Idea Ocak

Page 1

IDEA O C A K 2 0 1 3 S AY I : 7

AYLIK KÜLTÜR & SANAT MECMUASI


MUTLU S

IDEA A


Kapak Fotoğrafı : Tarık ÖZDEMİR

SENELER

AİLESİ


FOTOĞRAF

AYIN KONUSU


TABU



Alp SİME


http://poivre.deviantart.com






Alp SİME












FOTOĞRAF

PORTFOLYO


FUNDA YURTSEVEN


1986 Eskişehir doğumluyum.23 ağustosta dünyaya geldiğimden dolayı hem aslan hem başak burcuyum. Geleneksel Türk el sanatları mezunuyum. Ağır ergenlik dönemimi takiben fotoğrafa ilgi duymam karanlıktan aydınlığa çıkmamda büyük bir etken.. Işıkla tanışmamla birlikte duyduğum ve kimin söylediğini hatırlayamadığım bir söz bu konuda kararlı olmamı sağladı.*fotoğraf ya bir hastalıktır ,yada bir hastalığın tedavisi…* Film makine ile başladığım fotoğrafı öğrenmem biraz zaman aldı.2008de Eskişehir’de aylık yayınlanan dergide moda, reklam, röportaj fotoğrafları çekmeye başlamamla birlikte hobi olarak yapmaya başladığım fotoğraf işime dönüştü ve zamanla boyut değiştirdi.Uzun bir süre fotoğraf çekmedim.2011de Odun pazarı sanat ve meslek edindirme kurslarında fotoğraf eğitimi vermeye başladım.Ve fotoğraf kimilerinin hastalıklarının tedavisi oldu kimilerin ise hastalığı… Öğrencilerimin hediye ettiği efsane Canon ae1 ile tekrar fotoğrafa başladım.






KONSER


MÜZİK

MÜZİK KLİNİĞİ

Y

VOPPAN IDEA STYLE

eni yılın ilk sayısından hepinize merhabalar sevgili okurlar! Müzik Kliniği yeni yılda da sizlerle birlikte olacak, bu hususta taviz vermiyoruz! Yepyeni bir yıl, hayatlarımızda yepyeni bir sayfa demek. Bu sayfaya not düşülecek onlarca olay demek. Kim bilir bu yıl da ne albümler çıkacak, ne gruplar dağılacak, ne hitler dönecek televizyonlarda ve internette… 2012’ye damgasını vuran Gangnam Style gidecek, yerine kim bilir hangi style gelecek. Educatedear belki hangi videonun remixini yapıp bir fenomen haline dönüştürecek. Bu ay temamız “Tabu” olarak belirlendi. Bakalım Müzik Kliniği’nde bu temaya uygun neler anlatacağım. Fark ettiğiniz üzere biraz doğaçlama bir yazı olacak. Buna, aslında yeni yılın ilk sayı-

sını çıkarabiliyor olmanın verdiği keyifle karar verdim. Beğensek de beğenmesek de galiba bu yılın en büyük müzik olayı Gangnam Style oldu sevgili okurlar. Youtube izlenme, Facebook’taki konuşulma ve Google’daki aranma oranlarına baktığımızda çok açık bir farkla bunun gerçekleştiğini görüyoruz. Bu başarının müzikal bir başarıdan ziyade görsel bir başarı olduğu kuşkusuzdur. Öyle olmasa hepimiz PSY’nin Gangnam Style’dan başka bir şarkısının da adını biliyor oluyorduk. Çağımızın gerçeğini bir kez daha gördük ve anladık ki kadın ve parlak renkler sattırıyor! Feministler de hümanistler de buna karşı çıkıyor, ben de çıkıyorum. Gönül ister ki bir gün yine böyle bir parça, sırf çok kaliteli olduğu için bu derece küresel bir başarı elde edebilsin.

PSY, Youtube’a kendisini bu denli ünlü yaptığı için teşekkür edebilir. Gerçi Youtube kendisine teşekkür ediyor. İzlediğimiz her video başına PSY bilmem kaç sent para kazanıyor. Damlaya damlaya göl oluyor. Hatta Youtube, 2012’deki en popüler videoların bir kolajını ve canlandırmasını içeren yepyeni bir video yayınladı

geçenlerde. Şimdiden 30 milyon izlenme oranına sahip bu videonun adı Youtube Style. Böylece iki taraf da kazanmış oluyor. Müzik endüstrisi özellikle bu sayede artık Youtube’un ve internetin gücünü keşfetmiş durumda. Yıllarca in-


