POSTA212 - SAYI 69

Page 1

Türkiye ekonomisi nereye koşuyor?

1

DEYDİ

POSTA 2

ATO ZİRVE N S 2

İ’N

■ IHS Global Insight Türkiye Ekonomisti Andy Birch, seçim sonrası Türkiye ekonomisini POSTA212 için özel olarak değerlendirdi. Birch, Türkiye’yi bekleyen ekonomik tehlikelere işaret ettikten sonra yabancı sermayenin Türkiye gelmeye devam edeceğinin de altını çizdi.

Erdoğan Obama’ya açık kapı bıraktı

sayfa

10

DUYGU GÜVENÇ

■ Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama, Galler’deki NATO Zirvesi’nde bir araya geldi. Erdoğan, Orta Doğu politikalarında özellikle de IŞİD ile savaşta Türkiye’den sayfa yardım isteyen Obama’ya kapıları kapatmadı.

9

Orta Doğu olayları ticareti de etkiledi ■ Türkon Amerika’nın Başkanı Mustafa Merç,

taşımacılık sektöründeki projelerini, Türk-Amerikan toplumundan beklentilerini ve Orta Doğu’da yaşanan olayların ticarete etkile- sayfa rini POSTA212’ye değerlendirdi.

HAFTALIK ÜCRETSİZ

A M E R İ K A’ D A K İ T Ü R K L E R İ N G A Z E T E S İ

www.posta212.com • YIL 2 • SAYI 69

6

10 Eylül 2014 Çarşamba

Amerika’da uçak fabrikası olan tek Türk

GURURUMUZSUN

sayfa

8

IŞİD haramilik yaparak geçiniyor

Türk girişimci Ekim Alptekin, ABD’de iflasın eşiğindeki uçak fabrikasını satın alarak ağır sanayiye yatırım yapan ilk Türkler’den biri oldu. Türk sermayeli ilk jet uçağını üreten genç girişimcinin başarılarla dolu hikayesi, özellikle Amerika’da yatırım yapmayı düşünen Türkler için örnek olacak nitelikte.

■ ABD, IŞİD’in gelirinin banka soygunu, fidye alma, hırsızlık, gasp ve haraç olarak açıkladı. Örgütün petrolü de sattığı ileri sürüldü.

sayfa

12

Ukrayna’da ateşkes sorunu kalıcı yapar ■ Rusya Uzmanı Cenk Başlamış, Ukrayna’da

ayrılıkçılarla yapılan ateşkes anlaşmasının can kayıplarını önleyeceğini ancak sorunu ve istikrarsızlığı çok uzun süreli yapacağını söyledi.

sayfa

4

Alkollü araç kullanan göçmenin hakkı yanar

sayfa

7

Ekim Alptekin

■ Avukat Mine Gür’e göre Amerika göçmenlik

ABD’deki Türkler’in tercihi Digitürk

yasaları çok açık ve net. Bu yasalara göre alkollü araç kullanırken yakalanan göçmen tüm haklarını kaybeder. Hatta sınır dışı bile edilebilir.

■ Amerika’da Süper Lig maçlarının yayınlandığı Lig TV’nin

sayfa

14

yanı sıra, 80’e yakın kanal Digiturkplay ile Türk izleyicilerine hitap ediyor. Digitürk Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Çağrı Dönmez, yeni sezonla birlikte Digiturk’teki gelişmeleri POSTA212’ye anlattı.

sayfa

Amerika’da iş 5 kurarken avukat şart!

Türkiye Başkonsolos 13 Rüyası Yalçın’dan hızlı ve kaliteli ABD’de seri katiller çözümler sokakta dolaşıyor

■ Uzmanlar uyarıyor; ABD’de bir işletme-

sayfa

■ Aralarında öldürdükleri kurbanlarını yiyen katillerin de bulun-

duğu 10 cani, değişik nedenlerle cezaevlerinden salıverildi. İzlerini kaybettiren bu seri katiller, korku salmaya devam ediyor.

nin herhangi bir avukatla en baştan çalışmaya başlaması sonradan telafisi mümkün olmayan zararları büyük ölçüde önler.

■ Türkiye’nin yeni New York Başkonso-

sayfa

15

losu Ertan Yalçın, Türk-Amerikan toplumuna yayınladığı mesajda, kaliteli, hızlı ve çözüm odaklı çalışacağını duyurdu.

sayfa

2

ABD’de öğrenci vizesiyle çalışma yöntemleri

sayfa

4


Toplum

10 Eylül 2014 Çarşamba

Doğan Uluç doganuluc@aol.com

‘’Göbeğe değil, saate bak’’ COPA Cabana plajı karşısındaki Meridien Oteli’nin 4’üncü kattaki yüzme havuzu tenha. Buzlu ananas suyunu getiren garson Floris Meridien konuklarının Copa ile İpanema plajlarında yürüyüşe çıktıklarını söylüyor. Otel havuzunun sığ ucunda 5-6 kadar sarışın güzel orta yaşlı iki erkeği çembere almışlar, güle oynaya eğleniyorlar. Kahkahaları biteceğe benzemiyor. Az ötelerinde Apollo vücutlu dört Brezilya’lı erkeğin gözleri bikinili sarışın kadınlarda odaklanmış ama nafile. Kadınların yakışıklı gençlere yüz verdiği yok. Geldiğim günden beri havuza ne zaman uğrasam aynı kadınların değişik erkeklerle hoşça vakit geçirdiklerini gördüm. Sonunda havuz müşterilerine servis yapan Floris’e soruyorum: ‘’Bu kadınlar niye atlet bedenli gençlere değil de saçı dökülmüş, göbekli adamlara takılıyor, günlerdir manzara böyle?’’ Garsonun kahkahası karşı kaldırımdan başlayan Copa Cabana’ya ulaşmış olmalı. ‘’Çünkü o adamlar zengin.’’ ‘’Hoppala’’ diyorum Türkçe. Havuza gelenlerin hepsi kısa- uzun şortlu, kimin zengin olduğunu kim bilir. “Bak, diyor işaret ettiği manzaraya. İki erkek kızların peşinde yunus gibi dalıp çıkıyorlar. Floris devam ediyor: ‘’Bileklerinde altın, platin gövdeli su geçirmeyen Rolex, Cartier saatleri var. Rio’nun en pahalı oteli Meridien’de kalıyorlar. Sarışınlar güney Amerika’lı hayat kadınları. Her yıl karnaval öncesi Meridien’e milyoner turist avlamaya geliyorlar. Otel tepesindeki lokantaya, zeminde Kulüp Regine’e birlikte gidiyorlar. Erkekler 10-20 bin dolarlık saatlerini kadınları cezbetmek amacıyla yem diye kullanıyorlar. Yüz vermedikleri gençlerin cebinde yalnızca kola parası var.’’ Pahalı saat teşhiri 2000’li yılların başında Amerika’ya da sıçradı. Finans, bankacılık merkezi Wall Street’te çalışan genç banker, doktor, işadamları kadınlarla yakınlaşmak için önemli marka saatlere servet yatırmaya başladılar. Yazar Jane Ridley, yeni boşanmış cerrah Bob Huang’ın ‘’Tanıştığım bir kadın benden ziyade saat koleksiyonuma ilgi duyarsa onunla evlenirim’’ dediğini naklediyor. Huang’ın son satın aldığı saat pırlantayla bezenmiş 80 bin dolarlık Cartier. ‘’Rolex Romeo’’ diye adlandırılan bir grup, kadınları etkilemek için saat birikimi yaptığını söylüyor. Eski borsacı Bill Hobbs eşi Stephanie’nin 18 karatlık Rolex’ine hayran kaldığı için evlenme teklifini kabul etmiş. Bazı ‘’Marka saat’’ meraklıları koleksiyonculuğu başarı simgesi görüyor. New York’ta Jaeger- Le Coultere, Breitling, P.P. Calatrava gibi en çok satan lüks saatlerin fiyatı çelik gövdeli Cartier 6 bin 200 dolar ile Vacheron Constantin 26 bin 500 dolara değişiyor. Pahalı marka koleksiyoncuların yanına yaklaşmak nerdeyse imkansız. Ünlü marka Patek Philippe Caliber 89’un fiyatı 5 milyon 120 bin dolar. Üretici niye bu kadar pahalı sorusuna ‘’ Üniversite tahsili 5 yıl. Bu saatin imalatı üniversite eğitiminden daha uzun zaman aldı’’ yanıtını veriyor. 560 bin dolarlık Audemars Piquet- Royal Oak Grande, Jaeger Le Coultre Gyrotour billion (1.4 milyon), PP -Ref. 5016 P (762 bin), RM Tourbillion (525 bin), aktör Steve McQueen Rolex Submariner’in peşindeki alıcılar ordu gibi. Milyon dolar altındaki saatlerin sahipleri ‘’Bizdeki her saat son model Ferrari’den daha pahalı.’’ diye öğünüyor. hurriyet.com’ dan alınmıştır

Yeni Başkonsolos’tan çözüm odaklı çalışma Türkiye’nin New York yeni Başkonsolosu Ertan Yalçın, Türk Amerikan toplumuna yönelik bir mesaj yayınladı. Yalçın, kaliteli, hızlı ve çözüm odaklı çalışacağını duyurdu NEW YORK - POSTA212

N

ew York Başkonsolosu olarak atanan Ertan Yalçın görevine başladı. New York Başkonsolosu Levent Bilgen’in Abu Dabi Büyükelçiliği’ne atanması ile boşalan New York Başkonsolosluğu görevini Başkonsolos Ertan Yalçın devraldı. Türkiye’nin New York yeni Başkonsolosu Ertan Yalçın’ın yayınladığı mesaj şöyle: Saygıdeğer vatandaşlarımız, Türk-Amerikan toplumunun değerli mensupları, Türkiye Cumhuriyeti New York Başkonsolosu olarak görevime 1 Eylül 2014 tarihi itibarıyla başlamış bulunmaktayım. New York, New Jersey, Pennsylvania ve Delaware eyaletlerini kapsayan görev bölgemizde, dünyanın en dinamik ve üretken coğrafyalarından birinde görev yapacak olmaktan mutluluk duyuyorum. TÜRKİYE’Yİ TANITMAK Görev sürem boyunca, başkonsolosluğumuzun öncelikli hedefleri arasında, vatandaşlarımı-

za kaliteli, süratli ve çözüm odaklı konsolosluk hizmetleri sunmak, görev bölgemizdeki yerel yönetim birimleriyle ilişkilerimizi daha da geliştirmek, ekonomik ve finans çevreleriyle işbirliğimizi üst seviyeye çıkartmak, ülkemizi en iyi şekilde tanıtmak, geniş bir yelpazede faaliyet gösteren meslek grupları ve düşünce kuruluşlarıyla yakın eşgüdüm sağlamak yer alacaktır. ÖNERİLER BEKLİYOR Bu hedeflerimizin gerçekleştirilmesinde, hem görev bölgemizde yaşayan hem de Türkiye’de bulunup sorumluluk çevremizle ilişkileri bulunan vatandaşlarımızın kıymetli desteği ve katkıları büyük önem taşıyacaktır. Bu bağlamda, sizlere Başkonsolosluğumuzun kapılarının her zaman açık olduğunu, her türlü öneri ve düşüncelerinizi beklediğimizi belirtmek isterim. Sivil toplumun rolünün giderek arttığı günümüzde, görev bölgemizde faaliyet gösteren Türk-Amerikan dernekleri ve çatı kuruluşlarının, birlik, beraberlik

ve yardımlaşma temelinde toplumumuzu bir araya getirmeleri, ulusal değerlerimizi yeni nesillerimize aktarmada ve ülkemizi ilgilendiren konularda etkin tutum sergilemeleri büyük önem taşımaktadır. Bu anlayışla, ABD’de giderek daha önde gelen konuma gelmeye başlayarak gurur kaynağımız olan siz değerli vatandaşlarımız ile ortak gayretlerimizin oluşturacağı gücün, etkinliğimizi en üst seviyeye taşıyacağına inanıyorum. Sizlere tüm Başkonsolosluk personelimiz ve şahsım adına en iyi dileklerimi ve saygılarımı sunuyorum.

ERTAN YALÇIN’IN ÖZGEÇMİŞİ Başkonsolos Ertan Yalçın 1973 yılında Konya’da doğmuştur. Ankara Atatürk Anadolu Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Başkonsolos Yalçın, Dışişleri Bakanlığına 1997

SİNEMAYA TUTKUSU Başkonsolos Ertan Yalçın, New York’a atanması öncesinde Dışişleri Bakanlığı protokol müdürlüğü görevini yürütmekteydi. Ertan Yalçın, bir süredir Dışişleri Bakanlığı Protokol Dairesinde görev yapıyordu. Davutoğlu’nun protokolünden sorumlu olan Yalçın sinemaya tutkusuyla da tanınıyor.

ATAA’dan ‘Milli Bilinç’ programı NEW YORK - POSTA212

T

ürk Amerikan Dernekleri Asamblesi (ATAA), Türk Amerikan kültür ve kimliğini korumaya yönelik bilgilendirici bir dizi etkinliğe imza atacak. Etkinlik programı kapsamında katılımcılara ATAA Parlak Gelecek Projesi, ATAA’nın Pozisyonu ve Geleceği, Pax Turcica, ABD Kongresi’nde Türkiye aleyhindeki tasarılar, Amerika - Türk Koalisyonu gibi başlıklarda bilgi verilecek ve akademisyenler Justin McCarthy, Edward Erickson ve Michael Gunther ile bir araya gelinecek. ATAA tarafından ABD genelinde gerçekleştirilecek etkinliklerin ilki 20 Eylül 2014, Cumartesi günü Chicago’da gerçekleştirilecek.

yılında girmiştir. Başkonsolos Yalçın, 1997-2000 yılları arasında Doğu Avrupa Ülkeleri ile İlişkiler Genel Müdür Yardımcılığı’nda görev yaptıktan sonra, 20002002 yılları arasında Saraybosna Büyükelçiliği’nde Üçüncü Katip, 2002-2005 yılları arasında Anvers Başkonsolosluğu’nda Muavin Konsolos olarak görev yapmıştır. Merkeze dönerek, 2005-2007 Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı’nda İkinci Katip ve Başkatip olarak görev alan Başkonsolos Yalçın, 2007-2011 yılları arasında Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) Nezdinde T.C. Daimi Temsilciliği Başkatibi ve Müsteşarı olarak görev yapmıştır. 2011-2014 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünde Protokol Müdürü olarak görev yapan Ertan Yalçın, New York Başkonsolosluğu’ndaki görevine 1 Eylül 2014 tarihinde başlamıştır. Evli ve bir erkek çocuğu sahibidir.

20 Eylül’deki konferansın programı şöyle

● ATAA Parlak Gelecek Programı (internet üzerinden eğitim) Sunum: Doktor Erol Yorulmazoglu ve Kayhan Yılmaz ● Türk Amerikan Anlaşmazlığına Giriş Sunum: Doktor Erol Yorulmazoglu ● ATAA’nın Pozisyonu ve Geleceği Sunum: ATAA Başkanı Mehmet Toy ve ATAA İcra Direktörü Lale Iskarpatyoti ● Pax Turcica Sunum: ATAA Başkan Yardımcısı Javid Huseynov ● Ermeni İddialarının Hukuki Kolları Avukat ve ATAA Mütevelli Heyeti Üyesi Günay Evinch ● Amerika Türk Koalisyonu Sunu: TCA Başkanı Lincoln McCurdy ● Akademisyenlerle Buluşma Justin McCarthy, Edward Erickson, Michael Gunther

Makedonlar’a Türk desteği (NEW YORK – POSTA212) Türkiye’nin Balkanlar’a verdiği önem Amerika’da da devam ediyor. Türk - Amerikan toplumu, Makedonya’nın 23. bağımsızlık gününde Wall Street’teki ‘Bayrak Çekimi’nde Makedon Temsilci ve toplum üyeleri ile bir araya geldi. Makedonya’nın New York Başkonsolosu Göçe S. Karajanov, Makedonya Büyükelçisi Pajo Avirovik, UMD Başkanı Meto Koloski, Türk Amerikan toplumu liderlerinden Ali Çınar ve İbrahim Kurtuluş’un katıldığı programda Türk ve Makedon dostluğu irdelenerek karşılıklı konuşmalar yapıldı. Türk - Makedon topluluklarının yakın ilişkisinin ABD’de devam etmesinden dolayı memnun olduklarını belirten Göçe Karajanov, Türklerle daha çok çalışmak istediğini vurguladı.



Göçmenlik - Toplum

10 Eylül 2014 Çarşamba

ABD’de öğrenci vizesiyle çalışmanın kolay yolları New York Barosu avukatlarından Ayhan Öğmen, çalışma vizesi almak isteyen öğrencilerin çalışma statüsüne geçmek istediklerinde öncelikle öğrenci vize statülerini korumak durumunda olduklarını ve statülerinin dışına çıkmamaları gerektiğini kaydetti DOĞUCAN CÖMERT NEW YORK - POSTA212

N

ew York Barosu avukatlarından Ayhan Öğmen, Amerika’da yaşayan öğrencilerin hangi haklara sahip olduklarını çalışma vizesi almak için ne yapmaları gerektiğini ve öğrencilerin en çok hangi konularda kapılarını çaldıklarını anlattı. İşte Avukat Ayhan Öğmen’le yaptığımız kısa söyleşinin devamı: ■ Öğrenci vizesi ile Amerika’da olanlar hangi haklara sahiptirler? Amerika Birleşik Devletleri’nde öğrenci olarak bulunan kişiler statülerini korudukları müddetçe birtakım haklara sahiptirler. Eğitimini tamamlamış olup aynı veya başka bir okulda daha yüksek derecede bir eğitim almak isteyen kişiler eğitimlerine devam edebilirler, isterlerse 12 ay süreli tatbi ki eğitim/staj (Optional Practical Training/OPT) programlarına katılabilirler. Bunların dışında kişiler, programlarının bitiminden sonra herhangi bir eğitim programına katılmaksızın 60 gün daha Amerika Birleşik Devletleri’nde yasal olarak kalabilirler. Bu süre içinde tekrar bir eğitim almaya karar veren kişiler de bu süre dolmadan yeni bir eğitim programına katılabilirler. Öğrenimleri süresince çalışmak isteyen kişiler, Sosyal Güvenlik Numarası (SSN) için başvurabilir ve haftalık 20 saati geçmeyecek şekilde çalışabilirler. Amerika Birleşik Devletleri’nde öğrenci olarak bulunan kişiler ayrıca ehliyet alabilir ve ülke içinde diledikleri gibi seyahat edebilirler. Evli olan kişiler ayrıca eşlerini ve 21 yaşından küçük çocuklarını da yanlarına aldırabilirler. ■ Öğrenciler en çok hangi konularda kapınızı çalıyor?

Amerika Birleşik Devletleri’nde öğrenci olarak bulunan kişiler genellikle eğitim program değişiklikleri, tatbiki eğitim/staj (Optional Practical Training/OPT) programları ile ilgili uygulamalar, vize sürelerinin uzatılması ile ilgili prosedürler, Amerika Birleşik Devletleri dışına yapılacak tatil vesaire gibi kısa süreli seyahat-

lerden sonra geri dönüşlerde öğrenci vizeleri ile ilgili yapılması gerekenler veya izlenmesi gereken yollar, genel öğrenci vize müracaatları ile ilgili işlemler ve yapılması gerekenler ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki statü değişiklikleri ile özellikle öğrenci vizelerinin çalışma vizelerine değiştirimesi konularında bize danışmakta

ve gelecekle ilgili yapmak istedikleri planlar doğrultusunda görüşlerimizi ve bu konulardaki önerilerimizi almak istemektedirler. ■ Çalışma vizesi almak için ne yapmaları gerekmektedir? Avantajları ve dezavantajları nedir? Amerika Birleşik Devletleri’nde öğrenci olarak bulunan kişiler statü

Alkollü araç kullananın göçmenlik hakkı gider DOĞUCAN CÖMERT NEW YORK - POSTA212

A

merika’da eğitim alan öğrencilerin veya çalışma izni ile Amerika’da bulunanların alkollü araba kullanmaktan tutuklanması durumunda neler yaşayacakları en çok merak edilen hukuki sorunların başında geliyor.

İŞLENEN SUÇU MAHİYETİ New York Barosu avukatlarından Mine Gür, alkollü araba kullanmaktan tutuklanan öğrenci vizesi sahibi veya çalışma izni ile Amerika’da bulunan yabacı uyruklunun alkollü araba kullanmaktan tutuklanması ve hüküm giymesi halinde vizesinin iptal edilip edilmeyeceği hatta Amerika’ya tekrar girerken sorun yaşayıp yaşamayacağının işlenen suçun mahiyetine göre değişmekte olduğunu söyledi. GÖÇMENLİK HAKKINI KAYBETME SEBEBİ Yasada kişinin ihracına sebep olan suçların belirtildiğini söyleyen Gür, “Bunlardan biri ve en yaygın olanı “yüz kızartıcı suçlar” başlığı altında sayılmıştır. Bunlar arasında “Yeşil kart sahiplerinin Amerika’ya girişinden itibaren 5 yıl içerisinde 1 yıldan fazla hapis cezası gerektiren bir yüz kızartıcı suç işlemiş olması veya birden fazla yüz kızartıcı suçu Amerika’ya girişinden itibaren 10 yıl içerisinde ceza oranına bakılmaksızın işlemiş halinde ihraç edilecektir” dedi. Göçmenlik yasasına göre alkollü araba kullanmaktan

hüküm giymenin yüz kızartıcı bir suç teşkil etmeyeceğini ve kişinin otomatik olarak ihracına sebep olmayacağını veya vize almasına engel teşkil etmeyeceğini kaydeden Gür “Bununla beraber birden fazla kez alkollü araba kullanmaktan tutuklanmak veya alkollü araba kullanırken başkasına çarpmak gibi ağırlaştırıcı sebeplerin olması kişinin göçmenlik hakkını kaybetmesine sebep olabilir. Dikkatsiz araba kullanmak, kırmızı ışıkta geçmek, hız limitini aşmak veya polisin dur uyarısına rağmen durmamak gibi suçlar beraberinde işlendiği zaman Trafik Mahkemeleri alkollü araba kullanma suçunu yüz kızartıcı suç olarak sayabilir. Uygulama mahkemeden mahkemeye değişmektedir” diye konuştu. Alkollü araba kullananların davaları devam ederken Amerika’yı terk etmemeleri gerektiğinin altını çizen Avukat Mine Gür konuşmasına şöyle devam etti: “Ancak çıkmak zorunda iseler

gitmeden önce davanın devam ettiğine ilişkin avukattan ve mahkemeden yazı almaları tavsiye edilir. Mahkeme sonuçlandıktan sonra Amerika dışına çıkarken mahkeme kararının tasdikli kopyasını almaları gerekmektedir. Tekrar Amerika’ya girerken kapıda iki kez güvenlikten geçmeleri gerektiği için en az 1 saat daha fazla kalacaklarını hesaba katmaları gerekir.

