RUHSAL TRAVMA VE TÜRKİYE
ÖZGÜR TÖNBÜL PSİKOLOJİK DANIŞMAN
ÖZGEÇMİŞİM 1984 yılında Mersin’in Silifke ilçesinde doğdum. İlköğretimi Silifke Şehit Ragıp Köse İlköğretim Okulunda, liseyi Silifke Anadolu Lisesinde bitirdim. 2002 yılında Çukurova Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümünü kazandım ve 2006 yılında mezun oldum.
2006 yılında Mardin’in Kızıltepe ilçesi Vatan İlköğretim Okulunda psikolojik danışman olarak meslek hayatıma başladım. 2010 yılında Kütahya 80. Yıl Özel İdare Ortaokulunda psikolojik danışman olarak görevime devam ettim.
2008 Ağustos – 2009 Ağustos arası askerliğimi yedek subay psikolojik danışman olarak Bingöl İl Jandarma Komutanlığında yaptım. Askeri görevim sırasında çeşitli psikolojik rahatsızlıkları tanıma ve binlerce askerle görüşme şansım oldu. Bu görevim sırasında en çok çatışmalar sonrası yaşanan travma sonrası stres bozukluğu en çok dikkatimi çeken rahatsızlıklardan birisi olmuştur.
2009 yılında GATA Koruyucu ve Önleyici Ruh Sağlığı Sempozyumu’na katıldım. 2011 yılında PETAD’ın açmış olduğu Ttavma Sonrası Stres Bozukluğu Temel Eğitimini birincilikle bitirerek sertifika almaya hak kazandım. 2012 yılında PETAD’ın açmış olduğu travma mağdurlarına yaklaşım eğitimi olan Psikolojik İlk Yardım eğitimine katılarak sertika almaya hak kazandım. 2012 yılının Aralık ayında Dumlupınar Üniversitesi Aile Danışmanlığı Sertifika Programına başlayıp 2013 yılı Haziran ayında sınavda başarılı olarak sertifika almaya hak kazandım. 2013 yılının Haziran ayından itibaren Aile ve Evlilik Danışmanı olarak çalışmaya başladım.
RUHSAL TRAVMA VE TÜRKİYE GİRİŞ Türkiye travmatik olayların çok sayıda yaşandığı; depremlerin, sellerin, savaşların, çatışmaların, şiddet olaylarının çok sayıda olduğu ve bunların her an başımıza gelebileceği bir ülkedir.
Ruhsal travma
bizlerin yani insanoğlunun bu tür travmatik olaylarla karşılaştığı
zaman bilinçdışında bastırmaya çalıştığı olaylardır. İnsanoğlu bu olaylardan ne kadar örselenerek çıkarsa ruhsal travmaya maruz kalma olasılığı da o kadar artar.
Ruhsal travmalar 2 sebeple oluşur: 1. Doğal Afetler: Depremler, seller, heyelanlar, yangınlar vb. 2. İnsan Kaynaklı: Savaşlar, işkenceler, katliamlar, tecavüz vb.
Ruhsal travmalar ne kadar doğal afetlerle de oluşsa bunlarda mutlaka insan kaynaklı eksiklikler söz konusudur. Örneğin bir müteahhitin çürük inşaat yapımı nedeniyle o evde yaşayanların deprem sonucunda ölmeleri. Dere yataklarına yapılan evlerde yaşayanların oluşan bir sel nedeniyle ölmeleri ya da buna tanık olmaları sonucu ruhsal travma yaşamaları doğal kaynaklı travmalarda bile insan kaynaklı etkilerin bulunduğunun, iki kavramın birbiriyle iç içe olduğunun göstergesidir.
Ülkemizde travmadan etkilenen insanlar kadar travmaya müdahale eden meslek grupları da travmadan etkilenmektedir. Doktorlar, psikologlar, psikolojik danışmanlar, sosyal hizmet uzmanları, hemşireler, polisler, askerler, afet çalışanları travmadan etkilenmesi muhtemel meslek gruplarıdır.
Travmatik yaşantıya maruz kalan kişiler, travmatik yaşantıya tanık olanlar ve travmatik yaşantıya maruz kalan kişilere yardım eden meslek grupları toplandığında ülkemizde travma sonrası tepkiler geliştiren kişi sayısının çok olduğu görülebilir.
Bu açıdan bakıldığında ruhsal travma ve Türkiye’deki travmatik yaşantılara sebep olabilecek olayların incelenmesi şart görünmektedir. Bu çalışmada ilk olarak ruhsal travmanın ne olduğu, tepkiler incelenecek olup daha sonra ruhsal travmanın psikopatoloji ile ilişkisi, DSM-IV-TR’de ki tanı ölçütleri anlatılacaktır. En son kısımda Türkiye’de yaşanan ve yaşanabilecek travmatik yaşantılara sebep olabilecek olaylar irdelenecektir.
1. BÖLÜM RUHSAL TRAVMA
Travma tıp dilinde yaralanma demektir. Psikolojide kullanılan anlamı ise ruhun yaralanması, örselenmesidir. Travma kişinin ruhsal ve bedensel varlığını değişik biçimlerde sarsan ve inciten her türlü olaylar bütünüdür.(Damka;2009)
Travmatik yaşantı kişinin psikolojik iyilik halini, sosyal güvenliğini tehdit ederek kişinin kendini engellenmiş hissetmesine, yetersizlik ve çaresizlik duyguları yaşamasına sebep olur.(Damka;2009)
Travmatik olaylar aynı zamanda kişilerin önceki şemalarının ve dünyanın güvenilir bir yer olduğuna ilişkin temel varsayımlarının yıkılmasına neden olabilir. Travmatik olaylarla birlikte insanda stres hormonu aşırı şekilde çalışmaya başlar. Stres kaynağı ortadan kalktıktan sonra bile bedende kalarak en küçük uyarana karşı bedenin tekrar stres tepkisi üretmesine neden olur.(Yılmaz;2006)
Travmanın neden olduğu fizyolojik değişmeler; genel olarak aşırı uyarılmışlık, olaya ilişkin rahatsız edici düşünceler ve kaçınma başlıkları altında toplanabilmektedir. Travmatik yaşantılar sonucu ortaya çıkabilecek tepkileri de şu başlıklar altında toplayabiliriz:
Fiziksel Tepkiler: Mide rahatsızlıkları, yorgunluk, titreme, baş dönmesi, baş ağrıları, göğüs ağrısı, kalp çarpıntısı. Duygusal Tepkiler: Kaygılı olma, korku, kızgınlık, suçluluk, panik hali, inkar, depresif duygu durum, öfke, huzursuzluk. Davranışsal Tepkiler: Ani davranışlar, yeme sorunları, irkilme, korkma, kendini geri çekme. Sosyal Tepkiler: Sosyal ilişkilerde sorunlar, yargılama, suçlama, sosyal hayattan uzaklaşma ve her şeyi kontrol altında tutma isteği.(Damka;2009)
Ruhsal travmada stresörün etki şiddetini arttıran etkenler şöyledir: -
Birey için öznel anlamı olması
-
Karşı karşıya kalma süresinin uzaması
-
Karşılaşmanın ani olması
-
İnsan tarafından oluşturulması
-
Ölüm tehdidi içermesi
-
Fiziksel yaralanma ile birlikte olması
-
Gaddarlık ve insanlık dışı olay içermesi
-
Kişide suçluluk duygusu uyandırması
-
Kişinin köşeye sıkışmışlığı hissetmesi (Özgen ve Aydın;1999)
RUHSAL TRAVMA VE PSİKOLOJİK FAKTÖRLER
Ruhsal travmayı açıklamada çok çeşitli yaklaşımlar kullanılmıştır. Bu yaklaşımlar travmayı kendi değerlendirme biçimlerine göre ele almışlardır. Ancak şunu unutmamak gerekir ki ruhsal travmanın açıklanmasında ne sadece psikolojik faktörler ne de sadece biyolojik faktörler etkili olabilmektedir. Travmaya maruz kalmış birisi ile ilgilenirken hastayı her açıdan incelemek gerekmektedir.
a. Psikodinamik Yaklaşım: TSSB’nin psikoanalitik modeli, travmatik yaşantının çözümlenmemiş iç çatışmayı harekete geçirdiği varsayımına dayanmaktadır. Freud, şiddetli travmaların tüm savunma düzeneklerini aşarak ağır, acı verici şekilde yaşandığını, represyonun yetersiz kaldığını, egonun bununla baş etme gücünün kalmadığını ileri sürmektedir. Önce dissosiyasyon düzeneği kullanılarak bu yaşantılar bilinçli
alandan
ve
yaşantı/duygu
bütünlüğünden
ayrıştırılıp
bilinçdışına
yerleştirilmektedir. Bu yaşantıyı yada yaşantının bir yanını anımsatacak yeni bir travma ile tüm anılar yeniden yaşanmaktadır. Geçmişteki çatışma alanı ile yeni travmatik olay bütünleşmiş olduğunda ise başetme gerçekleşebilmektedir. Bölünme, bu bütünleşmeyi yapamayan egonun savunma düzeneği olup bir yanda acıdan uzaklaşırken bir başka yönde farklı biçim ve yoğunlukta yeniden yaşanmaktadır. Baş edilemeyen çatışmalar karşısında çekilme/kaçınma başlamakta ve birey yalnızlık,
çaresizlik yaşamaktadır. Egonun gelecek olayları hayalde, önceden yaşama ve böylece geleceğe hazırlanma yeteneği, onun dışarıdan gelen uyarıları elemesini ve organize etmesini kolaylaştırmaktadır. Beklenmedik olaylar, hazırlanma olanağı bulunmuş olaylardan daha büyük şiddetle yaşanmaktadır. (Özgen ve Aydın, 1999)
b. Bilişsel ve Bilgi İşleme Kuramı: Ağır stres karşısında bilgi işleme bozulmakta, yaşantının asimile edilmesi mümkün olmamaktadır. Bütünlenememiş yaşantılar kolaylıkla uyarılabilmekte ve yaşamın içine karışabilmektedir. Acı verici yaşantılar bastırılamamakta ya da dışlanamamaktadır. Kaygı ve korku ile birlikte kaydedilmiş yaşantılarda, duygu-düşünce öğelerinden birini uyaran uyarılar tümünü harekete geçirmektedir. Bu genel uyarılmışlık ve arkasındaki organize olamayan bir biçimde yapılmış kayıt, TSSB’deki uyarılmışlık, bellek bozuklukları, impulsivite gibi belirtilerin kaynağı olarak değerlendirilmektedir. (Özgen ve Aydın, 1999) Clark, kaygı bozukluklarında çarpıtılmış inançlar sonucunda içsel uyaranların tehlike olarak algılandığını belirtmiştir. Bu çarpıtılmış inançların altında altı tane mekanizma yatmaktadır. Bunlar; güven arayıcı davranışlar, dikkatin dağılması, kendiliğinden oluşan imaj, duygusal çıkarım, bellek süreçleri ve tehdit temsilinin doğası. Özellikle bellek süreçleri ve tehdit temsilinin doğası ruhsal travmalarda etkindir. (Dınvar, 2011)
Ruhsal travmalarda kişi, olayı bilinçli bir şekilde hatırlamaya çalıştığında zorlanmaktadır. Genellikle olayın belirli bir bölümünü unutmuşlardır ve olayı sözelleştirmede zorluk çekmektedirler. Ancak, tüm bunlara rağmen istemsiz bir şekilde olayı tekrar tekrar yaşamaktadırlar.(Dınvar, 2011)
Tehdit temsilinin doğası ise travmatik olayı yaşadıktan sonra kişinin ortaya çıkan belirtileri nasıl değerlendirdiği ile ilgilidir. Eğer kişi, travmatik olaydan sonra, yaşadığı belirtileri doğal tepkiler olarak değerlendirip bunların “çıldırmak”, “kontrolü kaybetmek” gibi belirtiler olmadığını fark ederse, duygulanımları üzerinde bilinçli bir kontrol sağlayabilmektedir.(Dınvar, 2011)
Ehlers ve Clark (2000:313), TSSB geliştiren kişilerin, TSSB’ nin sürdürülmesini sağlayan çeşitli uyumsuz davranışsal ve bilişsel stratejileri olduğunu belirtmektedirler. Bu stratejilere örnek olarak, düşünceleri baskılamaya çalışma, tehditle ilgili olduğu düşünülen ipuçlarına aşırı dikkat etme, tehlikeyi önlemeye yönelik sürekli tedbir alma, bazı belirtileri kontrol etmeye çalışırken diğerlerini arttıracak davranışlarda bulunma (örneğin kabus görmemek için geceleri uykusuz kalıp dikkati toplamakta veya gerginliği azaltmak için gevşemekte sorunlar yaşama),olayla ilgili hiç düşünmemeye çalışma ve olayı hatırlatan uyaranlardan kaçınma verilmektedir. (Dınvar, 2011)
c. Davranışçı Yaklaşım: Travmayla karşılaşılan bireyde ilk önce bir karmaşa yaşanır. Bu hazırlıksız ve şartlanmamış olarak karşılaşılan durum, sonraki aşamada değişiklik gösterir. Travmadan önceki yaşanmış tecrübeler kullanılarak sanki travma önceden karşılaşılmış gibi algılanır. Önceki durumlarda verilen yanıtların aynısı verilmeye başlanır. Bu, oldukça üst düzeyde öğrenilmiş bir davranıştır. Ancak bu davranış yeni karşılaşılan duruma uygun olmadığından uygun bir cevap olmaz ve verilen cevaplar karmaşıklaşır. Karmaşanın artması da anksiyeteyi arttırır. (Özgen ve Aydın, 1999)
Mower’in(1960) iki bileşenli öğrenme modeline göre, travmatik yaşantı sırasında nötr olan pek çok uyaran, koşulsuz uyaran ile eşlenmekte ve korku ortaya çıkaracak koşullu uyaranlara dönüşmektedirler. Genelleme ve üst düzeyden koşullamalarla, daha pek çok nötr uyaranın korku tepkisini ortaya çıkarması olası hale gelmektedir. Normalde, koşullu uyaranın koşulsuz uyaran olmadan sürekli tekrarlanmasının, sönmeyi ortaya çıkarması beklenmektedir. Fakat travmatik 15 yaşantılardan sonra kişiler, koşullu uyarıcılarla karşılaşmaktan sürekli kaçınmaktadırlar.Bu kaçınmalar hem davranışsal hem de zihinsel düzeyde olabilmektedir. Kaçınmalar, korkuyu ortadan kaldırdıklarından dolayı pekiştirilmekte ve bu yolla travma sonrası stres belirtilerinin devam etmesini sağlamaktadırlar.(Dınvar, 2011)
RUHSAL TRAVMA: İKİNCİL YARALANMALAR VE SOSYAL DESTEK
Travmatik yaşantılara maruz kalan kişilerde bu belirtilerin daha çok yaşanmasına neden olabilecek diğer bir durum ise ikincil yaralanmalardır. İkincil yaralanmalar, kişinin çevresindeki kişiler tarafından travma ile ilgili olarak eleştirilmesi, bu konuda kişiye inanılmaması, onunla dalga geçilmesi, ailenin desteği ve güvenini geri çekmesi vb. ile oluşur. İkincil yaralanmalar çoğunlukla yaşamlarında hiç travma yaşamamış insanların travmaya maruz kalmış kişilere sabır ve anlayış göstermesini bilmemelerinden kaynaklanır. İkincil yaralanmalar herhangi bir travmayı izleyerek insanların kendi başlarına gelenlerden kendilerini sorumlu tutmaları ya da başkaları tarafından sorumlu tutulmalarıdır. İkincil yaralanmalar kişinin kendisini çevresinden daha çok geriye çekmesine, iletişimi kesmesine sebep olabilir. İkincil yaralanmalar kişinin iş ve toplumsal yaşamını engelleyebilir. Örneğin; kişi kendisini iş yerinde güvende hissedemeyebilir, travmatik olaylar düşüncelerinde canlanabilir ve iş arkadaşlarının olumsuz tutumlarından dolayı işini bırakmak zorunda kalabilir.(Akcanbaş,2009; Sungur,1999)
İkincil yaralanmalara yol açan davranış tarzları şu şekilde oluşmaktadır 1. Travmatik yaşantıya maruz kalan kişiye inanmamak veya onu yalanlamak 2. Travmatik yaşantıya maruz kalan kişinin yaşadıklarını önemsizleştirme 3. Travmatik yaşantıya maruz kalan kişiyi suçlama 4. Travmatik yaşantıya maruz kalan kişiye nasıl davranacağını bilmeme, cehalet 5. Travmatik yaşantıya maruz kalan kişiye gaddarca ve acımasızca yaklaşmak 6. Travmatik yaşantıya maruz kalan kişiye uygunsuz sorular sormak 7. Travmatik yaşantıya maruz kalan kişiye sağlanan yardımın gecikmesi veya yardıma zor ulaşılması
Ruhsal travmanın kendisi kadar önemli olan travmanın kişi tarafından nasıl algılandığıdır. Bu nedenle travmanın uzun dönem etkilerini önlemek için yapılacak girişimlerden biri travmanın hemen sonrasında kişinin başına gelenleri birileriyle paylaşmasını sağlamaktır. Travmaya uğrayan bireyin daha önceki deneyimleri, travma öncesi kişiliği, ailesel bir sorunun olup olmadığı ve travmayla başa çıkma becerisi gibi
özellikler travmanın algılanış ve travmayla ilgili bilginin işleniş biçimini etkiler. Travma sonrasında yaşanan ortamın destekleyici olup olmaması, bireyin yardım ağı ve destek kaynakları ve bireyin bu destek kaynaklarından yararlanabilmesinin kolaylığı veya zorluğu, travmanın etkilerinin çabuk atlatılıp atlatılmamasını belirleyen önemli etkenlerdir. (Sungur,1999)
Sosyal destek akut TSSB’nin kronikleşip kronikleşmemesini belirleyen önemli bir etkendir. Çünkü sosyal destek; -
Kişiye sevildiğini göstermenin, sevgi ve empatinin önemli bir ifadesidir
-
Kontrol kaybının yol açtığı çaresizlik ve yetersizlik duygularını ortadan kaldıran veya nötralize eden önemli bir etkendir
-
Kurbanın travmatik yaşantıyla ilgili olarak kendini ifade edebilmesini, en azından travmatik yaşantıyı paylaşmasını sağlar.
