RAPTİYE NO:54

Page 1

NO.54 KASIM, 2019

Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 81. yılında saygı, özlem ve minnetle anıyoruz.


içindekiler 2

MESAJ VAR

3

ATATÜRK KÖŞESİ

6

Aslıland

7

Senden, Benden, Bizden Farklı Bir Yaşam Mümkün

10

Dış Ticaret

11

Spor

12

Tarihte İz Bırakanlar Stefan Zweig Kimdir?

14

Sağlık

16

Tarih 101

18

Beslenme Sözlüğü

19

2 NY / 1 MG

20

Kültür & Sanat

/raptiyedergi

Atatürk’e Ağıt

Taksim’de sfinaki mi, Bakırköy’de pizza mı?

Türkiye için Genel Dış Ticaret

Bir Oluruz Yolunda

Talidomid Faciası Berlin Duvarı ve Hikâyesi Bir Tahıl Proteini: Glüten

raptiyedergi@gmail.com

www.issuu.com/raptiyedergi

Dergimiz ile ilgili her türlü fikir ve görüşleriniz için bizimle iletişime geçebilirsiniz.


MESAJ VAR! 5

Merhaba sevgili Raptiye okurları! Uzun bir aradan sonra tekrar beraberiz. Bir süredir görüşemiyor olsak bile Raptiye; ekibin tüm heyecanı, yepyeni yazıları ve birbirinden güzel köşeleri ile kaldığı yerden sizlerle. Sizlere de bunca emekle oluşturulan dergimizi okumak düşüyor � Tabii bizlere bu fırsatı sunan Üçel Baskı Çözümleri’ne teşekkür etmeden de olmaz çünkü biz Leo’ların üretebildiği bir alan olan Raptiye’yi devam ettirmemizde payları büyük.Devam ettirmek derken bir noktanın altını çizmeden de edemeyeceğim. Elinizdeki bu Kasım sayısı ile birlikte Raptiyemiz tam tamına 5. yılını doldurmuş bulunmakta. 35. yılını devirmeye çok yaklaşmış bir Leo kulübü olarak, 5 senedir aylık bir dergi çıkarıyor olmanın haklı gururunu yaşıyoruz. 5 sene boyunca verdikleri emeklerle bize bu gururu yaşatan sayısını dahi bilmediğimiz gerek kulüp içi gerek kulüp dışı tüm yazarlarımıza, editörümüz Özlem Özkan’a, siz kıymetli okurlarımıza ve özel olarak da uzun süredir Raptiyemizin tasarımından sorumlu olup yaklaşan jübilesi sebebiyle birikimini yavaş yavaş sıradaki arkadaşımıza aktaran Adnan Ayvaz’a gönülden teşekkür ediyorum. Sizler olmadan Raptiye bugünlere böyle gelemezdi. Her biriniz iyi ki varsınız! Dönemin yavaş yavaş hızlanmaya başladığı Ekim ayını geride bıraktık. Ekim ayı içerisinde Leo çalıştayına ve Sahilyolu Leo Kulübü’nün gelir getirici aktivitesi Kot & Şarap’a katıldık. Kadıköy Leo Kulübü ile gerçekleştireceğimiz ortak barınak ziyaretimizi planladığımız toplantımızı ve adaylar buluşmamızı da Ekim ayında gerçekleştirdik. 13 Ekim’de Özgürlük Parkı’nda Dünya Lions Hizmet Günü kapsamında gerçekleştirilen etkinliklerde standımızda yerimizi aldık, Türk Leo hareketini tanıttık, H.İ.S. Projemiz kapsamında paketlediğimiz 120 paket mamayı dağıttık. 14 Ekim’de gerçekleşen LYÇ Konseyi’ne Kızıltoprak Zühtüpaşa Leo Kulübü ile ev sahibi olarak katıldık. 15 Ekim’de sponsor kulübümüz olan Fenerbahçe Lions Kulübü’nün aylık toplantısındaydık, 20 Ekim’de ise sponsor kulübümüzün geçmiş dönem başkanlarından Genel Yönetmenimiz Sn. Ln. Ruhi Gönüllü’nün ziyareti ile aylık toplantımızı gerçekleştirdik. 18 Ekim’de Beykoz Leo Kulübü’nün gelir getirici aktivitesi CineBeykoz’a katılarak hizmetlerine destek olduk. 25-26-27 Ekim’de Preforum Teos’a katılım gösterdik ve yönetim çevremizin ev sahipliğini yapacağı Forum 2020’nin tanıtımını yaptık. Son olarak ise 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı yürüyüşüne katılım gösterdik. Gördüğünüz gibi yoğun bir Ekim ayını geride bıraktık, Kasım ayının en önemli gündemleri ise: Kadıköy Leo Kulübü ile düzenleyeceğimiz ortak barınak ziyaretimiz ve aylık toplantımızda üye giriş törenimizle yeni arkadaşlarımızı aramıza katacak olmamız. Son olarak, 18 Kasım haftasında sürpriz bir hizmet aktivitesi gerçekleştirebiliriz, bu yüzden bizleri sosyal medyadan takipte kalmanızı tavsiye ederim :) Mutluluk dolu bir ay olması dileğiyle, hoşça kalın!

54

Kasım 2019

Caner Battaloğlu

Adnan Ayvaz Alp Yıldırım Alp Kaan Önder Aslı Çicek Şahin Asunur Özkaldım Ayşe Doğa Ülgen Caner Battaloğlu Ebru Gözüm Koray Maviş Çağla Korkutoğlu Simge Sarı

Burak KILIÇ 2019-20 Çalışma Dönemi Başkanı Fenerbahçe Leo Kulübü

Üçel Baskı Çözümleri Dumlupınar, Merdivenköy Yolu Sk. 3/1, 34720 Kadıköy/İstanbul

2


ATATÜRK KÖŞESİ

ATATÜRK’E AĞIT Yaptığı yüzlerce fedakârlıktan da anlayacağımız üzere Mustafa Kemal Atatürk vatanı ve milleti için canını vermekten kaçınmazdı. Annesinin vefat haberini 15 Ocak 1923’te aldı ve cenazeye katılamayacağını bildirdi. Çünkü Lozan Konferansı memleket için epey sıkıntılı ve sancılı geçiyordu ve o öyle bir vatan sevgisi besliyordu ki, memleket meselesi anneciğinin son yolculuğundan daha ağır bastı. Annesinin mezarını, ölümünden tam 12 gün sonra ziyaret edebildi. Mezarı başında ağzından şu kelimeler döküldü, “Annemin mezarı önünde, Allah’ın huzurunda söz veriyor ve yemin ediyorum. Milletin egemenliğinin korunup savunulması yolunda gerekirse annemin yanına gitmekte asla duraksamayacağım. Milletin egemenliği uğrunda canımı vermek vicdan ve namus borcum olsun.” . Atatürk ölüm sebebi olarak bilinen siroz hastalığının haberini 1938’in başlarında almıştı ama hastalığı öğrenmeden önceki sürece bir göz atmakta fayda var çünkü Atatürk, 10 Kasım’da millet için canını vermiştir. Bu, sıradan bir ölüm değildir. 20 Temmuz 1936’da Montrö Sözleşmesi imzalandığı gün Mustafa Kemal, kızı Afet İnan’a telgraf çekti, “Boğazlar meselesi tamam. Sıra Hatay’da!”. Hatay’ı şahsi meselesi olarak görüyordu ve 10 Aralık 1936’da Fransız Elçi Henri Ponsot ile görüşmesinde bunu bizzat dile getirdi. Diplomatik olmayan bu üslup tepki çekse de görüşmenin üstünden 40 gün geçtikten sonra Hatay özerkliğini kazandı ama henüz Türkiye topraklarının bir parçası olmamıştı. “... Bilirsin ki çocuk, 1921 yılındaki antlaşmayı (20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması) yapanların başında ben vardım. O zaman, Mösyö Franklin ile bu konuda (Hatay konusu) çok şeyler konuşmuştuk. Onları, şimdiki Fransız idarecileri öğrenmemiş veya unutmuş olsa bile, ben asla unutmadım ve unutmam. Bu itibarla defalarca, hatta Fransız Sefiri (Büyükelçisi) Mösyö Ponsot’a da açıkça söylediğim gibi, dava benim şahsi davamdır ve icap ederse, yine şahsen halletmem gerekir. Binaenaleyh, şayet böyle bir zaruret karşısında, yani işi silahlı bir hareketle halletmek zorunda kalırsak, tutacağım yolu da çoktan kararlaştırmış bulunuyorum. Derhâl Devlet Reisliği’nden (Cumhurbaşkanlığı), hatta mebusluktan (Milletvekilliği) istifa edeceğim. Serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarla beraber Hatay topraklarına geçeceğim. Bildiğin gibi, bunun her zaman imkanı ve çok emin yolları vardır. Oradaki mücahitlerle ve Anavatan’dan kaçıp, bize katılacağından şüphe etmediğim kuvvetlerle meseleyi yerinde ve içten halletmeye çalışacağım. İsterse, Türkiye Hükümeti beni ve arkadaşlarımı asi ilan eder ve hakkımızda takibat da yapar.” (Hasan Rıza Soyak “Atatürk’ten Hatıralar”, Cilt 2, S: 571.)