AÇIK VE DOĞRU CEVAP Öğrenci vizesi veya çalışma izni vizesini pasaportuna işletmek için konsolosluk görüşmesine gidenlerin işlemleri çok daha uzun sürmektedir. Kendilerine görüşme sırasında tutukluluk ile ilgili sorulacak sorulara açık ve doğru cevap vermeleri gerekmektedir. Göçmen olmayan vize tipinde Amerika’ da bulunan yabancı uyrukluların suçunu kabul etmeden önce ilerideki göçmenlik haklarını kaybetmemeleri için göçmenlik avukatına danışması gerekir”

değişikliğine giderek burada çalışma statüsüne geçmek istediklerinde öncelikle öğrenci vize statülerini korumak durumundadırlar veya statülerinin dışına çıkmamalıdırlar. Diğer taraftan özellikle kendi branşlarında olmak üzere kendilerine iş verebilecek olan bir işveren bulmaları ve henüz öğrenci statüleri devam ederken

bu işverenin ilgili göçmenlik ofisine kendileri adına müracat etmelerini sağlamalıdırlar. Yapılan bu müracatların onaylanmasından sonra kişiler öğrenci vizelerini çalışma vizesine/ statüsüne çevirebilecekler ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yasal olarak çalışmaya başlayabileceklerdir. ■ Avantajları: Tüm bu statü değişikliği işlemleri boyunca Amerika Birleşik Devletleri’nde yasal statüde kalabilmek ve vize almak için ülke dışındaki elçilik ve konsolosluklarda vize müracaatları ya da işlemleri ile uğraşmamak statü değişikliğine gitmenin en avantajlı taraflarıdır. ■ Dezavantajları: Statü değişikliği işlemleri uzun zaman alabilir ve yasal olarak çalışmaya başlamakta gecikmeler yaşanabilir. Bu süre içinde mutlaka Amerika Birleşik Devletleri’nde kalmak gerekir, ülke dışına çıkılamaz ve çıkıldığı taktirde yapılan müracaat iptal olur. Yapılan müracaat reddedilebilir ki böyle bir durumda derhal Amerika Birleşik Devletleri’nden ayrılmak gerekebilir. Ayrıca statü değişikliği gerçekleştikten sonra Amerika Birleşik Devletleri dışına çıkıldığında tekrar geri dönebilmek için mutlaka aynı tür vize almak üzere Elçilik veya Konsolosluklar’a vize müracaatında bulunmak gerekir ve vize alınamadığı taktirde tekrar Amerika Birleşik Devletleri’ne dönmek mümkün olmayabilir. Bu sebeple hangi durumun en uygun seçenek olduğuna karar vermeden önce; yakın bir gelecekte Amerika Birleşik Devletleri dışına yapılması düşünülen seyahat planları, statü değişikliği işlemlerinin zaman dilimleri, halihazırdaki statünün veya vizenin varsa özel koşulları ve sona ereceği tarih mutlaka gözönünde bulundurulması gereken faktörlerdir.


Göçmenlik - Toplum

10 Eylül 2014 Çarşamba

Göçmenler sabretmeyi öğrenmek zorunda DOĞUCAN CÖMERT NEW YORK - POSTA212

N

Önleminizi baştan alın New York Barosu avukatlarından Gökhan Yazıcı, bir işletmenin herhangi bir avukatla en baştan çalışmaya başlamasının sonradan telafisi mümkün olmayan zararları çok büyük ölçüde önleyeceğini kaydetti DOĞUCAN CÖMERT NEW YORK - POSTA212

N

ew York Barosu avukatlarından Gökhan Yazıcı, her ticareti işletmenin neden bir avukatı olması gerektiğini anlattı. ABD hukuk sisteminin, Kara Avrupası hukuk sisteminden çok daha farklı ve karmaşık bir hukuk sistemi olmasının yanı sıra, federal devlet yapısının karmaşayı daha da yoğun bir hale getirdiğini söyleyen Yazıcı, “ABD’de sık sık, “eğer ticaretle uğraşacaksanız, kendi işinizi yapacaksanız, iyi bir muhasebeciniz ve iyi bir avukatınız olmalı” deyişini işitmişsinizdir. İşletmecinin neden bir muhasebeciye ihtiyacı olacağının cevabı çok açık. Muhasebeci, işletmenin hesap planını kuracak, belli aralıklarla hesapları gözden geçirecek ve gerekli eyalet ve federal vergi beyannamelerini hazırlayacak” dedi.

HAYATİ DESTEK VERİLİR Buna karşılık işletmede görünürde her şey yolunda giderken neden bir avukata ihtiyaç olduğunun o kadar açık ve kolay anlaşılır bir durum olmadığının altını çizen Yazıcı, “İşinin ehli bir ticaret avukatı işletmeye temel imar planı uygunluğundan, kompleks ticari marka ve telif hakkı konusunda hukuki tavsiyelere kadar, hangi şirket tipinin kurulması kararından, açılan davanın yürütülmesi ve sorumluluk ve risk değerlendirmesine kadar, işletmenin her faaliyet devresinde hayati destek verir” diye konuştu. Gerek küçük ticarethane olsun gerekse orta ölçekli ya da büyük işletme olsun, her işletmenin aleyhine dava açıldığı zaman bu meseleyle uğraşmak üzere bir avukata ihtiyacın olacağını vurgulayan Yazıcı, “Eğer yeteri kadar uzun süredir ticaretle uğraşıyorsanız, er ya da geç yolunuz mahkemeye ya davalı, ya da davacı olarak düşecektir. Serbest ticaret ve özgür rekabetin geçerli olduğu günümüz ekonomilerinde her işletme sahibinin buna önceden hazırlıklı olması gerekir. Birçok iş sahibinin ve işletmenin aklına bir avukat bulmak ve acilen görüşmek, ancak mahkemeden, ya da karşı tarafın avukatından dava açıldığına dair belgeler eline ulaştığında gelir” diye konuştu. GEÇ KALINABİLİYOR Çoğu zaman bu noktada herhangi bir önlem, ya da savunma için esasen geç kalındığını kaydeden Yazıcı “Halbuki bir işletmenin avukata ihtiyacı çok daha önce, hatta şirketin ilk kurulma aşamasından itibaren vardır. Şirket kurulurken hangi şirket tipini kurmak şirketin faaliyet alanı için daha uygundur? Şirket ortakları arasında anlaşmazlıklar nasıl giderilecek? İleride ortaklardan birisinin ortaklıktan ayrılması halinde, ayrılmak isteyen ortağın hisselerinin akıbeti ne olacak? Bunlar ve benzeri bir çok konu daha şirketin kuruluş aşamasında düşünülmeli ve gerekli ortaklık sözleşmeleri, ileride ortaya çıkması muhtemel anlaşmazlıkları önlemek amacıyla, titizlikle hazırlanmalı ve düzenlenmelidir. Böylelikle ileride olası tatsızlıklar, anlaşmazlıklar ve nihayet kaçınılmaz olarak davalar, baştan bazen de basit önlemlerle önlenebilir” dedi. ZARARLAR ÖNCEDEN ÖNLENİR Birçok insanın avukatların mahkemeleri ve davaları sevdiğini çünkü bu yoldan para kazandıklarını düşündüğünü kaydeden Yazıcı, “Her ne kadar bunda gerçek payı bulunsa da, asıl tercih edilmesi gereken, önceden alınmış hukuki önlemlerle ileride dava konusu olma riskini azaltmak, ya da daha da iyisi tamamen ortadan kaldırmaktır. Çünkü dava neticesinde kazanan, çoğu zaman taraflardan aldığı avukatlık ücretleri ile tarafların avukatları olacaktır. Her şeyin ötesinde, işinize, verimliliğinize vermeniz gereken dikkat ve enerjinizi, yıllar süren hukuki çekişme ve davalarda harcamak, işletmenizi de hedeflerinden uzaklaştıracaktır. İlk işinizi başlatırken hangi tip şirket kurulmasının kararından başlayarak, ortaklar arasında yapılacak ortaklık sözleşmesinin kaleme alınması ve diğer bütün sözleşmelerinizin gözden geçirilmesi gibi önemli hukuki olayları düzenleyen ve bir nevi işletmenizin yönetiminin integral parçası ha-

ew York Barosu avukatlarından Cahit Akbulut, Göçmenlik Reformu’yla ilgili gelişmeleri POSTA212’ye anlattı. Akbulut, “ABD Başkan’ı Obama’nın Kasım 2014 tarihindeki seçimlerde Demokrat adayların senato seçimlerinden olumsuz etkilenme ihtimalini göz önünde bulundurarak göçmenlerin dört gözle beklediği yeni kararlarını kasım seçimlerinden sonrasına erteleyeceği görüşü ağırlık kazanmış durumda” dedi. Başkan Obama’nın kendi yetkilerini kullanarak yurt dışına atılma davalarında hafifletmeye gitmesi ve milyonlarca yasa dışı göçmenlere geçici çalışma izni vermesinin beklendiğini söyleyen Akbulut, “Cumhuriyetçiler muhtemel uygulamanın Kongre’nin onayı alınmadan yapılması halinde Başkanın yetkilerini aşacağını belirterek başkana karşı tavır aldıkları bilinmekte ve hatta bunun için başkana karşı dava bile açılabile-

ceğini belirtmişlerdi” diye konuştu. Cumhuriyetçeler haricinde Demokrat Senatörler Mark Pryor (Arkansas), Kay Hagan (North Carolina), Mark Begich (Alaska) ve Jeanne Shaheen (New Hampshire)’de göçmenlik sorununun Başkan’dan ziyade kongre tarafından çözülmesi gerektiği yönünde fikir beyan ettiklerini vurgulayan Akbulut şöyle konuştu: “Parti içinde de karşıt görüşlerin olması Başkan Obama’nın böyle bir kararın göçmenler haricinde toplumun çoğunluğunca memnuniyetle karşılanacağı konusunda tereddüde düşmüş gözüküyor. Bu yüzden kasım seçimlerinin sonucunu görmeden böyle bir yasal uygulama yapmayacağını düşünüyorum. 11 milyon yasa dışı göçmenin böyle bir yasaya kesinlikle ihtiyacı var ancak politik dengeler böyle bir kararın kolaylıkla alınamayacağını ve doğru zamanı beklemenin gerekliliğini bize gösteriyor. Ümitle bekleyenlere biraz daha sabır diyorum”

Yakın çalışma isteği (NEW YORK – POSTA212) Amerika’nın en büyük kuruluşlarından olan Bosna Hersek İslam ve Kültür Merkezi’nde, Amerika Zekat Vakfı ‘Okula Dönüş’ başlığı altında program düzenledi. Programda Türk toplumunun desteği görülürken, Bosna Hersekli dernek temsilcileri Türk-Amerikan toplumu ile daha yakın çalışmak istediklerini vurguladılar. line gelecek bir avukatla en baştan çalışmaya başlamak, sonradan telafisi mümkün olmayan zararları büyük ölçüde önleyecektir” diye konuştu.

“AMERİKAN HUKUK SİSTEMİ KAPAN GİBİDİR” Uzmanlığı ticaret hukuku olan avukatların, işletmelerin iş dünyasında karşılaşacakları riskleri analiz etmek ve önlemek üzere eğitim aldığını vurgulayan Yazıcı konuşmasına şöyle devam etti: “Bu, onların sözleşmelerdeki boşlukları, sizin göremediğiniz ufak ama sonuçları büyük nüansları görmelerini sağlar. Bu sayede olay anlaşmazlığa gitmeden almanız gereken tüm önlemleri almış olursunuz. Unutmayın, Amerikan hukuk sistemi bir nevi kapan gibidir. Yani mahkemeye girmek son derece kolaydır ancak, bu “kapana” girdiniz mi? çıkması da bir o kadar

zor ve masraflıdır. Kimse avukatlara para ödemek için can atmaz, ancak unutulmamalıdır ki, sorunlar başınıza geldiğinde cebinizden çıkacak olan para ve riskler, en baştan bir avukatla çalışmaya başlamanız halindeki maliyet ve risklerden kat be kat fazla olacaktır. İşletmeler, işinin ehli bir ticaret avukatı ile danışmanlık sözleşmesi esasına dayalı bir çalışma şeklini benimseyebilirler. Bu tür bir düzenleme ile işin araştırma ve günlük idari kısmını işletme üstlenirken, avukat hukuki kontrol, gözden geçirme ve yönlendirme görevini yerine getirecektir. Bu şekildeki bir düzenleme hem ileride olası hukuksal problemleri önleme adına etkili, hem de maliyeti itibariyle uygun şartlarda olacaktır. Çünkü işin birçoğu işletme bünyesinde yapılacak, avukata ise sadece dökümanların gözden geçirilmesi tetkik edilmesi kalacaktır.”

ATAA Türk Evi’nde kitap tanıtımı

(WASHINGTON – POSTA212) Daha önce Türk-Yunan dostluğunu ele alan Ural, bir sonraki kitabında Türk-Ermeni çocuklarla ilgili bir hikaye yazmak istediğini belirtti. Yaklaşık 30 kişinin katıldığı etkinlikte Ural, sunumdan sonra kitaplarını imzaladı.


Ekonomi

10 Eylül 2014 Çarşamba

‘Orta Doğu’daki olaylar bizi de etkiledi’ Türkon Amerika’nın Başkanı Mustafa Merç, Kuzey Irak ve Suriye’deki terör olaylarının ticareti olumsuz etkilediğini belirterek, Amerika’dan olan ihracat yüklerinin dişe dokunur miktarda azaldığını vurguladı DOĞUCAN CÖMERT NEW YORK - POSTA212

T

ürkon Amerika’nın Başkanı Mustafa Merç, Amerika’da hizmet veren taşımacılık sektöründeki Türkon Amerika’nın projelerini, Türk-Amerikan toplumundan beklentilerini ve Orta Doğu’da yaşanan olayların ticarete etkilerini POSTA212’ye değerlendirdi. Türkon Amerika Başkanı Mustafa Merç, Kuzey Irak ve Suriye’deki terör olaylarının güvenlik nedeniyle ticareti son derece olumsuz etkilediğini söyleyerek, “ABD hükümetinin ihaleleri, diğer özel proje yükleri, yüksek miktarlarda ihracatı yapılan tavuk ve ikinci el araba ticaretleri çok zor bir duruma girmiştir. Hatta iki ülke arasında yapılan bu ticaretin durmasına sebep olmuştur. Bu sebeple Amerika’dan olan ihracat yüklerimiz dişe dokunur bir miktarda azalmıştır” dedi. İşte söyleşimizin devamı: ■ Türkon Amerika’yı kısaca anlatır mısınız? Türkon Amerika 1998 yılında kuruldu. 2013 yılı Şubat ayında 15 yılı geride bırakmış olacağız. Önceleri daha küçük ve daha az gemi ile faaliyet veriyorduk. Giderek artan Türkiye-Amerika arasındaki ithalat ve ihracat hacmi sayesinde gerek gemi adetlerimiz gerekse gemilerimizin yük taşıma hacimleri iki katına çıktı. Yük taşıma ar-

zımız bu şekilde arttı. Türkiye’de İstanbul, İzmir, Gemlik ve Mersin limanlarına uğruyoruz. İtalya’da Salerno limanına uğruyoruz. Amerika da ise New York’a, Georgia’daki Savannah eyaletine ve Virginia’daki Norfolk eyaletine uğruyoruz. Ayrıca Mısır’ın Alexandrıa limanına direk olarak gidiyoruz. Bu servisi 2012 yılında başlattık. Şu an Mısır’daki İskenderiye Limanına direk taşımacılık yapan tek hat biziz. Türkiye-Amerika arasında dış ticaret taşımacılığında tek aktarmasız sefer yapan hat biziz. Biliyorsunuz ki taşımacılıkta sürat önemlidir. Zaman açısından en süratli hattız. Hem Türkiye ile olan taşımacılıkta hem de Amerika ile mısır arasındaki taşımacılıkta en süratli firmayız. En önemlisi direk olması yani aktarmasız olması. Türkiye’den Amerika’ya olan taşımacılıkta yüzde 36, Amerika’dan Türkiye’ye olan taşımacılıkta ise yüzde 33 pazar payımız var. Amerika’dan Mısır’a olan taşımacılıkta ise sıra olarak 2. sıradayız. Personel sayısı olarak toplam 37 kişi var. Bu personelin birçoğu Türk arkadaşlardan oluşuyor. ■ Lojistik sektörünün Amerika’daki avantajlarını ve dezavantajları neler? Amerika pazarı dünyadaki en önemli pazar olmasından dola-

yı işlerin yoğunluğu bakımından avantajları var. Amerika, coğrafi bakımdan geniş bir alana sahip olduğu için kendi içinde de çeşitli taşıma kanalları var. Bunlardan en önemlisi tren taşımacılığı. Ve birkaç tane şirketin kontrolünde gidiyor. Mesela New York’ta indiriyoruz mali. Daha sonra Los Angeles’a götürüyoruz. Neredeyse Türkiye’den getirdiğimiz süre kadar da tren götürüyor. 2 şirket bu tren taşımacılığını yapıyor. Bu şirketlerin adetlerinin çok olmaması rekabeti beraberinde getirmediği için tren taşımacılığındaki fiyatları yüksekte tutuyor. Dezavantajlardan bir tanesi bu. Bunun dışında Amerika’daki limanlar teknolojik bakımdan Japonya’daki Avrupa’daki hatta Çin’deki gibi değil. Teknik olarak çok daha aşağı kalitede. Üretim bakımından indirme boşaltma kapasiteleri maalesef hiç beklenildiği gibi değil. Bunun da nedeni çok güçlü olan bir sendika var. Sözünü ettiğim limanlarda o sendika fazla teknolojik yatırıma müsaade etmiyor. İş gücü ihtiyacı azalacak. Yani personel işten çıkarılacak diye. ■ Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler lojistik sektörünü nasıl etkiliyor?

Kuzey Irak ve Suriye’deki terör olayları güvenlik nedeniyle ticareti son derece olumsuz etkilemiştir. ABD hükümetinin ihaleleri, diğer özel proje yükleri, yüksek miktarlarda ihracatı yapılan tavuk ve ikinci el araba ticaretleri çok zor bir duruma girmiştir. Hatta iki ülke arasında yapılan bu ticaretin durmasına sebep olmuştur. Bu sebeple Amerika’dan olan ihracat yüklerimiz dişe dokunur bir miktarda azalmıştır. ■ Yeni yatırımlarınız var mı? Türkon Holding bünyesindeki Türkiye’nin en büyük kapasiteli Sedef Tersanesi’nde gerek Türkiye özel sektörü gerek Türk Silahlı Kuvvetleri, gerekse yabancı armatörler için gemi üretimi yapılmaktadır. ■ Türkon’un geleceğe dönük planları mevcut mu? Kuzey Afrika hattı ve Karadeniz üzerinden Türk Cumhuriyetlere ve Balkanlara yönelik yeni ticari hatların, feeder servislerinin kurulmasına ilişkin projelerimiz bulunmaktadır. ■ Sizin aynı zamanda TACCI’de üyeliğiniz de bulunuyor. Ne tür etkinlikler düzenliyorsunuz TACCI’de? TACCI’nın Türkiye A.B.D. ticari

ve finansal işbirliklerinde katalizör rolü oynaması gerekiyor, bunun için iş adamlarımıza ve sivil toplum kuruluşlarına her türlü yardıma, müşavirliğe hazır hale gelmemiz lazım. Bu konuda etkinlikler düzenleniyor. Ayrıca, A.B.D.’deki iş adamlarımızın ve şirketlerin de Türkiye’nin bölgesel işbirliği içinde olduğu Balkanlar ve Orta Asya Türki Cumhuriyetleri iş adamları ve şirketleri ile A.B.D. içinde de networking oluşturularak ortak bir sinerji sağlanmasına yönelik etkinlikler düzenleniyor. ■

Türk-Amerikan toplumunun sizin için önemi nedir? Neler bekliyorsunuz Amerika’daki Türk toplumundan? Türk toplumunun öz değerlerini koruyarak, Amerikan kültürüne adapte olarak her gün gelişen ve bireylerine aktif olarak hizmet sunabilen, siyasi ve ekonomik olarak güçlü bir toplum haline gelmesini temenni ediyor, tüm Türk iş adamlarımızı ve şirketleri TACCI çatısı altında buluşmaya davet ediyorum. TACCI üye sayısının artması ölçüsünde tabanda geniş yer bulacak ortak çıkarlarımız doğrultusunda A.B.D ‘deki ekonomik yapılanmamızın güçlü bir sesi haline gelecektir.

