5
G Ü N Ü N S ÖZ Ü Oruçlunun uykusu ibâdet, nefesi tesbihtir. Duâsı kabûl olur. Ameline kat kat sevap verilir.
RA M A Z Â N
1439
G
20 Mayıs 2018 Pazar
A
Z
E
T
E
S
Hadîs-i Şerîf
İ
RAMAZANİYELİK, SICAK SICAK!.. ERCÜMENT EKREM TÂLU İkdam, 11 Mayıs 1921
R
amazanın birinci günü daima halkta bir acemilik olur. Orucun kendine mahsus tiryakiliği, neşesi, sarhoşluğuna henüz alışmamış vücutlar, dimağlar biraz zahmet çeker. Sabahleyin hafta içlerinde böyle adet edindiği için erkenden yataktan fırlayıp, tam başı ucundaki tütün paketine sarılırken: -“Efendi ne yapıyorsun, ramazan, unuttun mu?” ikazıyla kendine gelenler; tiryakilik veren, uyku giderici maddelerden mahrumiyetin verdiği dalgınlıkla, gayr-i ihtiyarî olarak vakitsiz evden çıkıp da, olağan günlerde yaşanan süratte dairesine varan ve kapıyı kapalı bulunca aklını başına toplayanlar; tramvayda sigarayı ağızlığa takıp, tam kibriti çaktığı sırada yanında oturan hoca efendinin dik dik bakışından utananlar olanlar; burnunu silmek için mendilini ararken cebinde bulduğu eskiden kalmış bir tek kebap fındı-
ğını ağzında çiğneyip yutacağı esnada, kaldırım üstünde duran simitçinin: -“Ramazaniyelik, sıcak, sıcak!...” ava-
zıyla oruçlu olduğunu hatırlayanlar, hep bu mübarek ilk günde sık tesadüf olunur şahsiyetlerdir. Yine ramazanın
ilk günü yankesiciler için bulunmaz bir nimettir. Hele ikindiden sonra... Fes yana eğilmiş, gözler süzük, dudaklar morarmış
ve kuru, simanın rengi uçuk... Bacaklar dermansız, kolları uyuşuk, düğmeleri çözük, ceketin etekleri sarkmış... Elde, içerisi o esnada rast gelinip imrenilen her çeşit nesneden birer parça dolu kağıt torba, efendi tramvay bekler... Ortam kalabalık mı kalabalık. Birbirini sıkıştıran sıkıştırana! Tramvay arabaları, üzerine sinek üşüşmüş birer kocaman ve hareketli akide şekeri gibi gelip geçiyor. -“Fesubhanallah, daha ne kadar bekleyeceğiz? Ezana yarım saat var!” Derken bir feryat: -Amanın, polis efendi, polis efendi! Gidiyor, tutun! Ancak yankesici, göz açıp kapayana kadar, yan sokaklardan birine sapıp kaybolur. Ahali, bîçare efendinin yanında. Sualler, mütalaalar, nasihatlar başlar: -İçinde çok para var mıydı? -Alan adamı görmüş müsün? -Be adam, ceketin yan cebine de para konur mu? Bir feryat daha: > devamı 5. sayfada
İstanbul namaz vakitleri İmsâk
03: 2 6
Sabah
0 3 :4 6
Güneş
0 5:35
Öğle
13 :12
İkindi
1 7: 09
Akşam
2 0: 2 8
Yatsı
22: 20
2
beslenme
Ramazanda neler yemeli neler yememeli Beyaz undan yapılan pide kan şekerini yükselten bir numaralı aktördür. Sahurda çay içmemelidir. Sahurda kesinlikle meyve yememelidir. Karpuzun lifi olmadığı için kan şekerini aniden yükseltir ve çok çabuk acıktırır.
Ramazan’da tok tutan yiyeceklere ve en önemlisi de susuzluğa derman olacak içeçeklere ihtiyaç duyulacak. Hurma veya zeytinle iftar açılır. İftar sofrasında içilebilecek en iyi çorba kelle paça ve mercimek çorbasıdır. Et, tavuk veya hindi, süt, peynir, yoğurt, yu-
murta, mercimek, kuru baklagiller, bulgur ve sebze yemekleri yenebilir. Zeytinyağlı etli yemekler ile kuru fasulye tüketilmelidir. Peynir, köfte, ceviz, fındık, fıstık, içli köfte tam tahıllı yahut çavdar ekmeği yenebilir.
