellikle son zamanlarda keskinleştirdiği retoriğine, topluma danışma gereği hissetmeden geçirdiği bazı yasalara, verdiği kararlara ve toplumun farklı kesimlerini üzen otoriter yaklaşımlarına tepki haline dönüşen protestolar, taleplerinin tam aksine olarak, Erdoğan’ın bu dönemde yaptığı her konuşmasında hakaretler görmeye devam ettiler. Hem Washington hem de İstanbul’da, Türkiye’yi yakından izleyen düzinelerce gözlemci, analist ve gazeteci ise, Erdoğan ve kabinesinin, dünyanın herhangi bir ülkesinde görülebilecek protestoları kötü niyet, yurtdışı kuklalığı, darbecilik ve daha burada alıntı yapmanın dahi israf sayılabileceği komplo teorileriyle etiketleme çalışmalarının mantığını anlamaya çalışıyorlar, sorular soruyorlar. Anlamak yerine, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın ‘gerekirse Askeri güçleri protestoları durdurmak üzere kullanırız’ demeci, ve AKP yakını gazetelerin sürekli ötekileştirici yayınları, görüştüğüm birçok yerli aydını ve gazeteciyi korkutmuş. İdare edilmesi bu denli kolay olduğu görülen, büyük çoğunluğu samimi bazı yakınmalar için dışarı dökülen Türkiye’nin farklı kesimlerini, iktidar partisi, ‘çapulcu,’ ‘marjinal’ ‘ayak kısmı’ olarak görmeyi yeğledi. Ayakları yere basan çok büyük çoğunluğunun devlet devirme ve darbe yapmakla işi olmayan bir muhalif hareketi, askerle tehdit noktasına vardıran idare, yarın birgün daha büyük protesto veya olası seçim kayıplarına karşı nasıl davranacaktır endişesini başlattı. Görüştüğüm bazı gazetecilerin dediği gibi, Türkiye Polisini, sürekli olarak ‘’benim polisim’’ olarak çağıran iktidarın dili ve yaklaşımı, sosyal medya üzerinden iktidar partisini militanca savunan yazar ve çizerlerin ‘’düşman çetelesi’’ tutar gibi muhalif düşünen yazarlara yaklaşımı, ve protestocuların evlerine yapılan baskınlarla hergün yapılan yeni gözaltılar ve tutuklamalarla cadı avını yaşatması, Ankara hükümetini giderek farklı Ortadoğu ülkelerinde bulunan ve rejim olarak adlandırılan otoriter yönetimlere benzetmeye başlamıştır. Demokrasiler, seçimle iktidara gelmek kadar seçimle iktidardan gitmeyi kabulü gerektirir. Protesto hakkı ve farklı balans müesseselerine olan saygıyı, azınlığın taleplerini, seçim kazanamamış olsalar da, hassasiyetlerini anlamaya çalışmayı gerektirir. Başta Başbakan olmak üzere, AKP yetkilileri ve Gezi protestoları başlayana kadar, demokrasi bilincine sahip olduğu varsayılan birçok yazar ve çizerin verdiği tepkiler, ciddi soru işaretleri oluşturmuş, gösterilen başarısızlık gelecek adına yeni korkuların doğmasına neden olmuştur.
Arizona’da orman yangını:
19 itfaiyeci öldü ABD’nin Arizona eyaletindeki korkunç yangında 19 itfaiyeci feci şekilde can verdi (NEW YORK -POSTA212) ABD’nin Arizona eyaletinde aşırı sıcakların neden olduğu ve iki kasabayı tehdit eden yangınlar, 19 özel eğitimli itfaiyecinin ölümüne neden oldu. ABD’nin Phoenix kentinin yaklaşık 130 km kuzeybatısındaki Yarnell kasabasında başlayan ve ‘Yarnell Tepesi Yangını’ adı verilen yangında 19 itfaiyecinin öldüğü açıklandı. 22 itfaiyeci de yangın söndürme ve kurtarma çalışmaları esnasında yaralandı. ABD Yangınla Mücadele ve Havacılık İdaresi, Facebook sayfasında yaptığı açıklamada, iki kasabanın tamamen boşaltılmasına neden olan yangında ‘19 kişilik bir itfaiyeci ekibinin tümünün öldüğünü’ belirtti. Yapılan açıklamada, “Arizona’daki yangında 19 itfaiyecinin öldüğü doğrulandı... Bu cesur insanların aileleri ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz” ifadesi kullanıldı. Arizona Valisi Brewer Prescott da olayla ilgi düzenlediği basın toplantısında gözyaşlarına hakim olamadı.
SON 80 YILDA VERİLEN EN BÜYÜK KAYIP Arizona Eyaleti Ormancılık Komisyonu’ndan Art Morrison da yaptığı açıklada, ‘elit bir itfaiye ekibine ait personelin çok hızlı yayılan alevlere yakalandığını’ söyledi. Cuma günü başlayan yangın şu ana kadar 1000 dönümden çayırlık alanı küle çevirirken, Yarnell ve Peeples Valley adlı iki kasaba tahliye edildi. Tahliye edilen insan sayısının yaklaşık 2000 olduğu belirtildi. ABD basını, 19 itfaiyecinin ölümünü son 80 yılda doğada yaşanan büyük bir yangında verilen en büyük kayıp olarak belirtti.
Arizona Valisi Brewer Prescott, düzenlediği basın toplantısında 19 itfaiyecinin ölümünü açıklarken gözyaşlarını tutamadı.
AMERİKA HALKI YANGINDA ÖLEN 19 KAHRAMAN İTFAİYECİ İÇİN GÖZYAŞI DÖKÜYOR
Toplum Güncel
3 Temmuz 2013 Çarşamba
Florida’dan İstanbul’a gaz maskeli yolculuk Amerika’da yaşayan Türk sanatçı Serhat Tanyolaçar, Gezi olaylarına destek vermek için Florida’dan başladığı yolculuğuna New York JFK Havalimanı ile devam etti ve Atatürk Havalimanı’nda sonlandırdı
9
Arzu Kaya
Uranlı twitter@arzukayauranli
Türkiye’nin problemini kadınlar çözecek ‘‘Her ne kadar prangalarımız çok farklı bile olsa, herhangi bir kadın özgür değilse, ben de özgür değilim.” Audre Lorde
G
EÇEN mayıs ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ABD’ye yaptığı resmi ziyaret için eşlik eden Emine Erdoğan, Washington’un Georgetown Üniversitesi’nde “Barışı tesis ve geliştirmede iş kadınlarının rolü” konulu bir konferansa katıldı ve bir konuşma yaptı. Erdoğan, kadınların güçlendirilmesinin önemini vurgulamak için “Kadın sorunlarını kadınlardan başka kimse çözemez.” dediğinde ona tüm kalbimle katıldım. Benim çocukluğumda çok başarılı kadın profesyoneller olmasına rağmen, kadınları erkekler kadar kamusal yaşamda göremezdik. O zamanın kadınları genelde evlerini yuvaya dönüştürmekle, altın ve para günleriyle, ‘kadınlar matinaları’ ile vakit geçiriyorlardı. Henüz kamuda tek tük kadın gördüğümüz o günlerde, başörtülü kadın görmek hepten zordu. Ancak, Türkiye’de son on yılda birçok şey değişiyor. Şimdi, her yerde kapalı kadınlar görmek mümkün; Şık restorantlarda, toplu dua için camilerde ya da haşemaları ile plajlarda... Devir değişti, Türkiye de .
(TUFAN SEVİMLİ-POSTA 212) Florida’da yaşayan Türk sanatçı Serhat Tanyolaçar geçtiğimiz hafta , ‘Demokrasi Yolculuğu’ adını verdiği Florida’dan başladığı Gaz Maskeli protesto yolculuğunun ilk durağı olan New York John F. Kennedy havaalanında görevlilerin engellemelerine rağmen İstanbul Atatürk Havaalanında sonlandırdı. Tanyolaçar, Florida’dan İstanbul Atatürk Havaalanına ka-
dar süren yolculuğu sırasında gaz maskesini çıkarmamayı planlarken Türk Hava Yolları eyleme izin vermedi. Sanatçı eylemin amacını açıklarken, kişisel sosyal sorumluluk duygusu ile başlayan bir eylem olmasını, Türkiye’de 31 Mayıs’tan bu yana polis tarafından südürülen insan hakları ihlallerini uluslararası platforma taşımak istedigini belirtti. Tanyolaçar geçen pazartesi
günü geldiği John F. Kenndy Havaalanında yaptığı açıklamada, yolculuğun Amerika’da geçen kısmında büyük güçlüklerle de olsa eylem için gerekli izinleri alabildiğini fakat Türk Havayolları’nın izin vermemesini, Demokrasi Yolculuğu’nun ve kişisel özgürlüklerin ülkeden ülkeye nasıl değiştiğini gösteren bir kanıt niteliği taşıdığını ifade etti. (www.turkishlifenews.us)
Şeytanı asla kontrol edemezsiniz RAZİ CANİKLİGİL NEW YORK - HÜRRİYET
Suriye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Beşar Caferi, son gelişmeleri Hürriyet gazetesi New York temsilcisi arkadaşımız Razi Canikligil’e değerlendirdi: ■ Cenevre konferansına katılacağınızı açıkladınız, son zamanlarda çatışmalar da azaldı, Suriye için olumlu bir hava var mı? “Elbette var. Biz Cenevre konferansına katılacağımızı ABD ve Rusya’ya, hatta Güvenlik Konseyi’ne de bildirdik.” ■ Konferans gerçekleşmeyebilir mi?” “Umarız gerçekleşir. Herkes orada Suriye’deki durumu daha net görür. Bu grup-
ların içinde cihatçılar, El Kaide, El Nusra, Libya’dan, Çeçenistan’dan Yemen’den gelen teröristler var. Avustralya’dan charter uçaklara binen teröristler, Ankara ve İstanbul’a inip, otobüslerle sınırınıza taşınıyor.” ■ Elinizde Türk hükümetinin bunu yaptığına dair belge var mı? “Olmaz mı, elbette var. Batı ülkelerindeki en saygın gazeteler dahi bunları yazdı. Hükümetiniz de bunu reddetmiyor ki. Bu teröristlerin hepsi Türkiye üzerinden geldi. Elimizde Türk ajanların Ankara ve İstanbul’da uçaktan inen teröristleri karşılarken çekilmiş videoları var. Başbakan Erdoğan, aramıza terör şeytanını soktu, şeytanı yaratabilirsiniz, ama asla kontrol edemezsiniz. Teröristlere kapınızı açarsanız, kapıyı şeytana açmış olursunuz. Terör üzerinde mazeret yaratacak gri bir bölge olamaz.”
» ERDOĞAN İYİ MÜSLÜMAN ■ Peki neden bu kadar çok Batı ülkesi, Türkiye ve Arap ülkeleri size komplo yapsın? Sizin hiç mi yanlışınız yok? “Olaylar sadece Başkan Esad’ın gitmesi için başlatılmadı. Başbakan Erdoğan, Müslüman Kardeşler’le aynı siyasi ajandaya sahip. Bu oyun çok tehlikeli, Allah göstermesin eğer Suriye düşerse, işte o zaman Müslümanlar arasında sonsuza kadar devam edecek bir Sünni-Şii savaşı başlayacak. Her şey, tüm senaryo İsrail’in güvenliği için gerçekleştiriliyor. Filistin sorununu başka nasıl öldürebilirsiniz? Başbakan Erdoğan iyi bir Müslüman. Tahminim kendisi de düştüğü durumun farkında olmadan kötüye kullanılıyor.” (Hürriyet Gazetesi’nden alınmıştır)
Gezi protestoları başladığından beri, inanılmaz kadın görüntülerine tanık olduk. Polis tarafından yüzüne biber püskürtülen kırmızı elbiseli genç bir hanımın fotoğrafı bir fenomen haline geldi. Protestolara konuşarak, şarkı söyleyerek, dans ederek, yürüyerek, hatta yoga yaparak destek veren pek çok kadın gördük. Bir gece İstanbul valisi ‘çocuklarınıza sahip çıkın’ diyerek anneleri uyardığında, çocuklarının çabalarını desteklemek için onlarla el ele sokaklarda direnen birçok anne çıktı karşımıza. Ancak, bu kadınların hepsi Türkiye’de tek bir yaşam tarzının sesi oldu. Bu protestolarda baş örtülü pek kimse görmedik. Bir çokları Erdoğan’ın sert tutumunu içine sindiremese de seçtikleri yaşam tarzı Gezili protestocular tarafından aşağılandığı için ya susmayı ya da AK Parti’nin yanında durmayı tercih etti. Gezi protestocuları Başbakan Erdoğan’ı dini politikaya alet etmekle suçlasa da baş örtülüleri ötekileştirerek aynı hataya kendileri düştü. Gezi’nin ilk günlerinde, protestolarda tek tük de olsa bazı başörtülü hanımlar görebiliyorduk. Ancak birkaç gün içinde kapalılara yönelik saldırılar ve hakaretler duyuldukça baş örtülüler, kişisel hayatlarına müdahaleden bunaldığı için sokaklara dökülen bu kalabalığın kendi yaşam tarzları için bir tehdide dönüştüğünü görünce hem saldırıya uğramak ve hem de en doğal demokratik hakları olan istediği gibi giyinme hakkını kaybedeceği korkusuyla Gezi’den elini eteğini çekti. Yani, maalesef sürecin kurbanı oldular. Bu arada tartışmalar da antidemokratik- demokratik çizgisinden laik- antilaik çizgisine taşındı. Bugün, toplum olarak bir kez daha anlamamız gerekiyor ki, Türkiye’nin ne ayrımcılığa ne de İslamlaşmaya ihtiyacı var. Türkiye’ye gereken çoğulcu, seküler bir demokrasi; uzlaşma ve farklı yaşam tarzlarına saygı. Başörtüsünü yasaklamak da zorunlu kılmak kadar yanlış. Siyasi görüşümüz ne olursa olsun toplum olarak ihtiyacımız olan tek şey kişisel yaşam tarzı seçimlerine saygı. Evet, kadınlar kendi sorunlarını ancak kendileri çözebilir. Ve evet, başörtüsü dini değerlerin bir sembolü olduğu için sadece kadın problemi değil ama kadınların demokrasi adına birleşmesi için önemli bir nokta.
Suriye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Beşar Caferi
İçinde bulunduğumuz bugünlerde tüm dünya Türkiye’nin daha güçlü bir demokrasi yolunda nasıl yol katettiğini görmek için dikkatle bizi izliyor. Bizim ortak hedefimiz ise Türkiye’yi refaha ulaştırmak. Sesimizin daha gür çıkmasını istiyorsak biz kadınlar birbirimizi desteklemeliyiz. Eski bir Türk atasözü “Beşiği sallayan dünyayı sallar” diyor. Düşünün bir kez, farklılıklarımıza rağmen bütünleşerek dünyayı sarsmak varken niçin kıyafet seçimimize göre bölünüp birbirimizi sarsalım?
