IDEA M A RT 2 0 1 3 S AY I : 9
AYLIK KÜLTÜR & SANAT MECMUASI
NALAN KİLİMCİ I PINK FLAMINGOS CHARLES BUKOWSKI
I HÜZENGİ
I İLKER YÜKSEL I EGON SCHIELE
MÜZİĞE KADIN ELİ DEĞERSE I KADIN I GÖBEĞİNE KUM DOLDURUR MU GAİA ? 1
EDİTÖRDEN
IDEA’nın yeni sayısından ve yeni editöründen hepinizde merhaba. Bu sayıyı hazırlarken sanırım hepimiz biraz tedirgindik. Hem ekibimizdeki değişikliklerden dolayı, hem de bu ayki konumuzdan dolayı, herkes daha dikkatli bir yaklaşım içerisindeydi. “Kadın” konusu, özellikle şu sıralar ülkemizde çok gündemde olan, ama buna rağmen gerekli hassasiyetin gösterilmediğini düşündüğüm bir konu. Beraberinde bir çok tartışmayı da getirse de, dergimizin bu konuyu ele almasının önemli olduğunu ve katılan herkes için cesaret gerektirdiğini biliyorum. Daha dergimiz çıkmadan, sadece konusunun belli olmasıyla hem eleştirenlerin, hem de destekleyenlerin olması “Kadın”ın yarattığı etkinin bir kez daha altını çizer nitelikte. İlk editörlük deneyimime bu kadar hassasiyet gerektiren bir konuyla başlamak bana ilk başta ayrı bir tedirginlik verse de, bir kadın olarak, ekibimizin çalışmalarını gördükten sonra gösterdikleri duyarlılık ve cesaret için hepsine buradan teşekkür etmek istiyorum. Umarım siz de bu sayımızı okurken benzer duygular içerisinde olursunuz. Önümüzdeki ay görüşmek üzere... Deniz Atabey Görüşleriniz için bize ideartmagazine@gmail.com’dan, Facebook ve Twitter sayfalarımızdan veya bana atabeydeniz@gmail.com’dan ulaşabilirsiniz.
2
“
BU SAYIDA
4
Fotoğraf - Ayın konusu, KADIN
30
Fotoğraf - Portfolyo, Nalan KİLİMCİ
40
Sinema - Kült Filmler II, Yeşim KOBA
42
Sinema - Vizyon Takvimi
44
Müzik Kliniği - Müziğe Kadın Eli Değerse, Mesut ÇİFTÇİ
48
Müzik Kliniği - Acil Servis, Mesut ÇİFTÇİ
50
Resim - Illustrasyon, İlker YÜKSEL
60
Resim - Biyografi, Egon SCHIELE
68
Edebiyat - Biyografi, Charles BUKOWSKI
74
Edebiyat - Göbeğine Kum Doldurur Mu Gaia?, Aslınur AKDENİZ
78
Edebiyat - Hüzengi, Nurdan KAVAKLI
Kapak Fotoğrafı : Lyndsey Vu Tasarım : İlker Şimşekcan Yayınlanan içerikten yazarları mesuldür.Herhangi bir yazının izinsiz tamamen kopyalanması durumunda hukuki işlem yapılacaktır. İçeriğe link verilerek bir paragrafı aşmayacak şekilde ve yazarın adı bildirilerek alıntı yapılabilir.
3
FOTOÄžRAF
AYIN KONUSU
cocytus-crocus.deviantart.comv 4
KADIN 5
myiu14.deviantart.com 6
ahermin.deviantart.com 7
8
gingersfunkyphotos.deviantart.com 9
alicelidel.deviantart.com 10
anticherry.deviantart.com 11
benheine.deviantart.com 12
borissov.deviantart.com 13
edaemirdag.deviantart.com 14
hoihoisan.deviantart.com 15
getabagheta.deviantart.com 16
17
vdlaan93.deviantart.com 18
yaraklaproos.deviantart.com 19
theparanoidghost.deviantart.com 20
ranonus.deviantart.com 21
22
h-e-l-e-n.deviantart.com 23
radina.deviantart.com 24
shychey2.deviantart.com 25
re3oid.deviantart.com 26
racart.deviantart.com 27
zinta-dream-walker.deviantart.com 28
raineater.deviantart.com 29
FOTOĞRAF
PORTFOLYO
30
NALAN KİLİMCİ 31
32
33
34
35
36
37
38
39
SİNEMA
KÜLT FİLMLER II
Yeşim KOBA
PINK FLAMINGOS (1972) Pink Flamingos, 1972 yılanda John Wates tarafından yazılıp yönetilmiş büyük ölçüde eleştiri niteliği taşıyan bir film fakat çekildiği dönemde büyük kitleler tarafından o zamana kadar çekilmiş en aşağılık, en iğrenç ve aptal film olarak değerlendirilmiş. Başta Hristiyan din adamları olmak ü z e r e birçok izleyiciden tepki ve kötü
40
eleştiriler almış. Hatta 1973 yılında yayımlanmış bir gazetede film hakkında şu manşet atılmış. 12.000 dolar bütçeyle çekilen ve kadrosunu tamamen amatör oyuncuların oluşturduğu bu Waters filmi kötü tepkilere rağmen kült özelliği taşımakta ayrıca Empire Dergisi’nın seçtiği 50 bağımsız film arasında 31. sırada yer almakta. Filmin konusu epey enteresan biraz anlatmak gerekirse. Ana karakter çılgın giyim ve makyajıyla Divine, yumurta ve akıl hastası annesi Eddie, garip oğlu Crackers ve en yakın arkadaşı Cotton ile bir karavanda yaşamakta. Divine
yerel medya tarafından yaşayan en iğrenç insan seçilmiştir tabi bu onun gurur duyduğu ve asla vazgeçemeyeceği bir unvan olmuştur. İğrençlik onun doğasıdır tabi bunun için rol yapması veya zorlanmasına
gerek yoktur. İğrençlik her şekilde hakkını verdiği bir yaşam biçimidir onun için fakat diğer bir tarafta onun gibi düşünmeyen tam olarak rakipleri denebilecek Connie ve Raymond Marble çifti vardır; genç kızları kaçırıp sperm enjekte ettikten sonra bebeklerini satan (lezbiyen çiftlere), ilk okullarda uyuşturucu satan, porno ve cinsel sapkınlıkta en iyi işi çıkartan bu çift iğrençlik ünvanını hiç kuşkusuz kendilerinin hak ettiklerini düşünürler. Sinirden adeta küplere binen bu çift ilk olarak Divine’e bir kutu bok göndererek savaşı başlatan taraf olur ve paket Divine’e ulaştıktan sonra aralarındaki akıl almaz rekabet başlar. Filmde Divine’nin köpek boku yemesinden tutun iki tavuğa tecavüz edilmesine kadar her türlü pislik var, hatta bir ara anüsten söylenen bir şarkı bile dinleyeceksiniz. John Waters tavukların öldürülmesine tepki alınca olayı şu şekilde açıklamış: ‘’Siz yediğiniz tavukların kalp krizi geçirerek mi öldüklerini sanıyorsunuz? O iki tavuk hiç olmazsa benim sayemde filmde oynama fırsatı buldular.‘’ Waters bu denli çılgın düşün-
“AHLAKSIZ! EDEPSİZ! TANRI BU FİLMİ YAPANLARI, BÖYLE KABA, REZİL BİR KARMAŞA KOTARDIKLARI İÇİN AFFETSİN! DÜNYADAKİ İZLEYİCİLER DE EBEDİYEN MİNNETTAR KALSIN!”
