Tezg창h
3
Kapak resmi: M. Volkan 猁ak覺r 襤rtibat: tezgahfanzin@gmail.com, @TezgahFanzin Dijital yay覺n: http://tezgahfanzin.blogspot.com
Uzun Uzadıya Bir Gece Anlatısı Serkan Cenker
gastronomi kaçkını Ufuk Akbal
Geç Saatlere Kalıyorsun Abdurrahİm Hâdİ Biyikli
Öte için Beri: sonraları bir Şiir yazabilmek için yazılmış şiirler
Halİd Metİn
Romalı dünyayı ateşe verdi
Mahmut Nesİp Basmaci
erdemin yorgunluğudur kimsenin omuzlarında değil
Cevher Kara
Robotları Taşlarken Düştüğündür Şirk Ayağı Kırılacaktır Al Atının
İsmayİl Sakİn
Perşembe Kornası Yeknesak
M. Volkan Ҫakir
Serkan Cenker
Uzun Uzadıya Bir Gece Anlatısı
1. Ahşap, tumturaklı meyhane duvarları yalnızlığa vurgulu, çiçek bozuğu suratlarımız bizim töredir; içtiği yerden susar insanlarım gittikleri yerden öpülür eski sevdalar alkol sisinden kavradığımız manalar bizim bir kemanın bir an susup acılara bandırdığı apseli yaralarımız hep bir ağızdan ayin gibi söyleyişlerimiz sonra kaybetmenin de adi bir tadı var çocukların bıçağa merakına benzer şaraba hayranlıklarımız bu sebepten sonra koca kalçaları ve şarkılarıyla gelir kadın sırtında kopçası ha koptu ha kopacak bir heyecan başlar bıyıkları yeni terlemiş esmer amelelerin masasında biri kalbini tutar sağ eliyle biri bilmem neresini…
Ne kadar bakmazsak birbirimize, o kadar mutluyuz ondandır bu loşluk yüzümüze çizgiler çalan kandillerde vakit gelir ne dua işler, ne inkar herkes bir oturur masaya herkes kendi payına sarhoş olur şarapla yıkanmış yavşak dudaklarımızda alkol sisinden kavradığımız manalar bizim bir kemanın bir an susup acılara bandırdığı apseli yaralarımız hep bir ağızdan ayin gibi söyleyişlerimiz sonra cinayetler kuşanılır henüz sabaha varken bir adamın elinde paslı bir lüger kulaklarımız çınlar patladığı vakit biri kalbini tutar sağ eliyle biri kanayan yarasını… 2. Gülmek sadece anaların suratında benzer yurdumuza pişmanlıkla aldığımız abdestlerimizi duvar diplerinde bozduk sırasıyla hiçbir gölgenin kılı depremedi sadece bir çığlık gerisi boşluk…
Ufuk Akbal
gastronomi kaçkını
"On dört aylık kızım Duman bağırıyor içeriden, süt istiyor. Ona süt almak için ne gerekiyorsa yaparız, diyorum, Zeynep’le, insanlıktan bile çıkarız, diyorum, sonra düşünüyorum: İnsanlık, içine girilen ve çıkılabilen bir şey galiba. Sınırlarını ise parasız ve totemsizleri anlamayan bir nesil belirliyor. Aşina değiliz, olmak da istemiyoruz" (levent yılmaz). bu bir şiir olsaydı ufuk şöyle demek isterdi; "sarı ve tuzlu trabzon tereyağını küçümen polonya çavdarının hizasına eğer sabah". ya da "bir vinçtir ayıntap kırmızısı ve kaz dağları kekiğiyle süslenmiş küçükkuyu sarısına dalan aynı somun", ama öyle olmadı, bu bir şiir olmadı, derdi- ve devam ederdi... ya da şöyle derdi ufuk... "eğer sabahsa karıma çekiştirdiğim sonucuna varabiliriz tüm obezleri, yalancı olurlar şeker hastaları gibi, kolları etli olur ve evde kalmış olurlar, kaba etlerine erosun oku saplandığında