10
Güncel
3 Temmuz 2013 Çarşamba
Yılmaz Polat Obama Erdoğan’ın barutunu kuru tutuyor ANKARA’DAKİ olayları izleyip Washington’a dönerken uçakta diplomasi muhabirliği yapan Amerikalı bir meslekdaşımla karşılaştım. İstanbul’da olayları izlemiş. Bu kez nefis Türk yemekleri yerine Taksim’de gaz yediğini anlattı. Ben de Ankara’da Kızılay ve Tunalı Hilmi’de nasibimi aldığımı söyleyip gülüştük. Madem İstanbul’da ABD imalatı biber gazı yuttun, ben de sana Washington’da Türk yemeği ısmarlarım diye şakalaştık. Washington’da sıradan bir Amerikalı bile artık Türkiye’de neler olup bittiğini merak ediyor. Amerikan medyasının görevini yerine getirdiği insanların bilgisinden anlaşılıyor. Türk olduğunuzu söylediğiniz zaman,Türkiye’de neler oluyor diye bir soruyla karşılaşıyorsunuz. AKP Hükümetinin şiddet politikası bir çok Amerikalının belleğinde yer etmiş. Amerikalı vatandaşların bilgisi sadece medyadan kaynaklanmıyor, burada Taksim direnişiyle dayanışma içinde olan Türklerin de katkısı çok büyük. Uzun yıllardır Washington’da gazetecilik yapıyorum, Türklerin hiç bir olay karşısında bu kadar birbirine kenetlendiğine şahit olmadım. Kalplerinin Gezi direnişçileri için attığını her ortamda görmek mümkün. Muhteşem bir örgütlenmeleri var. Türkiye’deki gelişmeler sanal ortamda anında izleniyor. Yarın(pazar) genç yurtsever Yurter Özcan’ın koordinatörlüğünde Beyaz Saray’ın önünde 6’ncı dayanışma gösterisi yapıp Kongre binasına yürünecek. Kongre üyelerinin dikkati de Türkiye üzerine çevrildi. ABD Temsilciler Meclisi Avrupa, Avrasya ve Yeni Tehditler Alt Komitesi, Gezi protestoları için özel bir oturum düzenledi. Komite,barışçıl gösteriler karşısında Başbakan Erdoğan neden şiddete başvuruyor? Erdoğan demokrasi için tehdit mi? Erdoğan ABD için hala güvenilir bir dost mu? sorularına yanıt aradı. Komite Başkanı Cumhuriyetçi Kaliforniya Milletvekili Dana Rohrabacher, en doğru ve ayrıntılı bilgiyi Dışişleri Bakanlığı’nın vereceğini bildiği için bakanlıktan bir yetkilinin komisyona bilgi vermesini istedi. Rohrabacher çok ilginç bir cevap aldığını açıkladı. Bakanlık,”barutunu kuru tutmak istediği için” bu isteği kabul etmemişti. ABD Yönetimi, Erdoğan konusunda barutunu neden kuru tutmak istiyordu? Barutu sonra mı ya da nasıl kullanacak derken, Başkan Obama’nın Erdoğan’la bir saate yakın bir telefon konuşması yaptığı açıklandı. Bir saatlik konuşmanın özeti, Suriye ve Gezi Parkı’yla adeta bir cümleye sığdırılmış. Obama Yönetimi,Suriye sorunu varken Erdoğan’la ilişkilerde dikkatli olma zorunda hissediyor. Barutu kuru tutarken durumu idare ediyor. Belli ki barutu sona saklıyor. Yurt Gazetesinden alınmıştır
Washington’a Turist Akını Washington’da bütçe sorunları yüzünden Beyaz Saray turları iptal edildi, ulusal park ve müzelerdeki hizmetlere sınırlama geldi ama turist sayısı azalmadı
(WASHINGTON - POSTA212) Ulusal Havacılık ve Uzay Müzesi’ne gelen ziyaretçi sayısında bütçe kesintileri yürürlüğe girdikten sonra artış oldu. Washington’daki Smithsonian Müzeleri’nin bütçesi 42 milyon dolarlık bir kesintiye uğradı. Ancak müzelerin sözcüsü Linda St. Thomas’a göre, turistlere yönelik programlar kesintiden etlilenmedi.
» BEYAZ SARAY İPTAL
Thomas, bütçe kesintilerinin 16 Smithsonian Müzesi’nde sadece üç serginin kapanmasına yol açtığını belirterek, “Ziyaretçilerin Bağımsızlık Bildirgesi’ni görebildikleri Ulusal Arşivler Müzesi akşam saatlerinde ziyarete kapatıldı. Bütçe kesintilerinin en belirgin etkisiyse Beyaz Saray turlarının iptali oldu. Ancak her yıl Washington’a gelen toplam 18 milyon turistin sadece yüzde üçü Beyaz Saray turu yapıyordu. Marcus Warden ailesiyle İngiltere’den gelmiş. Bütçe kesintilerinden haberi olmayan Warden, Beyaz Saray’ın sadece yabancı ziyaretçilere kapalı olduğunu sanıyor. Bütçe kesintilerinin amacı, kamu alanındaki aksamalar yüzünden sabrı taşan halkın Başkan ve Kongre’ye borçlar konusunda anlaşmaya varmaları için baskı yapmasını sağlamaktı. Washington’u ziyaret eden turistler, bütçe kesintilerinin etkisini hissetmediklerini söylüyor.
TEPKİ AK PARTİ'YE ÇÖZÜME KARŞI DEĞİL
Ege Bölgesi'ndeki Akil İnsanlar Heyeti'nin başındaki isim olan Tarhan Erdem, çalışmaları sırasında tepkilerle karşılaştıklarını ancak bu protestoların 'Çözüm'e karşı olmadığını söyledi (BARBAROS SAYILGAN- POSTA 212) Türkiye’de barış sürecine katkıda bulunmak ve süreci Türkiye’nin yedi bölgesinde halka anlatmak için hükümet tarafından oluşturulmuş “Akil İnsanlar” grubu, geçtiğimiz hafta Başbakan Erdoğan’la Dolmabahçe’deki çalışma ofisinde bir araya gelerek bir final toplantısı gerçekleştirdi ve raporlarını sundu. Bu sürece en uzak duran Ege Bölgesi’ndeki Akil İnsanlar heyetinin başındaki isim olan Tarhan Erdem’le süreci konuştuk. ■ Akil adamlar nasıl bir çalışma yürüttüler ve nasıl işledi? 7 bölgede herkes serbest çalışmalar yürüttü. Genellikle herkes kendi fikirlerini söyledi ve muhataplarının fikirlerini dinledi. Tayin edilmiş bir metot yoktu. Her grup kendine göre bir metot belirledi. Bu metotlar aslında birbirine benzerdi.
» TEPKİ AKP’YE KARŞI, ÇÖZÜME DEĞİL
■ Ege bölgesinde nasıl bir çalışma yürüttünüz? Her ile ve her ilde bir ilçeye gitmek istedik ve bunu da umumiyetle gerçekleştirdik. İş adamlarını, sivil toplum örgütlerini davet ettik. Çarşıları dolaştık. Açık hava toplantılarında insanlarla konuşmaya çalıştık. Bunun bir temsil kabiliyeti, temsil iddiası yok. Kiminle konuşabiliyorsanız onunla konuşuyorsunuz. ■ Ege bölgesinde bir Kemalist damar var. Onlardan hiç tepkiyle karşılaştınız mı? Çok karşılaştık. Bu tepki aslında AK Parti iktidarına karşı oldukları için oluşan bir tepki. Çözüm sürecine karşı, Kürt meselesi çözülmesin diye oluşmuş bir tepki değildi. AK Parti ile ilgili 2002 yılından beri gelişen, oluşan, oluşturulan bir fikri var: Laik değildir, Atatürk’e karşıdır. Bize karşı, çözüm sürecine karşı söyledikleri fikirlerin hepsinin tekrar tekrar, her söylendiğini de gördük ama bunun çözüm süreciyle, Kürtlerle, Kürtlerin istediği demokratik haklarla, onlara karşı olmakla bir ilgisi yoktu. Ama onlar öyle varsaydıklarını söylediler. “Biz çözüm sürecine karşıyız, Öcalan şunu yaptı bunu yaptı buna karşı olmak lazım….” “Nereden çıktı bu iş, ne taviz verildi” gibi şeyler söylediler. Bunun Atatürkçülükle ya da laiklikle bir ilgisi yok.
» KÜRTLER’E NE VERİLDİ?
■ Halkın bir kesimi “Kürtlere ne verildi de barış oluyor” diye soruyor. Bu konudaki düşünceleriniz, tespitleriniz neler? AKP’nin Kürtlerle bir anlaşma yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Bir metin ya da bir belge yok ortada. Ne verildi? diye sorulduğu zaman, ben kendi kanaatimi söylüyorum. Kürtlerin istedikleri eşit vatandaşlık hakkı. Başka ne verilebilir, ya da başka ne isteyebilirler? Kürt bir eski siyasetçiyle bir iki saat konuştum. İstedikleri kendi adıma söylüyorum, benim veremeyeceğim haklar değildi. Eşit haklar. Benim istediğim hakları istiyorlar adamlar aslında. Dolayısıyla Türkiye’de Kürtlere bir hak verilmesin diyenlerin sayısı, bizim çalışmalarımız sırasında bize karşı çıkanların sayısından çok daha azdır. Düşünsenize Kürt-
çe konuşamıyorlardı ve bunun böyle devam etmesi mümkün değildi, üstelik doğru da değildi, yanlıştı. Adamların şimdi istediği aslında eşit olma hakkıdır, eşit yurttaşlık haklarıdır. Dolayısıyla fazla bir şey istenmiş ya da fazla bir şey isteniyor değil. Son toplantıda gördüm ki, akil insanların hemen hemen tamamı da ayni kanaatleri paylaşıyor. Biraz farklılıklar var tabi. ■ Gezi Parkı olaylarında halkın bir bölümünün iktidara karşı çıktığını gördük. Bu süreci etkiler mi? Çözüm süreciyle Gezi Parkı olaylarının bir ilgisi yok. Tam tersine o onu destekleyen bir durumdadır. Gezi Parkı olayları çözüm sürecine karşı oluşmuş bir fikrin sonucu değil. Birbirleriyle bir ilgisi yok, ama bir ilgi kurulacaksa bir ortaklık vardır. Gezi Parkı olaylarının yarattığı ortam, çözüm sürecini ortadan kaldıracak ona zarar verecek bir durum değildir.
» CHP, MHP İLE BİZE KARŞI BİRLEŞTİ
■ Siz iktidarın bu süreç konusundaki adımlarını samimi buluyor musunuz? Daha önce de
açılım adı altında bir süreç başlatmışlardı ve bu süreç yürümemişti. Artık tünelin sonundaki ışığı görebilecek miyiz? Sizin de hatırlattığınız gibi açılım, çözüm, bunlar bir programa bağlı olmadan atılan adımlar. Ne yapılabiliyorsa yapıyorlar. Kendi tabanlarının karşı çıktığı konular var. Kendi içlerinde bazı itilaflar var. Bu mesele böyle toplu olarak karar verilebilecek bir mesele değil. Zaman içinde, yavaş yavaş ilerliyor. Bundan evvel Kürtçe eğitim sözü bile söylenemezdi. Bundan 5-6 sene evvel Kürtçe konuşmak yasaktı. Mesela hapishanede kimse Kürtçe konuşamazdı. Annesi oğlunu ziyarete gittiğinde Kürtçe konuşamadığı için birbirlerinin gözüne bakar dönerlerdi. Şimdi böyle bir mesele yok. Çözüm süreci başarılı olacak mı, olmayacak mı? Düne göre bugün daha iyi. Yarın bugünden daha iyi olacak. Bunu açıklıkla söylemek lazım. Şimdi ben AK Parti iktidarının bir takım şeyleri yanlış yaptığını, çocukça bir takım itirazlar yaptığını görüyorum. Buna itiraz da ediyorum. Yazıyorum. Ama şu muhakkak ki Türkiye’de insan hakları meselesi bir ay öncesine göre daha iyi. Çünkü zihniyet yavaş yavaş değişiyor. Gezi Parkı olaylarında gördüm ki bu çocuklar, yerel haklar, yerel yönetimler meselesinde bizim 20-25 senede yapamadığımızı iki günde yaptılar. Şu anda Türkiye’de yerel yönetim hakkı bundan bir ay öncesine göre daha iyi bir durumdadır. Bu bir zihniyet meselesiydi, bu çocuklar bunu zorladılar ve yarattılar. Biz söyledik, bağırdık çağırdık, yazdık, çizdik, konferanslar düzenledik, sağa sola gittik konuştuk ettik falan birikim sağladık diye düşünüyoruz tamam ama geldiler 15 gün içinde bizim 25 senede yaptığımız değişimi sağlamış oldular. ■ CHP ve MHP size samimi bulmadı, dirençle karşılaştınız mı? AK Parti’yle beraber gördükleri için, onun devamı olarak gördükleri için. Mesela Afyon’da CHP ile MHP, Akil Adamlar heyetine karşı güç birliği yaptılar. Basın toplantısı yaptılar. Ben gidip Kütahya il başkanlığında eskiden tanıdığım il başkanına, “Sen ne yapıyorsun kardeşim?” dedim. “Senin söylediğin lafların hangisi senin bundan evvel ki savunduğun fikirlerle aynı? Kürt meselesinde söylenenler, insan hakları, yönetime katılma haklarının AK Parti ile ne alakası var? Sen bunu daha evvelden söylemiyor muydun? Senin liderin İnönü bunları söylemiyor muydu? Sen tek parti yönetiminde çok partili seçimlere geçen bir partinin mensubusun, devamısın, bunu nasıl söylersin?” dediğim zaman mırın kırın ettiler. Daha sonra ertesi gün MHP binasında bize karşı güç birliği kurdular. Biz yine yapacağımızı yaptık, söyleyeceğimizi söyledik.
