IDEA K A S I M 2 0 1 2 S AY I : 5
AYLIK KÜLTÜR & SANAT MECMUASI
ELİF SÖZEN I BREAKING THE WAVES ŞÜPHE / DOUBT
I MAKİNELEŞMEK
I ORJİNALLİK BİR MASALDIR
ACİL SERVİS ı ABİDİN DİNO ı VİZYON TAKVİMİ YÜZÜNE BAKAN TAŞ OLSUN
I YARALI AYNA
I EVHAM
I YARALI AYNA I TEK HECE I KANSER
MODERN DÜNYANIN GÜZELLİKLERİNİ REDDETME 1
4 28 34 38 40 46 48 52 56 58 60 62 66 70 2
Fotoğraf - Ayın konusu, ŞÜPHE (DOUBT) Fotoğraf - Portfolyo, Elif SÖZEN Sinema - Film İnceleme, “BREAKING THE WAVES” Sinema - VİZYON TAKVİMİ Müzik Kliniği - ORJİNALLİK BİR MASALDIR Müzik Kliniği - ACİL SERVİS Resim - Biyografi, ABİDİN DİNO Edebiyat - Deneme, MAKİNELEŞMEK Edebiyat - Deneme, MODERN DÜNYANIN
GÜZELLİKLERİNİ REDDETME
Edebiyat - Şiir, EVHAM Edebiyat - Deneme, YARALI AYNA Edebiyat - Hikaye, YÜZÜNE BAKAN TAŞ OLSUN
EDİTÖR’DEN
Yepyeni bir sayıdan herkese merhaba. Aramıza katılan yeni yazarlarımıza öncelikle “Hoşgeldiniz” diyerek sözlerime başlamak istiyorum. Kaliteli, gerçek sanat aşkı ile dolu insanlarla çalışmak harikulade keyifli. Yolumuz uzun ve engebeli, ilerleyen süreçte hep birlikte çok daha iyi işlere imza atacağız. Günümüz şartlarında böylesi özgür beyinler, dikenli tellere takılmadan sadece yazmak için kalemine hükmeden insanlar; sizleri aramızda görmek istiyoruz.Bahanelerinizden sıyrılın. Sizi siz yapan kelimelerinizin, yaratıcılığınızın mekanı IDEA’da her zaman sizlere kapımız ardına kadar açık. Bizler sizlerin desteği ile büyüyeceğiz.. Geri dönüşler, gözümüz önündeki sis perdesini kaldırmanızdır.Sanata gönül veren ve olumlu eleştirilerde bulunan tüm takipçilerimize teşekkürlerimizi sunuyorum. Görüşlerinizi bizlerle paylaşabileceğiniz adresimiz; ideartmagazine@gmail.com.
Bir sonraki sayıda görüşmek üzere... İlker ŞİMŞEKCAN
Edebiyat - Hikaye, KANSER Edebiyat - Deneme, TEK HECE
Yayınlanan içerikten yazarları mesuldür.Herhangi bir yazının izinsiz tamamen kopyalanması durumunda hukuki işlem yapılacaktır. İçeriğe link verilerek bir paragrafı aşmayacak şekilde ve yazarın adı bildirilerek alıntı yapılabilir.
Kapak Fotoğrafı : Alexander Rodchenko 3
FOTOĞRAF
AYIN KONUSU
nny13.deviantart.com
4
5
7ovetheday.deviantart.com
aylablack.deviantart.com
6
7
axsis.deviantart.com
makulatulea.deviantart.com 8
9
borderone.deviantart.com dazzle-stock.deviantart.com 10
11
soul-shades.deviantart.com
ryoko-demon.deviantart.com 12
13
erdoom.deviantart.com
14
ypb.deviantart.com
15
corpulentpanda.deviantart.com 16
17
insunnyty.deviantart.com 18
dorice.deviantart.com
19
cannibalope.deviantart.com motypest.deviantart.com
20
21
lilibloody.deviantart.com
kaelthas-wolfheart.deviantart.com 22
23
sunntown.deviantart.com 24
25
ciasteckoowa.deviantart.com
davidschermann.deviantart.com 26
27
FOTOĞRAF
PORTFOLYO
ELİF SÖZEN
1989 yılında Malatya’da doğan sanatçı, Anadolu Üniversitesi Reklamcılık ve Halkla İlişkiler Bölümünden mezun olmuştur. Üniversite yıllarında fotoğraf sanatı ile yakından ilgilenmeye başlayan sanatçı, hayatın gerçekçi yanlarını konu almıştır. Tanıklığı; gezgin kimlik yapısı ile birleşerek, diğer kültürlere yakınlaşmasını sağlamış ve bu yönde çalışmalarını sürdürmüştür.Sürdürmeye de devam edecektir...
28
Münih - 2010
29
Babasının Beşiği - Artvin - 2012
Berlin - Kreuzberg - 2010 30
Bolu - 2011 31
Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga,ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben Bahtiyarım… Nazım Hikmet RAN
32
33
Berlin Tren Garı - 2010
Milano - 2010 34
Sarıcailyas Köyü - Eskişehir - 2012
Budapeşte - 2010 35
vücut bulacağı inancı…
FİLM İNCELEME
SİNEMA
BREAKING THE WAVES
F
ilm yönetmenliğini Lars Von Trier’ın yaptığı 1996 yapımı bir dramdır. Yönetmenin “Golden Heart Üçlemesi” nin ilk filmi olup kırkın üzerinde ödül almıştır. Film yönetmenin kurduğu avangard film hareketi Dogma 95’in de ilk örneğidir. Sanat akımı olarak Dogma’ya duygusal anlamda da seyircinin kalbine çokça hizmet eden başarılı bir yapıt olmuştur.
Gizem ERAL İyi adamlar ve kötü adamlar
DİKKAT SPOILER İÇERİR!
Dinsel bağnazlığın doruklarında yaşayan, kadını ötekileştiren,kadınların kilisede konuşmalarını bile yasaklayan din adamları, tam karşısında baba tasviri yoluyla erkekle özdeşleştirilen Bess’e zor zamanlarında yardım eden Tanrı, kadını cinsel bir obje olarak görüp dolayısıyla metalaştıran kasaba halkına karşı, karısını seven bir koca figürü. İyi adamlarla kötü adamların sürekli bir mücadelesi. Bu yolla feminist yaklaşımlara kaçmadan erkek egemen toplum eleştirisi yapılmıştır. Tarafların her ikisinin de erkek olması ise konunun bir çok örneğinden farklı olarak ele alınan yönü olmuş, belki tepki almamak için belki de soruna yeni bir
Cüppelerini giyip ellerinden İncil’i düşürmeyenler mi gerçek inançlılardı yoksa aforoz edilen Bess mi? “Sen bir günahkarsın ve cehenneme gideceksin” diye ölülerini defneden kasaba halkı mı yoksa her fedakarlığı yapan bakış açısı getirmek için erkek egemen toplum eleştirisi o güne Bess mi? Ve aslında çanlar kikadar yapılandan değişik olarak min için çalıyordu? gözler önüne serilmiştir. Siz soruları sorarken bunları cevaplamak bu başarılı filmin işi. Çanlar kimin için çalıyor Dogma akımıyla yeni bir teknik Erkek egemen toplum eleştirisi dı- denemesi içindeki yönetmen, filşında film tam anlamıyla bir inanç min senaryosunu da besleyerek kavramı irdelemesidir. Her anlam- bir yandan yeni bir hareketin ilk daki inanç filme konu edilmiştir. adımlarını atarken diğer yandan Tanrıya inanç, aşka olan inanç ve kafanızda sorular oluşturarak hatta mucizelere inanç. Yeterince sizi koltuğunuzda rahatsız edikoşulsuz sevdiğinizde her şeyin yor.
Herkesin biraz deli biraz saf biraz çocuk gördüğü bir kadın... Bess… Tanrıyı içselleştirmiş, sürekli onunla konuşan, tanrının da onunla konuştuğuna inanan, onunla arasında diğer herkesten farklı bir bağ bulunduran, çanlardan bile hoşlanmayan baskıcı kilise insanlarından daha büyük bir inanca sahip olan Bess’in öyküsü. “ –Tanrı herkese bir yetenek verir. - Peki seninki ne Bess? - İnanabilirim…”
36
37
VİZYON TAKVİMİ
BABAMIN SESİ - DENGE BAVE MIN
EVE DÖNÜŞ 1915 Vizyon Tarihi : 30 Kasım 2012 Yönetmen: Alphan Eşeli Oyuncular: Uğur Polat, Nergis Öztürk, Serdar Orçin... Tür : Aksiyon, Dram, Gerilim Ülke : Türkiye Sarıkamış Harekatı’nın kaybedilmesinin
Vizyon Tarihi : 2 Kasım 2012 (1s 28dk) Yönetmen: Zeynel Doğan, Orhan Eskiköy Oyuncular: Basê Doğan, Zeynel Doğan, Gülizar Doğan... Tür : Dram, Komedi Ülke : Türkiye, Almanya Basê, Elbistan’da tek başına yaşayan ve büyük
SİNEMA
oğlu Hasan’ın evine dönmesini dört gözle bekleyen bir kadındır. Hasan’ın yolunu gözlediği günlerde, Diyarbakır’daki oğlu Mehmet de eşinin hamile olduğunu öğrenir. Mehmet eşyalarını toparlarken babasına gönderilmek üzere annesinin ve kendi çocukluk sesinin kaydedildiği bir kaset bulur. Mehmet kasetlerin gerisini araştırmak annesini Diyarbakır’a getirmek için Elbistan yollarına düşer. Mehmet evde bir yandan annesinin ufak tefek işlerini yaparken bir yandan da babasından kalan kasetleri arar. Halen Hasan’ı kafasına takmış olan annesi hakkında bu süreçte bilmediği sırlar da öğrenecektir. Zamanında yaşanan Maraş Katliamı’ndan olumsuz yönde etkilenen bir ailenin öyküsünü aktaran yapımın yönetmenliğini Orhan Eskiköy ve Zeynel Doğan beraber üstleniyor; senaryosu ise Orhan Eskiköy’e ait. Çekimleri Elbistan ve Diyarbakır’da gerçekleştirilen film, Türkiye-Almanya-Fransa ortak yapımı.