ternet üzerindeki müzik akışını engellemeye çalışan endüstrinin bugün en önemli Youtube kullanıcılarından olduğunu görüyoruz. Evet, bu gerçek bir güçtür çünkü. Özellikle bu yıl itibariyle itibarı epey artmış bir başka platform daha var: Soundcloud. Bu sitede de kullanıcılar videolarıyla değil de salt olarak müzikleriyle var oluyorlar. Sitedeki yegâne görsellik de zaten yüklediğiniz parçaların ses dalgaları. Soundcloud’un bence en güzel yönü, kullanıcılarının ürettikleri müzikle var olması. Yani yıllar önce Myspace’de yaptığımız gibi hiçbir şey üretemeyip sadece popüler grupları ve adamları arkadaş olarak eklemek ve başka bir grubun şarkısını profilde yayınlamak prim yapmıyor Soundcloud’da. Müzikle ilgileniyorsanız Soundcloud’a göz atmakta fayda var.

Bu ay ki temamızı da ıskalamamak adına müzikte tabu olgusuna biraz değineyim. Tabu sözcüğü bildiğimiz üzere oldukça güçlü sosyal yasaklar için kullanılan bir terim. Özellikle kutsal konularla alakalı görünse de tabular aslında sosyal yaşamımızın her kesiminde kendine yer bulmaktadırlar ve nesilden nesile aktarıldıkları için de yıkılmaları zordur. Müzikal anlamda tabuları ben iki türlü değerlendirebiliyorum. İlk olarak müziğin eleştiri gücünü ve yetkisini bir takım kimselerin kutsal kabul ettiği olguları irdelemek için kullanması, dolayısı ile bu anlamda oluşmuş tabuları yıkmasından bahsedilmelidir. Kutsal değerler,

toplumdaki her bireye göre farklılık gösteren değerlerdir. Semavi bir dine inan bir birey için Tanrı dokunulmaz ve eleştirilemezdir. İşte müzik için bu dokunulmazlık bir sınır değildir. Bu eleştirinin özellikle metal müzik üzerinden yoğun olarak yapıldığı çok açıktır. Black ve Death Metal türleri, istisnalar dışında, temelde dini olguları ve kutsallığı eleştirmek üzerine kurulu müzik türleridir. Elbette bu seçimi yapmak müzisyenin ve dinleyicinin elindedir. Burada bir beğeni söz konusudur. Çok basitçe düşünecek olursa, işinize gelmeyen şeyler söyleyen bir adamı dinlememeyi tercih etmek olabilecek en mantıklı çözümdür. Burada yapılan eleştiri ve saptanan suçun tanımı çoğunlukla şu şekilde olmaktadır: “Toplumun ahlaki değerlerine ve kutsal değerlere saldırı” Elbette ki bu saldırının niteliği de tartışılmalıdır, ancak saldırıdan kasıt kimsenin can ve mal güvenliğine zarar vermeden düşünceleri müzik eşliğinde kayıt altına almaksa bence bu bir saldırı değildir. Ya da eğer bu bir saldırıysa bu saldırıyı bertaraf etmenin yolu çok basittir: Müziğin sesini kapatmak. Kutsal kabul edilen değerleri eleştirebilmenin yanında övmek de kabul edilebilir bir durumdur. Bu sadece basit bir empatidir. Burada kimin haklı olduğunu tartışmak bence müziğin sorunu değildir. Müzik bir ifade şekliyse bırakalım da bunu en iyi yapan kazansın. Kutsal kabul edip sorgulayamadığımız şeyleri bırakalım da notalar sorgulasınlar. Böylelikle en azından onların bizden daha cesur olduklarını

söyleyebilelim. Ya da bu düşünce size çok kabul edilemez geliyorsa yine rahatlayın ve size böyle şeyler söyleyenleri dinlemeyi bırakın. Müzik ve tabu ilişkisinde benim ikinci olarak değineceğim konu “mükemmelliği kabul edilmiş parçalar”ı yeniden yorumlamak. Mükemmelliği toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından kabul edilmiş ve artık bir noktadan sonra “sorgulanamaz” hale gelmiş parçalar da yeniden yorumlanabilir. Ancak bunu yapmak çok iyi müzisyenlik isteyen bir iştir. Zira dinleyenlerin beklentisi bu yeni yorumun, orijinalinin verdiği etkiyi yaratmasıdır. Parçanın ruhu aynı kalacak, parçanın her şeyi aynı kalacak, parça aynı kalacak kısaca, beklenti bu olur genelde. Ancak işte bu beklentiyi boşa çıkarıp, “tabuları yıkıp” parçayı tamamen farklı kalıplara sokanlar önce yoğun bir eleştiri alırlar. Ardından onlar bu kapıyı araladıkları için, arkadan gelenlerin işi bu sefer daha kolaydır. Bir süre sonra bakmışız ki ilk acımasız eleştiriyi yapanlar, bu yeni yorumun belki de en büyük savunucuları olmuşlardır. Ülkemizde bu “yeniden yorumlama” dalgasının öncüleri Kurban (Sarı Çizmeli Mehmet Ağa) ve Duman (Herşeyi Yak) oldular. Özellikle Kurban’ın çok


