Yayın Ekibimiz Genel Yayın Yönetmeni Şeyma Sakallı Yazı İşleri Müdürü Seda Kamburgil Editörler Hilal Buse Yumuşak Serap Ödül Sosyal Medya Sorumlusu Burcu Kılıç Yayın Kurulu Kadir Aydemir Nazlı Deveci Uğurcan Dural Yazarlar Aykut Körmamuoğlu Barış Ünlü Doğucan Arslan Esra Atabay Ferdi Örnek Haşmet Ateşer İlknur Öner Melis Genç Meltem Gökce Merve Aslan Mustafa Akdaş Semra Ünkaya Ülkü Mehtap Zoroğlu Ünal Özkan Yasin Gel Yunus Oruc Web Yazılım Burak Medinovski ISSN: 2148-8851 2
İçindekiler 4... Meltem Gökce - İçinden Doğru Sevdim Seni 5... Şeyma Sakallı - Eski 6... Barış Ünlü - Maden İşçisi 7... Haşmet Ateşer - Bir Gidişe Dair 7... İlknur Öner - Şaire Sorarlar 8... Mehmet Doğucan Arslan - Ters Orantı 8... Hilal Buse Yumuşak - Işığıma 9... Aykut Körmamuoğlu - Sen Varsın, Kalemlerin Canı Yanar 10... Yasin Gel - Geç Kaldım 11... Semra Ünkaya - Huzur II / Sadece Gel / Soru / Yağmur Damlası 12... Mustafa Akdaş - Ne Aptal Adamlardık Be! 12... Ferdi Örnek - Yetince 13... Kadir Aydemir - Papatya Tacı 14... Serap Ödül - Haldun Taner 15... Meltem Gökce - Kıskanmak 16... Seda Kamburgil - Biz Her Bahar 17... Burcu Kılıç - Maviyi Huy Edinmiş Adam 18... Tuba Karatuğ - Hayatın Gerçek Yüzüne / Ressam 19... Fatih Sertkaya - Hangi Şarkıydı O? 20... Buse Aldemir - Kar Tanesi 21... Şeyma Sakallı - Münir Ersan Tuna Röportajı 22... Meltem Gökce - Nezihe Altuğ Röportajı 26... Uğurcan Dural - Kıyameti Yalnızlık Getirecek 27... Nazlı Deveci - Vuslat facebook.com/seyyaredebiyat twitter.com/seyyaredebiyat instagram.com/seyyar_edebiyat
3
İçinden Doğru Sevdim Seni - Meltem Gökce“İçinden doğru sevdim seni Bakışlarından doğru sevdim de Ağzındaki ıslaklığın buğusundan Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de Beni sevdiğin gibi sevdim seni Kar bırakılmış karanlığından” Bana aşkla bakan göz bebeklerini sevdim bir de. Masum gülüşünün altındaki çocuksu adamı sevdim ve de. Hiç değilmemiş gözlerinle hiç tutulmamış ellerinin sıcaklığından sevdim; seninle beni biz yapan siyah beyaz düşlerimizle… “Yerleştir bu sevdayı her yerine Yüzünde ter olan su damlacıklarının Kaynağına yerleştir Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına Gül taşıyan çocuğuna yerleştir Ve omuzlarına daracık omuzlarına Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun Kar taneleri gibi uçuşan Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine Yerleştir bu sevdayı her yerine. “ Her hücren ezberlesin bu sevgiyi. Bir kelebeği tutarcasına narin ellerin, bir bebeği öpercesine sessizliğin, hiçbir canlıda görülmemiş, Afrika çocuklarının yüzünde gördüğüm masumiyet gibidir seni sevmelerim. Bende gördüğüm gibisin… Hiç öpülmemiş çocuk masumluğu yanaklarına, tüm acılara yetecek kadar şefkat dolu kalbine ve tüm sevgisizlere aşkı öğreten ikimize. Göz bebeklerinde gördüğüm gelecek gibisin… “Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen Sevdayı Ve köpüklendir
Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten Öğrenmez ama öğretir mutluluğu Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli Var eden kendini birincisinden Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren.“ Maviliği sevelim! Maviliktedir mutluluk Gökyüzüyle yeryüzünü birleştiren sabahlar, yıldızlarla dalgaları raks ettiren akşamlar… Biz de severiz iyi şiirlerdeki gibi…
“Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen Tanımadığın bir ülke gibi İçinde yaşamadığın bir zaman gibi Tam kendisi gibi mutluluğun Beni bekliyorsun Ve onu bekliyorsun beni beklerken.“ Hiç bilmediğin gülüşlerim, keşfedilmemiş bir kentin sokakları gibi, benim olmayan kalbin, hiç yaşamadığın eski çağ aşkları gibi. Sonsuz, mavi ırmak gözlerin, bir kez tesadüf edip unutulmuş, eski bir yabancı gibi…
4
Eski - Şeyma Sakallı -
Ayakkabı bağcıklarının sana sımsıkı tutunmasını izlemekten, güneşi göremedim çoğu zaman. Başım yerden kalkmadı, İncir ağacının yanından geçerken fark ettim yaşadığımı, İyi demezler ona, Ve ben iyi denmeyen her şeyin esiriyim. Dilenci çocuk gördüm yolda, “En büyük zenginlik para istemek değil ellerini açabilmektir.” dedim. Hayatını değiştirdim, gülümsedi zeytin gözleriyle. Artık sadece ellerini açabildiğine şükrediyordu. Ekmek görünce, Şiir görünce, Su görünce... Kalem görünce şükreden ben, sana gelen ayaklarıma şükrediyorum. Sonra simitçiden simit alıyorum, susam borcum oluyor, Sakalındaki seyreklik ele veriyor yaşanmışlığını, “Eyvallah” deyip dalıyor hayatına. Onun hürriyetine özeniyorum, Arabasını istiyorum, Tekerleklerindeki çamur izleri senden olsun, Evinin önünden... Uzağa götüremez, Seni taşıyamaz, Bizi bize getirir, Böylesi daha güzel. Ama simitçi kızar dersen dokunmayız arabasına. Kızgınlıklarda tebessüm gözetmem. Yolun ortasında durmamızı istersen dururuz, Evlere bakarız,
İnsanlara bakarız, Gece olursa sokak lambasının ışığının altında bakarız birbirimize, Yeter ki sen bakmaktan sıkılma, Sıkılganlıklarını, geçmişini doldurduğun izmaritle birlikte ez. Parmak izlerini bırakmadan... Ve artık o da eski olur. Eskiler cumhuriyetini kurarız. Yeniliklerle inatlaşmayız belki ama eski kitap alırız. Eski gibi görülen şairlerimizi ziyaret eder, kabriyle konuşuruz Saç telini toprağın yiyeceğini bile bile, korursun rüzgârdan. Sağcıların içinde saklanan sol’u ziyaret etmek gibidir seni sevmek... İmkânsızsa; İmkânsızlıkta bir ibadet. Beklemelerin birazı gelmek ve gitmektir Kudretimse ıslak ayaklarınla halıya bastığını bilmektir. Bilmemek bazen en güzelidir derler, Her gün bir doz bilmek fiilini yüklüyorum içime. Zehirleyeceğini bile bile... Zehirlenmeden ve toprak olmadan önce; Şehrimden bak dünyaya, Balkonundan gülümse şiirlerime, Şiirlerin ne dersen, Gel bak içime; Biraz hürriyetin, biraz gelemeyişin, Ama hep özleyişim...
5
Maden İşçisi -Barış ÜnlüHayat denen ayrılık pazarında, Kömür karası gözleri vardı, Onun. Üstü başı yırtık hayallerinde, Tozpembe evlatları vardı, Onun. Karanlık yarınlarında Hatta gün yüzü görmemiş sevdalarında, Her an ölümü kokluyor olsa da Dönüşünü bekleyen bir karısı vardı, Onun. Teninin beyazlığına yağmur misali düşmüş, Acının siyahıyla kavrulmuş, Kimileri için ucuz bir canı vardı, Onun. Bir ateşböceği misali sarı baretinden çıkan Aydınlık nefesli umutlarında, Kaderinin ne zaman son bulacağı belli olmayan Azrail rengi takvimleri vardı Onun. Yamalı cebine koyduğu bir avuç zenginliğinde Hatta boğazından geçecek Bir tutam lokmanın minnetinde, Kirpiklerinden akacak bir damla mutluluğu vardı, Onun. Yeryüzünü kutsayan bayram sabahlarının Çocuksu sesinde: Yerin kaç kat altında olduğunu bilmeden Şükredeceği belki de sevdiklerinden uzakta gireceği Nice öksüz sevinci vardı, Onun.
6
Bir Gidişe Dair -Haşmet AteşerBir gidişe dair; Bavulunu sürerken peşin sıra, Hüznün sen tonu kalır benimle. Mesela özlemek diyelim koyalım bavula, Sana dair henüz yazılmamış şiiri eklemeyi unutmayalım, İlk öpüştüğümüz şarkı, gittiğimiz film, ettiğimiz kavga, hepsini atalım içine. Bende ne varsa sana dair, Kim olmuşsam seninle, Ne kadar sevmişsem seni, Ne denli karışmışsan bana, İşte hepsini al götür o bavul ile birlikte. Unutayım seni, Sanki hiç sevmemişçesine. Ve ben, İkimizden geriye kalan koca bir kimsesizlik içinde, Hüznün sen tonunda bulurum seni.
