NO.47 EKİM, 2018
yükselen yenİ nesİl, gelecek sİzİndİr. “ Ey Cumhurİyetİ bİz kurduk, onu yükseltecek ve sürdürecek sİzsİnİz.
“
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
2
MESAJ VAR
3
ATATÜRK KÖŞESİ
6
SERBEST BÖLGE
7
SAĞLIK
9
GEZİ
Atatürk Milliyetçiliği ve Cumhuriyet Kaptan Fantastik
Probiyotik Konya
11
TARİHE İZ BIRAKANLAR
13
TARİH 101
15
TRENDING TOPIC
17
HAYVAN, İNSAN, SEVGİ
18
LEZZET KÖŞESİ
19
TEKNOLOJİ
20
2 NY / 1 MG
21
KÜLTÜR & SANAT
/raptiyedergi
Yuri Gagarin
Reform
Köri Soslu Tavuk
Arts&Culture uygulaması
raptiyedergi@gmail.com
. İCİNDEKİLER
QR KOD İLE RAPTİYE’YE O N L I N E U L A Ş I N
www.issuu.com/raptiyedergi
İCİNDEKİLER
MESAJ VAR!
Merhaba Değerli Raptiye Okurları, Yoğun bir Eylül takvimini geride bıraktıktan sonra 3 Ekim’de gerçekleşecek olan HİS Projesi Farkındalık Konferansımızla Ekim ayına da yüksek bir tempoyla başlıyoruz. 105 kilo mama desteği ile dönemin ilk Orman Beslemesinin ardından HİS Projemiz kapsamında çalışmalarımız hız kesmeden devam ediyor. Köpekle Yaşam Danışmanı Eymen Erdemli’nin konuşmacı olarak yer alacağı ve bizleri sokakta yaşayan hayvan dostlarımızın ihtiyaçları, onların beden dilleri, bir hayvan sahibinin topluma karşı sorumlulukları, hayvan dostlarımızın güvenliği ve karşı karşıya kaldıkları olası tehditler gibi birçok konuda bilgilendireceği konferansımız için oldukça heyecanlıyız! Herkes için faydalı geçeceğine inandığımız etkinliğimizde bildiğiniz gibi bir katılım ücreti talebimiz yok. Sizlerden yalnızca kuru mama getirmenizi ve böylelikle 7 Ekim’de gerçekleştireceğimiz Orman Beslemesine katkı sağlamış olmanızı umuyoruz. Bunun dışında Ekim ayının bir diğer önemli gündemi tabii ki Preforum Efes. Motivasyon Kampı ile birlikte hem kaynaştırıcı hem eğitici harika bir hafta sonunu geride bıraktık, şimdi sırada yine kalabalık bir şekilde giderek tadını hep birlikte çıkaracağımıza inandığım Preforum Efes var. Bir arada geçireceğimiz birbirinden güzel ve keyifli 3 gün için hazır mısınız? Ben sabırsızlanıyorum! Şimdi sizleri yine ilginç köşeleriyle dopdolu bir Raptiye ile baş başa bırakıyorum, keyifli okumalar! En derin Leo sevgi ve saygılarımla,
Özlem ÖZKAN 2018-19 Çalışma Dönemi Başkanı Fenerbahçe Leo Kulübü
2
ATATÜRK KÖŞESİ / Hamit Kavas
“Türk Milleti’nin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet ilkesidir.” (1924)
Atatürk Milliyetçiliği ve Cumhuriyet Atatürk’ün en büyük eseri olarak nitelendirdiği “Cumhuriyet” şüphesiz ki bizler için büyük bir şans, sahip olmakla övünülecek bir onurdur. Toplumsal sınıflaşmanın son derece belirginleştiği bu günlerde ise Atatürk’ün Cumhuriyetin yapıtaşıdır dediği “Demokrasi” olgusunun mevcut toplumsal gelişmişliğimiz bağlamındaki meşruiyetini bu yazıda tartışmayacağım. Ancak burada Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşumunda çok büyük rol oynamış ve aynı zamanda sözünü ettiğim demokrasinin gerekliliği konusunda da büyük bir destek teşkil eden Atatürk Milliyetçiliği olgusuna değinmek istiyorum.
3
ATATÜRK KÖŞESİ Öncelikle “Atatürk Milliyetçiliği”ni ve ona bağlı bazı kavramların, içinde bulundukları zamanlara göre, yapılagelmiş tanımlarından bahsetmek istiyorum. 1982 Anayasasının 2’nci maddesine göre, “Türkiye Cumhuriyeti... Atatürk milliyetçiliğine bağlı... bir... devlet”tir. Bunun yapıtaşı olan “milliyetçilik” terimi ise Türk Dil Kurumu tarafından Türkçe Sözlük’te “maddî ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı” olarak tanımlanmaktadır. Tanımlarda bir kademe daha detaya indiğimizde ise milliyetçiliğe sebebiyet veren millet kavramıyla karşılaşıyoruz. Bu noktada millet kavramının net bir çerçeveye oturtulmasının Atatürk Milliyetçiliğinin anlaşılması hususunda elzem olduğunu düşünüyorum. Bilindiği üzere millet devletin beşeri unsurudur. “Millet” bir insan topluluğu olarak görünse de millet kavramının kendini gerçekleştirebilmesi için milleti oluşturan insanların birtakım bağlar ile birbirlerine bağlanmış olmaları gerekir. Bu bağların niteliğine göre, iki farklı millet anlayışı vardır ki bunlar; objektif millet anlayışı ve sübjektif millet anlayışıdır. Objektif millet anlayışına göre, milleti oluşturan insanlar birbirilerine maddi yani elle tutulur, gözle görülür yani başka bir deyişle duyularla hissedilir nitelikte bağlarla bağlıdır. Örneğin ırk insanların gözle görülebilen objektif bir özelliğidir. Bu gözle görülebilir özelliği hissederek aynı yerde yaşayan insanlar arasında bir ırk birliği olduğundan söz edilebilir. Keza dil birliği dış dünyada anlaşılabilir seslerden oluşan dil kavramının ortak olması halinde ortaya çıkan bir olgudur. Bir diğer objektif bağ ise din birliğidir. Muhakkak ki inanç objektif nitelikte bir şey olmaktan ziyade psişik bir olgudur. Kişinin kendisi beyan etmedikçe duyularla algılanabilir bir şey değildir, yalnızca ki ibadet olgusunu göz ardı ediyorsak. İbadet gözle görülen bir insan fiilidir ve biçimine bakılarak dahi iştirak eden insanlar arasındaki bir din birliğinden söz edilebilir.2 Sübjektif millet anlayışında ise milleti oluşturan bağlar manevi niteliktedir; yani bir takım duygu ve düşüncelerden oluşur. Sübjektif millet anlayışı ilk defa, Atatürk’ün de oldukça etkilendiği, Fransız düşünür Ernest Renan tarafından Millet Nedir isimli eserinde ortaya atılmış ve savunulmuştur.3 Milleti oluşturan insanları birbirine bağlayan bu sübjektif bağlar arasında mazi, hatıra, amaç, ideal, istikbal, ülkü birliği gibi hususlar yer almaktadır.4