acımasız şekilde eleştirildiğini hatırlıyorum. Ancak dediğim gibi, Kurban yeni Sarı Çizmeli Mehmet Ağa yorumuyla pek gruba ilham verdi, yeni bir kapıyı açtı. Artık gruplar çıkış parçalarını yeniden yorumladıkları eski parçalardan seçer oldular. Bir tabu yıkıldı, Barış Manço, Zeki Müren gibi efsane sanatçılarımızın eserleri artık farklı tarzlarda yorumlanır oldu ve aslında müzik piyasası içinde iyi bir hacim yarattı. Bugün baktığımızda pek çok şarkıcının ve sanatçının cover albümleri çıkarttıklarını görüyoruz. Bu nispeten iyi bir durumdur, ancak kötülüğü de şudur ki müzik piyasası artık yeniyi üretmeyi bırakmış, üretkenlik

büyük darbe yemiştir. Elbette halen kendi müziğini üreten gruplar, sanatçılar mevcut. Ancak ilginç bir şekilde bu adamların piyasadaki payı giderek azalmakta, benim boş CD israfı diye nitelendirdiğim albümler, yeniden yorumlamalar televizyon ve internet ortamlarından dönmektedir. Tabuları yıkmak, müzikte yeni bakış açıları geliştirse de, aradan sıyrılan daha az yetenekli ve daha az müzik bilgisine sahip insanlar bu durumu hemen kolaya getirip değerlendirmektedirler. B u ayın en büyük müzikal olayı tartışılır belki ancak, bence en büyük sinema olayı The Hobbit – An Unexpected Journey’in vizyona girmesi oldu. Aşağı yukarı 6 senedir beklediğimiz düşünülürse, ne kadar büyük bir iştahla sinema salonuna koştuğumuzu anlatmama gerek yoktur herhalde. Film halen gösterimde olduğu ve uzun bir süre de gösterimde kalacağı için çok enine boyuna tartışamıyorum, bir iki kere daha izlemek gerek. Filmdeki Misty Mountains şarkısı ise çok Youtube’da ki yüzlerce farklı versiyonu ile

hit olmuş durumda. Ancak filmde duyduğum müziklerin pek çoğunun da The Lord Of The Rings Trilogy’den alındığını söylemekte fayda var. Belki serinin diğer filmlerin de yeni şarkılar da bestelenir. Yeni yılın ilk sayısında son

olarak, aramıza yeni katılan okuyucularımızın geçtiğimiz aylarda neler kaçırdıklarını bilmeleri için bir derleme yapmak istedim. Her yılın ilk sayısında bir önceki yıl neler yazdık, neler konuştuk hatırlatacağım bundan böyle. Bir önceki yıl da 6 sayı yayımladık. Hemen bir bakalım, hatırlayalım neler konuşmuşuz. Akıllı telefonlarınıza başlığın hemen yanında yer alan QR Code’u okuttuğunuzda o ayın yazdığım yazı telefonunuzun ekranında belirecektir.


Temmuz 2012 – “Plak Metal”: Dergimizin ilk sayısıydı bu sayı. Müzik

Kliniği’nde yazdığımız ilk konu da Plak Metal başlığıyla yayımlandı. Yazıda özetle plak teknolojisinin teknik avantajlarından ve plak koleksiyonculuğunun özelliklerinden bahsettik. İlk sayı olmasından dolayı benim de “yakışıklı” bir fotoğrafım yer alıyordu yazıda.

Ağustos 2012 – “Başka Bir Yere Koyabilmek”: Bu sayımızda müzikte po-

püler kültür olgusunu ve dinleyicilerin sahip olabileceği müzikal saplantı türlerini konuştuk. Bu türleri grup saplantısı, tarz/dönem saplantısı ve müzisyen saplantısı olarak sınıflandırdık. Bu sayıda ilk kez Sabhankra saplantımı sevgili okurlarımla da paylaşma şansını elde etmiştim.

