Ramazan Gazetesi - 2 Ramazan 1439

Page 1

2

G Ü N Ü N S ÖZ Ü Ramazanda oruç tutmayı farz bilen ve orucun sevabını, Allahü teâlâdan bekleyenin, geçmiş günahları affolur.

RA M A Z Â N

1439

G

17 Mayıs 2018 Perşembe

A

Z

E

T

E

S

Hadîs-i Şerîf

İ

ESKI RAMAZANLAR Üçüncü akşam kayınpedere gitmeli! Mâbeyne, Saraya, Kilercibaşıya hangi akşam gitmeli? Ahmet Rasim eski Ramazanları ve Ramazana hazırlığı anlatıyor.

R

amazan gelmeden pek çok şey değişir, üç ayları tutanlar ibadete çekilir, her gün dua ederler, bu mübarek günlerin gelişini neşe ile beklerler, bunların dışında kalanlar ise ramazana karşı üç-dört gün, hatta bir hafta evvelinden saygılı ve hasretli bir vaziyet alırlardı. Ramazan evveli zevât fesi, üstü başı düzenler, fesi atıp yerine hangi tarikata mensup ise ona mahsus taç, fahr, kavuk, külah giyenler, arakiye, amame, sarık, ağabani, çevre, mendil, şal, düz renkli kumaş örtü, kelleyi tıraş ettirenler,

sakal salıverenler, türlü türlü renkte, biçimde, kıymette, cübbe, kürk, hırka, aba, entari, şalvar, mest, lâpçin, serhatlik, galoş-kundura tedarik edenler. Misvak tazeleyenler, hilâl, laşık alanlar, Direklerarası’ndaki gözlükçü Mehmet efendiye düz, kısa, imameti, yasemin, kiraz, gül, çubuk ağızlık ısmarlayanlar, on bir aydan beridir eskimiş olan kuka, mercan, necef, anber tesbihlerini ta-

mir ettirenler, ağır ağır hafif misk, kalemsek yağı sürünenler, sürme çekenler, Mushaf, Evrad, Kur’an-ı Kerim’den seçilmiş bölümler alanlar, hatim indirmeye hazırlananlar. Saatçilere başvuranlar, toplanıp akşamüzeri oturulacak berber, tütüncü, tuhafiyeci, dükkanlan ile meşhur Beyazıt sergisindeki bölmeleri, geceleri çıkılacak yerleri konuşanlar, öğleden, ikindiden sonra gidilecek camileri, dinle-

necek hafızlan, vaizleri kararlaştıranlar, kimlere iftara gidilmesi lazım geldiğini, kimleri iftara davet etmek münasip olacağını düşünenler, Kalem’de nöbet cetveli yapanlar, hatta Süleymaniye camiine ilk “Merhaba” kurulacak. hayır “Safa Getirdin” kurulacak diye bahse girişenler, Müneccimbaşı takvimi alarak günü, gecesi gelmeden sahur ve imsak zamanlarına bakıp:

- Bu sene sahur erken, imsak yedi buçukta, diye ikide birde söylenenler, muvakkithane tavsiye eyleyenler, çeyrekte yirmi dakika veyahut Hatm-i şerif ile teravih kıldıran camileri sayıp dökenler, simitçi, çörekçi dükkan ve fırınlarını sayanlar, ilk cumasında Eyüp’e gitmek için söz verenler, yaz ise Silahtar Ağa gibi mesirelerde hem iftar etmek, hem de teravih kılmak hatıratını öne sürenler, bunlara mukabil nerede iftar edebileceklerini soruşturanlar; - Bizim mümeyyiz ramazanda hiç gelmez, yine her akşam evrakı evine götürmeli! Sabah uğrayıp almalı! - Üçüncü akşam kayınpedere gitmeli! - Mâbeyne, Saraya, Kilercibaşıya hangi akşam gitmeli? - Sultanahmed’de de teravih bir başka oluyor. - Bu ramazanda da kilo alacağım. Ve benzeri hasbihallerde bulunanlar az değil idiler!

Ramazan-ı Şerif’e nazireler ve methiyeler Ramazan geliyor hey heeey! Rahmet bereket afvu mağfiret şenlik esenlik Cennetten bir nimet… Sen nasıl karşılarsan öyle gelir Ramazan ve yine öyle gider sen nasıl uğurlarsan... Diyerek başlayalım lafa… Büyük hayallerimiz için

büyük dualar ediyor değiliz, bilakis; biz koca dedelerimizin duasıyız... Büyük hayallerin adamı değiliz amma ‘Büyük Adam’ların hayaliyiz... Onun için, yarimiz anamızla, hayal ve duâmızla bekle bizi gelecek... Ahir zamanın son ümitli ferdi dahi kalsak da hâlâ daha fethedilecek bir

Kızılelma, bir kapı, bir kal’a kaldıysa, biliriz ki onu biz alacağız! Onun için hüzünlenme ya Şehr-i Ramazan, ey Şehr-i Gufran.... Dünyada garip olmak müminlerin şânıdır… Ey Kudüs, ey Mescid-i Aksa… Mazlum olmak bizlere bir Cennet nişanıdır. Koca Ahmed Murad

İstanbul namaz vakitleri İmsâk

03: 3 1

Sabah

0 3 :5 1

Güneş

0 5:37

Öğle

13 :12

İkindi

1 7: 09

Akşam

2 0: 2 5

Yatsı

22: 1 5


2

sağlık

Ramazan’daki Tatlı İhtiyacınızı Sütlü Tatlılar İle Giderin Tatlı, Ramazan sofralarımızın vazgeçilmezi. Ancak uzmanlar uyarıyor; Ramazan ayında, ağır şerbetli tatlılar yerine sütlü tatlıları tercih edin.