Sahura kadar azar azar sık sık su ve ayran içmeli, yoğurt yemelidir. 1 şişe doğal maden suyu içilebilir. Fındık, fıstık, yer fıstığı ve ceviz yenilmelidir. Sahurda avu-
cunuz kadar bir pideye bol bol terayağı (köy tereyağı) sürüp veya bol doğal zeytin yağına batırıp yenebilir. Anne sütünden son-
ra en kaliteli protein yumurtadadır. 2-3 yumurtayı bol tereyağına kırıp yenince 24 saat tok tutabilir. Zeytin ve zeytinyağı tokluğa birebirdir. Yağın verdiği enerji sizi 72 saat götürür. Dinç tutar, baş dön-
mez. Biri sahurda olmak üzere her gün 2 bardak süt içilmeli. Her sahurda en az 3 bardak su içmeyi ihmal etmemeli. Her gün bir çay kaşığı ka-
dar tarçın tüketilebilir. Çörekotu, sahurda öğütülerek yahut tam haliyle salatalara, yoğurda eklenebilir. Beyaz undan yapılan pide kan şekerini yükselten bir numaralı aktördür. Sahurda çay içmemelidir. Sahurda kesinlikle meyve yememelidir. Karpuzun lifi olmadığı için kan şekerini aniden yükseltir ve çok çabuk acıktırır. Patates kızartması, börek,
açma, pilav, pizza, salam, sosis, sucuk, tuzlu peynirler, pastırma sahur sofrasında olmamalıdır. Ayrıca, kek, kurabiye, tatlı, çikolata, bal, reçel ve bunun gibi şekeri yüksek yiyeceklerdir. Çok tatlı, şeker ve ekmek yememek gerekiyor. En sağlıklı tatlı hoşaf ve güllaçtır.
oruç ve iftar
3
RAMAZAN GELÄ°YOR
ORUÇ SABRIN YARISIDIR
Ramazan geliyor ne gam ne keder... Ya Rab olmayana misli misli verđ&#x;Žˆ Misal Ĺ&#x;u yumaÄ&#x;Äąn yavrularÄąna Bolca kertenkele ve bir kaç fare DĂźdĂźklĂź makarna ve neler neler... Su basan çadÄąrlar, aç çocuklarÄą Bizim avcumuzdan çĹkanla doyur... RÄązÄąksÄąz kul kalmaz dĂźnyada amma, Nice gariplere bizi sebep kÄąl... SavaĹ&#x; yorgununa, muhacirine Ä°lim ve Ĺ&#x;enlik ver gam tacirine YuvasÄąndan dĂźĹ&#x;en serçelere dal, Kara karÄąncanÄąn gecesine yol, Ya Rabbel alemin herĹ&#x;ey sendendir CĂśmertler cĂśmerdi, Ĺ&#x;ahlarÄąn ĹžahÄą, Bize bol nimetler yaÄ&#x;dÄąr Ä°lahi! Hem ilimle donat irfanla kuĹ&#x;at, Edeble giyindir, Ĺ&#x;ĂźkĂźrle yaĹ&#x;at, Ă–yle ki son nefes çekildiÄ&#x;i gĂźn Ruhumu gĂźl gibi yapraktan sÄąyÄąr... Bizi Firdevs denen Cennetle kayÄąr Koca Ahmed Murad