-
Bireyin travma sonrasında yetersiz veya uygunsuz tepki verdiği konusundaki düşüncelerini değiştirmesini sağlar
-
Sosyal destek ve paylaşma, bireyin dış dünyanın tehlikelerle dolu olduğu biçiminde gelişebilecek yeni şemalarının esnekleşmesini sağlar
-
Kişiyi beklenmedik ikincil yaralanmalardan korur (Sungur,1999)
ÇOCUKLARDA RUHSAL TRAVMA
Çocukluk çağında travmatik etkiye sahip olabilecek en önemli etkenler; cinsel istismar, ihmal, ciddi kronik bir hastalığa sahip olma, anne-baba kayıpları, ölüme tanık olma sayılabilir. Çocuklarında yetişkinler gibi travmatik yaşantı sonrası tepkiler geliştirme olasılığı vardır. Travma sonrası tepkiler her ne kadar yetişkinlerle benzer özellikler gösterse de çocuklar bu tepkileri oyunlarında, rüyalarında ve korkularında daha farklı biçimlerle yaşamaktadır. Çocuklarda ruhsal travma konusunda tanı koyduracak net bir karar olmasa da çocuklar için yetişkinlerde kullanılan DSM-IV-TR’in TSSB kategorisi kullanılmaktadır.
DSM-IV’te TSSB tanısı koymada kullanılan kriterlere ek olarak çocuklarda travma şu şekillerde kendini gösterebilir 1. “Aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme” belirtilerinin eş değeri olarak “dezorganize davranışlar ya da ajite davranışlar” gösterilebilir 2. Çocuklarda “travmanın sürekli olarak yeniden yaşanması” travmayı konu alan oyunların tekrar tekrar oynanması biçiminde gerçekleşebilir 3. Travmatik olayın “sık sık, sıkıntı veren biçimde rüyada görülmesi” çocuklarda içeriği tam anlaşılamayan korkunç rüyalar şeklinde kendini gösterebilir (Demir,2008)
Çocukların yaşı, gelişimsel özellikleri, sosyal çevrelerinin travmaya tepkisi, travmayı algılayış biçimlerindeki kültürel farklılıklar, travmayı anlayabilmesi ve anlamlandırabilmesi, duygularını ifade edebilme becerisi çocuklarda travma sonrası dönemin gidişini önemli ölçüde belirler. Bu dönemde özellikle sosyal çevrenin travmatik yaşantılar sonucu oluşan duyguların yaşanmasını çok abartılı ya da çok yüzeysel şekilde gerçekleştirmesi çocukların da duygularını yaşama biçimleri açısından belirleyici olmaktadır.(Alıcı,2010)
Çocuklar travmatik olaya maruz kaldıklarında gelişimsel süreçleri zarar görür ve sonraki gelişim görevlerinde sorunlar ortaya çıkabilir. Olay öncesinde ve sırasında yaşanan stres ve gerilim çocuğun başa çıkma stratejilerini ve direncini tehdit eder. Ruhsal travmalar çocukluk çağında oluştuğunda ve doğru bir biçimde ele alınmadığında etkisi daha kalıcı ve uzun süreli olabilmektedir. (Alıcı, 2010)
Motavallı (1997) makalesinde Brett’in DSM-III’e göre TSSB tanı kategorisini çocuklar için uyarlamasını yayınlamıştır. Buna göre çocukluk çağı travmaları içine gerekli ölçütler şöyledir: A. Olağan Dışı Bir Travmaya Maruz Kalma: Çocukluk çağında ruhsal travma yaratabilecek faktörler şöyledir: -
Kaçırılma, rehin alınma
-
Cinayete, terörizme maruz kalma
-
İntihara şahit olma
-
Cinsel ve fiziksel istismar
-
Ciddi kazalar sonucu yaralanmalar
-
Yaşamı ciddi biçimde tehdit eden fiziksel hastalık
-
Büyük felaketler
B. Yeniden Yaşama Fenomeni: Bu fenomen çocuğun ruhsal yaşantısındaki travma izlerini yansıtmaktadır. Tekrarlayıcı ses, görüntü ve düşünceler çocuğun dünyasına hakim olmaktadır. Küçük yaş çocuklarda travmaya ait ayrıntılar geri plandadır, yaş ilerledikçe ayrıntılar artmaktadır. Canlı anılar sıklıkla oyun ve resimlerle dile gelebilir. Çocuklarda savunma mekanizmaları yetersiz kaldığında ise travmatik rüyalar ortaya çıkabilir.
C. Psikolojik Uyuşukluk ve Kaçınma Davranışı: Çocuklarda egonun tam gelişmemesi travmatik yaşantıları daha zor tolere etmelerine yol açmaktadır. Travmatik yaşantıdan sonra çocukların duygularını ifade etmelerinde kısıtlılık görülebilir. Hatırlatıcılardan kaçmak istediklerinden travmanın gerçekleştiği mekandan geçmek istemezler. Travma sonrası günlük işlevlerinde kısıtlama ve azalma görülür, bu sadece depresif duygu durumun sonucu değildir, bir daha travmaya maruz kalmamak için genel bir inhibisyondur. Travmaya maruz kalmış çocuklarda daha fazla ebeveynlerine yapışma ve tutunma davranışı gözlemlenir.
D. Uyanıklıkta Artma: Genel felaketlerden sonra çocuklarda uyku bozuklukları görülebilmektedir. Ancak TSSB’de görülen uyku bozuklukları haftalar, aylar hatta yıllarca sürebilmektedir. Uyku bozukluklarına bağlı olarak çabuk öfkelenme, dikkatte sorunlar görülebilir. Travmaya maruz kalmış çocuklar adeta kendilerini savunmak için her zaman aşırı uyanık ve kaygılı görünürler. (Motavallı,1997)
Çocukluk çağında özellikle cinsel istismara maruz kalmak, çocukların gelişim düzeylerini olumsuz yönde etkileyebilmekte ve çocukların ileriki yaşlarda travmatik etkileri sürdürmelerinin temelini oluşturmaktadır. Çocuk yaşadığı olayı anlamlandıramamasının yanında korku duymakta, tedirgin olmaktadır. Yaşanan bu travma sürekli hale geldiğinde
çocuk dissosiyasyon savunma mekanizmalarını sık kullanmaya başlayabilir. Dissosiyatif bozukluklara baktığımızda çocukluk çağı ruhsal travmalarının etkilerini görmek mümkündür.
Dünya Sağlık Örgütü 1999 yılında çocuk istismarı veya çocuğa karşı kötü muameleyi; “sorumluluk, güven ve yetenek ile ilgili genel durumunda çocuğun sağlığına, yaşamına, gelişimine ve değerine zarar verebilen, fiziksel ve/veya emosyonel kötü davranışı, ihmali, her türlü ticari çıkar için çocuğun kullanılmasını içeren davranışlar” olarak tanımlamıştır. (Ovayolu, Uçan, Serindağ, 2007)
Çocukluk çağı ruhsal travmaları içinde çocuk istismarı yinelenebilirliği, çocuğa genellikle en yakını tarafından yapılıyor olması, bu nedenle de tanımlanması ve tedavi edilmesi en zor olan travma şeklidir. Cinsel istismar çocuğun bir yetişkin tarafından; cinsel uyarı ve doyum için kullanılması, fuhuşa zorlanması, pornografi gibi suçlarda cinsel obje olarak kullanılmasıdır. Genital bölgeye dokunma, teşhircilik, pornografi, ırza geçmeye kadar çok geniş yelpazedeki davranışları kapsamaktadır. Cinsel istismarın mutlaka şiddet içermesi gerekmez, çocuğun rızası olup olmadığına bakılmaz. (Ovayolu ve ark. , 2007)
Çocukluk çağı cinsel istismarı genellikle tesadüfen fark edilir. Bazen fizik muayene ile fark edilebileceği gibi fark edilmeye de bilir. Çocuk cinsel istismar sırasında şiddet görmüşse ortaya çıkabilir. Ancak genellikle çocukluk çağı cinsel istismarı kimseye söylenememektedir. İstismardan bahsederken kendinde değilmiş bir arkadaşındaymış gibi olaydan bahseder. 0-3 yaş arasında yeme ve uyku bozuklukları, davranış değişiklikleri, yabancılardan korkma ve yaşına uygun olmayan cinsel oyunlarda bulunma görülebilir. 3-6 yaş arası çocuklarda bebek gibi konuşma, içe çekilme, birine yapışma, enürezis, enkoprezis, yeme ve uyku bozuklukları, agresyon, boyun eğme davranışı, sık ve devamlı cinsel oyun, mastürbasyon gözlenebilir. (Ovayolu ve ark. , 2007)
Cinsel istismara uğramış çocuklarda yüksek oranda depresyon gözlenmekte ve kurbanın benlik saygısı ciddi hasara uğramaktadır. Bu çocuklarda intihar düşünceleri ve girişimleri sık
görülmektedir. Kişilerarası ilişki kurma ve sürdürme cinsel istismardan olumsuz olarak etkilenmektedir.(Taner ve Göker, 2004)
Çocuklarda ruhsal travmalara yol açan bir diğer istismar türü de fiziksel istismardır. Fiziksel istismar çocuğun kaza dışı nedenlerle yaralanması veya ailesi tarafından yeterince gözetilmemesine bağlı gelişen kazaları kapsar. Kaza dışı travmalar genellikle çocuk, anne babası tarafından cezalandırılmak istendiğinde veya anne baba kontrolünü kaybettiğinde ortaya çıkar. (Kara ve ark. , 2004)
Fiziksel istismar genellikle en yaygın rastlanan ve belirlenmesi en kolay istismar türüdür. Ülkemizde kültürel özellikler ve gelenekler, çocuğu dövme gibi istismar olarak kabul edilen davranışların toplum tarafından kabul edildiğini göstermektedir. Fiziksel istismara uğramış çocuklar sosyal işlevsellik alanında yetersizlik ve yakın ilişki kurma güçlüğü yaşamaktadır. Fiziksel istismar ve ihmale uğramış çocuklarda bilişsel yetilerde bozukluk ve akademik başarısızlığı sık rastlanılmaktadır. Madde kötüye kullanımı, kişilik bozuklukları, tehlikeli cinsel deneyimler gibi sorunların yanı sıra kaygı bozuklukları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu gibi psikiyatrik bozukluklarda görülebilmektedir. (Bahar ve ark. , 2009)
Çocuklarda görülen bir diğer istismar türü de duygusal istismardır. Duygusal istismar ve ihmal oldukça sık olmakla birlikte, fark edilmesinde, tanımlanmasında, anlaşılmasında ve yasal olarak kanıtlanmasında güçlük yaşanmaktadır. Duygusal istismar ve ihmal, çevredeki yetişkinler tarafından gerçekleştirilen, çocuğun kişiliğini zedeleyici, duygusal gelişimini engelleyici eylemler ya da eylemsizlikler olarak tanımlanır. Fiziksel ve cinsel istismar türlerinin çoğunda duygusal istismar ve ihmal de yer almaktadır. Duygusal istismar ve ihmale maruz kalmış çocuklarda birçok duygusal, davranışsal, gelişimsel ve sosyal bozukluklar ortaya çıkabilmektedir. Dışavurum ve içe atım sorunları, sosyal ilişkilerde bozukluk, kendine güvende azalma, intihar davranışı, çocukluk çağı mastürbasyonu ve başka birçok psikiyatrik bozukluk görülebilmektedir.(Taner ve Gökler, 2004)
UNICEF duygusal istismar ve ihmali çocuğun nitelik, kapasite ve arzularının sürekli kötülenmesi, sosyal ilişki ve kaynaklarla ilişkisinden sürekli yoksun bırakılması, çocuğun sürekli insan üstü güçlerle, sosyal açıdan ağır zararlar verme ya da terk etme ile tehdit edilmesi, çocuktan yaşına ve gücüne uygun olmayan taleplerde bulunulması ve çocuğun topluma aykırı düşen çocuk bakım yöntemleri ile yetiştirilmesi olarak tanımlanmıştır. Çocuğa bağırma, reddetme, aşağılama, küfretme, yalnız bırakma, korkutma, yıldırma, tehdit etme, duygusal ihtiyaçlarını karşılamama, yaşının üzerinde sorumluluklar bekleme, kardeş ayrımı yapma, değer vermeme, önemsememe, küçük düşürme, alaylı konuşma, aşırı baskı ve otorite kurma, lakap takma, bağımlı kılma ve aşırı koruma görülen duygusal istismar türleridir. (Bahar ve ark. , 2009)
Tablo 1: Çocuklarda Görülen Ruhsal Travma Belirtileri Belirti Türü
0–2 Yaş
3–6 Yaş
Bilişsel Zayıf sözel ifade yeteneği
√
Hafıza problemleri
√
Okulda konsantrasyon bozuklukları ve dikkat problemleri
√
Öğrenme problemleri
√
Düşük yetenek gelişimi
√
Davranışsal Asabiyet
√
Olumlu veya olumsuz davranışlarla ilgi çekme
√
İçe kapanma
√
Saldırganlık
√
√ √ √ √
Sosyal ortamlarda rahatsız edici davranışlar
√
İstismar veya travmayı taklit etme
√
Küfür etme
√
Aşırı ağlama veya çığlık atma
√
Çabuk irkilme
√
√
Arkadaş edinme veya insanlara karşı güven problemleri
√
Travmadan kendini suçlama
√
Travmayı hatırlatan yetişkinlerden korku
√
√
Anne / babadan ayrılma korkusu
√
√
Sinirli, korkak veya vurdumduymaz tavırlar Heyecan, üzüntü ve sinirlilik belirtileri
Aşırı suskunluk
√ √
√
√
√
Özgüven kaybı
√
Fizyolojik İştahsızlık ve sindirim sistemi problemleri
√
(http://mertakcanbas.blogcu.com/0-6-yas-grubu-cocuklarda-travma-sonrasistres/ 9176717 - #)
2. BÖLÜM RUHSAL TRAVMA VE PSİKOPATOLOJİ
Ruhsal travmanın tanısal sınıflandırma sisteminde ilk olarak yer alması II. Dünya Savaşı sonrasında 1952 yılında DSM-I’de ‘Büyük Stres Reaksiyonu’ olarak olmuştur. 1968’de DSM-II’de ‘Geçici Durumsal Bozukluk’ olarak tanımlanmıştır. Vietnam Savaşı sonrası, savaştan dönen askerlerde görülen belirtilerden yola çıkılarak 1980 yılında DSMIII’te Travma Sonrası Stres Bozukluğu adı altında tanımlanmıştır.
DSM III’e göre travma kavramı, olağan insan yaşantısının dışında olan ve bireyde stres tepkileri yaratan olayları tanımlar. DSM III-R’de bu tanımın daha kapsamlı ve bazı örnekleri de içerecek şekilde yapıldığı görülmektedir: “Kişinin kendisi, ailesi ya da yakınlarının fiziksel bütünlüğüne ya da yaşamına yönelik ciddi bir tehdidin olması, evinin ya da içinde bulunduğu toplumun aniden hasar görmesi, bir başka kişinin ciddi biçimde yaralanmasına ya da ölümüne tanık olmak gibi normal insan yaşantısının dışında olan ve herkeste fark edilir düzeyde stres yaratan, şiddeti yüksek, beklenmedik olaylar”. DSM IV ve DSM-IV-TR’de, bir önceki tanımdan farklı olarak, travmatik olay için bireyin öznel algısının temel olduğu vurgulanmış ve bu olay karsısında korku, çaresizlik ve dehşet duygularının ortaya çıkması gerekliliği eklenmiştir.(DSM-IV-TR, 2007)
DSM-IV-TR’de iki tür tanı grubu tanımlanmaktadır: Akut Stres Bozukluğu ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu.
1. AKUT STRES BOZUKLUĞU
-Travmatik bir olaydan sonra en fazla dört hafta içerisinde ortaya çıkan travma sonrası tepkilerini tanımlar.
-Kişi travmatik bir olayla karşılaşmış ya da tanık olmuştur.
-Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır.
-Travmatik olaylar sırasında dissosiyatif belirtiler görülebilir.
-Olayın anılarından kaçınma davranışı belirgin olarak görülür.