Ramazan ile birlikte beslenme şeklimizde büyük değişiklikler meydana geliyor. Yemek saatlerinde olduğu kadar, yediğimiz yemeklerin çeşitliliği de artıyor. 16-17 saati bulan açlık ve susuzluk ile sofralar daha zengin tutuluyor, pek çok yemek çeşidi bir arada sunuluyor, iftar davetleri veriliyor. Özellikle de yılın en sıcak, günlerin en uzun olduğu döneme denk gelen bu iftar alışkanlıkları, maalesef sağlığımızı tehdit edebiliyor. Ramazan boyunca uyarılarda bulunan uzmanlar, özellikte ağır tatlı tüketimine dikkat çekiyor.

Sindirimi kolay olan sütlü tatlıları tercih edin İftardan sonra fazla hareket edilen bir zaman kalmayacağı için yenilen tatlıların düşük kalorili, düşük glisemik indeksli olanlardan tercih edilmesi gerektiğini belirten uzmanlar, “Bu sene iftarın bir hayli geç saatte olması nedeniyle, tatlının yendiği saatte yatma saatine yakın. Sütlü tatlıların hem sindirimi diğer tatlılara göre daha kolaydır, hem de kalsiyum, fosfor ve B vitaminleri açısından zengin oldukları içinde diğer tatlılardan daha besleyicidir” diyor.

Kansere Karşı KARPUZ Yaz sıcağında en lezzetli serinleme yollarından biri olan karpuzun birçok hastalığa deva olduğu biliniyor. Kansere karşı olan tedavi edici ve koruyucu tesirinin yanı sıra, kalp fonksiyonlarının ve kan basıncının düzenlenmesine de yardımcı oluyor. Bol miktarda C vitamini ve iyi bir lif kaynağıdır. Bağırsak hareketlerini düzenler ve bağırsak kanserini önlemede rol oynar. Karpuzda bol miktarda bulunan laykopen maddesi, vücudu kansere karşı korur.

BATI KARADENİZ - MARMARA - TRAKYA BÖLGE dİstrİbütörÜ HASİP HÜSEYİN TIBIKOĞLU TEL: 0532 131 76 08

Laykopen maddesi A vitamininden 2 kat, E vitamininden 10 kat daha fazladır. Hazmı kolay olan karpuz, içindeki yüksek su sayesinde sık tuvalete gidilmesini ve buna bağlı olarak vücuttan atık maddelerin daha sık dışarı atılmasını da sağlar. Yemeklerden önce tüketilecek olursa vücut sağlığı açısından çok daha iyi netice alınıyor. Olgunlaşmamış yahut çok beklemiş karpuz ise, bağırsak faaliyetlerini bozduğu için zararlıdır.


oruç ve iftar TERÂVİH DUÂLARI Te­râ­vi­he kal­kar­ken; (Süb­hâ­ne zil-mül­ki vel-me­le­kût. Süb­hâ­ne zi­l-iz­ze­ti vel aza­me­ti vel ce­lâ­li vel ce­mâ­li vel ce­be­rût. Süb­hâ­ nel me­li­kil mev­cûd. Süb­hâ­nel me­li­kil ma’bûd. Süb­hâ­nel me­li­kil hay­yil­le­zî lâ ye­nâ­mü ve lâ ye­mût. Süb­bû­hun, kud­dû­sün Rab­bü­nâ ve Rab­bül me­lâ­ ike­ti ver­rûh. Mer­ha­ben, mer­ha­ben, mer­ha­bâ yâ şeh­re Ra­me­zân. Mer­ha­ben, mer­ha­ ben, mer­ha­bâ yâ şeh­rel-be­re­ke­ti vel guf­rân. Mer­ha­ben, mer­ha­ben, mer­ ha­bâ yâ şeh­ret-tes­bî­hi vet-teh­lî­li vez-zik­ri ve ti­lâ­vet-il Kur’ân. Ev­ve­ lü Hû, âhi­ru­Hû, zâ­hi­r­u Hû, bâ­tı­nü Hû. Yâ men lâ ilâ­he il­lâ Hû.) tes­bi­hât ve du­âla­rı oku­nur. Ayın 15’in­den son­ra, “Mer­ha­bâ” ye­ri­ ne, “El­ve­dâ” de­nir.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:

Her 4 re­kâ­tin so­nun­da; (Al­la­hüm­me sal­li alâ sey­yi­di­nâ Mu­ham­me­din ve alâ Âli sey­yi­di­nâ Mu­ham­med. Bi­ade­di kül­li dâ­in ve devâ­in ve bâ­rik ve sel­lim aley­hi ve aley­him ke­sî­râ.) oku­nur. Bu kı­sım, 20 re­kâ­tin so­nun­da 3 de­ fa tek­rar edi­lir ve üçün­cü­sün­de (ve bâ­rik ve sel­lim aley­hi ve aley­him ke­sî­ran ke­sî­râ) de­nir. 3 de­fa da şu duâ oku­nur: (Yâ Han­nân, yâ Men­nân, yâ Dey­yân, yâ Bur­hân. Yâ Zel-fad­lı vel-ih­sân, ner­cül-af­ve vel guf­rân. Vec’al­nâ min ute­kâi şeh­ri Ra­me­zân bi hur­ me­til Kur’ân.)