Ernest Renan, milletin objektif faktörlerle oluştuğu düşüncesini reddetmektedir. Yazara göre, “İnsan, ne ırkının, ne dilinin, ne de dininin, ne de nehirlerin izlediği yolun, ne de sıradağların yönünün eseridir. Sağlam duygulu ve sıcak kalpli insanların bir araya gelmesi manevî bir şuur yaratır ki, buna millet denir.”5 Renan’a göre, milleti yaratan şey, “birlikte acı çekmiş, sevinmiş ve birlikte umut etmiş olmak”tır.6 O halde Renan’a göre, geçmişte yaşanılan ortak acılar veya birlikte kazanılan başarılar, ortak amaca varmak için verilen mücadeleler, ortak tehlikelere karşı birlikte karşı koyma isteği gibi faktörler7 insanları birbirine bağlar ve milleti oluşturur. Bu konuda Renan belki biraz sivri ancak günümüz Türkiye’sini çok iyi özetleyen şu sözü söylemiştir; “Bir millet ancak geçmişi çarpıtılarak oluşturabilir. Geçmişini çarpıtmadan bir millet oluşturmak mümkün değildir.” Millet anlayışlarında bu tarz bir ayrım yaptıktan sonra milliyetçilik kavramı dolayısıyla da Atatürk Milliyetçiliğini tartışmak istiyorum. Afet İnan tarafından yazılan Medeni Bilgiler kitabında bahsedildiği üzere Atatürk, milliyetçilik konusunda şu tanımı vermiştir: “a) Zengin bir hatıra mirasına sahip olan, b) Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan, c) Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden meydana gelen cemiyete millet namı verilir.”8 Bakıldığı zaman bu tanım tamamen sübjektif unsurlar içerir niteliktedir. Ayrıca Atatürk’ün “Maziden kalan müşterek zafer ve yeis mirası; istikbalde gerçekleştirilecek aynı program; beraber sevinmiş olmak, beraber aynı ümitleri beslemiş olmak...”9 tanımı sübjektif millet anlayışının kurucusu olan Ernest Renan’ın tanımına benzemektedir. Burada değinmek istediğim nokta Atatürk’ün neden Türkiye için objektif bir millet anlayışından ziyade sübjektif anlayışı tercih ettiğidir. Türkiye kadar etnik çeşitliliğin fazla olduğu ve çok uluslu köklerden gelen ve somut ayrışmalara gayet müsait olan bir ülke için “ulus kimliği” oluşturmak hiç de kolay değildir. Bu üst kimliğin şekillendirilmesi kısmında topyekûn olarak bir dünya harbine katılmış ve zaferle ayrılmış, ortak acıları
4
ATATÜRK KÖŞESİ
hafızasında böylesine taze olan halkın sübjektif bağlar yoluyla bir ortak paydada toplanması, tek başına olarak ele alındığında dahi son derece mantıklı bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor. Pekâlâ bu motivasyonun Atatürk’ün bu düşünsel yapısındaki tek yapı taşı olduğundan söz edilemez. Bir başka seçenek olarak; Doğu toplumlarının yaşam şartlarına dair radikal kararlarını da kapsamak üzere geliştirmiş oldukları birçok yönelimin, köklerini büyük ölçüde yaşamış oldukları duygusal edinimlerinden aldıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Her iki bağlam da dâhil edilerek bakıldığında erken 1900’ler şartlarında sübjektif milliyetçilik anlayışı ile temellendirilmiş bir yeni Türkiye olgusu gayet ideal görünüyor. İçinde bulunduğumuz Ekim ayı içerisinde 95. yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet’i bir de bu anlatılanlar doğrultusunda, yani Atatürk Milliyetçiliği bağlamında değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Yüce Atatürk’ün “Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz” sözünde de net bir şekilde ortaya koyduğu üzere; bizlere hediye edilen bu mükemmel planlanmış rejimi 95 yıldır ileriye götürememiş olmak bir yana; özellikle son yıllardaki çok ters bir sübjektivite kaynaklı birtakım hareketlenmelerin neticesinde özünden uzaklaştığını/ farklılaştığını sorgulamaktan da geri durmaya ne kadar daha devam edeceğiz? Mevzubahis sübjektivite içerisinde yoğrulan Atatürk Milliyetçiliği, sizce bugün çıkışındakiyle aynı değerini korumaya devam ediyor mu? Ya da bahsedilen değerleri başka bir ülkede bulabileceğinize olan inancınız ne derece kuvvetli? Ernest Renan “Ulus, hatırladıklarımızdan çok unuttuklarımızla oluşur”10 diyor, kendimizi ne kadar unutulmaya yüz tutan bazı değerlerimiz eliyle yeniden inşa edilmekte olan bu ulusun parçası hissediyor ya da unutulmaması için birtakım çaba gösterecek isteğe sahip olduğumuzu düşünüyoruz? … Devlet erkânının kutlama protokolüne katılım durumuna göre eleştirilerimizi dile getirip, düşünsel temelini muhakeme etmeksizin romantik hislerimizle anmaktan öteye götürebileceğimiz bir Cumhuriyet Bayramı olmasını diliyorum.
5
Kaynakça 1- Devletler Hukuku, Dr.İlhan Ömer Akipek 2- Umumî Amme Hukuku Dersleri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Muvaffak Akbay, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Recai Galip Okandan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yavuz Abadan. 3- “Qu’est-ce qu’une nation” Türkçe çevirisi için bkz. “Millet Nedir”, Ernest Renan. 4- Umumî Amme Hukuku, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Recai Galip Okandan. 5- Ibid. 6- Çağdaş Siyasal Düşünceler, Edward McNall Burns 7- Ibid. 8- Medeni Bilgiler, A. Afet İnan 9- Ibid. 10- Yaratıcı Aklın Sentezi, Server Tanilli
SERBEST BÖLGE / Utku Ağırtıcı
Kaptan Fantastik
7,9 /10
Merhaba Sevgili Raptiye Okurları, Ben Utku Ağırtıcı. Bu ay sizlere beni etkileyen bir filmden bahsetmek istiyorum.
Şehir hayatının içinde hepinizin bazen “Alıp başımı buralardan gidesim var” dediğini duyar gibiyim. Bu film “Acaba hayatımızı doğada sürdürseydik şehre kaçmak nasıl olurdu?” sorusuna dolaylı yoldan bir cevap gibi... Filmde tamamen doğada 6 çocuk büyütmüş “Ben” karakterini namıdiğer Aragorn (Viggo Mortensen) oynuyor. Ben, bir süredir kendi ailesinden uzaklarda yaşayan eşinin hayatını kaybettiğini öğrenir. Eşinin kendi istediği şekilde gömülmesi için cenazesini almaya eşinin ailesinin yanına gider ama eşinin ailesi cenazeyi almasına izin vermez ve olaylar gelişir. Şahsen size filmin özetini vermekten çok filmin alt metinini aktarmak istiyorum. Filmde baba ve çocuk ilişkisi çok doğal ve yalın bir halde veriliyor. Erkek ve kız çocuklarının büyüme sürecinde yaşadığı ağır bir olay sonucu gelişen davranışlarını ve büyüme yolundaki adımlarını çok net bir şekilde film bize sunuyor. Yönetmen Matt Ross bize insanlığın özündeki baba ve evlat ilişkisini çok farklı bir bakış açısıyla gösteriyor. Bir diğer göze çarpan detay ise yönetmenin gündelik dünyadan uzak bir çocuk eğitiminin nasıl olabileceği hakkında verdiği, okulda verilen eğitimlerin ne kadar yüzeysel ve aslında vasat olduğunu gösteren türden güzel örnekler…
görmekte, topluma karışmakta ne kadar zorlandıklarını ve yabancılık çektiklerini de gösteriyor. Şahsen kendime şu soruyu sordum tam da bu anda, acaba toplum şu anki haliyle çok mu kirli? Yoksa çocuklar mı çok vahşi? Yönetmen bu soruları film içinde sizin kendi kendinize sormanızı çok güzel bir şekilde sağlıyor. Bu olaya bir başka örnekse Ben’in karısının cenaze töreninde Budist gibi yakılmak istemesi ve insanların şarkı söyleyip eğlenmesini vasiyet etmesi. Çocukların bu durumu çok doğal karşılaması beni düşündürdü. Bir yakınımı kaybettiğimde böyle bir isteği nasıl kabullenirim? Çocuklar ve baba bunu çok güzel kabullenmiş durumda çünkü doğmak gibi ölümün de çok doğal ve olağan bir şey olduğunu doğada tecrübe etmiş vaziyetteler. Film size bunu direkt olarak değil de alttan alttan o kadar iyi bir biçimde işliyor ki siz istemsiz bir şekilde bu fikre “tamam” olabiliyorsunuz. Nitekim kendi kendinize bu soruyu cevaplıyorsunuz. Peki, filmdeki olumsuzluklara gelecek olursak; öncelikle filmden aşırı bir şekilde aksiyon beklenmemeli. Güzel koşuşturmacalar var ama aksiyon denecek kadar değil. Bu da filmi ağır ilerleyen bir pozisyona konumlandırıyor. Yan karakterlerin azlığı ve içini yeterince doldurmamaları da bir diğer sorun. Genel olarak baktığımızda film IMBD’den 7.9 puan almış, genel kanı fena değil diyebiliriz. Şehir yaşamından çok bunaldığınızda izlenebilecek, bir nebze de olsa kendinizi şehirden uzaklaştırabileceğiniz bir film. Kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Başka bir köşede görüşmek üzere, keyifli okumalar!
Aile babası Ben, çocuklarına anayasayı okutmaktan tutun da Savaş ve Barış’a kadar birçok kitap sunuyor ve bazı sahnelerde Ben’in çocuklarının bilgi olarak sıradan çocuklardan çok daha kültürlü olduğunu görüyoruz. Lakin film bize Ben’in çocuklarının toplumda kabul
6
SAĞLIK / Ecz. Hilmi Tuğkan Gülen
Probiyotik Merhaba Sevgili Okurlar, Hayatımızda nasıl temel besinlere ihtiyaç duyuyorsak son yıllarda yapılan çalışmalardan sonra, ilk duyduğumuzda komik gelse de, bir o kadar da bakterilere ihtiyaç duyduğumuz bütün ülkelerce kabul edilmektedir. Elbette ki iyi bakterilere...
Pek öyle gözükmese de insan vücudunun en önemli organlarından biri bağırsaklarımızdır. Bağırsaklarımızın sağlıklı olması midemiz açısından önemli olduğu kadar deri hastalıklarımız ve günlük yaşantımız açısından da büyük bir önem arz etmektedir. Bağırsaklarımızın sağlığı ise probiyotik denen iyi bakteriler sayesinde sağlanır. Bağırsağımızdaki iyi bakteri/kötü bakteri dengesi çok önemlidir. Bağırsaklarımız normal yaşantımızda belli bir oranda iyi bakteriye ihtiyaç duyar ama maalesef herhangi bir antibiyotik kullanımında veya yediğimiz besinler nedeniyle ishal hastalığı geçirmemiz dolasıyla sayıları inanılmaz derecede azalır ve bu yüzden bu iyi bakterilere vücudumuz ihtiyaç duyar. Bu bakterileri bir şekilde temin etmemiz gerekir. İşte bu noktada dışarıdan aldığımız probiyotikler büyük önem taşır.
7
Peki, bu probiyotiklerin faydaları ve etkileri nelerdir? İlk olarak probiyotikler, antimikrobiyal etki gösterirler yani bir bakıma antibiyotikler kadar etkili olmasa da onlar gibi davranabilirler. Bunu da şu şekilde yaparlar: Probiyotikler bakterilerinin ürettikleri organik asitlerin %90’ını laktik asit ve asetik asit oluşturur. Bunlar PH’ı düşürerek vücudumuza gelen zararlı patojenlere bakterisidal ve bakteriyostatik etki yaparak ya onları öldürür ya da onların bir daha üremesini sağlayacak olan enzimleri yok ederek çalışır. Diğer önemli özellikleri ise laktozun sindirilmesine yardımcı olması, bağışıklık sisteminin gelişmesi, kolestrolün düşürülmesi, bağırsak florasına olumlu etkisi (bağırsak florasının düzenlemesi), ishalin giderilmesi, bağırsak kanserinin önlenmesi, sindirim sistemini düzenleyerek oluşan gazın önüne geçmesi diyebiliriz.
SAĞLIK
Ülkemizde probiyotiğin sadece yoğurttan ve genelde kefirden alınarak yeterli olacağı bilgisi yaygındır. Fakat onlardan aldığımız probiyotik miktarı ince ve kalın bağırsağa gidene kadar sindirilir ya da zarar görür bu da onlardan elde edilmesi planlanan faydaların yok olmasına sebep olur. Bu bakımdan probiyotiklerin hap veya kapsül olarak alınmasının çok daha önemli ve yararlı olacağı ispatlanmıştır. Biraz da nasıl kullanılacağından ve doğru kullanımından söz edelim. Probiyotik kullanırken planlama çok önemlidir. Doğru kullanım demek sürekli bir çeşit probiyotiğin alınması değildir ya da eczaneden alınan bir kutunun bitirildikten sonra “Tamam kullandım, düzeldi” diyerek bırakılması değildir. Doğru kullanım bir çeşit iyi bakteri hapının 2 ay boyunca yani 60 gün sabah aç karnına 1 tane alınarak kullanılması ve 2. aydan sonra başka bir iyi bakteri içeren probiyotiğe geçilmesidir. Bu süreç 3 kere tekrarlanıp 6. aydan sonra bırakılmalıdır. 6. aydan sonra bağırsak florası %100 olmasa dahi olabildiğince iyi bir duruma gelecektir. Örneğin (içeriklerden konuşacak olursak); ilk ay lactobacillus rhanmnosus içeren bir probiyotik kullanılabilir. Bu, en iyi sonuçları en kısa zamanda fark edeceğiniz, güzel bir başlangıç olacaktır. 2 aydan sonra lactobacillus acidophilus içeren ayrı bir probiyotikle devam edilebilir ve 3. ay başka bir probiyotik kullanılmadılır.
Herhangi bir antibiyotik kullanımı sağlıklı olan bağırsak floranıza ciddi anlamda zarar verebilir. Diyeceksiniz ki “Antibiyotik kullanmadan iyileşemediğimiz durumlarda ne oluyor?” ve kesinlikle haklısınız ama ilk önce antibiyotiğin zararlı etkilerinden bahsedelim. Genelde antibiyotik kullandığımız zaman çoğu insan ishal olur ve ishal dolayısıyla bağırsak floramız tamamen temizlenir, bu da istemediğimiz bir durumdur. Bu bakımdan en güzel çözüm antibiyotik kullanırken probiyotiğin de yanında kullanılmasıdır. Tabii ki aynı anda alınmamalıdırlar. Probiyotikle antibiyoğin arası 2 saat olduğunda en güzel sonuç alınmaktadır. Kullanılan probiyotik hem bağırsağımızın florasının korunmasına yardımcı olur hem de büyük ihtimalle olacağımız ishalin önüne geçerek bizleri rahatlatır. Son olarak kayda değer önemli etkilerinden biri de deri hastalıklarındadır. Bağırsak florasının bozulması egzama ve sedef gibi hastalıklarda atakları artırır ve sizi rahat bırakmaz. Fakat probiyotik ve özellikle yanında Omega-3 takviyesiyle bu atakların önüne geçebilir ve gündelik hayatınızı çok daha rahat bir şekilde sürdürebilirsiniz. Probiyotik, hasta olduğumuzda kullanılıp bırakılacak veya “Kullanayım düzelsin, bırakayım” tarzında bir besin, ilaç nasıl söylemek isterseniz değildir. Vitamin gibidir. Düzenli alınması gereken bir takviyedir ve kullandıktan sonra emin olun pişman olmayacaksınız. Alerjiniz olmadığını varsayarsak herhangi bir yan etkisi yoktur. Bu bakımdan daha sağlıklı, rahat, güzel bir hayat için probiyotik kullanmanızı öneririm.
8
GEZİ / Dilara Hadroviç
Konya Bu ay ülkemize geri dönüş yapıp az çok bir şeyler bildiğimiz belki de duyduğumuz Konya şehrimizden bahsedeceğim sizlere. Diyeceksiniz ki “En son ne güzel Bavyera’nın başkentinde takılıyorduk nereden de geldik Konya’ya?”. Şahsen ben bu şehri gördüğümde bütün bildiklerimin ve duyduklarımın ötesinde şehre hayran kalmıştım. Evet, insanıyla anlaşmak biraz zor. Evet, şehrin yerleşim tarzı ve havası zaman zaman sıkışmışlık hissi uyandırıyor ancak tarihi eserlerin ve yapıların sizde bıraktığı his bütün olumsuzlukları bastırmaya yetiyor. Şehrin tarihteki en önemli yeri Çatalhöyük Yerleşkesi. Şehir merkezine 15-20 km uzaklıkta bulunan Çatalhöyük, 9 bin yıl önce kurulmuş bir yerleşim alanı. İlk toplu yerleşim ve şehirciliğin temellerinin atıldığı bu yerleşke 2012’de UNESCO Dünya Mirasları listesine girmiştir. Konya’da görülmesi gerekenler listesinin kesinlikle en başında yer alıyor.
9
GEZİ Şehir merkezine döndüğümüzde ise Selçuklu ve Osmanlılardan kalan onlarca yapı arasından özgünlükleri ile öne çıkanlar benim için İnce Minareli Medrese, Karatay Medresesi ve Mevlana Dergâhı oluyor. İnce Minareli Medrese taç kapısı (giriş kapısı) bitkisel ve geometrik motifleri ile Selçuklu taş işçiliğinin güzel bir örneğini oluşturuyor. Yapı, mazgal ve dikdörtgen pencereler ile kubbede yer alan fener sayesinde ışık alıyor. Yapıya adını veren minarenin orijinali iki şerefeli iken 1901 yılında düşen yıldırım iki şerefeden birini ne yazık ki tahrip etmiş. Karatay Medresesi en çok ilgiyi yapının Batı yönünde bulunan eyvanlı kapısıyla çekmekte. Bu medrese, Selçuklu taş işlemeciliğinde hem işlenen motifler, yazılar ve İslami öğeler hem de kullanılan malzemeler açısından çok önemli bir yere sahip. İşlemeciliğin yanı sıra Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese ile birlikte çini işçiliğinde ayrı ve özel bir yere sahip. Konya denince akla ilk gelen isimlerden biri Mevlana. Şehrin içinde de onun etkisini fazlasıyla görebiliyorsunuz. Fakat ne kadar Mevlana’nın öğretisi doğrultusunda şehre nüfuz eden belirli şeyleri gözlemleseniz de Mevlana Dergâhı sizi çok farklı bir etki ile karşılıyor. Çevre düzenlemesi pek başarılı olmasa da yapının kendisi oldukça büyüleyici. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının ardından müze olarak işlevini sürdüren yapının yerleşim temelleri 1231 yılında atılmış. O tarihten itibaren yapı üzerindeki faaliyetler hiç bitmemiş ve 19. yüzyılın sonuna kadar eklemeler devam etmiş. Bahçesi ile birlikte 6.500 m2’lik bir alan kaplayan dergâh, gül bahçesi olarak düzenlenen alan ile birlikte 18.000 m2’ye ulaşıyor. Farklı dönemlerde eklenen yapısal elemanların çeşitliliği ve iç mekân işçiliğinin özen ve özgünlüğü insanda hayranlık uyandırıyor. Bütün bu mekânların yanı sıra eğer yeterli imkân ve vaktiniz var ise Tuz Gölü de kesinlikle gidilip görülmesi gerekenler arasında yer alıyor. Görmeden olmazlardan sonra yemeden olmaz dediğimiz birkaç yemekten de bahsedeceğim. Konya mutfağından çıkan ve en bilinen yemek olan “etli ekmek”in yanı sıra bir bamya çorbası içmeden, fırın kebabı ve höşmerim yemeden Konya’dan ayrılmamanızı öneririm.
10
TARİHE İZ BIRAKANLAR / Adnan Ayvaz
Yuri Gagarin: Uzayın Keşfi
Merhaba Sevgili Raptiye okuru! İlk yazımın ardından gelen güzel geri dönüşleriniz için teşekkür ederim. Gelelim bu ayki köşemin misafirine. Kendisi uzay yolculuğu yapan ilk insan: Rus Astronot Yuri Gagarin. Keyifli okumalar!
Yuri Gagarin Kimdir? Bundan 57 yıl önce, 12 Nisan 1961’de henüz 27 yaşında “uzaya yükselen ilk kişi” unvanını elde eden, “kozmonot”, esasen Ukraynalı Rus Üsteğmen Yuri Gagarin; Vostok 1 kapsülü ile 12 Nisan 1961, saat 07:55’de yerden 250 km kadar yükselmiş, Dünya etrafını 108 dakikada dolaşıp uzay yürüyüşü de yaptıktan sonra paraşütle yere inmiştir. Bu uçuş sırasında basit ve bir o kadar da güzel şu cümleler ağzından dökülecekti: “Dünya masmavi görünüyor. Ne kadar da muhteşem. İnanılmaz!” Bu başarının ardından 12 Nisan Rusya’da Kozmonot Günü ilan edildi. Gagarin, Sovyet başarısının sembolü olarak yabancı hükümetler ve sivil toplum kuruluşlarının daveti ile dünyayı dolaşmıştır. Ayrıca 30 ülkede uzay yolculuğu ile ilgili konferans vermiştir.
“
Dünya masmavi görünüyor. Ne kadar da muhteşem. İnanılmaz!
”
11
TARİHE İZ BIRAKANLAR Uzaya gitmeden önceki son konuşma Sputnik kaynaklı habere göre 1950’li yılların sonunda Sovyetler Birliği hükümeti uzaya insan göndermeye karar verip adaylar aramaya başladı. Gagarin ise uçuş mühendisi olması nedeniyle uzay yolculuğu için başvuran 20 aday arasından bütün testleri başarıyla geçti ve bu tarihi uçuş için seçilen kişi oldu. Gagarin, kimsenin görmediğini ve yapmadığını gerçekleştireceği uçuş öncesinde tüm insanlığa anlamlı bir konuşma yaptı: dünyadan tanıdığım veya tanımadığım tüm “ Tüm dostlarım, yurttaşlarım… Birkaç dakika sonra evrenin derinliklerine doğru uçacağım. Şimdi ise tüm hayatım tek bir güzel anıymış gibi gözlerimin önünde. Duygularımı ifade etmekte zorlanıyorum. Bu insanlığa karşı yerine getireceğim bir sorumluluk ve çok mutluyum. Her yolculuk öncesi söylendiği gibi: Görüşmek üzere tanıdığım ve tanımadığım herkes, hepinize sarılmak isterdim. Görüşmek üzere!
” Yeryüzüne indikten sonraki ilk konuşma O yıllarda bir çiftçi ve kızı, gökyüzünden paraşütle inmekte olan turuncu tuhaf elbiseli, başında miğfer bulunan bir insan göreceklerdir. Yuri Gagarin söz konusu olayı ve durumu şöyle aktarır: “Beni uzay kıyafetimle ve arkamda sürüklenen paraşütle görünce korkarak gerilediler. Onlara “sakın korkmayın, ben de sizler gibi sade bir Sovyet vatandaşıyım, uzaydan Dünyaya indim ve Moskova’yı arayabilmek için bir telefona ihtiyacım var” dedim. Bir orman bekçisinin karısı Anna Akimovna Tahtarova ve 6 yaşındaki torunu Rita, kozmonotu yerde görecek ilk insanlardır.
Ölümü ve sonrası 1962’de Kozmonot Yetiştirme Merkezi’nde çalışmaya başladı. Kurumun antrenör vekili olma sürecinde, Gagarin’in savaş uçağı pilotu olmaya yeniden hak kazanması gerekiyordu. 27 Mart 1968’de MiG-15 model uçağıyla rutin bir deneme sürüşü sırasında eğitmeniyle birlikte hayatını kaybetti. Ölüm sebebi ile alakalı farklı iddilar ortaya atılmıştır. Yuri Gagarin’in ölümü sonrası vücudu yakılıp külleri Moskova’daki Kızıl Meydan’da Kremlin Duvarı Mezarlığı’na gömülmüştür.
12
TARİH101 / Alp Yıldırım
Reform Evet, evet, evet! Sevgili Raptiye okurları artık Tarih101 köşemiz ve ben sizlerleyim. Bu köşede neler mi olacak? Bu köşede, bazılarımızın çok iyi bildiği bazılarımızın hiç bilmediği veya çok iyi bildiğinizi zannettiğiniz ama bilmediğiniz hatta ve hatta belki de bilmediğinizi zannettiğiniz ama cidden bilmediğiniz tarihi olaylar hakkında elimden geldiği kadar sizleri bilgilendirmeyi ve şaşırtmayı planlamaktayım. Bu ay köşemin şerefine çok sevdiğim ve bir o kadar da ilgi duyduğum “Reform” hareketini sizlerle paylaşmak istedim. Neymiş bakalım şu meşhur reform, kimlerin kızı kimlerin geliniymiş bakalım?
elime k ” m r “Refo ik veya l i n e y olarak nlamına a ıslahat dir. te gelmek lda gittikçe yı 16. yüz aşan dini zl olumsu e v ı şartlar haksızlıklar in kilisen a nd karşısı s’ın da n Rönesa önce le etkisiy ’da başlatılan ya Alman eri el ya ve kilis şiklik yapma ği dini de harekettir. an zorlay
13
16. yüzyıla baktığımız zaman Hristiyanlık, Katoliklik ve Ortodoksluk olmak üzere iki mezhebe bölünmüştür. Katolik mezhebinin merkezi Roma’da bulunan Vatikan’dır ve dini liderlerine ise Papa adı verilmiştir. Ortodoks mezhebinin merkezi İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi’dir, dini liderlerine Patrik adı verilmiştir. Bu dönemde din, kilise tarafından tamamen insanları sömüren ve dini inançları kullanan bir kuruma dönüşmüştür. Rönesans’ın etkisiyle, halk arasında özgür düşünceler yükselmeye başlamış ve Hümanizm (insan sevgisi) ön plana çıkmıştır. Bu özgür düşünceli insanlar arasında haksızlıklara tahammül edemeyen cesur biri vardı ki, düşünceleriyle tüm dünyanın gidişatını değiştirdi diyebiliriz. Bu kişi Martin Luther’den başkası değildir. Martin Luther, 1517 yılında Roma’ya yaptığı bir yolculukta kilisenin insanları sömürdüğünü, din adamlarının güç ve statü için dini duyguları kullandıklarını fark etmiştir. Kiliseye olan inancını tamamen yitiren Martin Luther, Almanya’ya döndüğünde 95 maddelik bir metin hazırlamış ve kilisenin duvarına asmıştır. Bu metinde kısaca ifade edilenler şunlardır;
TARİH101
1- Tanrı ve kul arasına kimse giremez. 2- Günahları sadece Tanrı affedebilir. 3- Papalığın af yetkisi bulunmamaktadır. 4- Endüljans belgesi satan din adamları sahtekâr ve suçludur.
Bu metinden sonra Martin Luther, Papa X. Leon tarafından aforoz edilmiştir. Sonrasında Avrupa’ya yayılmaya başlayan bu metin, halkta büyük yankı uyandırmıştır. Ve Martin Luther’i destekleyen insanlar Protestanlık adıyla yeni bir mezhep kurmuşlardır. Kurucusu da Martin Luther olarak kabul edilmiştir. Bu başkaldırış kilisenin, halk ve yönetim üzerindeki korkunç oyunları yüzünden gerçekleşmiştir. Cennetten para karşılığı yer satma, Endüljans belgesi ile günah bağışlama, suçsuz insanların sırf para için öldürülmesi, din adamları keyif sürerken halkın sefalet içinde yaşaması ve daha birçok neden bu başkaldırışı gerektirmiştir. Bu mücadele sonrasında, Protestanlar ve Katolikler arasında imzalanan Ogsburg Antlaşması, Protestanlığın kabulünü ve doğuşunu simgelemiştir.
Reform Hareketini Başlama Nedenleri 1) Kilisenin bozulması, 2) İncilin birçok dile çevrilmesi, 3) Kağıt ve matbaanın gelişimi ile okur yazar sayının artışı, 4) Özgür düşüncenin oluşmasıyla kilisenin sorgulanması, 5) Endüljans belgeleri ile para karşılığı günah affetme. Bu sebeplerle birlikte, Almanya ve beraberinde tüm Avrupa özgür düşünce sayesinde gelişmiş ve daha da ilerlemiştir. Reform hareketiyle Avrupa’da şartlar değişmiştir. Fakat reform, her ne kadar olumlu bir adım olsa da mezhep savaşlarını da beraberinde getirmiştir. Mezhep birliği bozulduktan sonra; Protestanlık, Kalvenizm ve Anglikanizm mezhepleri ortaya çıkmıştır. Katolik mezhebini terk eden her ülkede kilisenin mal varlığı ve topraklarına el konulmuştur. Geride kalan Katolik kiliseler yenilenmek zorunda bırakılmıştır. Eğitim laik bir sisteme oturtulmuş ve okullar çağın gereklerine göre yeniden düzenlenmiştir. Papanın Krallara taç giydirme yetkisi ile kilisenin kral ve yönetim üzerindeki etkisi son bulmuştur. Mezheplerle mücadele için bazı ülkelerde Engizisyon Mahkemeleri kurulmuştur. Siyasal alanlarda ayrılıklar başlamıştır. Osmanlı üzerine Haçlı ordusuyla saldırmayı düşünen Şarlken’in oyunları bozulmuştur. Bu mezhep savaşları Osmanlı devletinin yararına olmuştur. Avrupa’da süren 30 Yıl Savaşları (Mezhep Savaşları) Osmanlı’nın Avrupa’da birçok yeri fethetmesini kolaylaştırmıştır. Osmanlı’da bulunan gayrimüslimlere din ve inanç özgürlüğü sağlandığı için, Osmanlı Devleti bu süreçten etkilenmemiştir. Avrupa da kültürel ve bilimsel alanda yeniliklere açık hale getirilmiş ve yeni icatlar desteklenmiştir. Kural ve baskı yerini hoşgörüye bırakmıştır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Laiklik kavramı ile ilgili düşünceler ilk kez bu dönemde şekillenmeye başlamıştır. Köşemi beğendinizi umuyor, gelecek ay yeni bir yazıda görüşmek üzere diyorum!
14
TRENDING TOPIC / Özlem Özkan
TRENDING TOPIC Merhaba Sevgili Raptiye Okurları, Sosyal medyanın nabzını tuttuğumuz köşeme hoş geldiniz! Geçtiğimiz aydan bu yana sosyal medyada dikkatimi çeken 2 gündemden bahsetmek istiyorum sizlere:
Falling Star Seda Sayan’ın paylaşımı ile hayatımıza giren ve “Bu ne ola ki?” dediğimiz görseli görmeyen yoktur ama yine de bir hatırlatma olsun diye görseli ekliyorum
Benim asla anlam veremediğim bu poz ve dolayısıyla söz konusu akım sosyal medyada oldukça eleştirildi ve acımasızca alay konusu oldu. Öyle ki benim gözüme çarpan tweetler o kadar ağır ki buraya bir örnek taşıyamadım. İtiraf edeyim bazılarına çok güldüm… Eleştirileri asla kabul etmeyen Seda Sayan ise Türkiye’de böyle bir şeyin “öncü”sü olduğu için oldukça gururlu. Ahmet Hakan ve Ömür Gedik gibi isimler esasında lüks araçlardan düşerek yapılan ve her tarafta kişiyi oldukça zengin gösteren objeler kullanılan bu akımda Seda Sayan’ın kurgusunu oldukça başarılı buldular. Hatta yetmedi, bunu “yerli ve milli” olarak değerlendirdiler. Bence daha fazla açıklamaya gerek yok. Söz konusu durum, isimler ve söylenen sözler zaten hepimizin aklına aynı şeyleri getiriyordur. İlk uçakla Londra’ya Simit Sarayı’na Seda ablamın izinden yürümeye gidiyorum değerli okurlar, malum “yerli ve milli” olmak zor zanaat…
Evet, bir ay içinde ilgimi çeken ve oldukça popülerleşen bir diğer konu da “Turklish” konusu. Muhabir ve yazar Jared Wall ile BBC Travel, Al Jazeera gibi önemli yerlerde köşe yazan Paul Benjamin Osterlund İstanbul’da yaşayan ve kültürümüze alışmaya çalışırken yaşadıkları deneyimleri tatlı bir dille Twitter üzerinden aktarmayı seven iki isim. Aynı zamanda anladığım kadarıyla iyi de arkadaşlar. “Peki, sorun ne?” diyecek olursanız beylerimizin “tatlı bir dille” yazdığı o tweetler ne tam olarak İngilizce ne de tam olarak Türkçe. Zaten bu nedenle insanların dikkatini çekiyorlar. Bende de ilk başta “Ah canlarım ya, bir şekilde dertlerini anlatıyorlar işte” dedirtmeyi başardılar ama sanırım biraz takip ettikçe bu dili rahatsız edici bulmaya başladım. Türk insanını ve tepkilerini çok iyi analiz ettikleri apaçık ortada. Dolayısıyla yazdıkları şeylere çoğunlukla “Evet ya!” diyerek onaylayan bir tepki de veriyorum ancak bu işin sonu ne olacak, bu tarz bir dil kullanımı kimleri nasıl etkileyecek öngöremiyorum. Keza daha şimdiden birçok insan bu şekilde yazmaya ve böylelikle fenomen olmayı denemeye başladı bile… Buyurun size aşağıda birkaç örnek, bakalım sizler neler düşüneceksiniz?
15
Turklish
TRENDING TOPIC
İşte böyle… Fakat bir dipnot düşmeden geçemeyeceğim. Paul, hiçbirimizin gezmediği kadar güzel restoranları gezip keşfediyor ve deneyimlerini Twitter’dan paylaşıyor. İstanbul’u yeniden keşfetmek isteyenleri Paul Bey’in hesabına alalım lütfen!
Bonus Size bir de bu ay bonus olarak takip etmenizi ısrarla önereceğim iki hesap yazacağım. Bunlardan ilki Wannart. 2017 Mart ayında faaliyetlerine başlayan “wannart.com”, bir kültür/sanat içerik platformu. Modern sanattan hiç duymadığımız sanatçıların eserlerine, etkinlik duyurularından genel kültür testlerine kadar kültür&sanat kapsamında birçok içeriği bulabileceğiniz söz konusu platformu uzun zamandır zevkle takip ediyorum, sizlere de tavsiye ederim. Kurulduğu günden bu yana kendini sürekli geliştiren ekip ayrıca; oyun ve teknoloji alanı için “Wannagate”, müziğe dair her şey için “Listenary”, sinema ve dizi içerikleri için “Moviewa”, gezgin tavsiyeleri ve ana akımda pek göremediğimiz etkinlik duyuruları için “Wanda” alt hesaplarını oluşturdu ve ilgi alanlarına göre insanları kendi platformuna yönlendirmenin zekice bir yolunu bulmuş oldu. Bakalım hesabı inceledikten sonra geri dönüşleriniz nasıl olacak merakla bekliyorum… İkinci önerim ise GerekeniYap! platformu olacak. Wannart’a göre çok daha eski bir platform olan GerekeniYap!’ı ben çok yeni keşfettim diyebilirim. Şehir hayatı bizleri sıklıkla robotlaştırıyor ve konfor alanımızın dışına çıkmamıza pek de izin vermiyor. Fakat şehir insanının bu problemini göz önünde bulundurarak geliştirilen GerekeniYap! projesi mekan, kitap, dizi ve hatta yemek tarifi önerileriyle aslında hayatımızda çok büyük adımlar atmamıza gerek kalmadan rutinimizin dışına kolayca çıkabileceğimizi gösteriyor bizlere. “Onedio” gibi fikrimce içerikleri iyice kötüleşen ve yalnızca reklam kovalayan hesaplar yerine böyle hesapları takip ederek hiç gitmediğiniz bir etkinlik konusunda heyecanlanabilir ya da hiç aklınıza gelmeyecek şehirleri ziyaret etmek için hazırlıklara başlayabilirsiniz. Kasım sayımızda sosyal medyanın hızla değişen yeni gündemleri ile karşınızda olacağım, keyifli okumalar!
16
H.İ.S / Gamzenur Dilara Yılmaz
Farkındayız, Buradayız! Hâlâ tam olarak kabul edemesek de koskocaman bir yaz yine geride kaldı. Bir süredir bizimle olan yeşil yerini; sarı, turuncu ve kırmızıya bıraktı bile. Çok değil, kısa bir süre sonra bembeyaz bir huzurla kaplanacak sarı, turuncu, kırmızı sokaklar ve caddeler… Bu mevsimlerde evin kapısından her çıktığımda dışarıdaki soğuk havaya inat içimi ısıtan bir tablo gelir aklıma. Ahşap bir ev, dumanı üstünde tüten yemekler, sıcacık bir şömine, kalabalık bir aile ve halının üstüne kıvrılmış bir tekir. Bir de Boncuk vardır tabi bu tabloda, o yemeğin kokusuyla çoktan masanın etrafında yerini almıştır hatta. Her şey yerli yerinde, ne güzel duruyor deriz ya, öyle işte. Derken bir köpek havlar yakınımdan uyanırım gerçek hayata. Tablodaki parçalar eksilip yer değiştirir aniden. Keskinleşir soğuk, netleşir gerçek. Boncuklar ve tekirlerle beraberiz artık dışarıda… Soğuk geçen bu günlerde aç kalan sokak hayvanlarının mücadelesine yardımcı olmak hepimizin görevi aslında. Bazen küçük bir dokunuşla veya anlık bir bakışla, bize kelimelerin yetmeyeceği kadar fazla şey anlatan minik canların, yaşaması için sizin de yapacağınız çok küçük şeylerin olduğunu ne olur unutmayın. Gelin beraber bir kez daha hatırlayalım hatta:
17
• Öncelikle görüntü kirliliği diyenlere inat her zaman yaptığınız gibi; kapınızın önüne, eğer koyamıyorsanız da biraz öteye, parklara, kuytu köşelere bir kap mama bir kap su yerleştirin. Üstelik illa kedi/köpek mamalarından almak zorunda da değilsiniz. Evinizde pişen artık yemekleri çöpe dökmek yerine bir kabın içine koyup, sokak hayvanlarının yiyebilmesi için bırakabilirsiniz. Bıraktığınız yiyeceklerin içinde özellikle soğan, tatlı, baharatlı ya da onlar için zehirli olabilecek şeyler olmamasına özen göstermeniz yeterli. Bunun yanı sıra metal ya da çelik su kaplarının suyu çabuk dondurabileceğini düşünerek dışarıya konan suların içine ise bir damla zeytinyağı damlatıp soğuğa karşı dirençlerini arttırabileceğinizi de lütfen unutmayın. • Şüphesiz ki, en büyük ihtiyaçlardan biri de barınma! Kedi/köpek evleri ve kulübeler yapıp bunları uygun yerlere bırakabilirsiniz mesela. Çok masraf etmeye gerek kalmadan yapabileceğiniz bu kulübeler için internetten kolaylıkla birçok yöntem bulabilirsiniz. • Eğer arabanız varsa, arabanızı çalıştırmadan önce tekerlekte ya da motorda bir kedi olup olmadığını mutlaka kontrol edebilir, eğer bir başkasının aracında böyle bir tehlike varsa araç sahibi için arabanın üzerine bir not bırakabilirsiniz. • Yaralı ve hasta olduğunu düşündüğünüz bir hayvan görürseniz ise en yakın belediyeye haber verebilirsiniz. Bütün bunların dışında, eğer henüz bir hayvan sahiplenmenin o tatlı huzurunu tatmadıysanız, muhtemelen hayatınızda hiçbir zaman fark etmediğiniz ve edemeyeceğiniz kocaman bir boşlukla yaşamaktasınız. Kim bilir belki de bir gün bu eksiklikle tanışıp, hayatınıza anlam katmak istersiniz. O zaman onları sokaktan kurtarıp kendi tablonuza, hayat arkadaşınız olarak bile yerleştirebilirsiniz.
LEZZET KÖŞESİ / Aysu Bulak
Köri Soslu Tavuk Merhabalar, Biliyorsunuz ki şu sıralar her yerde şarbon haberleri okuyoruz ve mümkün olduğunca kırmızı etten uzak durmaya çalışıyoruz. Ben de bu ay sizlere lezzetli bir köri soslu tavuk tarifi vermek istedim ki bu başvurabileceğiniz güzel bir tarif olsun.
Malzemeler • 600 gram kuşbaşı tavuk göğsü • 2 yemek kaşığı sıvı yağ Sos malzemeleri: • Yarım su bardağı sıcak su • 1 yemek kaşığı un • 2 yemek kaşığı tereyağı • 1 tatlı kaşığı köri • 1 tutam karabiber • 1 tutam tuz
Hazırlanışı Öncelikle 2 yemek kaşığı sıvı yağı bir tavada kızdırın. Kuşbaşı doğranmış 600 gram tavuk göğsünü güzelce kavurun. Köri sosu hazırlamak için; ayrı bir tavada 2 yemek kaşığı tereyağını sos tenceresinde eritin. 1 yemek kaşığı unu da üzerine ekleyerek unu kavurun. Daha sonra kavrulan una 2 su bardağı soğuk sütü ekleyin ve unun topaklanmaması için bir çırpıcı yardımıyla hızlıca karıştırın. Yarım su bardağı sıcak su, 1 tatlı kaşığı köri, tuz ve karabiberi karışımın üzerine ekleyin. Sosu, kısık ateşte koyu bir kıvam alana kadar sürekli karıştırarak yaklaşık 5 dakika pişirin. Ve sosumuz hazır! Hazırladığınız sosu, kavrulan tavuklarınıza ekleyin ve güzelce karıştırın sonra pişirme işlemini 5 dakika kadar sürdürün. Pratik ve lezzetli ev yapımı köri soslu tavuğunuz yemeniz için hazır!
18
TEKNOLOJİ / Adnan Ayvaz
Arts & Culture
Google’ın kullanıcıların müzelerdeki ikizlerini bulan uygulaması Türkiye’de! Teknoloji devi Google’ın, kullanıcıların müzede sergilenen eserlerdeki ikizlerini bulmasına olanak tanıyan uygulaması Türkiye’de kullanıma girdi. “Arts & Culture” (Sanat ve Kültür) isimli uygulama yüz tanıma teknolojisi kullanarak, kişilerin “selfie”si ile ünlü tabloları eşleştiriyor.
Yüz tanıma teknolojisi kullanılan uygulamada, kişinin yüklediği fotoğraf, yazılımın veri tabanına kayıtlı dünya genelindeki 1000’den fazla müzenin sanat eserleri taranarak eşleştiriliyor. Kullanıcıya en çok benzeyen sanat eseri figürü bu sayede ortaya çıkarılıyor. Kullanıcılar, mobil dünyada gittikçe popülerleşen uygulama ile ilgili deneyimlerini sosyal medya üzerinden paylaşıyor. Bazıları sonucu oldukça şaşırtıcı bulurken, bazı kullanıcılar ise uygulamayı başarılı bulmadıklarını ifade ediyor. İşte uygulama bazıları...