3

ATATÜRK KÖŞESİ

Caner Battaloğlu


sidir! Meseleyi halledeceğiz. Bunun için en büyük tehlikeyi göze aldım.” Suriye’nin tam bağımsız olmasını canı gönülden isteyen Atatürk, gerekirse ordusuz Suriye’ye girme cesaretini de gösterebileceğini dile getirmişti. Tam da Hatay meselesi için temaslarda bulunurken Atatürk, Ocak 1938’de hastalığını öğrendi. 27 Şubat’ta yoğun göğüs ağrısı, öksürük ve şiddetli burun kanamalarına rağmen toplantıya katıldı ve Celal Bayar’a hastalığının gizli kalması adına yabancı doktor istemediğini, Türk hekimlerine emanet edilmesini istediğini belirtti. Mart ayında hastalığı iyice ilerledi ve kendisi de hastalığının ciddiyetinin farkına vardı. Celal Bayar’a acele etmesini söyledi. 28 Mart’ta Fransa’dan davet edilen Dr. Fissinger Atatürk’ü muayene etti ve raporunu sundu.

Tarihler 11 Haziran 1937’yi gösterdiğinde yurt gezisinde bulunan Atatürk, Trabzon’da bulunduğu sırada çiftliklerini millete hediye ettiğini başbakanlığa belirtmiş ve 2 gün sonra ise İnönü’ye çektiği telgrafta annesinin mezarı başında ettiği yemini yinelemiştir: “Ben, gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.” 29 Ekim 1937’de Cumhuriyet’in yıldönümü kutlamaları için verilen baloda ise Fransız sefirine, milletine söz verdiğini ve Hatay’ı alacağını bizzat söyler. “Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak sözleşmeye dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay’ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem milletimin huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, Yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam.”

Tüm ısrarlara rağmen hala ayakta olduğunu göstermek için tedaviyi bırakıp 19 Mayıs gösterileri için kutlamalara katıldı. Kutlamaların ardından ani bir kararla Adana’ya gitme kararı aldı. Bu, onun hastalığa meydan okumasıydı. Ve bir sonun başlangıcıydı. Mersin’e geçip denetlemelerini yaptıktan sonra Adana’ya geri döndü. Piyade ve topçu birliklerinin geçit törenini izledikten sonra akşamüstü fenalaştı. 29 Mayıs 1938’de karnı su toplamıştı ama Atatürk’ün çalışmaları bırakmaya niyeti asla yoktu. 2 Haziran’da İstanbul’da imar planı adı altında gizli toplantılar ile Hatay Harekâtı başlamış bulundu. Atatürk, Hatay için mücadele verdikçe sağlığı iyiden iyiye bozulmuştu. Ama duracak mıydı? Atatürk, bir askerdi. Kenara çekilmek ve savaşarak ölmek arasındaki seçimini bir asker gibi yaptı. Kenara çekilmeyi reddetti. 16, 17, 20, 22 ve 24 Haziran’da bakanlarla çalışmalarını sürdürdü. Aynı gece yüksek ateş nedeniyle fenalaştı. Üç günlük dinlenmenin ardından 27 ve 29 Haziran’da bakan, general, vali ve elçilerle çalışmalarını İstanbul’da sürdürdü. 4 Temmuz

30 Kasım 1937’de Fransız ordusu Hatay’a müdahale ederek Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk’e mesaj vermeye çalıştı. 21 Aralık 1937’yi 22 Aralık’a bağlayan gece Ankara’da Karpiç Lokantası’nda Suriye Başbakanı Cemil Mardam ve Adil Arslan ile bir toplantı gerçekleştirildi. Her fırsatta yurtta sulh, cihanda sulh diyen adam o toplantıda epey öfkeliydi: “Fransızla hayal kurarsa netice aleyhlerine olur, kıllarını başlarına alsınlar. Benim için diplomasi meçhuldür.” Gecenin ilerleyen saatleri öfkesi gitgide büyüyordu: “Fransızlar bir şey yapamazlar! Eğer şüpheleri varsa tecrübe edebilirler! Namusum üzerine yemin ederim ki Hatay’ı bırakmam! Fransız hükümeti aklını başına toplasın! Fransa Suriyelileri adam yapmak istiyormuş! Evvela kendileri adam olsunlar! Türkiye kuvvetini kurmuştur. Mesele benim için namus mesele-

ATATÜRK KÖŞESİ

4


1938’de Türk ordusu Hatay’a girdi. 10 Temmuz’da yüksek ateş nedeniyle fenalaştı. Çalışmak, sigara, alkol, kahve ve hatta ayakta durmak dahi yasaktı. Atatürk sadece Suriye’ye ve Fransa’ya değil hastalığına, büyük cesaretiyle ölüme meydan okuyordu. Erken kalkıyor, sigarasını ve kahvesini alıyor, toplantılar yapıyordu. Direnebildiği kadar direniyordu. Avrupa’daki tüm büyükelçilerle toplantı yaptıktan sonra, Fevzi Çakmak’a askeri manevraları başlatma emri verdi. Hatay meselesi ısınacaktı. Yaptığı rest işe yaradı. 2 Eylül 1938’de Hatay, bağımsızlığını ilan etti. 3 Eylül 1938’de Hatay meclisi kuruldu. Namus meselesi olarak gördüğü Hatay’ı almıştı. Ettiği yemini bozmamış, vatana verdiği sözü tutmuştu. Gönül rahatlığı ile artık vasiyetini yazdırabilirdi. Karnı yine su toplamış, ağrıları ve rahatsızlıkları artmıştı. 2 kere ameliyat oldu. 9 Eylül’de Paris Büyükelçisi Suat Davaz’la, 10 Eylül’de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Budapeşte Büyükelçisi Behiç Erkin’le çalıştı. 17 Eylül 1938... Celal Bayar’la yaptığı toplantı sırasında aklından geçenleri ona anlattı. Yolun sonuna yaklaştığının farkındaydı. “Fazla vaktimiz yok, en fazla üç senemiz var. Ne yapacaksak bu dar müddetin içine sıkıştırmaya bakmalıyız. Bütçe filan düşünmeye gerek yoktur, memleketin bütün kuvvet kaynaklarını seferber ederek bu işleri yapmak lazımdır. Atatürk o kadar çalışkan bir liderdi ki 26 Eylül’de komaya girip ertesi gün uyandıktan sonra dahi çalışmalarına devam etmiştir. 2 Ekim’de Cenevre’den dönen Tevfik Rüştü Aras ile, 3 Ekim’de Başbakan Celal Bayar ve Atina Elçisi Ruşen Eşref Ünaydın ile hasta haliyle toplantı gerçekleştirdi. 6 Ekim’de tekrar rahatsızlandı ve vasiyetini notere teslim etti, “Gerektiği zaman kanunî muamelesini yaparsınız!” dedi. 7 Ekim, Fevzi Çakmak ve Ordu komutanı İzzettin Çalışlar, 8 Ekim yakın dostu Kılıç Ali, 9 Ekim Başbakan Celal Bayar. Toplantılar bitmiyor, görüşmeleri ardı ardına sürdürüyordu. Tek amacı, ölmeden önce Hatay’ı anavatana katmaktı. 11 Ekim’de kız kardeşi ve kızlarını yanına çağırdıktan sonra akşamına komaya girdi ve 4 gün boyunca uyanmadı. 22 Ekim ve 25 Ekim’de Rıza Soyak’la hasta yatağında üçer saat çalıştı. Ertesi gün, kızı Ülkü’yü yanına çağırdı. 27 Ekim, Celal Bayar ile hasta yatağında toplantı yaptı. 29 Ekim... Hayatında ilk defa Cumhuriyet kutlamaları-

na katılamadı. Resmi vasiyetini açıklamıştı. Orduya vasiyet metnini Bayar’a vermişti. Bayar, Ulus Meydanı’nda Atatürk’ün orduya mesajını okudu. Kardeşi ve kızlarını sık sık çağırıyordu. Çünkü onları son kez gördüğünün farkındaydı. 6 Kasım’da karnı tekrar su topladı ve üçüncü kez ameliyat olmak zorunda kaldı. Karnından tam tamına 6 litre su alınmıştı. Canı enginar çekmişti. İstanbul’da bulunamamış fakat Hatay’da bulunmuştu. Uğrunda canını ortaya koyduğu Hatay’dan sipariş edilen enginar İstanbul’a vardığında o yeniden komaya girmişti. 10 Kasım 1938 sabahı saat 9 gibi birdenbire gözleri açıldı ve başını sağa çevirdi. Artık ölmüştü. Libya, Çanakkale, Muş, Diyarbakır, Halep, Samsun, Amasya, Erzurum, Sivas, Sakarya, Dumlupınar... Ve nihayet Hatay... Mustafa Kemal Atatürk, ömrünü memleket için çabalayarak geçirmiş ve söz verdiği gibi gerektiğinde canını vermiştir. Biz Hatay’ı aldık. Karşılığında Mustafa Kemal’i verdik. Onun kendi canı için biçtiği değer Hatay kadardır. Varın bu vatanın ne kadar kıymetli olduğunu, siz düşünün.