Akut Stres Bozukluğunun DSM-IV-TR’de ki tanı ölçütleri şöyledir:
A. Aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu bir biçimde kişi travmatik bir olayla karşılaşmıştır: 1. Kişi, gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir 2. Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır
B. Sıkıntı doğuran olay yaşanırken ya da bu olayı yaşadıktan sonra kişide aşağıdaki dissosiyatif belirtilerden üçü (ya da daha çoğu) bulunur: 1. Öznel uyuşukluk, dalgınlık durumları ya da duygusal tepkisizlik 2. Çevrede olup bitenlerin farkına varma düzeyinde azalma (örn. “afallama”) 3. Derealizasyon 4. Depersonalizasyon 5. Dissosiyatif amnezi (yani, travmanın önemli bir yanını anımsayamama)
C. Travmatik olay şunlardan en az biri yoluyla sürekli olarak yeniden yaşanır: Göz önüne ardı ardına gelen görüntüler, yineleyen düşünceler, rüyalar, yanılsamalar, geçmişe dönüş (flashback) dönemleri, o yaşantıyı yeniden yaşar gibi olma ya da travmatik olayı anımsatan şeylerle karşılaşınca sıkıntı duyma
D. Travma ile ilgili anıları uyandıran uyaranlardan belirgin kaçınma (örn. Düşünceler, duygular, konuşmalar, etkinlikler, yerler, insanlar)
E. Belirgin anksiyete ya da artmış uyarılmışlık belirtileri (örn. Uyumakta zorluk çekme, irritabilite, düşüncelerini yoğunlaştırma güçlüğü, hipervjilans, aşırı irkilme tepkisi gösterme, motor huzursuzluk)
F. Bu bozukluk klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olur ya da bireyin travmatik yaşantısını aile bireylerine anlatarak kişisel destek kaynaklarını harekete geçirmek ya da yardım almak gibi gerekeni yapmasının peşinde koşma yetisini bozar
G. Bu bozukluk en az 2 gün, en çok 4 hafta sürer ve travmatik olaydan sonraki 4 hafta içinde ortaya çıkar
H. Bu bozukluk bir maddenin (örn. Kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir, Kısa Psikotik Bozukluk olarak açıklanamaz ve daha önceden var olan bir Eksen I ya da Eksen II bozukluğunun yalnızca bir alevlenmesi değildir.(DSM-IVTR;2007, Öztürk; , Köroğlu;2012)
2. TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
-Aşırı strese yol açan bir olaydan sonra görülen yoğun, uzamış ve bazen de gecikmiş belirtiler grubunu tanımlayan tanı kategorisidir.
- Bir aydan uzun sürer.
-Travma Sonrası Stres Bozukluğunda kişi travmatik bir olayla karşılaşmış ya da tanık olmuştur.
-Kişide aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır.
-Travmatik yaşantılar sürekli düşüncelerle, düşlemlerle hatırlanır.
-Travmatik olay yeniden oluyormuş gibi hissedilir, davranılır.
-Travmatik olayları hatırlatan olaylara karşı yoğun psikolojik ve fizyolojik tepkiler gösterilir.
-Travmatik olayı hatırlatan her şeyden kaçınma vardır.
-Travmatik olaylarla beraber bireylerde uyarılmışlık düzeyleri artar.
-Travmatik olay insanların yol açtığı bir olaysa bu bozukluk daha ağır olur ve daha uzun sürer.
-Travma Sonrası Stres Bozukluğu olan kişiler, başkaları yaşamıyorken kendileri yaşıyor oldukları için ya da yaşamda kalmak için yaptıklarından ötürü suçluluk duyguları içinde olabilirler.
-Kaçınma tutumları kişilerarası ilişkilerini bozabilir, evliliklerinde çatışmalara yol açabilir ya da bu yüzden işlerini yitirebilirler.
-Toplum örneklemlerinde yaşam boyu görülme sıklığının yaklaşık %8 olduğu bulunmuştur.
-Belirtiler genellikle travmatik olayı izleyen ilk üç ayda ortaya çıkabilir ancak aylar hatta yıllar sonra ortaya çıktığı da olur.
-Olguların yaklaşık yarısı üç ay içerisinde düzelir ancak kimilerinde belirtiler 12 aydan uzun bile sürebilir.
-İkincil yaralanmalar belirtilerin yeniden ortaya çıkmasına sebep olabilir
Çeşitli sınıflamalarda TSSB semptomları genel olarak şu başlıklar altında toplanmıştır:
1. Artmış Uyarılmışlık: Artmış uyarılmışlık belirtileri, bireyin travmayla karşılaştığı sırada yaşadığı ve onu hayatta tutacak olan yaşantı örneklerinin uzantısı olarak düşünülebilir. Stres karşısında ilk yanıt olan uyarılmışlık hali, TSSB’de artmış uyarılmış şeklinde kendini gösterir. Uyku düzensizliği, irritibalite ve impulsivite önde gelen belirtilerdir.
2. Travmatik Olayın Tekrar Tekrar Yaşanması: Düşlemler; düşünceler, algılar ya da düşler şeklinde olabileceği gibi dissosiyatif geri dönüş yaşantıları şeklinde de olabilir. Dissosiyatif geri dönüşler bilinç bozukluğu olmaksızın travmatik olayın yeniden yaşanmasıdır.
3. Heyecansal Sınırlılık ve Kaçınma: Heyecansal sınırlılık, hastaların kendilerini kontrol etmedeki güçlüğün farkında oluşları sonucu, enerjilerini dış dünyadan çekerek kendilerine yöneltmeleri, bunun da bireysel doyumluluğu sınırlamasıyla gelişen bir tablo olduğu düşünülmektedir. Heyecansal sınırlılık ve kaçınma ile başedebilmek için ergenlerde saldırgan davranışlar ve madde kötüye kullanımı görülebilmektedir. Kaçınma, dış dünya ile ilişkideki yordanamaz tepki kalıpları, gerginlik, duygusal sınırlılıklar nedeniyle hem savunma hem de dış dünyaya katılamamanın
getirdiği
bir
uzaklaşma,
çekilme
şeklinde
kendini
göstermektedir.(Özgen ve Aydın;1999)
DSM-IV’e göre TSSB gelişmesine neden olacak travmalar; askeri çatışmaya katılma, saldırıya uğrama, işkence, savaşta esir düşme, toplama kamplarında bulunma, doğal yada insanların neden olduğu felaketlerle karşılaşma, ciddi trafik kazaları, yaşamı tehdit edecek bir hastalık tanısı alma gibi olağan dışı travmatik olaylardır. Çocuklar için korku, vahşet, yaralanma olmasa bile gelişime uygun olmayan cinsel deneyimler travmatik olay olarak kabul edilmektedir. (Özgen ve Aydın; 1999)
TSSB’nin Dinamiği
TSSB dairesel bir rota izleyerek kendini gösterir ve yeniler. Birinci fazda travma yaratan olay istem dışı yeniden yaşanır ve tedirginlik, sinirlilik, aşırı uyarılma ortaya çıkar. Takiben
duyguların
bastırılması
fazı
başlar.
Bu
fazda
birey
adeta
duygularını
uyuşturur.(Akcanbaş, 2009)
TSSB’nin Evreleri
Paul Hanson travmaya uğramış kişiler üzerine yaptığı araştırmalarda, bu kişilerin kurban olma, hayatta kalma ve başarı evrelerinden geçtiklerini saptamıştır. Bu evreler net olarak birbirinden ayrılamaz ve doğrusal bir rota çizmezler. (Akcanbaş, 2009) Kurban bilim kapsamında bir kişinin kurban psikolojisine girmesi için aşağıdaki süreçlerden geçmeleri şarttır:
1. Travma yaratan bir olay (birincil yaralanma)
2. Kişi kendisine destek olması beklenen şahıs ve kurumlardan aşağıdaki tepkileri gördüğü süreç (ikincil yaralanma) a. Kurbanın travma ile ilgili problemleri hafife alınması veya kendisine inanılmaması b. Travmadan dolayı kurbanın suçlanması c. Gerekli ilgi ve bakımın verilmemesi
3. Sonuçta travmaya uğrayan kişi toplumun onu damgaladığı “kurban” etiketini kabul eder. Kurban etiketi genelde zayıf, yetersiz, küçük hatta ahlaksız anlamlarını içermektedir. (Akcanbaş, 2009)
a. Kurban Süreci
Travmaya uğrayan kişi kendi iç dünyasında ve başkalarıyla ilişkilerinde problemler yaşamaktadır. Bu duygu kaosu içerisinde travma ile ilgili hatırladıkları yok denecek kadar azdır. Özgüvenini yitirmiş olarak yaşam sürerken duygusal, fiziksel ve finansal
açıdan başkalarına bağımlı duruma düşer. Bu yeni travmatik yaşantılara kişiyi açık hale getirir. Zaman geçtikçe travmanın kendi üzerindeki etkisini fark etmeye başalar ve bu onda depresyon, kaygı, tatminsizlik gibi duygular yaratır. İnkar etme – kabul etme ikilemleri arasında dalgalanmalar yaşar.
b. Hayatta Kalma Süreci
Hayatta kalmaya çalışan kişi travma ve onun etkilerini bilinçdışından çıkarmaya çalışır. Bu süreçte kişi travmanın ruhsal ve bedensel etkilerini bastırmaktan vazgeçip travmayı yaratan olayı su yüzeyine çıkarttıkça baskı altında tutulan duygular ve korkuların kişinin kendi üstünde ve başkalarıyla olan ilişkilerindeki olumsuz etkileri azalmaya başlar.
c. Başarma Süreci
Bu süreçte kişi incinme odaklı olmaktan çıkıp kendinin geleceği odağına yönelmiştir. Eğitime devam, yeni iş arayışları, iyi bir aile düzeni kurmak kişinin kafasını dolduran planlardır. Travmanın etkileri devam etse de etkileri azdır ve sıklıkları düşmüştür. (Akcanbaş, 2009)
TSSB’nin tedavisinde en hızlı ve başarılı sonuçların aşağıdaki özellikleri taşıyan kişilerde sağlandığı görülmektedir; 1. Travma sonucu bedensel sağlıkları etkilenmemiş kişiler 2. Travma sonucu kalıcı sakatlığı olmayanlar 3. Maddi durumu iyi olan kişiler 4. Destekleyici ve sevecen aile, arkadaş ve sosyal gruplara sahip olanlar.
Travmanın Şiddetini Etkileyen Faktörler
1. Tekil ve Çoğul Travmalar
TSSB’nin şiddeti kurbanın kaç kere travmaya maruz kaldığı ile doğru orantılıdır. Terr, çoğul travma mağdurlarının tekil travma mağdurlarına göre daha fazla kişilik kopukluğu gibi trans durumlarının ve duygu durum bozukluklarının yaşandığı bireyler olduğu belirtmektedir. Çoğul dolayısıyla uzun süreli travmaya maruz kalan kişilerde kişilik kopuklukları tarzı bozukluklar bu kişileri tekrar travmaya açık hale getirir. Çoğul travmaya maruz kalan kişilerin tekrar travmaya uğrama riskinin yüksek olmasının nedeni bu kişilerin ilgi ve desteğe diğer insanlardan daha çok gereksinim duymalarıdır. Bu kişilerin tekrar travmaya maruz kalma riskinin yüksek olmasının bir diğer nedeni de kendilerine zarar verme davranışlarıdır. Bu durum mağduru travmaya açık hale getirmektedir.
2. Travmanın Şiddeti ve Süresi
Travmanın şiddeti ve süresi TSSB’nin ortaya çıkma olasılığını arttırır. Travma yaratan olayı algılama, olaya olumlu tanım getirme ve diğerleri tarafından verilen moral destek ayrıca TSSB’nin ortaya çıkışında etkin faktörlerdir.
3. Süren Travmalar
Bazı travma kurbanları sadece geçmişte değil bulundukları şimdiki zamanlarda da travmaya maruz kalmaya devam edebilir veya travma tehlikesi içerisinde olabilir. Kurbanlardan bazıları, özellikle aile içi şiddete maruz kalanlar, devam eden travmayı anlatmayı saldırgana ihanet gibi görebilmektedir. Devam eden travmalarda travmaya maruz kalan kişinin utanma duygusu da onun terapiste her şeyi anlatmasına engel olmaktadır.
4. Değer Yargıları ve Ahlaki Etkenler
Travmanın şiddeti kurbanın değer yargılarını ve ahlaki kurallarını ne kadar ihlal etmeye zorladığına da bağlıdır. Kurbanın değer ve inanç sistemlerine yapılan saldırılar
kişinin tamamen kişilik yitimine sebep olur. Kişiler uğradıkları travmayı yakınları anlattıklarında “pasif ve edilgen” olarak görülmeleri, olaydan suçlu tutulmaları değer yargılarının göçmesine ve ikincil yaralanmalara sebep olmaktadır.
5. Doğal Afetler ve İnsan Kaynaklı Travmalar
Diğer insanların neden olduğu tecavüz, işkence, savaş gibi travamların kurbanlarının deprem, sel gibi doğal kaynaklı travmalardan etkilenen kurbanlardan daha şiddetli ve uzun süren TSSB geçirdikleri bilinmektedir. Bunun birinci nedeni doğal afetlerin süre olarak daha kısa olmasıdır. İkinci nedeni ise doğal afetlerde suçlanacak kişilerin olmamasıdır.
6. Yardımın Hızı, Kalitesi ve Diğer Faktörler
TSSB sadece psikolojik kökenlere sahip değildir, sosyal, biyolojik ve bilişsel temellere sahiptir. Bu yüzden kurbanlara yapılacak yardımın en hızlı ve kaliteli şekilde yapılması travmanın şiddetini en az düzeye indirecektir. Uzman yardımının hızı ve kalitesi kadar bireysel ve sosyal desteğinde hızla sağlanması TSSB’nin sonuçlarını azaltmaya yardım etmektedir. (Akcanbaş, 2009)
Travma Sonrası Stres Bozukluğunun DSM-IV-TR’deki tanı ölçütleri:
A. Aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu bir biçimde kişi travmatik bir olayla karşılaşmıştır:
1. Kişi, gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir 2. Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır
B. Travmatik olay aşağıdakilerden biri (ya da daha çoğu) yoluyla sürekli olarak yeniden yaşanır:
1. Olayın, elde olmadan, ardı ardına anımsanan sıkıntı veren anıları; bunların arasında düşlemler, düşünceler ya da algılar vardır 2. Olayı, sık sık, sıkıntı veren bir biçimde rüyada görme 3. Travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi davranma ya da hissetme (uyanmak üzereyken ya da sarhoşken ortaya çıkıyor olsa bile, o yaşantıyı yeniden yaşıyor gibi olma duygusunu, yanılsamaları, hallüsinasyonları ve dissosiyatif geçmişe dönüş [flashback] dönemlerini kapsar) 4. Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine yoğun bir psikolojik sıkıntı duyma 5. Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine fizyolojik tepki gösterme
C. Aşağıdakilerden üçünün (ya da daha çoğunun) bulunması ile belirli, travmaya eşlik etmiş olan uyaranlardan sürekli kaçınma ve genel tepki gösterme düzeyinde azalma (travmadan önce olmayan)
1. Travmaya eşlik etmiş olan düşünce, duygu ya da konuşmalardan kaçınma çabaları 2. Travma ile ilgili anıları uyandıran etkinlikler, yerler ya da kişilerden uzak durma çabaları 3. Travmanın önemli bir yönünü anımsayamama 4. Önemli etkinliklere karşı ilginin ya da bunlara katılımın belirgin olarak azalması 5. İnsanlardan uzaklaşma ya da insanlara yabancılaştığı duyguları 6. Duygulanımda kısıtlık (örn. Sevme duygusunu yaşayamama) 7. Bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma (örn. Bir işi, evliliği, çocukları ya da olağan bir yaşam süresi olacağı beklentisi içinde olmama)
D. Aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha fazlasının) bulunması ile belirli, artmış uyarılmışlık belirtilerin sürekli olması:
1. Uykuya dalmakta ya da uykuyu sürdürmede güçlük 2. İrritabilite ya da öfke patlamaları
3. Düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırmada zorluk çekme 4. Hipervijilans 5. Aşırı irkilme tepkisi gösterme
E. Bu bozukluk (B,C ve D Tanı Ölçütlerindeki belirtiler) 1 aydan daha uzun sürer
F. Bu bozukluk, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olur
Varsa Belirtiniz: Akut: Belirtiler 3 aydan daha kısa sürerse Kronik: Belirtiler 3 ay ya da daha uzun sürerse Varsa Belirtiniz: Gecikmeli Başlangıçlı: Belirtiler, stres etkenindne en az 6 ay sonra başlamışsa. (1,2,3) (DSM-IV-TR;2007, Öztürk; , Köroğlu;2012)
RUHSAL TRAVMA VE DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR
Travmatik yaşantılarla beraber görülebilecek diğer en önemli tanı grubu Dissosiyatif Bozukluklardır. Çocukluk çağında karşılaşılan ve tekrarlayıcı olan ruhsal travmalar erişkinlikte geçirilen tek bir travmatik olaya oranla farklı etki yaparlar. Dissosiyasyon başlangıçta çocuk tarafından normal olarak travmatik yaşantının üstesinden gelme çabası içerisinde ortaya çıkar. Ancak bu düzenek zamanla uyumsal olmayan ve patolojik bir sürece dönüşür. Çocuklarda ruhsal travmanın en yaralayıcıları ihmal ve istismardır.(Şar, 2000)
Ruhsal travma erişkinde ve çocukta farklı etki yapar. Çocukta dissosiyasyona yatkınlık daha fazladır, yaşla azalır. Bu nedenle çocukluk çağı travmatik yaşantıları erişkinlikteki dissosiyatif bozuklukların asıl nedenini oluşturur. Dissosiyatif düzenek başlangıçta çocuk tarafından normal olarak travmatik yaşantının üstesinden gelme çabası bağlamında kullanılır.
Ancak travmatik yaşantı ağır, yineleyici ve özellikle çocuğun sevgisine gereksinim duyduğu aile bireylerinin davranışlarından kaynaklanıyorsa bu savunma giderek yerleşir. (Şar, 2000)
RUHSAL TRAVMA VE KOMORBİDİTE
Travmatik olaylar sonucu Akut Stres Bozukluğu, TSSB, Disosiyatif Bozukluklara ek olarak diğer kaygı bozuklukları, depresyon, madde kullanımı, uyum bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk gibi başka rahatsızlıkların görülme olasılığı da vardır. TSSB’de yaşam boyu komorbid psikiyatrik bozukluk gelişme riski %70 civarındadır. TSSB, komorbid bozuklukların öncesinde veya sonrasında başlayabilmektedir.