50 BİN KÜRTÇE ÖĞRETMENİ LAZIM ■ Bundan sonraki adım ne olacak, size de bir rol düşecek mi? Bizim görevimiz, işimiz bitti. Bundan sonra ne olacak… Bana sorarsanız hükümet bazı şeyleri yapmakta çekiniyor. Ne olabilir diye düşünüyorum, çok şey olabilir. Bu öyle bir şey ki, yapılan her iş, bir gün evvel karşı çıkanların alkışlarıyla karşılanacaktır. Bundan dört sene evvel Kürtçe yayın yapılmaya başlandığı zaman bir gün evvel aleyhinde makale yazanlar bir ay sonra ah ne iyi oldu diye yazı yazdılar. Hatta hükümet içinde bile böyle fikirler var. Bundan bir iki sene evvel Diyarbakır’a Amed demek suçtu. Ama şimdi bazısı Diyarbakır diyor, bazısı Amed diyor. Zamanla, yavaş yavaş mesafe kazanılıyor. Ana dilde eğitim meselesi var. Ben olsam hükümetin yerinde, herkes istediği dilde öğrensin istediği yerde okusun, derim. Ama okutmak demek öğretmen demek. Her 40-50 öğrenciye bir öğretmen koyacaksınız. Türkiye’de Kürtçe öğretebilecek kaç tane öğretmen bulacaksınız? Hükümet, hadi yapıyoruz, isteyen istediği yerde okusun dese, onun öğretmenini kim tayin edecek? Bu sene Mardin Üniversitesi’nde bölüm açtılar, ama yeterli değil. Bu çok ciddi mesele. Kürtçe matematik, Kürtçe fen öğretmek için değil, sadece Kürtçe öğretmek için 50 bin tane öğretmen lazım. Bu bir sistem işi. Türkiye’yi Kürtler de yönetiyor olsa, ana dilde eğitimi önümüzdeki yıldan evvel kimse tatbik edemez. Çünkü öğretmen yok. Kitap yok, okul yok, lügat yok. Diyelim matematik biliminde orta tahsilde kelime sayısı 700 ise, o kelimelerin Kürtçe karşılığı yok. Biyoloji öyle, fizik öyle, tarih öyle, coğrafya öyle. Bunlar olmasın demiyorum, başlamak lazım. Birden bire Türkiye’de herkes Kürtçe öğrenmeye başlayamaz. Bunlar basit işler değil. Bu çok ciddi bir planlama işi.
Güncel
3 Temmuz 2013 Çarşamba
11
212’NİN İKİ YAKASI
Haldun Armağan
Barbaros Sayılgan
haldunarmagan@posta212.com
barbarossayilgan@posta212.com
Obama-Erdoğan görüşmesinin satır araları
Öldürülen ve öldüren çocuk askerler
“WASHİNGTON’UN Türkiye’ye bakış açısı 10 yıldır çok olumluydu, ancak son bir ayda bunun tam tersi bir olgu yaşanmakta”... Bu sözler Amerikan siyaset çevrelerinin nabzını tutan ve bizzat Başkan Obama ile siyasi danışmanlık seviyesinde yakından çalışan isimlerden birine ait. İsim elbette bir devlet sırrı değil, ama önemli de değil; çünkü son bir aydan beri Amerikan Dışişleri, Basın Sözcülüğü ve Beyaz Saray yetkilileri zaten bu mesajı sürekli ve ısrarlı biçimde Ankara’ya göndermeye gayret ediyor. Washington’un yanı sıra Ankara’da da Büyükelçi Ricciardone ne zaman basın karşısına çıksa veya hükümetten yetkililerle biraraya gelse, “ifade ve toplanma özgürlüğünün önemi” üzerinde duruyor. Obama’nın danışmanı tarafından kayda geçirilen “değişen algı” hususu ile Washington’dan yapılan düzenli açıklamaların ortak vurgusu şöyle özetlenebilir: Türkiye, muhalif de olsa, bütün görüşlere, ifade özgürlüğüne, toplantı ve gösteri yapma hakkına saygı göstermelidir. Polis bile yapmış olsa kötü muameleye müsamaha göstermemelidir. Uygar dünyada yerini almış bir Türkiye’den daha farklı davranması beklenemez. Bütün bunlar “malumun ilanı” gibi gelebilir. Ancak satır aralarını okursak ve tıpkı Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’nin işaret ettiği gibi “kamuoyuna yapılan açıklamaların dışında” cereyan edenlere bakarsak, Washington, Ankara’ya “dostane ama kararlı” bir şekilde şöyle diyor: Türkiye insan hakları, ifade ve basın özgürlüğü alanlarında imza koyduğu uluslararası taahhütlere ve evrensel normlara bağlı kalmalıdır. Bu bağlılık sadece resmi açıklamalarla sınırlı kalmayıp, acilen uygulamalarla da kendini göstermelildir. Zaten NATO üyeliği, Avrupa Birliği süreci başka türlüsüne imkan veremez. Diğer bir deyişle, Washington ve esasen Avrupa Birliği’nin aynı içerikteki bir mesajı ısrarla vurguladığını söyleyebiliriz: Polisin aşırı güç kullanımı, barışçı amaçla eylem yapanlara bile yoğun şiddetle karşılık verilmesi, aşırı biber gazı kullanımı ve bunun yolaçtığı ciddi endişeler vardır. Mevcut tablo, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün varolmadığı, aşırı güç iddialarının dikkate alınmadığı görüntüsünü vermektedir. Endişe ve olumsuz izlenimlerin giderilmesi için bütün iddiaların süratle soruşturulmasını, sorumlulara gerekli yaptırımların uygulanmasını tavsiye ediyoruz. Ankara’da yaşanan olaylara hemen her gece tanıklık eden Avrupalı ve Amerikalı diplomatlar en az 4 ölü ve neredeyse 8 bin yaralıya ulaşmış olan bir toplumsal olay konusunda, güvenlik birimlerinin ve onların amirlerinin de hata yapmış olabileceği kuşkusunun yetkililerce gözardı edilmesi ihtimalini bile anlamakta zorlanıyor. İngilizce’de “walk the walk, talk the talk” diye bir deyim vardır. Ana hatlarıyla söylersek, “ne diyorsan, ona uygun olarak hareket et” şeklinde çevirilecek bu deyim, aslında Washington’un şu andaki ruh halini yansıtıyor. Resmi açıklamalarında işkence ve aşırı güç kullanımı iddialarından rahatsız olduğunu ifade eden bir hükümetin, aynı gün içinde “polisimiz destan yazdı” tutumunu takınması, Batılı çevrelerde “içeriye başka, dışarıya başka mı konuşuluyor” endişesini hakim kılıyor. Daha da önemlisi Türkiye’nin insan hakları gibi temel bir konuya ait hassasiyeti yaklaşmakta olan seçimler sebebiyle ötelemesi ihtimalini tartışmaya açıyor. Bu noktada, Obama’nın bizzat Başbakan Erdoğan’ı araması, Türkiye’deki gelişmeler ve şiddet görüntülerinin artık doğrudan Oval Ofis’e bir dosya halinde geldiğini gösteriyor. Üstelik Washington ve Ankara arasındaki “kamuoyuna verilecek mesajlar aynı olsun” çabasına rağmen bir kopukluk olduğunu da gösteriyor. Ankara, görüşme sonrası yaptığı açıklamada “Başbakan Erdoğan bu vesileyle Başkan Obama’ya Gezi Parkı ile ilgili olaylar hakkında bilgi vermiştir” demesine rağmen, Washington bununla yetinmedi ve açıklamasını gayet net bir ifadeye büründürdü. Beyaz Saray’ın “görüşmede şiddetten uzak durulması ile basın özgürlüğü gibi konular ele alınmıştır” ifadesini kullanması, her ne kadar Suriye krizine değinilmiş olsa da, iki liderin başbaşa konuşmasını sağlayan Washington kaynaklı telefon görüşmesinin esas amacının “Gezi olayları ve sonrasını ele almak ve kaygıları iletmek” olduğu mesajını iletmektedir. Obama yönetiminin Erdoğan hükümeti ile yakın mesaide olmak ve müttefiklik bağları içinde çalışmaya devam etmek arzusu devam ediyor. Ancak Gezi eylemleri ile başlayan toplumsal gerilimin hükümet tarafından demokratik bir anlayışla düşürülmemesi ve mevcut tablonun sürdürülmesi halinde, Türkiye’nin hiç istenmeyen bir istikrarsızlık ortamına sürükleneceği kaygısı Washington’un şu anki bakışını özetliyor denebilir. Yapılan açıklamaların ruhuna uygun hareket edilmesi beklentisinin sadece Washington ile sınırlı kalmadığı, bu konuda Brüksel ve Washington arasında bir senkronize olma hali bulunduğu gözlemleniyor. Kısa bir süre önce Ankara’da bulunan Avrupa Birliği üye ülkelerinin büyükelçileri aslında tarihlerinde ile defa kamuoyuna ortak bir açıklama yaparak, ifade ve toplanma özgürlüğüne saygı duyulması gereğinin altını çizdiler. AB’nin tamamına işaret eden bu açıklama metni aslında satır aralarını okumayı bile gereksiz kılacak derecede açıktı ve dolaysız bir dille kaleme alınmıştı: “AB Büyükelçileri, AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın daveti üzerine Türkiye’deki son protestolar konusunda bir brifinge katılmıştır. Toplantıya Bakan Bağış başkanlık yapmış, Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı da brifing vermiştir. Bu toplantı, AB ülkeleri temsilcilerinin toplu halde ilk kez Hükümet ile görüş alışverişinde bulunmalarına vesile olmuştur. Yaşanan olaylar konusunda, özellikle de polisin barışçıl göstericilere yaklaşımı ve basın özgürlüğü konularında endişelerimizi dile getirdik. Ayrıca hükümetin ve yargının hem göstericilerin, hem de güvenlik kuvvetlerinin eylemleri konusunda hesap verilebilirlik ve bunların izlenmesinde (soruşturulmasında) şeffaflığın önemine dikkat çektik. Aralarında toplanma ve ifade özgürlüklerinin de olduğu temel özgürlüklere saygı ihtiyacını vurguladık.”
ÇOCUK askerler dünyanın en büyük sorunlarından biri. Çocuk Asker Kullanılmasını Durdurma Koalisyonu’nun tahminlerine göre dünyada 300 bin çocuk asker bulunuyor. Listenin başında 100 bine varan çocuk asker nüfusu ve 9’a kadar inen yaş ortalamasıyla Afrika bulunuyor. Birçok Asya ülkesi, Latin Amerika’nın bir kısmı, Avrupa ve Ortadoğu’daki ülkelerde çocuk asker kullanıyor. Çocuk Vakfı’nın hazırladığı Risk Altındaki Dünya raporuna göre dünyada 0-18 yaş arası çocuk nüfusu 3 milyar 50 milyon. Bu çocukların 1 milyar 900 milyonu 15 yaşından küçük. Gelişmekte olan ülkelerde 5-14 yaşlarında 200 milyon çocuk mutlak yoksulluk düzeyinin altında bulunuyor. Dünyada 35’e yakın ülkede çocuklar hükümet ya da muhalif gruplar adına asker olarak savaşıyor. Çocuk askerlerin çoğunluğunu 15–18 yaş dilimindeki çocuklar oluşturmakla birlikte henüz 7 yaşında olan çocuk askerlere de rastlanıyor. Bu çocukların pek çoğu ön saflarda çarpışmalara dahil edilirken bazıları da casus, haberci, nöbetçi, hamal, hizmetçi veya seks kölesi olarak kullanılıyor. Yine küçümsenemeyecek sayıda çocuk asker, kara mayınlarını temizlemek için kullanılıyor. Orta ve Güney Afrika’da bazılarının henüz 7-8 yaşında olduğu 120 bin çocuk asker fiilen çatışmalara katılıyor. Çocuk askerler silahlı politik gruplar tarafından ya da hükümete bağlı paramiliter gruplar tarafından çatışmaların yoğun yaşandığı bölgelere gönderilerek silahlı çatışmalara sokuluyor. Bu çocukların çoğu öldürülüyor. Sağ kurtulanlar ise fiziksel, ruhsal ve cinsel travmaya uğruyor. Savaşların sona ermesinin ardından ise bu ülkelerde çocuklara yönelik rehabilitasyon çalışmaları ya da eşit ve ulaşılabilir sağlık hizmetleri yeterli değil. Uganda’da Tanrının Direniş Ordusu’nun elinden kurtulan bir kız çocuk asker şöyle diyor; ‘Sana bir mesaj vermek istiyorum. Lütfen dünyaya biz çocukların başına neler geldiğini söylemek için elinden gelenin en iyisini yap. Çünkü diğer çocuklar bu şiddete maruz kalmamalı.’ Uganda’da Tanrının Direniş Ordusu tarafından kaçırılan çocuk sayısı 20 bin. Bu çocuklar hizmetçi, seks kölesi ve savaşçı olarak kullanıldı. Tanrının Direniş Ordusu’nun kaçırdığı çocuklardan erkek olanları birer ölüm makinesine dönüştürüldü. Libya’daki çatışmalar sırasında Kaddafi’nin ülkedeki çocukları toplatarak muhaliflere karşı savaştırdığı söylenmişti. Bu çocukların akıbetlerini henüz bilmiyoruz. Komşumuz Irak’ta ve Afganistan’da da çocuklar bir takım silahlı örgütler tarafından zorla kaçırılarak silah olarak kullanılmaya devam ediyor Irak Necef’te 12 yaşında bir çocuk“Mehdi’nin ordusuna Amerikalılarla savaşmak için katıldım. Dün akşam tanka bir roket fırlattım” diyebilecek kadar kendini güçlü hissediyor. Çok gelişmiş demokrasisiyle gurur duyan İngiltere 17 yaşındaki çocukları çatışmaya gönderiyor. ‘Yeni olmak zor, bir çok alıştırmayı yapamıyordum. Bu yüzden her sabah dayak yiyordum. Kamptaki iki arkadaşım dayak yüzünden öldüler. Askerler onları yaktılar. Ben hala onları düşünüyorum’Kongo Demokratik Cumhuriyetinden eski bir asker çocuğun 2002 ‘de söylediği sözler bunlar. Unutmayın oralarda bir yerlerde şu anda yaşı on belki de dokuz olan çocuklar ölüyor. Kimi küçücük bedenine isabet eden kurşunlardan, kimi asker olmayı beceremediği için işkenceden, kimi tecavüzden, kimi ise açlıktan…
KONGRE’NİN GÜNDEMİ GEZİ PARKI:
KAVŞAKTAKİ TÜRKİYE Amerika Temsilciler Meclisi’ne bağlı ‘Avrupa, Avrasya ve Yükselen Tehditler Alt Komisyonu’, Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak Türk hükümetinin tavrını ve Türkiye’nin demokrasisine etkisini görüştü (WASHINGTON -POSTA212) Amerika Temsilciler Meclisi’ne bağlı ‘Avrupa, Avrasya ve Yükselen Tehditler Alt Komisyonu’, Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak toplantı düzenledi. ‘Türkiye Kavşakta’ adlı toplantıya konuşmacı olarak ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, Washington Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Programı Direktörü Soner Çağaptay, Milliyet gazetesi ve Al Monitor yazarı Kadri Gürsel ve Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan (SETA) Kadir Üstün konuşmacı olarak katıldı.