Şaire Sorarlar -İlknur Öner-
Beklemek mi, kavuşmak mı? Beklemek der, şâir. Beklemek, biraz da kavuşmaktır aslında; Kavuşmanın öncesinde yaşananın fazlasına. Denizini karşılıksız seven martıya, Dalından rahatsız olmayan ağaca, Gecenin bağrına bastığı yıldıza, Bilmediği yollara, sevdalı pencere kenarına, Bir şiirde sonlanmayan cümleye varana. Şimdi beklemek, kavuşmaktır lügâtımda.
7
Ters Orantı -Mehmet Doğucan ArslanSessizlikler çığlık olur. Gökyüzünü özlerim çoğu zaman masmavi, Güneşin denizle öpüştüğü saatleri, Mehtabın kızıllığı düşer son demlerinde sevdanın, Kavak yelleri poyraz olur. Nefes almayı özlerim çoğu zaman derin derin, Gülümsemeyi gerçek duygularla... Sen düşersin aklıma bir an Kahkahalar hüzün olur. Kendim olmayı özlerim çoğu zaman senden yoksun. Hep varmışsın gibi ama yoksun... Sonra bir çift yeşil göz girer hatırama Rüyalar kabus olur. Konuşmayı özlerim çoğu zaman sen dışında, Kağıt kalem elime ağır gelir geceleri, Bahar olur güzler silinince sevda izleri, Sen bende kaybolursun.
Işığıma -Hilal Buse YumuşakSenden inciler istemedim, zira incim vardı benim yüreğinin kapalı kutusuna saklanmış en değerlisinden... Onun parıltısını sadece güldüğünde gözlerinin içinde görebiliyordum. Bu yüzden de en büyük emelim gülüşünün yolundan gözlerine ulaşmaktı... Gülücüklerini toplayıp göz bebeklerine bırakmak... Sonra saatlerce ona bakmak, doyamamak... Aynaya baktığımda gördüğüm tek bir şey vardı; sana söyleyemediklerim gözlerimde saklıydı. Tıpkı, sadece senin gözlerinde görebildiğim ışık gibi. Korkardım gözlerimden bir damla yaş düşer de kaybederim diye. Bazen bir cesaret kamçısı vuruyordu yüreğime, söyleyemediğim şeyler vardı elbette. Ama biliyordum, kolaya kaçmıyordum “seni seviyorum” demek kadar basite indirgemiyordum. Sadece bakıyordum saatlerce, gözlerinin ufkunda tadına varabildiğim ışığa.
8
Sen Varsın, Kalemlerin Canı Yanar -Aykut KörmamuoğluKendime “kalk ve silkelen” demediğimden Bütün dört duvarlar en mahrem zihin bölgeme düşman Bütün düşmanlar en asil suskunluğuma pişman Çünkü ben susunca hakikatte fezalardan fırtınalar kopar. Ben o günden beri hep aynı hırkayı giydim O gün bir aşk geldi, yakalandım, cehennem tüm çıplaklığıyla fark edildi, Şimdi orası bir dönüm noktası benim sözlüğümde Şimdi bana bakan bütün namlular varoluşun dayanılmaz titreyişinde. Şehri penceremden, ışıkları kapalı bir tütün odasında seyrediyorum İşte bu yüzden içimdeki benlik için kalktı tüm kadehler Bu gece misafirim elmacık kemiklerine yaslandığım fırtınasız liman Bu gece rüyaların kâbuslara ihtilali ihtimali belirdi. Ve kirpiklerinden bir savaş kopar gibi kopuşumda saat Başını öne eğdiğin vedalarda dirilen bir seda ben Sana bakmayıp da yolu ardım sıra katmam için çok geç Bedeli iki bin on dört yılında ödenmiş bi’ katliam bu. Sabahın gırtlağından parmak izimi alır gece Darmadağın psikolojin bana el verdi, bir deliliği büyüttük hepsi bu O gece sana yanan tüm sokak lambalarına kinimi kustum Esen yel dâhil, gök dâhil, ben dâhil, her birimiz ağlamayı unuttuk. Benim çaresizliğim Abakan, Benim hissettiğim Horasan’dan kopup gelen bi’ miras. Üstüne bir de alıp yazgım için sana koca bi’ boşluk açtım, en az bir Balkan eder, Şu gölgeden değil, bizi anlasınlar soğuk esen yelden ve kavimler göçünden. Bana bi’ muharebelik şans tanıdılar ve senin için çarpıştım, Ahal teke oldu yollar, bir adımda bin defa yaklaştım! Böylesine vakur bir avaz gibi, seni duyarmışım gibi kulağımı gökyüzüne kapattım, O an anladım, ben saraylara değil kışlağımda açtığım çadırlara aşığım! Sen varsın, yani tüm kâğıtlar ağlar Sen varsın hangi kelime sussa, öteki ağlar Her gün ayrı ayrı sen yazdım, kalemlerden çıt yok Bu yüzden sen varsın, yazıldıkça kalemlerin canı yanar!
9
Geç Kaldım -Yasin GelBen hep geç kaldım Ama hep Bazen geç kalmamak için yalvardım, Bazen de umursamadım bilerek geç kaldım Bazen gelişlere bazen gidişlere Bazen gülüşlere bazen hüzünlere İnsan hiç kendine geç kalır mı? Ben kaldım. Tam bir ahmaktım Anlamakta geç kaldım Yağmurda yürümek istedim Dışarı attım kendimi, durmuş Yağmura geç kaldım Sevdiklerim benden uzaklaşırken Dur, gitme demekte geç kaldım Saçma sapan insanlar tanıdım Onlara da git demekte geç kaldım Sevmeye geç kaldım bazen, Unutmaya hep geç kaldım Ona da geç kaldım ben. Tam vaktinde orada olacağım dedim Olamadım. Adını duyduğumda içim titrerdi o zamanlar Belki de titremektendir, heyecandan belki Yine geç kaldım. Bir mektup yazdım, ne iyi ettin de geldin diye Ben mektubu yazarken sevgilimdi Ertesi gün teslim ederken eski sevgilim! Zamanı ayarlayamadığımdan hep, yine geç kaldım Mesela seni seviyorum diyemedim Şöyle tüm dünyaya seslenmeye çalışır gibi bağırarak Ölmeden önce son sözünü söyler gibi belki Belki çekinmekten gözlerinin içine bakamadan Ama geç kalmadan.
10
Huzur II -Semra ÜnkayaEtrafımdakiler sert ve ciddi göründüğümü söylerken, işyerinde müşterilerim ve arkadaşlarım hep güler yüzlü olduğumu söylüyorlardı. Neydim ben, iki ruhlu mu? Yoksa çift karakterli mi? Ne olmuştu ki bana bu kadar değişmiştim. Neyse ki işsiz kalmıştım, Türkiye içinde 2001 zor yıllardı; bir gecede zengin ya da dipte olabilirdiniz. Bir varlıklı, bir yoksul, güvensiz, endişeli, huzursuz günler. İşte ben tam krizlerin ortasında işsiz kaldım ve kendime geldim, dahası huzuru buldum. Buna ne derler trajikomik mi? Hayatın bana verdiği ikinci bir şans mı? Sonuçta yıllarca kendimi kandırdığımı fark ettim, başarılı ama mutsuz olduğumu, kalabalık ama yalnız olduğumu ve en önemlisi her geçen gün sağlığımı da kaybettiğimi. Anladım ki ben huzuru hiç bilmemişim. Bazı duyguları yeniden yeşertmek mümkün olacak mıydı acaba? Öğrenmenin yaşı yoktu ya hissetmenin, huzuru yakalamanın. Huzur’un ne oturduğunuz evin büyüklüğüyle, ne kullandığınız-bindiğiniz arabanın modeliyle-markasıyla, ne bankadaki nakit para-yatırımlarınızla, ne de etrafınızdaki insanlarla ilgisi yoktu. O hiçbir şeyiniz olmasa da sizde olan bir duygu, bir yürek sesiydi maddi karşılığı olmayan, elle tutamayacağınız, gözle göremeyeceğiniz ve yeri başka şeylerle de doldurulamayan. Bir kelebeği izlemek, bir çiçeği koklamak, denizin dalgalarında kaybolmak, bir kuş sesini dinlemenin çok ama çok ötesinde bir şeydi. İşte bu yüzden huzur önemli; başınızı yastığınıza koyduğunuzda vicdanınızın sesi dinginse huzurlusunuz, mutlusunuz, başarılısınız. Huzurunuz varsa her şeyiniz var demektir. Hayatta maddi değerleriniz az olabilir, her istediğinizi alamıyor sadece ihtiyaçlarınızı karşılayabiliyor olabilirsiniz ama ruhunuz zenginse, yüreğinizde sevgi eksik değilse, bir yudum su bile olsa paylaşıyorsanız eğer huzur için yeter. Yaşamınız boyunca da herkese huzur verin ve de kimsenin huzurunu kaçırmayın. Benim gibi işsiz kalmayı beklemeyin, kendinize sahip çıkın, kaybetmeyin. İkinci şansınız olmayabilir. Huzurlu günler...
Sen Gel Seni bana getiren her şey kabulümdür Yeter ki sen gel, Gitmemecesine yüreğime.
Soru Herkesin bildiği ama benim bilmediğim, Benim bildiğim ama herkesin bilmediği aşk, Hangisi sevdiğim?
Yağmur Damlası Gülüşünü, Bir yağmur damlasında sakladım, Toprakta yeşersin diye.