ce sahibi bir yönetmen elinden böyle bir filmin çıkmasına şaşmamak gerekir. Waters’ın göndermeleri film boyunca bitmiyor mesela bazı sahnelerde Amerikan bayrağını Divine ile hep aynı kadrajda görürüz. Divine’ın karakterini hatırlayalım; en büyük iğrencin kendisi olduğunu idda eden ve hayatta en büyük amacının bu iğrençliği yaşatmak olan şişman aynı zamanda hem kadın hem de erkek bir karakter. Gerçekten mide bulandırıcı bir film ama bu duyguyu ve ‘’oha bu ne biçim bir film??’’ gibi tepkilerinizi aşıp izlediğiniz taktirde başka bir şeyler fark edeceksiniz, mesela taşlar, hem de direkt olarak Holywood’un tam alının ortasına atılan cinsten.
izlemeye devam ederken kanları bile göreceksiniz, alın size Holywood kurgusu ; güzel ahlak, sıcacık yuva, çıt kırıldım aşk hikayesi, sarışın pürüsüz kadınlar, temiz dişli koca ağızlı adamlar… Dış görünüm? Flamingoların pembe estetik görünümleri mi, yoksa sıçtıkları bok mu? Bu filmde bırakın flamingoların dış güzelliğini, bağırsaklarına varıncaya kadar tüm anatomisini görüyoruz görüyoruz hayvancıkların. Filmde rakip Marble çiftinin arasında geçen bir diyalog örneği: “Oh, seni seviyorum Raymond. Tüm dünyadaki herhangi bir şeyden, saç rengimden daha fazla. Oh tanrım, seni kırılan kemik sesinden, can çekişme hırıltısından, kendi pisliğim yaparken çıkan sesten bile daha fazla seviyorum. Seni seviyorum Raymond.” ...ve John Waters’ın bir cümlesi ile bitirelim. “Sanırım dünyada iki çeşit insan var; benim türümden olanlar ve dangalaklar (assholes).” Kaynak: http://www.empireonline.com/ features/50greatestindependent/32_31. asp#50independent http://www.imdb.com/title/tt0069089/
41
VİZYON TAKVİMİ SEFİLLER Vizyon Tarihi : 1 Mart 2013 Yönetmen: Tom Hooper Oyuncular:Hugh Jackman, Russell Crowe, Anne Hathaway... Tür : Dram, Müzik Ülke : İngiltere Jean Valjean olarak bilinen 24601 nolu mahkum, hapisha-
SİNEMA
neden salınır. Kendisine yeni bir hayat kurmak ister ama müfettiş Javert’in gölgesi onu daima takip etmektedir. Fransız Devrimi’nin arifesinde geçen hikaye ihtilalin her iki tarafının da yüzünü gözler önüne serer. Ünlü yazar Victor Hugo’nun aynı isimli ünlü edebiyat klasiğinden uyarlanan Les Miserables (Sefiller), Jean Valjean’ın ölümsüz hikayesini beyazperdeye taşıyor. Oscarlı sinemacı Tom Hooper’ın yönetmenliğinde çekilen filmin oyuncu kadrosu ise Hugh Jackman, Russell Crowe, Anne Hathaway, Helena Bonham Carter ve Amanda Seyfried gibi birbirinden ünlü isimlerden oluşuyor.
AŞK KIRMIZI
Vizyon Tarihi : 15 Mart 2013 Yönetmen: Osman Sınav Oyuncular: Nurgül Yeşilçay, Tayanç Ayaydın, Ezgi Asaroğlu... Tür : Romantik Ülke : Türkiye
Ferhat ve Zeynep evli ve mutlu bir çifttir. Karlıdağ çiftinin dışarıdan mutlu görünen evliliği, hayatlarına Fırat’ın yıllar öncesinde kalmış ilk aşkı Nazlıgül’ün yeniden girmesiyle alt üst olacaktır. Zeynep bir gece bile ayrı kalmaya dayanamadığı kocasının eski aşkı Nazlıgül ile karşılaşmasına ve yüreğinde küllenmiş bu aşkın yeniden alevlenmesine engel olamaz. Ferhat ile Nazlı birbirlerine karşı koyamazlar; ertesinde Zeynep de aldatıldığını öğrenir. Şimdi üçünün de yüreği acı ile yanar. Bir zamanlar o adamın ilk aşkıyken, şimdi “öteki kadın” olmanın sancısını çeken Nazlıgül’ün karşısında, çok sevdiği kocasının ihanetine uğrayan ve onu başka bir kadınla paylaşmanın imkansızlığını sorgulayan Zeynep vardır. Ferhat ise çok sevdiği ve vazgeçemediği bu kadının arasında arafa düşmüş gibidir. Üç kişilik bir aşkı yaşamak mümkün müdür? Sadakat bu aşk üçgeninin neresindedir? Aynı adamı seven iki kadının çatışmasını konu alan film, tutkulu dolu olduğu kadar aşkın hüzünlü ve yıkıcı yönüne de beyazperdeye taşıyor. Senaristliğini ve yönetmenliğini Osman Sınav’ın üstlendiği filmin başrollerini Nurgül Yeşilçay, Ezgi Asaroğlu ve Tayanç Ayaydın paylaşıyor. Kadrodaki diğer isimlerse Teoman Kumbaracıbaşı, Sait Genay, Şebnem Dilligil, Renan Karagözoğlu ve Güneş Çağlar Hüseyin... 42
YALNIZ GEZEGEN Vizyon Tarihi : 15 Mart 2013 Yönetmen: Julia Loktev Oyuncular: Gael Garcia Bernal, Hani Furstenberg, Bidzina Gudjabidze... Tür : Gerilim Ülke : ABD, Almanya Gürcistan ormanlarında geçen Yalnız Gezegen, birbirine
aşık genç nişanlı çift Alex ve Nica’nın Kafkas Dağları’nda geziye çıkmasıyla başlar. Bölgeyi iyi bilen Dato’yu rehber olarak alan çift, ormanları dolaşmaya başlarlar. Romantik bir gezi olarak başlayan yolculuk, ormanın derinliklerine gidildikçe yerini sosyal yaşama alışkın bireyler arasında gerilime sebebiyet veren manzaralara bırakır. Ormanın tam ortasında, toplumdan uzak ve vahşi yaşamın içerisinde genç çifti bekleyenler ise bir sadakat ve erkeklik sınavından başka bir şey değildir. Locarno Film Festivali’nde ilk defa gösterilen Yalnız Gezegen, 31. İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma’da Altın Lale kazanmıştı.
JIN Vizyon Tarihi : 15 Mart 2013 Yönetmen: Reha Erdem Oyuncular: Onur Ünsal, Deniz Hasgüler, Sabahattin Yakut... Tür : Dram Ülke : Türkiye
Jin henüz 17 yaşında bir gençtir. Terör örgütü üyesi olmuştur ama yaşadığı birtakım olaylar onun örgütten kaçıp, uzaklaşmasına neden olmuştur. Şimdi benliği hayal kırıklıklarıyla örülüdür. Kendisini sığındığı ormana ve doğaya adar. Patlayan bombalar, çatışmalar, tedirgin geçen günlerin ardından ülkenin doğusundan batısına, İzmir’de yaşayan amcasının yanına gitmek üzere yola koyulur. O bu zorlu maceraya dayanmaya çalışırken, seyirci de yakın zaman ülke coğrafyasında yaşanan güncel sorunlara tanıklık edecektir. Reha Erdem filmin yönetmenliğini, senaristliğini ve kurgusunu kendisi üstleniyor. Deniz Hasgüler’in başrollerde olduğu filmin kadrosunda genç oyuncuya Onur Ünsal, Beren Soysal, Eren Vurdem eşlik ediyor. Atlantik Film ve Mars Entertainment Grup’un yapımcılığında hayata geçirilen filmin teknik kadrosu ise yabancı isimlerden oluşuyor.
Kaynak : beyazperde.com 43
Mesut ÇİFTÇİ
MÜZİK KLİNİĞİ
MÜZİK
MÜZİĞE
KADIN
ELİ
DEĞERSE
Zor bir temayla “Merhaba” dediğimiz yepyeni bir ay olacak bu ay. Tüm okurlara sevgiler. Baharın artık gelmeye hazırlandığı, ancak soğuğun da hiçbir zaman eksik olmayacağı bir aya, Mart ayına girdik nihayet. Kış bitiyor, yarıyıl tatili bitiyor. Hatta bu satırları okuduğumuz sırada muhtemelen okul çoktan başlamış olacak. Bu da pek çok şehirde eğlence sezonunun yeniden başlaması anlamına geliyor. Gerçi müziği “canlı müzik” diye pazarlamaya çalışmak bana hep komik gelmiştir. İşte bu yeniden hareketlenen sezonda da yine müzik dinleyicileri pek çok konserle müziğe doyacak. Eskişehir özelinde düşünecek olursak iple çek44
tiğim iki konser var: Pentagram ve Rotting Christ. Elbette sizlerin de dört gözle gelmesini beklediğiniz onlarca grup vardır. Baharın müjdecisi olduğu onlarca güzel haberin şerefine bu ayın sohbetini başlatmış bulunmaktayım. Müzik Kliniği’nde bu ay “Müzikte Kadın” olgusuna göz atacağız. Bu ay dergimizin teması “Kadın” olarak belirlenince uzun süredir bu konuyla ilgili aklımda biriken detayları sizlerle paylaşmanın vaktinin geldiğini düşündüm. “Kadın” temasında yazmak hem eğlenceli, hem de stresli bir iş. Çünkü “Kadın”dan bahsederken en uygun sözcükleri bularak konuşmak gerekiyor. Bu yüzden normalde günlük bir ağızla yazdığım
yazılarımda bu ay biraz üslup değişikliği sezebilirsiniz Sahilde ateş etrafında oturmuş, klasik gitarda Akdeniz Akşamları çalan genç ve etrafında toplanan genç kızlar tasviri artık kalıplaşmış, pek çok ortamda defalarca alay konusu olan, hakkında bolca espri yapılan bir tasvirdir. Gerçekten de komik bir sahnedir. İşte bu ay çıkış noktamız bu olacak: Kadın için müzik yapmak. Bu şekilde ifade edince kulağa hiç hoş gelmese de, bu etken pek çok kişi için müziğe başlama yıllarında bir teşvik olmuştur. Bugün Dünya müzik piyasasında tanınan pek çok grup ve şarkıcı, çevrelerindeki kadınları etkilemek için müziğe baş-
tan çok, kadını hedef kitle olarak kullanmaktır. Yani, kadın ruhunun inceliklerine hitap ederek, şarkıları sanki dünyada başka bir duygu yokmuş gibi sürekli olarak aşk ve sevgiliyi elde etmek üzerine kurgulamaktır. Burada kadın okuyucular biraz alınabilir ama herhalde onların bu konularda erkeklere göre daha hassas olduklarına itirazları da yoktur. İşte müzik sektöründe “piyasa” diye tabir edilen işler, tam da bu hassaslıktan yararlanmak üzere üretilmiş kurgulardır. Ancak bu kurgulara olan talebin ne kadar fazla olduğu da ortadadır. Özellikle ülkemizdeki müzik sektörü tamamen bu tür yapıtlar üzerinden kazanç sağlamaktadır. Üstelik hiç tarz ayırmaksızın! Teması kadın olan eserler, bu bağlamda nispeten daha masum işlerdir. Kadını ve kadınlığın zarafetini anlatabilmek çok büyük bir ladıklarını hiç çekinmeden iti- Kadın için müzik yap- yetenek gerektirir. Özellikle raf ederler. Sonuçta, bu ayıp manın bir diğer yolu ise, ka- ülkemizde, kırsal kesimlerde da değildir. Şu bir gerçektir: dını elde etmeye çalışmak- kadının uğradığı haksızlıkMüziğe başlıyorsanız maddi ve manevi destek görmeniz gereklidir. Ya gitarınız hediye gelmiştir ya da anneniz sizi piyano kursuna yazdırmıştır. Sizin ileride iyi bir müzisyen olmanız, bir sürpriz olmayacaktır. Ancak eğer bu saydığım olayları yaşayacak kadar şanslı değilseniz, geriye kendi kendinizi teşvik etmekten başka bir yol kalmıyor. İşte bu noktada, karşı cinse kendimizi beğendirmeye çalışma içgüdümüzü kullanmak hem ucuz, hem de etkili bir yöntem oluyor. 45