İstihdam raporu FED’e zaman kazandıracak

ABD Çalışma Bakanlığı’nın haziran, temmuz ve ağustos aylarına yönelik ellerindeki veriler işsizlik oranında bir gelişme kaydedilmediğini gösteriyor. Bu veriler aynı zamanda FED’in 16-17 Eylül’de yapacağı toplantıda ileriye dönük politikalarında büyük değişiklikler yapmayacağının sinyalini veriyor WASHINGTON - POSTA212

A

BD Çalışma Bakanlığı'nın Cuma günü açıkladığı istihdam raporu Fed'in politika duruşunda ciddi şekilde değişiklik yapması için gördüğü baskıları hafifletebilir. Fed yetkilileri Temmuz'da yaptıkları politika açıklamasında işgücü kaynaklarının eksik kullanımından bahsederken – faiz oranlarının düşük kalmaya devam edeceğine dair bir sinyaldi

ellerinde. Haziran ayında yüzde 6,1 olan işsizlik oranı bilgisi vardı. Cuma günü açıklanan verilere göre işsizlik Temmuz'da yüzde 6,2'ye yükselirken Ağustos ayında tekrar yüzde 6,1'e döndü. İşsizliğin Temmuz toplantısından bu yana gerilememiş olması Fed yetkililerinin 16-17 Eylül toplantısında politika açıklamasında ve faiz oranlarına ilişkin sinyallerde büyük değişiklikler yapmayacaklarına işaret ediyor. Fed yetkilileri, istihdam piya-

sasındaki zayıflık ve daha geniş bakılırsa- sağladıkları rehberlik hakkındaki değerlendirmelerini değiştirip değiştirmemek hakkında birkaç ay sürecek bir tartışmaya başlayabilir. Fed Başkanı Janet Yellen Jackson Hole'de yaptığı konuşmada istihdam piyasasının son bir yıl içinde beklediklerinden daha hızlı iyileştiğinin altını çizmişti. Bu da faiz artışının erken yapılabileceği beklentilerini artırmıştı ancak istihdam piyasası son bir-

kaç aydır bir miktar momentum kaybetmiş durumda. Fed; harcamayı, işe alımları ve yatırımı teşvik etmek amacıyla kısa vadeli faiz oranlarını Aralık 2008'den bu yana sıfıra yakın seviyelerde utuyor. Birçok yatırımcı Merkez Bankası'nın faizleri 2015'in yaz aylarında artırmaya başlamasını bekliyor. Yetkililer enflasyon çok düşük olmadığı sürece kaynakların eksik kullanıldığını düşünmemeye başladıklarında faiz artış zamanı yaklaşmış olacak. (WSJ)


Ekonomi

10 Eylül 2014 Çarşamba

Melike Ayan melikea@yahoo.com

Güvercin piyasa

Ekim Alptekin

TÜRKİYE’DEN ABD’YE İLK AĞIR SANAYİ YATIRIMI

ABD’de uçak fabrikası alan Türk

Krizden fırsat yarattı, iflasın eşiğindeki uçak fabrikasını satın aldı. Genç Türk girişimcinin beş yıla sığan başarı hikayesi, ABD’de yatırım yapmayı düşünenlere örnek olacak nitelikte FİGEN ONUR İSTANBUL-POSTA212

H

ayalinde hep uçak şirketi kurmak vardı. “Hava taksi” planlarıyla yola çıktı. Ama hiç hesapta yokken uçak fabrikası sahibi oldu. 30’lu yaşlarının başında büyük başarılara imza atan Türk girişimci Ekim Alptekin’in hikayesi bu… Aralarında Bill Gates’in de kurucusu olduğu, New Mexico’daki Eclipse uçak fabrikası iflas ettiğinde, üstelik tam da ABD’de kriz varken ihaleye girdi. İhaleye katılan 20 firma içinde sıyrılarak 40 milyon dolarla ABD’de uçak fabrikası sahibi ilk Türk oldu. Ekim Alptekin, POSTA212’nin sorularını yanıtladı, başarı hikayesini anlattı.

■ Nasıl başladı Amerika macerası?

Eğitimimi Hollanda’da yaptım. Küçük yaşta ailem oraya yerleşmişti. Hukuk ve ekonomi okudum. Bitirdikten sonra 2002’de Washington’a taşındım ve orada yaşamaya başladım. ABD Kongresi’nde Dış İlişkiler Komitesi’nde Türkiye Masası’nda çalıştım. Filmler dışında Amerika ile ilk tanışmam oldu. Benim için çok önemli deneyimler oldu. Özellikle ikili ilişkiler konusunda çok şey öğrendim. Kişisel gelişimim açısından iyi oldu. Sonra Hollanda’ya döndüm. O zamanda Hollanda, Avrupa Birliği dönem başkanı olmuştu. Tam da Türkiye’nin adaylık müzakerelerinin başlayacağı dönemdi. Hollanda vatandaşıyım ayın zamanda. Hollanda meclisinde çalıştım. O süreci yaşadım. Kısa bir süre de olsa çok şey öğrendim. AB’nin nasıl çalıştığını öğrendim. ■ ABD Meclisi’nden Hollanda Meclisine geçtiniz

Evet öyle oldu. 17 Aralık sürecinin başlarıydı. Türkiye’yi daha yakından tanıma fırsatı buldum. Çok keyifli bir zamanlardı. ■ Özel sektöre geçiş?

Havacılık konusunda bir proje vardı aklımda. Türkiye’ye çok yakışacağını düşündüğüm. Tutkuyla gerçekleştirmek istiyordum. Hava ulaşımının kişileştirilmesi devrimi, en son o olacak bence. Ford’un araba ile başardığı devrimi kopyalayan bir uçak fikri vardı kafamda. Hatta o zamanlarda 1 milyon dolara çift jet motorlu uçaktan bahsediliyordu. Hava taksisi kurma hayalim vesile oldu. O düşüncem uzun süre gerçekleşemedi. İş hayatına atıldım, değişik projeler oldu. Sonra bir gün Atasay Grubu ile bir ABD’de bir firmaya, Eclipse’e uçak siparişi verdik. İlk uçağı teslim aldık. Daha devamı da gelecekti ancak kriz başladı. Uçak fabrikasında işten çıkarmalar oldu. O aşamada iflas etti. Tam 2009 yılında kayyum açık artırma ile fabrikayı satıya çıkardı. O dönemde varlıklı ailelerin nakde dönmeye çalıştığı

bir dönemdi. Ama biz krizden fırsat yarattık ve o fabrikayı yani Eclipse’i satın aldık. HAVACILIK HIZLI GELİŞİYOR ■ Amerikalıların bile yatırım yapmaktan korktuğu bir dönemde, Türk sermayesi ile Amerikan firması almak, büyük cesaret ister.

Çok doğru bir karar aldığımızı da zaman gösterdi. Ve ilk kez Türk sermayeli bir jet uçağı üretilmeye başlandı Amerika’da. O zaman ana hissedardık. Yaklaşık 2 yıl sonra, 2011’de havacılıkta bir dünya devi olan Skorsky, belli bir yatırım yaparak işe ortak oldu. Yüzde 40’ını satın aldı. Skorsky yedek parça konusunda hem daha tecrübeli hem daha etkili. Skorsky’nin sayesinde tekrar seri üretime başladık. Türkiye’de ve dünyada pilotluğa ve uçmaya da çok büyük merak başladı. Normal ekonomi yüzde 10’la artıyorsa, THY’nın artışı yüzde 50. O nedenle 3. Havalimanı şart. Türkiye’den en hızlı büyüyen sektör, son on yılda havacılık diye düşünüyorum. YENİ HAVALİMANLARI GEREK ■ Peki altyapı yeterli mi?

Altyapı konusunda geç kalmışız. Ciddi artış oldu son on yılda. Yine de eksikler var. Sadece alt yapı değil, mevzuat anlamında da eksiklikler var. Adım adım gideriliyor. Son 10 yıllarda deniz hava taşımacılığı büyük kazanım var. Seabird kuruldu. Üç tarafı denizle çevrili olan bir ülke olarak daha önce yapılması gerekiyordu. Onun kuruluşunda da yer aldık. Önümüzdeki yıllarda insanların uçma merakı ve bunun yanında teknolojinin de ilerlemesiyle daha da yaygınlaşacak. ■ Uçaklar kaç kişilik?

Dört artı iki... Yani dört yolcu ve iki pilot… Ama uçağın içi 3 kişilik tasarlandı. Zaten ortalama havayoluyla beraber seyahat edenler 2.3 kişi. Dört yolcu pazara hitap etmek için yeterli. En fazla dört kişi beraber seyahat ediyor. Mesela bir iş toplantısına 6 kişi gitmiyor. Havayolu ulaşımı şu anda dünyanın en güvenli ulaşım şekli… Şöyle diyebilirim, insanoğlunun kendi arabasıyla uçma hayalini Eclipse uçağı gerçekleşiyor. Çok lüks bir araçla uçuyor gibi. ■ Siz uçak kullanıyor musunuz?

Yok, hayır. Şimdilik düşünmüyorum, o da bir meslek. Zaman ve eğitim gerektiriyor. Araba ehliyeti almak gibi değil. Ama ileride zamanım olunca düşünebilirim. Eğitimini

alıp kullanabilirim. TÜRKİYE’DE UÇAK FABRİKASI ■ Yeni projeler, yatırımlar var mı?

Skorsky işin içine girdikten sonra yeni yatırım yapmaya gerek yok. Biz şirketi tekrar hayata geçirip, tekrar üretime başlatarak kendimize bir ticari başarı elde ettik. Bundan sonrası bu değer zinciri içinde hava taksi olmak, bakım onarım yapmak olarak olabilir. Ama ileride Türkiye’de de bir fabrika olabilir. O dönem Sabancı ve Koç dışında Türkiye’den Amerika’ya sanayi yatırımı yoktu. Bizimki Türkiye’den Amerika’ya yapılan ilk ağır sanayi yatırımıdır. Bizim gittiğimiz eyalette hiç Türk yatırımcı yoktu. Eyalet meclisindeki aşırı dinciler, “Türkler fabrika satın aldı” dediler, pek hoşlanmadılar. Hatta ırkçı milletvekilleri bile vardı. Ama bugün Erbakır da aynı eyalete yeni bir sanayi yatırımı yaptı.

■ ABD’ye yatırım yapmakta tereddütleriniz var mıydı? İşçilik pahalı, vergiler gibi endişeleriniz oldu mu?

Artık Türkiye’de de işçilik ucuz değil. Bu emeğe saygının bir göstergesi… Biz bir Çin olmayı hedeflemedik. Bizim İstanbul’daki teknik ekibimizin de maaşı Amerika’dakiyle aynıdır. Ama verimli bir Pazar, bürokratik engellerin olmadığı ve ticaretin teşvik edildiği, önüne engeller konulmadığı bir Pazar. Çok iyi alt yapısı olan bir Pazar Amerika… TÜRK GİRİŞİMCİLERE TAVSİYELER ■ Amerika’da yatırım yapmak isteyenlere önerileriniz?

Girişimcilerin rahat hareket edebileceği bir pazar olduğunu düşürüyorum. Yatırım yapmakta tereddüt etmesinler. Uzun vadede kriz olsa bile, krize ilk giren ülke olsa bile Amerika krizden her zaman ilk çıkan ülke olmuştur. Çünkü kişiye dayalı bir sistemi yok. Kişiler sisteme bağlı. Kolektif katma değeri arıyor. ■ Krizi fırsata dönüştürmek büyük cesaret

İyi girişimcilik büyük risk almak değildir, kör cesareti değildir. Profesyonellik gerektirir. Biz bu işi yıllardır takip ediyorduk. O nedenle o fiyata alırken büyük riske girmediğimizi biliyordum. Bize ticari getirisi olacağını öngörerek girdik. 40 milyon dolarlık bir yatırım ama iyi bir yatırım oldu. TİCARİ İLİŞKİLER GELİŞMELİ ■ Türk Amerikan ticari ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu anda olması gerekenden çok düşük… Hak ettiği yerde değil. Uzun vadede düşünülürse, Türk siyasetçiler ve ticaret yapanlar olarak ne kadar Ekim Alptekin, İstanbul Temsicimiz Figen Onur’a projelerini anlattı. önemli olduğu görülü-

yor. Şu anki ticaret hacmi Türkiye Amerikan ikili ilişkilerine yakışmıyor. Siyasi ve askeri ayaklarına yoğunluğuna yakışan bir ticareti yok. Türkiye dünyanın 17. Büyük ekonomisiyse Amerika ile daha fazla ticaret hacmi olmalı. Ama olumlu gelişmeler var. Ticaret artmaya başladı, ikili ticarette görünmeyen ama Türkiye’ye katma değer sağlayan gelişmeler var. Mesela biz uçak yapıyoruz, 3. ülkelere satılıyor rakamlarda gözükmüyor olabilir ama katma değeri yok anlamına gelmez. Yani Türk sanayisinin getirdiği bir kazançtır. Bir de şu açıdan bakarsak, karşılıklı yatırımlar anlamında, teknoloji transferi anlamında, eğitim anlamında ve kişilere kazandırdığı katma değer olarak da fayda sağlıyor. DERNEKLER ÖNEMLİ Bazı ürünleri sıfır almak yerine, Türkiye’de ortak üretimini yapıyoruz. Özellikle savunma sanayinde kopyalayarak yani geçmişte ofset zorunlulukla elde edilen bir kapasite vardı. O kapasite artık yavaş yavaş, devlet zorunluluğu olmadan gerçekleşiyor. Ticari şartlarda böyle işbirlikleri oluyor. Mesela Eskişehir’de bir fabrika var bizim açtığımız ihaleye girdi, belli bir parça için. Ve kazandı. Eskişehir’den Amerika’ya ihracat-t gerçekleştiriyor. Devlet zoru olmadan… Bunlar iyi gelişmeler. Siyasi ve ticari açıdan ilişkilerimizi daha çok çeşitlendirmek lazım… Ticari ilişkiler büyük holdinglerin karşılıklı ilişkileriyle oluyor. Ama artık KOBİ’leri de işbirliğine dahil etmek lazım. Ekonomi Bakanlığı’nın çok iyi atılımları var. Burada derneklere de iş düşüyor. Derneklerin davet ettiği işadamları var. Görmek inanmaktır. Türkiye’ye gelen inanıyor. Tabii turistlik gezi olarak görmemek gerek. Ankara’daki vizyonu, İstanbul’daki iş hayatını görmesi çok önemli. İlişkiyi çeşitlendirmek için yapmamız gereken yegane şey. Mesela araba sanayinden biri geliyorsa Bursa ve İzmir’e gitmesi lazım…

CUMA günü kapanışta, endeksler beklenenden zayıf gelen istihdam rakamını silkerek yukarıda kapattılar. 5. haftada da haftalık kazançlarına devam eden Dow Jones ve S&P 500’ün, çok negatif gelen istihdam raporuna ilk tepkileri sessizdi. Çünkü yatırımcıların çoğu kötü veri borsa için iyidir sözüne inanmadı, yani bu verinin Fed’in, faiz oranlarını artırma politikasında değişikliğe gidecek kadar kötü olduğuna inanmıyorlar. Analistler aynı zamanda sadece bir ayın verisine dayanıp vurgu yapılmaması konusunda da uyardılar. Ağustos ayında istihdam 142 bin geldi. Wall Street’in beklentisi olan 228 binin çok altındaydı. Buna rağmen, “Bu rapordaki birçok indicator temmuz verişinden daha iyiydi” diyen LPL Financısal şirketinin yatırım stratejisti ve ekonomisti John Canally, ilk reaksiyon kötüydü ama daha sonra detaylara bakıldığında bunun planı ve oyunu değiştirecek kadar kötü olmadığını gördük dedi. Platinum Partners isimli New York merkezli Hedge fon yöneticisi Uri Landesman ise: “İstihdam rakamı zayıf ve bu da iyileşmenin zayıfladığını gösterir. Kısa vadede birkaç tane daha zayıf gelen veri düzeltmeye sebep olabilir. Teknik açıdan, devamlı yukarı yönlü bir çizgiye sahip olan S&P 500un desteği kalmadı“ dedi. Ukrayna ile ateşkes anlaşması olacağına dair de haberlerin etkisiyle, S&P 500 bu sene en uzun rallisini yaşadığı 5 haftayı da geride bırakmış oldu. Ortalama saatlik çalışma ücretleri de yerinde saydı. Yüzde 0.2’lik artış ile ağustos ayı için 24.53 dolar oldu. Aslında güvercin özellikli olan bu veriler, güvercinleri yani ABD merkez bankası Fed’in içindeki teşvik taraftarı Fed üyelerinin tezini savunuyor. En büyük güvercin olan Fed Başkanı Janet Yellen, 22 Ağustos’ta, Kansas City Fed ekonomi konferansında yaptığı konuşmada, ücretlerde ve maaşlarda geniş kapsamlı bir artış göremiyoruz demişti. Cuma günü gelen bu veriler onun tezini güçlendirdi, savundu. Düşüşün sebebi Temmuz ayında fabrikalarını kapatan otomotiv sektörünün Ağustos’ta da normalden daha az işçiyi geri çağırmasından ve perakende sektöründeki düşüşten kaynaklanıyor. Hizmet, inşaat, restoran sektörü ile hükümet sektöründe ise alımların devam ettiği gözlendi. 6 yılın en düşüğüne gelen işsizlik yüzde 6.1 ile genç nüfustaki işsizliğin azalmasından kaynaklandığını bize gösterdi. Wall Street Journal’ın raporuna göre, Boston Fed Başkanı Eric Rosengren, Cuma günü, Boston’da bankacılara yaptığı konuşmadan önce, istihdam rakamı ile ilgili şu yorumlarını dile getirdi: “Fed aceleci olmamalı ve faizleri birden artırmamalı. Para teşviğinde azaltmaya gitmemeli. ABD istihdam piyasasının iyileşmeye ihtiyacı var. Fed, güne-dayalı kararları bırakıp, veriye dayalı karar vermeli. Tam istihdam ve enflasyon yüzde 2’ye vardığında dahi sabırlı olunmalı. Ağustos istihdam verişi hayal kırıklığı yarattı.”Rosengren, Fed’in faiz artış politikasını beğenmediğini yineledi ve yüzde 5.25’lik işsizlik oranı ile yüzde 2’lik enflasyon yakalandıktan 1 sene sonra artışa gidilmeli mesajını verdi. Rosengren, istihdam ile alakalı ilk ve belki de son yorumu yapan Fed üyesi olacak. Çünkü 16-17 Eylül FOMC toplantısına kadar, tüm Fed üyeleri sessiz kalacaklar. İçinde iki şahin, 4 neutr, 4 güvercinin bulunduğu Fed üyeleri arasında güvercinlerin sayısı artıyor. Yellen’a destek artıyor. Chicago Fed Başkanı Charles Evans ile Atlanta Fed Başkanı Dennis Lockhart’da 2015’te oy hakkını kazanarak, güvercinler grubuna katılacaklardan. Öyle görünüyor ki faizler uzun süre düşük kalacak, teşvik de devam edecek. Size bol güvercinli, barış ve huzur dolu haftalar dilerim.


Gündem

10 Eylül 2014 Çarşamba

ABD’DEN POSTA212’YE ÖZEL IŞİD AÇIKLAMASI

Mehveş Koçak mehveskocak@posta212.com

ABD GÜLEN’İ VERMEZ ANKARA’NIN Amerika’ya dayattığı en önemli istek bu “Pensilvanya’dakini iade edin”. Türkiye’ye göre artık iki ülke ilişkilerinin kilit noktası bu oldu. Yeni hükümet için bu durum, artık Avrupa Birliği rüyasından bile daha önemli. Türkiye’den ABD’ye gelen her heyet, diplomatlara bu konuyu anlatılıyor. Ancak Amerika daha şimdiden tavrını netleştirdi. Sessiz kalarak ve bu konuda hiç yorum yapmayıp aslında ne yapmak istediğini açıkça gösteriyor. ABD yönetimi bu şartlar altında Fethullah Gülen’i iade etmeyecek. Belki ileride bir başka ülkeye nazikçe gitmesine ön ayak olacak ama Türkiye’nin eline bir suçlu gibi iade etmeyecek. Neden mi ? Çünkü ABD’ye göre hala AK Parti hükümetinin açıklayamadığı karanlıkta kalan bir dönem var. Bu dönemde yaşananları da ABD’nin yönettiği düşünülürse bu filmin başrol oyuncularından birini asla iade etmez. Çünkü oyuncuları Amerika seçti. Oyunculardan biri içeride diğeri dışarıdan ülkeyi yönetti. Filmin gidişatı yönetmenin kontrolünden çıkınca dışarıdaki oyuncuyu devreye soktu. Şimdi hayli hazırda yetişmiş bir oyuncuyu niye geri versin. ABD hala Türkiye’ye hak ve özgürlükler, hukuk devleti konusunda ağır eleştirileri çekinemeden yapmaktadır. Yani Hala Türkiye’ye büyük bir güvensizlik duymaktadır. ABD, İslami terör örgütleri ile mücadele ederken en önemli stratejisini kendi topraklarında kendi kontrolünde bir İslam yapılanmasında bulmuştur. Gülen hareketi, 11 Eylül’den sonra bu amaca yönelik olarak büyümüştür. Amerika, İslam ile yaşamayı ve bazı gruplarla savaşmayı buna benzer kendine göre zararsız yapılanmalardan öğrenmektedir. Gülen’i koruyan ve yakından takip eden Amerika, cemaati çıkarlarına zarar vermediği sürece kendi halinde ABD’ye en uygun ‘Ilımlı İslam’ hareketi olarak düşünmektedir. Gülen’in karşına alternatif olarak AK Parti İslami hareketi konulduğunda Amerika buna güvenmiyor. Çünkü başta Türkiye’deki hak ve özgürlükler, Ortadoğu’da izlenen karanlık politikada, arapsaçına dönen ve gittikçe tehlikeli hale gelen İslami grupların Türkiye’ye yanaşması, kontrol edilemez hale gelmesi ABD’nin canını sıkıyor. AK Parti örneği kontrol edilemez bu İslami hareketi, tehlikeli buluyor. Erdoğan’ın seçimleri kazanması ABD’yi yumuşak bir politika izler gibi gösterse de Amerika, Ankara’nın bu isteğini şartlar böyle olduğu sürece asla kabul etmeyecek. Ancak tüm bunlara rağmen ABD’nin politikası değişebilir. Eğer ABD Gülen’den çok daha güçlü bir çıkar görürse o zaman Ankara ile bu konuda masaya oturur. Ama karşılığında Türkiye çok ağır bir diyet öder. Yeni hükümetin tavrına bakılırsa, baştan kabul edeceği bu diyetin faturası Türkiye için çok ağır olur.