11
Ne Aptal Adamlardık Be! -Mustafa AkdaşNe aptal adamlardık be Eksik olmazdı elimizden, Çalılar arasında yaktığımız sigara Bir de rakı ezmesi tarzı bir küfür ağızlarda Bacımıza da laf attırmazdık Hani erkektik ya delikanlıydık Konuşmadığımız kimse de kalmazdı Her defa bu son deyip Buna öyle düşünmüyorum deyip Pasını silmeye çalıştık kalbimizin Şeytan da uğramaz olmuştu artık Zaten kötülüğün duraklarından biriydik Ne aptal adamlardık be Firavun torunlarından beterdik.
Yetince -Ferdi Örnek- Ayşe. Evet, seni bekliyorum. + Neyi bekliyorsun? - Soruma cevap vermeni. + Soru sormadın ki Yavuz. - Ayşe… Seni seviyorum başlı başına bir sorudur. Bilinir ki Bu kepaze hayatın tek güzel istisnası olur; Bir sabah gözlerini de alıp gelişin. Gözlerin git gide siyaha çalar ve O an iyilik moda olur bu çağda. Şükür ki! Varlığın; sermaye yeterlilik rasyosu bu hayatın, İptidai bir akım bu çağda rasyonalizm. Liberal, kuşkulu ve seçiciyiz, Annemiz hayatta, kimsesiz değiliz. Not: Evet sen,Tomris kadar güzel bir şiirsin, Lâkin ben, Turgut kadar şair değilim.
12
Papatya Tacı -Kadir Aydemir+ Fotokopi makinesi aynı anda iki kağıt çeker ya birden... Hiç oldu mu sana ? - Olmuştur. + Heh, oradaki iki kâğıdın biri ben, diğeri sen ol istiyorum. Herkes üzerine yazılana giderken biz buruşturulup çöpe atılalım belki. Ama biz atılalım, farklı ellerde olmayalım, farklı senaryolar yazmasın üzerimizde. Olamayacaksak bile biz olmayalım. Yanaklarımdan akan gözyaşlarım avucuna damlasın istiyorum. Sonra ellerinin saçımda gezinmesini, Gözyaşlarımla yıkanmasını istiyorum saçlarımın Ki dizine koyabilmeye layık olsunlar diye... Gözlerine bakarken gözlerim terlesin istiyorum. Kahverenginin en güzel tonlarını gözlerinde görmek isterdim. Gözyaşının şeffafını, hıçkırıklarının derinliğini içimde yaşamak isterdim. İçin acıdığında ölmek isterdim. Tüm dünyanın acısını yüklenerek ölmek isterdim. Ölmek isterdim, Çünkü ağlamanı istemezdim. Ben ağladığımda kendini kıçı kırık İki satır şiire layık görmek istemediğinde. Yakmak isterdim Kağıda dökülen tüm şiirleri senin her ağlayışında... Gözyaşlarını ateşin parıltısında silmek isterdim. Yanakların ıslansın istemezdim. Ölmek isterdim, Çünkü yanaklarının ıslanmasını istemezdim, Şiirler yandığında senden değerli olmadıkları için... Bir rüya ve yalan istemezdim Kendini sözlerime layık görseydin.
Tüm yaşananların yalan ve olayların rüya olmasını istemezdim. Papatyalar isterdim yaprakları hep “seni seviyorum” ile biten... Güzel kokulu papatyalar isterdim etrafımızda, Oturduğumuz çimenleri boylu boyunca sarmasını isterdim papatyaların, Çünkü güzelliğini örtmeleri için bilemezdim kaç papatya gerektiğini saymasını... Devrik cümleler isterdim; devrik hayaller, aşklar yerine. Ve ben ölmek isterdim, Papatyaları saçlarından kıskanırım diye. Her saat başı farklı ruh halleri istemezdim Eğer sen şiirlerden önemli olduğunu kanıtlamamı isteseydin. Pazar ve pazartesi olmak istemezdim seninle, Sırt sırta vermiş, birbirlerine bakınca altı gün mesafe gören günler gibi. Sana söylenen her cümlenin ilk hecesi olmak isterdim. Ellerimi kalbime götürdüğümde kuru bir çarpıntı yerine senin adını hissetmek isterdim. Şiirler isterdim, daha önce kimsenin ağlamadığı şiirler, Ki başına taç yapabileyim. Dünyanın hiçbir yerinde yalnızlık olmasın isterdim. Hiçbir şiir yalnızlık adına yazılmasın diye. Şiir yazmak isterdim sana dizeler boyu, Ki başka şiirler okuma diye. Okumanı istemezdim, gözyaşın akar diye. Kalbimin yanmasını istemezdim yanında olsaydım, Gözyaşlarınla söndürmeye çalışmanı istemezdim. Ben sana orkide ile dolu bir bahçe vaat edemem. Sen gel papatya tacımın gölgesinde yaşa.
13
Haldun Taner -Serap Ödül”Zilli Zarife”, “Ayışığında Şamata”, Vatan Kurtaran Şaban”, Astronot Niyazi”, Dev Aynası”, Çıktık Açık Alınla”, “Yalan Dünya.”ve “Kapılar’dır.”
Hayatı bedenen noktalasa da Asıl olan fikirlere sekte vuramaz ölüm Layığıyla yaşanmış bir ömür Denizler gibi berrak ve kusursuz Ulu bir ağaç gibi köklü ve derin Nadir bulunan bir dost gibi eşsiz ve kıymetli Tanık olmak böyle yaşamlara Az da olsa içinden geçebilmek Nesiller boyu anlatılagelen Eskimeyen fikirleri düşünmek Rastlamak herhangi bir satırda bizi de anlatan bir başkasına. Büyük usta sevgili Haldun Taner ‘in bu yıl ( 16 Mart 1915- İstanbul) 100. doğum yılı. Sanatçı geçtiğimiz mart ayında düzenlenen çeşitli etkinliklerle anıldı ve 100. doğum yılı olması sebebiyle sanatçı adına Caddebostan Kültür Merkezi’nde bir sergi açıldı. Bizler de naçizane yukarıdaki dizelerde aktarmaya çalıştığımız duygularımızla birlikte, 7 Mayıs 1986’da yitirdiğimiz sanatçıya, dergimizin bu sayısında yer vermek istedik.
Bedenen aramızda olamasa da bizlere bıraktığı eserler ve düşünceleriyle aramızda yaşayan edebiyatçı, sevenleri tarafından örnek olan güzel insan tabiriyle anılagelmektedir. Edebiyat dünyamızın en büyük kazanımlarından olan Taner; yaşamı boyunca tiyatro oyunları, radyo skeçleri, hikâye, deneme, fıkra, gezi notları ve makale türünde yazılar kaleme almış, gençlik dönemlerinde yazdığı skeçlerle edebiyat yaşamına adım atmış, ülkemizde epik tiyatronun ve kabare tiyatrosunun öncülerinden olmuştur. Cumhuriyet dönemi tiyatrosunun önemli yazarlarından olan Taner, ayrıca Bizim Tiyatro, Devekuşu Kabare ve TEF Kabare tiyatrolarının kurucusudur. Yazmış olduğu tiyatro oyunları hem yurt içinde hem de yurt dışında sergilenmiş ve büyük ilgi görmüştür. Kaleme aldığı tiyatro oyunlarından bazıları; “Günün Adamı”, “ Fazilet Eczanesi”, “Lütfen Dokunmayın”, “ Huzur Çıkmazı”, “ Keşanlı Ali Destanı”, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım”, Eşeğin Gölgesi” 14
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden olan Taner’in edebiyat yaşamında, kaleme aldığı hikâyeleri de büyük önem taşır. “Yaşasın Demokrasi” isimli hikâye kitabı sanatçının yayınlanan ilk hikâye kitabı olmakla birlikte; “Tuş”, “Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu”, “Onikiye Bir Var”, “Sancho’nun Sabah Yürüyüşü”, “ Yalıda Sabah”diğer hikâye kitaplarındandır. Bütün yaşamını edebiyatla iç içe, dolu dolu geçiren Taner’in eserleri pek çok dile çevrilmiş ve sadece ülkemizde değil yurtdışında da sevilerek okunmuştur. Ayrıca yaptığı çalışmalar hem yurt içinde hem de yurt dışında Taner’e birçok ödül kazandırmıştır. “Necmiye’nin Hatırı” isimli hikâyeile 1948 yılında “Yunus Nadi” adına düzenlenenhikâye yarışmasında dördüncülük, “Şişhaneye Yağmur Yağıyordu” isimli hikâye ile 1953 yılında “Uluslararası Hikâye Yarışmasında” birincilik, “Onikiye Bir Var” isimli hikâye ile 1955 yılında “Sait Faik Armağanı” ödülü, 1955’te “Kaçak” adlı senaryo ile Türk Film Derneği tarafından “Senaryo Ödülü”,
1956’daVarlık Dergisi tarafından “Yılın En Beğenilen Hikâyecisi” ödülü, “Sancho’nun Sabah Yürüyüşü” isimli eserle 1969’da “Uluslararası Bordighera Mizah Festivali” ödülü, 1972’de “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” oyunu ile “Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü” ve Sanatsevenler Derneği tarafından “En İyi Yerli Oyun” ödülü, 1982’de “Güncel Gazetecilik Başarı” ödülü, 1983’te “Yalıda Sabah” isimli kitabıyla “Sedat Simavi” ödülü, 1984- 1985 yılında Sanat Kurumu tarafından “Tiyatro Onur“ ödülü. Yaşamını edebiyat alanında iyi işler yapmaya adayan Haldun Taner, ülkemizde usta olarak anılan birçok sanatçının yetişmesine de katkı sağlamıştır. Sanatçılara önderlik ederek, gerek hayat felsefesiyle, gerek insan sevgisiyle dolu olan kişiliğiyle herkesin gönlünde yer edinmiştir. Ayrıca edebiyat alanında kendini geliştirmek isteyen ve bu konuda çalışan pek çoğumuza eserleriyle ilham kaynağı olmuştur. Taner eserlerinde, Türkçeyi kusursuz ve sade bir şekilde kullanması ile Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatına damgasını vurmuştur. 1987 yılından bu yana düzenlenen “Haldun Taner Öykü Ödülü” yarışmasıyla adının hikâyelerle yaşatıldığı sanatçıyı, Seyyar Edebiyat ailesi olarak bizler de 29. ölüm yıldönümünde sonsuz sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Kıskanç -Meltem Gökce“Sakın bir söz söyleme... Yüzüme bakma sakın! Sesini duyan olur, sana göz koyan olur. Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın, Anan bile okşarsa benim bağrım kan olur... “ Gözlerin değmesin benden başka kahvelere, gülüşlerin hediyedir benim çehreme, seninle uzanmak sonsuz bir maviliğe, ikimizin olduğu tek yer belki de… Seninle var olmak, seninle uzanmak geleceğe, seninle sevmek, her şeyi seninle… “Dilerim Tanrı’dan ki, sana açık kucaklar Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun, Kan tükürsün adını candan anan dudaklar, Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun!” Sana benim gibi bakan bu kalabalık sevgimize engel bu şehirde. Sonsuzluğa uzanan bir mavilik bulalım birlikte. Hiç olmazsa birbirimizin olalım. Sana açılan kucaklar hep benimki olsun, adın yeniden ve yeniden dudaklarımı bulsun, bu eşsiz sonsuzlukta; acılar ve sevinçler, hüzünler ve özlemler hep seninle olsun!