» ‘AMAÇ HIRPALAMAK DEĞİL’
Alt Komisyon Başkanı Cumhuriyetçi Partili California Milletvekili Dana Rohrabacher, oturumun amacının ‘modern İslami hükümet’ olarak tanımladığı Türkiye’yi “hırpalamak” değil, barış ve istikrarı teşvik etmek olduğunu söyledi. Rohrabacher, Türk dış politikasının son on yıl içinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde sıkıntılar yarattığını söyledi. Alt Komisyon Başkanı Rohrabacher, Türkiye’nin önce Suriye, İran ve Hamas’a yaklaştığını, “komşularla sıfır sorun politikasını” bu ülkelere uygularken İsrail’i bunun dışında bıraktığını belirtti. Rohrabacher Türkiye’nin ancak Suriye’de çıkan iç savaştan, İran ve Hizbullah’ın Suriye’de taraf olmasından sonra yeniden Batı kampına döndüğünü hatırlattı.
lı olması durumunda Türkiye’yle birlikte çalışması gerektiğini söyledi. Cumhuriyetçi politikacı bununla birlikte konuşmasında, “Türkler kimi destekliyor, Erdoğan hükümeti ne kadar güvenilir bir ortak?” sorusunu sordu. Gezi Parkı protestolarının Erdoğan yönetimini sarstığını kaydeden Dana Rohrabacher, hükümetin bunları sert biçimde bastırma yönteminin genel bir öfkeye yol açtığını, Erdoğan taraftarlarının gösterilerden “Yahudi lobisini” ve yeni muhafazakar düşünce kuruluşlarından Amerikan Enterprise Enstitüsü’nü (AEI) sorumlu tuttuğunu belirtti. Rohrabacher ayrıca, Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı gösterileri boyunca sıkça dile getirdiği
» FAİZ LOBİSİ
“Faiz Lobisi” ifadesinin, gerçekte Yahudi karşıtı bir slogan olarak kullanıldığını savundu, Türkiye’de Yahudi karşıtı kitapların okullarda okutulduğunu, Hitler’in ‘Kavgam’ kitabının hala çok satan kitaplardan biri olduğunu söyledi. Rohrabacher, “Bunlar sağlıklı bir demokrasinin işaretleri değil” diye konuştu. Dana Rohrabacher ayrıca Avrupa Birliği’nin Türkiye’yle görüşmeleri Ekim ayına kadar askıya aldığını hatırlattı.
» TÜRKLER KİMİ DESTEKLİYOR
» HAYAL KIRIKLIĞI
Başbakan Erdoğan’ın Suriyeli isyancılara yaptığı yardım ve sığınmacıları kabul etmesinin Türkiye içinde tartışmalara yol açtığını belirten Rohrabacher, Obama yönetiminin de Suriyeli isyancılara yardımı artırmada karar-
Dana Rohrabacher’dan sonra söz alan alt komisyonun Demokrat Partili üyesi Bill Keating, Başbakan Erdoğan’ın son on yıl içinde yapılan seçimlerde birinci parti olarak ortaya çıkmasının Türkiye’de tek parti yönetimi izlenimi yarattıığını öne sürdü. Keating, Başbakan Erdoğan’ın seçimlerden
Barışçı yoldan çözün Demokrat Partili Virginia Milletvekili Gerald Connolly, tüm demokratik ülkelerde protesto eylemleri yaşandığını, Amerika’da da bu eylemlere bazen şiddet karıştığını söyledi. Barışçı toplanma özgürlüğünün her demokratik ülkede önemli bir hak olduğuna dikkati çeken Connolly, muhalefetin görüşlerini ifade etmesinin sağlıklı demokrasinin bir ürünü olduğunu belirtti. “Türkiye’nin bir müttefik olarak rolünü sorgulamıyoruz” diye konuşan Connolly, mevcut anlaşmazlığın barışçı yoldan çözümünün tüm dünyaya Türkiye’nin olgun bir demokrasi olduğunu göstereceğini, Türkiye’nin küresel ortamda yükselen bir yıldız olarak görülmeye hak kazanacağını kaydetti. Connolly, alt komisyonun üyesi olmamakla birlikte oturuma, Kongre’deki Türkiye Dostluk Grubu Eşbaşkanı olarak katıldı.
sonra parlamentoda çoğunluğu sağlamasından sonra kimseye danışmadan kararlar aldığını, diğer partilerin karar mekanizmasını etkileyemediğini, bunun da çok sayıda Türk vatandaşının kendisini tehdit altında, güçsüz ve hayal kırıklığı içinde hissetmesine yol açtığını söyledi. Hükümetin Gezi Parkı protestolarına yönelik tepkisini eleştiren Keating, polisin gösterilerde şiddet kullandığını, Başbakan Erdoğan’ın şiddet kullanan polisi övdüğünü, kendisini destekleyenler ve desteklemeyenler arasında ayrımcılık yaptığını savundu. Keating, hükümetin on yıllık zekice yönetiminin ardından Gezi Parkı protestolarına müdahale biçiminin hayal kırıklığı ve şaşkınlık yarattığını belirtti. Çok zorlu bir bölgede bulunan Türkiye’nin Amerika’nın müttefiki olduğunu savunan Demokrat Partili Massachusetts milletvekili, Türkiye’nin istikrarı ve güçlü ekonomisinin Amerika için de önemli olduğunu kaydetti. Bill Keating ayrıca, protestocuların çeşitli kesimlerden gelmiş olmasının, Türkiye’de çoğulculuğu benimsemiş, siyasi olarak faal yeni bir neslin ortaya çıktığı umudu yarattığını, buradan çıkan enerjinin canlı bir demokrasi haline gelebileceğini söyledi. Keating, “Bu gelişme Erdoğan’ı korkutmamalı, bilakis başbakan bunu memnunlukla karşılamalı” diye konuştu.
» FARKLILIKLARI KORUYUN
Toplantıda konuşmacı olarak söz alan Washington Enstitüsü Türkiye Programı direktörü Soner Çağaptay, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002’de iktidara gelmesinden Türkiye’nin bu yana zengin ve orta sınıfının çoğunluğa geçtiği bir toplum haline geldiğini söyledi. Ancak Çağaptay AKP’nin kendi politikalarının kurbanı olduğunu, bu partinin geliştirdiği orta sınıfın tercihini bireysel özgürlüklerden yana kullanarak partinin siyasi anlamda kurduğu egemenliğe karşı çıktığını savundu. Çağaptay Gezi Parkı protestolarının Arap Birliği olaylarından farklı olduğunu, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni zayıflatmadığını, Türk-Amerikan ilişkilerini de etkilemeyeceğini savundu, “Orta sınıf, bireysel özgürlükler; ifade, toplanma, basın özgürlüğü ve azınlık hakları istiyor” diye konuştu. Alparslan ESMER – Amerikanın Sesi Türkçe Haberler Servisi
Görüşmeler açık olmalı Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey de konuşmasında Erdoğan hükümetinin halk arasında kutuplaşma yaratmasının rahatsızlığa yol açtığını söyledi. Erdoğan’ın gezi protestoları sonucu iktidarını kaybetmeyeceği ve büyük olasılıkla 2015 seçimlerinden sonra da çoğunluğunu koruyacağı tahmininde bulunan eski büyükelçi, Türk ekonomisinin gösterilerden büyük zarar gördüğüne dikkati çekti. Türkiye’nin de Amerika’nın geçmişte yaptığı gibi anayasal süreçte, “çoğunluk idaresi ve azınlık hakları” arasındaki tartışmayı yaşaması gerektiğini vurgulayan Jeffrey, Türkiye’nin hala bir demokrasi olduğunu, tarafların görüş ayrılıklarını birlikte çalışarak giderebileceğini söyledi. James Jeffrey, Amerika’nın bu konuda yapması gereken şeyin de, önceki gün Başkan Obama’nın Başbakan Erdoğan’la yaptığı gibi karşılıklı özel görüşmeden geçtiğini söyledi. Çatışmaların devam etmesinin Türkiye’nin geleceği, ekonomisi ve bölgede oynamak istediği role zarar verdiğini savunan James Jeffrey, Amerika’nın kamuya açık söylemlerinde temkinli olması, ama Türk yetkililerle yaptığı özel görüşmelerde de açık olması gerektiğini kaydetti
Gezi Parkı olayları toplumsal patlama Gezi Parkı protestolarını bir “toplumsal patlama” diye tanımlayan Al Monitor web sitesi ve Milliyet gazetesi yazarlarından Kadri Gürsel, basının hükümetin kontrolüne girdiğini ve kamuoyunu doğru bilgilendiremediğini, bunun da sosyal medyada yükselişe yol açtığını; yargının bağımsızlığını yitirdiğini, kamuoyunun yargının siyasallaştırıldığına inandığını; rastgele ve uzun süreli siyasi tutuklamalar yüzünden adalet sistemine güvenin kalmadığını; dinin eğitime daha fazla sokulması yüzünden Aleviler’in dışlandığını; yetkililerin en küçük protesto eylemlerine dahi hoşgörüsünü yitirdiğini; Başbakan’ın
kadınların hayatına daha fazla karışarak, kaç çocuk doğurmaları ve nasıl doğum yapmaları konusundaki söylemlerinin kişi haklarına müdahale olarak görüldüğünü; alkol düzenlemesi adı altındaki yasağın toplumun önemli bir kısmında yaşamlara ve özgürlüklere müdahale olarak algılandığını; Başbakan Erdoğan’ın kendi seçmen kesimi dışındaki kültür ve yaşam biçimlerine karşı saldırgan ve aşağılayıcı ifadeler kullanmayı alışkanlık haline getirdiğini söyledi. Gürsel, 90’lılar neslini oluşturan ve mevcut siyasi görüşlerden uzak bu kesimlerin, bireysel özgürlüklerinin kısıtlanmasından, Erdoğan’ın otoriterle-
şen tavrından ve polis şiddetinden rahatsız olduğunu söyledi. Gürsel, “Bu Erdoğan’ın yönetimine karşı yeni, laik, kentli orta sınıfın isyanı” diye konuştu. Gürsel, ayrıca, Başbakan Erdoğan’ın halkı kutuplaştırma politikalarına devam etmesi durumunda bunun bedelini istikrarsızlık olarak ödeyeceği uyarısında bulundu; ülkeyi çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü ve laik bir demokrasi haline getirmek yerine, İslamcı, totaliter ve baskıcı bir rejime çevirmeyi tercih etmesi durumunda, bu hedefine ancak sivil toplumu ezerek ulaşabileceğini savundu.
12
Göçmenlik
3 Temmuz 2013 Çarşamba
Ahmet Buğdaycı ahmetbug@gmail.com
Gezi, kamuoyu aktörlerini nasıl teşhir ediyor GEZİ, aslında mevcut Türkiye’nin kurumlarının, kamuoyu aktörlerinin ne kadar eskidiğini, toplumun dinamizminin, değişiminin ne denli gerisinde kaldıklarını da gözler önüne seriyor. Medya, aydınlar, akademisyenler, sanatçılar, korkularla dolu, biz/öteki ayrımına dayalı eski Türkiye’nin analiziyle meşguller. Pozisyon almak refleksiyle davranıp, gerçeklerin üstünü örtüyorlar. Ama Gezi, toplumun yeraltında uyuyan magmasını bir volkan gibi patlatarak, eski Türkiye’nin kamuoyunu işgal etmiş aktörlerinin peçesini kaldırıyor. İster laik, ister muhafazakar, bu aktörlerin ne kadar arkaik, ne kadar kof, ne kadar gülünç olduklarını teşhir ediyor. Türkiye paslanmaya yüz tutan derisini değiştirmenin işaretlerini verirken, Gezi gençleri, tüm dünyadaki benzer hareketlerde olduğu gibi, “yeni siyasal ve kamuoyu aktörleri” olarak ortaya çıkıyor, değişimin bayrağını ele geçirerek, durağanlaşmış tüm aktörlerin, aydınların korunaklı postlarını silkeliyor.
» MEDYANIN TEMEL AÇMAZI
Medyanın büyük çoğunluğu, Gezi’de sınıfta kaldı, hem de sıfır not alarak. Muhafazakar medya, geçmişin travmalarıyla, hareketi hemen darbeleri çağıran 27 Mayıs, 27 Şubat gösterilerine bağlayarak, “Erdoğan’ı yedirmeyiz” vecizesiyle “saf tuttu”. Diğer taraftan Gezi’yi AKP’den kurtulma fırsatı olarak gören, geçmişin despotik Türkiye’sini yücelten islamofobik ulusalcı, laik yazarlar da haykırıyorlardı: “Gezi ileri, Erdoğan devrilmeli!” Ya da daha ılımlılar için, Gezi “laik rejimi koruyan” gençlerdi. Demokrat gazeteci postlarını tutanlar ise, olayı sadece CHP’nin ulusalcı laik tabanına indirgeyerek, analizlerini on yıl öncesinin donmuş şablonları ekseninden sürdürdü. TMSF’nin eline geçen Akşam-Show Grubu ve Habertürk’ün başına Erdoğan’ın bir arkadaşının geçip, ana akım medyanın dizaynının tamamlanmasıyla, utanç verici bir şekilde, gerçekleri gizleyen, çarpıtan dezonformatif çoğunluktan ise hiç bahsetmiyorum bile.
» TOPLUMU STATİK SANMAK
Bu şablon değerlendirmeler, en nihayetinde, demokrasi taleplerini mahkum etmeye ve yeni, farklı sesleri boğmaya hizmet ediyor. Hareketin Türkiye için bir kırılma noktası olduğunu, olayın Gezi’den daha çok değişimin yönü olduğunu görmemek ise onları tarihsel düşünce çöplüğüne fırlatıyor. Tarafgirliğin ötesinde tüm kesimlerin kaçırdığı nokta, toplumun değişen, dönüşen bir organizma olduğu gerçeği. Oysa tüm yorum, analiz şablonları, 27 Mayıs’tan bu güne son 50 yılda toplumu yaşama biçimleri, ideolojileri aynı, monoblok kitlelerle açıklamaya çalışıp, değişimi, dönüşümü yok sayan mutlakıyetçi bir algıya dayanıyor. Bırakın 50 yılı, son üç yıldaki hızlı bir devinim bile birtakım demokrat kalemlerin Gezi’yi CHP’nin ulusalcı profili şablonuyla açıklamasını anlamsız kılıyor. Bugüne kadar siyasette hep atıl duran bir kitle Gezi ile siyaset alanına girdi. Gerçekten de 2002’de kayıtlı seçmenin yüzde 21’i, 2007’de yüzde 16’sı, 2011’de yüzde 13’ü sandığa gitmedi. Bu kitlenin varlığı hiç bir zaman gündeme gelmedi. Posta212 için yaptığım haber analizde, partilerden, kimliklerden uzak bu kitlenin, toplam seçmenin yüzde 15’ini temsil ettiğini gösteriyorum.
