6 minute read

mekan deneyimleri

Next Article
gerçeklik

gerçeklik

farklı mekanları deneyimleyen mimarların anlatımı sonrasında öğrenciler tarafından yazılmış yazı dizisi

hissettirilemeyen

Advertisement

Mimar Muhammed Emin Şişman anlatımı ile

İnsanın mesleki, kültürel ve manevi birikimi, o kişinin dünyaya bakışını şekillendirir ve ona bir yol çizmesini sağlar. Mekan denince ilk akla etrafı dört duvarla çevrili bir alan gelir; fakat şehirler de mekansal bir kavram olarak irdelenmelidir. Bu haftaki mekan deneyimleri tahlilimde dersten kazandığım bilgiler ile elimden geldiğince mekanın duygulara yansımasına önem veren, ilk intibanın önemini savunan Mimar Peter Zumthor’dan bahsedip aynı zamanda irdeleyeceğim.

Öncelikle mimarımızın yapılarında duygulara olumlu ve kaliteli hitap edebilmesini sağlayan ana olgu malzemeyi iyi tanıması. Peki malzemeyi nasıl tanımış mimar? Zumtor’un bilgi birikimi bulunduğumuz yüzyıla göre önemini yitirmiş, malzemeye direk dokunabileceği ve yaşadığı duyguları o malzemenin üzerine aksettirebileceği bir meslek olan marangozluktan geliyor. Bahsetmiş olduğumuz bu kaliteli mimarlık ne ola ki acaba? Bence mekan sizi harekete geçiriyorsa, duygularınıza dokunup sizin için bir şey ifade edebiliyorsa, işte o eser kaliteli bir mimarlık örneğidir.

Mimarımız “ben bir binaya girdiğimde etkilenmeliyim, yapılardan şiir etkisi beklerim” diyor. Yapılara karşı bu talepleri bence ilgi çekici bir yaklaşım türü bu kendisinin aslında şair ruhlu olduğunu gösteriyor. Örnek verecek olursak bir gün otururken atmosferi beğenip “beni burada bu atmosfer etkiliyor peki neden etkiliyor? Bu kompozisyonu sağlayan ne?” gibi sorularla olayı sorgulaması da gayet çalışmalarındaki derin düşünceleri açıklar nitelikte sorular. Bu durumu sorgulayıp ortamdaki malzemelerin etkisine yönelmesi bence başarılı olmasındaki en büyük ekten. Buna ek olarak doğru etkiyi vermek adına küçüklük anılarının arasından gezinip anneannesinin kapısının kapanma sesinin nasıl olduğunu ve bu sesin duygularına dokunduğu için yaptığı kapıda bu sesi araması Peter Zumthor’un yaptığı her yapının büyük bir arkaplana sahip olduğunu apaçık bir şekilde bize gösteriyor. Zumthor’un eserlerinde bu etkileme arzusunun ressamlıktan gelmesine de yoruyorum aslında. Bu yapısının obsesiflikten çok karakteristik, mesleki aşk ya da işin ehli olabilme çabası olduğunu düşünüyorum. Bu düşünce yapısı ile yapmış olduğu az denebilecek sayıda olan yapılarıyla günümüzün değerli olan ödüllerini hak etmiş.

Amacın etkilemek olduğu bir durumda bize en önemli yardımcılardan birinin zıtlık prensibi olduğunu Peter Zumthor eserlerinde vurgulamış. Örneğin yaptığı Kolumba Müzesi projesindeki tarihi yapı malzemesiyle modern yapı malzemesinin renk ahengi karşısında gerçekten çok etkiledim. Böyle bir restorasyon bakışı dönemimizin de ilerisinde olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda Peter Zumthor’un etkileyici bir sembolist olduğunu düşünüyorum. Yaptığı mecazlarla konunun normalinde var olan bir şeyi yapısına mükemmel denecek bir biçimde kurgulayarak anlayana mesajlar veriyor. (Ama anlayana!) Mimarlar tasarım yaparken birçok parametreyi göz önünde bulundurmak zorundadırlar. Zumthor bunun farkında ya da ben öyle hissediyorum.

Her anlamıyla iyi düşünülmüş bir yapının tasarım ve biçimi sadece fonksiyondan gelmediğini düşünenlerdenim. Bulunduğu atmosferden, tasarlanan strüktürden... Mimarımızın bu parametreleri iyi analiz eden biri olduğunu düşünüyorum. Bu tür özellikleri sebebiyle yaklaşımları Peter Zumthor’u yetenekli kılmış.