15
Biz, Her Bahar -Seda Kamburgilİlkbahar hem veda hem de merhaba mevsimidir. Soğuk, yağmurlu, bulutlu gökyüzüne hoşça kal deyip; kuşlarıyla, çiçekleriyle, yeşilin her tonuyla kucaklar insanları. Gökyüzü atar griyi, giyinir mavileri... Göçmen kuşlar dans eder maviyle, papatyalar sarılır doğaya, ağaçlar gelin gibi süslenir bu ılık mevsimde. Gökyüzünün gülen yüzleri, kanat çırpar her gün pencerene. Zaman, bir şarkının nakaratında dans ederek geçer. Pencereyi açtığın an çocuk sesleriyle dolar evin. Baharla birlikte dolup taşan duyguların, çocukların ellerinden tutup koşmak, oynamak ister. Bahar çocuklaştırır insanı biraz. Baharın ılık rüzgarı yüzüne bir buse kondurur. Davet eder seni bir parka, sahil kenarına... Yeşili, maviyi doya doya yaşamak istersin. Yeşille mavinin arasında açan bir gelincik ya da bir kırlangıç olmak istersin. Hem özgür hem doğanın bir parçası... Günler uzamaya başlar. Bakarsın güneş hâlâ tepede, “Daha vaktin var, temiz havayı gönlünce içine çek.” dercesine göz kırpıyor. Güven verir bahar insana. Ağaçlarla birlikte umutlar da yeşerir bu genç ruhlu mevsimde. Bahar; yaşanacak, yarım kalmış planların tamamlayıcısıdır. Üstündeki kasvet, keder hırkasını çıkartır; cıvıl cıvıl, renk renk bayramlık sevinçleri giydirir. Bahar, balkonda sıcak bir sohbet eşliğinde demlenen çayın mevsimidir. Hava ılık, çay sıcak, sohbet koyu... Komşuyu, akrabayı bir araya toplar bu mevsim. Bütün kış; hapsolmuş sözcükleri, cümleleri paylaştırır sevdiklerinle. Ne yapacağı belli olmaz bu delikanlı mevsimin. Yirmi yaşlarında bir genç gibi anlık duyguları vardır. Kâh güler kâh kızar. Ama üşütmez. Doyasıya ıslanırsın nisan yağmuruyla. Gökyüzü; bereketi üstüne yağdırır, senin için temizlenir, yenilenir. Bir çiçek gibi filiz verirsin doğaya. Doğa, toprak kokar. Yapraklarını toprağa örten çiçekler tekrar döner yüzlerini güneşe, şükredercesine. Çiçeklerin her rengine gökyüzünde rastlarsın. Gökkuşağı, sarıdan yeşile köprü kurar tüm çiçeklerin yüzünde. Bahar naiftir, ılıktır, aşktır, sevgidir, birleştiricidir ama en güzeli yazın habercisidir. Küsmeyin, kızmayın, kırılmayın bu mevsimde. Baharın hakkını verin, canlanın, yeniden doğun ama bu kez tabiat ananın kucağına. Önce silkelenin sonra bir papatya çayı demleyerek başlayın ilkbahara. Kalbinizde bahar çiçekleri yetiştirin fakat soldurmayın.
16
Maviyi Huy Edinmiş Adam -Burcu Kılıçnin çok iyi bildiği bir Tomris Uyar hayranıydı. Öyleki Turgut Uyar bile ‘Kim bilir daha kaç gizli hayranı vardır?’ dercesine, elinden her an uçup gidecekmiş gibi sevmektedir, Tomris Uyar’ı. Edip Cansever ise Tomris Uyar’a her doğum gününde (15 Mart) şiirleriyle yansıtmaktadır hissettiklerini.
Onunla keşfettik belki de mavinin tonlarını, güzelliğini... Daha da sevmeye başladık belki de. Mavi saftı, aşktı, anılardı çünkü. Gökyüzünde sakladık çocukluğumuzu, hiçbir yere gitmesin diye... Maviliğe baktıkça unutmak mümkün olmasın diye! Öyle diyordu ya Edip Cansever... 1928 senesinin 8 Ağustos’unda İstanbul’da gözlerini açmıştı bu dünyaya. Yüksek Ticaret Okulu’ndaki eğitimini tamamlamadan ticarete atılmayı tercih etmişti. Ancak şiir yazmayı bırakmadı hiçbir zaman! İlk şiiri de 1944 senesinde İstanbul Dergisi’nde yayınlandı. Daha sonradan kendisine ait ‘’Nokta’’ dergisini çıkardı. Edebiyatın bildiğiniz gibi İkinci Yeni Hareketi içinde sürdürmüştür. Gelelim bu mavi yürekli adamın dokunaklı şiirlerine ilham olan insanlara... Edip Cansever, özellikle Ankara ve İstanbul edebiyat çevresi
Edip Cansever’in eşi Mefharet Hanım eski İstanbullu bir ailenin kızıdır. Annesinin Sarıyer’den Kadıköy’e gelmesi üzerine, Mefharet Cansever de Kadıköy’de doğar, orada büyür. Çok genç yaşta da Edip Cansever ile evlendiği bilinmektedir. Bu evlilik ise tam 39 yıl sürmüştür... Edip Cansever’in yazdığı Hatta Edip Cansever’in “Bir adın şiirlerin ilk okuyucusudur eşi vardı senin, Tomris Uyar”dı. ‘ şek- Mefharet Cansever... Çoğunlindeki dizeleri bu tarihte yazılmış lukla vaktini evde geçirir; dizelerdir. Israrla “Adını yenile bu ayrıca Edip Cansever’i de yalnız yıl ama bak Tomris Uyar olsun bırakmamaya çalışırdı. 1936’ gene...’” dizeleriyle seslenmiştir. da Cansever’in ölümü üzerine Tüm bu olanlar karşısında tepki evlilikleri üzücü bir şekilde vermekte ise biraz geç kalacaktır sonlanmıştır. Tomris Uyar. Edip Cansever’in Mefharet Cansever, eşi Edip ölümünden sonra kendisini çok Cansever için; ‘’Edip şiirlerini etkilediğini eleştirel bir şekilde dile genellikle sabah ile öğle arası getirecektir. ‘’Daha çok anlatan, bir saatte yazar, kahve molası daha süslü ve imgesi bol. Tekrarı verdiğinde de ilk bana okurdu. seven bir şair...’’ Tomris Uyar’ın El yazısından çok direkt olarak ona dostça ve arkadaşça baktığı daktilo ile yazardı. Edip tibilinmekteydi. Ancak durum Edip yatro oyunu yazmayı çok arzu Cansever için daha fazlasıydı... ederdi. Ne yazık ki ‘Ben Ruhi ‘’Tomris rakıyı çok severdi, bense Bey Nasılım’ ölümünden sonra onu...’’ İkilinin o dönemlerde baş tiyatrolaştırıldı. Ama kendisi başa, boğaza karşı, dalgaların sesi göremedi. Edip’in üretkenliğinde eşliğinde rakı yudumladıklarına kişisel coşkusu, bitmek tükenmek şahit olan çevreler mevcuttu... bilmeyen enerjisi ve de gözlemciliği vardı. ‘’ demiştir. Hafızalarda Tomris Uyar’ın Edip Mefharet Cansever, Edip Cansever için söyledikleri kalır; Cansever’in ölümü üzerine ise; Edip Cansever içinse şunları ‘’Edip’in ölümü ani olduğundan söylemişti Tomris Uyar: ‘’Sevgililik mıdır nedir, bende şok etkisi ya da aşk duygusu zamanla yara yarattı. Bir daha asla onunla alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliolduğum gibi olamadım. Eski yor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve sofralarım, gezmelerim, coşkulirik bir dostluk olduğunu Edip larım yavaş yavaş azaldı. BunCansever öğretti bana.” ların hepsi Edip’le güzeldi çünkü o bir şairdi.’’ Edip Cansever’in Ve Mefharet Hanım... kızı Nuran Cansever Birol ise anne ve babasının aşkları üze17 rine;
‘’Annem, babama çok aşıktı. Hâlâ aşık. Öldükten sonra tek bir cümlesi bile olmadı içinde ‘Edip’ geçmeyen. Şimdi çok hasta olduğu için yavaş yavaş izi silinmiş gibi duruyor, ama hastalıktan o da. Birbirlerine çok aşıktı onlar. İkisi de. Karşılıklıydı bu aşk. Hep gezerlerdi, eğlenirlerdi. Onların yanında ben, annem ve babamla değil de, ablam ve ağabeyimleymişim gibi hissederdim.’’ demiştir. Edip Cansever’in ölümüyse tatil için gittiği Bodrum’da geçirdiği beyin kanaması sonucunda gerçekleşmiştir. Mevsimlerden ilkbaharın dünyaya gözlerini açtığı, Edip Cansever’inse gözlerini yumduğu bir mayıs günü hayatını kaybetmiştir. Ve sanırım ölümünü en güzel Cemal Süreya ifade etmiştir... ‘’Her şeyin fazlası zararlıdır ya, fazla şiirden öldü Edip Cansever...’’