BaÂz Äą kimÂseÂler, oruÂcun saÄ&#x;ÂlÄąÂÄ&#x;a zaÂrarÂlÄą olÂduÂÄ&#x;uÂnu sĂśyÂlerÂler. HâlÂbuÂki, AlÂlaÂhĂź teÂâ lâ, inÂs anÂlaÂra zaÂrarÂlÄą olan Ĺ&#x;eÂyi emÂretÂmez. Az yeÂmek ve oruç tutÂmak, vĂźcuÂdun sÄąhÂhaÂt i için çok ĂśnemÂliÂd ir. ZeÂkât veÂren maÂlÄąÂn Äą kirÂden koÂr uÂduÂÄ&#x;u giÂbi, oruç tuÂtan da vĂźÂcu duÂnun zeÂkâÂt ÄąÂn Äą ĂśdeÂm iĹ&#x; olur. Oruç tuÂtan vĂźÂcut, âdeÂta baÂkÄąÂma giÂren bir ma kiÂne giÂbiÂd ir. İç orÂganÂlaÂr Äą saÂran yaÄ&#x;Âlar erir, vß cuÂdun zinÂdeÂliÂÄ&#x;i ve diÂrenÂme gĂźÂcĂź arÂtar. MiÂde, bĂśbÂrek, kalp ve kaÂraÂciÂÄ&#x;er hasÂtaÂlÄąkÂlaÂr Äąna karÂĹ&#x; Äą muÂkaÂveÂmet eder. KaÂraÂciÂÄ&#x;er, sinÂd iÂr imÂle de vaÂz i feÂliÂd ir. OruçÂlu iken birÂkaç saÂat isÂt iÂraÂhat eder, gĹ da deÂp oÂlaÂma iĹ&#x;iÂne ara veÂr ir. MiÂde de, bir mĂźdÂdet dinÂleÂn ir. Kan hacÂm i de azalÂd ÄąÂÄ&#x;Äą için tanÂs iÂyon dß Ĺ&#x;eÂrek kalp raÂhatÂlar. DaÂmar sertÂliÂÄ&#x;iÂne çok fayÂda lÄąÂd Äąr. BĂśyÂle raÂhatÂs ÄązÂlÄąÂÄ&#x;Äą olanÂlar, RaÂmaÂz an ayÄąnÂdan baĹ&#x;Âka zaÂmanÂlarÂda da oruç tutÂmaÂlÄąÂd Äąr. Çok yiÂyen çok uyur, çok uyuÂyaÂnÄąn da vakÂti bo Ĺ&#x;a geçÂmiĹ&#x; olur. AyÂrÄąÂca, sert ve kaÂtÄą kalpÂli olur. Her zaÂman tok olan Ĺ&#x;efÂkatÂsiz ve merÂhaÂmetÂsiz olur. Az yiÂyeÂn sÄąhÂhatÂli olur ve masÂraÂfÄą da az olur. OruÂcun saÂbÄąr, Ĺ&#x;ĂźÂkĂźr, nefs terÂbiÂyeÂsi giÂbi diÂÄ&#x;er ibâdetÂlerÂle de irÂtiÂbaÂtÄą varÂdÄąr. HaÂdĂŽs-i Ĺ&#x;eÂrĂŽfÂte buÂyuÂrulÂdu ki: “Oruç sabÂr Äąn, saÂbÄąr da ĂŽmânÄąn yaÂr ÄąÂs ÄąÂd Äąr.â€?
Ä°ftar SofrasÄą
YoÄ&#x;urtlu Kebap Sofra misafirle dolsun! Ev bereketli olsun! Yemeklerin yanÄąnda, SĂźtlĂź ve tatlÄą olsun! ~ď ť~ Belediye duyursun! Aç olanÄą doyursun! Ramazanda fakirler, ÇadÄąrlara buyursun! ~ď ť~ Rabbin çoktur nimeti, Bilinmeli kÄąymeti, Ramazan-Äą Ĺ&#x;erifte, YaÄ&#x;ar Hakk’Ĺn rahmeti. ~ď ť~ Hiç kimse nazlanmasÄąn! Yemekler tozlanmasÄąn! Hoca, servis tez olsun! Misafir sÄązlanmasÄąn!
Malzemeler (1 kiĹ&#x;ilik): • • • • • •
180 gram Urfa kebabÄą 50 gram dĂśner 1 adet tÄąrnak pide FesleÄ&#x;enli domates sos YoÄ&#x;urt TereyaÄ&#x;Äą
HazÄąrlanÄąĹ&#x;Äą: TÄąrnak pideyi kĂźp kĂźp doÄ&#x;rayÄąn. TereyaÄ&#x;Äąnda sebzeli çeĹ&#x;ni ile soteleyin ve servis tabaÄ&#x;Äąna alÄąn. Ăœzerine çĹrpÄąlmÄąĹ&#x; yoÄ&#x;urdu yayÄąn, arzunuza gĂśre yoÄ&#x;urda sarÄąmsak ekleyebilirsiniz. YoÄ&#x;urtlu pidenin Ăźzerine piĹ&#x;miĹ&#x; Urfa kebabÄą ve dĂśneri koyun. FesleÄ&#x;enli domates sosu Ăźzerine gezdirdikten sonra, kÄązgÄąn tereyaÄ&#x;Äą dĂśkerek servis edin.