ları, çektiği çileleri anlatan, çoğu anonim olan pek çok eser olduğunu görüyoruz. Yakın zamanda Şebnem Ferah tarafından yorumlanan “Ünzile” parçasını dinlemeyeniniz yoktur herhalde. Bence müzikte kadın olgusu denince akla gelenler bunlar olmalıdır. Kadınların eski kocaları ve henüz kocaları bile olmayan caniler tarafından katledildiği topraklarda müziğin bu tür olaylara kayıtsız kalması çok büyük bir çelişkidir. Kadını sadece müziği pazarlamak için bir araç, kadın vücudunu da klip objesi olarak gören zihniyet popüler müzik endüstrisinden başkası değildir. Sanatsal içeriği ve müzikal yapısı zayıf işlerin birkaç çıplak kadın vücuduyla süslenmiş kliplerle satılmaya çalışılması, gerçek müziğe karşı yapılan bir ayıptır. Yetenekli müzisyenlerin ekonomik beklentilerle bu tür işlere girişmesi ise bir meslek ayıbıdır. Müzik endüstrisinin 46
vitrini müzik video l a r ı d ı r. Bu videoların yönetmenlerinin kliplerde, şarkının içerdiği temaya uygun işler çıkarmaları önemli ve gereklidir. Şarkıdan tamamen bağımsız ve kadına dayalı cinsellik içeren işleri müzik videosu diyerek sunmak, tamamıyla sanattan ve kaliteden yoksun, ticari kaygılardır. Ancak şüphe yok ki bu işler tüketimi çok daha kolay işlerdir. Feministler belki de bu noktada devreye girmelidir. Çünkü bu
ğında “memelerini gösteren” Rus kadın örgütlerine bırakmaları en büyük acizlikleridir. Bir dönem (ve halen de) müzik videolarında küçük kızları kullanmak çok modaydı. Aylar önce Müzik Kliniği’nde “Orijinallik Bir Masaldır” başlığıyla bir yazı yazmıştım. Orada dönemlere damgasını vuran eğilimlere değinmiştim. İşte bu da öyle bir eğilimdir. Kadın etkisini, kadının “müziği sattırmaya yönelik” olan pozitif katkısını arttıran bir diğer unsur da vokalliğini kadınların yaptığı ya da tamamen kadınlardan oluşan gruplardır. Elbette yaptıkları müziğin de etkisi olacak şekilde, bugün müzik piyasasında yer alan kadın şarkıcıların, kadın üyelerden oluşan
apaçık bir kadın sömürüsüdür. Bu bakımdan, ben feministleri biraz da tebessümle ve sempatiyle izlerim. Belki de en devreye girmeleri, seslerini duyurmaları gereken yerlerde sessiz kalmalarını ve meydanı maaş karşılı-
grupların ve vokalistliğini kadınların üstlendiği grupların reklam açısından daha avantajlı olduğunu söyleyebiliriz. Müzik işinde “sunuş” her şeydir. Çok iyi bir eserin sunuşu çok kötüyse bu eser başarısız kabul edilir. Bugün
pek çok eski şarkının yeniden yorumlanıp büyük başarılar elde etmesinin ardındaki gerçek budur. İyi bir sunuş için, müzik ticaretindeki bakış açısında “kadın” etkisinin çok önemli olduğu görülmektedir. Özellikle tamamı kadınlardan oluşan Pop grupları ile vokalistliğini kadınların yaptığı Rock grupları bu hususta en bilinen örneklerdir ve dünya çapında ünlü olmuş kadın gruplarından Spice Girls, Destiny’s Child gibi gruplarla, ülkemizde Şebnem Ferah, Model gibi Pop-Rock grupları da ilk aklımda beliren örneklerden oldu. Müzik gibi evrensel bir olgu, elbette kadın gibi “ilgi uyandıran” ve “zarif” bir unsurdan soyutlanmış olarak düşünülemez. Ancak, burada kadını estetik ve zarafetiyle ön planda görebilmek önemlidir. Kadını ticari bir unsur ve erotik bir obje olarak kullanarak müzik işi yapmaya çalışmak tüccarlıktır. Müzik kadının göğüslerini, dudaklarını değil, onun sıkıntılarını,
hayattaki yerini ve değerini anlatmalıdır. Kısacası vicdani olmalıdır, ticari değil. Bu ay kadın temasıyla yazmaya çalışmak tahmin ettiğimden daha zor oldu sevgili okur. Kelimelerimi özenle seçtim. Düşüncelerimi en açık şekliyle ifade etmeye çalıştım. Bu ay dergimizde de tatlı bir heyecan var. Zira editörümüz değişti. Eski editörümüz artık dergimizin grafik tasarım işlerini yapacak. Yeni editörümüze yollayacağım ilk yazı olacak bu. Bakalım bu kelimeler yığınına nasıl bir biçim verecek. Bir de önceki aylarda kullandığım görselleri tamamen ben seçiyordum, eski editörümüz de tasarlayıp yazı içerisinde serpiştiriyordu. Bu sayıda böyle yapmayacağım. Sizleri ve kendimi editörümüzün kişisel seçimleri ile baş başa bırakacağım. Biliyorum, zor bir ay olacak. Her sene, kıştan çıkıp bahara girdiğimizde bu zorluğu yaşamışımdır. 18 yıl sonra okuldan uzakta ola-
cağım ilk bahar olacak bu. Öğrenciliğim yüksek lisans statüsünde devam etse de iş yaşantım başladığı için bu bahar okuldan uzak kalacağım. Uzun süredir elime almadığım gitarımı çalmak için nihayet biraz vaktimin olacağını umuyorum. İş sebebiyle Antalya’ya gidip gelmeye başladım sevgili okur. Bu yolculuklar vaktimi elbette kısıtlıyor ancak yine de elimden geldiğince IDEA Magazine’de sizlerle buluşmaya devam edeceğim. Her ay belirttiğim üzere tüm görüş, düşünce, eleştiri ve önerilerinizi bilgi@proofhead.net adresine ve IDEA Magazine iletişim kanalları aracılığıyla bana yollayabilirsiniz. Proofhead My Resort adlı kişisel bloğum proofhead.net adresinde yayına devam ediyor. Bir sonraki sayıda görüşüp buluşmak ve konuşmak dileğiyle…