Hayatın Gerçek Yüzüne & Ressam
-Tuba Karatuğ-
Biliyorum, Çalışmaz saatler geri... Gençliğimin yarısında, Gafil avlandım. *** Bir ressam arıyorum, Ruhumdaki derin izleri bütün çıplaklığıyla gösterebilecek. Görünen portremin ardında saklanmış gizlerimi, Çizsin tüm hatlarıyla Ben’i Ben yapan unsurlarımı. Sığdırsın Ben’i bir kağıda, Ve göstersin tertemiz kağıda çizdiği suretimi. Sonra versin elime, “Bu’sun sen!” desin bana, Baktıkça esere göreyim kendimi, Bütün gerçekliğimle anlatsın Ben’i baştan başa.. Belki bir ihtiyar çıkar ortaya, Kim bilir!...
18
Hangi Şarkıydı O? -Fatih SertkayaDünyanın önüne attılar bizi sevgilim Hangi mevsimdik, hangi ücraydık, hangi kıtlıktık? Bilemedik. Yaradan yerlerimiz, uhrevi sancılarla oyulurken Çentik atılmadık ne kaşımız kaldı, nede gözümüz Ney- yazık ki derinlerde, boğuk mevsimde. İç çıkmaz can çıkar Amerikanvari üç şeriat benizli, dilimi kesti ki! Tam üçer kez Ney, sura nefes üflendi. Ney de sıcak iki derin nefes fenalaştı Sırtımızda demir kancalar sevgilim, güneş içer yaralarımız Ve bu eğilimler, bel kemiğimizde çatırdar bencil bir şekilde Misal, gözlerine güneş gözlüklerimin arkasından bakabilirim şimdilik, fakat… Her neyse, Unutmadan! Yaralar demiştim. Yaralarımız Dizlerimde çocukluğumun arka bahçe provası Ve duvarlara kızdığım üçüncü şahıs şiirlerim düşeyazar Oysaki her şey sadece kamusallaştırmaktan ibarettir Yaralarımız demişken, demiş miydim? Belki de aynı zaman yaralarıyızdır, çocukluk telaşlarımız da Belki de telaşlarımız, zamansızdı yaralarımıza Sen ağlarken, ben dizlerine üfleyemedim. Bildiğim bu Şair olma isteğim de belki de bundandır. Kim bilir…
Şimdi, Soruyorum sana sevgilim “hangi mevsimdeydik?” Ve mahşer yeri, hangi mevsimin ötekisiydi? Bu gün değil, bu gün Kudüs kutsandı. Katedraller yıkandı. Bu gün değil biliyorum. Batı Şeria duvarı hala ayakta Ve tren tam saatinde istasyonda Dünyanın ön balkonundayız bir süreliğine sevgilim Sırtımız dönük yüzümüze, bu yüzdendir ki Arka balkonda olup bitenleri yalnızca Tom amca biliyor. Zamanıdır. Devşir beni sevgilim! Sarı çiçek tarlalarına devşir! Paslı saksılarda yetiştir, dezenfekte et köklerimi Aşıla beni bir gül yanağına, meydanlara, avazlara Her şeye rağmen Diyelim ki freni patlamış bir İtalyan arabasında, fiyakalı bir gülüş çarşambasıyız Ve bir o kadar da Fransızız Radyoda hiçbir şey çalmıyor. Çünkü şarkıyı biz söylüyoruz Yol, kabiliyetli virajlarla dolu Sen gözlerime bakıyorsun ve elim, elini her an tutabilir Düşün sevgilim, her şeye rağmen Anlayabiliyor musun beni? Fakat biliyorsun ki! Ney yazık ki! Ney’e yazık oldu. İnsanlar, köpük dolu küvetlerinden çıkmadılar Acılarımız kronikleşti. Gürültücü olduk Alt kattaki kadın sessiz olmamız için kendi tavanına benim kafama vurur oldu O, sıcak su torbasıyla mutluymuş Buna inanabiliyor musun sevgilim, Buna inanabiliyor musun?
19
Kar Tanesi -Buse AldemirDokunuşu kadar sıcaktı kalbi... Kirpiklerinin üzerine düşen kar tanesi, Gözlerinin güzelliğini ikiye katlıyordu.. Karlı havanın soğuğunu içine çekerken sessizleşiyordu etrafı. Duymuyordu hiçbir şeyi. Gözlerini kapatmıştı. Sadece düşünüyordu, göz bebekleri dahi oynamıyordu. Aklında binbir düşünce vardı. Hepsi sakin, hepsi sessiz, hepsi keskin... Sivriydi aklına gelenler, zaman zaman ruhuna batıp acıtıyorlardı. Aralarında iyileri de vardı. Ama yarısından fazlası özlediği hatıralarıydı. Gözleri hâlâ kapalı, aklına gelenlerle savaşmaya devam ediyordu. Kar taneleri yeryüzüne inmeye devam etmekteydi ve onun verdiği huzurla kıpırdamadan yerinde duruyordu. Ondan gidenler, ona gelenler, onda yarım kalanlar, onda tamamlanamayanlar... Sessizlik ve tenine değen kar, onun en büyük huzuruydu. Nefes alıp verirken iki dudağının arasından çıkan buharı hissedebiliyordu. Havaya karışan, onun sıcaklığını taşıyan sisli küçük bir bulut... Yağan her tane sanki onun içine işliyordu. Ve birer birer üzüntülerini oraya salıyordu. Sanki, kurtulmak istiyor gibi... Yok hayır, kurtulmak istiyor. Geriye bakmadan önündeki temiz yolda ilerlemek için. Yeni sayfaya başlamak için. Aslında güzel fikirdi. Düşüncelerini kar taneleriyle birlikte bırakmak... Onlarla birlikte erimesini izlemek... Biraz daha tebessüm eder oldu, her kurtulduğu kıymıktan... İşte, en parlak ışık o an doğdu. Bembeyaz, göz alıcı, ışıltılı büyük ve temiz... Artık, hazırdı. Gidebilirdi... Soğuk havayı bir kez daha çekti içine gülümseyerek, teşekkür ederek... Kalbinde büyük bir huzurla olduğu yerden yavaşça hareket ederek arkasına döndü. Şimdi kirpiklerinin uzunluğu onu karlardan koruyordu. Issız sokakları tercih etti. Issız, ışıklı... Çünkü uçan beyaz taneleri bu şekilde daha iyi görebilirdi. Onlarla birlikte yürümek istiyor, Ve onlar da ona eşlik ediyordu. Sisli havanın güzelliği ve kar taneleri içinde kısa bir süre sonra kayboldu, Arkasında bıraktıklarıyla...
20
Münir Ersan Tuna Röportajı -Şeyma Sakallı6. En sevdiğiniz film? “La Tigre e La Neve” Roberto Benigni’ye bu film için her zaman minnettar kalacağım. Şiir seven herkesin izlemesi gereken bir film… 7. Neden yazıyorsunuz? Yazıyorum çünkü umursuyorum. 8. Yazmak için bir ilhama sahip misiniz? İnsanlar başlı başına her zaman en büyük ilham kaynağım olmuştur.
1. Seyyar Edebiyat okuyucuları için bir girişle başlayalım. Münir Ersan Tuna, kimdir? Keşke Dergisi ’nde yazarım Aynı zamanda derginin editörlük görevini üstleniyorum. 2. Yazma serüvenine ne zaman atıldınız? Ortaokul yıllarımda beğendiğim şiirleri topladığım bir defter tutuyordum. Aslında şairlerin dizelerini ayniyle defterime geçiriyor olsam da yazmaya o zaman başladığıma inanıyorum. Kendi şiir denemelerimi kaleme almaya lise yıllarımda başladım. 3. En çok hangi yazarı/ yazarları okuyorsunuz?