“Ramazan-ı şerif ayında yapılan nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda, bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azad olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz. Bu ayda, emri altında bulunanların işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren amirler de affolur. Cehennemden azad olur. Resulullah efendimiz, bu ayda, esirleri azad eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. Bu ayı fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir. Kur’ân-ı kerim ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehe-bezzama’ vebtelletil urûk ve sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) okumanın sünnet olduğu Tebyînin Şelbî haşiyesinde yazılıdır. Teravih kılmak ve hatim okumak mühim sünnettir.”

İftar Sofrası

Ramazan Manileri

İrmik Tatlısı

Sabah erken çık yola! Dikkat et sağa sola! Ramazan ayı geldi, Oruç mübarek ola. ~~ Gece pilav pişirdim, Yedim, karnı şişirdim, Sıcak başıma vurdu, Dilim sürçtü, şaşırdım. ~~ Amca sen Tatar mısın? Kayısı satar mısın? Bir mani desem sana, Bir şeker atar mısın? ~~ Ramazan sultan ayı, Almalıyız duayı! Hoca, bizi bekliyor, Demlenmiş Rize çayı.

3

Malzemeler (4-6 kişilik): • • • • •

2,5 kilo kuşbaşı dana eti 2 kilo domates 1,5 kilo yeşil biber 2 baş sarımsak 100 gram iç yağ

Hazırlanışı: Etleri güvece aktarın. Üzerine şerit şeklinde doğranmış iç yağ ilave edin ve ağzı kapalı olarak arada bir karıştırarak yaklaşık 1.5 saat pişirin. Daha sonra kabukları soyulmuş bütün sarımsaklar, doğranmış biber ve küp şeklinde doğranmış domatesleri ilave edin. Yaklaşık 1 saat daha pişirin. Ocaktan inmesine yarım saat kala yarım su bardağı su ilave edin. Birkaç dakika daha pişirip ocaktan alın. Sıcak servis yapın.


4

tarih

Eski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı

E

ski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı Benim çocukluğumun ramazanları karakışa rastlamıştı Onun içindir ki, kulağımda kalan ilk davul sesi oldukça kof ve hayli neşesizdir Zira deri, rutubetten porsumuş bulunurdu; ayrıca kapalı camlar ve kafesler ardından ses, içeriye boğuklaşarak girerdi Fakat annemin kış ramazanını yazınkilere tercih ettiğini iyice hatırlıyorum Kışın günler kısadır; insan, bir de bakar, top vakti yaklaşıvermiş Halbuki yazın, hararetten bunalmanızı, dudaklarmızın susuzluktan böcek kabuğu gibi kaskatı kesilmesini bir tarafa bırakınız, bir türlü akşam olmak bilmez ki Allah iş, güç sahibi olanların yardımcısı olsun! Yaz ramazanını sevenler de şöyle derlerdi: Gündüzün zahmet çekilir amma kırda, bahçelerde kurulan sofralarda oruç açmak pek hoştur İftar masası da çeşit çeşit salatalarla, cacık ve domatesle, şeftaliler, karpuzlar, kavunlarla daha renkli, daha iştah çekici ve keyifli olur! Kısmetimde iki mevsim ramazanı da görmek varmış; hatta, iştetekrar kışınkine de giriyorum Lakin ikimiz de -ramazan ve ben- ne kadar değiştik O ramazanlar beni tanıyamazlar; kendileri ise benden daha tanılmaz halde! Berat kandili geçince evde ramazan hazırlığına başlanırdı; iki hafta süren bu hazırlık esnasında evler, baştan başa yıkanır, günlerce tahta gıcırtıları İstanbul şehrine, sokaklarından kağnılar geçen bir Anadolu kasabası ahengi verirdi Asıl ehemmiyet verilen yer, mutfak ve kilerdi “On iki ayın sultanı” unvanıyla anılan ramazan, her şeyden evvel,

boğaz ve mide ile alakadardı; bu ayda, israf denilebilecek bir bolluk hüküm sürer, İstanbul, en nefis yemeklerin her “merhaba” diyene sunulduğu muazzam bir imarethaneye dönerdi Büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya lüzum yoktu ki Gözüne kestirdiğine girerdin Kimse kim olduğunuzu, nerede, ne münasebetle tanışıldığını, isminizi ve işinizi sormazdı Sadece, kapıda duran ağa, kılığınıza, kıyafetinize bakarak, size yer gösterirdi: Ya büyük sofrada, ya orta sofrada, yahut da alt katta, kahve ocağı sofrasında Otur masanın bir kenarına; istersen ne konuş, ne dinle; yaranmaya çalışma; sekiz on türlü yemekten, tıka basa karnını doyur; kahveni iç; usulcacık sıvış, git Kimse farkında olmaz, onlar dahi işi acayip bulmazdı Otuz gün ramazanı böylece, yabancı konaklarda iftar etmek suretiyle lord gibi yiyip içerek geçiren binlerce adam vardı! Şurasını da unutmamalı: Bugün, şayet iyi bir