» SİYASETTEKİ VAKUM
Ancak, kamuoyu aktörleri, monoblok kitleler içindeki değişkenlikleri, akışkanlıkları görmeyerek, AKP ve CHP içindeki huzursuz ve siyaseten boşluktaki kitlenin Gezi ruhuna ekmek gibi su gibi ihtiyaç duyduğunu göremiyorlar. Örneğin AKP’nin yüzde 30’lık merkez sağ seküler kesimi gelişmelerden çok huzursuz. Yine bu partinin yüzde 13’ünü temsil eden demokrat/ liberal kitle, Erdoğan tarafından dışlandı. CHP tabanın yarısını oluşturan, ama sesi ulusalcılar tarafından bastırılan, demokrasi özlemini duyan kitle aslında siyaseten boşlukta salınıyor. Kısacası, Gezi, vakumun çeperlerinin genişlediği bir konjonktüre denk geldi. O yüzden, Gezi’nin, akacak kanal arayan bu kitleleri kendine çeken bir mıknatıs işlevi gördüğünü de algılayamadılar kamuoyu kanaat önderleri. İşte bu temele dayanarak yaptığım analizde olası bir Gezi partisinin bir anda kitlesel bir oluşum haline geleceğini öngörüyorum.
» GLOBAL MUTSUZLUĞUN PATLAMASI
Hareketin, ekonomik gelişmeyi sadece finans dünyasının soğuk rakamlarıyla ölçen merkezi iktidarlara duyulan global öfkenin parçası olduğunu da kaçırdılar aktörler. Refahın kendi günlük hayatına yansımadığını, metropoller içinde yaşama alanlarının kıstırıldığını, tüm oyunun en tepedeki bir avuç ahbap çavuş etrafında döndüğünü fark eden bu yeni kuşakların global mutsuzluğunu göremediler. Brezilya’da, Mısır’da, Yunanistan’da, Bulgaristan’da, dünyanın her yerinde, yavaş yavaş global finans dünyasının modern kölelerine dönüştüğünü anlayıp, kendilerini yabancılaştıran bu düzene karşı, karar verme sürecine katılan bireyler olabilmenin tüm dünyada yükselen bir dalga olduğunu da fark edemediler. Gezi’nin, global mutsuzluğun öncü, yaratıcı direnişi haline dönüştüğü bu kafalara çok uzaktı.
» ZİHİNSEL DEVRİM
Hareketin asıl öneminin siyasal olmaktan çok zihinsel bir devrim olduğu ise bu, biz/ötekicilere çok uzaktı. Bakın, şimdi Türkiye’nin en “Avrupai” semti, Nişantaşı’nda apolitik insanlar, Kürtlerle birlikte yürüyor, “Diren Lice” diyor. Müslüman gruplarla dayanışarak, yüreklerini sıcak bir duyguyla dolduruyorlar. Yeni siyasal aktörler, kendileri gibi düşünmeyen, yaşamayan insanları “ötekileştirme” zihniyetine, kendilerini de dönüştürerek hayır diyorlar. Hareket içindeki çok sesliliği özenle koruyorlar, “çokluktan birlik çıkar” diyorlar. Türkiye’de ilk defa siyasetin eril dilinin zehrini fark edip cinsiyetçilikten uzak, paylaşımcı, empatiyi öne çıkaran “dişil bir dil” geliştiriyorlar. Ataerkil zihniyetin homofobikliğini aşıyor, ırkçılığa dur diyor, yani demokrasinin özüne yöneliyorlar, evriliyorlar. Diğer yandan tüketim dünyasının gösterişçi, hedonist, ezilen ötekilere gözünü kapayan yaşam tarzının ne denli sahte, iğreti olduğunu, mutsuzluk ürettiğini anlıyorlar. Paylaşmanın, dayanışmanın, üretmenin, düşünmenin tüketim toplumunda yok edilmeye çalışılan bireyliklerine ne kadar iyi geldiğini görüyorlar. Herkes kendine bir rol buluyor bu yeni zihin dünyasında. Meydanlardaki gösterilere katılmayanlar, bilgisayarları başında, yazıyor, kaydediyor, çevrelerinde yeni oluşumlar kuruyor; kendi mecralarını daha etkin kullanmanın yollarını buluyor, mesajlarını global köye ileterek, hareketin tüm dünyaya yayılmasını sağlıyorlar. Yeni bir zihin dünyası açılıyor önümüzde. Kendisini çevreci, sol bir etiketle sınırlamayıp, kitleye oynayan bir partisi olsa iktidara yürüyecek bir siyaset seçeneği beliriyor sisler arasından. Laiki, muhafazakarı, sanatçısı, aydını, akademisyeni, harekete eski dünyalarından bakan tüm kamuoyu aktörleri, işgal ettikleri postlarda teşhir olurken...
GÖÇMEN REFORMU SENATO AŞAMASINI KAZASIZ GEÇTİ Aralarında yasal statü taşımayan Türklerin de bulunduğu ve resmi rakamlara göre sayıları 11 milyonu bulan kaçak göçmenin kaderi, Obama yönetimi tarafından Kongre’nin onayına sunulan “göçmen reformu” ile değişme yolunda. Reform tasarısı bu şekliyle Temsilciler Meclisinden de geçerse, kaçak durumda olanların sınır dışı edlmesi yerine, “yasal hale getirilmesini” planı uygulamaya konulacak. Yasal durumda olmayanlar için belirli bir takvim doğrultusunda önce oturma hakkı tanınacak, daha sonra da vatandaşlık yolu için bürokratik süreci başlatılacak. Reform planına göre Amerika’ya yeni kaçak girişlerin önüne geçmek için sınır güvenliği ve vize sistemi de gözden geçirilecek. Ancak bugüne dek bir şekilde Amerika’ya gelmiş olan göçmenler kapı dışarı edilmeyecek. Reform planı kabul edilip yasalaştığı takdirde, Amerika’ya eğitim almak üzere gelen ve yüksek lisans, doktora programlarını tamamlamış olan öğrenciler için de bir fırsat doğacak. Bu durumdaki kişilere “genç beyinlerin teşviki” programı çerçevesinde önce yeşil kart sonra vatandaşlık yolu açılacak. (WASHINGTON – POSTA 212) Amerika’nın gündemini uzun süreden beri meşgul eden, Başkan Obama’nın seçim vaatleri arasında yeraldığı için kabul edilmesi konusunda Washington’da Cumhuriyetçi ve Demokrat politikacıların yoğun siyasi pazarlıkları ile kulislere sahne olan Göçmen Reformu yasa tasarısı ilk önemli aşama olan Senato kısmını tamamladı. Ancak Senatonun göçmenlik yasasını onaylamış olması henüz son sözlerin söylen-
diği anlamına gelmiyor. Senato oylamasında 32 ret oyuna karşı, 68 oyla kabul edilen göçmen reformu konusunda Temsilciler Meclisi tarafından onay verilmesi ve daha sonra Başkan Obama tarafından imzalanarak yasalaşması süreci başlamış oldu.
men için kalıcı ikamet ve vatandaşlık yolunu açan süreç başlatılmış olsa da, bu destek uğruna Cumhuriyetçi Parti’nin güvenlik tedbirleri konusundaki taleplerini kabul eden Obama yönetimi, Meksika sınırına uzunluğu 1200 kilometreyi bulan post-modern bir “Berlin duvarı” inşa etmeyi de kabul etmiş oldu.
» 11 MİLYON KAÇAK GÖÇMEN
» ÇANTADA KEKLİK DEĞİL
Amerikan Senatosu’nun verdiği onay sayesinde her ne kadar fiilen Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan 11 milyon kaçak göç-
Gözlemciler 32’ye karşı 68 oyla geçen göçmen reformu konusunda Cumhuriyetçi Partili senatörlerin çoğunluğunun yasaya onay
vermediğini anımsatarak, yasanın yürürlüğe girmesi için Cumhuriyetçi Parti’nin çoğunlukta olduğu Temsilciler Meclisi’nden geçmesi sürecinin Washington açısından “çantada keklik” sayılamayacağı görüşünde. Reform konusunda kuşkulu olan Cumhuriyetçi partililerin çoğu, Başkan Obama tarafından önerilen yeni göçmenlik yasasının, Amerika’ya kaçak girerek yasaları çiğnemiş olan insanlar için hazırlanmış bir af yasası olduğu görüşünde.
AVUKATLAR, SENATO KARARI KONUSUNDA TEMKİNLİ Amerikan Senatosu’nun, 11 milyon kaçak göçmene ikamet ve vatandaşlık yolunu açan Göçmenlik Reformu Yasa Tasarısı’nı onaylaması sevinçle karşılandı. Ancak ABD’deki Türk avukatlar, bunun yasanın çıktığı anlamına gelmediği konusunda uyarıyorlar. Çünkü tasarının, ABD Başkanı Barack Obama’nın onayına sunulmadan önce Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Temsilciler Meclisi’nde kabul edilmesi gerekiyor. Konuyla ilgili görüştüğümüz, göçmenlik konusunda uzman olan avukatlar da gelişmeyi olumlu değerlendirmekle birlikte, konuya temkinli yaklaşılması gerektiği ve Obama’nın imzasına gidecek olan tasarının, bugünkü halinden farklı olabileceği konusunda hemfikirler.
“Kimse riske girmemeli”
“Kanun yok, yalnızca teklif var”
ARDA BEŞKARDEŞ Öncelikle, bu bir kanun tasarısı; Senato’da oylanıp geçmiş olması, kanun çıktığı anlamına kesinlikle gelmiyor. Ama son 10 senedir reform ve af tasarıları konuşuluyor ve bu tasarı su ana kadar konuşulanlar arasında geçme ihtimali en yüksek olan ama geçecek son versiyonun ne olduğunu şu an bilmek imkânsız. O nedenle henüz kimse bir riske girmemeli. Reform tasarısı su andaki göçmenlik sistemini ciddi olarak değiştiriyor. Amerika’daki kaçaklar ve Amerika’dan sınır dışı edilmiş bazı kişiler için bir “yasallaşma süreci” geliyor. Tasarı bunu kesinlikle “af” olarak kabul etmiyor, yasallaşma süreci diyor. Bu yasallaşma süreci 10 yıllık bir yeşil kart yolu çiziyor. Bu 10 yıl sürecinde kaçaklara çalışma ve seyahat hakkı tanınacak. Bu süreç içinde vergilerini ödemeleri ve ağır suç islememeleri gerekecek. Yasallaşma sonucunda yeşil kart aldıktan sonra normal vatandaşlık süreci başlayacak, yani otomatik vatandaşlık verilecek söylentileri yalan.
İSKENDER CEMALETTİN Yasa tasarısının senatodan geçmesi, yasalaşacağı anlamına gelmiyor. Temsilciler Meclisi’nden geçerse bile bu kez onların geçirdiği teklife bakmamız gerekiyor. O nedenle böyle bir kanunun çıktığını düşünmeyin. Daha kanun çıkmadı, çıkıp çıkmayacağı da belli değil. Henüz birinci köprüyü geçtik. Ama daha tasarı Temsiler Meclisi’ne gelecek. Onlar da ikinci köprüye geçerse, bu kez meclis ve senato kendi kabul ettikleri kanunları birleştirip, kabul edilebilecek bir duruma getirmeleri gerekecek. Ardından da Başkan’a onaya gidecek. Müşterilerim “kanun geçti” diye sevinerek arıyorlar. Ortada kanun yok, yalnızca teklif var. Temsilciler Meclisi’nden geçmeyebilir. Dürüst olarak söylüyorum, geçip geçmeyeceği hiç belli değil. Bush yapmak istedi, olmadı. Nancy Pelosi’yi temsilciler meclisi sözcüsü olarak seçtiler, o ilk 90 gün içinde göçmenlik reformunu yapacağım dedi, yapamadı. Obama ilk döneminde hiçbir şey yapamadı. Şimdi mücadele ediyor. İnşallah olur, ama olup olmayacağı konusunda tahmin yürütmek fal bakmak gibi olur.
OBAMA’NIN GÖÇMENLİK REFORMU TASARISI SEVİNCİ KISA SÜREBİLİR (WASHINGTON – POSTA 212 ) Obama yönetimin büyük umutlar bağladığı ve seçim yatırımlarından biri olduğu için yoğun siyasi kulisler sonucu Senato oylamasından geçirilen Göçmen Reformu yasa tasarısını aslında daha zorlu bir süreç bekliyor. Kongre sürecinin ilk aşamasını bir takım tavizler sonucu başarıyla sonuçlandıran Başkan Obama’nın sevincinin kısa sürebileceği ve Temsilciler Meclisi oylaması sürecinden Washington’u memnun edecek sonucun çıkmasının epey güç olacağı iddia ediliyor. Sürecin başlı başına karmaşık ve yorucu hukuksal detaylarla dolu olduğunu kaydeden
uzmanlar, Cumhuriyetçi Parti ağırlıklı bir Temsilciler Meclisi aşamasının Obama yönetiminin Göçmen Reformu için çok kolay olmayacağının altını çiziyor.
GÖÇMEN REFORMUNDA TAVİZİN BEDELİ EN AZ 40 MİLYAR DOLAR (WASHINGTON – POSTA 212 ) Obama yönetimi tarafından sunulan Göçmen Reformu yasa tasarısı, Temsilciler Meclisi aşamasını da kazasız atlatabilir ve yasa Başkan tarafından imzalanarak yürürlüğe girerse, Amerika Birleşik Devletleri’ne kaçak yollarla gelip yerleşmiş olan ve sayıları 11 milyon olarak belirlenen (gayrı resmi rakamlar bunun da üzerinde) yabancı belirli bir süreci takiben statüsünü “yasal göçmen” haline getirebilecek ve bu kişiler birkaç yıl daha beklemek koşuluyla vatandaşlık başvurusunda bulunabilecek. Bunun yanı sıra, Senato’nın onayladığı tasarıya belirli eklemeler yapıldı ve kaçak
göçmenlerin statüsünün yasallaşması süreci ile Meksika sınırına kurulacak güvenlik önlemleri arasında doğrudan bağ kuruldu. Buna göre, kaçak statüde yaşayanların “yasal” duruma gelmesinden önce güneydeki Meksika sınırına kaçak geçişleri önlemek amacıyla mevcutlara ek olarak 20 bin ilave devriye görevlendirilecek ve yaklaşık 1200 kilometrelik güvenlik bariyeri (duvarı) kurulacak. Oluşturulması öngörülen sınırı bölen duvar ve üzerindeki güvenlik sistemleri ile 20 bin sınır devriyesi programının bütçeye en az 40 milyar dolarlık bir maliyet getireceği belirtiliyor.