sanmam ki fazla acı çeksinler, çekmeseler gerek, kaba etleri hacimlidiriğne, tenlerinin altındaki bir başka tene (varsa) çok geç temas eder, sadece o değil, kalpleri de nasır tutmuş, kalpleri geniş bir yağ tabakasıyla çevrelenmiş olabilir, saf sosyologların "aura" diye etiketlediği şeyde örgütlenilmiş, oysa ne alakası var-" ama demedi. diyemez. bu kader izin vermez. şöyle derdi ya da; "obez gastronomlar, koca ağız şapşapçılar... askılıkçılar, kruvasancılar... hülâsa, kendilerine sorsak kırılgandırlar ve inanamayız buna. bundan yanımda yöremde tutmam onları, ama bir başkasının hayatının içinde bir başka göz gibi değilimdir, giremem. zaten girmeyelim bir diğerinin kalbine, salamurası çıkarılmış göynüne künhüne varmayalım bu sefer de, bu seferde. ama sen şunları aktardan al, şunları en yakın köyden, en yakın sayfiyeden, 2009 model nissan note'una atla- yol boyunca dal peyzajlara. bunu bir yaşamsal ihtiyaç gibi algılama. küçümen çavdarını bandığı sarıdan hemen sonra dişlerini kocaman bir kürdanın insafına terk edip; ve parmakları didaktik mi didaktik! bir şeyler diyorsun bana, evet bana. sana diyorum sana ufuk, sevgili ufuk, iyi ufuk, tut elimi, bileğimi, ov ov ov kolonya ile niyetlendiğin ve giriştiğin her neyse. onu iyi tanımayı unutma. bak mesela, bu merhem acı merhem, kara merhem, sarı merhem al bu nane, yeşil nane, munis nane, kuru nane, al bu limon; sulu limon, sarı limon, yeşil limon. al bu turp, beyaz turp, kırmızı turp, japon turbu, al bu kalem, kara kalem, kurşun kalem, daha kalem. al bu yastık, deli yastık, kara yastık, ağır yastık
böyle böyle tırmandın içimdeki merdivenden kem kuleye, şükür, sen de hoşgeldin, bense hep hoşgelirim - nihayet; nihayet,günlük sütlerin bozulma tarihlerindeyiz ve ne mutlu bize; sigara tabakalarına sığdırabildiğimiz desteler, sistemin kapasitesini artırışı demek, kapasitemizi artırışımız, kalbimizin günlük süt üretme kapasitesini bir diğer deyişle; sonra bütün bunları ben yüksel arslan'da görmüştüm, yüksel arslan, yüksel arslan, yüksel arslan ben yüksel arslan kadar yetenekli değilim diye kendi kendime tekrarlamalıyım, sütümü artırmak için bol bitki çayı, bal ve diğerleri ile.... bırakıvermeliyim kendimi, eczanın merhametine. neyse, ne mutlu sana, tebarekler ola.
Abdurrahİm Hâdİ Biyikli
Geç Saatlere Kalıyorsun Bankalar ve ıssız yürüyüşün son takribi Bir ve birkaç dakikalık alkışlar Aklında sıkıştırılmış şehir şartları Son sürat saklanıyor değil mi? Kirletilmiş dairelerden sonra Bulutları yaktım ucuz yollarda Tellere asılmış köy pazarlarının Tükenen akşamlar nazarında Vuruyor yüzüme asma ışıkları Sıraya dizilmiyor ser göklerin Kabusa benzer girişiminden sonra Yaklaşan bu kaçıncı koru evime Cam kırıklarıyla süslenmiş Kirli ağaçlardan diğer ağaçlara Bulaşıyor, içimi kemiren dağcılar Elim ayağım kenarda köşede Sonlanan tahayyüllerden sonra Sonra, sonra oluyor ve sonra kıyımız Birkaç ciklet bedelinde sen ediyor Adın yüzümde sarkmış birkaç çizgi Matuf aklımda akşamsız karakollar Ödeyemiyorum.
