10 minute read
dilek türkan
from Sayı 1 - Şubat 2020
by proje501
Konservatuar eğitimi almak için tek başınıza 16 yaşında Balıkesir’den İstanbul’a gelmişsiniz.
Benim müziğe olan ilgim orta birinci sınıfta başladı. Abim Balıkesir halk eğitim merkezi korosuna giderdi, ben de onun peşine takılırdım. On bir yaşlarımdaydım; herkes kırk elli yaş üzeriydi, bir tek ben siyah önlükle okul çıkışı oraya giderdim. Çok kısa sürede bu müziği çok sevdim, bir süre sonra artık konservatuar okumalıyım dedim. On altı yaşımda liseyi bitirip konservatuar sınavına girdim, kazandım ve İstanbul’daki müzik serüvenim başlamış oldu. Ailem orada yaşadığı için İstanbul’a gelebilecek durumda değildi, ben İstanbul’a tek başıma geldim, bir sene öncesinde de babamı kaybetmiştik. Ailem çok kısa bir süre içinde paramparça oldu aslında. Benim başarma azmim biraz da bundan kaynaklandı, tek başımaydım; ya yapacaktım ya yapa
Advertisement
Dilek Türkan
mayacaktım. Ben yapmayı, başarmayı seçtim.
Konservatuara kadar Blok flüt dışında hiçbir çalgı aleti çalmamışsınız. Biz ne yazık ki daha kendi kültürümüzü, müziğimizi, sazlarımızı tanımazken başka kültürleri öğrenmeye anlamaya çalışıyoruz.
Enstrüman çalmak kolay bir şey değil, Türk Müziği enstrümanlarını özellikle. Blok flüt ya da mandolin ses çıkarılması daha kolay olan enstrümanlar olduğu için okullardaki eğitimde onlara öncelik verilmiş. Haksız bir sebep değil; tamburu ya da İstanbul kemençesini bir çocuğun eline veremezsiniz. İstanbul kemençesinden doğru sesi çıkarmanız için yıllar geçiyor üzerinden ki sen bunu çok iyi biliyorsun. Çalmak, İyi söylemek değil; bilmek önemli olan. Eğer bu kültürün içindeysen bu bilgiye sahip olman gerekiyor. Bestekârları, söz yazarlarını ve
makamları bilmek çok zor değil ama ailelerin bunları dinliyor, konuşuyor olması lazım. Maalesef çoğu ailede bu müzikler dinlenmiyor. Bu müziği insanların içine yerleştirebilmenin tek yöntemi; öğrenmek. Çocuklara sevdirmek için müzikte kendi formatımızı kendimiz yapabiliriz. Çocuk albümleri, çocuk şarkıları, güzel ninniler o kadar az ki. Bunlar iyi icra becerisi ile olursa çocuklar aşina olacaktır.
Sizi yıllar evvel bir radyo programında dinlemiştim. Diyordunuz ki “İnsanlar eski sanatçılara ve onların müziğine beni tanıyarak, benden onlara ulaşıyorlar. Hâlbuki böyle olmamalı; benden önce onları bilmeleri gerekir.” Bunu neden yanlış buluyorsunuz?