Ruhsal bozuklukların giderek artan oranda TSSB’ye eşlik etmesi bağlamında dört temel varsayım geliştirilebilir. 1. Travma öncesi var olan ruhsal bozukluklar TSSB’ye olan duyarlılığı arttırıyor 2. Ruhsal bozukluklar TSSB’nin bir komplikasyonu olarak ortaya çıkıyorlar 3. Eşlik eden ruhsal bozukluklar bazı risk etkenlerinin etkileri sonucu ortaya çıkarlar 4. Komorbidite ölçüm yanlışlıklarının bir sonucudur.(Kaya, 2000)
TSSB’nin diğer ruhsal bozukluklarla birlikte görülmesi ile ilgili çalışmaların önemli bir kısmı savaş sonrası araştırmaları kapsamaktadır. ABD’de Vietnam Savaşı sonrası klinikte yatan TSSB tanısı almış hastaların %84’ünün en az bir başka psikiyatrik bozukluk tanı ölçütlerini karşıladığı görülmüştür. En sık görülen bozukluklar; madde-alkol kötüye kullanımı, antisosyal kişilik bozukluğu, somatizasyon bozukluğu ve depresyondur. (Kaya, 2000)
Yaşamı tehdit edici bir unsur olan doğal felaketlerle oluşan travma yıllar sonra bile devam edebilmektedir. Green ve arkadaşları Buffalo Creek baraj kazası sonucu oluşan sele maruz kalan 193 kişiyle uzunlamasına bir çalışma yapmıştır. İlk görüşmede %59 oranında olan TSSB belirtileri, 14 yıl sonraki görüşmelerde %39 olarak bulunmuştur. Aynı süreğenliğin eşlik eden psikiyatrik bozukluklar içinde geçerli olduğu görülmüştür. (Kaya, 2000)
Breslau ve arkadaşları yaşam boyunca bir ya da daha fazla travmaya maruz kalan 320 kadınla yapılan araştırmada TSSB yaygınlığını %13.8 olarak bulmuşlardır. Çalışmalarında TSSB’ye ankisyete, özgül anksiyete bozuklukları, depresyon ve madde kullanım bozukluklarının eşlik ettiğini saptamışlardır.(Kaya, 2000)
Depresyon ve TSSB birlikte en kolay ortaya çıkan ve en sık görülen bozukluktur. Bunu alkol ve madde kulanım bozuklukları ve anksiyete bozuklukları izlemektedir. TSSB’ye bağlı intihar girişimleri olmakla birlikte depresyonun varlığı bu riski daha da arttırmaktadır. (Kaya, 2000)
TRAVMA SONRASI HAYATA KÜSME BOZUKLUĞU
Hayata Küsme Bozukluğu (HKB) ilk olarak, 1999 yılında Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin dağılmasını izleyen süreçte, bu bölgeden gelen hastaların yoğun olarak başvurdukları bir psikiyatri kliniğinde yapılan pilot çalışmada tanımlanmıştır.(Hasanoğlu, 2008)
Her zaman ortaya çıkabilecek ve yaşamı tehdit etmeyen, her gün de maruz kalınmayan yaşam deneyimlerine karşı geliştirilen bu ruhsal tepki Hayata Küsme Bozukluğu olarak adlandırılmıştır. Ruhsal bozuklukların ortaya çıkmasında tetikleyici etken çoğunlukla işten çıkarılma gibi kesin olumsuz sonuçlara yol açabilecek, hayal kırıklığı yaratma olasılığı yüksek olan, bireyin temel yaşamsal ve bilişsel değer yargılarını örseleyebilecek, alışılmışın dışında ama hayatı tehdit etmeyen önemli bir yaşantıdır. Bunun sonucunda bireyler hayata küsme olarak tanımlanabilecek bir tablo geliştirmektedir. Hastalar TSSB’na benzer biçimde olayı sık sık anımsama ve tetikleyici etkene karşı kaçınma davranışı gibi belirtiler geliştirmektedir. Olayın anımsanması durumunda duygusal dalgalanmalar görülmekte, kişi depresif duygu durum, enerji kaybı, hiddet ve şiddet eğilimi gösterme gibi belirtiler geliştirebilmektedir. Diğer zamanlarda duygu durumda bir bozulma görülmemekte, normal yaşamına devam etmektedir. (Hasanoğlu, 2008)
Hayata küsme, toplumsal olarak haksızlığa uğrama durumlarında ortaya çıkan bir duygu ya da uzun süren işsizliğe gösterilen duygu durumsal bir tepki olarak tanımlanmaktadır. Hayata Küsme Bozukluğunda seyir çoğunlukla kötüdür, 6 ay içinde bir düzelme görülmez. Tetikleyici etkenin tanı koydurucu özelliği vardır bu yüzden tetikleyici etken göz önüne alınmadan tanı ve tedavi planlaması yapılamaz. Yaşanan tetikleyici etkenin travma olup olmadığı araştırılmalıdır. TSSB’da ölüm korkusu ve dehşete düşme etiyolojik olarak özgülken, HKB’da hastada daha çok hiddet ve küskünlük vardır. HKB kısmen uyum bozuklukları ile örtüşüyor olsa da daha çok TSSB kriterlerine uymaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayı HKB, TSSB ve uyum bozuklukları arasında bir tablo olarak değerlendirilebilir.(Hasanoğlu, 2008)
3.BÖLÜM
RUHSAL TRAVMA VE TÜRKİYE
Türkiye travmatik yaşantıların çok yoğun yaşandığı ülkelerden birisidir. Depremler, seller, insan hakları ihlalleri, zorunlu göç, çatışmalar, savaşlar, şiddet ve katliam olayları, kadına ve çocuklara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz travmatik etkiye sahip olabilecek bazı olaylardır.
A. DOĞAL KAYNAKLI RUHSAL TRAVMALAR VE TÜRKİYE
20. yüzyılın başından bu yana, Türkiye’de meydana gelen doğal afetler sonucunda 87,000 kişi hayatını kaybetmiş, 210,000 kişi yaralanmış, 651,000 konut yıkılmış veya ağır hasar görmüştür.(Ergünay, 2007)
1. DEPREMLER VE TÜRKİYE
Türkiye çok sayıda fay hattının üzerinde bulunan bir ülkedir ve bu nedenle günde ortalama yüz kadar irili ufaklı deprem meydana gelmektedir. Bu depremlerden bazıları hissedilirken bazıları da hiç hissedilememektedir. Kişide ruhsal travma yaratacak etkide olan depremler ise yıkıcı ve ölümle sonuçlanan derecesi yüksek deprem olaylarıdır. Deprem sonucunda ailesini, çocuğunu, kardeşini kaybedenlerde ve bu olaya tanık olanlarda travmatik sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Depremin tekrar olacağı korkusu, rüyalarında ve düşüncelerinde deprem anını tekrar tekrar yaşamak, deprem sonucu ölen kişilerin hayallerini görmek, en küçük bir sarsıntıda deprem oluyormuş hissine kapılmak ve uyarılmışlık düzeyindeki artışla irkilmelerin çok fazla olması deprem yaşamış bir kişide travmatik etkilerdir.
TABLO 2: Türkiye’de meydana gelen büyük depremler ve can kayıpları:
DEPREM NO
TARİHİ
YERİ
ŞİDDETİ
1
13 EYLÜL 1924
HOROSAN
6.8
CAN KAYBI 60
ERZURUM 2
31 MART 1928
İZMİR
6.5
50
3
18 MAYIS 1929
SUŞEHRİ
6.1
64
6.4
5
SİVAS 4
4 OCAK 1935
ERDEK BALIKESİR
5
19 NİSAN 1938
KIRŞEHİR
6.6
160
6
22 EYLÜL 1939
DİKİLİ, İZMİR
6.6
60
7
26 ARALIK 1939
ERZİNCAN
7.8
32700
8
15 KASIM 1942
BİGADİÇ
6.1
16
BALIKESİR 9
20 ARALIK 1942
ERBAA TOKAT 7.0
3000
10
20 HAZİRAN 1943
HENDEK
6.6
336
7.4
4000
ADAPAZARI 11
26 KASIM 1943
LADİK SAMSUN
12
1 ŞUBAT 1944
GEREDE BOLU 7.5
3959
13
6 EKİM 1944
AYVALIK
6.8
30
6.8
450
6.9
50
7.2
265
BALIKESİR 14
17 AĞUSTOS 1949
KARLIOVA BİNGÖL
15
13 AĞUSTOS 1951
KURŞUNLU ÇANKIRI
16
18 MART 1953
YENİCE ÇANAKKALE
17
16 TEMMUZ 1955
SÖKE AYDIN
6.8
23
18
25 NİSAN 1957
FETHİYE
7.1
67
MUĞLA
19
26 MAYIS 1957
ABANT BOLU
7.1
52
20
6 EKİM 1964
MANYAS
7.0
23
BALIKESİR 21
19 AĞUSTOS 1966
VARTO MUŞ
6.7
2396
22
22 TEMMUZ 1967
MUDURNU
7.2
89
ADAPAZARI 23
3 EYLÜL 1968
BARTIN
6.5
29
24
28 MART 1969
ALAŞEHİR
6.5
53
7.2
1086
MANİSA 25
28 MART 1970
GEDİZ KÜTAHYA
26
22 MAYIS 1971
BİNGÖL
6.9
1000+
27
6 EYLÜL 1975
LİCE
6.6
2385
7.5
3840
DİYARBAKIR 28
24 KASIM 1976
MURADİYE VAN
29
30 EKİM 1983
ERZURUM
6.9
1155
30
13 MART 1992
ERZİNCAN
6.8
498
31
1 EKİM 1995
DİNAR AFYON 6.1
90
32
27 HAZİRAN 1998
CEYHAN
6.2
146
ADANA 33
17 AĞUSTOS 1999
İZMİT
7.4
17118
34
12 KASIM 1999
DÜZCE
7.2
894
35
3 ŞUBAT 2002
SULTANDAĞI
6.5
44
6.1
1
AFYON 36
27 OCAK 2003
PÜLÜMÜR TUNCELİ
37
1 MAYIS 2003
BİNGÖL
6.4
177
38
8 MART 2010
KARAKOÇAN
6.1
51
39
19 MAYIS 2011
SİMAV
5.8
2
7.2
601
KÜTAHYA 40
23 EKİM 2011
TABANLI VAN
41
9 KASIM 2011
EDREMİT VAN 5.6 TOPLAM
5 77030
Not: Cumhuriyet kurulduğundan bu yana Türkiye’de gerçekleşen ölümlü depremler listeye alınmıştır.
Bu tabloya baktığımızda 41 tane ölümle sonuçlanmış deprem olduğu görülmektedir. Bu depremler sonucunda 77030 kişinin yaşamı son bulmuştur. Yaşamını yitirenlerin dört kişilik bir ailede yaşadığı varsayılırsa yaklaşık 300000 kişi bu ölümleri birebir yaşamıştır. Bunun yanında milyonlarca insan deprem sonucu yaşanan ölümlere tanık olmuş, yıkılan betonların altından yaralı kurtarılan binlerce kişiye yardım etmiş, evleri yıkılmış, eşyaları kullanılamaz hale gelmiştir. Tüm bunların travmatik etkileri yadsınamaz.
İnsan depreme bir kez maruz kaldıktan sonra artçı depremlerle birlikte sürekli deprem yaşanıyormuş hissine kapılmaktadır. Sürekli yerin sarsıldığı, oturduğu sandalyenin, koltuğun sallandığını hissetmektedir. Büyük depremden sonra yaşanan artçılar da azaldıkça bu duygu giderek azalmakta, kişi günlük yaşama uyum sağlayabilmektedir. İşte travmatik etkilerde burada başlamaktadır; kişinin sürekli olarak deprem oluyormuş hissine kapılmasıyla yaşamı artık alt üst olmuş durumdadır. Deprem sonucu meydana gelen ölümler, yaralanmalar, maddi zararlar da eklenince, travmayı tekrar tekrar yaşıyormuş gibi olma, uyuyama gibi durumlar travmayı sürekli hale getirmektedir.
Depremin üzerinden belirli bir süre geçtikten sonra, diğer insanlar günlük yaşamlarını devam ettirebilirken, travmaya maruz kalmış kişi için bu çok zor bir durumdur. Baktığı her yerde kaybettiği sevdiklerini, eşyalarını görür. Onlara yaptığı duygusal yatırımları sürekli olarak hatırlar. Sürekli ayaklarının altındaki yerin kayıp gittiği hissine kapılır. Deprem sonrası yardımlarda eğer zamanında ulaşmadıysa, doktorlara, psikologlara, Kızılay’a vb. yardım veren kişi ve kurumlara ulaşamamak, kişide ikincil yaralanmalara, diğer kişi ve kurumlara karşı güvensizliğe sebep olmaktadır.
Tüm bu etkenler göz önünde bulunmasına rağmen Türkiye’de hala deprem konusunda bilinç yeterli düzeyde değildir. Depremin fiziksel, ruhsal ve maddi boyutları olmasına karşın ülkemizde hala depremin sonuçları maddi olarak hesaplanmaktadır. Oysa ruhu yaralanmış milyonlarca insan bu ülkenin geleceği kişilerdir, maddi hesaplardan çok depreme maruz kalmış kişilere yönelik ruhsal travma ekiplerince ücretsiz psikoterapi, psikoeğitim, grup terapisi çalışmaları yapılarak yaşadıkları travmanın etkileri azaltılmalıdır. Devletin acil olarak ruhsal travma konusunda uzmanlaşmış ekip yetiştirmesi gerekmektedir.
2. SELLER VE TÜRKİYE
Türkiye kurulduğu günden bu yana çeşitli su baskınlarına maruz kalmıştır. Son zamanlarda su baskınlarında azalmalar olsa da yine de devam etmektedir. Su baskınları depremler gibi ne kadar doğal kökenli olsa da insanoğlunun ihmalkarlığı ölümleri ve maddi zararların büyüklüğünü arttırmaktadır. Depremlerden sonra en fazla mal ve can kayıpları su baskınları nedeniyle olmaktadır.
İklim değişiklikleri ve çevresel bozulmalarla yakından ilgili olan su baskınlarının sıklıkları ve büyüklükleri bölgeden bölgeye farklılık göstermektedir. Yerel meteorolojik şartlar, topografya, bitki örtüsü, sağanak yağışların oluşturduğu ani su baskınlarının yıkıcı etkilere yol açmasında önemli rol oynamaktadır. Özellikle, kurak bölgelerdeki yetersiz bitki örtüsü ve dik meyiller ani su baskınlarının hızını arttırmakta ve insan can ve malları üzerinde yıkıcı etkilere yol açabilmektedir. (Ergünay, 2007)
Türkiye’de yaygın ve şiddetli olarak devam eden ormansızlaşma ve doğal bitki örtüsünün tahribinin yol açtığı erozyon, Türkiye’nin birçok bölgesinde ani su baskınlarının meydana gelmesine neden olmaktadır. Uzun süre devam eden yağışlar sonucunda, arazinin doygun hale gelmesi sonrasındaki, ani sağanak yağışlar geniş bölgeleri etkileyen ani su baskınlarının temel nedenidir. Bunların yanında hatalı insan faaliyetleri de su baskınlarının
önemli bir nedeni olmaktadır. Şehirsel alanlarda, şehir yerleşme planları hazırlanırken, yörenin meteorolojik ve hidrojeolojik şartlarını dikkate alan, uygun kullanım kararlarının ve yöreye uygun inşaat tekniklerinin uygulanması su baskını risklerinin azaltılmasında önemli araçlardır. (Ergünay, 2007)
Türkiye’de geçmiş yıllarda meydana gelen su baskınları ile ilgili istatiksel veriler, 1955 – 2007 yılları arasındaki dönem için Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğünce toplanmakta ve yıllıklar halinde yayınlanmaktadır. Bu istatistiklere göre, ülkemizde, su baskınları nedeniyle bugüne kadar 1235 kişi hayatını kaybetmiş ve 61000 konut yıkılmış veya kullanılmaz hale gelmiştir.
DSİ’nin istatistiklerine göre, Türkiye’de 1955-1969 yılları
arasındaki sürede, yılda ortalama 80 akarsu tipi su baskını olayı meydana gelirken, 1970-2000 yılları arasındaki sürede, yılda ortalama olarak 24 su baskını yaşanmıştır.(Ergünay, 2007)
TABLO 3: En Çok Taşkın Tehlikesine Maruz İller DERECE İL
YILLIK SIKLIK
RİSKE NÜFUS
1
İZMİR
3.484
450,000
2
RİZE
1.841
55,000
3
KAHRAMANMARAŞ 1.608
35,000
4
DENİZLİ
0.596
20,000
5
TRABZON
0.508
32,000
6
ANTALYA
0.408
400,000
7
KIRIKKALE
0.396
10,000
8
BALIKESİR
0.172
15,000
9
BARTIN
0.132
60,000
MARUZ
10
BİTLİS
0.132
10,000
11
SİVAS
0.132
10,000
12
VAN
0.132
70,000
13
BATMAN
0.044
5,000
14
ZONGULDAK
0.024
25,000
15
ANKARA
0.024
100,000
TOPLAM
1,297,000
Seller sonucu oluşan can kayıpları ve maddi zararlara uğrama riski olan iller ve bu riske maruz kalabilecek kişi sayıları tabloda belirtilmiştir. Tablo göz önüne alındığında yine depremler gibi milyonlarca insan su baskınlarına ya maruz kalacak ya da birebir tanık olacaktır. Yaşanan can kayıpları, maddi zararlar, evlerin yıkılması, hayvancılıkla uğraşanların hayvanlarının telef olması, çiftçilikle uğraşanların tarım alanlarının yok olması vb. gibi durumlar yaşanan ruhsal travmanın şiddetini arttıracaktır. Yaşanan su baskınları sonucu yardım elinin hemen ulaşmaması travmanın süresini uzatmaktadır.
3. HEYELANLAR VE TÜRKİYE
Depremler ve su baskınlarından sonra ülkemizde etkili olan doğal afet türlerinden üçüncüsü heyelanlardır. Heyelanlar Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere Doğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerinde sıklıkla olmaktadır.