Türkler’e göre NATO’nun sınırı Avrupa’da bitiyor (ANKARA - POSTA 212) Trans-Atlantik İttifak NATO’ya kamuoyunun bakışını araştıran Transatlantik Eğilimlerin 2014 raporuna göre Amerikalıların yüzde 59’u, Avrupalıların yüzde 73’ü ve Türkler’in yüzde 57’si NATO’nun Avrupa’nın sınırlarını savunması gerektiğini söylerken, Amerikalıların yüzde 30’u, Avrupalıların yüzde 23’ü ve Türkler’in yüzde 26’sı NATO’nun bununla ilgilenmemesi gerektiği görüşünde. NATO’nun bölge dışı misyonları olup olmaması sorulduğunda ise, Avrupalıların çoğunluğu NATO’nun ABD ve Avrupa sınırları dışında askeri operasyon gerçekleştirmemesi gerektiğini söylerken, Amerikalıların yüzde 49’u NATO’nun bölge dışı operasyonlarını destekliyor. Avrupalılar ve Amerikalılar, NATO’nun başka ülkelere eğitim vermesi ve silah temin etmesi konusunda da anlaşamamadı. Amerikalıların yüzde 53’ü NATO’nun bu yardımlarını onaylarken, Avrupalıların yüzde 52’si ise bu görüşe karşı.

İTTİFAKIN TEK MÜSLÜMAN ÜLKESİ İttifakın tek müslüman üyesi olan ve Orta Doğu’daki sınırlarında yaşanan güvenlik tehdidi nedeniyle NATO’dan başta Patriot füzelericolmak üzere destek isteyen Türkiye’de kamuoyu ise ittifakın sınırlarının Avrupa ile sınırlı kalması gerektiği görüşünde. Araştırmaya göre Türklerin yüzde 57’si NATO’nun Avrupa’nın sınırlarının korunmasını istiyor, yüzde 42’si bölge dışı operasyonlara karşı çıkıyor. Yüzde 47’si diğer ülkelere eğitim ve silah verilmesini onaylamıyor. Türklerin sadece yüzde 43’ü Afganistan gibi yerlerde istikrar sağlama çabalarını olumlu buluyor. NATO’nun Ukrayna gibi ülkelere eğitim ve silah temin etmesi gerekip gerekmediği sorusuna Avrupalıların yüzde 53’ü olumsuz bakıyor. Amerikalıların ise yüzde 55’i Ukrayna’ya eğitim ve silah teminini olumlu karşılıyor.

Çalıyorlar, Çırpıyorlar ABD yönetimi, dinci terör örgütü IŞİD’in Irak ve Suriye’deki gelir kaynaklarını, banka soygunları, gasp, haraç, hırsızlık, kaçakçılık, rehine için fidye alımı, köy ve kasabaları yağmalama olarak gösterdi İLHAN TANIR WASHINGTON - POSTA212

A

BD Dışişleri Bakanlığı Kamu İşleri Bürosu, POSTA212’ye özel bir açıklama göndererek, IŞİD’in gelir kaynakları ve özellikle sahip olduğu petrol kuyularından çıkardığı petrolleri nasıl değerlendirdiği sorularına geniş bir cevap verdi. Bakanlığın Terörle Mücadele Bürosu’ndan Rhonda Shore ile birlikte hazırlandığı ifade edilen bilgi notunda, petrol gelirlerinin, IŞİD’in finansmanında ‘önemli bir kaynak’ olduğu kabul ediliyor. Bununla birlikte, farklı kaynaklarda 40 bin ile 70 bin varil petrolün günlük olarak çıkarıldığı iddia edilen IŞİD’in petrol üretiminin ‘uluslararası piyasalar düşünüldüğünde önemsiz’ olduğu hatırlatılıyor. Hatırlanacağı üzere geçen hafta POSTA212’de, Amerikan kamu radyosu NPR’de çıkan bir haber referans olarak alınarak, IŞİD’in çıkardığı petrolün önemli bir bölümünün Türkiye’ye gönderildiği iddiaları yazılmıştı. İngilizler’in ünlü düşünce

kuruluşu Chatham House’da Ortadoğu uzmanı olan Valerie Marcel de, ‘’IŞİD, petrolünün bir kısmını kendisi açık kuyularda yakarak rafine ediyor. Sonra kendi ihtiyaçları ve bölge halkının ihtiyaçlarını gideriyor. Geri kalanın büyük çoğunluğu ise müphem aracılarla, Türkiye piyasasına yolluyor’’ ifadelerini kullanmıştı.

TÜRKİYE’NİN ADI GEÇMİYOR ABD Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin özel olarak POSTA212’ye gönderdiği mesajda ise Türkiye’nin adı geçmiyor. ABD Dışişleri Bakanlığı’na göre ‘’petrolün büyük kısmı Irak ve Suriye’deki aracılara veya komşu ülkelerdeki yerli tacirlere satılıyor.’’ NPR’daki haberde ise uzman Marcel’e göre, ‘’aracıların bazıları Iraklı ve bunlar sınıra götürüyor. Dİğerleri ise Türk aracılar. Bu aracılar doğrusunu söylemek gerekirse bu petrolü bazen doğrudan Türkiye’deki rafinelere satabiliyor. Kısacası bu süreç oldukça iyi planlanmış bir organize ürünü.’’ ABD Dışişleri Bakanlığı’nın son

zamanlarda ısrarla söylediği bir başka konu da, petrol satımının IŞİD’in gelir kaynaklarının sadece bir kısmı olduğu. ABD yönetimi, e-mail mesajında, IŞİD’in gelir kaynakları olarak şu kalemleri sayıyor: ‘’Irak ve Suriye’deki suç faaliyetleri: banka soygunları, örneğin Musul’daki Merkez Bankası soygunu, gasp, haraç, diğer hırsızlıklar, kaçakçılık, rehine için fidye alımı, köy ve kasabaları yağmalama.’’

BAĞIŞ DA YAPILIYOR Dışişleri Bakanlığı, yine gönderdiği uzun bilgi notunda, IŞİD’in finans kaynakları arasında ‘özel finansmanın’ da olduğunu ifade ediyor. Suriye krizinde, özellikle son 2 yıldır, Körfez’den IŞİD militanlarına, zengin bağışçıların deste deste para gönderdiği defalarca haberlere konu olmuştu. ABD Dışişleri Bakanlığı da, gönderdiği bilgi notunda bu özel bağışlardan bahsediyor ve ABD’nin bu özel bağışçılarla mücadelesinin, bölge ülkeleri ile koordineli bir şekilde devam edeceği sözüyle veriliyor.

POSTA212’nin NATO Zirvesi ÖZEL NOTLARI İngiltere’nin Cardiff şehrinde toplanan Nato Zirvesi çok sıkı güvenlik önlemleri altında yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı zirveyi izleyen POST212 ekibi, organizasyonun tam bir İngiliz tarzı olduğunda birleşti

CARDIFF İNGİLTERE - POSTA212

N

ATO Zirvesi’ne yıllar sonra ev sahipliği yapan İngiltere, kritik toplantı için Galler’i seçti. Bunda İngiltere’nin öğrenci kenti olarak bilinen Cardiff’i seçmesinin nedeni ise ülke sınırlarının farklı bir bölümünü tanıtmaktı. Şikago’da ittifakın bundan sonraki araçlarını kararlaştıran üyeler, bu defa güncel tehditlere karşı alacakları önlemleri ve yöntemleri ele ayldı. Şikago’da 2012’de yapılan Zirve, Amerikan tarzının izlerini taşıyordu. Obama’nın şehrinde düzenlenen zirvenin aksine Cardiff ise İngiliz tarzının ortaya konduğu bir toplantı oldu. İşte Zirve’den akılda kalan notlar: ● Zirveyi gözlerden ve protestolardan uzak tutmaya özel önem veren İngilizler, toplantı mekanı için Cardiff’ten 1 saat uzaklıktaki New Port’u alan olarak seçti. ● Şikago Zirvesi’ndeki gibi şehrin merkezine yakın yerleşim yerine, dünyanın en büyük golf sahasının bulunduğu Newport’taki otelde, yeşillikler içinde düzenlenen Zirvede en önemli kriter güvenlikti. ● NATO Zirveleri’nin vazgeçilmezi olan yiyecek, içecek, teknoloji, olanakları, telefon, hediye gibi gelenekler ise bu zirvede terk edildi. İngiltere, ilk defa bir zirve-

de bilgisayar desteği sağlamadı, telefon olanağı sunmadı ve yemekleri oldukça yüksek fiyatla sattı. Üstelik yemek çeşidinde alternatife de gitmedi. İngilizlerin en önemli hediyesi ise Galler’in tanıtıldığı kitapçık ve bir dublelik viski oldu. ● Zirvenin en büyük toplantısı ise Cardiff Kalesi’ndeki akşam yemeğiydi. Bu yemeğin ilk katılımcısı İspanya Başbakanı olurken, Erdoğan ikinci konuktu. Ancak ilk konuklar, aralarında Merkel’in de bulunduğu çok sayıda lideri yarım saatten fazla beklemek zorunda kaldı. ABD Başkanı Obama’nın 45 dakika sonra gelişiyle akşam yemeği için program başladı. ● Zirvelerin aile fotoları ise sohbetten uzaktı. İngiliz askerlerinin töreniyle aile fotoğrafına geçen liderler, samimi pozlar yerine hızla görevi gerçekleştirmeyi tercih etti. ● Zirvenin en önemli gecesi için özel otobüs kaldırıldı. Ancak liderlerin yemeğine şahit olmak isteyen gazeteci sayısı kısıtlanmamasına karşın 5 ile sınırlı kaldı. Resmi fotomuhabirlerinin yanı sıra aralarında Posta 212’nin de olduğu bir grup gazeteci ise 2 saat boyunca dev kalenin içine girmek için izin almaya çalışan otobüsten ‘hedef olursunuz’ gerekçesiyle indirilmemedi.


Güncel

10 Eylül 2014 Çarşamba

Erdoğan Obama’ya kapıyı kapatmadı

İlhan Tanır @Washingtonpoint

Büyükelçi Ross Wilson Ankara’ya neden gitti

ABD Başkanı Barack Obama, IŞİD ile savaşta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan destek istedi. Erdoğan, koalisyona havada geçiş kolaylıkları ve istihbarat işbirliği için kapıyı kapatmadı karşın, Erdoğan 12 yıldır süren iktidar ve hakimiyetinin kendisine sağladığı avantajı hem NATO Zirvesi'nde hem de Obama ile görüşmede yansıttı. Erdoğan'ın ABD'ye bakışının ise 'kısa ve uzun vade' için farklılık taşıdığını belirten kaynaklar, "Kısa vadede Obama yönetimiyle işbirliği yapmak kaçınılmaz. Ancak uzun vadede Obama'nın kalmayacağı açık. İki sene içerisinde Demokratların yerini Cumhuriyetçilerin almasını bekliyoruz" değerlendirmesi yaptı.

DUYGU GÜVENÇ CARDIFF - POSTA212

A

BD Başkanı Barack Obama, IŞİD konusunda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı Türkiye'yi sınırda etkin önlemlerin alınması ve koalisyona destek olması için ikna etmeye çalıştı. IŞİD'e yönelik uluslararası bir operasyona karşı olan Erdoğan, sınırda güvenliğin zorluklarını aktarırken, koalisyona havada geçiş kolaylıkları ve istihbarat işbirliği için kapıyı kapatmadı. Erdoğan, Obama ile görüşmesinde, "Ben kalıcıyım" mesajı da verdi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın katıldığı ilk zirve, Cardiff'te yapılan ve ittifakın geleceğine şekil veren NATO Zirvesi oldu. Gündemi IŞİD'e karşı oluşturulacak koalisyon arayışları ve Ukrayna konusunda Rusya’ya karşı izlenecek strateji belirledi.

SİLAHLARA KARŞI ÇIKTI Erdoğan, IŞİD'e karşı Irak'ta başta Sünni yönetime silah verilmesine karşı çıkarken, bölgedeki silahların çözüm sürecini de olumsuz etkilemesinden duyduğu kaygıyı dile getirdi. Ukrayna'da gösterilen 'toprak bütünlüğü' hassasiyetinin Irak'ta da gösterilmesini istedi. Köşk kaynaklarına göre, Erdoğan, Obama ile 1 saat 25 dakika süren görüşmesinde koalisyona tamamen karşı çıktığını belirtmek yerine "Biz göz önünde, aktif olamayız" mesajı verdi. Bunda Türkiye'nin 46 rehinesinin IŞİD'in elinde olması ve bölgede kalıcı olması da etkili oldu. ABD’Lİ ASKER YOK Obama ise ABD askerlerinin sahaya inmeyeceği ve 2003'te yaşananların tekrarlanmayacağı konusunda güvence verdi ancak IŞİD'in bölgede varlığını sürdürmesine izin verilmeyeceğini vurguladı. Batılı kaynaklar, Ürdün ve Türkiye'nin IŞİD'e karşı mücadelede vereceği desteğin çok önemli olduğunu belirtirken, "Bu özellikle IŞİD'e destek veren aşiretlerin caydırılmasında etkili olacaktır. Bölgesel destek olmadan uluslararası bir koalisyonun başarıya ulaşması zordur" yorumunu yaptı. ABD Savunma Bakanı Hagel'in bu hafta yapacağı ziyaretin ise koalisyondaki işbirliğinin çatısını oluşturması bekleniyor. GÜLEN'E İADE YOK Erdoğan, Obama ile görüşmesinde Fethullah Gülen'in kendisini yıkmaya yönelik faaliyetleri nedeniyle ya sınır dışı edilmesini ya da Türkiye'ye iade edilmesini istedi. Bu isteğin ABD yasalarına aykırı olduğu bilinmesine karşın masaya taşınmasında ise iç kamuoyuna verilen mesaj önemli yer tuttu. Kaynaklar, "ABD Başkanına vermeyecek olsa bile sürekli bu mesajla gidilmesi tabanımızda olumlu karşılanıyor" dedi. Erdoğan, Gülen hakkında ek bil-

gi ve verileri de ABD'ye ileteceğini açıklamasına karşın, Gülen hakkında henüz bir mahkeme kararı veya interpol tarafından arama kararı bulunmuyor. Gülen'in ABD'de sürekli oturum izni bulunuyor. Obama'nın da Erdoğan ile görüşmede, Gülen'in iadesi konusunda olumlu bir mesaj vermediği belirtildi.

OBAMA’DAN SEMİTİZM UYARISI Gazze operasyonuyla birlikte başta Erdoğan olmak üzere hükümetin İsrail'e yönelik açıklamaları ve Türkiye'de düzenlenen gösteriler de Obama-Erdoğan görüşmesine taşındı. Obama'nın bu uyarısını, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Caitlin Hayden'in açıklamaları üzerine açıklama yapan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Lütfullah Göktaş da doğruladı. Göktaş, Hayden'in, görüşmenin ardından yaptığı açıklamada iki başkanın 'tolerans ve kapsayıcı toplumlar inşa etme ve anti semitizmle savaşmayı' ele aldığını belirtirken, Göktaş, "tolerans ve kapsayıcılığın" Irak ve Suriye'nin geleceği konusunda ele alındığını savundu. Anti-semitizm uyarısının ise "Gazze konusunda İsrail hükümetine yönelik eleştirilerin anti-semitizme dönüşmemesine ihtimam gösterilmesiyle" ilgili olduğu belirtildi. UÇAK OBAMA’YA AYARLANDI İki lider arasındaki görüşme ilk olarak 4 Eylül'de planlanmıştı. Ancak bu süre zarfında ABD'den gelen talep üzerine görüşme 5 Eylül'e alındı. Geçen bir günlük sürede ise ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, çekirdek koalisyon konusunda Zirvede durumu netleştirdi; ABD, İngiltere ile birlikte yayınladığı deklarasyonla tutumunu ilan ederek Türkiye ile görüşme masasına oturdu. Obama ve Erdoğan görüşmesi 1 saat olarak planlanmıştı. Görüşme beklenenden uzun sürerken, Erdoğan'ın uçağının kalkışı da bu görüşmeye göre ayarlandı. Erdoğan görüşmenin hemen ardından Cardiff'ten ayrılmayı seçti. ABD Başkanı Obama ise kameraların karşısına geçti. İki lider arasında geçtiğimiz

Türkiye ABD’siz yapamıyor DUYGU GÜVENÇ ANKARA - POSTA212

S

avunma sanayinde yatırım ve Arge çalışmalarına yoğunlaşan Türkiye'nin bu alandaki ticareti 100 milyon dolara ulaştı. Ticarette en büyük payı ise uçak ve helikopter parçaları, tank ve zırhlı araçlar ile askeri silahlar aldı. Türk savunma sektörünün en çok ihracat yaptığı ülke yine ABD oldu. Geçtiğimiz yıl 90 milyon dolarlık ihracat yapan Türk savunma sanayi, bu yıl ihracatını yüzde 10 artırdı. Türk savunma sanayinin en çok ihracat yaptığı ülke önceki yıl oldu-

ğu gibi yine ABD oldu. Amerika'dan yapılan ihracat, geçen yılın ağustos ayına oranla yüzde 35 arttı.

UÇAK VE HELİKOPTER PARÇALARI Sektörde en çok ihracat yapılan ülkeler sıralamasında ABD'yi 62 milyon dolarla Malezya, 59 milyon dolarla Birleşik Arap Emirlikleri ve İtalya, 57 milyon dolarla İspanya ve 52 milyon dolarla Fransa izledi. Toplamda 150 ülke ve serbest bölgeye yapılan ihracatta en büyük payı ise uçak ve helikopter parçaları, tank ve zırhlı araçlar ile askeri silahlar aldı.

yıl Mayıs ayından bu yana ilk defa gerçekleşen görüşme, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından telefon görüşmesinde planlanmıştı. Ancak ilk görüşmenin ardından bu ay BM Genel Kurulu sırasında Erdoğan ve Obama arasında yeniden bir görüşme yapılmasında mutabakat sağlanmadığı öğrenildi. Kaynaklar, Obama'nın evsahibi rolüyle gündeminin yoğun olacağına işaret etti.

'BEN KALICIYIM' MESAJI Bir zamanlar Obama'nın en çok görüştüğü liderler arasında yer alan Erdoğan, seçim zaferinin ardından ABD'ye "Ben kalıcıyım" mesajını da net olarak verdi. Köşk kaynaklarına göre, çok sayıda lider değişmesine

GÖRÜŞMEDE BÜYÜKELÇİ SÜRPRİZİ ● Neden şimdi, neden Wilson? ABD, Senato'dan alacağı onayla Büyükelçi John Bass'ın atanmasını beklemek yerine, benzerine çok az rastlanan bir yönteme başvurdu ve eski Büyükelçi Ross Wilson'ı maslahatgüzar olarak atama kararı aldı. Üstelik bu açıklama, Obama-Erdoğan görüşmesi devam ederken yapıldı. Bunda, Kasım'daki ara seçimler öncesinde Senato'nun tatile girecek olması ve Bass'ın oylamasının 2015'e kalma olasılığı etkili oldu. Bu kritik ve şaşırtıcı kararın arkasındaki gerekçeler ise şöyle: ● Kaza istenmiyor: İki ülke arasındaki ilişkilerde 1 yıldan fazla süren gerginliğe karşın Washington, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından Türkiye ile real politikaya dayalı olarak ilişkilerini sürdürmek istiyor. Bu ilişkinin 'model ortaklık' yerine Suudi Arabistan-ABD veya Mısır-ABD ilişkileri gibi somut çıkarlara dayanması bekleniyor. Bunun için de başta AKP

olmak üzere aradaki soğukluğun giderilmesine önem veriyor. Wilson, AKP'yi destekleyen görüşleriyle tanınan bir isim. İlişkilerin yumuşaması için önemli bir misyon üstlenmesi bekleniyor. ● Yol kazasına fren sistemi: IŞİD'e karşı koalisyon arayışını sürdüren ABD, Türkiye'nin karşı çıkmasına rağmen bu örgüte karşı mücadelede kararlı. Ancak 1. Mart krizi sırasında tezkereyle birlikte yaşananlar iki ülkenin hafızalarında hala çok canlı. Wilson da 1 Mart'ta dönemin büyükelçisi Edelman ve ardından görevi sürdüren Maslahatgüzar ile bozulan tamir için Ankara'ya gelmişti. Şimdi ABD, benzer bir yol kazası yaşanmadan IŞİD'e karşı atılacak adımlarda uyumlu, 'senkronize' gidilmesi hedefliyor. ● Ermenistan ve İsrail faktörü: Wilson, Kafkaslarda uzmanlığıyla tanınan bir isim. Daha önce de Bakü'de Büyükelçilik yaptı. 2015 yaklaşırken ve Erivan-Bakü arasında görüşme süreci hareketlenirken, Wilson gibi bir ismin yakınlaşma sürecinde önemli rol oynaması bekleniyor. ● Senatonun garantisi yok: Obama iç politikada da çok rahat değil. Türkiye'ye önceki Büyükelçi Ricciardne'nin atanmasında da Senato engeli ile karşılaşan Obama, 1-2 ay içinde Senatodan onay almaya kesin gözüyle bakmıyor. İç politikada güç kaybeden Obama, bu büreçte Ankara'nın boş bırakılması yerine Türkiye'yi ve AKP'yi tanıyan bir isimle kontrollü geçiş sürecini benimsedi.