Çünkü doğru eleştiri almak adına söyledim. Etrafınızda ciddi eleştirmenler varsa yaptığınız işe olan ciddiyetiniz de artar. Daha iyiyi yapmak için daha çok gayret edersiniz. Bu müziği daha önce hiç duymamış bir müzik dinleyicisi kulağına hoş gelen şeye hemen kucak açar. Bu, karşıdan çok güzel görünür ama icracı için iyi bir şey değildir. Daha iyiyi yapmak adına iyi değildir. Tembelleştirir. Geçmişte Türk Müziğinin çok iyi icraları vardı. Ben ilk zamanlarımda, yeri geldi muhteşem bir icracıyı dinledim ve bu işi bırakmayı düşündüm. “O kadar güzel yorumlamış, o kadar iyi söylüyor ki, ben bunun üstüne ne koyacağım ki” dediğim oldu. Benim gözümde onlar çok yukarıdaydı halen öyle ama kendi icra şeklimi bulup içimde duyduğum müziği yapmaya başladığımda kendime olan inancım giderek arttı. Bu müziği neden yaptığımı sorgulamaya başladım. Tabi ki başta kendi inancınızla, sevginizle yapıyorsunuz ama bir kitleye, kaliteli bir izleyiciye ulaştırmak adına da yapıyorsunuz. Orada da yaptığınız işi bilen bir izleyici olursa taşın üstüne birçok taş koymak zorundasınız. Keşke gerçekten çok bilinçli bir toplum olsa, yani benim yaptığım şey üzerinden onlara ulaşmasa da onları bilip “bu günün uyarlaması da bu” diyebilse. Bir takım yapıcı mukayese ve eleştirilerin sanatçılara çok büyük faydası olacağını düşünüyorum.
Kargo Grubu ile bir projede yer almıştınız. “Mazi Kalbimde Yaradır” şarkısını bambaşka bir yorum ile sizden dinlemiştik. Günümüzde bu tarz çalışmalar oluyor. Günümüz yorumcularını bunun için yeterli buluyor musunuz?
Bunlar cover şarkılar. Bana kalırsa bu bir tüken
mişlik sendromu. Daha geniş kitleye ulaştırmak adına birçok sanatçı sadece bununla yaşıyor, ayakta kalıyor. Burada ise durum biraz daha farklı. Kargo grubuyla aramızda bir dostluk başladı ve o muhabbetle “hadi beraber çalalım” deyip doğan bir çalışmaydı. Planlı programlı bir cd yapıp “şu kadar kişiye ulaşırız” gibi bir düşünce değildi. Dostane, muhabbet içinde bir şeydi. Güzel de oldu, bir kesimin çok hoşuna gitti, eminim eleştirenler de olmuştur; ne güzel, keşke olsa, keşke daha fazla olsa. Fakat yeni bir şeyler yaratmak bana kalırsa en zoru ve en doğrusu. Olan bir şeyi sürekli tekrarlamak tüketim adına bana çok doğru gelmiyor, fakat dinleyicinin de böyle bir isteği talebi olduğu için çokça yapılıyor. Ben kendi adıma nasıl yapıyorum; bir yandan yeni şeyler ortaya koyarak yapıyorum. Yeni bir şey yapmıyor olsaydım bu yapılan şey doğru olmazdı. Benim yaptığımsa yeniliklerin arasında bunu da sunmak.
Türk sanat müziği tabiri üzerine konuşabilir miyiz? Doğru ismi “Türk Müziği” olan.
Bu nasıl çıktı, nasıl oldu ben bulamadım; “sanat müziği” adı altında ve neden o isimle çıktı? Bunu müzikologların araştırması gerekiyor. Bizim araştırılması, bulunması gereken çok şeyimiz var; bu arada bende fena değilimdir bu konularda, merak ederim, bulmaya çalışırım. “Türk sanat müziği” diye bir kavram yanlış bir kavram. Nasıl bulundu, bugüne nasıl geldi bilmiyorum ama kesinlikle yanlış bir kavram. Doğrusu; Türk Müziği. Bu toprakların, bu iklimin, bu coğrafyanın bir müziği var. Nasıl Portekiz’in Fado Müziği varsa, Türk Müziğinin de böyle bir isme ihtiyacı vardı. “Halk müziği” ile ayırmak adına “Türk sanat müziği” diye bir isim çıktığını düşünüyorum. Ama bence buna gerek yoktu, birçok Türk müziği eseri de aslında İstanbul’un halk musikisidir. Türk Müziğinin ana kaynağı İstanbul’dur. Aslında Türk Müziği eserleri İstanbul’un müziğidir. Evet, bestecileri bellidir, Halk Müziğinin de bazı eserlerinin kime ait olduğu bellidir.