GÖZETLEME KULESİ Vizyon Tarihi : 16 Kasım 2012 (1s 40dk) Yönetmen: Pelin Esmer Oyuncular: Olgun Şimşek, Nilay Erdönmez, Menderes Samancılar... Tür : Dram Ülke : Türkiye Nihat ıssız bir ormanın tepesinde bir yangın gözetleme kule-
sine bekçi olarak sığınmıştır. Seher ise Tosya’da otoyol kenarında küçük bir otogara kendisini zor atmıştır. Başkalarından kaçarken birbirlerine denk gelen bu iki insan suçluluk duygularına karşı, kendi kendilerine verdikleri savaşı birlikte sürdürmek zorunda kalırlar. Pelin Esmer’in kaleminden ve yine kendi yönetmenliğinde beyazperdeye aktarılan filmin baş rollerini Olgun Şimşek ve Nilay Erdönmez paylaşıyor. Kastamonu’nun Tosya ilçesinde çekilen filmin ortak yapımcıları arasında Arizona Films ve Bredok Filmproduction da yer alıyor. Film iki belgeselden sonra 11’e 10 kala’ya imza atan Esmer’in ikinci uzun metrajlı işi.
38
ardından , Doğu Anadolu bölgesi artık belirsizliğin hüküm sürdüğü bir yer olmuştu. Eve Dönüş filmi tam da bu zamanlarda 8 kişinin, vahşi doğanın ortasında, oldukça zor kış koşullarıyla boğuşarak, hayatta kalma mücadelesini ve Eve Dönüş hikayesini anlatıyor. Birbirinden farklı bu 8 kişinin açlıkla mücadele ederek hayatta kalma içgüdüleriyle verdikleri gerilim dolu savaş onları birleştiren tek ortak noktaları. Yönetmenliğini Alphan Eşeli’nin üstlendiği filmin senaryosu da yönetmene ve Serdar Tantekin’e ait. Böcek Yapım yapımcılığında kotarılan filmin başrollerini ise Uğur Polat, Nergis Öztürk ve Serdar Orçin üstleniyor.
SIMURG Vizyon Tarihi : 30 Kasım 2012 (1s 49dk) Yönetmen: Ruhi Karadağ Oyuncular: Ali Ekber Akkaya, Çiğdem Kazan, Refik Ünal... Tür : Belgesel, Dram Ülke : Türkiye
Yıllardan 1996. ülke bir yandan tırmanan terörle mücadele ederken diğer yandan insani koşulların sağlanmadığı iddia edilen F-tipi cezaevlerine karşı yaşam mücadelesi veriliyor. Bu mücadeleye açlık grevi ile katılan altı isim Refik, Cafer, Çiğdem, Hüseyin Muharrem, Ali Ekber ve Delil 69 gün süren ölüm orucuna giriyorlar. Fakat bu inatla girdikleri bu yol, onlara Wernicke Korsakoff hastalığı ile geri dönüyor. Konuşma zorluğu, istemsiz kasılmalar, denge bozuklukları, hafıza kaybı ve ciddi unutkanlık gibi sorunlar hepsinde ortaya çıkıyor. 2000’e gelindiğinde ölüm oruçları yeniden başlıyor ve altı arkadaş, bu sefer dört sene önce yaşamını yitiren İdil Erkmen’in mezarı başında buluşarak, hem geçmişte yaşadıkları günlere geri dönüyor, hem de devam eden eyleme tekrar destek veriyorlar... 1998’den bu yana çektiği belgesellerle ve televizyon sektöründe yürüttüğü gazetecilik yapımcılık faaliyetleri ile tanınan Ruhi Karadağ’ın son çalışması 18. Altın Koza Film Festivali’nde dünya prömiyeri yaparak yarışmalı bölümde şans arayacak.
39
PROOFHEAD
MÜZİK
ORJİNALLİK BİR MASALDIR
A
radan koskoca bir ay daha geçti sevgili okurlar ve IDEA Magazine’nin beşinci sayısına merhaba diyoruz. Bir ay uzun bir süre gerçekten. Geçen sayıda bahsettiğim olaylar, yapmayı planladığım şeyler bile inanın çok farklı şekillerde gelişti ve gerçekleştirildi. Önceki aylar gibi yine yoğun bir dönemdi. Ancak bu yoğunluk bu sefer iş kaynaklı değil de kendi hayatımızla alakalı bir yoğunluktu. Çalışmayı ve üretmeyi sevdiğimiz için bu yoğunluktan şikâyet etmiyorum fark ettiyseniz. Şu sıralar şikâyet ettiğim tek şey belki de Eskişehir’in kendini iyiden iyiye belli etmeye başlayan soğuğudur sevgili okurlar. Bu ayki temamızı diğer aylardan farklı olarak kendi yazar kulübümüz içerisinde bir tür oylama ile belirledik: Şüphe. Yazar ve çizer kadromuzu her geçen ay biraz daha büyütüyor ve güçlendiriyoruz. Kaç kişi olursa olsun, yazdıklarımızı okuyan ve bir sonraki ay da okumayı bekleyen insanlar için sürekli olarak yazmaya ve çizmeye devam etmek zorunda olduğumuzu hissediyoruz. Şüphe temasında diğer arkadaşlarımızın da harika işler çıkaracağından eminim bu ay. Dopdolu bir dergi olacak.
40
Mesut ÇİFTÇİ
MÜZİK KLİNİĞİ
görüşünde birleşmişlerdir. O zaman ki bakış açısıyla düşündüğümüzde bu mottonun çok uçuk bir yerde olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bugün dinlediğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz binlerce grubun, müzisyenin ürettiği eserlere bakınca da bu fikre hak veriyoruz. (Bu arada “Müzik bitti mottosu” terimini yine ilk defa Müzik Kliğini’nde sizlerle birlikte icat ettik sevgili okurlar.) Bu noktadan hareketle, üretilen her eserin aslında orijinalliğinden şüphe etmemiz gerektiği, her eserin kendinden öncekilerden bir parça taşıdığına inanmamız gerektiği ortaya çıkıyor. Yani orijinallik bir ütopyadır, bir masaldır sonucu çıkıyor. 2005 yılında hazırlanan Metal: A Headbangers Journey isimli belgeselde tam da bu fikrimize uygun düşen yaklaşık 20 saniyelik bir kısım vardı. Dünya’nın ilk heavy metal grubu kimdir sorusunun cevabını arayan yapımcı, sırasıyla Cannibal Corpse, Lamb Of God gruplarıyla ve Rob Zombie’yle görüşüyor. Hepsinin verdiği cevap Black Sabbath oluyor. Rob Zombie, Black Sabbath için “onlar hepsini önceden yapmıştır. Bugün yapılanlar onların çaldığı riffleri biraz daha değiştirip, tersten ya da hızlı olarak çalmaktan ibarettir.” diyor. Bu şöyle bir iddiadır:
rada kendi belirlediğimiz 4 ana kategoride bu esinlenmelere ve benzerliklere örnekler vermeye çalışacağız.