Ağlayalım Atatürk’e, Bütün dünya kan ağladı, Başbuğ olmuştu mülke, Geldi ecel can ağladı, Şüphesiz bu dünya fani, Tanrı’nın aslanı hani, İnsi cinsi cem’i mahluk, Hepsi birden ağladı.. Aşık Veysel

5

ATATÜRK KÖŞESİ

Caner Battaloğlu


ASLILAND Taksim’de sfinaki mi, Bakırköy’de pizza mı? Bronzo Pizza-Bakırköy Çökertme kebabı sever misiniz? Şimdi bu şahane lezzeti müthiş lezzetli bir pizza hamurunun üstünde hayal edin, işte Bronzo’nun en meşhur pizzası! Dipte müthiş lezzetli domates sosu ve kıymalı harç, üzerinde süzme peynir ve mozzarelladan oluşan peynir şöleni. Öyle bir lezzet ki, ete tırnağa bürünse bu pizzaya sarılmak isterdim.

Eleos Restaurant - Taksim Eleos; Yeşilköy ve Taksim olmak üzere iki lokasyonda hizmet veren, Taksim’dekini daha çok sevmeme karşın Yeşilköy’dekinin mezelerini daha lezzetli bulduğum ve çok sevdiğim bir işletme. Dolayısıyla sizlere, işin sadece minik lezzet farklarında saklı olmadığını göstermek adına Taksim’de bulunan Eleos’u anlatacağım. Eleos’un tadını tam alabilmek istiyorsanız dışarıda oturmanız gerekiyor. Bunun için de 15 gün önceden rezervasyon yaptırmanızda fayda var. İstiklal’den Galata’ya inerken Türk-Alman Kitabevi’ne gelmeden solda kalıyor kendisi. 2. kata çıkıp yerinize kurulduktan ve siparişlerinizi verdikten sonra size ouzo, esmer şeker ve limon suyundan yapılan “sfinaki” ikram ediliyor. Sonrasında kabak kızartması, asma yaprağında hellim peyniri gibi lezzetli ve farklı ikramlar ara ara gelmeye devam ediyor. Mezelerinin tümünün çok güzel olmasının yanı sıra son gidişimde, patlıcan ezmesinin nasıl yapıldığına ilişkin bir sohbet oldu masamızda. İçine ne koyduklarına dair kesin bir sonuca ulaşamasak da bazı tahminler yürüttük, denedikçe sizlerle paylaşmayı umuyorum.

Bakırköy Zuhuratbaba’da bulunan Bronzo Pizza’nın sahipleri mekânın aşçısı ve tek başına çalışan işletmecisi. Görece küçük bir yer olsa da fırınlarında aynı anda üç pizza pişiyor ve bir tanesi iki kişiyi doyurmaya oldukça yetiyor. Gittiğiniz andan itibaren yemeğe başlamak için 20-25 dakikalık bir bekleme süresi oluyor. Açıkçası burayı boş bulmak Ekim ayına kadar bir hayli zordu fakat Ekim ayı itibari ile Bronzo Pizza, “gel al” servisine başladı ve mekânın yoğunluğu da bir hayli azalmış oldu. Self servis usulüne geçen mekânda 4 pizza çeşidi var fakat Bodrum Çökertme Pizzası’nın yerine hiçbiri geçemez diyebilirim, kendi adıma. Mekânda pizzalar için BBQ, mayonez vs. gibi klasik soslar bulunsa da ben pizza için bulunan özel baharattan başkasına bakmanıza dahi gerek olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ben heyecanla mekânın biraz daha büyümesini bekliyorum, nitekim kendileri de bu yönde arayıştalarmış. Umarım pizzalarını hunharca yiyebilmem için eve servislere de başlayacakları güzel günler gelir, kış günlerinde gidip almaya zorlanırsam diye şimdilik temennim bu yönde. Kasım ayı geldi ama kışlar tam bastırmadan, mesafe olarak uzak gelen ya da kapalı alanlarını sevmediğim yerlere gidiyorum bolca. Size de öneririm, kış boyunca özleyeceğiniz her yeri kış bastırmadan doya doya gezin. Kendinize iyi bakın!

Ahtapot, deniz börülcesi ve levrek marini özellikle tavsiye etmek istediklerimden. Balıklarını denemek isterseniz sunumları oldukça şık. Kalamarları güzel olsa da ben sabaha kadar karidesini yemeyi tercih ederim. Gecenizin sonunda tatlınızı sufle ya da irmik helvası olarak ikram ediyorlar ve bir kahve ile sizi uğurluyorlar. Huzur veren deniz manzarası eşliğinde güzel yemekler yediğiniz bir gece ise sizin yanınıza kâr kalıyor.

Aslı Çiçek Şahin

ASLILAND

6


SENDEN, BENDEN, BİZDEN

Farklı Bir Yaşam Mümkün

Bu sabah uyandığında ilk hissettiğin şey ne oldu desem, hatırlayabilir misin? Yoksa soruyu, “İlk düşündüğün şey neydi?” olarak değiştirsem daha kısa süre içinde cevap vermeni sağlayabilir miydim? Ne kadar çok düşünüyorsun farkında mısın? Peki ya hissettiklerin üzerine düşünmeyi bırakıp düşündüklerin adına hissetmeye başlamışsan? Birini kaybedeceğin fikrine kapılıp korku duyuyorsan, geçmiş başarısızlıklarını düşünüp her gün başka hayal kırıklığına uğruyorsan, yani artık olaylardan önce düşüncelerde yaşıyorsan duygularını, UYAN, bu yazımız senin için. Sahi bu sabah gözlerini açma şansına yeniden erişirken aklından ne geçiyordu? Mutlu muydun hayatından, kendine günaydın dedin mi, yeni günün sana getireceklerini kabul etmeye hazır mıydın? Cevabın hayırsa, burada da bir duralım, sıkıntı var. Gerçekten neydi bu sabah canını sıkan, somurtmana sebep olan hatta belki bir iki kişiyle de seni papaz eden sorun neydi? Düşün, tüm uzuvların yerinde uyanmışsın, enkaz altında değilsin, evinde yangın çıkmamış, her şey olması gerektiği gibi, alarmınla uyanmışsın, az sonra kahveni koyacaksın AMA diyorsun şimdi içinden, “AMA”… Biliyorum “ama” yaşamlarımız var bizim, fakat başka türlü bir yaşam mümkün; ama’sız, sahip olduklarımızla yetinebildiğimiz, değerini kaybetmeden önce anladığımız bir yaşam mümkün. Her şey bize ve bakış açımıza bağlı, biraz da aksiyon alacağız elbette desek, bizimle dener miydin? Denemeli elbet insan. Sırf biz dedik diye değil de bu sonsuz ihtimaller denizinde mavinin en güzel tonuna ulaşma ihtimaline inanır gibi inanmalı insan ihtimallerden en mutlu edecek olanına. Gözümüzü o sabah nerede açarsak açalım içimizden geçen hep mutlu olmak olmalı. Bir nevi, önceki günün karmaşasında incir 7

Senden, Benden, Bizden

Ebru Gözüm & Koray Maviş

çekirdeğini doldurmayacak dertler edinip bugünümüzü mahvetmektense kocaman bir gülümseme beraberinde hala sahip olduğumuz güzelliklere uyanmaktan bahsediyoruz. Yanlış anlaşılmasın diye belirtmek isteriz ki “Azla yetinmeyen çoğu hiç bulamaz.” değil demek istediğimiz. Sadece “çok” a giden yolda sahip olduklarını birer basamak olarak kullanmak bizim peşinde olduğumuz. Çünkü her insan kendi motivasyonunu önce kendi yaratmalı. Sevgiliden, aileden veya arkadaştan bir destek beklemeden önce kendini bilmeli ve kendinin itici gücü olmalı. Hayatta karşımıza çıkan binlerce dönemeçte virajı almamızı sağlayan “Neden böyleyim?”ler yerine “İyi ki böyleyim”lerdir. Unutmamalıyız ki hayatı sevmek, önce kendimizi benimsememizle başlar. Kendimizi kabul etmenin ve gerçek benliğimizi sevmemizin tek yolu ise dinlemek, hissetmek hatta belki de kendi kendini anlamaya çalışmaktan geçiyor. Mesela “durduk yere” birine sinirlenmenin mantıklı bir açıklaması yokken basit bir bahanenin arkasına sığınmamalı insan. Kendine sormalı; neydi beni gerçekten kızdıran? Sorular cevapları, cevaplar yeni soruları ve en nihayetinde sorulan doğru sorular gizlenmiş gerçekleri işaret eder. İşte o gizlenen, sizden bile saklanan ta kendiniz! Örneğin; “Solundan kalkmak” diye bir deyim var hayatımızda, “Solundan kalkmak nedir?” diye sorsalar 10 popüler cevaptan 9’u aynı olur muhakkak. Peki sahiden olabilir mi böyle bir şey, solundan kalkan herkesin ruh halinin aynı olma ihtimali var mıdır? Böyle düşününce komik geliyor kulağa ama bu gerçek duygularımızın ve nedenlerinin sanki ayıbımızmış gibi üstünü