“İyi mimari anlatılarak hissettirilemeyen mimaridir.”

Tabiatın içerisinde adeta bir tuali renklendirir gibi ufak dokunuşlarla yerleşmiş kırmızı evler… Sonsuz yeşilin içinde usulca konumlanan bu küçük evler, ilk bakışta çevresiyle uyumu bakımından renklerini sorgulamamıza sebep oluyor. Araziye böylesine tevazuuyla yerleşmişken aynı etki neden renk tercihinde görülmüyor? Sabah, öğle ve akşam ışıklarında evlerin farklı renkler alması istense bile bu durum çevresiyle daha uyumlu başka bir renkle de sağlanamaz mıydı acaba?

Dış mekanda ilgimizi çeken bir diğer durum da bu evlerin, altındaki incecik su basmanlarla adeta yere değmeden usulca parmakları üzerinde duruyor gibi oluşu. Evlerin araziye dokunuşu tam olarak böyle sağlanmış. İç mekana geldiğimizdeyse dışardan incecik çıtalı görünen pencereler, konumlandığı sonsuz mekana açılan pencerelere dönüşüyor. Tabi iç mekanı saran beyaz renkle beraber daha da şeffaflaşıyor, daha da berraklaşıyor tabiat. Evlere bir de kuşbakışı bakacak olursak geleneksel kırma çatılarda kullanılan özel fakat aslında özel olmayıp yalnızca bu evleri oturduğu araziyle bir bütün yapan açıklı koyulu kiremitler aslında insanın duygu ve düşünce dünyasında bu evleri daha da bir değerli kılıyor.

örencik kır evleri

Mimar Halil İbrahim Düzenli anlatımı ile

Eğimli bir arazi üzerine adeta serpiştirilmiş gibi görünen bu evlerin aslında sonsuz mekan içerisinde konumlanan ve o sonsuz mekana yeni pencereler açan bir şeye dönüşeceği akla gelmezdi elbet. Sonsuz mekana adeta itina ile kondurulmuş bu kıpkırmızı evler pek çok yönüyle basit vkır evleri gibi görünüyor ve gerçekten de basit bir mantıktan yola çıkarak şekilleniyorlar. Çatısından penceresine, su basmanından tesviye duvarına kadar kullanılan yapım teknikleri açısından gelenekten gelen basitliğin mimarın dokunuşlarıyla harmanlanışı da diyebiliriz buna. Bu harmanlanma meselesi aslında tam da Örencik kır evleri mimarlarının kendilerini ifade etmede kullandıkları kavramların mimariye nasıl yansıdığı sorusunun cevabı gibi; zühd, tevazu, takva, temaşa, lüzumsuz olandan geri durma, tabiatı seyir, tabiata dokunuş… Hepsi bu evlerde mevcut.

Macera dolu yolculuğumuz hız kesmeden devam ediyor. Şimdi nerde miyiz? Hola! Barselona’dayız. Geniş sokaklarıyla mahremiyetin ötesinde, her yerin açıkça görüldüğü öbür taraftan da ferah hissettiren bu şehirde insanlara bakarken aynılaştığımızı fark ediyorum. Deneyimlerini aktaran hocamın dikkatimi insanlara çekmesiyle onlardan bana geçen, bana hissettirdikleri enerjiye odaklanıyorum. Fotoğrafa bakarken birden sesler gelmeye başlıyor kulağıma ve insanların neşesini kaybettiğini, yerel tatların azaldığını, renklerin kaybolduğunu gözlemliyor; sonra oradan hızlıca uzaklaşıyorum. Başımı yukarı kaldırıp baktığımda çok fazla tarihi eser görüyorum ve şehrin miraslarına sahip çıkıyor olması hoşuma gidiyor ki sevgili hocam araya giriyor, bir malzeme kullandıklarını, kullandıkları bu malzemenin eskitme göründüğünü söylüyor ve düşey pencereler kullandıkları için geçmiş ile günümüz arasında bağ kurmak istediklerini ekliyor. Gezerken Gaudi’nin eserlerinden Güell Sarayına denk geliyoruz. Parabolik bir kemeri yığma yapısına eşlik ettiren bu usta adamın eşsiz yorumu beni etkilerken yakalanamaz ve sürdürülemez olması ülke için haksızlıkmış gibi geliyor. Detaylarda gösterdiği ince işçiliği ile bir ağ gibi etrafımızı sarıyor ve kayboluyorsunuz. Bu da onu Barselona’yı duyduğumuzda aklımıza gelen ilk insan yapıyor.