önceden yapılmış, icra edilmiştir. İşe burada can alıcı bir soru soruyoruz: Daha önceden yapılan bir şeyi alıp albümünüze koymak sizi hırsız yapar mı? Verilecek cevap duruma göre değişecektir. Dürüstlük ilkesi, bana göre müzisyenliğin hatta ve hatta sanatçılığın en temel ilkesidir. Çok iyi taklitler yapabilir, taklit eserler üretebilirsiniz. Bu ürettiklerinizi insanlara “kendi eserlerinizmiş” gibi sunmadığınız sürece dürüstlük ilkesinden taviz vermemiş olursunuz. Ya da eserinizi üretirken nelerden esinlendiğinizi de belirtirseniz bu hem yaptığınız işe saygı duyulmasını sağ-
İlk kategoride en çok örneğine rastladığımız intro benzerliklerine değinelim. Çok defa bir parça başladığında aniden kafamızı kaldırıp “bu parça şeye benziyor” demişizdir. Ancak o “şeyin” ne olduğunu bir türlü hatırlayamayız. Ben sizlere birkaç tane böyle “şey” örneği sunacağım. Örneğin dünyaca ünlü Accept grubunun 2011′de yaptığı The Abyss isimli şarkısının giriş kısmı, Art Niyet’in 2007′de yap-
layacaktır hem de esinlendiğiniz esere de duyulan saygıyı pekiştirecektir. Müzikal esinlenmeler farklı şekillerde olabilir. Biz bu-
tığı Vay Be isimli şarkısının girişinin aynısıdır. (Vay Be: http:// bit.ly/muzikklinigi1) (The Abyss: http://bit.ly/muzikklinigi2)
Müzik Kliniği’nde bu ay müzikte şüphecilik, orijinallik ve benzerliklerden biraz bahsetmek istiyorum. Sizinle paylaşacağım tespitlerim aslında son üç yıldır blogumda bu konuya özel bir başlıkta yazdıklarımın bir toplaması olacak. Yani üç yıllık bir emeği tek bir yazıda okumuş olacaksınız. O açıdan bu ay benim için diğer aylardan biraz farklı olacak. Ve bu ay diğer aylardan farklı olarak sizden çok ciddi geri dönüş taleplerim olacak. Lütfen yazının sonundaki paragrafı dikkatle okuyun. Özellikle 80’lerden itibaren pek çok müzik otoritesi “gerçek anlamda müziğin” bittiğini, bu noktadan sonra yapılacak ve üretilecek her şeyin önceki dönemlerde üretilenlerin kopyası, karışımı ya da geliştirilmiş türevleri olacağı
proofhead.net
Bugün metal müzik gruplarının çaldığı rifflerin neredeyse tamamı orijinal değildir. Elbette bu gruplar bu riffleri yürütmemişlerdir, ancak bu rifflerin hepsi daha
41
42
Tıpkı yukarıda da bahsettiğimiz gibi, riff birebir alınmış, devam eden kısımda ufak değişiklikler yapılmıştır. Elbette her iki grubun da bu konuda açıklamaları vardır ancak kulağın duyduğu bu şekildedir. Bir başka intro benzerliği de Black Tooth’un 2007 yılında aynı isimle çıkardığı EP’den bir parça olan Iron Clad’in giriş kısmıyla Pentagram’ın 2011 yılında yayınladığı parçası Wasteland’in giriş kısımları pek çok kişi tarafından aynı olarak nitelendirildi. Dikkatle dinlediğimizde ufak farklılıkların olduğu fark edilse de her iki intro da bir birini fazlasıyla anımsatmaktadır. (Iron Clad: http://bit.ly/muzikklinigi3) Bu konuda belki de en şaşırtıcı benzerlik ise yıllar önce yapılmış iki parçaya ait. 1959 yılında Eddie Cochran, Something Else isimli bir şarkı yapıyor. Bu şarkı Rolling Stones‘dan Keith Richards tarafından coverlanıyor ve konserlerde büyük ilgi görüyor. Bizde de Barış Manço 1989 yılında Darısı Başınıza albümünü çıkarıyor ve Kara Sevda isimli şarkısı çok popüler oluyor. İşte o Kara Sevda’nın introsu ile Keith Richards coverının introsu tamamen aynıdır. Rahmetli Barış Abi, çok açık şekilde buradan esinlenmiş ve belki yakınlarına da bunu söylemiştir. Ancak bu benzerlik çok az bilinir. Görüldüğü üzere bazen bu tip “esinlenmeler” sanatçıları bir anda çok daha popüler yapabiliyor. Gerçi Barış Abi’mizin böyle bir popülerliğe ihtiyacı da yoktu. Ancak popüler olmaya ihtiyacı olan pek çok grup halen bu şekilde işler yapmaya devam ediyor. Mor ve Ötesi, 2004 yılında Dünya Yalan Söylüyor albümünü çıkardığında yer yerinden oynadı. Özellikle Bir Derdim Var şarkısı ile çok uzun süre dillerden düşmediler. Bir süre sonra internette grubun bu
şarkıyı, Finlandiyalı ve kimsenin pek duymadığı, elbette kemik fanları haricinde, bir metal grubunun şarkısından “esinlenerek” yaptığı iddiaları ortaya atıldı. Verenpisara isimli bu Finli grubun 2003 yılında çıkardığı Happosadetta adlı albümlerinin Juomarahat adlı parçasının girişinin Bir Derdim Var’ın girişine acayip şekilde benzediğini fark ettik. (Her iki şarkıyı karşılaştırmalı olarak dinlemek için: http://bit.ly/muzikklinigi6) Şunu belirtmekte fayda var ki burada bahsettiğimiz tüm bu benzerlikler iddia boyutundadır. Yani tüm bu benzerliklerin belki de mantıklı bir açıklaması vardır. İkinci kategori benzerlikler, müzikal görsellik benzerlikleridir. Burada şarkılar birbirinden çok farklı olsalar bile şarkıları insanlara tanıtmak için çekilen video klipler benzer olmaktadır. Klipler bir yönetmen tarafından çekildiği için bu kategoride yer alan eserler için sanatçıları suçlamak çoğu zaman boşunadır. Hemen aklıma gelen ilk benzerlik In Flames’in Cloud Connected klibi ile Ayna grubunun Aşık Oldum Anne parçası arasındaki klip benzerliğidir. Ayna grubuna klip çeken yönetmenin, daha önceki bir tarihte çekilmiş olan In Flames klibini araklamış olduğu apaçıktır. Zaten Ayna grubu da bu klibi hiç bir zaman yayınlamamış, klip farklı şekillerde sızmıştır. (Cloud Connected: http://bit. ly/muzikklinigi7) (Aşık Oldum Anne: http://bit.ly/muzikklinigi8) Aynı şekilde Işın Karaca’nın Kalp Tanrıya Emanet şarkısına
çekilen klipte de Radiohead’in Streep Spirit klibininden çok açık şekilde esinlenildiği görülüyor. (Street Spirit: http://bit.ly/muzikklinigi9) (Kalp Tanrıya Emanet: http://bit.ly/muzikklinigi10) Bu tip görsel esinlenmeler elbette görsel avantaj kullanılarak daha az fark edilebilir yapılabiliyor.
Şüpheli benzerlikler bir diğer kategorimizi oluşturuyor. Bu kategoriye dahil ettiğim şarkıların bir kısmı değil sanki tamamı bir başka şarkıdan alınmış gibi geliyor kulağa. Yüksek Sadakat’in Eurovizyon yarışması için yaptığı Live It Up parçası bu tip iddialara çok maruz kalmıştır. Gerçekten de parça Sex Pistols’ın Submission parçasına çok fazla benzemektedir. Yüksek Sadakat’in bu benzerlikle ilgili bir açıklamasına ise ulaşamadım. (Submission: http://bit.ly/muzikklinigi11) (Live It Up: http://bit.ly/muzikklinigi12) Benzer şekilde Erdem Yener’in Kirli isimli albümünden çıkan Hayvan isimli parçası, The Knack grubunun hiti My Sharona ile büyük benzerlik göstermektedir. Ancak şarkı trafikleri çok farklıdır. Dolayısı ile şüpheli bir benzerlik göstermektedir. (My Sharona: http://bit.ly/muzikklinigi13) (Hayvan: http://bit.ly/ muzikklinigi14) Son kategoride ise hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde, doğrudan araklamalar var. Bir şarkıyı ve fikri doğrudan alarak ve kaynak belirtmeden kullanarak yeni bir şarkı yapmak yukarıda bahsettiğimiz dürüstlük ilkesine tamamen zıttır. Üstelik bu çalıntı
şarkılar gruplara prim sağlıyorsa bu düpedüz suç ve haksız kazanç olmaktadır. Bu araklamaların en acımasızını Dimmu Borgir, daha doğrusu grubun klavyecisi 1996 yılında çıkardıkları Stormblast isimli albümde yer alan Sorgens Kammer isimli parçada yapmıştır. Bu albüm çıktığında özellikle Sorgens Kammer parçası çok büyük ilgi görmüş ve black metalin en damar parçası olarak anılmaya başlanmıştır. Ancak gerçekte bu parça ünlü bir bilgisayar oyunu olan Agony’nin tema müziğidir. 8 bitlik orijinal melodi klavyeci tarafından orkestral bir hale getirilmiş ve albüme konmuştur. Bu durum ortaya çıktığında ise grup klavyecisini derhal gruptan kovmuştur. (Karşılaştırmalı olarak dinlemek için: http://bit. ly/muzikklinigi15) Aynı kategorinin bir diğer örneğini de bir fikir hırsızlığından seçtim. Birkaç yıl önce bir anda popüler olan bir şarkı ve video vardı Buz Gibi Biraderler diye. İzleyen herkes, videodaki ekibi “yaratıcılığı” için tebrik ediyor, ekip de bu tebrikleri kabul etmek konusunda hiç çekinmiyordu. Ancak bu işin bir yaratıcılık işi olmadığı çok geçmeden ortaya çıkmıştı. Zira Buz Gibi Biraderler parçası, Ice MC isimli bir rapçinin Cinema isimli parçasıyla fikir ve melodi olarak tıpatıp aynıydı. Ancak Buz Gibi Biraderler, ünlü bir bira markası sayesinde çok ciddi reklam geliri elde etti. (Cinema: http://bit.ly/muzikklinigi16) (Buz Gibi Biraderler: http://bit. ly/muzikklinigi17) Diğer aylardan farklı olarak bu ay yazı içerisinde sadece okurlarımıza özel linkler verdim. Dergimizi elektronik ortamda okurken bu linkleri kullanmanız ve okurken eş zamanlı olarak dinleyebilmeniz açısından bu durumun iyi olacağı kanısındayım. Böylelikle siz de “şüphelerinizi” giderebileceksiniz
43
KONSER
Geçen ayın sonunda yapacağımızı duyurduğumuz Eskirock Metal Fest Vol. V, elimizde olmayan bir sebepten ötürü bu ayın 12’sine ertelendi. Konserde sahne alacak gruplar Episode 13, UÇK Grind, Carnophage, Heretic Soul ve Lamb Of God Tribute Band olarak kesinleşti böylece. Özellikle Eskişehir’deki tüm metal müzikseverleri bu harika konser için 222 Park’a bekliyoruz. Eskişehir piyasasında bunlar olurken ulusal piyasamızda da bu ayın sonuna doğru bizleri çok mutlu eden bir gelişme oldu. Yılların efsane programı Rock Market, Şener Yıldız ve Hicri Bozdağ ile artık TRT Müzik kanalında yeniden başlayacak. Rock müziğin özellikle bir devlet televizyonunda bu şekilde tanıtılması inanın pek çok metal müzikseveri fazlasıyla mutlu etti. Bir diğer dikkate değer olay ise Erkin Koray’ın Türkiye’de değil ama ABD’de yeni bir albüm çıkardığı haberi oldu. Herkes Erkin Baba yeni besteler mi yapmış diye beklerken albümün eski parçalardan oluşan bir toplama albüm olduğu anlaşıldı. Ancak bu bile
bizleri heyecanlandırmaya yetti. Zira albüm CD ve plak formatında basılacakmış. Plak diyince ne demek istediğimi sıkı takipçilerim anlamıştır. Yine gelecek ay içerisinde tüm dikkatimi çıkmasını beklediğim iki albüme vereceğim: Sabhankra’nın Revenge albümü ve Deftones’un Koi No Yokan isimli albümü. Geçen ay Deftones’un bir önceki albümü hakkında ufak bilgiler vermiştim. Bu yeni albümden de iki parça yayınlandı ve ikisi de gayet tatmin ediciler. Sabhankra’nın yeni albümünün ise metal camiamızda çok fazla ilgi çekeceğine kalıbımı basarım. Bir sonraki sayımıza kadar bu iki albüm çıkmış olursa bahsedeceğim mutlaka.