kapatmamız için kullandığımız bahanelerden yalnızca biri. Halbuki eğer kişi, o gün ortada görünür bir sebep olmamasına rağmen neden her günden farklı olarak negatif duygular içinde olduğunu sorarsa belki de o gün hiç yapmak istemediği bir işi yapmak üzere olduğunu fark edecektir; belki olmak istemediği insanlarla olacak, belki de bulunmak istemediği bir ortamda bulunacak. Şimdi düşünüyorsun biliyoruz, “Her gün işe gitmek istemiyorum ama başka çarem yok! Bu durum yarın uyandığımda gözüme nasıl farklı görünebilir ki?!” Sana haydi yarın istifayı bas, olmak istemediğin yerde bir dakika daha durma demeyeceğiz asla. Her değişim farkındalıkla başlar. Eğer sorun işinse şayet, bunun sana hissettirdiklerinin farkında ol; tepkilerinin, dönüştüğün kişinin farkına var. Sonra kendine de ki “Hayatım çok zor ve ben bunu yine de çok güzel başarıyorum!”. Kendine kötü davranmayı bırak, hiçbir şey yapamazsan bu farkındalığa vardıktan sonra kendine üzül, kendini teselli et ve kimse sana iyi davranmıyorsa sen kendine iyi davran. Çünkü seni senden daha iyi kimse anlayamaz, sana senden başka kimse senin kendine iyi geldiğin kadar iyi gelemez ve kimse seni senin kendini düşündüğün kadar çok düşünemez. Bu yüzden lütfen önce kendine iyi davran. Çünkü bir sabah solundan kalktığında henüz kendi davranışlarını anlamlandıramadığın için hayatının kontrolü elinde değilken bir fevrilikle çok sevdiğin bir insanı bile kaybedebilirsin. Bu yüzden şimdi iş yerinde/okulda o hiç katlanamadığın insanın senin hayatını kontrol etmesine izin verme, dizginleri eline al, kendini dinle ve sev. Birey olarak toplumu etkilemek için illa ismi arşa çıkmış şirketlerin yönetim kurulunda olmana ya da milyonlarca insanın hayatını kurtaran bir keşfe imza atmana gerek yok. Her şey önce kendini sevmek kadar kolaydır. Aslına bakarsan söylemesi kolay olduğu kadar yapması da kolaydır. Sabah on dakika erken uyanıp en sevdiğin parça eşliğinde güne hazırlanman seni binlerce somurtkan çalışanın arasında bambaşka bir yerde hissettirir. Günümüz koşullarında sırf bir sabah şarkısıyla tüm güne etki edemeyebilirsin, haklısın. O zaman bir de sonuçlandırdığın ilk mikro işin ardına eklediğin Türk kahvesine ne dersin? Şimdi işte alışılagelmiş kişisel gelişim önerilerinin dışına çıkıp biz bize olduğumuzu daha da iyi anladığımız bir vakte gelmiş olduk. Kahvenden ilk yudumu alıp rahatlamayı parmak uçlarına değin hissettiğin ilk anda kafanı kaldırıp gününe lanetler okuyan iş arkadaşlarını gör. O an, gününü kendi ellerinle ne kadar harika yaptığının bir kanıtı olsun senin için. Çevremizde mutluluğa henüz erişememiş onlarca insan varken olduğumuz yerde durmak olmaz herhalde. Sıra geldi topluma sirayet etmeye. Yok öyle boyumuzdan büyük konuşmalar merak etmeyin. Kendimizde olduğu gibi küçük küçük başlayacağız “hayatı sevme sanatı”nı bir başkasına bulaştırmaya. Umarız ki önü alınamaz bir salgına dönüşeceğiz mutsuzluğun gitgide ele geçirdiği toplumumuzda. Kimse kendisine dair küçük ayrıntıların hatırlanmasına kayıtsız kalamaz. Diyelim ki bir sabah, servisinizdeki “tatlı düşkünü”nün ilk çikolatalı kruvasanı sizin favori fırınınızdan olsun. Eminiz kruvasan sadece elinizi yakmakla kalmayacak ve onun da “buz dağı”nı bir hayli eritecektir. Şimdi tekrardan kendinizi bir parça dinleme vakti. Çünkü sadece bir insanı güne daha keyifli başlatmakla kalmadınız; onun kafasını cama yasladığında yaydığı mutluluk kırıntılarından siz de payınıza düşeni aldınız. Bir bakmışsınız ertesi gün sizin gibi düşünen birileri daha türeyivermiş. Senden, Benden, Bizden

8


“Neden bana hiçbir faydası dokunmamış, bir sabah bile günaydın deme zahmetine girmemiş birini mutlu edeyim ki?” diye düşündüğünü biliyoruz. Ama bunu kendin için yapmalısın, çünkü o bunu hak ediyor demiyoruz, bunu hak eden sensin. Unutma ki sevsen de sevmesen de insan, sosyal bir varlıktır ve ruh sağlığı için mutlaka ki bir toplum içinde var olmalıdır ya da var olmayı öğrenmelidir demek daha doğru olabilir. Zira içinde bulunduğumuz toplum bizi yücelteceği gibi zehirleyebilir de. Toplumu uzun bir zincir gibi düşünürsek eğer, sen zincirin ayrılamaz parçalarından birisin. Belki her sabah zincir hep negatifle başlıyor ve tüm gün o enerji senin de üzerinden geçerek zincirin sonuna dek uzanıyor olabilir. O olumsuz enerjiden sen de fazlasıyla nasibini alıyorsun biliyoruz ve işte bu yüzden düşün, bir kez olsun sana gelen bu enerjiyi elinden geldiğince olumlayarak senden sonrakilere yansıtsan, senin kendine etkin, çevrendekilere etkin, belki günler sonra tek bir kişinin bile gelip sana “iyi ki varsın” demesi… Tüm bu değişimler, gününü güzelleştirecek birkaç sebep olmaz mıydı? Kimi zaman kendimizi kocaman bir bütünün küçücük bir parçası gibi hisseder ve yaratabileceğimiz etkinin farkına varamayız. Büyük bir sistemin küçük bir tekeri olduğumuz doğru ancak yapabileceklerimizi küçümsemek sistemden çok daha büyük bir yanılsama ne yazık ki. Hatırla, hiçbir kaya tek vuruşta parçalanmadı ve hiçbir elmas kolay bulunmadı. Ancak kayayı en sonunda parçalayan da, elması bulan da bir insandı. Bakış açını değiştirmen seni değiştirir, senin yaydığın enerji ise bir başkasının gününü güzelleştirebilir. Senin etkilediğin bir insan da o gün içinden gelerek bir başkasına gülümserse göreceksin domino taşları gibi, uzun zamandır bir sıcak gülümsemeye hasret hepimiz indireceğiz süngülerimizi ve çözüleceğiz tek tek. En sonunda dönüp dolaşıp biri sana sebepsiz elini uzattığında anlayacaksın ki yalnız değilsin. Hepimiz iyi olmak, iyileşmek istiyoruz ve içinde yaşadığımız dünya değişmedikçe biz de asla tam anlamıyla iyi hissedemeyeceğiz. Bütünden çok “bir”in parçasıyız. Attığımız adımın, yaptığımız yardımın ya da en başından beri dediğimiz gibi sıcak bir gülümsemenin ilk ve son durağıyız. Sürekli bir devinim içerisindeki bir otobüsün sonsuz yolculuğundaki iki durak arası kadar kısacık bir zaman dilimindeyiz. Camda oluşan buğudan rahatsız olup önümüzdeki koltuk başlığına da bakabiliriz yol boyu; buğuya resimler çizip ortaya çıkana bakarak koca bir kahkaha da atabiliriz. Koca bir otobüs olmasa bile yakınınızdakiler de katılır hoş sohbete ve bir bakmışsınız ineceğiniz yere gelmişsiniz bile. İşte o zaman gelip de ayağa kalktığınızda yolculuktan kalma bir ağrı yoksa ya da merdivenlerden inerken tökezlemiyorsanız, hayatı ilmek ilmek çok sevdiğinizdendir.