Geniş caddelerden kurtulup soluk bulduğum, bana iyi hissettiren dar ve yaşam izleri taşıyan sokaklarda buluyorum kendimi. O sokaktan geçtiğimi hayal ediyorum. Pencerelerdeki bayraklar hiçbir yere ait olmadığımızı fısıldıyorken dönen rüzgar gülünün renklerine kapılıp bu ruhun beni alıp götürmesine izin veriyorum. Dar sokaklarda devam ederken bir fotoğrafla bu sefer burada var olan butik bir kitap evinin içinde buluyorum kendimi. Burada Nasreddin hocayla karşılaşmayı bekler misiniz? Ben de beklemiyordum ama orada öylece duruyor. Kültür işte böyle bir şey diyor deneyimlerini sunan hocamız. Farklı kültürlerin kendini ifade etme imkanı buldukları bir şehri gezdiğimize dikkatimizi çekiyor.

Bir müzeye dalıyoruz, burası bir arkeoloji müzesi. İçeriye bizi çektiği bir fotoğrafla hocamız davet ediyor. Çarpıcı turkuazlar, etkileyici mürdümler, yeşilin en iddialı tonları… Sizi ilk önce tedirgin eden daha sonra cesaretini ve iç mekandaki renklerle olan kurgusunu alkışlatan bir müze oluyor. Hemen arkasından bu kadar renk

barselona, barselona

Mimar Hasan Fırat Diker anlatımı ile

bir müzede olabilir mi diyorsunuz, talihsiz bir şekilde. Hocamız dahil olup şu cümleyi söylüyor: ‘Kimse zamansız değil müze yaparken siz de tarihin bir parçasısınız’ ve ekliyor yeniliklerin kolay kabul edilmediğini şu an, var olan üslupların ilk önce kabul ettirilmek için büyük uğraşlar verildiğini. Son olarak algılarımı açan şu cümleyi söylüyor ‘’Sadece muzaffer yeniliklerden haberdarsınız.’’ Fotoğraflardan tekrar şehrin içine dalıyorum. Şimdi bir dükkanın önündeyim. Bu bir çanta dükkânı ve vitrine bakıyorum. Birçok renk kullanımı bu vitrinde şehrin özüne dair bir şeyler anlatıyor. Dar sokaklardaki rüzgar gülleri, müzede gördüğüm renkler yapbozun parçalarını birleştiriyor ve yeniliklere açık bir ülke olduğunu düşündürtüyor. Bir yandan da Gaudi’nin yeni nesil tarafından örselenen eserlerini ve bitmek bilmeyen kiliseyi, alışveriş merkezine dönüştürdükleri arenayı düşünüyorum. Aklımdan bir sürü soru geçerken, eskiyi incitmeden yeniyi hayatımıza nasıl alabiliriz diye düşünüyorum.

Son fotoğraflara bakıp gezimizi noktalıyoruz. Umarım bir gün gidip orada deneyimleme imkanı bulurum. Deneyimlerini aktaran ve oradaymışım gibi hissettiren Hasan Fırat Diker hocama teşekkür ederim. Esenlikle kalın.

sykai

Projenin yer aldığı alan; antik çağda “Sykai” (İncirlik) olarak isimlendirilen Şişhane/Galata bölgesidir. Bölge hakkında yapılan analizler sonucu proje, bazı kavramlar etrafında geliştirilmiştir. Bu kavramlar; saygı, sanat, güven ve hikayedir. Sanat ile güven, hikaye ile saygı sağlanması hedeflenmiştir. Proje, karma kullanımlıdır; ofis birimi, otel, sanat galerisi ve ticari birim içermektedir. Arazinin topografik yapısı esas alındığında katların yükselişini, Galata Kulesi kontrolde tutmaktadır. Vaziyet planı dağılımında; cadde üzerine iş merkezi ve ticari birim, içeride ise bu yapılarla çevrili olan otel yer almıştır. Her şeyden önce arazide bulunan sokaklara dokunulmamıştır. Sokaklar etrafında vaziyet planı oluşturulmuştur. proje

VAZİYET PLANI

KAT PLANI

This article is from: