6
G Ü N Ü N S ÖZ Ü Oruç tutanın uykusu, oruç tutmayıp geceyi ibâdetle geçirenin ibâdetinden üstündür.
RA M A Z Â N
1439
G
21 Mayıs 2018 Pazartesi
A
Z
E
T
E
S
Hadîs-i Şerîf
İ
BOĞAZİÇİ’NDE BİR İFTAR SEMİH MÜMTAZ S. Resimli Tarih Mecmuası, 1950
K
aydınlıklarında kendi şuâı vardı... Muhterem kârilerim, size bu yazıda bugün hayal olmuş dünkü hakîkatlerden bir tânesini canlandırmaya çalışacağım... Bir
yaz gecesi Çubuklu’da sadrâzam ve serasker ve yâveri ekrem devletlû, fehâmetlû Keçecizâde Fuat Paşa Hazretlerinin yalısındaki iftarı...
İftar Sofrası
adri ve dünyâda bir tâneliği bilindiği zamanlarda Boğaziçi bambaşka bir hâlet yaşardı. Hem yaşatırdı. Koca Nedîm’in dediği gibi “onda evvel çok nevâlar, güft ü gûlar var idi”. Nazlı bir cânan gibiydi. Üstüne titrerlerdi. Onu incitmekten hazer ederlerdi. Gücenir diye korkarlardı. Sînesine ilişen sâhilsaraylar onun güzelliğini örtmemek, ona sıklet vermemek için âdeta yerlere serilirler, en ufak bir çirkinliğe âlet olmaktan çekinirlerdi... Ne güzeldi Boğaziçi Yâ Rabbim!.. Ne kadar da şirindiler sâhilindeki sâhilhâneler! Emsâli yoktu dünyânın hiçbir yerinde. Ve bundan nâşî idi ki ecnebi, yerli âşığı çoktu. Ona hayran idiler. Tekrar ediyorum, üstüne titrerlerdi. Gecelerin karanlıklarında bile onun nûru; gündüzlerin
Sağlıklı iftar için tavsiyeler
s ay fa 2 ’ d e
Yaz ramazanında Fuat Paşa’nın Çubuklu’daki yalısında yemek sofraları bahçelerde kurulurdu. İftar bahçede edilirdi. Akşam namazından sonra da
yemek bahçede yenirdi. Ağaçlar rengârenk fenerlerle donatılırdı. Hattâ büyük ağaçlardan bâzıları aralarında mahyalar kurulurdu. Fuat Paşa gâyet beşuş; güler yüzlü bir zattı. Güzeldi de... Misâfirleri onu seve seve görürler, gösterdiği hüsni muâmeleden pek haz duyarlar, inşirah ve emniyetle evlerine dönerlerdi. Yalının rıhtımında kayıklar, sandallar bekletilir, kimse nakil vâsıtasız kalmazdı. O devirde oralardaki şoseler de muntazamdı; Sultan Abdülaziz’in hemen her gün atla, araba ile gezişi sâyesinde. İki gözü gibi sevdiği oğulları Nâzım ve Kâzım beylerin riyâset ettikleri ayrı sofraları; haremde de hanımefendilerin ayrı ayrı sofraları, misâfirleri, ahhapları, dostları vardı. Fuat Paşa’nın bâhusus yaz iftarları, kıskançlar müstesnâ, devrin en sevimli dedikodusunu yaşatırdı. > devamı 5. sayfada
Çıtır Kadayıflı Muhallebi
köyde sahur
s ay fa 3 ’ t e
s ay fa 4 ’ t e
İstanbul namaz vakitleri İmsâk
03:2 5
Sabah
0 3 :4 5
Güneş
0 5:3 4
Öğle
13 :12
İkindi
1 7: 1 0
Akşam
2 0: 2 9
Yatsı
22: 21
2
sağlık
Sağlıklı iftar için tavsiyeler İftar sofralarının olmazsa olmazı hurma, oruç açılırken tercih edildiğinde, kan şekerinin dengelenmesinde etkili olacağından, tatlı isteğini kısmen azaltacaktır.
İftar yemeklerinde pişirme yöntemi olarak ızgara, haşlama veya fırınlama tercih edilmeli, kızartmalardan kaçınılmalıdır. Pilav, makarna, börek gibi yardımcı yemekler yerine ekmek tüketilmelidir. Unutulmamalıdır ki 2 yemek kaşığı pilav veya makarna 1 dilim ekmeğe eşdeğerdir. İftar menüsünde çorbalara sık sık yer verilmelidir. Ancak kilo kontrolü ve sindirim problemi
yaşanmaması için tavuk suyu, et suyu ile hazırlanmış çorbalardan kaçınılmalıdır. Çorbalar çabuk doygunluk hissi verdiğinden, az yemek yemeyi beraberinde getirecek, bu durumda iftarda sonraki uyku hali, hazımsızlık gibi şikayetleri ortadan kaldıracaktır. Günlük protein ihtiyacını karşılamak amacıyla, iftarda et tüketimine dikkat edilmeli, et
olmadığında sebze yemeklerinin etli pişirilmesine özen gösterilmelidir. Sebze yemekleri et ile pişiriliyorsa, içine ayrıca yağ konulmamalıdır. İftar sofralarının olmazsa olmazı hurma, oruç açılırken tercih
edildiğinde, kan şekerinin dengelenmesinde etkili olacağından, tatlı isteğini kısmen azaltacaktır. 3 orta boy hurma 1 porsiyon olarak düşünülmelidir
İftarda ekmek yerine pide tercih edin Ramazan ayında sık yaşanan sindirim sistemi problemlerinin yaşanmaması için posa alımı artırılmalıdır. Her gün iftarda salata, sebze yemeği ve meyve tüketimine dikkat edilmeli, ekmek çeşidi olarak tam buğday, çavdar veya kepek ekmeği tercih edilmelidir. İftarda ekmek yerine pide yene-
BATI KARADENİZ - MARMARA - TRAKYA BÖLGE dİstrİbütörÜ HASİP HÜSEYİN TIBIKOĞLU TEL: 0532 131 76 08
bilir, pide yendiği gün sahurda yine posalı ekmek tüketilmelidir. Ayrıca bağırsak florasını düzenleyici probiyotik içeriği yüksek olan içeceklerin tüketimine özen gösterilmelidir. Kilo kontrolü için meyveli probiyotik içecek yerine, sade olan türleri tercih edilmelidir.
oruç ve iftar Dahve-i kübra vakti
RAMAZAN
Buna kaba kuşluk da denir. Oruç müddetinin yarısıdır, bu da öğleden bir saat kadar önceki vakittir. Meselâ bir şehirde, imsak 05.00’de, akşam vakti de 17.00’de oluyorsa, oruç müddeti 12 saat eder. Bunun yarısı 6 saattir. İmsak vaktinden 6 saat sonraya kadar, yani saat 11.00’e kadar niyet edilebilir. İms aktan önc e niyet ederken, “Ni yet ett im yar ın oruç tutm aya”, İms aktan sonra niyet ederken de, “Niy et ett im bu gün oruç tutm aya” den ir. Yanılıp yanlış söylense de mahzuru olmaz. Her gün ayr ı niyet etm ek lâz ımd ır. Bell i gün olan adak oruc unun ve nâf il e oruc un niyet zam an ı da böyl ed ir. Kaz â ve keffâret oruc un a ve zam an ı bell i edilm eyen adak oruçl ar ın a, ims aktan sonra niyet edilm ez.
Ay kaşın gerdi kubbeyi âleme... Zer suyun serip gövdeyi şehri zemîn... Bir dem yaşadık fakirâne bu derviş yurdu saçağında... Dem geçti dem durdu, ziya urup zemzeme! Ol zemzem bahasınca şifadır bu su câna... Ve geldi çattı tiryak idüp Ramezân’a... Doldurduk nefes deyü kafes denen fincana... Ancak bahtlılar gelüp içtiler kana kana... Koca Ahmed Murad
İftar Sofrası
Çıtır Kadayıflı Muhallebi Sabah vakti ışıyor, Rahmet dolup taşıyor, Kur’an okunur iken, Cemaat hep coşuyor. ~~ Açlıktan çok yakınmış, Akşam ezan okunmuş, Bir obur gibi yemiş, Yedikleri dokunmuş. ~~ Beklenir davetiniz, Artsın hep nimetiniz! Adresi açık verin! Tez bulunsun eviniz! ~~ Davetleri severiz, Etli ve sütlü yeriz, Sade yemekle olmaz, Diş kirası isteriz.
Malzemeler (4-6 kişilik): • 750 ml. süt • 200 ml. krema • 200 gram toz şeker • 1 paket vanilya • 2 yemek kaşığı nişasta (tepeleme) • 1 adet yumurta • 50 gram tereyağı • 250 gram tel kadayıf
Hazırlanışı: Sütü, şekeri, kremayı ve vanilyayı kısık ateşte karıştırarak kaynatın. Yumurtanın sarısını, buğday nişastasını ve 1 kahve fincanı sütü iyice çırpın. Kaynamakta olan karışımın içine azar azar ekleyerek hızlıca karıştırın. Ocaktan alın, ılınınca servis kaselerine paylaştırın. Oda ısısında soğuyunca buzdolabına aktarın. 6-7 saat beklettikten sonra üzerine yağda kızartılmış kadayıfları ve ceviz içini ilave ederek tatlandırın. Fesleğenli domates sosu üzerine gezdirdikten sonra, kızgın tereyağı dökerek servis edin.
3
4
nâme
köyde sahur B
urda kuşlar şarkıya durdu... Horoz ep eski bi türkü tutturdu... Serçeler korosunda milyon bin ses var... Kümeste bol civcivli nakaratlar... Tilki kardeş haydi sen yuvana kaç... Hızla ağarmakta gün... Kulaklarından vururlar yoksa seni... Kuyruğundan kürk yaparlar, derinden davul... Var gerisini sen düşün! Güm be de güm! Güm be de güm... Ötmeyen ziraat horozu ve uyanık tilkiye mersiye! Bak tilki, biz senin gittiğin yollardan geliyoruz... Tavuğu kaptırmayız! Orucuz, hem tavuk hem yumurta seviyoruz... Bak horoz, sen de öteceksen vaktinde öt... Davulcuya bile gıklamıyorsun, bari öğlen ezanında gıdakla... Kokoloko ben ki seni tutarım, boynundan ururum kebap yaparım! Veririm şu tüysüz tilkinin önüne, o daha yalanırken, alır yutarım! Vah tavuk tavuk dedik! Tilkinin hakkın yedik! Geldi bir dana burun, ceylan irisi çakal, gitti kırmızı tavuk, yine başladı masal! Belki bir kanat manat... Bi paçası kalmıştır? Ne geride bir pay var, ne kırmızı bir tüy var! Bir gakgağa vaveyla baktım ki horoz harap! Ödü çıkmış ağzından got got got da gat gat gat! Yedi sekiz on iki hani kırmızı tavuk! Tüylüce kemikleri ağzında hrap hrap... Ben yesem pişirirdim! Çakalın.. mideye bak! *** Köyde Ramazan diyince sobada patates, harmanda davul, tarlada marul... Vakti saadette bir sakin sahur... Diyorduk ki amanın! Kümeste bir gıdgıdak-ı vaveyla... Tavukları davul tokmağıyla
mı dövüyorlar ay abla! Demeye kalmadı... Tilkinin önce burnu sonra kuyruğu göründü... Arpacığa göz, yuvaya fişek süründü! Bum da bum! Ah dedi tilki uzadı burnum, yandı kuyruğum! Ne tavuktan olduk ne yumurtadan... Kurtardık yarınki iftariyeyi, çal davulcu güm be de güm... Millet tüfeksiz kürk vuruyor! İnim inim inliyor orman u alem! Bir cansız deriye vuramadın şu tokmağı inme in! Güm be güm! Boşa çaldığın! Boşa vurduğun! A davulcu! A gürültücü âdem!
‘dum güm bam dom’ vura vura kendi çalıp uyanıyor, bozuk plağın pikabı! Lakin ne gam, hayın tilki, dikip gelmiş kulağını, gürültüye aldırmadan! Güm be de güm! Dam ba da dam! Gıdak gıdak gagaak gagaak! Bu sefer de çilli tavuk, kursağı mısır saçarak, oldu yine şu tilkinin, bir gecelik ziyafeti! Bilmem kimin akrabası, filan emminin komşusu; hay canına yandığım köy kenarı davulcusu! ***
*** Yine geldi vakti sahur, bir sakinlik derin huzur... Kaşındı kestane biti, ki devirdi köpek çiti! ‘ Vaf vaf’ etti o yan bu yan... Kimseye geçmiyor dişi! Kendi havlayıp dinliyor. Yine kimse vaz geçmiyor; ne çakal çakallığından, ne tilki eski huyundan! Fakat var bi iyi tarafı, şu davulcu uyanıyor şu bitlinin vof vofundan... Bozuk nağme delik çarık, ‘şrat şrat’ çeke çeke ayağındaki şu kabı;
Gece sabaha üç yüzerli beş yüzerli, flaş flaş uçuşan ateşböcekleri nihayet uyudu... Sis tarlalardan tül tül açıldı… Sapanca Gölü’yle Sakarya Irmağı üzerinde ufka perde çekti... Tilki inine, çakal kayasına döndü... Tavuklar yine üç, beş, yedi, sekiz ne kaldıysa eyvallah... Kuşlar da çılgın dervişler gibi amansız bir cikcikayla zikre başlayıp, sakinleştiler... Şimdi... Şimdi saz bizde! Sahiden şu insanoğlunun gürültüsü, isi, pusu, dumanı tabiatınkiyle kıyaslanamaz derecede devasa... Biz çok kirliyiz! Ama işte, kirliyle temizle değil, halis bir istiğfarla dönüyor, neşe buluyor âlem... *** Boş boğazı, ki uludu komşuda köpek, aç bi aç uyuyamadı zağar, ona şöyle irice bi tavşan, bilemedim har hır boğmaya bi tilki gerek. Ama ne gezer tembel tembel yatar sabah akşam... Geçtim kemiği, ekmeği de kemiremez olmuş! Melül melül bakar
azcık suda ıslatmasan... Böyle mi olur köy köpeği dediğin a ezik! Çiğneyip mi verelim lokmanı, diş değil çakıl mı var ağzında! Kalk bak kurt mu uçuyor kervan mı düşüyor başımıza! Havlayacaksan sineğe böceğe değil, havla, başımıza düşen şu gök irisi yıldıza! Sonra tilki diyince -rezillik- çıkma kucağımıza! *** Uykum mu geldi çattı, vakit sahurdan aktı... Bak rızık vakti girdi, tilki kürk giydi çıktı, bizim karabaş köpek döndü sırtını yattı! Davulcu desen sağır, köylü desen kör bıçak... Ey kümes ahalisi, kolla kendini lâkin, bu sersem köylülerin gözünün ocağından, tilki bile her gece tavuk çalmaktan bıktı! *** Sabah vakti kuşlar nasıl ki başlar cikcikaya... İçimde öyle bi konuşma hevesi ve aşkıyla tam konuşmaya duracakken kalakalırım. Zira vakti sahur geçmiş, ezan okunmuş bitmiş, büyüğünden küçüğüne herkes uykuda! Ya hu bi cik cik cik edecektik, üç beş cümle neşemiz gelmişti! Neyle atayım bu enerjiyi, çıkıp ağaca kuşlara durdurun zikri, size çok komik bişiy anlatacağım desem… Öyle masum ve ufak durduklarına bakmayın! Cikcika desibeline bakarsanız, gagalarıyla kıyma ederler beni! Her gün solucan ayemek de bi yere kadar tabi! Her ne kadar diyet derdiyle, ‘ıspanak suyu’ sarhoşu olsam da; aman! Kuş yemi olacak kadar da ufalamam! *** Nerde kalmıştık? Sahur diyorduk, bitli köpek, hayın tilki, derken görmüştük tavuğun şu yem dolu kursağını! Yine girmeden vakit daha namaza, geçmeye ‘başladı’ davulcu harmanı o uçtan bu uca… ‘Başladı’ zira daha göbeği üstüne koyacak davulu, yuvarlanarak yürürlerken meydana, askısı düşecek davulun hali hazırdan… Herkesin davulu dananın karnından yapılmış da sanki bizimkinin bi yabani duruşu, bi biçimsiz vuruşu var! Çakal karnından mı yapmışlar ti... ya da hınzırdan! Ayağındaki çarığı
çekerek kurtarırken çıkayazdan... Tam da tokmağı indirecekken cigarası düşer ağızdan! Üç beş düğmeli ‘laylon’ gömleğin üstünde bir delik daha açar melun köz... Ah filan emmi, everemediniz gitti bu koca oğlanı! Ne olaydı baksaydı onun da gözüne bir çift göz! Bi gömlek ütüleyeni olaydı, bi bayram seyran olur, boyun bağı sıkanı... Neyse topladı davul mavul avenesini de koyuldu harmana, bir yandan mani bağırıp, sallayarak tokmağı, diğer yandan bam da güm de bam bam bam! Senfoni mi dinletsek, Tarkan mı... bi nota okutsak, bi diyafram... Hiç oralı olmadı kimse, bağrışa bağrışa geçti gitti; ne köpek, ne tavuk, ne köylü, ne de harman… Ne etsin yani bu garip, Mozart bilmiyor diye mi sevdiremedi gitti köylüye kendisini! Zaten bir işi yoktu amma davulculuğuyla da olsa isterdi hani illa ki önemsenmesini... Ne olur olsun, eli iş tutan her kim olursa iyi kimsedir derim. Siz de böylelerini incitmeyin, beş vakit kılıyorsa, varsa kızınız verin... Zaten kız dediğin kişi başka bir alem! Elinden aynayı bıraktırabildi ise ona eğer bir adem! Hiiç ses etmeyin, helal olsun o babayiğide! Ben kırk çocuklu nice kadın gördüm, vaz geçmez aynasından... Bebeler göz göz ağlar amma kime ne, o yine konuşur tarağından tasından... Nerenin hamamı bilir, kaç göze kaç çekmecedir! Hiç de gezmelere çıkamamıştır ne düğün ne bayram bilmez nicedir! Hintli yolcu gibi evliliği yolunca vaz geçmez keçisinden tavuğundan! Süsünden gülünden şalından zilinden, bir Yahya Kemal çıkar toplasan, tokası tarağı kremi sabunundan! Ah kadın kısmısı! Kadın kısmısı! He ya tokmağa denk deyi alırsın amma hem söyler hem cevap verir, bilir o her şeyi bilir; tokmak elinde kalırsın… Sana insanlık öğretir, insanlıktan usanırsın! Demem o ki şaşkın sefil demeden verelim şu davulcuyu da bi dengine, düğün olsun, bayram olsun... Harman yeri harman olsun… Koca Ahmed Murad
tarih < baş tarafı 1. sayfada Bahçede kurulan iftar sofraları Avrupanın meşhur şatolarında verilen kır âlemlerini ihtar ederdi ecnebilere. Yerlilere de nümûnei imtisal idi. Paşanın oturduğu sofra yirmi dört kişilikti. Beyefendilerin sofraları on ikişer kişilikti. Bir de kâhya efendinin nezâret ettiği sofralar vardı. Bunların hepsi dolardı dâvetlilerle ve kendi kendine gelenlerle. Haremde de böyleydi. Sefirler, ecnebiler geldiği zaman kadınları haremde iftar ederlerdi. O âlemi, o kalabalığı ve o intizâmı görürlerdi. Esâsen Keçecizâde âilesi bahtın bir hüsni tesâdüfüyle uğurlu bir yıldız altında doğmuşlardan oldukları için nur yüzlü, temiz vicdanlı insanlardı. Bundan dolayı mahbup ve muhterem oluyorlardı... Sofraların
sakız gibi beyaz keten örtüleri ve peçeteleri; gümüş şamdanlardaki billûr fânusların çeşitli renkleri; antika yemiş ve yemek tabaklarının ve sofra takım taklavatının hayranlıklar verici manzarası ve letâfeti; yemeklerin nefâseti ve letâfeti; bunu binlerce adamdan duydum; hakîkaten insana inşirah verirdi. Dâirenin aşçıbaşıları İstanbul’un en mükemmel aşçılarıydı. Bir ikisi de gâyet meşhur olan Fransız yemeklerini yapardı. Paşa ağır ağır yemek yemeyi ve faydası iddiasiyle ağır ağır yemek yedirmeyi sevdiği için iftarlar fazla sürerdi. Mâmâfih sâhibi hâne, misâfırlerin tiryâkiliklerini dahi hesâbettiği için, çubuklarla sigaraların sofrada iken içilmelerini ricâ eder, herkesin keyfine hürmet gösterirdi. Bunun da manzarası gü-
zeldi. Ağızları kehribarlı uzun yasemin çubuklar ve tepsileri, billûr nargileler ve sırmalarla sarılmış marpuçlar; sonra da bunları getiren uşakların hâli çok hoşa giderdi. Halılar ve namaz seccâdeleri ve hasırlar bahçenin bir tarafını kaplardı. Harem bahçesi kapılarının önleri de birer paravanla örülürdü. Akşam ve teravi namazları buralarda edâ edilirdi. Güzel sesli müezzinlerle imam efendiler en iyilerinden intihab olunurdu. Bahçede okunan ezandan evvel abdest tâzelemek isteyenler için gümüş leğenlerle ibrikler emre âmâde bulunurdu. Fuat Paşa mutaassıp değildi. Fakat dindar ve dîne hürmetkâr bir zattı. Mübâlâtsızlığı ne kendisi için, ne de başkaları için kabul ederdi. Oruç tutmayanlara;
namaz kılmayanlara âdeta sinirlenirdi. Selâmlıkta, haremde nizam ve intizam husûsuna bizzat nezâret ederek gençleri terbiye ettirmeye, onlara nezâfet ve tahâret öğretmeye çalışılmasını tembih ederdi. Çubuklu’daki yalının iftarlarında ve namazlarında yüzlerce kişinin bulunduğunu görenlerden, o âlemi yaşıyanlardan kaç kereler duydum. Ecnebilerin iftarda bulundukları gecelerde terâvi namazı kılınırken el pençe divan ve ağaçların altında durarak namazı seyrettiklerini dahi bu mesmuâtımla (duyduklarımla) biliyorum ve elhak doğrudurlar... Kadınları ihmal etmediği ve misâfirlerinden bâzı hanımefendilerle konuştukları için terâviden sonra Fuat Paşa yarım saat kadar erkek misâfirlerden ayrılarak hareme girerdi. Belki biraz da istirahat ederdi. Elbise de değiştirir, sivil esvap giyerdi. Zîra sadrâzam ve yâveri ekrem müşir ve vezir mansıbı ve rütbe ve lakaplarını hâiz olmakla resmî libâsı askerî idi ve yâveri ekremlik kordonunu takardı. Paşa tekrar selâmlık dâiresine geldiği zaman karagöz veya orta oyunu takımları hazırlanmış bulunurdu. Hayâlî Mehmet Efendi devrin en büyük üstâdıydı. (Hârika bir adamdı derler). Kadınlar da kafesler arkasından bu oyunları seyreder oldukları için nükteler ve cinaslar hudûdu aşmaz ve taşmazdı. Kadınlar içeriye girdikten sonra birer oyun daha verilirdi ve bu defa İstanbulluluğun bütün incelikleri kendini gösterir, dinleyenleri mest, mesrur ederdi. Fuat Paşa’nın kendini bir kat daha sevdiren tarafı kendi nükte ve ferâsetinin gılzet ve lâubâliliklerden çok uzakta parlaması ve o nevi parlaklıkları sevmesiydi. Arsız ve yüzsüzlüklere asla iltifat etmezdi. O devirde, sadrâzam ko-
5 nakları bir nevi Bâbıâlî kıyâfetini de takınırlardı. Vükelâ meclisleri konaklarda da toplanır, müzâkereler ederdi, mazbatalar yazar çizerlerdi. Bir ramazanda ve Çubuklu’da haftada iki kere toplandıklarına nazaran dört beş, altı meclis olur ve meclise gelmesi lâzım gelenler, paşası, efendisi, kâtibi ve müstahdemiyle berâber sâhilsarayı doldururdu. Unutmadan arzedeyim: Fuat Paşa’nın evinde, yaz ve kışta, her akşam ezânî saat on ikide sekiz on tâne fukarâ sofrası birçok fukarâyı yedirir, içirirdi... Bu paşa kimdi? Gâyet muhtasarca bunu da arzedeyim. Sultan Mahmud-ı Sânî ricâlinden ve ulemâdan şâir-i şehir Keçecizâde İzzet Molla’nın oğlu idi. Mektebi Tıbbiye-i Şâhâne’den doktor ve operatör olarak şahâdetnâme almıştı. Fransızcayı çok iyi bildiği için bir müddet sonra askerlikten sivil olmuş ve hâriciyeye girerek az zamanda mütercimi evvelliğe ve oradan Londra sefâreti başkâtipliğine İspanya ve Portekiz elçiliğine yükselmişti. Ve daha bir iki memûriyette bulunmuş, otuz altı yaşında hâriciye nâzırı olmuştu. Ve bu nezârete bir iki fâsıla ile iki defa daha memur edilerek rütbe-i sâmiye-i vezâreti ihraz etmişti. 1860’ta da sadrazam ve hâriciye nâzırı; ikinci sadâretinde ise hem sadrâzam ve hem de serasker ve yaver-i ekrem olmuştu. Avrupa seyahatinde Sultan Âbdülaziz’in maiyetinde bulunarak ecnebileri hayran bırakacak derecede dirâyet gösterip kendini çok sevdirmişti. 1814 senesinde İstanbul’da doğmuş ve 1870’te berâyı tebdilhava bulunduğu Fransa’nın Nis şehrinde vefat etmiştir. Türbesi Cağaloğlu’ndadır veFuat Paşa türbesi denilmekle meşhurdur. Cenâb-ı Hak garik-i rahmet eylesin. Merhum, devlete ve memlekete hüsn-i hizmet etmiş ekâbirdendi.
sohbet
6
P ROF. DR . RAMAZAN AY VALLI
“Muhammedün Resûlullah” Kelime-i tevhîde dâhildir Muhammed aleyhisselâmın teşrîfiyle âlem, yeniden hayat buldu; karanlıklar dağıldı. Nasıl ki maddî güneş, her tarafı aydınlatıyorsa,o manevî güneş de her tarafı tenvîr etti...
D
ü nyata rihinin e n önemli dö nü m nok ta la r ı nda n , kilometre ta şla r ı nda n biri,“İ k i C i hâ n Gü neş i Ha z re t - i Mu ha mmed (a ley h i sselâ m)”ın dü nyay ı te şrîflerid i r . O ’ nu n teş rîfiyle â le m, ye n iden hayat bu ldu ; ka ra nlık la r dağ ı ld ı ; büt ün c ihâ n ayd ı n la nd ı . Na s ıl k i madd î gü neş , her ta ra f ı ayd ı nlatıyorsa , o ma nevî güneş de he r ta ra fı tenvîr e tt i . İ slâ mı n 1. ş a rtı ola n” Kel i me-i şehâ de t ” e” şehâdeteyn” i n he r i k i k ıs mı da dâ h i ld i r . Ya ni Alla hü teâ lâ n ı n va rlığ ına ve bi r l iğ i ne îmâ nla bi r l i k te , Sevg ili Peyga m b e r i m i z in O ’nun k u lu ve Re sûlü olduğu na î mâ n ş a rttı r . İ şte bu nun g ibi ” Kel i me - i tevhîd”de de ” Lâ i lâ he illa lla h” c ü mle si ne , kes inl i kle ” Mu ha mmedün Re sû lu l la h ”cümles i de dâ h i ld i r . Binâen a ley h , Kel i me-i tevh îd i n 2 . k ı smını söylemeye n herha ng i bi r k i şi , Mü s lüma n ola ma z ve Cennet’e g ide me z , ebedî ola ra k Cehe n nem’de ka l ı r . Sevg i l i Peyga mb e r i m i z , “ Câhiliye Dev r i ” nden bi r “ Asr - ı Saâ de t ” meyda na get i r m i şt i r . Şimdi, Peyga m b e r Efend i m i z i n Peyga mb e r l iğ i , ke ndis ine
bildirilmeden önceki dünya nın hâlini kıs aca hât ırlamakta fayda görüyoruz... Fa hr-i kâinât Efendim iz doğmadan önce, bütün âlem, mâ nevî yönden müthiş bir zulmet/ ka ra nlık içinde idi. İns a nla r , hudutsuz derecede azgınlaşmış la r, A llahü teâlânın gönderdiği dînler unut ulmuş, İlâhî hük ümlerin yerini, ins a nla r ın kafalarında n çıkan bozuk fik irler/düşünceler a lmış tı...Yery üzünde buluna n bütün milletler, Allahü teâlây ı unutmuş, huzurun, s aadet ve sev incin kaynağ ı olan“Tevhîd” ina ncı ortadan ka lk mıştı. Küf ür fırtına s ı, kalplerden îmâ nı söküp atmış, ins a nla r âciz, hiçbir şeye gücü yetmeyen putlara tapmaya ba ş la mışlardı. İs râ îl oğullarıbirbirlerine düşmüş, Mûs âa ley hisselâmın getirdiği dîn unutulmuş ,Tev râtboz ulmuş tu.İsâaleyhis selâmın getirdiği hakîkî dîn de bozula ra k , yüce Alla h’ın dîni
ile hiçbir alâkası kalmamıştı. Papazlar istedikleri gibi dîni değiştirdiklerinden,İncîl’in aslı kay bolmuş,teslîs, yâni “üçlü tanrı” f ikri kabul edilmişti. Böy lece her iki kitap da, A llah kelâmı olmaktan çıkmıştı. Mısır’da, bozulmuş Tev rât’ın hükmü,Bizans’ta y ine değiştirilmiş bir dîn olanHıristiyânlıkvardı.Îrân’da ateşe tapılıyor, ateşperestlerin âteşi bin senedir söndürülmüyordu . A rabistan’daki insanlar da karanlık içinde idiler. Yery üzünün merkezi olan mübârekMekke’de, küf ür sel gibi akıyordu. Bey tullah’ın içi -
ne,“Lât ”, “Menât ”ve “U z z â ”g ibi y üz lerce put doldu rulmuş t u. Net îce it i bâ r iyle o zama nı n ins a nla r ı ara s ı nda şe fkat , mer ha met , iyi l i k ve adâ let g i bi gü zel ha s let ler yok ol muş gi biydi .
sohbet
7
Oruç tutmamayı mubah kılan özürler Orucu tutmayıp kazaya bırakmayı mubah kılan özürler şunlardır: 1- Hastalık: Hasta olan veya oruç tutunca hastalığı artan kimse, oruç tutmaz veya tutuyorsa bozabilir. Hastaya bakan da, oruç tutunca hastaya bakmakta zorlanırsa, o da oruç tutmayabilir. Orucu kazaya bırakabilmek için, orucun kendisine zarar verdiğini, kendi tecrübesi veya salih doktorun sözüyle anlaması gerekir. Her hastayım diyenin kazaya bırakması caiz olmaz. 2- Sefer: 104 km uzağa giden kimse, 15 günden az kaldığı yerde seferi olur. Yolculukta sıkıntı olur, iş aksar veya kazaya sebep olacak bir durum olursa, orucu kazaya bırakmak caiz olur. Hadis-i şerifte, (Seferde sıkıntı içinde oruç tutmak, takva sayılmaz) buyuruldu. (Buhârî)
3- Gebe ve emzikli olmak: Kendine veya çocuğuna bir zarar gelecekse, gebe ve emzikli kadın oruç tutmaz. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, gebeyle emzikli kadına, oruç tutmaması için ruhsat verdi, orucunu tehir etti) buyuruluyor. (Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî î) Emzikli kadın, kendi çocuğunu veya başkasının çocuğunu emzirse de hüküm aynıdır. 4- Açlık ve susuzluk: Kendisinde şiddetli açlık ve susuzluk meydana gelen kimse, ölüm tehlikesi varsa veya aklı gidecekse yahut hastalanacaksa orucunu bozabilir. Hastalığın artıp artmayacağı kesin değil-
se, kefaret gerekmemesi için, küçük bir kâğıt parçasını veya çiğ pirinç tanesini susuz yutarak orucunu bozmalı. Sonra yiyip içebilir. 5- İhtiyarlık: Oruç tutamayan ve iyileşme ihtimali de olmayan yaşlı hasta, tutamadığı günler için fidye verir. 30 günün fidyesi 53 kg undur. 53 kg un alacak kadar altın da verilebilir. 6- İkrah: Oruçlu, (Orucunu bozmazsan seni öldürür veya bir uzvunu keseriz) diye tehdit edilmişse, dediklerini yapmaya güçleri yetiyor ve blöf yapmıyorlarsa, orucu bozmak mubah olur. Ramazan-ı şerifte, özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz olarak Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. (Tirmizî)
(Sahura kalkın, sahurda bereket vardır.) [Buhari] (Sahurda yemek yiyerek, oruç tutmanıza yardımcı olun!) [Beyhekî] (Sahur yemeğine kalkmak Allah’ın size bağışladığı bereket-
tir, bunu kaçırmayın!) [Nesai] (Yedikleri helâl olmak şartıyla hesaba çekilmeyecek üç kişi: oruçlu, sahur yemeği yiyen ve Allah yolunda nöbet tutandır.) [Nesaî] (Sahur yemeğine kalkmak Allah’ın size bağışladığı berekettir, bunu kaçırmayın!) [Nesai] (Bir lokma da olsa sahur yemeği yiyin, çünkü onda bereket vardır.) [Deylemî] (Müminin sahurunun hurmayla olması ne güzeldir.) [Ebu Davud] (Allahü teâlâ, sahura kalkanlara rahmet eder.) [Taberanî]
Sahura kalkmanın önemi Sual: Sahura kalkmadan oruç tutmak günah mıdır? CEVAP Günah değildir, ancak sahura kalkmak çok sevabdır. Bir yudum su içmek için de olsa, sahura kalkmak iyi olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sahur yemeği mübarektir. Sahurun tamamı berekettir. Bir yudum su için de olsa sahura kalkın! Allahü teâlâ ve melekleri, sahura kalkanlara salât ve selam ederler.) [İ. Ahmed] (Yani Allahü teâlâ, sahura kalkanları mağfiret eder, melekler de onlar için dua eder.)