9

Senden, Benden, Bizden


DIŞ TİCARET

Türkiye için Genel Dış Ticaret Sevgili Raptiye okurları, Yepyeni bir köşe ile yeniden sizlerle birlikteyim. Bu köşede sizlerle Dünya ve Türkiye’deki dış ticareti takip ediyor olacağız. Sizleri dış ticarette kullanılan temel terimlerin tanımları ile sıkmak istemiyorum. Bu yüzden en basit hali ile dış ticareti, uluslararası mal ve hizmet ticareti olarak tanımlayabiliriz. Tabii bu ticareti ithalat ve ihracat olarak iki şekilde gerçekleştiriyoruz. Bu ay köşemizde Türkiye’deki dış ticaret durumunu inceleyeceğiz. 2019 Ağustos sonu verilerine göre Türkiye’deki ihracat rakamları %1,6 artış ile 12 milyar 323 milyon dolar; ithalat rakamları %1,5 artış ile 15 milyar 24 milyon dolara ulaşmış durumda. Bu rakamlarla da anlayabileceğimiz gibi dış ticaret açığımız da aynı seviyede durmuyor ve %1,2 artış gösteriyor. Bu demektir ki Türkiye olarak kendi kendine yetebilir bir seviyeye henüz ulaşabilmiş değiliz. İhracatımız en çok Almanya’ya; sonra İngiltere, Irak ve ABD’ye gerçekleşiyor. Bu ülkelere giden ürünler ağırlıklı olarak motorlu kara taşıtları, traktörler, bisikletler, motosikletler ve diğer kara taşıtları ile bunların aksamlarıdır. İthalatımız ise Rusya, Çin ve Almanya’da yoğunlaşmaktadır. Bu ülkelerden en çok mineral yakıtlar, mineral yağlar ve bu ürünlerin damıtılmasından elde edilen ürünler ithal edilmektedir. Aşağıdaki tablolarda ihracat için sektörel dağılımı; ithalat için ise ekonomik grup sınıflamasını görebilirsiniz:

Tabii ki bu rakamların, sadece ülkemizde bulunan firmalar ve stratejilerine bağlı olarak değil, devletin sunduğu teşvikler ve destekler ile de şekillendiğini lütfen unutmayalım. Çünkü bu ülkede imalatın sürekliliği için ithalat ihtiyacımız devam ettiği sürece maliyeti minimumda tutmak isteyen firmalar için devletin ya da kollarının sunduğu teşvikler ve destekler her zaman önem kazanacaktır. Hatta buna bağlı olarak son zamanlarda gerek ülkenin içinde olduğu durumlar, gerekse Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın yükselttiği vergiler nedeniyle ülkemizde üretimini durduran ya da azaltan firmalara sıklıkla rastlıyoruz

Çağla Korkutoğlu

Dış Ticaret

10


SPOR

BİR OLURUZ YOLUNDA Merhaba Sevgili Raptiye Okurları,

Formula 1

Bu ay sizlere spordaki gelişmeleri aktaracağım.

2019 Dünya Şampiyonası’nın 17. yarışı olan Japonya GP’yi Mercedes pilotu Valtteri Bottas kazanırken, Sebastian Vettel 2. oldu. Mercedes ise 2019 Formula 1 Takımlar Şampiyonluğunu ilan etti.

Futbol A milli futbol takımımız 2020 Avrupa Şampiyonası Elemeleri H grubunda önce Arnavutluk Milli Takımını Şükrü Saraçoğlu’nda Cenk Tosun’un 90+2’de attığı golle 1-0 mağlup ederek puanını 18’e yükselterek grupta büyük bir avataj elde etti. Ardından Fransa’ya giden A Milli Takımımız kıran kırana geçen mücadelede Giroud (76) ve Kaan Ayhan’ın (81) attığı gollerle deplasmanda 1-1 berabere kaldı ve puanını 19’a yükselterek grupta liderliğini korudu. Böylelikle, Avrupa Şampiyonası’na gitme yolunda büyük bir adım attı. 14 Kasım’da Türk Telekom Aslantepe Stadyumu’nda oynanacak maçta İzlanda’yı konuk edecek olan A Milli Takımımız bu maçtan eğer en az 1 puan çıkarabilirse gruptan çıkması kesinleşecek. Avrupa Şampiyonası elemelerinde Millilerimize başarılar diliyoruz.

Jimnastik

Almanya’nın Stuttgart kentinde 49. Dünya Artistik Cimnastik Şampiyona’sında Milliler, 1 altın ve 1 gümüş madalya kazanarak Türkiye’yi 4. sıraya taşıdı. Şampiyonada ABD; 5 altın, 2 gümüş ve 1 bronz madalya ile ilk sırada yer alırken altın, gümüş ve bronz madalyalardan 3’er tane kazanan Rusya 2. oldu. Türkiye’nin bir üst sırasında bulunan İngiltere ise 2 altın, 1 gümüş ve 1 bronz madalya kazandı. 11

SPOR

Alp Kaan Önder

Bottas, Azerbaycan GP’den sonraki ilk zaferini aldı ve Formula 1’deki 6. galibiyetini elde etti. Mercedes, Bottas’ın zaferiyle turbo V6 motor dönemindeki Suzuka’daki galibiyet istikrarını sürdürmüş oldu. Yarışın son turlarında Vettel ile 4. sıradan yarışa başlayan Lewis Hamilton arasında ikincilik mücadelesi yaşandı. Lastik aşınmasının beklenenden yüksek olduğu yarışta ön gruptaki pilotlar 2 defa pite gelmek durumunda kaldılar. İkinci pit stopun ardından Hamilton, bir kez daha Vettel’in gerisine düşse de yumuşak lastiklerle orta sert lastikli Vettel’i kısa sürede yakaladı. Ancak Hamilton çok zorlasa da geçmeyi başaramadı ve Vettel yarışı 2. sırada noktalarken Hamilton 3. olarak podyumun son basamağında yer aldı.


TARİHTE İZ BIRAKANLAR

STEFAN ZWEİG KİMDİR? Stefan Zweig’ın Karamsarlık ve Umutsuzluk İçinde Geçen Yaşam Öyküsü Stefan Zweig, 28 Kasım 1881 tarihinde Avusturya’nın Viyana şehrinde dünyaya gelir. Varlıklı bir ailede büyüyen Zweig, küçük yaştan itibaren ciddi bir eğitim alır. İngilizce, Latince, Yunanca, Fransızca gibi dilleri konuşabilen Zweig, lise çağlarında şiir yazmaya başlar. İlk kez gençliğinde okumaya başladığı Alman şair Rilke onun yaşamında önemli bir yer tutar, bu yıllarda Rilke’nin etkisi ile kalemine yön verip şiire başlayan Zweig, üniversitede de felsefe eğitimi alır. I. Dünya Savaşı’nda gönüllü olarak savaş karargâhında arşiv memurluğu yapan Zweig, savaştan sonra Avusturya’ya dönerek Salzburg’a yerleşir ve 1920 yılında Frederike Von Winternit ile evlenir. 1933’te Nazilerin yakmaya başladıkları kitaplar arasında Yahudi kökenli Zweig’ın eserleri de yer alır. 1934’te Gestaponun villasını basıp, silah araması üzerine yazarımız ülkesini terk etmek zorunda kalır ve Londra’ya yerleşir. Ancak kendini burada da rahat hissetmez. 1939 yılında “Kalbin Sabırsızlığı” adlı romanını yayımlayan Zweig, ilk evliliğini de burada sonlandırır.

yerleşir. Burada çeşitli eserleri ile birlikte ünlü “Bir Satranç Öyküsü”nü kaleme alır. Ancak bir süre sonra, Stefan Zweig; II. Dünya Savaşı’nın, Hitler’in yarattığı kaosun ve faşist düzenin kalıcı olacağına inandığı için büyük bir umutsuzluk ve karamsarlık içine düşer. Bir aydın olarak da anılan ve savaş karşıtlığı ile bilinen Stefan Zweig, kitapların yakılarak imha edildiği bir dönemde her şeye rağmen yazma işini bırakmaz, yaşamı boyunca oldukça fazla eser kaleme alır. Zweig’ın özellikle de “Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski” adlı kitabı edebiyat dünyası açısından büyük önem taşır. Biyografi yazarlığı ve şairliğinin yanı sıra dram ve trajedi türlerinde de birçok tiyatro oyunu kaleme alan Zweig, en çok ”Satranç” adlı kitabıyla ün kazanır. Zweig; insanlığın faşizm karşısında aşağılanmasını, erdem-

1940’ta İngiliz vatandaşlığına geçen yazar, II. Dünya Savaşı sırasında Amerika, Arjantin, Paraguay ve Brezilya’ya yolculuklar yapar. Daha sonra Brezilya’ya

Adnan Ayvaz

TARİHTE İZ BIRAKANLAR

12


görevi yerine getirmeye kendimi mecbur hissediyorum. Bana ve çalışmalarıma böyle iyi ve konuksever şekilde kucak açan harikulade ülke Brezilya’ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. Her geçen gün bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim. Benim lisanımın konuşulduğu dünya, bana göre mahvolduktan ve manevi yurdum Avrupa’nın kendi kendisini yok etmesinden sonra hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu. Ama hayata 60 yaşından sonra yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyacım vardı.