Heyelanlara etki eden başlıca doğal etmenler; iklim özellikleri, yağışlar, jeolojik yapı, arazinin topografyası ve bitki örtüsü olarak sıralanabilir. Bunların dışında, heyelan olaylarının gelişmesinde etkin olan, insan etkenine bağlı nedenlerde vardır ve heyelanların oluşmasında doğal etkenlerden daha fazla katkıda bulunmaktadır. Bunlar;
-
Göçlerin yol açtığı hızlı nüfus artışları
-
Şehirsel alanlarda, dik meyil ve yamaçlar üzerinde yoğunlaşan kaçak yapılaşmalar
-
Şehirsel alanlarda doğal tehlikeleri dikkate alan yeterli düzeyde arazi kullanım kararlarının ve planlarının bulunmayışı
-
Yerleşme ve yapılaşmaların denetim eksiklikleri
-
Yol inşaatları sayılabilir. (Ergünay, 2007)
1958-2000
yılları
arasındaki
dönemde,
Türkiye’de
olmuş
veya
muhtemel
heyelanlardan 4250 yerleşim birimi etkilenmiş ve bu olaylar sonucunda 197 kişi hayatını kaybetmiştir. Afet İşleri Genel Müdürlüğünün arşiv bilgilerine göre, bu dönemde, 63,000 konut yer değiştirerek daha güvenli yerlere taşınmıştır. (Ergünay, 2007)
TABLO 4: En Çok Heyelan Tehlikesine Maruz İller
DERECE İL
OLAY SAYISI
RİSKE NÜFUS
1
TRABZON
272
16,500
2
KASTAMONU
229
13,800
3
ZONGULDAK
204
12,250
4
K.MARAŞ
201
12,100
5
ERZURUM
155
9,300
6
RİZE
151
9,100
7
MALATYA
141
8,500
8
SİVAS
137
8,200
9
ANKARA
131
7,900
MARUZ
10
ERZİNCAN
125
7,500
11
SİNOP
120
7,300
12
ÇORUM
117
7,200
13
BİNGÖL
115
6,900
14
ARTVİN
114
6,850
15
İÇEL (MERSİN)
108
6,500
2,320
139,900
TOPLAM
Heyelanlar da deprem ve su baskınları gibi Türkiye’de çok sayıda meydana gelmektedir. Heyelanlar nedeniyle yüz binlerce insan ölebilmekte ve evsiz kalabilmektedir. Evin yerinden oynaması, toprağın evi yıkması veya kaya düşmeleri sonucu insanlar ruhsal travma yaşayabilmektedir. Bu olaylardan sonra kişiler günlük yaşamında tekrar tekrar evin yerinden oynadığını hissedebilmekte, büyük kayaların olduğu yerde yürüyememekte ve rüyalarında sürekli olarak toprak kaymalarına maruz kalmaktadır.
4. ÇIĞ DÜŞMELERİ VE TÜRKİYE
Türkiye’de iklimsel koşullara bağlı olarak gelişen ve insanlar üzerinde zarar verici etkisi olan diğer bir afet türü de çığ düşmeleridir. Ülkemizde kar yağışının yoğun olduğu Doğu Anadolu Bölgesinde ve Karadeniz Bölgesinin iç kesimlerinde etkili olmaktadır. Çığ düşmeleri sonucu can kayıpları yaşanabilmekte, evler yıkılabilmekte ve maddi zararlar olabilmektedir.
Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 1950 yılından bu güne Türkiye’de, yerleşim yerlerini etkileyen, 389 çığ olayı yaşanmış ve bu olaylar nedeniyle 1039 kişi hayatını kaybetmiş, 268 kişi yaralanmış ve 5164 konut kullanılamaz hale gelmiştir. Özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde; Erzurum, Kars, Tunceli, Bitlis, Bingöl illeri çığ tehlikesi ve riskinin en yüksek olduğu iller arasındadır. (Ergünay, 2007)
TABLO 5: Türkiye’de Çığ Düşmeleri 1980-2000 YIL
OLAY
CAN KAYBI
YARALI
YERLEŞTİRİLEN AİLE
1981
2
14
-
52
1982
10
15
-
117
1983
14
6
-
400
1984
6
-
-
94
1985
2
7
-
29
1986
2
1
4
16
1987
10
18
-
146
1988
13
27
8
365
1989
7
4
-
77
1990
4
4
1
47
1991
12
7
-
267
1992
112
328
53
1,656
1993
31
135
95
146
1994
6
26
7
-
1995
3
7
2
68
1996
5
8
1
67
1997
8
16
3
88
1998
13
6
5
178
1999
5
10
3
31
2000
9
12
14
-
974
258
5,154
TOPLAM 344
Tabloya baktığımızda yaklaşım bin kişi yaşamını yitirmiş ve 258 kişi yaralanmıştır. Bu kişilerin dört kişilik bir ailede yaşadığı varsayılırsa yaklaşık 5000 kişi ölüm ve yaralanmalardan doğrudan etkilenmiştir. 5,154 ailenin yerleşim yerleri değiştirilmiş, bu da 4 kişilik bir aile olduğu varsayılırsa yaklaşık 20000 kişi yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Dolaylı olarak çığ düşmelerinden ülkemizde ortalama 50000 kişi etkilenmektedir.
B. İNSAN KAYNAKLI RUHSAL TRAVMALAR VE TÜRKİYE
İnsan kaynaklı ruhsal travmalar savaşlar, işkenceler, zorunlu göçe tabi tutulma, katliamlar, çatışmalar, şiddet, taciz, tecavüz gibi olayları içerir ve bu olaylardan sonra insan ruhunda kapanması zor yaralar açılır.
Ülkemize baktığımızda bu gibi olayların çok sayıda yaşandığını ve halen de yaşanmaya devam ettiğini biliyoruz. Ülkemizin geçmişinde Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı gibi iki önemli savaş vardır. Bu savaşlardan büyük ölümlerle çıkmış olan bir ülkenin yeniden yapılanma sürecide travmatiktir. İmparatorluktan Cumhuriyet rejimine geçilmesi, yeni yaşam biçimlerinin yerleşmesi de ülkemizde geçiş aşamasında travmatik etkiler bırakmıştır. Ayrıca ülkemizde meydana gelen dört askeri darbe sonucu milyonlarca insan mağdur olmuş, kimileri öldürülmüş, kimilerine işkence yapılmış, kimileri zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Bazıları işsiz kalmış, bazıları fişlenmişlerdir.
Ülkemizde 1970lerde yaşanan çatışma ortamlarında da binlerce insan mağdur olmuş, ölümlerle sonuçlanan çatışmalar meydana gelmiştir. Ayrıca ülkemizde Alevi-Sünni ayrımından kaynaklanan Alevi vatandaşlarımıza uygulanan inkar, red, Maraş, Çorum ve Sivas katliamları gibi olaylar meydana gelmiştir.
1980lerden beri ülkemizin güneydoğu ve doğu Anadolu bölgesinde gerçekleşen PKK TSK düşük yoğunluklu savaşı sonucunda binlerce asker ve genç hayatını kaybetmiştir. Bölgede yaşayan yüz binlerce Kürt vatandaşımız köylerinden, evlerinden zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Çocuklar silah, çatışma ve helikopter sesleriyle travmatik bir ortamda büyümüşlerdir. Ayrıca Kürt vatandaşlarımıza yönelik dilini ve kültürünü inkar, asimilasyon politikaları da Kürtler üzerinde travmatik etkiler bırakmıştır.
Ülkemizde kadına ve çocuklara yönelik uygulanan şiddet, taciz ve tecavüz olayları da çoktur. Kadın ve çocuklar üzerinde büyük yıkımlara yol açan bu olaylar töre ve namus kavramlarıyla masum gibi görünmeye hala devam etmektedir.
1. SAVAŞLAR VE TÜRKİYE
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkiye çok çeşitli savaşlardan çıkarak bugünlere gelmiştir. Türkiye’nin sosyal ve jeopolitik konumu savaşan taraflar için vazgeçilmez bir üs olmaya hala devam etmektedir.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılma döneminde başlayan savaşlar Anadolu’da yaşayan halkın savaşlara çağrılmasıyla devam etmiştir. Bu dönemde yaşanan en büyük savaşlar Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşlarıdır. Toplamda sekiz yıl süren bu savaşlar Anadolu halkının harap ve bitap bir durumda olmasına yol açmıştır. Kimilerinin eşleri, kimilerinin nişanlıları, bazılarının ise daha 14 yaşındaki çocukları bu savaşlarda ölümle karşılaşmışlar, bazılarından ise hiç haber alınamamıştır. Bu savaşlardan sakat dönenlerde ve geride kalan aile üyelerinde büyük travmatik yıkım oluşmuştur.
TSSB’nin tanısal gelişimini izlediğimizde İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıktığını görürüz. Dünyanın dikkatini İkinci Dünya Savaşıyla çeken TSSB, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında da dikkatle incelense görülebilecek bir rahatsızlıktı. Özellikle ülkemizde her şeyin bittiği anda yeniden kendi küllerinden doğabilme gücünün
gösterildiği Kurtuluş Savaşındaki milyonlarca askerde TSSB belirtileri görülmüştür. Çanakkale Savaşında Seyit Onbaşının gösterdiği kahramanlık, 10-15 kişilik askeri ekibin yüzlerce askeri yenebilmesi TSSB’nin alt belirtilerinin işaretleridir.
Savaş gerçekten bir cinayettir. Karşınızdaki insanı gözünüzü kırpmadan öldürebilme dürtüsüyle hareket etmeniz şarttır. Karşınızdakinin kim olduğu, ne olduğu önemli değildir. Savaş sırasında bunların hiç birini düşünmez insanoğlu ve kurulmuş bir robot gibi karşısında kim olursa öldürmeye odaklanmıştır. Bu Freud’un keşfettiği dürtülerden birisi olan saldırganlık dürtüsünün ta kendisidir.
Savaşlardan sağ kurtulan, sakat kalıp evine dönen askerlerde uzun süre TSSB belirtileri görülür. Özellikle rüyalarında savaş anını yeniden yaşarlar ve bu yüzden uyku sorunları çekerler. Gündüz halüsünasyon şeklinde düşlemler görebilirler ve birden irkilerek kendilerine gelebilirler. Ölmediği, “şehit” olmadığı için kendisini başarısız, gereksiz hisseden binlerce asker vardır. Çevresinden kaynaklanan ikincil yaralanmalar kendini suçlamaya kadar gidebilir ve öyle bir an gelir ki intihar davranışları da görülebilir.
Savaşlardan sonra ailelerde büyük travmalar yaşarlar. Çocuğu savaşta ölmüş ailelerin onu yitirmenin acısını kabullenmeleri çok uzun sürebilir. Mezarını bile bulamayan aileler hep bir umut içinde günün birinde çıkıp geleceğini bekleyebilir. Eşini savaşta kaybetmiş bir kadın her şeyini çocuklarına adayarak kendinden vazgeçebilir, sevme duygusunu kaybedebilir. Babasını savaşta kaybetmiş çocuklarda baba figürü oluşmaz, rol model alabilecekleri babanın eksikliğini ömür boyu hissedebilirler.
Ülkemizde kullanılan “şehit” kavramı ölümleri rasyonalize etmede insan ruhuna büyük
katkı
sağlar.
“Şehit”
kavramıyla
insanlar
ölümleri
biraz
daha
kolay
kabullenebilmektedir. “Şehitlik” kavramının dini bir yönünün de olması, İslam dini açısından şehitlerin cennete gideceklerinin bilinmesi, ölümün daha kolay kabullenilmesini de sağlamaktadır. Bu tür bir savunma mekanizması ülkemizdeki insanların hayata daha çabuk dönmesine yardımcı olmaktadır.
Ayrıca ülkemizde “vatan sağ olsun” kavramı da ölümleri kutsallaştırmaktadır. Bir şehit babasının söylediği “ vatan sağ olsun, bir oğlum daha olsa o da feda olsun vatana” sözü ölümü rasyonalize etmede bilinç süreçlerinin etkinliğini bize göstermektedir. Belki de binlerce yıldır bu ülkenin insanlarına işlenen “kutsal vatan” kavramı bu şekildeki bir olguyu bize güzelce açıklamaktadır.
Aşağıda paylaştığımız tabloda Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonucu meydana gelen ölümler listelenmiştir. Bu listelere Milli Savunma Bakanlığının sitesinden ulaşılmıştır.
Tablo 6: 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı Şehit Listesi İLLER
1.
KURTULUŞ
DÜNYA
SAVAŞI
TOPLAM
İLLER
SAVAŞI
1.
KURTULUŞ
DÜN
SAVAŞI
TOPLAM
YA SAVA ŞI
ADANA
1256
369
1625
ARDAHAN
2
22
24
ADIYAMAN
151
11
162
ARTVİN
155
27
182
AFYON
2784
439
3223
AYDIN
2242
212
2454
AĞRI
27
2
29
BALIKESİR
3823
40
3863
AKSARAY
445
136
581
BARTIN
653
145
798
AMASYA
444
251
695
BATMAN
7
-
7
ANKARA
3097
915
4012
BAYBURT
210
18
228
ANTALYA
1571
335
1906
BİLECİK
1241
209
1450
BİNGÖL
93
6
99
İSTANBUL
2607
185
2792
BİTLİS
247
9
256
İZMİR
2449
48
2497
BOLU
2375
553
2928
K.MARAŞ
560
160
720
BURDUR
799
156
955
KARAMAN
685
176
861
BURSA
4322
334
4656
KARS
7
12
19
ÇANAKKALE
2119
32
2151
KASTAMONU
3898
751
4649
ÇANKIRI
1464
358
1822
KAYSERİ
1771
275
2046
ÇORUM
2552
506
3028
KIRIKKALE
370
119
489
DENİZLİ
2803
523
3326
KIRKLARELİ
644
9
653
DİYARBAKIR
397
46
443
KIRŞEHİR
856
180
1036
EDİRNE
1645
24
1669
KOCAELİ
1089
202
1291
ELAZIĞ
606
54
660
KONYA
3726
798
4524
ERZİNCAN
579
39
618
KÜTAHYA
ERZURUM
699
103
802
MALATYA
520
38
558
ESKİŞEHİR
1255
278
1533
MANİSA
2954
55
3009
G.ANTEP
1141
408
1549
MARDİN
141
13
154
GİRESUN
631
320
951
MERSİN
1775
406
2181
GÜMÜŞHANE
241
41
282
MUĞLA
1071
206
1277
HAKKARİ
30
-
30
MUŞ
80
5
85
HATAY
493
3
496
NEVŞEHİR
769
198
967
ISPARTA
1068
267
1335
NİGDE
774
207
981
ORDU
689
421
1110
RİZE
276
51
327
SAKARYA
1097
291
1388
TEKİRDAĞ
922
7
929
SAMSUN
790
404
1194
TOKAT
796
349
1145
SİİRT
139
4
143
TRABZON
749
244
993
SİNOP
1944
356
2300
TUNCELİ
61
-
61
2121
224
2345
SİVAS
1061
306
1367
UŞAK
1062
26
1088
Ş.URFA
609
52
661
VAN
302
9
311
ŞIRNAK
3
-
3
YOZGAT
509
350
859
ZONGULDAK
580
354
934
İLİ
84
1428
BELLİ 1344
OLMAYANLAR 1. DÜNYA SAVAŞI
84847
TOPLAM
İKİ
SAVAŞ
99613
TOPLAMI
KURTULUŞ
14766
SAVAŞI TOPLAM
(http//www.msb.gov.tr/arsiv) Bu tabloya baktığımızda iki savaş içerisinde resmi kayıtları bulunan yüz bin insan ölmüştür. Aslında bu rakamların gerçeği çok yansıtmadığı düşünülmektedir. Milli Savunma Bakanlığı’nın sitesindeki bu rakamlar zamanın Osmanlı nüfusuna kayıtlı kişilerini kapsamaktadır. Dönemin tarihsel şartları düşünüldüğünde de verilen şehit sayısı çok fazla çıkacaktır. Kurtuluş Savaşında on beş bin civarında şehidin var olduğunun gözükmesinin nedeni de düzenli ordunun kayıplarının listelenmesidir. Kuvay-ı Milliye güçlerinin ve bölgesel direnişe katılan insanların ölümleri listelenmemektedir. Adana, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Gaziantep, Aydın, Isparta, İzmir gibi illerdeki yerel direniş ve halk da çok sayıda kayıp vermiştir. Bütün bunlar düşünüldüğünde yüz bin rakamının az olduğu görülecektir. Ayrıca askeri kaynaklarda sadece cephede ölenlerin şehit sayılması bu rakamın düşük çıkmasının nedenidir. Çanakkale Savaşlarında bile kimi kaynaklara göre 250 bin kimi kaynaklara göre 500 bin asker şehit olmuştur. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde milyonlarca insanın travmatik yaşam koşullarına maruz kaldığını görebiliriz. İmparatorluk için savaşılan Birinci Dünya Savaşı, sonra kendi bağımsızlığı için savaşılan Kurtuluş Savaşı ve hemen sonrasın imparatorluğun yıkılıp Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve yüz binlerce şehit listesi; bütün bunlar travmanın şiddetinin hiç kesilmeden devam ettiğinin göstergesidir.
Yukarıdaki tablo ülkemizde hangi ilde kaç şehit verilmiş, hangi il daha az şehit vermiş tartışmaları için çıkarılmamıştır. Bu tablonun hazırlanması ülke genelinde insanların nasıl
seferber oldukları, birlikte hareket ettiklerini göstermek için hazırlanmıştır. Kimi illerde az şehit olmasının sebebi devletin o günkü koşullarda askeri harekat için o bölgeden daha az asker çağırması neticesinde olmuştur. Devlet ulaşım koşulları kötü ve cepheye uzak yerleşim bölgelerinden asker çağırmamıştır.