Halİd Metİn
Öte için Beri: sonraları bir Şiir yazabilmek için yazılmış şiirler
"senin geride bıraktığın ölünmüş bir hayat" (ece ayhan) 1. olduğundan olmak pahasına ki tüm olanıydı bu olduğu işte ses duyuldu vazgeçti bütün istediğinden sırf bırakmak bir tanık çünkü (rab isa mesih'ten de aktarıldığı gibi incil'de) eğer ben kendi kendime tanıklık edersem geçerli değildir tanıklığım
ses bir kez duyuldu mu artıktır artık bu ses eksik birlikte tam ve benim olduğuna vehmediyoruz: Baba!Baba!beni mısır'dan çağırmadın bitti bütün yanaklarım (where is my mirror?) mür sürmedin döşüm açıp oysa kırmadım seni cefadan kaçıp Beni!Beni!anne burada tut geliyor kuyruk sokumumdan kopmak durduramıyorum istemek uykulara sürüyorum ağrıyı ağırdan alıp ezan sızan ahşapların arasından pis suyunu kokluyorum 2. Ben nerede, yanlışlıkla Yokmuşum onu seçtim demin Bu biçimde de değilim Bile değilim değildeyim desem
Hangisiydi, dur ben bir oda karanlıkla suskuhormüzik bu şiirden attığım kelimeler bulunmaz Dur ben bir, o da, kararlılıkla: bir şiirden atılan kelimeler bulunmamak Boşluk değil hayır bu oda yok Boşluk hayır o bu değil yok da Biri durmuş bakmıyor! Yine de Ayrılmaz gözler kısık. Ne de Suda bir yansı oysa ve de Otobüs şoförlerine inandıramadığım Boşluksuzluğu diye yalan-söyledim tamam (Lütfen Arka Kısımlara Doğru İlerleyelim) Söylenebilir var mı, nedir Güzel sözler bir çok kururum Birazınıza birazı kalanına diğeri güzel Fakat oyunsahiciyalan hakikat sözcükler ve hatta Filan bu şiirdeki her harfi kapsaya! bir red ile bile anlatamam belki (Klimayı Açsa Bari) Ama!etim Var-:küçük,,ağrılı,,beğenisiz ya da bir fotografım çekilebilir belki çıkar gerisini bilmiyorum
Mahmut Nesİp Basmaci
Romalı dünyayı ateşe verdi Güneşler doğuran şehirler bezirgân çarşısı Halkın kucağına verilen güneşleri batıran şehirler dervişler dergâhı Akıllar güzel bedenler yalnız kanadı bitsiz temiz kuşlara gökyüzü Tanrı yatalak bilindi Sırıtarak elinde bir odun daha İşte orda ulu orta Kimsenin görmesinden bir korkusu yok Tıpkı demokrat imamlar ve fahişeler gibi Burada olmakla kanıma sıcak bir çalkantı karışmıyor Bir Romalının kanını taşımıyorum damarlarımda Burada olmam sahile yaltaklanan bir dalgaya benzemiyor Tanrıcılık oynayan çocukların oyunlarını seyrediyorum Fakat kendimize bir kuş bakışı bakışımız yok Dünya sivri dişli hırlayan bir köpek dönüp dolaşıyor etrafımızda Bize ait olmayan ve olmayacak olanın oyalamasındayız şimdi Bir telaş çullandı üzerimize Yükümüzün hafifletilecek yanı yok Yavaşça yakan bir ateşin unutulmuşluğu sarmış her yanı İnsanın köpüğü çağa dalkavukluk yapıyor Satrapların gölgesinde dinleniyorsa insan adına konuşan Artık yaşamaktan bir payı kalmış mıdır Niçin kellesini alacak bir cellat yok Oysa yaşamaktan başka ne verilebilir ki Ağacın da bir anne olduğunu bilen insana
Cevher Kara
erdemin yorgunluğudur kimsenin omuzlarında değil
ey iki kelimesini anlamaktan dünyanın hazzını aldığımız farsçalar ey arkasını getiremediğimiz lisan ul-arab dersleri ey mezopotamyus daha doğar doğmaz bileğimizi düşleyen banknotlar müjdeliyor düzen düzen deyip işin içinden çıkmak istiyoruz karşımızda bin kolonlu ejderha! iran-ırak savaşında kimi tuttuysanız kaybettiniz esad yahut esed muaz el-hatip ceyş ül-hur hizbullah ışid nuh gemisini deliyor.