lerin yok edilmesini, ötekileştirme sonucu gitgide çoğalan nefreti ve kini bir türlü kabullenemez. O günlerde yakın dostu Joseph Roth, Zweig’a şöyle yazar: “Çok büyük bir felakete sürüklendiğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak.”. Gerçekten de Roth’un yazdığı gibi olur, kısa bir süre sonra, kitapları yakılır ve sevdiği dostları Almanya’dan ayrılır. İntihar öncesi umutsuzluk hissine kapılmasında Londra’da oturma vizesi alamaması ve pasaportuna “Yabancı Düşman” damgası yemesi en önemli etkenler arasında gösterilebilir belki de. İkinci eşi Lotte’yle birlikte rüyalarını yaşamak umuduyla gittikleri Amerika’da kısa bir süre her şey yolunda gitse de bir süre sonra yaşadıkları yerin havası ve suyu Lotte’nin astımına dokunmaya başlar. Zaten bir türlü kuramadıkları düzen yeniden bozulur. Böylece tekrar toparlanıp, son durakları olan Brezilya’ya doğru yola koyulurlar. Zweig, kaçarak geldiği bu son durakta tüm haber kanallarına, gerçeklere, olan biten her şeye kulaklarını kapatır. Ailesi ve geride bıraktığı geçmişi işgal altındadır. Zweig o zaman haberciler için, “ağızlarından kan akıyor” tabirini kullanır. Bir Satranç Öyküsü’nün finali, yazarın 1942 yılı başlarındaki ruh halini yansıtır. 22 Şubat 1942 sabahı, Zweigların yatak odalarının kapısı, öğleye kadar açılmaz. Bu durumdan şüphelenen hizmetçiler polise haber verirler. Yatak odasına giren polisler sırtüstü yatan Stefan ile elini onun göğsüne koymuş olan eşi Lotte’nin cansız bedenlerini bulurlar. Zweiglar, “Veronal” adındaki ilaçtan içerek intihar etmişlerdir. Titizce düzenlenmiş masanın üstünde pulları bile yapıştırılmış olan veda mektupları durmaktadır… Kendi isteğimle ve bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce son bir

13

TARİHTE İZ BİRAKANALR


SAĞLIK ekipmanı ile yaşamak zorunda kaldılar. Yapılan tetkiklerde, Talidomid molekülünün teratojen etkili, yani anneden fetüse geçip çeşitli fonksiyon bozukluklarına sebep olabilecek nitelikte olduğu anlaşıldı. Rahatsızlıkların Talidomid kaynaklı olduğu fark edildiğinde, 1960’ların başında ilaç piyasadan çekildi. Facia sonrasında kusurlu doğan bebekler, ilerleyen yaşlarda çeşitli kemik rahatsızlıklarına ve ciddi kalp hastalıklarına yatkınlıkla hayatlarına devam etmek zorunda kaldılar.

Talidomid Faciası

İnsan hayatını kolaylaştırmayı amaçlayan bir uğraş olarak bilim, varoluşumuz boyunca yeniliklerle dünyayı ileri taşımaya devam ediyor ve genellikle varlığımıza değer katıyor. Peki, bu her zaman böyle mi? Maalesef doğru uygulanmadığında bilim, büyük acılarla her şeyi yok edebilir. Tedavi edici özelliği araştırılan ve geliştirilme sürecini tamamlayan, ilaç olmaya aday materyal içeriğindeki bileşenlerin, insan türü üzerindeki olası yan etkilerinin belirlenebilmesi için hayvanlar ve insanlar üzerinde bir dizi deney yapılması tıbbi açıdan zorunludur. Deney süreci titizlikle takip edilmediği ve olası yan etkiler yeterince kontrol edilmediği takdirde ise hesapta olmayan kitlesel problemler ortaya çıkabilir. Bunun en yıkıcı örneklerinden biri 1960’lı yıllarda yaşanan Talidomid Faciası.

İçlerinde ABD ve Türkiye’nin de bulunduğu, ilaca ruhsat vermeyen bazı ülkelere felaket ya hiç uğramadı, ya da bu ülkelerde yan etkiler nadiren rapor edildi. Kimi kaynaklarda darbe döneminde ülkenin Talidomid maddesine ve ilaca para ayıracak durumda olmadığının altı çiziliyor; fakat gerçek aslında çok farklı. Olayın ardında aynı zamanda İstiklal Madalyalı bir kahraman yatıyor: Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün. Bu bilim insanına çok şey borçluyuz. Talidomid etkin maddeli ilaçlar tüm dünyada farklı isimlerle aspirin gibi satılırken, Prof. Aygün Sağlık Bakanlığı’nı ilaca karşı uyarıyor ve ülkeye girişine engel oluyor. Bugün ülkemizde Talidomid kullanımına bağlı hiçbir vaka yoktur.

Anne ve çocuklar da dâhil olmak üzere ilacı herkes için “hamilelik sırasında bile”, “tamamen güvenli” diyerek ilan ettiler. Geliştiricileri ilacın reklamını, “sıçanı öldürecek kadar yüksek bir doz bulunamadı” şeklinde yaptı. Fakat aslında gerçek böyle değildi. Talidomid kısa süre içinde hamile kadınlara mide bulantısı ve sabah bulantısı nedeniyle verilmeye başlandı. Bazı ülkelerde reçetesiz bile satın alınabiliyordu. Zamanla, ilacı kullanan kişilerde kayda geçmeyen çeşitli yan etkiler ortaya çıkmaya başladı. Periferik nöropati (çevresel sinir sistemi hastalıkları), halsizlik, kabızlık, baş ve kas ağrıları gibi yan etkiler kısa sürede yaygın şikâyetler haline gelmişti. Ancak esas yıkıcı etken, hamile kadınların doğum yapmalarıyla ortaya çıktı. Hamilelik sürecinde Talidomid kullanan kadınların bebeklerinde çeşitli anomaliler tespit edildi. Üstelik bu anomaliler ciddi düzeydeydi. En yaygın doğumsal fonksiyon bozukluğu; gelişmemiş kol ve bacaklarla doğan çocuklardı. Çocuklar, eksik gelişimlerine bağlı olarak birçok destek

Simge Sarı

SAĞLIK

14


İlaç güvenliliği tarihinin başlangıçlarından biri kabul edilen Talidomid Faciası günümüzde hala çarpıcılığını korumakta. Bugün Almanya’da yaşları 48 ila 52 arasında değişen yaklaşık 2700 Contergan mağduru yaşıyor. İlk kurbanlar durumu aynı zamanda en trajik olanlar. Kusurlu doğan bebeklerde sorunun ne olduğu bilinemediği için net teşhis koyulamıyor ve kimileri 5 – 6 yaşlarından sonra zihinsel engelli olabilecekleri sebebiyle akıl hastanelerine yatırılıyor. Aslında zihinsel olarak hiçbir problemi olmayan çocuklar hasta olan çocuklarla aynı koğuşlarda kalmak durumunda kalıyor ve onlarla benzer tedavilere maruz bırakılıyorlar.

Talidomid bugün piyasada ve çok önemli işlere de yarıyor. Bu etken madde, cüzzam ve bazı kanser çeşitlerinde hatta AIDS tedavisinde dahi kullanılıyor. Talidomid’in hamilelerde kesinlikle kullanılmaması gerektiği ilaç kapsüllerinin üzerine dahi resimlenerek basılıyor. Bu olayın ardından ilaç üretim ve denetimlerinde yeni standartlar belirleniyor. Ülkemizde de en güncel İlaçların Güvenliliği Hakkında Yönetmelik, 15 Nisan 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

15

SAĞLIK


TARİH 101

BERLİN DUVARI ve HİKAYESİ

Selam güzel okurlar, Kısa bir aradan sonra köşem ve ben yeniden sizlerleyiz ve kaldığımız yerden bomba gibi devam ediyoruz. Bu ayın konusunu Berlin Duvarı ve hikâyesi olarak belirledim. Bu unutulmaz olayla alakalı gelin hafızalarımızı tazeleyelim. Umarım keyif alırsınız. Utanç duvarı olarak da bilinen Berlin Duvarı, 1961 – 1989 yılları arasında Doğu Almanya ile Batı Almanya arasında yer alan, Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya’ya göç ve kaçışlarını engellemek amacıyla inşa ettirilmiş olan duvardır. Halkın göç etmesinin sebepleri arasında yönetimin baskıları, ekonomik problemler, kısıtlanma hissi ve korku gibi etkenler bulunmaktadır. Yıllarca unutulamayan bu olay birçok aile bireyinin birbirini görememesine, hatta birçok bireyin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur.

Berlin Duvarı’nın Yapılış Amacı Berlin Duvarı (Berliner Mauer) süreci, II. Dünya Savaşı’nı kaybeden Almanya’nın yaşadığı en karmaşık ve kötü süreçlerden birisi olmuştur. Bu yenilgiyle Almanya ve başkenti Berlin işgalci ülkeler; İngiltere, Fransa, Amerika ve Sovyetler arasında dört kısım olarak paylaşılmıştır. Sonrasında Batı İttifakı birleşmeyi önermiş ve Sovyet güçlerinden olumsuz yanıt almıştır. Bu olumsuz cevap yeni rejimlerin oluşmasına ön ayak olmuştur. Almanya’nın yeniden oluşumunu sağlamak isteyen Batı İttifakı, Doğu Almanya kısmındaki Sovyetler ve yönetimine karşı bir cephe ve güç oluşturmuştur. Bunu fark eden Sovyetler yeni rejimler ve çözümler bulma çabalarına girmiştir. Doğu Almanya’da uygulanan sosyalist ve otoriter yönetim, halkı bıktırmış ve Batı Almanya’ya kaçışları beraberinde getirmiştir. 1952 yılında Doğu Almanya ve Batı Almanya arasında sınır belirginleşmiştir. 13 Ağustos 1961’de tamamlanan Berlin Duvarı ise yalnızca bir gecede örülmüştür. İlk başta tel örgüler ile kaçışlar engellenmeye çalışılsa da, 270.000 kadar kişi çoktan Batı Almanya’ya ulaşmıştır. Duvarın daha etkili olması ve kaçanları fark etmek için Doğu tarafı beyaza boyanmıştır fakat yapılan bu hamle de sonuçsuz kalmıştır. Döşenen mayınlar, 186 adet gözetleme kulesi, köpekler, çelik kapılar, geniş alanlara yapılan ışıklandırma sistemine rağmen ne yazık ki yapılanların hiçbiri işe yaramamıştır. Tam beş bin vatandaş; tünellerle, balonlarla ve hatta daha bilmediğimiz başka yöntemlerle duvarı geçmeyi başarmıştır. Tahmini olarak 240 kişinin ise uzunluğu yaklaşık 46 kilometre olan Berlin Duvarı’ndan geçmek isterken öldüğü bilinmektedir.