Nabzımın aynı attığını hissettiğim şairlerin mutlaka tüm şiirlerini okurum. Örneğin; Attila İlhan ve Şükrü Erbaş bu şairlerden ikisi... Nesir okumakta ise biraz daha seçici davranıyorum. Çeşitli ancak seçici… 4. En sevdiğiniz şiir? Mevsimlerine göre cevap vereyim. Bahar: Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun, Şükrü Erbaş. Yaz: Ben Sana Mecburum, Attila İlhan. Güz: Kaldırımlar I, Necip Fazıl Kısakürek. Kış: Üstü Kalsın, Cemal Süreya.
9. Yazmak sizce bir yetenek midir? Bir enstrüman çalmak, resim yapmak, yemek pişirmek kadar... Yetenekten ziyade sıkı çalışarak iyi kötü bir yere mutlaka varabilirsiniz. Ancak Jimi Hendrix, Salvador Dali ya da Gordon Ramsay olmak için gerçek bir yeteneğe ihtiyacınız var. 10. Neden dergicilik? Dergicilik yazarlık yolunda sizin elinizden sıkıca tuttuğu gibi, iyi bir okur olmanızda da en büyük yardımcınızdır.
5. En sevdiğiniz kitap?
11. Yazmaya başladığınız andan bu yana nasıl bir değişim gösterdiniz?
Ali Burhan Eren’in “Yıldızlı Atlas”ı. Ne yazık ki birkaç yıldır yeni baskısı olmadığı için kitapçılarda bulunamaması beni çok üzüyor.
Sokaklarımın, pencerelerimin çoğaldığını hissediyorum.
21
12. Türkiye’deki kitap ve dergi fuarları yeterli mi? Kitap fuarları bir nebze okuyucuların ihtiyacını karşılayabiliyor. Her kesimi kucaklayabilme ve bir çatı altında toplayabilme adına güzel bir bağ oluyor. Dergi fuarları son yıllarda kayda değer bir gelişim gösterdi, ancak hala bu çatı altındaki bağ birliktelik adına yeteri kadar güçlü değil. 13. Sizi anlatan bir romanın cümlesi veya bir şiirin dizesi var mı? “Bir çiçek var… Galiba, o çiçek beni evcilleştirdi…” 14. Son olarak okuyucularımıza ve yazmaya yeni başlayan arkadaşlara neler söylemek istersiniz? Okumak, okuduklarımıza kendimizden bir şeyler katabildikçe asıl anlamını kazanacaktır. Yazmaya yeni başlayan arkadaşlara hiç kimsenin eline kemanı ilk kez alır almaz büyüleyici bir konçertoya imza atmadığını hatırlatmak isterim. Sorularınızı yanıtlamak keyifliydi, teşekkür ederim.
Nezihe Altuğ Röportajı -Meltem Gökce“Aradığım; Zuhal Olcay’ın aradığı yüz gibi bir gerçeklik, sahicilik niteliği taşıyan bir hayaldi. Fotoğraftaki yüzleri arayan kahraman gibi ben de yazar ve şairlerin yüzlerini yazdıklarında aradım.” diyen Nezihe Altuğ’ ile söyleştik. 1-Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Sivas’ta doğdum.1980 den beri İstanbul’da yaşıyorum. Bankacılıktan emekliyim. Otuz iki sene bankacılığın kambiyo ve krediler servislerinde görev aldım. Özel bir danışmanlık şirketinde kambiyo ve kredilerle ilgili Eğitmenlik yaptım.İthalat, ihracat ve krediler yönetmenliklerinin, sürekli değişen sayfalarıyla bunların genel takibinin yayınlandığı Lebip Yalkın Yayınlarının sayfalarını okuyarak, uygularken okuma alışkanlığım arttı. Ders notlarımı kendim hazırladım. Emeklilikten sonra rakamların sihri, kelimelerin esrarına dönüştü. 2-Ne zamandan beri edebiyat dünyasının içindesiniz ve bugüne kadar yazdığınız dergiler nelerdir? Çocukluğumda ”Bana bak, hayal gücün çok fazla çalışıyor senin” derdi babam. Eleştiri yazılarını okumayı çok severim.Fethi Naci, Mehmet Fuat, Sadık Aslankara, Asım Bezirci, Metin Celal, Semih Gümüş çok sevdiğim yazarlar.Eleştirmene ait bir metnin yokluğu ya da erişilmezliği, bizi vekil okurun mevcudiyetini keşfe yöneltir; bu okur, erişimimizde olmayan eleştiri yazısı hakkında yorumlarda bulunur. Günümüzde edebiyat eleştirmenleri ana karakter işlevi gördüğü öykü, roman ve şiir üzerine yoğunlaşıyor. Önemli olan okurla yani yorumlayan özneyle nasıl bir diyalog kurduğunu keşfetmekti. Kahraman, eleştirmenin okura eleştirel edimle ilgili özgül bir perspektif vermedeki rolü neydi? Bu kahraman eleştirmen tarafından benimsenen eleştirel dil, kurgunun alışıldık dilinden nasıl farklılaşır ve bu farklılıkların doğurduğu sonuçlar nelerdir? Bu soruları kendime sorarak yazdım ve okudum.2010 yılından itibaren şiir, roman, öykü kitap tanıtımları, inceleme, söyleşi ve öykü yazmaya başladım. Yazılarım; Varlık, Notos, Hürriyet Gösteri, Roman Kahramanları, Mühür, Üvercinka, Lacivert, Evrensel Kültür, Kurşun Kalem, Hayal Kültür ve Sanat, Berfin Bahar, Esinti, Deliler Teknesi, Akköy, Eliz, Kar, Çağdaş Yaşam, Temrin, Türk Dili Dergisi ve bunun gibi daha birçok edebiyat dergilerinde, Cumhuriyet, Aydınlık, Radikal, Yurt, Bir gün ve Sol gazetelerinin kitap eklerinde yayınlandı.
22
Onun önerdiği şairleri okuyarak, onun şiirleriyle pişerek, yazarın ve şairin bilincinden bakarak, onun ruhsal gelişimini değerlendirerek, iç çatışmalarını yazarak, onlarla kendimi özdeşleştirmeyi öğrendim. Öykülerim, kitap tanıtım yazılarım ve söyleşilerim böylelikle okurla buluştu. 4-Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği ve Üvercinka Dergisi ile yollarınız nasıl kesişti?
3-Yazmak sizin için neyi ifade ediyor? Yazılarınızın okuyucuyla buluşması nasıl bir duygu? Yazmak, dünyanın ötesinden gelen erişilmez bir fısıltı, okuyucuyla buluşması ise tarif edilemeyen mutluluk. Bankacılık yaparken yüksek tavanlı şube koridorlarında bir hayalet gibi yürürdüm, bir gövdem, bir hayatım, bir yüzüm, bir hikâyem olduğunu bir gün bunu yazacağımı tuhaf bir şekilde hissederdim. Rakamlar da sıfır’ın gizli gücünü, nedenlerini, krizlerin ötesindeki değerlerini, insanların, yüz ifadelerini değiştirdiğini gördüm. Bu sihir, bir gün beni kelimelere yöneltecekti. Aklım hep, bankacılıkta kullanılan “kaydı para” daydı. İşte bu para yüzünden fakirleşen zenginler, zenginleşen fakirlerle birlikteydi. İnsanlar olmayan paralarla oynuyorlardı.
Edebiyatta; gerçekten uzakta, kurmaca ve kurgularla dolu idi. Rakamlar da yüz gibi çıplak değildi, kelimeler gibi perdelenmişti. Orhan Pamuk’un yazdığı, Ömer Kavur’un yönettiği, Zuhal Olcay’ın oynadığı “Gizli, Yüz” filmini esrarını çözmek için defalarca seyrettim. Belki hikâyenin kadın kahramanının on binlerce yüz içerisinde bir yüz araması gibi bir şey. Aradığım; Zuhal Olcay’ın aradığı yüz gibi bir gerçeklik, sahicilik niteliği taşıyan bir hayal. Fotoğraftaki yüzleri arayan kahraman gibi ben de yazar ve şairlerin yüzlerini yazdıklarında aradım. Yaptığım şey edebiyata yönelmek; heyecanlanmak, zevklenmek, eğlenmek, bir yenilik duygusuna kapılmak değildi. Amacım doğruyu yazmaktı.Yazmak; edebiyatla hakikat arasında kurulan bir köprüydü. Yazar ve şairlerin kendi iç dünyalarını inşa ettiği eserlerini okuyarak bitmez tükenmez bir arayışa girdim. Şair arkadaşım Barış Erdoğan, kitap tanıtım yazıları yazmamı önermişti. 23
Ahmet Miskioğlu’nun çıkardığı Türk Dili Dergisi’nin Perşembe toplantılarında, Cemal Süreya Derneği’nin eski başkanı Ahmet Saraçoğlu ve “Kar” dergisi editörü Niyazi Yaşar ile tanıştım. Seyit Nezir Başkanlığındaki Cemal Süreya Derneği yönetiminde, denetleme kurulunda görev aldım. Başkanımız Seyit Nezir, seçildiği daha ilk günde çıkaracağı dergi hakkında konuştu. Tüm ekip olarak çok heyecanlandık. Üvercinka dergisi, edebiyatı ve Cemal Süreya’yı seven tüm şair ve yazarları, okuyucularıyla buluşuyor. 5-Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği’nin etkinlikleri nelerdir? Derneğiniz ve Üvercinka Dergisi ile neyi amaçlıyorsunuz? Üvercinka Dergimizin ilk sayısı olan Kasım 2014 kapak yazısında Seyit Nezir, “Cemal Süreya “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı” şiarını ortaya atmakla kalmamış, eşsiz Üvercinka sözcüğüne yeni imge ve kuramın bütün kapsamını boca ederek şairin sözcüklere ne verip onlardan şiire ne dipsizlikler alabileceğini göstermektir” diyerek edebiyatla ilgilenen
herkesi Üvercinka sayfalarına ve edebiyat etkinliklerine çağırmıştı. Zuhal Tekkanat’ın dediği gibi edebiyatın Sisiphos’ları idi dergiler. Yıllar geçtikçe gelecekte ortaya çıkacak farklı eserlerle geçmişin beğenilerine ve estetik değerlerine hitap ederek, kendi estetik ve yazınsal değerlerini ortaya çıkaracaktı. Bir türlü tarihsel belgeydi. Dergiler olmasa popüler edebiyatla nitelikli edebiyatın ayrımı yoksa nasıl yapılacaktı. Nitelikli edebiyatın popülerleşebileceği bir gerçekti. Popüler salt kendi havuzundaki eşdeşleriyle bir nitelik tartışmasına da girebilirdi. Cemal Süreya şiirlerini okuyarak, adını yaşatarak, şiir etkinlikleriyle onu var etmek amacımız.”Bir kedim bile yok “denilen yalnızlığımızda, bir dergimiz ve derneğimiz var” diyebilmek. Hayatı anlamak ve anlamlandırmak, gündelik olandan kalıcı olana ulaşmak. Yaşadığı güne tanıklık ederken, tarihi olanı kaydetmek. 6-Günümüzde Cemal Süreya geleneğini sürdüren genç şairler var mı? Varsa nasıl buluyorsunuz? Cemal Süreya gibi duyguları okura geçirebilen, bir kış gecesinde üşüyen, bahar yağmurunda ıslanan, güvercin demeden, üvercin diyen, kadın demeden üvercinka diyen, sokaktan beslenen, acıyı öldürmesini bilmeyen, kendini ona öldürten, yumuşak ruhlu, gelenekten beslenen sayfalarını gözyaşı ve kahkaha eşliğinde okuduğum, “şapkası dolu çiçek” olan genç kalemler var.