yaşlı hesap bağdat’tan döner iken gözündeki kanı alamayacak hiçbir su cem olup işlendi bütün cürümler anahtarı yiten ev bizim karanlık gittikçe koyu üstelik niyeti yok kimsenin tâkâti yok aramaya zemin kaygan müzik coşturuyor. beyin keyfi yerinde beyni dumur yaşıyor beyin göze kan inse çok değil: bir el harama yönelik uçkura kanatlı diğeri bush’un kalbi yok ellerde. bu din müminini zalimin karşısına kor keser dilini eğer susarsa keser şeytana benzetir bir güzel. dostlar seyreylesin deyû alışverişi sermaye karşıtı oldun sola sıvışıp aklın sakalına özenik: karışık kırışık bir pankart ağzın kırıştırdın nerede çağdaş bir söylem varsa düşünmeden taraf oldun başörtüler ilmek özeniyle boyunda. no war hepimiz şuyuz zülfikâr müzeye öfkesi terapiste ömer’in. senin tevbe’n vardı hangi filozofa neshettirdin onu oysa nasıl sövüp saymıştın demirel’e. herkes için özgürlük/herkes için ölüm arada bir fark var mı tartışmadın bunu kalburun deliklerini genişleten kim soros mu fuller mı hadi makul olalım: locke mı rousseau mu - marjinal marjinal bakma bana.
ateş çukurunun kenarında garden party olur mu adam çal kefereden adamı olma kırmızı tüylü develer sana çalışacak diyorum güneşin el vurduğu her şey. civil toplum civil anayasa civil tuğyan hani kendi kelimelerin ne o eğip bükmeler ama duruyor bende asılları şurada bir kur’an duruyor şurada bir hadis.
İsmayİl Sakİn
Robotları Taşlarken Düştü ğündür Şirk kıyı tereddüdüne bir iki bir iki ve belki bir dalga vuruşuyla bulunur kuma yönelik geniş, buğusuz bir bakış birdenbire sebepsiz anlaşılır her şey duyulur bir akıştan fazlasının bir hastalık gibi göğsümüzde büyütüldüğü. birdenbire bir meteor anneliği ve aşkı aslına döndürüverir: akışa küçümsenen robotlardan özür dilenir özrün lüzumsuzluğu kavranır iyisi mi ve lüzuma yer olmadığı akışta göz seyirir, kas atar atar ritme eklenir hiçkimse için vurulan ritme kıvrım ve büküklük dans değildir dans olmamıştır ve dans yoktur denir susularak. … zerrelerine yolladığın bakış turunu nasıl tamamlar, nasıl getirir yıldızlardan ne'liğini, söze bulanır. bir bacağı kırılır da dağ keçisinin ölene kadar süreceği bir ömrü vardır, karışır akışa ağrılarınla.
Ayağı Kırılacaktır Al Atının
kader suyuna yatırdım göğsümü çözünmeye o incecik ve bir yanlışlık olan parmakların hatâyi atalarının kaderi ve mülkün olan yanlışlık sırtıma yüklendi çolakaksak kesin ölçümlerden yaratılmış bu sahralarda kara göğün ve sarsılması imkasız mimarinin tarif ettiği... bir yanlışlık ki telafisi onbinyil önce ilk şimşekle onu takib eden gürültüyü ayırdığımız yerde bırakıldı ağlamaya başladığımız yerde; solana! fon müziklerinde saklanmaktadır şimdi on dakikaya sığdırılan zafer hazırlıklarına. acıyı izleyiş acıyı izleyişler acıyı öğütmüs adamları izleyişlerin bizi fırtlattığı uzaklık ve izleyici yanlışlığı imkansızlığı hazırlığın, donmak yahut erimek nizamıyla geçişler; çaresizlikleri bildirebilemeden...
hatâyi, çocuk gözlerin kaç secde eden baş gördü; ayaklarına ve bıyıklar, fırtınaların büyüttüğü. bu sana bir özür olarak bize de yanlışlığın pahasına bir kayıt bir karşılaştırma ölçeği ve bir rüyaya giriş sahnesi olarak bırakıldı. … ödevlerimiz var! bitmesi bir ömrü alacak.