Alp Yıldırım

TARİH 101

16


Berlin Duvarı’nın Yıkılışı Utanç duvarı ilk olarak o dönemin Sosyalist Birleşik Partisi (SED) lideri olan Walter Ulbricht tarafından Sovyet güçlerine yapılan çözüm teklifleriyle düşünülmeye başlanmıştır. Berlin Duvarı’ndan en çok zarar gören hiç kuşkusuz “Bernauer Strasse” olmuştur. Burada ev pencereleri Doğu kısmına baktığı için insanlar pencerelerden atlayarak Berlin Duvarı’nın Batı kısmına geçmişlerdir. Kaçışların önüne geçebilmek için daha sonrasında bu evlerin önce pencereleri kapatılmış, daha sonra tamamen yıkılmıştır. Berlin Duvarı’nın kaçışları engelleyemediğini fark eden Alman Demokratik Cumhuriyeti hükümeti geçişlerin serbest olduğunu 9 Kasım 1989'da halka duyurmuştur. Bu duyuruyla birlikte binlerce insan Doğu ve Batı kısmından bu duvarın yanına gelerek birleşmişlerdir. 13 Haziran 1990 yılında duvar yıkımı başlamış ve 1992'de tamamlanmıştır. Bu duvarın utancını ve acısını uzun yıllar çeken Almanya sonunda özgürlüğüne kavuşmuştur. Bunun beraberinde Alman Demokrat Cumhuriyeti’nin de sonu gelmiştir. Doğu Almanya’nın vatandaşları Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Yugoslavya gibi ülkelere göç etmiş ve oradan da trenlerle başka ülkelere kaçmışlardır. Bu utanç duvarının günümüzde hiçbir somut etkisi kalmamıştır; fakat soyut anlamda duvarın etkisi ve hatıralar hala yaşamaktadır. Duvarın yıkılmasından sonra Doğu Almanya’nın maddi anlamda büyük kazançlar elde ettiği görülmüşse de en büyük işsizlik oranında da başrolde olmuştur.

17

TARİH 101


BESLENME SÖZLÜĞÜ

BİR TAHIL PROTEİNİ: GLÜTEN

Herkese merhaba! Ben, Diyetisyen Asunur Özkaldım. 2017 yılında Yeditepe Üniversitesi’nden mezun oldum. Fizyoterapi alanında yüksek lisans yapıyorum, aynı zamanda yeni bir yaklaşım olan Fonksiyonel Tıp alanında kendimi geliştiriyorum. Bu köşede sizlerle gıdalar, beslenme ve fonksiyonel beslenme konusunda edindiğim bilgileri paylaşacağım. Keyifli okumalar! Günlük diyetimizde en çok tükettiğimiz besin gruplarından biri tahıllardır. Glüten de başlıktaki ipucundan anlayacağınız üzere tahılların çoğunda bulunan bir protein kompleksidir. Buğday başta olmak üzere; arpa, çavdar ve az miktarda yulafın glüten içeren tahıllar olduğunu söyleyebiliriz. Dönem dönem zararlı olduğu söylenen ve hatta tabiri caizse “öcü” olarak gösterilen besin grupları gündem oluyor. Bu günlerde en çok duyduğumuz şeylerin başında ise “glütensiz beslenme” geliyor. Sağlık ve beslenme yayınlarında; “Glütensiz beslenme bir trend mi yoksa bir tedavi yöntemi mi?” gibi içeriklerle sık sık karşılaşıyoruz. Ben de ilk yazımda sıkça duyduğumuz glütensiz beslenme konusuna ışık tutmak istedim.

Peki, günlük diyetimizde glüteni hangi besinlerden alıyoruz?

Çoğumuzun öğünlerinin vazgeçilmezi olarak göreceği ekmek, un, bulgur ve makarna akla ilk gelen glütenli gıdalardır. Bu gıdaların yanı sıra glüten, kıvam arttırıcı özelliğinden dolayı çoğu gıdanın içinde değişik isimlerle yer alıyor. Bunlara örnek olarak malt, nişasta, hidrolize bitkisel protein, kıvam arttırıcı ve stabilizatörü verebiliriz.

Tüm buğday türleri (kepek, kuskus, durum, irmik gibi), buğday nişastası, arpa, çavdar, buğday içeren her türlü gıda (un, bulgur, makarna gibi) ve bunlarla yapılan ürünler ( ekmek, pide, lavaş, börek, poğaça, bisküvi gibi) glüten içerir. Ayrıca çoğu paketli-hazır gıda, hazır soslar, çorbalar, sakız, şekerleme, soslu kuru yemiş, bazı alkollü içkiler (bira, viski), bazı ilaçlar ve kozmetik ürünler de glüten içerir.

“Hayatım biz glüteni kestik, eve sokmuyoruz”

Glütensiz diyet, son günlerin popüler yaklaşımlarından biri olduğu için çoğunuzun kilo kaybı ve sağlıklı, temiz beslenme gibi hedeflerini gerçekleştirmek için bu yola başvurduğunu düşünüyorum. Aslında kilo kaybı hedefinden ziyade glütensiz diyet, özellikle bazı kişiler için elzem bir durum. Çölyak hastalığı; glüten tüketimine bağlı olarak ince bağırsakta ortaya çıkan bir bağışıklık sistemi hastalığıdır (otoimmün hastalık). Bağışıklık sistemi hücreleri, glüteni parçalayan enzimi etkisiz hale getirmektedir. Bu durumda hem sindirim hem de emilim bozukluğu ortaya çıkar. Buna bağlı olarak şişkinlik, gaz, şiddetli ishal, besin-vitamin-mineral eksiklikleri, eklem ağrıları, cilt problemleri, otoimmün hastalıklar ve büyüme geriliği gibi kişinin yaşamına ciddi etkileri olan sağlık sorunlarıyla karşılaşılır. Buğday alerjisi ve çölyak olmayan glüten duyarlılığı da glütenle ilişkilendirilmiş sağlık sorunlarındandır. Çölyak Asunur Özkaldım

Beslenme Sözlüğü

18


olmayan glüten duyarlılığının bağışıklık sistemiyle ilişkili ya da alerjik nitelikte olmadığı bu nedenle sağlıklı beslenme ve gerekli düzenlemelerle tedavi edilebileceği düşünülmektedir. Glüten duyarlılığının en sık rastlanan klinik belirtileri; karın ağrısı, karın şişkinliği, gaz, ishal ya da kabızlıktır. Bunların dışında yorgunluk, bacak ağrıları, baş ağrısı, döküntü ve depresyon bulguları da görülebilmektedir. Bu kişilerde çölyak tanısıyla ilişki testler negatif çıkar. Ancak kişinin diyetinden glüten çıkarıldığında şikâyetleri ortadan kaybolur. Bu nedenle hastalığın tanısında da glütensiz diyete başvurulur. Yapılan yeni araştırmalarda çölyak, glüten duyarlılığı, buğday alerjisi gibi durumların yanı sıra haşhimato tiroidi, huzursuz bağırsak sendromu, migren, otizm, obezite ve depresyon gibi hastalıklar da glüten tüketimiyle ilişkilendirilmekte; glütensiz diyetin hastalıklarla ilişkili bazı semptomları azaltabildiği gösterilmektedir.

“Trend mi? Tedavi yöntemi mi?” Glütensiz diyetin, buğday alerjisi ve çölyak gibi glütenle ilişkili, bağışıklık sistemini etkileyen hastalıklarda kanıtlanmış bir beslenme tedavisi olduğu bilinmektedir. Bu hastalıkların yanı sıra glütensiz diyetin glüten hassasiyeti, bazı nörolojik rahatsızlıklar, migren, depresyon ve otizm gibi rahatsızlıklarda şikâyetlerin azalmasında etkili olduğu da gözlemlenmiştir. Glütensiz diyet, son yıllarda özellikle Batı toplumlarında popülerleşmesiyle birlikte herhangi bir rahatsızlık olmasa da uygulanan bir diyet modeli haline geldi. Ancak bilinçsizce uygulanan glütensiz diyet; yüksek doymuş yağ, kalori ve düşük posa içerikli olabilir. Bununla birlikte B vitaminleri, demir, folat gibi mikro besin eksikliklerine yol açabilir. Ayrıca glütensiz ürünlere ulaşılabilirliğin zorluğundan ötürü, glütensiz beslenmenin kişinin psikolojisine ve sosyal yaşantısına etki edebileceği ve glütensiz ürünlerin pahalı olmasından dolayı kişinin bütçesinin etkilenebileceği gibi faktörler göz önünde bulundurulmalıdır.