47
MÜZİK KLİNİĞİ
ACİL SERVİS
Mesut ÇİFTÇİ
Ayyuka – Ayyuka (2008) İlk olan işler her zaman takdire layık-
MÜZİK
tır. Özellikle bu albüm gibi kaliteli ise başucu albümü olmaya bile layıktır. Ben tarz olarak Ayyuka’nın ülkemizde eşi benzeri olmadığını düşünüyorum. Saykodelik Rock denilebilecek tarzlarını arabesk vokalleri ile birleştirerek bence çok iyi bir çıkış yapmışlardı. Eskişehir’de kurulan grubun davulcusu şu an Athena’nın davulcusu olan Alican Tezer. Albümde Toz Bulutlu (klip parçasıdır), Azgın Çengi, Hayat Derde Bandı Beni (cover), Hamam Sefası, Ümitsiz Aşk benim en sevdiğim parçalar. Muhakkak dinlenilmesi gerek bir albüm ve şu an için grubun tek albümü. http://www.myspace.com/ayyuka
Dissection - Reinkaos (2006)
Albümün en büyük özelliği grubun yeni Bir baş yapıt! Bir son eser! Grubun beyni Jon Nödtveidt , bu albümü yaptıktan sonra intihar etmiş ve Dissection dağılmıştır. Bir insanın yapabileceği en iyi albümü yaptıktan sonra kendini öldürmesi sizde nasıl bir etki uyandırdı bilmiyorum ama bende çok yoğun bir hayranlık uyandırdı. Gerçekten de Reinkaos albümü pek çok otorite tarafından grubun en iyi albümü olarak nitelendirilmektedir. Neredeyse hiç boş şarkı yoktur albümde. Black Dragon, Dark Mother Divine, Reinkaos ve Maha Kali parçaları albümde ilk etapta öne çıkanlardan. İsveç Death Metalinin bu efsane albümünü dinlememek çok büyük bir kayıp olacaktır. http://www.myspace.com/dissection 48
1 MART 2013 -15:30
Cinemaximum Cepa Salon 5
KONSER
JASON BECKER not dead yet
49
RESİM
ILLUSTRASYON
İLKER YÜKSEL 50
http://ilker-yuksel.deviantart.com 51
1984 Ankara Doğumluyum. Ortaokulda resime ilgim cizgi roman dergileri okuyarak gelişmeye başladı.. Karakterler çizimlerini o süre boyunca devam ettirdim.. bunun yanında müzik ilede ilgiliniyordum...Lisede Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesini Kazandım.. Eskişehir Anadolu Üniversitesinde Animasyon - Canlandırma Bölümünü Kazadığım Halde gitmeyip; Gazi Üniversitesi Resim-Öğretmenligi Grafik Tasarım Bölümünü Tercih Ettim ( Şartlar Gereği, Birazda Moral Bozucu.. ) Animasyona ilgilim hiç azalmadı ve Okul Süresince Çalıştıgım yerlerde animasyona olan ilgimi biraz biraz geliştirdim..
52
53
54
55
56
57
58
KONSER
59
RESİM
BİYOGRAFİ
EGON SCHIELE 60
Egon Schiele (12 Haziran 1890 – 31 Ekim 1918), desen çalışmalarıyla ünlü Avusturyalı dışavurumcu ressam. Grafit, kurşun kalem ve suluboyayı kâğıt üzerine kullandığı çalışmalarında, genelde portreler üzerine çalışır. Figürler kırılgan, çoğu zaman hastalıklı, çoğu zaman fakir ve hüzünlüdürler. Buna rağmen çizgilerinde yüzen güçlü bir enerji, yer yer erotizme dönüşerek, yer yer yaşama sevgisi olarak karşımıza çıkar. Figürlerini gerek teknik sebeplerle, gerek sembolik olarak fondan, beyaz, suluboya bir çizgiyle ayırır. Gustav Klimt’ten yoğun olarak etkilenmiş olsa da, özellikle figür tekniğini önün ötesine götürebilmiştir. Hayatı ve kişiliği tartışmalı olsa da yeteneği ve desen tekniğine getirdiği enerji tartışılmazdır. 12 Haziran 1890’de Viyana, Avusturya’da doğdu. Annesi, zengin bir banker ailenin kızı, babası ise bir demiryolu istasyonunun yöneticisiydi. Yaşadıkları küçük kasabada (Tulin) ilkokul bulunmadığı için, ilkokulu dayısının ve teyzelerinin yanında; önce Krems, sonra Klosterneuburg kentlerinde okudu. Yazları ziyaret ettiği ailesi arasında kızkardeşi ile (bazı biyografilerde ensest ilişki olarak yorumlanan) büyük bir yakınlık bulunmaktaydı. Egon 14 yaşındayken babası aklı dengesini kaybetti ve ertesi yıl öldü. Ekonomik bir kriz yaşayan annesi, oğlunu Viyana’da yaşayan ağabisinin yanına, bankerlik öğren-
mesi için gönderdi. Yıllardır annesinin desteği ile resim yapmaya alışmış ve bunu seven Egon, dayısının tüm itirazlarına rağmen Gustav Klimt’in devam etmiş olduğu Vienna Güzel Sanatlar ve Zanaat Okuluna başvurdu; buradan reddedilerek, daha geleneksel bir sanat eğitimi veren Güzel Sanatlar Akademisine refere edildi. Akademinin giriş sınavlarını büyük başarıyla kazandı ve 1906 yılında, 16
yaşında, akademi öğrencisi oldu. Hemen ertesi yıl hayranı olduğu Klimt’i ziyaret ederek yaptığı eserleri gösterdi. Klimt, genç sanatçıdaki büyük yeteneği görerek onu desteklemeye başladı. Desenlerini satın aldı, sponsorlarla tanıştırdı, evindeki toplantılara davet etti ve Sezession grubuna bağlı sanat atölyesi olan Wiener Werkstütte ile tanıştırdı. Schiele, kıyafet ve ayakkabı tasarımından kartpostala kadar 61