2. KATLİAMLAR, ÇATIŞMALAR VE TÜRKİYE
Katliam, kendisini savunması imkansız olan çok sayıda insanın öldürülmesi olayıdır. Türkiye geçmişinden günümüze çeşitli katliamlara, çatışmalara maruz kalmıştır. Bu çatışma ve katliamlarda yüzlerce insanımız yaşamını yitirmiş, yine yüzlerce insanımız yaşanan travmatik olaya tanık olmuştur. Kimi zaman köyler basılmış masum insanlar öldürülmüş, kimi zaman sağ sol çatışmasında sokak ortasında infaz edilmiştir. Bombalar patlatılmış, zorunlu göçe tabi tutulmuş, insan haklarına aykırı yüzlerce uygulama sonucunda binlerce insan travmadan etkilenmiştir. Kuşkusuz yaşanan süreçten etkilenen en çok çocuklar ve kadınlar olmuştur. Çeşitli askeri darbelerle insanların yaşama özgürlükleri elinden alınmış, yüzlerce insan işkence, faili meçhul, idamdan öldürülmüştür. Yine darbeler neticesinde yüzlerce insan ömürlerini hapishanelerde geçirmek zorunda kalmıştır.
Türkiye’de genel anlamda bakıldığında travmatik etkilerle hayatına devam eden binlerce insan olduğu söylenebilir. Kim unutabilir ki kendisine yapılan işkenceyi 30 yıl sonra bile, kim unutabilir ki köylerinden zorla göç ettirilip büyük şehirlerin varoşlarında aç kalmayı. Hangi çocuk unutabilir ki yaşı gelse de kırka babasını gözünün önünde öldürenleri. O yüzden travmanın psikososyal boyutu da çok önemlidir.
Toplumsal travmatik bellek, yaşanan travmanın o toplum tarafından unutulmadan nesiller boyunca aktarılması olayıdır. Toplumsal travmatik bellek genellikle hikaye, türkü, ağıtlar gibi Anadolu insanının sözel yanıyla yüzyıllar boyunca taşınabilmiştir. Örneğin; Pir Sultan Abdal’ın türküleri, maruz kaldığı olaylar yüz yıllardır türkülerle taşınmıştır. Toplumsal travmatik belleğin bir diğer özelliği de o toplumun birbirine kenetlenmesine yardımcı bir rol
üstlenmesidir. Travmaya maruz kalan toplum, travmanın etkisiyle birbirlerine daha çok destek sunabilmektedir.
Özellikle ülkemizde toplum travmatik belleğin izlerini günümüzde de görmek mümkündür. Örneğin Kurtuluş Savaşında gösterilen kahramanlıklar, destanlar hala belleğimizde düşmanlara karşı uyanık olmamız gerektiği fikrini canlı tutabilmektedir. Ülkemizde farklı kültür, etnik kimlik ve inanışa sahip milyonlarca insan vardır. Bu mozaik tablo içerisinde yıllar içerisinde katliamlar, çatışmalar, sürgünler yaşanmıştır. Bu olayların acısını hala içerisinde tutan, yaşayan ve bu olayları nesillerden nesillere aktaran toplumlar vardır.
Toplumsal travmatik bellek ile barışmak Türkiye’deki tüm halkla barışmaktır. Toplumsal barışın temelleri insanların toplumsal travmatik belleğine girerek olmalıdır. Anayasal süreçler, verilen sözler hiçbir şekilde toplumsal travmatik belleğe hitap etmemektedir. Çünkü toplumsal travmatik belleğe sahip insanlar ve toplumlar hala tedirginlik, korku ve endişe içerisindedirler. Hep dikkatli olmak zorunda hissederler kendilerini. Dikkatli olmazlarsa geçmişte yaşadıkları olayların benzerlerini yaşayabilme ihtimalini yanlarında taşırlar.
Toplumsal travmatik bellek nesilden nesile aktarılan travmatik yaşantılardır ve bu yaşntılar kimi zaman nesilden nesile aktarılırken ( genellikle sözle aktarımlar olduğu için ) yanlış veya eksik aktarımlar meydana gelebilmektedir. Bazen abartmalar işin içine girebilmektedir. Bu durumda travmaya maruz kalmış kitlelerin daha çok öfkeli, kavgacı ve öc alma duygusu içine girmesine neden olmaktadır. Travmayı kullanarak, travmaya maruz kalan insanların travmatik belleklerindeki olayları tekrar yaşanmasına neden olabilen, bunlardan çıkar sağlamak isteyen gruplarda olabilmektedir.
Oysa insan olarak hepimizin görevi, yaşanan travma için toplumsal travmatik belleğe sahip insanlarla iyi ilişkiler kurmak, onların haklarına saygı göstermek, farklılıklara saygı duyabilmek, demokrasiyi önce kendi içimizde, sonra aile içerisinde daha sonra da toplum
içerisine yerleştirmek, onlarında bu ülkenin vatandaşı olduğunu hissettirebilmektir. Eğer biz bunları yaparsak toplumsal barış yavaş yavaş kendiliğinden gelişir.
Toplumsal travmatik belleğin gelişmesine neden olan olaylar şunlar olabilir; savaşlar, katliamlar, çatışmalar, sürgün edilmeler, mübadele, yağmalama, bir inanç veya etnik grubu bastırmak için toplu kıyımlar vb. Tüm bunlar küçük bir kitlenin veya toplumsal yığınların travmatik belleğe sahip olmalarına neden olabilir. Toplumsal travmatik bellek sayesinde o toplum ayakta kalabilmekte ve kendisinin var olma gücü olarak yaşadıkları travmatik olayları görebilmektedir. Türkiye’de toplumsal travmatik belleğin gelişmesine neden olan olaylar şöyle sıralanabilir;
Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı bu ülkenin görüp geçirdiği en kötü savaş deneyimleriyle doludur. Devletin resmi rakamlarına göre yüz bin civarında askerin öldüğü bilinmektedir. Ancak nüfus kaydı olmayan, asker olmayan, bulunduğu bölgelerde yerel direnişle savaşan yüz binlerce insanımız da ölmüştür. Tüm bunların yanında yakılan, yağmalanan köyler, köylerinden zorla kaçmaya çalışanlar, kaçarken öldürülenler, tecavüz edilen kadınlar, hastalıktan ölen çocuklar ve kadınlar vardır. Bunların hepsi düşünüldüğünde sadece cephede ölen askerlerle açıklanamayacak kadar büyük bir travma yaşamıştır toplumumuz.
Ermeni Tehciri; 1915 yılında Osmanlı Devleti’nin çıkarmış olduğu Tehcir Kanunu ile mülki ve askeri yöneticilere uygun gördükleri kişileri başka yerlere nakletme yetkisi verildi. Ülkemizin özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşayan Ermeni kökenli vatandaşlarımız zorunlu göçe tabi tutuldu. Ülkenin çeşitli yerlerine göçler yaşandı. Bu süreçte evlerini, memleketlerini terk etmek istemeyen Ermeniler Müslümanmış gibi davranarak tehcirden kurtulmuştur. Kimi Ermeni aileler çocuklarını tehcir sırasında yanında götürmemek için komşuları olan Müslüman ailelere çocuklarını bırakmışlardır. Bu çocukların ileride isimleri değişmiş ve dini inançları da artık Müslüman olmuştur. Tehcire tabi tutulan Ermeni vatandaşları içerisinde
dönemin zorlu şartlarında salgın hastalıklarda baş göstermiştir. Salgın hastalıklardan korunamadıkları için birçok Ermeni vatandaşımız tehcir sırasında ölmüştür. Tehcir yolları üzerinde yaşanan baskınlar, çatışmalar sonucu birçok Ermeni vatandaşımız ölmüştür. Tüm bunlar sonucunda Ermeni vatandaşlarımız büyük acılar çekmişlerdir. İster Ermeni Diasporasının ister Türkiye’nin açıklamaları yaşanan trajediyi açıklamaya yetmemektedir. Ermeni Diasporası işi sadece yaşanan ölümler üzerinden politize etmeye çalışmaktadır. Oysa Ermeni vatandaşlarımız için bundan acı bir şey olamaz. Ermeni Tehciri sırasında Türk Tarih Kurumu’na göre 413.067 kişi tehcire tabi tutulmuştur. Encylopedia Britannica’ya göre ise 1.000.000 – 1.200.000 kişi tehcire tabi tutulmuştur. ABD resmi kaynaklarına 486.000, Catholic Encylopedia’ya göre 600.000, Salahi Sonyel’e göre ise 700.000 kişi tehcire tabi tutulmuştur. Tehcir konusunda bile bilgiler net olarak birbiriyle örtüşmemektedir. Tehcir sırasında ise kimileri bir milyon kişinin öldüğünü, kimileri yüz bin civarında insanın öldüğünü belirtmektedir. Burada sayıların bir önemi yoktur, önemli olan yaşanan acıların büyüklüğü. Yaşanan acıların şiddeti o kadar büyük ki hala travmatik bellekten silinememekte ve Ermeni vatandaşlarımızın acıları hala içlerindedir.
1938 Dersim Katliamı; o zamanlar Dersim bölgesinde devletin hakimiyetini sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği harekatlardan oluşmaktadır. Harekat sırasında bir çok köy bombalanmış, bir çok yerde asker ile köylüler arasında çatışmalar çıkmıştır. Çatışmalar sonucunda bölgede yaşayan yaklaşık 13.000 bin insan ve 199 asker ölmüştür. Bu olaylardan sonra Seyit Rıza ve arkadaşları idam edilmiştir. Dersim’de derelerin bu katliamlar sonucu kırmızı aktığı rivayet edilmiş ve ağıtlarla, türkülerle günümüze kadar taşınmıştır. Dersim katliamı sonucunda 12.000’den fazla insan zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Ülkenin batısında birbirleriyle görüşemeyecekleri bölgelere dağıtılmışlardır. Kız çocukları batı bölgelerinde başka ailelere verilmiştir. Zorunlu göç ve çocukların başkalarına verilmesi asimilasyon politikalarının sonuçlarıdır. Tüm bunlara baktığımızda Dersim’de yaşayan Alevi inancına mensup binlerce insan günümüzde etkileri hala devam etmekte olan travmayı yaşamaktadır. Bugün yeni yeni konuşulmaya başlanan olayla ilgili bir çok araştırma yapılmakta,
döneme ait belgeseller çekilmektedir. Dersimin Kayıp Kızları belgeseli ise kız çocuklarının izini sürerek yaşanan travmanın boyutunu bizlere göstermektedir.
33 Kurşun Katliamı; 1943 yılının Temmuz ayında Van’ın Özalp ilçesinde 33 kişinin kaçakçılık iddiası ile askerlerce yargısız olarak kurşuna dizilmesi olayıdır. 32 kişi ölmüş ve bir kişi kaçmayı başarmıştır. Kaçan kişinin ifadesi ile olay gün yüzüne çıkmıştır. Şair Ahmed Arif 33 Kurşun şiiri ile yaşananları anlatmıştır.
6 – 7 Eylül Olayları; 1955 yılında İstanbul’da yaşayan Rum vatandaşlarımıza yönelik yapılan bir yağmalama hareketidir. Kıbrıs’ta yaşanan olaylar bahane edilerek, Selanik’te Atamızın evi bombalandı haberleri ile İstanbul’da yaşayan Türkler Rumlara karşı kışkırtılmıştır. Bu kışkırtmalar sonucu Türk basınına göre 11, Yunan basınına göre 15 kişi ölmüştür. Resmi rakamlara göre 30, gayrı resmi rakamlara göre 300 kişi yaralanmıştır. Sayısı tahmin edilemeyen tecavüz olayları meydana gelmiştir. 4214 ev, 1004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile 5317 mekan saldırıya uğraşmıştır. Maddi hasar o günün değerine göre 150 milyon Türk Lirasıdır. Tahrip edilen iş yerlerinin %59’u Rumlara, %17’si Ermenilere, %12’si ise Yahudilere aittir. Olaylardan sonra binlerce Rum Türkiye’den göç etmiştir. 1925’te İstanbul’da 100.000 nüfusu olan Rumlar, 2006’da 2500 kişiye kadar düşmüştür.
1 Mayıs Katliamı; 1 Mayıs 1977 yılında İşçi Bayramında yaklaşık beş yüz bin kişilik kitlenin üzerine açılan ateş ve bu karmaşada ezilerek hayatını kaybedenlerin oldu bir katliamdır. 34 kişi ölmüş 136 kişi yaralanmıştır. Ateş açılan bölgeler özellikle seçilmiş ve insanların kaçabileceği alanlar tahmin edilmiş çıkan kargaşada kaos yaratmak planlanmıştır. Bu olaydan sonra işçiler, emekçiler ve 1 Mayısı kutlamak isteyen insanlar yıpratıcı şekilde etkilenmiştir. Katliamı yapanların yargılanmaması, adaletten kaçırılması ve Taksim Meydanının 1 Mayıslara hala kapalı olması travma üzerinde ikincil yaralanmalara neden olmaktadır. Günümüzde hala 1 Mayıs 77’de ki coşku
işçiler
arasında
destansı
şekilde
aktarılarak
travmatik
bellek
canlı
tutulmaktadır.
16 Mart Katliamı; 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde patlatılan bomba sonucu sol görüşlü 7 öğrenci öldürüldü, 41 öğrenci de yaralandı.
Bahçelievler Katliamı; 8 Ekim 1978’de Ankara Bahçelievler Mahallesi 15. Sokakta gerçekleştirilen katliamdır. Katliamı gerçekleştiren ülkücüler eve baskın yaparak evde yaşayan sol görüşlü 7 öğrenciyi boğarak ve silahlı saldırı ile öldürmüşlerdir.
Maraş Katliamı; 19 – 26 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta Alevi vatandaşlarımıza
yönelik
gerçekleştirilen
katliamdır.
Katliam
öncesi
Kahramanmaraş’ta halkı kışkırtmak için çeşitli oyunlar sahnelenmiştir. 19 – 26 Aralık arasında bu oyunlar katliama dönüşmüştür. Alevi vatandaşların evleri işaretlenmiştir ve katliam günü evler ateşe verilmiş, içerisindeki vatandaşların bazıları öldürülmüş bazıları yaralanmıştır. Kadınların bazıları tecavüze uğramış, çocuklar bile göz kırpılmadan öldürülmüştür. Kahramanmaraş’ta yaşayan Alevi vatandaşlarımız göç ettirilmeye zorlanmıştır. Bu olaylar sırasında devlet olaylara hakim olamamıştır. Resmi rakamlara göre 150 kişi öldü, 176 kişi de yaralandı. Resmi olmayan rakamlara göre ise ölü sayısı 500’ün, yaralı sayısı ise 1000’in üzerindedir. Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı, tahrip edildi, 100’e yakın iş yeri yağmalanmıştır. Bu olay Alevilerin daha önceki yaşadıkları katliamların en büyüğüdür.
Çorum Katliamı; 1980 yılının Temmuz ayında Çorum’da Alevilere yönelik meydana gelen katliamdır. Çoğunluğunu Alevi vatandaşların oluşturduğu 57 kişi hayatını kaybetmiş, 100’den fazla insan yaralanmıştır.
Sivas Katliamı; 2 Temmuz 1993 yılında Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında kente gelen aydın, sanatçı ve yazarların kaldığı Madımak Otelinin kalabalık bir grup tarafından ateşe verilerek çoğunluğu Alevi 33 yazar, şair, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanının öldürüldüğü katliamdır. Katliamı yapan grup o kadar öfkeli bir gruptu ki devletin güvenlik güçleri hiçbir müdahalede bulunmamıştır. 35 kişinin yanarak, gazdan zehirlenerek öldürülmesine göz yumulmuştur.
Osmanlıdan günümüze kadar dışlanan, hor görülen ve asimile edilmeye çalışılan Aleviler için toplumsal travmatik bellek tekrar çalıştırılmıştır. Yavuz Sultan Selim ile birlikte başlayan dönemden günümüze kadar çeşitli zamanlarda katliama uğrayan Aleviler, sazlı ve sözlü gelenekleriyle yaşanan travmaları, canlı canlı günümüze kadar toplumsal travmatik bellekleriyle aktarmışlardır. Ülkemizde en çok travmaya maruz kalan inanç grubunu Aleviler oluşturmaktadır. Günümüzde bile inançları üzerinden hala ezilen, Cemleri bile yasal statüye kavuşturulmayan Aleviler yüzyılların travmatik etkilerini beklide gelecek bir yüzyılda torunlarına aktarmayı sürdüreceklerdir. Alevilere yönelik gerçekletirilen katliamlar ve saldırılar şunlardır; 1938 Dersim Katliamı, 1938 Zine Gediği Katliamı, 1966 Ortaca Saldırısı, 1968 Hekimhan Saldırısı, 1978 Malatya Saldırısı, 1978 Maraş Katliamı, 1980 Çorum Katliamı, 1993 Sivas Katliamı, 1995 Gazi Katliamı.
1984 yılından itibaren ülkemizde PKK ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında düşük yoğunluklu çatışmalar yaşanmaya başlamıştır. Bu çatışmalarda kimi zaman karakol baskını, kimi zamanda dağlarda çatışmalar bazen de köy baskınları ile katliamlar gerçekleştirilmiştir. 1984 – 2006 yılları arasında öldürülen sivil vatandaş sayıları şöyledir; 5219 vatandaş, 1330 köy korucusu, 325 kamu görevlisi, 123 öğretmen. (Bal ve ark.)
1984’ten günümüze kadar 21800 PKK’lı, 5500 polis ve asker, 1500 köy korucusu öldü. 72500 çatışma ve şiddet eylemi gerçekleştirildi. 6500’den fazla
vatandaş ölürken, 13000’e yakın insan yaralandı. Çatışmalarda 5300 polis ve 12000’e yakın asker yaralandı. 62 bin 448 haneden 386 bin 360 kişi köylerinden zorla göç ettirildi. (siyaset.milliyet.com.tr/28-yilin-aci-bilancosu35-bin-300-kisi-teror-kurbani-oldu.)