44
Bu ay sohbetimiz biraz uzun oldu, sabırla ve keyif alarak okuyanlara teşek-
kür ederim. Yazımın taa en başında son paragrafı dikkatle okuyun demiştim. Evet sevgili okurlar, mutlaka sizler de birbirine benzeyen parçalara rastlamışsınızdır. Sizlerden bir sonraki ay Müzik Kliniği’nde yayımlamak üzere bu keşiflerinizi benimle paylaşmanızı rica ediyorum. Keşiflerinizi sizin adınızla vereceğim. Keşiflerinizi iletmek, Müzik Kliniği ile ilgili eleştiride/öneride bulunmak için dergimizin iletişim kanallarını ve bilgi@ proofhead.net adresini kullanmaktan lütfen çekinmeyin. Bir sonraki sayıda görüşüp, buluşmak ve konuşmak dileğiyle… Mesut Proofhead.
45
MÜZİK KLİNİĞİ Baht – Trauma (2012) Bu ay çıkan ve beklenen bir albümdü. Ülkemizin sayılı Progressive Death Metal gruplarından Baht’ın ilk albümüdür. Grup daha önce iki EP yayınlamıştı. Albüm tipik Baht tarzını çok güzel bir şekilde yansıtıyor. Bir önceki EP Resurgence Hour’daki şarkılara yapı olarak çok benziyor bu albümde. Vokalleri çok başarılı olmuş. Şarkılarda yine aralarda Türkçe sözler var. Sekiz parçalık albümdeki tüm parçaları sevdim ben. The Trauma, Orientation, Introspection ve Sacred Enigma (yeni versiyonuyla) ise fazlasıyla ön plana çıkıyorlar. www.bahtband.com
KONSER
MÜZİK
ACİL SERVİS
As I Day Lying - An Ocean Between Us (2007) Özellikle son iki aydır dinlediğim harika bir albüm. Grup hakkında da inanın son üç beş aya kadar hiçbir fikrim yoktu. Özellikle metalcore sevenler için başucu albümü olabilecek nitelikte bir albüm. Albümde neredeyse boş şarkı yok! Benim favorilerim ise albüme adını veren An Ocean Between Us, Forsaken, Nothing Left, I Never Wanted, This Who We Are ve The Sound Of Truth. www. asilaydying.com
46
proofhead.net 47
Burcu AKTAŞ
BİYOGRAFİ
ve yayılmasını sağlamak, düşünce yanı ağır basan resimler yaparak, batıdaki çağdaş akımlarla boy ölçüşecek yenilikler getirmekti.
öğrenimi görmek üzere SSCB’ye gitti ve 3 yıl kaldı. 3 yıl boyunca Leningrad’da Eisenstein ve Yutkeviç’in yanında makyajdan dekora, rejiden senaryoya tüm
min önde gelen sanatçılarıyla dostluklar kurdu. Abidin Dino 1939’da Türkiye’ye
RESİM
ABİDİN DİNO (1913 - 1993)
döndü, 1941’de arkadaşlarıyla Liman (Yeniler) Grubunu oluşturdu. Çeşitli dergilerde çizgi ve yazılarıyla halktan yana, gerçekçi bir sanat görüşünü savundu. Çizgi ve desenlerin ön plana çıktığı resimlerinde işçi ve köylü tiplerini özgün bir üslupla işledi. Başlangıçta Picasso’nun etkisinde kalan sanatçı, daha sonraları yapıtlarında özgün ve yerel bir senteze ulaştı. Yeniler Gurubu’nun Liman çevresindeki balıkçıları konu alan ilk sergisini açtığı
2
48
3 Mart 1913 İstanbul doğumludur. 1. Dünya Savaşı sırasında ailesi Avrupa’da seyahatte olduğundan, bir süre için Cenevre’de bulunmuş, bu nedenle çocukluğu İsviçre ve Fransa’da geçmiştir. Abidin Dino ailesiyle birlikte 1925’te İstanbul’a dönmüştür. Robert Kolej’de öğrenim görmeye başlamış olsa da, sanata olan ilgisi nedeniyle öğrenimini yarıda bırakıp, ağabeyi şair Arif Dino’nun desteğiyle resim, karikatür ve yazı alanında kendini geliştirmeye başladı. İlk çizimleri Yarın gazetesinde, ilk yazıları Artist dergisinde 1930’lu yılların başında yayımlanmıştır. Bu yıllarda Nazım Hikmet’in şiir ve oyun kitaplarına kapak desenleri de çizmiş ve kendini çok genç yaşta “ressam” olarak kabul ettirmiştir. 1933 yılında “D Grubu” adlı sanat gurubunun kurucuları arasında yer aldı. Bu grubun amacı, memlekette sanatın gelişmesini
Aynı yıl “Ankara Türkiye’nin kalbidir” isimli belgesel filmi çekmek için Türkiye’ye gelen Sovyetler Birliği’nin ünlü yönetmenlerinden Sergey Yutkeviç bir sergide resimlerini görüp beğendi. Yutkeviç’in filmini izleyen Atatürk, kendisinden bir Türk gencini yetiştirmesine olanak olup olmadığını sormuştu. Böylece Yutkeviç, Dino’dan dekoratör ve ressam olarak çalışmak üzere kendisiyle SSCB’ye gelmesini istedi. Dino, 1934 yılında sinema
yönleriyle sinema eğitimi aldı. Yutkeviç’in yönettiği Madenciler filminde çalıştı. 1937’de 2. Dünya Savaşı nedeniyle Sovyetler Birliği tüm yabancı öğrencileri geri gönderince Leningrad’dan ayrılmak zorunda kaldı. Dino, Sovyetler Birliği’nden sonra Londra ve Paris’e gitti. Paris’te ressam ve dekoratör olarak film çekim çalışmalarında bulundu. Gertrude Stein, Tristan Tzara, Eisenstein, Andre Malraux ve Pablo Picasso gibi döne-
49
7 Aralık 1993 günü Paris’te yaşamını yitirdi. Cenazesi İstanbul’a getirilerek Aşiyan’da toprağa verildi. Kitapları Kısa Hayat Öyküm - Can Yayınları Sensiz Herşey Renksiz - Can Yayınları Sinan - Bir Düşsel Yaşamöyküsü - Can Yayınları Yeditepe Öyküleri - Can Yayınları
KONSER
1941 yılında Abidin Dino, siyasi nedenlerle önce Mecitözü-Çorum’a, sonra Adana’ya sürgüne gönderildi. Adana’da Türk Sözü gazetesini yönetti. “Kel” adlı bir oyun yazdı, ancak oyun hemen toplatıldı. Çukurova’nın pamuk işçilerini konu alan resimler yaptı ve heykel ile ilgilenmeye başladı. 1943 yılında dilci Güzin Dino ile evlendi. Sürgün sona erince İstanbul’a döndü. 1952’de yurt dışına çıkış yasağı kalkınca kesin olarak Paris’e yerleşti. Fransa, Cezayir, Amerika gibi değişik ülkelerde sergiler açtı. Fransa Plastik Sanatlar Birliği onur başkanlığı New York Dünya Sanat Sergisi danışmanlığı gibi görevlerde bulundu.