lokantada aynı yemeği, aynı bollukla yemek icap etse -hususiyle o yemeklerin bulunması kabil olsa- her öğünde altı lira ile on lira arasında bir masrafihtiyar etmeniz lazım gelir! Bizim iftarımız da herkese açıktı Ramazandan bir, iki hafta evvel, babam, bir sabah “evradını okuduktan ve namazını kılıp zikrini bitirdikten, “Sabah şerifler hayrola, hayırlar fethola, şerler defola!” diye duasını da tamamladıkta sonra -başında keten takke, sırtında nafe kürk, burnunda altın gözlük- köşesine hususi bir ehemmiyetle oturur, evin erkanını nezdine çağırırdı Önünde hokka, kalem ve elinde bir defter hazır İçtimadan maksat, ramazan erzakını tespit etmek, yani listesini yapıp asmaaltı tüccarlarından Yağcı İbrahim Beye göndermek Sorardı: - Rugan-i sade, kaç teneke? Bu, malum olduğu üzere, sadeyağ, yemeklik yağ manasınadır Altı teneke mi, sekiz teneke mi, ne kadarsa söylerler,

babam bunu yazar, yeni bir suale geçerdi: - Un ne kadar olmalı? Ölçü ve miktar taayyün edince kamış kalem yeniden cızırdardı; lakin kağıda “un” yazmak usulden değildi; “dakik” demek icap ederdi O devirde böreklik un Odesa’dan, kuvvetli yemeklik yağ da Sibirya’dan gelirdi, adına Petrovki derlerdi, Sibir yağının alası! Ben de söze karışırdım: Mutfak erzakı arasında, “elmasiye” yapılmasına yarayan elvan “jelatin” yapraklar unutulmaması için! Usta aşçılar bunu bir masal köşkü gibi renk renk kurarlardı; sütlüsünü, çikolatalısını, portakal ve mandalinlisini kata kat dondurarak ve üst kubbelerini yakut kırmızısına boyayarak Tabakta tir tir titrerdi ve kaşık sokulunca her tarafından şahrem şahrem ayrılır, yumuşacık çökerdi Herkes “Aman, yenilir şey midir o? İnsanın dudakları birbirine yapışıyor?” derdi; evet amma, ben tadına değil, manzarasına, hayalimi okşayıp peri saraylarını, Hint, Çin ve Japon mabetlerini dü-

şündürmesine bayılırdım; minimini bir şövalye kıyafetinde, belimde meç, başımda tüylü şapka, kadife elbisemle burç ve barularında dolaşamadığıma üzülür bu şekerden, şuruptan yapılmış şatonun sarışın sahibesiyle muaşakalar tasavvur ederdim! İyi evler mahalle bakkallarından alış veriş etmeyi haysiyete muvafık bulmazlardı Zaten eski zamanda her semtte bakkaliye mağa-zaları yoktu; mahalle bakkalları ise her şeyin adisini, ucuzunu, bayat, bozuk, mahlut, böcekli ve sineklisini satarlardı Halleri, vakitleri yerinde olanlar erzakı, karabiberinden pirinç ununa, havyarından maltız sardalyasına, pastırmasından kuru cevizine kadar, mevsimlere göre, hep birinden, üçer aylık, Asmaaltı’ndan alırlar, yük arabalarıyla getirtip kilerlerine doldururlardı Kaşar peyniri kelleleri, bozulmasın diye, pirinç ambarlarında hıfzolunurdu; sabunlar evde kesilir, kurutulurdu O zamanlarda şekerler kelle, daha doğrusu mahruti şekilde satıldığından yine boy boy, evlerde kırılır, öyle saklanırdı Evlerde tel ile sabun kesilişi ve çekiçle şeker kırılışı eğlenceli olduğundan bugünleri kaçırmaz, genç hizmetçilerin saçlarına biriken sabun zerrelerini ve yüzlerine toplanan şeker tozlarını seyretmekten, bilhassa Giridizade sabununun kokusundan çok hoşlanırdım Kahveyi tane halinde selamlığa verirlerdi; onu uşaklar, alevli ateşte ve kalın saçtan yapılmış döner tavada kavururlar ve sapının üzerine tespit edilen kocaman değirmende okkalarcasını çekerlerdi (Refik Halit Karay, Üç Nesil Üç Hayat, s 129-131)


tarih

5

RAMAZAN SOHBETLERİ G

ök­yü­zün­de hi­lâ­lin gör­ ül­me­si ve ka­dı­ya ha­ber ver­il­me­si ile Ra­ma­za­n’ın baş­la­dı­ğı­ ilân edi­lir­di. Ra­ma­ za­n’ın gel­di­ği da­vul­lar ça­lı­ na­rak hal­ka duy­uru­lur­du. Ra­ma­zan ayı­nın gel­me­ si, gü­nü­müz­de ol­du­ğu gi­bi geç­miş­te de Müs­lü­man­la­rın ih­san ve iyi­lik­le­ri­nin de faz­ la­laş­ma­sı­na se­bep olur, in­ san­lar if­tar­la­ra da­vet edi­le­ rek ye­mek ye­di­ri­lir­di. El­bet­te ki, ye­mek­le­rin en gü­ze­li Ra­ ma­zan­’da if­ta­ra da­vet edi­len mi­sa­fir için ya­pı­lır, hür­me­tin en gü­ze­li if­ta­ra ge­len mi­sa­ fi­re gös­te­ri­lir­di. Ra­ma­zan, Müs­lü­man top­ lu­luk­la­rı­nın her bi­rin­de, bu­lun­duk­la­rı ik­li­me, coğ­ ra­fî şart­la­ra gö­re, de­ği­şik örf ve âdet­­le­rin doğ­ma­sı­na se­bep ol­muş­tur. Ec­dâ­dı­ mız bu ay­da, di­ğer ay­la­ ra gö­re dînî emir­le­re da­ha faz­la bağ­lı­lık gös­te­rir­lerdi. Ra­ma­zan-ı şerîf ayın­da, çok ibâ­det et­mek, çok Ku­ r’ân-ı ke­rîm oku­ma­k, ka­zâ na­ma­zı kıl­mak, sa­da­ka ve ze­kât ver­mek, çok iyi­lik ve