Türk müziğimize karşı şöyle bir algı var; bu müzik ileri yaş grubuna hitap ediyor. Hâlbuki Zeki Müren “Zehretme Hayatı Bana Cananım” eserini yazdığı zaman daha on yedi yaşındaydı. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Çok doğru bir yaklaşım seninkisi. Olgunluk yaşta değil başta olan bir şey. Evet, Türk Müziği belli bir
olgunluk gerektiriyor ama bundan kastım yaş değil. On altı yaşında kalkıp Balıkesir’den İstanbul’a gelen bir küçük kız çocuğu bu olgunluğa sahip. O yüzden bu müziğin farkına varıyor, seviyor. Bu müziği yükseltme diğerini alçaltma anlamında söylemiyorum, her insanın bir olgunluk derecesi vardır. Bu, yaşama bakma şeklidir. Bazı insan onu tercih eder, bazı insan diğerini tercih eder. Bazı insanlar bu müziği anlayabiliyor, bazı insanlar anlayamıyor. Tamamen zevk meselesi; olgunluk da bir zevk meselesidir.
Kadın Eli Değmiş Şarkılardan bahsedelim isterseniz. Geçenlerde böyle bir konseriniz oldu. 8 Mart dünya kadınlar günü için hazırlamış olduğunuz bir konserdi. Çok özel bir konserdi.
Kadın eli değmiş şarkıları ben çok sevdim. Çünkü tarih içinde baktığınızda birçok alanda ve müzikte çoğu kadın maalesef kendini anlatamadan, tamamlayamadan buradan göçüp gitmiş. O çok acı veriyor insana. Bu, kadının dünyanın her yerinde yaşadığı bir sorun. Ortaya çıkmış çok güzel eserler var, bunları biraz daha anlatmak istiyorum ve bu kadınların iç dünyasına girmek istiyorum; Seyyan Hanım’ın hayatı, Safiye Ayla’nın, Neveser Kökdeş’in… Onları dinlerken, onların hayatlarının kitabını yazmış gibi hissediyorum içimde. O kadar çok merak edip araştırdım ki onların söyleme tarzı, şarkıları ve sözleri nasıl çıktı… Ve o an çok esrarengiz şeyler ortaya çıktı. Bunları anlatmak istedim, çünkü göz önünde olan çok şey var ama bu kadınların bu dünyadan göçüp gitmeleriyle toprağın altında kalmış çok şey var. Onları biraz daha ortaya çıkartmak istedim. Ve gerçekten aynı ismi gibi kadınların elinin değdiği şarkılar çok naif ve güzel şarkılardı. Onları seslendirdim, çokta sevildi belki ilerde bu projeyi büyüterek konserler dizisi yapabilirim.
Bazı isimlere değinecektim ki siz bahsettiniz. Neveser Kökteş, Perihan Altındağ Sözeri, Sabite Tur Gülerman, Seyyan Hanım ve hatta daha da eskiye gidecek olursak Dilhayat Kalfa. Bu isimler kadının sosyal hayatta var olması dahi zor olduğu dönemlerde “müzisyen bir kadın” olarak var olmuşlar.
Çok büyük bir azim, çok büyük bir başarı. Değerli olan bir şeyi bir insanın eline verirsiniz sonra onu iteklersiniz, o bir şekilde bir noktaya gelir. Hayatın verdiği yük ve zorluğa rağmen değerini henüz kazanmamış bir şeye değer katmış olmaları bence çok mucizevi bir şey. Ve bu gün sık sık anlatılması gereken bir şey.
Bir rivayete göre o dönemlerde kadınlar yazdıkları şarkının altına erkek ismi yazarlarmış, kendilerini gizlerlermiş.
Ya da tam tersi; yeteri kadar iyi olmadığına inandıkları şarkıları kadın ismiyle çıkaranlarda varmış.