Eylül 2012 – “Ölmekten Korksak Death Metal Dinlemezdik”: Kabul

ediyorum, en komik başlıklı yazı bu oldu Müzik Kliniği’nde. O ay ki temamız “Memento Mori” idi. Biraz da bunun gazı ile böyle bir başlık seçmiştim. Bu yazımda iyi ve kaliteli müziği nasıl keşfedeceğimize dair bir takım ipuçları vermeye çalıştık. Ayrıca müzikte başarının aslında nasıl değerlendirilmesi gerektiğini anlattık. Müzik endüstrisine yeni bir çalışma modeli önerdik ve yazının içerisinde ufak bir “ölmeden önce dinlenmesi gereken albümler” listesi sıkıştırdık. Bir parçanın nasıl bu sıfatı alabileceğinden bahsettik. Bu ay ilk defa “Acil Servis” köşesini de ekledik Müzik Kliniği’ne. Acil Servis’in ilk albümleri de Carpe Mortem (Soul Sacrifice) ve The Black Angels EP (The Black Angels) oldu.

Ekim 2012 – “Müzikte Tema: Doğru Bir Seçim Yapmak”: Müzik grupları-

nın albümlerini kaydederken, eserlerini yaratırken nasıl tema oluşturduklarına dair bir yazı oldu bu yazı. Her albüm için bir tema belirleyen ve belirli bir tema üzerinden albümler üreten gruplar hakkında konuştuk. Bu ay ki yazıda beni elimde bir Black Sabbath plağı tutarken görüyorsunuz. Nasıl da mutluyum. Yine yazının etkisinde kalarak, Acil Servis’te 10000 Days (Tool) ve Diamond Eyes (Deftones) albümlerini tanıtmışız.

Kasım 2012 – “Orijinallik Bir Masaldır”: Yazarken en çok eğlendiğim yazılardan birisi olmuştu bu. Ayrıca Müzik Kliniği ilk defa interaktif içeriğe geçmişti ve sadece müzik kliniği okurları için hazırladığım linkleri de vermiştim. Böylece okuyucular okurken aynı anda bahsettiğim şeyi dinleme fırsatı bulmuşlardı. Bu sayımızda müzikte özgünlük ve özgün kalabilmek üzerine konuşmuştuk. Sonradan birkaç tepki gelse de, aslında üretilen her eserin, kendinden önceki eserlere bir şeyler borçlu olduğunu konuşmuştuk. Bununla alakalı olarak da örnekler göstermiştik. Müzikal benzerlikler hakkında çok detaylı bir sohbetimiz olmuştu. Acil Servis’te de In My Veins (Baht) ve An Ocean Between Us (As I Lay Dying) albümlerini değerlendirmiştik. Müzik Kliniği’nin en uzun yazısı olmuştu.


Aralık 2012 – “Yol Şarkıları”: O ay ki temamızın “Yol” olması sebebiyle,

Müzik Kliniği’nde de yol şarkılarını konuştuk. Yol şarkısı kavramından ve bir şarkının nasıl yol şarkısı olarak değerlendirilebileceğinden bahsettik. Bir yol şarkısında olmaması gereken özellikleri ifade ettikten sonra adet gereği bir liste verdik, tavsiye edilen şarkılar diye. Acil Servis’te tanıttığımız albümler Koi No Yokan (Deftones) ve Erotic Cakes (Guthrie Govan) oldu. Bu ayın bir özelliği de ilk defa bir müzik grubuyla, Audio Kombat’la, röportaj yapmamız oldu.

Audio Kombat Röportajı – “Daft Punk’tan Bile Canlı Çalıyoruz!”: Sertan-Sühely kardeşlerin müziklerini ürettikleri yere, kendi odalarına konuk olduk. Grubun kuruluşundan, bugün geldiği noktaya kadar herşeyi konuştuk. Sormadığımız soruların cevaplarını bile aldık! Çok eğlenceli, çok elektronik bir röportaj oldu.