ih­san­da bu­lun­ma­k, gü­nah iş­le­mek­ten ve in­san­la­rın kalp­le­ri­ni kır­mak­tan sa­kın­ ma­yı baş­lı­ca va­zi­fe­le­ri bil­ miş­ler­dir. Ay­rı­ca Ra­ma­za­n’a mah­sus yi­ye­cek­le­ri; gül­lâç, tar­ha­na, bö­rek­ler, tat­lı­lar, ka­vur­malar, tur­şu­lar, çe­ şit­li ba­ha­rat, şe­ker­le­me ve re­çel­le­ri ha­zır­la­mak hal­kı­mı­ zın zev­ki ol­muş­tur. Bu mü­ bâ­rek ay­da Kur’ân-ı ke­rîm

oku­rlar, va­az ve mu­kâ­be­le din­ler­ler­di. Ra­ma­zan soh­ bet­le­ri, Ra­ma­zan’ın ay­rı bir gü­zel­li­ği idi. Halk, ge­ce­le­ri ibâ­det ve ziyâret­ler­le ge­çi­rir; ilim mec­lis­le­rin­de soh­bet­ler sa­hur vak­ti­ne ka­dar uza­nır­ dı. Ço­cuk­lar için eğ­len­ce­ler dü­zen­le­nir, on­la­rın da Ra­ ma­zan’ı has­ret­le bek­le­me­le­ ri, tat­lı bir hâ­tı­ra ile an­ma­la­rı sağ­la­nır­dı. Ra­ma­zan ayı­nın on­be­şin­den iti­ba­ren halk bay­ram ha­zır­lı­ ğı­na baş­lar, ev­ler­de te­miz­lik, ta­mi­rat, bo­ya ve ba­da­na fa­ ali­yet­le­ri hız­la­nır­dı. Bay­ram­ lık ye­ni el­bi­se­ler, bay­ram­lık şe­ker­le­me ve tat­lı te­da­ri­ki ya­pı­lır­dı. Bu alışveriş, pi­ya­sa­ la­ra ve ev­le­re bü­yük can­lı­lık ve ne­şe ge­ti­rir­di. Zen­gin­ler ko­nak­la­rın­da çev­re­de­ki fa­ kir­le­ri giy­di­rip ku­şan­dı­ra­rak se­vin­di­rir­ler, bay­ram harç­ lık­la­rı­nı ver­me­yi de ih­mal et­mez­ler­di. Te­râ­vih­ler­de ve bay­ram gün­le­ri câ­mi­ler tık­lım tık­lım do­lar; ai­le bü­ yük­le­ri, kom­şu ve ak­ra­ba­lar, tür­be­ler ve me­zar­lık­lar ziyâ­ ret edi­lir­di.

AYASOF YA’N I N D ÖRT DE VASA L E V H AS I

D

ört tarafında nice bin güzel yazı eserler vardır. Hatta Sultan IV. Murad Han’ın fermanıyla Hattat Teknecizâde Mustafa Çelebi Allah’ın ismini, Peygamberimizin ve dört halifenin isimlerini Karahisarî tarzı yazılarla yazmıştır ki insanın yapacağı şey değildir, zira eliflerinin boyu onar arşındır. Ona göre diğer harflerine bir güzellik vermiştir ki anlatılmaz. Büyük bir camidir ki bütün fakirlerin Kâbesi’dir. İstanbul içinde ondan büyük cami yoktur. Onda olan ruhaniyet meğer Kudüs’te Mescid-i Aksâ yahut Şam’da Cami-i Emeviyye veya Mısır’da Camii-i Ezher’de ola, ama bu Ayasofya’nın her karanlık köşesinde zenginlik hazinesi sahibi ümmetin dindarlarından nice yüz kimseler itikâfa girip gündüz oruçlu ve gece ayakta ibadetle meşgul tarikat ehli kimselerle doludur. Her gün yetmiş yerde ders hocaları Allah rızası için ders verir, ilim öğrenme yeri bir mekândır. Her gün kalabalık cemaatten hâli değildir(eksik değildir.) Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden

M EC M UA Ç I KT I! kelambaz.com


6

sohbet

Orucun ferdî, ailevî ve içtimai bazı faydaları... Orucun, dünyadaki faydalarından biri de, insanlara açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu öğretmektir. Tok, hiçbir zaman açın hâlinden anlamaz ve ona merhamet etmez. PROF. DR. RAMAZAN AYVALLI

A

llahü teâlâ, diğer ibâdetlerde olduğu gibi, oruç tutulması emrini de sebepsiz yere vermemiştir. Oruç, insanlara hem maddî, hem de manevî pekçok faydalar sağlar. Bilindiği üzere, ibâdetlerin faydaları sadece fertlerle ve âilelerle sınırlı değildir. Bazı ibâdetler, cemiyetin nizâm ve intizâmını önemli ölçüde etkiler. Mesela cemâatle kılınan namazların ictimâî münâsebetler/sosyal ilişkiler açısından ne kadar önemli olduğunu inkâr mümkün değildir. Oruçta da bu özellik çok bâriz/belirgin bir şekilde müşâhede edilir. Orucun fert bakımından pek çok faydaları yanında, toplumun huzûruna sağladığı çok önemli faydaları da vardır. Oruç, insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek, bunun topluma sevgi ve yardım şeklinde yansımasını sağlar. Oruç tutan kimse, açlığın ne demek olduğunu bizzat tatmış olduğundan, yokluk içinde kıvranan fakîrlerin, kimsesizlerin çektikleri sıkıntıları, içinde duyarak kendisinde şefkat ve acıma duyguları gelişir. Bunun sonucu olarak da fakîrlere yardım elini uzatarak, onların sıkıntılarını