4
nâme
iftar Ş
imdiii ne diyorduk, Ramazan, sahur, bi tatlı huzur... Hah, rızık diyordu bir kitapta; nasıl ki insan rızkını arar, rızkı da öyle sahibini ararmış. Her lokmanın üstünde adımız yazarmış hatta... Yani rızk u levhâ… Gelelim bu akşama, Balat pazarından canhıraş rızkımı toplayıp eve varınca, rızıklarım bana baktı, ben rızıklarıma! Yutkunduk karşı beri... Sonra okudu akşam ezanını Süleymaniye’nin müezzinleri. Bunca günlük arayış ve bekleyişin ardından hayal edin, levha levhaya bir kavuşma... Derken fazlaca kaçırmışız akşamı iyi mi! Kan mı bastı, sıcak mı var nedir anlamadım. Şu evde gezen filler de nerden çıktı? Gerçek mi hayal mi üzerime üzerime gelip, göz kapaklarıma oturuyorlardı ki bende bi şafak attı! Tokluktan ölmek istemem de yokluktan ölmek isterim, öyle korkuyorum bu taşkınlıktan! Neye harcayıp yakacağız bunun kalorisini, ettik bi kere bu lokmaya hamallık! Karnımıza değil gözümüze doldurduk belli ki davul olduk; yoksa iftardan önce bildiğin kavaldık! Neylesem, bi fil çobanlığı eksikti evde, bi ağırlık var! Hem ‘dabıl’ fil öyle, çifter çifter geziyorlar! Şakaklarımdan bulgur bulgur dökülen bir tansiyon... Kanımı zehirledim kendi elimle, ne etsem teravihe teravih katsam... Haliç’te bi kaç tur atsam... Dağlılık da vurursa başa, üstüne bi Lezginka mı patlatsam! Bi tas reçel bi pide, tereyağ bi haylice! Tok karnına ilaç iç demişti doktor amma korktum ilaç çok gelir şimdi bakarsın! İnsandan çıktım, bildiğin iki kulaklı filim, zaar yoksa nedir bu niyetim? Benim de mi olsun artık çekirdeği spor sayan bir diyetim...
Nefsim benden önce dişliyor pideyi, nedir bu ‘ham ham’ iştahı ‘nğam nğam’ uğultusu, evet nedir bu varlıktaki gâmı eyyam onu anlamadım! Hayır, rızkı da insana benzermiş, herşeyi geçtim onu anladım! Yaa erenler, etmeyin eylemeyin böyle şeyler... Sonra ince kabuğuna sığmaz oluyor insan... Latife ile söyleyince hoştur amma ruhtur aslolan... Fazlası isyan... Zannedersin ki bütün tuhaf şeyler bana rastlıyor! Sabahın baharınde daha açılmamış pazara gitmek nasıl bi şehir acemiliğidir ya da akıl fukaralığı anlamadım erenler… Malta’nın meşhur Çarşamba Pazarı’na akşamki kırk kişilik piknik için yeşillik almaya çıktım... Çıktım lakin, otobüs boş… Unkapanı boş... Vakıf zeytincisi kapalı... Kepenkler kapalı… Hatta Malta Çarşısı bile boş! Kaçta kalktım ben acaba, herkes namaz kıldı yattı da ben mi yeni uyandım, demeye kalmadı, aşırı bir dikkatle kulaklarını lağım ızgarasının altına dikmiş bir kedi gördüm! İlginç olan kedi değil, ızgaranın altında kediden daha büyük civk civk eden iki fareydi! Kedinin ulaşamadığı mıntıkada ama neredeyse kediyle burun buruna, tom ve jery mesafesinde birbirleriyle dalga geçiyorlardı!
Nasıl yani ya, bin kırk yıllık doğunun o munis ve miskin kedisini alaya aldırtır mıyım hiç! Nasıl bi genetik refleksti bilmem, nalburun kapısından küreği kaptığım gibi, dehşet verici bir süratle hamle yapmışım... İki çırak yetişti de anca fark ettim hâlimi, lakin ızgaranın altındaki fareye de ne yapacaktım, onu da bi hayli merak etmekteyim! ‘Yav’ dedim, - sabah sabah ne konuşmamda estetik kaldı ne de içerimde bir şiir, gayet tiksinç bir kemirgen her yerde dolanıyor zannıyla- ; yav dedim, yok mu bunlara döksene oğlum bi zehir mehir! Ne diyorsun abla zehri yalayıp yutuyor, sonra semirip bize kafa tutuyorlar! Nettiysek baş edemedik, hani dükkanlara dadanamasalar da kısım kısım çuvalları yırtıyorlar! Ne etsin, fare bu zaar, yemesin mi yazılmışsa rızkını? Bazı kadın kısmısı “aman çarşıdan açık şeyleri almam ben aaa” deyip duralar, lakin marketlerde -geçtim kedileri- farelerin bile yemediği naylon nimetleri sepet sepet taşıyoruz haneye... Hem çarşının bereketi ve lezzeti başka nerde var? Bak hemşire, Ramazan günü yemek tarifli bir yazı yazmadım can bu çeker diye ama -içine fare düşürsem denasıl getirdim konuyu yine lezzetli bir lokma-
ya! En basmatisinden pişireyim mi şimdi akşama bir pilav! Lakin iftara daha on iki saat var! Hasılı kelam, budur sabahleyin humar humar maceram... Siz siz olun pazarcıdan önce pazara gitmeyin, öyle kedisiz faresiz modern kent insanıyız diye de zannetmeyin. Dedim iftara daha çok var, çıkayım şu yazın geldiği İstanbul’da dilim damağıma yapışmadan, geçeyim derin serinliğini içerek Kapalı Çarşı’nın... Ah ne çarşıdır burası! Mercanları mercan, firuzeleri firuze, kumaşları kumaş... Tüccarları dersen adamına göre davranır nazik ya da hiç umursamadan... Açıldı bedestenlerin kapıları, her vitrinden bir ipek, bir cam fanus, bir göz yakan parıltı... Nice eski zenginlerin çul saydığı, biri kırka satılan pılı pırtı... Ayın hareleri yayıldı tezgaha sanırsın, öyle katmer katmer dökülür ipeklerinden ışık... Hele antikaları ve boncuklarına bakmadan geçemez insan, eskiye sâfi olur aşık... Boncuk dizdirdim dükkançelerin en girdilisinden, fare deliği kadar kapıda, oturur gördüm dev gibi bir tüccarı, gözünde gözlük, elinde cımbızla seçer incileri boncukları... Daha neler neler anlatırdım bu Kapalı Çarşı’yla ilgili aslında...