Evet, Müzik Kliniği okuyucuları bu ay ki yazımızın sonuna da geldik, gelebildik nihayet. Bence yine keyifli bir sohbet oldu. Bu ay dergide bir röportaj olmayacak. Çok üzgünüm ama evet, bu ay röportaj yayınlayamayacağız. Bu tamamen işlerimin yoğunluğu ile alakalı bir durumdur, yanlış anlaşılmasın. Ancak bir sonraki sayımızda yine harika bir röportaj sizleri bekliyor olacak. Yılın bu ilk ayını, keyifle geçirmenizi diliyorum. Her türlü görüş, düşünce, eleştiri ve önerilerinizi bilgi@proofhead.net adresine ve IDEA Magazine iletişim kanallarına yollayabilirsiniz. Blogum Proohead My Resort, proofhead.net adresinde yayına devam ediyor. Bir sonraki sayıda görüşüp buluşmak ve konuşmak dileğiyle… Mesut Proofhead


Slash

Featuring

Myles Kennedy and The Conspirators

KONSER

2 ŞUBAT 2013 KÜÇÜK ÇİFTLİK PARK


MÜZİK KLİNİĞİ

MÜZİK

ACİL SERVİS

Hope To Find – Still Constant (2009) Artık yeni albüm çıkarmalarını çok büyük hevesle beklediğimiz grubun bu ilk kaydı, beklenenin çok üzerinde bir başarı sergiledi. Grup bu EP’yi benim de çok desteklediğim bir şekilde, self-release olarak yayımladı. EP’de yer alan 4 parçanın tamamı on numara! Ancak favorimiz, klip de çekilen City Soul parçası. Parçanın klibi Eskişehir’de çekilmiş ve stop motion yöntemi ile oluşturulmuş. Ayrıca Witness Of Happiness, albümdeki en progressive parça olarak hemen dikkati çekiyor. Progressive Rock’ın ülkemizdeki istisnasız en başarılı grubunun mükemmel albümü! Dinlemekte fayda var. http://hopetofind.wordpress.com/

Cynic – Focus (1993) Floridalı bir death metal grubu olan Cynic, Death Metal’de tabular yıkan grup olarak bilinmektedir. Bass gitarı çok ön planda tutması ve scream vokalle clean vokali harmanlayıp kendine has bir teknik geliştirmesi grubun en bilinen özelliğidir. Parçaları bir metal parçasından beklenenden çok farklı olarak gayet sakin ve dinlenilmesi kolay bir seviyede devam eder. Focus albümü grubun çıkardığı iki stüdyo albümünden birisidir ve en iyisidir. Ben bu albümü dinlerken parça ayrımı yapmadan dinliyorum. Baştan sona müthiş bir uyumla devam ediyor albüm. Florida taraflarını seviyorsanız muhakkak dinlemelisiniz. http://www.cyniconline.com/


Sibel Köse Önder Foçan Kağan Yıldız KONSER

1 OCAK NARDİS JAZZ CLUB


RESİM

BİYOGRAFİ

Eşref ARMAĞAN

E

şref Armağan, çok özel bir Türk ressamdır. Eserleri hem Türkiye çapında, hem de yurt dısında çeşitli sergilerde yer almıştır. Geçmişte İtalya’dan bir süre önce de Şangay Büyükşehir Belediye Başkan’dan davetler almıştır. Birçok kereler hem Türk televizyon kannallarında hem de CNN ve BBC gibi kanallarda adından söz edilmiş olmasına rağmen değerli sanatçı ve ressamlarının bulunduğu kitapta Eşref Armağan’ın adı geçmemektedir. Eşref doğuştan görmez olan bir ressamdır. Hiç bir zaman gün batımını, baharda yeşeren, çiçek açan doğayı, renklerini göremedi. Tuttuğunu koparan, mücadeleci kişiliği ona, duygularını dile getirbilmek için ses, bir anlamda da görmek için göz kazandırmıştır.

Görmeden bu kadar mükemmel eserler ortaya çıkaran bır dehanın eserleri karşısında büyülenmemek elde değil. Eşref Armağan’ın biyografisi çok acıklı; Bundan 52 yıl önce İstanbul’da, Fatih’nin çok mütevazı mahallelerinden birinde, dünyaya gelir. Eşref, ne çocukken ne de yetişkin çağda hiçbir öğrenim görmedi. Kendi kendine yazmayı öğrendi. Eşref, bütün gün babasının dükkanında baca boruları keserek babasına yardım ederdi, boş zamanını da resim çizerek geçirirdi. 6 yaşındayken kalem ile kağıt üzerine çizmeyi, 18 yaşında ise önce parmakları ile kağıt üzerine, sonra da kartona yağlı boya ile resim yapmaya başladı. Yağlı boyadan akrilik boyaya ve tuale geçti. Elleri artık onun gözleri olmuştu. Görmemesine rağmen çizdiklerinin bu denli gerçeği yansıtması,

resim yapmanın onda bir tutkuya dönüşmesini sağladı. Bütün dahilerde olduğu gibi Eşref ’teki bu zeka da olağanüstü birşey. Ğitim görmemiş olması ona, kendisi gibi ihtiyacı olan, bir şeyler yapma arzusunda olan birçok kişiye bu işin sırrını ya da kendi kendine öğrenme metodlarını aktarabilme imkanı vermiyor. 1994 senesinde senesinde Joan Eröncel isimli 30 sene evvel Türkiye’de evlenmiş Amerikalı bir hanım ile tanışır. Joan, onun eserlerinin mükemmelliği karşısında hayran olur ve ona yardım etmeye karar verir. Hatta onun adına bir internet sitesi açar (www.armagan.com) Şu an yenilenmiş bir sitesi daha bulunmaktadır (www. esrefarmagan.com).