giderir, toplumun huzur ve mutluluğuna katkıda bulunur. Bütün bir sene, çeşidli yemekleri eritmek için, yorulan insan midesi ve bağırsakları, hatta karaciğeri ve kalbi senede bir ay dinlenerek sağlıklarını korumuş olur. Bu, orucun maddî faydalarından biridir. Orucun manevî faydalarından bazılarını da burada kısaca zikredebiliriz: İbâdetlerin, bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz birçok hikmetleri vardır. Tespit edilen hikmetlerini bilmekte fayda vardır. Çünkü hayranlık duyup o ibâdeti seve seve yapmaya, yakîne sebep olur. İslâmiyeti bilmeyenlere, hikmetini, faydasını anlatmak ise, dîni sevdirmeye vesîle olur. Oruç tutan bir insan, bizzat hissederek fakîr insanlara yardım etme ihtiyâcını duyar. Birbirlerine yardım eden insan toplulukları arasında ise çekişmeler olmaz... Orucun, dünyadaki faydaların-

dan biri de, insanlara açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu öğretmektir. Tok, hiçbir zaman açın hâlinden anlamaz ve ona merhamet etmez. Oruç, bundan başka, nefse hâkim olmayı da sağlar. Bundan başka, Allahü teâlânın emrini yerine getirmek için gündüzleri bir ay oruç tutan bir Müslümân, Allahü teâlânın emirlerini yapmak itiyâdını, alışkanlığını da kazanır. Mukaddes dînimiz İslâmiyette, bütün Müslümânlar, tek bir vücut gibi kabul edilmiş, Müslümânların birbirlerinin dertleri ile ilgilenmeleri istenmiştir...


sohbet Mevlana Hâlid-i Bağdâdi Mevlana Hâlid-i Bağdâdi hazretleri, Irak ve Şam’da yetişmiş büyük velilerdendir. Silsile-i aliyyenin yirmi dokuzuncusudur. Asrının müceddidi idi.

B man’ın, annesi ise Hazabası Hazret-i Os-

ret-i Ali’nin soyundandır. Kabri Şam’ın kuzeyinde, Kâsiyun Dağı eteğindeki kabristanda bulunan türbesindedir. Zekası keskin, hafızası kuvvetli, iradesi sağlam ve çok çalışkan idi. Devrin meşhur pek çok âlimlerinden ilim öğrenip, icazet aldı. Öğrendiği bütün ilimlerde din ve fen adamlarına hocalık yapacak derecede üstün bir bilgiye sahip oldu. Din ve fen ilimlerindeki üstünlüğü ve geniş bilgisi sebebiyle zamanının bütün âlimleri ve velilerinin takdirlerini kazandı. Hangi ilimden ve hangi fenden ne sorulursa sorulsun derhal cevabını verirdi. Zekası ve bilgisi karşısında akıllar hayrete düşerdi. 21 yaşındayken, ulemaya üstad olup, 7 yıl ders okuttu. Âlimler arasında sözü senet idi. Hicaz’a gidip Medine’ye kavuşunca Peygamber efendimize olan aşkını Farsça olarak dile getiren Kaside-i Muhammediyye’yi yazdı. Medine’de Yemenli fazilet sahibi bir zata rastladı. Ondan nasihat istedi. O zat dedi ki: “Ey Hâlid, Mekke’ye gidince edebe uymayan bir şey görürsen hemen reddetme.” O da Mekke’de bir Cuma günü Kâbe-i şerife karşı Delâil-i Hayrât’ı okurken birinin, Kâbe’ye sırt çevirip kendine baktığını gördü. “Şuna bak Kâbe’ye arkasını çevirmiş, edebi gözetmiyor” diye düşünürken, o kimse; “Mümine hürmet, Kâbe’ye hürmetten öncedir. Bunun için yüzü-

mü sana çevirdim. Sana verilen nasihati ne tez unuttun” dedi. Ondan özür dileyip; “Beni talebeliğe kabul et” diye yalvardı. O da; “Sen burada olgunlaşamazsın, senin işin Hindistan’da tamam olur” dedi. Bu zatın, hocası Abdullah-ı Dehlevi olduğu rivayet edilmektedir. Bir gün Hindistan’dan Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin talebelerinden Mirzâ Abdürrahim çıkageldi. Hocasının “Mevlana Hâlid’e selamımızı söyle bu tarafa gelsin!” buyurduğunu bildirdi. İkisi beraberce Hindistan’a gittiler. Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin bulunduğu şehre gelmenin sevinci ile, yanında bulunan eşyaların hepsini, fakirlere dağıttı. Hindistan’ın en büyük velisi ve büyük İslam âlimi, Şâh Abdullah-ı Dehlevi’nin huzuruna kavuştu. Abdullah-ı Dehlevi, ona nefsinin terbiyesi için dergahı temizleme vazifesini verdi. O, âlim bir zat olmasına rağmen, hiç itiraz etmedi. Bir müddet bu vazifeye devam ederken, hocası ile karşılaştı. Onun omuzları üzerinden Arş’a doğru muazzam bir nurun yükseldiğini ve meleklerin ona hayranlıkla baktıklarına şahit oldu. Hocası, onun tasavvufta pek yüksek derecelere eriştiğini görünce, devamlı yanında bulunmasını emretti. Abdullah-ı Dehlevi’nin kalbindeki bütün esrar ve manevi üstünlüklere kavuştu. Abdullah-ı Dehlevi hazretleri; “Ey Hâlid, şimdi