Ah neler ki ah neler... Lakin misafirler geldi, iftara kaldı dakikalar, saniyeler… Geçenlerde bi dostum dedi ki, acaba Ramazan’da bütün şeytanlar bağlanmıyor mu, bu vesvese filan nedir kaç gündür çok acayibim! Yıllardır tanırım, hemen söyledim; kendini bağlasan anca! Şeytan da yıldı senden bana kalırsa! Kişi nefsiyle yüzleşmeye görsün ne şeytana benzer o ne kötü arkadaşa, içerde uluyan bir köpektir, ister ha ister... Verdikçe ister... Daha çok günah işletmek için çalışır durur... Niye böyle kötüdür nefs bilir misin, çünkü istekleri oldukça ruhu öldürür. Ruh latif, zarif bir yaratılışta bir küçük bal arısı gibi huzur arar, çiçek toplar zikr ede ede, kovanında uğultuyla bal yapar. Lakin kendi kendinin huzurunu kaçırır insan, nefsini şımartır, ruhunu hapseder... Oysa hür bırakılması gereken ruhtur... O şımarmaz, iyi şeylerden huzur bulur... Aklın ve düşüncenin salim olması, kalbe bağlı olmasından belli olur. Kalbini öldüren biri öfkeli, kibirli, vesveselidir... Oysa ruh, sabrı sever, tevekkülü sever, şikayeti değil, dayanmayı sever... Ruh sonsuz alemler için yaratılmıştır... Gündelik istekler, çanta papuç, yat kat, iyi görünme derdi nefsindir ve sadece dünya içindir. Ruh ise istemez, özler; iyiliği, güzel yerleri, Cenneti ve yedi kat göklerin ilmini bilmeyi... Nefs kişileri konuşur, ruh ise büyük davaları ve hayalleri... Onun için insan, dilinden çıkanlara dikkat etmeli... Çünkü dil insanı ele verir; ruhun kuyusundan çekilen suyla, nefsin kuyusundan çekilen su bir değildir! Nefesin çıkrığı aynı gırtlaktan dönse de, sözün kimi acı kimi tatlı olmasının sebebi budur. Koca Ahmed Murad
tarih < baş tarafı 1. sayfada -Ne karıştırıyorsun ulan? O cebin içinde ben para bulamıyorum ki sen bulasın! Köpoğlunun veledi, elini boş cebime sokmuş habire araştırıyor, bereket bir şey yok! İlk efendi melül melül evinin yolunu tutar. İftardan sonra aklını toparlayınca, vay evdeki kaşık düşmanının başına gelecekler! Tekmil hıncını ondan çıkaracaktır. Ramazanın bu ilk gününün eskiden başka hususiyetleri de vardı. Para tüketen eden hazırlıklardan, iftarlardan, diş kiralarından bahsedip de hem kendimin, hem de sizlerin derdini depreştirmeyeceğim. Yalnız, yavaş yavaş unutulduğunu görmekle müteessir olduğum
bazı eski adetlerin yeniden canlandırılmasını temenni ediyorum. Mesela bundan birkaç sene evvel Ramazan geldi mi, küçük büyük herkes birbirini tebrike giderdi. Samimî, riyasız ziyaretler, mektuplar teati edilir, sohbetler, ictimalar olur, birlikte camiler, sergiler, ahbaplar dolaşılır, otuz gün için müşterek ibadet, ziyaret, eğlence programları yapılırdı. Bu mevsimde oruç tutmak gerçi biraz güç oluyor. Günler uzun, havalar sıcak. Lakin bu hal ve şartlarda bile üstümüze düşeni ifa etmek her halde daha ziyade makbuldür. Zavallı Borazan Tevfik merhumun burada bir menkıbesini hatırladım. Bugünkü musahabemi bununla bitireceğim...