STEVE VAI
‘İşkence’, ‘Atom Korkusu’, ‘Savaş ve Barış’, ‘Çıplaklar’, ‘Dört Kent’, ‘Dağ-Deniz’ gibi birçok yapıtı çeşitli galeri, müze ve koleksiyonlarda yer aldı. Nazım Hikmet’in kendisine “Bana mutluluğun resmini yapabilir misin?” demesi üzerine ona şiirle karşılık verdi. Zaman zaman Türkiye’de kişisel sergiler açan Abidin Dino,
50
3 Kasim 2012 KucukCiftlik Park (Istanbul)
51
DENEME
EDEBİYAT
MAKİNELEŞMEK
Aslınur AKDENİZ
“C
52
ahit Koytak’ın Homopoeticus’unu ilk keşfettiğimde anlamalıydım. Benzeyen sadece o ve Chaplin değildi. O ve Chaplin varlıklarında sadece kendilerini barındırmıyorlardı, barındıramazlardı, anlamışlardı. Blooms da çıkıverince “The Anxiety of Influence” ile karşıma, bana Luigi Russol’un intonomari tınılı şarkılarının eşliğinde “benzerliğe, eskiye ve kanıksanmış otoriteye” karşı çıkan bir akımla yüzleşmek kaldı; Futurism! Bu akım alışılmış sanat formlarının karşısında durmak bir yana insana yeni bir misyon biçiyordu. Doğayı şekillendiren ve ona karşı çıkan bir güç olarak onu yeniden var ediyordu. Aslında burada yeni olan misyon değildi. Medeniyet kurmak için doğanın bağrını delmek ve onunla ilişkilenmek adına toprağı kazmak, Koytak’ın şiirlerinde insan ruhlarını, tenlerini, bakışlarını sıkıp, büküp, suyunu çıkarttığı gibi toprağı balçık haline getirmek ve yoğurmak Mezopotamya mitlerine dayanan
bir şeydi. Kültürel ilişkilenme için külfet lazımdı. Enkidu’nun Uruk şehrinde yapılar inşa etmek için kutsal sedir ağaçlarını kestiğine şahit olunmuştu yüzyıllar önce. Peki 20. Yüzyılda değişen neydi? Enkidu’yu kutsal ormanı imha etmekle suçlayan ve onu ölümle cezalandıran tanrıları kimdi bu asrın getirdiği fütürizmin? Sonuca varmamız için birazcık daha sabretmeniz gerekecek, ki Moupassant artık hüzünle izler oldu çıkarımların bu sürat dolu çağda anlamsız ve belirsiz hale gelişini. Neyse. Madem o çok anılan ”modern” çağın içine girdik, anı yakalamakla ilgilenip, çıkarım yapmayı da Enkidu’nun külfetini miras alan modern zamanların okuyucularına bırakacağız. Bilmek de acı çekmeyi gerektirir ne de olsa. Aforizmamızı da sunaklara sunguladık, çok güzel. Futurism’in havasına uygun üstkurmaca bir kısım da yazdığıma göre kameraları Charlie Chaplin’in 1936 yapımı ModernTimes adlı filmine çevirebiliriz öyleyse. (Fon müziğimiz de Russol’dan, filmin tema müziği olan Smile’a geçiyor. Daha alışılmış bir opera. Güven alanının rahatlığı bir sü
Hakikatin yüzünü şapkamın altında, Hakikatin özünü de daima bilinçaltında tutmak Ve böylece, bebeği sütten keser gibi, şiiri kesip sözden, Pantomime çevirmek istemişimdir hep.” (Cahit Koytak’ı da filmimize davet ediyoruz. En ön sırayı ayırdık kendisine.) Evet, motorrrrrrr! Şarlo’yu nam-ı diğer Küçük serseriyi, makinalaşmanın ve hızlı şehir hayatının doruklarını yaşadığı bir zamanda, bir fabrikanın montaj hattında tekdüze ve standart bir işin bunaltıcı tekrarına düşerken izleriz. Vida sıkar durmaksızın. Makinelerin vidalarını sıkarsıkarsıkarsıkarsıkar. Hızını alamaz, diğer işçilerin tulumlarının düğmelerini sıkar düğme vida düğme sıkar kendini kaybeder girdaba düşer boşluğu
mumyalanan insanların baş kısmına ölümden sonra ruhların doğru kişileri bulması için koyulan kişisel portlerinden mahrum edilir bu çağın insanı.İkonalaşma şansı kalmamıştır. Kendini yitirir, ölüm meleğine sunabile-
reliğine.) “ Çünkü bakın, ben de, onun yaptığı gibi ‘Hakikat’ sözünü dilimin altında,
sıkar sık-- amaz hale gelir. Fabrika sahibi doğaya hükmetmekten memnun, makinelerle yeni bir kültür oluşturadursun, 20. yüzyılın tanrılarının ceza verme
cek bir bedeni ve en önemlisi ruhu, Marx’ın deyimiyle, doğayı hakimiyet altına almanın bedeli olarak kendine “yabancılaştırıl-
zamanı gelir. Enkidu ölümle cezalandırılmıştır. Fakat, bir süre sonra yaptığı işlerle geride bırakacağı ün ve isimle avunur.Fakat modern zamanarın hafızası kısa sürelidir. Zaman hızlı akar. İsimler ve kimlikler birbirine karışır. Fakat modern zamanlarda ceza ölümden kötüdür. Mısır’da
“Yorum farklarımız var, doğal olarak, Farklı numaralarımız, Charlie Chaplin’le… Ama yine de dikkatinizi çekti mi, bilmiyorum, Ben ve o, ne kadar benziyoruz Aslında birbirimize! İki karıncanın, iki tespih böceğinin, İki sönük yıldızın, İki ispermeçet mumunun, hatta iki maymunun Benzediği kadar benziyoruz Hepimiz birbirimize Ve bilhassa bendeniz Charlie Chaplin’ne?”
53
de yanı sıra. Ama aslında her ne kadar her yeni akım kendi manifestosunun orjinalliğinden dem vursa da, varılan yer aynıdır. Bu Nazım Hikmet’te “çare” olarak adlandırılır. Chaplin filmin sonunda ona: “Daha ne kadar deneyeceğiz?” diye soran evsiz kıza: “Gülümse, umudunu kaybetme, başaracağız.” der. Koytak da “numarası bittiğinde” tüm akımlardan ve ideolojilerin verdiği kurallardan “soyunup dökünmek” ister. Benzeyen sadece o ve Chaplin değildi. O ve Chaplin varlıklarında sadece kendilerini barındırmıyorlardı, barındıramazlardı, anlamışlardı. Artık rahat uyuyabilirsin Moupassant. Işıklar yanabilir.” Lilya Brik
KONSER
mıştır”. Şarl artık makinalaşmıştır. trrrrum, trrrrum, trrrrum! trak tiki tak! Koytak-Chaplin bağdaşımına bir isim daha ekler bu makine sesleri; Nazım Hikmet. (Bloom kıs kıs gülmektedir) Futurism’in ve makinalaşmanın etkilerini o da hisseder, “Şarlolaşır” bir nevi. Artık olmak istemekten başka şansı yoktur. Ya da belki de bunu yeni bir çıkar yol ya da çare olarak görmek zorundadır. “Beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu! her dinamoyu altıma almak için çıldırıyorum!” der. Şarlo’nun vidalama sürecinin hakimiyetine girmesi ve üstüne üstlük işçilere zaman kazandırmak (!) için üretilen otomatik yemek yedirme makinesine kobaylık yapması onu daha da pasif hale getirir. Artık makinaların insafına kalmıştır. Nazım Hikmet de bu pasifliği ironik bir şekilde aktifliğe çevirir ve makinalar tarafından tanımlanmak yerine “Makinalaşmak istiyorum!” der coşkuyla. trrrrum, trrrrum, trrrrum! trak tiki tak! Ve ekler: “mutlak buna bir çare bulacağım ve ben ancak bahtiyar olacağım karnıma bir türbin oturtup kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!” Sonuç olarak, Nazım Hikmet futurism’in kübik yansımalarını, form kesikliklerini, yansımalarını katmıştır şiirine, verdiği ideolojinin
JENNIFER LOPEZ
16 Kasım 2012 Ülker Sports Arena, İstanbul 54
55
DENEME
EDEBİYAT
MODERN DÜNYANIN
GÜZELLİKLERİNİ
REDDETME
İ
nsanoğlu olarak var olanın bir adım ötesini önce merak etmekle başlayan sürece sonra sahip olma arzusuyla dahil oluruz; doğamızda var. Tutkudur bizi bağlayan, meraktır tetikleyen. Triger kayışı çekilmiştir bir kere, geri dönmek neredeyse imkansız; dönesi de yoktur zaten kimsenin. Halinden memnun ahali. Özünde bencil ya insan, yerleşmek ister kuytuya köşeye, lakin derininde gizlerken bu yönünü dışa dönüktür, bağsız-bağcıksız görünmelidir ele; konar-göçer sürdürüyordur çünkü yaşamını. Yaşasın mülki özgürlük! Bir hikaye dinlemiştim sevdiğim birinden vakt-i zamanında, bu konuyla yakından ilişkili. Bir kadın vardır güzelce, orta halli. Salı günlerini alışverişe ayırmış olan bu güzelce kadın, yine bir Salı vakti hazırlanıp da çıkar so-
56
Nurdan KAVAKLI
bu konu hakkında. Müdürün döneceği yoktur elbet, yaİçinde öpücükler uyuy an, pabilecegörkemli çiçeklerle dona nği bir şey mış, yaprakları nakış de. Ama gibi oyan mücevher kutusu dinler say, altın bir baş. gıdan güzelce kadını, peşi sıra kibarca reddeder teklifi. alıp başkalarına da sergilemek Boynu bükük mağazadan çıkan ister. Etikete baktığında gözleri güzelce kadın, vitrinde kırmızı elfal taşı gibi açılmış, dudakları bise, deri döşemeli koltukta tüm uçuk için yer açmıştır. Bu ederi inisiyatifi elinde bulunduran mükarşılaması, normal veya anordür ve cebindeki para üçgeninde mal, herhangi bir şart altında yüz seksen derece döner durur; mümkün değildir. Çok üzülür, ama bir çıkış yolu yoktur. Birinadeta yıkılır, mağaza müdüden biri bir şekilde bir şeyleri feda rü ile görüşmek ister. Elinden edecek ki birinden birinin çok isgelip de yapabileceğine inantediği bir şey olsun. Bir. Zor tabii. dığı en iyi ve tek şey odur çün Tam da böyle bir durum kü. Kabul aldıktan sonra gider içinde kalmıştır günümüz insamüdürün yanına, görüşürler
noğlusu da işte. Bir yanda sınırsız özgürlük içinde yapmak istedikleri, öte yanda sorunsalları ile birlikte toplumsal normlar ve hipotenüsü; umarsız, duyarsız ilerlemekte olan zaman… Sorsan kimse memnun değildir gününden; bugününden mutsuz, yarınından şüpheli. İyi ki sosyal medya var; her birisi ünlü, her birisi değerli. Ne kadar yakın, o kadar aşina. Ne kadar uzak, o kadar çekici. Neden mi? Çünkü; eğer dalaverecilerin oyuncağı ve soytarıların maskarası olmak istemiyorsak, ilk kural içine kapanık ve ulaşılmaz olmaktır. Ne demişti Rimbaud, bir türlü ulaşamadığı o eşsiz Kır Tanrısı’nı tasvir ederken? İçinde öpücükler uyuyan, görkemli çiçeklerle donanmış, yaprakları nakış gibi oyan mücevher kutusu, altın bir baş.
kaklara saçları savrulurken rüzgarda, buram buram parfüm kokusunun arasında. Bir mağazanın önünde durur aniden, büyülenmiştir çünkü. Kırmızı, kırma bizi. O anda sahip olmak istediği tek şeydir o kırmızı elbise. Mağazadan içeri girer, yetkililerden biri ilişir hemen yanına. İster onu, denemek için kabinlerden birini kullanır. Artık hazırdır, perdeler açılır, aynadaki görüntüsüne adeta aşık olan güzelce kadın elbiseyi bir an evvel
57
Emrah DOLGUNSÖZ
ŞİİR
Demiyorum tabii ki, sen alınma ben güldükçe, Devirme gözlerini, daha sayısız mevsimler geçecek, Sayısız baharlar arasında donup donup kavruldukça , Kim kaçabilmiş ki şüpheden; nasılsa o gün de gelecek.