VİZYON TAKVİMİ

CM101MMXI Fundamentals

SİNEMA

Vizyon Tarihi : 
3 Ocak 2013 (2s 0dk) Yönetmen: Murat Dündar Oyuncular: Cem Yılmaz Tür : Komedi Ülke : Türkiye Yakın zamanda daha ziyade yazdığı ve yönettiği filmlerle

öne çıkan Cem Yılmaz’ın 2010 yılında gerçekleştirdiği stand-up şov gösterilerinin derlemesinden oluşan film, ünlü oyuncunun bu sefer komedyenlik yönünü olduğu gibi beyazperdeye taşıyan bir yapım. “CM101MMXI Fundamentals” adıyla sergilenen gösterilerle aynı adı taşıyan filmin Ocak 2013’te sinemalarda olması planlanıyor.

Mamá

Vizyon Tarihi : 18 Ocak 2013 Yönetmen: Andres Muschietti Oyuncular: Jessica Chastain, Nikolaj Coster-Waldau, Megan Charpentier Tür : Gerilim, Korku Ülke : İspanya, Kanada

Victoria ve Lilly anne ve babası ormanın derinliklerinde öldürüldüğünde henüz çok küçük iki kız kardeştir. Vahşi doğada yapayalnız kalırlar ve 5 yıl boyunca nasıl hayatta kaldıklarını kimse çözemez. Kızların amcası Lucas kız arkadaşı Annabel ile kızları sahiplenirler ve mahkeme kararıyla evlerine alırlar. Fakat insanlıktan uzak büyümüş çocukların rehabilitasyon süreci de oldukça zor olacaktır. Çocukların uyumsuz davranışları ve evden kaçmalarının ardında travma ve stresten başka bir etken olduğunu fark eden Annabel, geceleri kızlara seslenen bir fısıltı olduğunu fark eder. Evdeki tek misafirler küçük çocuklar değildir, dudaklarından dökülen “Mama” nereye gitseler arkalarında olan bir hayalettir... Yönetmenliğini İspanyol sinemacı Andres Muschietti’nin üstlendiği korku türündeki yapımın senaryosunda ise yönetmenin yanı sıra Neil Cross ve Barbara Muschietti’nin imzası var. Filmin ana ekibi ise Jessica Chastain, Nikolaj Coster-Waldau ve küçük oyuncular Megan Charpentier ie Isabelle Nélisse’den oluşuyor.

36


No

Vizyon Tarihi : 23 Ocak 2013 (1s 55dk) Yönetmen: Pablo Larrain Oyuncular: Gael García Bernal, Alfredo Castro, Antonia Zegers Tür : Tarihi, Dram Ülke : Fransa, Şili, ABD 1988’de gerçekleştirilen Şili referandumundan yola çı-

kan film, parlak fikirli, genç bir reklam uzmanını baş role taşıyor. Diktatör Augusto Pinochet’i baskılarla ülkeyi referandum oylamasına götürmüştür. Muhalefet kanadı ise bu fırsatı kullanıp onu alaşağı etmek için, René Saavedra’nın yönettiği, “Hayır” odaklı ciddi bir reklam kampanyası başlatır. Bu kampanya, Augusto Pinochet’in sonunu getirecek ve tarihin yönünü değiştirecek midir? Festival takipçilerinin ödüllü Tony Manero filmiyle bildikleri Pablo Larraín’in son işi “No” 2012 Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptıktan sonra evine Sanat-Sinema Ödülü ile dönmüş bir yapım. René Saavedra rolünde Meksikalı gözde aktör Gael García Bernal’in yer aldığı filmin yurt dışında eleştirmenlerden gelen notu da oldukça yüksek.