Sizi Hezarfen Sanat Okulundaki söyleşinizde dinlemiştim. Zamanında Safiye Ayla’nın mikrofonsuz sahne aldığından, hatta afişlerde bunun belirtildiğinden bahsetmiştiniz. Bu güne baktığımız zaman mikrofonsuz sahne almak pek mümkün değil. O zamanlar mikrofonun olmayışı ya da yaygın olmayışı gerçek ses sanatçılarını öne çıkardığını söyleyebilir miyiz?
Mikrofonun olması aslında sanatın bir yanını öldürmüş. Yani çok güçlü, çok iyi seslerin kıymet gücünü azaltmış. Bu gün evimizde dost meclisi oluyor, yaptığımız muhabbetlerin arasında müzikte yaptığımız oluyor. Daha önce benim konserlerime gelmiş arkadaşlarımın söylediği şu; “mikrofon senin sesini öldürüyor, buradaki tat bambaşka.” Çıplak sesi duyduklarında konserdekinden kat be kat etkileniyorlar. Çünkü orada her şey var; nefesin, heyecanın var. Teknolojiyle birlikte çok şey öldü ve bu da onlardan biri. Bu gün stüdyoda kayıt yapılıyor, hiç şarkı söyleyemeyecek biri dahi albüm çıkarabiliyor. Dinlediğinde bravo ne güzel söylemiş diyorsun. Fakat birde çıplak sesle dinleyin, o zaman aynı şeyi söyleyebilecek misiniz? Bu da bir gerçek.
“Aşk Mevsimi” Batı müziği orkestrası ile yapılan Cumhuriyet dönemi eserlerinin olduğu bir albüm. Ayrıca albüm konser kaydından oluşuyor. Albüm kaydınızda insanların alkışları ve sizin teşekkür dilekleriniz ayrıca yer alıyor. Bu çok sıcak samimi bir etki bırakıyor. Buna nasıl karar verdiniz?
Ben canlı performans yapabilen bir sanatçıyım ve bu değerli bir şey. Bunu anlatmak, aktarmak istedim. Çoğu konserlerde yapılan güzel şeyler silinip gidiyor, albümdeki kayıtlar kalıyor ve dinleyici sadece onlara ulaşabiliyor. Ama konserin bir coşkusu ve enerjisi var; herkes konsere gelemiyor ve büyük şehirlerde yaşamıyor. Türkiye’nin her yerine gitmek istiyoruz ama bizim
isteğimizle de olmuyor. Onlara konser anını yaşatmak istedim. Bunu yapabileceğime inanıyordum, o yüzdende konser kaydı yapmak istedim iyi ki yapmışım. İlk konserdi, özellikle öyle olmasını ve o tadı tattırmak istedim. Son albümümde iki adet cd yaptım biri stüdyo kaydı diğeri ise tamamen canlı kayıttı. Bunu hep yapmak istiyordum, inşallah daha da yapacağım. Çünkü canlı olan, yaşayan her şeyi seviyorum.
“Aşk Mevsimi albümde duyduğum muhabbeti kurallarına uyarak göstermem gerekiyordu” demişsiniz. Bu kurallar neydi?
O şarkıların çoğu piyano ile yazılmış. Kaptanzade Ali Rıza Bey o şarkıları piyano ile besteleyip, öyle çalmış. Fakat o kayıtların neredeyse tamamı yok olmuş ya da hiç kaydedilmemiş. O dönem; Avrupa’ya Türk müzisyenler gidiyor ve orada gördüklerini burada kendi müziklerine aktarmaya başlıyorlar. Ben de o dönemi yansıttım, o şarkıları alıp başka formata sokmak istemedim.