ÖLÜLERE
EDEBİYAT
FISILDAYAN ADAM’IN GÜNLÜKLERİ
Çayımdan da için biraz, çekinmeyin, çok var daha… Ama kaybolmasın fısıltılar, dinleyin ayrıca. Hayatta tesadüf yoktur, sadece ıskalarız bazen, Her savrulan boşlukta yuvalanır kahreden şüpheler, Sen bilmez misin ki ancak budur zavallı gövdeni ezen, Ah, elbet bilirsin, buna ne şüphe!
II
S
evgili Dostum… Gel dinlen biraz ve dinle ayrıca, Çokça yol geldin, epey de vakit kaybetmişsin, Yitirdiğin onca vakit geri gelmez kanımca, Ziyanı yok, zaten çoktan pes etmişsin.
Geleceğini biliyordum aslına bakarsan, Öyle hazırladım önünde ardında ne varsa, Çokları geldi geçti bu harami sofrasından, Sen de ye iç bahtına ne kalırsa. Ama şimdi dur, acele etme, evvel dinle, Biliyorum kaç kudurmuş köpek talan etmiş zihnini Konuşup yorma kendini, seni üzmem merak etme Ama susmam bilesin, belki kırarım o evham zincirini. Ve o adam çok severdi senden başlayıp sana kadar herşeyini Ama hep seyrederdi, dokunmadı gülüşüne tek bir dünya günü Baka bile kalamadın, alıp gitti bir akşam tüm bedenini Böylece verdim cevabını, ama ne olur asma yüzünü.
58
Yüzündeki, gözündeki, sesindeki bu iyilik, Sanma ki boğar bu basit evhamını Şüphe azgınında oldukça bu denli ayılık Sen de anca olursun basit bir ev hanımı.
Ah, sevgili Kardeşim… Sen daha hiç emin olmamışsın ki kendinden, Şu yuvarlak dünyanın neresine tutundun da kaldın Ama yok yok, çok ürkmüşsün sen, Madem olduramadın ne diye bu kadar yandın.
EVHAM “Hayatta tesadüf yoktur, sadece ıskalarız bazen!”
Yahu bir idiniz, üç oldunuz göremedim, Bir genç, bir çocuk… ve bir de ihtiyar! Yüzünde bunca karmaşa ve çizgiler,vallahi seni çözemedim, Dur! İyice bakayım gözlerine, Biraz da konuş, dalayım sözlerine, Tut elimi, akayım izlerine, Gel yanıma, ereyim gizlerine, Düş omzuma, yanayım közlerine, Yığılsın varsın, boğsun cesedimi adam boyu yoksalar Ah, bilirim bu gece bana zerre uyku yok, Gözünden taşan evhamlar zihnimde kök salar Kimsin sen be adam! Bir varsın bir yok, Demeye dilim varmaz… Yoksa…
59
nindir, senin hayatın sadece sanadır. Çünkü hayat, parıltısıyla herkesi aydınlatacak kadar zengindir, sonsuzdur. O enerjiden herkese olduğu gibi sana da bir pay vardır. Olay sadece onu isteyip istememen kadar sıradandır. Aynaların ilüzyonunun aksine suretin gerçektir, senindir, hakikidir. Aynalar da öyle. Onu yalancı çıkaran, sunularını ilüzyona çeviren şey bakışlarındır; bakıp görmek istediklerin. Hayattan almak istediklerin bunlar mıdır? Yetinmek istediklerin? Duymak, görmek, alışmak istediklerin? Bakmak istediklerinle bakmak istediklerin aynı mıdır? Sorulara verdiğin kaçınılmaz, can sıkan, iç bunaltan yanıtlar; sen bundan ibaretsindir.
DENEME
EDEBİYAT
YARALI AYNA
Volkan Levent SOYLU
K
60
olaydır, aynalarla yetinmek. Aynaların gösterdiklerine alışmak. Yansımaların bilindik hatlarına kapılıp gitmek. Aynaların sunduğu surete bürünmek, onu kucaklamak. Onunla sevmek, sevinmek. Onun gözyaşı parıltısıyla hayata küsmek. Onun gülücükleriyle her şeye ısınmak. Aynalar sen iste isteme hep orada olacaktır zira; onları ne kaldırıp atabilirsin ne de kırıp parçalara ayırıp onlardan kurtulabilirsin. Aynalar senin birer dövmen gibidirler, üstüne işlenmiştirler. Sen daha kendini bilmeden önce dahi onları taşıyorsundur. Aynaları görmek için tek yapman gereken, bakmak istemendir. Onlar an be an hazırda beklerler. Aynalar senin tek, gerçek dostundur. Sonsuza dek seninle kalacak yegane dost. Kolaydır. Aynalar sana sadece senin görmek istediğini gösterirler. Hayır. Sen aynalara baktığında sadece görmek istediğini görürsün. Sen alt tarafı
busundur. Senin aynalara bakacak gücün bundan ibarettir. Oysa aynalar ve sana sundukları her daim gerçek değildir. Ne kadar gerçek değildir? Gerçek midir? Suretindeki aynaların somutlaştırdığı yaralar senin için bir felakettir, kötülük emsalidir. İğrençtir. Aydınlığında saklanmış minik gölgelerdir; her an resmin görselliğine leke olmak için bekleyenlerdir. En huzurlu anında zihnine sokulacak acı gerçeklerdir. O yaralar da aynalar gibidir; suretine işlenmiştir ve senin yanındadır. Aynaya bakar, getirilerini ve götürülerini hatırlar ve… Sadece onu gösteren aynalara kızarsın. Çünkü sen busundur. Çünkü o aynalarla yetinince
her şey güzeldir. Ama gördüklerinden sonra aynalar senin için kötüdür artık. Senin asıl derdin yaralardır. En büyük engelin aynalardır. Artık karşına çıkan en sevmediğin şey yüzündür. Onlar inatçıdır. Seni sevmezler. Aynalar yüzünden seni yıpratırlar, canını yakarlar. Sana tek katkıları sevimsiz hayat parçacıklarıdır. Resmi bozanlar onlardır. Güzeli çirkin edenlerdir. Doğru onlarla yanlışa döner. Aynaların ortaya çıkardığı yaralar en büyük kayıplarındır. Yaralarla alıp veremediğin olmasa aynalara kızmayacaktın. Artık senin uğraşın ne suretinle ne de yaralarınladır; bütün derdin aynalardır. Senin bitmeyen kavgan bundan ibarettir. Seni hiçbir yere götürmeyecek, sonsuz kavga. Ama yaraları taşıyan suret; o nasıl seninse onun izleri de sana aittir. O izler nasıl sana aitse onun yaşanmışlıkları da tamamen senindir. Çünkü yaşadığın hayat sadece se-
61
HİKAYE
EDEBİYAT
YÜZÜNE BAKAN TAŞ OLSUN
Hazal GERGER
A
62
rabadayız. Burası bilmediğim bir şehrin bilmediğim bir caddesi. Hiç bir yaşanmışlığım ne bir adım atmışlığım ne tökezlemişliğim ne çökmüşlüğüm var bu caddeye. Birazdan bu söylediklerimin hepsinin gerçekleşeceğini bilmeden, konuşuyorum. zaten o zamanlar ve bu zamanlar ben bir çok şeyi bilmeden konuşuyorum. Arabadayız. Ben, anne koltugu olarak tabir edilen şoför koltugu nun yanındayım. Burada anneler oturur diye kalmış aklımda. Çünkü annem burada otururdu. O, baba koltugunda. Bir baba değil. Bir baba olmaktan çok uzak. Bir erkek olmaktan da çok uzak ve hatta bir insan olmaktan çok uzak oldugunu birazdan öğreneceğim. Zaten ben birazdan öğreneceğim şeyler için öğrenme hevesimi her zaman baltalamışımdır. Duruyor... Sadece duruyor. Zaman gibi duruyor. Akmayan bir nehir gibi duruyor, duruyor sadece. Ben akıyorum gürlüyorum hareketim
ben. Bu arabaya bir hareketim. Kaç dişli oldugunu bildiğim bir vitesim. Geri miyim? Geri vites miyim? HAYIR. Hareketim. Burada, akünün bitmek üzere olan şarjı gibi çırpınan ilişkimizi ellerinde tutan bir hareketim. O halde işleri daha da zorlaştırmamalıyım diyorum ona. Esip gürlerken yaptığım göndermeleri ve soktugum lafları topluyorum torpido gözünden. her şey ortada diyorum. gerçekler ortada. bir kaç allah aşkına, yapma allahsen’li propagandatif kelimeyle, arabadan iniyorum bilmediğim bir şehrin bilmediğim caddesine. Bana öyle bakma diyor. Bana öyle bakma, yoksa gidemem. ona öyle bakıyorum. ona öyle bakmaya devam
63
64