çok çeşitte ürün çıkardıktan sonra 1908 yılında; Klosterneuberg’de ilk grup sergisini açtı. 1909 yılında 3. sınıfı bitirdikten sonra Akademi’yi bıraktı ve kendi stüdyosunu açtı. Bazı biyografilere göre bu dönemde pornografi kolleksiyoncuları için ürünler yaratarak geçimini sağladı. Atölyesine sık sık ve serbestçe gelen küçük çocukların erotik olan ve olmayan resimlerini yaptı. Bu nedenle 1912 yılında tutuklandı ve bir ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. 62
63
1915 yılında Viyana’nın Galerie Arnot galerisinde açtığı ilk kişisel sergisi için hazırladığı posterde kendini St. Sebastian olarak göstermiş olması ve gösteriş şekli; narsizm, teşhircilik ve kınanma duygularıyla savaştığının; bu savaşı kaybetmeye başladı64
ğının işareti olarak gösterilir. Gene 1915 yılında stüdyosunun karşısındaki evde oturan Edith ve Adele isimli iki kardeşle tanıştı. İkisi ile de yaşanan bir flört döneminden sonra, Edith ile (ailelerinin itirazına rağmen) evlendi. Evlendikten 4 gün sonra askere
çağırıldı. Savaş alanından ve savaşın yarattığı yokluklardan uzak geçen bir askerlik dönemi yaşayan sanatçı, savaşa rağmen, Avusturya’nin önemli ressamlarından biri olarak ün yapmaya devam etti. Avusturya’nin, savaştaki
terinde kendisini son akşam yemeğini yiyen İsa olarak resmettiği sergi, savaşa rağmen büyük başarı kazandı. Shiele’nin desenlerinin fiyatı kat kat arttı ve sayısız portre komisyonu aldı. Edith ile birlikte daha lüks bir atölyeye taşındılar, ancak mutluluk kısa sürdü. 19 Ekim 1918’de Edith, karnında taşıdığı bebek ile birlikte öldü. Karısının ve çocuğunun ölümüne sebep olan İspanyol gribine yenik düşen Schiele de 31 Ekim 1918’de vefat etti. Birçok eleştirmene göre kendi özgün stilini tam olarak geliştiremeden, henüz 28 yaşındayken ölmüştür.
tarafsızlıklarını koruyan İskandinav ülkeleri önündeki imajını geliştirmek için devlet tarafından düzenlenen resim sergisinde eserlerini sergilemesi istendi. 1918 yılında gerçekleşen Sezession’un 49. sergisinde baş ressam olması önerildi. Duyuru pos65
FESTİVAL
İstanbul Ankara İzmir
66
27 Şubat – 3 Mart 2013 15 – 17 Mart 2013 27 –30 Mart 2013
1 MART ELITE WORLD ISTANBUL OTEL (TAKSİM)
KONSER
BUKET COŞKUNER TRIO
67
EDEBİYAT
BİYOGRAFİ
CHARLES BUKOWSKI
68
Charles Bukowski ki’nin babası genelde işsizdi (16 Ağustos 1920 – 9 Mart ve Bukowski’ye şiddet uygu1994), asıl adı Heinrich Karl lardı. Çocukluğunda genelde Bukowski olan Amerikalı ya- sessiz ve bu nedenle dikkat zar ve şair. Yapıtlarında ba- çeken yazar bazen çıldırış zen Henry Chinaski ismini de noktasına geliyor kendinkullanmıştır. den hiç beklenmedik kaba Hayatının çoğunu dayılıklar yapıyordu. İlk okul ABD’nin Los Angeles şehrin- yıllarındandan itibaren korde geçirmiştir. kusuz olan Bukowski kendi Eserlerinde genellikle yazdığı bir eserinde ilkokul toplum dışı insanları ve depresyonu konu alması ve alkolizme Erkek kadına tokat ataryakın bir hayat tarzını sa erkek suçludur, kaanlatmasıyla ünlüdür. dın erkeğe tokat atarsa Bunun nedeni olarak kendisinin bu hayatı yine erkek suçludur. yaşaması gösterilebilir. Bukowski’nin yazılarında kendi hayatını yazıp yazmadığı tartışma konusu olmuştur hayranlarının bir kısmı bunları kurguladığını, çoğunluğu ise yaşamadan bu tip kurguları yapmasının mümkün olmayacağını ve o karakterde bir insanın bu hayatı sürmesinin zaten doğal olduğu görüşünü savunmaktadır. I. Dünya Savaşı’nın sonlarında Almanya’ya askeri hizmet nedeniyle gelen Polonya asıllı Amerikan bir babanın ve terzilikle uğraşan Alman bir annenin çocuğu olan Charles Bukowski 1920 yılında Andernach, Almanya’da doğdu. 2 yaşındayken Los Angeles’a taşındılar. 1929 Krizi sırasında Bukows-
öğretmenine “sevişelim” dediğini söylemektedir. Daha o zamandan nasıl birisi olacağı netlik kazanan Bukowski, Los Angeles Lisesi’nden mezun olduktan sonra sanat, gazetecilik ve edebiyat dersleri aldığı Los Angeles Şehir Üniversitesi’nde 1 yıl okudu. Yazmaya başladığı günden itibaren yazılarını yayımlan-
69
ması için dergilere gönderen Bukowski’nin yazıları hep geri gönderilmiştir. Ancak 24 yaşındayken “Aftermath of a Lenghty Rejection Slip” isimli kısa öyküsü yayımlandı. İki yıl sonra bir başka kısa öyküsü olan “20 Tanks From Kasseldown” isimli eseri yayımlandı. Bukowski yayıncılık yöntemlerinden hayal kırıklığına uğradı ve neredeyse 10 yıllığına yazmayı bıraktı. Hayatının bu bölümünü ABD’yi gezerek, çeşitli işlerde genellikle kısa vadeli çalışarak ve ucuz pansiyonlarda konaklayarak geçirdi. Hayatının diğer bölümlerinde olduğundan daha yoğun bir tempo ile açlık ile boğuşan ve kadınlarla zaman geçiren Bukowski daha 70