Onlar da toplumun değişmesinin yarattığı sorunları ve bireyin çıkmazını şiir için bir olanak görüyorlar. Ustalaşmadan evvel başkalarından etkilenebiliyorlar. Başkalarının imgelemini ya da benzerlerini kullanabiliyorlar. Sonra tamamen kendi imgelerini kullanmaya başlıyorlar. Kendimi yazdım derken yaşamlarındaki kimsesizlik, yoksulluk ve sevdalarını yazıyorlar. Bu da şairin kendi sesini bulabilmesi demek. Zaten önemli olan kişinin özgün olduğunun fark edilmesi değil midir? 7-Günümüzde gençlerin devam ettirdiği edebiyatın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Şiir açısından bakarsak Türk şiirinin, postmodernleşme süreci içinde veya karşısında nasıl bir “aidiyet’ durumu/poetikası ve refleksi geliştireceğini kestirebilmek bir hayli zor. Postmodern gerçeklik ve dönüşüm süreci her alanda olduğu gibi şiirde de bir yandan bazı imkân ve açılımları getirirken, bir yandan da adeta her şeyin yerinden edildiği bir savrulmaya, bir alt üst oluşa yol açmakta. Her şeyin değişmekte olduğu bir dünyada şiiri değişmez saymak, bu değişimi bazı muhafazakâr önyargılarla ipotek altına almak elbette kabul edilebilir değil. Ama her ne yaparsak yapalım, tercih ve edimlerimiz, bireysel olarak hem bilgi / kavrayış gücümüzle, hem mizaç özelliklerimizle hem de varoluşsal yönsemelerimizle belirlenip şekillenmekte. Postmodernizm / postmodern şiir biraz da bu bağlamdaki şekillenmelerimize ayna tutmakta. Türk şiiri önceki birikimlerle, kendilerinin yeni getirdiği özelliklerle devam etmektedir. 24
Yani evin dışına çıkıp uzaklara giden çocukların kendilerine ait hissettikleri eve tekrar dönmelerine benzeyen bir durum da var. Geleneğe bağlılığa dönüş var diyebiliriz. Şairlerin olgunluk dönemlerinde bağlanma veya borcunu ödeme psikolojisi aracılığı da onların gelenekle barışmalarına yol açıyor. 8-Üvercinka Dergisi dışında eserlerinizi internet üzerinden paylaşıyor musunuz? Türkiye’de e-kitap beş yaşında. Gelişen teknolojiyle birlikte daha evvel hayatımızın merkezinde duran birçok şey tarihe karışırken, pek çok alışkanlığımız da değişti. Buna rağmen etik açısından hoş olmaz diye internet ortamında dergilerde yayınlanan yazılarımı paylaşmıyorum. Birkaç tane edebiyat sitesine üyeyim, ama yeni ürün gönderemiyorum. Üvercinka dahil dergilerde yayınlanan yazılarımı hiçbir yerde paylaşmam, dergiler satılsın diye. Sadece facebook’da dergi ve kitap kapak fotoğrafıyla birlikte yazımın yer aldığını duyuru yapıyorum.Kendime ait http://www.nezihealtug. com, NEZN@ME adlı internet sayfam var. Bir ara tüm ürünlerimi orada toplamak istedim ama kendime ayıracak zamanım yok. 9-Sizi mutlu eden bir anı tasvir eder misiniz? Dizüstü bilgisayarımı yanıma alarak, torunuma bakarken, biten bir günün ardından, şu hayatta bir gün
daha yaşadığımın kanıtı olan, ileride kitaplaştıracağım Sev-i name diye adlandırdığım günlüğüme mektup yazmak. Dün yazdığım bu mektubumu sizinle paylaşayım. “Sana kıymetli diyorum, ey sevgili günlüğüm, bugün internet ortamında bir dergi için söyleşi yaptık. Dijitalleşme edebiyatın seyrine müdahale ediyor, çünkü günümüzde okuyucu bulmak basılı dergilerin en önemli sorunlarından bir tanesi haline gelmiş durumda. Ülke genelinde veya şehir genelinde çıkarılan yüzlerce, binlerce basılı dergi okuyucu bulamamanın sıkıntısını çekiyor ve çoğu bir iki sayı çıktıktan sonra dergiler mezarlığında yerini alıyor. İnternet ortamında çıkan bir e- dergiyi, e-dergi olmaktan çıkarıp, basılı dergi haline getirmemiz hakkında konuşuyoruz. Fakat basılı bir derginin külfetinden, maddi yükünün altından kalkıp kalkamayacağımız şöyle dursun, Türkiye’deki birçok ile basılı olarak dergimizi ulaştırıp ulaştıramayacağımız hususunda da derin tereddütlerimiz bulunuyor. Eskiden beri var olan alışkanlıkları hepimiz çok iyi biliyoruz. Dergi dediğin basılı olmalı, insan dergiyi eline alıp sayfalara şöyle bir göz atmalı, hele bir de yeni sayı çıkmışsa, derginin kendisine has o matbaa kokusunu insan ciğerlerine çekmeli! Dergi dediğin bilgisayarda mı okunurmuş canım! Gözümü çok yoruyor, saatlerce ekrana bakmak iş değil! Yukarıda yazdığım cümleleri sıkça işitiyoruz. Fakat insanlara dergiyi basarsak abone olur musunuz? Dediğimizde nedense aynı iştahlı cümleleri duyamıyoruz. 10-Son olarak Üvercinka ve Seyyar Edebiyat okuyucularına ne söylemek istersiniz? Dergileri aynı zamanda edebiyat atölyeleri olarak düşünürsek, fanzin çıkaran gençler, içerik ve söylem bakımından daha atılgan ve tutkulu. Günümüz dergileri, neredeyse edebiyat çevresinde kalıyor. Üvercinka’da okur kaygımız yok. Genel anlamda dergicilik dersek, daha büyük bir alandan bahsederiz. Evet, sürekli kapanan, satmayan, boyu ne uzayan ne kısalan bir sürü dergimiz var. Evet, bunlar bir kısır döngüye hapsoluyorlar. Hatta ekleyeyim: Kötücülleşiyorlar kısır döngüleri içinde ve yeniyi de reddedip o paslı edebiyat dergiciliği dünyasını kendilerine saklamak istiyorlar. Bu durumun pek çok nedeni var: Ekonomik, sektörsel, kültürel, tarihsel, psikolojik, sosyolojik. Türkiye’de ne tamı tamına işliyor ki dergicilik işlesin, iyi dergileri yaşatabiliyor muyuz? Her türlü yayını düzgün biçimde değerlendirebiliyor muyuz: “bir dergidir benim yaşamım/ bu yüzden ben ölmem/ batarım.” diyen Cemal Süreya’nın sözünü de sürekli göz önünde bulunduruyoruz. Öte yandan bu nitelikli / ideal okurun özelliklerini tamamen tespit etmek zor. Şiir olsun, öykü olsun kurmaca bir metne hakkını veren ideal okur, bir taraftan Akşit Göktürk’ün deyişiyle “Nitelikli okur yazın alanında yeni yayınları ilgiyle izler. Sevdiği bir yazarın bir yeni romanının, şiirinin, oyununun yayımlanması, olaydır yaşamında istediği. Kendi okuma deneyleriyle, beğendiği, önem verdiği kitapları dergileri alır; ilgiyle okur.” Öte taraftan, Manguel’in dediği gibi “iyi ya da kötü, her kitabın ideal okuru vardır.” Yine de unutmamak gerekir, “Edebiyat ideal okurlara değil, sadece yeterince iyi okurlara bağlıdır. Üvercinka’nın çok nitelikli özellikle gençlerden oluşan bir okur kitlesi var.