BİR TARAFTA Başkan Obama ile Cumhurbaşkanı Erdoğan, 17 ay aradan sonra Galler’de biraraya gelirken, diğer tarafta ABD, bir süredir elçisiz kaldığı ve ne zaman Ankara’daki boşluğu doldurabileceğinden emin olmadığı bir dönemde, Türkiye eski Büyükelçisi Ross Wilson’ı yeniden Ankara’ya atadığı haberi geldi. Hiç kimse tarafından beklenmeyen bu adım, Ankara’ya Senato tarafından gitmesine izin verilmeyen büyükelçi namzeti John Bass ile yine önceki Büyükelçi Francis Ricciardone gibi görevinin sonuna gelen maslahatgüzar Jess Baily’nin boşalan yerlerini doldurmak üzere atılmış oldu. Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden Marie Harf, ‘Böyle bir atamanın olduğunu daha önce duymadım, diğer ülkelerden bu şekilde geçici olarak doldurduğunuz yerler var mı’’ soruma karşılık, ‘’Bunda normal dışı hiçbir şey yok. Zaman zaman bu tür atamalarla boşlukları dolduruyoruz’’ cevabını verdi. Doğrusu, ABD’nin Ankara’daki diplomatik misyonunu Wilson sürprizi ile sağlamlaştırmasına benzer pek az örnek vardır. ABD federal hükümeti, şu an itibariyle düzinelerce yabancı ülkeye aday gösterdiği büyükelçiler Senato’da takıldığı için, bu ülkelerde büyükelçisiz bir şekilde ilişkileri sürdürmeye çalışıyor. Bu durum, Senato’da çoğunluk Demokratlarda olmasına rağmen böyle. (Son yapılan tahminlerde ise kasım ayındaki ara seçimlerde Cumhuriyetçilerin, Temsilciler Meclisi yanında Senato’da da çoğunluğu almasına üçte ikilik şans verilmeye başlandı. Eğer bu beklenti doğrulanırsa, Obama son iki yılında topal ördek değil, engelli bir başkan olacak gibi.) Büyükelçi Ross Wilson, bir süredir rüzgarların kuvvetli bir şekilde Erdoğan karşıtı olarak estiği Washington’da, bu dalgaya kapılmayan çok az sayıdaki, belki de tek Amerikalı saygıdeğer uzmandı. Washington’da, önceki yıllarda Erdoğan ve liderliğindeki partiyi umut olarak görmüş ve savunmuştu. Hemen hemen bütün Washington uzmanlarının özellikle Gezi protestolarından beri Erdoğan’ı en ağır şekilde eleştirdiği biliniyor. Wilson’ın Atlantic Council’da yazdığı son analiz ise, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen bir gün sonra idi ve şu cümleyle bitmişti: ‘’İyi veya kötü, Washington Türkiye’nin yeni Cumhurbaşkanı ile ilgilenme yolları bulma ve bu ilişkilerin çalışmasından emin olmak zorundadır.’’ Wilson, 2005 yılında da Türkiye’ye Büyükelçi olarak atandığında, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin oldukça yıprandığı bir döneme denk gelmişti. 2003 yılındaki Irak savaşı ‘1 Mart’ tezkeresinin Meclis’de reddedilmesi ile ortaya çıkan ve Washington’dan gelen ağır eleştiriler, 2005 yılında Wilson gelene kadar ortaya oldukça sıkıntılı bir tablo ortaya koymuştu. O dönemde Ankara’da bulunan Eric Edelman’ın Erdoğan yönetimine, o zamanki Bush takımının Washington’da esen rüzgarlarına paralel olarak davranış biçiminin sonucunda Edelman Ankara’dan normalden kısa bir süre içinde çekilmişti. Büyükelçi Wilson ile 2010 yılının aralık ayında bir mülakat yapmış ve o zaman ortaya çıkan ve ABD’yi oldukça zor durumda bırakan Wikileaks diplomatik kabloları hakkında görüşmüştüm. Wilson’ın kabloları da dışarıya sızmış, ama Wilson’ın kablolarda yazdığı analizlerin de Erdoğan ve liderliği hakkında çok da olumsuz şeyler içermediği görülmüştü. Ankara atamasıyla birlikte yeniden Wilson’a e-mail ile ulaştığımda, merak ettiğim, böyle bir konunun kendisi için ne kadar sürpriz olduğu idi. Kendisinin açıklamasında atamayı ‘tümüyle beklenmedik’ bulduğunu söylemesi, ABD’nin son zamanlarda hızla gündemine girmiş IŞİD tehlikesine karşı Türkiye’ye artan ihtiyacın da abi bir yansıması olarak algılanmalı. Obama’nın Erdoğan ile görüşmeye kendini mecbur hissetmesi, IŞİD’e karşı ‘çekirdek koalisyonu’ olarak açıklanan ilk 10 ülke içinde, tek Müslüman ülke olarak Türkiye’nin yer alması, bu dönemde Ankara ile koordinenin önemini ve Ross Wilson’ın Ankara’da bulunmasının aciliyetini gösterdi. Amerikan Senatosu, eylül ayının 8’inde ağustos tatilinden geri gelmesiyle birlikte, kasım ayındaki ara seçime kadar en fazla 8-10 gün işbaşı yapabilecek ve sonrasında seçim hazırlığına girişecek. Bu kısa zaman içinde bekleyen birçok gündem maddesiyle boğuşacak olan Senato’nun Bass’i ve diğer büyükelçileri onaması imkansız değil ama güç görülüyor. Kısacası, Amerikan yönetimi, ağustos ayından beri boş kalmış Ankara Büyükelçiliğini, IŞİD’e karşı koalisyonun kurulacağı önümüzdeki aylarda (belki de 6-7 ay) boş bırakma riskini almak istemedi. Wilson’ın, Washington’da emeklilik döneminde yazdıkları ve önceki Ankara hizmeti döneminde aynı iktidar partisine karşı olumlu yaklaşımıyla şu anki Türk yönetimi tarafından beğenilen bir isim olması, onu her iki başkent için de bulunmaz bir fırsat haline getirdi. Her ne kadar sıfatı ‘maslahatgüzar’ olsa da, Wilson, önceki profili nedeniyle büyükelçi koltuğunu dolduracak bir fonksiyon görebilecek. ABD’nin uzun yıllar sonrasında koalisyon kurma kararına vardığı ve Ankara’nın IŞİD’e karşı yeri doldurulamaz bir ortak konumunda bulunduğu bu aylarda, Wilson’ın Ankara’yı iknada ve ilişkileri tamirde ne derece başarılı olacağını göreceğiz.


Güncel

10 Eylül 2014 Çarşamba

TURK AVENUE

Cemil Özyurt @cmlzyrtcemil@turkofamerica.com

Her Amerikalı Türk İş Adamı bir gün, bir restoran sahibi olacak! TURKOFAMERICA dergisinin yeni çıkacak sayısında yaptığımız bir araştırmaya göre New York ve New Jersey’de faaliyet gösteren yeme-içme mekan sayısı 200’ü buldu. Bunların arasında 20 yılı deviren mekan sayısı bir elin beş parmağından az. Mekanların büyük bir bölümünde en dikkat çekici özellik sıklıkla el değiştirme. Yani istikrar konusunda biraz sıkıntı var.

Türkiye ekonomisini bekleyen tehlikeler IHS Global Insight Türkiye Ekonomisti Andy Birch’e göre Merkez Bankası koruma duvarını kullandığı müddetçe, yabancı yatırımcılar Türkiye’de çalışmaya devam edecek kilde etki gösteremeyerek büyümenin momentumunu sürdürmesine yol açamaması. Japonya, Çin için de bu örnekler uzatılabilir. Risk, kısaca, herkesin planladığı gibi bir güçlü bir büyümenin realize olmaması. Türkiye için ise, bu ne demek: Türkiye’nin büyümeye duyduğu güven ile iç talebi kısarak ihracatı artırarak ekonomiyi güçlendirme planları, 2015’de bu hedefe kolayca ulaşılamayabilir.

İLHAN TANIR WASHINGTON -POSTA212

Türkiye’den yatırıma gelenlerin veya Amerika’da sermayesi olan Türk girişimcilerin ilk akıllarına gelen yatırım alanı bir restoran açmak. Andy Warhol’un, ‘’Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacak,’’ sözü, Amerika’daki Türk işadamları için ‘Yeterli sermayesi olan her işadamı bir gün mutlaka bir restoran sahibi olacak’ şeklinde yorumlanabilir. Yeni açılan restoranlara danışmanlık veya sorun yaşayanlara profesyonel hizmet veren Mithat (Alex) Gülal ve Bahri Karaaslan, farklı restoranlarda yemek yeme zevkini tadanların bir süre sonra, ‘’Ben bir mekan açarım kapıda kuyruk olurlar,’’ düşüncesine kapıldığını söylüyor. Profesyonel destek alma anlayışının yavaş yavaş yaygınlaştığına dikkat çeken Karaaslan, ‘’Bir açalım, sonrasına bakarız,’’anlayışından kurtulmanın kaçınılmaz olduğunu vurguluyor. Aralarında Marriott’un da bulunduğu pek çok zincirin restoranlarını sıfırdan kuran Gülal, menü yapma konusunda bile özgün olabilen mekan sayısının çok az olduğunu söylüyor. Gülal, ahçıları mekanın bir standart yakalama konusunda eğitmenin çok zor olduğunu vurguluyor. ‘’Türk restoranların büyük bir genelinde aynı yemeği aynı kalitede uzun süre yeme imkanınız yok. Çünkü ahçı o gün hastaysa, onun yerine bakan mutfakta bir standart olmadığı için o yemeği aynı lezette yapamamıştır,’’ diyor. ‘’Yemeğe katılan tuz, yağ, salça, biber vs ahçılara göre hep ‘’bir tutamdır’’. Ama kimin tutamı? Benim elimin mi, 20 yaşındaki bir ahçı yamağının mı?’’ Türkiye’den gelen girişimcilerdeki mantalite ise biraz daha farklı. ‘Çocuklar okula giderken, bizim de adresimiz belli olsun. Başında duracağımız bir restoran veya cafe açalım, devralalım,’ anlayışı hakim. Ön pazar araştırması yapma çok nadir. Restorandan elde ettiği birikimi ile bir çamaşırhane (laundromat) açmak isteyen bir işadamı arkadaşın anlattığı geldi aklıma. Çamaşırhaneyi açmadan önce 3500 dolar verip bir pazar araştırma şirketine analiz yaptırmış. Çıkan analizde sonucunda bölgede kaç tane evde çamaşır makinesi olduğu, kaç tanesinin haftalık olarak düzenli çamaşırhane kullandığı, bölgede halihazırda kaç işletmenin faaliyet gösterdiğini ve açılacak yeni mekanın bu pastadan ne kadar pay alacağını araştırmış şirket. Sonuç olarak da demiş ki: ‘’Bu iş karlı değil, girme.’’ Şimdi 3500 dolar vererek zarar mı etti? Yoksa 200 bin doları batırmaktan mı kurtardı? New Jersey’den son beş yılda altı kez el değiştiren bazı mekanlar biliyorum. Türkiye’nin en büyük zincirlerinden HD İskender’in New Jersey’nin siyahi nüfusunun yoğun olduğu bölgeye iki mekan açıp aradan geçen kısa süre içinde ikisini de kapattığına şahit olduk. İlk açtığı mekandan kazandığı paranın tadını çıkarmadan ikinciyi açanlar, mekana yüzbinlerce dolar harcayıp aşçı elinde oyuncak olanlar, işletmeyi hazır olmadan açıp ilk gelen müşteriyi kaçıranlar, sadece Türklere güvenip mekan açanlar ve daha nice örnekler. Bunların dışında istikrarı ve işletmeciliği ile hep aynı çizgide kalmayı başarmış mekanlarımız yok değil. Onların bu başarısı zaten piyasaya yeni isimlerin girmesine vesile oluyor. Ne iş yaparsanız yapın, önce bir piyasa analizi yaptırın. Bakarsınız 300 bin dolarınız cebinizde kalır. New York’un en güzel restoranlarında gurme olarak dolaşır, yediğiniz yemeklerin kritiğini yapmakla yetinirsiniz.

I

HS Global Insight Türkiye Ekonomisti Andy Birch, seçim sonrası Türkiye ekonomisini POSTA212 için değerlendirdi. IHS ekonomi grubu, Washington DC’de, gelişen ülke ekonomilerini de takip ve analiz eden önemli bir grup olarak biliniyor. ■ Seçimlerden sonraki yeni kabinede ekonomi takımında bakanlar Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in kalmasını yabancı yatırımcılar nasıl karşılayacaktır? Bakanlar Ali Babacan ve Memet Şimşek’in yeniden atanmaları, yabancı gözlemcilerin ve yabancı yatırımcıların Türkiye’nin gelecekte ekonomik politikası hakkındaki endişelerini dindirmek için atılacak minimum adımlardı. Ekonominin bu güvenilir bekçilerine ihtiyaç, özellikle birkaç diğer endişe verici atamalar ışığında yükselmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaşaması imkansız ekonomik bakışına yakın olan bazı diğer yükselen profiller endişe verici. Eğer Babacan veya Şimşek’ten birisi kenara itilmiş olsaydı, ekonomi politikanın kötüleşeceğine dair endişeler çok daha keskin bir şekilde artardı. Bu iki ismin kontrol sahibi olmasıyla, TC Merkez Bankası kendisini siyasi baskılardan koruyarak dramatik bir şekilde gevşek para politikasına izleyebilecektir. Merkez Bankası siyasi baskılara karşı bu koruma duvarını kullandığı müddetçe, yabancı yatırımcılar Türkiye’de çalışmaya devam edecek ve ülkenin potensiyel bir cari hesap açığı krizinden kaçınmasına izin verecektir. ■ Son seçimler Türkiye’nin ekonomisi hakkında yurtdışına ne gibi işaretler verdi? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gücünü sağlamlaştırması, ekonomik görüntü açısından en önemli endişe. Şu anda ekonominin karşısında ciddi problemler var. Ciddi bir şekilde düşmüş olsa da, cari hesap açığı tehlikeli ölçüde büyük. Özellikle finansmanın kırılgan, portfolyo yatırımların akışına bağlı olduğunu düşündüğümüzde bu durum daha da dikkat çekici. Eğer ana yapısal reformlar yapılmazsa gelecekteki ekonomik büyüme yok olabilir. Özellikle imalat sanayi giderek etkisiz, rekabet açısından zayıf ve ihraç ürünlerine bağımlılığı artan bir görüntü sergiliyor. Maalesef, orta ve uzun dönemli büyüme problemlerini çözecek kararlar kısa zaman diliminde ağrıya neden olacak. Özellikle, iç talep, cari hesap açığını azaltmak için sınırlandırılması gerekir. Diğer taraftan da özelleştirme ve modernize için yapısal reformlar gerekli ki bu durum da istihdamın azalmasına ve sermayeye malolacak. Erdoğan ülkenin bütünündeki kontrolünü artırırken, bu zorlu ekonomik kararların alınması, daha popüler, kısa dönemli çö-

zümler adına geri plana atılabilir. BUNU AÇMANIZ GEREKİRSE Örneğin faiz oranlarının keskin bir şekilde düşürülmesi ve/ veya kısa dönemli istihdam yaratan ama uzun dönemli olarak ülkenin çıkarına pek de hizmet etmeyen mega yatırım projeleri gibi. Merkezileştirilmiş kontrol mekanizması doğası gereği kritik önemdeki fren sistemlerini erozyona uğratıyor ve bu durum sadece siyasi konular değil aynı zamanda ekonomik politikalar için de geçerlidir. ■ Yabancı yatırımcılar İçin Türkiye’ye geliş veya ayrılış faktörleri nelerdir? İki türlü önemli yatırım vardır. Birisi Yabancı doğrudan yatırım (FDI) gibi Türkiye’de uzun süre kalmayı düşünen yatırımlar. Bu tür yatırımlar bir zamandır az ve bunun fazlalaşması lazım ki Türkiye’nin bu süre giden cari işlem açığına ilaç olsun. Bu türlü uzun dönemli yatırımların Türkiye’ye gelmesi ve kalması için Türkiye’nin piyasa kurallarını reform etme konusunda daha başarılı olması gerekiyor. Uzun süredir Türkiye, Anadolu’ya veya üretim zincirine yatırım gibi farklı kampanyalar (pushes) yapıyor. Bu tür çalışmalar gelişmekte olan ekonomilerin simgesidir. Türkiye’nin bu kamburu atlatması ve düzenli ve istikrarlı FDI kazanması için bütün ekonomi çapında, saf yasama alanında, yatırım hukukunun reform edilmesi, özelleştirme kanunları, vergi koruması gibi reformları yapması gerekmekte. Bunlar Türkiye’nin FDI’sını artırması için yapması gerekenler. Portfolyo yatırımları için ise, ilk olarak portfolyo yatırımından uzak

kalınması daha iyidir çünkü bu çok kırılgan bir yatırım biçimidir. Ama şu an Türkiye’nin dış ticari açığını kapaması için bu çeşit yatırım kritik önemde. Portfolyo yatırımları bir ülkedeki istikrara, yüksek faiz oranlarına veya iç getiriye (domestic yield), sonrasında ise Türkiye’yle bağlantılı olmayan dış krizlere bağlıdır. Bu Suriye’den bir kriz, veya Ukrayna gelişmeleri, ABD FED’in para politikaları, azaltması vs. gibi. Türkiye’nin iradesi dışında yani. Türkiye’nin yapabileceği ise, para ve bütçe politikalarını sağduyulu yapması. Çünkü expansionary (genişlemeci) politika uygular hale gelirseniz, marketler ‘cari işlem açığını nasıl kapatacaklar’ sorusunu sormaya başlar. ■ Genişletici politikalar ne demek, açar mısınız? Faiz oranlarını düşürmek. Mali açığın yükselmesine göz yummak. Bunun portfolyo yatırımlarını endişelendirmesinin nedeni ise, bu politikaları gördüğünde, cari işlem açığını tedavi etmek yerine, büyüme odaklı bir politika halinde yatırımcılar cari işlem açığının çok yükseldiğini düşünebilir. ■ Türkiye’nin önünde 2015’in Haziran ayında bir seçim daha var. Kısa dönemde Türkiye ekonomisi için en büyük risk olarak neyi görüyorsunuz? Öncelikli olarak ülkenin kısa dönem riski olarak, yeterli finansman bulunarak Türkiye’nin dış ticaret dengesizliğini karşılamak geliyor. Şimdiye kadar yapısal reformlar yapılamaması nedeniyle, cari bütçe açığını ciddi şekilde azaltmanın tek yolu olarak ihracatın artırılması veya iç talebin kısıtlanması çareleri kaldı. Türkiye, ihracatı talebini artırabilme adına kontrol gücü düşük bir seviyededir ve bu alanda üretim artırımı adına potansiyeline de sahip değil. Onun yerine para politikası mutlaka sınırlı kalmalı ki iç talep düşük kalsın. ■ Peki Babacan ve Şimşek’in görevlerinde kalacak olması bu konularda bir fark yaratır mı? AKP hükümeti, özellikle Babacan ve Şimşek’in yeniden atanmasıyla birlikte, bu ekibin 2001’den beri süregelen ekonomik düzelmenin mimarları olması nedeniyle inşa edilmiş bir iyi niyete sahip durumda. Bununla birlikte Erdoğan ciddi bir şekilde gücünü artırma adına gayretler gösterirse veya Babacan ile Şimşek bir sonraki se-

çimlerden sonra kenara atılırsa bu bahsettiğim iyi niyet hızlı bir şekilde kurumaya başlar. Eğer yabancı yatırımcılar ülkeyi çok ciddi risk olarak görmeye başlarlarsa, ülke içine gelen portfolyo yatırım akımı da buharlaşabilir ve böylece ülke hızlı bir şekilde ciddi bir cari açık kriziyle yüzleşebilir. Ayrıca IŞİD’in faaliyetleri veya yatırımcı eğilimindeki global değişimler gibi diğer tehditler de ülke içine gelen yabancı sermayeyi tehlikeye atabilir. Ülke çok büyük ağırlıkla kırılgan portfolyo yatırım akımına bağımlı oldukça, kısa dönemli riskler önde kalmaya devam edecektir. ■ Global Rekabet Raporu’nun bu yılki versiyonunda Türkiye 45. sıraya geriledi. Türkiye geçen yıl 44, bir önceki yıl ise 43. sırada idi. Ne demek bu? Görüldüğü kadarıyla yakın yıllarda, ülkenin genel olarak puanındaki gelişmenin devamı durdu. 2000’li yıllarda, Türkiye kendi ülkesinin kurumlarını reforme ettikçe, son finansal krizinden (2001) beri iyi bir kulvara girmişti ve Türkiye’nin genel puanı da ciddi bir iyileşme göstermişti. Son yıllarda ise, Adalet ve Kalkınma Partisi, 2000’nin ilk on yılında olduğu gibi reform yapmak için çok agresif değildi. Nihayetinde, ülkenin yıllarca süren hızlı iyileşmesinin sonunda ilerleme kaydedilemeyen bir noktaya varıldı. Şimdi Türkiye’nin puanı statik kaldıkça, diğer ülkeler reformlar yaparak, Türkiye’nin önüne geçmekteler. Geniş anlamda bir reform hareketine girişilmedikçe, Türkiye’nin pozisyonu gerilemeye devam edecek ve ülkenin uluslararası rekabetinde yer kaybı sürecektir. ■ Global ekonomi riskleri 2015’de nedir? 2014 yılı bir anlamda düzelme yılı olarak kayda geçiyor. ABD iyi denebilecek bir oranda büyüyor. AB problemlerini arkada bırakıyor ve bir momentum kazanıyor görünümünde. Japonya’da ise Abe’nin yeni yaklaşımına dair bir uyum başladı gibi ve Japonya’nın büyümesi de istikrar kazanıyor gibi. Biz beklentilerimiz de, 2015’de buna benzer partnerlerin daha da derinleşerek devam etmesi. Risk ise, bu düzelmenin kısa dönemli hale gelmesi, 2014-15 arasında büyümenin artışı yerine belki de ev piyasasında veya diğer bazı piyasalarda düzelmenin 2015’de sona ermesi. Eurozone’de yapılan bazı reformların yeterince hızlı bir şe-