TBMM’de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da boşaltılan yerleşim birimleri nedeniyle göç eden yurttaşlarımızın sorunlarını araştırmak amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmuştur. Kurulan araştırma komisyonuna ait raporda; 3428 köy ve mezra boşaltılmış ve 500 bin insan zorla yerinden edilmiştir. İHD’ne göre 3688 yerleşim yeri boşaltılmış 2,3 milyon vatandaş göç ettirilmiştir.
(ihd.org.tr/index.php/makaleler-mainmenu-125/1022-koy-
koruculugu-uygulamasının-zorunlu-goc-magdurlarının-guvenligi-acisindanyarattıgı-sorunlar.)
1984 ve sonrasında köylere baskın yapılarak gerçekleştirilen katliamlardan bazıları şunlardır; -Ortabağ Katliamı; 1987’de Şırnak'ın Uludere ilçesi Ortabağ köyünde gerçekleştirilen katliamdır. Katliamda 8 kişi öldü 15 kişi yaralandı
-Pınarcık Katliamı; 1987’de Mardin’in Ömerli ilçesi Pınarcık köyünde 16’sı çocuk 30 kişinin öldürüldüğü katliamdır. 8 ev yakılmış 65 küçükbaş ve büyükbaş hayvan telef olmuştur
-Çevrimli Katliamı; 1990’da Şırnak’ın Güçlükonak ilçesi Çevrimli köyünde 12’si çocuk, 7’si kadın toplam 27 kişinin öldürüldüğü katliamdır. 6 kişi yaralandı.
-Çetinkaya Katliamı; 1991’de İstanbul Bakırköy’de Çetinkaya mağazasına atılan Molotof kokteyli sonucu çıkan yangında 7’si kadın, 1’i çocuk 11 kişi öldü, 14 kişi yaralandı
-Susa Katliamı; 1992’de Silvan’ın Susa köyünde camide namaz kılan 10 kişinin kurşuna dizilerek öldürülmesi olayıdır.
-Başbağlar Katliamı; 1993’te Erzincan’ın Kemaliye ilçesi Başbağlar köyünde 33 sivil kurşuna dizilerek öldürülmüştür. 214 ev, okul, camii ve halkevi yok olmuştur.
-Yavi Katliamı; 1993’te Erzurum’un Çat ilçesi Yavi beldesinde kahvehanede televizyon izleyen insanlara yaylım ateşi açılması sonucu 38 kişi öldü, 50 kişi yaralandı.
-Güçlükonak Katliamı; 1996 yılında Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinde 11 köylünün bir minibüs içerisinde kurşunlanıp yakılması olayıdır. (tr.wikipedia.org/wiki/kategori:Türkiye’deki_katliamlar)
3. ASKERİ DARBELER VE TÜRKİYE
Türkiye’de geçmişten günümüze kadar demokrasi sürecinde birçok kez kesilmeler olmuştur. Bu süreçte en çok kesilmeler askeri darbeler tarafından yapılmış ve meclis feshedilmiş siyaset yapma sadece kurucu meclislere bırakılmıştır. Askeri darbelerin yapılma sebebi ise genellikle artan çatışma ortamlarına bağlanmış, cumhuriyetin tehlikede olduğu varsayımı ile askeri yöneticiler ülkenin yönetimine el koymuştur.
Demokrasinin gelişmediği ülkelerde 1960lardan 1990lara kadar askeri darbeler revaçta olmuştur. 1990lardan sonra ise başka türlü darbe girişimleri ile ülkeler yönetilmeye çalışılmıştır.
Ülkemizde ise askeri darbeler sonucu binlerce insan cezaevlerinde yatmış, fişlenmiş, vatandaşlıktan çıkarılmış, idam edilmiş, yurt dışına kaçmak zorunda kalmıştır. Yapılan her darbe sonucu ülkemizin demokrasi süreci on yıllarca geriye gitmiştir.
Askeri darbeler sonucu işkenceye uğrayan, hapishanede kötü şartlara maruz kalan intihar eden, fail-i meçhule kurban giden, yurtdışına kaçıp mülteci hayatı yaşayan, idama mahkum edilen vb. olaylara maruz kalan binlerce insan için darbe sonrası yaşam çok zor olmuştur. Hapishaneden çıkan, serbest bırakılan insanlar yeni yaşama alışmakta zorluk çekmiştir. Gündüzleri sokakta hep tedirgin tedirgin dolaşmışlardır. Sürekli arkalarından birileri takip ediyor endişesi ile arkalarını kontrol etmişlerdir. Geceleri uyuma sorunları yaşamışlar, uyduklarında ise rüyalarında travmatik yaşantıları tekrar tekrar yaşmışlardır. Uykularından sıçrayarak uyanmışlar, endişe ile uykuya dalmak zorlaşmıştır. İş yaşamları sekteye uğramış, yeni bir iş kuramamış ya da memuriyetlerine geri dönememişlerdir. Maddi açıdan çekilen sıkıntılar ikincil yaralanmalara sebep olmuştur. Aile tarafından sürekli “siyasete karışmasaydın bunlar başına gelmezdi” tarzı cümlelerin sarf edilmesi darbeden sağ kurtulan bireyleri daha da yaralamıştır.
Askeri darbelerden sağ kurtulan bireyler uzun süre travma sonrası stres bozukluğu yaşamışlardır. Travmanın yıkıcı etkilerini hayatları boyunca taşımışlardır. Hala o günleri andıklarında içlerinde oluşan ürpertiyi engelleyememektedirler. Zor bir dönemde yaşadıkları travmalar şimdiki yaşamlarını biçimlendirmiştir. Ruhsal travmaya maruz kaldıkları için yeni bir yaşam, aile ve iş kurmak çok zorlu geçmiştir. Bir an önce işlerini yoluna koyamamak da canlarını daha çok acıtmış yaşadıkları travmanın ikincil yaralanmaları da artmıştır. Kimi darbe mağdurlarında ise yaşadıkları travmalar kendilerini suçlamaya dönüşmüştür. Yeni yaşam biçimlerinde otorite ile birlikte hareket etmeyi zorunlu olarak görmüşler ve bugünün Türkiyesinde bir numaraları piyasa aktörleri olmuşlardır. Bu tür mağdurlarda önce yaşanan travma içselleştirilir, kişi kendisini suçlu bulur. Daha sonra mantığa bürüme savunma mekanizması ile darbeyi yapanların bir suçu olmadığını asıl suçun kendilerinde olduğunu düşünür. Bir daha travma yaşamak içinde otorite ile işbirliğine giderek yeni piyasanın aktörü olurlar. Ancak bu şekilde kimse kendisine ve ailesine zarar vermeyecektir.
Türkiye’de meydana gelen askeri darbeler, muhtıralar ve sonuçları aşağıda incelenecektir;
27 Mayıs 1960 Darbesi; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşen ilk darbedir. Bu darbe için ilk önce ordu içerisindeki mevziler etkisiz hale getirilmiştir. Sonra Cumhurbaşkanı, hükümet ve üyeleri tutuklanarak hükümet; 235 general ve 3500 civarı subay emekliye sevk edilerek ordu; 147 üniversite öğretim üyesi görevden alınarak üniversiteler; 520 hakim ve savcı görevden alınarak yargı kontrol altına alınmıştır. Bu süreçte hükümet üyeleri Yassıada’da yargılanmışlardır. 15 kişi idam cezasına çarptırılmıştır. Ülkenin başbakanı olan Adnan MENDERES ve iki arkadaşı idam edilmiştir. Tutukluluk süresince 2 kişi intihar etmiş, 6 kişi ise hayatını kaybetmiştir. 147 öğretim üyesi görevden alınmış, üniversitelere kapatılmış eğitim öğretim hakkı engellenmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 55 kişi sürgün edilmiştir. Özellikle Adnan MENDERES’in idam edilmesi ülkemizde travmatik etkilerin başında gelmektedir. Günümüzde hala Adnan MENDERES’in yaşadıkları büyük üzüntü ile karşılanmaktadır. Bu durum hala Adnan MENDERES’i sevenler arasında travmatik etkilerini sürdürmektedir.
12 Eylül 1980 Darbesi; ülkemizde meydana gelen ikinci askeri darbedir ve en kanlı, olaylı darbedir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan EVREN tarafından gerçekleştirilmiş bir darbedir. Ülkede her gün meydana gelen sağ – sol çatışması, ülkenin iyi yönetilememesi, cumhurbaşkanının seçilememesi vb. nedenlerle Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkmak için ordu tarafından yönetime el konulmuştur. Darbenin asıl amacının yeni yönetim sistemine geçiş için gerçekleştirildiği yıllar sonra ortaya çıkmıştır. Darbe döneminde çok sert, katı çözümler aranmış, insanlar nefes bile almakta zorlanmıştır. Demokratik
olmayan 1982 anayasası korku içerisinde sandığa giden halka askerler gözetiminde kabul ettirilmiştir. Hayır oyu vermenin bile suç sayıldığı ortamda 1982 anayasası kabul edilmiştir. 12 Eylül’de bir çok insan için şartlar çok zor olmuştur. Yaşanan travmanın tarifi mümkün değildir. Mamak, Metris ve Diyarbakır Cezaevlerinde yaşanan acılar hala günümüzde de canlılığını korumaktadır. Yaşanan acılar üzerinden 32 sene geçse de hafızalarda, travmatik bellekte canlılığını korumaktadır. 12 Eylül insanlar üzerine büyük korkular salarak onları sindirmeye çalışmıştır. Korkunç işkence yöntemleri ile insanları ve düşünceleri baskılamaya çalışmıştır. Korku ve tedirginlik ortamını insanlar yıllar geçtikçe kabullenmiş ve öyle yaşamaya devam etmiştir. 12 Eylül Darbesi’nin sonuçları şunlar olmuştur; - 1 milyon 683 bin kişi fişlendi - Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı - 7 bin kişi için idam cezası istendi - 517 kişiye idam cezası verildi - Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si idam edildi - İdamları istenen 259 kişinin dosyası meclise gönderildi - 71 bin kişi TCK’nın 141, 142 ve 143. maddelerinden yargılandı - 388 bin kişiye pasaport verilmedi - 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı - 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı - 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti - 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü - 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi - 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı - 23 bin 677 derneğin faaliyeti yasaklandı
- 3 bin 854 öğretmen, 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi - 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası verildi - 3 gazeteci silahla öldürüldü - 31 gazeteci cezaevine girdi - Gazeteler 300 gün yayın yapamadı - 13 büyük gazete için 303 dava açıldı - 39 ton gazete ve dergi imha edildi - Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi - 14 kişi açlık grevinde öldü - 16 kişi kaçarken vuruldu - 95 kişi çatışmada öldü - 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi - 43 kişinin intihar ettiği bildirildi - 650 bin kişi gözaltına alındı -TBMM ve siyasi partiler kapatıldı - 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı
Tüm bu yukarıda sıralanan bilançolara bakıldığında insanların ne kadar zor dönemlerden geçtiği görülmektedir. Bütün bunlardan sadece bir tanesine maruz kalmak bile insanda tamir edilmesi zor yaralar açmaktadır. Yapılan işkencenin bile farklı türleri uygulanmıştır. İnsan olmalarından utanmıştır mağdurlar, ancak işkence edenler insanlıklarından utanmamışlardır. Vicdansızca insanlara saldırılmış, 17 yaşındaki çocuklar hukukla bağdaşmayacak şekilde yaşları büyütülüp idam edilmiştir.
12 Eylül darbesi ile sadece gözaltındakiler ya da cezaevindekiler mağdur olmamış, bu bireylerin aileleri, çocukları da mağdur olmuştur. Çocukları için baskılar yapılmış, evler basılmış, sürekli askerler tarafından aranarak ailelerde korkutulmaya çalışılmıştır.
12 Eylül darbesi diğer tüm darbeler gibi insanlığa karşı işlenen suçlardandır. İnsanların temel yaşama haklarına saygı göstermeden insanlar öldürülmüştür. Mağdurlar ve aileleri de göz önüne alındığında milyonlarca travma mağduru vardır. Travma mağdurlarının yeni yaşamlara alışmaları, yeni hayat kurmaları çok zor olmuştur. Aile bütünlükleri bozulmuştur. Milyonlarca darbenin travma mağdurları 32 yıldır hala travmatik etkileri ruhlarında yaşarak hayatlarını devam ettirmektedir.
12 Mart Muhtırası; 12 Mart 1971 yılında askerler tarafından hükümet istifa etmeye zorlanmıştır. Reform hükümeti kurularak meclis görevine devam etmiştir. 1961 anayasasının bazı hükümleri değiştirilerek sol görüş kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) yasaklanmıştır. Deniz GEZMİŞ, Hüseyin İNAN ve Yusuf ASLAN idam edilmiştir. Sol görüş içerikli yayınlar toplatılmıştır. Sokağa çıkma yasakları ilan edilerek olağanüstü haller uygulanmıştır. Özellikle Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarının idam edilmesi sol görüşlü bireyler arasında travmatik etki bırakmıştır. Yaşanan travma öfkeyi açığa çıkarmış ve bu dönemden itibaren çatışmalar daha da hızlanmıştır. Denizlerin idam edilmesi günümüzde de hala travmatik bellekte canlı tutulmaktadır. Yaşanan ölümleri insanlar unutmamaktadır.
28 Şubat Muhtırası; 28 Şubat 1998’de askerler tarafından dönemin Refah Partisi hükümeti istifaya zorlanmıştır. Refah Partisine kapatılması ile ilgili dava açılmıştır. Genelkurmay Başkanlığı bazı firmalara irticayı desteklediği gerekçesiyle ambargo koymuştur. Bazı subaylar irticai faaliyetlerde bulundukları gerekçesi ile görevden uzaklaştırıldı yada emekliye sevk
edilmiştir. Zorunlu 8 yıllık eğitime geçilerek İmam Hatip Liselerinin önü kesilmek istenmiştir. Tüm bunlar özellikle dini duyguları ön planda olan dindarlarda travmatik etkiler bırakmıştır. Korku ve sinme duyguları yaşayan dindarlarda daha sonra biriken enerji öfkeye evrilmiştir. Son zamanlarda yaşanan süreçlerle 28 Şubat mağdurlarına hakları iade edilmektedir. (tr.wikipedia.org/wiki/Türkiye’de _askeri_mudahaleler)
4. KADINA VE ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET VE TÜRKİYE
Türkiye’de her gün gazetelerde ve televizyonlarda en az bir kadın veya çocuğa yönelik uygulanan şiddet haberlerine tanık olmaktayız. Kimi kadın sokak ortasında fiziksel şiddete, kimi kadın kurşunlara, kimisi sözel şiddete, kimisi de cinsel şiddete maruz kalabilmektedir. Şiddet uygulayanlar genelde tanıdık kişilerdir; eşi, babası, abisi veya oğullarıdır.
Ülkemizde erkek egemen toplumun var olmasından kaynaklanan, erkeklere atfedilen özelliklerin vurgulanması, kadının ikinci planda yer alması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin belirgin olması şiddetin temel kaynaklarıdır diyebiliriz.
Toplumun eğitimle bizlere öğrettiği “kızını dövmeyen dizini döver”, “dayak cennetten çıkmadır” vb. söz öbekleri şiddeti meşrulaştırmaya çalışanların sözleridir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin vurgulandığı “kadının yeri evidir”, “kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” sözleri de kadının çalışma yaşamına katılmasını engelleme çalışmaları için kılıf oluşturan cümlelerdir.
Dünyada ilk kez Mustafa Kemal ATATÜRK ile verilen ülkemiz kadınlarına verilen haklar hala kullanılamamaktadır. Kadınlar iş yerlerinde mobbinge uğramakta,
zayıf iş gücü olarak değerlendirilmekte, erkeklere göre yövmiyeleri az olmakta, daha kolay işten çıkarılabilmekte, süt izni kullandırılmayarak kadınlar bezdirilmeye çalışılmaktadır.
Günümüz yaşam koşullarında kadınlar mobbing, taciz, tecavüz, fiziksel şiddet, sözle ve duygusal şiddete maruz kalabilmektedir. Ülkemizde de bu tür saldırılara her gün biraz daha tanık olmaktayız.
Töre ve namus kelimeleri kullanılarak işlenen
cinayetler, ölümler meşrulaştırılmaktadır. İlkokul çağındaki çocuklarımızın eğitim kitaplarında da cinsiyet ayrımcılıkları göz önüne çıkmaktadır. Küçük yaştaki çocuklara kadının
yeri evidir,
erkek para kazanır
akşamları evine gelir
düşüncesi
yerleştirilmektedir.
Türkiye’de 2002’de 66 olarak kayıtlara geçen kadın cinayetleri 2007 yılında 1011’dir. İç İşleri Bakanlığı Emniyet ve Jandarma Teşkilatlarının istatistiki verilerine göre 2001 – 2004 yılları arasında; 21268 kadın aile efradına kötü muamele, 10148 kadın kaçırma, 3800 kadın müstehcen hareket, 3366 kadın ırza geçme, 1803 kadın evlenme ümidiyle kandırılarak kızlık bozma, 1371 kadın fuhuşa teşvik suçlarının mağduru olarak kayıtlara geçmiştir. Türkiye’de tecavüze uğrayanların %50’si 18 yaş altında ve bunların %10’u erkek çocuktur. Her 4 kız çocuktan birisi cinsel şiddete uğramaktadır. Cinsel saldırganların %75’i tanıdık birisidir.
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığının verdiği bilgilere göre 2010 yılının ilk yedi ayında 226 kadın cinayete kurban gitmiştir. 478 kadın tecavüze uğramış, 722 kadın taciz edilmiş, 6423 kadın aile içi şiddete maruz kalmıştır.