GÖÇMENLİK REFORMUNDA MEKSİKALI FORMÜLÜ (WASHINGTON – POSTA 212 ) Göçmen reformunun Senato’dan geçmesi için yürütülen siyasi pazarlıklar sırasında Meksika’dan gelen işgücünü kazanmak ve yasal hale getirmek için bir “ara formül” bulundu. Yasa yürürlüğe girdiği takdirde, “misafir işçi” statüsünde belli bir kotaya sahip olan bir yeni vize kategorisi oluşturulacak. Bu kotanın yılda en fazla 200 bin işçiyle sınırlandırılması öngörülüyor. Amerika’nın yabancı işçilere kapılarını kapatmaması ve özellikle Meksika sınırında yaşanan “iş bulma amaçlı” kaçakçılık olaylarına set çekmesi öngörülen misafir işçi vizesi sayesinde sınır güvenliği problemlerinde de azalma olacağı savunuluyor. Gözlemciler ise o kadar iyimser değil. Öngörülen güvenlik tedbirlerin Amerika’nın sınırında fiilen yeni bir Berlin Duvarı meydana getireceğine dikkat çeke-
rek, misafir işçi programı ve 11 milyon insanı yasallaştırma sürecinin kalıcı bir çözüm olup olmadığı konusunda Demokrat Parti’nin çok net bir tavır sergilemediğinden yakınıyorlar. Bu görüşten hareketle, “eğer önerilen şey bir reform ise, zaten olağanüstü tedbirlerin mevcut olduğu sınıra milyarlarca dolarlık ekstra güvenlik yatırımı yapılmasının gerekçesi nedir” sorusuna cevap arıyorlar.
Güncel
3 Temmuz 2013 Çarşamba
GEZİ PARTİLEŞİRSE NE KADAR OY ALIR? Yazarımız Ahmet Buğdaycı, Gezi protestocularının profilini çıkardı ve 'parti kurup sandığa
giderlerse ne kadar oy alırlar' analizini yaptı. İşte Gezi’ye katılanların profili ve seçim analizleri:
AHMET BUĞDAYCI
(NEW YORK - POSTA212) Şimdi herkes şu soruyu soruyor? Gezi hareketinin siyaset olarak anlamı nedir? CHP tabanını mı temsil ediyor? Ve en önemlisi bazı çevrelerde şimdiden fısıldanmaya başlandı: Acaba bir Gezi Partisi kurulur mu? Kurulursa ne kadar oy alır? Bu sorular yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Eski bir araştırmacı olarak ANALİZ bu soruların peşine düştüm. ■ Gezi’yi başlatanların siyasi profili neydi? Aslında Gezi, hiç hesaba katılmayan bir kesim tarafından başlatıldı. Bu profil, kentli, apolitik, düzenden umudunu kestiği için sandığa gitmeyen, küçük partilere oy vererek farklı oluşumlar denemiş, ama baraja takılmış, ya da bağımsız adaylara oy vermiş insanlardan oluşuyor.. Bunu son seçim sonuçlarıyla açıklayalım.
» GEZİ MUHALİF CEPHE OLUŞTURDU
AKP 2011’de geçerli seçmen oyunun yüzde 42.6’sını aldı. Sandığa gitmeyenlerin oranı yüzde 12.8, oyları geçersiz sayılanların oranı yüzde 1.8. Barajı geçemeyen partilere oy verenlerin toplamı 3,8, bağımsız adaylara oy verenlerin oy oranı da yüzde 5.6. Üstelik bağımsızları çatısına alan BDP de hareketi destekliyor. Bunların toplamı da yüzde 24 ediyor. CHP’nin 2011 seçimlerinde geçerli oylar içindeki oranı yüzde 22’dir. CHP’yi de içine alırsanız ortaya Gezi’nin arkasına düşen yüzde 46’lık, araştırma sonuçlarıyla da rakamsallaştırılan, “otoriterliğe karşı” bir muhalif blok ortaya çıkıyor . MetroPOLL araştırma şirketinin Today’s Zaman için Haziran ayında yaptığı son araştırmaya göre, halkın yarısının otoriterliğe tepki duyması bu cepheyi açıkça doğruluyor. MHP seçmenlerinin Erdoğan’ın otoriterleşmesine tepki duyduğu açık olsa da MHP’yi bu bloğa almadım. BDP oylarını çıkarırsak yüzde 24’den geriye yüzde 18.4’lük bir kitle kalır. Oyları sandığa yansımayan 18.4’lük kitleden, yüzde 3.8’lik “diğer”in çoğu küçük muhafazakar partilere eğilimli yüzde 3’ü çıkarırsak, geriye kalan 15.4’ün tamamına yakınının direkt Gezi’nin destekçisi olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bu rakamlar, 2001’i temsil ediyor. Şu an toplam seçmen sayısının 52 milyona ulaştığı ve otoriterliğe tepkinin ilk defa oy verecek genç seçmenler arasında daha yoğun olduğu düşünülürse, Gezi oy oranına iki üç puan daha eklemek mümkün. MetroPOLL’un araştırmasına göre “ bugün seçim olsa hangi partiye oy verirdiniz” sorusunu yanıtsız bırakanların ve protesto oyu kullanacakların oy oranı ise yüzde 16.3. Bu yüzde 16.3’lük kesime diğer partilerin temsil ettiği yüzde 5’i ve BDP’nin oyunu eklerseniz de yukarda gösterdiğim muhale-
fet cephesinin oy oranı yüzde 27 çıkıyor. Bu kitlenin 24’ten 27’ye gelişi ise 2011’den 2013’e seçmen sayısının artışı ile açıklanabilir. Yüzde 15’4’lük kesim, 50, 369 milyonluk toplam seçmen tabanında, yaklaşık 7,8 milyonluk çekirdek bir kitle anlamına geliyor. İşte bir avuç çapulcunun bugün siyaset sahnesinde varolan boşlukta ciddi bir siyasi aktör haline gelmesinin arkasındaki matematik bu. Tabii, Gezi’nin bir partisi yok henüz. Ama gençler arasında böyle bir oluşumun hazırlıklarının sürdüğü haberini alıyoruz. Online platformlarda, son derece demokratik bir şekilde katılımcılar parti felsefesini, tartışıyor, fikir belirtiyor, görüşlerini ekliyorlar. Ancak Gezi’nin diğer ilginç yönü, hareketin hem CHP hem AKP seçmenlerinin bir bölümünün boşlukta yüzmesi sürecine denk gelmiş olmasıdır. Gezi’den önce de, hem CHP yönetiminin “yeni CHP” olmaktan vazgeçip tekrar ulusalcı çizginin egemenliğine geçmesi ve sosyal demokratların mutsuzlaşması, AKP’nin de sekuler, demokrat kesimleri dışlamasıyla, aslında birbirine benzer profildeki iki kanalın dip akıntısından söz etmek mümkündü. İşte olası Gezi Partisi’nin asıl gücü bu iki kanalı kendisinde toplama potansiyelinde yatıyor.
» CHP İKİ ÇEKİRDEKTEN OLUŞUYOR
Aslında laik tutumla özdeşleştirilen CHP kitlesinde, Konda’nın yaptığı CHP araştırmasına göre, bugün ulusalcılarla sosyal demokrat olarak nitelenen daha liberal grup tabanı yarı yarıya paylaşıyor. Parti yönetiminde ise ulusalcı kanadın sesi daha yüksek çıkıyor. Bu da partinin tamamıyla katı laik/ulusalcı algısına oturmasına yol açıyor ve tüm yorumlar bu düzlemden yapılıyor. Aslında partinin diğer yüzde 50’sinin partiyle bir siyaset ilişkisi yok; partinin performansını hiç beğenmese de, AKP’nin yaşam tarzı tehdidinden ve partiyle kuşaklar boyu süregelen ilişkisinden ötürü her seçimde, “”kerhen” gidip oyunu atıyor.
» AKP’DEN KOPAN LİBERAL/DEMOKRATLAR
Diğer yandan 2011 seçimlerinden sonra AKP’nin seçmen profiline baktığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: AKP’ye oy veren seçmen 21 milyon 466 bin seçmen içinde kendini seküler, liberal, olarak tanımlayan yüzde 30’luk bir merkez grup var. MetroPOLL araştırmasına göre de AK Parti’li seçmenin yüzde 27’si hükümetin otoriterleştikleri yönündeki algıya katılıyorlar ve yine AK Partililerin yüzde 33’ü yaşam biçimlerine ve tercihlerine devletin müdahalesinin arttığını düşünüyorlar. Bir anlamda bu sekuler kitlenin rahatsızlığı araştırmayla doğrulanmış oluyor. Diğer yandan yine 2011 seçiminden sonra Erdoğan tarafından Anar’a yaptırılan araştırmada, bu yüzde 30’luk kesimin yüzde 43’ü veya toplam AKP seçmenin yüzde 13’ü kendini sosyal demokrat ve liberal/demokrat olarak tanımlayanlardan oluşuyor. 2 milyon790 bin kişilik bu kesimle,
Taksim Dayanışması’nın sözcüsü Gaziantep’e gönderildi ww(İSTANBUL –POSTA 212) TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyesi Tayfun Kahraman, Taksim Dayanışması’nın sözcülerinden biri. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la Gezi olayları konusunda görüşen heyetin üyelerinden biriydi Kahraman. Aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nda uzman olarak çalışan Kahraman, kendisine tebliğ edilen bir yazıyla Gaziantep Koruma Kurulu’nda görevlendirildi. Kendisine ulaştığımızda haberi doğrulayan Kahraman “Gaziantep’te görevlendirildiğim doğru. Bu bir tayin değil ama buradan uzak olsun diye geçici görevlendirmeyle Gaziantep’e gönderildim. Böyle bir şey olabileceğini tahmin ediyordum çok anormal bir durum değil” diye konuştu.
SOROS’A KARŞI ÇIKANLAR ARAMIZDA Başbakan’la görüşmesinin ve ardından Taksim Dayanışması’nın açıklamalarının tepkilere neden olduğunu hatırlattığımızda, görüşmeyi başka bir perspektiften anlattı. “Başbakan’la yaptığımız görüşmeyi pozitif yansıtmaya çalıştık. Lakin ertesi gün Başbakan bunun sert bir tartışma olduğunu kendisi söyledi. Orada bu enerjiyi tamamen gezi parkına indirgemeye çalışan bir üslup vardı. Biz de bunun sadece bu olmadığını, bunun toplumsal boyutları olduğunu ve bir halk hareketi olduğunu ifade ettiğimizde, tabi ki olay sertleşti,” diye ko-
nuşan Kahraman, kendilerinin bir itidal çağrısıyla arkadaşlarının sağduyulu davranmasına çalıştıklarını, fitili ateşlemek istemediklerini ama hemen arkasından Başbakan’ın tansiyonu yükselten bir açıklama yaptığını söyledi. Taksim Dayanışması’nın ardında Soros’un ya da dış güçlerin bulunduğu iddialarını da yanıtlayan Kahraman “Bu hükümetin öngörüsüzlüğü. Bu hareketin mevcut siyaset yapma tarzına ve modeline bir alternatif istediğini söyleyen bir halk hareketi olmuş olduğunu algılayamıyorlar. Ben kimin elemanı olduğumu bilmiyorum o zaman. Taksim Dayanışması, içinde 135 tane birleşen olan çok geniş bir örgütlenme. Örneğin Soros’un hareketine karşı Türkiye’de bu gündemi yaratan ulusalcılar da aramızdalar, BDP’liler de,” dedi.
DİRENİŞİMİZ DEVAM EDECEK Kahraman, hem tehdit hem destek mesajlarını aldığını ama böyle bir hareketin içinde yer aldığı için gurur duyduğunu söyledi, “Türkiye Cumhuriyeti ilk defa karşı bir manifesto oluşturuyor ve bunun arkasından halk kendisi gidiyor. Ben bu ülkede yaşadığım için ilk defa bu kadar gururluyum” diyen Kahraman, tüm baskılara rağmen “Direnişimiz devam edecek” diye konuştu. “Bu bizim elimizde olan bir şey değil artık. Bu kendi enerjisini kendisi yaratan ve dinamiklerini yaratan bir hareket haline geldi. Bu elbette devam edecek ve dünya tarihinde bir yerde böyle devam eden bir hareket yok.”
gözünü MHP oylarına diken Erdoğan bağlarını çoktan kopardı. MetroPOLL araştırmasındaki parti oranları, son seçimlerdeki oyu yüzde 49,9 olan AKP içindeki sosyal demokratların kaymasını net bir şekilde doğruluyor. Araştırmaya göre bugün seçim yapılacak olsa partilerin oy oranları şöyle çıkıyor: AKP’nin oyu yüzde 35.3, CHP’nin 27; MHP 14.5, BDP ise 6.2. Diğer partiler ise yüzde 5. Öyle gözüküyor ki, AKP bu kaybını milliyetçi bir söyleme yönelip, tamamıyla MHP kitlesine oynayarak kapatmaya çalışacak.
» GEZİ’YE KATILIRLARSA
Gezi Hareketi, demokrasi talebini bir partide somutlaştırırsa,7.8 milyonluk kitleye, AKP ile ortaklığını sona erdiren, CHP dışında kendine kanal arayan 2 milyon 790 bin kişiyi eklediğimizde rakam 11 milyona çıkıyor. Böyle bir oluşumun CHP’nin mutsuz sosyal demokratlarından ciddi bir kesimi çekeceği de güçlü bir ihtimal. 11,2 milyonluk oy tabanından, sayısı 5.6 milyon olan bu kitledeki yüzde 50’lik bir kayma bile, Gezi’nin oy tabanını 14 milyon kişiye getirir. Bu da yüzde 28’lik bir oy anlamına gelir. Gezi Partisi’nin kadrolaşması, örgütlenmesi, seçimlere katılması gibi varsayımlara bağlı bu
rakam ilk seçimlerde abartılı bulunabilir. Ancak neresinden bakarsanız bakın böyle bir oluşumun minumum 10 milyonluk bir seçmen kitlesi olduğu görülebilir. Bu da Gezi Partisi’nin bir anda ana muhalefet partisi olması anlamına gelir. Önümüzdeki seçimde olmasa bile, demokrasi talebine uygun, güçlü ve tüm Türkiye’yi kucaklayan bir zihniyetin hakim olduğu kadrolaşmayı başarması halinde partinin 15 milyonluk bir kitleye rahatlıkla ulaşacağı öngörülebilir. Böyle bir oy tabanı olsa da parti girişiminin hayata geçip geçmeyeceğini zaman gösterecek. Partileşemese bile Gezi Hareketi, sivil bir oluşum olarak ve arkasındaki kitleye dayanarak, CHP’den daha güçlü bir etki alanı yaratacak. Evet, Gezi, statikleştiği varsayılan siyaset alanınında bir deprem yaratarak, “Yeni Türkiye” talebini, boşlukta umarsızca gezinen kitlelerin desteğini arkasına alarak Türk demokrasi tarihinde bir kırılma anını temsil eden bir ses haline geldi. Gezi Partisi bugün kurulsa da kurulmasa da, ortaya çıkan bu enerji Türk demokrasisinin, değişimin yönü olarak okunacak.
Ahmet Buğdaycı kimdir?