■ 2008’de Türkiye ekonomik krizi atlattı. Bir başka krize nasıl karşılık verir? Bence Türkiye şu an böyle bir global kriz için en kötü pozisyonda. 2008’de, Türkiye’nin en güçlü yönü banka sektörü idi. Bu krize çok az bir banka kırılganlığı ile gittiler. Türkiye, bu şekilde iç sermaye ile o dalgayı aştı. Bir kısa düşüş yaşansa da, iç talebin artışı ile ekonomi çalışmaya başladı. Büyük bir kredi büyüme oranı ile bu durum görülür. 2009, 2010 ve 2011’de de kredinin hızlı büyümesi trendi sürdü. Artık Türkiye bu durumda değil. Çünkü cari işlem açığını finanse etmek adına birçok risk göze alındı. 2008’deki global krize girilirken Türkiye’nin banka sektörü az kırılganlık ve tecrit içinde girerken, 2015’e yaklaşırken ise Türkiye Avrupa Bankalarına, dışarının etkisine açık bir şekilde (exposure), ciddi bir borç ile giriyor. Aslına bakılırsa sadece banka sektörü değil, ülkenin de ciddi bir dış borcu bulunuyor. 2008’de yüzde 35 veya yüzde 38 civarında iken ülkenin dış borcu varken, bizim tahminlerimize göre yüzde 50 veya yüzde 55 ile girilecek. Sonuçta bu aslında idare edilebilecek bir oran ve yüzde 60’ları aşmadıkça biz çokça endişe izhar etmiyoruz. 2008’de Türkiye çok daha geniş bir manevra alanına sahipken, şimdilerde o manevra alanını görmüyoruz. Eğer ben kendi banka analistimizi getirmiş olsaydım buraya, onun beklentilerinin çok daha kötümser olduğunu görecektiniz. Onun yorumu şöyleydi: Türkiye’de bir banka krizi yaşanacak mı sorusu değil, bunun ne zaman ve bu faktörlerlerden kaçının bir banka sektörü krizine neden olacağı sorusu şeklinde. ■ Türkiye’nin kayıt dışı ekonomisi yüzde 70 iken bugünlerde yüzde 40’lara düştü. Bunun etkileri var mı? AKP’nin yaptığı doğru şeylere dönersek: AKP iktidara geldiğinde kayıt dışı ekonomi, karaborsa, gri marketler, bankaların kayırmacı usullerle şirketlerle çalışması gibi iş hayatında gayet elverişsiz bazı iş usulleri izleniyordu. AKP, Türkiye’yi iş dünyası bağlamında modern dünyaya getirmekte iyi bir iş çıkardı. Uluslararası standartları ve banka standartlarını getirdiler, nepotizm ile ilgili birçok bağlantıları ortadan kaldırdılar ve bu da kanaatimce yaşanan büyümenin nedenleri idi. Vergi kanunlarını reformu ile iş yapma hukukunu Bizans oyunu olmaktan çıkarmak gibi. Bunların hepsi de Türkiye’ye son on, 15 yıldaki değişimi getirdi. Türkiye’nin halen yapması gerekenler var ve çözmesi gereken birçok problem bulunuyor. Örneğin halen vergi reformu yapması gerekiyor ki büyümenin potansiyel kaynaklardan biri, düzenlemelerin devamı gerekiyor. Bunlar bence gri piyasayı ve kayıt dışı ekonomiyi düşürmek için yapılması gereken önemli işler. Özelleştirme usullerinin de basitleştirilmesi aynı şekilde karaborsanın ve kayıt dışı ekonominin azaltılması adına önemli adımlar olacaktır.


10 Eylül 2014 Çarşamba

Güncel

Kadın milletvekilleri sessiz kaldı Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, TBMM’de çıkarılacak olan kadına yönelik şiddete son vermeyi amaçlayan yasalardaki eksikliklere kadın milletvekillerinin sessiz kalmasından şikayetçi şiddete yönlendirip yönlendirmediği ele alınan önemli bir ölçüt olmalı. Ülkemizde azınlıklara, kurucu ideolojinin sınırlarını çizdiği bizlik tanımının dışında kalan “ötekilere” karşı nefret söyleminin üretildiğini görüyoruz.

DOĞUCAN CÖMERT NEW YORK - POSTA212

G

alatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, POSTA212’nin sorularını yanıtladı. Eleştiren, muhalefet eden soru soran gazetecilere karşı tahammülsüz bir siyasetçi grubu ile karşı karşıya olunduğunu söyleyen İnceoğlu özellikle de siyasi iktidarın bu konudaki algısının oldukça sorunlu olduğunu kaydetti. Gazetecinin, patronuna veya devlete değil, kamuya karşı sorumlu olduğunu vurgulayan İnceoğlu, “Hatta biraz abartılı gelecek ütopik olsa da ideali de şu: Gazetecinin vatanı, dili, dini, milleti olmamalıdır” dedi.

NEFRET SÖYLEMİ TEHLİKESİ Dünyada ve Türkiye’de de gözle görülür bir nefret söyleminin olduğunu özellikle de Türkiye’de bu söylemin zaman zaman linç kampanyalarına dönüştüğünü dile getiren İnceoğlu “Ülkemizde batılı demokrasilerden biraz daha farklı ve şüphesiz fazla olarak yargı kararları nefret söylemini içermekte, ana akım ve özellikle de İslami medyada nefret söylemi kullanılmakta, siyasi parti liderleri ve milletvekillerinin özellikle de Salı günkü grup toplantılarında rahatlıkla nefret söylemini dillendirdiklerini görüyoruz” diye konuştu. İşte, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu ile yaptığımız söyleşinin devamı: n Türk siyaset sahnesinde siyasetçilerin medya ile algılarının sorunlu olduğunu söylemiştiniz. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Haberleri görmemeye telkin veya çağrı, bilgi edinme hakkı açısından çok sorunlu. Siyasi iktidarlar ulusal çıkar savunuculuğuna soyunmuş vatansever bir medya beklentisi içindeler aslında bu durum yalnız ülkemize de mahsus değil. Haberleri görmemeye telkin veya çağrı, bilgi edinme hakkı açısından çok sorunlu. Eski Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Medya kimin yanında yer alacak?” sorusu aslında bu algıyı çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Eleştiren, muhale-

Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu

fet eden soru soran gazetecilere karşı tahammülsüz bir siyasetçi grubu ile karşı karşıyayız özellikle de siyasi iktidarın bu konudaki algısı oldukça sorunlu. Rehine sürecini yazmadan çizmeden fazla da konuşmadan takip etmelerini söyleyen yani görevinizi yapmayın, gözlemcilik yapın yeter, gazeteciliği askıya alın çağrısında bulunulan bir ortamda medyanın varlık nedeni ve görevine dair ciddi bir algı sorunu yaşanıyor denilebilir. Reyhanlı katliamı, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk iddiaları soruşturmaları, Suriye’ye giden TIR’lar, Suriye tapeleri, Musul ve son olarak da IŞİD’in elindeki rehinelerimiz ile ilgili yayın yasağı gelmişti. Gazeteci, patronuna veya devlete değil, kamuya karşı sorumludur. Hatta biraz abartılı gelecek ütopik olsa da ideali de şu: Gazetecinin vatanı, dili, dini, milleti olmamalıdır. n Toplum, kanaat önderlerinin sözlerini nasıl algılıyor sizce?

Kanaat önderleri iletişimde en önemli rol oynayan grup üyeleri. Kitle iletişim araçlarından akan mesajların daha geniş alana yayılmasında rol oynarlar. Mesajları daha dikkatle izleyen ve algılayan bu bireyler, bunlara kendi görüşlerini de ekleyip sunarlar. Kanaat önderleri kitle iletişim araçlarını daha bilinçli kullanabilen ve içeriğini eksiksiz çözebilme yeteneğine sahip olan bireyler. Kitle iletişim araçlarının organize edilmiş mesajları çoğu zaman konuşma dili kalıplarına dökerek, içeriğini basitleştirerek ve ko10 Eylül 2014 Çarşamba YIL: 2 SAYI: 69 nunun ayrıntıları azalPOSTA 212 PUBLISHING LLC ADINA tılıp aktarılacak kısımlarını ayrıştırarak diğer YAYINCI İMTİYAZ SAHİBİ CAN KAMİLOĞLU kişilere iletir. Bireyin EKMEL ANDA algılayabileceği bir biGENEL YAYIN YÖNETMENİ çimde kodladığı bir YILMAZ SOYTÜRK dil kullanarak, mesajın iletiminde önemli YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ AHMET RAVALI rol üstlenir. Diğer yandan kanaat önderleri HABER KOORDİNATÖRÜ kişilerarası iletişimin HALDUN ARMAĞAN ikna avantajını kullanYAYIN DANIŞMANI maktalar. Burada kasAHMET BUĞDAYCI tedilen ikna edilgen HABER MERKEZİ - EDİTÖRLER seçmeni yönlendirme MEHVEŞ KOÇAK, ADNAN ONARAN, HÜSEYİN TUNCER, AYSEL TAPAN, MELİKE AYAN, DEMET DEMİRKAYA, SONER MEZGİTÇİ, eylemidir. Konunun SERKAN KALFA, DOĞUCAN CÖMERT, JOHNPAUL JASON, kapsamını genişletme BABÜR AKSÜYEK, BANU ÖZTÜRK, KUNTER AKIRMAK, imkanına sahip olan ELİF ÜNLÜ, ORHAN MURAT BAHTİYAR kanaat önderleri süre WASHINGTON TEMSİLCİLİĞİ sınırlaması engeline İLHAN TANIR takılmadan mesajı alıANKARA TEMSİLCİLİĞİ cıya en uygun zamanDUYGU GÜVENÇ da, uygun sözcüklerle İSTANBUL TEMSİLCİLİĞİ FİGEN ONUR hedef kitlesinin anlayış düzeyine göre anınGÖRSEL YÖNETMEN da sunmakta. Bireylere ERDAL ÖZBEK ulaşan mesajlar, içinSAYFA TASARIM de bulunduğu grubun TUNCAY TAPAR - SERHAN AYDEMİR normlarıyla uyumluysa algılanma olasılıkREKLAM TEMSİLCİSİ ları daha yüksektir. TuBARIŞ TUNCER tum ve davranışları İDARİ MÜDÜR değiştirebilme gücü de MEHVEŞ SÖNMEZ buna bağlıdır. A M E R İ K A’ D A K İ

TÜRKLERİN

KADINI HİZAYA GETİRMEK! Bu konuda iki örnek daha verelim. Biri CHP milletvekili Aylin Nazlıaka’nın bakışlarından neredeyse tacize uğrayan “mağdur” kişi durumunda kendini sunan Bülent Arınç’ın milletvekili üzerinden kadını değersizleştiren, kendini “kadından sorumlu” hisseden ve “kadını hizaya getirmeye çalışan “ tarzda davrandığı olaydır. Hatta Arınç’ın, milletvekilinin evli ve

aşağılanacak bir durum değil, küfür ve hakaret amaçlı kullanılması da cehaletten başka bir şey değil, nasıl ki heteroseksüel gibi bir aşağılama yapılmıyor homoseksüel veya i… gibi bir sözcükler kullanmak ilkellikten başka bir şey değil. Kurumun önemli kilit noktasını tutmuş birinin bu şekilde olduğunu düşündüğümüzde alt kadrolardakileri insan aklına getirmek bile istemiyor. Kurum herhangi bir uyarıda bulundu mu yoksa alkışladı mı? Susmanın onaylamak demek olduğunu da bilmemiz lazım. Genelde tüm uluslararası medya kuruluşlarında çalışanların uyması gereken sosyal medya ilkeleri var, kurumlar bunu sakin takibe alıyor, uymayanları önce uyarıyor sonra da beraber çalışamayacağını söylüyor, çalışanlar da bunlara riayet ediyorlar. Aslında evrensel ölçütlerdeki ilkeler bunların çoğu. En azından ırkı, dili, dini inanç veya inançsızlığı, etnik kökeni, rengi, cinsel yönelimi, yaşı, sosyal statüsü, mesleği yüzünden kimseyi aşağılayamazsınız, etiketleye-

n Birçok muhalif düşünceye ‘Nefret söylemi’ kavramını yakıştırmak bir yerde ifade özgürlüğünü kısıtlamaz mı?

Muhalif düşünceye nefret söylemi kavramı yakıştırmak yanlış, nefret söylemi ile muhalif düşünce aynı şey değil aksine muhalif düşünce, eleştiri ifade özgürlüğünün olmazsa olmazı. Sorun nefret söyleminin ne olduğunu bilmemekten veya bildiğini zannedenlerin kafa karışıklığından kaynaklanıyor. Bu kafa karışıklığı yalnızca kamuoyunda değil siyasilerimizde de var, bu oldukça sorunlu. Demokratikleşme paketindeki nefret suçlarından bahsederken nefret söylemini de işin içine katmak son derece tehlikeli. Nefret söylemini düzenleyen yasa çıkarmak son derece yanlış olur zira ifade özgürlüğünü kısıtlamış olursunuz. AGİT katılımcı ülkesinden 46’ının nefret suçları yasası var ancak nefret söylemi ile ilgili düzenlemelere sahip olan ülkelerde ifade özgürlüğü büyük tehdit altında. Dolayısıyla zaten basın

HASTALIK VE GÜNAH Yasada hem cinsel yönelim hem de cinsiyet kimliği kavramları farklı grupları (homoseksüel ya da biseksüellik cinsel yönelime, travesti ya da transseksüellik ise cinsiyet kimliği) işaret ettikleri için ayrı ayrı yer almaları gerekirken, ikisine de birden yer verilmemesi, iktidarın “eşcinsellik hastalıktır, günahtır” söylemleri ile örtüşmekte ve adeta bu söylemleri de meşrulaştırmaktadır. Şu gelinen noktada; farklı etnik kökenlere sahip vatandaşlara ve LGBT bireylere karşı işlenen suçlar için caydırıcılık gösteren bir düzenlemeyi içermediği gibi, dine inananlara / inançsızlara, Müslümanlara Gayri Müslümlere, heteroseksüellere/ LGBT’lere, Türk/Türk olmayanlara eşit uzaklıkta durabilecek bir yasa olamayacağı ve hatta bu yasanın nefret söylemi ile mücadele bahanesiyle ifade özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik yorumlanacağı yönünde birçok haklı endişe bulunmaktadır. n Siyasiler neden sadece belli başlı televizyon programlarına çıkma ihtiyacı duyuyorlar? Bu konuda bir çekimserlik mi var?

Ülkemizde siyasiler kendilerine yakın televizyon kanallarına çıkıp çanak sorulara yanıt vermek istiyorlar. En fazla da sıkıştıklarında gazeteciye ayar çekip ne acayip garip soru düzgün sor diye gazeteciyi azarlıyorlar zaten bunu bilen gazeteci de usturuplu sorular soruyor veya hiç sormuyor özetle siyasinin şovuna ortaklık ediyor özetle 4. güç olma görevini askıya alıp kamunun bilgi edinme hakkını ama gönüllü ama gönülsüz bir biçimde ihlal etmiş oluyor. Siyasiler bence bu konuda eğitilmeliler. Gazetecilik soru sormak mesleğidir, gazeteci soru soran kişidir. Eğer soru sormuyorsa gazetecilik yaptığını iddia etmesin.

GAZETESİ

Adres

31 – 00 47th Ave. Long Island City, NY 11101 TELEFON 844 368 91 96 abone@posta212.com reklam@posta212.com seriilan@posta212.com haber@posta212.com dagitim@posta212.com

leme yapmayı gündeme almayan bir iktidarın kadın milletvekilleri var. Pakette olumlu görünen tek iyi şey erken evlilikle ilgili ceza düzenlemesi ve bazı iyileştirmeler, o kadar. Sanıklara indirim yolu açan, “fiilin ani bir hareketle işlenmesi” gibi muğlak ve aynı zamanda ceza indirimi getirebilecek kavramlara hiçbir AKP’li kadın milletvekilinin karşı çıkmadığını görüyoruz. Tecavüzcülerin, kadın katillerin masumiyet karinesinin kadın beyanını faka bastırdığı bir ortamda kadın milletvekillerinin sessiz kalmaları kabul edilemezdir.

LİNÇ KAMPANYALARI Dünyada ve Türkiye’de de gözle görülür bir nefret söyleminin olduğunu özellikle de Türkiye’de bu söylemin zaman zaman linç kampanyalarına dönüştüğüne tanıklık ettik. Ülkemizde batılı demokrasilerden biraz daha farklı ve şüphesiz fazla olarak yargı kararları nefret söylemini içermekte, ana akım ve özellikle de İslami medyada nefret söylemi kullanılmakta, siyasi parti liderleri ve milletvekillerinin özellikle de Salı günkü grup toplantılarında rahatlıkla nefret söylemini dillendirdiklerini görüyoruz. Nefret söylemi demokrasinin pekişmesi ve birlikte yaşama kültürünün güçlenmesinin önündeki en önemli engellerdendir.

tasarısında; ırk, etnik köken, renk, dini inanç veya inançsızlık, dil, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, fiziksel veya zihinsel engellilik, sağlık durumu veya yaş unsurları vardı. 15.maddede ise etnik köken, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği unsurları yok sayılmış. Türkiye’nin “AGİT katılımcı ülkesi” olarak AGİT’in nefret suçları yasasında “olmazsa olmaz” olarak kabul ettiği bu ölçütleri görmezden gelmesi, kabul edilemez olduğu kadar, bu dışlanan gruplara karşı işlenen suçları onaylayıcı ve özendirici bir tavır içine girdiğinin de göstergesidir aynı zamanda.

BONE SERVİSİ A REKLAM SERVİSİ SERİ İLAN HABER MERKEZİ DAĞITIM

POSTA 212 GAZETESİ ANKA HABER AJANSI ABONESİDİR

n Kadın vekiller hemcinslerinin sorunlarına karşı duyarsız mı?

Kadına şiddet, kadın cinayetleriyle ilgili herhangi bir düzen-

Tayyip Erdoğan

çocuklu olmasının bu tarzda konuşmalar yapmaması gerektirdiğini ifade etmesi de, Arınç’ın kadınlara dair algısının bekar ve çocuksuz kadınlar evli ve çocuklu kadınlar türünden son derece ayrımcı olduğunu ortaya koymaktadır. O dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in bu polemik karşısında sessiz kalması hemcinsine uygulanan psikolojik şiddeti onaylamak veya en hafifinden umursamamak anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Bir ikincisi ise yine aynı milletvekilinin iki gün önce Seda Sayan ile yaşadığı çirkin olay. Show TV’deki programda iki eşini öldüren adamı ağırlayan Seda Sayan ile programı RTÜK’e şikayet eden Nazlıaka için ekrandan çirkin biçimde konuşan ve “bana dokunmayan yılan bin yaşasın dokunanı da perişan ederim” türünden sözler sarf eden Seda Sayan karşısında kadın milletvekillerinin adeta seslerinin kısıldığını üzüntüyle izlemekteyiz. n TRT Dış Haberler Müdürü Ahmet Hamdi Şişman, sosyal medya üzerinden Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’a homofobik bir söylemde bulunmuştu. Bu doğrultuda medya çalışanlarının sosyal medya ilkelerine değinebilir miyiz?

Öncelikle devlet televizyonunda üst düzey yönetici konumunda olan birisinin homofobik söylem üretmesi son derece acıklı bir durum. Bu bir zihniyet meselesi, LGBTİ birey olmak

Ahmet Davutoğlu

mezsiniz veya hedef gösteremezsiniz. n AK Parti Kongresi’nde bazı medya kuruluşlarına akreditasyon engeli getirilmişti. Bu gelişmeleri ifade ve basın özgürlüğü açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Akreditasyon engeli başlı başına bir sansür, adeta bir silah olarak kullanılıyor. AKP bunu ne yazık ki bir alışkanlık haline getirdi. Gazetecilik faaliyetinin hainlik vatan düşmanlığı olarak algılandığı bir iktidar ifade özgürlüğüne şüphesiz büyük bir tehdit oluşturmakta. AKP’nin 1. Olağanüstü Kongresi’ni izlemek için başvuran Aydınlık, Birgün, Evrensel, Sözcü, Taraf, Yeniçağ, Yurt ve Zaman gazeteleriyle Bugün TV, Halk TV, Kanaltürk TV, Ulusal Kanal, Samanyolu Haber ile Cihan Haber Ajansı’na çeşitli gerekçelerle giriş kartı vermemesi yalnız onları cezalandırmak olarak okunmamalı onları engellemek suretiyle bizlerin kamuoyunun bilgi edinme hakkını ihlal etmiş oluyor. n Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırdığımızda Türkiye’de ‘Nefret söylemi’nin boyutu ne derecede?

Ülkemiz nefret söylemi açısından oldukça zengin ne yazık ki. Söylem dil içinde kurgulanan toplumsal bir ideoloji. Söylemi bağlamdan ayrı düşünmemek lazım. Nefret söylemi olabilmesi için hakaret ya da aşağılama değil ondan da öte o söylemin

Selahattin Demirtaş özgürlüğü karnemizin oldukça kırık olduğu ülkemizde özellikle vurgulanması gereken düzenlemenin yalnızca nefret suçları ile kısıtlı olarak yapılmasıdır. n Türkiye, ‘Demokratikleşme sürecinin neresinde?