ve bir şey olmamayı hedefliyen birisi olarak kazandığı paraya önem vermiyor ve barlarda günü birlik bir hayat sürüyordu. Zengin amerikalı kadınlarla ilişkiye girdiği dönemlerde onlara kaba dahi davransa etkiliyor onların evlerinde yaşamaya başlıyor ama bir türlü o hayata
sonra bu yıllarını Factotum isimli kitabında da anlatmıştır. Bu dönemde ki işlerinin kısa vadeli olmasının nedeni de düzen tanımaz kişiliği ve alkol bağımlılığındandı. Bukowski babasına olan nefretini onun aksine bir hayat yaşayarak göstermiş ve bir yazısında da bu yüzden bir hiç olmayı seçtiğini söylemiştir. O babasının aksine olduğu gibi görünen
adapte olamayarak eski hayatına geri dönüyordu ki 1969’da da bunu aç kalmayı seçtiğini söyleyerek ispat etmiş oluyor adeta.Ayrıca ömrünün çoğu denilebilinecek kadar kısmını da hipodromlarda gecirmiş ve bundan yazılarında sık sık söz etmiştir. 1950’lerin başında Bukowski, iki yıldan az bir süre ABD Posta İdaresi’nde posta kuryesi olarak çalıştı. 1955’te ölümün ucundan döndüğü alkol komasından dolayı hastaneye kaldırıldı. Taburcu olduktan sonra
bir daktilo satın aldı ve şiir yazmaya başladı.1957’de Barbara Fry ile evlendi fakat 1959’da boşandılar. Bukowski, şiir yazmaya ve içki içmeğe devam etti ve sonra Los Angeles’taki postaneye geri döndü. 1965’te hiç evlenmediği Francis Smith’ten bir kızı oldu. 1969’da Black Sparrow Yayınevi’nden ömür boyu 100 dolar maaş teklifini alınca postaneden ayrıldı. Bir mektubunda şöyle bir açıklaması vardı “İki seçenekten
birini seçmek zorundaydım: Posta ofisinde kalıp delirmek ya da yazmaya oynayıp açlıktan ölmek. Ben aç kalmayı seçtim.” Posta ofisini bırakalı bir ay olmayalı Bukowski Postane ismindeki ilk romanını bitirdi. 1976’da Bukowski, Linda Lee Beighle ile tanıştı. İki yıl sonra birlikte Los Angeles’ta bir liman şehri olan San Pedro’ya taşındılar. Bukowski ve Beighle 1985’te evlendiler. Bukowski, Pulp roma-
nını henüz bitirdikten sonra 9 Mart 1994’te 73 yaşındayken omurilikten yayılan lösemi sebebiyle San Pedro, Kaliforniya’da öldü. Bu tip bir hayat yaşadığı için bir çok kez tutuklanmış, dayak yemiş olan Bukowski hayatı, özgün dili ve tarzı ile Amerikan edebiyatına damgasını vurmuş, ülkemizde ise ilk kez Sokak dergisi’nde çıkan öyküleri ile tanınmıştır. 71
72
TİYATRO
KONSER
HAKAN KURŞUN 16 MART CUMARTESİ 22:30 73
Aslınur AKDENİZ
EDEBİYAT
HİKAYE
Göbeğine Kum Doldurur Mu Gaia?
Küçükken göbeğime kum doldururdum. Sonra onları tek tek çıkartır, tekrar doldururdum. İyi de bundan size ne? O adam deliydi. Deli olmasa, hiç bana gülümseyip şeytanı kıskançlık krizlerine sokar mıydı? Tı-tık. Tı-tık. Tı-tık. Tı-tık Ayaklarımı. Fazlasıyla öne savuruyorum. Özellikle. Bu zamanlar. Özellikle. Sol ayağımı. Neden. Bağının hep çözüldüğünü. Anlamlandırdım. İşe. Yaramadı hala. Açık bir. Bağ. Her yere. Vurduklarında. Tabanlarımın. Çıkardığı sese. Eşlik. Ediyorlar 38. Numara. Bit pazarından. Yine de. Onun da mırıldanacağı. Birkaç türkü. Vardır. 74
Hele bu zamanlarda. Daha da. İçli. Tabanlarımın izi. Kırmızı. Tıkı-tık. Tırıtık. Tıkıtık. Tırıtık Bağlamaya. Niyetim yok. Daha kısa adımlar. Atmaya da. Sağ ayakkabımın bağı. Da çözüldü. Buna bir anlam. Vermeyeceğim. Sebeplerle bağlarımı çözeli. Epey oluyor. Sebeplerin. Boş gürültüsü vardır. Tabanlarımın ahenkli sesine. Benzemezler. Hıığğşhh. Hığğh. Hışşğhh. Kedinin burnu tıkanmış. Beni görünce heyecanlandı, nefesi daha da sıklaştı. Burnunun tıkanması onu yine de sevmemden
alıkoymuyor beni. Heyecanı sevgiyle bağdaştırmak da ne ayıp! Belki de yalandan yapıyorsun. Belki de diğer kedilerle aranızda bir antlaşma, sözleşme. Bir iki tanesi öteden yavaş yavaş yaklaşmaya başlıyorlar çünkü. “Alay edelim biraz şununla. Okşanmaya muhtaç olduğumuzu zannetsin. Kokusunu alıyor musunuz. Tam vakti. Kıvama gelmiş.” Hığşhhığşhhığşh. Hı-ğşh, hı. Yaklaşan köpeği görünce toparlanıp gerisin geri dönüyorum. Halbuki kedilerin hepsi orada. Toplanmışlar bana bakıyorlar. Bıyıklarının altından kıs kıs gülüyorlar ve
kuyruklarıyla birbirlerini dürtüyorlar. “Size dememiş miydim.” Geri dönmemle birlikte onunla karşılaşmam bir oluyor. Şu dünyada bir tek kendimin pantolondan korktuğunu zannederdim. Beni yutacak gibi hissederim çoğu zaman pantolonumun. Genişler, genişler. Önce baldırlarımdan açılır sonra dalga dalga belime doğru yayılır. Hele bu zamanlarda. Göbeğimde durması en iyisidir. Çeker dururum karnıma. Karnımda upuzun ince bir çizgi vardır. Parmağımı gezdiririm o sınırda. Bununla ilgilenecek olan işte tam o sırada karşılaştığım adamdı. Karnımdaki çizgiyi ancak o anlayabilirdi. Şimdi karşılıklı durmuş birbirimizin pantolonlarına bakıyorduk. O benden öndeydi. Çizgisi karnının üstünü bir iki santim geçmişti. Lanet ettim! Gülümsedi. Sağ ayağımı havaya kaldırdım, bağlarım müsaade etmedi. Kafasını aşağı indirdi, tabanımın sesi kesildi. Geriye döner gibi oldu, köpek kaçtı. Gülmek yanaklarımdaki kaslardan ziyade gözlerimin yaşarmasıydı sanki. Bir daha gözlüğümü almadan yola çıkmak yok. Hele ellerimi ceplerime sokup avareliğe çıkmaya son. Kimi inandıracaksın ki. Ne ayıp! Onu takip edeceğim. Pantolonunun belinin onu yutmasını izleyeceğim her