TÜİK’e göre 2006 – 2010 yılları arasında; 2006’da 528, 2007’de 473, 2008’de 577, 2009’da 652 kadın tecavüze uğramıştır. 2006’da 489, 2007’de 540, 2008’de 589, 2009’da 624 cinsel taciz olayı yaşanmıştır. Mağdur kadınların %40ı hiçbir şekilde şikayette bulunmamaktadır
TÜİK’in yapmış olduğu Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet araştırmasında ortaya çıkan tablo şu şekildedir; Tablo 7: Eşi veya birlikte olduğu kişi(ler)den şiddet görmüş evlenmiş kadınların şiddet biçimlerine göre yüzdesi
Yerleşim Yeri
12 Bölge
Sadece
Sadece
Fiziksel
ve
Fiziksel yada Cinsel
Fiziksel
Cinsel
Cinsel Şiddet
Şiddet
Şiddet
Kent
61.7
6.7
31.6
3,446
Kır
61.0
6.6
32.4
1,335
İstanbul
70.8
3.8
25.4
260
B. Marmara
66.5
5.9
27.6
222
Ege
61.7
8.7
29.7
300
D. Marmara
66.6
5.3
28.1
321
B. Anadolu
66.0
4.0
30.1
429
Akdeniz
63.6
5.0
31.3
421
O. Anadolu
56.6
6.0
37.4
465
B. Karadeniz
63.7
7.7
28.6
350
D. Karadeniz
57.7
12.9
29.4
364
Kuzeydoğu
50.6
6.3
43.1
557
62.5
8.1
29.4
507
62.1
6.4
31.4
605
15-24
57.0
9.7
33.3
444
25-34
64.1
7.2
28.8
1,538
35-44
63.6
6.0
30.4
1,342
Şiddet Yaşamış kadın Sayısı
Anadolu Orta
Doğu
Anadolu Güneydoğu Anadolu Yaş Grubu
Eğitim Durumu
45-59
58.2
6.0
35.9
1,477
Eğitimi Yok
57.4
6.4
36.3
1,552
1.
63.1
6.0
30.9
2,368
2.
62.9
8.1
29.0
345
Lise ve Üzeri
65.5
9.6
24.9
536
Çalışmıyor
61.9
6.4
31.8
3,491
Çalışıyor
60.4
7.6
32.0
1,310
İlköğretim Kademe İlköğretim Kademe
Çalışma Durumu
Tablo 8: Eşi veya birlikte olduğu kişi(ler)den cinsel şiddet yaşamış kadınların yüzdesi Yaşamının
Son
Herhangi
Ayda
Bir
12
Evlenmiş Kadınların Sayısı
Döneminde Yerleşim Yeri
12 Bölge
Kent
14.3
6.7
7,981
Kır
18.3
7.9
2.817
İstanbul
11.2
4.7
691
B. Marmara
8.7
4.3
859
Ege
13.9
4.1
848
D. Marmara
12.8
5.8
822
B. Anadolu
15.5
6.5
915
Akdeniz
16.1
6.5
964
O. Anadolu
22.8
11.0
887
B. Karadeniz
17.5
6.7
779
D. Karadeniz
17.6
7.8
874
Kuzeydoğu
29.5
19.4
1,000
19.7
12.1
994
19.7
13.0
1,165
15-24
13.5
9.7
1,194
25-34
13.0
8.4
3,652
35-44
14.2
6.5
3,009
45-59
19.6
4.6
2,943
Eğitimi Yok
22.2
9.6
2,741
1.
15.2
6.9
5,237
2.
13.1
7.6
872
Lise ve Üzeri
8.7
3.8
1,948
Çalışmıyor
14.6
6.9
7,922
Çalışıyor
17.0
7.2
2,876
Anadolu Orta
Doğu
Anadolu Güneydoğu Anadolu Yaş Grubu
Eğitim Durumu
İlköğretim Kademe İlköğretim Kademe
Çalışma Durumu
Tablo 8: Eş Dışındakilerden Fiziksel ve Cinsel Şiddet Gören Kadınların yüzdesi
Yerleşim Yeri
Cinsel
Fiziksel
Toplam
İstismar
Şiddet
Sayısı
Kent
3.6
18.0
9,528
Kır
2.3
17.1
3,267
İstanbul
3.5
19.5
2,520
B. Marmara
2.4
14.2
608
Ege
1.7
17.3
1,706
Kadın
D. Marmara
2.9
17.9
1,243
B. Anadolu
4.9
15.8
1,343
Akdeniz
4.2
16.9
1,650
O. Anadolu
2.4
16.3
608
B. Karadeniz
2.9
15.9
740
D. Karadeniz
3.6
19.1
430
Kuzeydoğu
2.8
23.1
328
3.7
21.8
545
3.8
18.3
10
15-24
5.5
21.8
3,490
25-34
3.4
16.6
3,493
35-44
2.3
16.2
2,797
45-59
1.5
16.3
3,015
Eğitimi Yok
2.0
19.2
2,390
1.
2.1
15.5
5,477
2.
3.8
19.6
1,949
Lise ve Üzeri
6.4
19.6
2,978
Çalışmıyor
3.1
17.5
9,271
Çalışıyor
4.1
18.7
3,524
Anadolu Orta
Doğu
Anadolu Güneydoğu Anadolu Yaş Grubu
Eğitim Durumu
İlköğretim Kademe İlköğretim Kademe
Çalışma Durumu
TÜİK’in yapmış olduğu çalışmada Tablo 5’te de görüldüğü gibi kadına uygulanan şiddette yerleşim yeri farkı görülmemektedir. Şehirde de kırda da kadına yönelik şiddet yüzdeleri birbirine yakındır. Bölgeler incelendiğinde belirli bölgelerde az bir yükselmeler görülse de bütün olarak bakıldığında bölgeler arası farklılık çok azdır. Eğitim durumları incelendiğinde, kadına yönelik şiddette eğitim düzeylerinde bir farklılık olmadığı görülmektedir. Çalışma durumları incelendiğinde çalışan ve çalışmayan kadının şiddete uğrama açısından bir farkı bulunmamaktadır.
Tablo 6 incelendiğinde eşi veya birlikte olduğu kişilerden cinsel şiddet göre kadınların yüzdesi yerleşim yeri olarak bakıldığında kırlarda daha yüksek görülmüştür. Bölgeler açısından incelendiğinde Orta Anadolu ve Kuzeydoğu Anadolu bölgelerinde yüksek çıkmıştır. Yaş grupları açısından bakıldığında anlamlı bir farklılık görülmemiştir. Eğitim durumu açısından incelendiğinde eğitimi olmayanlarda biraz daha yüksek çıkmıştır. Çalışma durumları incelendiğinde anlamlı bir farklılık bulunmamıştır.
Tablo 7 incelendiğinde eş dışından fiziksel ve cinsel şiddet gören kadınların yüzdesi yerleşim yerleri açısından bir farklılık göstermemektedir. Bölgeler açısından incelendiğinde Doğu Karadeniz, Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu bölgeleri yüksek çıkmıştır. Yaş grupları, çalışma durumları ve eğitim durumları incelendiğinde anlamlı bir farklılık görülmemiştir.
TÜİK’in araştırması genel olarak incelendiğinde, ülkemizde kadın olmanın ne kadar zor olduğu, kadınsanız travmatik yaşantılarla iç içe olduğunu bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Fiziksel, duygusal, sözel ve cinsel şiddete her an maruz kalabilirsiniz ya da kalmışsınızdır. Yaşanan travmalarda şehirde ya da köyde yaşamak arasında bir fark yoktur. Maruz kalınan şiddetin türü ne olursa olsun ister okuma yazması olmasın ister üniversite mezunu olsun hiçbir kadın arasında bir fark olmadığı görülmüştür. Çalışan kadın ya da ev hanımı kadınların statüleri ne olursa olsun şiddete maruz kalabileceği görülmüştür.
SONUÇ Giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi Türkiye birçok travmatik olayların yaşandığı ve yaşanabileceği bir ülkedir. Her an her türlü olayın gerçekleşebileceği, travmatik etkisinin uzun yıllar devam edebileceği bir coğrafyada yaşamaktayız.
Doğal
kaynaklı
ruhsal
travmaların
ne
zaman
nasıl
meydana
geleceğini
bilememekteyiz. Bizi en çok etkileyen doğal kaynaklı travma sebebi depremlerdir. Depremlere hazırlıklı olarak karşılayabilmek depremin travmatik etkilerini azaltacaktır. Deprem yönetmeliklerine uygun binaların yapımı ve bunların denetlenmesi olumlu sonuçlar doğuracaktır. Ayrıca okul öncesi kurumlarından itibaren eğitim müfredatlarına deprem eğitimi dersleri konmalı ve uygulamaları kesinlikle yerine getirilmelidir. Belediyeler tarafından deprem sonrası toplanma alanları oluşturulmalı, bunun için parklar ve boş alanlar önceden belirlenmelidir. Deprem sonrası yapılacaklar devlet tarafından iyi planlanmalı ve bu planlamaları yapan kurumlar her an deprem olacakmış gibi hazır bulunmalıdır. Deprem sonrası yardımların adil, düzenli ve çabuk dağıtılması da travmatik etkileri azaltacağından devlet görevlilerinin buna kesinlikle özen göstermeleri gerekmektedir.
İnsan kaynaklı travmalarda çeşitli biçimlerde etkilerini göstermektedir ve daha kalıcı etkiler bırakmaktadır. Özellikle ülkemizde yaşanan katliamlarda ve çatışmalarda meydana gelen ölümlerden sorumlu kişiler adli cezalarını çekmesi ilk başta yapılacak işlerin en önemlisidir. İkincisi olarak travmaya maruz kalan etnik ya da dinsel grubun güvenliği kesinlikle sağlanmalıdır. Daha önceki yaşanan travmalar yüzünden acıyı paylaşmak, özür dilemek travmanın etkisini azaltıcı etkiler sağlayacaktır.
Özellikle etnik köken ile ilgili
sorunlarda insanların konuştukları dilin özgürlüğünün sağlanması, köylerin eski isimlerine kavuşması, zorla göç edilen köylere geri dönüşün sağlanması kalıcı barışın ilk adımlarını oluşturacak ve travmayı azaltacaktır. Aynı şekilde çatışmalarda şehit düşen askerlerin ailelerine de devletin gerekli yardımları yapması, onların yanında olduklarını hissettirmeli travamanın şiddetini azaltacaktır. Askeri darbeler ile Türkiye’nin yüzleşmesi, darbecilerin yargılanması geçmişe ait travmatik etkilerin hafifletilmesine olanak verecektir. Gerçek bir yargılama ancak ve ancak yaşanan travmanın şiddetini azaltabilir. Özellikle 12 Eylül Askeri Darbesi ile yüzleşmeli ve o
dönem cezaevlerinde işkenceye uğrayan, idam edilen, vatandaşlıktan çıkarılan, görevden uzaklaştırılan vb. durumlara maruz kalanlardan devlet özür dilemeli ve itibarları geri iade edilmelidir.
Kadına ve çocuğa yönelik şiddetle ilgili günümüzde çok çalışmalar yapılmaktadır. Ancak sadece konuşma üzerinden yürüyen tartışmalar olayların hafiflemesine olanak vermemektedir. Adalet ve hukuk sisteminin öncelikle düzenlenmesi gerekmektedir. Tecavüzün, tacizin, kadına yönelik şiddettin cezası kesin olarak belirlenmelidir. Tecavüz ve tacizde kadının isteği var mı yok mu araştırması bile yapılmamalı, bunun bir insanlık suçu olduğu kabul edilerek ağır cezalar verilmelidir. Çeldirici cezaların varlığı etkisini mutlaka gösterecektir. Ayrıca her belediye tarafından kadın sığınma evlerinin açılması ve buralara başvuranların gizliliğinin devletin güvenlik güçleri tarafından sağlanması gerekmektedir. Kendisinden koruma talebi eden kadınlar asla geri çevrilmeden hemen koruma tahsis edilmesi gerekmektedir.
Tüm bunların yanında travma ile çalışacak kaliteli insanların yetiştirilmesi şarttır. Ruhsal travma konusunda uzmanların yetiştirilmesi, eğitilmesi için üniversitelerde psikoloji ile psikolojik danışma ve rehberlik bölümlerinin derslerine ruhsal travma dersi eklenmelidir. Ayrıca bu bölümlerin yüksek lisans bölümlerinde ruhsal travma yüksek lisansı açılmalıdır. Ülkemizde şu anda sadece Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümünün açmış olduğu Ruhsal Travma Yüksek Lisans programı bulunmaktadır. Travma konusunda eğitim almamış ruh sağlığı çalışanlarının her an karşılaşabilecekleri ruhsal travma durumlarında eli kolu bağlı kalabilmektedir. Ayrıca ülkemizin halen bir Ruh Sağlığı yasasının olmaması da verilen psikolojik destek hizmetlerini de olumsuz etkilemektedir.
KAYNAKÇA
1.
Amerikan Psikiyatri Birliği: Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, DSM-IV TR, Çev. Ertuğrul KÖROĞLU, Hekimler Yayın Birliği, 2007
2.
Öztürk, O. Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Nobel Tıp Kitapevleri, 2004
3.
Köroğlu, E. Psikiyatri Ders Kitabı, Hekimler Yayın Birliği, 2012
4.
Akcanbaş, M. Afet ve Kurban Psikolojisi: Travma Sonrası Stres Bozuklukları El Kitabı, AKUT Yayınları, 2009
5.
Altınay A, Arat Y. Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet, 2008
6.
Yılmaz, B. Arama Kurtarma Çalışanlarında Travma Sonrası Stres Belirtileri ve Travma Sonrası Büyüme ile İlişkili Değişkenler, Doktora Tezi, 2006
7.
Damka , Z. Sığınma Evinde Kalan Şiddet Mağduru Kadınlar: Ankisyete Duyarlılığı,
Travmaya
Bağlı
Suçluluk,
Travma
Sonrası
Stres
Bozukluğu ve Psikolojik Belirtiler, Yüksek Lisans Tezi, 2009 8.
Demir, M. Çocuk ve Ergenlerin Cinsel İstismarı Sonrasında Akut Stres Bozukluğu ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu Özelliklerinin İncelenmesi, Uzmanlık Tezi, 2008
9.
Alıcı, E. Dışavurumcu Etkinliklere Dayalı Grupla Psikolojik Danışma Programının Ebeveyn Kaybı Yaşayan 9-11 Yaş Çocuklarının Travma Sonrası Stres Düzeyine Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, 2010
10.
Dınvar, P E. Travma Sonrası Stres, Dünyaya İlişkin Varsayımlar ve Tanrı Algısı Arasındaki İlişki, Yüksek Lisans Tezi, 2011
11.
Aydın H, Özgen F. Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Klinik Psikiyatri, 1999; 1: 34-41
12.
Sungur, M Z. İkincil Travma ve Sosyal Destek, Klinik Psikiyatri, 1999; 2: 105-108
13.
Aker T, Ayata B, Özeren M, Buran B, Bay A. Zorunlu İç Göç: Ruhsal ve Toplumsal Sonuçları, Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2002; 3: 97-103
14.
Ovayolu N, Uçan Ö, Serindağ S. Çocuklarda Cinsel İstismar ve Etkileri, Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, Cilt:2, Sayı:4, 2007
15.
Taner Y, Gökler B. Çocuk İstismarı ve İhmali: Psikiyatrik Yönleri, Hacettepe Tıp Dergisi, 2004; 35: 82-86
16.
Kara B, Biçer Ü, Gökalp A. Çocuk İstismarı, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi; 47: 140-151, 2004
17.
Bahar G, Savaş H, Bahar A. Çocuk İstismarı ve İhmali: Bir Gözden Geçirme, Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, Cilt:4, Sayı:12, 2009
18.
Şar, V. Çoğul Kişilik Kavramı ve Dissosiyatif Bozukluklar, Psikiyatri Dünyası, 4: 7-11, 2000
19.
Kaya, B. Travma Sonrası Stres Bozukluğunda Komorbidite, Psikiyatri Dünyası, 4: 37-43, 2000
20.
Hasanoğlu, A. Yeni Bir Tanı Kategorisi Önerisi: Travma Sonrası Hayata Küsme Bozukluğu, Türk Psikiyatri Dergisi; 19(1): 94-100, 2008
21.
Motavallı, N. Çocukluk Çağında Görülen Travma Sonrası Stres Bozukluğunun Klinik Özellikleri ve Seyri, Yeni Symposium Dergisi; 35(2-3): 92-95, 1995
22.
Ergünay, O. Türkiye’nin Afet Profili, TMMOB Afet Sempozyumu, 2007
23.
http://www.vedatsar.com/ders_notlari.html
24.
tr.wikipedia.org/wiki/Türkiye’deki_depremler_listesi
25.
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/sandik/deprem/743.html
26.
http://www.msb.gov.tr/arsiv
27.
http://usak.org.tr/dosyalar/dergi/Z6UFq2LoFkdivzBbZSt9q1tM17o4Ke2.pd f
28.
siyaset.milliyet.com.tr/28-yilin-aci-bilancosu-35-bin-300-kisi-teror-kurbanioldu
29.
radikal.com.tr/politika/30_yilin_teror_bilancosu_35_bin_576_olu_1118893
30.
ihd.org.tr/index.php/makaleler-mainmenu-125/1022-koy-koruculuguuygulamasinin-zorunlu-goc-magdurlarının-guvenligi-acisindan-yarattığısorunlar
31.
tr.wikipedia.org/wiki/Türkiye’de _askeri_mudahaleler
32.
tr.wikipedia.org/wiki/kategori:Türkiye’deki_katliamlar
33.
antoloji.com/Türkiye-de-kadina-yonelik-siddet-olaylarina-rakamlarindiliyle-bakıs-siiri
34.
tuikapp.tuik.gov.tr/kadinasiddetdagitim/kadin.zul