Texas Chainsaw 3D

Vizyon Tarihi : 25 Ocak 2013 Yönetmen: John Luessenhop Oyuncular: Alexandra Daddario, Scott Eastwood, Bill Moseley Tür : Korku Ülke : ABD

1970’li yıllardayız... Genç Sally, şehri yerle bir eden ve ailesine ölümcül anlar yaşatan Sawyer çetesinden kurtulabilmeyi başarır. Bu olaydan uzun yıllar sonra, hiç tanımadığı büyük annesinin kendisine bir malikaneyi miras bıraktığını öğrenen Heather Miller, evi görmek üzere arkadaşlarıyla birlikte bir yolculuğa çıkar. Oraya vardıklarında bina terk edilmiş gibidir ancak rutubetli bodrum katında var olmaya devam eden dehşet tüm diriliğiyle onları beklemektedir. John Luessenhop tarafından yönetilen Texas Chainsaw Massacre 3D, The Texas Chainsaw Massacre geleneğini sürdüren altıncı film olurken, 1974 yılında çekilen orijinal filmin sonrasında yaşananları anlatıyor.

37


EDEBİYAT

KÜN

Elohi lema sevaktani

Aslınur Akdeniz

K

öpeğin gözleri kanlanmış.Yerde toza bulanmış kadın çorabı. 3 numara kahverengi. Külotsuz. Teksiz. Tin kaçmamış hala. Daha yeni giydiği çorabın baş parmağında duyduğu boşluğa dolan hava. Vakumsuz havada var olan özgürlük. Çocukluğundan beri bu böyleydi. Sağ ayağının baş parmağı-o zamanlar diğer parmakları gibi beyaz bir tırnağı vardı ve geçirdiği operasyonlarla daha da sertleşmemişti(ki uzamaz artık)- çoraplarının canına okurdu. Yeni alınmış desenli

kalın çoraplarının daha kokusu üzerindeyken açılan bu delik hem hüzünlü hem de komik hissetmesine neden olurdu. Suçluluk da cabası. Diğerlerinin aksine kapalı kalmak istemeyen sağ ayağının baş parmağına niye kin tutarlardı? Neden o deldikçe annesi dikiş iğnesine siyah ipliğini geçirir ıslattığı bir parça ipliği de onun dudaklarının arasına sokuştururdu-kefen niyetine olmasın derdi- ve Erkan, neden delik çoraplarından ölesiye utanırdı? Uçaktan indikten son-

ra uzun botlarının içinde alışılmış fakat unutulmuş bir hissi yıllar sonra duyduğunda, bu kez gülümsedi. Annesinin yanında artık iğne ipliği yoktu. Ne annesi yanınydaydı, ne de baş parmağımın da diğerleri gibi bir tırnağı vardı. Erkan’ı gülümseten şey uzama yeteneğini kaybetmesine rağmen yıllar sonra yine ona kendini var edebileceğini göstermiş olmasıydı. Köpek ayakkabısının burnuna bastı. Gözleri kanlanmış, patileriyle baldırlarına vurdu. Yolda bir kadın çorabı. Çiftsiz. Dizaltı. Sevdiklerinden. Baş parmağı


delinmiş. Köpek eğilip çorabı dişlerinin arasına aldıktan sonra koşarak uzaklaştı. İstanbul’a giden uçağının kalkışına yarım saat kala: “Elohi lema sevaktani. Elohi lema sevaktani. Bekleniyorsunuz.” Sözleri anons edilmişti. Z e b u r Tevrat ve İncil hatmetmiş palyaço Erkan. Şekerleme satarak geçinir. Gölge vuran duvarlara yaslanır poz verir kimse fotoğrafını çekmeye yeltenmez. Yani Erkan ölümsüzleşemez. Çaresiz hissettiğinde niye ben Tanrım? Der, dövünür, ağlar. Gözlerinin etrafındaki boyalar dudağının kenarlarında hep birikir. Yeni çıkan sakallarına bulaşır. Sakalları kırmızı çıkar. Mahallenin çocukları palyaço Erkan ağlayınca dudaklarının da kanadığını zannederler. Palyaço Erkan dövünür, ağlar. Tanrıyı ağlatıp acısını ondan çıkarmamayı seçer. Tanrılığa çoktan alışmıştır zaten, insan tarafını da küçümsemeyi bilerek alışmıştır. Bir kere insan olmayı reddettin mi poz verecek gücü bulamazdın kendinde demez mi hep? İzmir’in dar sokaklarından birinde tahta bir evin verandasında Metin ona yağlı kartlarla fal açardı. Elini palyaço Erkan’ın kıllı eline bastırır, bacak bacak üstüne atar, gözlerini kırpıştırır, pencere önündeki menekşeye burnunu dayardı. Hepsi