Meslek hayatına Konda Araştırma şirketinde araştırmacı olarak başlayan Ahmet Buğdaycı, kamuoyu araştırmalarında edindiği deneyimden sonra, pazar araştırma şirketlerinde çalışmış, daha sonra basına geçerek, gelir/tüketim/demografi/sosyoloji ve trend analizleri üzerinde uzmanlaşmıştır.
13
Brezilyalı editör: Gösterilerin ardında yabancı parmağı yok Brezilya’nın Carta Capital Dergisi editörlerinden Jose Antonio Lima, ülkedeki gösterilerin arkasında yabancı parmağı olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığını söyledi (AYDOĞAN VATANDAŞ -SAO PAULO / POSTA212) Cihan Haber Ajansı’na açıklama yapan Brezilya’nın Carta Capital Dergisi editor Jose Antonio Lima, Brezilya’da gerçekleştirilen gösterilerin meşru olduğunu, Başbakan Erdoğan’ın iddia ettiği gibi Brezilya’daki olayların arkasında yabancı parmağı olduğuna inanmadığını söyledi. Dergi editörü, 10 yıldır iktidarda bulunan Lula Hükümeti’nin gerçekleştirdiği sosyal programın orta sınıfın ihtiyaçlarına yanıt veremediğini, orta sınıfın çok fazla vergi ödemek zorunda kaldığını vurguladı. Sağlık ve eğitime daha fazla yatırım yapılması gerektiğine işaret etti. Dünya kupası için yapılan stadyumlara harcanan parayı eleştirmelerinin meşru olduğunu savunan Lima, Brezilya’daki bütün devlet organlarının halkın bu taleplerini haklı bulduğunu ve gerçekleşmesi için de çalışmalara başlandığını kaydetti.
» SOSYAL MEDYA ETKİLİ
Brezilya’lı müzisyen Tiago De Mello da Cihan’a verdiği röportajda, ülkede yaşanan olaylarda Batılı hükümetlerin değil sosyal medyanın etkisi olduğunu savundu. Mello, Brezilya halkının Türkiye’deki olayları en başından beri takip ettiğini, yaşananların gösterileri tetiklediğini savundu. Başbakan Erdoğan Samsun’da düzenlenen ‘Milli İradeye Saygı Mitingi’ konuşmasında, Türkiye ve Brezilya’da yaşanan olaylar arasındaki benzerliklere dikkat çekerek, uluslararası alanda etkisini artıran iki ülkeye operasyon yapıldığını savunmuştu.
14
Eğitim
3 Temmuz 2013 Çarşamba
Türkiye eğitimde nerede? ( İSTANBUL-POSTA 212 ) Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) eğitim ekonomisi alanında dünya çapında yaptığı “Bir Bakışta Eğitim 2013” araştırmasının sonuçlarını yayınladı. Rapor, Türkiye ve ABD ile ilgili çarpıcı gerçekleri de ortaya çıkartıyor: ABD’de 25-64 yaş arası yetişkinlerin yüzde 42’si yüksek öğrenim görmüş. Türkiye’de ise bu oran yüzde 14. Bu oranla ABD, Kanada (%51), İsrail (%46), Japonya (%45) ve Rusya Federasyonu’nun (%54) ardından yükseköğrenim gören nüfus bakımından dünya beşincisi olurken Türkiye yalnızca Brezilya, güney Afrika, Çin ve Endonezya’yı geride bırakarak sondan beşinci oluyor. Türkiye ilk ve ortaöğretime büt-
çesinden yüzde 2,2 pay ayırırken, bu oran ABD’de 3,7. ABD ilk, orta ve yükseköğrenime bütçesinin toplam 7,3’nü ayırıyor. Rapor bu konuda Türkiye ile ilgili bir bilgi vermiyor. Türkiye’nin öne çıktığı alanlardan birisi öğretmen maaşları. Türkiye’de öğretmen maaşları reel olarak geçen on yılda ikiye katlandı ve OECD ülkeleri arasında öğretmen maaşlarının en çok arttığı ülkelerden biri oldu. Ancak Türkiye’de öğretmen maaşları hala OECD ülkeleri ortalamasının oldukça altında. 15 yıl deneyimli bir ilkokul öğretmeni yılda ancak 25 bin 189 dolar kazanıyor. OECD ortalaması 38 bin 136 dolar. ABD’de ise böyle bir öğretmen 46 bin 130 dolar kazanıyor. Ayrıca Türkiye’de anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise öğret-
TÜRKİYE EĞİTİMDE SINIFI GEÇEMEDİ Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD raporuna göre Türkiye eğitim sıralamasında dünyada “sınıfta kalan” ülkeler arasında yer alıyor
(NEW YORK-POSTA 212) Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD tarafından yıllık olarak yayınlanan eğitim raporu Türkiye açısından kötü bir tablo sergiliyor. Rapora göre, okullaşma oranında sonlarda olan Türkiye, düşük eğitim seviyesi ve işsiz mezunlar listesinde olumsuz anlamda “zirveye doğru” ilerliyor. Raporda, Türkiye’de çalışmayan ve herhangi bir eğitim almayan gençlerin oranında yüzde 7’lik bir düşüş gözlendiği, buna karşılık diğer OECD ülkeleri ile bakıldığında bu oranın en yüksek seviyede olduğu belirtildi. Raporda, 2008-2011 yılı arasında çalışmayan ve eğitim almayan 15-29 yaş grubunun, OECD ülkelerinde yüzde 16’lık oranına rağmen Türkiye’de bu oranın yüzde 35 olduğu belirtildi. Türkiye’de bir işte çalışmayan ve eğitim görmeyen bu gençlerin yüzde 50’sinden fazlasını kadınlar oluştururken, bu oranın erkeklerde yüzde 20 olduğu ifade edildi.
» OLUMLU GELİŞMELER DE VAR OECD’nin yıllık raporunda, Türkiye’nin eğitimde kaydettiği bazı olumlu gelişmelerin de gelişmiş dünya ölçeğinde yetersiz kaldığı vurgulandı. Buna göre, 2011 yılında 5-14 yaş arası yaş grubunun yüzde 95’i okula kaydolduğu ve 15-19 yaş arası grubun okula kaydolma oranı 2001’de yüzde 30 iken, 2011 yılında ikiye katlanarak yüzde 64 seviyesine geldi. Ancak bu oran OECD ülkelerinde ortalama yüzde 84 olduğu için Türkiye’nin olumlu gelişmesi de yetersiz kaldı.
menleri OECD ortalamasından yılda yaklaşık 150 saat daha az ders veriyor. Türkiye’de ilkokul öğretmenleri yılda 639 saat ders verirken, bu rakam ABD’de 1097 saat. OECD ortalaması ise 790 saat. Lise öğretmenleri ise Türkiye’den 567, ABD’de 1051, OECD ortalamasında ise 664 saat ders veriyorlar. Türkiye’de öğretmenler öğrenci başına 1199 dolar, ABD’de ise 3018 dolar kazanıyor.
» EĞİTİM ERKEKLERE YARIYOR
Gelişmiş dünyanın eğitim eğilimlerini araştıran raporun en dikkat çekici sonuçlarından birisi, birçok ülkede en az lise ve dengi okullardan mezun veya meslek eğitimi almış ve işgücüne katılmaya hazır olan erkeklerin, aynı eğitim seviyesindeki ka-
dınlardan daha çok para kazanması. Yunanistan, Macaristan, İtalya, Polonya ve İspanya bu eğilime istisna oluşturuyor. OECD ülkelerinde bir kadın yıllık çalışma hayatı boyunca 69 bin dolar gelir elde ediyor. Bu rakam erkeklerden 30 bin dolar daha düşük. Gelir elde etmede cinsiyetler arasında uçurum en fazla Avusturya, Kore, Norveç, Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler’de görülüyor. En büyük uçurum ise erkekler 250 bin dolar kazanırken kadınların 71 bin dolarda kaldığı Kore. Aynı eğilim üniversite mezunu kadınlar ve erkekler için de geçerli. “55-64 yaşları arasındaki yükseköğrenim görmüş kadınlar, aynı yaştaki ve seviyedeki erkeklerin yüzde 72’si kadar kazanabiliyorlar” diyor rapor.
Yaşam
3 Temmuz 2013 Çarşamba
CENTRAL PARK DEVASA GÖKDELENLER VE ŞEHRİN BUNALTICI HAVASI ARASINDA YEMYEŞİL VE BAM BAŞKA BİR DÜNYA...
NEW YORK’LULAR için şehrin en yakın kaçış kapısı. Evlerinin arka bahçesi. Sinemalardan aşina olduğumuz eşsiz bir görüntü. İlk ve sonbahar da aşıkların uğrak mekanı. New York Maratonu’nun bitiş çizgisi. Aslında parkın hikayesi çok eskilere dayanmıyor. Yakın tarihte modern Amerika’nın kuruluşundan sonra New York’lu Amerikan zenginlerinin Avrupa ziyaretlerinden sonra hissettikleri bir eksiklik. Londra’daki ve Paris’deki şehir parkları Central Park’ın yapımına ilham olmuş ve arazi sahiplerinin de onayıyla yapımına başlanmış. Manhattan’ın merkezine özenle yerleştirilmiş, 5. ve 8. bulvarlar ile 59. ve 110. caddeler arasında kalan Amerika Birleşik Devletleri’nde peyzaj düzenleme yapılarak oluşturulan ilk genel parkıdır. Günümüzde dört tarafı gökdelenlerle çevrili olan parkın yapımına 1853 yılında başlanmış. İlk olarak park, proje üzerinde 700 dönüm olarak tasarlamış ancak daha sonra parkın kapladığı alan 843 dönüm olarak hesaplanmıştır. Park’ı yaparken Manhattan’ın en az kullanışlı yeri araştırılmış ve orta Manhattan’da bulunan bataklıklarla dolu çorak bölgede park çalışmaları başlatılmış. Yapım çalışmaları on yıl kadar sürmüş ve bu süreç boyunca 3000 işçi projede görev almıştır. Sadece Amerika’nın değil aynı zamanda dünyanın da en büyük yapay parklarından biri olan Central Park’ın kayalıklar hariç hemen hemen bütün malzemeleri Avrupa’dan getirilmiştir. Central Park Amerika için bir çok anlam-
da yenilik yaratmış bir çalışmadır. Projenin hazırlıklarını yürütmek üzere ilk park komisyonu kurulmuş ve proje için ilk peyzaj yarışması düzenlenmiştir. Yarışmada Calvert Vaux ve Andrew Jackson Downing tarafından sunulan Greensward Planı, Central Parkın peyzaj düzenleme planı olarak seçilir. Tasarımcılar İngiliz romantik akımından etkilenerek pastoral bir Peyzaj oluşturmak isterler. Yerel eleştirilere cevaben, tasarımcılar planlarında mevcut dolaşım sistemini düzenlemişler, yaya yollarını, at patikalarını ve araba yollarını birbirlerinden ayırmişlardır. Ayrıca Vaux, 40 tan fazla köprü tasarlayıp geçişleri değişik rotalarla derecelendirmiştir. İlk zamanlarda parkın yönetimi komisyon tarafından sağlanırken, şehrin yeniden yapılanması üzerine parkın yönetimi yerel yetkililere devredilmiştir. Tüm New York’luları ortak bir şeylerin etrafında birleştirebilmek ve Amerikanın milli yapısını gözler önüne serebilmek için tararlanan Central Park, bugün kuruluş amacına ulaşmış denilebilecek derecede başarılıdır. Yıl boyunca her milletten, her renkten, cinsiyetten, yaştan ve inanaçtan olan milyonlarca New York’lu parkı ziyaret eder. Aynı zamanda Central Park bir park olmanın ötesinde dünya çapında bir üne kavuşmuştur. ABD’nin en çok ziyaret edilen parkı ve temiz havası ile şehrin akciğerleri, halkın fiziksel egzersiz yaptıkları sağlık merkezidir.
» CENTRAL PARK’TA DÖRT MEVSİM
İki tarafından yükselen beton gökdelenle-
rin ortasına yerleştilen Central Park, şehir hayatından bunalanlar için, dört mevsimin güzellikleri ile dolu birbirinden güzel görüntüleri ile saklı bir ormandır. İlk baharda tomurcuklanan kiraz çiçeklerinin beyaz ve pembe renkli görüntüsü altında piknik yapmaya gelen ailelerin neşeli kalabalığına ev sahipliği yaparken, yaz aylarında akasya ağaçlarının kokusuna karışan sarı ağaçların etrafa saçtığı büyüleyici kokular içinde, güneşlenmeye gelen gençlerin, oyun sahalarını dolduran çocukların ve tabiki de gölde sandallarda gezmenin zevkini yaşayan çifterin buluşma noktasıdır. New England bölgesindeki sonbaharın tüm güzelliğini sarının ve kırmızının bütün tonlarında gizemli bir aheng ile birleştiren solgun yaprakların görüntüsü ile tüm sanatçıların ilham kaynağıdır. Kış aylarında çıplak ağaç gövdelerinin arasında buz pateni pistlerinde çocuklarına paten öğretmeye gelen ailelerin ve gençlerin hafta sonu eğlence mekanıdır. Dört mevsim devam eden açık alan spor salonu olarak düşünebileceğimiz, New York halkının yürüyüş ve koşu alanıdır.
» PARK’TA BULUNAN AKTİVİTELER
Central Park’ta, yıl içerisinde bir çok etkinlik düzenlenir. Hemen hemen yılın her mevsiminde burayı ziyaret eden turistlerin bu etkinliklerden bir tanesine katılma fırsatı olabilir. Kuş tutkusu olan bir çok doğa sever buraya gelerek doğal ortamlarında kuşları gözlemleyebilir. Ramble olarak adlandırılan ağaçlık bu bö-
lümde bir çok kuş çeşidine rastlanabilir. Eğer denize ve kayıklara bir tutkunuz varsa şehir merkezine en yakın gölde kayıklarla gezintiye çıkabilir ve birbirinden eşsiz kareler yakalayabilirsiniz. Park içerisinde bulunan faytonlarla gezerken dostlarınızla eğlenceli vakit geçirebilirsiniz. Eğer atlara karşı bir fobiniz varsa bisiklet arkasında Central Parkı ya da Manhattan’ı gezme imkanı bulabilirsiniz. Aynı zamanda park bir çok sportif etkinliğe de ev sahipliği yapıyor. Her yıl düzenlenen New York Maratonu Central Park’ın içinde son buluyor. Ayrıca kış aylarında parkta kayak yapma imkanı veren tesisler de var. Çoğu hafta sonu park içerisinde düzenlene bisiklet yarışları yada turları şehir halkını ya da turistleri eğlendiren diğer aktivitelerden. Ayrıca parkta bireysel olarak yapabileceğiniz koşuların yanı sıra arkadaşalarınızla da vakit geçirmek için voleybal, baseball veya tenis oynayabilirsiniz. Ayrıca parkın en popülar ve adrenalinli aktivitelerinden biride tırmanıcılık. Parkın içerisinde bulunan kayalara tırmanış yapma imkanınız da var. Ama yinede siz her ihtimale hazırlıklı olun. Parkta şehrin büyük sakinleri düşünüldüğü kadar küçüklerede yer verilmiş. 3 dönümlük çocuk parkında miniklerde sizin kadar eğlenebilicek.