M.Volkan Ҫakir
Perşembe Kornası İki kenti birbirine bağlayan dumandır <zamandır aslında> karanlıktan karanlığa doğru akıyorum <hayata tek ayakla basmanın tedirginliği> Zemheri ayak parmaklarımı kör testereyle kesiyor <soğuk hava üçbeş çocuğun daha kemiklerini kırdı> Rayları, ağaçları ve yolcuları tedirginlikle ucundan içiyorum <cam kenarındaki yaşlı adam yalnızlığı seçti> Oylum: bir atın terkisinde boşluğa taşınan Yanımda insandan bozma bir adam <kafası ne kadar küçük, sıksam suyu çıkacak, eriyecek avuçlarımda> Göz uçlarını bana batırıyor, beni bir yarına öteliyor Yan sıradaki adam yarım içilmiş sigara gibi söndürdü gazeteyi <işte dedim, işte böyle bir anda insan kendini evinde hissedebilir> Sıkıntının buharından gözleri nemli bilet sevici bir görünüp bir kayboluyor <burada insan dağsızlıktan yorulur> Kadınların ve adamların saç diplerinden başlıyor makas değişmeye. <yağmur başladı, yağmuru sakın unutma> Kadınlar umudun kulak memesini emiyor Ağızlarında bir ırmak söylemi ve onun akmaklığı <gölgeleri bana doğru> Ve bana kalırsa saçmalıyoruz
Öyleyse? <bildiklerimden bir kelime fazlasını bilmiyorum> Her şeyin sahibi bir adam bizi soğurdu “Ait olmak için soğuk bir boşluk gerek insanın hayatında” dedi ve sordu “kaç adımda geçilir bir insan?” Bu bir oluştu, bunu sevdi. <eğri bir dünyayı düzeltemeyen elektrikli adamlar ve şişme kadınlar> “yine de var hala biliyorum dünyayı ısıtan bir iki insan” dedi ve sustu.
Yeknesak* Kemal
nasıl bir adam?
Uzun boylu. Kalın kaşlı. Saçlarının yanı kırçıllı. 32 yaşında. Falan filan… Peki Kemal gerçekten nasıl bir adam? Kemal sigara içer. İçmez. Sigarayla sevişir. Kemal yalnızdır. Babası ve anası yıllar önce öldü. İstanbul’da başka akrabası yok. Bir tek Nazım’ı var. Kemal yalnızdır ama kendi için yaşayamaz, zinhar yaşayamaz. Kemal’in elleri çoğu ceplerinde yatar ölü kuşlar gibi. Koltuğunun altında ölü sarısı kağıtlar gezdirir. Şiir yazar, hikaye yazar, deneme yazar. Yazar oğlu yazar. Kimseye okutmaz. Fi tarihinde Nazım’a okuttu bir kere: Kapı aralığından kemiksiz bir et yığını gibi sıvıştı içeri. Nazım tezgah arkasında. Kemal Nazım’ın bakır uçuğu ellerine koltukaltından damlayan bir sayfa tutuşturdu. Bağırmıyordu ama sesiyle Nazım’ın gözlerini kavrayıp kağıta tuttu; -Oku! “ sen önce sevdiğim insan sonra beni sevmedin heykel ve üstüme yıkıldın duvar” Bunlar yazıyordu koca sayfada. Yazılmak da neymiş, terkedilmiş evler gibi duruyordu kelimeler sayfada. Neden bilinmez soru sormadan okudu Nazım. Üç satırı üç asırda okudu. Ardından göz kapaklarını altlarından itip dükkan açar gibi açarak sordu; -Ne bu? -Güzel mi? -Bilmem…
Kemal’in yüzü kağıt olup buruştu ve sonra bir çocuğu tokatlar gibi kaptı Nazım’ın elinden kağıdı. Geldiği gibi sokağa aktı. Bir daha da kimseye okutmadı yazdığı bir şeyi. Her şeyde olduğu gibi yazarlıkta da vasat olmayı kaldıramazdı. Umuduna kurşun sıkmaya cesareti yoktu. Ha bir de Süheyla. Onu sevdiğini de bu nedenle saklıyordu. Süheyla Nazım’ın kardeşi. Kemal huysuzun biri. Kimseyle anlaşamaz ama herkesle iyi geçinir. Onun için “Huysuzdur biraz ama…” derler, “Kemal has adamdır” derler. Başka da bir şey diyemezler.
(*) devam etti ve edecek!
1.25TL