19
ile
elde
edilen
karelerden
2 NY / 1 MG
9 10 12 15 16 18 18 20 22, 23
25 25 26
Fenerbahçe Leo Kulübü Eylül Ayı Toplantısı Eylül
118Y LYÇ Eylül Ayı Konsey Toplantısı Eylül
Sahilyolu Leo Kulübü Eylül Ayı Toplantısı Eylül
Eylül
1. MD Konseyi, İstanbul Eylül
Fenerbahçe Lions Kulübü Eylül Ayı Toplantısı
İstanbul Güneş Leo Kulübü Eylül Ayı Toplantısı
Yönetim Kurulu Telafi Eğitimleri
30
8
Ekim 118Y LYÇ Ekim Ayı Konsey Toplantısı
13
Ekim Başkanlar ve Yönetmenler 2. Toplantısı
16
Ekim Fenerbahçe Lions Kulübü Ekim Ayı Toplantısı
21
Ekim Fenerbahçe Leo Kulübü Ekim Ayı Toplantısı
22
Ekim Üye Adayı Eğitimi
Eylül
HİS Komite Toplantısı Eylül
YK Toplantısı
Kızıltoprak Zühtüpaşa Leo Kulübü Eylül Ayı Toplantısı
29
HİS: Kurtköy Orman Beslemesi
Eylül
Eylül
29
7
Eylül
118Y LYÇ Motivasyon Kampı, Şile
Eylül
Advisorlar & Leo Başkanları Buluşması Eylül
Kika Eylül
Beykoz Leo Kulübü Eylül Ayı Toplantısı
Ekim HİS Projesi Farkındalık Konferansı Ekim
Eylül
3.Kesim 8.Bölge Genel Yönetmen Bölge Danışma Kurulu Toplantısı
27
3
Eylül
Salacak Leo Kulübü Eylül Ayı Toplantısı
?
Neler Yapacağız
HİS: Kurtköy Orman Beslemesi
Eylül
27
✓
Neler Yaptık
Eylül
26, 27, 28
Ekim Preforum Efes
Mutlu Günler 14
Ekim Emre Balcı
16
Ekim Aysu Bulak
.. GUNLER
20
KÜLTÜR & SANAT /Ayşe Doğa Ülgen
. SERGI
Yer : Leica Gallery İstanbul Tarih : 13 Eylül – 24 Kasım 2018
DALİ’NİN KADINLARI
Yer : Zorlu PSM Tarih : 13 Ekim 2018, 20.30
21
Yer : Dirimart Dolapdere Tarih : 18 Eylül – 4 Kasım 2018
YUTMAK
Eleştirmenler tarafından bir oyunculuk şöleni olarak tanımlanan Yutmak, izleyicisiyle buluşuyor. “Ben genellikle dünyadaki en tuhaf insan olduğumu sanırdım ama sonra dünyada o kadar çok insan var ki, kendini benim kadar tuhaf hisseden ve benimle aynı biçimde arızalı başka biri olabilir diye düşündüm. Onu hayal ettim ve onun da beni hayal ettiğini düşündüm. Sen eğer ordaysan bunu okuduğunu umut ediyorum ve bilmelisin, işte ben de buradayım ve en az senin kadar tuhafım.” diyen 3 insanın hikayesi… Soru işaretleriyle dolu bu oyun kaçmaz! Yer : Craft Kadıköy Tarih : 22 Ekim 2018, 20.30
MÜZİKAL
Marilyn Monroe, Virginia Woolf, Edith Piaf ve Frida Kahlo aynı anda sahnede... Dünya tarihinde büyük iz bırakmış isimler Marilyn Monroe, Virginia Woolf, Edith Piaf ve Frida Kahlo, Salvador Dali cinayetinde şüpheli konumundalardır çünkü Dali’nin öldürüldüğü bıçakta parmak izleri bulunmuştur. Kahramanımız, katilin kim olduğunu bulmaya çalışır ve böylece kendini, iç dünyasını ve hayatını sorgularken bulur. Ütopik bir evrende geçen, yer ve zaman kavramının kaybolduğu Dali’nin Kadınları her biri ayrı renk olan efsaneleri bir araya getiriyor. Çarpıcı ve farklı bir üslup ile absürt komedi olarak nitelendirilen oyunda izleyiciler aynı zamanda bir parça müzikal, biraz trajedi ve bir tutam gerilim unsurunun yanı sıra olağandışı bir yüzleşmeye tanık olacak.
Fahrelnissa Zeid’in özel koleksiyonlardan derlenen, bazıları 2017’de Tate Modern ve Deutsche Bank KunstHalle’de gerçekleştirilen retrospektifte sergilenmiş̧ olan eserlerden bir seçki, 18 Eylül-4 Kasım tarihleri arasında Dirimart Dolapdere’de sanatseverlerin ziyaretine açık olacak. “Tutkuya Övgü” başlıklı sergide Fahrelnissa Zeid’in kırk yılı aşkın bir süre boyunca ürettiği farklı dönemlere ait yağlı boya resimler yer alıyor.
SERGI
Moda ve portre fotoğrafçılığında “Işık Ustası” olarak tanınan Horst P. Horst’un “Horst: Moda ve Portreler” adlı Türkiye’deki ilk kişisel sergisi 13 Eylül’de ziyaretçilere açıldı. İstanbul Kültür Sanat Vakfı 4. İstanbul Tasarım Bienali’ne paralel olarak düzenlenen sergi, Leica Gallery İstanbul’da 24 Kasım’a dek görülebilecek.
TUTKUYA ÖVGÜ
.
HORST: MODA VE PORTRELER
KÜLTÜR & SANAT
TUTSAK (BEL CANTO)
AY’DA İLK İNSAN
Tutsak, Güney Amerika’da zengin bir iş adamının doğum gününe katılan ve burada rehin alınan ünlü bir opera sanatçısının hikayesini anlatıyor. Japon iş adamı Katsumi Hosokawa doğum günü için özel bir parti düzenlenmektedir. Amerika’nın ünlü sopranosu Roxane Coss da partinin konukları arasındadır ve özel bir konser verecektir. Başkan yardımcısının evinde verilen partide başlarda her şey yolundadır. Fakat partinin sonlarına doğru bir grup terörist partiyi basar. General Benjamin tarafından tutuklanan yoldaşlarının serbest bırakılmasını isteyen teröristler evdeki herkesi rehin alır. Bir süre sonra rehine sayısındaki fazlalık teröristler için sorun olmaya başlar. İçlerinde Katsumi Hosokawa ve Roxane Coss’un da yer aldığı bir grup önemli kişi dışındakileri serbest bırakırlar. Heyecan dolu film 5 Ekim’de sinemalarda!
Damien Chazelle ile ünlü oyuncu Ryan Gosling’in La La Land’ten sonra ikinci işbirliği olan ve Gosling’in Neil Armstrong’a hayat verdiği First Man, 1969 yılında astronot Neil Armstrong’un aya adım atmasıyla sonuçlanan Apollo 11 görevini ve Armstrong’un görev süresince yaşadıklarını merkezine alıyor. İnsanlık tarihindeki önemli bir olayın beyazperdeye aktarılacağı ve sinemaseverlerin merakla beklediği film 19 Ekim’de vizyonda olacak.
GRİPİN
THE MADCAP
Son çıkardıkları “Beni Boş Yere Yorma” single’ından sonra yeni albüm kayıtlarına hızlıca devam eden Gripin grubu diğer yandan da konserlerine devam ediyor. 1999 yılında kuruldukları günden bugüne kendini oldukça geliştiren grup özellikle yaptıkları coverlarla da dikkat çekiyor.
Ankaralı glam & hard rock grubu The Madcap dünyaca ünlü Hard Rock Cafe’lerin global bir yarışması olan Hard Rock Rising yarışmasında jüri ve seyirci oylarıyla Türkiye 1.si seçildi. Gösterişli kostümleri ve yüksek sahne enerjisiyle dikkat çeken The Madcap konserini kaçırmamanızı tavsiye ederiz.
Yer : IF Perfomance Hall, Ataşehir Tarih : 27 Ekim 2018, 22.30
Yer : Dorock XL Tarih : 18 Ekim 2018, 22.30
22
22-23 Eylül, Motİvasyon Kampı