adımıyla. Güleceğim. Göbeğinden kumlar dökülecek pıt pıt. Kırmızı saksağa bulaşmış kumlar. Yeminle dökülecek. Yeminle çıkaracağım o kumları göbeğinden. Az önce bulunduğum sokağa döndüm. Sağ ayağımın üstünden, kendi etrafımda döndüm. Parmaklarım kedileri göstere göstere sol köşeden döndüm. Yürüyordu, ayaklarımı attım peşi sıra. Pıt tıkıtık, pıttıkıtık, pıttıpıt. Acaba şu cami avlusunda tüm ihtişamıyla yatan
yatırların oymalı taşlarına dokunsam mı? Gözlüğümü almayacağım, neden ısrar ediyorsunuz? Dokunacağım, hatta, evet, evet, koklayacağım onları. Topraklarını koklayamam. Hava azıcık soğudu diye taştan mantolarını çekmişler boğazlarına kadar. Ne kadar yakışıksız ve rüküş! Kanım çekildiği halde, bakın ben üşüyor muyum? Ben soğuktan titremiyorum. Tam demir kapıyı itelemişken, bekçi koşa koşa yanıma geldi. 75
– Yanında Şeytan’la mı gireceksin? – Neden olmasın? Sizi kurtardı diye mi bu kadar nefret? Senaryonun kötü adamı sayesinde günü kurtarmaz mı kahraman? Ne kadar bencilsiniz. İnsanoğlu bencil. Bekçiler bencil. Şeytan için ağladım bir gün. Hüngür hüngür, kendimden korka korka. Ateşle. Arzuyla. Eminim onun da yanık plastik kokan ayakkabılarının bağları çözülmüştür. Bu zamanlarda. Dım dım dım. – Aşkı sıradanlaştırmaman için her ay geleceğim sana dedi. Her ay kanayacaksın. Sonra da hiç bir şey olmamış gibi kapanacak yaran. Tekrar açılmak için tüm ay boyunca yeniden yaratılacak içinde konuşlanan yuva. Bu sizi daha da güçlü kılacak. Hükmedilemez. Hükmedilir sanılacak kadar naif. Erkekler kurumlana dursun! Bu yüzden sizi baştan çıkarıcı görecekler. Benim zaferimi, zaferimin size verdiği gücü bastırmaya uğraşacaklar. Gaia. İlk sevgilimdi. Siz bana ondan yadigarsınız. Onunla birlikteliğimin sonlarına yaklaşmıştım. Gitmesine az kalmıştı. O türbeye giremem. Aşık olanlar oraya giremez. Aşık olanların kavuşması söz konusu bile değil. Bu ne cüret! Kanım akıyor. Dındındın Kediler bunun için yanaşıyor bana. Kanı nasıl kokar insanın? Kadın olmak şeytanlaşmaktır. Bu senaryoda en yürekli rolü oynamaktır. Her ay sancılanmak, yenilenmek, daima yenilenmektir. Her an yaratmak. Bunun için kimsenin dokunuşu kalıcı değildir bizde. Kokumuz değişir, kimsenin burun deliklerinde kalmaz. Bizim ayakkabı bağlarımız hiç bağlanmaz. Hükmedilemez. Gökyüzü bile dölleyemez bizi.Gaia. Ah sevgilim! ...dedi şeytan
76
FESTİVAL
77
EDEBİYAT
HÜZENGİ
Nurdan KAVAKLI
Sıcacıktı, Yaz güneşi gibi. Yakıyordu an gelince teni tabii, Fazla maruzat iyi değildi İç çekişlerle beraber gelen. Gülümseyince kırışan burun hatlarıydı kimi zaman, Yılların acısı, neşesi, belirtisi, kaz ayaklarıydı kimi de, Gözlerdeki Aurora Borealis’ti bazen kamaştıran, ışıldayan, Tende bağlılık, sözde biat, özde hayattı, Evet, ta kendisiydi. Tazecikti, Umutlarıyla, hayalleriyle, tüm güzelliğiyle, Bedensel ve tinsel. Kozadaki tırtılın kelebek olma rüyasıydı içinde beslediği, Yeşerdikçe olgunlaşan, olgunlaştıkça can bulan. Çocuk yaştaydı, Dinlemediler, Söz vermediler, Kimin umurunda? Biz ki insanız, insan evladıyız. Am kadar et uğruna, Sik keyfinde koşanı da keyifle içimizde barındırırız. Kadındır, anadır, candır, yardır, nerde? Hırlısı, hırsızı, yaşlısı, genci demeden vurur, Çalarız sürekli ellerinden bir şeylerini. Çikolatası elinden alınmış bir çocuk gibidir bazen hüznü, Bazen de çatısı çökmüş bir evin, Altında kalıp da acıyla çığıranın rolünü üstlenmiştir. Neden mi? Tabuları yıkamaz insanoğlu an gelir de, Topluma mal olduysa hele. ‘Zihniyet meselesi’ iki kaçamak kelime sadece, ‘Duyarlılık’ da keza. Tek bir hamledir onca yıllık emeği deviren, yerle bir eden, hiç eden. Fark eder mi? Dökülen kardeş kanı mı, düşmanca? Bağlar sıkı ya, Töre… Kim farkında? ... (Kifayetsiz olan kelimelerin ardında kalan derin bir sessizlik) Not: Bu yazı, akrabası tarafından tecavüze uğrayıp, hamile kaldığı için aile kararıyla öldürülen ve töre cinayetlerinin sembollerinden olan kadına, Güldünya Tören’e ithaf edilmiştir. Saygılar.
78
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MÜZİK KULÜBÜ
KONSER
ONBİR MART PERŞEMBE yirmiotuz GARANTİ KÜLTÜR MERKEZİ
79
IDEA
AYLIK KÜLTÜR & SANAT MECMUASI
http://www.facebook.com/ideartmagazine ideartmagazine@gmail.com
80