ediyorum,gidiyor. hani yoksa? yoksalar eylemde. bugün yoksalar’ grevdeler. yoksalar yoklar ve şimdi, her şey daha da bir ortada. ben ortadayım. Bilmediğim caddeden, denize doğru olabildiğini düşündüğüm bir yoldan sahile inmeye çabalıyorum. Saat geç. bu saatte tek başına bir kadın dolaşmamalı diyor itin biri. Siktirgit lan diye bağırıyorum. Ona mı bagırıyorum, kendi aptallıgıma mı? yoksa arabada yarım bıraktıgım sandvicime mi ?- yoksalar yoktular unutuyorum.- yoksalar var olmalıydı, hatırlıyorum.- yoksa arabada yarım bıraktıgım kısa camel’ıma mı? Neye bagırdıgımı neye siktir çektiğimi tartışırken, hello ar yu e seks? diye bir horoz daha ötüyor dibimde, bu horoz arabalı. saat geç. bu saatte benim gibi genç bir bayan dışarda tek başına dolaşmamalı, ar yu seks ar yu seks ar yu seks...? Adımlarımı hızlandırıyorum. tamam kabul et diyorum. tamam, bilmediğin bir şehirde nerde oldugunu da ve nereye nasıl gidileceğini bilmeyerek, burada tamamen tek başınasın. Adımlarını hızlandır, gerekirse dövüş, gerekirse. Küçük çantamdaki portatif Bursa’dan alma kelebeğe, dört değil sekiz elim ve on iki kolumla sarılıyorum. sakin ol! Bir şey olmayacak. Gece geç,evet. Buraları bilmiyorsun, evet. Neden beni yalnız bıraktı? , evet. Tamam şuradan düz yürü, evet. Hayır ben bunları hak etmedim, evet. Neden tek bir şey demedi, evet. Şuradaki insanlar aile gibi yaklaşsam mı, evet. Hızlan kızım daha da hızlan, evet. Şurdaki insanlar hiç de aileye benzemiyor, evet. sakin ol, evet. hayır. evet. Yanlış bir yerde miyim? Evet... Hayır... Hayır... Evet... Bıraksaydı ne de güzel severdim, evet. Kendini bile sevemiyorsun, evet. Bira içiyorlar transit geç evet. -‘’Güzelimm,, bi bakçan
mı yavrum bi bakçan mı şş???’’ Bakma evet. Güzelini sikiyimim senin, evet. Şu an bunu yaşadıgın için sadece sen sorumlusun, evet. Yavrunu gırtlagından sikiyim senin, evet. Aklını sikiyim hazal senin, evet. Bakçan mı ne ya, evet. Bakar mısınız desen, evet. Neler diyorum lan ben, evet. Senin agzına sıçıyım, arabada fırsatım varken gırtlagını kesseydim keşke, evet. Kesemezdim ki, evet. Ben başıma açtıgım işleri seveyim, evet. Ne alakası var, evet. Tamamiyle ataerkil bir toplum olma.. Allah aşkına bir sus hazal, evet. Sus Hazal, evet. Ben nerdeyim be? evet. Kahretsin ateşim de yok, evet. Bu sigarayı da götüme sokarım artık, evet. Ben sokmazsam zaten büyük bir ihtimalle sokacaklar, evet. Kimden ateş isteyeyim şimdi? evet. Şurdaki adam fena bir adama benzemiyor, evet. - Bakar mısınız ateşiniz var mı? - Buyrun. - Teşekkür ederim. Oha lan ilk defa dogru tercih yaptım, evet. Afferin lan bana, evet. Gerçekten aferin, yani şu an burada bu gerginliği niye yaşıyorum aferinmiş , evet. Bir de madalya tak kendine, evet. Bak Hazal, dogru dürüst yürü, evet. Eteğim çok mu kısa? evet. Kısa galiba, evet. Etek değil pantolon giyseydin de bunu yaşayacaktın kızım, evet. Neden böyle şeyler hep beni bul-- Pardon, rahatsız ettiğimi düşünmeyin (düşünüyorum). sadece sizi biraz sıkıntılı gördüm. (nerden gördün bacaklarım çok mu sıkıntılı göründü?) derdinizi paylaşabiliriz? (bence senin benle paylaşmak istediğin şeyler daha başka şeyler yuh dedem yaşındasın be hayvan) neden bu saatte dışardasınız acaba? (sanane???) tatsız bir şey mi yaşadınız? (SANANEEEEEEEEE) Dilerseniz sizi istediğiniz yere kadar bırakabi-
lirim.(cesarete bak la, taksam şimdi kelebeği, nefsi müdafaa filan ayagına kaç yıl yerim? Olmaz kızım. Kendine gel. Şimdi solcu dalgasına beni içeri attılar mı ömrüm biter. Zaten mimliyim. Ayrıca devlet kaç kere kadını korumuş? O saatte dışarda ne işi vardı derler. Sıyrılırlar. ben katil oldugumla kalırım. Düşündüğün şeylere bunu kendine yaşattıgın için teşekkür ederim Hazalcım. Rica ederim. - Hanfendi? - Ne lan nee? - Affedersiniz.(affetmem.) Siktirin gidin lan orospu çocuklarııııı (ooo agzını da bozdun.pardon zaten ne zaman ağzın bozuk değildi?.) Sizin ananız bacınız yok muuuuu?? (fonda küçük ibodan analar babalar küçük bir kız çocugu tek başına ne yapar da çalıyor mu Hazalcım?) Sizin ananıza da böyle taciz etseler hoşunuza gider mi??? (neler diyorum lan ben? Bu ağız kimin ağzı bu ayak bu el bu omuz kimin bunlar?? ) YETER YAAA YETEEEEERR BEEE YETEEEERR LANET OLSUN HEPİNİZEEE (ergenliğe giriş dersinden her zaman çan yapmışımdır.) POLİS YOK MU POLİSSSSSS?? (jandarma var, olmaz mı? Ya yemin ediyorum salak bu kız ya. Polis gelsin de karakolda tecavüz etsinler sana da bi rahatla gerçekten.) ALLAH BELANI VERSİN SENİN. (hangisinin? Hangisine bu? Arabadakine mi karadakine mi denizdekine mi havadaki ne?) TAKSİ YOK MU LAN, TAKSİ... TAŞ YOK MU OROSPU ÇOCUKLARI YOK MU LAN YOK MU HEPİNİZİ DOĞRARIM ALLAHIMA KİTABIMA UZAK DURUN LAN YAKLAŞMAYIN OLUM YEMİNLE DOĞRARIM (tavuk dogruyor hazal, hazal dogruyor tavuk) Ne yazık ki sevdiceğim, bir Tar-
kan edasında, ‘’Bırakın hulen kızı ‘’ diye gelmiyor geri. Ne yazık ki elim çakıda, çakı elimde ; çırpınıyorum Ne yazık ki, beni kurtaracak bir çığlık bulamıyorum dilimde. Ne yazık ki, yazık oluyorum gecenin bilmem kaçı. Sonra bir gürültü kopuyor malum masal ya bu da deniz kenarı, poseidon fırlayıveriyor denizden. Bilirsiniz olympos ya, yakındır; Tanrılar diyarı. Poseidon tutuyor ellerimden. Ellerimde çakı. Medusayım şimdi ben.
65
HİKAYE
EDEBİYAT
KANSER
Sefa KIRLI
G
66
özlerimi açtığımda kendimi hastanede buldum. Buraya nasıl gelmiştim? Burası neresi? Daha da önemlisi neden buradaydım? Hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim ayaklarımı oynatamadığım. Dışarıda deli gibi yağmur yağıyordu. Hava kararmak üzere. Odayı aydınlatan tek şey çakan şimşeklerin ışığıydı. Saatler sonra yanıma bir hemşire geldi, ama konuşamıyordum. Benim uyandığımı gördüğünde yanı başımdaki cihazları kurcaladı, koşa koşa odadan çıktı. Sonra bir grup doktor başıma toplandı. Sürekli olarak bir şeyleri kontrol ediyorlar, kendi dillerinde bir şeyler konuşuyorlardı. sanırım onlar da benim kadar şaşkındı burada oluşuma. Bir süre sonra etrafımdaki telaş duruldu, ama ben hala konuşamıyordum. Ayaklarımı da oynatamıyordum. Tek yapabildiğim aptal aptal etrafı
seyretmekti. O sırada kapıda belirdi herkes; annem, babam ve kız kardeşim. Annem gözleri yaşlı bir şekilde ölümden dönmüşçesine bana sıkı sıkı sarıldı, babam her zamanki gibi duygularını dışarıya vuramadan yanı başımda duruyordu, ara sıra başımı okşamakla yetindi. Bu onun kendince sevgisini gösterme yoluydu. Kız kardeşim hüngür hüngür ağlıyordu, bir taraftan gözyaşlarını sildikçe yerlerini yenileri alıyordu. Hıçkırıklara boğulup tanrıya teşekkür edercesine beni seyrediyordu. Eşimi aradı gözlerim, Selin’i. Oğlumuz neredeydi? Bir süre sonra doktor geldi yanımıza, babamı dışarıya çağırdı, ona bir şeyler açık-
ladı. Babam başını yere öyle bir eğdi ki, doktorun sözlerinden sonra başını kaldırmaya gücü yetmemişti sanki. Yer çekimine yenik düşmüş bir şekilde birkaç dakika konuştular, daha doğrusu doktor konuştu babam sadece başıyla onayladı olanları. Hala bir anlam veremiyordum, neden burada olduğumu da hatırlamıyordum. Sesim çıkmadığı için de kimseye soramıyordum. Etrafımdaki koşuşturmaca beni çok yordu, uykuya dalıyordum yavaş yavaş tekrar uyanamamaktan korkarak. Saatler sonra uyandım yine, kız kardeşim köşedeki koltukta kıvrılmış her zamanki masumluğuyla uyuyordu. Etrafımdaki aletler gitmiş ve beni başka bir oda-
ya almışlardı bile. Dünkü fırtına dinmişti. Sakin bir sonbahar sabahıydı pencereden görünen sadece. Biraz daha iyiydim bugün. Kendi kendime yatakta doğrulmaya çalıştı, ayaklarımı kıpırdatamıyordum. Bir trafik kazası geçirmiş olmalıyım. Ama hiçbir şey hatırlamıyordum, hiçbir şey. Yine saatler aktı gitti boş bir şekilde, hemşire kahvaltımı getirdi. Kardeşim sakince yemeğimi yedirdi. Bir yandan da bana dün geceyi anlattı. Geç saate kadar annemle babam buradaymış. Onları zar zor ikna etmiş gitmeye, doktorlar bugün birkaç tahlil yapacaklarmış. İyi olmama herkes seviniyormuş. Sessizce dinledim tüm bunları, uslu bir çocuk gibi yemeğimi de yedim. Ama sorular sormanın zaman gelmişti. Neden buradaydım ben? Selin nerde? Bir isteğim olup olmadığını sordu, çaresizce gözlerine baktım. Halimden anlayıp kağıt kalem getirdi bana. Ezik büzük “bana ne oldu” yazabildim. Parmaklarımı oynatamıyordum resmen. Küflenmişlerdi. Birkaç güzel sözcükle geçiştirmeye çalıştı beni ama sonra yine bakışlarım yenik düşüp anlatmaya başladı her şeyi. Saatler yine akmıştı, başım yanda tüm olanları kız kardeşimin yorumuyla dinlemiştim. Hatırlayamadığım tüm hatıralar bir filmi izler gibi gözlerimin önünden akıp geçmişti. Hava yeniden kararmaya başlamıştı bile. Artık kalbimin attığını da hissedemiyordum. 7 sene önce bu hastalığa yakalanmıştım. İçimde giderek büyüyen bu kanserle savaşmak için başlarda çaba göstermiştim, her gün olumlu düşünerek bu hastalıktan kurtulabileceğimi sanmıştım. Ama şu anki halimden bu hastalık sorumluydu. Konuşamıyordum, ayaklarımı his-