Kıyameti Yalnızlık Getirecek -Uğurcan DuralSoğuk bir aşağılık var bedenimde. Yerini tarif edemediğim soğuk bir çığlık. Soğuk bir yalnızlık var başucumda. Konuşmuyor da konuşsa üşümeyeceğim nefesinde ısınacağım. Hapşırsam, burnumu koluma silecek, odamdaki sivrisinekleri öldürürken son sivrisineğe bakıp ölmesin diye kanımla besleyip imana getirecek kadar yalnızım. Bir varil dolusu ölüm etrafında ısınmaya çalışırken ellerini ovuşturan insanlar var bedenimde. Yerlerini biliyorum üstelik, çatırdamaları kulağıma kadar geliyor kaburga kemiklerimin. Ölmüyorum. Yalan söylüyorum. Ölmekten beter bu. Hem, zaten sürekli yalan söylerim ben. Böylesi daha güzel oluyor bunu fark ettim. Herkesin istediği gibi olmak azda olsa fark edilmemi sağlıyor. Yani fark edilmek dediysem; sokakta telaş içinde yürüyen insanlardan birinin yanlışlıkla sana çarpıp “pardon” demesi kadar fark edilebiliyorsun mesela. Ha tabi şansta önemli bir unsur, çarpmayabilirler de. Daha önce denedim, bizim mahallede pencerenin hemen altında 3 kişi konuşurken duydum. “ Seviyorsan ilk adımı sen atacaksın, oğlum!” diyordu. Sokağa çıkıp ben çarptım insanlara, onları seviyordum beni fark etsinler istiyordum. Çarpıp, pardon diyordum. Küfürler ediyorlar, aşağılayıcı gözlerle bakıyorlardı bana. Ama ben öyle miyim? Pardon der demez, “ Önemi yok.” diyorum. Duymuyorlar. Vasıfsız birini kimse sevmiyor buralarda. Bizim karşı komşunun yaptığı gibi annem anlatırdı bir gün yazar olurum diye gençliğinden beri sakladığı sayfalar güneş görmeye görmeye sararmış. Sararmış sayfaları pencereden atıp duruyor. Anladım ki sararmış sayfaları kimse sevmiyor, buruşturup atıyorlar. Oysa sayfaların suçu yok ki, benim de suçum yok. Suç güneşi bize göstermeyenlerde değil mi? Yine umursamaz bir soğukkanlılıkla, aynaya dahi bakmadan çıktım evden. İtiraf etmeliyim, aynaya bakmayalı o kadar zaman oldu ki artık ne yalnızlıktan ne de görünüşümü umursamadığımdan değil, aynaya baktığımda kendimi göremeyeceğimden korkuyorum. Evden çıkarken veda ettim dertlerimi dinleyen tavana ve beni görünce bir telaş içerisinde yanan hareket sensörlü lambaya. Dış kapının soğuk zincirine dahi veda ettim. Sokak karanlık, göz gözü görmüyor. Benim için bir önemi yoktu, silik bir tiptim zaten. Sokakta yürürken gözüme çarpan çöp konteynırlarını görünce aklıma geliyor, sırıtıyorum çorak bir toprak gibi çatlayan dudaklarım arasından. Sırıtmamın sebebi; çöp konteynırlarının yanından geçen insanların korkuttuğu kedinin birden fırlayıp insanları korkutması. Bana hiç denk gelmedi böylesi, hiç korkutmadım kedileri. Yoksa kedilerde mi fark etmiyor beni? Hayır hayır! Fark etmediklerinden değil, korkmuyorlar işte hem bir kedi neden fark etmesin ki beni? Bir sonraki çıkmaz sokağa sığındım bu sefer. Bilerek. İlk ikisinden bıkmıştım. Aslında… Aslında bu sefer doğruyu söyleyeceğim. İlk iki çıkmaz sokağı ben terk ettim. Tamam yalnızdım kabul, tamam düşünceliydi çıkmaz sokaklar fakat neden yalnızlığımdan utanıp üstüme geldi duvarlar? Neden saklamaya çalıştılar beni? Ben ise hemen sığındım tek silahım olan; yalanlara. Yalnız olmadığım yalanını söyledim duvarlara, “ Teşekkür ederim fakat ben… Ben sandığınız gibi tesellinize ihtiyacı olan biri değilim.” dedim. İnanmadı Çıkmaz Sokak. Babamın nasihati geldi aklıma, “ Unutma evlat, çıkmaz bir sokağa sığındıysan eğer yalan söylemeyeceksin” derdi babam. Nasihat verirdi, görmüş geçirmişti. Bir sokak arasında vurulmuş, bu nasihati bana verdikten bir ay sonra ölmüştü zaten. Annem, “Bütün suçlu o mendebur baban..” der dururdu. Yalan söylemezmiş, kendine yediremezmiş. Bir cinayete şahit olmuş, kaçarken saklanmış bir çıkmaz sokağa. Yakalanınca şahit olduğunu doğrulamış, inanmışlar epey hırpalamışlar. Öldürmemişler zaman ayarlı bir dayak bana nasihatte bulunsun diye 1 ay sonra öldü. Peki ya ben, ya ben çocuklarıma verecek bir nasihat bulamazsam. Ya her zaman yalnız kalırsam. Peki ya babam burada dayak yemişşe. Hey, kim var orada? Kim var orada!?
26
Vuslat -Nazlı DeveciAklımda semada yarışan kuşlar geziniyor. Masa başı… Nasıl da nimetten… Ne vakittir saklanmış sakinlik çevrede. Kıymetli bir hazine sanki bu çıt çıkmaz duvarlar. Bir sussam da bağırsa içim… Ellerim kamaşıyor. Yüzümde sessizliğin eseri bir tebessüm geziniyor. Beyaz kağıtla bir vuslatın gizli sevinci… Göğsümde insanlar, hikâyeler, telaşlar, korkular, heyecanlar, sevgiler… Bir bir karşıma yerleştiriyorum hepsini. Kendimden ayırmaya kıyamadıklarım var. İçimden sökmeye can attıklarım da… Nicedir birikmişim, nasıl da değişmişim yine? Şakaklarımda bir titreme var. En dokunulmamış köşesine kalbimin bir yumuşak esinti… Aklımda semada yarışan kuşlar dolanıyor. Onca fikir, onca sorgu sual zihnimde… Sorular ardı ardına dizilmiş, sabırsız. Peki yanıtlar? Hangi zifiri karanlıkta kol geziyor? İnsan cevheri kendinde biriktiriyor, hislerinden bir inşa, bir bitiyor bir başlıyor. Her duyguyu misafir etmeye yakın derin muhakemede debeleniyor. Seherin soğuğu yüzüne vurmadan, Kalkmazsa bir kez güneş doğmadan, Kaynar çayda dili yanmadan, Rüzgâra karşı koşmadan, Rengârenk içini boyamadan, Yaşadım demesin insan.
Kapatıp önünde soluklandığımız bir kapının ardında oluyor bazen en canlı hikâyelerimiz. Bir vakit hislenip bitişlere, yeniliklere sarılıveriyoruz. Sırtımızda geçenler, yüzümüzde gelenler… Başlangıçlar her zaman heyecan beslemiyor, hüzün de insanın imtihanı, sevda da, çokça neşe de hatta… Yenilikler bir sevincin eteğinde misafir ediyor kimi zaman. Bazen bir şölen arifesindeki hazırlık hevesi… Yahut ilk seyahatindeki bir yabancının tedirginliği… İnsan sevincinden dahi korkuyor önüne çıkacakları asla kestiremediği bu zengin sofrada. Yüzler… Sayamadığımız kadar… Her biri düşman olur. Diri tutmasam inancımı… Başına gelen her hadisenin izini saklar insan evlat gibi koynunda. Attığı adımda sızlayan bir yanı varsa eğer, ayakları geçtiği yolun sevdalısı olur, oynamaya korkar yerinden. Her mevsim geçince aklı kalır geçende. Yalnız sevda çeviriyor yolundan insanı, durup soluklanmaya heveslendiriyor. Her sabah doğan güneşle saçlarını koklayıp heveslerinden öpüyor. Öyle değişimleri besliyor ki insan da en çok ondan kaçıyor. Eller, sıcaklığı karışan İnsanı özgürleştiren, İnsanı şükürle buluşturan bir hadise Karşımda kocaman bir derya Mavi Dalgalı Deniz, soğuğu unutturan bir büyü… Deniz, içine çeken korkuyu…
27
“Gençler, Türkiye’de adet haline gelmiş göstermelik işlerden kaçının. Sırf üniversite bitirdi desinler diye, ananız babanız Amerika’da mastır yaptı diye öğünebilsin diye yükseköğrenime gitmeyin. Sonunda ancak kendinizi kandırırsınız. Temel gayeleriniz, kendinizin ufak çıkarları ötesinde, kendiniz dışında, bu ülke, bu ulus, Türk dünyası, Avrasya, insanlık için olsun. Yüksek hedefleriniz için çalışın. O zaman, kendi durumunuz da kendiliğinden düzelecektir. Maddiyat ile maneviyati dengeleyin. Formülünüz ‘bilim’ + ‘gönül’dür. Bu iki kanadın biri eksik olursa ne kendinize ne de insanlığa hayrınız dokunur.” Oktay Sinanoğlu