Bundan üç dört sene evvel yine böyle bir yaz ramazanı, Tevfik Erenköyü’nden trene biner. Bîçare Tevfik, dini bütün bir Müslümandı. Oruç başına vurmuş, bîtap, şişman olduğu için sıcaktan da müteessir bir halde kompartımanın birine yerleşir. Meğer karşısında öteden beri tanıdığı, biri Sâim, diğeri Âbid isimli iki birader oturuyormuş. Bunlardan biri Tevfik’e hitaben: -Tevfik Bey! der; galiba oruç seni fena sarsıyor! Borazan, hiç aldırmadan cevap verir: -Ne yapayım? Siz iki kardeş taksim-i vazife etmişsiniz. Bana gelince hem sâim, hem âbid olmak mecburiyetindeyim. Bu sıcakta da kolay iş değil!”
5
YABANCI GÖZÜYLE
İSTANBUL’DA RAMAZAN
P
ortekizli Miss Julia Pardoe 1835: Türkler son derece misafirperver insanlardır. İster fakir, ister zengin olsun, yemek vakti gelen misafirlerini her zaman iyi karşılar ve sofralarına oturturlar. Türkler kendilerini sadece Allahın kulu sayarlar. Bunun için de dünya mallarına eğreti gözüyle bakarlar. Kendilerinde fazla olan şeyleri de olmayanlara verirler ve bunu bir borç saymazlar. Fransız Robert Mantran, “16 ve 17. Yüzyılda İstanbul’da Gündelik Hayat” isimli kitabında: Oruç imtihanını Müslüman Türkler öylesine bir karakter gücüyle geçmektedirler ki, Batılılar buna hayran kalmaktadırlar. Ne insanların durumu, ne günlerin uzunluğu ve sıcaklığı, ne iş yorgunluğu, bu nefse hâkimiyetten alı koyabilmektedir. Avusturya Sefiri Ogier Ghiselin de Busbecq 15541562: Bu ay bizdeki perhiz günlerine benzer. Özellikle haram olan şeylere çok dikkat edilir, çok susamalarına rağmen ağızlarını su ile bile çalkalamazlar.
Alman Erwin Rüsehkamp, 1906’da “Germania” dergisinde “Türklerde Ramazan Günleri ve Dini Bayramlar” başlıklı makalesinde: Ramazan sadece Müslümanları değil, İstanbul’da yaşayan bütün ecnebileri de cezbeder. Kadir gecesinde neredeyse bütün İstanbul ayaktadır. Câmiler hıncahınç doludur ve bütün Müslümanlar sabaha kadar ibâdet ederler. Ama beni en çok etkileyen şey bayramlarda yapılan yardımlardır. Bu üç gün boyunca fakirler özel bir şefkatle hatırlanır ve her Müslüman zekât adı altında yardımlar yaparak dînî görevlerini yerine getirirler. 1552’de Osmanlı’ya esir düşen İspanyol Pedro, Kaptan-ı Derya Sinan Paşa’nın yanında kölelikten hekimliğe kadar yükselir. 3 yıl boyunca İmparatorluk başkentinde mecburî ikamet eden Pedro, Osmanlı adaleti hakkında şunları yazar: Türk mahkemelerinde, bizde olduğu gibi iltimas mektupları geçmez. Adaletlerinin en iyi tarafı, davaların kısa sürmesidir. Bir dâvâ 30 gün uzadı mı, çok uzun sürmüş sayılır.
6
sohbet
Oruç, çok mühim bir ibâdettir PROF. DR. RAMAZAN AYVALLI
“Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayâline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.”
B
ilindiği gibi ibâdetler üç kısımdır: 1- Beden ile yapılanlar (Namaz ve Oruç gibi), 2- Mal ile yapılanlar (Zekât, Sadaka-i Fıtır ve Kurbân gibi), 3- Hem beden, hem de mal ile yapılan ibâdetlerdir (Hac ve Umre gibi). Bildiğimiz gibi, İslâmın beş şartından dördüncüsü, mübârek ramazân ayında, her gün oruç tutmaktır [İlk üçü Kelime-i şehâdet, namaz ve zekât, sonuncusu da hacdır]. Oruç tutmak, Müslümânlara, Peygamber Efendimizin Mekke-i mümerremeden Medîne-i münevvereye hicretinden onsekiz ay sonra, şabân ayının onuncu günü, Bedir gazâsından da bir ay evvel farz kılınmıştır.
Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur: “Bir kimse, ramazân ayında oruç tutmayı farz [yani vazîfe] bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur.” [Sahîh-i Buhârî] Şimdi burada, Ramazân ayında oruç tutma hakkındaki birçok hadîs-i şerîften sâdece birkaçını sizlere takdîm edelim: “İslâm, kelime-i şehâdet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, ramazân orucunu tutmak ve haccetmektir.” [Müslim] “Bilhâssa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Biri size sataşırsa, ona ‘Ben oruçluyum’ deyin.” [Buhârî]
“Temizlik îmânın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.” [Müslim] “Gerçek oruç, sâdece yiyip içmeyi terk etmek değil, boş ve hayâsızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur.” [Hâkim] “Oruçlu iken ölen Cennete girer.” [Bezzâr] “Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayâline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.” [Taberânî] “Oruç tutan müminin susması tesbîh, uykusu ibâdet, duâsı müstecap ve amelinin sevâbı da çoktur.” [Deylemî] “Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, ramazân orucunu tutması gerekir.” [Ebû Nuaym]
Resûlullah Efendimiz, bir hadîs-i şerîfinde de buyurdu ki: “Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemiştir: 1. Ramazânın birinci gecesi, Allahü teâlâ müminlere rahmet eder; rahmet ile baktığı kuluna hiç azâb etmez. 2. İftâr zamanında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya her kokudan daha güzel gelir. 3. Melekler, ramazânın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolmaları için duâ ederler. 4. Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhirette vermek için, Ramazân-ı şerîf’te Cennet’te yer tayin eder. 5. Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan müminlerin hepsini affeder.”
sohbet
7
Muhammed Bâkibillah M
uhammed Bâkibillah hazretleri, Silsile-i aliyyenin yirmi ikincisidir. İmam-ı Rabbani hazretlerinin hocasıdır. 1563 yılında Kâbil’de doğdu. Kâbil’den Semerkand’a gidip, zamanın en büyük âlimlerinden olan Mevlanâ Sâdık-ı Hulvâni’den gerekli ilimleri öğrendi. Yüksek yaratılışı ve kabiliyeti ile kısa zamanda, talebeler arasında en yüksek seviyeye ulaştı. Sonra tasavvufa yönelip, bu yolun büyük âlimlerinden bâtıni ilimleri öğrenerek yüksek dereceye ulaştı. Hâcegi İmkenegi hazretlerinin sohbetleri, Behaeddin Buhari ve halifelerinin ruhaniyetlerinin yardımı ile, bu büyükler silsilesine dahil oldu. Muhammed Bâkibillah hazretleri hocasının emriyle
Hindistan’a gidip, bir sene Lahor’da kaldı. Oradaki âlimler onun sohbetine gelip, istifade ettiler. Sonra Delhi’ye gidip, vefatına kadar orada kalarak, insanlara doğru yolu anlattı. İki-üç sene gibi kısa bir müddette, pekçok âlim ve veli yetiştirdi. Onun yetiştirdiği büyüklerin başında, kendisinden sonra halifesi olan, ikinci bin yılın müceddidi, İslam âlimlerinin gözbebeği imam-ı Rabbani gelir. İmam-ı Rabbani hazretleri yetişip kemale gelince, Muhammed Bâkibillah hazretleri bütün talebelerinin yetiştirilmesini ona bıraktı. Emr-i maruf ve nehy-i münker yaparken, şiddet ve sertlik göstermezdi. Bir kimse dine uygun olmayan bir iş yapsa veya söz söy-
lese, yumuşaklıkla, kinaye ve ima ile sakındırır, kalb kırmak istemezdi. Emr-i maruf yaparken, kendini diğer insanlardan ayırmamak ve üstün görmemek için çok gayret sarf ederdi. Sohbetlerinde hiç bir müslüman kötülenmezdi. Eğer birinin kalbinden bir müslüman hakkında kötü bir düşünce geçse, derhal hakkında kötü düşünülen kimseyi övücü sözler söyleyerek konuşmaya başlardı. Hân-ı Hânân ismiyle meşhur padişah Abdürrahim Hân onu sevenlerden biri idi. Bâkibillah hazretlerinin hacca gideceğini duyunca, yol parası olarak bol miktarda para gönderdi. “Bu hediyemi, lutfederek kabul buyurun efendim” dedi. O ise, “Müslümanların paralarını har-
cayarak hacca gitmemiz uygun olmaz” diyerek kabul etmedi ve hacca da gitmedi. Yemek pişirenin abdestli olmasını, yemek pişirirken dünya kelamı söylenmemesini tembih ederdi. “Salih olmayanın yemekleri feyzin gelmesine engel olur” buyururdu. Evliyadan bir zat gelip,; “Hâlimde bir bağlanma, kalbimde bir sıkıntı hissediyorum, fakat kabahatimin ne olduğunu bilemiyorum” dedi. Hâce hazretleri, “Yemeğinde ihtiyatsızlık vâki olmuş” buyurdu. “Her gün aynı yemekleri yiyorum” dedi. Hâce hazretleri, “İyi düşün” dedi. İyice düşününce, “Evet efendim şimdi hatırladım, yemek pişerken, helal olduğu şüpheli iki üç odun yakılmıştı” dedi.