memleketine ve Bağdat’a git! Oradaki insanları Allahü teâlâya kavuştur” buyurdu. O da gidip irşada başladı. Bağdat Valisi Said Paşa, ziyaretine geldi. Birçok âlimin sessiz, başları önüne eğik, hizmetçi gibi edeple huzurunda oturmuş olduklarını gördü. Onun heybetini görünce, diz çöküp titremeye başladı. Celâl hâli gidince, Said Paşanın titremesi de geçti. Daha sonra vali, talebeliğe kabul edildi. Talebelerinden İbni Âbidin hazretleri; “Dün gece rüyamda Hazret-i Osman’ın vefat etmiş olduğunu gördüm. Çok büyük bir kalabalık oldu. Cenaze namazını ben kıldırdım” diyerek rüyasını anlatınca, Mevlana Hâlid hazretleri; “Yakında vefat ederim. Sen de kalabalık bir cemaat ile cenaze namazımı kıldırırsın, çünkü ben, Hazret-i Osman’ın soyundanım” buyurdu. İbni Âbidin bunu duyunca çok üzüldü. Çok geçmedi vefat etti. Cenaze namazını, Hanefi mezhebinde büyük fıkıh âlimi Seyyid İbni Âbidin hazretleri kıldırdı. Talebelerinden ve halifelerinden olan Seyyid Taha-yı Hakkâri hazretlerini çok sever ve ona çok dua ederdi. Buyurdu ki: Nefs-i emmareden kurtulmanın alameti, insanların övmesi ile ayıplamasını, eşit görmektir. İnsanların rağbetine sevinmek, önem vermemelerine üzülmek, basitlik ve akılsızlıktır.

7

ORUÇ TUTARKEN Oruç tu­tar­ken, di­ni­mi­zin di­ğer emir­le­ri­ne de dik­kat edil­me­li­dir. Dik­kat edil­mez­se, tu­tu­lan oru­cun se­va­bı aza­lır ve­ya yok olur. Oruç­tan ve di­ğer bü­tün dînî emir­ler­den mak­sat; sa­lih bir in­san ola­bil­mek­tir. Oruç tu­tan kim­se, kö­tü­lük iş­le­me­ye de­vam edi­yor­sa, oruç­tan bek­le­nen fay­da­nın el­de edil­me­si çok zor­dur. Ha­dîs-i şe­ rîf­te bu­yu­rul­du ki: “Ni­ce oruç tu­tan­lar var­dır ki, aç­lık ve su­suz­ luk­tan baş­ka bir­şey el­de et­mez­ler.” Oru­çtan bek­le­nen fay­da­ya ka­vu­şa­bil­mek iç­in: 1- Gö­zü, fay­da­sız şey­le­re, ha­ra­ma bak­mak­tan; kal­bi, meş­gul eden ve iyi iş­ler­den alı­ko­ya­cak hu­sus­lar­dan ko­ru­ma­lı­dır. 2- Di­li­ni ya­lan, gıy­bet, ko­ğu­cu­luk gi­bi kö­tü iş­ler­ den alı­koy­ma­lı­dır. Ha­dîs-i şe­rîf­te bu­yu­rul­du ki: “Oruç, bü­tün kö­tü­lük­le­re kal­kan­dır. Oru­çlu kim­se câhil­lik edip de kö­tü söz söy­le­me­sin! Şa­ yet bi­ri­si ken­di­siy­le iti­şip-ka­kış­mak is­ter­se, ‘Ben oruç­lu­yu­m.’ di­ye mu­ka­be­le­de bu­lun­sun!” 3- Gıy­bet eden­le din­le­yen, gü­na­ha or­tak ol­ duk­la­rı için, ha­ram şey­le­ri din­le­mek­ten ku­la­ğı mu­ha­fa­za et­me­li­dir. 4- Gö­zü, di­li, ku­la­ğı kö­tü­lük­ler­den ko­ru­du­ğu gi­bi, di­ğer uzuv­la­rı da ha­ram­lar­dan ve şüp­he­ li­ler­den ko­ru­mak lâ­zım­dır. 5- Sa­hur­da, kuv­vet­li gı­da­lar ye­mek­te mah­zur yok­sa da, if­tar vak­ti tı­ka ba­sa yi­ye­rek mi­de­ye za­rar ver­mek doğ­ru de­ğil­dir. 6- İf­tar vak­ti; “Aca­ba tut­tu­ğu­muz oruç ka­bul edil­di mi?” di­ye dü­şü­nüp kork­ma­lı ve oru­cun ka­bul ol­ma­sı iç­in Al­la­hü te­âlâ­ya yal­var­ma­lı­ dır. Ra­ma­zan­da çok is­tiğ­far söy­le­me­li, Ku­r’ân-ı ke­rîm oku­ma­lı ve di­ni­ni, doğ­ru ya­zıl­mış il­mi­hâl ki­tap­la­rın­dan öğ­ren­me­li­dir.