Tam İlmihal Se`âdet-i Ebediyye’den
A
llahü teâlâ, kimseye karışılmamasını sevseydi, Peygamberleri göndermez, dinleri bildirmez, insanları islâm dînine da’vet etmez ve diğer dinlerin yanlış, bozuk olduğunu haber vermezdi ve geçmiş Peygamberlere inanmayanları azâblarla helâk eylemezdi. Herkesi kendi hâline bırakır, kimseye birşey emr etmez ve inanmayanlara azâb yapmazdı. Allahü teâlâ, müslimânlara [ya’nî islâm devletine, insanların islâmiyyeti işitmelerine, müslimân olmalarına mâni’ olan] kâfirler ile cihâd etmeği niçin emr eyledi? Hâlbuki, cihâdda kâfirler için eziyyet ve ölüm olduğu gibi, müslimânlara da vardır. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde cihâd için ve cihâd eden devletler için ve şehîdler için fazîletler, meziyyetler ne sebebden bildirildi? İslâm düşmanlığı yapan zâlim krallara saldırmak, onlara sıkıntı vermek ve Allahü teâlânın bu mahlûklarını harâb etmek, niçin emr olundu? Nitekim insana, kendi nefsine düşmanlık etmesini ve nefslerin, Alla-
hü teâlâya düşman olduğunu bildirdi ve nefs ile cihâd etmeğe cihâd-ı ekber ismini verdi ve Allahü teâlâ neden rızâsını ve yakınlığını bu cihâda bağladı? Allahü teâlâ, niçin nefsleri kendi başına bırakmadı? Demek ki bunlar, Allahü teâlânın düşmanlarıdır. Allahü teâlâ, düşmanlarından intikâm alınmasını istemekdedir. Allahü teâlâ nihâyetsiz merhametinden dolayı, evvelâ Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” sonra bunların yerine, Evliyâyı ve Ulemâyı da’vetci gönderdi. Bunların dilleri ve kalemleri ile sevâblarını ve azâblarını bildirerek, özre ve behâneye yol bırakmadı. Allahü teâlânın irâdesini ve âdetini kimse değişdiremez. Hakîkati bilmeyenlerin ve görmiyenlerin sözü ile, nizâm-ı âlem bozulmaz. Allahü teâlâ, isteseydi, herkesi doğru yola hidâyet eder, Cennete sokardı. Fekat, ezelde Cehennemi insanla ve cinle doldurmak istedi. Allahü teâlânın büyüklüğünü anlayabilen bir kimse, Ona sebebini soramaz.
8
nükte Zurnacı Paşa
Münasebetsiz Mehmed Efendi
O
n yedinci yüzyıl vezirlerinden Zurnacı Mustafa Paşa, o zamanlar İstanbul’da sık sık çıkan Yeniçeri isyanlarının birinde, bir saat kadar sadrazam olmuş ve bu kısacık sadrazamlığında
S
ultan II. Mahmud Han’a “Münasebetsiz Mehmed Efendi” isminde birinden bahsetmişler. Merak edip huzuruna getirtmiş. Biraz konuşmuş, aklı başında bir adam bulunca: “Sizin için münasebetsiz diyorlardı. Halbuki pek makul konuşuyorsunuz” Mehmet Efendi ise dereden tepeden bahsettikten sonra birdenbire padişaha sorar: “Efendim, zurna çalmasını bilir misiniz?” Sultan Mahmud gayet tabii bir surette cevap verir: “Hayır, bilmem.” “Bendeniz de bilmem.” “Ya?” “Evet... Benim Bursa’da halamın dama-
t-02-r-12-ilan.qxp_Layout 1 copy 11.05.2018 18:12 Page 1
da tek iş olarak Karagöz Mehmet Ağa’yı defterdar yapmıştı. Devrin şairlerinden biri de bunun üzerine aşağıdaki mısra ile tarih düşmüştü: “Çalacak zurnasını çıktı cebinden Karagöz.”
Terzibaşı P adişahlardan birinin terzibaşısı devlet işlerine dair bir rapor yazarak padişaha takdim eder. Padişah nedimine döner: “Var, veziri çağır. Bizim terzibaşı devlet işleriyle uğraşıyor. Gelsin de bana elbiseyi o diksin.” der.
dının ihtiyar bir teyzezadesi vardı.” “Evet...” “O da zurna çalmasını bilmezdi.” Bunun üzerine Sultan Mahmud mabeynciye işaret eder: “Herifi çıkartın, şimdi bayılacağım!..”
6 R amaz an 14 39 > 21 M ay ı s 2018 Pa z a rtes i R amaz ân ay ın a mah s u s gü n l ü k di j i tal gaze te
re kl am
Yay ın S ah i bi : S ı la M edya Bi li ş i m Rekla m O rg . Ti c. Ltd. Ş t i ., Yay ın Yö n e tmen i : Me h m e d C ün e yd U s ta ,
i n fo @ si l a m e d ya .c o m .t r
D i j i tal Yay ın l ar Ko o rdi n atö r ü : Ö mer Fa r u k Erg ö r Tas ar ım: 202 i let i ş i m
0212 520 43 67
www.ramaz an gaze te s i .co m | @ ramaz an gaze te s i