Bir gün Hâce Hüsameddin’in haber vermesiyle, görevliler içki içen ve başka kötülükler yapan bir genci yakalayıp hapse attılar. Hâce hazretleri bunu duyunca, Hâce Hüsameddine sitem etti. O da: “Çok kötü bir gençtir” deyince, üzüntülü bir şekilde, derin bir âh çekip buyurdu ki: “Sen kendini iyi gördüğünden o sana kötü görünüyor. Fakat biz kendimizi ondan farklı görmüyoruz. Nasıl olur da onu kötüleriz?” Sonra o genci, hapisten çıkardılar. O genç, komşusu hâce hazretlerinin yakın alakası karşısında son derece memnun olup, günahlarına tevbe ederek salihlerden oldu.
nükte
8
Fırtınalı gece
H
attat Yesarizade Mustafa İzzet, fırtınalı bir gecede Boğaziçi’ni kayıkla nasıl geçtiğini şöyle anlatıyormuş: “İftara gidiyordum. Deniz dalgalı olduğu için geciktik. Yolda iftar topu patladı.
t-02-r-12-ilan.qxp_Layout 1 copy 11.05.2018 18:12 Page 1
Yanımızda yiyecek olmadığı için çubuğumu yakarak orucumu bozayım dedim. Rüzgâr yüzünden bir kutu kibrit yaktığım halde çubuğumu yakamadım. Dalgalar da kayığı kaldırdığı zaman Ortaköy Camisi
minaresinin kandillerine kadar çıkıyorduk.” Bunu dinleyenlerden biri bu anlatmaya karşılık sorar: “Aman üstad, oraya kadar çıkmışken ne diye çubuğunuzu kandillerden yakmadınız?”
Kolayı var O
n sekizinci yüzyıl Osmanlı dönemi şairlerinin en ensprililerinden biri olan Şair Haşmet’in kendine göre aptalca işler yapanların adını kaydettiği gizli bir defteri varmış. Kim ahmakça, akılsızca bir iş yapsa, adını oraya işlermiş. Haşmet’in böyle bir defter tuttuğundan haberdar olan Padişah III. Mustafa, bir yolunu bulup bu defteri elde etmiş. Padişah zevk ve merak ile bu defteri karıştırırken, aptalca işler yapanların listesi demek olan bu defterde kendi adına da rastlamış. Hemen Şair Haşmet’in huzuruna çıkarılmasını emretmiş.
Şair karşısına çıkınca, vakit kaybetmeden paylamaya başlamış: “Bu ne küstahlık! Sen nasıl oluyor da benim adımı böyle aptallar listesine kaydediyorsun?” “Efendimiz sakin olunuz, izah edeyim. Siz geçenlerde başseyise yüklü bir para vererek cins bir Arap atı almaya gönderdiniz. O kadar parayla Arabistan’a gönderilen kimse artık geri döner mi? Bunun için sizin adınız da orada bulunuyor.” “Peki, ya başseyis geri dönerse?” “Kolayı var Efendimiz, sizin adınızı siler, onunkini yazarız...”
5 R amaz an 14 39 > 20 M ay ı s 2018 Pa z a r R amaz ân ay ın a mah s u s gü n l ü k di j i tal gaze te
re kl am
Yay ın S ah i bi : S ı la M edya Bi li ş i m Rekla m O rg . Ti c. Ltd. Ş t i ., Yay ın Yö n e tmen i : Me h m e d C ün e yd U s ta ,
i n fo @ si l a m e d ya .c o m .t r
D i j i tal Yay ın l ar Ko o rdi n atö r ü : Ö mer Fa r u k Erg ö r Tas ar ım: 202 i let i ş i m
0212 520 43 67
www.ramaz an gaze te s i .co m | @ ramaz an gaze te s i