Meksika’da sınır geçme eğlencesi Meksika’nın Hidalgo Eyelati’nde kurulan bir eğlence parkında ziyaretçilere, ABD’ye yasadışı yollardan geçmenin heyecanı yaşatılıyor. Gerçek Amerika sınırı ise bin 285 kilometre uzaklıkta… (NEW YORK – POSTA 212 ) Meksika’nın Hidalgo eyaletindeki EcoAlberto eğlence parkı, ziyaretçilerine Amerika sınırını yasa dışı yollarla geçmenin heyecanını yaşatıyor. Ziyaretçiler kaçakçıların ve sınır koruma görevlilerinin olduğu bu sahte sınır geçme temasının asıl amacı, insanları sınırı geçmemeye ikna etmek. Gerçek Amerika-Meksika sınırıysa, HñaHñu yerlilerinin bölgesinde yer alan parkın bin 285 kilometre uzağında yer alıyor. Buraya gelen turistler, sınır geçme simülasyonunun yanı sıra, sıcak kaplıcalara giriyor ve kaya inişi yapıyor.
» ÜÇ SAAT SÜRÜYOR
Ama gerçek bir riske girmeden sınır geçmenin heyecanını yaşamak isteyenler, üç saat boyunca sirenlere, köpeklere, kovalamacaya ve sınır koruma görevlilerinin tehditlerine maruz kalıyor. Parkın yetkilileri, Night Walks adlı bu temanın, insanlara sınırı geçmeyi öğrettiği iddiasını reddediyor ve amaçlarının bölgeye para kazandırarak halkın Meksika’dan ABD’ye kaçak geçişini engellemek olduğunu söylüyorlar.
» GÖÇ DURDU
Bölgedeki HñaHñu yerlilerinin yüzde 80’i sınırı kaçak yollarla geçerek Arizona ve Nevada’ya yerleşmiş. Bu eğlence parkı temasını da sınırı geçtikten sonra kendi topraklarına geri dönenlerden biri, topluma gelir getirmesi için düşünmüş. 1960’lerdan beri ilk kez Meksika’dan ABD’ye göç durdu. Sınır güvenliğinin artırılması, ABD’deki yasaların sıkılaşması, kaçakçılık ücretlerinin artması, şiddet olayları ve ABD ekonomisinin krizde olması, Meksikalıları sınırı geçmekten vazgeçiren faktörler.
15
CENTRAL PARK’TA BAŞKA NELER VAR? Belvedere Castle Calvert Vaux trafından tasarlanan kale parkın içinde en dikkat çeken yapılardan birisidir. Moorish, Gothic ve Norman stillerinin karıştırılması ile oluşan yapı parkın pastoral görüntüsünün de tamamlayıcı bir parçasıdır. Halka parkta bulunan bitkiler ve hayvanlar hakkında bilgi vermekle sorumlu olan Henry Luce Nature Observatory merkezine Belvedere Castle ev sahipliği yapmaktadır. Aynı zamanda Belvedere Castle’de her yıl Sheakespeare’in oyunları sergilerin. New York’lular için ayrı tasarlanan Central Park, Müzik konserlerine, tiyatro oyunlarına, sokak muzisyenlerine, hokkabazlara ve dansçılara ev sahipliği etmekte ve ziyaretçilerine her bir karesi ile ayrı bir renklilik sunmaktadır.
» PARKTAKİ HEYKELLER
Central Park sadece doğaya yönelik bir çalışma değil içerisinde bir çok sanatsal yapı ve anıtlar da bulunuyor. Bu anıtlardan bir tanesi de ünlü rock grubu Beatles için inşa edilmiş. Beatles hayranları her yıl buraya gelerek efsanevi rock grubunu anma törenleri düzenliyor. Her şeyi ile doğadan bir parça gibi duran Central Park aynı zamanda sanata da ev sahipliği yapıyor.
New York Akvaryumu YARALARINI SARIYOR Coney Island’da bulunan tarihi New York Akvaryumu, Sandy Kasırgası’nda büyük zarar gördükten sonra kapılarını kısmen açtı ve maddi manevi yardım toplamak için ziyaretçileri bekliyor (NEW YORK-POSTA 212) Coney Island’da bulunan New York Akvaryumu, her yıl bir milyon kişinin ziyaret ettiği ve bölge ekonomisine 58 milyon dolar kazandıran önemli bir gelir kaynağı. 1896’dan beri sürekli faaliyet gösteren bu akvaryum, aynı zamanda Amerika’nın da en eski akvaryumu. New York Akvaryumu, Bronx Hayvanat Bahçesi’nin de aralarında bulunduğu dört hayvanat bahçesini işleten Wildlife Conservation Society tarafından işletiliyor. Birçok benzeri kurum gibi hayvanların üzerinden para kazandığı için eleştirilse de, onlar okyanusların yüz yüze kaldığı tehlikeler konusunda halkı bilinçlendirmeyi amaçladıklarını söylüyorlar.
» OKYANUSUN GAZABI
New York Akvaryumu, okyanuslara dikkat çekmek isterken geçtiğimiz sene Sandy Kasırgası sırasında okyanusun gazabına uğradı. Coney Island sahilinde, 5,5 hektarlık bir alana yayılan akvaryumun tüm yapılarını Sandy Kasırgası sırasında su
bastı. Tüm tanklara okyanus suyu girdi, balıklar için gerekli olan kritik sistemler kullanılamaz hale geldi. Akvaryum, bu krizi mucizevi bir biçimde, o sırada dışarıda bulunan ve tankları devrilen 150 koi balığını kaybederek atlatmış olsa da, geri kalan 1w2 bin balığın büyük bölümünün tankları kullanılamaz hale geldi.
» MELEK BALIKLARI
New York Akvaryumu, yoğun bir yeniden inşa döneminin ardından bu ay başında yeniden faaliyete girdi. Ancak durumu, eski günlerini aratıyor. Koleksiyonunun yüzde 80’i yerinde dursa da, ancak yüzde 50’si sergileniyor. Akvaryum önemli sergilerden de mahrum. Sandy öncesi planlanan Köpekbalıkları sergisi, 2016 yılına ertelenmiş. Ama morslar, su samurları, melek balıkları yerli yerinde. Denizaslanı gösterileri iki saate bir tekrarlanıyor. Penguenlerse sıcakta biraz mutsuz görünüyorlar. Akvaryumda penguenler, morslar ve su
samurlarının günlük beslenmelerine tanıklık edebiliyorsunuz. Beslenme saatleri, akvaryumun girişinde yazıyor. Ayrıca, önceden rezervasyon yaptırarak rehberli turlara, aile atölyelerine kayıt yaptırabiliyorsunuz. 6-14 yaş grubu çocuklar için yaz kampları da düzenleniyor.
» PARA TOPLANIYOR
Amerika’nın büyük akvaryumlarından biri olmasa da, New Yorkluların çocukluk anılarında mutlaka yeri olan New York Akvaryumu, 2016’da tamamının açılabilmesi için para topluyor. Şu anda yarısı açık olsa da, 9.90 dolarlık indirimli giriş ücretiyle ve denizaslanı gösterisiyle, tatilde çocuğu olan aileler için iyi bir zaman geçirme aracı. Yaz ayları boyunca cuma günleri 16-18 arası girişlerdeyse istediğiniz kadar para ödüyorsunuz. Amerikan kültürünün önemli bir parçası olan bu tarihi kurumu desteklemek ve yaz aylarında çocuklarınızla güzel zaman geçirmek için akvaryumu mutlaka ziyaret edin.
3 Temmuz 2013 Çarşamba
YIL 1 • SAYI 7 HAFTALIK ÜCRETSİZ
BROOKLYN’İN HASİDİKLERİ Hasidik Yahudiler New York Brooklyn’de Crown Heights, Williamsburg ve Borough Park’ın bazı kesimlerinde yoğun olarak yaşıyor. Hayatları, Amerikalılara göre çok (BARBAROS SAYILGAN/NEW YORK – POSTA 212) Brooklyn’de Hasidik Yahudilerin yaşadığı bir mahalleden geçerken insan önce görüntüleri karşısında şaşkınlığa uğruyor. Hele de mevsim yazsa, tüm New Yorklular olabilecek en ince giysilerini giymişken, Hasidilerin kıştan kalma uzun, kalın ve siyah giysileri, geniş kenarlı fötr şapkaları, gösterişli sakalları ve kulaklarının önünde uzayan kıvırcık perçemleriyle başkalarından ayrılıyorlar. Hasidiler Brooklyn’de özellikle Crown Heights, Williamsburg ve Borough Park’ın bazı kesimlerinde yoğun olarak yaşıyorlar. Yidce ve İbranice tabelalarıyla buralarda insan kendini başka bir şehirde hissediyor. Hasidilerin hayatı, geleneksel Amerikan hayatından keskin biçimde farklı. Buralarda, cemaat kavramının ne kadar güçlü olduğunu da, kadınlarla erkeklerin gelenekler ve dini kurallar nedeniyle çok farklı roller üstlendiklerini de, bu insanların dini ritüellere bağlılığını da burada kısa bir süre geçirdiğinizde bile hissediyorsunuz.
» KÖKENİ POLONYA
Hasidizmle ilgili karşıma çıkan kaynaklardan birisi, Ebru Metli’nin 2006 tarihli yüksek lisans tezi. Burada Hasidizm “Yahudiliğin kendi içindeki bölünmeler ve yozlaşmalar ile anti-semitizmin giderek şiddetlendiği 18’nci yüzyıl Polonyasında ortaya çıkan ve gücünü halktan alan bir dini hareket” olarak tanımlanıyor. Hasidizm’in kelime anlamı “dindarlık”. Bugün katı ritüellere sahip olan Hasidik öğreti, aslında Yahudilik içinde dogma ve ritüeller yerine inancı ön plana çıkartan mistik bir ideoloji. Yahudilerin yoğunlaştığı Polonya’da, tam da sonradan İslam’a dönen Sabetay Sevi’nin başlattığı sahte mesih hareketinin toplumu böldüğü bir dönemde ortaya çıkmış bir tür “öze dönüş” hareketi. Bir halk hareketi ola-
rak ortaya çıkan Hasidizm, ortodoksluğa coşkuyu, dansı, müziği getirmiş. Hasidilerin ayinleri, ciddi görüntülerinden beklenmeyecek ölçüde neşeli. 2011 yılında yapılan bir araştırmaya göre New York’taki 1,5 milyon Yahudinin 561 bini Brooklyn’de yaşıyor. Brooklyn, şehirdeki Hasidilerinse yüzde 94’üne ev sahipliği yapıyor.
» ORTALAMA ÇOCUK SAYISI SEKİZ Hasidiler, diğer tüm Ortodoks Yahudiler gibi aile değerlerine büyük önem veriyorlar. Çoğu 18 yaşına geldiğinde evleniyor ve tıbbi bir gereklilik olmadığı sürece doğum kontrolünden uzak duruyor. Dolayısıyla ailelerdeki ortalama çocuk sayısı sekiz. Doğum oranları bu kadar yüksek olunca, tüm Ortodoks Yahudiler gibi Hasidilerin nüfusu da giderek artıyor. Bugün New York’taki Yahudilerin yüzde 32’si Ortodoks. Yahudi çocuklarınsa yüzde 61’i. Bu, kısa bir süre sonra New York’taki Yahudilerin büyük bölümünün Ortodoks olacağı anlamına geliyor. Ama yaşam sistemlerinin bu kadar büyük bir nüfusu
nasıl kaldıracağı tartışmalı. Hasidiler, büyük bölümü dua ve dini öğretilerle geçen çok kapalı hayatlar sürüyorlar. Günde iki kez ibadet için bir araya gelmeleri ve Sebt günü gerekliliklerine bağlı olmaları, çalışma saatlerini, dolayısıyla iş seçimlerini kısıtlıyor. Çocukların 13 yaşında laik eğitimden çıkıp dine yönelmesi, mesleki becerilerinin gelişmemesine neden oluyor. İşyerlerinde ayrımcılıkla karşılaşıyorlar. Kendilerine ait bir ekonomileri, alışveriş yaptıkları koşer marketleri, gazeteleri olsa da ailelerin birçoğu yardımlarla geçiniyor. Çoğu Hasidi televizyon izlemiyor, sinemaya gitmiyor ya da popüler dergileri okumuyor. Elbette internet, duvarların yıkılmasına neden olmuş. Bugün internet kullanımı konusunda kendi aralarında tartışmalar var. Ama genel olarak, iş ya da başka Yahudi cemaatlerine ulaşmak için internetin kullanılabileceğini düşünüyorlar. Çoğu, kültürlerini korumak için kendi aralarında Yidce konuşuyor. Maddi dünyadan bu kadar uzak olan bu grup, aslında kendi içinde politikaya düşkün. Örneğin bir
lider öldüğünde, yeni lider konusunda ateşli tartışmalar yaşıyorlar. Başka topluluklarla ilişkiler ya da bazı iç uygulamalar da tartışmalara neden olabiliyor. Bugün Ortodoks Yahudilerin arasındaki en büyük tartışmalar genellikle İsrail devleti konusunda yaşanıyor.
» İSRAİL’E KARŞILAR
Ortodoks Yahudiler bugün Siyonistler, Siyonist olmayanlar ve anti Siyonistler olarak üçe ayrılmış durumda. Hasidik Yahudiler bu kampların son ikisine dahiller. Kutsal topraklara hepsi bağlı olsa da, modern İsrail devletine böyle bir bağlılıkları yok. Siyonist olmayanlar, kendi çıkarlarını korumak için İsraille bir noktaya kadar bağlantı kurabileceklerini düşünseler de, anti Siyonistler Mesih gelmeden bağımsız bir devlet kurmanın yasak olduğunu düşünüyor ve dolayısıyla İsrail devlerinin dine aykırı olarak görüyorlar. Din ve siyaseti ayırmak gerektiğini, İsrail’in sürekli savaşarak insan hayatı için tehlike oluşturduğunu söylüyorlar. Hasidilerin, Mavi Marmara protestoları sırasında ellerinde Türk bayraklarıyla İsrail karşıtı gösterilere katılmaları şaşkınlık yaratmıştı. Ama onlar, tüm Yahudilerin Siyonist olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Bu kapalı topluluğun dünyaya, kendilerine dair anlatmaya çalıştıkları tek şey de bu belki de.
Sokaklarda, cemaat kavramının ne kadar güçlü olduğunu, insanların dini ritüellere bağlılığını gözle görmek mümkün.