sedemiyordum ve en önemlisi ruhumdan hiçbir şey kalmamıştı geriye. Hayatımdaki her şeyi alan bu hastalığın ilk belirdiği günü hatırlıyorum, ruhumdaki küçük kitleyi. Selin’in tek bir gülümsemesiyle içimde büyümeye başlayan kanseri. İşten erken çıkıp bir demet çiçek almıştım. Selin’e sürpriz yapmak istiyordum. Çalıştığı yerin önünde iş arkadaşı Mert ile sigara içip bir şeyler konuşuyorlardı. Yanlarına gitmedim, İleriden sessizce onları izledim ve o sırada Selin’in gülümsemesini gördüm, Mert’e bakışını. O ufacık bakıştı işte ruhumda beliren kitle. Eve gelene kadar sessizce Selin’i takip ettim. O akşam pek bir şey yiyemedim sofrada. Selin benim için endişelenmişti, işler yoğun deyip kestirip attım. Sessizdim tüm akşam, Selin de üzerime gelmedi. Ufaklığı yatırdıktan sonra yatağa yanıma geldi, sarıldığında ellerinin soğukluğundan başka bir şey hissedemedim. Gün doğduğunda hala gözümü kırpmamıştım. Ertesin gün iş çıkışına tekrar gittim. Sonraki gün bir daha. Zamanla rutin haline gelmişti bu durum. Hemen hergün onları orada sigara içerken izledim. Bir yandan Selin’in telefonları kurcalıyordum. O işteyken olmayacak zamanlarda arayıp nerde olduğunu soruyordum. İşkillenmiştim bir kere. Aradan birkaç ay geçmişti. Mert’ten bir e-posta Selin’e. Kız kardeşinin düşününe çağırıyordu. Düğün tarihini bir kenara not ettim. Selin bu davetten hiç bahsetmedi. Düğün’ün olacağı gün annesine gideceğini söyledi. Ben ufaklıkla evde kalmıştım. Hastalık içimde büyümüş, ufak ağrılar acıya dönüşmeye başlamıştı. O gece kırk defa Selin’i arayıp ufaklığı bahane ettim; “Anane diye tutturdu yine
bu, bir versene telefona konuşsun anneannesiyle” Yerimde duramıyordum. Zaman geçtikçe dışarı çıktığı her durumdan işkillenmeye başladım. Ve 6 sene 3 ay önce bugün. Hastalık tüm ruhumu kaplamıştı artık. Selin kız kardeşime gitmişti. Ama onun yanındaydı, Mertle birlikteydi. Bunu biliyordum. Kanıtlayamasam da içimde hissediyordum. Bu düşünce tüm benliğimi sarmıştı. Kanser tüm ruhuma sahip olmuştu artık! Tüm gece bunu düşünerek içmiştim. Deli gibi sarhoştum. Bu gece onları basacaktım, en sonunda yakalayacaktım. Kapıyı Tekmeliyordum resmen. Kardeşim kapıyı açtı. Onu duvara doğru itip evi arayama başladım. Bizim ufaklık oyuncaklarıyla oynuyordu, Selin mutfaktaydı. “Nerde o?” diye bağırıyordum. Deli gibi odadan odaya atlıyordum, kimi aradığımı bile bilmiyorlardı aslında. Selin kolumdan tutmaya çalıştı, onu da duvara ittim. Ufaklık ağlıyordu. Yatak odasını, gardıropları tek tek aradım. Yatağın altına bile baktım. Evin her yerini aradım. Selin ve kız kardeşim anlam vermeye çalışıyorlardı olanlara. Ama ruhumdaki yangın bitmemişti. Selini ve ufaklığı zorla oradan çıkarttım. Apar topar arabaya bindirdim. Buraya kadar her şeyi hatırlıyordum. Ama kazayı ne kadar istesem de hatırlayamadım. Süratle karşıdan gelen kamyonun altına girmiştim. Selin ve ufaklık oradan çıkamadılar. Bense bu dipsiz uykudan yarım bir şekilde uyanmıştım. Kanserin yayıldığı tüm bölgeler benden alınmıştı, ve ruhum yoktu artık benim.
67
KONSER
KONSER
ANNEKE VAN GIERSBERGEN ANKARA KONSERİ 31 EKİM 2012 - IF PERFORMANCE HALL
11 Kasim 2012 KucukCiftlik Park (Istanbul)
İSTANBUL KONSERİ 01 KASIM 2012 - JJ İSTANBUL 68
69
Tek Hece
Ahmet ÇİZMECİOĞLU
DENEME
EDEBİYAT
TEK HECE
Yangınımı söndürmedi kar benim...
Niceler sultandı, kraldı, şahtı, Benimle değişti talihi, bahtı, Yerle bir eyledim tac ile tahtı, Akıl almaz hünerlerim var benim... Kamil iken cahil ettim alimi, Vahşi iken yahşi ettim zalimi, Yavuz iken zebun ettim Selim’i, Her oyunu bozan gizli zor benim... Yeryüzünde ben ürettim veremi, Lokman Hekim bulamadı çaremi, Aslı için kül eyledim Kerem’i, İbrahim’in atıldığı kor benim...
E
70
lini çenesine götürdü adam. Ve güneşi hissetmedi. Oysa oysa daha günler, haftalar öncesinde çenesinde güneş vardı adamın. Cebinde zenginlikler. Şimdi ise çok fakirdi ve üşüyordu. Kimse bilmezdi bakışlarında ki hüznün sebebini. Her yerde hüzün görürdü adam. Kendi hüznünü bastıracak bir hüzün arardı. Ama yok. Yok ki böyle bir şey. Dününü, bugününü bilen yoktu. Geleceginde de kimse yoktu. Hiç çocukluk arkadaşı yoktu. Çocuk olmamıştı hiç adam. Yoktu işte yoktu. Hiçbir şey yoktu. Adının olmadığı gibi. Sappho’nun sevgilisiydi. Hiçlikle sevişiyor ve hiçe gebe kalıyordu. Zeus gibiydi hayat. Gebe kalınan her şeyi yutuyordu ve bu duruma karşı yapıla-
kadın her nerede olursa olsun; kadın nerede ağlı- Var mı beni içinizde tanıyan? yorsa adamın bulunduğu Yaşanmadan çözülmeyen sır beşehre yağmur yağardı. Bu nim. erişilemez bir şeydi. Des- Kalmasa da şöhretimi duymayan, Kimliğimi tarif etmek zor benim... tansıydı. Ama tek başına destan yazamazdı adam. Bülbül benim lisanımla ötüştü, İbrahim’in atıldığı kor gi- Bir gül için can evinden tutuştu, biydi. Yüreğime Toroslar’dan çığ düştü,
Sebep bazı Leyla, bazı Şirin’di, Hatrım için yüce dağlar delindi, Bilek gücüm Ferhat ile bilindi, Kuvvet benim, kudret benim, fer benim...
cak hiçbir şey yoktu. Yokluğunda çürüyecekti. Yoklukta çürümek… Kadının gelmesini bekliyordu. Ben geldim, geldim ben demesini. Ve gün geldi kadın “ben geldim” dedi. Ama gelmemişti. Yine kendini kandırıyordu. Gittim derken nasıl kaldıysa, şimdi de geldim deyip gelmemişti. Kadın
bunu huy edinmişti. Kendini kandırıp duruyordu. Sürekli yapıyordu bunu sürekli. Ve artık adamın acısı içine sığmıyordu. Kimse anlayamazdı adamı. Çünkü onun gibi sevemezdi kimse. Ferhat dağları delerken Şirin’den bir haberdi. Bu adam Dünyayı delerken bile kadından haberdardı. Adam her nerede olursa olsun,
İlahimle Mevlana’yı döndürdüm, Yunus’umla öfkeleri dindirdim, Günahımla çok ocaklar söndürdüm, Mevla’danım, hayır benim, şer benim...
İşte bunun tanımı bundan ibaretti. Adamın içindekinin tanımı buydu. Adam arsızca sınıfta ki kıza aşık olmuştu. Arsızca, delice ve eşek gibi. Hoca –yani Tanrı- cezalandırmıştı adamı. Bu şiiri ölene kadar hergün okuyacak, dinleyecek ve yazacaktı. Her gün her gün her gün. Bunları yapacaktı adam. Her şiiri okuduğunda ağlayacaktı, her yazdığında ellerinde kan görecekti, her dinlediğinde kulak zarı patlayacaktı. Aşk en yüksek sesti. Adamın içinde hiçbir şüphe yoktu. Sonsuz bir bağlılık duyuyordu. Ve adam, kadına bileklerinden bağlıydı.
Benim için yaratıldı Muhammed, Benim için yağdırıldı o rahmet, Evliyanın sözündeki muhabbet, Embiyanın yüzündeki nur benim... Kimsesizim, hısmımda yok hasmım da, Görünmezim, cismimde yok resmim de, Dil üzmezim, tek hece var ismim de, Barınağım gönül denen yer benim... Benim adım aşk.
Cemal Safi
71
IDEA AYLIK KÜLTÜR & SANAT MECMUASI
http://www.facebook.com/ideartmagazine ideartmagazine@gmail.com
72