Bu sorunuzun yanıtını Demokratikleşme paketine özellikle de Nefret ve Ayrımcılık başlığı üzerinden yanıt vermek istiyorum. TBMM’ye 5.12.2013 tarihinde gönderilen “Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının” 15.maddesinin, 5237 sayılı kanunun 122.maddesi başlığıyla Nefret ve Ayrımcılık olarak değiştirildiğini görüyoruz. 15. madde başlığında yapılan değişiklikte ayrımcılık ibaresinin yanında nefret ibaresinin yer verilmesinin gerekçesinin, nefrete dayalı ayrımcılık olduğunu vurgulamak olduğuna dair bir açıklamanın sunulması de pek anlamlı kaçmamış. Demokratikleşme paketinde nefret suçlarından ziyade, nefrete dayalı ayrımcılığı düzenleyen, amacına hizmet etmeyen bir madde ötesine geçememiş. Zaten a-b-c-d bendinde zikredilen işe alınma, ekonomik etkinlikte bulunma, kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanma, mal satımı, devri veya kiraya verilmesi vs. nefret suçları değil ayrımcılığa işaret ediyor. Oysa ki Nefret Suçları Yasa Kampanya Platformunun hazırladığı yasa

n Üslubunu en beğendiğiniz siyasetçiler hangileri?

Selahattin Demirtaş. Sahici, nüktedan, herkese dokunabilen enerjik bir insan. Barış, kardeşlik, ortak vatan vurgusu yapıyor. Diğer siyasetçilerde pek göremediğim tüm azınlıkların haklarını gözeten; şiddeti, kadın sorunlarını çözmeye yönelik herkesi kucaklayıcı mesajları var. Ayrımcılık, ötekileştirme, nefret dili ve nefret suçlarına geçit vermeyeceğini açıklaması da ayrıca çok yerinde. Başka bir siyaset mümkün mesajı beraberinde yalnız umut değil bir direnişi de simgelemekte. O da ülkenin her geçen gün içine düştüğü kutuplaşma, gerilim ve istikrarsızlık ortamında artık insanların “Yeni yaşam”a da destek verme heyecanının varlığı son derece sevindirici. n Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olmasıyla birlikte sizce Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?

Şu andakinden daha farklı bir geleceğin beklediğini düşünmüyorum. Statükonun devamı olacak. Hatta daha da otoriter, baskıcı olma riski var. Demokrasi, insan hakları, hukuk, yargıyı hiçe sayan uygulamalar, medyaya yapılan baskılar, üniversitelerde özellikle de YÖK’teki son değişikliklerle üniversite akademisyenlerin medyada yapacakları açıklamaların Rektörlük iznine tabi tutulması, uygun görülmeyenler için soruşturma açılması vs. durumun vahametini artıracaktır. Özetle “Yeni Türkiye” eski Türkiye’nin istikrarlı ve daha da sert bir takipçisi olacaktır.


Güncel

10 Eylül 2014 Çarşamba

Orhan Murat Bahtiyar orhanbahtiyar@posta212.com

Kutsanmış Cehalet

YENİ Türkiye’nin en önemli yeniliklerinden biri de halk ve cehalet kavramları arasındaki makası daraltmak. Uzun yıllardır devlet tarafından dağıtılan şehitlik mertebesinin ekmeğini yiyen iktidarlar şimdi de çoğunluk olarak tanımladıkları bir kesimin haklarını savunduklarını iddia ediyorlar. Onlara göre kelle hesabında kim daha fazlaysa o haklı! Böyle seviyesiz siyaset olmaz diyorsun; “Ama halk böyle istiyor,” diyorlar. Yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı diyorsun; “Vatandaşların yarısından fazlası bize oy verdi,” diyorlar. İşçiler ölmesin, sendikaların bağımsızlığı korunsun diyorsun; “AK Parti Soma’da şu kadar oy aldı daha ne konuşuyorsun,” demeye getiriyorlar. Kadınlar evlere, ölüme mahkum edilmesin diyorsun; “AK Parti en çok oyu ev kadınlarından alıyor sana ne oluyor,” diyorlar. Hepsini geçtim iki karısını öldürüp, kendisi gibi sabıkalı eş adayı arayan bir adamı canlı yayına çıkarıp pışpışlayan şarkıcıyı eleştiriyorsun, cevabı hazır: Beni halk buraya getirdi. Hadi oradan. Siz bir avuç azınlık kim oluyorsunuz be! Cevap vermeye kalksan anlayacağı dilden konuşamazsın. Diğer taraftan haklılık payı da yok değil hani, aldığı reytingler ortada. Psikologlar karşı çıkıyor, milletvekilleri, sivil toplum örgütleri ayağa kalkıyor ama stüdyoda alkış kopuyor, kadın en güvenilirler anketinde ilk üçe oynuyor. Tamam da kardeşim Türkiye tüm bu olanların ne kadar farkında diye sorgulamaya kalkıyorsun, “Hooop!” diyorlar, “Sen halka cahil diyemezsin!” Derim! Ama kendimi de unutmadan, ayırmadan derim. Hepimizi aynı potada eritip sonuca baktıktan sonra bunu söylerim. Üstelik bilimsel verilerle de kanıtlarım. Elimizi vicdanımıza koyup öyle düşünelim, Türkiye cahil bir ülke değil midir yani? İki bilinmeyenli denklemlerden bahsetmiyorum, okuduğunu anlamaktan daha fazla sorgulamaktan, çözüm üretebilmekten bahsediyorum. OECD tarafından uygulanan PISA’ya (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) göre Türkiye’deki 15 yaşındaki gençlerin yüzde 25’i okuduğunu anlamıyor, yüzde 42’si basit matematik problemlerini çözemiyor. OECD’ye göre PISA testlerinde ileride yeni bilgi ve teknoloji üretimine katkıda bulunabilecek öğrenci oranımız ise yüzde 1,5. Türkiye’nin sadece yüzde 0,1’i düzenli kitap okurken günde 6 saatini televizyona, 3 saatini internet kullanımına ayırıyor. Bu durumda ben değil güzel kardeşim sen halka haksızlık ediyorsun. Ben aldığımız eğitimi hak etmediğimizi söylüyorum, televizyonlarının karşısında oturmaya mahkum edilmiş kadınlara sabahtan akşama kadar ataerkil düzenin empoze edilmesinden şikayet ediyorum, daha 4. sınıf düzeyindeki öğrencilerin yüzde 74’ünün temel beslenme eksikliği nedeniyle eğitim - öğretim hayatının aksamasını içime sindiremiyorum. 16 - 45 yaş grubunda Singapur’da 3 kişiden, Güney Kore’de dört kişiden biri gerçek hayata yansıtılmış güç problemleri çözebilirken Türkiye’de bu oranın yüzde 2,2 olmasını eleştiriyorum. Kısaca bu şu demek: Şans oyunlarındaki oranları hesaplamakta fena olmasak da hükümet planını okuyunca bir şey anlamıyoruz! Kuşkusuz bunda cehaleti yücelten liderler kadar, dağdaki çobana dudak büken elitistlerin de payı büyük. Hayatta kendisine daha fazlasını isteme hakkı verilmeyenler üzerinden yapılan siyaset cehaletin de normalleşmesini sağlıyor. Peki hal buyken halka hakaret etmek gelin bu sorunu çözelim demekle mi oluyor yoksa halkı cehalete esir etmekle mi?

‘Ukrayna’daki istikrarsızlık uzun süre devam edecek’ Rusya uzmanı Cenk Başlamış, ateşkese rağmen Ukrayna’daki karmaşa ve istikrarsızlığın uzun bir süre daha devam edeceğini ileri sürdü. Başlamış’a göre, ateşkes sorunların çözümlenmesi anlamına gelmiyor DOĞUCAN CÖMERT NEW YORK - POSTA212

U

krayna hükümeti ile ülkenin doğusundaki Rusya yanlısı ayrılıkçılar arasında ilan edilen ateşkes sürüyor. Bölgedeki gelişmeler tüm dünyanın ilgi odağı olmuş durumda. Nitekim NATO Zirvesi’nde de ele alınan konulardan biri buydu. NATO Zirvesi’nde konuşan Genel Sekreter Rasmussen, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne vurgu yaptı, Moskova yönetimine “Ayrılıkçılara silah desteğini kes” dedi. Öte yandan, NATO Zirvesi’nde yapılan NATO-Ukrayna komisyonu toplantısından, Ukrayna’ya yeni bir destek unsuru olarak fon oluşturulmasına karar verilmesi bekleniyor. Tüm bu gelişmeler ışığında, ateşkes sürecinin nasıl bir hava yaratacağı, Avrupa’nın olaylara nasıl baktığı, Avrupa’nın ABD ile koordinasyon içerisinde Rusya’ya yaptırım uygulamasından Rusya’nın ne derece etkileneceği gibi birçok konuyu Rusya uzmanı Cenk Başlamış’a sorduk. İşte aldığımız yanıtlar: ■ Rusya ve Ukrayna arasındaki ‘ateşkes süreci’ bölgede nasıl bir zemin yaratır? Ateşkesin sağlanması, dolayısıyla can kayıplarının son bulması elbette önemli ve olumlu bir gelişme. Ancak, ateşkes sorunların çözülmesi anlamına gelmiyor, garip ama belki de sorunların kalıcı hale dönüşmesinin yolunu açıyor. UKRAYNA İSYANI BASTIRAMIYOR Tarafların cuma akşamı ateşkes konusunda uzlaşma sağlamasının ardından bölgede şöyle bir tablo var: Bir yanda topraklarındaki isyanı bastıramayan Ukrayna, onun arkasında başını ABD’nin çektiği Batılı ülkeler. Diğer yanda ise, Ukrayna’daki Rusya yanlısı ayrılıkçılar ve onların arkasındaki Moskova. Ayrılıkçılar ki, aralarında çok sayıda Rus askeri bulunduğu söyleniyor, ülkenin doğusundaki Donetsk ve Luhansk gibi bazı önemli yerleri ele geçirmiş, hatta “bağımsızlık” ilan etmiş durumda. Eğer ateşkes bozulmazsa bu, şu andaki statükonun devam edeceği anlamına gelir. Bunu da, Ukrayna’daki istikrarsızlığın uzun bir süre devam edeceği şeklinde okumak mümkün. Şu andaki durumun Rusya’nın çıkarına olduğu düşünülebilir ama Batı da artık iyice Ukrayna’ya, yani Rusya’nın yanı başına yerleşmiş durumda. Hatta NATO yakında bir tatbikat yapmaya hazırlanıyor. Dolayısıyla Ukrayna’daki karmaşa ve istikrarsızlığın uzun bir süre daha devam edeceği tahminde bulunabiliriz. ■ Rusya’nın son dönemde attığı adımlar Avrupa’da nasıl etki yaratıyor? Avrupa-Rusya ilişkisini basit şekilde şöy-

Cenk Başlamış

le özetlemek mümkün: Batılı ülkeler Rusya’nın güçlenmesini ve topraklarını genişletmesini kesinlikle istemiyor. Ama aynı zamanda Rusya onlar için önemli bir enerji kaynağı ve 144 milyon nüfuslu büyük bir pazar. Bu durumun bozulmasını kesinlikle istemiyorlar. Hatta, Avrupa Birliği içinde başını Almanya ile Fransa’nın çektiği grup Moskova ile iplerin gerilmesini engellemeye çalışıyor. GÜÇ VE PRESTİJ Ancak, Rusya’nın amacı, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin parçalanmasıyla kaybettiği gücü ve prestiji yeniden ele geçirmek ve hakimiyet alanını genişletmek. Şöyle bir benzetme yapabiliriz: Rusya baygınlık geçirdikten sona ayakları üzerinde doğrulmaya çalışan bir adama benziyor, Batı, özelikle ABD ise onun doğrulmasını engellemek için sürekli kafasına vurmaya çalışıyor! Ukrayna’da yaşananlar Rusların yeni bir taktik geliştirdiği-

ni gösteriyor: Başka bir ülkedeki yandaşlarını kullanarak ve tabii onlara her türlü desteği vererek orada hakimiyet alanları yaratmak. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Novorossiya”, yani “Yeni Rusya” adını verdiği bölgenin sınırları içinde Ukrayna’daki ayrılıkçıların bulunduğu yerler de var. SIRA DİĞERLERİNE GELEBİLİR Rusya’nın bu agresif taktikleri Avrupa’yı, özellikle bir zamanlar “Sovyet Bloku” içinde yer almış Doğu Avrupa ülkeleriyle Baltık cumhuriyetlerini son derece korkutuyor. Çünkü onlar Ukrayna’nın Moskova’nın etki alanı içine girmesi halinde sıranın kendilerine gelmesinden endişe ediyor. Bu korku yerli mi yersiz mi tartışılır ama Baltık cumhuriyetlerinde, özellikle Letonya’da hatırı sayılır bir Rus nüfus olduğunu akılda tutmak gerekiyor. NATO’nun Galler’deki son zirvesinde kurulmasına karar verilen “acil müdahale gücü” de aslında Doğu Avrupa ülkelerini sakinleştirmeye yönelik bir girişime benziyor. ■ Avrupa için Ukrayna neden önemli? Doğrusunu söylemek gerekirse Ukrayna Batı ile Rusya arasındaki çekişmede sadece bir piyon. Yani aslında mesele kesinlikle Ukrayna değil. Onların şanssızlığı, Rusya ile Batı arasında çok kritik bir yerde, tam bir tampon bölgede bulunmaları. Bu iki taraf için de önemli. Rusların bakış açısıyla, Ukrayna’nın kaybedilmesi demek Batılı ülkelerle komşu olmak demek. Aynı bakış açısıyla, Ukrayna’nın kaybedilmesi halinde Doğu Avrupa ülkeleri de Rusya ile komşu hale gelecek. Kısacası Ukrayna iki ateş arasın-

da kalmış durumda. ■ Ukrayna, Batılı ülkelerden yardım alıyor mu? Aslında ortada çelişkili bir durum var: Batı dünyası Ukrayna için ayağa kalkmış görünüyor ama Kiev’e o oranda büyük destek vermiyor. Askeri destekten kaçınmaları elbette anlaşılabiir çünkü bu Rusya ile savaşa kadar gidebilecek bir yola girilmesi demek olur. Ekonomik yardımda cömert olduklarını söylemek de kolay değil Galiba desteğin göreli olarak sınırlı tutulmasının nedeni Rusya’daki ekonomik çıkarlarının zarar görmesini istemeyen Almanya’nın temkinli politikası. ■ Avrupa’nın ABD ile koordinasyon içerisinde Rusya’ya yaptırım uygulamasından Rusya ne derece etkilenir? RUSYA TUTUMUNU DEĞİŞTİRMEZ Bir yandan Rusya’nın yaptırımlardan etkilenmeyeceğini söylemek elbette olanaksız. Hatta, Rusya eski Maliye Bakanı Aleksey Kudrin’in hesaplamasına göre, önümüzdeki üç yılda yaptırımların Rusya’ya maliyeti 200 milyar doları bulacak. Önemli Rus şirketlerinin Avrupa’da iş yapması, kredi alması giderek zor, hatta olanaksız hale geliyor. Bu durumda Gazprom ve Rosneft gibi devlerin bile etkileneceği konuşuluyor. Bir Amerikan doları 37 rubleden işlem görüyor. Yaptırımlar, zaten durgunluk içinde bulunan Rus ekonomisinin canını kesinlikle yakacaktır. Ama, “Bu durum Rusya’yı geri atmaya zorlar mı” diye soracak olursanız bu sorunun yanıtı, “Çok zayıf bir ihtimal” olur. Tarihi Batı ile çekişmeye dayanan Rusya’nın yaptırımlar nedeniyle politika değiştirmesini beklemek fazla iyimser olur. ■ Rusya’nın Çin ile birlikte doğalgaz boru hattı inşaatına başlaması, Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımları gölgeler mi? Çin’e doğal gaz satma ve boru hattı yapma planlarına bence fazla önem atfetmemek gerekiyor, en azından yakın gelecek için. Evet, görünüşte 400 milyar dolarlık dev bir anlaşma var ortada. Ancak Rusya açısından bu anlaşmanın sembolik önemi daha fazla. Günümüzde Avrupa ülkelerinin doğal gaz ihtiyacının üçte birini Rusya karşılıyor. Bu elbette AB’nin Rusya’ya olduğu kadar, Rusya’nın da AB’ye bağımlı olması demek. Batı ile ilişkilerin gerildiği bir dönemde Moskova Çin’le doğal gaz anlaşması imzalayarak, “Bakın, size mahkum değilim, seçeneklerim var...” mesajı vermeye çalıştı. Yoksa detayına indiğimizde bu anlaşmanın Rusya açısından çok da karlı olduğunu iddia etmek zor. Hatta, söylentilere bakılırsa Moskova bu anlaşmayı imzalamak adına Çin’in düşük gaz fiyatını kabul etmek zorunda kaldı. Ayrıca, sözünü ettiğiniz doğal gaz boru hattının en erken beş yıl sonra yapılabileceğini de göz önünde tutmamamız gerekiyor. Yani, sorunuzun yanıtı: Çin’le işbirliği yapması Rusya’ya uygulanan yaptırımların etkisini zayıflatmaz.


Güncel

10 Eylül 2014 Çarşamba

Mary Bell

KUNTER AKIRMAK

11’inci yaş gününden sadece bir gün önce, 2 erkek çocuğunu soğukkanlılıkla öldürmesi üzerine Mary ün kazandı. İlk cinayeti kendi işlediği belirtilen Mary, ikinci cinayeti 13 yaşındaki arkadaşı Norma Joyce Bell’den yardım alarak işledi. Sonunda yakalanan ikiliden Norma, suçlardan düşerken, Mary suçlu bulundu. 12 yıl hapis yatan Mary’nin şu an da bir kızı var.

NEW YORK - POSTA212

S

eri katiller yakalandığında, onların ömür boyu hapse mahkum edilmesini bekleriz fakat malesef ki adalet sistemi her zaman gerektiği şekilde işlemiyor. Suçlu bulunan katiller nadir de olsa, kısa bir süre hapis yatıp evrak hatalarından ya da eskimiş bir yasal boşluktan yararlanıp serbest kalabiliyor. Geçtiğimiz günlerde iyi halden serbest bırakılan ve yeni doğmuş bebekleri öldürmeyi seçen Genene Anne Jones’un şu an halkın arasında dolaşıyor olma düşüncesi bile korkutucu. İşte serbest bırakılan en tehlikeli 10 seri katil:

Aramızda dolaşan

10 seri katil

Juha Valjakkala

Karla Homolka

Kanadalı Karla Homolka, kocası Paul Bernardo ile birlikte en az 3 cinayete karıştığı tahmin ediliyor. Karla kendi kız kardeşini de içeren 3 cinayetten yakalandıktan sonra, mahkemede kendini kurban göstermeyi başarmasıyla, 4 Temmuz 2005’de serbest bırakıldı. Kocasıyla, Guadalupe’de 3 çocuğuyla birlikte yaşıyor. Arnfinn Nesset

Amerika’da seri katiller çok güç yakalanıyor. Bu katiller ağır cezalar alıyor. Ancak bazı hatalar nedeniyle cezaevinden salıverilen seri katiller de var ve bunlar hala aramızda dolaşıyor. Genene Anne Jones

ORTADAN KAYBOLDU Norveçli Arnfinn Nesset, huzur evinde çalışan bir hemşire ve neredeyse 138 kişinin ölümünden sorumlu bir seri katil. Zehirlediği hastaların, 27’sini öldürdüğünü itiraf eden Nesset, işlediği cinayetlerin 22’sinden suçlu bulundu ve 21 yıl hapse mahkum edildi. Bu rakam o dönemde Norveç’te verilen en uzun mahkumiyet süresiydi. Tam 12 yılda iyi halden salınan Nesset, şuan da nerede olduğu bilinmiyor.

KEFALETLE SERBEST KALDI 2 Temmuz 1988 yılında Juha Valjakkala, bir ailenin bisikletini çaldı. Durumu gören baba, oğul, adamı takip edip yakınlardaki mezarlıkta kıstırdılar. Bisikleti vermek yerine, silahını çekerek baba, oğulu vuran Juha bununla da yetinmeyip çocuğun annesini de eve dönerek soğuk kanlılıkla öldürdü. Ömür boyu hapse mahkum edilen Valjakkala, 4 kez hapisten kaçmayı başardı. 19 yıl yattıktan sonra kefaletle serbest bırakılan Juha, serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra araba çaldı ve tekrar hapse koyuldu. Tekrardan kefaletle serbest bırakılan Juha’nın şuan ki yeri bilinmiyor. Bartolomeo Gagliano

Issei Sagawa

Çocuk hemşiresi olan Genene Anne Jones’un 46 ile 60 arasında bebeğin ölümünden sorumlu olduğu tahmin ediliyor. Jones bebeklere digoksin, heparin ve süksinilkolin enjekte ederek, bebeklerin komplikasyonlardan ölmesine sebep oluyordu. Jones’un asıl amacının, formülü enjekte ettikten sonra bebeklerin hayatlarını kurtararak, kahraman rolünü üstlenmek istemesi olduğu ortaya çıktı. Yakalandıktan sonra 99 yıl hapse mahkum edilen Jones 24 Şubat 2018 tarihinde iyi halden çıkması bekleniyor. Jones hapiste 99 yılın sadece 35’ini yatmış olacak.

İZİNLİ ÇIKTI ÖLDÜRDÜ 1981 yılında Gagliano, bir hayat kadınını taşlayarak öldürdükten sonra akıl hastanesine koyuldu. Hala hapishanede olmasına rağmen onun listeye girmesini sağlayan şey toplamda tam 6 defa kaçmış olması. 1989’da kaçtıktan sonra 2 kişiyi daha öldüren Gagliano, akıl hastanesine sevk edildi. Hasta annesini görmesi için verilen 2 günlük izin sonrasında geri dönmeyen Gagliano için ülke çapında arama başlatıldı. Yakalanmadan önce Gagliano’nun son kurbanı kız arkadaşı oldu.

KURBANINI YEDİ VE ARAMIZDA Seri katil olmamasına rağmen, işlediği cinayetin işleniş şekli sayesinde listede yer alıyor. Kendini hayatı boyunca özgüvensiz ve zayıf hisseden Sagawa, 1981 yılında Fransa’da sınıf arkadaşını vurduktan sonra, cesedi 2 gün boyunca yedi. Yakalanan Sagawa ifadesinde, kızın “enerjisini çalmak” istediğini belirtti. Akıl hastanesine konulan Sagawa, Japonya’ya transfer edildikten sonra yapılan testlerde akli dengesi yerinde çıktıktan sonra tekrardan salındı.