“AN ”albümünde iki adet cd yer alıyor. Bir tanesi 1918 dönemi şarkıları, diğeri ise 2018 dönemi; yani sizin kendi şarkılarınız yer alıyor. İki farklı dönemin eserleri karşılıklı sanki birbirlerine selam veriyorlar. Siz bu albümü Taş plak formatında Sirkeci garında canlı olarak kayıt altına almışsınız. Sirkeci garında olmasının özel bir sebebi var mı?
O mekânda olmasının sebebi o müziğin yaşadığı dönemle yaşdaş olması. Sirkeci garı, o müziklere tanıklık etti. Bu albümde yer alan bestecilerin, söz yazarlarının hepsi oradan geçti. O bina yapılırken bu şarkılar da bir yandan yazılıyordu. Ben onları tekrar buluşturmak istedim. O zamana gitmiş gibi hissetmek ve hissettirmek istedim. O müzikle, o mekânla, o dönemin icrasıyla.
“An” albümü için “Geleneksel müziğe duyduğum harmanın yanında, günümüz müziğini de keşfetme çabası içinde renkli bir harman yarattık.” demişsiniz. Günümüz müziğinde neleri keşfettiniz?
O kadar farklı müzikler ortaya çıktı ki Türk müziğinde de çok ciddi bir erozyon söz konusu. Biz Türk müziğini maalesef geliştirmedik, değiştirdik. Müziğin her dönem yeni yeni isimleri ortaya çıkıyor. Dünyada sadece kendi geleneksel müzikleri varken ki batı müziği de bir gelenekten gelen bir müziktir, daha sonra bir sürü müzikler türedi. Rock müziği, arembi, caz müziği çıktı ki o da geleneksel bir müzikti blues da onun içinden geldi… Derken Türk müziği hep olduğu yerde kaldı. Bir de üstüne yanlış bir isim verildi. Hepsi üst üste geldiği zaman müziğimizde ciddi bir deprem yarattı ve binamız çökmeye başladı. Bu müziğin bu günkü modern icra şekline bir isim bulmak gerekiyor.
Bu ismi de en iyi oluşturabilecekler müzikologlar fakat maalesef biz buna kafa yormuyoruz ve bende kendi adıma biraz buna kafa yormak istedim. Çünkü kimlik sahibi olmak demek, ismin olması demek; sana Zeynep dersem olmaz sen Elifsin ve sana başka bir isim söylersem sağlıklı yaşaman mümkün değil. O yüzden bu müziğinde kendi karakterine uygun bir isme ihtiyacı var. Bu son albümde bu müziğin içinde bir takım farklılıklar yapmaya başladık; aranjelerle, orkestrasyonlarla ve yeni şarkılarla farklılık getirdik. Ama bunun kimliğinin, isminin olması gerekiyor; albüm değil müziğin bir isme ihtiyacı var, şimdi ben bunun arayışı içindeyim.
Yekta Kopan ile yaptığınız röportajı izledim, orada “Kimseye Etmem Şikâyet” şarkısının yanına “Sabah Yıllardan Beri” şarkısını koyabilirsek “AN” albümü amacına ulaşmış olacak.” demiştiniz. Ben ulaştığına inanıyorum çünkü konserlerinizi takip ettiğim için bunu görebiliyorum.
Gerçekten öyle, ben konserlerin içine son albümden sonra (sen hep takip ediyorsun, biliyorsun), araya 1918 şarkılarından oluşan bir bölüm koydum, sadece geleneksel müziğin olduğu. Başta tabi birazcık tedirgindim, çünkü dinleyici; yeni şarkıları, modern şeyleri ya da bildikleri şeyleri bekliyor. “Acaba o bölümde sıkılırlar mı? Ne olur?” bilemedim. Allah’tan konserlerde bunu anlamamız için alkış denen bir şey var ki bu bize çok ciddi bir bilgi veriyor konuyla ilgili. En çok alkışı geleneksel şarkılar almaya başladı ve bu beni öyle mutlu ediyor ki anlatamam.
Bence kendilerini buluyorlar, bizim toprağımızdan bu ezgiler.