Yemek Duası Yemeğe başlarken besmele çekmek yani “Bismillahirrahmanirrahim”demek ve sonunda “Elhamdülillah” demek sünnettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Yemekten sonra, ‘El-hamdülillahillezi etamena hazettaame ve rezekana min gayri havlin minna ve la kuvveh’ duâsını okuyanın günahları affolur.” Peygamber efendimiz yemekten sonra “El-hamdülillahillezi etamena ve sakana ve cealena minel-müslimin” duâsını okurdu. Yemeklerden sonra, yukarıdaki duâları da içine alan şu duâyı okumak daha uygundur: “El-hamdülillahillezî eşbeanâ ve ervânâ min-gayrihavlin minnâ ve lâ kuvveh. Allahümme at’imhüm kemâ at’amûnâ. Allahümmerzuknâ kalben takıyyen, mineşşirki beriyyen lâ kâfiren ve şekıyyen velhamdülülillahi rabbilâlemîn...”


nükte

8 Diş kirası

Ramazan’a hürmetin neticesi

B

E

ski Ramazan iftar­ larının bize mahsus güzel âdetlerinden biri de “diş kirası”dır. Mi­ safirler, hane sahibine veda ederken bir mik­ tar para veya hediye verilerek uğurlanırlar. Diş kirası denilen bu hediyenin zarif gerek­ çesi, ağzınızı iftar sa­ hibinin damak zevkine kiralamış olmanızdır. Tabii işin doğrusu, Ra­ mazan ayının cömert­ lik ve hayır duygularını şahlandırması dır.Sul­ tan Abdülaziz’in sad­ razamlarından Yusuf Kamil Paşa, cömertliği ile ünlüydü. 1868 yılı Ramazan ayının 8. gü­ nüne rastlayan 3 Ocak günü, bugün Edebiyat ve Fen fakültelerinin bulunduğu yerdeki konağında verdiği if­ tar yemeğine, Sultan Abdülaziz teşrif ettiler. Sadece kuş sütünün eksik olduğu ziyafet­ ten sonra, diş kirası olarak, altın bir tepsiye tepeleme yığılmış ka­ ğıt tomarları padişaha takdim olundu. Bunlar, Kamil Paşanın sahip olduğu bütün mam ve emlakin senet ve ta­ pularıydı. Ancak bu diş kirası tekliften öteye geçmedi. Çünkü Sul­ tan Abdülaziz, “Bunlar makbulüm oldu. Yine size veriyorum. Her hali niz ve ef’âl ü ak­ valiniz mahzuziyetimi mucib olmaktadır” sözleriyle tepsiyi ve içindekileri iade etti.

ir Ramazan günü idi. Müslüman mahallesinde oturmakta olan bir Mecusi’nin küçük çocuğu, oruçlu müs­ lümanların arasında ekmek yiyordu. Babası, çocuğun bu yaptığını görünce, (Oğlum Müslümanların arasında ye­ mek yenir mi? Onlar bu gün­ lerde oruç tutarlar, bu günler onların mübarek günleridir, t-02-r-12-ilan.qxp_Layout 1 copy 11.05.2018 18:12 Page 1 saygı göstermek lazım) diye­ rek azarladı ve (Git evde ye)

diyerek çocuğu eve gönderdi. Bu olaydan birkaç sene sonra bu Mecusi öldü. Ölümünden sonra o şehirdeki bir müslü­ man rüyasında bunu Cennet-i âlâda gördü. Mecusiye, (Nasıl oldu da bu nimete eriştin! Biz seni Mecusi bilirdik. Hatta öldüğün zaman, cenaze na­ mazını bile kılmadık) dedi. O da şu cevabı verdi: “Evet! Doğru söylüyorsun. Ben bir Mecusi idim. Fakat

bir gün küçük oğlum, müs­ lüman mahallesinde, onlar oruçlu olduğu halde yemek yiyordu. Ben çocuğun on­ ların gözleri önünde ekmek yemesine müsaade etmedim. Müslümanların hürmet ettiği bir şeye, ben de hürmet etti­ ğim için; Cenab-ı Allah, hasta yatağımda beni Müslüman olmakla şereflendirdi. Müslü­ man olarak öldüğüm için bu nimete kavuştum.”

Tilkinin orucu

O

rmanda yiyecek arayan kurnaz tilki, bir ağacın dalında bir geyik budunun asılı olduğunu görür. Ama avcılar patlayıcı ile tuzak kurmuştur. Tilki eti nasıl yiyeceğini düşünürken, kurt çıkagelir. Bunu görünce tilkiye “Neden yemedin?” diye sorar. Tilki sakince “Bugün oruçluyum” der. Kurt hemen atılır: “Ben yiyeyim o zaman.” Tilkiye fırsat doğmuşttur: “Buyur afiyet olsun.” Kurt, ete uzanır uzanmaz bir patlama ile ortalık toz duman olur. Za­ vallı hayvan yaralı halde yatarken, tilki bu­ dun keyfini çıkarır. Bunu gören kurt; “Hani sen oruçluydun?” deyince tilki pişkin pişkin cevap verir; “Biraz önce top patladı duymadın mı?”

2 R amaz an 14 39 > 17 M ay ı s 2018 Perş embe R amaz ân ay ın a mah s u s gü n l ü k di j i tal gaze te

re kl am

Yay ın S ah i bi : S ı la M edya Bi li ş i m Rekla m O rg . Ti c. Ltd. Ş t i ., Yay ın Yö n e tmen i : Me h m e d C ün e yd U s ta ,

i n fo @ si l a m e d ya .c o m .t r

D i j i tal Yay ın l ar Ko o rdi n atö r ü : Ö mer Fa r u k Erg ö r Tas ar ım: 202 i let i ş i m

0212 520 43 67

www.ramaz an gaze te s i .co m | @ ramaz an gaze te s i


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.