Nikolai Dzhumagaliev Louis Van Schoor

YEDİ KADINI YEDİ Bir seri katil ve aynı zamanda yamyam olan Nikolai Dzhumagaliev, 1979-1980 yılları arasında 7 kadın öldürdüğü tahmin ediliyor. Metal dişleri bulunması sebebiyle kendisine “Metal Diş” lakabını takan Dzhumagaliev’I polis bir cinayeti işlerken yakaladı ve şizofreni tanısı konulduktan sonra akıl hastanesine kapattı. Yaklaşık 8 yıl tedaviden sonra serbest bırakıldı.

YEDİ KİŞİYİ ÖLDÜRDÜ Eski polis memuru ve güvenlik görevlisi olan Louis Van Schoor, iş yerlerine girmeye çalışan hırsızları hiçbir uyarıda bulunmadan vuruyordu. Cinayet savunması olarak sadece görevini yaptığını söyleyen Schoor’un sadece siyahileri hedef alması polisin dikkatini çekti. Sonunda 7 cinayetten ve 2 cinayete teşebbüsden suçlu bulunan, Schoor 20 yıl hapse mahkum edildi. Schoor 12 yıl yattıktan sonra kefaletle serbest bırakıldı.

Pedro Lopez 300 GENÇ KIZIN KATİLİ “Andes Canavarı” olarak bilinen Pedro Lopez’in 300’den fazla genç kızı öldürdüğü tahmin ediliyor. Gençliğinde araba hırsızlığından tutuklanan Lopez, serbest bırakıldıktan sonra sadece Kolombiya’da 100 genç kızın ölümünden sorumlu. Ekvador Cumhuriyeti’ne kaçtıktan sonra da 3 kızı öldüren Lopez, başarısız bir kız kaçırma girişiminin ardından yakalandı. Ekvador Cumhuriyeti tarafından yakalandıktan sonra, Kolombiya hükümetine teslim edilen Lopez, akıl hastanesine gönderildi ve 3 yıl sonra serbest kaldı.

CHP'lilerin oyları müftüye

CHP’nin 18. Olağanüstü Kurultayı’nda 740 oy alan Kemal Kılıçdaroğlu yeniden genel başkan seçildi. Ancak rakibi Muharrem İnce’nin 415 oy alması da Kılıçdaroğlu’na uyarı niteliğinde algılandı. Parti Meclisi seçimlerinde ise en çok oyu eski müftü İhsan Özkes aldı DUYGU GÜVENÇ ANKARA - POSTA212

C

HP’nin 18. olağanüstü kurultayında, rakibi Muharrem İnce’ye verilen destekle uyarı alan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ikinci sürprizi de Parti Meclisi (PM) seçiminde yaşadı. Kılıçdaroğlu’nun 52 kişilik anahtar listesinde yer alan 4 isim delegeden çizik yedi. Bunların başında en dikkat çekeni ise Kılıçdaroğlu’nun A takımında yer alan Erdoğan Toprak oldu. Toprak’ın liste dışında kalmasında Cumhurbaşkanlığı yarışı sırasında Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterilmesine ve seçim kampanya-

sında aktif rol oynanmasının neden olduğu yorumları yapılıyor. Kılıçdaroğlu’nun PM’ye seçtiremediği isimler arasında çözüm sürecinin mimarı olan, Irak eski Özel Temsilcisi ve 2011-2012 arasında Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı yapan büyükelçi Murat Özçelik de yer aldı. Özçelik, müsteşarlık görevinden dönemin Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ile çatışınca ayrılmıştı. Kılıçdaroğlu’nun isteğiyle listeye giren ve kısa süre öncesinde Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği koltuğunu bırakmak zorunda kalan Enis Berberoğlu 408 oyla PM’ye girdi. Partiye girişi büyük tartışmalara yol açan Mehmet Bekaroğlu ise tüzük gereği cinsiyet

ve bilim için ayrılan yüzde 30’luk kotadan PM’ye girebildi. Bu kota sayesinde Sencer Ayata ve Burhan Şenatalar’la da PM’de yer aldı. TUNCAY ÖZKAN PM’DE Berberoğlu’nun yanı sıra PM’ye giren bir başka gazeteci ise Tuncay Özkan oldu. Özkan 605 oyla PM’ye en yüksek oyla giren isimler arasında yer alırken, gazeteci milletvekili Mustafa Balbay ise PM’ye seçilemedi. 4 İSİM LİSTEYİ DELDİ PM’de Kılıçdaroğlu’nun listesini 4 isim deldi. Bunlardan biri Muharrem İnce’nin listesinde yer alan Fikri Sağlar oldu. Sağlar’ın yanı sıra İnce’nin listesinde yer alan Ali

Özcan da Kılıçdaroğlu’nun listesini delerek PM’ye giren isim oldu. EN ÇOK OY MÜFTÜYE Kurultay’da en yüksek oyu alan isim CHP’nin müftü kökenli milletvekili İhsan Özkes oldu. İhsan Özkes 665’le birinci sıradan PM’ye girerken İstanbul Milletvekili Şafak Pavey 642, Malatya Milletvekili Veli Ağbaba da 619 oyla üçüncü sırada yer aldı. Sivas olayları sırasında hayatını kaybeden Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok da yeni PM’de yer aldı. GÖZLER YENİ EKİPTE Kurultayın tamamlanmasının ardından gözler Kılıçda-

roğlu’nun yeni oluşturacağı yakın ekibe çevrildi. Eski eski MYK’dan Kılıçdaroğlu’nun listesine almadığı Faruk Loğoğlu, Emrehan Halıcı ile PM’ye seçilemeyen Erdoğan Toprak ve Emel Yıldırım yeni yönetimde yer alamayacak. Kılıçdaroğlu’nun Gürsel Tekin, Veli Ağbaba, Sezgin Tanrıkulu, Şafak Pavey, Tekin Bingöl, Haluk Koç gibi isimleri yeniden yönetime ve takımına alması bekleniyor. Kılıçdaroğlu’nun ayrıca eski Maliye Bakanlarından Zekeriya Temizel, listesini delerek PM’ye giren Özgür Özel ve Aykut Erdoğdu gibi genç milletvekillerine de yeni ekibinde rol vermesi bekleniyor.


Toplum Yaşam

10 Eylül 2014 Çarşamba

Süper Lig heyecanı Digiturkplay’de

Digitürk Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Çağrı Dönmez

Süper Lig maçlarının yayınlandığı Lig TV’nin yanı sıra, 80’e yakın kanal Digiturkplay ile Türk izleyicilerine hitap ediyor FİGEN ONUR İSTANBUL-POSTA212

F

utbol sezonu başladı. ABD’deki Türk toplumu Süper Lig’deki maç heyecanından geri kalmıyor. Süper Lig yayıncı kuruluşu olan Lig TV, ABD’dE sadece Digiturkplay ile futbolseverlerle buluşuyor. Digiturk Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Çağrı Dönmez, yeni sezonla birlikte Digiturk’teki gelişmeleri anlattı.

neyim de genellikle bir maç yayını ile başlar. Daha önce Türkiye’de ilk kez HD ve 3D canlı yayın deneyimini yaşayan izleyicilerimize geçen yıl ilk 4K canlı yayınını da sunmuştuk. Dünyada henüz çok yeni olan ve cihaz yaygınlığı bulunmayan 4K görüntü kalitesiyle yayınladığımız derbiye ‘Gelecekten canlı yayın’ adını vermiştik. Şu an için açıklamak mümkün olmasa da Lig TV izleyicileri bu sezon da sürprizlerle ve yeniliklerle karşılaşacaklar. Bu durumu sürekli kılmak üzere

■ Sezon başlıyor. Lig TV’de nasıl yenilikler var?

Çok büyük bir heyecana ve çekişmeye sahne olacak yeni bir sezon var önümüzde. Takımlar ve taraftarlar gibi bizim de bir sezon öncesi hazırlık dönemimiz oluyor. Kendimizi bu heyecanı en iyi şekilde izleyicilerimize yansıtacak yayınlar için hazırlıyoruz. En yeni teknolojileri ve yayın dünyasındaki yenilikleri maç yayınlarına ve programlara yansıtıyoruz. Lig TV izleyicileri bu sezon da önceki sezonlardaki gibi maçları deneyimli yayın ekiplerinin ve programcıların sunumu ve en üstün görüntü ses teknolojisiyle izleyecekler. ■ Peki yenilikler, sürprizler var mı?

Teknoloji dünyasında yeni ve gelişmiş her ne varsa bunu ilk olarak Digiturk izleyicileri deneyimler. Bu de-

hem kendi çalışmalarımıza hem de işbirliklerimize devam ediyoruz. İçerik yönünden de sürprizlerimiz olacak. 5 yıl boyunca Lig TV ekranlarında yaşanacak olan Turkish Airlines Euroleague heyecanı bunlardan bir tanesi. ■ Bunları yani teknolojideki yenilikleri anlatır mısınız?

Teknoloji tarafında altyapı yatırımlarımızın yanı sıra araştırmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz. Yayın teknolojisindeki tüm gelişmeleri özenle izliyor ve yenilikleri büyük bir hız-

la sistemimize entegre ediyoruz. 4K’da olduğu gibi yeni teknolojilere zamanından önce hazır hale gelme sorumluluğunu taşıyoruz. Maç yayınlarını daha da canlı ve hareketli kılacak ve sahadaki heyecanı katlayarak ekrana taşıyacak çözümler üzerinde çalışmayı sürdürüyoruz. ■ Yurtdışı talepleri nasıl? Beklentilerinizle örtüşüyor mu?

Özellikle Amerika pazarında son yıllarda beklentilerimizle örtüşen bir büyüme kaydettik. Pazarda en iyi içeriği en iyi kaliteyle sunuyoruz. Teknolojiye yaptığımız yatırımlarla dünyanın neresinde olursa olsun müşterilerimize yüksek görüntü kalitesini ulaştırabiliyoruz. Ürün ve hizmet kalitesi olarak yurtdışında bulunan ve Türkçe içerik paketleri olan diğer yayıncı kuruluşların çok önündeyiz. Yurtdışında verilen TV hizmetinin önemli bir sosyal hizmet olduğuna inanıyoruz. YÜKSEK KALİTE Yurtdışında yaşayan Türkler’in hayatlarını daha keyifli hale getirmeyi hedefliyoruz. Ayrıca aileler Digiturk yurtdışı üyeliklerinde bulunan Türkçe spor, film, dizi, belgesel, müzik kanalları ile veya büyüyen çocuklarının kendi kültüründen kopmamasını

sağlıyorlar. Bunun bilincinde olarak yüksek kaliteyi dünyanın her yerine taşıyoruz. Bugün Amerika’da yaşayan Digiturk üyeleri HD kalite TV yayınlarını keyifle izliyor. Spor Toto Süper Lig ve Türkiye Basketbol Ligi maçlarını izleyebiliyor, Türk kanallarını bulunduğu saat dilimine uygun olarak geri alıp izleyebiliyor, kaçırdığı maçları ve dizileri istediği zaman seçip izliyor. Üstelik tüm bunları ister IP kutu alarak TV’den, ister bilgisayardan ister tablet PC ve akıllı telefonlardan tek üyelik ile izleyebiliyor. ■ Yurtdışı için hedefleriniz neler? Yeni projeler?

Biz öncelikle, yurtdışında yaşa-

yan vatandaşlarımızı, soydaşlarımızı yukarıda bahsettiğim gibi illegal ürünlerden kurtarmak, hak ettikleri en iyi ürünü ve satış sonrası hizmetini Digiturk markası güvencesinde vererek yaşam kalitelerini artırmak istiyoruz. Bunu öncelikli misyonumuz olarak belirledik. Biliyorsunuz Lig TV’yi şu anda Amerika’da sadece www.digiturkplay.com web sitesi (1 800 877) üzerinden Digiturk’te izleyebiliyorsunuz. Önümüzdeki dönemde Smart Tv’lerden Digiturk yayınlarına ulaşmalarını sağlamak için projemiz bulunuyor. Ayrıca Lig TV yayınlarını farklı dil opsiyonlarıyla sunmak da istiyoruz. Yurtdışında TV üzerinden reklam vermek isteyen birçok kuruluş bize başvuruyor. Özellikle Lig

Tak çalıştır Bu kutuyu internete bağladığınızda kurulumu internet üzerinden kendi otomatikman kuruyor. Kutuyu ilk açtıktan 5-10 dakika sonra da TV’yi izlemeye başlıyorsunuz. Herhangi bir çanak anten vb. ek ekipmana gerek olmadan, kurulum ücreti ödemeden, Tak-çalıştır mantığıyla çalışan bir ürünümüz var. Bu akıllı IP kutu, internete bağlandığında sizin internet hızınızı ölçüyor, bu internet hızıyla alabileceğiniz maksimum yayın kalitesini hesaplayıp görüntü kalitesini artırıyor. 4mbps interneti olan bir kişi cam gibi HD kalitesinde maçları, programları izleyebiliyor. Son zamanlarda modemi TV’ye yakın bir yerde olmayan müşterilerimize yönelik wireless stick ürünümüzü devreye aldık. Bu cihazı IP kutunun USB bağlantısı ile bağlayarak evinizdeki modeminize kablosuz olarak bağlanıp yayınları izleyebiliyorsunuz.

TV’de bölgesel reklam yayınlama projemizi hayata geçirmek için çalışmaktayız. 2015 yılı içerisinde Amerika’da hizmet sunan kuruluşlar, işyeri sahipleri, dernekler ve sosyal kuruluşlar reklamlarını, tanıtımlarını Digiturk platformundan yayınlayabilecek. ■ Şu anda Lig TV nerelerde ve nasıl teknolojiyle izleniyor kısaca hatırlatır mısınız?

ABD, Kanada gibi Türkiye’ye coğrafi anlamda uzak olan bölgelere Digiturk yayınlarını internet üzerinden ulaştırıyoruz. Airties ve Digiturk işbirliğinde hazırlanan IP Box ile HD kalitesinde maçları, TV programlarını büyük ekran TV’lerde izlemeyi mümkün hale getiriyoruz.


Güncel

10 Eylül 2014 Çarşamba

“Başkanlık Sistemi’

tehditleri yoğunlaştırır” Türkiye Rüyası Yeni Siyaset’in yazarı Cenk Sidar, başkanlık sisteminin gelecek dönemde daha da tartışılacağını kaydederek bunun demokrasi üzerindeki tehditleri yoğunlaştıracağını savundu DOĞUCAN CÖMERT NEW YORK - POSTA212

T

ürkiye Rüyası Yeni Siyaset’in yazarı Cenk Sidar, kitabının içeriğini, Türkiye’nin dünyadaki ve bölgedeki konumunu nasıl okuduğunu, ekonomik kırılganlığın önümüzdeki süreçte nasıl bir çizgiye ulaşacağını ve daha birçok konuyu değerlendirdi. Sidar, kitabının daha iyi bir Türkiye`nin çağdaş, demokrat ve laik bir siyasi iradeyle mümkün olduğunu iddia ettiğini ve demokratikleşme, ekonomi, dış politika, enerji ve güvenlik gibi temel alanlarda somut politika önerileri sunduğunu söyledi. AK Parti iktidarının özellikle son üç senedir izlediği siyaset nedeniyle bugün ülkemizin özgürlükler karşısında bir tek-adam modeli olarak gözüktüğünü iddia eden Sidar “Bu mutlaka uluslararası itibarımıza zarar veriyor ama asıl mesele bu artan otoriter yaklaşımın ve hukukun üstünlüğünün zarar görmesinin ülkedeki yatırım iklimine ve rekabet gücüne verdiği yıkıcı zarar” diye konuştu. İşte söyleşimizin devamı: n Türkiye, bölgede ve dünyada model bir ülke olarak gösteriliyordu. Şimdi nasıl bir konumda sizce? Türkiye, sistemindeki bütün eksikliklerine ve sorunlarına rağmen demokratik ve laik yapısıyla özellikle Orta Doğu`da bir model ülke olarak gösteriliyordu. Şimdi ise bambaşka bir sınıftayız. AKP iktidarının özellikle son

üç senedir izlediği siyaset nedeniyle bugün ülkemiz özgürlüklerin karşısında bir tek-adam modeli olarak gözüküyor. Bu mutlaka uluslararası itibarımıza zarar veriyor ama asıl mesele bu artan otoriter yaklaşımın ve hukukun üstünlüğünün zarar görmesinin ülkedeki yatırım iklimine ve rekabet gücüne verdiği yıkıcı zarar. n Siyasetin dili diğer ülkelerle karşılaştırıldığında nasıl bir tablo ortaya çıkıyor? Siyaset dünyanın her yerinde rekabetin ve çatışmanın yaşandığı bir alan. Belirgin siyasi pozisyonlardaki anlaşmazlıkların vurgulanırken söylemin keskinleştiği ve çatışmacı dilin nüksettiğine her ülkede şahit olabiliyoruz. Fakat Türkiye`de dilin politikalar üzerinden değil, kimlikler üzerinden keskinleştiğini iddia edebiliriz. Bu geri dönüşü ve uzlaşmayı zorlaştırıyor. Özellikle iktidar cephesindeki siyasetçilerin ülkede ayrımcılığı tetikleyici ifadeler kullanması toplumsal birlik ve bütünlük için de riskler ya-

ratıyor. Siyasette farklı siyasi partilerin farklı görüşleri savunması ve tartışması demokrasinin bir gereği. Ama bu tartışmanın makul bir zeminde gerçekleşmesi gerekir. Ülkemizde demokrasinin kalitesi artıkça bu konuda da olumlu bir dönüşümü gerçekleştireceğimiz kanaatindeyim. n Türkiye, tam ve koşulsuz demokratikleşmeye hazır mı? Türkiye ve Türkiye insanı tam ve koşulsuz demokrasiye hazır ama maalesef bunu gerçekleştirecek siyasi irade mevcut değil. Ülkeyi yöneten siyasi iradenin temel önceliği ülke demokrasisini geliştirmek değil, kendi siyasi pozisyonunu güçlendirmek ve bağımsız kurumların işleyişini engelleyerek kendisine yönelik soruşturma ve araştırmaların önünü kesmek.

Gelecek dönemde daha da tartışılmaya başlanacak “Başkanlık Sistemi” ülkedeki kuvvetler ayrılığını ve denetim mekanizmalarını yok edeceği için önümüzdeki dönemde demokrasi üzerindeki tehditleri yoğunlaştıracak diye düşünüyorum. n Ekonomideki kırılganlık önümüzdeki süreçte nasıl bir çizgiye ulaşır? Ekonomik sistemimiz 2007 sonrası oldukça kırılgan bir zemine oturmuş durumda. Bu sistemin hasbelkader dönmesine uluslararası merkez bankalarının parasal genişleme operasyonları ve küresel düşük faizler yardımcı oldu. Türkiye yüksek ve çekici faiz sunan bir ülke olarak bol likidite ortamında fonları çekti. Bu büyüme oranlarını “yeni normal” olarak gören ekonomi yönetimi bu bağlamda ekonomik hedeflerini oluşturdu, siyaseten bundan faydalandı. Fakat gelişmeler bütün bu olumlu şartlarda bile yeni normalin en iyi durumda yüzde 2.5 - yüzde 4 büyüme bandında olduğunu ve bu büyüme rakamının ülke için yetersiz ve vasat olduğunu gösterdi. Bu oranlar Türkiye`nin makroekonomik dengesizlik (yüksek cari açık ve yüksek enflasyon) ve istihdam ihtiyacı ışığında yeterli değil. Bu nedenle yapısal reformların yapılmaması durumunda ekonomik durumun kötüleşme ihtimali mevcut. n Türkiye’nin dış politikasını genel olarak nasıl buluyorsunuz? Türk Dış Politikası Cumhuriyet tarihinin en başarısız, etkisiz ve tutarsız dönemini yaşıyor. Orta Doğu`daki etkinliğimiz yok denecek noktaya geldi. Avrupa Birliği üyelik süre-

cinde uzun süredir olumlu bir gelişmeye şahit olmuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hükümetin izlediği dış politika nedeniyle dünyanın her yerinde hedef haline geldi. Dış politikanın ekonomiye verdiği zararı ihracat rakamlarında görebiliyoruz. Bütün bunlara rağmen bu dış politikanın mimarının ülkeye Başbakan olması endişe verici bir gelişme. Türkiye`nin ivedi olarak ayakları yere basan, tutarlı ve ilkeli bir dış politikayı benimsemesi gerekiyor. n Gezi’yle birlikte Türkiye’de neler değişti? Gezi direnişi ülkedeki iktidarın “tek-adam mutlakiyetçiliği ve ben dedim olducu” üslubuna indirilen bir halk darbesiydi. Geziyle ülkenin ihtiyaç duyduğu yeni siyasetin özgürlükçü, demokrat ve katılımcı kodları yeniden yazıldı. Gezi direnişi bir sonraki seçime kadar ülke muhalefetine gerekli reformları yapıp bağdaşık bir siyasal ideoloji ve etkili/çağdaş/ pozitif bir siyasal kampanya aracılığıyla AKP iktidarından ülkeyi kurtarma fırsat penceresini araladı. n ‘Türkiye Rüyası’ adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Neyi anlatıyor bu kitap? Türkiye Rüyası Yeni Siyaset Türkiye`nin ekonomik ve siyasi meselelerine sol pencereden bakarak çözümler sunmayı amaçlayan bir çalışma. Bu kitap daha iyi bir Türkiye`nin çağdaş, demokrat ve laik bir siyasi iradeyle mümkün olduğunu iddia ediyor ve demokratikleşme, ekonomi, dış politika, enerji ve güvenlik gibi temel alanlarda somut politika önerileri sunuyor.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.