Kaynakça: - Alpat İ., Bilgin D. G. GLUTENSİZ DİYET: TREND Mİ YOKSA TEDAVİ YÖNTEMİ Mİ? Uluslararası Hakemli Beslenme Araştırmaları Dergisi. 2018 - Kutlu T. Gluten-free diet: is it really always beneficial? Turk Pediatri Ars 2019; 54(2): 73–5

19

BESLENME SÖZLÜĞÜ


Ekim’de

Neler Yaptık

Kasım’da

Neler Yapacağız

?

5

Leo Çalıştayı

5

Sahilyolu Geleneksel GGA Kot&Şarap

2

Kadıköy Leo Kulübü ile Ortak Barınak Ziyareti

8

Kadıköy Leo Kulübü ile Barınak Ziyareti Toplantısı

2

İstanbul Güneş Leo Kulübü Geleneksel GGA Halleoween Vol. 5

9

Adaylar Toplantısı

8

Anadoluhisarı Leo Kulübü Geleneksel GGA Maksat Müzik

13

Dünya Lions Hizmet Günü Etkinlikleri

13

35. Yıl Balo Komitesi Toplantısı

14

118-Y LYÇ Konsey Toplantısı Ev Sahipliği

19

Fenerbahçe Lions Kulübü Kasım Ayı Toplantısı

15

Fenerbahçe Lions Kulübü Ekim Ayı Toplantısı

22

Atalar Leo Kuklübü Geleneksel GGA Fashion Nigt Out

18

Beykoz Leo Kulübü Geleneksel GGA CineBeykoz

24

Fenerbahçe Leo Kulübü Kasım Ayı Toplantısı & Üye Giriş Töreni

19

Başkanlar ve Kabine 2. Toplantısı

29

Ev Sohbet

21

Başkanlar Sohbet

22

Toplu Staff Toplantısı

25, 26, 27

30. Ulusal Leo Preforumu Preforum Teos

28

Cumhuriyet Bayramı Töreni

29

Cumhuriyet Bayramı Yürüyüşü

6 9

Kasım

Hilmi Tuğkan Gülen Kasım

Mutlu Günler

Caner Battaloğlu

2NY / 1MG

20


KÜLTÜR & SANAT

IVANOV

Altkat Sanat’ın performansif yorumu, günümüz dünyasına gelen Zerdüşt’ün bu toplumun bireyleri ile yüzleşmesini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Zerdüşt, yozlaşmış ilişki biçimini gördükçe acı çekse de toplumun dikkatini kendine çevirmesini ve hayatı, sorgulamadan devraldığımız gelenekleri, saf kalmanın inceliklerini anlatıyor.

Toplumsal yaşantının dışında kalmış ve bunalıma sürüklenmiş, oldukları yerde ‘dönüp duran’ aydınlar, küçük burjuvalar... İnsanın kendine acımasının, kendi dertlerine gömülmesinin onu yalnızlığa ve yok oluşa sürüklemesi… Çehov’un bütün oyunlarında bulunan “kendine acıma” ve “kendi yok oluşunu hazırlama” temaları, hazırlanan bu güncel Ivanov yorumunda da ön plana çıkıyor. Ivanov oyunu Saim Güveloğlu’nun güncel rejisi, Şehsuvar Aktaş, Tansu Biçer, Tülin Özen gibi usta oyuncular ve genç bir oyuncu kadrosunu bir araya getiriyor.

KALIPLARI AŞINCA: MİT, EFSANE VE MASALLARLA AVRUPA’DAN ÇAĞDAŞ SERAMİK

SERGI

Tarih : 22 Aralık’a kadar Yer : Meşher

21

KÜLTÜR & SANAT

Ayşe Doğa Ülgen

CANAN TOLON: SEN SÖYLE

İstanbul Modern’in düzenlediği “Sen Söyle” adlı sergi, Canan Tolon’un 1980’li yıllardan günümüze uzanan sanatsal birikiminden bir kesit niteliğinde. “Sen Söyle”, Tolon’un çizimden fotoğrafa, resimden yerleştirmeye uzanan kendine özgü ifade ve teknik arayışını görünür kılıyor. Tolon’un sanatındaki dönüşüm ve gelişimin ikonik örneklerini bir araya getiren sergi, aynı zamanda sanat tarihinde yerini almış kimi çalışmasının da yeniden üretimine yer veriyor. Tarih : 2 Şubat’a kadar Yer : İstanbul Modern Sanat Müzesi

SERGI

.

Odağında geçmişten günümüze anlatılan hikâyelerin yer aldığı sergide 13 sanatçının eserlerine yer veriliyor. Sanatçıların yaratıcı gücünün sonsuzluğunu, kompozisyon repertuvarlarının zenginliğini ve yeni tekniklere yönelik arayışlarını 21. yüzyıl perspektifinden yansıtan sergiye katkıda bulunan sanatçılar; seramiğin günlük kullanımda alışkın olunan işlevselliğinin ötesinde, malzemenin değişken doğasını açığa çıkarıyorlar.

Tarih : 30 Kasım, 20:00 Yer : DasDas

.

Tarih : 23 Kasım, 19:30 Yer : Altkat Sanat

TİYATRO

BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT


ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK

2008 yılında yaşanan mali kriz, Ricky ve ailesini ciddi bir sıkıntıya sürükler. Borçları ile başa çıkmaya çalışan aile, bu süreçte oldukça yıpranır. Eski rahatlarına kavuşmaya çalışan aile, karşılarına çıkan bir fırsatı değerlendirmeye karar verir. Yapılacak işler aslında hiç de kolay değildir. Biri, yeni bir minibüs ile serbest zamanlı olarak bir teslimat sürücülüğü, diğeri de bakıcılık yapmak zorundadır. Ailelerini geçindirmek ve dünyada ayakta kalmak için kendilerini işe vermek zorunda kalan çift, bu zorlu süreçte kendilerini büyük bir kırılmanın ortasında bulur. Vizyon tarihi

: 22 Kasım

BOĞAZİÇİ GENÇLİK KOROSU

Ağustos ayında Kuzey Makedonya’da düzenlenen Ohrid Koro Festivali’nde; en iyi sahne performansı, birincilik ödülü ve kategori şampiyonluğuyla birlikte festivalin en iyi korosu seçilerek “Grand Prix” ödülüne layık görülen Boğaziçi Gençlik Korosu’nun, Anadolu ve dünya müziklerinden oluşan dinamik repertuvarını seslendireceği festival sonrası ilk konserine sizler de davetlisiniz. Tarih : 23 Kasım, 19:00 Yer : Kadıköy Belediyesi Yeldeğirmeni Sanat

CEP HERKÜLÜ: NAİM SÜLEYMANOĞLU

Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu, ülkemiz ve dünya spor tarihine adını altın harflerle yazdıran efsanevi halterci Naim Süleymanoğlu’nun hayat hikayesini konu ediyor. İlk Dünya Rekoruna imza attığında 15 yaşında olan, spor kariyerine; 7 Dünya Rekoru, üç farklı olimpiyatta kazandığı 3 Olimpiyat Altın Madalya, 6 Avrupa Şampiyonluğu ile 7 tane Dünya Şampiyonluğu ve daha nice başarılar sığdıran Naim Süleymanoğlu’nun hayatının anlatıldığı filmde, Süleymanoğlu’nu Hayat Van Eck canlandırıyor. Vizyon tarihi

: 22 Kasım

ZOLA BLOOD

2013’te başlayan Zola Blood hikâyesi, sadece birkaç demo sayesinde ışık hızıyla ilgi çekti. Peşi sıra yayımlanan Grace ve Meiridian teklileriyle dünya çapında elektronik müzik bloglarının ve dinleyicilerinin göz bebeği konumuna geldiler. Sadece dört duvardan oluşan, penceresiz bir odada kaydettikleri bu şarkılar, Hype Machine listelerinde 1 numaraya yükselmelerini sağladı. Electronikalarını minimal tekno dokunuşlarıyla zenginleştirdikleri Play Out/Pieces of the Day isimli kısaçaların ardından, ilk albümleri için büyük bir beklenti oluştu. Bu beklentiye, 2017’de yayımlanan ve grubun yapımcılığını kendi üstlendiği ilk albüm Infinite Games’le fazlasıyla karşılık verilmiş oldu. Grubun electronika harikaları, Zola Blood’ın ülkemizde de önemli bir hayran kitlesine kavuşmasını sağladı. Ve artık buluşma vakti geldi! Zola Blood, ilk Türkiye konseriyle İstanbul’da. Tarih : 29 Kasım, 21:00 Yer :Salon İKSV

KÜLTÜR & SANAT

22



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.