gelecekten dem vurma çabasından ötürüydü. Kıvranırdı. Şimdiyi yaşayamazdı. Palyaço Erkan’ı öpeyim dese, kıyamet kopardı. Belki kopmazdı. Şimdiyi gözleriyle görmekten, yaşamaktan korkar , geleceğe sığınırdı. Geçmişte yaşadığı onca şey de şimdiki zamanlarda açtığı gedikleri sıvamada birebirdi. Bu yüzden bilinçaltı insanın şimdide kudretsiz kaldığında paçayı yırtmasından başka bir şey değildi. Kötüyse dünden iyiyse yarından bilinirdi duvarları insan ismiyle ve resmiyle dolu o kafede. Bir tek palyaço Erkan’ın resmi duvarda yoktu. İsmi de. Çünkü palyaço Erkan ağlamayı severdi demiştik ya. Ağlayabilenler çaresizliğini kabullenenlerdi ya. Çaresizliğini kabullenenler neden poz versinlerdi? Kafenin duvarlarında ise hüznün değil gülücük dağıtan yüzlerin pozları vardı. İsimlerin kalp içine alınmışlığı vardı. Minderler yumuşak, lambalar buğuluydu. Palyaço Erkanın dudakları vişne çürüğü rengine bürünür, kartların kokusundan içi kalktıkça dudaklarının kenarları kızıllaşırdı. Bir müddet oturur, sonra dayanamaz konuşurdu. Fal baktıramayacak kadar geveze etmiş çaresizliğim beni derdi. Kendi falıma kendim bakıyorum Metin.

Aslında bu farkındalık ki suçumu daha da ağlanası kılıyor. İtiraf etmek beni ağlanasımla yüzleştiriyor. Metin gülümserdi ve sanki ilk kez söylüyormuş gibi heyecanla. Kadınlar neden fala bu kadar sapkınca düşkündür? Birşeye saplantılı hale gelecek kadar adarlar kendilerini ve işe yaramadığını hissetseler dahi geri adım atamazlar. Bile bile gurur yitimiyle yüzleşmek. Çaresizliğini telvelerin arasında çekip çıkartıp, göz yaşı damlalarını kısmetten saymak. Ah kadınlar, yazık ki kadın olmayı becerememiş adamlar, adamlıklarından gocunan kadınlar! İkisini birbirinden ne diye ayırırlar? “Elohi lema sevaktani. Elohi lema sevaktani. Bekleniyorsunuz.” Erkan son bir kez İzmir’e baktı ve yüzündeki boyaları sildi. Uçuş vakti gelmişti.


EDEBİYAT

MAVİ TİLKİ

TABU-YARA(SA)

- Isındı mı acaba su? - Önce güneşi uyandıralım. Kent, bıraktığım gibiydi. Buruk ve tatlı trajedi, Karanlık günlerin habercisi... Duvarda çatlak olup olmadığına baktım: Hatasız gidiş ve geri dönüş. Hardal, kadife pantolonum iyi hissettirirdi beni, Huzurluydum yeşil ayakkabılarımla. Yarasalarla kaplıydı tavan arası -ve daha fazla felaket getirir buEn az kuzgunlar kadar kasvetli, siyah ve koyu... Şarkıdaki şiirdi tadına vardığım, Çekinecek bir şey yok: Ben daha önce de geçtim bu

yollardan, Yeni değil ki. Alışkanlıklar... Damarlarımda dolaşan kan bile ihanet etti bana, Akarak... Onlar terk etmedi ama, Bırakmadılar hiç, bırakamadılar, Vazgeçme şansı bile tanımadılar. Tabular: Yıkımlar, bıkkınlıklar, yorulmuşluk, dayanıklılık... Geçemediler önüne; sesleri kesilirdi. Amorf bir bileşimdi özü, Gözlüklerinin camı kadar büyüktü dünyaları. Bir çileğin sizi kullandığını düşündünüz mü hiç, Bir kadının sizi kullandığını

düşündüğünüz kadar? İnsan-insan ikilemi, İnsan-doğa ilişkileri, İkili. İşte bundandır: Ne az votkaya inandım ne de makyajsız kadına. Yaralarım vardı benim, derin. Yaramadı, ah bi yara(sa)lar. - Güneş uyandı. - Öyleyse, su ısınmış olmalı. Nurdan KAVAKLI


ÖZTÜRK ALBÜM LANSMANI

5 OCAK 2013 JOLLY JOKER


IDEA

AYLIK KÜLTÜR & SANAT MECMUASI

http://www.facebook.com/ideartmagazine ideartmagazine@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.